DavidHarvey Postmodernliğin Durumu Son yıllarda günümüz dünyasını betimlemede kullanılan “postmodem durum" üzerine, postmodem kültür, mimari, sanat ve toplum üzerine pek çok şey yazıldı. David Harvey, Postmodernliğin mu'nda başlangıç olarak terimin farklı anlamlannı inceliyor ve modernizm sonrası toplumsal yaşantıyı anlamakta bu kavramlaştnmayı kullanmanın ne ölçüde uygun ve yararlı olduğunu tartışıyor. Ancak Postmodernliğin Durumu, çok daha fazlasını vaat ediyor oku ra. Yazar, Aydınlanma'dan günümüze uzanan dönem boyunca modernizmin toplumsal bir tarihini kuruyor ve modemizmin politik ve toplumsal düşünce ve hareketler içindeki, sanat, edebiyat ve mima rideki ifadelerini inceliyor. En dikkat çekici ve Harvey'ye özgü vurgu lama ise, zaman ve mekân algılamalarımızın yine zaman ve mekân boyunca nasıl bir değişim gösterdiği ve bu değişimin değerler ve toplumsal süreçler üzerinde nasıl etkili olduğu... Bu kitap sadece doğrudan sosyal bilimlerle ilgili olanlar için değil, günümüz dünyasındaki değişimleri anlamakta ısıaıfı olan, araştır maktan çekinmeyen genel okur için de son derece ilgi çekici... Son dönemde, düşünce tarihine ve zihniyetlerin toplumsal ve politik de ğişmeyle ilgisinin kurulmasına yapılmış zengin bir katla...
Tarih Toplum Felsefe ISBN-13: 978-975-342-162-1
İnek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, \stanbu\ Tel: 212 2454696 Faks: 212 2 4 5 4 5 1 9 e-posta:
[email protected] www.metiskitap.com Postmodernliğin Durumu
David Harvey İngilizce Bas\m\: The Condition o f Postm odernity An Enquiry into the Origins o f Cultural C h ange Blackvvell Publishers © David Harvey, 1990 © Metis Yayınları, 1996 İlk Basım: Kasım 1997 Beşinci Basım: Eylül 2 0 1 0 Yayıma Haı\r\ayan: M üge Gürsoy Sökm en Grafik Tasarım: Semih Sökmen Kapak Resmi: Madelon Vriesendorp, Dream o f Liberty, 1974, Deutsches Architekturmuseum, Frankfurt Dizgi ve Baskı ö ncesi Hazırlık: M etis Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd. Fatih Sanayi Sitesi No. 1 2 /1 9 7 -2 0 3 Topkapı, İstanbul Tel: 212 5 6 7 8 0 0 3
\SBN-13: 978-9 7 5 -3 4 2 -1 6 2 -1
ı2 ,
David Harvey
Postmodernliğin Durumu KÜLTÜREL D EĞ İŞİM İN KÖKENLERİ
Çeviren:
Sungur Savran
ENVANTER NO
metis
SİC ll
NO
KONU
NO
S V j 5 ■ '? / 2 (M U.
İçindekiler
T em el T e z 7 Ö n söz 9 T eşekkü rler 11 B irin ci K ıs ım
Ç a ğ d a ş K ültürde M o d e rn ite d e n P o s tm o d e r n ite y e G e ç iş
1 2
G iriş 15 M o d e rn ite v e M o d e rn iz m 23
3 4
P o stm o d e rn izm 55 K en tte P o stm o d e rn izm : M im a r lık v e K e n t T a sa r ım ı 84
5 6
M o d e r n le şm e 121 PO ST m oderntZ M m i, p o stM O D E R N izm m i?
ik in ci K ıs ım
134
2 0 . Y ü z y ıl S o n u n d a K a p ita liz m in P o litik -E k o n o m ik D ön ü şü m ü
7
G iriş 143
8
F o r d izm
9
F o r d izm d e n E sn e k B ir ik im e 164
147
10
G e ç iş i T e o r ile ş tir m e k 197
11
E sn e k B ir ik im : E sa s lı D ö n ü ş ü m m ü , G e ç ic i Ç ö z ü m m ü ? 215
Ü çü n cü K ıs ım 12
M ek â n v e Z a m a n D e n e y im i
G ir iş 227
13
T o p lu m sa l H a y a tta B ir e y s e l M e k â n la r v e Z a m a n la r 2 3 8
14
T o p lu m sa l İk tid ar K a y n a k la r ı O la ra k Z a m a n v e M e k â n 255
15
A y d ın la n m a P r o je s in in Z a m a n ı v e M e k â n ı 2 7 0
16
Z a m a n -M e k â n S ık ış m a s ı v e M o d e r n iz m in K ü ltü r e l B ir G ü ç
17
Z a m a n -M e k â n S ık ış m a s ı v e P o s tm o d e r n D u r u m 317
O la ra k Y ü k s e liş i 291 P o s tm o d e r n S in e m a d a Z a m a n v e M e k â n 3 4 2
D ördü n cü
19 20 21 22
Kısım Postmodernliğin Durumu
Tarihsel Bir Durum Olarak Postmodern i te 361 A yn alı Ekonomi 363 Aynaların Aynası Olarak Postmodernizm 370 Fordist Modernizme Karşı Esnek Postm odernizm ya da Bir Bütün Olarak Kapitalizmde Karşıt Eğilim lerin îç İçe Geçmesi 372
23 Sermayenin Dönüştürücü ve Spekülatif M antığı 376 24 Elektronik Röprodüksiyon ve İmge Bankalan Çağında Sanat Yapıtı 379 25 Zaman-Mekân Sıkışmasına Tepkiler 383 26 Tarihsel Materyalizmin Krizi 386 27 Aynalardaki Çatlaklar, Kenarlardaki Kaynaşmalar 390 Kaynakça 395 Ad Dizini 403
Temel Tez Yaklaşık 1972'den bu yana, hem kültürel faaliyetlerde hem de politikekonom ik faaliyetlerde köklü bir d eğişim yaşanmaktadır. Bu köklü değişim , mekân ve zamanı a lg ıla y ışım ızd a yeni hâkim bi çimlerin ortaya çıkışıyla bağlantılıdır. Zaman ve mekânın değişm ekte olan boyutlarıyla eşza m a n lılık , z o runlu ya da nedensel bir bağıntının varlığı için bir kanıt olarak g ö steri lem ezse de, postm odernist kültürel biçim lerin y ü k selişi, serm aye biriki minde daha esnek tarzların ortaya çıkışı ve kapitalizm in örgütlenişin de "zaman-mekân s ık ış m a s ın ın yeni bir atılım ı arasında bir tür zorunlu ilişki olduğu görüşüne güçlü birtakım ön sel kanıtlar getirm ek m üm kün dür. N e var ki, kapitalist birikim in tem el kurallarıyla karşılaştırıldığın da bu değişim ler, bütünüyle yeni bir kapitalizm -sonrası (p ost-k ap italist), hatta sanayi-ötesi (post-endüstriyel) toplum un ortaya çık ışın d a n z iy a de, yüzeysel görünüm lerde beliren bazı d eğ işik lik ler g ib i g ö rü n m ek te dir.
Önsöz
Postmodernizm terim iyle ilk kez ne zaman karşılaştığım ı tanı olarak hatırlayamıyorum. Terimi duyunca, son iki o n y ıl b oyu n ca g e lip g e çm iş olan çeşitli başka "izm"lere gösterdiğim tepkiyi gösterm iş, iç tutarsızlığ,nın yükü altında kendi kendine çöküp g id e c e ğ in i ya da m oda haline gelm iş bir dizi başka "yeni fikir" gibi zam anla ç ek ic iliğ in i y itireceğ in i ummuşumdur m uhtem elen. Ama öyle görünüyordu ki, postm odernist argüm anların yarattığı yaygara, zamanla azalm ak bir yana yü k selip duruyordu. B ir aşam ada yapısalcılık-sonrasıyla (post-strüktüralizm ), p o st-en d ü striy a lizm le v e bütün bir "yeni fikirler" cep h a n eliğ iy le b ağın tılı görünen p o stm o d er nizm, gittikçe artan ölçüde, birtakım yeni du ygu v e dü şü n celerin bir b i leşimi olarak ortaya çıkm aya başladı. S ırf top lu m sal eleştirin in ve p o li tik pratiğin standartlarını tanım layış şek li bile, top lum sal v e p o litik g e lişmeleri belirlem ede yaşam sal bir etki yaratm aya aday old u ğ u n u g ö s teriyordu. Son yıllarda tartışmaların ö lçütlerini b elirliy o r, "söylem " tar zını tanımlıyor, kültürel, politik ve dü şün sel eleştirin in param etrelerini düzenliyor. Ö yleyse, postm odernizm in doğasını daha yakın dan araştırm ak u y gun olacaktı. Burada araştırma konusunu bir d izi fik ir olarak e le a lm a k tan çok, açıklanm ayı bekleyen bir tarihsel durum u araştırm ak g e r e k i yordu. A ncak bu konudaki hâkim fikirleri de taram ak zoru n d ayd ım . N e var ki, bu işi gerçekleştirm ek hiç de k o la y o lm a d ı, çünk ü p o stm o d er n iz min birbiriyle çatışan kavrayışların bir m ayın tarlası o ld u ğ u o raya ç ık ı yordu. Bu araştırmanın, I. K ısım 'da serg ilen en son u çları asgari d ü z e y d e tutulmuştur; um arım bu ö z etle m e çabası m akul ö lçü le r in ö te s in e g e ç memiştir. Ç alışm anın geri kalan bölü m ü, ö n c e (y in e bir ö lç ü d e b a s itle ş tirerek) p o litik -ek o n o m ik arka planı e le aldıktan sonra, k a p ita lizm in tarihsel-coğrafı g e lişm e sin in din am izm i ile kültürel üretim v e id e o lo jik dönüşüm ün karm aşık süreçleri arasındaki, her şey d en dah a ö n e m li d o -
ÖNSÖZ
10 lîivım lavıcı bağ niteliğiyle mekân ve zaman deneyim ine, yakından bak maktadır Bu sayede, son birkaç onyıl boyunca Batı dünyasında ortaya
çıkmış olan bütünüyle yeni bazı söylemlere bir anlam vermek olanaklı haIeBugünlerde, p o stm o d ern izm in Batı'daki kültürel hegem onyasının zayıflamakta olduğuna ilişkin bazı işaretler görülüyor. Müteahhitler bi
le M oshe Safdie gibi bir mimara postmodemizmden bıktıklarını sö y le diklerine göre, felsefi düşünce hiç geri kalır mı? Bir bakıma, postm odem izm in sahneyi terk etmekte olup olmadığı fark etm ez, çünkü eko nomik, politik ve kültürel gelişmede kafa karıştırıcı bir evre açm ış olan bu olgunun köklerinin tarihsel olarak araştırılmasından öğrenilecek
çok şey vardır. Bu kitabı yazarken, çok yardım aldım, eleştirilerle beslenen bir teş vik gördüm. Vicente Navarro, Erica Schoenberger, Neil Smith ve D ick Walker, ya elyazması ya da geliştirmekte olduğum fikirler üzerine bir çok görüş belirttiler. Roland Park Kolektifi, düşünsel alışveriş ve tartış ma açısından harika bir forum rolü gördü. Ayrıca, Johns Hopkins Ü niversitesi'nde çok yetenekli bir grup lisans-üstü öğrencisi ile çalışm a fır satı elde etmek gibi talihli bir deneyimim oldu; Kevin Archer'a, Patrick Bond'a, Michael Johns'a, Phil Schmandt'e ve Eric Svvyngedouvv'a bu üniversitedeki son yıllarımda sağladıkları müthiş düşünsel canlılık or tamı dolayısıyla teşekkür etmek isterim. Jan Bark, beni, birinin kelim e işlem işlerini ustaca ve keyifli biçimde yürütmesinin insana verdiği hazla tanıştırmakla kalmadı, dizin bölümünün hazırlanmasının yükü nün önemli kısmını üstlendi. Angela Nevvman diyagramları çizdi, Tony Lee fotoğraflara yardım etti, Sophie Hartley telif hakkı izinleriyle uğraştı, Basıl Blackwell yayınevinden Alison D ickens ve John D avey ise, edıtoryal bakımdan birçok yararlı gözlem ve tavsiyelerde bulundu lar. Haydee ye gelince, o harikulade biresin kaynağıydı.
Teşekkürler
Yazar ve yayıncı kitaptaki resim lerin yayını için verdikleri izin n e d e ni vle aşağıdaki kişi ve kurumlara teşekkürü borç bilirler: A ctu el 3.2; Archives N ationales de France 3.3 , 3.8; T he Art Institute o f C h ica g o , Joseph Winterbotham C ollection, © T he Art Institute o f C h ica g o . T üm Hakları Mahfuz. © D A C S 1988 3.9; A sso cia ted Press 1.21; A . A ubrey Bodine C ollection, Peale M useu m ’un izn iy le, B altim or. 1.22; JeanFrançois Batellier 1.4; B ildarchiv Photo M arburg 1.20; B ritish A rch itectural Library / R IB A 3.6; T he B ritish Library 3.4 ; L eo C a stelli G a llery, N ew York, © Robert R auschenberg, © D A C S 1988 (fotoğraf: R udolph Burckhardt) 1.9; D eutsch es A rchitekturm useum , Frankfurt am Main, 1.28; P. D icken, Global Shift 3.1; E quitable L ife A ssu ra n ce C o l lection o f the U .S. 1.5; Fondation L e C orbusier, Paris, © D A C S 1 988 1.1a; G alerie Bruno B ischofberger, Zürih, 1.6; L intas L im ited , L ondra, 1.10; Lloyd Bank Plc, Londra, 4.1; L loyd's o f L o n d o n (fotoğraf: Janet Gill) 1.19; L os A n g eles T im es 1.18; M an sell C o lle c tio n 1.7; M etro P ic tures, N ew York, 1.2; M etropolitan L ife Insurance C o m p a n y A r c h iv e s, New York, 1.1b; M usde N ational d'Art M odern e, C entre G e o r g e s P o m pidou, Paris, © A D A G P , Paris, ve D A C S , L ondra 1 9 8 8 3 .1 1 , 3 .1 2 ; Musöe d'Orsay, C lichö des M usöes N ation aux, Paris, 1.8; T h e M u seu m o f Modern Art, N ew Y ork, Purchase Fund, © A D A G P , Paris v e D A C S , Londra 1989 3.10; N ational Portrait G allery, L ondra 3 .5 ; R o g e r -V io lle t 1.3. Bütün öteki fotoğraflar yazarın k en d isin ce tem in e d ilm iştir. Yazar ve yayıncı aynı zam anda T. S. E liot'un v a rislerin e v e Th e F our Q u a rtets'in yayıncıları Faber and Faber Ltd. v e H arcourt B ra c e Jovanovich'e B urnt N o rto n 'dan aktarılan b ö lü m ü n y a y ın la n m a sı iç in izin verm eleri n ed en iy le, H einrich K lo tz ’a ise (R e v is io n d e r M o d e m e : P o stm o d e m e A rc h itek tu r 1 9 6 0 -1 9 8 0 , P restel V e rla g , M ü n ih , 1 9 8 4 ) Charles M oore'un P ia zz a d'Ita lia 'sı hak kınd a k a ta lo g d a y er alan b e tim lem esi için teşekkürü borç bilirler.
___ I
M
Birinci Kısım
Çağdaş Kültürde Moderniteden Postmoderniteye Geçiş
Bilgi ağacının m ey v esin i tatm ış olan bir ç a ğ ın kaderi, (...) h ayat v e e v ren konusundaki genel görüşlerin asla artan am pirik b ilg in in ürünü o la mayacağını ve bizi en büyük h ey eca n la harekete g e çire n en y ü k se k id e allerin, ancak, bizim kiler b izce ne kadar k u tsa lsa b aşkaları iç in o kadar kutsal olan başka id eallerle m ü ca d ele için d e b iç im le n e c e ğ in i kabul e t mek zorunda kalm asıdır. M ax W eber
1
Giriş
Jonathan Raban'ın S o fi C ity’ (Y u m u şa k K en t) a d lı k ita b ı, 1 9 7 0 ’ü y ılla r ın başlarında L ondra’nın h ayatını ya za rın ın k iş is e l b a k ışın a o ld u k ç a a g ır hk veren bir b iç im d e a n latıyord u . 1 9 7 4 ’te y a y ın la n a n k ita p z a m a n ın d a ep eyce ö v g ü a lm ıştı. A m a b en i burada bir ta r ih se l d ö n ü m n o k ta sın ın sim gesi olarak ilg ilen d iriy o r: kitap, k e n tse l y a ş a m ın s o ru n la r ın ın h e m popüler, hem d e a k a d em ik ç e v r e le r d e e le a lın ışın d a b e lir li bir d e ğ iş i min se z ile b ild iğ i bir and a y a z ılm ış tı. D a h a so n r a k e n tse l y a ş a m ı b e tim lem ede y a y g ın olarak k u lla n ıla n "g e n tr ific a tio n " * v e "yup pie" g ib i te rimleri üretecek o la n y en i tür bir s ö y le m in h a b e r c is iy d i. Y a z ılış tarih i aynı zam anda d ü şü n se l v e kü ltürel tarih in , " p o stm o d e rn izm " o la r a k anılan bir ş e y in , m o d er n lik k a rşıtlığ ı b iç im in d e k i k o z a s ın d a n ç ık a r a k kendi ayak lan ü zerin d e duran bir k ü ltü rel e s te tik h a lin e g e ld iğ i b ir n o k tasına denk d ü şü y o rd u . 1960’h yılla rd a k e n tse l y a şa m ü z e r in e e le ş tir e l v e m u h a lif y a z ın ın büyük b ölü m ü n d en (b urada a k lım a en b a şta T h e D e a th a n d L ife o f G r e a t A m e ric a n C itie s [B ü y ü k A m e r ik a n K e n tle r in in Ö lü m ü v e Y a ş a m ı] başlıklı kitabı 1 9 6 1 'd e y a y ın la n a n J a n e J a c o b s ’ın y a n ı sır a T h e o d o r e R oszak g e liy o r ) farklı o la ra k , R ab an d a h a ö n c e k i b ir ç o k y a z a r ın b ir e k siklik olarak h is s e ttiğ i ş e y i bir m e v c u d iy e t, h a tta h a y a t d o lu bir m e v c u diyet olarak b e tim ler. K e n tin , m a d d i m a lla rın k it le s e l ü r e tim i v e tü k e ti m ine d ön ü k r a sy o n e lle ş tir ilm iş v e o to m a tiz e o lm u ş bir s is t e m e k u rb a n ed ilm ek te o ld u ğ u te z in e , R a b a n k e n tin e s a s o la r a k g ö s t e r g e le r in v e im gelerin ü r e tim iy le b e lir le n d iğ in i ile r i sü r er e k c e v a p v e r iy o r d u . K e n tin m eslek v e s ın ıfa g ö r e katı b iç im d e k a tm a n la ş m ış o ld u ğ u n u s a v u n a n te z i red dediyor, bunun y e r in e , to p lu m s a l a y ır ım la r ın , t e m e ld e , s a h ip o lu n a n * Kentin çökmüş semtlerindeki evlerin, özellikle orta gelirli profesyonellerce alı nıp yemlenmesi; böylece mülklerin değeri artarken düşük gelirli ailelerin yerlerinden edilmesi, (ç.n.)
GİRİŞ
17
np,neler ve görünümler tarafından belirlendiği yaygın bir bireycilik ve öfr simcilik ortamından söz ediyordu. R asyon el planlamanın varsayılan hâkimiyetine karşıt olarak (bkz. R esim 1.1), Raban kenti, her türlü h iy e ra rş i duygusunun, hatta değer türdeşliğinin çözü lm ekte olduğu bir an s ik lo p e d i" ya da "üslupların pazaryeri" olarak resm ediyordu. Kentli in san birçok sosyologun varsaydığının aksine, hesapçı bir rasyonaliteye takmış biri değildi. Kent daha ço k bireylerin çeşitli roller oynarken ken dilerine özgü büyülerini de yaptıkları bir d izi sahneye benzetilebilirdi. Kenti yitirilmiş ama özlenen bir topluluk olarak algılayan id eo lo jiy e, Raban başka bir im geyle cevap veriyordu: kent, ö y le sin e ç eşitli am açla ra dönük, öylesine farklı toplumsal etkileşim ağlarıyla örülm üş bir la b i rentti ki "bir ansiklopedi, birbirleriyle ilişk isiz, hiçbir b elirley ici, r a sy o nel ya da ekonom ik plana bağlı olm ayan renkli birtakım m addelerin bir birlerine eklendiği deli saçm ası bir karalama defteri haline gelir." Her ne kadar, kentin bu im gesinin, Londra'ya y en i g e lm iş serbest meslek sahibi bir genç insanın sorunları a lg ıla y ışın ın ö z g ü l bir ürünü olduğunu gösterm ek bence kolay olsa da, buradaki am acım Raban'ın çizdiği resmi eleştirm ek değil. Ü zerinde durmak isted iğ im konu, b ö y le bir yorumun nasıl bu kadar gü ven le ileri sürütebildiği v e bu kadar olumlu bir kabul gördüğü. Yumuşak K ent'te e le alınan bazı şey le r var ki, bunları yakından incelem ek gerekiyor. Her şeyden önce, kitap, kentin planlam acıların, bürokratların ve şirket yöneticilerinin totalitarizm ine kurban verilm ekte oldu ğund an kaygılananları ep ey ce rahatlatıyordu. Raban kentin hiçbir zam an b ö y le sine disiplin altına alınam ayacak kadar karm aşık bir yer o ld u ğ u k o n u sunda ısrarlıdır. Labirent, ansiklopedi, pazaryeri, tiyatro: kent, g e rç e k ve düşgücünün kaynaşm ak zo ru n d a oldu ğu bir m ekândır. R aban aynı zamanda 19601ı yılların toplum sal hareketlerinin k o le k tiv ist d ilin in y e raltına itm iş olduğu öznel bireycilik kavram larına d a h iç ç e k in m e k siz in başvuruyordu. Sonuç olarak kent, insanların istedikleri g ib i d avranm a ve istedikleri gibi o lm a konusunda göreli olarak ö zg ü r oldu kları bir alandı. K işisel kimlik," diyordu Raban, iradenin v e d ü şg ü cü n ü n u y g u lanması açısından "yum uşak, e sn ek , so n su zc a sın a a ç ık h a le gelm iştir": İster beğenin, ister beğenmeyin, kent sizi kendisini yeniden yaratmaya içinde yaşayabileceğiniz bir kalıba dökmeye davet eder. Kendinizi de. Kim o l u n u z a bir karar verin, kent çevrenizde yine sabit bir biçim alacaktır. Onun e olduğuna bir karar venn, bir nirengi noktasına göre çizilm iş bir harita gibi, rak vns? ıg v r 0r\aya. 9lkacaktlr. Köylerden ve küçük kasabalardan farklı ola, yoğrulabilir olmak kentlenn doğasından gelir. Onları kendi hakkımızdaki
ERNİTEYE GEÇİŞ t e d e n
p o s t m o d
ODERNİ
nesneler
girişime hâkimiy rarşi du; siklopec san, bin takmış 1 dilerine Kenti y Raban 1 ra dönü rentti k nel ya c birlerin He
meslek olduğu çizdiği bir yoı olumlu ki, bun H(
şirket kaygıl; sine di sunda ve düş zaman raltına başvuı ve isti alandı lanma
1.1(üstte) 1920'li yıllarda Le Corbusier nin Paris Düşü ve (altta) Neıv York taStuyvesant Towrı'm tamamlanmış tasarımı.
Kesim
ts içinde duğunı ne old' sizin k rak, yc
18
MODERNİTEDEN P O S T M O D E R N I T E Y E G E Çİ Ş
, . , . . . ,nxlınınl7* biz onlara kendi kişisel biçimimizi dayattığımızda fikirlerimizle yogunı , biçimlendirirler. Bu anlamda, bana W
Wor kl'TenuJ’ â ^ a k b," sanat,,r. Kentsel yaşam,n sürekli yaratıcı
oyununda însan ile madde arasındaki özel ilişkiyi betimlemek için de sanatm. üslubun sözlüğüne ihtiyaç vard.r. Hayal ett.gımtz biçimiyle kent, yanılsamalann efsanelerin, özlemlerin, karabasanlann yumuşak kent,, haritalarda ve ista tistiklerde, kentsel sosyoloji, demografi ve m,man monografilerinde varolan katı kent kadar, hatta belki daha da fazla, gerçektir, (ss. 9-10) Bu anlamda olumlu bir tablo çizmekle birlikte, Raban kentsel ya şamın her bakımdan iyi gittiğini de söylemiyordu. Birçok insan labi rentte yolunu kaybediyordu; kendimizi olduğu kadar birbirim izi de y i tirmek pek kolaydı. Öte yandan, çeşitli roller oynama olanağında ö z gürleştirici bir şeyler olabilirdi ama insana derin bir kaygı ve huzursuz luk veren bir şeyler de vardı. Bütün bunların gerisinde, açıklanam az bir şiddetin homurtulu tehdidi vardı: toplumsal yaşamın mutlak bir karga şaya düşmesi yolundaki o hep varlığını hissettiren eğilim e kaçınılm az biçimde eşlik eden bir şeydi bu. Aslında kitap açıklanamaz cinayetler ve kentin rasgele şiddetiyle açılıyordu. Kent bir tiyatro olabilirdi, ama bu, alçakların ve budalaların sokaklarda caka satması ve toplum sal y a şamı traji-komediye, hatta şiddet dolu bir melodrama çevirm esi olanağı demekti aynı zamanda. Özellikle de kodları doğru okumayı b ecerem ez sek. Her ne kadar "kaçınılmaz olarak yüzeylere ve görünüm lere bağım lı olsak" da, bu yüzeylere gereken sempati ve ciddiyetle nasıl yak laş mamız gerektiğini öğrenmek her zaman çok kolay değildi. Ü stelik bu görev iki kez güçleşiyordu: birincisi, yaratıcı girişim ciliğin fantezi ve tebdili kıyafet üretmek işlevine koşulmuş olması dolayısıyla; İkincisi, sürekli değişen kodlar ve modaların ardında tam da bu d eğişim in bir ta raftan sarstığı değer ve anlamlandırma hiyerarşisini diğer taraftan yeni biçimlerde yeniden yaratmaya yönelen bir "zevkler em peryalizm i"nin gizlenmesi dolayısıyla. leri b t^ fk em in U d a t'r i'Zİ,HbÜyvÜk Ö J (Üde basma^l,plaşm ,ş iletişim sistemkand,r- Ne zaman bu istem ler Çökerse Büyük modem buluşumuz olan,ken'|rayamaZ|!'ale gellrsek_ $lddet ortaya çıkar, lann g ö z k a m a ş t m a İfa k t ır ,y a ş a m la r m , düşlerin, yorumjnsan kimliğini özgürleştirici esnek ö z e m k L r id ^ k ' A m a büyük k e m in ,a m da
i,ter bir karabasana açık hale getirir öyle az
aym kem ' psikoza ve totaRoland Barthes'ın etkisi
^ o ' y u y azmın S ^ r D e r e c e s ı m İ Z ? \ f deS r i recesı)btrden fazla olum lu referansla karştla-
GİRİŞ
19
şırız kitap boyunca. Le Corbusier'nin m odernist mimari üslubu (R esim 1.1) Raban'ın çizd iğ i çerçev ed e bir günah k eçisi haline geldiği ölçüde, kitap, m odernist hareketin büyük kahramanlarından biri ile kısa süre içinde postm odernizm in ana figürlerinden biri haline g elecek olan Barthes gibi biri arasında keskin bir gerilim in yaşandığı bir-jnomenti kayıt lara geçirm iş olur. O m om en tte y a zılm ış olan Yumuşak K en t, modernizm karşıtı bir tartışma olarak d eğ il, postm odernist anın artık gelm iş olduğu yolundaki yaşam sal görüşü ortaya koyan öngörü sahibi bir m e tin olarak okunm alıdır. Raban'ın uyarıcı betim lem elerini son zam anlarda C indy Sherman’ın bir fo to ğ ra f sergisini (R esim 1.2) ziyaret ederken yeniden hatır ladım. Görünüşte fotoğraflar ç eşitli m eslek lerd en farklı kadınlan g ö ste riyordu. İnsan ancak bir süre sonra, büyük bir şaşkınlıkla, bunların aynı kadının farklı kılıklarda ç ek ilm iş fotoğrafları o ldu ğunu fark ediyordu. O kadının da sanatçının kend isi oldu ğunu ancak katalogdan ö ğ ren eb ili yordunuz. Burada R aban’ın, insan k im liğ in in görünüşler ve yüzeylerin yoğrulabilirliğine yaslanan esn ek liğ i konusundaki vurgusuyla paralel lik çarpıcıdır; sanatçının, kendi ek sen in d e d ön en bir konum tem elin d e, kendini konu haline getirm esi de dikkat çek icid ir. C ind y Sherm an, p ost modern harekette en ö n em li kişilik lerden biri olarak kabul edilir. Ö y ley se, bugün hakkında bu kadar ç o k kon uşu lan bu postm od er nizm nedir? Hayat 1 9 7 0 ’li yılların başından bu yana, postm od ern bir kültür içind e, postm odern bir ça ğ d a y a şa d ığ ım ızı s ö y lem en in anlam lı kabul e d ile b ile c e ğ i kadar d e ğ işm iş m idir? Y o k sa , artık a lışa g e ld iğ im iz gibi, aydın kültüründe yen id en bir trend d e ğ iş ik liğ i m i belirm iştir? A kadem ik m oda sıradan vatandaşların gün lük hayatında en küçük bir kım ıldam a yaratm aksızın, en ufak bir yank ı b u lm ayan b içim d e m i d e ğişm iştir? R aban’ın kitabı, olan biten in, Paris'ten ithal e d ilen en y en i g e çici h evesten ya da N e w Y ork sanat p iy a sa sın d a k i en y en i g ö sterişten öteye g e çe n bir şey old u ğ u n u im a ed iy o r. Ü ste lik , bu y e n ilik , Jen ck s’in (1 9 8 4 ) kayd ettiği m im ari üsluptaki d e ğ iş im le de sınırlı d eğ il. (Y in e de unutm am ak gerekir ki, m im ari b içim lerin üretim i sö zk o n u su o ld u ğ u n da, aydın kültürünün ilgi o d a ğ ın ı g ün lük y a şa m a yaklaştırm a p otan si yeli taşıyan bir alana giriy o ru z). Y a k la şık 1970'ten bu 'yan a gerçek ten de kentsel y a şa m ın ö z ellik le r in d e te m e l bazı d e ğ işik lik ler belirm iştir. Tabii bu d eğ işik lik lerin "postm odern" etik etin i hak ed ip e tm e d iğ i a y n bir sorun. B u sorunun c ev a b ı, e lb ette, e p e y c e d o la y s ız bir b içim d e, bu etiketten ne a n la d ığ ım ız a b a ğ lı olacaktır. İşte bu nok tada Paris'ten ithal edilen en y en i g e ç ic i h e v e sle r le y a da N e w Y ork sanat p iy a sa sın d ak i en
Gİ Rİ Ş
21
yeni değişiklikle boğuşm ak zorunda kalıyoruz, çünkü "postmodern" kavramı buralarda mayalanarak ortaya çıkmıştır. Terimin anlamı konusunda kim se bütünüyle anlaşamıyor. B elki bir istisnayla: "postmodernizm", "modernizm"e karşı bir tepki, ondan bir kopuş olarak kavranıyor. M odem izm in anlam ı da çok karışık olduğun dan, "postmodernizm" olarak bilinen tepki ya da kopuşu kavramak iki kez daha zor. Edebiyat eleştirm eni Terry E agleton (1 9 8 7 ) terimi şöyle tanımlamaya çalışıyor: Belki ş ö y le bir fikir b ir liğ in d en s ö z e d ileb ilir: tip ik p o s tm o d e m is t ürün, ş a kacıdır, kendi k e n d iy le d a lg a g e ç er , hatta şizo id d ir; a ynı za m a n d a , y ü k se k m o d em izm in g ö ste r işsiz k e n d in e y e te r liliğ in e , ticareti v e m eta b iç im in i a r sız c a k u caklayarak tepki gösterir. K ültürel g e le n e ğ e karşı tavrı s a y g ıs ız bir p a stiş g ö r ü nümündedir; kasıtlı olarak am a çla n m ış d erin lik y o k lu ğ u , her tür m e ta fiz ik a ğ ır başlılığın altını oyar. B u , bazan a c ım a s ız bir s e fa le t v e sarsm a e s te tiğ in e a çılır.
PRECIS 6 (1987: 7 -2 4 ) adlı m im arlık dergisinin editörleri ise, daha olumlu bir bakışla, postm od em izm i, evrensel m o d em izm in dünyaya bakışının "yeknesaklığı"na yönelik m eşru bir tepki olarak görürler. "Genellikle pozitivist, teknoloji m erkezli ve rasyonalist e ğ ilim li olarak algılanan evrensel m odernizm , doğrusal g e lişm e y e ve mutlak doğrulara inançla, toplum sal düzenin rasyonel biçim de plan lanm asıyla ve bilgi v e üretimin standartlaştırılm asıyla özdeşleştirilir." B una karşıt olarak, postm odernizm , "kültürel sö y lem in yeniden tanım lanm asında, heterojenliği ve farklılığı özgürleştirici güçler olarak" ö n e çıkarır. Parçalan ma, belirlenem ezlik ve bütün evrensel (ya da sev ilen d e y im le) "bütün cül" (itotalizin g ) sö y lem lere karşı derin bir g ü v e n siz lik , p o stm o d em ist düşüncenin tem el özellikleridir. F else fe d e pragm atizm in y en id en keşfi (örneğin Rorty 1979), Kuhn'un (1 9 7 2 ) ve F eyerabend’in (1 9 7 5 ) bilim felsefesi alanında yarattıkları bakış d e ğ işik liğ i, F ou cau lt’nun tarihte sü reksizlik ve farklılık konularındaki vurgusu v e "basit y a da karm aşık nedensellik yerine b içim ç eşitliliğ i gösteren korrelasyonlar"ı ö n e çıkar ması, m atem atik alanında b elirlen em ezliğ i vurgulayan y en i g e lişm e ler (katastrof ve kaos teorileri, fraktal g eom etri), etik, politik a v e antropo loji alanlarında "öteki" kavram ının g e çe r liliğ i v e sa y g ıd e ğ er liğ i k on u sunda yeniden doğan du yarlılık, bütün bunlar "haleti ruhiye"de y a y g ın ve derin bir d eğ işim e işaret eder. B ütün bu örneklerin ortak yanı, "üstanlatılar ın (yani ev ren sel id d ia la n o ld u ğ u dü şün ülen g e n iş ö lç e k li te o rik yorum ların) red dedilm esidir. B u da E agleton'ı, postm od ern izm b e tim lem esini şö y le tam am lam aya sevkeder:
22
MODERNİTEDEN POSTMO DER NİT E YE GEÇİŞ
postmodernizm, bu tür "üst-anlatılar"ın ölümünün habercisidir. Bu "üstanlatılar"m gizli terörist işlevi, "evrensel" bir insan tarihi yanılsamasını temel lendirmek ve meşrulaştırmaktı postmodemizme göre. Şimdi artık, manipülasyona dönük aklı ve bütünsellik (totality) fetişi ile bu modernlik karabasanından uyanma sürecindeyizdir. İçine uyandığımız yeni ortam, bütünleme ve kendini meşrulaştırma yolundaki nostaljik dürtüden kurtulmuş postmodern dünyanın, hayat tarzlarının ve dil oyunlarının o heterojen yelpazesinin, ferah çoğulculu ğudur. Bilim ve felsefe, o şaşaalı metafizik iddialarını fırlatıp atmalı ve kendi lerini daha alçak gönüllü bir tarzda, başka anlatılardan farkı olmayan bir dizi anlatı olarak görmeyi öğrenmelidirler. Eğer bu tanımlar doğru ise, o zaman Raban'ın Yumuşak K e n t kitabının postmodemist bir duyarlılıkla dolu olduğu tartışma götü rm ez. A m a bu nun gerçek anlamını hâlâ saptamış değiliz. Postm odern o lg u y u kavra manın, üzerinde anlaşma sağlanan başlangıç noktası, m od ern lik le ileri sürülen ilişkisi olduğuna göre, önce bu terimin anlamı üzerinde duraca ğım.
2
Modernite ve Modemizm
B a u d e la ire , 1863'te y a y ın la n m ış o la n " M o d e m H a y a tın R essa m ı" b a ş lıklı ufuk açıcı d e n e m e sin d e ş ö y le d iy o rd u : "M o d ern ite, a n lık o lan d ır, geçip gidendir, o lu m sa l oland ır; sa n a tın y a rısıd ır; ö te k i y a r ısı is e , so n suz olandır, d eğ işm ey en d ir." A n lık olan v e g e ç ip g id en ile s o n su z o la n v e d e ğ iş m e y e n in bu bir lik teliği ü zerinde b ü y ü k bir d ik k a tle du rm ak istiy o r u m . B ir e ste tik h a re ket olarak m o d e m iz m in tarihi, bu ik ili fo r m ü la sy o n u n bir k a n a d ın d a n ötekine y a lp a la m a k la g e çm iştir ; ö y le anlar o lm u ştu r k i, L io n e l T rillin g ' in (1 9 6 6 ) b elirttiği g ib i, anlam ı h ız la d e ğ iş e r e k tam k a rşıt y ö n e d ö n er gibi olab ilm iştir. Ö y le sa n ıy o ru m ki, B a u d e la ir e 'in bu g e r ilim i k a v r a y ış b içim iyle d o n a n d ığ ım ız d a , m o d e r n iz m e a tfe d ile n b a z ı ç e liş ik a n la m la n ve onun adın a o rtaya k o n u lm u ş şa şır tıc ı d e r e c e d e ç e ş it lilik g ö s te r e n s a nat pratiği akım larının yanı sıra, e ste tik v e f e ls e f i y a r g ıla n n d a bir b ö lü münü daha iy i a n la y a b ilir iz . M odern hayatın n e d e n bu kadar ç o k g e lip g e ç ic ilik v e d e ğ iş im ö z e l liği g ö ste rd iğ i so ru su n u şim d ilik bir k en a ra b ır a k ıy o ru m . A n c a k m o d e r nite durum unun bu ö z e llik le r i ta ş ıd ığ ı g e n e llik le itira z g ö r m e y e n bir gerçektir. Ö rnek olarak B erm a n 'ın (1 9 8 2 : 1 5 ) ta s v ir in e k u la k v e r e lim : Bugün dünyanın her yanında insanların paylaştığı bir yaşam sal deneyim tarzı -m ekân ve zamanın yaşanışı, benliğin ve başkalarının yaşanışı, hayatın olanaklarının ve tehlikelerinin y a şa n ışı- vardır. Bu deneyim in toplam ına "mo dernite” adını vereceğim . M odem olm ak, kendim izi, b ize serüven, iktidar, haz, ilerleme ve bunların yanı sıra kendim izin ve dünyanın dönüşüm ünü vaat eden, ama aynı zamanda, sahip olduğum uz, b ildiğim iz, olduğum uz her şeyi im ha et me tehdidini taşıyan bir ortamda bulm am ız demektir. M odem ortamlar ve de neyimler, her tür coğrafi ve etnik sınırlan, sın ıf ve ulus sınırlannı, din ve id e o loji sınırlannı boylam asına keser. Bu anlamda, m odem itenin bütün insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ama bu birlik paradoksal bir birliktir, uyum suzluğun
24
M O D E R N l T E D E N POSTM ODERNİTEYE G E Ç l Ş
bir birliği; hepimizi dur durak bilmeyen bir çözülme ve yenilenme, mücadele ve çelişki, ikirciklilik ve ıstırap girdabına akıtır. Modem olma , arx in ifade siyle, "katı olan her şeyin buharlaştığı" bir evrenin parçası o ma ır. Berman, daha sonra farklı yer ve zamanlarda yaşam ış ç eşitli yazar ların (Goethe, Marx, Baudelaire, Dostoyevski, B ieliy ve başkaları), bu bunaltıcı parçalanma, gelip geçicilik ve kaotik değişm e duygusu ile na sıl yüzleştiğini ve başa çıkmaya çalıştığını gösterir. A ynı tem a son za manlarda Frisby'de de (1985) yankısını bulur: yazar üç modern d ü şü nür (Simmel, Kracauer ve Benjamin) üzerine bir incelem ede, her üç düşünürün de "temel ilgi alanlarının zamanı, mekânı ve n ed en selliği, gelip geçici, anlık, raslantısal ve rasgele algılamaya dayanan ö z el bir deneyim" olduğunu vurgular. Elbette, hem Berman, hem Frisby, gü n ü müzde gelip geçicilik ve parçalanma konularında varolan çok g ü çlü bir duyarlılığı geçmişe aktarıyor ve böylece belki de Baudelaire'in ikili formülasyonunun bu yanını gereğinden fazla vurguluyor olabilirler; ne var ki, çoğu "modern" yazarın, modemitenin tek g ü v en ileb ilecek y a n ı nın güvensizliği olduğunu, hatta "bütüncül kaos" yönünde bir e ğ ilim i olduğunu kabul ettiğine ilişkin yeterince kanıt mevcuttur. Ö rneğin, ta rihçi Cari Schorske (1981: \ix ),fin de siecle (yü zyıl sonu) V iyanası k o nusunda şu gözlemlerde bulunur: Aydın kültürü sonsuz bir yenilenme girdabına girmişti. Her alan bütünden
*p-
-
Şair W.B. Yeats, aynı ruh durumunu şu mısralarda yakalıyordu: Her şey dağılıyor; tutunamıyor merkezSaf anarşidir dünyanın üzerine çöken.
°lan?a
^
i'.an,lk- P l a n m ı ş ve o lu m sa l
doğar. Her şeyden önce m J 3n bİr dizi ö n e m ,i s o toplumsa! düzenleri. k e n d ı İ ^ ™ 6"'"’ blraka,,m m odern -ö n c e s i fild ir . H e r ş e y in g e ç ic j ii/b S h ! î ' >*uçleş,irir. Eğer tarihin'
S
eTk T
7
S‘ V Z
m ü m kün ' ^ ÖUygUSUnU k“
r anin tenmlerini de i r 3’ bU a" lam tar,15lIa" S ^ "
keşfedilmek ve .an,m,aL ak J * * »
*
d eğ işim girdabtm n
^ z o r u n d a d ır . D o la y ,s,y la
m oderni-
M ODERNİTE VE MODERNİZM
25
yalnızca kendinden ö n cek i tarihsel durum ların her b iriy le ya da h ep iyle acım asız bir kopuş gerektirm ez; aynı zam anda, kendi için d e b it ek bilm eyen bir iç kopuşlar v e b ö lü n m eler süreci yaşar. P o g g io lı M 968) ve B ürger’in (1 9 8 4 ) işaret ettik leri g ib i, m o d em izm in tarihinde avangardlar, radikal dalgalar, toparlanm alar v e bastırm alar yaratarak, süreklilik du ygusu nu k esin tiy e uğratan hayati bir rol oynam ışlardır. B u durumun nasıl yorum lan acağı, b ö y le s in e radikal kop uşların orta yerin de "sonsuz ve d e ğ iş m e z ” o la n ın nasıl k e ş fe d ile c e ğ i, cid d i bir sorun h a li ne oelir. M odern izm , Paul K le e ’nin ifa d e s iy le , her zam an "kazara o la nı n°özsel niteliği"ni k e şfe tm e y e ad a n m ış o ls a b ile, bu durum da, bunu, sürekli olarak d e ğ işen anla m la rıy la "dünün r a sy o n el d e n e y im in i y a d sır" gibi görünen bir alanda yap m ak zoru n d ayd ı. E stetik pratik v e y a r g ı lar, R aban’ın kentsel yaşam ın asli bir v e ç h e s i olarak su n d u ğ u o "birbirleriyle hiç ilişk isi o lm a y a n , hiçbir b e lir le y ic i, ra sy o n el y a da e k o n o m ik plana bağlı olm ayan renkli birtakım başlık ların birbirlerine e k le n d iğ i deli saçm ası karalam a defteri" türünden bir ş e y e parça parça bölü nür. Bütün bunların arasında, b ırakalım za m a n v e m e k â n d a g e r ç e k le ş e n bu toplum sal d e ğ işim girdabının iç in d e g iz le n m iş o ld u ğ u fa r z ed ile n "sonsuz ve değişm ez" hakkında in an d ırıcı bir şe y le r s ö y le m e y i, h iç o l m azsa bir tutarlılık d u y g u su n u nered e arayıp b u la b ilir iz ? A y d ın la n m a düşünürleri bu soru ya fe ls e fi, hatta pratik bir y a n ıt g etiriy o rla rd ı. B u y a nıt, m od em iten in anlam ı ü zerin d e dah a so n ra y ü rü tü len ta rtışm a n ın b ü yük bölü m ün e d a m g a sın ı vurm uş o ld u ğ u n d a n , d ah a y a k ın d a n in c e le n m eyi hak ediyor. Terim olarak "modern" daha g e riler e g id e n bir ta r ih ç e y e sa h ip o ls a da, Haberm as'ın (1 9 8 3 : 9 ) m o d ern ite p r o je s i o la ra k a n d ığ ı ş e y 18. y ü z yılda b elirecek ti. B u proje, A y d ın la n m a d ü şü n ü rlerin in " n esn el b ilim i, evrensel ahlak ile hukuku v e k en d i ay a k la rı ü z e rin d e duran sa n a tı, k e n di iç m antıkları te m e lin d e g eliştirm e" k o n u su n d a g ö ste rd ik le r i o la ğ a nüstü bir d ü şü n sel çabadan ibarettir. A m a ç , ö z g ü r v e y a ra tıcı b iç im d e çalışan ç o k sa y ıd a b irey in katk ıd a b u lu n d u ğ u bir b ilg i b ir ik im in i, in s a n lığın ö z g ü r le şm e si v e g ü n lü k y a şa m ın z e n g in le ş m e s i y o lu n d a k u lla n maktı. D o ğ a ü zerin d e b ilim s e l h â k im iy e t, k a y n a k la rın k ıtlığ ın d a n , y o k sulluktan v e d o ğ a l a fetin r a sg e le d a r b e le r in d e n ku rtu lu şu v aat e d iy o r d u . R asyon el to p lu m sa l ö r g ü tle n m e b iç im le r in in v e r a sy o n e l d ü şü n c e ta rz larının g e liş m e s i, e fs a n e n in , d in in , b o ş in a n c ın a k ıld ış ılığ ın d a n , ik tid a rın k eyfi k u lla n ım ın d a n v e k en d i in sa n d o ğ a m ız ın karanlık y a n ın d a n kurtuluşu vaat e d iy o r d u . A n c a k bu tür bir p ro je a r a c ılığ ıy la , b ü tün in sanlığın e v r e n s e l, s o n s u z v e d e ğ iş m e z n ite lik le r i o r ta y a ç ık a r ıla b ilird i.
MODERNI TBDEN POSTMODERNİ TEYE GE Çİ Ş
26
Aydınlanma düşüncesi, ilerleme tenin savunduğu o tarih ve gelenekle kopuşu
7
(
3
»
*
uu-^DU
[1951]
. .
a n l a t ,
.
, o./,..
mma yaslan,yorum.) Bu dükurtarmak amacıyla a m a c ıv a h ı ve kutsal kabuğunu k.rmay,
h e d e fle y e n laik bir hareketti. Alexander Pope'un
insanlığın esas araştırma alan, insandır" yolundaki öğüdünü çok ciddiye ahyordu. insani,ğın ilerlemesi adına insan yaratıcılığını, bilimsel keşifleri ve bireysel mükemmeliyeti alkışladığı ölçüde, değişim girdabın, olumlu karşılıyor, gelip geçici, anlık ve parçalanmış olanı, modernleşme projesinin gerçekleştirilebilmesi açısından zorunlu bir koşul gibi goruyordu. Eşitlik, özgürlük, (eğitimin getireceklerinden yararlanmasına izin verildiği takdirde) insan zekâsına inanç, evrensel akıl öğretileri her yandan fışkı rıyordu. Fransız Devrimi'nin sancıları sürerken, Condorcet şöyle buyu ruyordu: "İyi bir yasa herkes için iyi olmalıdır; aynen doğru bir öner menin herkes için doğru olduğu gibi." Bu bakış inanılmaz derecede iyimserdi. Habermas’ın (1983: 9) belirttiği gibi, Condorcet türü yazar lar, "sanat ve bilimin, yalnızca doğanın denetlenmesi yönünde değil, dünyanın ve insanın benliğinin anlaşılması, ahlaki bakımdan ilerleme, kurumların adil hale gelmesi, hatta insanların mutluluğu yönünde olumlu etkiler yaratacağı türünden abartılı beklentilere" saplanmışlar dı.
20. yüzyıl, ölüm kampları ve ölüm mangalarıyla, militarizmi ve iki dünya savaşıyla, nükleer yokolma tehdidi ve Hiroşima-Nagazaki d en e yimiyle, hiç kuşkusuz bu iyimserliği tuzla buz etmiştir. Bundan da kö tüsü, Aydınlanma projesinin kendi amaçladığının tersine yol açarak, insanlığın özgürleşmesi hedefini, insanlığın kurtuluşu adına evrensel bir baskı sistemine dönüştürmeye daha baştan mahkûm olduğu yoluna bir kuşku doğmuştur. Horkheimer ve Adorno'nun The D ialectic o f ilenu •T [!f" ,-(l972, A>dmlannlan‘'> Diyalektiği) başlıklı yapıtlarında S
„
S
S
t
c
i
ardmda vatan mı
f
1
f
b
u
d
u
r
-
H
i
t
l
e
r
A
l
m
a
n
y
a
s
ı
v
e
S
t
a
l
i
n
R
u
s y
a
-
U,*C'taRta’ yazarbr Aydınlanma akılcılığının
yordu; bu da sonunda ancak
arZUaU’ lnsanlara hakim olm aya açılı-
karabasan durumu" (BernsteinTügVl"0! kendin‘ hâkimiyet ald,8> bir mer ve Adorno'nun bu c k m ^ â , } SOn buiabilirdi. Horkheiğanın isyanıydı: bu isyan insan d"Ç‘k‘§ y0İU ° larak Sördükleri do§>hk üzerindeki baskıcı iktidarına b T T ' f f aklln kültür ve kiıktıdarma karş, başkaldırması olarak düşünüle-
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ Z M
27
dı ancak. ancaK. bilirdi
Aydınlanma projesinin bizi Kafkavari bir dünyaya sokm aya daha bastan mahkûm olup olm adığı, Auschvvitz ve H iroşim a’yla sonuçlan masının kaçınılmaz olup olm adığı ve günüm üzde e y le m e v e düşünceye yol Gösterme ve esin kaynağı olm a bakımından herhangi bir gücü kalıp kalmadığı soruları yaşamsal önem e sahiptir. K im ileri, Habermas gibi, hedefleri konusunda yüksek derecede bir kuşkuculuk, araçlar ve am aç lar arasındaki ilişki konusunda ep ey ce tereddüt ve böyle bir projeyi g ü nümüzün ekonomik ve politik koşulları altında gerçekleştirm e olanağı konusunda bir ölçüde karamsarlık besleseler bile, projeyi d estek lem ey e devam ediyorlar. Kimileri ise insanlığın kurtuluşu adına A yd ın lan m a projesini bütünüyle terk etm em iz gerektiğinde ısrar ediyorlar (bu tavrın postmodemist felsefi düşüncenin çekirdeği olduğunu aşağıda g ö r e c e ğiz). Bu iki tavır arasından hangisini b e n im se y e c e ğ im iz , yakın tarihi mizin "karanlık yanı"nı nasıl açıkladığım ıza, bunu ne ö lçü d e A y d ın la n ma düşüncesinin kusurlarına, ne ölçü de bu düşüncenin doğru u y g u lan mamış olmasına atfettiğimize bağlı olacaktır. Kuşku yok ki Aydınlanm a düşüncesi koca bir dizi zorlu sorun ve sayısı pek de az olmayan baş ağrıtacak türden çelişk i içeriyordu. Her şeyden önce, araç-amaç ilişkisi sorunu kendini hep hissettiriyordu. Amaçların kendisi ise, asla kesinkes tanım lanam ıyordu; tanım landığı zaman da, kimilerine özgürleştirici göründüğü kadar, k im ilerin e de b as kıcı görünen bir ütopik plan çerçevesin d e oluyordu bu. Ü ste lik , kim in başkalarından üstün bir akla sahip olduğunun iddia e d ile b ile c e ğ i v e bu aklın hangi koşullar altında iktidar u ygu lam asın a tem el o lm a sı g erek ti ği sorusuna açıkça cevap verilm esi gerekliydi. R o u ssea u in san lığın ö z gür olmaya zorlanması gerekeceğin i belirtmişti; Fransız D e v r im i’nin Jakobenleri tam da Rousseau'nun fe lse fi d ü şü n cesin in ulaştığı noktayı politik pratiklerinin hareket noktası yaptılar. A y d ın la n m a d ü şün cesin in ilk habercilerinden olan Francis B a co n , N e w A tla n îis (Y e n i Atlantis; başlıklı ütopik risalesinde, bilginin m uhafızı, ahlak yargıcı v e gerçek bilim adamı işlevlerini ü stlenecek hikm et sahibi b ilgelerd en o lu şa n biı topluluk öngörüyordu; bunlar, toplum un gü n lü k yaşam ın ın d ışın d a ka bırak, onun üzerinde olağanüstü bir m anevi iktidar uygu layacaklardı Bacon ın yalnızca erkeklerden ve b e y a z ırktan oluşan bu seçk in am a ko lektıf bilgesinin karşısına, başka A yd ın lan m acılar, e ş s iz çabaları v< mücadeleleri sonucunda akıl ve uygarlığı ister iste m e z g erçek bir kurtu mşun sınırlarına kadar götü recek olan bü yük düşünürlerin, insanlığıı bu büyük banilerinin, d iz g in le n m e m iş b ireyciliğ in i çıkarıyorlardı. B a ş
28
M O D ER NİT ED EN POSTMODERNİTEYE GEÇİŞ
kalan ise ya (belki ilahi bir kaynağı bile olan) içkin bir teleolojinin işle mekte olduğunu ve insan ruhunun buna karşılık vermesinin aÇ*nıImaz olduğunu savunuyorlardı, ya da, Adam Smith in piyasaya at ettiği ünlü görünm ez elde olduğu gibi, en güvenilmez ahlaki duyguları bile herke sin çıkarma olacak bir sonuca ulaştıran bir toplumsal m ekanizm anın var olduğunu ileri sürüyorlardı. Birçok bakımdan A ydınlanm a düşün cesinin çocuğu olan Marx, kapitalist gelişmenin sınıflara bağlı ve açık ça baskıcı, ama aynı zamanda çelişkili mantığının, nasıl insanlığın e v rensel kurtuluşu ile sonuçlanabileceğini göstererek, ütopik düşünceyi (kendisinin erken yapıtlarında kullandığı terimlerle, insanların türsel varlıklarını gerçekleştirme mücadelesini) materyalist bir bilim e d ö nüştürmeyi hedefledi. Bunu yaparken, insanlığın kurtuluşu ve özgür leşmesinin öznesi olarak işçi sınıfı üzerinde odaklaştı, çünkü bu sın ıf modem kapitalist toplumun tabi sınıfıydı. Ona göre, ancak doğrudan üreticiler kendi kaderlerinin denetimini ellerine geçirdiğinde hâkim iyet ve baskının yerini bir toplumsal özgürlük alanının alması um ulabilirdi. Ama eğer "özgürlük alanı ancak zorunluluk alanının geride bırakılm a sıyla birlikte başlar" ise, burjuva tarihinin olumlu veçhesi (özellik le dev üretici güçler yaratması) bütünüyle teslim edilm eli ve A ydın lanm a akılcılığının olumlu sonuçları sahiplenilmeliydi. Modernlik projesi, başından itibaren eleştirilere tabi tutulmuştu. Edmund Burke, kuşkularını ve Fransız Devrimi'nin aşırılıkları karşısın da duyduğu tiksintiyi hiçbir zaman saklamamıştı. M althus, C ondorcet'nin iyimserliğine karşı çıkarken, doğal kıtlık ve yoksulluktan kur tulmanın hiçbir zaman mümkün olmayacağını savunuyordu. B en zer biçimde, Sade insanlığın kurtuluşunun, geleneksel A ydınlanm a dü şün ce-
rrrne çok bir ^riîr:n.Tm ayad^a,ar'n'— aı,d T
Z
î i f
S
' ;
sik inlimi
şöyle özeıl,yorU2e
•
dan
g öste -
a5m age'İndİğİnde İSe’ tav,r,an birbirinden farklı b™ . bütünsel argümanını, m odernite ve d egi-
kl tar1,şrnanın önemli bir tarafı olan B ernstein
bir yanılsama ^duğunu’de^sun^y^jll1
ve beklentilerinin acı ve ironik
d aVe e^rensel insan özgürlü^ arasında od f’ b'b’nün ilerlemesi, akılma'nınm ' ra^ kesi Çekilip alındığında ^ ç .u ^!r ^orunİLi bağıntı göriiyorlarakilciliktir amaf l|-araççı akılcılığın ° gru aı,,aŞildığında, Aydınlan ı r biçimde' MHDOmİk yapılan’ bukuku büroknrv ° naya î ,k|y ° rdu- Bu Ç dC’ bütUn t0Pİumsal ve kültürel' h a v ^ , yÖnetİmİ' ha,,a sa"a" kaP‘ bayat, etkiler ve zehirler. Bu tür akıl-
M OD ER NİTE VE M ODERNİZM
29
hain ilerlemesi evrensel özgürlüğün somut olarak gerçekleşmesine değil, C nden kaçılması olanaksız olan bir "demir kafes’ m, bürokratik akılcılığın bir kafesinin yaratılmasına yol açar. (Bemstein, 1985 : 5) Eğer W eber'in "aklı başında uyarısı" A y d ın la n m a n aklın mezar ki tabesi gibi duruyorsa, N ie tz sc h e ’nin daha erken bir dön em de bu okulun ta öncüllerine kadar y ö n elttiğ i taarruz kuşkusuz bir intikam tanrısının azabı gibi görülm eli. N ie tz sc h e sanki m odernitenin bir hayat enerjisin den yaşam aya ve iktidara y ö n elik bir iradeden başka hiçbir şey olm ad ı ğını gösterm ek için B audelaire'in form ü lasyon unun öteki tarafına boylu boyunca dalıyor, bir kargaşa, anarşi, yıkım , b ireysel yaban cılaşm a, um utsuzluk d en izin d e yüzüyordu. "M odern hayatın, b ilg i ve bilim tara fından yönetilen cep h esin in gerisin de, vahşi, ilk el v e bü tünüyle acım a sız hayat enerjilerinin varlığını sezm işti." (Bradbury v e M cFarlane, 1 9 7 6 ; 4 4 6 ) A ydın lanm an ın uygarlık, akıl, ev ren sel haklar ve ahlak k o nusundaki bütün im geleri boştu. İnsan lığın so n su z ve d e ğ işm e z özü gerçek ifadesini D io n iso s'u n efsa n ev i k im liğ in d e buluyordu: "Aynı an da, hem 'yıkıcı biçim d e yaratıcı' olm a k (yani b ir e y se lle şm e n in v e o lu şumun cism ani dü nyasını biçim len d irm ek ki bu, birliği y o k ed en bir sü reçtir), hem de 'yaratıcı b içim d e yıkıcı' o lm a k (yan i b ir e y se lle şm e n in hayali dünyasını hırsla y iy ip bitirm ek ki bu, birliğin tep k isin i içeren bir süreçtir)" (a .g .e .). B u y ık ıcı yaratm a v e yaratıcı y ık m a girdabında, ken dini ortaya koym anın tek y o lu ey le m d i, irade g ö sterm ek ti - so n u ç k a ç ı nılm azcasına trajik o lsa bile. "Yaratıcı yıkm a" im g e si, m od erniteyi anlam ak a ç ısın d a n büyük önem taşır, çünkü tam da m od ernist projenin u y g u la n m a sın ın karşılaş tığı pratik ikilem lerd en türem iştir. A slın a bak ılırsa, daha ö n c e y a p ılm ış olan çok şey i y ık m a k sızın y en i bir d ü nya nasıl yaratılab ilirdi? G o e the’den M ao'ya kadar uzanan bir ç iz g id e birçok m o d ern ist düşünürün işaret ettiği g ib i, yum urtaları kırm adan o m le t yapm ak d ü p ed ü z o la n a k sızdır. B u tür bir ik ilem in ed eb iy a t dü n yasın d ak i k la sik te m s ilc is i, B er man (1 9 8 2 ) v e L ukacs'ın (1 9 6 9 ) da işaret ettik leri g ib i, G oeth e'n in F a ust uduv. E ski dü nyanın kü llerin den y e p y e n i bir d ü n ya yaratm ak am a cıyla dini e fsa n e ler i, g e le n e k se l d eğerleri v e g ö r en ek le re d a y a lı yaşam tarzlarını y ık m a y a hazır ep ik bir kahram an olan Fau st, so n ta h lild e, tra jik bir k işilik tir. D ü ş ü n c e v e e y le m in bir sen te zi olarak F aust, insanı yoksullu ktan v e y o k su n lu k ta n kurtarm a p o ta n siy elin i taşıyan bir y ü c e ruhsal başarı uğrunda, d o ğ a y a hâkim o lm a v e y e p y e n i bir d o ğ a l m an za ra yaratm a y o lu n d a , h em k en d in i, hem de bütün d ü n y a y ı (hatta M e fisto yu b ile), ö r g ü tle n m en in , acı ç ek m en in v e y orgu n lu k tan tü k en m en in
30
M O D ER N İTE D EN PO STM O DERNİTEYE GEÇİŞ
en uç noktalarına kadar zorlar. Bu yüce hedefin gerçekleşm esin in önün de bir en gel olarak duran her şeyi ve herkesi ortadan kaldırm aya hazır old u ğ u için, sonunda kendisini de dehşete düşürecek biçim de, M efısto'yu harekete geçirerek, deniz kenarında küçücük bir kulübede yaşa yan v e herkes tarafından çok sevilen bir yaşlı çifti, salt kendi master planında yerleri olm adığı için öldürtür. Berman (1 9 8 2 ) ş ö y le der: "Öy le görünüyor ki, kentsel gelişm e sürecinin kendisi, bir yandan çorak araziyi mamur bir fiziksel ve toplumsal mekâna dönüştürürken, bir yandan da müteahhitin kendi içinde çorak araziyi yeniden yaratmakta dır. İşte, gelişm enin trajedisi böyle işler." İkinci İmparatorluk Paris'inde çalışan Haussmann dan II. Dünya Savaşı sonrası N ew York'unda iş yapan Robert M oses'a kadar birçok modern figür (Resim 1.3 ve 1.4), bu "yaratıcı yıkma" im gesinin hiç de efsane olmadığını gösterir. Ama burada anlık olanla son su z olan ara sındaki o karşıtlığı farklı bir ışıkta görürüz. Eğer m odernist yaratmak için yıkmak zorundaysa, o zaman sonsuz hakikatleri ifade etm enin tek yolu, kendisi sonunda o hakikatleri yok etm e eğilim in e sahip bir yıkma sürecidir. Oysa eğer sonsuz ve değişm ez olanın peşinde isek , kaotik, anlık ve parçalanmış olana dam gamızı vurmak zorundayızdır. N ietzsche'nin yaratıcı yıkm a ve yıkıcı yaratma im geleri B audelaire’in formülasyonunun iki yanı arasında yeni tarz bir köprü kurar. îlg in ç bir şekil de, iktisatçı Schumpeter, kapitalist g elişm e süreçlerini anlayabilm ek için tam da bu im geye başvurur. Schumpeter'in bakış açısın a göre, bir kahraman figürü olan girişim ci, yaratıcı yıkıcının en m ükem m el örne ğiydi, çünkü teknik ve toplumsal yeniliğin sonuçlarını en uç noktalara kadar taşımaya hazırdı. İnsanlığın ilerlem esi de ancak bu tür yaratıcı kahramanlık sayesinde güvence altına alınabilirdi. Schum peter için ya ratıcı yıkma, hayırlı sonuçlar doğuracak bir kapitalist gelişm en in ilerici leitm otif i idi. Kimileri için ise, açıkça, 20. yüzyıld a ilerlem en in gerekli koşuluydu. İşte 1938’de Gertrude Stein'ın Picasso hakkında yazdıkları: 20. yüzyılda her şey kendi kendini yok ettiğine ve hiçbir şey sürüp gitme diğine göre, 20. yüzyılın kendine özgü bir görkemi vardır; Picasso da bu yüzyı la aittir, insanın hiç görmemiş olduğu bir yeryüzünün ve hiçbir zaman olmadığı biçimde imha edilen şeylerin garip tadı vardır onda. Öyleyse Picasso’nun da kendi görkemi vardır. Bunlar Schumpeter ve Stein açısından kahince sözlerdir, hatta kahince o îa v d ^ r r n - Ü e kap'talİZmİn yaratlcı ylkm a tarihindeki en büyük olaydan, II. Dünya Savaş.’ndan, ön ce söylenm işlerdir.
M O D ER N İTE VE MODERNİZM
31
Resim 1.3 İkinci İmparatorluk Paris'inin Haussmann tarafından yaratıcı biçim de yıkılıp: Saint-Germain meydanının yeniden inşası.
20. yüzyılın başına gelind iğinde, ö zellik le N ietzsch e’nin müdahale sinin ardından, A ydınlanm a aklına insan doğasının sonsuz ve değişm ez özünün tanımı açısından ayrıcalıklı bir konum tanımak artık mümkün değildi. N ietzsche'nin, estetiği bilim in, akılcılığın v e politikanın üzeri ne çıkarm a bakım ından açtığı yolun devam ında, estetik deneyim in keş fi ("iyi ve kötünün ötesinde"), modern hayatın gelip g eçiciliği, parça lanm ışlığı ve aşikâr kargaşasının orta yerinde sonsu z ve değişm ez ola nın ne olduğu konusunda yeni bir m itolojinin yerleşm esi açısından güç lü bir araç haline g eldi. B u, kültürel m odernizm e yeni bir rol ve yeni bir atılım kazandırdı. M odernist projenin bu yeni kavranışmda, sanatçılar, yazarlar, m i marlar, besteciler, şairler, düşünürler ve filozoflar özel bir konuma sa hiptiler. "Sonsuz v e değişm ez" olan artık otom atik biçim de varsayılam adığına göre, modern sanatçının insanlığın özünü tanımlama açısın dan yaratıcı bir rolü vardı. "Yaratıcı yıkma" modernitenin tem el bir ko şulu olduğuna göre, belki de sanatçının bir birey olarak kahramanca bir rol oynam ası gerekiyordu - sonuçlar trajik olsa bile. M odernist mimar ların en büyüklerinden biri olan Frank L loyd W right, sanatçının çağının
32
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ TE Y E G E Ç İ Ş
Resim 1.4 Eski kentsel dokunun modernizm tarafından yok edilmesine saldıran Paris "bulvarsanatı":J. F. Batellıerm n Sans retour, ni consigne kitabından bir karikatür. ruhunu kavram akla yetin m ey ip ç a ğ ı d eğ iştirm e sü recin i b a şla tm a sı g e rektiğini savunuyordu. Burada m od em izm in tarihinin o ld u k ça şa şırtıcı, am a ay n ı zam an d a kim ileri için can sıkıcı v eçh elerin d en b iriy le k a r şıla şıy o ru z. R o u sse a u D escartes’ın ünlü düsturu "D üşünüyorum , ö y le y s e varım "ın ye rin e "H issediyorum , ö y le y se varım" düsturunu k o y d u ğ u n d a , A y d ın la n m a nın amaçlarını g erçekleştirm ek için ra sy o n el v e a raççı bir stratejid en , daha b ilinçli biçim de estetik bir stratejiye radikal bir d ö n ü ş y a p m ış o lu yordu. A z ç o k aynı d ön em de Kant da estetik y a r g ın ın pratik ak ıld an (ahlaki yargıdan) ve anlaktan (b ilim se l b ilg id e n ) farklı b iç im d e k avran ması gerektiğini ve bu ikisi arasında zoru nlu, am a ay n ı z a m a n d a so ru n lu, bir köprü oluşturduğunu kabul ed iy o rd u . E stetiğ in b ilg in in ayrı bir alanı olarak k eşfed ilm esi, a çık ça 18. y ü z y ıla ait bir şey d ir. K ıs m e n , g e lişen ticaret ve artan kültürel tem as d o la y ısıy la orta y a ç ık a n , ç o k farklı
MODERNİTE
VE M O D E R N İZ M
33
top lum sal ko şu lla rd a ü retilm iş olan kültürel ürünlerin engin ç eşitliliğin i . anlam a ih tiy a cın d a n kay n a k la n ıy o rd u . M in g v a zo la rı, antik Y unan va zoları v e D r esd e n çin ileri hep bir ortak g ü z e llik du ygu su n u mu ifade ediyordu? A y n ı za m a n d a da, A y d ın la n m a 'n ın ra sy o n el ve b ilim sel kav rayış ilk ele r in in e y le m için u ygu n ahlaki v e p o litik ilk elere tercüm e ed ilm esin d ek i iç se l g ü ç lü k te n kayn ak lan ıyord u . N ie tz sc h e daha sonra sanatın v e e stetik d u y g u la rın iy in in v e kötünün ö te s in e g e ç m e gücünü taşıdığı y o lu n d a k i, sa rsıcı etk ileri olan kesk in m esa jın ı bu b o şlu ğ a yer leştirecek ti. E stetik d e n e y im in kendi için d e bir am aç olarak aranm ası, tabii, rom antik a k ım ın a y ırıcı bir ö z e lliğ i h a lin e g e le c e k ti (örn ek olarak S h elley ve B yron 'dan s ö z e d ile b ilir). B u y a k la şım , bir "radikal ö z n e lc i lik", " d izg in le n m e m iş b irey cilik " v e "bireyin kend ini g erçek leştirm e arayışı" d a lg a sı d o ğ u ra ca k tı. D a n ie l B ell'e (1 9 7 8 ) g ö re, bu d a lg a m o dernist kültürel d a v ra n ış b iç im in i v e sanat pratiğini u zun süredir P rotes tan e tiğ iy le ç e liş k iy e düşürm üştür. B e ll’in g ö rü şü , h e d o n izm in , kapita lizm i b e sle d iğ i fa r z ed ile n tasarruf v e yatırım ile u y u şm a d ığ ı y o lu n d a dır. B ell'in tezi iç in ne d ü şü n ü rsek d ü şü n elim , rom antiklerin kültürel ve p olitik y a şa m a a k tif e stetik m ü d a h a len in y o lu n u açtıkları ku şk u su z doğrudur. B u tür m ü d a h a lelerin ilk ö n cü leri C o n d o rcet v e S a in t-S im o n gib i yazarlardır. Ö rn eğ in S a in t-S im o n ısrarla ş ö y le der: Size öncü olarak hizmet edecek olanlar biz sanatçılarız. Toplum üzerinde olumlu bir etki yaratmak, gerçek bir kutsal işlev görmek ve düşünsel yetenekle rin en büyük gelişm eyi yaşadığı çağda hepsinin ileri kolu olmak - sanat için ne kadar güzel bir kısmet! (Aktaran B ell, 1978 : 35; bkz. Poggioli, 1968 : 9) B u tür d u y g u la r ın iç e rd iğ i soru n, b ilim ile ahlak , b ilg i ile e y le m arasındaki e ste tik b a ğ ı, sa n k i "tarihsel ev rim tarafından hiç teh d it e d il m ey e ce k m iş" (R a p h a el, 1981: 7 ) g ib i gö rm elerid ir. H e id e g g e r v e P o und ö r n e k le r in d e g ö r ü ld ü ğ ü g ib i, estetik yargı in san ı p o litik y e lp a z e n in so lu n a o ld u ğ u kadar s a ğ ın a d a ta şıy a b ilir. B a u d ela ire'in k o la y lık la fark ettiği g ib i, e ğ e r a k ın tı v e d e ğ iş im , g e lip g e ç ic ilik v e p arçalan m a m odern ya şa m ın m ad di te m e lin i o lu ştu ru y o rsa , o zam an m o d ern ist bir e stetiğ in tan ım ı, s a n a tç ın ın bu tür sü r eç le r k arşısın d a nasıl bir k o n u m a y e r le ş tiğ i ne y a şa m sa l b iç im d e b a ğ lıd ır. S a n a tçı birey bunlara m ey d a n o k u y a b i lir, bunları k u c a k la y a b ilir , bu nların ü zerin d e d e n e tim ku rm aya ç a lış a b i lir, ya da b u n la rın iç in d e y ü z m e y e karar v ereb ilir - am a bunları asla g ö r m e z lik te n g e le m e z . T a b ii bu kon um lardan her biri, kültür ü r e tic isi nin ak ın tı v e d e ğ iş im k o n u su n d a k i d ü şü n ce le r in i d e, s o n su z v e d e ğ iş m ez o la n ı k a v r a y ışın ın p o litik ç e r ç e v e s in i d e e tk iley e c ek tir . B ir k ü ltü
34
MODERNİTEDEN
P O S T M O D E R N İ T E Y E GEÇİŞ
rel estetik olarak m o d em izm in iniş çıkışları, büyük ö lçü d e bu tür strate jik seçişler tem elin de anlaşılabilir. Burada kültürel m odem izm in, Paris'te 1848 deki başlangıcından bu yana süren engin ve karışık tarihini anlatmama im kan yok. A m a p o stm o d em ist tepkiyi anlamak istiyorsak, bazı çok gen el noktalara de ğ in m em iz gerekiyor. Örneğin Baudelaire'in form ülasyonuna geri d ön e c ek olursak, onun sanatçıyı, kent yaşamının sıradan konuları üzerinde yoğun laşab ilen, bunların gelip geçici özelliklerini kavrayabilen, ama y in e de bu kısa anın içinden, sonsuzluğa ilişkin taşıdığı bütün işaretleri çıkarıp alabilen biri olarak tanımladığını görürüz. Başarılı m odern sa natçı, "günümüzün anlık, gelip geçici güzellik biçim lerinden evrensel v e sonsuz olanı bulup çıkarabilen, "hayat şarabının acı ya da baş dön dürücü rayihasını imbikten geçirerek damıtabilen sanatçıydı. (B audelaire, 1981: 435) Modernist sanat bunu becerdiği ö lçü d e bizim sanatı m ız oluyordu, çünkü tam da "kargaşamızın oluşturduğu sen aryoya c e vap veren tek sanat odur." (Bradbury ve M cFarlane, 1976: 2 7 ) Ama bütün bu kargaşanın orta yerindeki sonsu z ve d e ğ işm e z olanı nasıl temsil etm eli? D oğalcılık ve gerçekçiliğin y etersiz oldu ğu ortaya çıktığı ölçüde (bkz. ileride s. 296), sanatçı, mimar ve yazar bunu tem sil edebilmek için özel bir yol bulmak zorundaydı. Bu yüzdend ir ki, m o dernizm daha başlangıçtan dil ile ilgilenir, sonsu z gerçeklerin gösteri mi için özel bir tarz bulma sorunuyla uğraşır oldu. K işisel başarı dilde ve gösterim biçimlerinde yaratıcılığa bağlı kaldı; bunun sonucu, Lunn'un (1985: 41) belirttiği gibi, modernist yapıtın "kendi g e rç e k liğ i ni kasıtlı olarak bir yapay ürün ya da bir oyun gibi gösterm esi" , b ö y le likle sanatın büyük bölümünün "toplumun aynası olm aktan z iyad e ken dine dönük bir ürün" haline gelm esi oldu. Jam es J o y c e v e Proust türü yazarlar, Mallarme ve Aragon türü şairler, M anet, P issarro, Jackson Pollock gibi ressamlar, inşa ettikleri dilde yeni kodların, anlam landır maların, mecazi göndermelerin yaratılm asıyla m üthiş d e r ec e d e uğraşa caklardı. Ama şayet kelim eler gelip g eçici, anlık ve kaotik ise, sanatçı tarn da bu nedenle sonsuz olanı ansızın yaratılacak bir e tk iy le göster mek, iletmeyi amaçladığı mesajı yerine ulaştırabilm ek iç in "şok taktigıne ve süreklilik beklentilerinin ihlaline" yaslanm ak zoru n d ayd ı. d„rar ^
a,ncak zamanı ve bütün Se liP S e Çici Ö zelliklerini don-
kânsîd vanîv"t
,
ba§lam' kurabiliy ° rdu- G örece sü rek li bir me-
S
m
. Ve İn§a etm ek,e 8 ö r e v |i olan m im ar iç in , bu
e t o
l T
da mimarlığın V ? a Ş6yd'' M les van der R oh e l9 2 0 ,|i y |IIar‘ ■numarlıgm çagm iradesinin m ekânsal terim lerle tasarlanm ası" ol
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ Z M
35
duğunu söylüyordu. A m a kim ileri için, im ge ya da dramatik bir beden hareketi yoluyla, ani bir şok ya da ya ln ızca montaj/kolaj aracılığıyla "zamanın m ekânsallaştırılm ası" ço k daha sorunluydu. T .S. E liot Four Q u artets şiirinde bu sorun üzerine şö y le tefekküre dalıyordu: Bilinçli olmak, zaman içinde olmamaktır Ama ancak zaman içinde hatırlanabilir Gül bahçesindeki an, yağmurun çardağı dövdüğü an; Geçmişle ve gelecekle iç içe. Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman. M ontaj/kolaj tekniklerine başvurm ak, sorunun ele alınm asında kullanı lan bir yoldu; çünkü bu tekniklerle, farklı zam anlardan (eski gazeteler) ve mekânlardan (sıradan nesnelerin ku llanım ı) g elen etkiler üstüste g e tirilerek eşzam anlı bir etki yaratılabiliyordu. B u yoldan eşzam an lılığı araştırmakla "m odem istler anlık ve g e lip g e ç ic i olanı, sanatlarının m e kânı olarak kabul ediyorlardı"; aynı zam anda, tam da karşısında tepki duydukları koşulların kudretini k o lek tif b içim de o n aylam ış oluyorlardı. Le Corbusier 1924 tarihli The C ity o fT o m o r r o w (Y arının K enti) risale sinde sorunu teslim ediyordu. "İnsanlar fa zla sıy la kolaycı b içim de beni devrim ci olm ak la suçluyorlar," d iy e yakın ıyordu, am a "onların m uha faza etm ek için o kadar gayret gösterd iği d en g e, hayati nedenlerden d o layı, yaln ızca anlık bir dengedir; so n su za kadar tekrar ve tekrar kurul ması gereken bir denge." Ü stelik , bu d en g ey i "bozm ası m uhtem el sabır sız kafalar"ın yaratıcılığı estetik yargının k end isin in anlık v e g elip g e ç i ci niteliklerini yaratıyor, estetik m odanın d eğ işim in i yavaşlatm ak bir yana hızlandırıyordu: işte izlen im cilik , ard-izlen im cilik , kübizm , fovizm , Dada, gerçeküstü cü lük, dışavurum culuk vb. A vangard sanatın ta rihinin en berrak in celem esin i y apm ış olan P o g g io li şö y le der: "A van gard, m odanın etkisi altında, o bir zam anlar ç o k kü çü m sem iş olduğu p op ülerliğe ulaşm aya mahkûm dur - bu ise onun sonunun b a şla n g ıcı dır." Ü stüne üstlük, 19. y ü z y ıl b o y u n ca kültürel ürünlerin m etalaşm ası ve piyasada ticaret konusu haline g e lm e si (buna paralel olarak, aristok ratların, d ev letin ya da kurumların h im a y esin in g e rilem esi), kültür üre ticilerini p iy a sa türü bir rekabete itiyor, bu da estetik alanda "yaratıcı yıkıcılık" süreçlerini k açın ılm az olarak güçlendiriyordu. Bu, politikek on om ik alanda olan biteni y a n sıtıy o r, bazı durum larda ise o alanda olup biten her şey in de ö te sin e g eçiy o rd u . Her bir sanatçı, salt ürünleri ni satab ilm ek için bile o lsa , estetik yargının tem ellerini değ iştirm ey i h e
36
M OD E R N İ T E D E N PO STMO DER Nİ TEYE GEÇİŞ
defliyordu. Bu gelişme aynı zamanda kendine özgü özellikler taşıyan bir "kültür tüketicileri" sınıfının oluşmasına da bağlıydı. Sistem-karşıtı ve burjuva düşmanı retoriği pek sevmelerine rağmen, sanatçılar gerçek politik eylem e katılmak için sarfettikleri enerjiden çok daha fazlasını, ürünlerini satabilmek amacıyla, birbirleriyle ve kendi gelenekleriyle mücadeleye harcıyorlardı. Piyasada kendine özgü bir yer bulabilecek, bir kez yaratıldığında artık hep o haliyle varolacak bir ürün olarak bir sanat yapıtı üretme mü cadelesi, rekabet koşulları altında yürütülen bireysel bir çaba olmak zo rundaydı. Bu yüzden, modernist sanat her zaman, Benjamin in kullan dığı terimle "gizemli sanat" (auratic art) olagelmiştir: sanatçı, özgün, benzersiz ve dolayısıyla bir tekel fiyatından pazarlanabilir güzide bir kültürel ürün üretmek için, sanki, yaratıcılığını, sanat için sanat yapma ya adanmışlığını simgeleyen bir gizemli atmosfere sahip olm alıydı. So nuç, çoğu zaman, büyük ölçüde bireyci, aristokratik, popüler kültürü hor gören, hatta küstah bir yaklaşımın kültür üreticileri arasında hâkim olmasıydı. Ama bu sanat, aynı zamanda, gerçekliğimizin estetik açıdan beslenmiş bir faaliyet aracılığıyla nasıl yeniden ve yeniden inşa edilebi leceğini de ortaya koyuyordu. En iyi örneklerinde bu sanat, hitap ettiği insanları derinden etkileyen, sarsan, altüst eden, uyaran bir nitelik taşı yabiliyordu. Bunu fark eden bazı avangard sanatçılar (Dadaistler, er ken aşamada gerçeküstücüler) sanatlarını popüler kültürle kaynaştıra rak estetik yeteneklerini devrimci hedefler uğrunda seferber edecekler di. Walter Gropius ve Le Corbusier gibileri ise, benzer devrimci amaç lar için aynı şeyi yukarıdan aşağıya doğru yapmaya çalışacaklardı. "Güzel şeyler üreterek sanatı halka geri getirme"nin önemli olduğunu düşüncesinde Gropius yalnız değildi. Modernizm, günlük hayatın este tiğini etkilemeyi hedeflerken aynı zamanda kendi içinde ikircikliliklerden, çelişkilerden ve canlı estetik değişimlerden oluşan bir girdap yara tıyordu. Ne var ki, sanatçılar istedikleri kadar bir "sanat sanat içindir" at mosferinin ardına sığınsınlar, bu günlük hayatın gerçekleri, yaratılmaka oan estetik duyarlılık üzerinde hiç de gelip geçici olmayan etkiler r n - it u S isaret eîiîtr 1 V J-
n v la
kitlesel a l i c i c e
^
®enj arnjn in ( 1969) "Tekniğin Olanakla^anat Yapıtı" başlıklı ünlü denem esinde
C n^ n ce’
Ve imge,erin yeniden üretilmesi, yayılm ası ve
j * değişim, önı^fotoS^fin
M
llması 0,anağ |nl yaratan teknolo-
(biz buna bugün radyo've te’fevi™ î’1"6"13"1" İCadlyla birleSliğ 'nde levızyonu katardık), sanatçıların varoluşu
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ ZM
37
nun maddi koşullarını ve buna bağlı olarak da toplumsal ve politik rol lerini köklü bir değişikliğe uğratıyordu. Ayrıca, bütün modernist yapıt lara sinen genel bir iniş çıkış ve değişim bilincinin ötesinde, teknoloji nin, hız ve hareketin, makinanm ve fabrika sisteminin, günlük hayata akın akın giren yeni metaların yarattığı bir tür büyülenme, geniş bir yel paze üzerinden, kimi sanatçıda ret, kiminde taklit, kiminde ise ütopik olanaklar konusunda spekülasyon biçimini alan bir dizi estetik karşılığı kışkırtıyordu. Örneğin, Reyner Banham'ın (1984) ortaya koyduğu gibi, Mies van der Rohe benzeri erken modernist aşama mimarları, o dönem de Amerika'nın Midvvest bölgesinde mantar gibi çoğalmakta olan, bü tünüyle fonksiyonel tahıl ambarlarından büyük ilham almışlardı. Le Corbusier plan ve yazılarında makina, fabrika ve otomobil çağının içer diğini düşündüğü potansiyellerin ütopik bir geleceğe projeksiyonunu yapmıştı (Fishman, 1982). Tichi (1987: 19), G ood H ousekeeping (İyi Ev Bakımı) türü popüler Amerikan dergilerinin ta 1910'da nasıl ev kav ramını "mutluluğun üretimine yönelik bir fabrika" olarak tanımladığını ortaya koyar. Bu, Le Corbusier'nin, evi "modern yaşam için bir maki na" olarak tanımlayan ünlü (ve şimdilerde çok aşağılanan) düsturunu ortaya atmasından yıllarca öncedir. D olayısıyla şunu akıldan çıkarmamak gerekir: I. Dünya Savaşı’ndan önce ortaya çıkan modernizm, üretim (makina, fabrika, kentleş me), dolaşım (yeni ulaştırma ve haberleşme sistemleri) ve tüketim (kit le pazarlarının, reklamcılığın, kitleye yönelik modanın ortaya çıkışı) alanlarında yeni koşulların yaratılmasında öncü rolü oynamaktan çok, bu koşullara bir cevaptır. Ama bu cevabın aldığı biçim , daha sonra kü çümsenemeyecek bir etki taşıyacaktır. Bu cevap, yalnızca bu hızlı d eğ i şiklikleri içselleştirme, düşünme ve kodlaştırma konularında işe yara makla kalmayacak, bu değişiklikleri değişikliğe uğratma ya da destek leme yönünde harekat hattı konusunda da düşünceler ortaya koyacaktır. Örneğin, W illiam Morris kapitalistlerin komutasındaki makinalı fabri ka üretimi sayesinde zanaatkarların vasıfsızlaştırılm asına tepki olarak, zanaat geleneğinin yeteneklerini "tasarımda yalınlık, her tür yapm acık tan, israftan ve iptiladan uzak durma" yönünde ısrarlı bir çağrı ile bir leştirecek yeni bir zanaat kültürünü teşvik etmeyi hedefliyordu (Relph, 1987: 99-107). Relph'in bunun ardından ortaya koyduğu gibi, 1919'da kurulan ve büyük etki yaratacak olan Alman tasarım çevresi Bauhaus, başlangıçta ilham kaynağını büyük ölçüde Morris'in kurmuş olduğu Sa nat ve Zanaat Hareketi'nde buluyor ve ancak zamanla (1923) "makina (nın) modern tasarım aracımız olduğu" fikrine geliyordu. Bauhaus üre
38
M O D E R N İT E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç İ Ş
tim ve tasarım üzerinde yarattığı etkiyi tam da zanaat kavramını, es tetik açıdan hoşa gidecek malların kitlesel üretimini makina etkinliğiy_ le gerçekleştirm e becerisi olarak yeniden tanımlaması dolayısıyla elde ediyordu. M odernizmi böylesine karmaşık ve birçok bakımdan çelişik bir ol gu haline getiren farklı türden tepkiler işte bunlardı. Bradbury ve M cFarlane'e göre (1976:46), modernizm, gelecekçilik ile nihilizmin, devrimcilikle muhafazakârlığın, doğalcılıkla sim geciliğin, romantizmle klasisizmin olağanüstü bir bileşimiydi. Teknolojik bir çağın hem kutlanmasıydı, hem mahkûm edilmesi, eski kültür düzenlerinin sona ermiş olduğu inancının kabulüydü, ama aynı zamanda bu korku karşısında de rin bir umutsuzlanmaydı; yeni biçimlerin tarihselcilikten ve dönemin basınçla rından kaçışlar olduğu yolunda inançlar ile bu biçimlerin tam da bu olguların yaşayan birer ifadesi olduğu yolundaki inançların bir karışımıydı. Bu çeşitlilik ve karşıtlıklar, farklı yer ve zamanlarda tümüyle farklı m o dernist duygu ve duyarlılık alaşımlarının oluşmasıyla sonuçlanıyordu: Sanatın merkezlerini ve taşrasını, uluslararası kültürel güç dengesini gös teren haritalar çizilebilir. Bu denge, arada kuşkusuz dolaylı bağlar olsa da, asla politik ve ekonomik güç dengesiyle apaynı değildir. Estetik değiştikçe haritalar da değişir: bohemliğin, hoşgörünün ve göçmenlere özgü yaşam tarzının kayna ğı olarak Paris, elbette Modernizm açısından açıkça hâkim merkezdir; ama Roma’nın ve Floransa'nın gerilemesini, Londra’nın yükselişini ve sonra düşüşünü, Berlin ve Münih'in hâkimiyet evresini, Norveç ve Finlandiya'dan enerjik atılımlan, Viyana'dan çevreye yayılan ışığı, Modemizmin değişen coğrafyasının temel aşamaları olarak görebiliriz. Bu aşamaların gelişme yolunu, yazar ve sa natçıların hareketi, düşünce dalgalarının akışı, önemli sanatsal üretim patlama ları çizer (Bradbury ve McFarlane, 1976: 102). Modemizmin (henüz bütünüyle yazılm ış ve açıklanmış olmayan) bu karmaşık tarihsel coğrafyası, modemizmin tam olarak ne olduğu ko nusunda yorum yapmayı bir kat daha güçleştirir. Enternasyonalizm ile milliyetçilik, küreselcilik ile taşralı bir etnosantrizm, evrensellikle sınıf ayrıcalıkları arasındaki gerilimler, hiçbir an arka plana düşmüyordu. n ıyı anlarında modernizm bu gerilimlerle yüzleşm eye çalışıyordu, k v ! “ “ î? anlannda bunları ya hasır altı ediyordu, ya da (Am eriDolitik v
T
tC" S° ”ra modern*st sanatl sahiplenm esinde olduğu gibi) 19831 înça n<* U^rUna S08 ukkanlı biçimde sömürüyordu (Guilbaut, olarak mor!0111- en, ını nereye ve hangi zamana yerleştirdiğine bağlı darak tnodern.zm bütünüyle farklt görünür. Çünkü hareket bir yandan
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ Z M
39
bir bütün olarak, genellikle bilinçli biçimde hedeflenip kavranan enternasyonalist ve evrenselci bir konuma sahip olsa da, bir yandan da "güç lü bir mekân duygusuyla verimli bir bağı olan seçkin bir avangard sa nat" fikrine de kıskançça sarılıyordu (a.g.e.: 157). Yerlerin özgül karak teri (burada yalnızca sanatçıların normal olarak içinde yaşadıkları köy benzeri topluluklardan değil, örneğin Şikago, Nevv York, Paris, Viyana, Kopenhag ya da Berlin gibi kentlerde geçerli olan oldukça farklı top lumsal, ekonomik, politik, çevresel koşullardan söz ediyorum) bu yüz den modernist girişimin çeşitliliğine damgasını vuruyordu (bkz. ileride III. Kısım). Ayrıca, öyle görünüyor ki, 1848'den sonra modernizm büyük ölçü de kentsel bir olgu idi. Patlamalı kentsel büyümeyle (birkaç kent yüzyıl sonunda bir milyon eşiğini aşacaktı), kırdan kente yoğun bir göçle, sa nayileşmeyle, makinalaşmayla, mimari çevrede devasa bir değişim le ve kentsel politik hareketlerle (Paris'teki 1848 ve 1871 ayaklanmaları bu tür hareketlerin açık ama uğursuz birer sem bolüydü) huzursuz ve karmaşık bir ilişki içinde varlığını sürdürüyordu. D ev ölçekte kentleş menin psikolojik, sosyolojik, teknolojik, organizasyonel, politik sorun larıyla başa çıkma konusundaki acil ihtiyaç, modernist hareketlerin fış kırmasına yol açan bir topraktı. Modernizm "kentlerin sanatı" idi, "do ğal meskenini kentlerde" buluyordu. Bradbury ve McFarlane, bu nokta yı ortaya koyabilmek için tekil kentler üzerinde yapılmış birtakım çalış maları bir araya getirirler. Başka çalışmalar, örneğin T. J. Clark’ın İkin ci İmparatorluk Paris’inde Manet ve izleyicilerinin sanatını inceleyen nefis yapıtı ya da Schorkse'nin fin de siZcle (yüzyıl sonu) Viyana'sının kültürel akımları üzerine, parlaklıkta ondan aşağı kalmayan sentezi, çe şitli modernist akım lann kültürel dinamiğinin biçim lenm esinde kent deneyiminin ne denli önem taşıdığını doğrular. A ynca, unutmamak g e rekir ki, modernist pratik ve düşüncenin bir kanadı bütünüyle kentsel örgütlenme, yoksullaşm a ve izdihamın yarattığı derin krize cevap ola rak biçim lenmişti (bkz. Tim m s ve K elley, 1985). Haussmann'ın 1860'lı yıllarda Paris’i yeniden biçim lendirmesinden başlayan, Ebenezer Hovvard'ın "bahçe kent" önerisinden (1898), Daniel Burnham’dan (1893 Şikago Dünya Fuarı için inşa edilm iş olan "Beyaz Kent" ve 1907 Şika go B ölge Planı), Garnier'den (1903 doğrusal sanayi kenti), (fin d e siecle Viyana'sını dönüştürmek için oldukça farklı planlarıyla) C am illo Sitte ve Otto Wagner'den, Le Corbusier'den ( Yarının K enti ve 1924'te Paris için Plan Voisin önerisi), Frank Lloyd Wright'dan (1935 Broadacre pro jesi) geçen bir hat, 1950’li ve 60'lı yıllarda girişilen büyük ölçekli kent
40
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç tŞ
sel yenilenm e çabalarına sıkı sıkıya bağlanır. Kent, de Certeau ya göre (1984: 95), "modernitenin hem mekanizmasıdır, hem kahramanı". Georg Sim m el, 1911’de yayınlanan "Metropol ve Z ihinsel Yaşam" başlıklı olağanüstü denemesinde, bu ilişkiyi büyük bir parlaklıkla ele alır. Yazar burada kentsel yaşamın bizi karşı karşıya g etiıd ig i inanıl m az deneyim ve dürtü çeşitliliği karşısında psikolojik ve düşünsel ba kımdan nasıl tepki gösterdiğimiz ve çeşitliliği nasıl içselleştirdigim iz konusu üzerine düşünür. Ona göre, bir yandan, öznel bağım lılığın zin cirlerinden kurtulmuş ve böylece çok daha ileri derecede bir kişisel ö z gürlüğe kavuşmuşuzdur. Ama bunun bedeli, başkalarına birer nesne, birer araç olarak yaklaşmamızdır. Anonim kimlikli "başkaları" ile, g e nişleyen bir işbölümünün gerektirdiği eşgüdümü sağlamak için gerekli olan parasal mübadelelerin soğuk ve kalpsiz hesabı dolayım ıyla ilişki kurmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Aynı zamanda, mekân v e zaman algılayışımızda katı bir disipline boyun eğiyor ve ekonom ik rasyonalite hesabının hegemonyasına teslim oluyoruzdur. Ayrıca, kentleşm e, Sim mel'in "aldırmazlık" olarak adlandırdığı bir tavrın gelişm esin e yol aç maktadır, çünkü modern hayatın aşırılıklarına ancak koşuşm alı yaşam dan kaynaklanan karmaşık dürtülerin bir elem eye tabi tutulm ası saye sinde tahammül edilebilir. Simmel tek çıkış yolum uzun, statü gösterge leri, moda ya da kişisel egzantriklik gösterisi gibi şeylerin peşinden ko şan yapmacık bir bireyciliği kucaklamak olduğunu söyler gibidir. Ör neğin moda, "farklı olmanın ve değişimin cazibesini, benzerlik ve konformizminki ile birleştirir"; "bir dönem ne denli gerilim li ise m odası o kadar çabuk değişecektir, çünkü modanın temel etkenlerinden biri olan farklı olmaktan kaynaklanan çekicilik ihtiyacı, sinirsel enerjilerin tü kenmesiyle el ele gider" (alıntıyı yapan Frisby, 1985: 98). Burada amacım Simmel'in bakışını yargılamak değil (am a Ra ban ın daha yakın dönemde yazılmış olan postm odem ist den em esiyle varolan paraleller ve karşıtlıklar çok öğretici). A m acım , Sim m el'in de nemesini, kent deneyimiyle modernist düşünce ve pratik arasındaki ba ğıntının ifadelerinden biri olarak vurgulamak. M odem izm in ö z ellik le ri 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişen, farklı dillerin konuşulduğu bü kün eKnt^rin deŞ § ik özelliklerine göre çeşitlenm iş görünüyor - her ne da m
,
f r b,rbırlerini karşılıklı olarak etkilem iş olsalar da. A slın-
p a r la v a n T r k î^ 01 herbiri be,li bir kültürel °d a k olarak güzergâh izler baSkentlennden geçerek yoluna devam eden bir
S i S Î “l
P“
1 M W » M oskova'yaağlanan coğrafi güzergâh, insanın aklında
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ Z M
41
ne tür bir modernist pratik olduğuna bağlı olarak, tersine de yürünebilir, belirli noktalar atlanabilir de. Örneğin şayet yalnızca, düşünsel ve estetik m odem izm in güdülen mesinde o kadar büyük rol oynayan maddi pratiklerin (makinaların, y e ni ulaştırma ve iletişim sistem lerinin, gökdelenlerin, köprülerin ve her türden mühendislik harikasının, ve bunların yanı sıra hızlı yeniliklerin ve toplumsal değişim e eşlik eden inanılmaz istikrarsızlık ve güvensizli ğin) yayılm asına bakacak olsaydık, o zaman muhtemelen A B D ’nin (özellikle de Şikago'nun) 1870 dolaylarından itibaren m odem izm in ka talizörü olarak görülmesi gerekirdi. N e var ki, A B D sözkonusu oldu ğunda, tam da "gelenekçi" (feodal ve aristokratik) direnişin yokluğu ve buna paralel olarak geniş anlamda modernist bir duyarlılığın yaygın ka bulü (Tichi bunu verileriyle sergiliyor), sanatçıların ve aydınların yapıt larını toplumsal değişim in öncü vurucu gücü olarak daha az önem li ha le getiriyordu. I890'lı yıllarda, Edward Bellamy'nin modernist bir ütop yayı anlatan romanı Looking Backvvards (Geriye B akış), süratle kabul görüyor, hatta bir politik harekete kaynak oluyordu. Buna karşılık, Edgar Allan Poe'nun yapıtı, kendi ülkesinde pek az itibar görüyordu. O ysa Baudelaire P oe’yu büyük modernist yazarlardan biri olarak görüyordu. (Baudelaire'in bugün hâlâ çok popüler olan Poe çevirileri, ta 1860'lı y ıl larda Manet tarafından resim lenm işti.) Benzer biçim de, Louis Sullivan'ın mimari dehası, Şikago'nun modernizasyonunun olağanüstü ma yalanması içinde kaybolup gitm işti. Daniel Burnham'ın rasyonel kent planlaması konusundaki ileri derecede modernist anlayışı, binaları süs leme eğilim inin ve tekil bina tasarımındaki klasisizm inin ardında g ö z den kaçıyordu. Buna karşılık, Avrupa'da kapitalist m odernizasyona gösterilen keskin sın ıf ve gelenek direnişi, m odem izm in düşünsel ve estetik akımlarına toplumsal değişim in vurucu gücü olarak çok daha büyük bir önem kazandırıyor, avangarda, bu katmanın A B D 'de 1945 sonrasına dek yoksun kalacağı bir toplumsal rol tanıyordu. Hiç de şaşır tıcı olmayan bir şekilde, düşünsel ve estetik m odem izm in tarihi çok da ha Avrupa merkezlidir; daha az ilerici ya da sınıflara bölünm üş kentsel merkezler (örneğin Paris ve V iyana) en büyük m ayalanm aya sahne o l muştur. Bu karmaşık tarihe göreli olarak basit dönem leştirm eler dayatm aya çalışmak haksızlık olur. Y ine de böyle bir çaba, hiç olm azsa, postm odernistlerin ne tür bir m odernizm e tepki gösterdiklerini anlam am ıza yar dım edeceği için yararlı olacaktır. Örneğin, A ydınlanm a projesi için, herhangi bir soruya ancak tek bir cevabın mümkün olduğu fikri bir var
42
M O D E R N İTEDEN PO STM ODERNİTEYE GEÇİŞ
sayım dı. Buradan mantıksal olarak şu sonuç çıkıyordu: eğer doğru bi çim de resmeder ve temsil edebilirsek dünyayı kontrol altına alabilir ve akılcı biçim de düzenleyebiliriz. Ama bu bir tek doğru temsil tarzı oldu ğunu varsayıyordu; bütün bilimsel ve matematik çabalar da buna eriş m ek içindi. Eğer bu doğru tarzı keşfedebilirsek, Aydınlanma hedefleri ne ulaşm ış olacaktı. Bu, Voltaire, d'Alembert, Diderot, Condorcet, Hum e, Adam Smith, Saint-Simon, Auguste Comte, Matthew Arnold, Jeremy Bentham ve John Stuart Mili gibi çok farklı yazarların paylaştığı bir düşünce tarzıydı. Ama 1848'den sonra, tek bir mümkün gösterim tarzı olduğu düşün cesi çökm eye başladı. Aydınlanma düşüncesinin kategorik sabitliği git tikçe daha çok sorgulanır oldu; sonunda, bunun yerini farklı gösterim sistemleri yönünde bir vurgu aldı. Paris’te, Baudelaire ve Flaubert türü yazarlar ve Manet gibi ressamlar, 19. yüzyılda matematik dilin varol duğu farzedilen birliğini paramparça eden Euklidyen olm ayan geom et rilerin keşfedilmesine benzer biçimlerde, farklı gösterim tarzlarının olanaklarını araştırmaya başladılar. Bu ilk deneme, 1890 sonrasında Berlin, Viyana, Paris, Münih, Londra, Nevv York, Şikago, Kopenhag ve Moskova gibi çok farklı merkezlerde inanılmaz bir düşünce ve de ney çeşitliliğinin fışkırmasıyla sonuçlanıyor, I. Dünya Savaşı'nın he men öncesinde ise doruğuna erişiyordu. Yorumcuların çoğu, bu taşkın deneyciliğin, 1910 ile 1915 aralarında modemizmin doğasında nitel bir değişimle sonuçlandığı konusunda hemfikirdir. (1910, Virginia Woolfun tercih ettiği tarihti, 1915 ise D.H. Lawrence'ın.) Geriye bakıldı ğında, Bradbury ve McFarlane’in kanıtlarını ikna edici biçim de ortaya koydukları gibi, bu yıllarda bir tür köklü dönüşümün gerçekten yaşan mış olduğu açıktır. Proust'un Du cöte de chez Swarıriı (1913, Svvanrı'ların Semtinden), Joyce'un Dubliners'ı (1914, D ublin liler), Lawrence'ın Sons and Lovers'ı (1913, O ğullar ve Sevgililer), Mann'm D eath in Venicei (1914, Venedik'te Ölüm), Pound'un 1914 ’teki "Vorticist M anifes to su (burada an dili etkin makina teknolojisine benzetiyordu), bu dö neme damgasını vuran metinlerden bazılarıdır. Aynı dönem , sanatta (her birinin birçok yapıtı 1913'te New York'ta, günde 10 bin kişi tara fından ziyaret edilen ünlü Armory Sergisinde gösterilen M atisse, Picasso Brancusi, Duchamp, Braque, Klee, de Chirico, K andinski) ve TrinH
(S,ravınsJk>',nln Bahar Ayini 1913'te ilk sahnelendiğinde yer
lerin atonal Z ° T " ^ Slra Schoenber8. Berg, Bartok ve öteki nde oluvordn y'81SÜ n^ye Ç'kıyordu) olağanüstü bir çiçek len m eye taoluyordıı. Yine bu dönemde dilbilimde (Saussure'ün, sözcüklerin
M O D E R N İ T E VE M O D E R N İ ZM
43
anlamının nesnelerle ilişkileri temelinde değil, başka sözcüklerle ilişki leri içinde belirlendiğini savunan yapısalcı dil teorisi 1911 'de oraya atı lıyordu) ve Einstein'ın, relativizm teorisini, Euklidyen olmayan g eo metrilere yaslayan ve bunların maddi temellendirmesini sağlayan bi çimde genelleştirm esiyle fizikte de dramatik sıçramalar yaşanıyordu. Daha sonra göreceğim iz gibi, F.W . Taylor'ın The Principles ofS cientific M anagement (B ilim sel Y önetim in İlkeleri) adlı kitabının 19 1 1 yılın da yayınlanması ve Henry Ford'un bundan iki yıl sonra M ichigan’m Dearborn kentinde ilk montaj hattı örneğini uygulamaya koyması da en az bunlar kadar önem liydi. Buradan hareketle, bu kısa zaman aralığında, gösterim ve bilgi dünyasının bütününde temel bir dönüşüm yaşandığı sonucuna varmak güç değildir. Bunun nasıl ve neden olduğu en önem li sorudur. III. Kısım'da, bu eşzam anlılığın Batı kapitalizminde mekân ve zaman deneyi minde meydana gelen köklü bir değişim den kaynaklandığı tezi üzerin de duracağız. Ama konunun, kaydedilm esi gereken bazı başka veçh ele ri de var. Yaşanan değişim kuşkusuz ilerlemenin kaçınılm azlığına olan inan cın yitirilm esiyle ve Aydınlanma düşüncesinin kategorik sabitliği ko nusunda artan huzursuzlukla ilgiliydi. Bu huzursuzluk bir yanıyla, ö z el likle 1848 devrimlerinden ve K om ünist M anifesto'nun yayınlanm asın dan sonra sın ıf mücadelesinin sarsıntılı gelişim tarzıyla ilgiliydi. Ondan önce, Adam Smith ya da Saint-Simon gibi Aydınlanm a geleneğinden gelen düşünürler, bir kez feodal sınıf ilişkilerinin cenderesi kırıldığın da, iyiliksever bir kapitalizmin (ya piyasanın görünm ez eli ya da SaintSimon’un çok şey atfettiği birleşmenin gücü aracılığıyla) kapitalist m o dernliğin yararlarını herkese taşıyacağını inandırıcı biçim de savunabili yorlardı. Marx ve Engels bu tezi sert biçim de reddediyorlardı; yüzyıl ilerledikçe, kapitalizmin bağrında üreyen sınıf farkları daha açık hale geliyor ve sözkonusu tez daha zor savunulabilir oluyordu. Sosyalist ha reket, artan ölçekte, Aydınlanm a düşüncesinin birliğine meydan oku yor ve modernizme bir sınıf boyutu katıyordu. M odernist projeye şekil verecek ve onu yönlendirecek olan, burjuvazi mi olacaktı, işçi hareketi mi? Kültür üreticileri kimin yanındaydı? Bu soruya verilebilecek basit bir cevap olam azdı. Her şeyden önce, devrimci bir politik hareketle bütünleşen propagandist ve doğrudan p o litik bir sanatın, m odem izm in kitabında yazılı olan, bireyci ve yoğun biçimde "gizemli" sanat anlayışıyla tutarlı hale getirilm esi zordu. E lbet te, bazı koşullar altında, bir sanatsal öncü (avangard) fikri, bir öncü po-
44
M O D ER N tTEDEN POSTM ODERNİTEYE GEÇİŞ
litik parti fik riyle bütünleştirilebilirdi. Komünist partiler zam an zaman d ev rim ci programlarının bir boyutu olarak "kültür güçleri ni seferber e tm e y e çaba gösterm işlerdir; bazı avangard sanat akımları v e sanatçılar da (L öger, P ica sso , A ragon vb.) komünizm davasını aktif b içim de des teklem işlerdir. G elgelelim , belirtik bir politik gündem in yokluğunda b ile kültürel üretimin politik etkiler yaratması kaçınılm azdır. N e de o l sa sanatçılar da çevrelerindeki olay ve sorunlarla ilgilenir ve toplum sal anlam ı olan görme ve temsil etme biçimleri yaratırlar. Ö rneğin, I. D ün ya Savaşı öncesinin modernist yaratıcılık açısından bereketli günlerin de üretilen sanat, perspektiflerdeki çeşitliliğin orta yerinde bile evren sel olanı yüceltiyordu. Yabancılaşmayı dile getiriyor, her tür hiyerarşi y e (kübizmin kanıtladığı gibi, nesne açısından hiyerarşiye b ile) karşı düşmanca bir tavır takınıyor, "burjuva" tüketim deliliğine ve yaşam tar zına sık sık eleştiri yöneltiyordu. O evrede m odernizm , anlayış olarak en "gizemli" olduğunda bile, demokratikleşm e ruhuna ve evrensel ola na yaslanan bir ilericiliğe sahipti. Buna karşılık, iki savaş arasında, olaylar sanatçıları politik tavırlarını gittikçe daha fazla a fişe etm eye iti&
yordu. Modemizmin ses tonundaki değişim aynı zamanda, politik-ek onomik hayatta akıllara durgunluk verici bir çalkantı, huzursuzluk ve istik rarsızlık yaşandığı bir dönemde Nietzsche'nin tohumlarını ektiği anar şi, düzensizlik ve umutsuzluk duygusuyla hesaplaşm a ihtiyacından kaynaklanıyordu. (19. yüzyıl sonunun anarşist hareketinin boğuştuğu ve önemli açılardan katkıda bulunduğu, bu istikrarsızlıktır.) Freud'un teşhis ettiği ve Klimt’in serbest bir akış içinde tem sil ettiği erotik, psi kolojik ve irrasyonel ihtiyaçların dile getirilm esi, kargaşaya bir başka boyut ekliyordu. M odem izm in bu özgül dalgası bu yüzden dünyayı tek bir dil çerçevesinde temsil etmenin olanaksızlığını kabul etm ek zorun daydı. Kavrayış, farklı perspektifler üzerinde çalışılarak inşa e d ilm eliydi. Kısacası modernizm, çok perspektifliliği ve relativizm i, karmaşık da olsa hâlâ birleşik bir temel gerçeklik olarak kabul ettiği d ü nyayı or taya koymanın epistemolojisi olarak benim sedi. Bu temeldeki tekil gerçekliğin ve onun "sonsuz varlığr'nın ne o l uğuI karanlıkta kalmaya devam ediyordu. Bu açıdan en azından Lenin, perspektifl'ihsinSt kuşkusuz icerdiöi
eleştirisini yaparken relativizm in ve çok !
nna ,Çatlyor ve şek ilsiz bir relativizm in hiç
keleri de vurgulam avacaT
deŞ l1
zam anda p olitik tehli-
peryalistler arası mücadelen!n°naM V SaVa$|,n m ’ 0 d e v a sa e m ' patlak verm esi bir anlam da L enin'i hak-
M ODERNİTE VE MODERNİZM
45
lı çıkaracaktı. "M odernist öznelliğin (...) Avrupa'nın 1914'te içine düş tüğü krizle başa çıkm aktan aciz" olduğu (T aylor, 1987: 127) yargısı, hiç kuşkusuz, büyük bir doğruluk payı taşır. D ünya savaşının yarattığı travma ve getirilen politik ve düşünsel cevaplar (bunların bazılarını İÜ. K ısım ’da daha yakından ele alacağız), modernitenin, Baudelaire'in form ülasyonunun alt yanını oluşturan ö zSei ve sonsu z ö zelliklerinin ne o la b ileceğ i konusunda bir düşünm e süre cine yol açtı. İnsanın m ü k em m elleşeb ileceğ in e ilişkin A ydınlanm a türü kesin inançların yokluğunda, m oderniteye uygun bir efsa n e arayışı bü yük önem kazanıyordu. Örneğin, gerçeküstü cü yazar L ouis Aragon 1920'li yıllarda yazılan P a ris p a y s a n 'da (K ö y lü Paris) tem el am acının "kendini bir m itoloji olarak sunacak" bir roman yazm ak olduğunu belir tiyor ve ekliyordu: "elbette, modern olanın bir m itolojisi". A m a antik ve modern efsaneler arasında m ecazi köprüler kurmak da mümkün g i biydi. Joyce O dysseia'yı seçm işti. L e C orbusier ise, Frampton'a (1 9 8 0 ) göre, daim a "M ühendis'in E stetiği ile M im arlık arasındaki ikiliği ç ö z m eye, yararlılığı efsanenin hiyerarşisiyle şek illendirm eye" ça lışm ıştır (1960'lı yıllarda Chandigarh ve R oncham p'daki ürünlerinde gittikçe da ha fazla vurguladığı bir pratikti bu). İyi de, efsa n e leştir ilm ey e ça lışılan kimdi ya da neydi? M o d em izm in "kahramanlık" dön em i olarak anılan dönem e dam gasını vuran tem el soru buydu. İki savaş arası yıllarda m odernizm "kahramanca" o lm u ş olabilir ama aynı zam anda felak etle yüklüdür. A vrupa'nın savaş kurbanı e k o n o milerini yeniden inşa etm ek için de, filizlen m ek te olan k entsel-sınai bü yüm enin kapitalist biçim lerine bağlı olarak oluşan p olitik m em n u n iy et sizliğin yarattığı sorunları çö zm ek için de bir şey ler yapm ak gerektiği açıktı. A ydınlanm anın birleşik inançlarının so lm a sı ve p ersp ek tivizm in yük selişi, toplum sal e y lem in bir estetik v iz y o n c a şek illen d irilm esin in mümkün olup o lm a d ığ ı sorusunu açık bırakıyordu. B ö y le c e , m odernizmin farklı akım lan arasındaki m ü cad eleler g e ç ic i bir ilgin in konusu o l maktan çok daha büyük önem kazanıyordu. Ü stelik , kültür üreticileri de bunun farkındaydı. E stetik m odernizm ö n em liy d i; kazanç da kayıp da büyük olabilirdi. "Ebedi" efsa n ey e başvurm ak daha da v a z g eç ilm ez hale g eld i. A m a bu arayış y a ln ızca tehlikeler d eğ il, kafa karışıklığı da içeriyordu. "Kendi e fsa n e v i kök en leriyle barışan akıl, insanı sersem letici b içim de e fsa n e y le iç iç e g eçer, kördüğüm olur (...) E fsa n e daha baş tan aydınlanm adır, aydın lanm a ise yen id en m itolojin in için e düşer" (H u yssen s, 1984).
Efsane ya bizi "olum sallığın şek ilsiz evreni"nden kurtaracaktı, ya
46
MODERNtTEDEN
PO STM O DER NtTE YE GEÇİŞ
da, daha program atik bir açıdan, insanın m ücadelesi için yeni bir proje nin itici gücünü oluşturacaktı. M odem izm in bir kanadı, makinada, fab rikada, çağdaş teknolojinin kudretinde y a d a "yaşayan bir makina" nite liğ iy le kentte c isim leşm iş bir akılcılık im gesine başvuruyordu. Ezra Pound dilin makina etkinliğine uygun hale getirilm esi gerektiği yolun daki tezini daha önce ileri sürmüştü. Tichi'nin (1 9 8 7 ) işaret ettiği gibi, D o s P a sso s, Hemingvvay ve VVilliam Carlos W illiam s, birbirlerinden ç o k farklı yazarlar olsalar da, üsluplarına model olarak tam da bu Öner m eyi alıyorlardı. Örneğin W illiam s açıkça şiirin sözcük lerden yapıl m ış bir makina"dan başka bir şey olm adığını savunuyordu. D ie g o Rivera'nın Detroit'teki olağanüstü duvar resim lerinde o kadar büyük bir enerjiyle ele aldığı ve depresyon dönem i A B D 'sinde birçok ilerici du var ressamının leitm otif \ haline gelen tema işte buydu (R esim 1.5). "Hakikat, olgunun anlamıdır." M ies van der R ohe b ö y le diyordu. Bir dizi kültür üreticisi, özellikle 1920’li yılların etkili B auhaus akımı içinde ve çevresinde çalışanlar, toplumsal olarak yararlı am açlar uğru na rasyonel bir düzeni kabul ettirmek üzere harekete g eçm işti. Toplum sal olarak yararlı amaçlar, insanlığın özgürleşm esi, proletaryanın kur tuluşu ve benzeri şeylerdi, "rasyonel" kavramı ise tekn olojik etkinlik ve makinalı üretim aracılığıyla tanımlanıyordu. Le C orbusier'nin slo ganlarından biri, "düzenin tesisi yoluyla özgürlük yaratmak"tı; çağdaş metropolde özgürlüğün ve hürriyetin, rasyonel bir düzenin kurulm asıy la vazgeçilm ez bir bağ içinde olduğunu vurguluyordu. İki savaş arası dönemde modernizm, yüzünü belirgin biçim de p o zitivizm yönü ne çe viriyordu. Viyana Çevresi'nin yoğun çabaları sonucunda, H. D ünya Sa vaşı sonrasında toplumsal düşünce için m erkezi bir ö n em taşıyacak olan yeni bir felsefe tarzı oluşuyordu. M antıksal p o zitivizm , modernist mimari pratiği ile olduğu kadar, teknolojik denetim in c isim le şm esi ola rak kavranan bilimin her tür ilerlem esiyle bağdaşan bir karakter taşı yordu. Evlerin ve kentlerin açık açık "içinde yaşanacak makinalar" ola rak düşünülebildiği bir dönemdi bu. Y ine bu dönem dedir ki, Congress o f International Modern Architects (C IA M - Uluslararası M odern Mi marlar Kongresi) toplanarak 1933 tarihli A tina B ildirgesi'ni kabul edi yordu Bu bildirge, bunu izleyen yaklaşık otuz yıl boyu nca modernist mimarlığın ana çizgilerini tanımlayan belge olacaktır. Modemizmin temel özellikleri konusunda bu kadar k ısıtlı bir bar a ! w 2 VC SUİStİmale açıkth MaJ^ a n ı n , fabrikanın ve terince zenpinh*1^ ^ ^ayatın özelliklerini tanım lam ak için yeZeng,n b,r U l a ş t ı r m a y a tem el o la b ileceğ i fik rin e, moder-
M O D E R N İ T E VE M O D ER Nİ ZM
47
Resim 1.5 Makine miti, iki dünya savacı arasındaki yıllarda, gerçekçi sanatın ya nı sıra modernist sanata da hâkimdi: Thomas Hart Benton in 1929 tarihli "İkti darın Araçları"başlıklı duvar resmi tipik bir örnektir.
nizmin kendi içinden bile güçlü itirazlar yükselm iştir: Chaplin'in A sri Z am a n la rım düşünün. "Kahramanca" m odernizm için sorun basitçe şuydu: bir kez m akina efsanesi terk ed ild iğinde, m odernist projede iç kin "ebedi hakikat" konum una her türlü efsan e yerleşebilirdi. Örneğin Baudelaire'in kendisi, "1846 Sergisi" başlıklı denem esini, "gelecek fik rini bütün farklı biçim leri altında (politik, sınai, sanatsal) gerçekleştir meye" çalışan burjuvalara ithaf etm işti. Schum peter türü bir iktisatçı hiç kuşkusuz bunu yürekten alkışlardı. İtalyan gelecek çileri hız v e enerjiden ö y le sin e büyülenm işlerdi ki, yaratıcı yıkm ayı ve şiddet dolu m ilitarizm i kucakladılar; bunda ö y le ileri gittiler ki, M ussolin i kahramanları haline g eleb ild i. D e C hirico I. D ünya Savaşı'ndan sonra m odernist d en e y c iliğ e ilg isin i yitiriyor ve kökleri klasik gü zellik te olan ticarileşm iş bir sanat arayışı içind e, kud ret sem bolü atlarla sü sled iğ i, kendini narsistik biçim de tarihi g iy silerle resm ettiği yapıtlar yapıyor ve bütün bunlarla M ussolini'nin onayını ka zanıyordu. Pound da, m akina etkin liğine dü şkü nlü ğüyle v e "zekâsız ka labalıklar" üzerinde hâk im iyet kuracak avangard savaşçı şairlere hayranlığıyla, trenlerin zam anında hareket etm esini sağlayabilen bir p olitik rejime (M ussolini'n in rejim ine) derinden bağlandı. Hitler'in mimarı A lbert Speer k la sisist tem alara y eniden hayat kazandırırken m od em izm in
48
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E YE G E Ç İ Ş
estetik ilkelerine istediği kadar saldırsın, yine de, aynen Hitler’in mü hendislerinin ölüm kamplarını inşa ederken Bauhaus tasarımının uygu, lamalarını devralmakta (örneğin bkz. Lane'in 1985 tarihli aydınlatıcı çalışm ası A rchitecture and Politics in Gernıany 1918-1945 [Alman ya'da M imarlık ve Politika, 1918-1945]) gösterdikleri kadar büyük bir acım asızlıkla, modernist mimarlığın birçok tekniğini devralacak ve m illiyetçi amaçlar uğruna kullanacaktı. Teknik-bürokratik ve makina rasyonalitesinin en aşırı biçimlerinde cisim leşm iş olan en son bilimsel m ühendislik uygulamalarını, Ari ırk üstünlüğü ve Anavatan ın kan ve toprağı efsanesiyle birleştirmenin mümkün olduğu görüldü. Zehir sa çan bir "gerici modernizm" işte Nazi Almanyası nda tam da bu yoldan başarıya ulaştı. Bütün bu episod, belirli anlamlarda modernizmden iz ler taşısa bile, diyalektik bir karşıtına dönüşme ya da "doğal" sonucuna ulaşmadan ziyade, Aydınlanma düşüncesinin zaaflarının bir sonucu olarak düşünülmelidir (Herf, 1984: 233). Bu dönem, enternasyonalizmle milliyetçilik, evrenselcilikle sınıf politikası arasında her daim örtülü olarak varolmuş olan gerilimlerin, mutlak ve istikrarsız çelişkilere dönüştüğü bir dönem di. Rus devrimine, sosyalist ve komünist hareketlerin yükselen gücüne, ekonomilerin ve hükümetlerin çöküşüne ve faşizmin yükselişine kayıtsız kalmak zor du. Modemizmin bir kanadı, politik bağlılığı temel alan sanatın hâki miyetine girdi. Gerçeküstücülük, yapımcılık (konstrüktivizm ), sosya list gerçekçilik, her biri proletaryayı kendi yöntem leriyle efsaneleştir meyi hedefliyordu. Ruslar aynı şeyi mimari yapılar aracılığıyla mekâna çizmeye yöneldiler. Avrupa'da bir dizi sosyalist hükümet benzeri bir çabaya girişti: bunun iyi bir örneği, Viyana'da (yalnızca işçilere mes ken olarak değil, aynı zamanda sosyalist kente yöneltileb ilecek muha fazakâr bir kırsal taarruza karşı askeri savunma tahkimatı olarak tasar lanmış olan) Kari Marx-Hoftu. Ama ittifaklar istikrarsızdı. Sosyalist gerçekçilik öğretileri, "yozlaşmış" burjuva modernizmine ve faşist mil liyetçiliğe bir cevap olarak henüz ileri sürülmüştü ki, birçok komünist partisinin benimsediği halk cephesi politikası, proletaryayı yalpalayan orta sınıflarla faşizme karşı birleşik cephede birleştirecek bir araç ola rak milliyetçi sanat ve kültüre yeniden bir dönüşü başlattı. v avangard sanatçı böylesine doğrudan bir toplum sal bağlılı ğa ırenmeye çalışıyor ve daha evrensel mitolojik önerm elerin peşin0 /L T v ,r ZİereuaÇ,I,y0rlardl- T S - E ,iot’ The L a m td t ( Çorak me DotasımZUınUf1 ^ kö§esinden al,nmış imgelerin ve dillerin bir eritP° taSln' u5turuyordu. Picasso ise, y a r a t.d .ğ .n ın yük sek olduğu
MOD ER NİT E VE MODER NİZM
49
bazı dönemlerinde ilkel sanatı (özellikle Afrika sanatını) yağmalamaya Girişiyordu (bunda da yalnız değildi). İki savaş arası yıllarda, toplumu bu denli sorunlu bir dönem de bir biçim de düzlüğe kavuşturabilecek bir mitoloji arayışı insanı umutsuzluğa sürükleyecek boyuttaydı. Raphael (1981: xii), Picasso'nun Guemica'sına. keskin bir eleştiriyle, ama aynı zamanda sem patiyle yaklaştığı çalışm asında ikilem leri şöyle yakalar: P icasso’nun neden g ö sterg elere v e a leg o rilere başvurm aya zorland ığı ş im di yeterince açık olm alı: k ayd etm eye g iriştiğ i bir tarihsel durum karşısındaki mutlak politik ç aresizliği; tikel bir tarihsel o la y ı eb ed i o ld u ğ u d üşün ülen bir ha kikatle karşılaştırm a doğrultusundaki beşer üstü çabası; o la y ın terörü, y ık ıc ılığ ı ve insandışılığını d e n g e lem e k am acıy la um ut v e rahatlam a a şıla m a v e m utlu bir son yaratma arzusu. P ic a sso , G o y a ’nın daha ö n c e g ö rm ü ş o ld u ğ u bir şe y i fark edem em işti: yani, tarihin seyrinin, y a ln ızca tarihsel araçlarla v e y a ln ız c a in sa n lar bir dün yevi gücün ya da ebedi old u ğ u ileri sürülen bir fikrin otom atı gibi d e ğil, kendi tarihlerini b içim len d irecek b içim d e hareket ed erlerse d e ğ iştir ile b ile ceğini.
Ne yazık ki, G eorges Sorel'in (1 9 7 4 ) ilk kez 1908'de yayınlanm ış olan çarpıcı kitabı R eflexions su r la violen ce'da (Şiddet Ü zerine D üşün celer) belirttiği gibi, sın ıf politikası üzerinde tüketici bir g üce sahip o la bilecek efsaneler icat etmek mümkündü. Sorel’in savunduğu tür sendikalizm başlangıçta solun katılımcı ve her türden devlet iktidarına karşı bir hareketi olarak ortaya çıkm ıştı, ama korporatist bir harekete dön üşe rek (19 30’lu yıllarda Le Corbusier gibi birine de çek ici gelm işti) faşist sağın güçlü bir örgütlenm e aracı halini alıyordu. Bunu yaparken, kendi ne özgü köken ve kadiri mutlaklık efsaneleriyle dolu, açık kim liklere ve yakın toplumsal bağlara yaslanan, hiyerarşik bir düzene dayanan ama katılımcı ve başkalarını dışlayan bir cem aat m itolojisine başvura biliyordu. Faşizm in, klasik gönderm elere (m im ari, politik, tarihsel) ne kadar güçlü bir biçim de yaslandığını ve m itolojik anlayışlarını bunlara uygun biçim de inşa ettiğini kaydetm ek oldukça öğreticidir. Raphael (1981: 95) ilginç bir nedene dikkat çeker: eski Y unanlılar "m itolojileri nin ulusal karakterinin hep farkında oldular, Hıristiyanlar ise kendi m i tolojilerine zaman ve mekândan bağım sız bir değer atfettiler." A lm an filozofu H eidegger de N azizm in (uygulam alarına olm asa bile) ilk eleri ne bağlılığını, benzer biçim de, kısm en, evrenselleştirici m akina rasyonalitesinin modern yaşam a uygun bir m itoloji olduğunun reddi üzerin de temellendirir. Bunun yerine, yerde kö k leşm işliğ i ve çevresel olarak belirlenmiş gelenekleri, açıkça sarsıntı içinde olan bir dünyada politik ve toplumsal eylem in tek güvenilir tem eli olarak gösteren bir karşı-
50
MODERNİTEDEN
POSTMODERNİTEYE
GEÇİŞ
m ito lo ji önerir (bkz. III. K ısım ). Politikanın b ö y le s in e her ş e y i yj y u ta n İfsa n e le r in (N a z iz m de te tik le ştir ilm e si m od ernist projenin trajı
y
y
.
*J'
yan,
ranıanlık" ç a ğ ı II. D ü n y a Savaşı'nda çokun tu iç in d e s o n a ererken daha 0 3 ^ k T s a v a ş arası dönem in m odernizm i "kahram anca" a m a felaketle y ü k lü y d ü ; 1945 sonrasında h egem on ık h a le g e le n e v ren sel" ya da "yüksek" m odernizm ise toplum daki hak im ik tid a r m e r k e z le r iy le dah a rahat bir ilişki sergiliyordu. U ygun bir e fs a n e k on u su n d a k i tartış, m a lı arayış zayıflad ıysa bu, sanırım , II. K ıs ım d a g ö r e c e ğ im iz gibj A B D hegem onyasının uyanık b ek ç iliğ in d e y ü r ü y e n F ordist-K eynesçj tem eller üzerinde örgütlenm iş olan uluslararası ik tid ar sistem in in ken disin in göreli bir istikrara kavuşm uş o lm a sın d a n d ı. Y ü k s e k modernist sanat, mimarlık, edebiyat vb., A yd ın lan m a'n ın ile r le m e v e insanlığın kurtuluşu yolunda g elişm e projesinin te k e lc i k a p ita list bir versiyonu nun politik-ekonom ik hâkim iyeti altındaki bir to p lu m d a , siste m in sana tı ve pratiği haline geliyordu. Standartlaşmış bilgi ve üretim koşulları a ltın d a , "doğrusal ilerle meye, mutlak hakikate ve toplum sal d ü zen lerin r a s y o n e l b iç im d e plan lanmasına" inanç, ö zellik le gü çlü idi. O rtaya çık a n m o d e r n iz m , bundan dolayı, "pozitivist, teknoloji m erkezli v e ra sy o n a list" bir karakter taşı yordu; aynı zamanda da, planlam acılardan, s a n a tç ıla r d a n , eleştirmen lerden ve ince zevkin öteki m u hafızlarınd an o lu ş m u ş s e ç k in bir avangardın ürünü olarak kabul ettirilm işti. A v ru p a e k o n o m ile r in in "moder nizasyonu" süratle ilerlerken, uluslararası p o litik a v e tic a r e tin bütün et kileri, geri kalm ış Ü çüncü D ünya'ya c ö m e rt v e ile r ic i bir "modernizas yon süreci" getirdiği iddiasıyla haklı k ılın m a y a ç a lış ılıy o r d u .
Örneğin mimarlıkta, savaşın y ık ın tısın a u ğ ra m ış y a da yaşlanmış kentlerin yeniden canlandırılm ası (yen id en in şa v e k e n tse l yenilenme), ulaştırma sistem lerinin yeniden d ü zen len m esi, fab rik a, hastane, okul, her tür kamu binası yapım ı ve, en az bunlar kadar ö n e m lis i, huzursuz luk potansiyeli taşıyan bir işçi sın ıfı için y eterli k o n u t in şa sı çabasında, CIAM'ın, Le Corbusier'nin ve M ies van der R o h e ’nin fik irleri hâkimiyetini sürdürüyordu. G eriye bakıldığında, o rtaya ç ık a n m im arlığın, bir ir in düşkün büyük şirk etler v e d e v le t kuruluşlun mfı ic T n T l' ?v e prestij imai ları yaratırk en , bir y a n d a n da işçi * modernist k o n T 85013 Ve 'nsan' ^ tan Çıkm a sim g e le r i" h aline gele" 1984: 14- F r a m n r o ^ îo ^ Ürettiğ |ni «ten sü rm ek k o la y d ır (H a y * * *
r İlişki,ere
’ r3mpt0n’ ,98°)- Gelgelelim, şayet savaş ertesi g e l i ş i 1”
M ODERNİTE VE M ODERNİZM
51
ve p o litik -ek o n o m ik istikrarın ku ru luşunu n ik ilem lerin e kap italist çer çeve için d e ç ö z ü m b u lu n a ca k id iy se , inşaat sektörünün sa n a y ile şm e si nin ve bir tür g e n iş ö lç e k li p la n la m a n ın yanı sıra, y ü k se k sürate d a y a nan ulaştırm ayı v e y ü k se k y o ğ u n lu k lu g e liş m e y i o la n a k lı kıla ca k tek nikler üzerin d e ç a lışılm a sın ın g e r e k li o ld u ğ u da ileri sü rülebilir. B u ba kım lardan y ü k se k m o d ern izm o ls a o ls a fa z la s ıy la b aşarılı sa y ılm a lıd ır.
B ana ö y le g e liy o r ki, y ü k se k m o d e m iz m in a sıl ters y ü z ü , in sa n lığ ın bütün ö z le m le rin i c isim le ştir m e y e y e te rli bir e fs a n e olarak etk in m ak inaya tap ınm anın y e n id e n su ü stü n e ç ık m a sı b iç im i a ltında, te k e lc i b ü rokratik iktidar v e ra sy o n a lite n in g iz lid e n g iz liy e k u tsa n m a sın d a y a tı yordu. M im arlıkta v e p la n la m a d a bu, s ü sten v e k iş is e lle ş m iş tasarım dan kaçınm a b iç im in d e o rta y a ç ık ıy o r d u . (B u ö y le nok talara varıyordu ki, toplu kon utlarda kiracıların k iş is e l ih tiy a ç la rın ı k a rşıla m a k ü zere ç evreyi d e ğ iştir m e le rin e izin v e rilm iy o r d u ; L e C o rb u sier'n in y a p tığ ı Pavillon S u iss e adlı ö ğ r e n c i y urdu nda, m im a r e ste tik n e d e n le r le p erd e tak ılm asına izin v e rm ed iğ i için ö ğ r e n c ile r y a zla rı p işiy o r la r d ı.) A y n ı zam anda, d e v a sa m ekân v e p e r sp ek tifle r e , b ir ö r n e k liğ e v e (L e C o r b u si er'nin eğrilere gö re her za m a n ü stün o ld u ğ u n u b u y u rd u ğ u ) d ü z ç iz g ile r e bir tutkunun h â k im iy e ti a n la m ın a g e liy o r d u bu. G ie d io n 'u n ilk k e z 1 9 4 1 ’ de yayın lan an S p a c e , T im e a n d A r c h ite c tu r e (M e k â n , Z a m a n v e M i m arlık) b aşlık lı kitabı, bu a k ım ın İ n c ili o la c a k tı. J o y c e , P ro u st, E lio t, Pound, L a w re n c e , F a u lk n er g ib i b ü y ü k m o d er n ist y a za rla rın , bir z a m anlar y ık ıc ı, a n la şılm a z y a d a tik sin d ir ic i b u lu n m u ş o la n y a p ıtla rın a , sistem tarafından el k o n u lu y o r , y a za rla r ü n iv e r s ite le r d e v e b ü y ü k e d e b i d ergilerd e a z iz m e r te b e sin e y ü k se ltiliy o r d u . G uilbaut'nun H o \v N e w Y o rk S to le îh e I d e a o f M o d e m A r t ( 1 9 8 3 , N e w Y ork M od ern S a n a t F ikrini N a s ıl Ç a ld ı) k ita b ın d a a n la ttığ ı h ik â ye, başk a şe y le r in y a n ı sıra o r ta y a k o y d u ğ u ç e ş itli iro n iler d o la y ıs ıy la , bu nok tada ç o k ö ğ r etic id ir . I. D ü n y a S a v a şı'n ın a ç tığ ı yaralar g ib i, II. D ü n ya S a v a şı'n ın v e H ir o ş im a -N a g a z a k i d e n e y im in in ya ra ttığ ı tra v m a nın da, g e r ç e k ç i bir ü slu p la ö z ü m s e n m e s i v e te m s il e d ilm e s i gü çtü ; R othk o, G o ttlie b v e J a c k so n P o llo c k g ib i ressa m la r ın s o y u t d ışa v u r u m c u lu ğ a d ö n ü şle r i, b ilin ç li b iç im d e bu ih tiy a c ı y a n sıtıy o r d u . A m a y a p ıt ları tü m ü y le farklı n e d e n le r le ö n e m k a z a n a c a k tı. H er ş e y d e n ö n c e , fa şizm e karşı m ü c a d e le , B a tı kü ltür v e u y g a r lığ ın ı barbarlık tan k o r u m a nın m ü c a d e le s i g ib i su n u lu y o r d u . F a ş iz m tarafın dan b elir tik o larak r ed d e d ilen u lu slara ra sı m o d e r n iz m , A B D 'd e " g en iş v e s o y u t o la ra k ta n ım anan kültür k a v r a m ıy la iç iç e g e çti" . S o ru n şu yd u : ulu sla ra ra sı m o d e r n izm , g e r ç e k ü s tü c ü lü k , y a p ım c ılık (k o n str ü k tiv iz m ) v e s o s y a lis t g e r-
*
0 E C IS
m o d e r n it e d e n
Dniiıikamn böylesine her şeyi y iy ip m itoloji önerir (bkz. III. K ısım ^ Poh üretjmj a ra cı| lg ly la e s _ yutan efsanelerin (N azizm de bunlard feu trajjk y a n _ „ k a h e
tetikleştirilmesi modernist projenin j ramanlık" çağı II. Dünya Savaşında çok
s()na e rerk en da[)a
aşikâr hale geldi. j „ nİ7mi "kahramanca" a m a fe la k e tle İki savaş aras, dönemin ge|en "evrensel" y a da yüklüydü; 1945 sonrasındaı h g m erkezle riy le çok
d a
"yüksek" modernizm d a h a r a h a t bir dışkı sergi ıy
'V ^uU yJnbirefsane konusundaki ta rtışKısım'da g ö receğ im iz g ib i,
malı arayış zayıfladıy . bekçili’ğ inde yürüyen F o rd ist-K ey n e sçi ABD hegem onyasının^uyam k^ çdıg^^ ^ ^ d i S g ö m l i b i h S a r a kavuşmuş olm asından* Y üksek m o d e rn ist sZ Z arlık, edebiyat vb., Aydınlanma'nm derlem e ve in san lığ ın urtuiuşu yolunda gelişme projesinin tekele, kapitalist b ir v e rs iy o n u nun politik-ekonomik hâkimiyeti altındaki bir toplumda, sistem in san a ti ve pratiği haline geliyordu.
Standartlaşmış bilgi ve üretim koşullan altında, do ğ ru sal ile rle meye, mutlak hakikate ve toplumsal düzenlerin rasyonel b içim d e p la n lanmasına" inanç, özellikle güçlü idi. Ortaya çıkan m odernizm , b u n d a n dolayı, "pozitivist, teknoloji merkezli ve rasyonalist” bir k a ra k te r ta ş ı yordu; aynı zamanda da, planlamacılardan, sanatçılardan, e le ş tirm e n lerden ve ince zevkin öteki muhafızlarından oluşmuş seçk in b ir av an gardın ürünü olarak kabul ettirilmişti. Avrupa ekonom ilerinin " m o d e r nizasyonu" süratle ilerlerken, uluslararası politika ve ticaretin b ü tü n e t kileri, geri kalmış Üçüncü Dünya’ya cömert ve ilerici bir " m o d e rn iz a s yon süreci" getirdiği iddiasıyla haklı kılınmaya çalışılıyordu. Örneğin mimarlıkta, savaşın yıkıntısına uğramış y a d a y a şla n m ış kentlerin yeniden canlandırılması (yeniden inşa ve kentsel y e n ile n m e ), u aştırma sistemlerinin yeniden düzenlenmesi, fabrika, hastane, okul
luk E
S
yaÇımı ve’ en az bunlar kadar önemlisi, huzursuz-
C m T ^ r T an b,rİŞÇİ Sln,fl İçin * eter,i konut in^ ı çabasında, Mies van der Rohe'nin fikirleri hâkimiyandan halkla ilişkile r e kn 'Çinkusursuz iktidar ve presti Mm u nıfı -Çin "yabancılaşma ve i n s a n
"î.0 3 ■
Ç' k a n m im a r ll S " i . b ir
şırk et,er v e d e v l e t k u r u lu ş la r ı l ı k ^ l ^ 6"’ b ir y a n d a n d a ç ,k m a
sl‘
s im g e le ri"
•14'Frampton, 1980). GeleelV^1 SÜrmek b a y d ır (Huyssens, e im, şayet savaş ertesi gelişmenin
M OD ER NİTE VE MODERNİZM
51
litik-ekonom ik istikrarın kuruluşunun ikilem lerine kapitalist çer çeve iç in d e çözü m bulunacak id iy se, inşaat sektörünün sa n a y ileşm esi n d e bir tür gen iş ö lç e k li planlam anın yanı sıra, yük sek sürate dayanân ulaştırmayı ve y ük sek yoğun luklu g e lişm e y i olanaklı kılacak tek n ik ler ü z e r in d e çalışılm asının gerekli olduğu da ileri sürülebilir. Bu ba k ım la rd a n yüksek m odernizm o lsa o lsa fa zla sıy la başarılı sayılm alıdır. Bana ö y le geliy o r ki, yük sek m o d em izm in asıl ters yüzü, insanlığın biitün özlem lerini cisim leştirm ey e yeterli bir efsan e olarak etkin m akinaya tapınmanın yeniden su üstüne çıkm ası b içim i altında, tekelci bü rokratik iktidar ve rasyonalitenin g izlid en g iz liy e kutsanm asında y atı yordu. M imarlıkta ve planlam ada bu, süsten ve k işiselleşm iş tasarım dan kaçınma biçim inde ortaya çıkıyordu. (B u ö y le noktalara varıyordu ki toplu konutlarda kiracıların k işisel ihtiyaçlarını karşılam ak üzere çevreyi değiştirm elerine izin verilm iyordu; L e C orbusier'nin yaptığı Pavillon S u isse adlı öğren ci yurdunda, m im ar estetik n edenlerle perde takılmasına izin verm ed iği için ö ğ ren ciler yazları p işiyorlardı.) A y n ı zamanda, devasa m ekân v e perspektiflere, birörnekliğe ve (L e C o rb u si er'nin eğrilere göre her zam an üstün olduğunu buyurduğu) dü z ç iz g ile r e bir tutkunun hâkim iyeti anlam ına geliyordu bu. G iedion'un ilk kez 1 9 4 1 ’ de yayınlanan S p a c e , Tim e a n d A rc h ite c tu r e (M ekân, Z am an v e M i marlık) başlıklı kitabı, bu akım ın İncili olacaktı. J o y ce, P roust, E lio t, Pound, L aw rence, Faulkner gibi büyük m od ernist yazarların, bir z a manlar yıkıcı, anlaşılm az ya da tik sin dirici bulunm uş olan yapıtlarına, sistem tarafından el konuluyor, yazarlar ün iversitelerd e ve bü yük ed eb i dergilerde aziz m ertebesin e y ü k seltiliy o rd u . Guilbaut'nun H o w N e w York S to le îhe Id ea o f M o d e rn A r t (1 9 8 3 , New York M odern Sanat Fikrini N a sıl Ç a ld ı) kitabında anlattığı h ik â ye, başka şeylerin yanı sıra ortaya k o y d u ğ u ç eşitli ironiler d o la y ısıy la , bu noktada çok öğreticidir. I. D ü n y a S avaşı'nın a çtığ ı yaralar g ib i, II. Dünya Savaşı'nın ve H iro şim a -N a g a za k i d en e y im in in yarattığı travm a nın da, gerçekçi bir ü slu p la ö z ü m se n m e si v e tem sil e d ilm e s i güçtü ; Rothko, G ottlieb ve Jack son P o llo c k g ib i ressam ların so y u t d ışa v u ru m culuğa dönüşleri, b ilin ç li b iç im d e bu ih tiy a cı ya n sıtıy o rd u . A m a y a p ıt ları tüm üyle farklı n ed en le r le ö n e m kazanacaktı. H er ş ey d en ö n c e , fa şizm e karşı m ü cad ele, B a tı kültür v e u y g a rlığ ın ı barbarlıktan koru m a nın m ü cad elesi gib i su n u lu yord u . F a şizm tarafından b elirtik olarak red dedilen uluslararası m o d ern izm , A B D 'd e "geniş v e so y u t olarak ta n ım anan kültür k avra m ıy la iç iç e g eçti" . Sorun şuydu; uluslararası m o d ermzm, g erçek ü stü cü lü k , y a p ım c ılık (k o n strü k tiv izm ) v e s o s y a lis t g er-
çekçilik aracılığıyla. I930V* miş, hatta propagandızme kaymış . luğun yükselişi ile başlayan depo J zasyonun politik ve kültürel hâkrnng 9 de bir silah olarak benimsenmesi yeterince yabancılaşma ve kayg
y
soyul d ışav u ru m c u ironik biçim de, moderniR savaş m ü cad elesin sj o)du B u ak lm ln sanatl dü şjddet do| u p a rç alan m a diyordu (bütün bunlar elbette
y, ve yaratıcı yıkmayı ifade hürriyetine, zinde nükleer çağa uygundu), y bağlılığının mükemmel bir tim sali bireyciliğe ve kadar hüküm sürsün, olarak kullanılabilirdi. M t t t r t J c , baskı iste ^ rafından tehdit edilen b"ir dünyada Amerika’nın liberal ideallerin kalesi olduğunu kanıtlıyordu. Bu tuhaf tersine dönmede daha da çapraşık bır veçhe vardı. Gottlieb ve Rothko 1943'te şunları yazıyorlardı B uğun ar tık Amerika bütün dünyanın sanatçılarının buluşması gereken yer ola rak kabul edildiğine göre, gerçekten küresel bir düzeyde oluşacak kül türel değerleri benimsemenin vakti gelmiştir. Bunu yaparken trajik j ve zamandışı" bir efsane arayışına girdiler. Efsaneye yapılan bu çağrı pratikte "milliyetçilikten enternasyonalizme, ardından da enternasyo nalizmden evrenselciliğe" hızlı bir geçişi mümkün kıldı (Guilbaut, 1983; 174) Ancak, başka yerlerde (en başta Paris'te) süregitm ekte olan modernizmden farklılaşabilmek için, "yaşayabilir bir modern esteti ğin" Amerikan hammaddesinden üretilebilmesi gerekiyordu. A m eri ka’ya özgü olan şeyler, Batı kültürünün özü olarak kutsanmâlıydı. Bu da liberalizmin, Coca Cola'nın, Şevrolelerin, dayanıklı tüketim mallanyla doldurulmuş bahçeli evlerin yanı sıra, soyut dışavurum culukla y a pıldı. Guilbaut (s. 200) şu sonuca varır: "Artık politik bakımdan 'tarafsız' bireyciler haline gelmiş olan [avangard sanatçılar], yapıtlarında,
ve sister ,PT , h" ine getirilecek de£erleri d>le getirdiler; bunun sonucu, M İ" 2 - Sald'rgan b'r Mberal ideol°j'yedönüşm esi oldu." biçimde özürnlf611!"1? »Ul b‘r ‘ÜrÜnÜn resmi sistem 'deolojisince bu lan™,tindeku ™ı ' 7 ik,İdan Ve kü,türel em peryalizm bağrafından ısrarla belirtlle^h1"1 ameson ('984a) ve Huyssens (1 9 8 4) tayorum. Bunun anlamı şuydu-Vod'" VUrgUİanmasını î ok önem li bulupolitik başkaldırının yanı sırı n’lzmın a h in d e ilk kez, "ilerici" dernizmin kendisinin güçlü bir v“ VE kültürel başkaldırının da m o nizm gerici ve "gelenekçi", ^onuna yöneltilmesi gerekiyordu. gelenekçi herhangi bir ideolojiye karş, devrim daha sonra politikacılar tarafından özümsenecek, kullanılacak
M ODERNİTE VE MODERNİZM
53
ci bir panzehir olarak cazibesin i yitiriyordu. Sistem e bağımlı sanat ve aydınların kültürü, hâkim bir seçkinler grubunun öylesine kapalı bir av lanma alanı haline geldi ki, o çerçeve içinde (örneğin perspektivizm in yeni biçim leriyle) d eneyler yapm ak artan ölçüde güçleşti. Bunun istis nası sinem a gibi göreli olarak yeni estetik alanlardı (burada Orson W elles'in C itizen K an e [Y urttaş K a n e ] film i gibi yapıtlar birer klasik olarak kabul edilm eye başlandı). Daha da kötüsü, ö y le görünüyordu ki sistem e bağlı sanat ve aydınların kültürü, tekellerin ve devletin iktidarını ya da "Amerikan rüyası"nı hep kendi ekseninde dönen birer efsane olarak yü celtmekten başka bir şey yapam ayacaktı; bu da Baudelaire'in form ülasyonunda insanlığın özlem leri ve ebedi hakikatten yana duyarlılık bakı mından bir boşluk getirm ekten başka bir şey dem ek değildi. 1960’h yılların karşı kültür hareketleri ve m odernizm karşıtı akım ları, hayata gözlerini işte bu bağlam da açtılar. Kurum sallaşmış iktidar, yekpare tekeller, devletler ve başka biçim ler (ve bu arada bürokratikleş miş politik partiler ve işçi sendikaları) tarafından üretilen, bilim sel o la rak tem ellendirilm iş teknik-bürokratik rasyonalitenin baskıcı ö z ellik le rine düşman olan bu karşı-kültürler, kendine özgü bir "yeni sol" politika zemininde, anti-otoriter davranış kalıpları (m üzikte, giyim de, dilde, ya şam tarzında) put kırıcı alışkanlıklar v e günlük yaşam ın eleştirisi aracı lığıyla bireyselleştirilm iş kendini gerçekleştirm e alanları üzerinde du ruyorlardı. Ü niversitelerde, sanat kurumlarında, büyük kent yaşam ının kültürel varoşlarında yuvalanan bu akım , 1968'in dünya çapındaki ç a l kantısı esnasında en yü k sek ifad esini Şikago, Paris, Prag, M ek sik o, Madrid, T okyo ve B erlin kentlerinde bulan dev bir isyancılık dalgasıyla doruğuna ulaşıyordu. Sanki m od em itenin evrensel iddiaları, liberal ka pitalizm ve em p ery a lizm le birleşerek, o kadar büyük bir başarıya ulaş mıştı ki, yük sek m odernist kültürün h egem onyasına karşı ko zm o p o lit, ulusüstü, kısacası küresel bir direniş hareketinin maddi ve politik te mellerini yaratm ıştı. Her ne kadar, en azından kendi terim leriyle dü şü nüldüğünde, bir başarısızlık olarak n itelen m esi gerekirse de, yine de 1968 hareketinin, daha sonra ortaya çıkacak olan postm od ernizm e d ö nüşün kültürel ve politik habercisi olarak görülm esi gerekir. Ö y le y se, 1968 ile 1972 arasında bir noktada, postm odernizm in, 1960'h yılların m odernizm karşıtı hareketinin kozasından çıkarak, henüz tutarsız da o l sa olgun laşm ış bir hareket olarak b elirdiğin i görüyoruz.
Postmodernizm
Son iki onyıl boyunca "postmodernizm" öylesine çalışm alı fikirlerin ve politik güçlerin savaş alanı haline geldi ki, artık görm ezlikten g elin e mez kavramla mutlaka boğuşulması gerekir. PRECIS 6'nın editörleri (1987) şöyle diyorlar: "Gelişmiş kapitalist ülkelerin kültüründe, derin bir haleti ruhiye değişimi yaşanmıştır." Sanırım günüm üzde ço ğ u insan Huyssens'in (1984) daha temkinli önermesine karşı çıkm ayacaktır: Bir düzeyde son zamanların geçici hevesi, reklam taktiği ya da içi b o ş g ö s terisi gibi görünen şey, Batı toplumlannda ağır ağır belirm ekte o la n b ir kültürel dönüşümün, bir duyarlılık değişim inin parçasıdır. "Postmodern" ter im i, h iç o l mazsa şimdilik, bu değişimi ifade etmek için bütünüyle yeterlidir. S ö z k o n u su dönüşümün doğası ve derecesi tartışılabilir, ama dönüşüm ün k e n d isin in varlığı tartışmasızdır. Yanlış anlaşılmasın, kültürel, toplum sal ve e k o n o m ik d ü z e n le r de toptan bir paradigma değişimi yaşandığını iddia etm iyoru m ; b u n a b en zer herhangi bir iddia, açıktır ki, şişirilmiş olacaktır. A m a kültürüm üzün ö n e m li bir kesiminde, duyarlılıkta, pratikte ve söylem oluşum unda g ö z le g ö r ü le b ilir bir değişim yaşanıyor. Bu değişim, bir dizi postmodern va rsa y ım ı, d e n e y im i ve önermeyi daha önceki dönemden ayınr.
Örneğin mimari,k alanmda, Charles Jencks modem izmin sonunun ve va«,m° er,mte^e sembolik tarihini, Le Corbusier'nin "modern r
“ 2 kazanmı§ 1bir versiy ° nu ° la". s t. L o u is 'd e k ,
lar için'otum hnm T oklarının' l.çinde yaşayan düşük gelirli insanuçurulduğu 15 T e m m u V l^ 0İ“ U gerekî esiy |e dinam itle havaya böyle, CIAM'ın Le Cnrhn • ■gUnU Saat 15:^
varilerinin fikirleri çeşitli olanın"
0 |arak verir. Bundan
^•'XÜksekmodernizm"in öteki ha-
yacakt,. Bu olanaklar arasında Venturi ^ ' karŞ1Smda y e n i|g«ye uğra-
■ venturı, Scott Brovvn ve Izenour'un
POSTMODERNİZM
55
m in g fr ° m L as Ve8 a s m da (1 9 7 2 , Las V eg a s’tan Öğrenm ek) ön e sürü lenler, önde gelen açılım lardan biriydi. Bu çalışm anın amacı, başlığının da belirttiği gibi, mim arların, popüler ya da g elen ek sel çevrelerin (sözli i "aitkenf'lerin* [su b u rb ] v e ticari bölgelerin) incelenm esinden, sout teorik, doktriner birtakım ideallerin peşinde koşmaktan öğren ecek l e r i n d e n daha çok şey ö ğ ren eb ileceklerini vurgulam aktı. Yazarlar, m i marlığın, büyük harfle İnsan için değil, sıradan insanlar için yapılm ası ektiğini belirtiyorlardı. Paris'ten T o k y o ’ya, Rio'dan M ontreal'e her kentsel çevrenin üzerinden bir silindir gibi g eçm esi kader gibi görünen cam oökdelenler, beton bloklar, çelik kalaslar, ve en başta her tür süsü suç her tür b irey ciliğ i a şın du ygusallık, her tür rom antizm i kitsch gibi gören anlayış, yerini sü slen m iş yüksek bloklara, im itasyon ortaçağ meydanlarına ve balıkçı kasabalarına, sipariş üzerine yap ılm ış ya da g e leneksel konut yapım ına, y en ilen m iş fabrika v e ambarlara, ve yeniden kullanıma kazandırılm ış her tür çev rey e bırakıyordu. Her şey , daha "tatminkâr" bir kentsel çevre yaratma adına yapılıyordu. B u arayış o denli popüler hale g elm iştir ki, Prens Charles gibi önem li bir şahsiyet, savaş sonrası kentsel yeniden inşa politikasının ve m üteahhitlerin, D . Dünya Savaşı sırasında Luftvvaffe’nin saldırılarının yarattığından daha büyük bir yıkım a y o l açan faaliyetlerinin yanlışlarını sert b içim d e kına yarak tartışmaya ağırlığını koym uştur. Planlama çevrelerin de de benzer bir evrim i yakalayab iliriz. D o u g las Lee'nin etkili m akalesi "Geniş Ö lçekli Planlam a M od elleri İçin Ağıt", J ournal o f th e A m e ric a n Institu te o f P la n n e rs dergisinin 197 3 ’te yayınlanan bir sayısın d a çıktı. Yazar, 1960'lı yılların, m etropol b ö lg eler için geniş ö lçek li, kap sayıcı ve bü tünleşm iş planlam a m od elleri g e liş tirme çabalarını (bu planların birçoğu, bilgisayara dayanan m atem atik m odelleştirm enin o günün koşullarında m üm kün k ıld ığ ı ö lç ü d e titiz b i çimde hazırlanm ıştı), n afile bir gayret olarak n iteliy o r v e, sonradan doğrulanacağı g ib i, bu tür planlam anın sonunu öngörüyordu. B undan kısa bir süre sonra, 13 H aziran 1976 tarihli N e w York T im es g a z etesi, 1960'lı yıllarda m od ernist kent p lan lam asının ruhsuz günahlarına karşı şiddetli bir saldırı d ü ze n le y e n radikal planlam acıların (v e en başta il ham kaynağı Jane Jacobs'ın) bakışını "hâkim görüş" olarak niteliyord u. * altkent (suburb): Am erika B irleşik D evletleri’nde esas olarak II. D ünya Sava şından sonra gelişen, müstakil evlerin hâkim mimari biçim i oluşturduğu, genellikle an cak özel otom obille ulaşılabilen, üst ve orta sınıftan beyaz nüfusun çoğunlukta olduğu, kendine özgü oldukça muhafazakâr bir yaşam tarzına sahip yerleşim birimlerine verilen
sss^ ss^ gs to u T k ü ç ü k şeylere."
alanda k a n ıtla m a k m ü m k ü n d ü r
Bu lür bir değişim i bir I
m rJjm t om anın ö z e lliğ i, " e p
McHale'e (1987) göre, P05® ”^ , o lm a sld ,r. K a stettiğ i d e ğ i ş i m , m o alanından "ontoloji" alam nakay ş erçek liğ in a n la m ım d a h a iyi demiştin, karmaşık ama yine de^ tek“ | o la ra k , ra d ik a l b iç im d e kavramasına iz n veren P=rsPe^ var0|abiıeCe ğ in e , b ir b ir in e d e ğ e b ifarklı gerçekliklerin nas.l b.r arad ^ p )a n a ç lk ış l y ö . leceğine ve iç işe g e9eb ,leceg nündekideğişimdir. Kurgu
le b ^
R Ş
arasındaki s ın ır b u n u n so n u -
| enıjst
cunda bayağı bayağı kaybolu .p
kahram anlarl ço.
k a n ştırm ış g ib id ir le r v e bu
ğu zaman hangi dünyada bulundukl mm t e g m dünyayla nasıl bır ‘' ^
ne g
B o,
ktif sorununu o t o b iy o g r a f iy e in d ir-
S3»5fe«sK XSî Bugünün şaşkın beni mi; dününkı m ı, unutulm ş , y lem ez?"
Soru işaretleri her şeyi anlatıyor.
.
.
.
, gf:g
Felsefede, yeniden canlanan bir Amerikan pragmatizminin 1968 sonrasında Paris'e vuran bir post-Marksizm ve post-strukturalızm da gasıyla iç içe geçmesi, Bernstein'm (1985: 25) "hümanizme ve Aydınlanma mirasına karşı bir gazap" adını verdiği gelişmeyi yarattı, u ge lişme soyut aklın sert biçimde reddine ve insanlığın evrensel kurtu uşu nu teknolojinin, bilimin ve akim seferberliğine dayandıran her tür pro jeye karşı bir nefrete dönüştü. Burada da Papa II. Johannes Paulus gihı önemli bir şahsiyet tartışmaya postmodernizmin yanından giriyordu. Papa, "Marksizme ya da liberal laikliğe, bunlar geleceğin akımları ol dukları için değil, 20. yüzyılın felsefeleri çekim güçlerini yitirdikleri, günlerini doldurdukları için saldırıyor," diyor, Paoa'ya yakın bir teolog
POSTMODERNİZM
57
I n Rocco Buttiglione. Günümüzün manevi krizi Aydınlanma düşün cesinin bir krizidir. Çünkü Aydınlanma gerçekten de insanın kendini "bireysel özgürlüğünün üstünü örten ortaçağ geleneğinden ve cemaa tinden" özgürleştirmesine izin vermiş olabilir, ama bu düşüncenin "Tan r ıs ız bir benlik" iddiası, sonunda kendi kendini yadsıyacaktı; çünkü bir n c olan akıl, Tanrı'nın yokluğunda, herhangi bir ruhsal ya da ahlaki amaçtan yoksun kalacaktı. Şayet tensel arzu ve iktidar "aklın ışığını geeksinmeksizin keşfedilebilecek yegâne değerler" ise, o zaman akıl baş kalarına boyun eğdirmek için basit bir araç haline gelm ek zorunda ka lırdı (Baltimore Sun, 9 Eylül 1987). Postmodern teolojik proje, aklın kudretini terk etmeksizin, Tanrı’nın hakikatini yeniden ileri sürmektir. Galler Prensi ve Papa II. Johannes Paulus gibi şöhretli (ve ortayolcu) şahsiyetler postm odem ist retoriğe ve akıl yürütmeye girişiyorlarsa, 1980'li yıllarda "haleti ruhiyede" meydana gelen değişikliğin önemi ko nusunda pek az kuşku duyulabilir. Ama yeni "haleti ruhiye"nin ne içer diği konusunda hâlâ bol bol kafa karışıklığı var. Modernist duyarlılık zayıflamış, yapıbozumuna (d econ struction) uğramış, aşılm ış ya da kısa devreye gelm iş olabilir, ama onun yerini almış olan düşünce sistem leri nin iç tutarlılığı ya da anlamı konusunda pek az kesinlik var. Bu tür bir belirsizlik, varlığı konusunda herkesin hemfikir olduğu değişim i değer lendirmeyi, yorumlamayı ve açıklamayı tuhaf bir biçim de güçleştiri yor. Sözgelişi postmodernizm modernizmden radikal bir kopuşu mu temsil eder yoksa yalnızca m odem izm in içinde, diyelim M ies van der Rohe’nin mimarisinin ya da m inimalist soyut dışavurumcu resmin be yaz satıhlarının sim gelediği bir tür "yüksek modernizm"e karşı bir baş kaldırı mıdır? Postm odernizm bir üslup mudur (eğer ö y ley se öncülerini Dada'ya, N ietzsche'ye, hatta, Kroker ve C ook’un [1986] tercih ettiği gi bi, 4. yüzyılda St. Augustine'in İtiraflar'ına kadar geri götürm em iz ga yet makul olur), yoksa dönem leştirm eye sıkı sıkıya bağlı bir kavram mı (bu durumda da 50'li yıllarda mı, 6 0 ’lı yıllarda m ı, 70'li yıllarda mı baş ladığını tartışabiliriz)? Her tür üst anlatıya (M arksizm , Freudculuk ve Aydınlanma düşüncesinin her türü dahil) karşı m uhalefeti, hep sustu rulmuş olan "başka seslere" ve "başka dünyalara" (kadınlara, eşcin sel lere, siyahlara, kendi tarihleri olan söm ürgeleştirilm iş halklara) göster diği yakın ilgi dolayısıyla devrim ci bir potansiyeli var mıdır? Y oksa modemizmin ticarileştirilm iş ve evcilleştirilm iş bir versiyonu mudur, onun "her şeyin mübah olduğu" bir la is s e z fa ir e piyasası eklektizm ine yönelik zaten deşifre olm uş özlem lerinin indirgenm iş bir hali midir?
58
M O D E R N İT E D EN P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç t Ş
B u durumda, yeni muhafazakâr politikanın altını mı kazar, y o k sa onun la bütünleşir mi? N ihayet postmodem ızmm y ük selişim kapitalizm in köklü bir biçim de yeniden yapılanmasına, bir "post-endustrıyel" (Sanayi-sonrası) toplumun ortaya çıkışına bağlayacak m ıy ız, hatta onu (N e v m a n ve Jameson'ın dediği gibi) " en fla sy o n * bir çagın sanat," ya da "geç kapitalizmin kültürel mantığı" olarak görecek m ıy ız . Hassan'ın (1975 1985; bkz. Tablo 1.1) m odernizm ve postm od er nizm arasındaki farklara ilişkin hazırladığı döküm e bir g ö z atarsak, öy le sanıyorum ki, bu zor sorularla başa çıkma konusunda bir başlangıç yapmış olacağız. Yazar, postmodernizmin m oderniteye karşı hangi ba kımlardan bir tepki olarak nitelenebileceğini göreb ilm ek için üsluba ilişkin bir dizi karşıtlık bulur. "Niteleneceğini" değil " n itelen eb ileceği ni" diyorum, çünkü hem modern, hem de postmodern d ö n em lerd e du yarlılığın hakiki durumu, gerçek "haleti ruhiye" hem en hem en kesin olarak bu üsluba ilişkin karşıtlıkların hangi tarzda bir sen te ze ulaştırıl dığına bağlı olduğuna göre, karmaşık ilişkileri basit kutuplaşm alar ola rak sunmayı tehlikeli buluyorum (Hassan da aynı kanıda). Y in e de, Hassan'ın tablosunda sunulan şemanın yararlı bir b aşlan gıç noktası oluşturduğunu düşünüyorum. Dilbilim, antropoloji, felsefe, retorik, siyasal bilim , teo lo ji g ib i çok çeşitli alanlara başvuran bu tabloda üzerinde düşünülm esi g erek en bir çok şey var. Hassan daha baştan ikiliklerin kendisinin ne denli gü v en il mez ve ikircikli olduğuna işaret ediyor. Yine de burada farkların ne ola bileceği konusunda bize bir sezgi kazandıracak pek ço k şey var. Örne ğin, "modernist" kent planlamacıları, gerçekten de, b ilin çli olarak bir kapalı biçim tasarımı aracılığıyla, metropol üzerinde bir "bütünsel lik olarak hâkimiyet kurmayı hedeflerken, p ostm od ern istler kentsel ^, anarşi ve aegişım ın bütünüyle "açık" durumlarda "oyun" < na ı ı denetlenemez ve kaotik" bir şey olarak görm e eğilim in dedir] Modernist" edebiyat eleştirmenleri gerçekten de yapıtlara bir "tür* S
î
ak bakmaya ve anları bu türün "sınır", için d e g e çe r li o]
ÜSİUD bil-
a uy^ un biçim dey ars ılamay a eğ ilim liy k en , "postm odeı
m n eS
' ; kendr
ÖZgÜ bİr "ret0rik" ve " id iy o le k t^ sa h ip ol herhangi bİr ba5ka "metin" ile k a rşd aşt.n
rer karikatür olabilir an? g0rmektln Hassan ın kurduğu k arşıtlık lar I nız alın, b u n l a î f C İ U nnUmÜf " ha"gi düşünsel fa a liy etin i a lın Şimdi bunların birkaçım h 1° ° a a f i s i n i derhal tanıyacaksın: mayaçalışacağım. ’ * ettlklen aynntı zen g in liğ i iç in d e e le i
POSTMODERNİZM
59
Tablo 1 .1 M odernizm ile postm odernizm arasında şem atik farklar moderrıizfn rom antizm /S im g ecilik
form (birleştirici, kapalı) amaç tasan m hiyerarşi hâkimiyet / logos sanat nesnesi / bitmiş yapıt mesafe yaratma/b ütünselleştirm e/sentez mevcudiyet merkezlenme tür/sınır semantik paradigma hipotaksi m ecaz
seçme kök/derinlik yorum/okuma gösterilen okunaklı (okuyucuvari) anlatı/büyük tarih ana kod belirti
tür tenasül uzuvları /fa llik paranoya
p o stm o d e rn izm parafızik / D adacılık antiform (ayırıcı, açık) oyun rastlantı anarşi tükenme / sessizlik süreç / performans / happening katılım yaratmayı im ha/yapıbozum /antitez yokluk dağılm a metin / metinlerarası retorik sentagm a parataksi m ecazı mürsel bileşim rizom / yüzey yoruma karşı / yanlış okum a gösteren yazılabilir (yazarvari) anlatı karşıtı / küçük tarih idiyolek t (k işisel dil) arzu m ütasyona uğram ış ço k -b içim li / androjin şizofreni
köken/neden Tanrı Baba
fark-fark / iz
rnetafîzik
R uhülkudüs
k ir le n m işlik aşkmhk
ironi belirsizlik içkinlik
Kaynak: Hassan ( 1985 : 123-■4 )
60
MODER NİT ED EN PO S T M O D E R N İ T E YE G E Ç İ Ş
Ö nce postm odernizm le ilgili en şaşırtıcı nTn^?anl 6 ,6 f*a' yım : Postm odernizm , Baudelaire'in modernde;anlayışıın y a n sm , oluş,
£
turan g elip eeçicilik , parçalanma, sürekstzl.k ve k ^ a ş a y , butunuy^
t ,: ,,,.,,, , „ „ t ,
nizm , sanki dünyada başka hiçbir şey yökmüşçâsına d eğ işim in parça lanm ış ve kaotik akıntıları içinde yüzer hayır, daha da ötede, çamur içinde debelenir. Örneğin Foucault’nun (1983: xııı) bize verdiği talimat şudur- "eylemi, düşünceyi ve arzuları, çoğaltma, yanyana getirm e ve dağılma yoluyla geliştirmek" ve "pozitif ve çok yonlu olanı seçm ek, farklılığı birörnekliğe, akımlan birimlere, hareketli d ü zenlem eleri sis temlere" tercih etmek. Üretkeııolamn yerleşik değil g ö ç eb e olduğuna inanmak." Dolayısıyla, postmodernizm geçm işe referans y o lu y la ken dini meşrulaştırmaya çalıştığı ölçüde, modern yaşam ın derin kaosunu ve akılcı düşünce tarafından yola getirilem eyecek karakterini vurgula yan düşünce akımına, özellikle de N ietzsche’ye döner. N e var ki, bu, postmodernizmin basit bir biçimde modem izm in bir versiyonu olduğu anlamına gelmez; bir dönemde su yüzüne çıkmayan, tabi konum da kal mış fikirler başka bir dönemde belirtik ve hâkim konum a g e çin c e du yarlılıkta gerçek devrimler meydana gelebilir. Y ine de, m odernist ve postmodemist düşünce arasında parçalanma, gelip g e çicilik , süreksiz lik, kaotik değişim durumunun sürekliliği önem taşır. A şa ğ ıd a bundan bir sürü sonuç çıkaracağım. Parçalanmışlığı ve gelip geçiciliği pozitif bir tarzda ben im sem e nin, Hassan’ın karşıtlıklarıyla doğrudan ilişki içinde olan k osk oca bir dizi sonucu vardır. Her şeyden önce, Foucault ve Lyotard g ib i yazarla rın, her şeyin birbirine bağlanmasını ya da tem sil ed ilm esin i sağlaya cak bir üst-dil, üst-anlatı ya da üst-teori olabileceği fikrini bütünüyle reddettiklerini görüyoruz. Evrensel ve ebedi hakikatler, b ö y le bir şeyin varolduğunu farzetsek bile, dile getirilemezler. Ü st-anlatıları (yani „ ,a™ ya,î?a .Freucl tarafından kullanılan geniş yoru m layıcı şem aları) a ,ü" vurgulariar
°'duklar
^
oyunlan "nın (L yotard) çoğullu ğunu
anlatılara inmm i,m Postmodemliği anıatıiara inanmamak" olarak tanımlar.
y alın
b içim d e
"üst-
Çim alımda) in c L fim e y i'h a T e d tle et en yap“ lannda ge li§tir d iSi bi‘ sından verimli bir k ıv m r ı ^ u Postm odernist y a k la şım açımr kaynak olmuştur. Yaptünda ik tid a rile b ilg i arasında-
POSTMODERNİZM
61
t k' merkezi bir yer tutar. A m a Foucault (1972: 159) iktidarın eninkl 'sonunda devlette cisim leştiğ i anlayışından kopar ve bizi "iktidarın S0/ bjr tahlilini yapm aya, yani her biri kendi tarihine, kendi g eliy u e 5 rjsine> kendi teknik v e taktiklerine sahip, en küçük m ekanizm ala r d a n başlamaya, bu tem elde bu m ekanizm aların artan ö lçü d e gen ellefin mekanizmalar v e küresel hâkim iyet biçim leri tarafından nasıl yerfd 'r ilm iş , söm ürgeleştirilm iş, ku llanılm ış, iç içe so kulm uş, dönüştü k m ü ş, yerinden ed ilm iş, g e n işle tilm iş vb. olduğunu - v e bu sürecin delam ettiğin i- görm eye" çağırır. Farklı m ahallerde, bağlam larda ve top lumsal durumlarda iktidar ilişkilerinin m ikro-politikasının yakından in celenmesi, Foucault’yu toplum sal kontrolün sürdürülm esine y ö n elik teknik ve pratikleri kodlaştıran b ilg i sistem leri ile (" söylem "lerle) tikel yerelleştirilmiş hâk im iyet arasında yakın bir ilişki oldu ğu so nucuna g ö türür. C ezaevi, tım arhane, hastane, üniversite, okul, psikiyatrın m u a y e nehanesi, bunların her biri, dağın ık ve parça bölük bir iktidar örg ü tlen mesinin, herhangi bir sistem atik s ın ıf hâkim iyeti stratejisinden b a ğ ım sız olarak kurulduğu mekânların birer örneğidir. Her bir m ekân da ne olup bittiği, her şeyi kapsayan g en el bir teori a r a cılığ ıy la an laşılam az. Aslında, Foucault'nun çer ç e v esin d e in d irg en em ez ola n tek şey , insan bedenidir, çünkü her tür bastırm a enind e sonund a izin i bu "mekân"da bırakır. Ö yleyse, F ou cau lt’nun ünlü düsturunda ifad e ettiği g ib i, "hiçbir iktidar ilişkisi d iren işsiz olm az"sa da, filo zo f, aynı zam anda, hiçbir ü to pik düzenlem enin, iktidar-bilgi ilişk isin d en baskıcı o lm a y a n b içim d e kaçınma um udunu taşım ad ığı kon usu nda ısrarlıdır. B urada M ax W e ber'in, baskıcı bü rokratik-teknolojik rasyon alitenin "dem ir kafes" in d en kaçınabilme konusundaki kötü m serliğin in yankılarını du y u y o ru z. D a ha özgül olarak yazar S o v y e tle r d e k i b a sk ıy ı, ortadan kald ırm a m ü ca d e lesi vermekte oldu ğu kap italist sistem in içerd iği tek n ik lere v e b ilg i s is temlerine başvuran ütopik bir d ev rim ci teorinin (M a rk sizm ) k a ç ın ılm a z sonucu olarak yorum lar. "K afam ızdaki fa şizm i ortadan kaldırm ak" için tek yol, insan sö y lem in in a çık n itelik lerin in üzerin d e durm ak, her şey i bunun üzerine inşa e tm ek , b ö y le c e y e r e lle şm iş bir ik tid a r -sö y le m in in hüküm sürdüğü tik el m ekânlarda b ilg in in üretilm e v e o lu şm a tarzına müdahale etm ek olm ak tadır. Fou cau lt'n un e şc in s e lle r v e m ah kûm lar arasında yaptığı ça lışm a la r, d e v le t uy g u la m a la rın d a reform lar y a p ıla bilmesini h ed eflem iy o rd u ; ö rgütlü bastırm anın kurum larına, te k n ik le r i ne ve sö y lem lerin e karşı, y e r e lle ştir ilm iş bir d iren işin g e liş tir ilm e sin e ve yü k seltilm esin e a d a n m ıştı. A çıktır ki, F o u ca u lt, k a p ita liz m e , onu n ç e ş itli bask ıların ı y en i bir
62
M O D E R N İ T E D E N POSTM ODERNİTEYE G EÇ İŞ
.. „ , j . . o k u m a n ı n tek yolunun, ye_ biçim de tekrarlamayan toptan bir mey ^ çok. yön)ü ve relleştirilm iş bastırma pratiklerine k^ . m ylllarda flşkiran çg cu taarruzdan geçtiğine inanıyordu. ’eller_etnik ve dinsel grup, şitli toplumsal hareketlere (femınıs . komünizm uygu, lar, bölgesel özerklik savunucular dan dü kırıklığına uğ. lamalarından ve komünist partri rın p o l r n ^ ^ ^ ^ g
olanlara da çekici ge i y o t ^ biçimde yadsınm ası dolizm in herhangi bir bütünsel ^ de|e|erjn hangi y o |dan geçerek
ra m ış
2
K
5
S
S
2
2
temel biçimlerine karşı gerilerini deği, de
derict bir tarruza yol açacak biçimde bütünleşeceği konusunda belirsiz kalıyordu Foucault'nun teşvik eder goründügu türden yerelleştirilmiş S e l e l e r i n genellikle kapitalizme meydan okuma yönünde bır etki si olmamıştır. Elbette Foucault yalnızca ıktıdar-soylemımn butun bi çimlerine meydan okuyacak tarzda verilecek mücadelelerin bu tür bir . f
sonuca ulaşabileceği türünden makul bir cevap verebılir. Lyotard'a gelince, o da, farklı bir temelde olmakla birlikte benzer bir iddia ileri sürer. Modemizmin zihnini çok meşgul etm iş olan bir ko nuyu, dili ele alır ve onu aşın ölçüde merkezsizleştirir. Ona göre, "top lumsal bağlar dilseldir”, ama "tek bir iplikten" değil, "belirsiz sayıda” "dil oyunu"ndan dokunmuştur. Her birimiz "bunların birçoğunun ke siştiği bir köşebaşında" yaşarız, ille "istikrarlı dil birleşimleri" kurma yız, "üstelik kurduklarımız da zorunlu olarak iletilebilir değildir". Bu nun sonucunda, "toplumsal öznenin kendisi, dil oyunlarının bu sağa so la saçılması sürecinde çözülür gibi görünüyor". İlginç biçim de Lyotard bu noktada, postmodern bilginin durumuna ışık tutma am acıyla, (dil oyunları teorisinin öncüsü) Wittgenstein'm uzun bir m ecazına başvu rur: "Dilimiz antik bir kent gibi görülebilir: küçük sokaklardan ve mey danlardan, eski ve yeni evlerden, farklı dönemlerde eklentiler yapılmış evlerden oluşan bir labirent. Bu labirent, düz çizgiler halinde düzenli sokaklarla ayrılan ve birörnek evlere sahip olan bir sürü yeni mahalle tarafından kuşatılmıştır." Toplumsallığın dil oyunlarından oluşan esnek şeb ek eler yönünde ~
° r
; ^
Crb'nm‘zm' kendimizi içinde bulduğum uz duruma
' Z l k ° d a "Sfsörs;!iigfn)tem eıüre,im «-
reninde vb ı f ? u ' !5,te'!ti,isede. sokakta ya da birahanede, bir anm a töultgibi Lyotard di -
ba$vurabi,eceğini düşündürür. Fouca-
Ü öğelerinden oluşmuş bulutlar! yU" nnın heterojenliği iç in d e "anlasaçılmış olan" bu iktidarın bulunduğu
POSTMODERNİZM
63
halli tanımlayabilmek haline gelir. Lyotard (yine Foucault gibi) kumuan "dile getirme konusunda en büyük esnekliği teşvik edecek" bira ^ e’ eğjiip bükülebilir olan günlük konuşmanın potansiyel olarak özelliklere sahip olduğunu kabul eder. Bu açıklık ile kurumların ap ucault'nun "söylem dışı alanlar"ı) kendi sınırları içinde neyin kabul H°lebilir, neyin kabul ed ilem ez olduğunu kesin hatlarla belirleyen katı m ı rı arasında varolan görünüşteki çelişki üzerinde ısrarla durur. Hu kuk üniversite, bilim , bürokratik devlet, askeri ve politik denetim , seçie dayanan politika, şirketlerin iktidarı: bütün bu alanlar ne söylen eb i leceğini ve nasıl söylen eb ileceğin i önem li bakımlardan sınırlarlar. Ama*<£ 'kurumun potansiyel dil 'hamleleri'ne dayattığı sınırlar hiçbir zaman nihai değildir"; bunlar da "kurum içinde ve dışında dil stratejilerinin mücadele konuları ve g eçici sonuçlarıdır". D olayısıyla, kurumlan gereğin- 3 den erken biçim de şeyleştirm em em iz, öncelikle dil oyunlarının farklı- ^ laşmış biçimde sürdürülüşünün nasıl kurumsal diller ve iktidarlar yarattığını tanımamız gerekir. Eğer "birçok farklı dil oyunu varsa, yani ö ğ e- .-1 lerin bir heterojenliği sözkonusuysa", o zaman bunların ancak "yamalı bohça gibi kurumlar doğurabileceğini, yani yerel bir determ inizm oldu ğunu" da kabul etm ek zorundayızdır. Bu tür "yerel determinizm ler" başkaları (örneğin Fish, 1980) tarati fından, çoğu zaman belirli özgül bir kurumsal bağlam çerçevesind e 0 (sözgelişi üniversite, hukuk sistem i, dinsel gruplar), belirli bir kültürel işbölümü alanında (sö z g elişi mimarlık, resim , tiyatro, dans) ya da tikel mekânlarda (m ahalleler, ülkeler vb.) hareket eden, belirli bilgi ya da metin türlerinin hem üreticilerinden hem tüketicilerinden oluşan "yo rum toplulukları" olarak anlaşılm ıştır. Bireylerin ve grupların, bu alan larda, kendilerine g eçerli bilgi gibi görünen şeyi karşılıklı olarak kont rol ettikleri ileri sürülür. Toplumda farklı baskı biçim leri ve hâkim iyete karşı farklı direniş odakları teşhis e d ileb ild iğ i ö lçü d e, bu düşünce tarzı sol politika çerçe vesinde gündem e girm iş, hatta M arksizm in m erkezine kadar nüfuz et miştir. Örneğin The C risis o fH is to r ic a l M a te ıia lism (Tarihsel M aterya lizmin Krizi) başlıklı ça lışm a d a Aronovvitz'e göre, "postm odern dünya nın bir ucundan ö tekin e süregid en çeşitli, yerel, özerk kurtuluş m ücade leleri, hangi biçim d e c isim le şir se cisim leşsin , master sö y lem leri bütü nüyle gayri meşru kılmaktadır" (B o v e , 1986; 18). Korkarım, A ronow,tz i baştan çıkartan şey , postm od ern düşüncenin en özgürleştirici ve dolayısıyla en ca zip yanıdır: yani "ötekilik" konusundaki duyarlılığı. Özellikle H u yssen s (1 9 8 4 ), başkaları (söm ürgeleştirilm iş halklar, si-
MODERNİ TEDEN P O S T M O D E R N İ T E Y E g e ç i ş 64
yahlar ve azınlıklar, dinseLgr“^ ^ K r e nnaa ^ n Ia n m ış) bir moderni^' rilmiş bir sesle konuşma cure ' ^ G i l l i g a n ' . n , kişiliğin ah| ' nin em p ery a h zm m .y erd en y er^ ^ ^ £rkek ki gelişmesini önceden belirlen lanna meydan okuyan e Farklı Bir Sesle), ^ 'S>"d" yımlara yönelmiş bir arş^
ş
//( fl D ifferem Voice (] 9 | '
j £
k bu tür evrenselleştirici varSa’ ecjnin bir örneğidir. Bütün o l konuşma ve bu sesi sahici ve
X S r 2 e hakkına sahip olduğu fikri postmodernizm in ço. julcu tavrı açısından temel bir noktadır, Foucault nun marjinal ve ,0p. fumun atlak arında yaşayan gruplar arasında yaptığı çalışm a, kr,mino. t d e n antropolojiye birdizi farklı alanda, sayısız araştırm ac.y, öznelerinin seslerini ve deneyimlerini yeni biçimlerde kurma ve em sıl e,me yönünde etkilemiştir. Huyssens ise postmodernizmin fark ılık ve ötekıjjoj anlamaya yönelik açılımının ve bir dizi yen. toplumsal hareket (ka dınlar, eşcinseller, siyahlar, ekolojistler, bölgesel özerklik savunucuları vb ) açısından taşıdığı özgürleştirici potansiyelin altını çizer. Tuhaf bir şekilde, bu tür hareketlerin çoğu, "haleti ruhiye"nin d eğişm esin e kesin likle bir katkıları olsa da, postmodemist düşüncelere pek az kulak ver mişlerdir. Bazı feministler ise (örneğin Hartsock, 1987), daha sonra ele alacağımız nedenlerle postmodernizme düşmandır. İlginç bir biçimde, "ötekilik" ve "başka dünyalar" konusuna duyu lan bu ilgiyi postmodemist edebiyatta da hissedebiliriz. Postmodemist edebiyatta bir arada varolan dünyaların çoğulluğunu vurgulayan McHale, bu edebiyatın betimlemeye çalıştığı şeyi kavrayabilm ek açı sından Foucault'nun heterotopia kavramının mükemmel bir im ge oldu ğu kanısındadır. Heterotopia kavramıyla Foucault "çok sayıda bölük pörçük olanaklı dünya"nın "olanaksız bir mekân"da bir arada varolma sını yada, daha basit biçimde, ortak olarak ö lçü lem eyeceği halde birbiriyle üstüste ya da yanyana getirilmiş mekânları anlatır. Karakterler ar tık temel bir muammayı nasıl çözeceklerini ya da m eydana çıkarabile ceklerini düşünmemekte, bunun yerine şu sorulara cevap aramaya zor lanmadadırlar: Bu hangi dünya? Bu dünyada ne yapılm ası gerekiyor? unu benliklerimden hangisi yapacak?" Aynı değişik lik sinem ada da nıssedıhr. Citizen Kane türü modernist bir klasikte, bir muhabir Kam ıs lh J h 11*" T
muammasını çözm ek a m a cıyla onu tanı-
: r s ! : r : “ ver (Mavi
' an"an ve persPe k t i t e i araya getirir. Günüadifelr - POSI"lodernist biçimleri çerçev esin d e, Blue K Uru lr filmin ana karakterini biribiriyle hiç
POSTMODERNİZM
65
h ta şm a y a n iki dünya arasında gidip gelirken görürüz: bir yanda, lise ce "drugstore" kültürüyle 5 0 ’li yıllann Amerikasının geleneksel kaS1 ba hayatr, öte yanda uyuşturuculardan, ruh hastalıklarından, cinsel sa flık la r d a n örülmüş tuhaf, şiddet dolu, cinsellik delisi bir yeraltı dün^ Bu iki dünyanın aynı mekânda varolabilmesi olanaksız gibi görüyaS1 ama ana karakter, hangisinin hakiki gerçeklik olduğundan bir türlü emin olamadan, ikisi arasında gider gelir; ta ki, korkunç bir finalde iki j-nva birbiriyle çarpışana kadar. David Salle türü postm odem ist bir ressam da, benzer biçim de, "birbiriyle bağdaşmaz kaynak m alzem eler asından seçm ek yerine bir alternatif olarak bunları bir kolaj içinde bir araya getirir" (Taylor, 1987: 8 ; bkz. Resim 1.6). Pfeil (1988) daha da ileri giderek, postmodernizm alanının bütününü, "ötekiliğin düşm anlık la doîu, oburca aç dünyasının dam ıtılm ış bir gösterimi" olarak tanımlar. Ne var ki, başka seslerin ve başka dünyaların parçalanmışlığını, çooulluğunu ve sahiciliğini kabul etm ek, iletişim sorununu ve iletişim e hâkim olma yoluyla iktidar uygulanm asını keskin biçim de gündem e getirir. Postm odem ist düşünürlerin çoğu, enform asyonun ve bilginin üretimi, tahlili ve aktarılması açısından doğan yeni olanakların büyüsü altındadır. Örneğin Lyotard (1 9 8 4 ), iddialarını sağlam biçim de yeni ile tişim teknolojileri bağlam ına yerleştirir ve, B ell ve Touraine’in bilgi te melli bir "post-endüstriyel" toplum a geçişe ilişkin tezlerinden hareket le, postmodern düşünceyi, ileri kapitalist ülkelerde iletişim dillerinde gerçekleştiğini düşündüğü çarpıcı bir toplumsal ve politik geçişin tam merkezine koyar. Bu bilginin üretimi, yayılm ası ve kullanım ını sağla yan yeni teknolojilere, "temel bir üretim gücü" niteliğiyle yakından ba kar. Ama sorun bugün bilginin ço k çeşitli biçim lerde kodlaştırılm asının mümkün olmasıdır; bu biçim lerden bazılarına daha kolay erişilebilir, bazılarına daha zor. D o la y ısıy la , Lyotard’ın yapıtında, m od em izm in d e ğişmesinin ardında, iletişim in teknik ve toplum sal koşullarının d e ğ iş mesinin yattığı yolunda ep e y ce açık bir görüş mevcuttur. P o s t m o d e r n is tle r a y r ıc a d i li n v e i le t iş i m i n d o ğ a s ı k o n u s u n d a o l du k ça fa rk lı b ir t e o r i b e n i m s e m e e ğ il i m i n d e d i r l e r . M o d e r n is t le r s ö y l e n m ek te o la n la ( g ö s t e r il e n y a d a " m e s a j" ) b u n u n n a s ıl s ö y l e n d i ğ i ( g ö s t e ren y a d a " a r a ç ’V ’m e d y a " ) a r a s ın d a s ık ı v e t a n ım l a n a b il i r b ir i li ş k i o l d u ğunu v a r s a y m ış la r d ı. P o s t - s t r ü k t ü r a li s t ( y a p ı s a l c ı l ı k s o n r a s ı) d ü ş ü n c e ise b u n la r ın " s ü r e k li o la r a k b i r b ir in d e n k o p a r a k y e n i b i r le ş im l e r i ç i n d e bir a raya g e ld iğ i n i" i le r i s ü r e r . 6 0 ’lı y ı ll a r ın s o n u n d a D e r r id a 'n ın M a r tin H e id e g g e r 'i y o r u m la m a s ı i l e b a ş l a y a n b ir a k ım o l a n " y a p ıb o z u m c u lu k " (d e c o n s t r u c t i o n i s m ) b u n o k t a d a p o s t m o d e m i s t d ü ş ü n c e t a r z la r ın a g ü ç -
POSTMODERNİZM
67
• bir itilim kazand ıracak b iç im d e işin iç in e girer. Y a p ıb o zu m cu lu k fe lf bir konum olm ak tan z iy a d e m etin ler hakkında d ü şü n m ey e v e bunf 6 *"okuma"ya ilişk in bir tarzdır. M etin ler yaratan y a da sö zc ü k ler kulnan yazarlar, bunu, daha ö n c e ka rşıla şm ış oldukları başka m etin ler ve 2 zcükler te m e lin d e yaparken, o k u y u cu la r da onların m etin lerin i b en Sg r b i ç i m d e e le alırlar. B u durum da, kültür y a şa m ı m etin lerin , başka Z e t i n l e r l e yolu n u n k e s işm e s i, b aşka m etin ler ü retm esi olarak görülür.
Iru ed eb iyat e le ştirm en in in m etn in i d e kapsar: eleştirm en , iç in d e, e le a ld ım m etin lerin , k end i d ü şü n ce sin i h a sb el kader e tk ile m iş o la n b aşka
m e tin le r le ö z g ü r ce k e siştiğ i bir b aşka e d e b iy a t ürünü ü retm ey i a m a ç
lar ) Bu m etin lerarası ( in te r te x tu a l) örüntünün k en d in e ö z g ü bir y a şa m ı v a r d ır Y a z d ığ ım ız ş e y le r k a ste tm e d iğ im iz , h içb ir b iç im d e k a ste tm iş o lam ayacağım ız anlam lar nak led er, s ö z c ü k le r im iz k a stettik lerim izi a k taramaz. B ir m etn e h âk im o lm a y a ç a lışm a k b e y h u d e bir çabadır, çü n k ü m etinlerin ve anlam ların a r a lık sız b iç im d e birlik te do k u n m a la rı d e n e ti m im izin dışınd adır. D il b iz im a r a c ılığ ım ız la işler. Y a p ıb o z u m c u lu ğ u n saiki, bunu k ab u llen erek , bir m etn in iç in d e bir b a şk a sın ı aram ak, bir metni bir başkası iç in d e e ritm e k y a d a bir m etn i bir b a şk a sı iç in d e in şa etmektir. D o la y ıs ıy la D errid a k o la j/m o n ta jı p o stm o d er n s ö y le m in b ir in cil b i çim i olarak görür. İster resim d e, ister y a z ı y a da m im a rid e o ls u n , bu b i çim in içkin h e te r o je n liğ i b iz i, y a n i m etn in y a d a im g e n in a lıc ıla r ın ı, "ne tek an lam lı, ne d e istikrarlı o la b ile c e k bir g ö ste r im ü retm eye" te ş v ik eder. G ö ste rim le rin v e a n la m la rın ü r e tim in e , "m etinler" in (k ü ltü rel n e s nelerin) h em ü r e tic ile ri, h e m d e tü k e tic ile ri katılır. (H a ssa n 'ın p o s tm o dernist üslup ta "süreç", "perform ans", "happening" v e " k atılım " ın ö n e mine vurgusu da buradan tü rer.) K ültür ü r e tic isin in o to r ite s in i a s g a r iy e indirm ek, halk k a tılım ı v e k ü ltü rel d e ğ e rler in d e m o k ra tik o la r a k b e lir lenm esi k o n u la rın d a fırsa tla r yaratır; a m a bu n u n b e d e li b e lir li bir tutar sızlık ve, d ah a d a so ru n lu b iç im d e , k itle p azarı m a n ip ü la s y o n u n a a ç ık olm aktır. B u n u bir y a n a b ıra k ırsa k , kü ltür ü r e tic is i s a d e c e h a m m a d d e ler (parçalar v e e le m a n la r ) yaratarak tü k e tic ile r e , bu e le m a n la r ı g ö n ü l lerinin is te d iğ i g ib i y e n id e n b ir le ştir m e b a k ım ın d a n k a p ıy ı a ç ık b ıra k mış olur. B u n u n y a r a ttığ ı e tk i, y a z a rın , b a z ı a n la m la r ı d a y a tm a y a d a sü rek liliği o la n bir a n la tı s u n m a ik tid a r ın ın k ır ılm a sıd ır (b u ik tid a rın y a p ıb o zu m u n a u ğ r a tılm a sıd ır ). D e rr id a 'y a g ö r e , a lın tıla n a n h er u n su r 'söylem in s ü r e k liliğ in i y a d a d o ğ r u s a llığ ın ı kırar v e z o ru n lu o la r a k ik ili bir o k u m a y a götü rü r: p a r ç a n ın , k a y n a k la n d ığ ı m e tin le iliş k is i iç in d e a l g ılan m ası; p a r ç a n ın , y e n i bir b ü tü n , fa r k lı bir b ü tü n s e llik iç in d e y e r al-
68
M O D ER N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç İ Ş
belirir. BunuVson'u ,mlısamalarının sorgulanması c u , s a b it g ö s te r im siste m le rin in butun yan «> ması,
d ı ğ ı b i ç im iy l e o k u n m a s ı” .
m e d o ğ r u h a r e k e t e d erk en geri d ır ( F o s te r , 1983:142)
.
,Hrne5in
g e r ç e k ü stü c ü lü k te d o la y sa bi
M o d e r n is t .gelenek, çın * ( ^ ^ . ^ l e n e m e * ; aynca ç im d e ) b u tur düşünce taranın gerçekte olduklarından daha
Aydınlanma geleneğinde ı us
h)ikesj vardır. Ollman'ın sabit ve istikrarlı olarak gom, m een W
1
(19 71,
9
,
^ f'd e tr ' bütünse' S ricîsüreçleri ile başa çıkma amacıyla açık uçlu bir m ücadele içinde rekH oTarak birbirinden koparak yeni birleşimler içinde bir araya gelj. yor-du Marksist gelenekten gelen karmaşık bir duşunur, Benjamın, kapitalizmi oluşturan pratiklerin bütünsel olduğu bakış açısın, hıç terk etmeksizin, ekonomi, politika ve kültür arasındaki çok katmanlı ve par çalı ilişkileri yakalamaya çalışırken kolaj/montaj fikrim mükemmel biçimde işliyordu. Taylor (1987: 53-65) da, benzer biçim de, kolajın (özellikle Picasso tarafından) kullanımı hakkında tarihsel bulgulan gözden geçirdikten sonra, bu tekniğin kullanılmasının modernist ve postmodemist resim okulları arasında yeterli bir farklılık göstergesi olamayacağı sonucuna varıyor. Ama eğer, postmodernistlerin ısrarla belirttiği gibi, dünyanın bü tünsel bir gösterimini beklemek ya da dünyayı aralıksız biçim de yer de ğiştiren parçalarolarak değil de bağıntılarla ve farklılaşmalarla dolu bir bütünsellik olarak resmetmek boş bir umutsa, o zaman nasıl olur da dünya ile ilişkimizde tutarlı ve anlamlı biçimde davranmayı bekleyebi liriz? Postmodernizmin bu soruya basit cevabı şudur: tutarlı gösterim ya da eylem ya baskıcı, ya da hayali olduğuna (ve bu yüzden kendi ken dine çözülmeye ve yenilgiye uğramaya mahkûm olduğuna) göre, bü tünsel bir projeye bağlanmayı aklımızdan bile geçirm em eliyiz. Bu du rumda, Dewey tarzı pragmatizm mümkün olan tek eylem felsefesi hali ne gelir. Postmodern hareket içinde yer alan ABD'nin önde g elen felse fecilerinden Rorty'mn (1985: 173) "çağdaş Kuzey Am erika kültürünü, utun şanıyla ve bütün tehlikeleriyle, bugün ne ise o hale getiren somut tarihi"den dikkati başka yere çek tiği için, Desnin terövlp
e -vekadaruzanan kutsanmış filozoflar zincirini"eli-
yereIdetermini7 mnarh-tmeS' '§te bunclancllr- Eylem y a ln ızca belirli bir bilir ve kararlastırüahT t0 plulu8 unun sınırları içind e düşünüle1 n\ eylemin kastedilen anlamları ve öngörülen
POSTMODERNİZM
69
• bu sınırlar dahilinde tutarlı olsa bile, bu yalıtılm ış alanın dışına A ç lık la rın d a kaçınılmaz olarak çökeceklerdir. Benzer biçim de,
ç *arl , da ( 1 9 8 4 : 66) "mutabakat modası geçm iş ve kuşkulu bir değer^ ^ A r o ıs ın ı veriyor; ama sonra, şaşırtıcı biçimde, "bir değer olarak d‘r yt ng modası geçm iş, ne de kuşkulu" olduğuna göre (adaletin nasıl, \ 6u n la r ın ın çeşitliliğinden hiç etkilenmeden böyle bir tümel olarak id &mı hiç açıklamıyor), "mutabakat düşüncesiyle hiçbir bağıntısı o l mayan* bir adalet düşüncesine ve uygulamasına ulaşmalıyız" diye ekliy° r Habermas'ın A ydınlanm a projesini savunurken m ücadele etm eyi h deflediği, tam da bu türden birrelativizm ve bozgunculuktur. Haber miş "aklın tarihte çarpık biçim de gerçekleşmesi" olarak tanımladığı so runu teslim etm ekle ve basitleştirilmiş bir üst-anlatının karmaşık ilişki ve olayların üzerine zorla giydirilm esinin tehlikelerini kabul etm ekle birlikte, şu konuda da ısrarlıdır: "teori, yumuşak başlı bir üslupla, ama inatla, akıl üzerinde, nadiren teslim edilen bir hakkı hiç sessiz kalm ak sızın iddia etmelidir; her ne zaman, her nerede mutabakata dayanan bir eylem olacaksa aklın bu talebi fiilen kabul görmelidir." O da dikkatini dil sorununa çevirir. The Theory o f Comnıuniccıtive A ction (İletişim sel Eylem Teorisi) başlıklı yapıtında, insan iletişim inin diyaloga dayanan niteliğini vurgular: burada, konuşan ve dinleyen zorunlu olarak karşı lıklı anlaşma işine yönelm iştir. Habermas'a göre buradan mutabakata yönelik ve normatif önerm eler mutlaka türer; bunlar da tüm elleştirici aklın günlük hayattaki rolünün tem elini sağlar. "İletişim sel aklın" "ta rihte bir intikamcı güç" olarak iş görm esini olanaklı kılan da budur. N e var ki, Habermas’ın eleştirm enleri savunucularından çok daha fazladır. Şu ana kadar çizm iş olduğum postm odernizm tablosunun g eçerlili ği, dünyayı belirli bir özgül biçim de yaşam aya, yorum lam aya ve dün yanın içinde belirli bir varoluş tarzına bağlı gibi görünüyor. B u bizi, postmodernizmin belki de en sorunlu veçh esin e, kişilik, insanları hare kete geçiren saikler ve davranışlar konusundaki psikolojik varsayım la rına getiriyor. Ö rneğin, dilin ve sö y lem in parçalılığı ve istikrarsızlığı konusundaki kaygı, izini k işilik konusunda belirli bir anlayışta d o la y sız olarak gösterir. Ö zetle, bu anlayış yabancılaşm a ve paranoya üzerinde değil, Hassan'ın şem asın da da g ö rü leb ileceğ i gibi, şizofreni üzerinde yoğunlaşır (hem en vurgulayalım ki, kavramın dar klinik anlam ında d e ğil). Jameson (1 9 8 4 b ) bu tem ayı ço k etk iley ici biçim de deşer. Lacan'ın şizofreniyi dilsel bir bozukluk, basit bir cü m ley i yaratan gösterici an lam zincirinde bir kopukluk olarak e le alan tanım ını kullanır. G österici
70
MOD E R N İ T E DE N POST MO DE R Nİ T E Y E GEÇİŞ
zincir koptuğunda, "karşımıza, birbirinden bağımsız ve birbiriyle bağıntısız gösterenlerden oluşan bir moloz yığını biçimi ile şizofreni çı kar". Eğer kişisel kimlik, "şimdiki an önümdeyken, geçm iş ve gelecek arasında belirli bir zamansal bütünsellik aracılığıyla kuruluyorsa ve eğer cümleler de aynı güzergâhta hareket ediyorsa, o zaman geçmiş, şimdiki an ve geleceği cümle içinde bütünleştirememek, kendi yaşam deneyimimizin ya da ruhsal hayatımızın geçmişini, şimdiki anını ve ge leceğini bütünleştirme" konusunda benzer bir yetersizliğe işaret eder. Bu, elbette postmodernizmin gösterilen yerine göstereni, otoriteye da yanan ve bitmiş bir sanat nesnesindense katılım, performans ve "happening"i, kökler yerine yüzey görünümlerini öne çıkaran tavrıyla uyum içindedir (yine Hassan'ın şemasına bakınız). Gösterici zincirde böyle bir kopuşun sonucu, insan yaşantısını "zaman içinde bir dizi an ve bağmtısız şimdiki an"a indirgemektir. Hiçbir karşı ağırlık sunmadığı için, Derrida'nın dil anlayışı belirli bir şizofrenik etki yaratılması açısından suç ortaklığına girer. Böylece, belki de, Eagleton'ın ve Hassan'ın tipik postmodemist ürünün şizoid olarak nitelemelerinin nedenini de anla mış oluruz. Deleuze ve Guattari (1984: 245), sözde mizahi yanlan olan sergilemeleri Anti-Oedipus'ta, şizofreni ile kapitalizm arasında, "tek ve aynı ekonominin, tek ve aynı üretim sürecinin en derin düzeyinde" hü küm süren bir ilişki bulunduğu hipotezini öne sürer ve şu sonuca vanrlar: "toplumumuz, aynen Prell şampuanı ve Ford marka otomobiller ürettiği gibi, şizofrenler de üretir; tek fark şizofrenlerin satışa çıkanlamamasıdır." P o stm o d em ist d ü şü n ced e bu m o tifin h â k im iy e tin d e n birtakım so nuçlar doğar. Artık bireyi k la sik M a rk sist a n la m d a y a b a n c ıla ş m ış ola rak gö rem ey iz, çünkü y a b a n cıla şm a p a r ç a la n m ış d e ğ il tutarlı bir benlik duygusunu varsayar ki kişi bu b e n lik ten y a b a n c ıla ş a b ils in . B ir e y le r an cak b öyle bir m erk ezileşm iş k işise l k im lik d u y g u su t e m e lin d e projeleri zaman içinde takip ed eb ilirler y a da b u g ü n d en v e g e ç m iş t e n b elirgin bi çim de iyi bir g e le c e ğ in üretim i k o n u su n d a berrak b iç im d e düşün eb ilir ler. M odernizm büyük ö lçü d e daha iy i g e le c e k le r p e ş in d e k o ş m a y a iliş in ır, er ne kadar bu am acın sürekli b a ş a r ıs ız lığ a u ğ r a m a sı paranoyab?nlygUn S
T
durum u y arah y o r sa da. A m a p o s t m o d e r n iz m , parçak
kIÜ u larak ^
bile a l a k o v a /h r r
m
bİr
b u rm a k iç in stra tejiler ha-
blr g e ,e c e İ i k a fa m ız d a canlandırm aktan
dahildir) t e ş v i k t i r - 0 lstlI^ ars;z llW a n n (b u n a d ilin istik r a rsız lık la r ı da olasılığı tipik biçim t * §[Z k o şu lla r ü z e r in d e y o ğ u n la ş m a k la , bu e e ım ız d e n alır. M o d e m iz m in d e e lb e t t e ş iz o id an
POSTMODERNİZM
71
lan o lm u ş tu ( ö z e l li k l e d e e fs a n e ile "kahram anca" m o d e m iz m i birleştir m ey i h e d e f le d iğ in d e ) ; a y r ıc a "aklın çarpıtılm ası" v e " gerici m odern iz m le r ”in ta rih te k i y e r i, ş iz o f r e n ik k o şu lla r ın , ç o ğ u zam an b a stırılm ış o lm a k la b ir lik te , y in e d e m o d e r n is t harek ette p o ta n siy e l olarak va ro l m uş o ld u ğ u n u g ö s te r ir . N e var k i, p o stm o d e r n e ste tik te , "öznenin y a b a n c ıla ş m a s ın ın y e r in i ö z n e n in p a r ç a la n m a sın ın aldığı"na inanm ak için her türlü n e d e n vard ır (J a m e s o n , 19 8 4 a : 6 3 ). E ğ e r M arx'ın ısrarla b elirt tim s ib i, b iz i d a h a iy i b ir g e le c e ğ e ta şım a k iç in , y a b a n c ıla şm ış b irey in A y d m la n m a p r o je s in i b ü y ü k b ir s e b a tla v e tu ta rlılık la iz le m e s i g e r e k i yorsa, o z a m a n y a b a n c ıla ş m ış ö z n e n in y itir ilm e s i a ltern a tif to p lu m sa l e d e c e k le r in b ilin ç li b iç im d e in ş a s ın ı d ış lıy o r g ib i görü n m ek ted ir. D e n e y im in "bir d iz i arı v e b ir b ir iy le i lg is iz şim d iler" e in d ir g e n m e si, bun dan d a ö te ş u a n la m a g e lir : " için d e y a şa n ıla n ana ilişk in d e n e yim . g ü ç lü , h a tta e z ic i b ir b iç im d e h a y a t d o lu v e 'm addi' bir n ite lik ka zanır: d ü n y a ş iz o f r e n ik k iş iliğ in ö n ü n e artan bir y o ğ u n lu k la g e lir , y a p m a cık lığ ın g iz e m li v e b u n a ltıc ı y ü k ü n ü taşır, sanrı d o lu bir e n e r jiy le p a rıldar." (J a m e s o n 1 9 8 4 b : 1 2 0 ) İ m g e , g ö r ü n ü m , g ö ste r i, bütün bunlar, ancak arı v e z a m a n iç in d e b ir b ir iy le i lg is iz ş im d ile r o la ra k d e ğ e r le n d i r ild ik lerin d e o r ta y a ç ık a b ile c e k bir y o ğ u n lu k la ( k e y if y a d a korku iç in de) yaşan ırlar. O z a m a n , " d ü n y a bu y ü z d e n bir an için d e r in liğ in i y itir se de, parlak bir k a b u k , s te r e o s k o p ik bir y a n ıls a m a , ö z g ü l a ğ ırlığ ı o lm a yan bir film ş e r id in in h ız la g e ç iş i h a lin e g e ls e de" ne fark ed er? (J a m e so n , 1 9 8 4 b ). O la y la r ın d o l a y ım s ız v a r o lu şu , g ö ste r in in (y a ln ız c a sa h n e g ö ste r isin in d e ğ il, p o lit ik , b ilim s e l, a sk eri g ö s te r in in d e ) sa n s a s y o n u , b ilin cin o lu ş tu r u ld u ğ u m a lz e m e h a lin e g e lir .
Dünyanın zamansal düzeninin böylesine çöküşü, aynı zamanda geçmişin de tuhaf bir biçim de ele alınmasına yol açar. İlerleme fikrin den sakınan postmodernizm, bir yandan her türlü tarihsel süreklilik ve bellek duygusunu terk ederken, bir yandan da tarihi yağmalama ve ora da ne bulabilirse onu şimdinin bir boyutu gibi massetme konusunda inanılmaz bir yetenek geliştirir. Örneğin, postmodemist mimari geç mişten bölük pörçük unsurları eklektik biçimde alır ve bunları kendi keyfine göre karıştırır (bkz. 4. Bölüm ). Resim alanından bir başka örne ği de Crimp (1983: 4 4 -4 5 ) veriyor. Modernist hareketin erken dönemi nin ufuk açıcı resimlerinden biri olan, Manet'nin Olympia'sı Tizianonun Venüs'ü örnek alınarak yapılmıştı (Resim 1.7 ve 1 .8 ). Ama ör nekten yararlanılış tarzı, modernite ile gelenek arasında bilinçli bir koPüşa ve sanatçının bu geçişte aktif bir müdahalesine işaret ediyordu (Clark, 1985). Postm odem ist hareketin öncülerinden Rauschenberg,
M O D E R N İT E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç İ Ş
Resim 1.7 Tiziano'nun U rb in o V e n ü sü , Manet'nin 1863 tarihli O ly m p ia i/ için esin kaynağı olacaktı.
1960'h yıllarda bir dizi resminde V elâzq uez’in R o k e b y V enüsü'nden ve Rubens’in Süslenen Venüs'ü nden im geler kullanıyordu (R esim 1.9). Ama sanatçı bu imgeleri çok farklı biçim de kullanm ıştı: bir sürü başka görüntüyü (kamyonlar, helikopterler, otom obil anahtarları) içeren bir yüzeye, fotoğrafık bir orijinali ipek basma tek n iğ iy le e k le m işti. Manet yalnızca üretiyordu, Rauschenberg is e yen iden ü re tiy o rd u * \ C rim p’e gö re, "Rauschenberg’i postm odem ist olarak d ü şü n m em izi gerek li kılan işte bu adımdır. M odernizmde bir üretici olarak sa n a tç ıy a atfedilen "ruh" burada gözden çıkarılmaktadır. "Yaratan ö z n e e fs a n e si, burada yerini daha önceden varolan imgelerin açık yü rek lilik le m ülkedinilmesine, alıntılanmasına, parçalar halinde aktarılm asına, biriktirilmesine ve tekrarlanmasına bırakır." Bu tür bir değişim bütün öteki alanlara da taşar v e ç o k önem li so nuçlar doğurur. Tarihsel süreklilik ve bellek d u ygu ların ın bütünüyle T ü rk çcW ^
sözcüğünün taşıdığı ikili anlam dolayısıyla
yazar burada
lm
"yeniden üre,me *
POSTMODERNİZM
73
Resim 1.8 M anet'nin öncü modernist ya p ıtı O ly m p ia , Tiziano’nun fikirlerini ye ni bir kalıba döker.
buharlaşm ası v e ü st-an latılarm red d ed ilm esi sonucund a, örneğin tarih çiye kalan tek iş le v , F ou cau lt'n un ısrarla savundu ğu g ib i g eçm işin arke ologu olm ak , B o rg e s'in ed e b i ça lışm a la rın d a yaptığı gibi onun kalıntı larını kazarak g ün y ü z ü n e çık arm ak v e m odern bilgi m ü zesin d e bu ka lıntıları yan y a n a s er g ile m e k tir. B en ze r b içim d e Rorty (1 9 7 9 : 3 7 1 ), fe l sefenin d ü şü n m e sü r e c in e k a lıc ı bir e p iste m o lo jik çer ç e v e tanım lam ası fikrinin u m u tsu z bir ça b a o ld u ğ u n u ileri sürm ekle sonunda şu noktaya varır: fe ls e fe c in in tek iş le v i, bir kültürü oluşturan, birbirini çaprazlam a sına kesen k o n u şm a la rın k a k a fo n isin in orta yerinde durup, "bir görüşü olm a kon u su n d a bir g ö rü şü o lm a k ta n kaçınırken, bir yandan da bir g ö rüşü o lm a fik rini kınam aktır". P o stm o d e m ist edebiyatçıların d ü şü n ce sine göre, " ed eb iy a tın te m e l m e c a z ı, hem inancı, hem de in a n çsızlığı askıya a lm a y ı g e rek tiren bir tekniktir" (M cH a le, 1987: 2 7 -3 3 ). P o stm oüernizm de, d e ğ e rler in sü r e k liliğ in i, inançları, hatta in an çsızlıkları ayak ta tutm a y o lu n d a b e lir tik b iç im d e ortaya kon m uş pek az çaba m ev cu t tur. D e ğ er le r d e v e in a n çla rd a tarihsel sü rek liliğ in b ö y le c e y itirilm esi,
74
M OD ER N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç İ Ş
sanat ya p ıtın ın sürek sizliği ve kinayeyi vurgulayan bir metne indirgen m e si ile b irleştiğ in d e, estetik ve eleştirel yargı açısından pek çok sorun yaratır. E stetik yargıya ilişkin her tür yetkili v e sö zd e değişm ez stan dardı reddeden (v e bunları aktif biçim de "yapıbozum una uğratan") post, m od ern izm , bir gösteriyi ancak ne kadar gösterişli olduğuna bakarak y argılayabilir. Bu stratejinin özel olarak incelikli bir versiyonunu Barth es önerm iştir. Yazar haz (plaisir) ile jo u issa n c e (bu Fransızca terimin en iyi çev irisi belki "yüce bir fiziksel ve zihinsel m utluluk olabilir) arasında bir ayırıma giderek, kendi başına bırakıldığında çevremizdeki toplum sal manzarayı çöplüğe çeviren cansız kültürel nesnelere belirli bir tarzda bakma yoluyla bu ikinci, orgazm ik etkiyi (burada Jameson’ın şizofreni tasviriyle yakınlığa dikkat edin) gerçekleştirm ek için çaba gösterm em izi önerir. Çoğum uz klinik anlam da şizo id olmadığımıza göre, Barthes jo u issa n ce elde etm em ize ve bu d en eyim i estetik ve eleş tirel yargılarımıza bir temel olarak kullanm am ıza izin verecek bir tür "mandarin pratiği" tanımlar. Bu, okuma (alım lam a) eylem inden ziyade yazma (yaratma) eylem iyle özdeşleşm ek anlam ına gelir. N e var ki H uyssens (1984: 3 8 -4 5 ) Barthes’ın bu önerisini keskin bir alayla karşı lar. Ona göre, Barthes, modernist ve burjuva yaklaşım ın en posası çık mış ayırımlarından birini yeniden ısıtıp önüm üze sürmektedir: "ayakta kımı için daha düşük hazlar vardır, yani kitle kültürü; bir de metnin ver diği hazzın, 'jouissance'm 'yeni çeşnisi'". "Entel" ile "avam" arasındaki bu ayırımın canlandırılması, çağdaş kültürel biçim lerin, "pop art" dolayım ıyla popüler kültüre özüm senm esi sonucunda d eğerden düşmesi gi bi büyük bir soruna gözünü kapatmak anlam ına gelir. "Barthes'ın ]ouissance'ının Amerika'da iştahla kabul görm esi, bu tür sorunların gör mezlikten gelinm esine ve (1984'ün yupilerinden pek de farkı olmayan bir biçimde) işin erbabı olmanın ve m e tin se l'g e n trifıc a tio n 'ın keyfinin sürülmesine yakından bağlıdır." Raban'ın Yumuşak K en t'teki betimle melerinin de düşündürdüğü gibi, H uyssens'in yarattığı bu im ge pek de geçersiz sayılmaz. Zamansallıgın yitirilm esinin ve anlık etki arayışının öteki yüzü, buna paralel olarak derinliğin yitirilm esidir. Jam eson (1984a; 1 9 8 4 b), çağdaş kültürel üretimin büyük bölümünün "d erin lik sizliği'n i, görü nümler, yüzeyler ve zamana hiçbir d ayan ıklılığı o lm ayan anlık e tk i l e onusundaki saplantılarını ısrarla vurgulam ıştır. Sherm an'ın fotoğraf larının imgelerinin dizilişi tam da bu nitelikleri taşır. C harles N e w m a n , Ameri ıT lmeS ta ^ 7 Tem m uz 1 9 87) yayınlanan bir eleştiri yazısı ^ Amerikan romanının durumunu şö y le anlatıyordu:
3
POSTMODERNİ ZM
1 9 Rauschenbergin öncü postmodemist yapıtı P e r sim m o n (1964), RuCns ın küslenen Venüs u dahil olmak üzere, birçok temanın bir kolajıdır.
76
M O D E R N İ TED EN P O S T M O D E R N İ T E Y E G E Ç İŞ
İ şin g e r ç e ğ i şu d u r k i, k o n tro lü n g id e re k e ld e n k a ç tığ ı d u y g u su , bireysel ö z e r k li ğ in y itir ilm e s i v e g e n e l bir ç a r esiz lik , e d e b iy a tım ız d a h iç b ir zaman ol. m a d iğ i k a d a r k o la y lık la te ş h is e d ile b ilir h a le g e lm iştir: o r ta y a ç ık a n , mümkün o la n e n b a s m a k a lıp k arakterlerin m üm k ün o la n en b a s m a k a lıp ortam lar iÇjnde m ü m k ü n o la n e n b a sm a k a lıp ifa d e y le a n la tılm a sıd ır. S a n k i v a rsa y ım şudur A m e r ik a e n g in bir çö ld ü r , am a bu ç ö ld e y in e d e y a rık la rd a n fışk ır m a y ı başaran b ir k a ç ö z lü y a b a n otu y etişm ek ted ir.
"H edeflenm iş derinliksizlik": Jam eson postm odern mim arlığı böy le tanım lıyor. G erçekten de bu kavrayışın postm od ernizm in her şeyin üstün e çıkan esas m otifine işaret ettiğini (B arthes ın bizi yönlendirme y e çalıştığı jo u issa n c e anı bunu dengeleyen tek şeyd ir) kabul etmemek zor. Y üzeyler konusunda özen, m od em izm in d ü şü n ce ve pratiğinde (ö zellik le kübistlerden itibaren) elbette önen taşım ıştır, am a bu özene paralel olarak Raban'ın kent yaşam ı üzerine sorduğuna benzer bir soru hep vardır: bu yüzeyleri gerekli sev g i ve c id d iy etle nasıl inşa edelim, nasıl gösterelim , nasıl ayakta tutalım ki onların ö te sin e geçerek özsel anlamların ne olduğunu anlayabilelim ? P ostm od ern izm ise dipsiz bir parçalanma ve gelip g e çiciliğ e rıza gösterd iğinden bu soru üzerinde dü şünmeyi genel olarak reddeder. Zaman ufkunun çöküşü ve anlık olana yö n e le n ilg i, kısm en, kültü rel üretimde olayların, gösterilerin, "happening"lerin, m ed y a imgeleri nin çağdaş dünyada ön plana çıkm ış olm asının ürünüdür. Kültür üreti cileri yeni teknolojileri, m edyayı, nihayet m ü lti-m ed y a olanaklarını araştırmayı ve kullanm ayı öğrenm işlerdir. G e lg e le lim , bunun sonucu modern hayatın gelip g eçicilik taşıyan ö z ellik lerin in y en id en vurgulan ması, hatta yüceltilm esi olmuştur. A m a bu aynı zam and a, Barthes'ın müdahalelerine rağmen, popüler kültür ile bir zam anlar yalıtılm ış ola rak varlığını sürdüren "aydın kültürü" arasında bir yakın laşm anın orta ya çıkışını olanaklı kılmıştır. B u tür bir yak ın laşm a e sk id e n de hedef lenmişti: ama bu, Dada, erken aşam asında g erçek ü stü cü lü k , yapımcılık ve dışavurumculuk gibi hareketlerin, m od ernist bir top lu m sal dönüşüm projesinin ayrılm az bir parçası olarak sanatı halka taşım a çabalarında olduğu gibi, hemen hem en her defasın d a daha d e v r im c i bir tarzda ol muştu. Bu tür avangardist hareketler, kendi h ed efleri kon usu nda güçlü bir inanç besledikleri gibi, yeni tek n olojilere d e e n g in bir güven duyu yorlardı. Günümüzde popüler kültür ile kültürel üretim in arasındaki te^h™!11" daralması, yeni iletişim te k n olojilerin e b ağlı o lm ak la birlik81
b,r avangardist ya da d evrim ci içgü d ü taşım am akta, bu da
POSTMODERNİZM
77
k jnsanın p ostm od ern izm i m etalaşm aya, ticarileşm eye ve piyasaalın ve doğrudan bir b içim d e teslim olm ak la suçlam asına yol aç maktadır (F oster, 1985). B u bir yana bırakılsa da, postm odernizm ç o ğunlukla "gizem li s a n a f a v e avangarda karşıdır, m edyada ve herkese g k alanlarda şansını dener. Ö rneğin, Sherman'ın fotoğraf kullanması v e verdiği pozlarda sanki film karelerinden alınm ış pop im geleri çağrış tırması hiç de raslantı d eğild ir. Bu bizi postm od ern hareketle ilg ili en güç soruna, yani bu hareke tin dünlük hayatın kültürü ile ilişk isi v e bütünleşm esi sorununa getirivor^Her ne kadar bu tartışm a so y u t olarak ve d o la y ısıy la benim de bu rada kullanm ak zorunda k ald ığım k olay anlaşılam az terimler aracılığıy la sürdürülüyorsa da, kültürel nesnelerin üreticileri ile genel kamu ara sında say ısız tem as noktası m evcuttur: m im arlık, reklam , sinem a, mültimedya olaylarının sa h n e le n m e si, bü yük gösteriler, politik kam panya lar ve tabii her y erd e hazır v e nazır te le v iz y o n . Bu süreçte kim in kimi etkiliyor oldu ğu ç o k da açık d eğild ir. Venturi vd. (1 9 7 2 : 155) m im ari zev k lerim izi Las V egas'tan y a d a Levittovvn gibi kötü şöh rete sahip altkentlerden ö ğren m em izi tavsiye ederken g erek çeleri basittir: insanlar bu çevreleri sevm ektedirler. Ş ö y le devam ederler: "Orta direğin kendi m im ari zev k lerin e sahip olm a hak kını d estek lem ek için insanın işçi k askı politik a sıy la * aynı fikirde o l ması gerekm ez. B iz im g ö r e b ild iğ im iz kadarıyla, Levittovvn türü estetik zevkler, ister b ey a z o lsu n ister siy a h , ister liberal olsu n ister m uhafaza kâr, o n a direğin ç o ğ u n lu ğ u n c a paylaşılm aktadır." Yazarlar, insanlara ne istiyorlarsa onun v e r ilm e sin d e hiçb ir m ahzur olm ad ığı konusunda ısrarlıdırlar. H atta V enturi N e w York T im e s'ta (2 2 E kim 1 9 72) yay ın la nan bir d e m e c in d e ş ö y le d e m e k tey d i: "D isneyland, insanların istediği şeye, m im arların herhangi bir aşa m a d a onlara v erebildiğind en ço k daha yakındır. D isn e y la n d A m erik a 'n ın se m b o lik ütopyasıdır." B u sözlerin alıntılandığı y a z ın ın b a ş lığ ı, a n la m lı b içim d e, "M iki Fare mimarlara ders veriyor" olarak a tılm ıştı. N e var ki, a y d ın kültürünün D isn e y la n d e stetiğ in e bu tür bir ta v izi ni bir seçişten z iy a d e bir zo ru n lu lu k olarak görenler de vardır. Ö rneğin, Daniel B ell (1 9 7 8 : 2 0 ) p o stm o d e r n iz m i, yaratıcı ve isyankâr içgüdü len n , kend isin in "kültürel kitle" adını v erd iğ i şey tarafından kurum sallaşas^1 P a tik a sı" terim i, Venturi v d.’nin bu satırları yazdıkları 7 0 ’li yılların ortam g ö z önüne alındığında, m uhtem elen, öğrenci hareketi A B D nın destpH» *ava$ faaliyetini eleştirirken, işçi sınıfının bir bölümünün savaş faaliyetim •nesini anlatm ak için kullanılıyor, (ç.n.)
78
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N Î T E Y E GE Ç İ Ş
tırılm ası y o lu y la m odem izm in tüketilmesi olarak tanımlar. ("Kültü kitle", telev izy o n d a , radyoda, sinemada, tiyatroda, üniversitelerde ^ y ın ev lerin d e, reklam ve iletişim sanayilerinde vb. çalışan, ciddi kültün ürünlerin alım lanm ası sürecini hazırlayıp etkileyen ve kitle kültürünü daha g e n iş izleyiciler topluluğu için popüler m alzem eleri üreten n J yonlarca insandan oluşur.) 1960'lı yıllarda aydınların kültürel zevk üze rindeki otoritesinin yozlaşm ası ve bunun yerini "pop art"ın, popüler kültürün, gelip geçici modanın ve kitle zevkinin alm ası, kapitalist tüke*^ Iain Chambers (1986; 1987) benzer bir süreci oldukça farklı biçim, de yorumlar. Savaş sonrası bolluk dönem inde İngiltere de işçi sınıfı gençleri ceplerinde kapitalist tüketici kültürüne katılm aya yetecek ka dar para bulunca, modayı kendi kamusal kim liklerini tanımlamak için aktif olarak kullanıyor, hatta insanlara zevkleri reklam ve medya aracı lığıyla dayatmaya çalışan moda sanayiinin karşısında kendi pop art bi çimlerini yaratıyorlardı. Bunun sonucunda, zevklerin (kent merkezleri nin maço erkek kültüründen üniversite kam püslerinin kültürüne kadar uzanan) bir dizi alt-kültür aracılığıyla dem okratikleşm esi, göreli olarak ezik grupların bile güçlü biçimde örgütlenm iş bir ticari aygıt karşısında kendi kimliklerini biçimlendirme haklarının savaşını verdikleri yaşam sal bir mücadelenin sonucu olarak yorumlanır. Chambers'a göre, postmodernizme dönüşün kökünde, 1960'lı yıllarda başlayan ve günümüze kadar devam eden kent temelli kültürel m ayalanm a yatar: Entelektüel açıklam ası ne biçim alırsa a lsın , p o stm o d e r n iz m in habercisi, son yirmi yılın büyük kent kültürleri olm uştur; işaretleri, s in em a n ın , televizyo nun ve videonun elektronik gösterenleri arasında, kayıt stü d y o la rın d a ve pikap larda, modada ve gen çliğ in b en im sed iğ i g iy im k uşam da, ç a ğ d a ş kentin oluştur duğu o dev ekranda, günbegün iç içe g e ç en , d ö n ü ştü rü len , "çiziktirilen" bütün o seslerde, im gelerde ve farklı tarihçelerde görüleb ilir.
Öte yandan, televizyon kullanımının yaygınlaşm asına bir tür bi çimlendiriri rol atfetmemek çok güç görünüyor. N e de olsa, günümüz de ortalama Amerikalı günde yedi saatten fazla telev izy o n seyretmekle şöhret kazanmıştır ve televizyon ve video sahipliği (bu sonuncusu ABD' de hanelerin en azından yarısına girm iş durumdadır) kapitalist dünya nın bir başından ötekine öylesine yaygındır ki, bu durum un mutlaka baS m E T ° lm uş,o lmalldlr- Örneğin, postm odernistlerin yüzey üzerin* luolarakıM
T 310'Z*sürülclü ğü n d e,televizyon im gelerininzon* ıklan biçime ulaşılabilir. A yrıca, Taylor'ın ( 1 9 8 7 : 103-1°51
POSTMODERNİZM
79
•Saret ettiği gibi, televizyon, "tarihte, geçm işin sanatsal başarılarım, coğrafyadan ve maddi tarihten büyük ölçüde koparılmış biçimde, az Cok kesintisiz bir akım halinde B atı’nın oturma odalarına ve stüdyoları na aktaran ve birbirleriyle eş önem e sahip, eşzamanlı olarak varolan ol cularmışçasına yanyana yamayarak bir kolaj halinde sunan ilk kültürel araçtır." Ü stelik, "bu aracın, tarihi eşit olayların tükenmez kaynağı ola rak algılayışım" paylaşan bir izley iciy i de varsayar. Ö yleyse, sanatçının t a r i h l e ilişkisinin d eğ işm esi (biraz önce değindiğim iz özel tarihselcilik biçimi), kitle telev izy o n u çağında köklerden ziyade yüzeylere, derinlik li çalışmadan ziyade kolaja, işlenm iş yüzeylerden ziyade üstüste getiril miş alıntı im gelere, ayaklan üzerinde sağlam biçim de duran kültürel nesneden ziyade çökm üş bir zaman ve mekân duygusuna bir bağlılığın oelişmiş olm ası hiç de şaşırtıcı değildir. Bunların hepsi tam da postm o dern durumda sanatsal pratiğin yaşam sal boyutlarıdır. Ne var ki, bütün bir hayat tarzı olarak kültürün biçim lenm esinde böyle bir gücün kudretinin altını çizm ek, "televizyon postmodernizm e yol açar" türünden k olaycı bir teknolojik determ inizm e düşm eyi gerek tirmez. Çünkü telev izy o n u n kendisi geç kapitalizm dönem inin bir ürü nüdür ve bu n iteliğ iy le bir tüketim cilik kültürünün teşviki bağlamında ele alınmalıdır. Bu, dikkatim izi, kapitalist üretimi kârlı kılmak için tü ketici piyasalarında talebe yeterli bir canlılık kazandırmak amacının ay rılmaz birer parçası olarak ihtiyaç ve isteklerin üretimine, arzu ve fante zinin seferber ed ilm esin e, e ğ le n c e politikasına yöneltir. Charles N ew man (1984: 9 ) p o stm o d em ist estetiğin büyük bölüm üyle geç kapitalizm çağının en fla sy o n ist y ü k selişin e bir cevap olduğu kanısındadır. Ona gö re, "enflasyon ticari piyasaları olduğu kadar m übadeleye ilişkin fikirleri de etkiler". B u yü zd en "modada sürekli olarak kıyıcı savaşlara ve ihtilaçlı değişikliklere, bütün g eçm iş stillerin sonsuz değişim leri içinde eş zamanlı olarak serg ilen m esin e, ve çeşitli, çelişik entelektüel seçkin gruplarının devam lı yer değiştirm esine tanık oluruz. Bütün bunlar yara tıcılığa tapınm anın her davranış alanında egem en liğine, Sanat'a karşı şimdiye kadar gö rü lm em iş bir ölçüde, yargılamayan bir açıklığa, so nunda k ayıtsızlığ a ulaşan bir hoşgörüye işaret eder." Newm an'a göre, bu bakış açısından, "sanatın o çok övülen parçalanm ışlığı artık bir este tik tercih değildir: ek o n o m ik ve toplum sal dokunun basit bir kültürel
veçhesidir." Bu, m odernistlerin m etalaşm a fikrine köklü bir dirençle karşı dura rak (m etalaşm a o lg u su için aynı şey söylen em ez) kaçınm aya çalıştıkları ticarileşm eye postm odernistlerin açık yüreklilikle, hatta bayağı bi-
ç im d e y ü z le r in i dön erek bunun aracılığıyla p o p ü ler kültürle bütünles m e a tılım ın ı açıklam ak bakımından yararlıdır. A m a ö te yandan, . m o d e m iz m in tükenm esini tam da büyük şirk et kap italizm in in ve ^ rokratik d ev letin resm i estetiği haline g elerek m a sse d ilm e sin e bağ]a. yan lar da vardır. Bu durumda postm odernizm p iy a sa n ın gücünün kü|. türel üretim in bütün alanlarını kapsayacak b iç im d e m antıksal bir yayıl, m a y a girişinin ifadesi olmaktan öteye g e ç e m e z . C rim p (1987:
85)
bu
kon udaki öfk esini acı sözcüklerle ifade eder: Son birkaç yıldır görmekte olduğumuz, sanatın büyük şirket çıkarlarınca bütün bütüne devralınmasıdır. Sermaye modemizmin sanatında ne rol oynamu olursa olsun, şu anda yaşanmakta olan olgu tam da kapsamı dolayısıyla yenidir Şirketler sanatın her yönden esas hamileri haline gelmişlerdir. Büyük koleksi yonlar oluşturuyorlar. Her büyük müze sergisini onlar finanse ediyor (...) Müzayedeciler ödünç veren kurumlar haline gelmiştir, sanata borç teminatı niteli ğiyle yeni bir değer kazandırıyorlar. Ve bütün bunlar eski ustaların değerinin enflasyona uğramasını değil, sanat üretiminin kendisini etkiliyor (...) Büyük şirketler büyük miktarları ucuza kapatıyor, genç sanatçıların değerinin yüksele ceği günlere yatırım yapıyorlar (...) Geleneksel yapıda bir resim ve heykele dö nüş, meta üretimine dönüş olur. Ben derdim ki, geleneksel olarak sanat ikircikli bir meta statüsüne sahipti. Şimdi hiç ikirciksiz biçimde metadır. Bir müze kültürünün gelişm esi (İngiltere'de üç haftada bir, bir mü ze açılıyor, Japonya’da ise son on beş y ıld a 500'den fa z la m ü ze açılmış durumda) ve 1970'li yıllarda ilk adımlarım atan v e bu gün filizlenen bir miras sanayii" tarihin ve kültürel biçim lerin tic a r ile şm esin e bir başka popülist (ama bu kez çok orta sınıf) renk katıyor. H evvison (1987:135) postmodernizm ile tarihsel miras sanayiinin arasında bir bağ vardır,' diyor, çünkü her ikisi de şim diki hayatlarım ızla tarih im iz arasında sığ bir ekran yaratmak için kafa kafaya vermiştir". T arih "eleştirel söylem den çok kostümlü tiyatro ve yeniden canlandırm a olarak çağdaş bir ya ratı
aline gelir. Hevvison, Jam eson’dan da alıntı yaparak şu sonuca
u aşır: Tarih i kendi pop im gelerim iz ve kend isi e b e d iy e n e r işile n i o iıT T
'ü benzeşlerı (sim u la cre) a ra cılığıyla k e ş fe tm e y e mahkûm
cakbiranflkadm "
^
2
göre, postmodern ^
2
^
^
makin* gİbİ g ö r ü ,m e z ’ ”iÇinde
ya§an3
etm ıSke?» bu y azarm cüretkâr te z in e gelelim : ona
ka bir şey değildir M ^ kapitalızm Çagm ın kültürel m antığından baş
d*n itiWn kin r t f 11(1975) iz,eyerek’ 1960,11 yll,ann ba*,ar,n' yeni b i “ S min,n "genel olarak m eta üretim i ile b ü tü n » çaga girdiğim izi ileri sürer: "giysilerden u ça ğ a kadar bu*
POSTMODERNİZM
81
tün malların y en i görünü şler altında daha büyük miktarlarda ve hep da ha yük sek devir h ızla rıy la dalga dalga üretilm esi yolunda çılgın bir te laş artık estetik y e n ilik ler e ve den ey lere artan ölçüde hayati bir yapısal js lev kazandırır." E sk id en y a ln ızc a üretim alanında verilen m ücadele ler bunun son u cu n d a dışarı doğru taşarak kültürel üretimi sert toplum sal çatışm aların bir alanı haline getirm iştir. Bu tür bir d eğişiklik , tüketi ci âdetlerinde v e tavırlarında kesin bir d e ğ işim e yol açar, estetik tanım ve m üdahalelere y en i bir işle v kazandırır. K im i yazarlar 1960'h yılların karşı-kültür hareketlerinin bir karşılanm am ış ihtiyaçlar ve bastırılm ış arzular ortamı yarattığını, p o stm o d em ist popüler kültürel üretimin ise bu ihtiyaç ve arzuları m eta b içim i altında elind en g eld iğ i kadar tatmin etmek için y o la çık tığ ın ı ileri sürebilirler. K im i başka yazarlar ise, kapi talizm in, piyasalarını can lı tutabilm ek için arzuyu üretm eye zorlandığı nı ve bireysel d u yarlılıkları, sonund a g e le n e k se l yük sek kültür b iç im le rine karşıt olarak y en i bir estetik yaratm aya varan ölçü d e gıdıklam aya giriştiğini savunabilirler. H er iki durum da da, 1960’h yılların başından itibaren tanık o ld u ğ u m u z, 1970'li yılların başında ise h eg em o n ik konu munu sağlayan kültürel evrim in bir top lum sal, ek on om ik ve politik boşlukta g e rç e k le şm e d iğ i ön erm esin i kabul e tm em iz bence ön em taşı yor. R eklam ın "kapitalizm in resm i sanatı" olarak ku llanılm ası, sanata reklam cılık stratejilerini, r ek la m cılık stratejilerine de sanatı sokar (R e sim 1 .6 ’da verilen D a v id S a lle r esm iy le R esim 1.10'da verilen C itizen saatlerinin reklam ı arasında bir karşılaştırm a bunu açıkça gösteriyor). D olayısıyla, H assan 'ın k itle tü ketim i kültüründen kaynaklanan etkilere (modanın seferb erliğ i, p o p art, te le v iz y o n v e başka türden m edya im g e leri, kapitalizm altın d a g ü n lü k hayatın a yrılm az parçaları haline g elm iş olan kentsel y aşam tarzlarının ç e ş itliliğ i) ilişkin olarak kurduğu üslup değişim i üzerinde durm ak ilg in ç olacaktır. P ostm odern izm kavram ına ilişkin başka ne d ü şü n ü rsek d ü şü n elim , bu o lg u y u ö zerk bir sanat akım ı olarak görm ek ten k a ç ın m a lıy ız . G ü n lü k hayattaki kökleri, postm od er nizmin en aşikâr b iç im d e sayd am v eçh elerin d en biridir. B en im burada H assan 'ın şem a sın ın yardım ıyla ç iz m iş oldu ğum postm odernizm ta b lo su k u şk u su z eksiktir. B u tablo aynı zam anda hızlı akış ve d e ğ işim in g iz le r in e sarın m ış kültürel b içim lerin m utlak ç o ğ u llu ğu ve e le a vu ca s ığ m a z lığ ı d o la y ısıy la , hiç kuşku yok ki, daha da parça ölük hale g e liy o r . A m a sanırım , m o d ern itey i postm oderniteden ayıran haleti ru h iyed ek i o derin d eğ işim " kon usu nda, artık bu d eğ işim in k ö k le r in i araştırm a v e g e le c e ğ im iz için ne anlam a g e le c e ğ i konusunda spekülatif b iç im d e bir y o ru m üretm e g ö r ev in e g e ç m e y e y e te ce k kadar
82
MODERNİTEDEN
POSTMODERNÎTEYE GEÇlş
Resim 1.10 Citizen saatlerinin bir reklamı, postmodernizmin, birbirleriyle biç 1 ilişkisi olmayan ontolojik bakımdan farklı dünyaların üstüste getirilmesine yÖne ! te nilerle doğrudan bir bağlantı kurar (Resim 1.6'daki D avid Salle resmlt 7 ¥ ırınız)- Reklamı yapılan saat neredeyse göze hiç görünmez. (Rototy&r yukarıdan aşağıya,unlar yazılıdır: "Ortalama boy. O n a tm a saç rengi O t * 0rtaUma aPrUk. Ortalama Citizen (vatanda^ diye bir yok*»-
POSTMODERNİZM
83
şey söylem iş bulunuyorum . Y in e d e, bu tabloyu postm odernizm in ca5 daş kent tasarım ında nasıl ortaya çtkttğm a ayrm ttl, bir baktşla tam am !!' manın yararl, ola ca g m . sanıyorum : p o stm o d em ist durumun günTifk ha' ya,ta nasıl m şa ed ild iğ in e bakarken, berrak bir odaklaşm a, dokunun in ce damarlarını g e n iş fırça darbelerinden daha iyi gösterecektir Ö y le !' se, bir sonraki bolü m de bu g ö r ev e d ö n ec e ğ im . ’ y~
N ot Bu bölümde kullanılan resimler postmodemist eğilimdeki bazı feministlerce eleştirilmiştir. Burada bu resimlerin bilinçli bir biçimde seçilmesi, modemöncesi, modem ve postmodern çağlar arasında varsayılan kopuşlar arasında bir karşılaştırmayı olanaklı kılmalanndandır. Tiziano'nun klasik nü'sü, Manet'nin modernist O liy n ıp id sında aktif biçimde yeniden ele alınır. Rauschenberg postmodem kolaj aracılığıyla basit bir reprodüksiyona başvurur, David Salle farklı dünyaları üstüste getirir, aralarında en iğrenci olan, ama İngiltere'nin kaliteli gazetelerinin hafta sonu eklerinde uzunca bir süre boyunca yayınlanan Citizen'in saat reklamı ise aynı postmodern tekniğin salt ticari amaçlarla kurnazca bir kullanımıdır. Bütün bu resimler kendi özel mesajlarını kafalara nakşetmek için kadın bedenini kullanmaktadır. Ek olarak ortaya koymayı amaçladığım nokta şuydu: burjuva Aydınlanma pratiğinin "baş ağrıtacak çelişkilerinden bi ri olan (bkz. yukarıda s. 27 ve ileride s. 281 ) kadınların ezilmesi, postmodernizmden hiçbir özel derman ümit etmemelidir. Bu resimler bu noktayı o kadar iyi ortaya koyuyordu ki daha öte bir şey söylem eye gerek olmadığını düşün müştüm. Ama bu resimlerin herkese verdikleri mesajı hiç olmazsa bazı çevrele re aktarmakta işe yaramadıkları ortaya çıktı. Ayrıca öyle görünüyor ki, postmodemistlerin çok sevdiği bir tekniği kullanarak, metinle karşılaştırma içinde re simler aracılığıyla azıcık da olsa farklı bir hikâye anlatma çabamın onlarca da takdir edileceğine gereksiz yere güvenmişim. ( Haziran 1991)
Kentte Postmodernizm: M im arlık ve Kent Tasarımı
Mimarlık ve kent tasarımı alanında postmodernizmin kabaca, planla ma ve »elişmenin geniş ölçekli, metropol çapında, tekn olojik bakım dan rasyonel ve etkin kent planlan üzerinde yoğ konusunda ısrar eden ve bunu kesinlikle yapmacıktan uzak bir mimari ile destekleyen ("uluslararası üslup" türü m odem izm in sade "işlevselci" yüzeylerini düşünün) modernist düşünceden bir kopuş anlamına geldiğini düşünüyorum. Bu anlayışa karşıt olarak, postmodernizm kentsel dokuyu zorunlu olarak parça bölük görür: g e çm iş biçim ler bir "palimpsest"te olduğu gibi üstüste yığılmıştır, günüm üzün kullanımları (ki çoğu gelip geçici olabilir) bunun üzerinde yer alan bir "kolaj"dır. Metropolün tamamını hâkimiyet altına almak olanak sız olduğuna, sa dece şurayı burayı düzenlemek mümkün olduğuna göre, kent tasarımı (postmodernistlerin planlamayla değil sadece tasarım la uğraştığına dikkat çekerim) basit biçimde bölgesel geleneklere, yerel tarihçelere, tikel istek, ihtiyaç ve fantezilere duyarlı olm ayı am açlar; b ö y lece, uz manlaşmış, hatta büyük ölçüde müşterinin zevk ine göre biçim lenmiş mimari biçimler yaratılır: bunlar mahrem, k işiselleşm iş mekânlardan, geleneksel anıtsallığa ve gösterinin şenliğine kadar uzanabilir. Bütün bunlar mimari üslupların eklektik bir biçim de ku llan ılm asın a başvuru larak süslenebilir. Her şeyin ö tesin d e , postmodernistler m ekâna nasıl b ak ılacağı komekânı^ T
' T * an*ay ^ tan köklü biçim de koparlar. M o d e r n is t le r
rürken n l ç r ?
amaçlar uSruna biçim lendirilecek bir ş e y olarak gö-
gözetmeven" hjre™1S n - . ^ n mekan> belki zam and ışı v e "hiçbir çıkar amacı hariç, her şeyh ö ? ^ k?nd!.İÇİnde bir am aÇ olarak e ld e edilmesi hiçbir bağı olmayan pçt t T ü 6 yükselen bir top lum sal a m a ç la zorunlu g CStet,k hedef ^ ilkelere göre b iç im len d ir ile ce k ba-
KENTTE POSTMODERNİZM
85
g i m s ı z v e ö z e r k b ir ş e y d ir .
c Bu tiir bir değişim in anlam ı üzerinde durmak birkaç nedenle yarar lıdır. Her şeyd en ö n ce, mimari çevre, yeni kültürel duyarlılıkların bi çim lenm esi açısından hayati bir pota olan karmaşık kent yaşamının un surlarından biridir. B ir kentin neye benzediğine, mekânlarının nasıl ör gütlendiğine bağlı olarak kent bize bir dizi mümkün duyguya ve top lumsal pratiğe ilişkin düşünm ek, değerlendirme yapmak ve bunlara erişmek açısından maddi bir zem in sağlar. Raban’ın Yumuşak K ent'inin bir boyutu, mimari çevrenin biçim lendirilm esi yoluyla az ya da çok sert hale getirilebilir. Tersinden bakılırsa, mimarlık ve kent tasarımı, estetik yargıların m ekânda sabitleşm iş biçim lerde cisim leşip cisim leşem eyeceği, cisim leşm esin in doğru olup olm adığı, bunun günlük hayatta ne et kiler yaratacağı gibi konular açısından hatırı sayılır bir polemiğin konu su olmuştur. E ğer m im ariyi bir dil olarak algılıyorsak, eğer Barthes'ın vurguladığı gibi (1 9 7 5 : 9 2 ) "kent bir söylem , bu söylem de gerçek bir dil" ise, o zam an sö y len m ek te olana çö k dikkat etm eliyiz, hele bu me sajları g e n ellik le kent hayatının dikkatim izi dağıtan bütün öteki çeşitli unsurlarının arasında a ld ığ ım ız düşünülürse. Prens C harles’ın m im arlık ve kent tasarımı ile ilgili meselelerdeki "mutfak kabinesi"nde m im ar L eon Krier de bulunuyor. Krier'in moder nizm hakkındaki şik â y etleri, 1987'de A rch itectu ra l D esign Profile der gisinde (sayı 6 5 ), ö z el etki sağlam ak için el yazısıyla yayınlandı. Krier’in şikâyetleri tartışm a açısından önem lidir, çünkü günümüzde İngil tere'de kam usal tartışm ayı hem üst d ü zeyde, hem de en genel düzeyde etkiliyor. Krier için tem el sorun m odernist kent planlamasının büyük ölçüde tek işle v li b ö lg e le m e y e dayanm asıdır. Bunun sonucunda insan ların b ölgeler arasında yapay anayollar aracılığıyla dolaşım ı planlama cının başlıca sorunu h a lin e gelir; bu da Krier'e göre, zaman, enerji ve toprak israfına y o l a çtığ ı için "anti-ekolojik" bir kent dokusu yaratır. Günümüzde mimarinin ve kentlerin manzarasının simgesel yoksulluğu, iş levsel bölgeleme pratiklerinin vazettiği işlevselci yeknesaklığın doğrudan bir sonucu ve ifadesidir. Tem el modem bina türleri ve planlama modelleri, örneğin Gökdelen, Yeraltı Otoparkı, Merkezi İş Bölgesi, Alışveriş Merkezi, İş Merkezi, Mesken Bölgesi vb. hep aynı biçimde, tekil kullanımların, bir kentsel bölgede, bir bina kompleksinde ya da bir çatı altında, yatay ya da düşey aşırı yoğunlaş masıdır. Krier bu durum u (d o ğ a sı g e re ğ i e k o lo jik olan) "iyi kent' le karşılaştırır, burada "kentsel işle v le r in tam am ı, uygu n v e hoş yürüm e m esafelerinde" sağlanır. B u tür bir k e n tse l b iç im in " enlem esine ve boylam asına ya-
86
MO D ER N İ T E D E N P O S T MOD ERN İ T E Y E G E Ç t ş
yılma yoluyla büyüyemeyeceğini" yalnızca "çoğalm a" yolu yla biiv« " "tamamlanmrş ve sonlu kentsel t o p l y ^ bileceğini kabul eden .^Jözter:h er bir topluluk, geniş b ir k e n ^ ' lar dan oluşan bir kent biçim ^ kentsel m aha,|e oIuşt 1 b u 1 S d f C t niçWne kentler" olacaknr. "Kamusal alanların, kent bu aueıer oe v anlam lı ve içten eklem lenm esinde de o*
rüldU^TgibMnümMn olan en büyük ç e ş it liliğ i içeren hısım lık ve diya. S V°e bundan dolay, gerçek çeşitliliğin ifadesine d a y an a n geleneksel kent biçimlerinin " s e m b o l i k z e n g i n l i ğ i ' m yakalamak ancak b
altında mümkün olacaktır.
.
Bazı başka Avrupalı postmodernıstler gibi, Krier de geleneksel "klasik" kentsel değerlerin aktif olarak yeniden canlandırılmasının ve yeniden yaratılmasının peşindedir. Bu ya eski bir kentsel dokunun res tore edilerek yeni kullanımlara kazanılması, ya da eski bakış açılarını ifade eden yeni mekânların, çağdaş teknolojilerin ve m alzem elerin ola naklı kıldığı bütün marifetler kullanılarak yaratılması demektir. Krier’in projesi postmodemistlerin benimseyebileceği olanaklı yönelişler den yalnızca biridir. (Örneğin Venturi’nin D isneyland, Las Vegas ve altken t türü süsleme konusundaki hayranlığıyla hiçbir biçim de bağda şamaz.) Ama yine de tepki duyduğu başlangıç noktası olarak belirli bir modernizm anlayışını ortaya koyar. Dolayısıyla, Krier’in saldırdığı mo dernizm türünün, savaş sonrası kent düzenlemesinin ne ölçüde ve ne den hâkim bir özelliği haline geldiğine bakmak yararlı olacaktır.
U. Dünya Savaşı'nın ertesinde ileri kapitalist ülkelerin karşı karşıya kaldığı sorunlar hem çok sayıdaydı, hem de ciddi. Uluslararası barış ve refah, genellikle daha güvenli, daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek uğruna yapılan bir mücadele olarak tanımlanan (ve haklı gösterilen) bir savaşa hayatlarından ve enerjilerinden o kadar çok şeyi veren halkların beklentilerini bir biçimde karşılayacak bir program üzerine inşa edil me zorundaydı. Bunun başka ne anlamı olursa o lsu n , bir şey açıktı: savaş oncMmm depresyon ve işsizliğine, açlık yürüyüşleri ve aşevlerikoiavîkh « y0 ! T ! mahalleleri ve yokluk koşullarına ve bu koşullann
KSKtS»sonrasıpolitika’e^rdeı"°kratikvekapitagadoSL ? u
ceğİ t0p,Umsal huzursuzluk ve politik istikrarsızlı-
hizmetler, refah ve d h am’ insan onuruna yakışır konutlar, toplumsal
tanınması gibi sonmh ^ T İr ge^ece^ yaratma fırsatının yaygın olarak 8 ele a1™ * zorundaydı (bkz. II. K ısım ).
KENTTE POSTMODERNİZM
87
T a k tik le r v e k o ş u lla r ( ö r n e ğ in s a v a ş ta h rib a tın ın d e r e c e s i, p o litik d e n e tim in m e r k e z i le ş m e s i n in n e d e r e c e d e k a b u l g ö r e c e ğ i, r efa h d e v l e tine ta n ın a n ö n e m d ü z e y i g ib i k o n u la r d a ) ü lk e d e n ü lk e y e d e ğ iş m e k le b irlik te, h e r y e r d e e ğ i l i m s a v a ş d ö n e m in in k itle ü retim i v e p la n la m a d e n e y im in i, d e v b ir y e n i d e n in ş a v e y e n id e n y a p ıla n m a p r o g r a m ın ı b a ş la t m anın aracı o la r a k g ö r m e k y ö n ü n d e y d i. S a n k i A y d ın la n m a p r o je s in in y e n id e n h a y a t k a z a n m ış b ir v e r s i y o n u , k ü r e s e l ç a tış m a n ın ö lü m v e y ık ı m ınd an a n k a k u ş u g i b i d o ğ m u ş t u . K e n ts e l d o k u n u n y e n id e n in ş a s ı, y e niden b i ç im le n d ir ilip y e n i l e n m e s i , b u p r o je n in a n a u n su r la r ın d a n biri h a lin e g e ld i. C I A M 'ın , L e C o r b u s ie r ’n in , M ie s v a n d er R o h e 'n in , F ra n k
Lloyd W r ig h t'ın v e b e n z e r le r in in d ü ş ü n c e le r i b u b a ğ la m d a tu ta c a k tı. A m a ü r e tim ü z e r in d e d e n e t im s a ğ la y a n d ü ş ü n c e le r o la r a k d e ğ il, p ra g m atik m ü h e n d is le r in , p o l it ik a c ıla r ın , m ü te a h h itle r in , y a p s a tç ıla r ın ç o ğ u
zaman y a l n ız c a t o p lu m s a l , e k o n o m ik v e p o lit ik z o r u n lu lu k ta n d o la y ı g iriştik le ri iş le r e b ir t e o r ik ç e r ç e v e v e h a k lı ç ık a r m a t e m e li o la ra k . B u g e n e l ç e r ç e v e i ç e r i s i n d e , b ir s ü r ü fa r k lı tü rd en ç ö z ü m d e n e n d i. Ö rn eğin İ n g ilt e r e ’d e k e n t v e k ır p la n la m a s ın a iliş k in o ld u k ç a katı y a s a lar kab u l e d ild i. B u n u n s o n u c u a ltk e n t l e ş m e n in s ın ır la n m a s ı, o n u n y e r i ni (E b e n e z e r H o w a r d tü r ü n d e ) p l a n la n m ış y e n i k e n t g e liş im in in y a d a (L e C o r b u s ie r tü r ü n d e ) y ü k s e k y o ğ u n l u k l u d o ld u r m a y a d a y e n ile n m e nin a lm a s ı o l d u . D e v l e t i n u y a n ık g ö z le r i n in v e b a z a n d a g ü ç lü e lin in g ö lg e s in d e , m o d e r n is t m im a r la r ın u z u n s ü r e d e n b eri ö n e r m e k t e o ld u ğ u s a n a y ile ş m iş in ş a a t s is t e m l e r i n i n v e r a s y o n e l p la n la m a u s u lle r in in k a b ulü y o l u y la y o k s u l
m a h a ll e le r i n d e n
k u r tu lm a k , m o d ü le r k o n u tla r ,
ok u llar, h a s t a n e le r , f a b r ik a la r v b . in ş a e t m e k iç in y ö n t e m le r b u lu n d u . B ü tün b u n la r ın ç e r ç e v e s i n i d e , m e k â n s a l d o k u la r ın v e d o la ş ım s is t e m lerin in , e ş it li ğ i ( h i ç o l m a z s a f ır s a t e ş i t l i ğ i n i ) , t o p lu m s a l r e fa h ı v e e k o n o m ik b ü y ü m e y i t e ş v i k e d e c e k b i ç i m d e r a s y o n a liz a s y o n u k o n u s u n d a y a sa la r d a tek ra r t e k r a r d i l e g e t i r il e n b ir k a y g ı o lu ş tu r u y o r d u .
Avrupa ülkelerinin birçoğu İngiltere'nin uyguladığı çözümün bir çeşitlem esini benim serken, A B D oldukça farklı türden bir kentsel yeni den inşa sürecine girdi. H ızlı ve oldu kça denetim siz bir altkentleşm e (o dönemin retoriğiyle sö y lersek , terhis olm uş her askerin düşünün ger çekleşm esi) şahsi tem ellerd e g e lişti, am a d evletçe desteklenen konut fi nansmanı ve yol yapım ı ile öteki altyapı alanlarında doğrudan kamu ya tırımları aracılığıyla yaratılan süb van siyon la teşvik edilm iş oldu. Hem !stihdam olanaklarının, hem insanların bunun sonucunda kentlerin dışı na akm asıyla birlikte iç kentlerin çürüm esi, eski kent merkezlerinin g e niş ölçekte te m iz le n m esin e v e yeniden inşasına yönelik etkili ve yine
88
MODERNİTEDEN POSTMODERNİTEYE G EÇ İŞ
devlet sübvansiyonuyla desteklenmiş bir nin uygulamaya konulmasına yol açtı- Ş e ‘ y ,,, '• °hert M oses gibi biri (Caro'nun [1974] tanmuyia N ew Y ork ta m etropoliten yeniden düzenlemenin "iktidar simsarı ) kendim kamu fonlarının kay. naklar, ile özel müteahhitlerin taleplerinin orta yerm e yerleştirerek bu kadar büyük güç elde etmiş ve otoyol inşaatı, kopru yap ım ı, y e şi, ^ açılması ve kentsel yenilenme aracılığıyla N ew York un metropolj,e bölgesinin yüzünü değiştirebilmiştir. ABD turu çozum un b ,çimi olsa bile, bu çözüm de büyük ölçüde kitle üretimine, sa n a yileşm iş in§a. at sistemlerine ve (Frank Lloyd Wright.n 19301u yıllarda Broadaere projesi için düşündüğü gibi) kamu tarafından sağlanan altyapıyı kulla, nan bireyselleşmiş ulaşım araçlarıyla bağlandığında nasıl rasyonelleşti, rilmiş bir kentsel mekânın ortaya çıkacağı konusundaki kapsam lı an|a. yışa dayanıyordu. Savaş sonrası kentsel geliştirme ve yeniden inşanın güçlüklerine bulunmuş bu "modernist" çözümleri katıksız başarısızlıklar gibi göster mek bence hem yanlıştır, hem de haksızlık olur. Savaşın yıkım ına uğra mış kentler hızla yeniden inşa ediliyordu; halk iki savaş arası dönemde olduğundan çok daha iyi konutlara kavuşuyordu. O gün eld e olan tek nolojiler ve kaynakların kıtlığı veri alındığında, tutulan y olu n şu ya da bu tür bir benzeri benimsenmeksizin yapılm ış olanın ne kadarının oer çekleştirilebileceği kuşkuludur. Elbette, bazı çö zü m ler daha başarılı (Le Corbusier'nin Marsilya'daki ünite d ’H abitation'unda olduğu gibi halkın yaygın bir memnuniyetle karşılaması anlam ında), bazı çözümler ise daha başarısız olacaktı (burada, postm odernistlerin her zaman ve yalnızca kötü örneklerden söz ettiğine dikkat çek m ek isterim ). Ama bir bütün olarak, gösterilen çaba, kentsel dokuyu, tam istihd am ı koruyacak, maddi toplumsal hizmetleri sağlayacak, refah h e d eflerin e katkıda bulunacak ve genel anlamda, 1945 te açıkça tehdit altın d a olan kapitabak,™ h dernİst ü
muhafaza edecek biÇ‘m de y e n id e n oluşturmak d
ı
î
söylemek de dnT n standardize/™
ba?arıf' olarak görü lm elid ir. A yrıca, mo-
f ^ ,de 0 ^0j ^ nedenlerle h â k im iy e t kazandığını ^
Postnıocternistlerin sonradan yakınacaklav “
ölçülere göre insa e d i h r -
recede mevcuttu Sava Muhafazakâr Pani
bi*nel»M i“™R <“
§BS ta y a d a L e v i t t o w n ' d a (m o d e r n ist
sö^,enemeyecek bu örneklerde) aynı de£dteresinde hem İşçi Partisi, hem de
bugün tuhaf biçim d e s o r u n ü u in ir ™ ^ 6 ™ ^ p m j e I e r u y g u l a d l , a r -
solun üzerine y ık ılıy o r. O ysa, sosyal
KENTTE POSTMODERNİZM
89
ut yapım ında m aliyetlerden yaptıkları kırpıntılar dolayısıyla, bir da yaplim ış yoksul m ahallelerinin ve yabancılaşmış yaşama koşul a r ın ın en kötü örneklerini yaratan muhafazakârlar olmuştu. M aliyetle-
n ve etkinliğin (ö zellik le hizm et verilen nüfus kesimi daha yoksulsa -nem kazanan) basıncının yanı sıra organizasyonel ve teknolojik tah ditler, hiç kuşku yok ki, üslup konusunda ideolojik kaygılar kadar önemli bir rol oynam ıştır. N e var ki, 1950'li yıllarda, uluslararası üslubun meziyetlerini gök lere çıkarmak, yeni bir insan türü yaratma kapasitesini övm ek, bu üslu bu bundan sonra insanın refahında her türlü ilerlem enin (büyük şirket sermayesi ile birlikte) m uhafızı olarak sunulan müdahaleci bürokratik devlet aygıtının canlı uzantısı gibi görm ek moda oldu. İdeolojik iddia lardan bazıları g ö z kam aştırıcıydı. A m a kapitalist kentlerin toplumsal ve fiziksel manzaralarında m eydana gelen köklü dönüşümlerin bu iddi alarla pek az ilişkisi vardı. Her şeyden önce, toprak rantı kazanmayı ve kârlı, çabuk ve ucuz inşaatı hedefleyen spekülatif arazi ve gayrimenkul geüştirimi, serm aye birikim inin ana dallarından biri olan müteahhitlik ve inşaat sanayiinde yönlend irici güçlerdi. Planlama kuralları tarafın dan sınırlandırıldığı ya da kamu yatırım larınca yönlendirildiği durum larda bile, büyük serm aye hâlâ büyük bir güce sahipti. Büyük sermaye, ipleri elinde tuttuğu her yerde (ö zellik le A B D ’de), mimarın kitabında yazan her türlü m odernist hileyi sahiplenerek, büyük şirketlerin gücü nün sem bolleri olarak gittik çe daha yükseklere tırmanan anıtsal yapılar inşa etme uygulam asını sürdürüyordu. C hicago Tribüne binası (d öne min büyük m odernist m im arları arasında bir yarışm a sonucunda seçilen bir tasarım üzerine inşa e d ilm işti) ya da R ockefeller Çenter (John D . Rockefeller'ın am entüsünü olağanüstü bir tarzda, kutsal sö z gibi duvar larına nakşetmiştir) sö zd e dok unulm az bir sın ıf iktidarını yücelten k e sintisiz bir tarihçenin kilom etre taşlarıdır. A ynı tarihçe son zamanlarda bizi Trump Tovver'a y a da P h ilip Johnson'ın A T& T binasının postm odernist anıtsallığına kadar taşır (bkz. R esim 1.11, 1.12, 1.13). Savaş sonrası gelişm enin kentsel sıkıntılarının sorum luluğunu, savaş sonrası kentleşmede borusu öten p o litik -ek o n o m ik güçleri hiç hesaba katm a dan, bütünüyle m odern hareketin sırtına yıkm ak, bence baştan aşağı yanlıştır. Y in e de, sa v a ş sonrasın da m odernist anlayışın yük selişi y a y gındı; bu, hiç o lm a z sa k ısm en , savaş sonrası yeniden inşanın içinde, pratikte ortaya çıkardığı n eo -m o d ern ist yapıların hatırı sayılır bir ç e şit lilik gösterm esi d o la y ısıy la m üm kün oluyordu. Sanırım bu noktada g e riy e dön erek Jane Jacobs'ın 1961 yılın da ya-
92
MODERNİTEDEN POSTM O DER NİT EYE GEÇİŞ
Resim 1.13 Trump Toıuer'ın modemizmi (solda) Philip Johnson ın A l ^ sınınpostmodemizmiyle (sağda) New York 'un siluetini belirleme yarıcın
KENTTE POSTMODERNİZM
93
n B ü y ü k A m e r i k a n K e n t l e r i n i n Ö l ü m ü v e Yaşamı kitabında bü~ bunlara karşı başlattığı taarruza g ö z atmak yararlı olur. Sadece bu tÜn anti-modernist risaleler arasında ilk yazılanlardan, sorunları en iyi k» g e n lerd en ve en çok etki yaratm ış olanlardan biri olduğu için de^ zamanda Jacobs kentsel yaşam ı anlam a konusunda bütün bir k lsım tarzını tanım lam aya çabaladığı için. Gazabının "hedefleri" h ez e r Howard ve Le C orbusier o lsa bile, aslında Jacobs oklarını v t p la n la m a c ıla r ın d a n , federal politikacılardan ve finansörlerden gaken jgrin paZar ilavelerinin v e kadın dergilerinin editörlerine kadar uzaZqn oeniş bir dizi hedefe y ö n eltm işti. 1945'ten sonra yeniden oluşm uş kentsel manzarayı taradığında g ö zü n e çarpan şu oluyordu:
o la n
Sözde yerini alacak ları y o k s u l m a h a lle le r in d e n d ah a kötü birer su ç, v andalizm ve genel top lu m sal u m u tsu zlu k o d a ğ ı h a lin e g e le n s o sy a l k onu t projeleri. Gerçek birer sık ıc ılık v e to p lu m sa l kon tro l harikası o la n , kent y a şa m ın ın her tür canlılığına v e h a y a tiy e tin e karşı t itiz lik le k o ru n m u ş orta g e lir lile r için konu t projeleri. A h m aklıklarını y a v a n bir v ü lg e r lik le h a fifle te n y a da h a fifle tm e y e ç a lışan lüks konut projeleri. İyi bir k ita b e v in e ta h a m m ü l e d e m e y e n kültür m er kezleri. G ez in e c ek b aşk a y e r b u la m a y a n se rse r ile r d ışın d a h e r k e sin g itm e k te n kaçındığı kam usal m er k e z ler . A ltk e n tle r in sta n d a rtla şm ış m a ğ a za zin ciri a lış verişinin donuk taklitleri o la n a lış v e r iş m er k e z ler i. H içb ir y erd en b a şla y ıp her hangi bir yere g itm e y e n v e k im s e n in g e z m e y e ç ık m a d ığ ı g e z in ti y erleri. K en t lerin bağırsaklarını d e ş e n ç e v r e y o lla r ı. B u , k e n tle r i y e n id e n in şa etm e k o la maz. Bu, kentlerin y a ğ m a la n m a sıd ır .
Bu "Büyük S ık ıcılık A feti" (b kz. R esim 1.14) ona göre kentlerin ne olması gerektiği konusunda derin bir y a n lış anlam adan kaynaklanm ış tır. "Süreçler işin özündendir", bu y ü zd en üzerinde odaklaşm am ız gere ken nokta toplum sal e tk ileşim süreçleridir. Som ut hayatta, "sağlıklı" kentsel çevrelerde bu süreçlere bak tığım ızd a, gördüğüm üz, d ü zen siz olmaktan ziyade ö rg ü tle n m iş bir karm aşıklıktan oluşan girdisi çıktısı bol bir sistemdir, ç e ş itliliğ e , k arm aşık lığa v e b eklenm ed ik şeyleri d en e timli ama yaratıcı b içim d e e le a lm a k a p a sitesin e yaşam sal biçim de da yanan bir toplum sal e tk ile şim c a n lılığ ı v e enerjisidir. "İnsan bir kez kent süreçleri üzerine dü şün dü m ü, bunu bu süreçlerin katalizörleri üzer|ne düşünmenin iz le m e si g erek ir v e bu da işin özündendir." Jacobs'a, köre insanlarda "doğal" olarak varolan ç e ş itliliğ e eğ ilim i e n g elley en ve arazi kullanım ında b o ğ u cu bir b irörneklik yaratan bazı piyasa süreçleri emektedir. A m a bu soru n, k argaşa v e karm aşıklığı dü zen siz, çirkin £ umutsuz ölçü d e a k ıld ışı g ö rd ü k leri için onlardan korkarak kendileri1 Çeşitliliğin
düşm anı ilan e d e n p la n la m a cıla r tarafından büyütülür. Ja-
94
MODERNİTEDEN POSTMODERNİTEYE g e ç i ş
Resim 1.14Jane Jacobsinyakındığı "Büyük Sıkıcılık Afeti" Baltimordaki bu ti pik sosyal konut örneğinde mükemmel biçimde temsil ediliyor. cobs şöyle yakınır: "Ne tuhaftır ki, kent planlam ası kent halkının bağ rında ortaya çıkan kendiliğinden çeşitlen m e süreçlerine saygı göster mez, ama bu tür bir çeşitlenm eyi sağlam ak için çaba da göstermez. Ne tuhaftır ki, kent tasarımcıları kendiliğinden çeşitlen m en in bu gücünü ne kabul ederler, ne de bunu ifade etm e açısından varolan estetik sorun larla ilgilenirler." En azından ilk bakışta, öyle görünüyor ki postm od ernizm tam da bu tür bir çeşitlilik estetiğini ifade etm enin yollarını aramak demektir. Ama bunu nasıl yaptığını araştırmak önem lidir. B u y o ld an , postmodernist çabaların yüzeysel üstünlüğünün yanı sıra (daha d ü şün celi postmodernistlerin de teslim ettikleri) ciddi sınırları da ortaya çıkarabiliriz. Örneğin Jencks (1984), postm odern m im arlığın köklerinin iki önemli teknolojik değişimde yattığını ileri sürer. İlkin, günüm üz iletişim araçları "alışılmış mekân ve zaman sınırlarını" çökertm iş, böylece hem yeni bir enternasyonalizm, hem de kentlerin v e toplum ların içinde insanların yerine, işlevine ve toplumsal çıkarına b ağlı olarak güçlü İÇ farklılaşmalar yaratmıştır. Bu "üretilmiş parçalanm a", mekân için^e top umsal etkileşimi yüksek derecede farklılaşm ış b iç im d e gerçekleşti
KENTTE POSTMODERNİZM
95
k bir ulaşım ve iletişim araçları teknolojisi bağlamında ortaya reblleCur M imarlık ve kent tasarımı, bu yüzden, mekânsal biçimi çe*it* * * ek açısından, savaşın hem en ardından gelen dönem e oranla lend,rn1. ve çok daha g en iş bir alana yayılan olanaklarla donanmış olyePy ej ır Y ayılm ış, adem i m erkeziyetçi ve daha az yoğun kentsel bimaRta simdi teknolojik olarak esk iy e göre çok daha yapılabilir durumÇ K in cisi, yeni teknolojiler (ö z e llik le bilgisayar modelleri) kitle dadir nin kitlesel yek n esak lık la el ele gitm esi zorunluluğunu ortadan çok büyük bir üslup farkı gösteren "neredeyse kişiselleşm iş k 1 r"in kitle üretim inin esn ek b içim d e yapılabilm esini olanaklı hale ürün e j ^r. "Bunun sonuçları, 1984'ün birörnek büyük sitelerindense gqU üzyılın zanaatkâr ürünlerine daha yakındır." B enzer biçim de, bazı^ k daha eski üslupların hem en hem en birebir taklit edilm esini ola1 akh kılan (m eşe kirişten yıpranm ış tu ğlaya) koskoca bir dizi yeni inşaafmalzemesi şim di ço k ucuza eld e edilebilm ektedir. Y eni teknolojileri bu şekilde öne çıkarm ak postm odern hareketi teknolojik olarak belir lenmiş gibi yorum lam ak dem ek değildir. A m a Jencks gerçekten de buoün ortamın, mimarları ve kent planlam acılarını savaşın hem en ardın dan gelen dönem de varolan bazı güçlü tahditlerden kurtaracak biçim de değiştiğini söylem ektedir. Bundan dolayı, postm odern m im ar ve kent tasarım cısı, farklı m üş teri gruplarıyla k işiselleşm iş b içim d e iletişim kurma ve b öylece farklı durumlara, işlevlere ve "zevk kültürlerine" uygun ürünleri sipariş üzeri ne hazırlama gibi güç bir işi daha kolay üstlenebilir. Jencks'e göre bu günün mimarları ve kent tasarım cıları "statü göstergeleri, tarihçe, tica ret, konfor, etnik alan, kom şuluk göstergeleri" konusunda çok hassas tırlar ve her türlü zev k e, bu arada (m odern istlerin sıradan ve bayağı g ö rerek burun kıvıracakları) L as V e g a s v e Levittovvn zevklerine de, hiz met vermeye hazırdırlar. D o la y ıs ıy la , postm od ernist mimari ilke olarak avangard karşıtıdır, y ü k sek m o d ernistlerin, bürokratik planlamacıların ve otoriter m üteahhitlerin y a p tığ ın ın (v e hâlâ yapm ak istediklerinin) tersine, çözüm dayatm aya istek li d eğ ild ir. Ne var ki, p o p ü lizm e basit bir d ön üşü n Jane Jacobs’ın şikâyetlerini ortadan kaldıracağını sö y le m e k o kadar kolay değildir. R o w e ve Koetter, C ollage C ity ([T ü rk çe'de K olaj K ent anlam ına gelen] bu başlık bile postmodernist y ö n e liş e karşı bir sem p atin in işaretidir) kitabında şö y le ir endişeyi d ile getirirler: "pop ülizm in m im arideki savunucuları hep emokrasiden, hep özg ü rlü k ten yanadırlar: am a ço k tipik bir biçim de, em°krasinin yasalarla zoru nlu çatışm aları, özgürlüğün adaletle kaçı
96
MODERNİTEDEN
P O S T M O D E R N İTE YE G E ç j ş
n ılm a z çelişk ileri üzerine düşünm e k o n u su n d a is te k s iz d ir le r " "t, olarak adlandırılan soyut bir varlığa te slim oldu kları iç in n 0 Dl-f?a^ ' halkın ne kadar farklılaşm ış olduğunu v e bunun so n u cu n d a "haiu ^ ğ işik unsurlarının nasıl birbirlerine karşı k oru n m a ihtiyacı için ^ ^e' lunduğunu" kavrayamazlar. A zınlık ların , e z ilm iş durum da olanp ^ ^ da Jane Jacobs'ın o kadar ilgisin i çek m iş o la n karşı-kültür unsurl^ sorunları el çabukluğuyla ortadan k a ld ırılm ış olur. B u sonucun
51
çıkm am ası ancak hem varlıklıların hem d e y o k su lla rın ihtiyar ^ karşılayacak, topluluk çapında, çok d em o k ra tik v e e şitlik ç i bir P|
3
ma sistem i geliştirilirse sağlanabilir. B u is e sürek li d eğ işim ve T ^ içindeki bir kentsel dünyada, kendi iç in d e iy ic e b ü tü n leşm iş Ve bifhne bağlı bir dizi kentsel topluluğu bir b a şla n g ıç n o k tası olarak varsay0' Bu sorun, farklı "zevk kü ltürlerim in v e top lu lu k ların ın , istekleri* farklılaşm ış politik nüfuz ve p iy a sa g ü cü a r a c ılığ ıy la ne ölçüde ifad" edebildiğine bağlı olarak büyür. Ö rneğin J e n c k s m im arlıkta ve kent ta6 sarımında postm odernizm in utanm azca p iy a sa y ö n e liş li olduğunu itiraf eder. (Bunun nedeni Jencks’e göre p iy a sa n ın top lu m u m u zd a birincil iletişim dili olm asıdır.) P iyasayla b ü tü n leşm e a ç ık ç a yoksullardan ve kamu ihtiyaçlarından çok zen g in lere ve ö z e l tü k etim e h izm et etme teh likesini taşır, ama Jencks’e göre bu son ta h lild e m im arın değiştirme gü cüne sahip olm adığı bir durumdur. D en gesiz piyasa gücün e bu kadar h a fif bir c ev a p , J a c o b s’ın itirazla rını tatmin ed ebilecek bir so n u ca b izi zo r ulaştırır. H er şeyden önce, böyle bir durum, planlam acının b ö lg e le m e fa a liy etin in yerine muhte melen piyasa tem elli, satınalm a k a p a sitesin e b ağlı bir bölgelemeyi, toprağın farklı kullanım lar arasında ta h sisin i, K rier g ib i birinin sözünü ettiği kent tasarımı ilkelerinin yerine toprak rantının ilk elerin e tabi kıl mayı getirecektir. Kısa vadede, plandan p iy a sa m ekan izm alarına geçiş, kullanımların ilginç bir kü m elen m e d oğu racak b iç im d e birbirine geçici olarak karışmasına yol açabilir; am a " gentrifıcation" sürecinin hızı ve sonucun yeknesaklığı (bkz. R esim 1 .15), birçok d u ru m da kısa vadenin gerçekten çok kısa olduğunu düşündürüyor. B u tür p iy a sa ve toprak rantına dayalı tahsis daha şim did en birçok k en tse l ç e v r e y i yeni birörneklik kalıplarına dökm üştür bile. Ö rneğin ser b e st p iy a s a popülizmi, orta sınıfları etrafı çevrilm iş ve korunaklı a lış v e r iş m erk ezleri (Resim 1 1 6 ) ve a triu m 'ln (avlular) (R esim 1 .17) iç in e y erleştirir, am a yoksul* ara gelince, onları ev siz b arksızlığın y e n i v e o ld u k ç a k ab us dolu post* Cd manzaras,nın orta y erin e fırlatm aktan b a şk a bir şey yapma2 (bkz. Resim 1 . 1 8 ).
KENTTE POSTMODERNİZM
97
Resim 1.15 Rehabilitasyon ve "gentrifıcation'in ibaretleri, çoğu zaman, sözde ye rini aldıkları m odem izm in kendini tekrarlayan yeknesaklığını hemen hemen ay nen devralırlar: Baltimor'un her kölesinde rehabilitasyonun ibareti, evin dianda asılı olan standart atlı araba lambasıdır.
m o d e r n İt e d e n
stmoder
Mİ T E Y E G E Ç İ Ş
po
Resim 1.16 Baltımor'da Harbor Placedeki Galeri, yaklaşık 197O den bu yana in \a edilmiş sayısız kapalı alısyeri\ merkezinin tipik bir örneğidir.
KENTTE POSTMODERNÎZM
99
Resim 1.17Neıu York'ta Madison Averıue'da bulunan IBM binasındaki bu avlu, dibandaki tehlikeli, üstüste yigılmib binalarla dolu, havası kirli kentten yalıtılmı\ güvenlikli bir mekânda bir bahçe atmosferi yaratmaya çalı\ıyor.
k e n t t e
POSTMODERNİZM
101
n a inlerin tü k e tim e a y ır d ığ ı dolarların p e şin e dü şüldüğünden, sarım ında ürün fa r k lıla şm a sı ç o k dah a büyük ö n em kazanm ıştır, b a s m ı ş z e v k le r v e e ste tik tercih ler a lanına y ö n e lm e k le mim arlar v tasarım cıları s e r m a y e b irik im in in ç o k etkili bir v e çh esin i y en iurgulam ış o lu y o rla r: bu, B o u r d ie u ’nün (1 9 7 7 ; 19 8 4 ) "sem bolik den V
" adını^verdiği ş e y in ü retim v e tü ketim id ir. B u serm a y e, "sahi-
Sermazevk inin v e to p lu m d a n e d e r e c e d e siv r ilm iş o ld u ğ u n u n kanıtı o labinin b 'le e e k lüks m allar k o le k siy o n u " olarak ta n ım la n a b ilir. B u serm a y e el"kendi ö z g ü l e tk is in i, se r m a y e n in 'm addi' b içim lerin d en kaynak bet*
n, G izley eb ild iğ i ö lç ü d e , v e a n ca k o ö lç ü d e , yaratabilen" d ön üş-
~
lan para serm a y ed ir. O rtada a ç ık ç a fe tiş iz m (te m e ld e yatan anlam ları
^
önleyen y ü z e y g ö r ü n ü m le r in e d u y u la n ilg i) vardır, am a burada feti-
^
^.lZ (İ0arudan d o ğ r u y a , kü ltür v e z e v k a la n la rın ın d o la y ım ıy la , ek o n o mik farklılıkların g e r ç e k te m e lin i g ö z d e n sa k la m a k iç in ku llan ılm ak tadır "En başarılı id e o lo jik e tk ile r sö z c ü k le r i o lm a y a n v e su ç ortaklığı için d e susm aktan b a şk a bir ş e y ta lep e tm e y e n e tk iler oldu ğuna" göre,
^
sembolik ser m a y e n in ü retim i id e o lo jik iş le v le r e h iz m e t ed er, çünkü
: ^
kurulu d ü zen in y e n id e n ü r e tim in e v e h â k im iy e tin sürdürülm esine"
3
katkıda bu lu n m a sın ı s a ğ la y a n m e k a n iz m a la r " g izli kalır". Krier'in s e m b o lik z e n g in lik a r a y ışın ı B o u rd ieu 'n ü n tezleri b a ğ la m ı-
§ J
na yerleştirm ek ilg in ç o la c a k tır. H er tür statü s e m b o lü n ü n e ld e e d ilm e s i yoluyla top lu m sal farkları ifa d e e tm e k , ç o k u zu n za m a n d a n beri k en tsel yaşamın tem el v e ç h e le r in d e n biri o lm u ştu r . S im m e l y ü z y ılın başın d a bu olgunun parlak b irta k ım ta h lille r in i y a p m ıştır; bir d iz i araştırm acı (örneğin 1945'te F ir e y , 1 9 8 6 'd a J a g e r) tekrar tekrar bu soru nu e le a lm ış lardır. A m a s a n ıy o r u m m o d e r n is t y ö n e liş in , k ıs m e n pratik, tek n ik ve ekonomik n e d e n le r le , a m a a y n ı z a m a n d a id e o lo j ik n e d e n le r le , k e n tse l yaşamda s e m b o lik s e r m a y e n in ö n e m in i b a stır m a k iç in ö z e l bir çab a göstermiş o ld u ğ u n u s ö y le m e k h a k s ız lık o lm a z . Z e v k le r in b ö y le s in e te peden bir d e m o k r a tik le şm e v e e ş it lik ç iliğ e tabi tu tu lm a sın ın n e resin d en bakılsa sın ıflı bir k a p ita lis t to p lu m d a tip ik o la n to p lu m sa l fa rk lılık larla tutarsızlığı hiç k u şk u su z b ir b a s tır ılm ış ta le p ik lim i, v e b elk i d e bir b a s tırılmış arzu o rta m ı, y a r a tıy o r d u . ( 1 9 6 0 ’lı y ılla r ın k ü ltü rel h a rek etlerin de bu b astırılm ış a rzu b e lir li bir ifa d e b u la c a k tı.) B u b a stır ılm ış arzu muhtemelen p iy a s a y ı d a h a ç e ş it le n m iş k e n tse l ç e v r e le r v e m im ari ü suPİar y ö n ü n d e u y a r m a k a ç ıs ın d a n bir rol o y n a m ıştır . İşte b ir ç o k p ostnıodernistin ta tm in e t m e y e , h a tta g ıd ık la m a y a ç a lış tığ ı arzu tam da bu111
Venturi vd. ş ö y le d iy o r la r : " A m e r ik a n İç S a v a ş ı ö n c e s in d e n k alm a m alikânede d e ğ il d e o n u n , g e n iş bir m e k â n d a k a y b o lm u ş d a h a kü-
cr
k e n t t e
POSTM ODERNlZM
103
bir m od elin d e y a şa y a n orta s ın ıf bir altkent sakini için, kim lik ev in ÇU ninin se m b o lik olarak e le a lın m a sın d a n gelm elidir: ya m üteahhitin üslup d e n e m e sin d e n (ö r n e ğ in odaları d eğ işik d ü zey lerd e buluRatt K oloniyal ü slu p ) y a da e v sa h ib in in sonradan ek led iğ i ç eşitli s e m
d i k süsler a r a cılığ ıy la . Buradaki sorun, z ev k in statik o lm ak tan ç o k uzak bir kavram olu şu Sem b olik ser m a y e , an cak m o d a n ın kaprisleri kendisini ayakta tut5u ölçüde ser m a y e o larak kalır. Z ukin'in L o ft L ivin g (Ç atı A rasında
Yaşamak) ü zerin e y a z d ığ ı m ü k e m m e l kitapta ortaya k oyd u ğu g ib i, zevk yaratıcılarının arasın da m ü ca d ele le r vardır. Kitap, N e w York'un Soho b ölgesin d e g a y r im e n k u l p iy a sa sın ın ev rim in in in ce le n m e si aracı l ı y l a "kentsel d e ğ iş im d e s er m a y e v e kültürün" rolünü araştırır. Y azar, etkili güçlerin h em sanatta h e m da k en tsel y a şa m tarzında y en i z ev k kıstasları yerleştird iğ in i v e bu ndan b ü y ü k kâr e ld e ettiğ in i gösterir. Ö y leyse, sem b o lik ser m a y e fik rin i K rier'in sö zü n ü ettiğ i sem b o lik z e n g in liği pazarlama a r a y ışıy la b ir le ştir d iğ im iz d e , "gentrifıcation", to p lu lu k ların üretimi (g e r çe k , h a y a li y a d a sa tış a m a c ıy la üreticilerce im al e d il miş), kentsel ortam ların y e n id e n k u lla n ım a so k u lm a sı, tarihin y en id en yaratılması (y in e g e rç e k , h a y a li y a d a p a stiş b iç im in d e y en id en üretil miş) gibi k entsel o lg u la r k o n u su n d a ç o k şey ö ğ ren eb iliriz. B u aynı z a manda gü n ü m ü zd e in sa n la rın s ü s le m e , te z y in v e d ek o ra sy o n a düşkü n lüğünü top lu m sal fa r k lılığ ın k o d v e sem b o lle r i olarak k avram am ızı sağlar. Jane Jacobs'ın m o d er n ist k en t p la n la m a sın a y ö n elttiğ i eleştirin in amacının bu o ld u ğ u k o n u su n d a e p e y c e ku şku m var. N e var ki, "k en tsel k ö y lü le r in v e z e v k kültürlerinin h etero jen liği"nin dikkatlerin o d a k n o k ta sı h a lin e g e lm e s i, m im arlığı b irleştirici bir üst-dil id ealin d en u za k la ştıra ra k b ü y ü k ö lç ü d e fa rk lıla şm ış sö y le m le r arasında p arça la n m a sın a y o l açar. "'L angue' (y a n i ile tişim kayn akları nın toplam k ü m e si) o d e r e c e h e te r o je n v e ç e ş itlid ir ki, herhangi bir tekil parole' (b ire y sel s e ç iş ) b u n u y a n sıtır." H er ne kadar bu d e y im i k u llan mıyor olsa da, J e n c k s m im a r lığ ın d ilin in y ü k se k d e r ec e d e u z m a n la şm ış dil oyunlarına a y r ıştığ ın ı, bu d il o y u n la r ın ın her birinin kendi tarzında laikli bir yorum to p lu lu ğ u n a u y g u n o ld u ğ u n u k o la y c a s ö y le y e b ilir d i. Sonuç, ç o ğ u z a m a n b ilin ç li bir b iç im d e ku cak lanan bir p a rça lan madır. Ö rneğin, O ff ic e fo r M e tr o p o lita n A rch itectu re (M e tr o p o liten M i marlık B ü ro su ) g ru b u , P o s tm o d e n ı V isio tıs (P o stm o d ern U fu k la r) kat'a°ğunda (K lo tz , 1 9 8 5 ) ta r if e d ilir k e n , " g ü n ü m ü zü n a lg ıla m a v e d e n e yımlerini s e m b o lik v e ç a ğ r ış ım a d a y a lı olarak , parça b ö lü k bir k olaj 0 arak kavra d ığ ı, B ü y ü k K e n t'in is e nih ai m e c a z oldu ğunu " a n la d ığ ı
o f r N İ T eY E g £ Ç*S
it p d
104
EN p o s t m o d e i
ve deneyim kıym ıkla,
M O D ER N İT E U
,
•
r,m o ''serçek lik
bir kolajıyla tan.mlana
:alışmalar yaP"1 bir anarşik w o - - ~ . Swer 6 ‘""7 i s i m s i z biçimde yen|le^ „ ka mimarlar, (Manhattan',» t s t n b o l l e r sistemi” olarak k ra vrHdeler « n _ arasındaki yyeni e n igökdelenlerin j ökddenleri„ vc T'~ZZResinci ve . a T & t ve IBM komplek. Vl Alımcı CadO merkezin Madison Cadd örerek, ya da Paris'te ye. zem: np, ; r u oibi)iç vedış m ek â n la r.b n M j* ^ ^ ^
sm /e
(bu
biçimlendirilmiş Orsay dfÛısAngeles'takiBonaventure
sonuncusunun mimari,ndan [1984b] inceden inceye
sindeki kafa karışıklıkları Jame tahlil edilmiştir) olduğu gibi, sacı g î l a , b ir iç d e h l i z . y ^ ^
,maz bir karmaşıklık iç duyari nltei,k len n ı yaşauı». vrelerı tipik biçim de, Raban'm
ya
"
çalışırlar. Postmodern m'mar V ou|am,ş olduğu temalar, arar ve tek-
t f K
S
p
S
S
ansiklopedi, "renkli birtakım maddelerle
doM eli saçması bir karalama d e t o ^ onaya çıkan mimarın
gibi yavaş değişen, kl ş
ç^
dayanm ası, bir geri-
^ o)arak kökUİ hiçim de şızofre-
iciPv s e l p ö r e v le r iy le , y e m malze-
modasıyla "hızla değişen bir toplu m da k ö k le ş e n
m o ern
^
da Baudelaire'in form ülasyonuyla karşı k a r ş ıy a y ız ; a m a y
^
selci kılık içinde. P ostm odem izm , m o d e rn ız m ın y a ş a n a n a n
e
*
sının altında bir iç anlam arayışını terk e d e r v e t a r ih s e l s ü r e k li g kolektif belleğin inşa ed ilm iş bir v e r siy o n u ç e r ç e v e s in d e s o n s için daha geniş bir taban vaz eder. Y in e , bun u n ta m o la r a k n a s ı yap ğını görmek önem taşıyor.
^
.
.
Daha önce gördüğümüz gibi, Krier klasik kentsel değerlen o sız bir biçimde yeniden yaratmak ister. İtalyan mimar A ld o Rossı iddiası farklıdır: Spekülasyon ve işlevsizleşme dolayısıyla yıkm a, y o k e tm e , istimlak _ kullanımda hızlı değişiklikler kentsel dinam iğin en k o la y g ö z le n e b ile n gos gelendir. Ama her şeyin ötesinde, görüntüler, bireyin hayat ç iz g is in in kcsı
KENTTE POSTMODERNİZM
105
Resim 1.20 Aldo Rossi’nin Chieti'de öğrenci yurtları için çizdiği tasarım postmodem mimarinin eklektizm i çerçevesinde insanda çok farklı bir izlenim bırakır.
uğradığını, k olek tif h ayatın g e liş im in e ç o ğ u n lu k la hüzün verici v e güç bir katı lım yaşadığını düşündürür. B ir bütün olarak bu m anzara, kentsel anıtlarda bir kalıcılık niceliğiyle ya n sım a sın ı bulur. K o le k tif iradenin m imari ilkeler d o la y ımıyla dile getirilm esin in işaretleri o la n anıtlar, kendilerini, kentsel dinam iğin birincil unsurları, sabit noktaları olarak ortaya koyarlar. (R o ssi, 1982 : 2 2 ) Burada modernizmin trajedisi bir kez daha karşımıza çıkıyor, ama bu kez "gizemli" bir k o lek tif bellek duygusunu cisim leştiren ve muhafaza eden anıtların oluşturduğu sabit noktalar aracılığıyla somutlaştırılmış olarak. Efsanenin ayin aracılığıyla m uhafaza edilm esi, "anıtların anla
mının ve ayrıca kentlerin kuruluşunun ve kentsel bir bağlamda fikirle rin aktarılışının ne dem ek olduğunun kavranmasında bir anahtar rolü görür." Rossi'ye göre, m im arın görevi, bir yandan kolektif belleğin ifa desi olan "anıtlar"ın üretim ine "özgürce" katılırken, bir yandan da, ne yin anıt olup olm ad ığının "her şey in ötesinde kolektif ifadelerinin gizli ve dinmek bilm eyen iradesinde bulunabilecek" bir muamma olduğunu unutmamaktır. R ossi bu anlayışın ı "hayat tarzı" kavramıyla tem ellendirır' kavram, sıradan insanların belirli ekolojik, teknolojik ve toplum sal koşullar altında kurdukları sürekli bir yaşam a biçim ini ifade eder.
106
M O D E R N İ T E D E N POSTMODERNİTEYE GEÇİŞ
Fransız coğrafyacı V id a l d e la B lache'tan dev ra lın a n bu k a v r a m , R ossj' ye kolektif belleğin n e y i tem sil ettiğ in i anlam a k o n u su n d a b ir b a k ış a?N sı sağlar. V idal’in "hayat tarzı" kavram ını y a v a ş d e ğ iş e n k o y lu t o p lUm. lan için anlamlı b uld u ğu , am a yaşam ının so n u n a o g r u (b u k onu da 1916'da yayınlanan G e o g r a p h i e d e l ' e s î [D o ğ u n u n C o ğ r a f y a s ı] k ita b ı na bakılabilir) bu kavram ın kapitalist s a n a y ile şm e n in uru n u o la r a k h ız la değişen peyzajlara uygulanabilirliği k o n u su n d a k u ş k u y a k a p ıld ığ , g e r ç e ğ i, R o ssi'n in dikkatinden kaçar. H ızla g e liş e n s ın a i d e ğ i ş i m k o ş u l
larında sorun, R ossi'nin teorik konum unun, e fs a n e le r in m im a r lık aracı lığ ıy la estetik üretim ine sürüklenm esini v e b ö y le lik le ta m d a 1930'lu yıllarda karşım ıza çıkan "kahramanca
m o d e r n iz m in d ü ş t ü ğ ü tuzağa
düşm esini engellem ektir. R ossi'nin m im a risin in ç o k a ğ ır e le ş tir ile r e uğram ış olm ası hiç de şaşırtıcı d eğ ild ir. U m b erto E c o , R o s s i'n in y a p ıtı nı "ürkütücü" sıfatıyla anarken, başkaları da bu m im a r id e f a ş is t u za n tı lar bulunabileceğini belirtm işlerdir. (R e sim 1 .2 0 )
Rossi'nin hiç olmazsa bir meziyeti vardır: tarihsel bağlantıları kur ma sorununu ciddiye alması. Öteki postmodernistler tarihsel meşruiyet sorununu, geçmiş üsluplardan yaygın ve çoğu zaman eklektik alıntılar la geçiştirmeye çalışırlar. Tarih ve geçmişin deneyimi, sinem a, televiz yon, kitaplar ve benzeri şeyler aracılığıyla, sanki "bir düğm eye doku nur dokunmaz anında ele geçirilip tekrar tekrar tüketilebilecek" bir ge niş arşiv haline getirilir. Eğer, Taylor'ın (1987: 105) ifade ettiği gibi, ta rih "eşit olayların sonsuz bir kaynağı" olarak görülebilirse, o takdirde mimarlar ve kent tasarımcıları kendilerini, bu olaylara diledikleri sıra içinde gönderme yapmakta serbest hissedebilirler. G eçm iş üsluplara gönderme yapılırken bunların bir çorba gibi bir araya getirilm esi, postmodernlerin yaygın özelliklerinden biridir. Sanki gerçeklik, medya im gelerini taklit edecek biçimde oluşturulmaktadır. ...
var ki, içinde yaşadığımız sosyo-ekonomik ve politik bağlamda
(]Qsn\"î uy^ ,ama tuhaf s°nuçlara yol açar. Örneğin, Hevvison'un naİnoiirl
|SC ^
^
ayii,,° ,arakadlandırdığı şey, I 9 7 2 ’den buya-
ler kır ev le r C ^ 60 t,caret konusu haline gelm iştir. Müze* rehabiliteedîln^T^ görünüm,eri yansıtan yeniden inşa edilm iş ya da ediHnesiyle üretHerTlfISe P ^ zaj^ar, geçmişte varolmuş altyapının taklit münün öylesine ayrılmTh ^ ’ Ingllterede Peyzajm devasa bir dönüşü* sürecin
g e l m ' ^ r k İ’ H e v v is o n ’a g ö re
ondan miras imalatına oP gl.teren,n ana sanayi dalı olarak mal imala tımdaki güdüyü bira? ^ ^öy,enebl,lr- H ew ison bütün bunların ar* SI yı hat,r,atan bir biçim de açıklar:
k e n tte
POSTMODERNlZM
107
r emişi m uhafaza e tm e güdü sü , insanın kendi benliğini m uhafaza etm e • "nün bir parçasıdır. G eç m işte nerede o lm u ş olduğum uzu bilm eksizin g egüdlİ nereye g id iyor old u ğu m u zu anlam ak güçtür. G eçm iş bireysel v e kolekİ6C liein zem inidir; g e ç m işin nesneleri kültürel sem boller olarak anlam kayG eçm işle şim diki zam an arasında süreklilik, raslantılara dayalı bir karn n içinden bir d e v a m lılık d u ygu su yaratılm asını sağlar; d eğ işim kaçınılga§anllduğundan, istikrarlı bir y a p ıla şm ış anlam sistem i hem y e n ilik le hem de maZ-meyle başa çık m am ızı m üm kün kılar. N ostalji güdüsü, krize uyum sağlaÇUfU n önem li bir aracıdır; toplu m sal bir yum uşatıcı rolü görür ve güvenin za yi fladığ1 ya da tehdit altına g ird iği bir durum da ulusal k im liği güçlendirir. K a n ım c a , H e v v iso n b u r a d a ç o k b ü y ü k p o t a n s iy e l ö n e m ta şıy a n b ir n o k taya parm ak b a s ıy o r : in s a n la r ın k im lik le , k iş is e l v e k o le k t if k ö k le r le
1970’li y ılla r d a n beri ç o k d a h a f a z l a i lg i le n m e s in i n n e d e n i iş g ü c ü p iy a sa la rın d a , t e k n o lo j ik b i le ş im l e r d e , k r e d i s is t e m le r in d e v e b e n z e r i a la n larda orta y a ç ık a n b e l ir s iz l iğ e d a y a lı g ü v e n s i z l iğ i n y a y g ın lığ ıd ır (b k z . II K ısım ). R oots (jK ökler ) b a ş l ığ ı n ı t a ş ıy a n v e b ir s iy a h i A m e r ik a n a i le sinin A fr ik a 'd a k i k ö k le r in d e n b a ş la y a r a k b u g ü n e k a d a r ta rih in i iz le y e n
televizyon d i z is i, b ü tü n B a t ı d ü n y a s ın d a ilg i u y a n d ır d ı v e a ile s o y k ü tüklerinin a r a ş tır ılm a s ın a y ö n e l ik b ir d a lg a y a r a ttı.
Ne yazık ki, postm odernizm in tarihsel alıntı yapma ve popülizm eğilimini, nostalji güdüsüne cevap verme (buna bu güdüye muhabbet tellalığı yapma da diyebiliriz) çabasından ayırdetmek mümkün olam a mıştır. Hevvison tarihsel miras sanayii ile postm odernizm arasında bir bağıntı görür. "Her ikisi de şim diki hayatlarım ızla geçm işim izin arası na giren sığ bir ekran yaratır. Tarihi derinlem esine kavrayamayız; bu nun yerine sunulan, tarihin bugün yeniden yaratılmasıdır, eleştirel sö y lemden ziyade kostüm ler içinde sunulan bir tiyatroda tarihin canlandı rılmasıdır." Postmodernist m im arlık v e tasarımın dünyanın farklı yerlerinde bulunan kentsel ve mimari biçim lerin geniş bir alana yayılan bilgisin den ve imgelerinden alıntı yapm a tarzına ilişkin olarak da aynı yargıya varmak olanaklıdır. Jencks’e göre, hepim iz zihnim izde, başka yerlerde yaşadığımız (çoğunlukla turistik) deneyim lerden, sinemadan, telev iz yondan, sergilerden, turizm broşürlerinden, popüler dergilerden vb. edinilmiş bilgilerden oluşan bir m u see im a g in a ire (hayali m üze) ile doaşırız. Bunların hepsinin aynı anda oynam ası kaçınılmazdır. Ü stelik unun böyle olm ası da hem h ey eca n vericidir, hem sağlıklıdır. "Eğer ar lı çağlarda ve kültürlerde yaşam a o lan ağım ız varsa, neden kendim iol Ş1Kdİkİ zam an*a’ yaşanan y erle sınırlam alı? E klektizm , seçim şansı an ir kültürün doğal evrim idir." Lyotard da bu duyguya aynen yankı
cR m I TE YE G E Ç İ Ş 1 08
M O D E R N t T E D E N POSTMO
Ilı
ttJ
HtEDUS FOODMRRKtî
%
iç k m tU n n d ta y a k k n m a la r.k u M la m a Resim 1.21
örnekten biriydi.
verir. "Eklektizm çağdaş genel kültürün başlangıç noktasıdır: insan reggae dinler, bir Western seyreder; öğlen yem eğinde M cDonald's yer, akşam yerel mutfak çeşitlerinden; Tokyo'da Paris parfümü sürer, Hong Kong’da 'retro' giyinir."
Farklılaşmış zevk ve kültürlerin coğrafyası, birçok bakımdan, yük sek enternasyonalizmin herhangi bir anında olduğundan daha şaşırtıcı bir enternasyonalizm potpurisi haline gelir. Bu belki de daha çorba gibi olduğundandır. Buna bir de güçlü göç akımları (yalnızca işgücünün de ğil, sermayenin de göçü) katılınca, ortaya bir sürü "küçük" İtalya'lar, Havana lar, Tokyo lar, Kore'ler, Kingston'lar, Karaşi'lerin yanı sıra, ınatovvnlar, Latin Amerika kökenlilerin barrio'\a.n (mahalleleri), rap semtleri, Türk bölgeleri ve benzeri çıkar. N e var ki, San Francisco etkkMmo :a? n.fop!uc.a ço İ un,uSu oluşturduğu bir kentte bile bunun lenmişetnik
temS^ S ö n ü m le r , kostüm lü seyirler, sahneıva er aracılığıyla, gerçek coğrafyanın üzerine bir pe-
KENTTE POSTMODERNİZM
109
ııniııı1111111ıı1111ııııtuııımtıımım..... ıııım ım t E E K ît m ıııııııe ıııiH iıııııın jı,,^
ıııın ııu ıııııııııııııiJ iıiE E iıiııııs ıııu u V ı,,!^ ! ıııısııııııııııiE tiicsın sııın ısıııııııııııııın ıııı',]
j ı ı ı ı m ı ı u t i! m m ı ı ı s ı m ı ı ı m ı ı ı ı u ı ı ı ı m ı ı n n , ! ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ıı ı ı ı ı ı ı m i n i ı s ı n ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı n n , , , , , , ıııııııı ıııııu m ı ı ı ı ı ı ı m m ı m ı ı ı m u m t n ı ı n ' 1 1 111 ıı m m ıı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı i l i n i n ı m ı ı ı ı ıı ı ı ı ı ı ı ı ı ıı ı m ı m ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı m i l i m i m i n ıı ıı ıı i l i m n i m m ı m ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı m ı ı ı ı n m u ıııııı ı ı ı m m m m m ı m ı m m ı ı ı m ı ı ınım ıııııııııiH iııııım m m ı ıııııııııııııııııııııııııııııııııuıiHiı lıııııııımm
Resim 1.22 l% 0 'lıy ılla rd a Baltimor'da m odem ist stilde kent yenileme: Hopkins Plaza dnki Federal H üküm et Binası.
çe çekilmesidir. M askeleme yalnızca postm odernizm in eklektik alıntılama e ğ ili minden değil, yüzeylere olan açık bir hayranlıktan da kaynaklanır. Ör neğin Jameson (1984b ) Bonaventure Oteli'nin dışarıyı ayna gibi yansı tan cam duvarlarının, aynen aynalı gözlüklerin takanın gözlerinin g ö rülmesini engellem esi gibi, "dışarıdaki kenti itmeye" yaradığı ve böylece otelin çevresinden "tuhaf ve yeri belli olm ayan bir biçim de kopm ası nı mümkün kıldığı kanısındadır. Y apm acık sütunlar, süslem eler, za man ve mekân bakım ından çok farklı üsluplardan yapılan alıntılar, postmodern m im ariye Jameson'ın yakındığı o "planlanmış derinliksiz-
110
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E YE G E Ç İ Ş
lik" duygusunu kazandırır. A m a m a sk e le m e y in e d e b ir m a h a ld e köl leşmiş olmanın ta rih selciliğ iy le hayali m ü z e d e n d e v r a lın m ış enterna: yonalizm arasındaki, işlev ile fa n tezi a r a sın d a k i, ü r e tic in in gösterm amacıyla tüketicinin m esajı a lm a is te k liliğ i a r a s ın d a k i g e r il im i sınırlaı Ö zellikle tarihsel ve coğrafi alın tıd a n d o ğ a n b i ç i m i y l e bütün b eklektizmin ardında tasarlanm ış bir h e d e f b u lm a k g ü ç t ü r . N e v a r ki bu nun endileri öy lesin e am açlı v e y a y g ın o la n e tk ile r i v a r d ır k i, bir dü
canlanT^S!^6"**e‘m em ekdegÜ Ç tÜ f'B unU^Ö m ek' kroek ve sirk : bu form ül, to p lu m sa l d e n e t im in e s k i v e denen
KENTTE POSTMODERNtZM
111
Resim 1.24 Baltımorlular Şehir Fuarı ’n a gidiyor: yönlendirilen ve denetlenen bir kentselgösteriden m anzaraların bir kolajı (yapan Apple Pie Graphics).
miş bir biçimini ifade eder. Bir halkın huzursuz ve memnuniyetsiz un surlarını yatıştırmak am acıyla bilinçli olarak sık sık kullanılmıştır. Ama seyirlik gösteri devrimci hareketin de asli veçhelerinden biri olabilir (ör eğin, şenliklerin Fransız D evrim i'nde devrim ci iradenin dile getirilme sinin bir aracı olarak in celenm esi için bkz. O zouf, 1988). Unutmayalım ti, Lenin bile devrimden "halkın şenliği" diye söz etm em iş miydi? Se yirlik gösteri her zaman güçlü bir politik silah olmuştur. Kentsel seyirlik gösteri bu son yıllarda nasıl kullanılm ıştır? ABD kentlerinde, seyirlik gösteri 60'lı yıllarda dönemin kitlesel Muhalefet hareketlerinin içinden çıkm ıştı. Sivil haklar gösterileri, sokak gösterileri, iç kent ayaklanm aları, savaş karşıtı dev gösteriler, karşı-
112
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ T E Y E GEÇİ Ş
Resim 1.25 Harbor Place modemist kent yenileme sahneleri çevresine yayılmış bir postmodem bo\ zaman atmosferiyaratmayı deniyor.
kültür gösterileri (ö z e llik le rock k o n se r le r i) m o d e r n is t k e n t y e n ile m e ve konut projeleri zem in i ü zerin d e u ğ u ld a y a n m e m n u n iy e t s i z li k dalga sının sivri uçlarıydı. A m a y a k la şık 1 9 7 2 'd en bu y a n a , s e y ir l ik gösteri başka güçlerce e le g e ç ir ilm iş v e b a şk a a m a ç la r la k u l la n ılm a y a başla mıştır. B altim o r g ib i bir k entte s e y ir lik g ö s te r in in e v r im i h e m tipiktir, hem de öğretici. 1968 de Martin Luther K ing'in s u ik a s te u ğ r a m a s ın ın a r d ın d a n patgö sterilerin d en so n ra ( R e s im
1 .2 1 ) , p o litik a c ıla r d a n ,
cük m rıf3 ' ’. ' ^ ^ ^ ö a n ve iş â le m in in ö n d e g e le n l e r in d e n o lu ş a n kii-
bileceeini Hile- lr ' nsan’ ^ent^n yeniden barışm ası için ne yapıla* Şunmek üzere bir araya geldiler. 19601ı yılların kent yeni-
KENTTE POSTMODERNİZM
113
Resim 1.26 Harbor Place'in pavyonları, Baltimor'a Disneyland kadar ziyaretçi çekmesiyle ünlüdür. leme çabaları, bürolardan, çarşılardan ve az sayıda da olsa örneğin M ies van der Rohe'nin yaptığı One Charles Çenter türünden çarpıcı mimari örneklerinden oluşan, ileri derecede işlevsel ve modernizmin çizgilerini taşıyan bir kent merkezi yaratmıştı (R esim 1.22 ve 1.23). Sokak gösteri leri bu kent merkezinin canlılığını ve o güne kadar yapılmış yatırımları tehdit ediyordu. Bu önde gelen insanlar, kentin bir camia olarak algılan masına, sıradan vatandaşların kent merkezinde ve kamusal alanlarda hissettiği kuşatma zihniyetini v e bölünm eleri aşabilmek için kendine yeterince inanç duyan bir kentin yaratılm asına uygun bir sembol arayı
şına girdiler. Konut ve B ayındırlık Bakanlığı'nın daha sonra kaleme alı nan bir raporunda sö y len d iğ i g ib i ," 1960'h yılların sonundaki toplumsal olayların yarattığı korkuya ve insanların bundan dolayı kent merkezine ) Ulaşamamasına bir son verm e zorunluluğundan doğan Baltimor Şehir | uan (...) kentsel yeniden g e lişm e y i teşvik etmek için başlatıldı. Fuar entteki mahallelerin ve etnik grupların çeşitliliğini yüceltm eye yönelecek, hatta (ırksal değil am a) etnik k im liği teşvik etm ek için elinden gelenı yaPacaktı. İlk açıldığı y ıl (1 9 7 0 ) fuarı 340 bin kişi ziyaret ediyordu;
, P O S T M 0 D E R N İT E Y E G E Ç İŞ 114
MODERNİTEDEN p
Resim 1.27 Baltimor'da Scarlett Place tarihsel koruma (sol kölede 19. yüzyıldan kalma Scarlett Seed Antreposu görünüyor) ile postm odem ızm ın alıntı merakım (bu örnekte Akdeniz 'de bir tepedeyer alan bir köyden) bir araya getirir (arkaplan daki modemist sosyal konutlara dikkat ediniz).
ama 1973'e gelindiğinde bu sayı n e r e d e y se 2 m il y o n a fır lıy o r d u . Yıl dan yıla büyüyen, ama kaçınılm az olarak a d ım a d ım d a h a a z "mahalle li", daha ticari hale gelen fuar (etnik gru p la r b ile e t n is i t e n i n satışından kâr etmeye başlamışlardı), kent m erk ezin e g i t t ik ç e d a h a b ü y ü k kalaba lıkları, her türden sahnelenm iş sey irlik g ö s t e r iy i i z l e m e k ü z e r e düzenli olarak çekme çabasında lo k o m o tif rolü g ö r ü y o r d u . B u n o k ta d a n sonra Harbor Place'in (sahilde yer alan v e D is n e y la n d 'd e n d a h a fa zla insanı cezbetmekle ünlenmiş bir alan), bir B ilim M e r k e z i 'n in , b ir Akvaryum un, bir Kongre Merkezi'nin, b irm a rin a n ın , s a y ı s ı z o t e l i n , h e r tür eğlen ce merkezinin inşası yoluyla az ço k sü r e k li b ir s e y i r l i k g ö s te r in in ticari leşmiş kurumsallaşmasına g e ç iş için k ıs a b ir a d ım
y e t e r li olacaktı.
Kentteki- yoksulluğa, e v siz b ark sızlığa, s a ğ lık h i z m e t le r in e , eğitimeih* hi™ 1 / 6
ö ^ e kte> ^atta belki d e o l u m s u z e t k id e b u lu n d u ğ u halde
°neÇ ,lcnıl§0,ankent
tarzı lOfinT ? 32 gÖrÜ,en bir ba§an 0,arak kabuI ed i,en bu modernizmiİH m erkezi y e n ile m e s in in sa e sjy'a, gelip geçici bî t V 'birmimari gerektiriyordu. Y üzeysel Pın Ç r katlllm hazzıyla, gösterişi v e uçuculuğuyla.;01"5
kentte
POSTMODERNİZM
115
Resim 1.28 N ew Orleans 'da Charles M oore tarafından yapılm ış olan Piazza d'Italia, sık sık postmodemist m im arinin klasik örneklerinden biri olarak gösteri lir.
sance duygusuyla seyirlik bir mimari bu tür bir projenin başarısı için hayati önem taşıyordu (R esim 1 .2 4 ,1 .2 5 ,1 .2 6 ) Bu tür yeni kentsel mekânların inşasında Baltim or yalnız değildi. Boston'da Faneuil Hail, San Francisco’da Fisherman's Wharf (ve Ghirardelli Square), N ew York'ta South Street Seaport, San Antonio'da Rivervvalk, Londra'da C ovent Garden (v e kısa süre sonra Docklands), Gateshead'de M etrocentre, efsa n ev i şöhret kazanm ış W est Edmonton Çar şısı, örgütlü seyirlik gösterinin sabit örnekleriyken, Los Angeles'taki Olimpiyatlar, Liverpool'un Garden Festival'i ve Hastings Savaşı ndan Yorktovvn Savaşı'na kadar akla g eleb ilecek her türlü tarihsel olayın sah nelenmesi daha g eçici türden örnekleridir. Ö yle görünüyor ki, kentler ve mahaller, günüm üzde olum lu ve yüksek kaliteli bir yer im gesi yaratmaya çok daha fazla özen gösterm ektedirler ve bu ihtiyacı karşılayabi-
M O D E R N iT E D E N P O S T M O D E R N l T E Y E G E Ç İŞ
116
le c ek bir mim ariyi ve k e n t s e l ta sa rım b iç im le r in i h e d e f le m iş l e r d i r . ijerj kapitalist dünyadaki kentlere e s a s o la ra k fin a n s, t ü k e tim v e e ğ l en ce m erkezleri niteliğiyle b ir b ir le r iy le y a r ışm a k ta n b a ş k a b ir o l a n a k bırakm am acasına yaşanan iç karartıcı s a n a y is iz le ş m e v e y e n i d e n y a p ı l a n ^ tarihi akılda tu tu la c a k o lu r sa , bu k en tlerin n e d e n b u k a d a r t e la ş i ç ine düştükleri ve (B a ltim o r ’un H arb or P la c e ö r n e ğ i g i b i) b a ş a r ılı m o d e lle r i neden seri im a la t b iç im in d e ta k lit ettik leri a n la ş ılır . 1973 te n bu y a n a yaşanan, y o ğ u n k e n tle r arası rekabet v e k e n ts e l g i r i ş i m c i l i k d ö n e m in de, seyirlik k e n tsel m ek â n la rın o lu ştu r u lm a sı y o l u y l a k e n t e im a j k a za n dırmak s e r m a y e v e (d o ğ ru türden) in sa n c e z b e t m e k i ç i n b ir a r a ç haline g e lm iş t ir (b k z . H a rv e y , 1989).
Her ne kadar bu olguyu III. Kısım’da yakından in celeyecek olsak da, mimari ve kentsel tasarımın bu yeni kentsel ihtiyaçlara nasıl cevap verdiğini bu noktada kaydetmek önemlidir. Belirli olum lu özellikleri taşıyan bir mahal imajının yaratılması, seyirlik gösteri ve teatralliğjn örgütlenmesi, üslupların, tarihsel alıntılamanın, süslem en in ve yüzey lerin çeşitlendirilmesinin eklektik bir karışımı aracılığıyla gerçekleşti rilir. (Baltimor'da Scarlett Place bu fikrin tuhaf bir örneğini oluşturur, bkz. Resim 1.27). New Orleans'da Moore'un eseri olan Piazza d'Italia bütün bu eğilimleri sergiler. Burada, bu ana kadar anlatılm ış olan unsur ların birçoğunu tekil ve çok çarpıcı bir projede toplu halde görürüz (bkz. Resim 1.28). Postmodern Ufuklar kataloğundaki b etim lem e (Klotz, 1985) çok şeyi ele verir: New Orleans'ın yeniden geliştirm e gerektiren bir b ö lg e s in d e C h arles Moore yörenin İtalyan nüfusu için kam uya açık P ia zza d 'Ita lia ’y ı (İta ly a M eyda nı nı) oluşturmuştur. M eydanın biçim i ve m im ari d ili, A v r u p a 'n ın v e daha öz gül olarak İtalya'nın piazza'sımn toplum sal ve ile tiş im s e l işle v le r in i Ameri ka'nın güneyine getirmiştir. Oldukça geniş bir alanı kaplayan, e p e y c e d ü z e n li, a k ıc ı v e k ö ş e li pencereere sahip yeni binalardan oluşan bir blokun için e M o o r e , d a ir e b iç im in d e geniş ır meydan oturtmuştur. M eydan bir tür n e g a tif b iç im o lu ştu r u r v e dolayısıyla insan çevresindeki mimarinin engellerini aşıp da iç in e g ir d iğ in d e d a h a da şaşırr- Giri§tek> küçük tapınak, sıra sü tu n la rın b ö l d ü ğ ü piazza'm
t j j h c p il ! / “ m , ı „ nJ
r
dan bıçım sel di,inin habercisidir. O rtada " A lp le r ”d en aşağı doğ-
vardır S.Vih» ^
çızm es,ni sulay an "Akdeniz"i ca n la n d ır a n b ir f ıs k iy e zemini
yan n ü f u s u m , n ^ ^ û n ,n tam m erkezine y e r le ş tir ilm iş o lm a s ı, kentin İtalifadeeder. 3 Im unsurunun 0 adadan g ö ç m ü ş in s a n la r o lm a s ın a saygıy*
°lan kemerler k S sü m n ,m " l" 1« ,ıçbükey cephelerinin önüne yerleştiril^ - e farklarla b i S d e n ^
*
-- -
ıuıı u u u ı ı y
a ıııııııı^
*—
^ ' tan ödün^ aImmı^ bİr renkler yelpazesine yerleştirilmiş beş oö-
KENTTE POSTMODERNİZM
117
(D or, İyon, K orent, T o sk a n a , K arm a) ironik gönderm eler yapar. Y iv li nern,IJe n kaideleri parçalan m ış bir b aş tabanın parçacıklan gibi oluşturulm uşh tüm üyle üç b o y u tlu bir m im ari detaydan ziy a d e n e g a tif bir biçim dir. lün ı n dikey y ü z e y le r i m erm erle kaplıd ır, kesitleri ise bir pasta d ilim in e benBun,an ,ar K orent tarzı sütun b a şla n n d a n n eo n tüp halkalarıyla ayrılır; bunlar Zer i r i sü tunlann renkli ışık lı g e r d a n lık ta n olur. İtalyan çiz m e sin in tep esin d egeC|Tmerli arkadın c e p h e s in d e d e n e o n ışık la r m evcuttur. B azı sütun b aşlan k' v' köşeli bir b iç im e sah ip tir, b aş tabanın altına Art D e c o broşlar gib i yer^ tirilm işlerdir. D iğ e r sütun b a şla n farklı ç e şitle m e le r sergilerler: yivleri su fısk '^ B ütîfn bunlar k lasik m im arin in ağır b aşlı sö zlü ğ ü n ü . Pop Art teknikleri, tm o d e rn is t bir palet v e teatrallik a r a c ılığ ıy la gü n celleştirir. Tarih bir yerden ”°k in e taşınabilir a k se su a r la n n bir y e lp a z e s i g ib i sunulur; aynen îta ly a n la n n İT dilerinin Y eni D ü n ya'ya "transplantasyonu" g ib i. İtalya’nın R ö n esa n s v e bak Mflzza'lannın n ostaljik bir ta b lo su sunulur, am a aynı zam anda bir yerind en toıuşluk duygu su vardır. N e d e o ls a , bu g e r ç e k ç ilik d eğ ild ir, bir cephedir, bir ° h n e dekorudur, y e n i v e m od ern bir b a ğ la m a oturtulan bir fragm andır. P iazza d'Italia hem bir m im ari y ap ıttır, h e m b ir tiyatro y a p ıtı. İtalyan "res publica"* g e leneğinde, halkın to p la n a ca ğ ı bir yerdir; am a aynı zam an da kendini fazla c id d i ye de almaz, oyun ve e ğ le n c e iç in d e bir yer o la b ilir. İtalyan yurdunun y a b a n cı laşmış görünüm leri Y e n i D ü n y a d a e lç ile r ola ra k g ö r e v görür; b ö y le c e N e w Orleans’ın bir yok su l m a h a lle ( slunı) h a lin e g e lm e teh d id i altındaki bir b ö lg e sin d e yaşayan nüfusun k im liğ in i y e n id e n v u r g u la m ış olur. Bu piazza, d ün yada p o stmodernist m im arinin e n ö n e m li v e ç a r p ıc ı ö r n e k ler in d e n biri sa y ılm a lıd ır. B ir çok yayın piazza 'yi ç e v r e s in d e n y a lıt ılm ış b iç im d e g ö ste r m e h atasın a d ü şm ü ş tür, oysa buradaki m o d e l bu teatral ö r n e ğ in , ç e v r e s in d e k i m o d ern binalar b a ğ la mına başarılı b iç im d e y e r le ş m e s in i o r ta y a k o y m a k ta d ır .
Ama eğer m im ari bir iletişim b içim i ise, kent bir sö y lem se, o za man New Orleans'ın k entsel d o k usu na yerleştirilm iş b ö y le bir yapı ne anlama gelebilir, ne sö y lü y o r o la b ilir ki? Postm odernistlere sorarsanız, muhtemelen, sorunun cev a b ın ın üreticinin dü şün celerine olduğu kadar, hatta ondan da fazla, iz le y ic in in g ö zü n d e oldu ğunu söyleyeceklerd ir. Ama böyle bir cevap ta bir tür k o la y c ı sa fd illik vardır. Çünkü kent haya tının Raban’ın Yum uşak K e n t'i g ib i kitaplarda sergilenen im geleri ile burada betim lenen türden bir m im ari üretim v e k entsel tasarım sistem i arasında, yüzeydeki pırıltının altında hiçbir ö z e l şey olm ad ığını sö y lemeyi olanaksız kılacak d e r ec e d e y ü k se k bir tutarlılık m evcuttur. Seyiri s t e r i örneği insana belirli to p lu m sa l anlam boyutlarını düşündürüy°r, Moore'un P iazza d'Italia'sı da s ö y le m e k isted iğ i şey d e de, bunun nasıl söylediğinde de pek m asu m sa y ıla m a z . B urada parçalanm a e ğ ilih u r iv e t^ nCC ^ kamus£ü şey" anlam ına gelen bu terim, Batı dillerinde modem "cumsozcüğünün -İtalyanca'da "repubblica"- de atasıdır (ç.n.)
118
M O D E R N İ T E D E N P O ST M O D ER N İT E Y E G E Ç İ Ş
mini, üslup eklektizmini, mekânın ve zamanın o tuhaf ele alınış tarzIn, ("bir yerden ötekine taşınabilir aksesuarlar ye paze a ) gö. rüyoruz. Burada (sığ bir biçimde) göç ve ma ç#»v^ °t-SU ^ ^ a s ı olarak anlaşılan yabancılaşma var; mimar, un“ tP7îlıî -If ar^?§nıi§ olduğu bir ortamda, pop art ve modern haya ^ irK;K1 U1j erın*n or ta yerinde kimliğin ilan edilebileceği bir ma a uyla orta dan kaldırmaya çalışıyor. Bırakılan etkinin ^ için gösterilen çaba, (Jencks’in anlamında) ş.zofrenık etki, butun bunlar bi linçli olarak mevcut. Her şeyden daha önemlisi, bu tur postmodern mimari ve kentsel tasarım insanda, bizi varolan gerçeklerin ötesinde an hayalgücüne taşıyan yanıltıcı bir "sarhoşluk , bir fantezi dunyas, arayişı duygusu bırakır. P o s tm o d e r n Ufuklar sergisinin kataloğu (KlolZ) 1985) ikirciksiz biçimde şunu ilan eder; postmodernizmin malzemesi "yalnızca işlev değil, aynı zamanda kurgudur. Charles Moore, postmodernizmin eklektik şem siyesi altında varo lan değişik pratiklerden yalnızca bir damarı temsil eder. Piazza d’Italia, klasik değerlerin yeniden canlanması yönündeki içgüdüleri dolayısıyla bazan tümüyle postmodernist etiketinin dışına yerleştirilmesi gereken birLeon Krier'in onayını kolay kolay alamazdı. Ya da bir Aldo Rossi tasarımıyla yanyana konulduğunda çok tuhaf dururdu. Moore'un temsil ettiği düşünce çizgisinin merkezinde yer alan eklektizm ve pop imge ler, tam da teorik tutarlılık eksikliği ve popülist kavrayışı dolayısıyla ağır eleştiriye uğramıştır. Günümüzde en iddialı çıkış "yapıbozumculuk" adını taşıyan akımdan geliyor. Kısmen, postmodern akımın önem li bölümünün sıradanlaşarak popülerleşmiş, cafcaflı ve teslimiyetçi bir mimari üretiyor olmasına tepki olarak, yapıbozumculuk, seçkin ve avangard mimari pratiğin gelişkin alanını, 1930’lu yılların Rus Yapım cılarının (konstrüktivistler) modernizminin aktif yapıbozumu yoluyla ele geçirmeye çabalar. Bu akımı ilginç kılan nedenlerden biri, edebiyat teorisine uygulanan yapıbozumcu düşünceyi, bütünüyle kendine özgü bir mantığa bağlı olarak geliştiği düşünülebilecek postmodernist mima rı pratikleri kaynaştırma yönündeki bilinçli çabasıdır. A n biçim ve me'anı araştırma kaygısı bakımından modernizmle ortak bir yan taşır, anıa unu öyle yapar ki, bir binayı birleşik bir bütün olarak değil, "birDirinden ayn, birbirine ilgisiz kalan, bir bütünlük duygusuna ulaşmaolabilerpL3"15^ Ü’
asi™ * ik ve bağdaşmaz" okumalara konu
yapıbozumcrn U-mSÜZ metin,er< ve Paçalar" olarak düşünür. Ne var ki,
w. "karmaşa içinde P°St*.“Jernizmin ^ y ü k lr a
bölümü ile ortak olan yakj, politik ve ekonom ik sistem e tabi şiraze-
KENTTE POSTMODERNİZM
119
sinden çıkmış bir dünyay. yansıtm a çabasıdır. Ama bunu öyle bir tarz da yapar ki, "insana yönünü şaşırtır, kafasını karıştırır" ve böylece"hi‘ jm ve m ek ân konusunda alıştığım ız algılama biçimlerini" altüst eder parçalanma, kargaşa, görünüşte düzenlilik olsa bile düzensizlik malar olarak kalır (Goldberger, 1988; Giovannini, 1988) Kurgu, parçalanma, kolaj, eklektizm , bütün bunların dokularına is lemiş bir gelip geçicilik ve kargaşa duygusu, belki de, günümüzün mi mari ve kentsel tasarım pratiğinde hâkim olan temalardır V e acıktımv burada, sanat, edebiyat, sosyal teori, psikoloji, felsefe «ibi çeşitli ahn' larda varolan düşünce ve pratikle ortak olan çok şey vardır Peki vam lan bu ruh durumu neden bu biçimi almıştır? Bu soruya anlamlı bir ce' vap vermenin koşulu önce kapitalist m odem ite ve postmoderni.enTn günlük gerçekliğinin bir bilançosunu çıkartmak ve bu tür kumu » T çalanmaların toplumsal hayatın yeniden üretiminde ü s t le n e b il e c e k levler açısından orada ne gıbi ip uçları b u lu n a b ile c e ğ i «örmektir
5
Modernleşme
Modernizm, özgül bir modernleşme süreci tarafından yaratılan modernite koşullarına sıkıntılı ve yalpalayan bir estetik cevaptır. Dolayısıyla, postmodernizmin yükselişinin sağlam — bir yorumu, modernleşmeni! jaernızm ın yuR.»cu$ııuıı j -----------------v ~ . u„ • v__. ile :ı„ hesaplaşmak zorundadır. Tnnmrtadır Ancak bu şekilde, postmoderniz postmoderrm doğası min hiç değişmeyen bir modernleşme sürecine farklı bir tepki mi oldu ğu, yoksa modernleşmenin doğasında, örneğin bir tür "post-endüstriyeİ" (sanayi-ötesi), hatta "post-kapitalist” topluma doğru yönelen kök lü bir değişimi mi yansıttığı ya da bunun habercisi m i oldu ğu sorusuna cevap verebiliriz. Marx kapitalist modernleşmenin en erken ve en bütünsel açıklama larından birini sunmuştur. Sorunu tartışmaya onunla girm enin yararlı olacağını düşünüyorum. Yalnızca, Berman'ın belirttiği gibi, Marx, modernist yazarlar arasında Aydınlanma düşüncesinin g e n iş ufkunu ve zindeliğini kapitalizmin gebe olduğu bütün paradoks ve çelişkilerin en ince ayrıntılarının bilinci ile birleştiren erken ve büyük bir örnek oldu ğu için değil. Aynı zamanda, ortaya koyduğu kapitalist modernleşme teorisi, postmodernitenin kültürel tezleriyle karşı karşıya getirildiği za man özellikle cazip hale geldiği için. Komünist Manifestoda Marx ve E ngels burjuvazinin, "doğanın güçlerinin insanın denetimine alınması, makinalar, kim yanın tarım ve sanayiye uygulanması, buharlı gemi taşım acılığı, d em iryolları, elektn e çalışan telgraf, koskoca kıtaların ekim e hazır hale g etirilm esi, ne hirlere kanallar açılması, koskoca halkların yoktan ortaya çıkarılma mın öın^M* SIFa-’ dÜ!nyapazan arac,lığıyla yeni bir enternasyonalizm yamistîr- s id d Y ^ T ^ BÜtÜn kunlann karşılığında büyük b ed eller öden5 • Ş'dde' - ge,enekleri" yıkılması, insanlann ezilm esi, her tür faali-
MODERNLEŞME
121
^paerlendirilmesinin para ve kârın soğukkanlı biçim de hesaplan-
£ „ a indirgenmesi. Üstelik: ... tjm jn sürekli olarak d e v r im c i b iç im d e d eğ iştirilm esi, bütün toplum sal •ı n k e sin tisiz b iç im d e altü st e d ilm e si, h iç b itm ey en bir b elirsizlik v e çalili§ ^ bunlar burjuva ç a ğ ın ı k en d in d en ö n c e k i bütün dönem lerden ayırdekalaç bit don m u ş bütün ilişk ile r , bunlara e ş lik ed en bütün sa y g ıd eğ er fikir ve def terle birlikte, tarih sa h n e sin d e n süprülür gider; yen i oluşanlar ise , daha dܧUU esem ed en kadü k h a le g e lir . K atı ola n her şey buharlaşır, kutsal olan her k v e ısız ca k irletilir v e in sa n la r n ih a y et yaşam ların ın g erçek koşulları ve 5ey say sanlarla ilişk ile ri ü z e r in e u y a n ık bir b ilin ç le d ü şü n m ey e zorlanırlar.
B u ra d a ifade bulan duygular kuşkusuz Baudelaire'inkilerle uyumludur.
Berman'ın da işaret ettiği g ib i, M arx burada bütün modernist estetiğin a ltın d a yatanı tanım layan bir edebi s ö y ley işi serbestçe dile getirir. Ama M a rx ’ta özel olan, bu g en el durumun kökenini açığa çıkarma tarzıdır. Örneğin Marx K a p ita l'e metaların, kendim izi yeniden üretirken tü k e ttiğ im iz günlük şey lerin (y em ek , barınma, giyim vb.) bir tahliliyle başlar. Ama M arx’ın işaret ettiği gibi, m eta "gizem li bir şey"dir: çünkü hem bir kullanım değerini (b elirli bir istek ya da ihtiyacı tatmin eder), hem de bir m übadele değerini (başka metaları elde etm ek için bir pazar lık kozu olarak kullanılabilir) cisim leştirir. Bu ikilik metayı bizim için hep ikircikli kılar: tü ketelim m i, satalım m ı? A m a m übadele ilişkileri çoğaldıkça, fiyat b elirley en piyasalar oluştukça, bir m eta özgül olarak para niteliğiyle billurlaşır. Parayla birlikte metanın gizem i yeni bir aşa ma kaydeder, çünkü paranın kullanım değeri, toplum sal em ek ve müba dele değeri dünyasını tem sil etm esidir. Para m übadeleyi kolaylaştırır, ama her şeyin ö tesin d e, m ü b ad ele o lgusun un ön cesin d e ve sonrasında bütün metaların değerini karşılaştırm ak v e ö lçm ek için normal olarak kulandığımız araç h a lin e g elir. A çıktır ki, nesnelere değer atfetm e tarzı mız önemli oldu ğuna g ö re, para b içim in in v e kullanım ından doğan so nuçların tahlili hayati ö n e m taşır. Marx'a göre parasal bir ek o n o m in in tarih sahnesine çık ışı, "gele neksel" toplulukları oluştu ran bağları v e ilişkileri çö zer ve "para gerçek topluluk haline gelir". D o ğ ru d a n d oğru ya k işisel olarak tan ıdığım ız in sanlara bağım lı o ld u ğ u m u z bir to p lu m sa l durumdan, başkalarıyla k işi sel olmaktan ç ık m ış, n e sn e l ilişk ile r e b a ğ ım lı hale g eld iğ im iz bir duru rca geçeriz. M ü b a d ele ilişk ile r i ç o ğ a ld ık ça , para gittikçe daha fazla üreticilerin d ışın d a v e onlardan b a ğ ım sız bir güç" olarak görünür. Bu
t2 2
MO D ER NİTEDEN P O S T M O D E R N İ T E Y E GEÇİŞ
y ü z d e n , " b a ş la n g ıç ta üretim i teşv ik eden bir araç g ib i g ö r ü n e n ş ey> şj d i o n la r a y a b a n c ı bir ilişk i haline gelir". Para k a y g ıs ı ü r e tic ile r e hâkin, o lu r . P ara v e p iy a sa d a m übadele, şey ler arasın a o p urnsa l i l i ş i p ü zerin e bir p eçe çeker, bunları "m askeler • u urum a arx rn etafe^ ş iz m i" ad ın ı verir. M arx'ın en çek ici içgöru erine en p iy a s a d a her an g ö z le y e b ile c e ğ im iz gerçe
am a y in e
lrı ir
u, çünj^
e y ü z e y s e l iliş ^
ler i d o ğ r u to p lu m sa l terim lerle nasıl y o r u m la y a b ile c e ğ im iz so ru n u nu 0 r la B ir n ls n e (para) ile bir başka n esn eyi (m e ta ) m ü b a d e le e t t i ğ i m ^ m etaların üretim inin ardında yatan ç a lışm a v e y a ş a m k o ş u lla r ı, neşe ’ k ız g ın lık ya da bunalm a duygusu, ü reticilerin ruh d u r u m u , bütün bun-’ lar g izli kalır. G ünlük kahvaltım ızı, üretim in e k a tk ıd a b u lu n m u ş say,, s ız insanı bir an bile düşünm eden y iy eb ilir iz. S ö m ü r ü n ü n b ü tü n izleri nesneden silinm iştir (ekm ekte söm ürünün p a rm a k iz le r i y o k tu r ). permarketteki herhangi bir n esn ey e b a k tığ ım ız d a ü r e tim in in ardında ne tür çalışm a koşulları yattığını a n la y a m a y ız. F e t iş iz m k a v r a m ı, kapita list m odernleşm e koşulları altında nasıl o lu p da, h a y a tla r ı v e umutlan bizim için bütünüyle karanlıkta kalan "ötekiler" e n e s n e l o la r a k bu denli bağımlı olduğum uzu açıklar. M a rx ’ın ü st-te o r isi bu f e t i ş i z m i n m a sk esi ni yırtmayı ve ardındaki toplu m sal ilişk ile ri a n la m a y ı h e d e f le r . "Öteki nin anlaşılm azlığı" fikrini am entü olarak ila n e d e n p o stm o d e r n istle r i Marx, hiç kuşku yok, fetişizm o lg u s u y la a ç ık s u ç o r ta k lığ ı v e tem eld ek i toplumsal anlamlara k a y ıtsızlık ile su ç la r d ı. C in d y S h e r m a n 'ın fo to ğ raflarının (ya da herhangi bir p o stm o d ern r o m a n ın , h iç fa rk e tm e z ) il ginç yanı, m ask elem e faaliyeti d ışın d a k a la n t o p lu m s a l a n la m la r üze rinde hiç durm aksızın, m ask eler ü zerin d e o d a k la ş m a la r ıd ır . Am a paranın tahlilini daha da d e r in le ş tir e b ilir iz . M a r x 'a g ö r e , eğer para işlevlerini gerçek biçim d e y e r in e g e t ir e c e k s e , p a r a n ın y e r in i onu temsil eden sem boller (m adeni para, sik k e , k â ğ ıt p a r a , k r e d i) alm alıdır. Bu da paranın sadece bir se m b o l, " in sa n lığ ın g e n e l r ız a s ı" tarafından yaptırıma bağlanm ış keyfi bir icat" o la ra k g ö r ü l m e s in e y o l aça r. Ama *cat aracılıgıylad ır ki, to p lu m s a l e m e ğ i n , ü r e tim in , ağır gunluk çalışm anın bütün dünyası tem sil e d ilir . T o p lu m s a l e m e ğ in yok-
niancak
° 'UrdU'
t0P'UmSal
“
rarak doîır meta sad'Pterinin, "batini göstergeler"e başvuS y İ S ,lra g!bi is™ '« a'Pnda metalara birer fiyat etiketi her ne kadar para tophîmsa?9 Ve™ 6,er'" do,ay |sıy la iy ice büyür. Yanı Para toplumsal em eğin d eğerin in g ö s te r e n i o ls a da, göste-
MODERNLEŞME
123
k e n d isin in in s a n la r ın h ır s v e a rzu la rın ın n e s n e s i h a lin e g e lm e s i
reI1,n rolan b ir t e h lik e d ir ( is t if ç i, ta m a h k â r, c im r i v b .) B ir k e z , bir y a heP Vbütün ö te k i t o p lu m s a l fa r k lılık b iç im le r in in k a r şısın d a "radikal bir n,yla icJ.. 0 ian p a r a n ın , ö t e k i y a n ı y la " ö zel k işiler in to p lu m s a l gücü" k m ü lk e d i n il e b il e c e k b ir t o p lu m s a l g ü ç b iç im i o ld u ğ u n u fark e tti° lara de bu o l a s ı lı ğ ı n k e s in li ğ e d ö n ü ş e c e ğ in i kav ra rız. M a rx şu s o n u c a g imlZ m 0 d ern t o p lu m , " d o ğ u m u n d a n h e m e n so n r a P lu tu s'u sa ç la r ın d a n Ula§lfy e r y ü z ü n ü n d e r in lik le r in d e n ç e k ip a ld ı, a ltın ’ı İsa 'n ın k a s e s iy m iş tUlUPe k en d i h a y a tın ın e n t e m e l ilk e s in in p a r ıld a y a n c is im le ş m e s i o la ^ s e l a m l a r . " P o s t m o d e r n iz m , p a r a n ın r o lü n ü n a rzu n u n e s a s n e s n e s i f,
y e n id e n y o r u m la n m a s ı y a d a g ü ç le n m e s i y o lu n d a bir işa ret v e r imu? B a u d r illa r d p o s t m o d e r n k ü ltü r ü " d ışk ı kültürü" o la ra k ta n ım lı-
y° r "hem B a u d r illa r d , h e m d e F r e u d iç in p a r a = d ış k ı (b u d u y g u n u n b a z ı
• ^etleri M a r x ’ta d a b u lu n a b ilir ) . P o s t m o d e r n iz m in g ö s te r ile n d e n ç o k ^"steren, m e s a jd a n ( t o p lu m s a l e m e k ) ç o k a raç (p a ra ) ü z e r in d e d u r m a sı, M evden ç o k k u r g u y u ( ic a d ı ) , ş e y le r d e n ç o k g ö s te r g e le r i, e tik te n ç o k
estetimi v u r g u la m a s ı, p a r a n ın M a r x 'ın t a n ım la d ığ ı r o lü n d e bir d ö n ü şü m den çok bir g ü ç le n m e o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü r ü y o r .
Ne var ki, para peşinde olan meta üreticileri olarak, başkalarının metalanmızı satın alma ihtiyacına ve kapasitesine bağımlıyızdır. Dola yısıyla, üreticilerin başkalarında "aşırılık ve ifrat" yaratmakta, toplum sal ihtiyacı oluşturan şeyler konusundaki fikirlerin yerini "fantezi, kap ris ve heves" alana kadar "hayali iştahlar"ı kışkırtmakta hep bir çıkarı vardır. Kapitalist üretici gittikçe artan ölçüde, tüketicilerle onların ihti yaç d u y g u la n arasında bir "pezevenk rolü" üstlenir, onlarda "marazi ar zular" kışkırtır, "her bir zaaflarını yakalam ak için pusuya yatar - ki, bu aşk hizmeti için nakit para talep edebilsin". Haz, boş zaman, güç ve ero tik yaşam, hepsi paranın etkisinin ve meta üretiminin alanına taşınır. Kapitalizm bundan dolayı "bir yandan ihtiyaçların ve onları tatmin ede cek araçların karm aşıklaşm asını, öte yandan da hayvanca bir barbarlaş mayı, ihtiyaçların ham , soyut, en üst dereceden bir basitleşm esini yara tır" (Marx, 1964: 148). R ek la m cılık ve pazarlama kullandıkları im ge lerde üretimin bütün izlerini silerek piyasadaki m übadele sürecinde otomatik olarak ortaya çıkan fetişizm i güçlendirirler. Üstelik, kapitalist toplum da toplum sal gücün en yüce gösterim i ni teliğiyle para kendisi hırs, tam ah v e arzunun nesnesi haline gelir. Am a burada da karşım ıza ikili anlam lar çıkar. Para başkaları üzerinde güç uygulama ayrıcalığını kazandırır: em ek zamanlarını ya da sundukları hizmetleri satın alabilir, hatta y a ln ızca para gücünün verdiği kontrol
124
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İ TE Y E G E Ç İ Ş
olanağı aracılığıyla ilişkileri kurabiliriz. Aslında par P I T
O
*
'“ f
b
bjr eko .
"*e
.orunu . o , " ; * ®
gelirler, iktidann tahsise veotonı: ^ “; : teorisyenler ise son.n T * lan ayrım dolayısıyla G,^ t"*a®în'ortak maddi dilleri piyasa kapitafo mi ç^rçeleslde herkeVsi tek bir piyasa değerleme sistem ine bağlama ve mı çerçevesin veniden üretimim nesnel olarak t e m e li
2SJ£2 î S,"5*-w "■
»“t
« t a »— t a ?“ — 1 “ « ta » ta . de S e r i m i z i ve ilişkilerimizi, kend, •'otek.l.g.m.z, kend, istediği, mi’z ta da geliştirme, hatta grup içi dil oyunlar, oluşturma konularında bile deyim yerindeyse, ozgür'üzdür. Elbette, yaşamımız, tatminkâr biçimde sürdürmek için yeterli paramız olduğu takdirde. Para "büyük bir düzleyici ve kinik"tir, sabit toplumsal ilişkilerin altını oyar, büyük bir "demokratikleştirici"dir. Bireysel insanların elinde tutulabilen bir toplumsal güç niteliğiyle geniş kapsamlı bir bireysel özgürlüğün, baş kalarına hiç değmeden kendimizi özgür düşünen bireyler olarak geliş tirmemiz uğruna kullanılabilecek bir özgürlüğün tem elini oluşturur. Para tam da bireyciliği, ötekiliği ve olağanüstü bir toplumsal parçalan mayı içerebiİme kapasitesi aracılığıyla birleştirir. Peki, para biçiminde örtük olarak varolan parçalanma kapasitesi hangi süreç aracılığıyla kapitalist modernleşmenin zorunlu bir veçhesi ne dönüşür? Piyasada m ü badeleye katılm ak, h em b e lir li b ir iş b ö lü m ü n ü , hem de kendi ürününden ayrılm a (o n a y a b a n c ıla ş m a ) k o n u s u n d a b ir kapasi teyi varsayar. Bunun so n u cu in sa n ın k en d i d e n e y i m i n in ü rü n ü n e ya bancılaşm ası, toplum sal g ö rev lerin p a r ç a la n m a s ı v e b ir ü r e tim süreci nin öznel anlam ının ürünün n esn el p iy a s a d e ğ e r le m e s i n d e n kopm ası dır. İleri derecede org a n ize bir tek nik v e t o p lu m s a l iş b ö lü m ü , h içb ir bi çim de kapitalizm e ö zg ü o lm a sa da, k a p ita list m o d e r n le ş m e n i n kurucu ilkelerinden biridir. Bu, ö z e llik le ( ö z e l m ü lk iy e t h a k la r ıy la korunan) bireysel m eta üreticilerinin p iy a sa m ü b a d e le s i k o ş u l la r ı n d a uzm a n la ş manın yarattığı olanakları d e ğ e r le n d ir e b ile c e k le r i b ir a ç ık e k o n o m i sis teminde, ekonom ik büyü m e v e se r m a y e b ir ik im i i ç i n g ü ç l ü b ir m anive la oluşturur. Bu da ek o n o m ik lib e r a liz m in ( s e r b e s t p i y a s a lib era lizm im ) kapitalizmin kurucu bir doktrini o la ra k ö n e m in i a ç ık la r . İ ş te sahipenıcı bireycilik v e yaratıcı g ir iş im c ilik , y e n i l i k ç i l i k , s p e k ü l a s y o n tam
MODERNLEŞME
125
hamlamda çiçek açabilir; gerçi bu, aynı zamanda, görevlerin ve da bu , juidarın artan bir ölçüde parçalanması ve toplumsal ilişkilerin, s°rUin 0|arak, üreticilerdin başkalarını bütünüyle araççı bir tarzda ele 10 U bir noktaya kadar dönüşmesi anlamına da gelir. 2İdl A m a kapitalizm meta üretiminden ve piyasa mübadelesinden ibaoildir. Kâr amacının (paranın, daha fazla para kazanmak saikiyle ret de!L Sürülmesi) toplumsal yaşamın yeniden üretiminin temel tarzı d0İa§1 oelmesinden önce bazı tarihsel koşullar, özellikle ücretli emeğin halî t 8gereklidir. Doğrudan üreticiler kitlesinin üretim araçları üzerink'kontrolden şiddete dayalı biçimde koparılmasının sonucunda ücde 11emeğin (yani yaşamak için emekgücü satmak zorunda olan kişileret 1o ^ y a çıkışı "birçok devrimin, koskoca bir dizi eski üretim biçimifI neslinin tükenmesinin sonucudur" (K apital, 1: 166-7). Geçmişten köklü bütünsel ve şiddetli bir kopuş duygusu (modernist duyarlılığın bir başka temel unsuru) Marx’ın kapitalizmin kökenine ilişkin açıkla malarına derinlemesine sinmiştir. Ama Marx tahlili çok daha öteye götürür. Emeğin ücretli emeğe dönüşümü, "emeğin ürününden, öznel emek gücünün, emeğin nesnel koşullarından ayrılması" anlamına gelir (K ap ita l, 1: 3). Bu çok farklı türden bir piyasa mübadelesidir. Emekgücünü satın aldıkları zaman, kapitalistler ona kaçınılmaz olarak araççı biçim de yaklaşmaktadırlar. İşçi bütün bir insan gibi değil (D ickens'ın H ard Times [Zor Günler] ro manındaki hicvine başvurursak) bir "kolcu" olarak görülür, harcanan emek de bir üretim "faktörü" olarak (şeyleştirm eye dikkat çekelim). Emekgücünün satın alınm ası, kapitaliste başkalarının ne düşündüğünü, hissettiğini veya neye ihtiyacı olduğunu hiç önemsemeden başkalarının emeğini tasarruf etme konusunda belirli haklar bahşeder. Ancak işçiler haklarını elde etmek ve duygularını ifade etmek için aktif biçim de mü cadele verdikleri ölçüde sınırlanan bu sınıf hâkimiyet ilişkisinin her an hazır ve nazır olm ası, "ötekilik" fikrinin kapitalist toplumda sürekli bir temelde üretiminin ve yeniden üretiminin zem inini oluşturan kurucu il kelerden birini bize hatırlatıyor. İşçi sınıfının dünyası, o "öteki"nin ala nı haline gelir. Bu alan, piyasa m übadelesinin fetişizm i sayesinde zo runlu olarak karanlık v e potansiyel olarak bilinem ez kılınır. Parantez içinde eklemeliyim ki, toplum da kolaylıkla öteki olarak kavramlaştırılabilecek insanlar (kadınlar, siyahlar, söm ürgeleştirilm iş halklar, her türden azınlık) zaten varsa, sın ıf söm ürüsünün cinsiyet, ırk, söm ürgeci lik, etnisite vb. ile iç içe g e ç işi h ızla ilerleyerek tiksindirici sonuçlar do ğurur. Kapitalizm "öteki,,ni icat etm em iştir; ama hiç kuşku yok ki onu
126
MOD E RN İT E DE N POSTMODERNITEYE G EÇ İŞ
çok organize biçimde krrilanmış v e Kapitalistler haklar,m s«ra.^k b;rçi
ku„ anarak ; . ü™
e r tür. ,
lu koşulu dayatmaya ?a,I§ denetimden olduğu kadar, çabalar bu ürünü üreten süreç uzerrrt kapasi,esinden de (bunu k a p j l meyvesinin değerim gerçekleştin Kapitalistin, işbirliğinin ',S| kâr olarak mülkedinir, 3 ^ ' ^ i „ L e k UJ n d e k * S ^ lümünün, makınalmn gu ^ ^ ^ bu kapasi(e ola. ^ f t n ^ l d ^ V o n u c fabrika içinde ayrıntıda işbölümü üzerine mutlak değildir). . . insanın bir parçasına indiro rulmuş bir örgüdenmedır, bu d t « ^ ^ ındug “ enSabs^dmasalı gerçekleşmiş olur" 1l : 340). Burad'a "hanuruTilkesinin işleyişi karşımıza bambaşka bir kılıkta ç.kar. Tod lumd Tşbölümü "rekabetten, karşılıklı çıkarlarının basıncının d o ğ u r t ğü zorbunadan başka h iç b ir otorite tanımayan meta üreticilerini birarava eetirir-’ken "fabrikada işbölümü kapitalistin, kendisine ait bir mekanizmanın piyonlarından başka bir şey olmayan adamlar, üzerinde tart,, cjjmaz otoritesi anlamına gelir". Toplumsal ışbölümündeki anarşinin yerini, atölye ve fabrikanın (otorite hiyerarşisi ve görevlerin yakından gözetimi aracılığıyla uygulanan) despotizmi alır. Tek bir emek sürecinde hem toplumsal, hem teknik olarak ortaya çıkan bu zorla dayatılmış parçalanma, üretim araçları üzerindeki dene timin yitirilmesiyle daha da vurgulu hale gelir. Bu işçiyi pratik olarak makinanın bir "eklentisi" haline dönüştürür. Akıl (bilgi, bilim, teknik) makinada nesnelleşir; böylece zihin emeği kol em eğinden ayrışır, doğ rudan üreticinin aklını kullanmasında bir azalma m eydana gelir. Bütün bu açılardan, tekil işçi bireysel üretici güçleri açısından "yoksullaştınlır" ki "kolektif işçi ve onun aracılığıyla sermaye toplumsal üretici güç açısından zenginleşsin" (Kapital, 1:341). Bu süreç doğrudan üreticiler le, topraktan koparılan köylülerle, fabrika ve m adenlerde emeklerini harcamak zorunda kalan kadın ve çocuklarla sınırlı kalm az. Burjuvazi "insanı 'doğal üstler'ine bağlayan her türden feodal bağı acımasızca pa ramparça etmiş ve insanla insan arasında duygusuz bir 'nakit ödeme si nden başka hiçbir bağ bırakmamıştır (...) B ugüne kadar önünde saygı ileeğilinen ve hürmetkar bir huşu ile yaklaşılan her bir m esleği halesin den yoksun bırakmıştır. Doktoru, avukatı, papazı, şairi, bilim adamını ^endi paralı ücretli emekçileri haline getirmiştir" (K o m ü n ist Manifesto' Peki, burjuvazi neden "üretim araçlarını v e d o la y ısıy la üretim İÜŞ*
MODERNLEŞME
127
• ürekli o la ra k d e v r im c i b iç im d e d e ğ iştir m e k s iz in v arolam az"? İdlerini su bu s o r u y a v e r d iğ i c e v a p h e m ik n a e d icid ir , h e m büMafX ^Piyasa r e k a b e tin in " z o r la y ıc ı y a s a la n " bütün k a p ita listler i, kârlıtünsel
J' lurnsal o r ta la m a y a o r a n la arttıracak te k n o lo jik v e o r g a n iza s-
Hklar,n; g işik lik le r p e ş in d e k o ş m a y a z o r la y a r a k , her birini ö te k in in ile yonel de^ an ıa y a y ö n e lik y e n i li k s ü r e ç le r in e s e v k e d e r - ta ki bu sü reç rİSİfie ib ir e m e k fa z la s ı k o ş u lla r ıy la k a r ş ıla ş ın c a sın ırla rın a u la şsın . İş-
kİtleSe erinde d e n e tim a ltın d a tu tm a ih tiy a c ı v e ( ö z e llik le g ö r e li bir ÇİylkkJtlım v e a k t if s ın ıf d ir e n iş i k o ş u lla r ın d a ) işç in in p iy a s a d a pazarünü z a y ıfla tm a s a ik i d e k a p ita listle r i y e n ilik le r y a p m a y a te ş v ik
6
llk ^ K a p it a liz m t e k n o lo j ik b a k ım d a n k a ç ın ılm a z o la ra k d in a m ik tir, edef (S ch u m p eter'in d a h a s o n r a ile r i s ü r e c e ğ i g ib i) y e n ilik ç i g ir iş im c i-
am efsaneleştirilm iş y e te n e k le r i
s a y e s in d e d e ğ il, rek a b e tin z o r la y ıc ı y a
saları ve k a p ita liz m e iç k in o la n s ın ıf m ü c a d e le s in in k o şu lla r ı d o la y ıs ıy İs
N e var ki, s ü r e k li y e n ilik le r in s o n u c u , g e ç m i ş y a tır ım la r ın v e e m e k
vasıflarının d e ğ e r s iz le ş m e s i, h a tta y o k e d ilm e s id ir . Y a r a tıc ı y ık m a , b i zatihi se rm a y e n in d o la ş ım s ü r e c in d e iç k in d ir . Y e n ilik istik r a r s ız lığ ı, G üvencesizliği k e s k in le ş t ir ir v e s o n u n d a k a p ita liz m i d ö n e m s e l k r iz n ö betlerine iten b a ş lıc a g ü ç o lu r . M o d e r n s a n a y iin h a y a tı ılım lı fa a liy e t, refah, a ş ın -ü r e tim , k r iz v e d u r g u n lu k g ib i b ir d iz i d ö n e m e b ö lü n m e k le kalmaz; aynı z a m a n d a , " m a k in a ia r ın , i ş ç ile r in is tih d a m ın ı v e d o la y ıs ıy la varlık k o şu lla r ın ı ta b i k ı ld ığ ı b e lir s iz lik v e istik r a r s ız lık d a n o rm a l hale gelir". Ü s te lik : Üretimin ge lişm e sin in bütün araçları, üreticilerin üzerinde hâkim iyet kur manın ve onları söm ürm enin araçlarına dönüşürler; işçiy i parçalayarak bir insa nın sadece bir parçası haline getirir, m akin anın bir ek len tisi d üzeyine düşürür, çalışmasında çek icilik nam ın a hiçbir ş e y bırakm az, işini nefret ed ilen bir m eşakkata çevirirler; b ilim e m e k sü recin d e b a ğ ım sız bir güç n ite liğ iy le cisim leştiği oranda, em ek sürecinin en telek tü el p o tan siy elin i işç iy e yabancılaştırırlar; içinde çalıştığı k o şu lla n çarpıtırlar, onu e m e k süreci esnasınd a, cim riliği ö lçü sünde daha da iğrenç h ale g e le n bir d e sp o tiz m e tutsak ederler; yaşam a zam an ı nı çalışma zam anına dönüştürür, k a n sın ı v e ço cu ğ u n u serm ayenin Juggem aut'unun* tekerlekleri altına sürüklerler ( K a p ita l, 1: 6 0 4 ).
Kârlılıklarını koruyabilm e m ücadelesi kapitalistleri bir sürü başka olanağı deneme konusunda birbirleriyle yarışm aya iter. Yeni ürün alan* J u g g e m a u t esk i bir H int m abududur. İnsanlar kendilerini onun arabasının tekerlekleri altına atarak e z d ir m e y o lu y la fed a ed erler, (ç.n .)
128
. TEDEN P OSTMODERNİ TEVE G E Ç . Ş MODERN
lan keşfedilir, bu da yeni istek ve:
y
yo|undakj çaba|^ a -
pıtalistler başkalarında ye"' kışkırtılması ve fantezi, kapris "" arttırırlar; böylecetay^ı tah BununsonuCu, büyük sermaye ve k hevesin rolü daha da geçerken, geride koskoca sektör !" kitleler, bir sektörden ı * sjzıik ve istikrarsızlığın keskinleş" harap durumda bırakırken, „ jn(Je ve ihtiyaçlarında görülen mesidir; tüketici iste enı ^ m(jcade|e konusu olur. r i n y e m p S S yeni hammadde kaynakları, yeni emekgücü ve üretip X , e r i t i n yeni ve daha kârlı ortam arayış, içinde yen. mekânlar [ a t ılmaz 3 * * sermaye birikimine açılır. Daha avantajlı yerlere [eşme cabası (hem sermayenin hem emeğin, coğrafi hareket,) u|us|ara. t e bölgesel işbölümünü dönemsel olarak devrimci bıçımde deği§li. rerek güvensizliğe bir de yaşamsal önemde coğrafi bir boyut katar. Bu,ün bunların sonucu olarak ortaya çıkan, mekan ye mahallin alg,|a„raa. smda yaşanan dönüşüme, kapitalistler sermayelerinin devir zamanım "göz açıp kapayana dek" düşürmeye çalışırken (bkz. ilend e III. Kısım) zaman boyutunda meydana gelen devrimler eşlik eder. Kısacası, kapi talizm, kendi dünya tarihi boyunca her zaman devrimci ve yıkıcı bir güç olarak kalmasını sağlayan kuralları kendi içinde taşıyan bir top lumsal sistemdir. Öyleyse, eğer "modernitede güvenilecek tek şey gü vensizlik" ise, bu güvensizliğin nereden türediğini kavramak güç değil dir. Ama Marx bütün bu devrimci altüst oluşu, parçalanmayı ve bitmek bilmeyen güvensizliği ayakta tutan ve çerçeveleyen tek bir bütünsel il ke olduğunun altını ısrarla çizer. Bu ilke onun çok soyut biçimde ifade ettiği gibi "hareket halinde değer"dir; daha basit biçim de söylenirse, kâr elde etmek için hep yeni yollar arayan sermayenin huzursuz ve ara lıksız biçimde dolaşımıdır. Aynı nedenle, bütün bu kargaşaya düzen getirme ve kapitalist modernleşmenin yolunu daha istikrarlı bir zemine yerleştirme gücüne sahip gibi görünen (ama Marx son tahlilde bu gü cün kendisinin geçici olduğunu ve yanılsamalara dayandığını ısrarla belirtir) daha üst düzey eşgüdüm sistemleri vardır. Örneğin kredi siste mi paranın kullanımının düzenlenmesi bakımından bir gücü cisimleştirir, para akımlan üretim ve tüketim arasındaki ilişkileri istikrara kavuş turmak, cari harcamalarla gelecekteki ihtiyaçlar arasında bir denge ya ratmak, bir üretim dalındaki ya da bölgedeki serm aye fazlasını bir başk^ma aktarmak amacıyla değiştirilebilir. A m a burada da derhal temel e ış ıy e arşılaşırız, çünkü kredinin yaratılm ası ve verilmesi hiç-
MODERNLEŞME
129
an spekülasyondan ayrılamaz. Marx'a göre, kredi her zaman bif ^ se r m a y e " olarak, daha varolmayan bir üretim üzerine yapılan "hay , bahis gibi ele alınmalıdır. Bunun sonucu, M arjın "finansal verdiği sistem (kredi parası, hayali sermaye, her tür finanSİStem ) ile bunun "parasal tabam" (bu taban, son zamanlara kadar altın gibi elle tutulur bir metaya bağlıydı) arasında sürekli bir ya Tmdir Bu°çelişki özgül bir paradoks üzerinde yükselir: para, topg al emeğin tamamının bir gösterimi olduğu halde, elle tutulur bir biIUmS(altm madeni para, banknot, hesap defterine girişler vb.) almak zodadır. Çeşitli elle tutulur gösterimlerden hangisinin "gerçek" para T ou sorusu, tipik bir biçimde, kriz dönemlerinde patlamalı biçimde 7a çıkar. Bir depresyonun orta yerinde, değerli kâğıtlar ve hisse se f e r i tutmak mı iyidir, banknot mu, altın mı, yoksa konserve ton bah am ı? Bundan çıkan sonuç da şudur: her ne kadar son tahlilde "paranın deeeri"ni (hepimizin anladığı, ama teknik olarak "değerin değeri" anla mına gelen paradoksal bir terim) fiilen tanımlayan metalan üreten ve mübadele edenlerin tamamı olsa bile, belirli bir anda elle tutulur biçim ler arasında en "gerçek" olanı kim kontrol ediyorsa (altın üreticileri, devlet, kredi dağıtan bankalar), o muazzam bir toplumsal nüfuza sahip olur. Bundan dolayı, para oluşumunun kuralları üzerinde denetim, "de ğerin değeri" konusunda hatırı sayılır bir güvensizlik ve belirsizlik ya ratan, üzerinde ciddi kavgalar süren bir mücadele alanıdır. Başlangıçta kapitalist üretimin tutarsız eğilim lerini düzenlemek açısından sağlıklı bir araç gibi görünen finansal sistem , spekülatif genişlemelerde "aşırıüretim ve aşırı-spekülasyon için tem el manivela" haline gelir. Postm o dernist mimarinin kendine bakışında işlev yerine kurgu üzerine kurul muş olduğu yolunda ulaştığı yargı, inşaat faaliyetini örgütleyen finan sörlerin, müteahhitlerin, spekülatörlerin şöhreti göz önüne alınınca çok yanlış olmuyor. Kurumlaşmış şiddet üzerinde tekele sahip zorlayıcı bir otorite sis temi olarak kurulmuş olan devlet, bir hâkim sınıfın iradesini, sadece karşıtlarına değil, kapitalist m odernitenin her zaman eğilim li olduğu anarşik gelgit, değişim ve b elirsizliğ e de dayatmak için kullanabileceği ikinci bir kurucu ilke oluşturur. Araçlar, paranın düzenlenm esi ve adil piyasa sözleşm eleri açısından yasal güvencelerden başlayarak, mali müdahalelerden, kredinin yaratılm asından, vergi yoluyla yeniden bölü şümden geçerek, toplum sal v e fizik sel altyapıların sağlanmasına, ser maye ve emek tahsisi v e ücretler v e fiyatlar üzerinde doğrudan kontrol, üt sektörlerin kam ulaştırılm ası, işçi sınıfının gücüne getirilen kısıtla-
130
M O D E R N İT E D E N PO STM O DER N 1TE Y E G E Ç lş
malar, askeri baskı vb.’ye kadar devlet, iradesini, akıcı ve mekânsal a ı sürecine kabul ettirmeye çalışan, toprag
ac ! lf b k s K r n ! ^ ' varlıktır ^ do,a§inı güclere ve Da ‘ In,r^arinın
d“ ^ '[" b ü to n bu işlevleri!» etkili bir biçimde yerine geıircbl]|B( için, paraya dayalı topluluğa alternatif olabilecek bir topluluk dUygUs kurmak, aynı zamanda kamu çıkarlarının, sınırları içinde varolan** ve hizip çıkar ve mücadelelerinin üzerinde ve ötesinde bir tanin,In. yapmak zorundadır. K ısacası, kendim meşrulaştırmak zorundadır. Do. {ayısıyla, politikanın estetikleştirilmesini bir ölçüde sağlamak zorunda dır. Bu sorun Mantin klasik çalışması Lök/j Bonaparte'ın 18 Brumai re'i’nde ele alınır. Orada şu soruyu sorar Marx: nasıl olur da, devrime mayalanmanın doruğunda bile devrimcilerin kendileri "geçmişin ruhla rını kendi hizmetlerine koşmak için çağırırlar, onların adlarını, şiarlar,, nı ve kostümlerini ödünç alarak dünya tarihinin bu yeni sahnesini za manın sınavından geçmiş bu kılık içinde ve ödünç alınmış bir dille su narlar?” Burjuva "devrimlerinde, ölülerin uykularından uyandınlmasının hedefi yeni mücadeleleri yüceltmekti, eskinin taklidi değil; eldeki görevin görkemini duyurmaktı, gerçeklikteki çözümünden kaçmak de ğil; bir kez daha devrimin ruhunu bulmaktı, hayaletini yeniden dolaştır mak değil." Efsanenin geri çağrılması geçm iş devrimlerde kilit bir rol oynamış olabilir, ama Marx burada Sorel’in daha sonra ileri süreceği şeyi yadsımaya çalışıyordu. "19. yüzyılın toplumsal devrimi şiirini geç mişten alamaz," diyordu Marx, "ancak gelecekten alabilir". "Devrim, geçmişe ilişkin bütün hurafelerden" sıyrılmak zorundadır, aksi takdirde "butun ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir karabasan gibi yük olacak" ve devrimin arındırıcı trajedisini bir farsın ritüeiine önüştürecektir. Efsanenin gücüne ve politikanın estetikleştirilmesine bu kadar acımasızca hücum ederken Marx aslında bunların ilerici işçi sınıfı deynmlenni bastırmak açısından ne derecede büyük bir güce sahıp olduğuna işaret etmiş oluyordu. Marx için Bonapartizm , (bütün kİ* Bonamrrem Ü - r - ^ezar*zm ",n. amcasının mirasını devrimci
üstlenen
Louis
/ igmde’ hem İIerici burJuvazinin, hem de işçi sınıfının mutlarını engelleyebilecek bir biçim iydi. İşte Marx, f #
um
MODERNLEŞME
131
ha sonra çok daha zehirleyici bir biçimde gerçekleştirdiği politimİn stetikleştirilmesi ile böyle hesaplaşıyordu. kanDevlet düzenlemesinin getirdiği sabitlik (ve dolayısıyla istikrar) ile ve akımının oynak hareketi arasındaki gerilim, kapitalizmin topse 1 ye politik örgütlenmesinde yaşamsal bir sorun olarak varlığını lunısarür (il. Kısım’da bu soruna döneceğiz.) Bu güçlük, devletin kensür Ufl (iktidarı açısından yaslandığı) iç güçler ve dış koşullarca (dünya d ' Sinl m i s i n d e rekabet, döviz kurları, sermaye hareketleri, göç, ya da ek0na n zaman üstün güçlerce gerçekleştirilen müdahaleler) doğrudan H^olin altına alınış tarzı tarafından tadilata uğratılır. Kapitalist gelişme i devlet arasındaki ilişki, bu yüzden, tek yanlı olarak değil, bir karşı! f , belirleme olarak görülmelidir. Son tahlilde, devlet iktidan, kapita list modernitenin ekonomi politiğinin izin verdiğinden ne daha çok, ne de daha az istikrarlı olabilir. N e var ki, k a p ita list m o d e r n ite n in b ir ç o k o lu m lu v e ç h e s i d e vardır. K apitalizm ü r e tim in m u a m m a s ı ü z e r in d e k i " p e ç e y i yırttıkça" d o ğ a ü z e
rinde artm akta o la n h â k im iy e t p o t a n s iy e li, h a y a tım ız ü z e r in d e d o ğ a n ın dayattığı z o r u n lu lu ğ u n g ü c ü n ü a z a ltm a k b a k ım ın d a n m ü th iş bir p o ta n siyele sahiptir. Y e n i is t e k v e ih tiy a ç la r ın y a r a tılm a sı b iz i (a v a n g a r d ist sanatçıların d a h a s o n r a k e ş f e d e c e k le r i tü r d e n ) k ü ltü r el o la n a k la r a karşı uyanık kılar. M o d e m s a n a y iin ta le p e ttiğ i " ç a lışm a n ın d e ğ iş k e n liğ i, iş levin a k ıc ılığ ı, iş ç in in e v r e n s e l a k ış k a n lığ ı" b ile , p a r ç a la n m ış iş ç in in yerine "birçok e m e k türü iç in u y g u n , ü r e tim d e h er türlü d e ğ iş ik lik le yü z leşm e y e h a z ır, y e r in e g e tir d iğ i fa rk lı iş le v le r i k e n d i d o ğ a l v e k a z a nılm ış g ü ç le r in e ö z g ü r b ir if a d e k a z a n d ır m a n ın ç e ş it li tarzları o la r a k yaşayan ç o k - y ö n lü g e li ş m i ş b ir e y " in ( K a p i t a l , 1: 4 5 8 ) g e ç m e s i p o t a n s i yelini yaratır. M e k â n s a l e n g e lle r in a z a lm a s ı v e d ü n y a p a z a r ın ın o lu ş u mu, farklı b ö lg e le r in v e ik lim le r in ç e ş it li ü r ü n le r in e h e r k e s in e r iş e b il m esini o la n a k lı h a le g e t ir m e k le k a lm a z ; a y n ı z a m a n d a b iz i d ü n y a n ın bütün h a lk la r ıy la d o ğ r u d a n t e m a s i ç i n e so k a r . H er ş e y in ö t e s in d e , ü r e ti ci gü çlerd e, t e k n o lo j id e v e b i li m d e d e v r im le r , in s a n ın g e li ş m e s i v e k e n dini g e r ç e k le ş tir m e s i a ç ıs ın d a n y e p y e n i u fu k la r açar.
Bu anlayışlara, "kahramanca" modernizmin mitoloji ile savaşıyla ilişkisi içinde biraz bakmanın ö zel olarak yararlı olacağı kanısındayım. Marx'a göre m itoloji, "doğanın güçlerini hayalgücünde ve hayalgücü aracılığıyla denetler ve biçimlendirir; dolayısıyla bu güçler üzerinde gerçek bir denetim ortaya çıktığında, mitoloji ortadan kalkar." K ısaca sı, mitoloji, insanlar tarihlerini bilinçli tercih ve tasarıma göre yapma kapasitesini elde ettiğinde ortadan kalkan, insan ürünü, tarihsel olarak
132
M O D E R N İ T E D E N P O S T M O D E R N İTE Y E G E Ç t ş
b iş bir halkadır (Raphael,^198L n ve ^ --------------- ^ ^ ^ ^ d m ü-. n ü-v.,, u eclir ıınlen e n m ış oır ara ııaiNauıı d e c i bilim lerin yükselişinin olanaklı kıldığı tek n o lo jik d ev rim ler „ r> iire, tim süreçlerinin dem istif.kasyonuna (üretim s ü r e çle r in e m o d e r n - ö , ? d ö n e m d e a n l a m l ı biçim de "sırlar y a d a sanatlar d e n ir d i) v e topju s* kıtlıktan ve doğanın dayattığı zorunluluğun daha b u n a ltıcı n i t e l i ^ ! yönlerinden kurtulması olanağının b elirm esine y o l a ç m ıştır. Bu k J * list m odernleşm enin iyi yanıydı. N e var fa. s o n u in s a n lığ ı p i y ™ * ' badelesinin fetişizminden kurtarmak ve to p lu m sa l v e tarihsel dünVnv tam da aynı biçimde dem istifiye etm ekti (bunun u z a n tısı olarak d a ? tolojiden tem izlemekti). Marx'm K a p ita l d e ö n ü n e k o y d u ğ u bilin, J j görev işte buydu. Am a özellik le kapitalizm in e ğ ilim li o ld u ğ u b e l i ? lik ve parçalanmalar (örneğin ekonom ik krizler) k a r şısın d a m itolojije yeniden sarılmak, toplumsal güçler üzerinde bütün d e n e tim ç a b a l a r ? boş olduğu koşullarda, bunları hayalgücünde v e h a y a lg ü c ü a r a c ıl ığ ? denetlem eye ve biçim lendirm eye ç a lışm a k her z a m a n mümkündü3 "Mitolojiden arındırılmış" bir sanat v e tarih b ilim i ya ra tm a k a v ? (Marx'a göre her ikisi de hiç kuşkusuz g e r ç e k le ş tir ile b ilir projelerdi)' bu daha geniş toplumsal m ücadelenin a y r ılm a z bir p a r ç a sı olarak görül melidı'r. Am a bu kavga (Marx bunun için ç o k g ü ç lü bir tem el
yarattığı. na inanıyordu) ancak, doğal ve toplu m sal d ü n y a y ı e fs a n e le r aracılıöR la mülkedinmeyi gereksiz ve mükerrer hale getirecek olan kapsamlı ve etkili bir sosyalizme geçiş aracılığıyla kazanılabilirdi. Arada geçen sü re boyunca, eski düzenin mistifıkasyonlan, fetişizmleri ve mitolojik yapılan ile dünyayı kavrayışımızı devrimci biçimde değiştirmeye dö nük eğilimler arasındaki gerilim, entelektüel, sanatsal ve bilimsel haya tın merkezi bir unsuru olarak görülmelidir. Türümüze ilişkin yeniden tanımlama yolları, kapitalizmin olumlu ve olumsuz özellikleri arasındaki gerilimden hareketle inşa edilebilir: Inmcfı0? ? 6 se7 aye ,burJuva Mumunun yanı sıra, doğanın olduğu gibi topr ‘0P T Un î yeleiİ ,araf,ndan evrensel olarak müJkedinilmek e X T ' J T y e u"- y uygaria$tıncı e(kjs, buradan kaynak|amr; yaniı " j, miş olması n -
lg'nda’ Önceki bü,Un insani,/için sadece ye tersli larak gösteren bir loplum aşamasını yar» oğapu an bir nesne, bir yarar sağlama
£%*££££?W rgaÜ Ç °'arakgÖ rÜ 'm eSİS°"a d°^,n f k“ '.,nSanllk
üzere bir hile olarak görönür / l ' k “ °"u. ,nsan ihtiyaçlarına labı kılmak gibi, ulusal engellerin ve A n v w , en?aye do£aya tapınmanın ötesine geçügı sel, kısıtlı, kendi halinin £,,ann da, günün ihtiyaçlarının her tür gelenek li hayattarzlan^nye„1denT^^ k^ Uk bağ,am,5 latmi" biçimlerinin vcesreümının de ötesine geçer. Bütün bunlara karşı yi*
MODERNLEŞME
133
ı sürekli olarak devrim ci biçim de değiştirir, üretici güçleri, ihtiyaçk,cıdır-o n , 5 ^ , üretimin çok-yanlı gelişm esini, doğal ve zihinsel güçlerin lann gen‘51 m übadelesini kısıtlayan bütün engelleri paramparça eder ( Grund-
küI,aniTİ) asajlarda Aydınlanma projesinden epeyce bir iz görmek olaBU tU{ PMarx, büyük girdapla başa çıkabilmemiz ve kendi tarihimizin na l^bir plana göre kolektif yaratıcıları haline gelebilmemiz için, kab-h rÇm altında hayatın baskıcı, yıkıcı, parçalayıcı, istikrarsızlaştırıcı Plta'lZ|erine karşı, dağınık biçimde ama yaygın olarak ortaya çıkan büVCÇVrrenişleri, memnuniyetsizlikleri ve mücadeleleri nasıl kaynaştıratü" Cg5 jmize ilişkin birçok öğüt de verir bize. "Özgürlük ülkesi aslında b* 'ak zorunluluk ve sıradan amaçlar dolayısıyla harcanan emeğin sona an?-j noktada başlar (...) Bunun ötesinde başlayan, insan enerjisinin kendi içinde bir amaç olarak gelişmesidir, gerçek özgürlük ülkesidir." Dolayısıyla, Marx'ın resmettiği şey, kapitalizm koşullarında, birey ciliği, yabancılaşmayı, parçalanmayı, gelip geçiciliği, yenilikleri, yara tıcı yıkımı, spekülatif gelişmeleri, üretim ve tüketim yöntemlerinde (is teklerde ve ihtiyaçlarda) öngörülemeyecek değişiklikleri, mekân ve za manın algılanmasındaki değişimi ve krizle yüklü bir toplumsal değişim dinamiğini üreten toplumsal süreçlerdir. Eğer kapitalist modernleşme nin bu koşulları, hem modernist, hem de postmodernist düşünürlerin ve kültürel üreticilerin estetik duyarlılıklarını, ilkelerini ve pratiklerini içinden çekip çıkardıkları maddi bağlamı oluşturuyorsa, postmodernizme dönüşün toplumsal durumda herhangi bir köklü değişimi yansıtma dığı sonucuna varmak akla yakın görünüyor. Postmodernizmin yükseli şi ya toplumsal durum konusunda ne yapılabileceği ve ne yapılması ge rektiği üzerine düşünüşte bir kopuşu (eğer böyle bir kopuş gerçekten varsa) temsil eder; ya da kapitalizmin günümüzdeki işleyişinde bir de ğişimi yansıtır. (II. Kısım'da derinlem esine araştıracağımız önerme bu sonuncusudur.) Her iki durumda da, Marx'ın açıklaması, eğer doğruy sa, bize, modernleşme, modernite ve gücünü bu tür koşullardan alan es tetik akımlar arasındaki genel ilişkileri düşünmek açısından son derece sağlam bir zemin sunar.
POSTmodernİZM mi, postMODERNİzmmi?
öyleyse genel olarak postmodern,zm.nasıl degelend,rm el,yız? Bir ^ değerlendirme olarak şunu söyleyebılınm. Farklılığın, iletişimin güç. lüklerinin, çıkarların, kültürlerin, mahallerin ve benzerlerinin karmasıklığının ve gölge farklarının üzerinde durması dolayısıyla postmodernizm olumlu bir etki yaratıyor. Modernızmın (özellikle daha geç a§a. mada ortaya çıkan versiyonlarının) üst-dıllen, ust-teorıleri, üst-anlatılan gerçekten de önemli farklılıkların üzerini örtme eğilimini göster mekteydi ve önemli ayrım ve ayrıntılara dikkat göstermiyordu. Postmodemizm "ötekiliğin, öznellikte farklılıktan, cinsiyetten ve cinsellik ten, ırk ve sınıftan, zamansal (duyarlılık kümelenmeleri) ve mekânsal coğrafi yerleşmeler ve yerinden kopmalardan kaynaklanan sayısız biçi mini" (Huyssens, 1984: 50) teslim etmek bakımından özellikle önemli olmuştur. Postmodernist düşüncenin bu yanıdır ki ona radikal bir boyut kazandırır; o kadar ki, Daniel Bell türü geleneksel yeni-muhafazakâr lar, postmodernizmin bireycilikle, piyasacılıkla ve girişimcilikle uyuş masına olumlu bir biçimde bakmaktansa kaygılanırlar. Bu tür yenimuhafazakârlar ne de olsa Lyotard’ın (1980: 66) şu önermesini pek de iyi karşılamazlardı: "geçici iş sözleşmesi, uygulamada, mesleki, duy gusal, cinsel, kültürel, ailevi ve uluslararası alanların yanı sıra politik meselelerde de daimi kurumların altını oymaktadır." Daniel Bell açık la burjuva değerlerin çöküşünden, işçi sınıfında çalışm a ahlakının aşınnasından üzüntü duyar, günümüzün eğilimlerini coşku dolu bir postnodemist geleceğe yöneliş olmaktan çok, modernizmin, kuşkusuz jnümüzdeki dönemde yaşanacak sosyal ve politik bir krizi haber veren ükenişi olarak görür. Postmodemizm aynı zamanda toplum içindeki sosyal, ekonomik
pOSTmodernlZM
mi , p o s t M O D E R N i z m mi ?
135
• k nratiklerin bir taklidi olarak görülmelidir. Birçok postmodern vep° Ui' uir 0rtak varoluş mekânında durmakla birlikte aralarında iler0,n bir "ötekilik" duygusunun hâkim olduğu farklı dünyaların üst i ^ slZ, eSj hem İngiltere'nin, hem Amerika'nın iç kentlerinde gidetüste gC gettolaşmayla, dışlanmayla, yoksulluğun ve azınlık nüfusların reR b a s ıy la , bilinçsiz bir ilişki içindedir. Birçok gösterge 1970’ten bu yal,t ttoİaşı^ada güçlü bir artışa işaret ettiğine göre, postmodern edeyana gei e|ki de bu olguyu taklit ettiğini düşünmek yararlıdır. bİy3tin l toplumsal yelpazenin öteki ucunda, artan refah, güç, otorite CTka bir atmosfer yaratır. Gerçi Philip Johnson’ın yaptığı postmob aT&T binasının içinde çalışmanın Mies van der Rohe'nin moderdern am binasında çalışmaktan ne farkı olduğunu anlamak güçtür, nİSt dışarıya verilen imge farklıdır. Mimara göre, "AT&T yeni bir cam anıadan başka bir şey istediğini ısrarla belirtiyordu. Şirketin soyluluk küt“ ,ük imgesini ortaya koyacak bir şey arıyorduk. Hiçbir malzeme îTnu granit kadar iyi göstermez" (gerçi granitin fiyatı camınkinin iki ktıdır). Lüks konutlarda ve şirket genel merkezlerinde, estetik tutum1a sınlf iktidarının bir ifadesi haline gelir. Crimp (1987) daha da öteye gider:
Mimarinin günümüzdeki durumu şudur: mimarlar akademik ve soyut este tik sorunları tartışmaktadırlar, ama aslında, kentlerimizi mahveden ve işçi sını fından insanları evlerinden atan müteahhitlerin kölesidir onlar (...) Philip Johnson'ın yeni gökdeleni, (...) yeni bir gökdelene özel bir ihtiyacı olmayan bir ma halleye kakılmış bir müteahhit binasıdır. Hitler'in mimarı Albert Speer'e değindikten sonra Crimp kent biçimleri nin yönetiminde yeni bir otoriterlik olarak gördüğü gelişmenin postmo dernist maskesine taarruz eder. Bu iki örneği, tam olarak ne tür toplumsal pratiklerin, ne tür top lumsal ilişkilerin bu estetik akımlarda yansıtılmakta olduğunu enine boyuna düşünmenin ne kadar önem li olduğunu göstermek için seçtim. Ama bu anlatım kuşkusuz henüz eksiktir, çünkü daha postmodernizmin tam olarak neyi taklit etm ekte olabileceğini ortaya koymak zorundayız. (Bu da elinizdeki çalışm anın II. ve III. Kısımlarının araştırma konusu olacak.) Üstelik, postm odernizm in politikaya, ekonom iye ve toplumsal hayata başlı başına bir estetik müdahale olm ak yerine yalnızca onu tak lit ettiğini söylem ek de, kuşkusuz aynı derecede tehlikelidir. Örneğin, ortak duyarlılığa işlevin yanı sıra güçlü bir kurgu dozu katmak, toplum sal eylem için belki de öngörülem eyecek sonuçlara sahip olmalıdır
136
MODERNİTEDEN
. ,
POSTMODER N İTE Y E G E Ç l ş k;ia
pn kötü mimarı en iyi arıdan av.
Cr ,r dT “ V 0llS t m J e ry i a r S .m IZ değişikliklerin maddTeT^* planlamada ak,I y m B n e f c ^ j|e es(etik müdaha|e «tafc,
ttzs& s —•p—’izm in■-«**4: de" “ ine
Î s ^ o d e m iz m kendini daha başi, görm e e g i,imind var ki, p varattı3ı bütün sıkıntıları aşm ayı hedefi*
b e n c e p o .m ^ r m j— " m ^ m t o a r i y e saldırmak. artık fazla kolaycılık haline gelen bir ^ sadizm niteliğini kazandı" dedirtecek ^ k aya kadar karikatürleştir], vorlar; ya da modernizmin bir kanadım (A lthussercılıgı, modern yaba niliği ya da her neyse), sanki bu kanattan başka bir şey yokmuş gibi ötekilerden yalıtıp eleştiriyorlar. Sonuç olarak m odernızm de bir sürü çapraz akıntı vardı. Postmodemistler bunlardan bazılarına belirtik ola rak geri dönerler. (Örneğin Jencks gözlerini 1 8 7 0 -1914 dönemine, hatta 19201i yılların kafa karışıklığına çevirir; L e C orbusier’nin Ron. champ'daki manastırını postmodernizmin bir yönünün önem li bir ha bercisi olarak görür.) Postmodemistleri hiddetlendiren üst-anlatılar (Marx, Freud, hatta Althusser gibi daha sonraki tem silciler), eleştir menlerin teslim ettiğinden çok daha açık kafalı, in celik li ve karmaşıktı. Marx ve Marksistlerin birçoğunda (burada aklım a çeşitli örnekler ola rak Benjamin, Thompson, Anderson geliyor) ayrıntıya, parçalanmaya, ayrılığa karşı varolan duyarlılık, postmodern p o le m iğ in yarattığı kari katürde kaybolur. Marx’ın modernleşme açıklam ası, hem modernist, hem de postmodernist duyarlılıkların köklerini kavram ak bakımından şaşırtıcı derecede zengindir. Modernist uygulamaların maddi başarılarını birdenbire elinin ter siyle itmek de aynı derecede yanlıştır. M odern istler patlam aya yatkın bir kapitalist durumu denetlemenin ve kontrol altında tutmanın bir yo lunu bulmuşlardı. Örneğin, kentsel yaşam ın ö rg ü tlen m esin d e ve mekâ nı, 20. yüzyıl kapitalizminde hızlı bir kentsel d e ğ iş im sonucunu doğu ran, birbirini kesmekte olan süreçleri kontrol altında tutacak biçimde inşa etmede başarılıydılar. Bütün bu faaliyette örtülü bir kriz varsa, bu nun suçunun modemistlerden çok kapitalistlerde o lm a d ığ ın ı söylemek kolay değildir. Gerçekten de, modernist p an teon d a bazı olağanüstü ba-
pOSTınoderntZM
m i , p o s t M O D E R N i z m mi ?
137
ardır. (1960'lı yıllarda, sıkı bütçe tahditlerine rağmen eğitim de şarllaf V‘ utlara varan bina sorununu çözm üş olan İngiliz okul inşaat ve ciddı b° y gram ını hatırlatırım.) Bazı konut projeleri gerçekten de iç tasar,m, başarısızlıklarla sonuçlanm ış olsa bile, özellikle insanların kapayıcl imekte olduğu yoksul mahallelerin koşulları düşünüldüğünİÇİndenrılı sayılacak projeler de vardı. V e yakından bakıldığında görüde modernizmin başarısızlığının büyük sem bolü Pruitt-Igoe'da, toplüf koşullar arı mimari biçim den çok daha fazla sorunun merkezm i ş Topiumsal sıkıntılarla ilgili olarak fiziksel biçimleri suçlamak, k d u r u m l a r d a pek az kişinin kabule razı olacağı nitelikte en kaba baş n bir çevresel determ inizm üzerinde yükselm ek zorundadır. (N e tÜ k k i, Prens Charles'ın "mutfak kabinesi"nin bir başka üyesi olan ya&afyad ^ \\c e C olem an'ın, kötü tasarımla anti-sosyal davranış arasınH°ki korelasyonu nedensellikle düzenli olarak karıştırdığını üzülerek hlirtmek istiyorum.) D o la y ısıy la , Le Corbusier’nin Firm iny-le-Vert’ deki "yaşama için ortam"ının kiracılarının, buranın yıkılm asını en gelle mek için nasıl bir toplum sal hareket olarak örgütlenm iş olduğunu kay detmenin ilginç olacağını düşünüyorum . (Şunu eklem eliyim ki, bu in sanlar Le Corbusier’ye herhangi bir ö zel bağlılık hissettiklerinden de şil, burası evleri olduğu için örgütlendiler.) Jencks'in bile itiraf ettiği g i bi, postmodernistler, mimari tasarım alanında modernistlerin bütün bü yük başarılarını devralm ışlar, am a elbette estetiği ve görünüşü hiç o l mazsa yüzeysel biçim de değiştirm işlerdir. Vardığım bir başka sonuç da şu: m odernizm in uzun tarihi ile postmodernizm adını taşıyan akım arasında, farklılıktan çok daha fazla sü reklilik mevcuttur. P ostm odern izm i m odernizm in bağrında ö zg ü l bir kriz gibi görmek bana daha anlam lı görünüyor: ö y le bir kriz ki, B audelaire'in form ülasyonunda parçalanm aya, gelip g e çiciliğ e, kargaşaya ilişkin olan yanı (M arx'ın da kapitalist üretim tarzının ayrılm az bir par çası olarak o kadar hayranlık verici biçim de inceden inceye e le aldığı yan) vurgularken, ebedi v e d e ğ işm e z olanın nasıl düşünülm esi, tem sil edilmesi ya da ifade e d ilm esi gerek tiği konusunda herhangi bir reçete karşısında derin bir ku şku cu luğu ifad e eder. Ama posim oĞ evm zm J o u issc ın c e 'm anlık n iteliği konusundaki vur gusuyla, ötekinin a n la şıla m a y a ca ğ ı y olun daki ısrarıyla, ça lışm a üzerin de değil metin üzerinde y o ğ u n la şm a sıy la , yapıb ozu m u yönü nde nih i lizm derecesine varan e ğ ilim iy le , e stetiğ i e tiğ e tercih e tm e siy le ço k fa z la ileri gider. Her tür tutarlı p o litik a n ın o la n a k sız hale g eld iğ i noktaya ulaşır. Piyasayla u tanm azca u y u şm a arayan kanadı ise p ostm od ernizm i
138
CM P O S T M O D E R N . T E Y E G E Ç İ Ş MODERNİTEDE
- , - „ kareli olan bir g ir iş im c i k ü ltürünün u g e r ic i y e n i m uhafazakarlığın §(m odernjsl f il o z o f l a r b iz e , m odern 7 * İm a kararlı b içim d e * ' ' y a n ın g üçlüklerinin anlaş v e s e sle r kakafonısını sau dan mest olm am ızı ö n e n
^
y o lu o la r a k s u n u la n p a r ç a l a n a n etm em izj d e ğ i l, a y n ı z a m a n d ^ 1 laşt,k la rı h e r ö n e r m e y i d e y aDlKöll,'■ o r[a d a n k a | d l r m a ta k ln tIS ) . P’ K .
muna uğratma ve £ dd » m >,akla dayanan eylem için nunda kendi geçerlilik ' ederıer. Postm odernizm şeyu ,blr temel kalm ayınca * e(memiziı maskeie,ne ve üstünü ön J r' meleri ve W'u"™e,e ha, ^ (op|umsal gruplaşmada onaya çıkan £ lemlerinı, yerellikbir yan(jan
tür fetişizmi yüce I^ m|l|,k|anyla ve günlük hayatım ız üzerinde S ' yoğunluklarıyla, J ^ ^ evrense| ha|e g e |en poliük ° ı uor opren °ün uanu cvıu.ov, F^**uN-eKo-nnm;ı miyei "mLa akımlarıruluslararas. işbölüm leri, mali piyasalar ve be SÜ^ f ’ S e ek ^ d en üst-.eoriyi de yadsır. “ " S s ü b T y a n d a n başka ^ “ “ ^ k^ l l e n e rek r, dikal bir bakışa kap. açarken, ardından bu başka se s le n derhal „üfU2 edilemeyen bir ötekiliğin, şu ya da bu dil oyununun özgüllüğü içi„e hapsederek daha evrensel iktidar kaynaklanna erişm elerine engel olur Böylece, dengesiz iktidar ilişkileriyle dolu bir dünyada, o sesleri (kadınlann etnik ve ırksal azınlıkların, söm ürgeleştirilm iş halkların, işsizle rin, gençliğin vb. seslerini) güçten yoksun kılar. Entrikacı bir uluslara r a s ı bankerler grubunun dil oyunu bizim için nüfuz edilem ez olabilir. Ama bunu iç kentlerde yaşayan siyahların aynı derecede nüfuz edileme yen diliyle iktidar ilişkileri açısından aynı d ü zeye yerleştirenleyiz. Postmodernizmin retoriği tehlikelidir, çünkü ekonom i politiğin ve küresel iktidar koşullarının gerçekliğiyle y ü z y ü z e gelmekten kaçınır. Lyotard'm radikal reforma bir giriş olarak veri bankalarının herkese açılması yönündeki "radikal önerisi"nin (sanki h ep im iz o fırsatı kullan ma açısından eşit şansa sahip olacakm ışız g ib i) çocuksuluğu öğretici dir, çünkü postmodernistlerin en kararlılarının bile sonunda nasıl ya tü melleştirici bir jest yapma (Lyotard'ın s a f k alm ış bir adalet kavramına başvurması gibi), ya da Derrida gibi bütünüyle p o litik sessizliğe gö mülme alternatifleriyle karşı karşıya kalacağını gösterir. Üst-teoriden vazgeçilemez. Postmodernistler onu yeraltına ittik leriyle kalırlar: o, orada artık bilinçsiz bir etki" olarak işler (J a m eso n , 1984b). Eagleton Lyotard’ı şöyle eleştiriyor: "onun için hakikat, otorite ve retoriğe dayanan bir baştan çıkarma arasında hiçb ir fark olamaz; en tat 11ya da en açık saçık hikâyesi olan, iktidara sa h ip olacaktır. Ea2*e
P O S T modern İZ M m i, p o s t M O D E N ;,zm , CR R IN mı ?
239
,-n'jn bu eleştirisine katılıyorum. Karizmatik bir m asalcn.n n Jay'da sekiz yıl iktidarda kalm .ş olm as, bu politik sorunun oldukça ‘ i \ \ olduğunu ve postm odernizm in bu iktidarın tem elini kça su' " . “ » « » " i ” "'"” ' 1 » ' “ t B . d . bizi ç o r ,o ,n „ bir ~ s.,f m0dernite, hem de postm odem ıte estetiklerini, parçalanma «p c ilik ve kaotik bir değişim olgusu ile bir tür mücadeleden türe^vnrl bu tur bir olgunun neden bu kadar uzun bir dönem boyunca 2 ! ? ' neyimin bu denli kapsayıc. bir yönü olduğunu ve bu denevimin tuğunun 1970'ten bu yana bu kadar güçlü biçim de hissed iL T a J ^ t T ğini anlamak bence çok önem lidir. E ğer modernite ile iloiti t ? u*' İ t e n m i ş olan «ek şey belirsizlikse, bu tür bir durumu y £ i t f ’ ^ güçler üzerine kuşkusuz dikkatle eğ ilm eliy iz Simdi h„ t ı plumsal feri ele alacağım. V * lmdl bu t0Plu™ a l güç-
I
İkinci Kısmı
20. Y ü z y ıl Sonunda Kapitalizmin Politik-E konom ik Dönüşüm ü Eskinin çürümesi ile yeninin otuşum u ve yerleşm esi arasındaki aralığı, bir geçiş dönem ini oluşturur; bu dönem her zaman ka r
John Calhoun
7
Giriş
20 yüzyıl sonunun e k o n o m i p olitiğin d e bir dönüşüm yaşandıysa, Egef n demişimin ne kadar derine v e tem ellere indiğini belirlem em iz ° ^ d e r Emek süreçlerinde, tüketici alışkanlıklarında, coğrafi v e jeo ^Htik küm elenm elerde, d ev letin y etkilerind e v e uygulam alarında, bu P° benzeri birçok alanda, radikal d e ğ işim e ilişk in bol bol işaret v e gösve m e v c u ttu r . A m a B atı’da hâlâ kâr için üretim in, ek on om ik yaşam ın temel düzenleyici ilk esi old u ğ u bir top lum d a yaşıyoru z. Ö y le y se, savaş sonrası dönemin ilk büyük e k o n o m ik daralm asının ortaya ç ık tığ ı 1973’ ten bu yana yaşanm ış olan bütün d e ğ işim v e çalkantıları ö y le bir şek il de gösterebilm eliyiz ki, kap italist üretim tarzının tem el kurallarının ta rihsel -coğrafi g elişm ed e b içim len d irici güçler olarak işley işin in d e ğ iş meden sürmekte old u ğu g ö z d e n kaçm asın .
Üzerinde duracağım dil (ve dolayısıyla hipotez) şu olacak: son dö nemin gelişmelerini birikim rejim inde ve onunla el ele giden toplumsalpolitik düzenleme tarzında bir geçiş olarak ele alacağız. Sorunları bu tarzda ele aldığımda, "düzenleme okulu" olarak bilinen belirli bir dü şünce okulunun diline başvurmuş oluyorum. Bu okulun, Aglietta’nın (1979) öncülüğünü yaptığı, Lipietz (1986), Boyer (1986a; 1986b) ve başkalarının geliştirdiği temel argümanı kısaca özetlenebilir. Birikim rejimi "net ürünün tüketim ve üretim arasındaki dağılımının uzun bir va de boyunca istikrar kazanmasını tanımlar; hem üretim koşullarında, hem de ücretlilerin yeniden üretim koşullarında meydana gelen dönü şümler arasında bir karşılıklılığı içerir." Belirli bir birikim rejimini mümkün kılan, "yeniden üretim şemasının tutarlı olmasıdır". Ancak, sorun’ ^er tür bireyin (kapitalistlerin, işçilerin, kamu çalışanlarının, finan sörlerin, başka her tür politik-ekonomik öznenin) davranışlarını, birilm rejiminin işleyişini mümkün kılacak bir bütünlüğe kavuşturmakta-
.e k o n o m ik
144
LizMlN
ı dır. Dolayısıy
dö n üşü m ü
po l IT|K
K A P İT A L .-
b jre y s e , d a v r a n ış la r ın y enİH
»sürecin biri1! 1 ’J L aiuna almak için, birikim rei- n tutarı,lığım S0*® düzeniey ic i ş e b e k e le r v e benzer-1? 1'
I .T o m la r ,
^ « e ş m i ş ku ra lla r v e ı0plu^
çim ler altında cis,mleŞl e„ıem e m m verlllr ( L lp ı? z ’. 1986: >9). sal süreçler bütününe o/ önce a n la m a y ı k o la y la ştıra n Bu tür bir terminoloji ne i so n d e r e c e d in a m ik ve d ' m r , c ) b i r a r a ç olarakya®l ||st sis|em in , hiç o lm a z s a belirli b ir* a' layısıyla istikrarsız o t a iş|ey e bilm e s. ıç m y e te r in c e düzene rnan dilimi boyunca t u . a r ^ o|anak|| k lla n k a rm a şık ilişk iler, a|,5
benze^bir^orunüm
^
bjçim|er üzerinde yoğun|^
j- .İKiamin îivnlfta Lmlokil. _ ekonomik sistemde, sistemin ayakta kalabilm esi i< »Çin K a p ita list bir lvT ‘? im P ,bastırılması gereken başlıca iki sorun alanı mevcutbaşarıyla t* ™ ? bel|rleyen piyasaların an arşik doğas,ndan T'
tlİT rİk in cisi ise. üreıimde değer katılm asını, d o la y ısıy la müm-
kuTo uğu kadar çok kapitalistin pozitif kâr elde etm esini güvence alL a almak
üzere emekgücünün
kullanım, uzermde ye teri, bır kontrol
sağlanması ihtiyacından kaynaklanır. ° Önce ilk sorunu ele alalım. Fiyat b elirley en p iy a s a la r ın özelliği, üreticilerin, üretime ilişkin kararlan tüketicilerin ih tiy a ç la r ı, istekleri ve arzulanyla eşgüdümlü hale getirm esine o la n a k ta n ıy a n büyü k ölçü de ademi merkeziyetçi sayısız sinyali ortaya k o y m a la r ıd ır . (B u eşgü düm, elbette, her ekonomik alışverişte, a lış v e r iş e g ir e n h er iki tarafı da etkileyen bütçe ve maliyet tahditlerine ta b id ir.) N e v a r ki, Adam Smith’in piyasada varsaydığı ünlü "gizli el", ö z e l m ü lk iy e t , yaptınma bağlanmış sözleşmeler, paranın düzgün y ö n e tim i g ib i te m e l kurumların iyi işlediği durumlarda bile, hiçbir zam an k a p ita liz m in istikrarlı bü yümesini güvence altına almak bakımından k e n d i b a ş ın a y ete r li olma mıştır. Piyasanın başarısızlıklarını (örneğin d o ğ a l v e t o p lu m s a l çevreye verilen fiyatlandırılmamış zararı) d e n g e lem e k , p iy a s a g ü c ü n ü n aşın yoğunlaşmasını engellemek ya da bunun y a p ıla m a d ığ ı durumlarda (ulaştırma ve iletişim gibi alanlarda) tekel a y r ıc a lığ ın ın su istim a lin i de netlemek. savunma, eğitim, toplumsal v e f iz ik s e l a lty a p ı g ib i piyasa aracılığıyla üretilip satılamayacak kamu m a lla r ın ın ü r e tim in i sağla ra
, spe ülatif yükselişler, saptırıcı p iy a s a s in y a lle r i, girişim cilerin
n u rla?? /1?
siny aJleri arasında p o t a n s iy e l o la r a k o lu m s u z so-
latan kehanrV ^ et^ e Ş.im (piyasa iş le y iş in d e k e n d i k e n d in i doğruer sorunu) yüzünden d o ğ a ca k v e b a ş ın ı a lıp gidebilecek
e karşı k o ru n m a k iç in k o le k tif ola ra k a lın m ış ted birler (g e çöküntü*e y jet d ü z e n le m e s i v e m ü d a h a le si) bir ö lç ü d e g erek lid ir. U y g u nellİklC d evlet y a d a b a şk a k u ru m lar (d in s e l, p o litik , se n d ik a l, kü ltü rel lamada- ^ â le m i) tarafın d an y a p ıla n b a sın ç , b ü y ü k şirk etlerin v e Icurundar ^ k urum | a n n p iy a s a la r ü z e r in d e u y g u la d ık la r ı h â k im iy e t ile başka gU? ıp ita iiZm in d in a m iğ in i y a ş a m s a l b iç im le r d e e tk iler. B u b a d ik te , v e fjy a t k o n tr o ıie r i g ib i d o la y s ız d a o la b ilir , te m e l ih sınç z ° ru rZUıa n m ız ı y e n i bir b iç im d e a lg ıla m a m ız ı sa ğ la m a k için y a p ıtiyaç ve a itina y 5 n e ü k r e k la m la r g ib i d o la y lı d a o la b ilir . H er d u ru m d a lan b
auç s ö z k o n u s u b a s ın c ın , k a p ita list g e liş m e n in y o lu n u v e b iç i-
njhaı s 0 jn ızca p iy a s a iş le m le r in in ta h lil e d ilm e s i y o lu y la k a v r a n a m a y a mınl’^ m d e ş e k ille n d ir m e sid ir . A y r ıc a , b ir e y c ilik v e k e n d in i ifa d e y o cak ki jse ı d o y u m a u la ş m a d ü r tü sü , g ü v e n c e v e k o le k tif k im lik a r a y ıluy!a dine Sa y g ı d u y m a , t o p lu m s a l sta tü y a d a b a şk a tür bir b ir e y s e l §1’ lik işareti k a z a n m a ih tiy a c ı tü r ü n d e n to p lu m s a l v e p s ik o lo jik e ğ ir'Hjgrin her biri, tü k e tim v e y a ş a m tarzı k a lıp la r ın ı b iç im le n d ir m e d e bir I o nar. O to m o b ilin k itle s e l o la r a k ü r e tilm e s in d e , a lın m a s ın d a v e k u l la n ılm a s ın d a rol o y n a y a n ç e ş it li e tk e n le r b ile ş im in i bir d ü şü n ü n , 2 0 .
üzyıl k ap ita lizm in in k ilit b ü y ü m e s e k tö r le r in d e n biri o la n bu a la n ın
yalnızca g e le n e k s e l t a n ım ıy la e k o n o m ik a n la m la r la d e ğ il, g e n iş bir a la na
yayılan to p lu m s a l, p s ik o lo j ik v e p o lit ik a n la m la r la d a y ü k lü o ld u ğ u
nu fark e d e r sin iz . " D ü z e n le m e o k u lu " n u n d ü ş ü n ü ş ta rz ın ın m e z iy e ti,
büyümenin, to p lu m s a l g e lir b ö lü ş ü m ü n ü n v e to p la m tü k e tim in b e lir li bir tarihsel d ö n e m v e m e k â n d a istik r a r a k a v u ş m a s ın a k a tk ıd a b u lu n a n ilişki ve d ü z e n le m e le r in b ü tü n ü n e b a k m a m ız g e r e k tiğ i k o n u su n d a k i ı s rarıdır.
Kapitalist toplumlarda ikinci genel sorun alanı, insanların faal ça lışma kapasitesinin, m eyveleri kapitalistlerce mülk edinilebilecek bir emek sürecine dönüştürülmesidir. Hangi türden olursa olsun em eğin, belirli bir yoğunlaşmaya, öz disipline, farklı üretim aletlerine alışkanlı ğa ve çeşitli hammaddelerin yararlı ürünlere dönüştürülme açısından taşıdığı olanakların bilgisine ihtiyacı vardır. Ancak, ücretli emek koşul ları altında yapılan meta üretimi, bilginin, teknoloji konusundaki karar ların ve disiplin sağlayan m ekanizm anın büyük bölümünü, işi pratikte yürütmekte olan kişinin kontrolünün dışına yerleştirir. Ücretli em ekçi lerin kapitalizme alışm ası zam ana yayılm ış ve epeyce ıstıraplı bir tarih sel süreç olmuştur; üstelik bu süreç her yeni kuşak işçinin işgücüne ka tılmasıyla birlikte tekrarlanmak zorundadır. Emekgücünün serm aye bin lm‘ntn amaçları uğruna disiplin altına alınm ası (bu sürece genellikle
PO LİTİK -BKO NO M İK d ö n ü ş ü m ü 146
K A P İTA LİZM İN
vereceğim) ç o k g ir ift bir iştir. B i r , ;ere
bu denetim rarkiı uıyuı w.— ren bir bileşim olmak zorundadır; bütün bunların aa sade • v inde değil, genel olarak toplum çapında örgütlenmesi gerekir V eriı talist üretime toplumsal entegrasyonu, fiziksel ve zihinsel ? ,n,n k çok geniş bir zeminde toplumsal denetimi anlamına g ejj PQsit tim, mesleki eğitim, ikna, (çalışma etiği, şirkete bağhîıfc ^ ej bölgesel gurur türünden) belirli toplumsal duyguların s e f ’ Ü *^ fçalışma aracılığıyla kişisel kimlik arayışı, bireysel er ve (çalışm a üründen) psikolojik eğilimlerin her h ^ İyatif>(o • — -*= ?, r , *>urada| lumsal dayanışma tuı S r kiüeİİetişim araçlarınca, din ve eğitim kurumk arınca, rol oynar, uygUının çeşidi kollarınca beslenen ve fiilen çalışanlar* kendj devlet , mifrinin basit biçimde dile getirilmesiyle vurgulanan hâkim ,d, 'm ide. Î S Oluşumuyla iç içe geçer. Burada da "düzenleme tarz," kavra.' ™ J mekgücünün semıaye birikiminin amaçlar, uğrunda örgütlenme*, tünyarattığı somnlann farklı yer ve zamanlarda nasıl çözüme ulaşnm. dıgını düşünmek i ç i n yararlı bir yoldur. Savaş sonrasında 1945 ten 1973 e kadar suren uzun canlılık döne, minin temelinde, emek üzerinde belirli bir denetim pratiğinin, bir tek nolojik bileşimin, tüketim alışkanlıklarının, polıtık-ekonomik iktidarın belirli bir biçimlenişinin yattığı ve bu biçim lenişe Fordist-Keynesçi denmesinin makul olduğu görüşünü genel bir anlamda kabul ediyorum. Bu sistemin 1973 ten itibaren çöküşü, süratli değişim , çalkantı ve belirsizlik içeren bir dönemin açılması anlamına gelmiştir. Bir yandan, daha esnek emek süreçlerine ve piyasalara, daha yüksek coğrafi akışkanlığa ve tüketim kalıplarında hızlı değişikliklere dayanan yeni üretim ve pa zarlama sistemlerinin bir yeni birikim rejimi nitelem esini, öte yandan, girişimcilik kültürünün veyeni-muhafazakârlığın yeniden canlanması nın ise kültür alanında postmodemizme y önelişle birleştiğinde yeni bir düzenleme tarzı nitelemesini hak edip etmediği hiç de açık değildir. Politik-ekonomik hayatta gelip geçici ve anlık olanı daha temel dönüşüm lerle karıştırma tehlikesi her zaman mevcuttur. A ncak, günümüzün politik-ekonomik uygulamalarıyla savaş sonrası uzun canlılık döneminin uygulamaları arasındaki karşıtlıklar, son dönem tarihini, Fordizmden daha esnek bir birikim rejimi adı verilebilecek bir şeye dönüş teme linde açıklama türünden bir hipotezi anlamlı kılacak kadar belirgindir, te yandan, aşağıda pedagojik amaçlarla karşıtlıkları vurgulamakla ır ı te, eğişimin ne kadar temel olduğu konusundaki yorum mesele-
genel bir sonuç açısından yeniden döneceğim .
Fordizm
in sembolik başlangıç y ılı hiç kuşku yok ki 1914 olarak kabul li Bu tarihte, Henry Ford, bir yıl önce Michigan’ın Dearborn edllm de kurmuş olduğu otom obil montaj hattında çalışan işçilere çaba-
kentın karşılığı olarak sekiz saatlik bir işgünü için beş dolar ücret ver'^ T b a ş l ı y o r d u . Tabii Fordizmin bir bütün olarak yerleştirilmesinin Hiçimi böyle özetlenem eyecek kadar karmaşıktı. F ord’u n iş örgütlenmesi ve teknoloji açısından yarattığı yenilikler, h rcok a ç ıd a n , zaten iyice yerleşm iş olan eğilimlerin basit bir uzantısıy dı Örneğin sermayenin anonim şirket biçiminde örgütlenmesi 19. yüz yıl b oyunca demiryolu şirketlerince olgunlaştırılmış ve özellikle yüzyı lın sonundaki birleşme, tröst ve kartel oluşumu dalgasından sonra (yal nızca 1898-1902 yılları arasında A B D imalat sanayiinde aktiflerin üçte biri birleşme operasyonlarına konu oluyordu) birçok sanayi dalına ya yılmıştı. Benzer biçim de, Ford, em ek süreci alanında da eski teknoloji lerin ve daha önceden varolan ayrıntıda işbölümünün rasyonalizasyonundan öte bir şey yapm ıyor, yalnızca, işin yerinden kıpırdamayan işçi ye akıtılması yoluyla üretkenlikte muazzam artışlar elde ediyordu. Unutmamak gerekir ki, F. W . Taylor’ın The Principles ofS cientifıc M a nagement (Bilim sel İş Y önetim inin İlkeleri) 191 l ’de yayınlanmıştı. Güçlü bir etki yaratan bu risalesinde Taylor emek üretkenliğinin, her emek sürecinin ayrı ayrı hareketlere ayrıştırılması ve bu ayrıştırılmış iş lerin zaman ve hareket araştırmasının katı standartlarına uygun olarak düzenlenmesi yoluyla nasıl radikal biçim de arttırılabileceğini anlatı yordu. Taylor'ın düşüncesinin nesebi de epeyce eskiydi: Gilbreth'in 18901ı yıllarda yaptığı deneylerden geriye doğru gidildiğinde, 19. yüzy*l ortasında Ure ve B abbage gibi yazarların, Marx'ın çok aydınlatıcı olduğu yapıtlarına kadar uzanıyordu. Y önetim , tasarlama, denetim ve uygulama arasındaki ayrışm a (v e bunun hiyerarşik toplumsal ilişkiler
148 14
K A P İT A L İZ M ^
? ° l sından s o n u ç la n ) b ir ço k sanayi fçızlaS'1 0 aÇ Hn (v e F o r d ız m ı s o n tahlilde m nk sürecindeki vasi d.a özgu ° üretim in in k itle tüketimi
V dea u X ç o M a n v e r l ^ T aylorizm d en ^
^
0 n « y ^ ^ e m .e m e |in d e n e t in ,i„ d ;
n^ ü m i » ^
e ^ S Ü c ü n ^ ^ “p
o
U
e s le tik v e p s ik o lo ji kısacası, ^
y eni * r bir d e m o k r a tik top,üm
kç°adg ö < w ^ d!' Gramsc i, y a k la ş ık y irm i y ıl so„ra d em ek olduğunu a Ç ' k ^ Antonıo ^ sQ nucu ç lk a rıyordu. Haİtalyan komünist ürürken, tam iz m in ■•h iç görülmem iş M ussolini'nin ^ • o lm a y a " bir b ilin çliU k le, yenishane Defte*'" " s u n d a ™ l,L k o n u su n d a b u g u n e kadar tabir süratle ve amacı ko" ^ jnsan yara, m a K k a y d e d iy o r d u . Yenj „ i tip bir İŞÇİ veJ “ l
Kolektif g in )11"
ünm e v e h a y a t, h isse tm e tar-
« * 0İUna" İ m le r i " ^ ' t ' t ^ ^ r e c n s e lliğ e , a ile y e , ahlaki baskı çahşmayontem 'cr , G ram scıye g o e . a la rın a d ış k ın sorunlar zindan k o P ^ biçimlerine, tuke
deU,iğine. < ^ £ u y g u n ” ö z g ü l b ır ış ç t tıp,yaüret.m sum cm h a m le s in d e n y ırın , yıl son-
ss=Ç5fe=nsssr-2=:
•
Peki.Fordızmın
amanalmlşu?
Undeki gücün doğru uy-
Ford y eni® t°P ^ ca kurulabileceğine mwıyOon gulanması halınde k 'hedeflenen, sadece "S1"* beş dolarlık ışgun y ktjrdiği disipline uy montaj halt, s i s l e m u J ilerin, büyük 5 miktarlarda piyasaya w .» - * -
üretke„
sağlamak değiltıerın gittikçeda^ " ^ ^
zamana sah,p o m .
SgSSg=32
lüketmek için yeterli bırlf jt,cilerın paralarını doğru sarfetölamayı hedefliyordu. Ama bu. ıŞÇ l 9 l 6 'da, kitle üretimi-
: u:idiHprin
aklı başında (yani alkol tüketiminden kaçına )
sağlamak amacıy
tim kalıbın, uygulayacak k a p ^ Ş ^ P e bjr sosyal h n » la, olan ayncauM la, çoğu çoğu göçmen göçmen olan uzun sürmedi sürmedi ama» an r uzmanlar, gönderiyordu Deney ççok ğ, der.n uzmanlan ordusu gönderiyordu. ok d deneyin yapılmış olması bile, Ford.zm m ortaya ç >c Fordızmın or lumsal, psikolojik ve politik sorunların habercısıy ■
FORDİZM
149
büyük şirketlerin gücünün toplumu düzenlemesine o kadar nanıyordu ki, büyük depresyon başlar başlamaz, ücretleri artderİndrret artışının efektif talebi arttırarak piyasayı canlandıracağına t,rdl' vasinin güvenini pekiştireceğine inanıyordu. Ama rekabetin ve iş ^ salan heybetli Ford'dan bile daha güçlü olduğundan işçi çı^rlayjc^y ücretlerj düşürmek zorunda kaldı. Roosevelt New Deal ara nm ak vk italizmi kurtarmaya çalışırken Ford'un tek başına yapmaya devıet müdahalesi aracılığıyla yapıyordu. Ford 1930'lu yılçallŞt^ bu sonucun önüne geçm ek için işçilerini kendi geçimlik ihtiyaç la büyük bölümünü üretmeye sevketmek istemişti. İşçiler, boş zalarının mda kendi bahçelerinde sebze yetiştirmeliydiler (bu tavsiye, II. maf1 ^Savaşı yıllarında Britanya'da uygulanacak ve yaran görülecekDÜI"Kendi başının çaresine bakmak, iktisadi depresyonla başa çıkma^ tek yoludur," derken Ford, Frank Lloyd V/right'ın Broadacre City nin hazırladığı planlara damgasını vuran, kontrollü, insanı toprağa dö1Ç'se çağıran ütopizme güç kazandırmış oluyordu. Ama burada bile geUeğin oluşumları konusunda ilginç işaretlerin varlığını sezebiliriz: ]945 ’ten sonra savaş ertesinin uzun canlılık döneminde efektif talebi canlandıran temel unsur, kendi başının çaresine bakma önerisinin içer diği şeylerden ziyade, Wright’ın modem ist anlayışında örtük olarak va rolan altkentleşme ve nüfusun ve sanayiin çevreye doğru yayılması ola caktı. Fordist sistemin yerleşik hale gelm esinin tarihi aslında yarım yüz yıl süren uzun ve karmaşık bir öyküdür. Çoğu, ulaşılan sonucu hedefle memiş p o litik tercihler ya da kapitalizmin özellikle 30'lu yılların büyük depresyonunda belirgin olarak ortaya çıkan kriz eğilimlerine basit ref lekslerle verilmiş cevaplar olan sayısız birey, şirket, kurum ve devlet kararına bağlı olmuştur. 3 0 ’lu yıllan izleyen savaş dönemi seferberliği de, işçilerin montaj hattı üretimine karşı direnişine ve kapitalistlerin merkezi denetime ilişkin kaygılarına rağmen, geniş ölçekli planlama ve emek sürecinin tam bir rasyonalizasyonu anlamına gelmiştir. Savaş için her şeyin seferber edildiği bir dönem de, rasyonalizasyonu reddetmek, ne kapitalistler ne de işçiler için kolaydı. Üstelik, ideolojik ve düşünsel pratikler konusundaki kafa karışıklığı sorunları daha da içinden çıkıl maz kılıyordu. Politik yelpazenin hem sol hem de sağ kanatlan, kapita lizmin maruz olduğu ö zellik le 30'lu yıllarda kanıtlanan hastalıklara ç ö züm olarak rasyonel devlet planlam asının kendilerine özgü versiyonlahm geliştirdiler. Bu ö y lesin e karışık bir politik ve düşünsel tarihti ki, atı Avrupa sendikalarının reddettiği Taylorist ve Fordist üretim tekno-
, . e K O N O M İK D ö n ü ş ü m ü
150
K
r° l . , Kir yandan modernizmin hava*. , e Corb»s,er'„toriter rejimlerle (bir süre ^
,
■ i Leninövüyord“u bir yanda" rejim iy 'e ) iç li d ış lı oluyordul0İ' T ^ n d a dolaŞÜ Î J jnSa'da Vıchy anar5,z m ın d e n esi„ ıen si , ;'vle sonra f've KroPo tw hi in il iy o r d u ; Robert M0. Muss°!'"r Howard'm
B a c k w a r d s (G eriy e Bakı5)
Ebe"u planlan !uzvıln. EdW
e s in le n e r ek p o litik bakımdan L i k s ° s>,a
^ a n o to m o b ilin A m erika'ya yay,j.
y0 öyle nnln?"!'0 el vard, HerşeV aminde iki >emel
uzun saatler boyunca bü-
nTskilerin durumu. ŞÇ
ö.nde s ın ıf " * * L urlımıŞ bir e
a ğ lj g e le n e k s e l zanaat-
k ç i y e ta sa r ım , ç a lışm a tempo-
tünüyle y£knesapek az ihtiyaç gos’e^ nularm da n e r e d e y s e İhmal edileKâr becerilen"6- P * la„ianması kon ^ ü r e ü m s is te m ln m kolayca su veoretiınsürec o)anağl tanıy d a y a n a n ü relim sis.
bilir ölçüde b« denen ^ F ord montaj kabulünehıÇ de ^ hemenbutunuy = Usi işçiler ise düş. neı , " Amerikanın y»»»* w - .........* temini i'"11'" “"'7nler derslenni al'Y0^ g ü c ü n d e k i devtr hızı çarpıcı ama göçmenler lardı. Ford un ş s rfa feuna benIerblI ama m anca bir ta v u su rd
derecede yüksek
0y,H y llla rd a T a y lo r ® "
-
E d w a rd s ()979)ı
m cu|ar, ontegi
ö ç m e n işç i akımının
set, direniş '^ k a p ita lis tle r in “stu " l^ işgücü p i y ^ k "asına ve kırsal A m erika
e 8s i y a h lar arastadan işy ^ ^ ^ ^
dm*
devam ediyor ol
.
geçirılm esı o la
g
u h a le fetince ye-
-■&S=S ^SsS*
\ ... J ..r tr İ O İ \p P t G enel e tim )g nisiration indusirielle el g MYraölen(Sına S Avrupa'da Taylor'ınkinden hiyerarşik ganizasyonel yapılar ile otontenın ve b ilg i ak ş süreçıerınffl y « düzenlenmesi üzerindeki vurgularıyla, ay , yoneıleştirilmış y® akışım basitleştirmekle uğraşan Taylora S orada burada kull timin farklı bir modelini savunuyordu. ABU
FORDİZM
maya baş oftaSin
151
an m ontaj h attında k itle üretim i tek n o lo jisi, 1930'lu yılların e A vrup a'da ç o k a z g e liş m iş ti. T orino'daki F iat fabrikası bjrak ılırsa, n . D ü n y a S avaşı'n d a n ö n c e A vrup a o to m o b il sa-
bir kenaranjm şirket b iç im in d e ö r g ü tle n m iş o lsa da) büyü k b ö lü m ü y le nayH (anketiciier için y ü k s e k k a lite arabalar üreten, y ü k se k v a sıflı işç iseçkİn tÜ an bir zanaat sa n a y ii olarak k a lm ış, daha u cu z m o d e lle rin kitleredayaa _ne y ö n e lik m o ntaj hattı y ö n te m le rin d e n pek az n a sib in i alleSCİ T rdizm in A v ru p a'ya y a y ılm a s ın ı o la n a k lı k ılm a k için , s ın ıf ilişnuşU; l 9 30'lu y ılla r d a b a şla y a n am a so n u çla rı ancak 1950'li y ılla rkilerınde, bü yü k bir d e v r im i b e k le m e k g e r ek ec e k ti. da° IgU,lması g e r ek en ik in c i b ü y ü k e n g e l, d e v le t m ü d a h a lesin in b iç im ve m ek a n iz m a la r ın d a y a tıy o r d u . F o rd ist üretim in g e r ek le r in e 1
1k v e reb ilecek y e n i bir d ü z e n le m e tarzı ya ra tılm a sı gerek iy o rd u ;
oitalist toplumları, devlet yetkilerinin nasıl ele alınması ve kullaaT sıGerektiği konusunda yeni bir anlayışa itmek için, 1930’lu yıllarh ^korkunç depresyonun şokunu ve kapitalizmin yıkılmanın eşiğine ölmesini beklemek gerekecekti. Kriz esas olarak efektif talebin üreti me oranla yetersizliği biçiminde ortaya çıkmıştı; çözüm arayışları da bu temelde yürüyordu. Bugün geriye baktığımızda, kuşkusuz, nasyonal sosyalist hareketlerin temsil ettiği bütün tehlikeleri çok daha açık bi çimde görebiliyoruz. Ama ekonom iyi bir baştan ötekine saran bir çö küntü karşısında, sorunları arttırmaktan başka bir şey yapamaz görünen demokratik hükümetlerin açık başarısızlığı hatırlanırsa, işçilerin yeni ve daha üretken üretim sistemleri temelinde disiplin altına alındığı, atıl kapasitenin hem üretim hem tüketim için çok gerekli olan altyapıya yö nelen üretken harcamalar (geri kalan bölüm de üretken olmayan askeri harcamalara ayrılıyordu) aracılığıyla harekete geçirildiği bir politik çö zümün çekiciliğini anlamak çok güç olm asa gerek. 1930'lu yıllarda Ja ponya’da, İtalya'da ve Almanya'da denenmekte olan çözümlerin (mito lojiye, militarizme ve ırkçılığa referanslarından soyutlandığında) doğru yolda ilerlemekte olduğunu düşünen ve Roosevelt'in New Deal'ini de tam da benzer biçimde değerlendirdikleri için destekleyen politikacı ve aydın sayısı az değildir (örnek olarak Schumpeter'in adını vereyim). Sı nıf temelli de olsa, demokrasinin 1920’li yıllarda içine girdiği felç duru munun, bir nebze devlet otoriterliği ve müdahaleciliği ile aşılması ge rektiği konusunda birçok insan hemfikirdi. B öyle bir yöneliş için pek az emsal bulunabiliyordu; istisnalar, Japonya'nın sanayileşm esi ile Fransa da İkinci İmparatorluk dönem indeki Bonapartist müdahalecilikh. Modernleşmenin temel görevleri olarak gördüğü konularda demok-
ratik hükümetlerin se rg iled iğ i b eceriksizlikten düş kınkJığ,na Uğra Le Corbusier, k rizle başa çık abilecek y e g a n e p o iti içim le r yüzünü önce se n d ik a liz m e , sonra da otoriter rejim e r e ön ü y o rd u . nes gibi bir ik tisa tçıy a göre sorun, kapita ızm ı ıstı ara kavuşturac' bir d iz i b ilim se l yö n etim stratejisine ve ev e p o 11 a s ın a u la ş ıp a y n ı z a m a n d a da nasyonal sosyalist çözüm erin iç e r ıg ı a ç ık b a s k ıla ’ dan ve akıldışılıklardan, savaş kışkırtıcılığından v e dar n u lliy e tç iijkl
uzak durm aktı. K apitalizm in kendi yem d en ü retim in in te m e l k o ş u l ı ^ m sa ğ la m a konusundaki kronik y ete r siz liğ in e ç o z u m g e tir e c e k p o ,ilik
kurumsal ve toplumsal düzenlem elere ulaşmak ıçm fark , ulusal dev|et. ler çerçev esin d e ortaya çıkan çabaların ç e ş it liliğ im , bu k a fa kanşıki,^ ele almalıyız. . . . . . . . . ... Devlet yetkilerinin doğru biçimlendirilmesi ve kullanılması sorunu ancak 1945 ten sonra çözüme kavuşacaktı. Bu da, Fordizmin bütünüyle olgunlaşmış ve özgül bir birikim rejimi olarak ortaya çıkmasını sağla yacaktı. Fordizm, bu niteliğiyle, o andan başlayarak 1973’e kadar bü yük ölçüde ayakta kalan uzun canlılık döneminin zeminini oluşturdu. Bu dönem boyunca, gelişmiş kapitalist ülkelerde kapitalizm yüksek ama göreli olarak istikrarlı iktisadi büyüme hızlarına ulaşıyordu (bkz şekil 2.1 ve tablo 2.1). Hayat standartları yükseliyor (şekil 2.2), kriz eğilimleri kontrol altında tutuluyor, kitle demokrasisi korunuyor ve ka pitalistler arası savaş tehlikesi uzaklaştırılıyordu. Fordizm güçlü bağ larla Keynesçiliğe bağlanıyordu. Kapitalizm, dünya çapında enternasyonalist bir canlılık macerasına eğilim gösteriyordu; sömürgecilikten yeni kurtulmuş bir dizi ülke de bu ağa takılıyordu. B öyle bir sistemin oluşumunun dramatik hikâyesi, eğer 1973 sonrasında ortaya çıkmış olan geçişleri daha iyi anlamak istiyorsak, özet biçimde de olsa incelen meyi hak eder. Savaş sonrası dönem, iki savaş arasındaki yıllarda olgunlaşmış ve II. Dünya Savaşı esnasında aşırı derecede rasyonalizasyona tabi tutul muş teknolojilere dayalı bir dizi sanayi dalının yükselişine tanık olu yordu. Otomobil, gemi yapımı, ulaştırma teçhizatı, çelik, petrokimya, lastik, elektrikli tüketici malları ve inşaat, iktisadi büyümenin motor güçleri oldular. Büyüme dünya ekonomisi içinde belirli büyük üretim bölgelerinde yoğunlaşıyordu; ABD'de Midvvest bölgesi, Almanya’da uhr-Rheinland ekseni, Britanya'da Midlands bölgesinin batısı, Tok yo o ohama üretim bölgesi. Bu bölgelerin ayrıcalıklı işgücü, hızla genişlemekte olan efektif talebin ana direklerinden biriydi. Öteki a r . savaş yıkımına uğramış ekonomilerin devlet destekli yeniden b a ğ la m ın d a
FORDİZM
153
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ I-----------------
4 .4 %
JAPONYA
BATI ALMANYA
FRANSA
BRİTANYA
TÜM OECD ÜLKELERİ
W
2.1
Seçtim ifileri kapitalist ülkelerde ve bir bütün o k tr ^ O E C D
raman âlim lerinde yıllık iktisadi büyüm e oranları, l % 0- 1 (Kaynak: OECD).
KAPİ TALİ ZMİ N POLİTİK BKONOMİK DÖNÜŞÜMÜ
152
S " X ^»İlecek zasssssss*-
ye^ n e poHtik biçim .e,8^
y üzünü önce sendika|izmesonrada ot on>
^^
Key.
a y n f zam anda da nasyonal so sy a list ç ö z ü m le r in iç e r d iğ i açık bask||a;; dan ve akıldışılıklardan, savaş k ışk ırtıcılığ ın d a n v e d a r m illiy e tç im ^ uzak durmaktı. Kapitalizmin kendi y e m d en ü r e tim in in te m e l koşulla,,, n, sağlam a konusundaki kronik y e te r s iz liğ in e ç o z u m g e tir e ce k p0|itik kurumsal ve toplumsal düzenlem elere u la şm a k iç in fa rk lı ulusal devlet, ler çerçevesinde ortaya çıkan çabaların ç e ş it liliğ im , bu k a fa kanş,k!,& bağlamında ele alm alıyız. D evlet yetkilerinin doğru b içim le n d ir ilm esi v e k u lla n ılm a sı sorunu ancak 1945'ten sonra çözüm e kavuşacaktı. B u da, F o r d iz m in bütünüyle olgunlaşm ış ve özgül bir birikim rejim i o la ra k o r ta y a ç ık m a sın ı sağlayacaktı. Fordizm, bu niteliğiyle, o andan b a şla y a ra k I 9 7 3 'e kadar bü yük ölçüde ayakta kalan uzun c a n lılık d ö n e m in in z e m in in i oluşturdu. Bu dönem boyunca, g elişm iş kapitalist ü lk e le r d e k a p ita lizm yüksek
ama göreli olarak istikrarlı iktisadi b ü y ü m e h ız la r ın a ulaşıyordu (bkz. şekil 2.1 ve tablo 2.1). Hayat standartları y ü k s e liy o r (şe k il 2.2), kriz eğilimleri kontrol altında tutuluyor, kitle d e m o k r a sis i korunu yor ve ka pitalistler arası savaş tehlikesi u z a k la ştırılıy o rd u . F o r d iz m güçlü bağ larla K eynesçiliğe bağlanıyordu. K a p ita liz m , d ü n y a ç a p ın d a enternasyonalist bir canlılık m acerasına e ğ ilim g ö s te r iy o r d u ; sömürgecilikten yeni kurtulmuş bir dizi ülke de bu a ğa ta k ılıy o r d u . B ö y l e bir sistemin oluşumunun dramatik hikâyesi, e ğ er 1 9 7 3 s o n r a s ın d a ortaya çıkmış olan geçişleri daha iyi anlamak istiy o rsa k , ö z e t b iç im d e d e o lsa incelen meyi hak eder. Savaş sonrası dönem , iki sa v a ş a ra sın d a k i y ılla r d a olgunlaşm ış ve II.
Dünya Savaşı esnasında aşırı d e r e c e d e r a s y o n a liz a s y o n a tabi tutul
muş teknolojilere dayalı bir dizi sa n a y i d a lın ın y ü k s e liş in e tanık olu yordu. Otomobil, gem i yapım ı, ulaştırm a te ç h iz a tı, ç e lik , petrokimya, astik, elektrikli tüketici malları ve in şa a t, ik tis a d i b ü y ü m e n in motor güçlen oldular. B üyüm e dünya e k o n o m is i iç in d e b e lir li büyük üretim Rnhr pü*1, ^ yo£ un,a$ıyord u : A B D 'd e M id w e s t b ö l g e s i , A lm a n y a ^ vo-Ynk-nh10 a n .. e ^sen *’ B ritanya'da M id la n d s b ö lg e s in in batısı, Tokg e n iş le m e k ti 2
S
v
b ö ,g e si' B u B ö lg e le r in a y r ıc a lık lı işg ü cü , hıza
, k e f e k t if ‘a«ebin ana d ir e k le r in d e n b ir iy d i, ö tek i ana 5 yıkım ına uğram ış e k o n o m ile r in d e v le t d e s t e k li yeniden «-
F O RD İ Z M
153
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ J 4.4%
2.5% JAPONYA ]10.4%
BATI ALMANYA
V /ff/Z A
1 4.9% 2 3%
1.3% FRANSA [5.4%
m 5-9%
7?. 1. 1 % BRİTANYA
= _____
1960-8 1%
I,3-1 .2% .13.:
1968-73 1973-9
*77//A i-5% S ı .2%
1979-85
TÜM OECD ÜLKELERİ 4.7%
Şekil2,1 Seçilmiş ileri kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak OECD'de seçilmiş man ilimlerinde yıllık iktisadi büyüme oranları, 1960-1985.
l&ıynak: OECD).
154
KAPÎTALİZMİN POLİTİK-EKONOMİK DÖ NÜŞÜM Ü
O rtalam a haftalık ücretler (dolar)
Medyan hane halkı geliri (1986 yılı değeriyle bin dolar)
yıl Şekil Z2A B D 'de reel ücretler ve hane halkı gelirleri, 1 9 4 7 - 1 9 8 6 (Kaynaklar Hıstorical Statıstics o fth e U nited States ve Bconomic Report A Prestdent, değişikyıllar)
155
FORDİZM
Tablo 2.1
İleri kapitalist u l k e l e r c U , m itli zaman dilim lerinde ortalama büyüme oranları Yıllık ortalama değişim oranlan Üretim
Kişi başına üretim
^
İhracat
ZT
8 7 0 -1 9 1 3
2 '5
14
1913-1950
1 9
12
10
9 5 0 -1 9 7 3
4 .9
3 .8
8 .6
19 7 3-1979
26
18
5 .6
1^7911 9 8 5 _ ____________
3 .9
13_______________ 3.8
^ ^ M a d d i s o n 1982 (1820-1973) ve OECD (1973-85).
ası, özellikle A B D ’d e altkentleşm e, kentsel yenilenm e, ulaştırma ve iletişim sistem lerinin coğrafi olarak yayılm ası, ve ileri kapitalist dünya nın içinde ve dışında altyapı kurulması türünden faaliyetlere yaslanı yordu. Hiyerarşik doruğu A B D ’de ve N ew York’ta bulunan, birbirine bağlı fmans m erkezleri tarafından koordine edilen bu sistem içinde, merkez bölgeler, kom ünist olm ayan dünyanın geri kalan bölümünden muazzam miktarlarda ham m addeyi kendilerine çekiyor ve gittikçe da ha türdeş hale g elm ek te olan k itlesel bir dünya pazarını ürünleriyle hâ kimiyet altına alacak b içim d e dört bir kö şey e uzanıyorlardı. Ne var ki, savaş sonrası uzun ca nlılık dönem inde görülen göz ka maştırıcı büyüm e, kapitalist g e lişm e sürecinin baş aktörleri arasında bir dizi uzlaşmaya ve konum ların y eniden tanımlanmasına bağlıydı. D e v let yeni (K eyn esçi) roller üstlen m ek ve yeni kurumsal kapasiteler g eliş tirmek zorundaydı; b ü yük serm aye güvenli bir kârlılık kulvarında pü rüzsüz seyretm ek için bazı yönlerden küçük fedakârlıklar yapmak zo rundaydı; örgütlü işçi hareketi ise em ek piyasalarında ve üretim süreç lerindeki işle y işe ilişk in yen i roller v e işlevler üstlefimek zorundaydı, örgütlü işçi hareketi, b ü yük serm aye v e ulus-devlet arasında süregiden ve savaş sonrası uzun c a n lılık dön em inin iktidar tabanını oluşturan ger gin ama yine de sa ğ la m g ü ç d e n g e sin e kazara ulaşılm amıştı. Yıllar bo yu süren m ü cad elelerin ürünüydü bu denge. Örneğin, sav a şın h em en ertesind e yeniden canlanan radikal işçi sınıfl ^areketlerinin y e n ilg is i, F ordizm i olanaklı hale getiren türden em ek fe r in d e denetim in v e u zlaşm an ın zem inini hazırlıyordu. Armstrong, !yn ve Harrison ( 1 9 8 4 ,4 . B ö lü m ), hem Japonya, Batı A lm anya ve İtal
156
KAPİ TALİ ZMİ N POLl Tl K- EKONOMl K D Ö N Ü Ş Ü M Ü
ya'nın işgal altındaki topraklarında, hem de Britanya, Fransa ve r lüks ülkelerinin sözde "özgür" topraklarında, gerek geleneksel ( ^ yönelişli), gerekse radikal işçi örgütlenmelerine nasıl bir taarruz yöne| tildiğini ayrıntılı biçimde anlatırlar. ABD de 1933 Wagner Yasası üre. tim alanında güçlerinden fedakârlık yapmaları karşılığında (toplu söz leşme haklarının efektif talep sorununun çözümünde asli bir rolü oldu ğunun açık kabulü temelinde) sendikalara piyasada güç kazandırmış, ken, savaş sonrası yıllarda sendikalar kendilerini komünist sızma iddia sıyla ölümüne bir saldırı karşısında bulacaklar ve sonunda 1952 y,ıln. da, McCarthy döneminin doruğunda kabul edilen Taft-Hartley Yasası aracılığıyla katı bir yasal disiplin altına alınacaklardı (Tomlins, 1985) Bir kez en önemli rakiplerini denetim altına alınca, kapitalist sınıf çı karları, Gramsci'nin kullandığı kavramla söylenecek olursa, "hegemon ya" sorununu çözüme ulaştırabilir ve sınıf ilişkilerinde Fordizme elve rişli, görünüşte yeni bir temel oluşturabilirdi. Bu yeni sınıf ilişkilerinin ne kadar derine indiği sorunu bir ölçüde tartışmalıdır ve her halükârda bir ülkeden diğerine, hatta bir bölgeden diğerine değişiklik gösterdiği ortadadır. Örneğin A B D ’de Midvvest ve Kuzeydoğu'nun kitle üretimi sanayilerinde sendikalar, toplu sözleşme de hatırı sayılır bir güç kazanıyor, iş tarifi, çalışma güvencesi ve yük selme konularında tabanın bir ölçüde sahip olduğu denetimi koruyor ve sosyal sigorta hizmetleri, asgari ücret ve başka sosyal politika konula rında önemli ama asla belirleyici olmayan bir politik güç elde ediyor lardı. Ama bu haklan kazanmanın ve korumanın karşılığı olarak, For dist üretim teknikleri ve büyük sermayenin bunlara uyarlanmış üret kenlik arttıncı stratejileri karşısında işbirlikçi bir tutum benimsiyorlar dı. Manufacturing Corıserıt (Rıza İmalatı) başlıklı kitabında Burawoy işgücü içinde patronla işbirliğine yatkınlığın ne denli derinlere işlemiş olduğunu örnekler; ama bu ruh durumu, sözgelişi işin temposu konu sunda kapitalistin gücünün fabrika içinde aşırı bir müdahalesi karşısın da çeşitli direniş oyunIarı"na engel değildir. Yazar böylece Goldthorpeun Britanya’da The Affluent Worker (Müreffeh İşçi) başlıklı derle mesinde İngiliz işçisi için ortaya koyduğu işbirlikçi işçi profilini Ame ri adan toplanan verilerle teyit etmiş olmaktadır. Ne var ki, bunun montaj hattına dayalı üretim karşısında işçilerin tavrının toptan bir de ğişiminden ziyade yüzeysel bir uyum olabileceğini düşündürecek bir bü d° n m boyunca huzursuzluğun ansızın patlak verdiği yeda (ömPoUrUm f öz^enm*§hr ve bu, refah içinde yaşayan işçiler arasında aç,ll§,ndan kısa süre sonra Lordstovvn’daki General Motors
FORDİZM
157
• ıh ın d a y a d a G o ld th o r p e 'u n in c e le d iğ i refah içinde yaşayan o to iş•orasında) g ö r ü lm ü ştü r . B ra v e r m a n ’ın (1 9 7 4 ) sağlam biçim d e ileri Çİ,e"&ü gib i, iş ç iy i b ö y le s in e y e k n e s a k , v a s ıfs ız v e aşağılanm ış ça lışS
t e i n l e r i n e a lıştır m a k o n u su n d a k i sürekli sorun, hiçbir zam an bü-
ma S1le aşılam az. Y in e d e , b ü r o k r a tik le şm iş sendika örgütleri, işçileri tÜI1H t üretim s is te m in in d is ip lin in e u ydu rm a yolunda gösterdikleri işF° r S karşısında g e r ç e k ü cret ar tışla r ıy la ödüllendirildikleri bir k ö şe y e (bazan baskıcı d e v le t g ü c ü n e d e b aşvurularak) artan ölçü de sıkıştırıl-
^ S a v a ş sonrası uzun canlılık döneminde hüküm süren genel amaçozaman üstü örtülü toplumsal sözleşmede öteki partnerlerin rolleri de fnzer bjçjmde açıkça tanımlanmıştı. Büyük sermayenin gücü, bir yandn üretkenliği arttıran, büyümeyi güvence altına alan ve yaşam düzei yükselten, bir yandan da kâr elde etmek için sağlam bir temel oluş turan sürekli yatırım artışını garantiye almak için kullanılıyordu. Bunun anlamı, sermayenin düzenli ama güçlü teknolojik değişim süreçleri ko nusunda kararlılığı, büyük ölçekli sabit sermaye yatırımı, hem üretimde hem pazarlamada yönetsel becerilerin ilerlemesi ve üretimin standart laştırılması yoluyla ölçek ekonomilerinin harekete geçirilebilmesiydi. ABD kapitalizminin 1900'den itibaren en belirgin özelliklerinden biri olan sermaye merkezileşmesi, her yönüyle güçlü ABD ekonomisi için de kapitalistler arası rekabetin sınırlanmasına olanak yaratıyor ve oligopolcü ve tekelci fiyatlandırma ve planlama uygulamalarını mümkün kı lıyordu. Yalnızca üretimin değil, şirket faaliyetinin her veçhesinin, per sonel yönetiminin, işbaşı eğitim in, pazarlamanın, ürün tasarımının, fi yatlandırma politikalarının, teçhizatın ve ürünlerin planlanmış biçimde devre dışı bırakılmasının bilim sel yönetimi, bürokratik şirket rasyonalitesinin ayırıcı özelliği haline geldi. Büyük şirketlerin kararları, kitle tü ketiminin büyümesinin doğrultusunu belirlemekte hegemonik hale ge liyordu; tabii, bu, büyük koalisyonun öteki iki ortağının, efektif talebi kapitalist üretimin düzenli büyümesini emmek açısından yeterli düzey de tutmak için gerekli olan ne varsa yaptığı varsayımı altında geçerliydi. Ancak, işçilerin büyük ölçekli fabrikalara yığılması daima daha güç lü işçi örgütlenmesi tehdidini yaratıyor ve işçi sınıfının gücünü arttırı yordu, 1945 sonrasında işçi hareketi içindeki radikal unsurlara yönelen ^arruzun önemi de burada yatar. Yine de, şirketler isteksiz biçimde de PSa sendikaların gücünü kabul ediyorlardı - özellikle de sendikalar, ord un başlangıçta düşündüğü gibi, efektif talebi canlandıran ücret kaZanımları karşılığında üyelerini denetlemeyi ve üretkenliği arttırmayı
158
KAPİTALİZMİN P O L İ T İ K - E K O N O M İ K D Ö N Ü ŞÜ MÜ
hedefleyen planlar konusunda şirket yönetimiyle işbirliğini üstlendik lerinde. Devlete gelince, o da bazı yükümlülükler üstleniyordu. Kitle üreti mi sabit sermayeye büyük yatırım gerektirdiği, bu ise kârlılığ, göre,. olarak istikrarlı talep koşullarına bağladığı ölçüde, devlet savaş sonras. dönemde sınai çevrimleri maliye ve para politikalarının uygun bir bile şimiyle kontrol altına almaya çalışıyordu. Bu tür politikalar kamu yatj. nmlannın, hem kitle üretiminin hem de kitle tüketiminin büyümesi içjn yaşamsal önem taşıyan alanlarına (ulaştırma, su, elektrik vb. sektörlere) yönelikti ve göreli olarak tam istihdamı güvence altına almaya yanyordu. Benzer biçimde, hükümetler sosyal sigortayı, sağlığı, eğitimi, konu tu ve benzeri alanları kapsayan harcamalar aracılığıyla toplumsal ücreti güçlü biçimde destekleyecek adımlar da atıyordu. Buna ek olarak, dev let gücü, doğrudan ya da dolaylı biçimlerde, ücret sözleşmelerini ve iş çilerin üretimdeki haklarını etkilemek amacıyla da kullanılıyordu. Devlet müdahaleciliğinin biçimleri ileri kapitalist ülkeler arasında büyük değişiklikler gösteriyordu. Örneğin Tablo 2.2, Batı Avrupa'da farklı devletlerin ücret pazarlıklarına karşı takındığı tavırların çeşitlili ğini sergiliyor. Kamu harcamalarının dağılımı, kamu hizmeti sistemle rinin örgütlenmesi (örneğin Japonya'da büyük ölçüde şirketin bünye sinde yürütülür), iktisadi kararlara devletin örtülü olarak katılmasından farklı olarak aktif biçimde katılması gibi alanlarda da buna benzer ni cel, hatta nitel farklar görülebilir. İşçi mücadeleleri, fabrika içinde ör gütlenme ve sendikal militanlık kalıpları da benzer biçimde ülkeden ül keye farklılık gösterir (Lash ve Urry, 1987). Ama asıl dikkati çeken şey, çok farklı ideolojik profilleri olan ulusal hükümetlerin (Fransa'da Golist, Britanya’da İşçi Partisi, Batı Almanya'da Hıristiyan Demokrat lar vb.) refah devleti politikaları, Keynesçi ekonomi yönetimi ve ücret ilişkileri üzerinde kontrol türünden unsurların bir bileşimi temelinde hem istikrarlı iktisadi büyümeyi, hem de yükselen bir hayat standardını gerçekleştirmiş olmalarıdır. Şurası açıktı: Fordizm (Gramsci'nin bek lentilerine oldukça uygun bir biçimde) ulus-devletin, bütünsel toplum sal düzenleme sistemi içinde çok özel bir rol üstlenm esine bağlıydı. Öyleyse, savaş sonrasının Fordizmi, yalnızca bir kitle üretimi siste mi o arak değil, daha çok bütünsel bir yaşam tarzı gibi ele alınmalıdır. 1 e üretimi, kitle tüketiminin yanı sıra ürünün standartlaşması derrhn! i o ne yepyen! bir estet‘k ve kültürde bir metalaşma dem ekti, ma ptiü- C ^en*‘mu^a^azakârlann birçoğu sonraları bunu çalış* nın ve sözümona başka tür kapitalist erdemlerin muhafazasına
FORDİZM
159
T ablo 2 . 2 D ö r t ü lk e d e ü c re t p a z a r lığ ın ın örgütlenm esi, 1 9 5 0 -1 975 F ra n sa
Britanya
İtalya
b. Almanya
mavi yakalılarda yüksek
değişken
orta düzey
sanayiler ve işkollan arasında bölünmüş
kitle eylemlerine bağlı olarak dönemsel
kurumsal laşmış, birleşik
özel-kamu rekabeti
güçlü ve örgütlü
Öm«le"me
“X i k hizipçilik
İşverenler
eğilim ve örgütler arasında bölünmüş
zayıf kolektif örgütlenme
kapsamlı müdahale ve çalışma koşulları ile ücretlerin üçlü anlaşmalar aracılığıyla düzenlenmesi
çok zayıf gönüllü toplu sınıf mücadelesine bir rol pazarlık, bağlı olarak 1960'h yasama yılların organının ortasından sonra devletin dönemsel müdahalesi koyduğu normlar
Devlet
Kaynat Boyer, 1986b. Tablo l ’den hareketle.
zararlı olarak göreceklerdi.) Fordizm aynı zamanda çok belirtik biçim ler altında m odernizm in estetiğinden yararlandı ve ona katkıda bulundu (en çok da m odernizm in işlev sellik ve etkinlik eğilimleriyle uyuşuyor du). Öte yandan, bürokratik-teknik rasyonalite ilkelerince yönetilen dev let müdahaleciliği ve sistem e tutarlılığını veren politik güç biçimlenme si, özel çıkar grupları arasında bir denge aracılığıyla kaynaştırılan bir kitlesel ekonom ik dem okrasi fikrine yaslanıyordu. Savaş sonrasının Fordizm i aynı zamanda büyük ölçüde uluslararası bir olguydu. Savaş sonrası uzun canlılık dönemi dünya ticaretinde ve uluslararası yatırım akım larında m uazzam bir artışa can alıcı e bağlıydı. 1939’dan ö n ce A B D dışında ağır gelişen Fordizm, 1940 tan sonra hem A vrupa’da, hem Japonya’da savaş seferberliğinin bir parçası olarak güçlü biçim de yerleşti. Savaş sonrası dönemde, ya doğru an ış
160
K A P İ T A L İ Z M İ N P OL İ T İ K- E KONOM IK D Ö N Ü Ş Ü M Ü
g a l a ltın d a d ay a tıla n politikalar a racılığıyla (y a da F ra n sa ’nın durumUn d a, d a h a iron ik b içim d e, kom ünist ö n d erliğ e sa h ip o la n sendikalar F0r. d iz m i A m e r ik a ’nın tem sil ettiği tehdit k a rşısın d a ulusal ekonomik ö z e r k liğ i sa ğ la y a b ilec e k tek yol olarak gördükleri iç in ) y a da dolaylı o|a rak M arsh all Planı ve daha sonra Am erikan d o ğ ru d a n yatırım ları aracı lığ ıy la , F ord izm sağlam laşacak ve y a y ıla ca k tı. A m e r ik a n doğrudan yatırım ı iki sa v a ş arasında, büyük şirketler ülke iç in d e e fe k tif talebin sı n ırlılığ ın ı aşm ak am acıyla dış dünyada m ahreçler aradığı için bir ölçü, d e sa ğ a so la yönelm işti ama esas 1945 ten so n ra c a n lılık kazandı. Esas o larak Avrupa'da yoğunlaşan dış yatırım ın y a n ı sıra ticarette de yaşa, nan bu açılım , ABD'deki fazla üretim k a p a site sin in başka ülkelerde e m ilm esin i olanaklı kılarken, Fordizm in uluslararası alanda gelişmesi, küresel ölçekte kitle piyasalarının olu şu m u v e d ü n y a nüfusunun komü nist dünya dışında kalan büyük kitlesinin y e n i tür bir kapitalizm in küre sel dinam iğinin içine çekilm esi anlam ına g e liy o r d u . Ü ste lik dünya eko nom isinin bağrında eşitsiz g elişm e, dü n y a ta le b in in o ld u k ç a istikrarlı büyümesi tem elinde çok sayıda yerel d a lg a la n m a n ın karşılıklı olarak birbirini dengelem esi dola y ısıy la zaten z a y ıfla tılm ış o la n sınai çevrim lerin etkisini daha da azaltm a sonucunu d o ğ u r u y o r d u . G irdiler açısın dan, dış ticaretteki açılım , çoğunlukla daha u c u z ham m ad delerin arzı nın (özellikle enerji kaynaklarının) k ü r e se lle şm e si a n la m ın a geliyordu. Bu yeni enternasyonalizm ardından bir d iz i b a şk a fa a liy e ti de sürüklüyordu: bankacılık, sigortacılık, hizm etler, o te lle r , h a v a lim anları ve ni hayet turizm. Beraberinde yeni bir uluslararası kültürü d e taşıyor ve bil ginin toplanması, değerlendirilm esi v e y a y ılm a s ı b a k ım ın d a n , yoğun biçimde, yeni k eşfedilm iş kapasitelere y a sla n ıy o r d u . Bütün bunlar A B D 'nin, askeri h â k im iy e tle d e s te k le n e n fınansal ve ekonomik gücünün h egem on ik ş e m s iy e s i a ltın d a g ü v e n c e altına alını yordu. 1944 Bretton W oods anlaşm ası d o la n d ü n y a n ın
rezerv
parası
yaparak dünyanın ekonom ik g e liş m e s in i A B D 'n in m a liy e v e para poli tikalarına yakından bağım lı hale g etiriy o rd u . A B D , d ü n y a n ın meta ve sermaye piyasalanm n büyük şirketlere a ç ılm a sı k a r şılığ ın d a , dünyanın banken olarak davranıyordu. B u ş e m s iy e a ltın d a , s ın a i ilişk ile rin yöneım tarzı, para ve m aliye politik aları, kam u h iz m e tle r i v e kam u yatırım* • *S ™ej,sı
alanlarda her devlet kendine özgü bir yaklaşım be*
sedmvah,Ç'n' F0rdİZmeşilsiz bi«imde yayıldı. Yaklaşım konusundaki su e k o n o m i sını^ilişkilerinin durumu, dışarıda ise sözkonu* rasınm d o ^ k y a î ° n0mİSİnİn hiyerar5İSI içindeki konumu vepakarş, sabit kur değeri tarafından sınırlandırılıyordu. Do-
FORDİZM
! 6i
F o r d iz m in u lu slararası a lan a y a y ılm a sı, uluslararası politik !ayıs,y la:k d ü z e n le m e n in ö z g ü l bir ç e r ç e v e s i v e A B D ’nin ç o k ö z e l bir ekon01^' ak]ar v e g ü ç iliş k ile r i s is te m i a r a c ılığ ıy la hâkim konu m da o las^erl 1 A p o l i t i k b ü tü n lü k b a ğ la m ın d a g erçek leşiy o rd u . dU F
d izm in g e tir d iğ i o la n a k la r d a n herk es pay alam ıyordu; hiç kuşk k i siste m d o r u ğ u n d a ik e n b ile b o l bol m em n u n iy e tsiz lik belirti-
kU y°
dı H er ş e y d e n ö n c e , F o r d ist ücret p a za rlığ ı, ek o n o m in in belirli
len M e riy le v e istik rarlı ta le p a rtışın ın k itle üretim i tek n o lo jisin e g en iş Sektk ln a t ır ım y a p ıla r a k k a r ş ıla n a b ile c e ğ i belirli u lu s-d ev le tle r le sınırÖ rf Y ü k sek risk ta şıy a n k im i b a şk a sek tö rler ise hâlâ düşük ücretlere a ıf '5 g ü v e n c e s in e d a y a n ıy o r d u . H atta F ordist sektörler b ile For-
7 d o lm a y a n
bir ta şe r o n ş e b e k e s in e y a sla n a b iliy o r d u . B u y ü zd en işgü -
S piyasaları O ’C o n n o r 'ın ( 1 9 7 3 ) "tekelci" adını verd iğ i bir sektör ile CUk daha b üyü k ç e ş it lilik iç e r e n v e işç ile r in a y r ıca lık lı olm aktan uzak Ç°1 stığı "rekabetçi" bir s e k tö r e b ö lü n m e e ğ ilim i taşıyordu. B unun s o nucu olan e ş it s iz lik le r , c id d i to p lu m s a l g e r ilim ler v e dışla n m ışla rca
oluşturulan g ü ç lü to p lu m s a l h a r e k e tle r yara tıy o rd u . B u hareketler, ırk, toplumsal c in s iy e t v e e tn ik a id iy e t in ç o ğ u z a m a n k im in ayrıcalık lı istih dama e r iş e b ile c e ğ i, k im in e r iş e m e y e c e ğ i m e s e le s in d e b e lir ley ic i o lm a sı d olayısıyla d a h a d a ö n e m k a z a n ıy o r d u . B ir b ö lü m ü y le , ih tiy a ç yaratı mına ve y en i tür bir tü k e tim c i to p lu m o lu ştu r u lm a sın a y ö n e lik olarak uygulanan g ö z b o y a m a f a a liy e tin in b e s le d iğ i y ü k s e le n b e k len tiler b a ğ lamında, bu e ş it s iz lik le r in s ü r d ü r ü lm e s i d a h a d a g ü ç leşiy o r d u . İşg ü c ü nün kitle ü retim i a la n ın d a k i a y r ıc a lık lı işle r e g iriş o la n a ğ ı bulam ayan geniş k esim leri iç in , a y n ı z a m a n d a k itle tü k e tim in in g ö k le re çıkarılan keyfinin kapıları d a k a p a n m ış o lu y o r d u . B u durum h o şn u tsu zlu k için birebirdi. A B D 'd e k i s iv i l h a k la r h a r e k e ti, y o k s u l iç kentleri sarsan bir devrimci ö f k e y e d ö n ü ş e c e k t i. K a d ın la r ın d ü şü k ücretli işle r e y a y g ın olarak g irişin e , a y n ı d e r e c e d e c a n lı bir fe m in is t hareketin d o ğ u şu e şlik edecekti. A rtan r e fa h iç in d e d e h ş e t v e r ic i bir y o k su llu ğ u n k e şfin d e n d o ğan şaşkın lık ( M ic h a e l H a r r in g to n ’ın T h e O th e r A m e r ic a 'sı [Ö tek i A m e rika] bunu s e r g iliy o r d u ) , F o r d iz m in s ö z d e yararlarına karşı h o şn u tsu z luğun b e sle d iğ i k a r şı h a r e k e tle r in m a y a s ın ı olu ştu ru y o rd u .
Her ne kadar büyük çoğunluğuyla beyaz, erkek ve yüksek derecede sendikalaşmış bir işgücü ile "geri kalanlar" arasındaki bölünme emek üzerindeki denetim açısından bazı bakımlardan yararlı olsa da, dezavantajları da yok değildi. Bir sonucu, emek piyasalarında katılık dolayıs>yia emeğin bir üretim dalından bir başkasına yeniden dağılımının guÇİeşmesiydi. Sendikaların dışlayıcı gücü, vasıfsızlaştırmaya, otoriter
162
K A P İT A L İZ M İN P O L H lK - E K O N O M IK D Ö N Ü Ş Ü M Ü
u y g u la m a la r a , h iy era rşiy e v e işçilerin işy e r in d e d e n e tim i ellerinden ka ç ır m a s ın a karşı diren m e kapasitelerini arttırıyordu. B u gü cü kullanril e ğ ilim i p o litik g e len ek lere, örgütlenm e tarzlarına (Britanya'daki te m s ilc ile r i hareketi ö z e l olarak g ü çlü y d ü ) v e işç ile r in , daha büyük nj. y a s a g ü c ü uğruna üretim deki haklarından v a z g e ç m e k o nu su nda isteklj lik d e r e c e s in e bağlıydı. Sendikalar ç o ğ u za m a n ta bandaki hoşnutsuzla ğ a k ulak v erm ek zorunda kaldıkları için işç i m ü c a d e le le r i ortadan kalk m a d ı. A m a sendikalar bir yandan da k en d ilerin i d ışarıd an , dışlannı, azın lıklardan , kadınlardan ve zor k o şullarda y a şa y a n la rd a n gelen bir sald ırı altında buldular. Ü yelerinin dar ç ık a rla rın a h iz m e t ettikleri ve daha radikal sosyalist am açlarını terk e ttik leri ö lç ü d e , halkın gözünde g e n e l hedefler izlem ekten ziyad e ken d ilerin i k o lla y a n bölük pörçük ö z e l çıkar gruplan konumuna düşm e r isk iy le karşı karşıyayd ılar. Artan hoşnutsuzluğun esa s yükünü d e v le t ü s tle n m e k zorunda kalı yordu çünkü sonuç bazan dışlanm ışların to p lu m sa l p a tla m a sı oluyordu D ev let en azından herkes için y eterli bir to p lu m sa l ücreti garanti etme y e çalışm ak ya da eşitsizlikleri g id erm ek , a z ın lık la r ın g ö r e li yoksullaş masına ve dışlanm ışlığına çare olm ak üzere g e lir in y e n id e n dağılımı yönünde politikaları veya hukuki birtakım ted b irleri uygulam aya koy mak zorundaydı. D ev let iktidarının m eşr u lu ğ u , artan ö lçü d e , Fordiz min yararlarını herkese y a y a b ilm e v e k itle s e l ö lç e k t e , am a insanca ve şefkatli biçim de, yeterli sağlık bakım ı, ko n u t v e e ğ it im hizm eti sağla yabilm e kapasitesine bağlı o lm a y a b aşladı. B u k o n u la r d a nitel bakım dan eksiklikler birçok eleştirinin sivri ucunu o lu ştu r u y o r d u , am a sonuç ta en büyük ikilem leri yaratan m u h tem elen n ic e l b a k ım d a n yetersizlik lerdi. Kamu mallarının sa ğ la n a b ilm e k a p a site si, ö z e l sek tö rd e üretken liğin sürekli artışına bağlıydı. K ey n esç i refa h d e v le ti m a li olarak ancak böyle ayakta kalabilirdi. Tüketici cephesine g e lin c e , sta n d a r tla şm ış bir k itle tüketim i reji minde hayatın renksizliği k o nu su nda a z b u z e le ş tir i y a p ılm ıy o rd u . Teknik-bilim sel rasyonaliteye dayanan , h iç b ir a y r ım g ü tm e y e n bir devlet idaresi sistem i aracılığıyla sağlan an h iz m e tle r in k a lite s i d e sert eleştiri ler alıyordu. Fordizm ve K e y n e sç i d e v le t y ö n e t im i, rasy o n a lleşm iş ta sarım alanında gri suratlı fo n k s iy o n a list bir e s t e t ik le (y ü k se k moder n i m ) birlikte anılır oldular. A ltk e n tle r in r e n k s iz liğ in i v e kentlerini? c o h s W n I in,nı monolitiI( a n ıtsa llığ ın ı e le ş t ir e n le r (ö r n e ğ in Jane J*
getiren ,ii^ h a, -0udÜ®Ü,nUz gibi' bir dizi kültürel hoşnutsuzluğu dile kültür hareb -1 azmllkt,lar- Dolayıstyla, 1960 lı yılların karşıennın eleştirileri ve eylemleri, dışlanm ış azınlıkların ha-
FORDİZM
163
• e ve insansızlaştırılmış bürokratik rasyonalitenin eleştirisine reketT düsüyordu. Tam da Fordizmin doruğuna ulaşmış gibi göründüV2* Ha bütün bu muhalefet akımları güçlü bir kültürel-politik hareSü d ü n l e ş m e y e yöneliyordu. kelte a Üçüncü Dünyada, kalkınma, yoksulluktan kurtuluş ve Ford m bütünleşme vaat eden, ama uluslararası sermayeyle aktif bir dlZI i sini seçen çok varlıklı bir yerli seçkinler grubu dışında, halka yaݧbl standartlarında ve hizmetlerde (örneğin kamu sağlık hizmetlerin^ D e k küçük kazanımlar karşılığında yerel kültürlerin imhasını, bol hd bakıyı ve kapitalizmin çeşitli hâkimiyet biçimlerini getiren bir mod n le ş m e süreci konusunda duyulan hoşnutsuzlukları eklemek gerejjjusai kurtuluş hareketleri (bunlar bazan sosyalist, ama daha çok b u r i u v a - m il l i y e t ç i hareketlerdi), zaman zaman global Fordizme tehditkâr görünen biçimlerde bu hoşnutsuzlukları dile getiriyordu. ABD'nin jeopolitik hegemonyası da tehlikeye düşüyordu. Savaş sonrası döneme, anti-komünizmi ve militarizmi jeopolitik ve ekonomik istikrar sağla mak için bir araç olarak kullanarak başlayan ABD, kısa bir süre sonra kendisini mali ekonomi politikası alanında "tüfek mi, tereyağ mı?" so runuyla yüz yüze buluyordu. Ama bütün hoşnutsuzluklara ve görünürdeki gerilimlere rağmen, Fordist sistemin ana direkleri en azından 1973’e kadar sağlam kaldı. Bu süreç içinde, sendikalaşmış işçileri kayıran ve kitle üretimi ve tüketimi nin "yararları"nı bir ölçüde daha da öteye yayan uzun canlılık dönemini ayakta tuttu. İleri kapitalist ülkelerde nüfusun büyük bölümünün maddi yaşam düzeyi yükseldi; sermayenin kârları için de göreli olarak istik rarlı bir ortam sürdürüldü. A ncak 1973’ün derin ekonomik daralması bu çerçeveyi parçaladığında, birikim rejiminde hızlı, ama henüz pek iyi anlaşılamayan, bir g eçiş süreci başlayacaktı.
9
Fordizmden Esnek Birikime
Geriye doğru bakıldığında, Fordizmin bağrında ciddi sorunlar olduğu na ilişkin işaretleri daha 19601ı yılların ortalarında görmek mümkün gibidir. O tarihe gelindiğinde, Avrupa ve Japon ekonomilerinin topar lanması tamamlanmıştı, iç pazarlan doygunluğa ulaşmıştı ve ürün faz laları için ihracat pazarları yaratma çabası başlamak zorundaydı (Şekil 2.3). Ve bu tam da Fordist rasyonalizasyonun başansı dolayısıyla ima lat sanayiinde göreli olarak gittikçe daha çok sayıda işçinin işinden ol duğu ana rastlıyordu. Efektif talepte bunun sonucunda ortaya çıkan ge rileme, ABD'de yoksulluğa karşı verilen savaş ve Vietnam savaşı dola yısıyla dengeleniyordu. Ama özel sektörde üretkenliğin ve kârlılığın 1966'dan sonra gerilemesi (Şekil 2.4) A B D ’de bir mali sorunun doğma sı anlamına geliyordu. Bu sorun ancak enflasyonun hızlanması pahası na çözülebildi; enflasyon ise istikrarlı bir uluslararası rezerv para ola rak doların rolünün altını kazımaya başlıyordu. Eurodolar piyasasının oluşumu ve 1966-67 kredi sıkışması, ABD'nin uluslararası fınans siste mini düzenleme gücünün zayıfladığının habercileriydi. Yine bu sıralar da, birçok Üçüncü Dünya ülkesinde (özellikle Latin Amerika'da) ithal ikameci politikalar, çokulusluların çevre ülkelerde (özellikle Güneydo ğu Asya'da) imalat sanayiine yönelişinin ilk büyük dalgası ile birleşince, işçi sınıfıyla toplumsal sözleşmenin ya zayıf uygulandığı ya da hiç olmadığı yeni ortamlara, Batı ile rekabet gücü olan bir Fordist sanayi leşme atılımını taşıyordu. Bu andan itibaren, Batı Avrupa ve Japon* ya'mn yanı sıra bir dizi yeni sanayileşen ülke A B D hegemonyasına meydan okumaya başlayınca, Fordizm içinde uluslararası rekabet kızı* Şiyor, bu rekabet Bretton Woods anlaşmasının çatlamasına ve doların evalüasyonuna kadar uzanıyordu. Savaş sonrası uzun canlılık döne
F O R D İ Z M D E N E S N E K Bİ RİKİ ME
,.>23 ABD'nin O E C D ticaretindeki payı ve imalat sanayii ürünleri ithalatın ABD GSMH'sı içindeki yü zdelik payı, 1948-1987. (Kaynaklar: OECD, '^Hıstoncal Statistics o f the U nited States, ve Economic Report to the President, dep yk yıllar.)
minin sabit döviz kurlarının yerini, artık dalgalı (ve büyük ölçüde istik rarsız) döviz kurları alıyordu (Şekil 2.5). Daha genel olarak, 1965'ten 1973'e kadar olan dönemde Fordizmin ve Keynesçiliğin kapitalizmin çelişkilerini denetim altında tutmalarının olanaksızlığı gittikçe daha belirgin hale gelecekti. Yüzeysel olarak ba kıldığında, bu güçlükleri tek bir sözcük çok iyi özetliyordu: katılık. Kit le üretimi sistem lerine yapılan uzun vadeli ve geniş ölçekli sabit serma ye yatınmlannın, tasarımda esnekliği büyük ölçüde engelleyen ve de ğişmez tüketici piyasalarında istikrarlı büyüme varsayımına dayanan katılığından kaynaklanan sorunlar vardı. İşgücü piyasalarında, emek dağılımında ve (ö zellik le "tekelci" diye anılan sektörde) iş sözleşmele rinde katılıktan kaynaklanan sorunlar vardı. Ve bu katılıkları aşma yo lundaki her girişim , işçi sınıfının derinlere kök salmış ve kımıldatılamaz gibi görünen gücüne çarpıyordu: 1968-72 döneminin grev dalgası ve iş uyuşmazlıkları buradan kaynaklanıyordu. Üretimde katılıkların devlet harcamalarının m ali tabanında herhangi bir genişlemeye olanak vermediği bir dönem de, meşruluğun korunabilmesi kaygısının basıncı tında kamu hizm eti programları (sosyal güvenlik, emeklilik hakları ^ •) büyümeye devam ettiğinden devletin taahhütlerinin katılıkları da aha ciddi bir hal aldı. E sneklik sağlayacak tek araç para politikasıydı, y.anı ekonomiyi istikrarda tutmak için gereken süratle para basma kapa1esıydi. B öylece, savaş sonrası uzun canlılık dönemini bir süre sonra
pOLtT*K' E K O N ° M l K D Ö N Ü § t , MÜ
Şekil 2.4 İleri kapitalist ülkelerde i$ dünyasında birikim ve kâr oranları, 195082 (Armstrong, Glyn ve Harrisondan hareketle) ve ABD'de (a) s e r m a y e stokunun yenilenme maliyetinin yüzdesi olarak, (b) ulusal relirin vüzdesi olarak kâr oranı, 1948-84. (Kaynak: Pollin, 1986)
F O R D l Z M D E N E S N E K Bİ R İ K İ ME
167
168
. , pnL irlK-EKONOMİK D Ö N Ü Ş Ü M Ü K A PİTA LİZM İN P
f şç fh ^ e k e ü n t büyL sermayeyi ve geni'ş'lemî'
çökertecek
politik güçler ve karşılı ” S
"
^
y e rine b a lta la y a c a k kadar d^r bi
U5 y e r l e ş çıkarların g ittik çe d a h a iŞl e v s İ2,eşm iş
^U° ^ â v a ş sonrası uzm ^anîılık dönem inin tem p o su 1 9 6 9 -7 3 dönemin, de hem ABD'nin hem de Britanya'nın izle d iğ i o la ğ a n ü stü g e v ş e k para p o lM to . sayesinde sürduriildu. Kapitalist d ü n y a bir aşırı likidite deni. zinde yüzüyordu; yaurım alanlan azalm akta o ld u ğ u n d a n b u enflasyon demekti. 1973'te yükselen enflasyonu frenlem e y o lu n d a k i g ln ş im Batl ekonomilerinde epey bir aşırı kapasitenin v a rlığ ın ı g ö z le r önün e serdi; bu girişim önce dünya çapında emlak p iy a sa sın d a bir ç ö k ü n tü y e (Şekil
2 .6) ve finans kuruluşları açısından ağır sorunlara y o l açtı. Buna OPEC'in petrol fiyatlarını yükseltme kararının v e 1 9 7 3 Arap-İsrail sa vaşı dolayısıyla Arapların Batı'ya petrol a m b a rg o su u y g u la m a kararı nın etkileri eklendi. Bu (1) enerji girdilerinin fiy a tla rın ı ça r p ıc ı biçimde değiştirerek, ekonominin bütün kesim lerini tek n o lo ji v e örgütlenme alanlarında değişim yapıp enerji tasarrufu a ra y ışın a g ir m e y e itti ve (2) artık petro-dolarlann yeniden dolaşım a so k u lm a sın a ilişk in bir soruna yol açtı, bu sorun ise zaten alttan alta kaynaşm akta o la n d ü n y a fınans piyasalarındaki istikrarsızlığı daha da ağırlaştırdı. 1 9 7 3 -7 5 'in güçlü deflasyonu, ayrıca, devlet m âliyelerinin kaynak lara o r a n la aşırı geniş lemiş olduğunu ortaya çıkardı. Bu ise derin bir m a li k r iz e v e buradan kaynaklanan bir meşruiyet krizine yol açıyordu . D ü n y a n ın en büyük kamu bütçelerinden birine sahip olan N e w Y ork b e le d iy e s in in 1975'te teknik anlamda iflası, sorunun ciddiyetinin bir işa r e tiy d i. A y n ı zaman da, özel sektör kendini, yoğunlaşan rekabet k o şu lla rı a ltın d a büyük öl çekte aşırı kapasiteyle (temel olarak atıl fabrika v e te ç h iz a t) başbaşa buluyordu (Şekil 2.7). Bu, şirketler için r a s y o n a liz a s y o n u n , yeniden yapılanmanın ve (sendikaların gücünü aşabilir y a d a k ıs a d e v r e y e geti re ılirlerse) emek üzerinde denetimin y o ğ u n la ş tır ılm a s ın ın ö n e geçtiği ir önemin açılması demekti. E konom inin g e n e lin d e hük üm süren m a s^ rv
ar!nda varolabi,me savaşında, te k n o lo jik d e ğ işim , oto-
dahakoİavnlH™ u T 6 a lt'p*ya sa,ararayışı, e m e k ü z e r in d e denetim in S f i r l S S Ö ge!ere d0ğru « a y m a , b ir le ş m e le r , sermaplana geçti. 101 and,rma Çabaları şir k e tle r in str a te jisin d e ön
F O R D İ Z M D E N E S N E K B İ R İ K İ ME
169
A BD 'de ipotekli borçların yıllık değişim oranı (Ticaret
Bakanlığı)
1975
400
Hisse senedi
300
fiyatları Gayrimenkul
yatırım şirketleri (İpotek şirketleri).
100
ABD
Arazi hisse senedi fiyat endeksi, Ingiltere
Şekil 2.6 Ingiltere ve ABD'de arazi fiyatlarında yükselip ve çökülün bazı gösterge l i , 1955-1975. Üstte: ABD 'de ipotekli borçlarda yıllık değişim oranı (Ticaret Bakanlığı verileri). Ortada: A B D ’d e gayrimenkul yatırım şirketlerinin hisse sene di fiyatları (Kaynak: Fortune Dergisi). Altta: İngiltere'de arazi hisse senetleri fiyat endeksi (Kaynak: învestors Chronicle)
170
KAPİTALİZMİN
p o l It IK- e k oNOMİK d ö n ü
ŞO m o
Toplam imalat
Su. gaz, elektrik ^
%° S ^ ^ T ^ T ^ 8 1980 ,982 1984 I » o 7 ? 8 Şekil Z 7ABD'de kapasitekullanıma1970-1988. ard) 1973-ün petrol şoku tarafından daha da şid d e tle n d ir ile n derin dur gunluğu. kapitalist dünyayı sarsarak stagflasyon un (ü retim d e durgun luk fiyatlarda enflasyon) boğucu uyuşukluğundan çık a rd ı ve Fordist uzlaşmanın altını kazacak bir dizi süreci harekete g e ç ir d i. Bunun sonu cunda 19701i ve 801i yıllar bir ekonomik y em d en y a p ıla n m a n ın ve top lumsal ve politik uyarlanma sürecinin yaşandığı s ık ın tılı bir dönem ol muştur (Şekil 2.8). Bütün bu iniş çık ışlılığın v e b e lir s iz liğ in yarattığı toplumsal mekânda, sanayide örgütlenme k o n u su n d a o ld u ğ u gibi poli tik ve toplumsal yaşamda da bir dizi yeni d en ey u fu k ta biçim lenm eye
-t
başlamıştır. Bu deneyler, tümüyle yepyeni bir b irik im rejim in e ve bu nunla bağlantılı olarak bütünüyle farklı bir p o litik v e to p lu m sa l düzen lemeye geçiş sürecinde ilk kıpırtıları oluşturuyor o la b ilir . Şimdilik kullanacağım terimle esnek b irik im , F o r d iz m in katılıkla rıyla açıktan çatışma içinde olm asıyla belirlenir. E m e k sü reçleri, işgü cü piyasaları, ürünler ve tüketim kalıpları bak ım ın d an e s n e k liğ e yasla nır. Temel özelliklerinden biri, yepyeni üretim se k tö r le r in in , fm ans hiz metlerinde yepyeni yöntemlerin, yeni p iy a sa la rın o r ta y a çıkm ası ve hepsinden önemlisi ticari, teknolojik ve ö rgü tsel y e n ilik le r in temposu nun büyük ölçüde hızlanmış olmasıdır. H em se k tö r le r h e m coğrafi böl geler arasında eşitsiz gelişme kalıplarında h ız lı d e ğ iş ik lik le r e yol aç mış, örneği^ hizmet sektörü" diye anılan ala n d a istih d a m ın hızla yükv p r w ni Sa^
FlamanU T
ken’ bu£üne kadar a zg elişm iş o la ra k k a lm ış bölgelerde
kumT nmeleri (°m eğ in
"Ü çü ncü İtalya", Belçika'nın
kelerde sm a iftıâ r ^ 'f ,Sllikon vadileri” v e e lb e tte y e n i sa n a y ile şe n ültalisi dünyada " n ^
^ f)atlanla) yaratm ıştır. A y n ı z a m a n d a , kapi-
ı™ b to C u n t" b^ s,hşm^ ' ' (bkz ın - K‘sım>adını verece; bir evresine yol açmıştır: Hem özel hem kamusal
F O R D İ Z M D E N E S N E K B İ R İ K İ ME
171
süreçlerinin zaman ufku kısalmışken, uydu iletişimi ve jtarar verme âyetindeki düşüş bu kararlan artan ölçüde genişleyen ve ulaŞtırTTia ^ r mekâna derhal yayma olanaklannı gittikçe arttırmaktaçeşitlenen bl
dtf
j-jgin ve akışkanlığın artışından gelen gücü, sermayeye, işsiz. |^e ierde (belki Japonya hariç) savaş sonrasında görülmemiş liğin üen u ükselmesiyle sonuçlanan iki vahşi deflasyon nöbetinden düzeylere^' olan işgücü üzerinde daha güçlü bir denetim basjonraz^11 olanağım tanıyordu. Daha önceden sendikal gelenekleri kışı uygu esnek birikim odaklarının kurulması ve bu yeni olmayan grilen geriletici norm ve uygulamaların eski merkezbölgefü örgütiü işçi hareketinin altındaki zemini kaydırıyordu. Öyle lefe * 3 r ki esnek üretim ("friksiyonel" işsizlikten farklı olarak) yükgörünuy •. düzeyleri, vasıfların hızla yok edilmesi ve yeniSek Asması, gerçek ücrette ancak alçakgönüllü artışlar (o da olduğu den ° ) (bkz Şekil 2.2 ve 2.9) ve Fordist rejimin ana direklerinden biri ^ s e n d ik a la r ın gücünün geriletilmesi gibi özelliklere sahiptir. ° ^ Ö rneğin işgücü piyasası radikal bir yeniden yapılanma geçirmiştir. Pivasa dalgalanmalarıyla, yoğunlaşan rekabetle, daralan kâr marjlarıy la karşı karşıya kalan işverenler, sendikaların zayıf düşmesinden ve (iş siz kalan ya da eksik istihdam edilen işçilerin oluşturduğu) işgücü faz lasından yararlanarak çok daha esnek çalışma rejimlerini ve iş sözleş melerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Sorunun genel boyutları için çok belirgin bir sonuca varmak zordur, çünkü bu tür esnekliğin amacı tam da her firmanın çoğu zaman büyük ölçüde kendine özgü olan ihti yaçlarını karşılamaktır. Sürekli işçi çalıştıran firmalarda bile, "on beş günde dokuz gün" türü sistem ler ya da iş haftasının yıl üzerinden hesap landığında kırk saate geldiği, ama işçiyi talebin yükseldiği dönemlerde çok daha fazla, düştüğü dönemlerde ise daha az çalışmaya mecbur eden çalışma programlan çok daha yaygın hale gelmektedir. Ama daha da önemlisi sürekli istihdamdan yarım zaman, geçici ya da taşeron türü is tihdama yaslanmaya doğru geçiştir. Sonuç, Şekil 2 .10’da anlatılan türden bir işgücü piyasası yapısıdır. (Bu şekil de, aşağıdaki alıntılar da Institute o f Personnel Management’ın Flexible P atterns o fW o rk (1986, Esnek Çalışma Kalıpları) adlı yayınından alınmıştır.) Ç ekirdek işgücü (Atlas Okyanusu'nun her iki yakasından gelen bilgilere bakılırsa düzenli olarak azalmakta olan bir gruptur bu), "tam zaman çalışan, sürekli statüye sahip ve kurumun uzun Vadeli geleceği için m erkezi önem taşıyan" çalışanlardan oluşur. İş gü-
.ek K A P İT A L İZ M İN
o n o m ik
d ö n ü şü m ü
P O L İT İK
A vrup a
Avrupa
Enflasyon i'’
ur
s
Şekil2.8 Avrupa veABD'de iyizlik ve enflasyon oranları, 1961-1987. (Kaynak: OECD)
Şekil 2.9 (a) Tanm-dıy saat ücretleri, (b) iytzyüzdesi, (c) ipsizlik sigortasından
1947.1o f i f
J 'n y'û d * * ’ (d) ABD'de hane halkı gelirinin m edyan ortalaması,
President, d e g i t f y ^ BW* * * fLabar StatUtİCS VC Ec0n°m ic ReP°rt "
*
*74
KAPİTALİZMİN P O L İ T İ K - E K O N O M I K D Ö N Ü Ş Ü M Q
vencesi, yükselme ve yeni beceri edinme şansı daha yüksek ola olarak cömert emeklilik, sigorta ve başka tür haklara sahip V öreii gruptan yine de kendini koşullara uydurma kapasitesine, esnekı " ^ gruptan ymc- uv,__ t«ni,5a açık acık olması beklenir. N e var k ’ ^ d ö ve. gerekirse coğrafi akışkanlığa olması oejucım. V(U ^ nemlerinde çekirdek işçileri işten çıkarmanın potansiyel m a l i y i ^ keti (tasarımdan reklama ve fmans yönetimine kadar) üst düze -’ §İr' bile taşeron firmalara devretmeye sevkedebilir; tabii bu dururnri^ mıe laşerüu .u u .u .^ küçüımüş ışgucu ise asllnda 1J - W >rülmü$ olacaktır. Ç evre işgücü ^ r* dek yönetici gnıp ı * ^ “ g ^ jş. sekreterlik> rutin j§,er iki farklı alı grup an
ş
piyasasında her an bulunabilf
£,“,5 »IS - - - <*»
M '«
vüksetae olanakları daha düşük olan bu grup V ^ se k bir işgücü devir hm özelliğini gösterir; bu da "doğal sarfiyat dolayısıyla işgücünü kısma işlemlerini kolaylaştırır", ikinci çevresel grup daha da büyük sayısal es- ‘klik sağlar; ilk çevresel gruptan da daha duşuk ış güvencesine sahip olan bu grup, yarım zaman çalışanları, ihtiyaç oldukça istihdam edilenleri sabit süreli sözleşmeyle çalışanları, geçici işçileri, taşeron iş çilerini, kamu sübvansiyonuyla çalıştırılan stajyerlen kapsar". Bütün bulgular son birkaç yıldır bu kategoride çok önemli bir artışa işaret et
mektedir. Bu tür esnek istihdam düzenlemeleri kendi başına işçilerde güçlü bir hoşnutsuzluğa yol açmaz çünkü esneklik bazan her iki taraf için de avantajlı olabilir. Ama sigorta sahibi olma, emeklilik hakları, ücret dü zeyleri ve iş güvencesi bakımından bakıldığında, çalışan halk açısından bütünsel etki hiç de olumlu görünmemektedir. En radikal değişiklik ya taşeron sözleşmelerinin artması yönünde (National Economic Development Council tarafından yapılan bir ankete cevap veren İngiliz fir malarının %70’i 1982 ile 1985 arasında taşeron sözleşm elerinde bir ar tış bildirmişlerdir), ya da yarım zamandan ziyade geçici istihdam yö nünde olmuştur. Bu, Japonya'da uzun süredir yerleşm iş olan bir uygu lamanın izini taşır; bu ülkede Fordizm koşullarında bile küçük işletme lerin taşeron olarak kullanılması büyük şirketleri piyasa dalgalanmala rının maliyetinden koruyordu. Günümüzde işgücü piyasalarındaki eği lim çekirdek işçilerin sayısını azaltmak ve artan ölçüde, süratle işe alı nabilen ve işler bozulduğunda yine aynı süratle ve m asrafsız biçimde iş ten çıkarılabilecek bir işgücüne yaslanmaktır. Britanya'da 1981 ile 1985 arasında, esnek işçiler’ in sayısı %16'lık bir artışla 8,1 milyona yüksetirrrL! im
,x?ler oranında bir azalmayla 15,6 m ilyona gerilemiş ımes, 27.2.1987). Yaklaşık olarak aynı zaman dilimi bo-
F O R D İ Z M D E N ES NEK BİRİKİME
175
Şekil2.10 Esnek birikim koşullarında işgücü piyasası yapıları. (Kaynak: Flexible Pıttcrns ofWork, der. C.Curson, Institute o f PersonnelManagement)
yunca ABD'de yaratılan 10 m ilyon yeni işten yaklaşık üçte birinin "ge çici" kategorisinde olduğu sanılıyordu ( N ew York T im es, 1 7 .3 .1 9 8 8 ).
Açıktır ki bu durum, b ö lü m lenm iş ya da "ikili" işgücü piyasaları dolayısıyla 1960’lı yıllarda ortaya çıkan sorunları köklü biçim de değiş tirmiyor, sadece oldukça farklı bir m antığa uygun olarak yeniden bi çimlendiriyordu. Sendikaların gücünün gerilem esinin beyaz erkek işçi min tekel sektörü piyasalarındaki özel gücünü azalttığı doğru olsa da, umdan, siyahlar, kadınlar, her türden etnik azınlıklar gibi o piyasalar ın dışlanmış olanların (g e le n e k sel olarak ayrıcalıklı olm uş birçok beerkek işçinin m arjinalleşerek onlan n yanına düştüğü gerçeğini bir
176
KAPİTALİZMİN P O L İT İK -E K O N O M İK
DÖN ÜŞ Ü MÜ
yana bırakırsak) birdenbire bu beyaz erkek işçilerle eşitlendiği sonuc., çıkarılamaz. Baz. kadınlar ve bazı azınlıklar daha ayrıcalıklı konumla ra kavuşmuş olsa bile, yeni işgücü piyasası °§u arı-esas olarak (bira* dan kadınların durumunda göreceğimiz gibi) daha ezilm iş konumda olan grupların durumlarının güçlüğünü arttırmıştır. İşgücü piyasalarının yapısındaki dönüşüme paralel olarak, sanayi, in örgütlenmesinde de aynı derecede önemli egışıklıkleryaşanmıştJr Örneğin taşeron sözleşmelerinin sistematik hale gelişi, küçük işletme lerin kurulması için fırsatlar yaratırken, bazı durumlarda fason, zanaat, kârlık, aileye dayalı (patriyarkal), paternalıst ( himayeci , 'baba’^maf. ya türü) eski çalışma sistemlerini, üretim sisteminin eklentileri değil ana direkleri niteliğiyle canlandırır ve yaşatır. Nevv York, Los Angeles Paris, Londra gibi kentlerde "terleme atölyesi" (sweat shop) olarak ad landırılan üretim biçimlerinin yeniden canlanması, 1970'li yılların orta larında dikkati çekmişti; 19801i yıllarda bu olgu gerilemek bir yana ya yılarak gelişmektedir. Çeşitli adlarla "enformel", "marjinal", "kayıtdışı" ya da "yeraltı" diye anılan ekonomilerin ileri kapitalist ülkelerde hızla büyümesine ilişkin veriler ortadadır. Bazı yazarlar, bu verilerden hareketle, ileri kapitalist ülkelerin çalışma sistemlerinin "Üçüncü Dünya"nınkilere gittikçe yaklaştığını belirtiyorlar. Ancak, sanayiin örgüt lenmesinde yeni biçimlerin ortaya çıkışı ve eski biçimlerin yeniden canlanması (bu eski biçimler büyük kentlerde çoğunlukla göçmen grupların hâkimiyeti altındadır, örneğin Los Angeles'ta Filipinliler, Gü ney Koreliler, VietnamlIlar ve Tayvanlılar, Londra'nın Doğusu’nda ise Bangladeşliler ve Hintliler), farklı yerlerde oldukça farklı şeyler ifade eder. Bazan işsizler ya da bütünüyle ayrımcılığa uğrayanlar (örneğin Miami ya da Nevv York'taki Haitililer) açısından ayakta kalmak için ye ni bir stratejinin ortaya çıkışına işaret eder, bazan ise bu gelişimin te melinde, göçmen gruplarının basitçe kapitalist sistem e bir giriş noktası aramaları, ya da vergi kaçakçılığının sistematik örgütlenm esi, ya da ya sadışı ticaretten elde edilen yüksek kârın cazibesi yatar. Ama bütün bu durumlarda sonuç, emek üzerindeki denetimin ve istihdamın biçiminin değişmesidir. Örnek olarak, sendika türü işçi sınıfı örgütlenmeleri, ayakta durailmek için işçilerin fabrikalara yığılmasına bağlıdırlar; aile ve ev içi çalışma sistemlerinde nüfuz elde etmeleri özel olarak güçtür. Paterna'S?1 örgütlenmesi açısından tehlikeli bölgelerdir, çün verinri ' ı' ^ ^anJan öaba"nın hâkimiyetinden ve paternalist hima urtaracağı yerde, sistemin sendikayı yozlaştırm ası ( o da tu
f o r d î z m d e n e s n e k BİRİKİME
177
l daha büyük bir olasılıktır. İşin aslına bakılırsa, emek süren ^ ^ c ü k ölçekli kapitalist üretimin bu tür günü geçmiş biçimlerit-irıin ve ^ nin dikkate değer avantajlanndan biri, bunlann işçi sınıfı oi* esini zayıflatarak sın ıf mücadelesinin nesnel temelini dönüşSınıf bilinci artık sermaye ile emek arasındaki düz sınıf iliş t i üremez; hiyerarşik olarak düzenlenmiş toplumsal ilişkilere ^sinden akrabalık ya da klan benzeri sistem çerçevesinde, aileler aradayal1 nsmalann ve güç mücadelelerinin karışık alanında gelişmek s,ndaH:dır Fabrikada kapitalist sömürüye karşı mücadele etmek, çokurmayeye fason 9all$an bir ev l& atölyede aile emeğini yüksek lUS,US disiplinli ve rekabet gücüne sahip hale getirmeyi hedefleyen dereCh va da amca ile mücadele etmekten çok farklıdır (Tablo 2 .3 ). ^Kadınların üretimde ve işgücü piyasalarında değişen rolünü ele k sonuçlar çok daha açık hale gelir. İşgücü piyasalarının yeni yadınlann emekgücünü yarım zaman temelinde sömürmeyi çok daP'S[ [ay hale getirmekle ve böylece daha yüksek ücret alan ve işten dah2 üç çıkartılan çekirdek erkek işçilerin yerine daha düşük ücret alan k dm emeğinin geçirilm esini teşvik etmekle kalmaz; taşeron, ev içi ve le türü çalışma sistem leri, patriyarkal uygulamaların ve eve iş alman,n yeniden yükselmesine izin verir. Bu yeniden canlanmaya paralel olarak, çokuluslu sermayenin Fordist kitle üretimi sistemlerini ülke dı şına taşıma konusunda artan kapasitesi, orada son derece zayıf konum da bulunan kadın işçilerin emekgücünün, aşın derecede düşük ücret ve hemen hemen hiçbir güvencesi olm ayan çalışm a koşullarında sömürülmesini olanaklı kılar (bkz. Nash ve Fem andez-K elly, 1983). ABD’li yö- neticilere ve sermayedarlara, Meksika'nın A B D sınınna yakın kuzey bölgelerinde esas olarak genç kadınların çalıştırıldığı fabrikalar açar ken sınınn kuzeyinde kalm a olanağı tanıyan Maqui l adora programı, azgelişmiş ya da yeni sanayileşen ülkelerin birçoğunda (Filipinler, Gü ney Kore, Brezilya vb.) yaygınlaşm ış olan bir uygulamanın en çarpıcı örneklerinden biridir. E snek üretim e g eçişe damgasını vuran olgular dan biri, kadınların işgücü piyasalarında ve em ek süreçlerindeki rolün de (hiç de ilerici olm ayan) bir devrim olmuştur. Hem de kadın hareketi nin, ileri kapitalist ülkelerin birçoğunda artık işgücünün %40'ını aşmış °lan kadınların durumu konusunda, daha gelişkin bir bilinç ve çalışma
z£>nJ1
koşullarında düzelm e için m ü cad ele etm ekte olduğu bir dönemde. Üretimde yeni teknikler ve örgütlenm e biçim leri, geleneksel tarzda ^ tlc n m iş işetm eler için tehlikeler doğurarak, en güçlü şirketleri bile e il eden bir dalga halinde iflaslara, fabrika kapanmalanna, sanayi-
PK O N O M İK
,78
d ö n ü ş ü m ü
k a p ita liz m in
P O L İT İK . •„ üretim organizasyonunun Tablo 2.3 Emek Sü r p " U ri
Kendi işinde çalışan
Ataerkil (patriyarkal) çalışma
danışmanlar, zanaatkarlar. enformel sektör
küçük aile şirketleri ("terleme atölyeleri")
nıal ve hizmet mübadelesi
bireyci ve piyasa öncülüğünde tekel ve devlet düzenlemesi karşıtlığı
içeride
anlaşmalar, dışarıyla mübadele
pazarlık
yaş ve cinsiyete bağlı akrabalık
mutfak politikası
kurallara, göreneklere ve zora dayalı topluluk
yüze ve statüye dönük politika
Komünal patemalizm
büyük yerli firmalar ("kan ter içinde çalışma")
Bürokratik patemalizm
şirket ve devlet yönetim sistemleri
hesapçı akılcılık, sadakat, kıdem
organizasyonlar içinde kariyer basamaklan ve rekabet
Patrimonyal
üretim, ticaret veya fınansta hiyerarşik olarak sıralanmış imparatorluklar
güç ilişkileri ve karşılıklı kayırma (geleneksel ayrıcalıklar)
pazarlık, çift yanlı kazanç, hanedan mücadeleleri
Proleter
kapitalist firmalar emekgücünün alım ve fabrika sistemi satımı, emek süreci ve üretim araçları üzerinden kontrol
Kaynak: Deyo, 1987'den hareketle
piyasa rekabeti, kolektif eylem , pazarlık, sınıf mücadelesi
FORDİZMDEN
ESNEK
BİRİKİME
179
v e y e n id e n yapılanmalara yol açmıştır. Yüksek hacimli,
,ş kitle üretimine uygun örgütlenme biçimi ve yönetim tekitjnda11 a problem çözm eyi, süratli ve çoğu zaman uzmanlaşmış ce^ h U rilerin özel amaçlara uyarlanabilirliğini vurgulayan esnek v2planmjne geçm ek her zaman kolay olmuyordu. Üretimin, stanüreûn1 s* uygun olduğu alanlarda, üçüncü dünyaya taşınarak düşük d8fdİZaSmekgücünden yararlanmasını, böylece orada Lipietz’in (1986) öcrel11 l bir "çevresel Fordizm" yaratmasını engellemek güçtü. 1976 ^ T p e n n Central bankasının iflası ve 1981’de Chrysler için hazırlay rtarma operasyonu, sorunun ABD'deki ciddiyetini ortaya koyu^ F o r t u n e dergisinin en büyük 500 şirket listesi yalnızca halın say h değişiklik geçirm edi, bu şirketlerin ekonomideki rolü de değişyl'!î va ç a p ın d a istihdam ettikleri çalışan sayısı 1970’den sonra sabit U id (ABD içinde net bir istihdam kaybı vardı); oysa 1954’ten 1970'e ların fabrikalannda istihdam iki katına çıkmıştı. Öte yandan, ABD’ JUyeni işletmelerin kuruluş hızı çarpıcı biçimde yükseliyordu: yeni şir ket sayısı 1975 ile 1981 (derin bir durgunluk yılı) arasında iki katma yükselmişti- Yeni küçük şirketlerin birçoğu vasıflı işler ya da danış manlık alanlarında taşeronluğa giriyordu. Fordist kitle üretiminde amaçlanan ölçek ekonomilerinin karşısın da, öyle görünüyor ki, çeşitli malların küçük desteler halinde ucuzca imal ed ile b ilm e si olanağı artmaktadır. Çeşitlilik ekonomileri ölçek eko nomilerini yenilgiye uğratmıştır. Örneğin 1983'e gelindiğinde Fortune dergisine göre "bugün m akina parçalarının %75’i, 50 ya da daha az sa yıda desteler halinde üretiliyor". Fordist işletmeler elbette yeni teknolo jileri ve emek süreçlerini benim seyebilirlerdi (bazıları bu bileşime neoFordist adını verecekti); ama birçok durumda rekabetin basıncı ve em e ğin daha iyi denetimi için m ücadele, ya bütünüyle yeni sınai biçimlerin ortaya çıkışıyla ya da yoğunlaşan rekabete ve daha yüksek riske karşı daha yüksek esneklik kazanm a am acıyla Fordizmin bütün bir taşeronlaşma ve "firma dışına yaptırma" ağıyla bütünleşmesiyle sonuçlanıyor du. Küçük deste üretimi ve taşerona iş verme hiç kuşkusuz Fordist sis temin katılıklarını devreden çıkarm a ve piyasa ihtiyaçlarının (hızlı de ğişenler de dahil) ço k daha g en iş bir yelpazesini tatmin etme gibi üstün lükler taşıyordu. Bu tür esnek üretim sistem leri, yeni ürünlerin piyasaya sürülmesine ve yüksek derecede uzm an laşm ış ve küçük ölçekli piyasa kovukları üzerinde çalışılm asına izin veriyordu (bir ölçüde de kendisi bunlara a8 tydı.) Durgunluk v e y o ğ u n la şm ış rekabet koşullarında bu tür ola-
18 0
. I T İ K EKONOMİK KAPİTALİZMİN P O L lT lK ^
DÖNÜŞ OMO
nakların araştırılması dürtüsü ^kilifbideğişkeni olmuş o ti. Kapitalist kârlılığın her zamı (otomasyon. robotlar) ve yeni ör' hızı, üretimdeki yem ü*noloj (jm akışının sürmesi için ge ; gütlenme biçimlerinin (°™ ^u|masın, sağlayan "just-in-time" stokların radikal biçimde az Ja çarpICı biçimde yükseliyor ter-akım teslimat sistemÜ U(da yükSeltilm edikçe üretimdeki devir h[' Ancak, tüketimdeki devir Sözgelişi, tipik bir Fordist ürünün zım yükseltmenınbıryar oysa esnek birikim bunu baz, yarı-hayatı beş ^ konfeksiyonda) yar. yarıya azaltmış,,; sektörlerde (örneğin te . •'düşünüm" (thoughtvvare) adı takıl’ baz, başka s e k t ö r ^ ! bilgisayar ^ « J mtş olan sanay ılerd\ . y
^ se|dzayın altına inmiştir. Yani esnek bi-
^ " tü k e t im cephesinde, çabucak değişen modaya çok daha büyük T,' ,! f ! “?h,ivac uyarma yolunda her turlu goz boyamanın seferber edilmesfve bunun gerekli kıldığı kültürel dönüşüm ile el ele gitmiştir, " m o d e m iz m in göreli olarak istikrarlı estetiği, yenni, farkl.hğ,, °!ZL jcih ği. gösteriyi, modayı ve kültürel biçimlerin metaiaşmasını y ü c e lte n postmodernist estetiğin bütün mayalanmasına, istikrarsız!^,. „» ve bir yanıp bir sönen özelliklerine bırakır. Tüketim cephesindeki bu degışiKiiKier, urcum , u ngı lopıama ve fi. nansman alanlarındaki değişikliklerle birleştiğinde, 70Tİ yılların başın dan bu yana hizmetler alanında görülen dikkat çekici oransal istihdam artışının altında yatan etkenler olarak görünmektedir. Bu eğilim bir öl çüde çok daha erken bir aşamada görülebilir. Bunun nedeni belki de Fordist rasyonalizasyon aracılığıyla imalat sanayiinin büyük bölümün de elde edilen hızlı etkinlik artışına karşılık, hizmet üretiminde benzer üretkenlik artışlarını gerçekleştirmenin aşikâr güçlüğüdür. Ama 1972 sonrasında imalat sanayiinde görülen hızlı istihdam daralması (Tablo 2.4), dikkatleri hizmetlerde istihdamın hızla büyümesine çekmiştir. Bu hızlı artış, oldukça sabit kalan, hatta biraz gerileyen perakende ticaret, bayilik, ulaştırma ve kişisel hizmetlerden ziyade, üretim hizmetleri, finans, sigortacılık, emlak alım satımında ve sağlık, eğitim gibi bazı baş ka sektörlerde olmuştur (bkz. Walker, 1985; ayrıca N oyelle ve Stanback, 1984; Daniels, 1985). Bu olgunun tam olarak nasıl yorumlanaca ğı (hatta hizmet kavramının ne anlama geldiğine ilişkin basit tanım so runları) küçümsenmeyecek derecede tartışmalıdır. Örneğin, genişleme nin bir bölümü, daha önce imalat firmalarının içinde yürütülen bazı faa liyetlerin (hukuk işleri, pazarlama, reklam, daktilo vb.), taşeronlaşma
F O R D İ Z M D E N E SN EK BİRİKİME
181
, , 2 4 Seçilmiş İleri kapitalist ülkelerde sivil istihdamın yapısı, Tav10 ’ ı % 0 ' 1981, h izm et ekonomisinin yükselimi Çalışan nüfusun sektörlere yüzde dağılımı Sanayi
Tarım 1960
Avustralya Fransa
g Almanya İtalya
Japonya İspanya İsveç İngiltere ABD
10.3 13.3 2 2 .4 14.0 32.8 3 0.2 4 2 .3 13.1 4.1 21.7
1973 7 .4 6.5 11-4 7.5 18.3 13.4 2 4 .3 7.1 2 .9 12.1
Hizmetler
1981
1960
1973
1981
1960
6.5 5.5
39.9 3 3 .2 3 7 .8 4 8 .8 36.9 2 8 .5 3 2 .0 4 2 .0 4 8 .8 3 5.3
35.5 30 .6 39 .7 4 7 .5 3 9 .2 3 7 .2 3 6 .7 3 6 .8 4 2 .6 3 6 .4
30.6 28.3 35.2 44.1 37.5 35.3 35.2 31.3 36.3 33.7
49.8 57.1 62.8 53.5 62 .8 6 6 .2 39.8 4 8 .9 56.2 37.3 4 5 .0 49.9 30.2 42 .5 49 .2 41.3 4 9 .3 54.7 25.7 39.0 46 .6 4 5 .0 5 6 .0 63.1 4 7 .0 54.5 60.9 4 3 .0 51.5 56.3
8 .6
5 .9 13.4 10.0 18.2 5 .6 2.8 10.0
1973
1981
Ka)nak: OECD Labour Force Statisü cs
ve d a n ı ş m a n l ı k h iz m e t le r in in a r tışı d o l a y ıs ı y la a yrı işle tm e le r e d e v r e d ilm esinden ileri g e lir . A y r ıc a , III. K ıs ım ’d a g ö r e c e ğ im iz g ib i, tü k e tim de d evir h ız ın ı y ü k s e lt m e i h t iy a c ı, v u r g u n u n , (ç a ta l b ıç a k m is a lin d e o l duğu gibi ç o k u z u n b ir h a y a t s ü r e s in e s a h ip o la n ) m a lla r ın ü r e tim in d en (anında biten bir d e v ir s ü r e s in e s a h ip g ö s te r ile r tü r ü n d e n ) o la y la r ın ü re timine k a y m ış o l m a s ı d a m ü m k ü n d ü r . B ü tü n s e l a ç ık la m a n e o lu r sa o l sun, ileri k a p ita list e k o n o m il e r in 1 9 7 0 ’te n b u y a n a g e ç ir d iğ i d ö n ü şü m ü ele alan h erh an g i b ir i n c e l e m e , s e k tö r e l y a p ın ın b u b e lir g in d e ğ iş im in i dikkatle e le a lm a lıd ır .
Bütün bunlar, "açıkgöz" ve yaratıcı girişim ciliğin prim yapmasına yol açar. Hızlı, tereddüte yer verm eyen ve bilgiye dayanan bir karar verme süreci, bu gelişim i özendirir, ona yardım eder. Ne var ki, coğrafi yayılma kapasitesinin artması, küçük ölçekli üretim ve siparişe daya nan piyasaların hedeflenm esi, büyük sermayenin gücünün kaçınılmaz olarak azalması anlam ına gelm em iştir. A slında, yüksek derecede belir sizliğe, her şeyin her an değişeb ilirliğine ve koyu bir rekabete dayanan bir ortamda, bilgi ve hızlı karar verm e yeteneği kârlılık için yaşamsal hale geldiği oranda, iyi örgütlenm iş şirketler küçük işletm elere göre reabet avantajına sahiptir. "Deregülasyon" (esnek üretim çağının bir başa politik cingılı) ço ğ u zam an, daha yoğun bir rekabet evresinden son ra, örneğin hava yolları, enerji ve fınansal hizm etler gibi sektörlerde, te-
p o l It I k - e k o n o m i k
182
d ö n ü şü m ü
K APİ TALİ ZMİ N
kelleşmenin artşı a n to m a gelmş»L ^Ş ucunda esnek tonton.
rin. çeşitlendirmelerini teşvik ^ 1977de birbirlerini sa
198 re gelindiğinde
verici bir düzeyde, »
ş ir k e t le r in d i" ^ ^
bjr njteHk taşım,şt.r. ABD şjrkel|£
^ mj)yar d o|ar
Uer,
milyara yükseliyor, 1985’te ise hav
doruguna u|aşlyordu Bjr, ^
*
ı y menku, k|ymeI
küsün bir sonucu olarak gerilemiş olsa da, düzeyi (bir şüfe, şadıgı çöküşün ^ w T Grjmm e göre) yine de î^ c T n 1 6 5 8 milyar dolardı. Birleşme düşkünlüğü 1988 de de sürdü' ABDde yılın ilk üç çeyreğinde 198 milyar dolarlık birleşme anlaşmas, imzalanırken Avrupa'da Olivetti'den de Benedettı nm, Belçika'nın ürc. liınalamndaki aktiflerinin üçte birini denetleyen Union Gdndraleba„. to ın , satın almaya kalkışması, birleşme düşkünlüğünün dünya çap,„. da yayılmış olduğunu ortaya koyuyordu, Fortune dergisinin listesinde ver alan en büyük 500 şirketin çalışanlarının çoğu günümüzde şirket lerinin yapmakla tanındığı işte değil başka faaliyet alanlarında çal,ş,-Yönetimin görevi, çelik üretmek değil para kazanmaktır." US Steel çelik şirketinin genel müdürü James Roderick 1979' da böyle di yor ve şirketinin faaliyetlerini çeşitlendirmek için derhal başka şirket leri satın alma ve başka alanlara yatırım yapma yönünde bir atılıma geçiyordu. Yelpazenin öteki ucunda, küçük işletmelerin, patriyarkal ve zanaat türü örgütlenme yapılarının yıldızı parlıyordu. ABD'de 1950’den sonra sürekli olarak azalmış olan kendi hesabına çalışm a bile, Reich’ın (1983) çizdiği tabloya göre, 1972'den sonra ciddi biçim de yeniden can lanarak on yıldan kısa bir sürede %25 artıyordu. (Bu eğilim , işsizlerin zaman zaman yaptığı işlerden yüksek ücretli danışmanların, tasarımcı ların, el sanatları yapanların, uzmanların çalışm asına kadar her şeyi kapsıyor.) Ortaya yeni eşgüdüm sistemleri çıkıyor: küçük firmaları bü yük ölçekli, hatta çokuluslu işlere bağlayan, karmaşık ve çeşitli taşeron düzenlemeleri; çeşitli küçük işletmelerin bir araya toplanmasının önemli yakınlık ekonomilerine {agglomercıtiorı econ om ies) yol açan sa nayi sitelerinin oluşumu; küçük işletmelerin güçlü fînans ya da pazarla ma örgütlerinin şemsiyesi ve hâkimiyeti altında bütünleşmesi (örneğin Benetton doğrudan üretime hiç girmez, bir bağım sız üreticiler ordusu na omutalar aktaran güçlü bir pazarlama aygıtı olarak çalışır). unun anlamı şudur: kapitalizmin bağrında tekel ile rekabet araı tısadi gücün merkezileşmesi ile ademi m erkezileşm esi arasın-
FORDİZMDEN e s n e k
birikime
183
am an v a r o lm u ş o la n g e r ilim y e n i b iç im le r e d ö k ü lm e k te d ir .
da her Zf«gde Offe (1985) ve Lash ve Urrynin (1987) ileri sürdüğü giA ^ ^ A j i z m i n d a h a " ö r g ü ts ü z le ş m iş " h a le g e ld iğ i a n la m ım ta şım a z, bi- kapl- ind e y a ş a d ığ ım ız d u r u m u n e n ilg in ç y ö n ü , k a p ita lizm in , ç e v -
Çünkü lÇllm a , c o ğ r a fi a k ış k a n lık , iş g ü c ü p iy a sa la rın d a , e m e k s ü r e ç le re^
*et| Cî p iy a s a la r ın d a e s n e k ta v ırla r, v e b u n la n n y a n ı sıra ku ru m -
rİnde> 1Y ü n le r d e v e te k n o lo j id e b ü y ü k d o z la rd a y e n ilik le r
aracılığıyla
,afd^ Ünasıl d ah a d a s ık ı b iç im d e ö r g ü tle n m iş bir h a le g e ld iğ id ir . >İn n h a sık ı ö r g ü t le n m e ve m e r k e z ile ş m e n in içerd en p a tla m a sı, so n
^ önem li iki b ir b ir in e p a r a le l g e li ş m e s a y e s in d e b a şa rılm ıştır. B idereC^ doğru v e g ü n c e lle ş t ir ilm iş b ilg i g ü n ü m ü z d e ç o k d e ğ e r v e r ile n nnClSI tadır. B i lg i y e u la ş m a v e h â k im o lm a o la n a ğ ı, a n ın d a veri a n a liz i b,f "^unda güçlü bir k a p a s ite ile b ir lik te , u z a k d iy a rla ra y a y ılm ış şirket g e d e r i n i n m e r k e z ile ş m iş e ş g ü d ü m ü a ç ıs ın d a n y a ş a m s a l h a le g e l-
r Döviz k u r la r ın d a , m o d a d a v e z e v k le r d e k i d e ğ iş ik lik le r e v e ra ile r in hamlelerine g e c ik m e k s iz i n c e v a p v e r e b ilm e k a p a s ite s i, şirk etI in avakta k a lm a s ı a ç ıs ın d a n , F o r d iz m d e h iç b ir z a m a n o lm a d ığ ı kadar büyük önem taşır. B i lg in in b u ö n e m i b ir y a n d a n d a , p iy a s a n ın e ğ ilim le ri üzerine son d a k ik a h a b e r le r in i s a ğ la y a b ile n v e şir k e tle r in karar sü r e ç lerinde yararlı o la c a k tü r d e n v e r i a n a liz le r in i a n ın d a y a p a b ile c e k o la n , çeşitlilik g ö s te r e n a m a y ü k s e k d e r e c e d e u z m a n la ş m ış iş h iz m e tle r i v e
danışmanlık
ş ir k e tle r in in o r ta y a ç ık m a s ın a y o l a ç m ıştır . A y n ı za m a n d a ,
özellikle fm a n s v e d ö v i z p iy a s a la r ın d a , b i lg i y e u la ş m a k o n u su n d a a y r ı calık sa y e sin d e d e v a s a k â r la r ın e ld e e d i le b i le c e ğ i bir d u ru m y a r a tm ış tır. 1980'li y ılla r d a h e m N e v v Y o r k ’u h e m L o n d r a ’y ı sa rsa n s a y ıs ız " k en
di hesabına ç a lış m a " s k a n d a lim h a t ır la m a k y e te r . A m a b u n la r, b ir b a k ı ma, her tür b i lg i y e ( ö r n e ğ in b i li m s e l v e t e k n o lo j ik know-how , h ü k ü m e t politikaları, p o lit ik d e ğ i ş i k l ik l e r ) u l a ş m a k o n u s u n d a a y r ıc a lığ ın b a şa r ılı ve kârlı karar s ü r e ç le r in in a s li b ir v e ç h e s i o lm a y a b a ş la d ığ ı b ir d u r u m d a buzdağının s a d e c e y a s a d ı ş ı u c u d u r . Bilimsel ve teknolojik know -h ow 'a ulaşma olanağı rekabet savaşın da her zaman önem taşımıştır, ama burada da ilginin ve vurgunun yeni den canlanışını görebiliriz, çünkü standartlaşmış Fordizmin göreli ola rak istikrarlı dünyasına karşıt olarak, zevklerin, ihtiyaçların, esnek üre
timsistemlerinin hızla değiştiği bir dünyada en son teknolojiye, en son Jr^ne’ en son bilimsel keşfe erişme olanağı rekabette önemli bir üstünügü yakalama olanağı anlamına gelir. Bilginin kendisi, artan ölçüde re çete dayanan koşullarda üretilecek ve en yüksek fiyatı verene satılaca kilit bir meta haline gelir. Üniversiteler ve araştırma enstitüleri kad-
F K 0 N 0M İK D ö
n ü şü m ü
KAPİTALtZMİN POLİT‘K •fleri ilk k im in p a te n t a lü n a a l a Cağl (ABD'U a r a ş t ı r m a c ı l a r la Fra . ye telif haklan üzerine '■& virüsünün panzehirim ,lk bu|a„ e c e k tir.) Ünlü S t a n f o r d S ilik o n V ad i. h_[ech" ( y ü k s e k t e k n o l o j i ) s anayi a it y e n i o l g u l a r d ı r . ( Y in e de, Da.
,„.ar ü z e r i n d e ve yeni tonusunda s e r t b ir re k a b e t s ı z Pasteur E n s titü s ü a r a s ın d a bı'S 1a s m a n ı n a ç ı k ç a ifa d e e ttiğ i S ,b ^ h ic k u s k u s u z bü y ü k eld
kârlar
si ya da
MIT-Bosion
b a ğ l a n tı l a r ı, e s n e k
vW N oble^n AmeWeu ^
iş a re t e t .ı g ı g i b i , b i r ç o k A m e r ika„
u k se rm a y e ta ra fın d a n k u ru lm u ş ve des.
t^ e n S şo W u |ı^ n unuU,î ^ f o e po^fef zevk ve kültürti" yayılmasıGerek bilgi ' f £ nzer biçimde, rekabet savaşında yaşam. n,n araçlarının kontro u de o yay|nında (ABD de yayınlanan kisal bir silah haline ge mışt • tarafından kontrol edilmektedir), med. ta p la n n %75'i ^ gücün baş döndürücü yoğunlaşması, sadece yada v e b a sın d a ekonomi^ bir|eşmeıeri teşvik eden karakteriyle
üretim koşullann.n bu am şirket|erin, ö zellik le dağıtım mekaaçıklanamaz. Bun“ Y 7 tm|lel- ve reklam harcamalarında görülen günizmalan üzerindeki k0" harcamaları 19601ı yıllardan beri belircuyle de ilişkisi vardın k irkelıerin bütçelerinin gittikçe attan bir gin biçimde yükselmek ^ nedeni şudur: rekabeün yoğun olduğu bölümünü yu tm aB »'jrketin kendisinin imajı belirleyici birdünyada, sadece ur icjn değil, aynı zam anda serm aye bulmak bale gelir; 5 u r e t k hükümet politikalar, ve kültüiçin, şirket evlilikle Ç . - etRİ kazanmak için de önemlidir bu reı değertermgelışm ^ ^ şirketin sponsorluğu sayesinde...vb.), imaj. Sanatın (bu g . serm aye tarafından desteklenmesi, S S S 2 - . U l . IIU U I» oyun lan nd » hatta skandallerden oluşan ve şirketin adm m sürekli olarak kamunun gündeminde kalmasın, sağlayan bir dizi faaliyetin arasında yalnızca en PreS|k!nc! gelişme (ki bu birincisinden çok daha önemlidir) global ftnansal sistemin bütünüyle yeniden düzenlenmesi ve fınansal eşgüdüm olanaklarının büyük ölçüde artmasıdır. Burada da ıkılı bir gelişmeden söz edilebilir: bir yandan, küresel düzeyde olağanüstü güce sahip nans holdinglerinin ve borsa şirketlerinin ortaya çıkışı, öte yan an, yepyeni fınansal araçlar ve piyasaların yaratılması yoluyla finansa aa liyet ve akımların süratle çoğalması ve ademi merkezileşmesi, u rum, ABD'de 1930'lu yılların reformlarından bu yana fınans sistemin
P O R D İ Z M D E N E SN E K BİRİKİME
n kesin kuralların kaldırılm ası (yani deregülasyon) de-atma,cta , rihli Hunt Komisyonu Raporu kapitalist ekonomik sistegltti- ^9? Idolması ve b üyü m esi için bu alanda reformların gerektiği min a y ^ ta kca kabulüydü. 1973'ün travmasından sonra, fmansal dei ilkkeZ k on u su n d a k i basınç 1970’li yıllar boyunca güç kazandı; L ö lasy°n1 diğinde bu basınç bütün dünyanın fınans merkezlerini sar19867® o yd gerçek leştird iği, "big bang" olarak anılan remişu- 1 nu gündem in m erkezin e yerleştiriyordu. Bu aşamaya geformlar’ S0IL haberin telekom ü nikasyon sistem ince anında dünyanın lındiginde’ uıaştırıldığı yü ksek dereced e bütünleşm iş bir küresel sisgteki uCIunanda d eregülasyon v e fınansal yen ilen m e (her ikisi de uzun tem bağlarn* süreçlerdi)ı d ün ya çap ın da herhangi bir fınans merkezi için ve icarmaŞ1 haline geımişti. K üresel bir m enkul kıym etler borsaölüm maddeıer (hatta borçlar) için küresel bir vadeli sözleşm eler sının. nkse ve fa iz haddi tem elin d e repo işlem lerinin ortaya çıkıborsaS!nlm coğrafi ak ışk an lığın ın h ızlan m ası ile birleştiğinde, tarihte §»•fon ^ ve ^ e d i arzı açısın d an tek bir dünya piyasasının oluşm ası '^lamına g eliyord u ( Ş e k il 2 .1 1 ) . Bu küresel fm a n sa l s is t e m in y a p ıs ı artık o kadar karm aşıktır ki, ç o -
nsan için bu y a p ıy ı a n la m a k g ü ç tü r . B a n k a c ılık , b orsa sim sa r lığ ı, fı^ ' k hizmetler, k o n u t fin a n s m a n ı, tü k e tic i k r e d isi türünden farklı iş levler arasındaki sın ır la r artan ö lç ü d e b e lir s iz le ş t iğ i g ib i, ilk se l m a d d e ler hisse sen etleri, d ö v iz le r v e b o r ç la r iç in g e le c e k za m a n ı b u g ü n e k a fa kanştıran y ö n te m le r le is k o n to e d e n , v a d e li s ö z le ş m e le r p iyasaları k ısa sürede ortaya ç ık m ış tır . B ilg is a y a r la ş m a v e e le k tr o n ik ile tiş im , fın a n s akımlarının g e c ik m e s iz u lu s la r a r a s ı e ş g ü d ü m ü n e g ö r m e z lik te n g e lin e meyecek bir ö n e m k a z a n d ır m ış tır . " B a n k a c ılık , za m a n , yer v e d ö v iz cinsine karşı sü ratle k a y ıt s ız h a le g e liy o r ," d iy e y a z ıy o r d u Financial Ti mes (8 .5 .1 9 8 7 ). " Ş im d i artık b ir İ n g iliz m ü şte r i J a p o n y a ’d a ip o te k y o
luyla ev alabilir; bir A m e r ik a lı, b a n k a k a rtın ı k u lla n a ra k H o n g K o n g ' daki bir m akin adan N evv Y o r k 'ta k i h e s a b ın d a k i parayı çek e b ilir; bir Ja pon yatırımcı, h is s e s e n e tle r i s te r lin , d o la r , m a rk y a d a İ s v iç r e fra n g ı cinsinden ç ık a r ılm ış o l a n , L o n d r a 'd a y e r le ş ik bir İsk a n d in a v b a n k a sın dan pay alabilir." Y ü k s e k f ın a n s ın b u b a ş d ö n d ü r ü c ü d ü n y a sı, a y n ı d e recede baş d ö n d ü r ü c ü ç e ş i t li li k t e iç i liş k ile r v e işle m le r içerir; ban k a la r başka b ankalardan b ü y ü k m ik ta r la r d a k ıs a v a d e li bo rçla n ırla r; s ig o r ta şirketleri v e e m e k l i li k y a t ır ım f o n la r ı o k a d a r b ü y ü k m ik ta rd a y a tır ım fonlarını bir a r a y a g e tir ir le r k i p iy a s a y ı b e lir le y e n a k tö rler h a lin e g e lir *er’ sanay i, tic a r e t v e ta r ım s e r m a y e s i fın a n s a l iş le m le r v e y a p ıla r la o
186
ı
K A P İT A L İZ M İN
r,^ ı t t i k' E K O N O M İ K D Ö N Ü Ş Ü M Ü
P O L İT lK - b N
Greenvvich sa at ayarı
f
4 J ^
H0NGK0NG . ■6 ö^HONGKONG ö.s
\
SİDNEY ö.s. SİDNEY ö.ö.
M
21
Greenwich saat ayarı 15 12 9
18
6
3
ö.s. öğleden sonra ö.ö öğleden önce
IF U T U R E S VVINNIPE VANCOUVE^s! a n
ç
,----- g
T0R0NT0 CHICAGt
y
’ı y
r t
r? m
!İ/
A
V i v HONGKONG ö
y
T
1
j
r r £0N G |& N G o.o
' YORK
ü
MONTRE a l
»
-
^
S
v
,
r SİDNEY ö.s. SİDNEY ö.ö.
FORDIZMDEN
ESNEK
BİRİKİME
187
g irerler k i, tic a r i v e s ın a i ç ık a rla r ın n ered e b a şla y ıp dar an-
kadaf fınansal
ç ık a r la r ın n e r e d e b itt iğ in i a n la m a k g ittik ç e d a h a g ü ç ha-
[eg d ir-
Sık lık la s o n d ö n e m d e " h a y a li g irişim c ilik " ola ra k a d la n d ı-
Bu
a r a s ın d a y a k ın iliş k i k u ru lm a k ta d ır. S o n y ılla r d a b ili-
nlıtnŞolan h iz m e t ü r e tim i d ış ın d a k â r e tm e y ö n te m le r i ü z e r in d e ç o k
ne p n ıa l.Ved ı r B u t e k n ik le r , ç o k u lu s lu la r ın , d ö v iz d e ğ e r le r in d e v e y a dürulmalJtaın d a göreIİ d e ğ i ş i k l ik l e r d e n kâr e d e b ilm e k a m a c ıy la u lu sla faiz ° ran s a ıarı v e p o lit ik k o ş u lla r ı d ik k a t le iz le m e so n u c u n d a u y g u la raraSI piy fıstik e " y a r a tıc ı m u h a s e b e c ilik " y ö n te m le r in d e n , rakip, hatta dlklaIY V i s i z ş ir k e tle r in a k t if le r in i d ü p e d ü z y a ğ m a la m a y a v e s o y m a tü
H 6 uzanır- 1 9 8 0 'li y ılla r ın " b ir le ş m e v e sa tın a lm a d e liliğ i" d a lg a s ı
y
ah G ir işim c iliğ in b ir v e ç h e s i y d i . Ç ü n k ü b a z ı ö r n e k ler d e bu tür
bU hM er şirk et ç ık a r la r ın ın r a s y o n a liz a s y o n u y a d a ç e şitle n d ir ilm e s i T
sa v u n u la b ilir d i, a m a h e d e f ç o ğ u z a m a n g e r ç e k ü retim z a h m e tin e
eden kâğıt ü z e r in d e k â r e ld e e tm e k t i. Ö y le y s e , R o b er t R e ic h 'ın ?1 9 8 3 ) h a k lı°o la r a k iş a r e t e t t i ğ i g i b i, " g ü n ü m ü z d e h a y a li g ir iş im c ilik
erika'nın e n g e li ş k in b e y i n le r i n d e n b ir b ö lü m ü n ü k e n d in e ç e k iy o r ; e " yetenekli ü n iv e r s it e m e z u n la r ın d a n b a z ıla r ın a e l a tıy o r; e n y a ra tıcı ve özgün d ü ş ü n c e le r in in b ir b ö l ü m ü n ü k u lla n ıy o r ; e n h e y e c a n lı a y a k
oyunlarını t e ş v ik e d iy o r ." H iç ş a ş m a m a k g e r e k ! R e ic h ABD iş d ü n y a sında son o n b e ş y ı ld a e n p o p ü le r v e e n ç o k pa ra k a z a n d ır a n işle r in ü re timin y ö n e tim iy le d e ğ i l , ş ir k e t f a a li y e t l e r i n i n h u k u k i v e f ın a n sa l a la n la rıyla ilgili o ld u ğ u n u b e l ir t iy o r .
Likidite içinde yüzm ekte olan ve 1973'ten bu yana hızla büyüyerek denetimden çıkm ış olan borçluluktan dolayı sarsılan dünya fınans siste mi, yine de, dünyanın en gü çlü ileri kapitalist devletlerininki de dahil herhangi bir kolektif denetim den kaçm ayı başarmıştır. 1960'lı yılların ortasında ABD doları fazlasın ın kullanılm asıyla oluşan "Eurodolar" ad lı fınans piyasası, sorunu ortaya koym ak bakımdan semptomatiktir. Herhangi bir ulusal d ev let tarafından hiçbir biçim de denetlenmeyen "devletsiz" paradan oluşan bu piyasa, 1973'te 50 milyar dolar boyutla rından 1987'de 2 trilyo n dolara ulaşm ış, böylece A B D ekonom isindeki parasal büyüklüklere yaklaşm ıştır. Eurodolar piyasasının hacmi 1970'li yıllarda yılda %25 d o la y ın d a bir oranda büyümüştür; karşılaştırma
Küresel finansal piyasalarda 2 4 saat boyunca süren ticaretin yapısı Thrift'in izniyle)
188
K A P İT A L İZ M İN P O L lT ÎK -E K O N O M lK D Ö N Ü Ş Ü M Ü
NOMİNAL UZUN VADELİ BORÇLAR 1,000
-ı
Resmi
kaynaklardan
Özel kaynaklardan
750-
500 Milyar dolar $
Şekil2.12AzgtlipnÇ ülke borçlanma
ar1970-1987. (Kaynak: WorldBank
Debt Tables) amacıyla, A B D içinde para arzı artış ora n ın ın % 1 0 , d ış tica ret büyüme oranının ise %4 olduğunu hatırlatalım . B e n z e r b iç im d e , Ü ç ü n c ü Dünya ülkelerinin borcu da büyük bir patla m a y la d e n e tim d e n çık ıy o r d u (bkz. Şekil 2.12). Bu tür dengesizliklerin d ü n y a e k o n o m is in d e a ğ ır sıkıntı ve çalkantıların habercisi olduğunu g ö rm ek için b ü y ü k bir hayalgücüne ihtiyaç yok. Günüm üzde kıyam et h a b e r c ile r in in s a y ıs ı ka b a rıy o r (örne ğin Wall Street yatırım bankeri F e lix R o h a ty n ); The Economist dergisi ve Wall Street Journal g a zetesi, E k im 1 9 8 7 b o r sa ç ö k ü ş ü n d e n ço k önce, yaklaşmakta olan fınansal fela k et k o n u su n d a iç k a ra rtıcı uyarılarda bu lunuyorlardı. 1972’den beri geliştirilen fın a n sa l s is t e m le r g lo b a l kapitalizmin bağrındaki güç dengelerini d e ğ iştirm iş, b ü y ü k ş ir k e tle r e , d e v le te ve ki şisel finansmana karşı bank acılık v e fin a n s s e k tö r ü n e ç o k daha büyük bir özerklik kazandırmıştır. Ö y le g ö r ü n ü y o r k i, e s n e k ü r e tim , eşgüdüm sağlayacak güç olarak finans s e r m a y e s in i, F o r d iz m d e n ç o k daha büyük ölçüde, öne çıkarıyor. Bu, b a ğ ım s ız v e ö z e r k p a r a s a l v e m a li krizlerin patlak vermesi o la sılığ ın ın e s k is in e g ö r e ç o k d a h a y ü k s e k o ld u ğ u anla mına gelir. Bu olasılık, finan s s is te m in in , r is k le r i d a h a g e n i ş bir cephe ye yayma ve fonları iflas ed en şirk et, b ö lg e v e s e k tö r le r d e n kârlılarına süratle kaydırma konusunda e s k is in d e n d a h a b ü y ü k o la n a k la r a sahip Fa^men g e ç er,ld ir- A s lın d a , in iş ç ık ış la r ı n , istik r a r s ız lığ ın , alu§ arm önem li bir bölü m ü , fo n la r ın , m a d d i ü r e tim v e tü k etim faa-
pORDÎZMDEN
E SN EK BİRİKİME
189
k e d e n z a m a n v e m e k â n ta h d itlerin d en n e r e d e y se ö zg ü r-
liyetlefini l^ e 0 radan o r a y a a k ta r ılm a sı o la n a ğ ın ın g e liş m e s in e a tfed iiebil>r-
f ın an s s is t e m in in e ş g ü d ü m b a k ım ın d a n g ü cünü n y ü k s e lm e -
p ü ay r u lu s -d e v le tin s e r m a y e a k ım la r ın ı v e d o la y ıs ıy la k en d i m a sinin bede
p o litik a sın ı d e n e t le m e k a p a s ite s in in bir ö lç ü d e a za lm a sı o l-
Hye ve PAUının fiy a tın ı b e lir le y e n v e d o la r ın k o n v e r tib ilite sin i garanti ıtıuştur A B r e tt0 n W o o d s a n la ş m a s ın ın 1 9 7 1 'd e ç ö k ü şü , A B D 'n in dün aluna ala° g a l i y e v e p a ra p o lit ik a s ın ı te k b a ş ın a d e n e tle m e k a p a site siyaçapja a ne arük s
o lm a d ığ ın ın b ir itir a fıy d ı. E s n e k bir d ö v iz kuru s is te m i J ^ y h in e d e v s p e k ü l a t i f d ö v i z h a r e k e tle r in e c e v a p o larak )
nin (d 0 ^abujüı B r e tto n W o o d s 'u n b ü tü n b ü tü n e ilg a s ı a n la m ın a g e li19?h " o zam an d an b e r i, b ü tü n u lu s -d e v le tle r , y a se rm a y e ak ım la rın ın y
U ltında (F r a n s ız s o s y a l i s t h ü k ü m e t in in 1 9 8 1 so n r a sın d a g ü ç lü bir
etRlS1
ve k açışı k a r ş ıs ın d a p o lit ik a s ın d a n y ü z g e r i e tm e s in i h a tırla y ın ),
^ T a d oS ru d an k u r u m s a l y ö n t e m l e r l e , fın a n s a l d is ip lin m e k a n iz m a la n ^
tutsağı h a lin e g e lm iş t ir . B r ita n y a 'n ın 1 9 7 6 'd a , bir İşçi P a rtisi h ü k ü
meti yön etim in d e, k r e d i e l d e e d e b i lm e k iç in U lu sla r a r a sı P ara F o n u 'n c a dikte edilen k e m e r s ık m a p o l it ik a s ı n a r a z ı o lm a s ı, iç p o litik a ü z e r in d e dıs fınansal g ü c ü n h â k i m iy e t in i n itir a fın d a n b a ş k a bir ş e y d e ğ ild i (b e lli ki işler, 1960'lı y ılla r d a W i l s o n h ü k ü m e t in in o k a d a r sa ld ır d ığ ı "Zürih tefecilerin in b ir k o m p l o s u n d a n d a h a k a r m a şık tı). K u ş k u s u z , k a p ita lizm altında, m a li ç e v r e l e r in v e d e v l e t i n g ü c ü a r a sın d a h er za m a n h a s sas bir d e n g e o lm u ş t u , a m a F o r d i z m v e K e y n e s ç iliğ in ç ö k ü ş ü b e lli ki ulus-devlet k a r ş ıs ın d a f ın a n s s e r m a y e s in i n g ü ç le n m e s i a n la m ın a g e li yordu.
bunların önemi, konteynerlerin, jumbo jetlerde kargo taşı uydu aracılığıyla haberleşmenin sayesinde ulaştırma ve iletişim maliyetlerinde görülen hızlı düşüş bağlamına yerleştirildiğinde daha iyi anlaşılır. Bu gelişmeler, üretim ve tasarıma ilişkin talimatların anında dünyanın herhangi bir köşesine iletilmesini olanaklı kılıyordu. Geleneksel olarak hammadde kaynakları ve pazarlara bağlılık dolayı sıyla yerleşme konusunda tahditlere tabi olan sanayi, şimdi çok daha başıboş hareket edebilirdi. 1970'li yılların ortalarından itibaren yeni uluslararası işbölümünü, sanayinin yerleşmesi konusunda değişen ilkeleri Vebem ulusötesi şirketlerin içinde, hem de farklı sektörlerin ham maddeve ürün piyasaları arasında çeşitlenen eşgüdüm mekanizmaları m ı izlemeye çalışan muazzam bir literatür gelişti. Asya’nın "dörtlü çetesı (Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Güney Kore) gibi yeni sanayileB ü tü n
m acılığının,
*90
K APİTALİZM İN
POLlTlK -EK O N O M lK
Dö n ü ş ü m ü
Tablo 2 .5 Seçilmiş ileri kapitalist ülkelerde • . •-----
kerimlilik
GSMH'nm yüzdesi olarak ihracat ve ithaıat
ABD ithalat ihracat İngiltere ithalat ihracat Japonya ithalat ihracat Batı Almanya ithalat ihracat İtalya ithalat ihracat____ Kaynak:
1970
1980
5.35 5.00
10.5
23.1 2 2 .2 1 0 .8
9.5
1 0 .0
27.7 25.3 13.7 14.6
19.1
26.3 2 7 .0
15.4 15.0
21.7 2 4 .4
2 1 .2
OECD
şen ülkeler, belirli ürünlerde (tekstil, elektronik vb.) ileri kapitalist ül kelerin piyasalarında ciddi köprü başları elde ettiler. Bunlara kısa süre sonra bir dizi başka yeni sanayileşen ülke (Macaristan, Hindistan, Mı sır) ile daha önce ithal ikameci bir strateji izlemiş olan ülkeler (Brezil ya, Meksika) katıldı. Dünyanın sanayi üretimi coğrafi dağılım bakı mından yeniden paylaşılıyordu. İleri kapitalizmin küresel ekonomi politiğinde 1972'den bu yana ortaya çıkan bazı güç değişiklikleri gerçekten çarpıcıdır. ABD'nin dış ticarete bağımlılığı, tarihsel olarak hep oldukça düşük düzeyde iken (GSMH'nın %4-5'i arasında), 1973-80 arasında ikiye katlanıyordu (bkz. Tablo 2.5). Gelişmekte olan ülkelerden ithalat neredeyse on katına çık tı; genel olarak ithalat (özellikle Japon mallan) öylesine fırladı ki, sili kon yongalar, televizyon ve videolar, sayısal kontrollü torna tezgâhlan, ayakkabı, tekstil ve otomobil gibi çok farklı dallarda piyasanın önemli bir bölümünü ele geçirdi. ABD'nin mal ve hizmetlerde ödemeler den gesi bu ülkeyi hızla dış dünyadan net alacaklı bir ülke konumundan dünyanın en borçlu ülkesi durumuna getiriyordu (bkz. Şekil 2.13). Bu
FORDİZMDEN
E S N E K B İRİ KİME
Sekil2.13 ABD'de federal hükümetin , kimilerin ve şirketlerin borçlarındaki artış v(ABD dış ticaret açığının büyümesi, 1973-1987. (Kaynak: Ticaret Bakanlığı ve federal Reserve Board)
arada Japonya'nın mali gücü büyüyor, sırf Japon bankalarının kontrolü
altında devasa fon fazlaları toplandığı için, Tokyo ilk kez 1987'de New York'u geride bırakarak, dünyanın en önem li mali merkezlerinden biri haline geliyordu. Japon bankaları 1985’te en yüksek miktarda uluslara rası aktife sahip olm a bakım ından Amerikan bankalarının yerini alıyor du. 1987’de Amerikan bankalarının 6 30 milyar dolarlık aktifine karşı lık, Japon bankalarının aktifi 1.4 trilyon dolara ulaşıyordu. Aktiflere göre sıralandığında, günüm üzde dünyanın en büyük dört bankası Ja pon'dur. Bu değişiklikler, K uzey A m erika’da ve Batı Avrupa'nın büyük böümünde saldırgan bir yeni-m uhafazakârlığın yükselişiyle el ele gitmiş, atta bir ölçüde bu y ü k selişin ürünü olmuştur. Thatcher (1979) ve ReaP nın (1^80) seçim zaferleri g en ellik le savaş sonrası dönemin politik ayatında ciddi bir kopuş olarak görülür. B en bunları daha çok 1970Tİ o i - b ö l ü m ü n d e g elişm ek te olan eğilim lerin konsolidasyonu görüyorum. 1 9 7 3 -7 5 krizi bir yanıyla Fordist-Keynesçi dönem
J92
K APİTALİZM İN
P O L İT İK - E K O N O M lK
DÖNÜŞOM q
esnasında oluşturulan hükümet politikaları ve uygulamalarının bi l m iş katılıklanyla bir çatışmadan doğmuştu. Kamu hizmetleri arthl ve mali olanaklar sınırlandıkça Keynesçi politikalar ennasy0nist ler yaratmaya başlamıştı. Gelirin yeniden o uşümünün büyüme h *' fından finanse edileceği fikri. Fordist siyasal mutabakatın hep bir^ hesi olduğu için, şimdi yavaşlayan büyüme, re a evleti ve topjUnı ücret açısından sorun demekti. Nıxon ve Heath hükümetleri İ9?0 1 dönem inde sorunu teşhis etmişlerdi; sonuç, orgutlu işçi hareketiyle mn cadele ve devlet harcamalarında tasarruf olacaktı Bunların a r d ı l ; iktidara gelen işçi Partisi ve Demokratik Parti hükümetleri, j c * » bakımdan karşı olduklar, halde aynı gereklere boyun e ğ e c ek le rd i.^ runun çözümü açısından bu güçlerin korporatıst yaklaşım ı farklı 0|*, bile (gönüllü kabule ve ücret-fiyat politikasının sendikalar araç,1,o* * uygulanmasına dayanıyordu bu yaklaşım) hedefler aynı olmak zoru' daydı. Politik alternatifler büyüme ile sosyal adalet arasında bir tercih olarak ortaya çıkınca, en iyi niyetli reformist hükümetin bile yüzünü ne yöne döneceği açıktı. Refah devletinden desteğin çekilm esi (bkz. Şejni 2.9) ve gerçek ücretlere ve sendikaların gücüne taarruz politikaları 1973-75 krizinde ekonomik bir zorunluluk olarak başlam ıştı. Yeni-mu’ hafazakârlann yaptığı, bunu hükümetler için bir erdem haline getjr mekten başka bir şey değildi. Güçlü hükümetlerin hasta ekonomilerin sağlığını düzeltmek için topluma yüksek dozda acı ilaç içirmesi, yay. gın bir imge haline geldi. Durağan büyüme koşulları altında yoğunlaşan uluslararası rekabet bütün devletleri daha "girişimci" olm aya ve iş hayatı için çekici bir or tam sağlamaya ittiği ölçüde, örgütlü işçi hareketinin ve başka toplum sal hareketlerin gücü zayıflatılmak zorundaydı. D irenç politikası ülke den ülkeye değişse (ve Therborn'un [1984J A vrupa devletleri konusun da yaptığı karşılaştırmalı araştırmanın gösterdiği gibi elle tutulur so nuçlar alınmış olsa) bile, kemer sıkm a, m ali ta sa m ıf ve örgütlü işçi ha reketiyle müdahaleci devlet arasındaki toplum sal uzlaşm anın erozyo nu, ileri kapitalist dünyadaki her d evlet için parola haline geldi. Dolayı sıyla, devletler iş sözleşm elerine m üdahale etm e konusunda hâlâ halın sayılır bir güce sahip olsalar da, her kapitalist ü lkenin, Jessop ’un (1982, 1983) kullandığı deyimle "birikim stratejisi" çok daha kesin çizgilerle sınırlanmış durumdadır. Madalyonun bir de ters y üzü var; id e o lo jik o la ra k m üdahaleye kar şı olan ve muhafazakâr bir m a liy e p o litik a sın ı s a v u n a n hükümetler, o ay arın basıncı altında, daha a z d e ğ il d a h a ç o k m ü d a h a le c i olmak zo-
F O R D İ Z M D E N E SN EK BİRİKİME
193
, ,^ şiardır. Esnek üretim in açık ça doğurduğu güvensizliklerin K Reagan türü bir o to n te r lıg ın önünü açan bir atm osfer yaratl * atch? r kenara bıraksak b ile , m alı istikrarsızlık ve iç ve d ış borçlulunlasin‘ t>,r deV sorunlar, istikrarsız m ali piyasalara belirli aralıklarla 5uU
jcaçınıln 1 3 2 k ılm ıştır. 1 982 M ek sik a borç krizinde durumu
^ üd
k için F ederal R e se r v e 'ü n (A B D M erkez Bankası) ağırlığının
düzelüVması ve 1987'de M ek sik a'n ın A B D bankalarına olan borcunun kullan. ^ dolara u la şm a sı m u h tem el bölüm ünün silin m esi konusundaki 20 için A B D H â z in e sin in ara cılığ ı, uluslararası piyasalardaki bu ^ M ü d a h a le c iliğ in ik i ö r n e ğ id ir . 1 9 8 4 ’te çök en Continental Illin o is yenl ^ının d e v le tle ş tir ilm e s i, A B D Federal M evduat Sigortası KurubanRaS (Federal D e p o s it In su r a n c e C orporation - FD IC ) batan bankalamU'nUk s e le n m aliy e tin i k a rşılam a k için yaptığı d ev harcamalar (Şekil nn yU Federal T asarru f v e B o r ç S ig o r ta Kurumu'nun (Federal Savings 2,1 ’ n Insurance C o rp o ra tio n - F S L IC ) kaynaklarının üzerindeki benbasınç (kurum un 1 9 8 7 'd e , ü lk e n in 3 1 0 0 tasarruf kuruluşunun % 20’
Zef te k n ik olarak iflas etmiş olmasına karşı bir önlem olarak 10 milsınldolarlık bir sermaye yenilenmesine ihtiyacı vardı; Eylül 1988'e gefd iğ in d e ise Tasarruf ve Borç kasalarının krizinde kurtarma için ge ldi miktar 50 ila 1 0 0 milyar dolar olarak tahmin ediliyordu) - bütün bunlar sorunun boyutlarını ortaya koyuyor. FDIC'in başkanı William Isaacs o kadar dolmuştu ki daha Ekim 1987'de Amerikan Bankacılar B irliğini, zararlarını sınırlayamadıkları takdirde, federal hükümetin "bankaları devletleştirme yoluna gidebileceği" konusunda uyarmak zo runda kalıyordu. Uluslararası döviz piyasalarında döviz kurlarını isükrara kavuşturmak için yapılan müdahaleler daha ucuza gelmiyor: New York Federal Reserve bankası, 1987 Ekim borsa çöküşünün ertesinde dolann kurunu sabit tutabilmek için iki ay boyunca 4 milyar dolar sarfettiğini açıklıyordu; Bank o f England ise 1987’de İngiliz lirasının çok hızlı ve çok yukarılara yükselmesini engellemek için 24 milyar sterlin satıyordu. Devletin son başvurulacak merci rolü belli ki eskisinden da haaz değil daha çok önem kazanmıştır. Ama aynı nedenlerden dolayı görüyoruz ki ulus-devletlerin (Gü ney Afrika, Peru, Brezilya vb.) uluslararası mali yükümlülüklerine za manında uymama yoluyla borç geri ödemeleri konusunda devletler ara sı bir pazarlığı zorlama olanağı vardır. Ayrıca, ana kapitalist güçler ara sındaki ilk ekonomik zirvenin İ975 yılında toplanmış olması ve (IMF aracılığıyla olsun, döviz piyasalarına müdahale konusunda kolektif an laşmalar yoluyla olsun) uluslararası eşgüdüm uygulamalarının o gün-
.94
KAPİTALİZMİN PO L.T.K-EKONOM.K DÖNÜŞÜMÜ
Şekil2.14ABD'de banka iflasları, 1970-1987. (Kaynak: Federal Deposit and Insurance Corporation) den bu y an a yoğunlaşm ası, 1 9 8 7 m en k u l d e ğ e r le r b o r s a s ı çöküntüsü nün ardından daha da g ü çlü h ale g e lm e s i, s a n ır ım h iç d e raslantıyla açıklanamaz. K ısacası, son iki o n y ıl b o y u n c a , k a p ita lis t d ev letler tek tek yitirmiş oldukları g ü cün bir b ö lü m ü n ü b ir k o le k t iv it e olarak yeni den kazanmak için bir m ü ca d ele v e r m işle r d ir. 1 9 8 2 d e I M F v e Dünya Bankası uluslararası m ali p a zarlıklarda k a p it a lis t u lu s -d e v le tle r in ko lek tif gücünü kullanacak m erk ezi o to rite o la r a k b e lir le n d iğ in d e bu eği lim kurum sallaşm ış oluyordu. B u g ü ç g e n e ll i k le k a m u harcamalarında kısıntılar, gerçek ücretlerde d ü şü ş, para v e m a li y e p o litik a la r ın d a ke mer sıkm a uygulam alarını d a y a tm a y ö n ü n d e k u lla n ılır . B u o kadar ileri gitm iştir ki, 1 9 7 6 ’dan bu y a n a S a o P a u lo 'd a n J a m a ic a 'n ın başkenti Kingston’a, Peru’dan Sudan v e M ısır 'a " IM F a y a k la n m a la r ı" olarak anı lan bir toplum sal o la y la r d a lg a sın a y o l a ç m ış tır . ( B u n la r ın tam bir liste si VValton, 1987'de b ulunabilir.)
Fordist dönemden kopuştan çok bir sürekliliğe işaret eden birçok başka gösterge mevcuttur. Dünya ekonom isinde 1980'li yıllarda ne oranda büyüme olduysa, bunun ardında A B D ’nin, tem el olarak savun ma harcamalarından kaynaklanan dev bütçe açıkları yatmaktadır. Bu
FORDİZMDEN
ESNEK
Bİ Rİ KİME
195
. llVaulamalarm hiçbir biçimde gününü doldurmamış olduMürüyor* Ne de "serbest ve deregülasyona bağlıcirket birleşme dalgasıyla, büyük şirketlerin yerlerini sağı k i°uı‘— r*«;ıVla ve farklı ulusal kökenlerden sözde rakip firmaların U ^ st,rnl h ila rın olağanüstü derecede artışıyla tam bir uyum içindels m dakl. ulus-devlet ile ulusötesı sermaye arasında çatışma alanlayine de’ ktlğj söylenebilir; bu da büyük sermaye ile müdahaleci rtjıin ofta^anda Fordist dönemde çok tipik olan türden bir uyuşmanın jgvlet ^ ^ t a d ı r . D evlet şimdi çok daha sorunlu bir konumdadır. Bir altım kaz"13* Rar adına büyük sermayenin faaliyetlerini düzenlemesi yandan uU»s * ^ yandan ise, yine ulusal çıkar adına, ulusötesi ve kütalep ed'lrrıe a ’itaü cezbetm ek ve daha çekici ve kârlı iklimlere doğru resel fınaf s|nI (döviz kontrolüne başvurmaksızın) engellemek için serfliaye jS*ndan çekici bir ortam” yaratmaya zorlanmaktadır. .^hayatı açı me tekd ülkeler arasında önemli farklılıklar gösterT b le iktidardaki hükümetin ideolojik rengi ne olursa olsun olsa 1tspanyol sosyalistlerinin son dönemdeki deneyimi bu nok(Frans!z V^elirgin kılıyor), 1972'den bu yana kapitalist dünyanın tamatay1 iyıce . in ekonom iye müdahale kapasitesinin yanı sıra, bu müdamıncla’ ^çimlerinin ve hedeflerinin de önemli oranda değişmiş olduğuhalento >Ç ^ vardır xsle var ki bu, devlet müdahaleciliğinin genel na ili§kın ç anlamına gelmiyor; çünkü bazı bakımlardan (özellikle olarak az denetim açısından) devlet müdahalesi hiçbir zaman olİğ ık a d a r h a y a ti önem taşıyor. mi§
Bu bizi so n o la r a k , d a h a d a d i k e n li b ir so r u n u e le a lm a y a itiyor: bu y a n a ö lç ü le r in , â d e tle r in , p o lit ik v e k ü ltü rel tavırların n e nda değiştiği v e b u d e ğ i ş i k l ik l e r in F o r d iz m d e n e s n e k b ir ik im e g e cısTe ne derece b ü t ü n le ş t iğ i s o r u n u n a . Y e n i m u h a fa za k â rlığ ın p o litik başarısı e k o n o m ik a la n d a b ü t ü n s e l b ir b a ş a r ıy a b a ğ la n a m a z ç ü n k ü ta b lodaki o lu m su z y ö n le r ( y ü k s e k i ş s i z l i k , d ü ş ü k b ü y ü m e , b e k le n m e d ik üretim kaym aları, b a ş d ö n d ü r ü c ü h ı z l a y ü k s e le n b o r ç la r ) k a r ş ıs ın d a t e k dengeleyici fa k tö r e n f la s y o n u n k o n t r o l a ltın a a lın m ış o lm a s ıd ır . B u n dan dolayı b a z ı y o r u m c u la r , b u p o l it ik b a ş a r ıy ı, 1 9 5 0 1 i v e 1 9 6 0 1 ı y ı l larda en azın d an i ş ç i s ı n ı f ı ö r g ü t le r in d e v e ö t e k i t o p lu m s a l h a r e k e tle r d e hegemonik bir e t k iy e s a h ip o l a n k o l e k t i f ö l ç ü v e d e ğ e r le r d e n , h a y a tın birçok alanına n ü f u z e d e n b ir g i r i ş i m c i l i k k ü ltü r ü n ü n m e r k e z in d e y e r alan çok d ah a r e k a b e tç i b ir b i r e y c i l i ğ e k a y ı ş a a tfe d iy o r la r . Y a l n ı z c a g i rişimciler a r a sın d a d e ğ i l , i ş g ü c ü p iy a s a la r ın d a d a g ö r ü le n b u y o ğ u n l a ş 1970’ten
mış rekabet, e lb e t t e b a z ı la r ı n ın y ı k ım ın a , h a t ta m a h v ın a y o l a ç m ış tır ,
196
KAPİTALİZMİN POLİTİK-EKONOM/K D Ö NÜŞ Ü^^
am a aynı zamanda solda bile birçok insanın, d ev let kontrol(jn kelci büyük şirketlerin gücünün boğucu ortodoksisi ve b ü r o k ^ Ve fekarşılaştırıldığında olumlu bulduğu bir enerji patlaması yaram!^SlSl ğu da yadsınamaz. Bu rekabet aynı zamanda gelirin , büyük öl 5 ° ,(,üten ayncalıklı olanlar lehine, önemli oranda y en id en da ğ ılJnil lamıştır. Günümüzde girişimcilik sadece iş hayatına d eğ j]t j,e 1
10
m i, enformel sektör üretiminin büyümesi, işgücü piyasasının ^ y^nefi» m esi, araştırma geliştirme gibi hayatın birçok alanına dam ga ° r^ddeJK yor; akademik, edebi ve sanatsal faaliyetlerin korunaklı dün ^ ' 01 Vüru' y a s,na biıe temellerin roruızıuucu csuca. ı/uuuun, 6 ^y^ ıC luıarniığj m a k °ıSa ^ tır; nedenselliğin (eğer böyle bir şey varsa) y ö n ü hiç de a ç ık / VGaçjk' le. Öncelikle, sermayenin daha esnek dev in im i, m odern h ° Sa bidizm döneminde kök salmış olan daha y e r le şik değerleri !^ at,n’ ^oryeni, uçarı, gelip geçici, anlık ve olum sal y önün ü vurgular R 6? 2İyade. lem ooyıece (emeK üzerinde den etim in böylece guçıeşııgı güçleştiği oranaa oranda (emek tifeyyönündeki çabanın ana hedeflerinden biri tam da kolektif antlnIıriası leştirmekti), başıboş bireycilik, Fordizmden esnek birikim 6y,enıi Cy,enıi t bette yeterli değil ama gerekli bir koşulu olarak yerli yv er e ç i§in. el eler' C &ggeÇ,?,n’ de olsa, yeni üretim sistemlerinin uygulamaya sokulma106 °tUrUr yeni şirketlerin kuruluşunda, iş hayatında yeniliklerde v T ’■^ 0,araJc görülen patlamanın bir ürünüydü. A m a Simmel'in n 9 7 o f lriŞ,nici,ikte önce belirttiği gibi, bu tür parçalanma ve e k o n o m ik pü J ^ ZaiTlan nemlerindedir ki, istikrarlı değerler arayışı . a ile , d in kunımlann otoritesi konusunda artan bir v u r g u n u n ’™
8 1
tenıel
yol açar. Gerçeklen de, 1970 dolaylarından bu y a n a B a n T Ç,knıasi1» tur kuramlara ve bunların tem sil ettiğ i d eğ e r le r e v e r i? (andığına ilişkin fazlasıyla gö sterg e m e ^
6
f iu
azından akla yaktndtr ve dolay,s,yladaba d ik k at i birim e, dır. Şimdi karşımızdaki'ilk gö rev k a p ita lizm in h- u-
T ^ 'n d a b u
ü? S * ?
4 ," t" ar e" ,n c e,e n meli-
onemli değişimin temellerinin bir y o ru m u n u ö z e t l e m e k t i r ' ' ' ' " * " ^ 6“
Geçişi Teorileştirmek
Heniiz tamamlanmış olmaktan uzak ve her h i ı . ibi, önemli bakımlardan kısmi kalması kaçın,İm
ayne" Pordizm
MnarihseFİ mış bulunuyoruz. Geçişin zorunluluğunu olm u lkilem!e karşıll üretici güçlerde hem de 6 man"S'nı kavra çıkm akta olan köklü yeniden d ü z e n le m e ^ T " " 531 i,i5kilerde ortaya’ ı^ında kapitalizmin dinamikleri konusunda ger e"'den yaP'Ianmalar ilen sürülmüş olan teorik formülasyonlar 1 T ™ ile ve «ünümüzde mlmalıdır? Nihayet, günümüzdeki rejimi süreghm tdeİİŞİkli8 e ‘abi tugibi görünen bu surecin olas, seyrini ve son^ 8 kte olan bir devrim bilecek yeterlilikte tasvir edebilir miyiz? Ç,annı bir ölçüde kavra™ Fordizmden esnek birikime gecis nem ı. s,adan ciddi soranlar yaratıyor. K e y „ S " ^ te°ri aç kısın, denge teorısyenleri de başka herkes tan m° netaris«er, neoklasft Geçış, Marksistler için de ciddi ikilemler iş durum
S
^
0^
yabilir miyiz? Hem
lıdeğişiklikleriyakalayabilmek anı "ı^' ^ iddiad an vazgeçere^h'"" burada bile sorunlar V£m?hang^eriler y h ^ 1-' aVCdl^lnas° y unduA m a lecek, hangi veriler olumsal gelk,„ göstergeler olarak kahnl - h
j i ™ ? ' ÇUılmaklır. Tablo j j " 1" ' fk'İl;'l:l|Ha[i bi, çerçeveye yer.
olumla S
»
,
"
™
;
! 98
KA P İ T A L İ Z Mİ N POLİ Tİ K - E K O N O M I K D Ö N Ü Ş Ü M Ü
oranla güç ilişkilerini ve politikayı öne çıkarıyor. Swyngedouw ( 1986) tarafından öne sürülen üçüncü yorum, teknolojide ve emek sürecinde meydana gelen dönüşümler konusunda çok daha fazla ayrıntı veriy0r ve birikim rejiminin ve ona bağlı düzenleme tarzlarının nasıl d e ğ iş tiğ i değerlendiriyor. Her üçünde de karşıtlık, sürekliliklerden ziyade farklı lıkları vurgulamak için kuşkusuz pedagojik bir araç olarak kullanılıyor; yazarlardan hiçbiri meselelerin bu şemaların gösterdiği kadar yalın ve tamamlanmış olduğunu iddia etmiyor. Yine de şemalar bazı kesişmele re rağmen bazı farklılıkları da ortaya koyuyor ki, bu farklılıklar değişip nedensellik mekanizmalarına işaret ettiği için öğretici olacaktır. Halal, Schumpeter'in kapitalizmin sürükleyici gücü olarak girişimcinin yeni liklerini alan teorisine daha yakın görünüyor; bu yüzden, Fordizmi ve Keynesçiliği kapitalist ilerleme içinde talihsiz bir ara dönem olarak yo rumlama eğiliminde. Lash ve Urry yaşanan evrimi, kısmen, güçlü bir kolektif işçi sınıfı politikasının maddi koşullarının çöküşe uğraması larak görüyor ve bu çöküşün ekonomik, kültürel ve politik köklerini -aştırmayı deniyorlar. Geçişi nitelemek için kullandıkları "örgütlenmiş"ve "örgütlenmemiş" terimleri ile günümüz kapitalizminin tutarlılı ğından ziyade çözülüşünü vurgulamış oluyorlar; böylece, birikim reji minde bir geçiş olasılığı ile yüz yüze gelmekten kaçınıyorlar. Svvyngedouvv ise, üretim tarzındaki ve sanayi örgütlenmesindeki değişiklikleri vurgulayarak geçişi Marxgil ekonomi politik geleneğinin çerçevesine yerleştirirken açıkça düzenleme okulunun dilini benimsiyor. Ben kendimi Svvyngedouvv'un yorumuna daha yakın hissediyo rum. Ama düzenleme okulunun dili ötekilerden daha fazla ayakta kal dıysa, bunun bu okulun göreli olarak daha pragmatik olan yaklaşımın dan dolayı olduğunu sanıyorum. Düzenleme okulunda geçişlerin me kanizmaları ve mantığı konusunda ayrıntılı bir kavrayışa ulaşma yolun da pek az çaba görülüyor, belki de hiç görülmüyor. Bana öyle geliyor ki bu ciddi bir eksiklik. Bu boşluğu doldurmak için, tem ellere dönmek ve genel olarak kapitalizmin temelinde yatan mantığı ele almak gereki yor. Hiç kuşku yok ki, Marx'ın eşsiz erdemi, 19. yüzyıl ortasında İngil tere de yürürlükte olan, ana hatlarıyla rekabetçi bir laissez fa ir e (bırakı nız yapsınlar) düzenleme tarzına sahip bir kapitalizmin incelenm esi te melinde, genel olarak kapitalizmin bir teorisini inşa etm iş olmasıdır. yleyse, Marx a göre kapitalist bir üretim tarzının "değişm ez unsurları ve ı ış ileri olan temellere dönelim ve günümüzün ekonom i politiğini g ayan ütün yüzeysel köpük ve buharlaşmanın, bütün parçalan ma ve sarsıntıların altında bu temellerin ne ölçüde varlıklarını sürdür-
GEÇİŞ t TEORİLEŞTİRMEK Tablo 2 . 6 Halal'agöreyeni kapitalizm Eski Kapitalizm (Sınai paradigma)
Yeni Kapitalizm (Sınai-sonrası paradigma)
zorlu büyüme
akıllı büyüme
mekanik yapı
piyasa şebekeleri
otoriter komuta
katılımcı önderlik
mali hedefler
çoklu hedef
yönetimin odağt
operasyonel yönetim
stratejik yönetim
Ekonomik m akro-sistem
kâr merkezli büyük sermaye
demokratik serbest girişim
kapitalizme karşı sosyalizm
kapitalizm/sosyalizm melezleri
llerlemenin ufku
Qrganizasyon v e rm e
süreci
Karar
msal değerler
Kuruı
Dünya siste m i
Kaynak:
Halal, 1986
düklerini görelim. Esnek birikim hâlâ kapitalizm in bir biçim i olduğuna göre, birtakım temel önermelerin geçerli olm asını bekleyebiliriz. Bu önermeleri The limits to C apital (Serm ayenin Sınırları) başlıklı başka bir çalışmamda (Harvey, 1982) ö zetlem ey e çalıştığım için, burada o çalışmamdaki te mel bazı noktaları çıkartıp kullanacağım . Ö zel olarak da, herhangi bir kapitalist üretim tarzının üç ana ö zelliğ in e değineceğim . 1. Kapitalizmin yüzü bü yüm eye dönüktür. D üzenli bir büyüme oranı kapitalist bir ek on om in in sa ğlığ ı için vazgeçilm ez bir nitelik taşır, çünkü kârı mümkün kılan v e serm aye birikiminin sürdürülmesini sağla yan büyümedir. Bu dem ektir ki kapitalizm , ortaya çıkabilecek toplum sal, politik, jeop olitik ve ek o lo jik sonuçlar ne olursa olsun, üretimin g e nişlemesi ve gerçek d eğerlerin artması için bir zemin yaratmak ve fiili yatta bu sonuçlara ulaşm ak zorundadır. Zorunluluk bir erdem halinde sunulduğu ölçüde, bü yü m en in hem kaçınılm az hem de iyi bir şey oldu ğu iddiası kapitalizm in id eo lo jisin in köşe taşlarından biridir. Buna bağ1°iarak,
kriz bü yüm enin y o k lu ğ u olarak tanımlanır.
200
Tablo 2.7 L
a s h
veUrry'ye göreörgütlenmve örgütlenmemiş kapi,ali arasında karşılaştırma
Örgütlenmiş kapitalizm
Örgütlenmemiş kapitalizm-
düzenlenm iş ulusal p a z a r la r d a sanayi, bankacılık ve ticaret serm ayesinin y o ğ u n la ş m a s ı ve m erkezileşm esi
hızla artan büyük şirket gücünün ulusal pazarlardan uzaklaşması. Sermayenin artan ölçüde uluslararasılaşması ve bazı durumlarda sınai serm ayenin serm ayesinden ayrılm ası
sahipliğin kontrolden artan ölçüde ayrılması ve karmaşık yönetim hiyerarşilerinin ortaya çıkışı
genişlem esi süren yönetsel katmanlann, sın ıf politikasından oldukça farklı, kendilerine özgü bir bireysel ve politik gündem oluşturm alan
yeni yönetsel, bilimsel, teknolojik aydın katmanlarının ve bir orta sınıf bürokrasinin büyümesi bölgeler ve ulus devletler çerçevesinde kolektif örgütlenmelerin ve toplu pazarlığın gelişmesi devlet ile büyük tekelci sermaye çıkarlarının yakından eklemlenmesi ve sın ıf temelli refah devletçiliğinin yükselişi
ekonomik imparatorlukların yayılması ve deniz aşın üretim ve pazarların denetimi
farklı sınıf çıkariannın, müzakereere dayal, uzlaşmalar ve bürokra tik düzenlemeler aracılığıyla oluş-
mavi yakalı işçi sınıfının göreli/m utlak gerilem esi ulusal çapta toplu pazarlığın etkisinde gerileme
büyük tekellerin devlet düzenleme sinden artan ölçüde bağımsızlaşma sı ve merkezileşmiş devlet bürokra sisine ve iktidarına çeşitli biçimler de kafa tutma üçüncü dünyanın sanayileşmesi ve bunların rekabeti karşısında sanayisizleşen merkez ülkelerin hizmetlerde uzmanlaşmaya dönüşü
sm ıf temeline dayalı politikanın ı kurumlann düpedüz gerilemesi
Örgütlenmemiş kapitalizm
ö rsü tle n ^ l! ^ E ! ^ ^ lb ir ulusal g ü n d e m ç e rç e v e -
Je-bütünle^ri'm es.
^ b ilim s e l rasyonalUenin ^emonyas*
kültürel parçalanma ve çoğulculuğun yanı sıra geleneksel sınıf ya da ulus kimliklerinin altının oyulması
kapitalist ilişkilerin nispeten az
kapitalist ilişkilerin birçok sektör ve bölgeye dağılması
sayıda s e k tö r ve bölgede yoğunlaşması madencilik ve imalat sanayii sektörleri istihdamın hâkim kaynaklan
madencilik ve imalat sektörlerinde belirli bölgelerde güçlü bir
madencilik ve sanayi sektörlerinin gerilemesi, organizasyona ve hizmetlere dönük sektörlerin yükselişi bölgesel-mekânsal işbölümünde dağılma, farklılaşma
yoğunlaşma ve uzmanlaşma fabrika (işgücü) büyüklüğünü arttırma yoluyla ölçek ekonomisi arayışı
fabrika ölçeğinde, coğrafi dağılma, artan ölçüde taşerona iş verme, küresel üretim sistemleri aracılığıyla küçülme
merkezileşmiş (ticari ve mali) hizmetlerin sunuluşu yoluyla bölgelere hakim olan büyük sanayi kentlerinin gelişm esi
"modemizm"in kültürel-ideoloiik bütünlüğü
\------------------------------(1987)'den hareketle
sanayi kentlerinin gerilemesi, kent merkezlerinden çevresel ve yan-kırsal bölgelere doğru dağılmanın yakıcı iç kent sorunlarına yol açması "postmodemizm"in kültürel-ideolojik bütünlükleri
Tablo 2 .8 Sıvyngedouıu 'agöre Fordam
birikim arasında
karşılaştırma
Just-in-time üretim (çeşit ekonomileri temelli)
F ordist üretim (ölçek ekonomileri temelli)
A. ÜRETİM SÜRECİ
küçük deste üretimi türdeş malların kitlesel üretimi çeşitli ürün türlerinin esnek ve küçük deste halinde üretimi
birömeklik ve standartlaşma
tampon görevi gören büyük mal stoklan kalitenin üretim sonrası sınanması (defolu mallann ve hatalann geç farkına varılır)
stoksuz çalışma
kalite kontrolü sürecin parçasıdır (hatalann derhal farkına vanlır)
hatalı parçalann derhal süreçten çıkanlması
defolu mallar tampon stoklar içinde gizlenir uzun kuruluş süreleri, hatalı parçalar, stok darboğazları vb. dolayısıyla üretim kaybı kaynaklar tarafından yönlendirilme
zaman kaybının düşürülmesi, "işgününün geçirgenliğinin" azaltılması talep tarafından yönlendirilme
dikey ve (bazen) yatay bütünleşme
dikey (-benzeri) bütünleşme taşerona iş verme
maliyetlerin ücret kontrolü yoluyla düşürülmesi
"yaparak öğrenme"nin uzun vadeli planlamaya katılması
B.
ÇALIŞMA
işçinin tek bir görevi yapması
çoklu görev
ücret düzeyine göre ödeme (iş tasanmı ölçütleri temelinde)
kişisel ödeme (ayrıntılı prim sistemi)
203
Just-irı-time üretim (çeşit ekonomileri temelli)
a<-ileri d ü ze y d e u z m a n la ş m a
görev aynmmın kaldırılması
ilerde Uerı
ijbaş, eğitin'i çok az ya da hiç yok
uzun işbaşı eğitimi daha yatay iş örgütlenmesi
dikey >5 örgütlenmesi ürenme deneyimi yok
işbaşında öğrenme
inin sorum lu lu ğunun a z a ltılm a sı yön^nde^vürgu (iş g ü c ü n ü n d is ip lin inde vurgu (ı altına alınması)
işçinin ortak sorumluluğuna vurgu
çekirdek işçiler için yüksek düzeyde istihdam güvencesi (hayat boyu istihdam). Geçici işçiler için iş güvencesi yok, kötü çalışma koşullan
İŞ güvencesi y o k
C.
MEKAN
işlevsel mekânsal uzmanlaşm a (merkezileşme/ ademi merkezileşme)
mekânsal kümeleşme ve yığılma
mekânsal işbölümü
mekânsal bütünleşme
bölgesel işgücü piyasalannın türdeşleşmesi (işgücü piyasalannın mekânsal olarak parçalara
işgücü piyasası farklılaşması (işgücü piyasasının tek noktada parçalara aynlması)
aynlması)
Paçaların ve taşeron firmaların nya ÇaPmda aranması
dikey olarak hemen hemen bütünleşmiş fırmalann mekânsal yakınlığı
Just-in-time üretim (çeşit ekonomileri temelli)
Fordist üretim (ölçek ekonomileri temelli)
D. DEVLET
deregülasyon/yeniden düzenleme düzenleme esneklik katılık
toplu pazarlık
bölünme/bireyselleştirme, yerel ya da firma temelinde pazarlık
refahın toplumsallaşması (refah
kolektif ihtiyaçların ve sosyal güvenliğin özelleştirilmesi
devleti) uluslararası istikrarın çok-yanlı anlaşmalar aracılığıyla sağlanması merkezileşme
uluslararası istikrarsızlık; artan jeopolitik gerilimler ademi merkezileşme; bölgeler ve kentler arasında keskinleşen rekabet
"sübvansiyon" devleti/kenti
"girişimci" devlet/kent
gelir ve fiyat politikaları aracılığıyla piyasalara dolaylı
piyasalara tedarik politikaları aracılığıyla doğrudan müdahale
müdahale ülke çapında belirlenmiş bölgesel politikalar
"alana bağlı" bölgesel politikalar (üçüncü taraf biçimi)
ve geliştirme
devletçe finanse edilen araştırma ve geliştirme
başını sanayinin çektiği yenilikler
başını devletin çektiği yenilikler
firmalarca finanse edilen araştırma
< £ £ » » < - r * L
(ölÇe
Just-in-time üretim (çeşit ekonomileri temelli)
-—
E. İDEOLOJİ
nlkU tüketim mallarının
da,S ta ketimi: tuketım top
bireyselleşmiş tüketim: "yupi" kültürü postmodemizm
modernizn1 bUtünsellik/yaPlsa l r e fo r m
toplumsallaşma
özgüllük/uyum bireyselleşme/"seyirlik" toplum
jtoy/ıfflt S w yngedouw ( 1986)
2
Gerçek değerlerde artış, canlı em eğin üretimde sömürülmesine
dayanır. Bu, em ek düşük ücret alır dem ek değildir; büyümenin, her za
man, emeğin yarattığı ile eld e ettiği arasındaki farka dayandığı anlamı na gelir. Bunun anlam ı şudur: hem üretimde hem de piyasada emek üze rinde denetim kapitalizm in varlığını sürdürmesi için yaşamsal öneme sahiptir. Kısacası, kapitalizm serm aye ile em ek arasında bir sınıf ilişki si üzerinde yükselir. E m ek üzerinde denetim kapitalist kâr açısından bu derecede yaşamsal oldu ğuna göre, em ek üzerinde denetim ve piyasa ücreti üzerindeki sın ıf m ü cad elesi dinam iği de kapitalist gelişm enin seyri için hayati ön em taşır. 3. Kapitalizm, tek n o lo jik v e organizasyon el bakımdan zorunlu ola rak dinamiktir. Bu kısm en , rekabetin zorlayıcı yasalarının, tekil kapita listleri, kâr arayışı için d e, birdirbir oynarcasına yeniliklerle birbirleri nin ötesine g eçm ey e itm esind en dir. A m a organizasyonel ve teknolojik Eğişim aynı zam anda, işg ü c ü piyasalarında ve em ek üzerinde denetim ‘‘•anında her iki taraftan da verilen s ın ıf m ücadelesinin dinam iğini etki m ek bakımından kilit bir rol oynar. Ü stelik, eğer em ek üzerinde dene tim kâr üretimi açısın d an b e lir le y ic i ise ve düzenlem e tarzı için daha ?enı|
sorun n iteliği ta şıy o rsa , o zam an düzenlem e sistem inde (öm elet aygıtında, p o litik bütünleştirm e v e tem sil sistem lerinde vb.)
,-rlK-EKONOMİK DÖNÜŞÜM Ü j_,IZMİN POLİ * 1 k a p ita l i|enme, kapitalizmin sürdürülmesi
206
teknolojik ve o
f
a
S
S
r
C
g
h
*
e
-
m
kaçınılmaz, hem de iyi bir
.....
başardığı şu oldu: kapitalist bir üretim tar Marx'.n ortaya koymayı ^ ^ çelişi(ctir; dolayısıyla, kapim ,^
zının bu üç zorunlu koşu' ^ eğilim lidir. Marx m tahliline göre min dinamiği zorunlu omgdüzenIİ ve sorunsuz bir büyümeyi bu uç zorunlu koşul hiç ^ m y a geIem ez. Kapitalizmin kriz eğj. sağlayacak bir bileşim 'Ç dönemsel olarak aşırı birikim evrelerinin or. limleri somut gerçeKiı* binkim, aüı sermaye ile atıl em eğin yan. taya çıkmasına yol açar ? aklann toplumsal bakımdan yararlı iş.
yana v a r o ld u ğ u , ama
^ ^ araya getiriiemediği bir durum
Ier yapma a™acıyl* " ‘‘e |lesmiş bir aşın birikim durumunun varlığ,nm olarak tamm'anır ö ^ ta,ep edilm eyen bir m eta fazlası ve göstergeleri, aUİ u |eme biçim inde tutulabilecek olan) bir stoklarda üşın ytg * ek işsiz| iktir. 1930'lu yıllarda varolan ve ? 9 7 3 ’tenter^ dönemsel olarak beliren koşullar, aşır, birikim eğiliminin tiPİkö S y s e rİM ^ £ i f ° w S eİ m birikim eğilim inin kapitalizm altmda hiçbir zaman ortadan kaldırılamayacağıdır. Her tur kap, alıst üretim S Ç n bu hiç sona ermeyecek ebed, bır sorundur D olayısıyla tek soron şudur: aşın birikim eğilimi, kapitalist toplum sal düzen, tehdıt et memesi için ifadesini nasıl bulmalı, nasıl denetim altm a alınm alı, mas sedilme» ya da yönetilmelidir? Burada burjuva hayatının ve politikası nın kahramanca yönü ile karş, karş,yayız: eğer toplum sal düzen kargaşaya yuvarlanm ayacaksa, gerçek tercihler yapılm ası zorunludur. Bu tercihlerin bazılarına göz atalım. 1. Metalann, üretken kapasitenin, para değerinin d eğ ersizleşm esi, ve buna belki de doğrudan imhanın eşlik etm esi, serm aye fazlasıyla ba şa çıkmanın yollarından biridir. Basit bir şek ilde sö y len d iğ in d e , değersizleşme, sermaye teçhizatının (özellikle fabrika bin ası v e makinaların) değerinin "düşürülmesi" ya da "gözden çıkarılm ası", fa zla m al stokları nın düşük fiyattan elden çıkarılması (ya da 1930'lu yıllarda Brezil ya'daki ünlü kahve yakma olayında olduğu gibi a ç ık ç a im h ası) ya da paranın gücünün enflasyonist bir aşınm aya u ğram asının yanı sıra borç yükümlülüklerinde yaygın biçimde ödem ezliklerin ortaya çıkmasıdır. Benzer biçimde, işgücü de değersizleşebilir, hatta im h a ed ileb ilir (yük-
GEÇİŞİ TEORİLEŞTİRMEK
207
..mürü oranlan, düşen gerçek gelirler, işsizlik, işbaşmda daha ,e|en s0 " 1 gnkta g erilem e v e daha düşük hayat beklentisi vb.) Büyük çok öliWn’ nem serm ayenin hem em eğin büyük ölçüde değersizleşm esiW reSl olmuştu; n . D ü n y a Savaşı'nda aym şey daha da yoğun olarak rıetanl , 9 7 3 'ten bu yana, aşırı birikim e bir cevap olarak değersizleşK'r Sürü Örneği v erileb ilir, bu konuda veri bolluğu vardır. Ama * eD lesmenin p olitik bir bedeli vardır ve işçilerin ve karmaşık mod^ efS italist toplum u oluşturan başka toplumsal sınıfların yanı sıra dern sınıfın da g en iş k esim lerini zor duruma düşürür. Silkelem e ^pitalıs iy i bir şey olabilir, am a denetim altına alınmamış ifbifdereCdev ölçek li bir d e ğ e rsiz le şm e kapitalist rasyonalitenin irrasyolaSİaf Vünü o kadar gaddar b içim d e ortaya koyar ki, (sağdan ya da solnel y? tür devrim ci tepki alm ak sızın uzun süre sürdürülebilmesi oladan) * N e var ki, y ö n len d irilm iş d efla sy o n ist politikalar aracılığıyla naKSlZ11ü değersizleşm e, aşırı b irik im le başa çıkm anın çok önem li ve hiçdeazrastlanmayan y ö n tem lerin d en biridir. 9 B ir d ü zenlem e sistem in in kurum sallaştırılm ası aracılığıyla kuruak makro-ekon om ik d e n e tim , aşırı birikim sorununu, bazan hatırı sa^ ır dönem ler b o y u n ca kontrol altında tutabilir. H iç kuşku yok ki, ne kâdar kırılgan o lsa da bir g ü ç le r d en g e si yaratılarak aşırı birikim soru nunu ortaya çıkaran m ek a n izm a la rın (tek n olojik v e organizasyonel deoişimin hızının yanı sıra e m e k üzerindeki denetim konusundaki müca dele), düzenli b ü y ü m ey i sa ğ la m a alacak biçim de yeterince kontrol al tında tutulabilmiş o lm a s ı, F o r d ist-K e y n e sç i rejim in bir m eziyetiydi. Ama Fordist üretim in, b e lirli bir d ö n em boyu nca düzenli bir makro-
ekonomik b ü yü m ey i s a ğ la m a a la b ilec e k şek ild e K eyn esçi bir devlet düzenleme tarzıyla b ir le ş m e si iç in bü yük bir aşırı birikim krizinin ya şanması gerekm işti. O za m a n o ld u ğ u g ib i şim di de, ö zg ü l bir birikim rejiminin y ü k se lişi, aşırı b irik im sorununun inatçı biçim de varlığını sürdürmesi karşısın da, zo ru n lu o larak şu y a da bu tikel am aca bilinçli biçimde yö n e lm e y e n bir d iz i p o litik v e ek o n o m ik kararın bütünlüğünün sonucu olarak g ö r ü lm e lid ir.
3. Zamansal ve mekânsal kaydırma yoluyla aşırı birikimin emilmeû, bence, aşrrı birikim sorununun kontrol altına alınmaya çalışılması bakımından çok daha zengin ve uzun soluklu, ama o ölçüde de sorunlu bir zemin oluşturur. Burada tartışma, ayrıntıları açısından oldukça karmaşıktır; bu yüzden yine daha önceki yayınlarımdaki sergilemeden
208
K APİ TALİ ZMİ N P O L . T . K - E K O N O M . K
(Harvey 1982, (a )
Z am ansa k
şılamak
DÖ N Ü ŞÜ
m
Ç
bugünün ihtiy aÇ'annı kargeleCekteki kullanım lann araştınlmas,
J üresinde (parasal yat.nm ların yatırım cıya kâr g e,ir.
geÇf bir tozlanma yoluyla bu yılın hız artışının g e çe n y,h n faz|a me hızında) bm toz amn ^ serm aye v e em ek fa2İaS]> • kapasitesini e
jkalara f,ziicSel ve toplum sal altyapılara ve ben
zerineyapıîacak uzun dönemli yatırımlara dönüş y o lu y la em ilebilir. Bu ffir vatırmlar halihazırda varolan fazlalar, em erek bunların değer karş,bğm gelecekte, uzun bir vade sonunda g e n getirir, (1930'lu y ıl,arda gelişmiş kapitalist ülkelerde depresyon koşullarıyla m ü cad ele etmek kin geliştirilen kamu altyapı programlarının ardında yatan bu ilkeydi.) Ne var ki, bu geçişi yapma kapasitesi, kredinin eld e edilebilirliğine ve "hayali sermaye oluşumu" olanaklarına bağlıdır. B u sonuncusu, nomi nal bir para değerine ve kâğıt üzerinde bir varlığa sahip olan ama verili bir anda gerçek üretken kapasite ya da fizik sel a k tif olarak karşılığı ol mayan, bunlarca desteklenmeyen sermaye olarak tanımlanır. Hayali sermaye, yararlı aktiflerde (örneğin kârlı olarak işle tile b ile c ek fabrika ve makinalarda) ya da metalarda (kârlı biçim de satılab ilecek mal ve hizmetlerde) uygun bir artışa yol açan yatırım lar y a p ıld ığ ı ölçüde ger çek sermayeye dönüşür. Bu yüzden, gelecek te kullanım için zamansal kaydırma aşırı birikim sorunu açısından kısa d ö n em li palyatif bir ön lem olarak kalır. Tabii, sürekli olarak hızlanan bir hayali serm aye olu şumu ve genişleyen uzun dönemli yatırımlar a ra cılığ ıy la kesintisiz bir kaydırma yoksa. Bu ise borçlulukta sürekli ve d e v le t tarafından destek lenmiş dinamik bir büyümeye bağlıdır. 1945'ten sonra ileri kapitalist ülkelerde Keynesçi politikalar kısmen böyle bir etki doğurm uştur. Fazlaların devir süresinde bir hızlanma y o lu y la e m ilm e si (ki bu ya kın dönemin esnek birikiminin güçlü bir eğ ilim id ir) ortaya farklı türden bir teorik sorun çıkarır. Yoğunlaşan rekabet hiç k u şk u su z tekil firmala rı devir süresini hızlandırmaya iter. (D aha h ızlı d e v ir süresine sahip olan firmalar bu yoldan aşırı kâr elde etm e v e b ö y le c e daha kolay ayak ta kalma eğilimindedirler). Ama bu, devir h ızın d a , top lam fazlaların
verecek §e^ilde bir toplam hızlanm ayı ancak bazı kov a tif
h t m ,a ^arat,r P â n ım d a bile bu en iyisinden k ısa d ö n e m li pal-
olarak h ızlan!? °
t0Plumsal devir sü resin i yıl be yıl sürekli
miş aktiflerin I ™3 r ana^ / ° ^ sa- (B u ç ö z ü m d e hiç kuşku yok ki geÇ' tlr- Çünkü h ızlan ^ 1 ^ bölümünün değersizleşm esiyle s o n u ç la n a c a k ma genellikle eski teknolojinin yerini alan yeni tekno-
GEÇİŞİ TEORİLEŞTİRMEK
209
, r\ g e r e k tir ir.) 10
m M ekânsal k ayd ırm a ser m a y e ve em ek fazlasının coğrafi yayılde e m i l m e s i a n la m ın a gelir. D aha ö n ce kullanm ış olduğum te-
ma1çin
, birikim so ru n u n a karşı g eliştirilen bu "mekânsal çözüm ",
rimM ist üretimin iç in d e g e liş e b ile c e ğ i yeni mekânların (örneğin altyakapltanınlarıyla) ü retim in i, ticaretin v e doğrudan yatırımların büyüm epiyaUrem ekgücünün s ö m ü r ü lm esi için yeni olanakların araştırılmasını SİIU ktirir B u r a d a da d e v le tin m a li, parasal v e gerektiği takdirde askeri
^ n ü n destek o ld u ğ u bir kredi sistem i ve hayali serm aye oluşum u, gU-ati d o l a y ı m l a y ı c ı etk e n le r olarak ortaya çıkar. Bundan çıkan sonuç
!f sudur: kapitalizm in y a y ılm a k iç in g ird iğ i m ekânlann daha önce nasıl lal e d ild iğ i ve buralarda k a rşıla şıla n direnişin d erecesi derin etkiler 'aratabilir. B azı m ekân lard a (ö r n e ğ in Ç in ) B atı serm ayesinin yerleşm e
sine karşı şiddetli bir d iren iş tarihi yaşanm ıştır; bazı başka mekânlarda (örneğin Japonya, y a da so n d ö n e m d e H o n g K ong, Singapur ve T ay van) ise, hâkim sın ıflar, hatta alt sın ıfla r, daha üstün olarak gördükleri bir ekonomik sistem e k a tılm a k iç in a k tif bir çaba gösterm işlerdir. Eğer kapitalizm in sürekli c o ğ ra fi y a y ılm a sı g erçek bir olanak olsaydı, aşın birikim sorununa n isp eten sü rek li bir ç ö zü m bulunm uş olurdu. A m a ka pitalizmin yeryü zü nde y e r le ş m e si aşırı birikim sorununun ortaya çıka bileceği mekânı g e n iş le ttiğ i ö lç ü d e , co ğ ra fi y a y ılm a aşırı birikim soru
nuna o lsa olsa kısa d ö n e m li bir ç ö z ü m o la b ilir. U zu n dön em li sonuç he men h e m en k esin lik le u lu sla ra ra sı v e b ö lg e le r arası rekabetin yoğu n laş ması ve en d ezavantajlı ü lk e v e b ö lg e le r in en ağır sonuçlara katlanması olacaktır.
(c) Z am an-m ekân k a y d ırm a la rı, e lb ette, a ş ın birikim sorununun emilmesi açısından ç ifte bir g ü c e sahiptir v e pratikte, ö z ellik le hayali sermaye oluşum u (v e ç o ğ u za m a n d e v le tin işin için e girm esi) hem za mansal hem m ek ân sal k a y d ırm a iç in e lz e m o ld u ğ u ö lçü d e, işe yarayaca olan, zam ansal v e m e k â n sa l stratejilerin bir birleşim idir. Latin merıka ya, yıllar b o y u n c a ürün ü r e tm e y e yarayacak olan uzun vadeli da7
buıu e*
in§ası
y a
da s e r m a y e te ç h iz a tı a lım ı a m a cıy la (örneğin Londra ya
serm a y e p iy a s a la n n d a h ayali serm aye oluşum u y o lu yla
etkiHbirb' ^ ° r^ ? ara v e r m e ^» a §ln b irik im in e m ilm esi açısından tipik ve
sÜçözmU a p İta lİZ m e °^an a §ın b irik im eğ ilim lerin i Fordizm na2enlevi D ü n y a S a v a şı'n d a n ö n c e F ordizm in elin d e uygun düCl araçlar o lm a d ığ ı iç in , y a p a b ild iğ i en fazlasından zam ansal ve
POLITİK-EKONOMİK 210
D önüşüm ü
KAPİTALİZMİ
alanında deneme kabilinden bazı girişim ıerde b mekânsal kaydırma alan u|ke|erjn için de kaydIrma|ar(J lunmaktı.(Bunlarbuyu V denizaşm yatırımları 19201i yıı|arda her ne kadar ABD başlamış olsa bile.) d çekleştirilen türden
Fordizm, 1930'lu ve 40 1 , y.llarda ger J bjf değersjzleşm eye büyük ölçüde başVUr 5 bu yana (büyük ölçüdg savaş
mak zorundaıkaı y ^ kavuşturmak için savaş boyunca yürütülen ^ ' 7 ‘V r â l a Î m İ m T n s o n u c u n d a ) değersizleşm enin k o n ^ T l İ S i m i n başka araçlarla emilm esi ekseni çevresinde oluştu. lii ve aşırı , rfldukca tutarlı bir birikim stratejisi ortaya çıktı. Ticari çevrimde rulan ö d d e t b sabnmalar aracılığıyla gerçekleşen değersızleşm e denetim al„. üretim araçlarının planlanmış biçim de ıskartaya ç,kar,lma. s .n a dayanan ve göreli olarak küçük sorunlar doğuran sürekli bir değer-
zlesme türüne indirgendi. Ote yandan, teknolojik ve organizasyonel değişimin hızını (esas olarak büyük şirketlerin tekelci gücü aracıl,ğ,y. la) kontrol altına alan, sınıf mücadelesini (toplu sö zle şm e ve devlet mü dahalesi aracılığıyla) belirli sınırlar içinde tutan ve kitle üretimi ile kitle tüketimi arasında devlet yönetimi aracılığıyla kabaca bir denge kuran güçlü bir makro-ekonomik kontrol sistemi yerleştirildi. A m a bu düzen leme tarzı, tetikte bekleyen müdahaleci bir devletin gözetim i altında yürüse bile, zamansal ve mekânsal kaydırmaların güçlü etkisi olmaksı zın, açıkça görülen başarı düzeyinin çok gerisinde kalırdı. Örneğin 1972'ye gelindiğinde, B usiness W eek'in A B D ekonomisi nin bir borç dağı üzerinde oturuyor olmasından şik âyet ettiğini görüyo ruz. (Ama bugün ulaştığımız irtifadan bakıldığında o dönem in "dağı" küçük bir tümsek gibi görünüyor; bkz. Şekil 2 .1 3 .) Başlangışta ticari çevrimleri denetim altına almak için kısa d ön em li bir yönetim aracı olarak düşünülmüş olan Keynesçi borç finansm anı, tahm in edilebilece ği gibi, hayali sermaye oluşumu ve bunun sonucund a borç yükünün ar tışı yoluyla aşırı birikimin emilmesi çabasının girdabına kapılmış git mişti. Uzun dönemli yatırımların devlet tarafından koordine edilen dü zenli genişlemesi, hiç olmazsa 1960'lı yılların ortalarına kadar, varolan herhangi bir sermaye ya da emek fazlasının e m ilm esi yolunda yararlı ır işlev gördü. Mekânsal kaydırma (tabii uzun d ö n em li borçlanma ile ır ı te) daha bile güçlü bir etki yaratıyordu. A B D için d e, büyük kent al tkenti? ennİ? kÖWü dönüSümünün (hem im alatın hem de konutların da sermave mpa'mn ve h
Slra ^ üney'e ve B atı’ya doğru y a y ılm a , dev miktar•fazlasını emiyordu. U luslararası planda, Batı AvPonyanm ekonomilerinin yen id en in şa sı, gittikçe hızla
GEÇİŞİ TEORİLEŞTİRMEK
211
vsız dış yatınm akımları ve dünya ticaretinin muazzam büyü |a|arın emilmesi açısından kilit bir rol oynadı. II. Dünya Sava0iesi* a ggvaş sonrası döneme ilişkin refah içinde barış" planlamaş, sıras|n ^ tınmın önündeki engellerin düzenli biçimde azaltılacağı s,- ticareraeci boyunduruğun yerini sömürgesizleştirilmiş bir kapitalist ve istem inde büyüme, ilerleme ve işbirliğinin öne geçtiği bir açık d « as alacağ! bir dünyada, sermaye birikimi için küresel bir stratejisisteml mini vurguluyordu. Her ne kadar bu programın bazı veçhelerin‘n olojik ve hayalci olduğu ortaya çıkmışsa da, içeriğinin, küresel nİn , v e vatınmda mekânsal bir devrim yaratacak ölçüde gerçekleşti r i ş olduğunu kabul etmek gerekir. S avaş sonrası uzun canlılık döneminde, Fordist birikim rejimi aşın k m sorununu esas olarak mekânsal ve zamansal kaydırma yoluyla birldü Dolayısıyla, Fordizmin krizi, bir dereceye kadar, aşırı birikim O runuyla b a ş a çıkma konusunda bu olanakların tükenmesi olarak yo rum lanabilir. Zamansal kaydırma borç üstüne borcun, elde kalan tek uygulanabilir hükümet stratejisinin monetizasyon haline geldiği nokta ya kadar yığılmasıyla sonuçlanıyordu. Bu da gerçekten yapılıyordu: o kadar çok para basılıyordu ki enflasyon fırlıyor, geçmiş borçlann ger çek değeri köklü biçimde düşüyordu (on yıl önce alınmış bin dolar bor cun, b ir yüksek enflasyon döneminden sonra pek az değeri kalır). Devir süresi, sab it sermaye aktiflerinin değeri imha edilmeksizin kolay kolay hızlandınlamıyordu. Yeni coğrafi birikim merkezleri (ABD'nin Güneyi ve B atısı, Batı Avrupa ve Japonya, ardından bir dizi yeni sanayileşmek te olan ülke) yaratılıyordu. Bu Fordist üretim sistemleri olgunlaştıkça, yeni ve çoğu zaman rekabet gücü yüksek aşırı birikim merkezleri hali negeldiler. Coğrafi olarak farklı Fordist sistemler arasında rekabet yo ğunlaştı. En etkin rejimlerle (örneğin Japon rejimi) daha düşük işgücü maliyetine yaslanan rejimler (örneğin, emekle yapılmış bir toplumsal sözleşm e fikrinin ya olmadığı, ya da çok zayıf biçimde uygulandığı üçüncü dünya ülkelerindekiler) öteki merkezleri sanayisizleşme yoluyad eğ e rsizleşm e Ebetlerine sürüklediler. Mekânsal rekabet, özellikle sonrasında, aşırı birikim sorununun coğrafi kaydırma yoluyla gip£n mesj kapasitesi tükenmeye başladıkça yoğunlaştı. Dolayısıyla, * " ! * * krizi, herhangi bir ülkenin içinde borçluluk, sınıf mücadelesi durağanlığı gibi etkenlerden doğduğu kadar, coğrafi ve r°j ? !tl ^ir krizdi de. Mesele şu kadar basitti: kriz eğilimlerini kontdeki e r \ tutma^ geliştirilmiş mekanizmalar kapitalizmin temel l i l e r i n i n ağırlığı altında çöküyordu. Aşırı birikim eğilimiyle
nün d°
.
, u
kapitalizmin
•
it
IK-EKONOMIK d ö n ü ş ü m ü
p0
mel yöntemi olarak, 1973-75 ya d a
başaçıkabilmen.ntemeiy lerinde görülen turden d
1 9 8 0 -8 2 d ö n e m .
m eye b a ş v u rm a k ta n b a ş k a y 0 | yok b i n b m l n s a g la m b jr ^ k
gibi görünüyordu. W üzerinde sürdürülme ^ talist üretim rejimi yar
,
ak, Fordizmden ustun bir b a ş k a kapi. (akdirde. ^ M arxbn kâr (artı değer) elde etmenin Bu bağlamda esti ^ unsurların bir yeniden birlesimi iki temel strateji o Bun|ardan ilki, yanı m utlak artı değer k niteliğiyle uygun g ^ ^ yaşam düzeyinde yeniden üretimin) gününün, İŞÇ S'"
uzatılmasına dayanır. Daha uzun çalIşnı
Sağ7 aC d ^ ü n an?s,ra, ya gerçek ücretin aştnmast yoluyla, yada saatlerine don Ş^ y ^ bö|gelerinden dUşük ücret bölgelerine kaymasîsonucunda"yâşaın esi, esnek .^. . k a y m a s ı fonucunda yaşam düzeyinin genel olarak düşm düsm esi. y ............ ^ bir veçhesine ışık tutar. B Ü S T S E döneminde geliştirilm iş olan standartlaşmış üretim sistemlerinin önemli bir bölümü çevreye kaym ış ve böylece or taya "çevresel Fordizm" çıkmıştır. Yeni üretim sistem leri bile, bir kez standartlıklarında, yeniliğin yapıldığı ilk yuvalarından üçüncü dün ya alanlarına kayma eğilimi gösteriyor (Atari’nin 1984’te Silicon Valley'den Güneydoğu Asya'nın düşük ücretli em ekgücüne kayması buna iyi bir örnektir). İkinci stratejiye g öreli artı değer adı verilir. Burada, organizasyonel ve teknolojik değişim harekete geçirilerek yenilikçi fir maların geçici kârlar elde etmesi ve emeğin yaşam düzeyini tanımlayan malların maliyeti düşürüldüğü ölçüde genel olarak kârların yükselmesi sağlanır. Bu açıdan da, kömür madenciliğinden çelik üretimine, banka cılığa ve fmansal hizmetlere kadar her sektörde istihdam ı ve emek ma liyetlerini düşüren yatırımların artan şiddeti, 198 0 ’li yıllarda sermaye birikiminin gözle görülür bir özelliği olmuştur. N e var ki bu stratejiye yaslanma, teknolojik yeniliklerin ve piyasa y ö n elişin in yeni ama çok daha esnek örüntülerini anlama, uygulama ve y ö n etm e kapasitesine sa hip, yüksek vasıflı emek gücünün önem ini ön plana çıkarır. Kapita lizm, birikimi daha öteye taşıyabilmek için entelektüel em eğin kapasi telerinin seferber edilmesine gittikçe daha fazla yaslanırken, işgücünün içinden, yüksek ayrıcalıklara ve bir ölçüde iktidara sahip bir katman doğar. , ı Elbe“ewnıhai 0,arak önemli olan, mutlak v e g öreli stratejilerin nasıl teknül" , ® Ve lif le r in d e n nasıl beslendiğidir. İlginç biçimde, yeni tır T ?r!!ea " yay,!maS1 0 rtaya 0 kadar Çok em ek g ü cü fazlası çıkarmış eğer elde etmenin mutlak stratejilerinin y eniden canlanışı
GEÇİŞİ TEORİLEŞTİRMEK
213
talist ülkelerde bile daha uygulanabilir hale gelmiştir. Belki fleri kapk,lenmedik bir nokta, yeni üretim teknolojilerinin ve eşgüdümü daha beK . organizasyon biçim lerinin ev içi, aile tem elli ve patemasağlay lC1 sistem lerinin yeniden canlanm asına izin vermiş olmasıdır, üst Çal^ nların ya piyasadan çek ilm ek zorunda kalacağını ya da çok MarX. Usömürüye ve insanlık dışı çalışm a koşullarına başvurmak zoağır b k jacakları için bunlara ileri kapitalizm koşullarında tahammül fUnda eveceğini varsaym ak eğilim in deydi. N ew York ve Los Angeles' ed'lenrleme atölyelerim in, ev d e çalışm anın ve "işe bilgisayar hatların13 te<ütme"nin (te le co m m u tin g ) yeniden canlanm ası, ileri kapitalist dan gnın her yerinde enform el sektöre özgü çalışm a pratiklerinin baş ^dürücü artışı, kapitalizm in sö zd e ilerici tarihi konusunda insanın dönünü açan bir tablo yaratıyor. Ö y le görünüyor ki, esnek birikim ko dlarında, alternatif çalışm a sistem leri aynı mekânda yanyana varlıklannı sürdürdükleri için kapitalistler bunlar arasında canlarının istediği ibi bir tercih yapm a o lanağına kavuşmuşlardır (bkz. Tablo 2.3). Aynı gömlek desenleri Hindistan'da g en iş ölçekli fabrikalarda, "Üçüncü İtal y a ’d a kooperatif üretim birim lerinde, N ew York ve Londra'da "terleme atölyeleri"nde ya da H ong K o n g ’da aile içi çalışm a sistem lerinde imal edilebilmekte. Ö yle görünüyor ki, çalışm a pratiklerinde eklektizm , postmodern felsefelerin v e estetik zevklerin eklektizm i kadar günümü zün belirgin bir ö z elliğ i. Ne var ki, bütün bağlam farkına ve kullanılan örneğin özgüllüğüne rağmen, Marx'ın kapitalist organizasyon un ve birikimin mantığı konu sundaki açıklamalarında ç o k ç ek ici ve anlam lı bir yön vardır. K a p i talde anlattıklarını y en id en okurken, insan kendi deneyim ini tanıyarak sarsılıyor. Orada, fabrika sistem in in nasıl ev içi, atölye ve zanaat imalat sistemleriyle k e sişe b ilec e ğ in i, bir yed ek sanayi ordusunun nasıl işçile rin hem emek denetim i hem de ücret dü zeyi konusundaki gücüne karşı bir ağırlık olarak harekete g e çirild iğ in i, entelektüel kapasitelerin ve y e ni teknolojilerin nasıl işçi sın ıfın ın örgütlü gücünü sarsmak am acıyla kullanıldığını, kapitalistlerin nasıl işçiler arasında bir rekabet ruhu ya ratmak için çalıştığını v e sürek li olarak m izaçta, coğrafi yerleşm ede ve görevlere yaklaşım da e sn ek lik talep ettiklerini okuruz. A ynı zamanda, uıün bunların işçi sın ıfın ın ü yeleri açısından tehlike ve güçlüklerin ya^ sıra n^sıl fırsatlar da yarattığını düşünm ek zorunda kalırız: çünkü anı da eğitim, esn ek lik v e co ğ ra fi akışkanlık, bir kez yerleşti m i, kapitallsJerin kontrolü g ü çleşir. *er ne kadar g ü n ü m ü zü n koşulları birçok bakım dan çok farklı o lsa
DONMOM“ KAPİTALİZM
tarzl için tem el olarak tanım-
. rhangi bir t o P '» 115' e sn e k birikimin bütün yüzeysel köMarx’m herli g ^ aiştala»biçimde, hatta birçok konu■ğ‘ d! gI^ n ın arasından ne ^ f / g ö z l e r i kamaştırdığını görmemek a l de büyük bir Pın l“ y . ’ fizmin alışılm ış hikayesinin biraz eskİS'nd,e esnek üretim. Bu kolayc, bir yarg, ÇtUf' hir versiyonundan mı 1 ^ ^ bir biçjmde, dinamik olslenmış * * * kapl f î o İmak y olurdu; s aoysa (M arx ar* tarafından jrdU hKi r üretim £ . tarzı ^ 0İarak f f o)mak o U üzere) butun bütün veriler, verile, olarak el S ^ ayrtîk a" biçimde oortaya r t a y a konanla . devrimci devrimcibir birgüç güçolduğunu, olduğunu. konanlaa telizmin dünya tarihinde su ve çoğu zamaa hiç beklenme k VC
1
çok
l i n dünyayı hiç d u m J o I.plara soktuğunu gosteny t ü r y e n i b ir
kalıptın Bu
^ d
üretim, hiç olm azsa görünüş. ie, kendini ortaya koydugu ^ bide incelenm elidir. Ama elbette elbı
!„^Lturduiu araçları kullanarak.
11
Esnek Birikim: Esaslı Bir Dönüşüm mü, Geçici Çözüm mü?
\c oitalizmin yüzey görünüm ünde 1973'ten bu yana bütünsel bir d eğ i şim yaşandığını, ama kapitalist birikim in tem elde yatan mantığının ve k r i z eğilimlerinin hâlâ aynı olduğunu ileri sürmüş bulunuyorum. N e var ki yüzey görünümündeki değişiklik lerin , g elecek kuşak boyunca kapi talizmin çelişkilerini denetim altına alm a kapasitesine sahip yeni bir bi rikim rejiminin doğuşuna m ı, y o k sa 2 0 . y ü zy ıl sonu kapitalizm inin bü tünselliği içinde sarsıntılı bir krizin dam gasını vurduğu bir g eçiş anının ürünü bir dizi g eçici çö zü m e mi işaret ettiğine de karar verm em iz gere kiyor. Esneklik sorunu e p e y ce bir tartışmanın odağı oldu. Bu konuda yavaş yavaş üç ana konum beliriyor. İlk konum esas olarak Piore v e Sabel tarafından savunuluyor ve o n ları izleyen bazı başka yazarlarca ilke olarak kabul ediliyor. Buna göre, yeni teknolojiler, ç a lışm a ilişkilerinin v e üretim sistem lerinin bütünüy le farklı toplumsal, e k o n o m ik v e coğrafi bir tem elde yeniden olu şm a sı nı olanaklı kılıyor. Piore ve Sab el günüm üzün konjonktürü ile 19. y ü z yıl ortasında kaçırılm ış olan fırsat arasında bir paralellik görüyorlar. O dönemde, önce gen iş ö lç e k li, ardından tek elci serm aye, küçük firmaları ve sanayi organizasyonu sorununu adem i m erkeziyetçi ve dem okratik denetlemeye dayanan bir b içim d e ç ö zm e potansiyeline sahip olan sa y ı sız kooperatif girişim i piyasadan sürm üştü (Proudhon'un anarşizm inin u sorunla ilgisini g ö r m e m e k m üm kün d eğ il). Yazarlar, "Üçüncü İtaloV a
k o op eratiflerin in bir örneği olarak büyük önem verirler:
rol dr
21 6
. m POLİTİK-EKONOMİK D Ö N Ü Ş Ü M Ü K A P İ T A L İ Z Mİ
, k canlı biçim * bütünleşme, hatta bunları devim, yonu biçimleriyle baş® örgüt|enmesinin biçimleri konusunda^ kapasitesine f ^ ^ a y l a ş m a z (örneğin bkz. Murray, 1987) Yen' bu pem be tabloyu her
P
^ Q|an b |r ç o k y ö n m e v c u U u r
praıiklerde geriye domık b,n.n baş|,ğıyla ö leyecek oIursak ki, Piore ve Sabenn bir "ikinci smaı d "
H
e j
ktası-nda bulunduğumuz ve yeni üretim coğrafi yerıeşm e ilkelerinin 2 0 . yü
ganizasyonu h m üen" • y
^
d ö n ü ş tü rm e k (e o W ™ W
sonu ^ lavuîtârçoktur. 1970'ten beri çok dinamik bir sekm r ^ gusunu pay S* r0|üne yenjden ılgı duyulması, "terleme atölye)» vl her türden enfonnel faaliyetlerin yeniden keşfi, bunların gu! ^n ileri kapitalist ülkelerde bile ekonom ik gelişm ede önemli bîr r o l oynadığının kabul edilmesi, istihdamda ve kalkınmada meydana eden ani coğrafi değişikliklerin izlenmesi çabası, bütün bunlar, 2 0 . üüzvıl sonu kapitalizminin işleyiş tarzında temel bir dönüşüm olduğu sorusunu destekleyen yaygın bulguların ortaya çıkm asıyla sonuçlan mıştır Gerçekten de, politik yelpazenin hem solundan hem de sağından «elen ve dünyayı, sosyo-ekonomik ve politik hayatın bütün boyutların da eski düşünce ve eylem tarzlarını artık bütünüyle geçersiz kılacak kadar köklü bir kopuşun seline kapılmış gibi tasvir eden geniş bir litek " n in
ratürle karşı karşıyayız. İkinci konuma göre, esneklik fikri, (genellikle gerici ve işçi karşıtı olan) "bir dizi politik uygulamayı meşrulaştıran son derece etkili bir te rim" olmakla birlikte, 2 0 . yüzyıl sonu kapitalizminin örgütlenmesinde gerçekten varolan olgularda güçlü bir ampirik ya da materyalist daya nağa sahip değildir. Örneğin Pollert (1988) işgücü piyasalarında ve üretim organizasyonunda esneklik fikrine olgusal tem ellerde meydan okuyarak şu sonuca ulaşır: "'esnek işgücü’ fikrinin keşfi, uysallığı ve geçici çalışmanın yayılmasını yücelten ve bunları kaçınılm az gösteren bir ideolojik taarruzun parçasıdır.” Gordon (1 9 8 8 ) da benzer biçimde sermayenin hiper-coğrafi akışkanlığı fikrinin, uluslararası ticarete (özellikle ileri kapitalist ülkelerle azgelişm iş ülkeler arasındaki ticare te) ilişkin olguların çok ötesine gittiğini iddia eder. G ordon, özel ola rak, ulus-devletin (ve bu çerçeve içinde hareket eden işçi hareketleri nin), sermayenin akışkanlığı üzerinde denetim u ygu lam a konusunda erhangi bir gücünün kalmadığı yolundaki iddiayı yadsım a çabasında>r. Yine benzer biçimde Sayer (1989), Scott (1 9 8 8 ) ve başka yazarla,u
1 1 1 ,Sm!U mekânlarda yeni birikim biçim lerine ilişkin görüşlerini, ann göreli olarak önemsiz, marjinal d e ğ işik lik leri öne çıkart-
E S N E K Bİ Rİ Kİ M
217
s,vla eleştirir. Her üç eleştirm en de, kapitalistlerin esnekliği tl|dan idd‘ sanayiin coğrafi yerleşm esinde avantajlar elde etme arayıarttır*113 V- hiçbir şey olm adığını ve kapitalizmin işleyiş tarzında köklü ştnda yen\ teZi için ileri sürülen olgusal bulguların ya zayıf ya da hatalı ^irdegi§,r . sjjrerier. Onlara göre, esneklik fikrini yayanlar, işçi sınıfı oldU^ U ı Urin i zayıflatan bir düşünce atm osferine (bir ideolojik ortama),
hareket16 ^ kaSltSlZ>ör
olarajCj katkıda bulunmaktadırlar. katîVmıyorum. E snekliğin arttığını gösteren bulgular (ta-
» gma geçici istihdam , küçük üretim vb.), Pollert’in karşı öm ekle§er°nh tartışmasız biçim de anlam sız kılacak kadar ağır basmaktadır. fİm ndan, daha önce sanayiin kent merkezlerinden altkentlere kay^Ie y m kısmen em ek üzerinde denetim i arttırma isteğinden kaynaklanmf^ old u k ça inanılır biçim de savunm uş olan Gordon'un, coğrafi akışdlgl|ık sorununu uluslararası ticaretin hacm ine ve yönüne indirgemesini l i r e t l e karşılıyorum. Y ine de, bu tür eleştiriler tartışmada bazı önemli noktaların düzeltilm esini sağlıyor. E sneklik yönündeki atılımın özde veni bir yanı olm adığı ve kapitalizm in geçm işte de dönem sel olarak bu tür yollara yöneldiği vurgusu, hiç kuşkusuz doğrudur. (Marx'ın K a p i talim dikkatli biçim de okunm ası da bu noktayı doğrular.) Esnekliğin ve coğrafi akışkanlığın artış eğ ilim in in abartılması yönünde ciddi bir tehlike olduğu, bunun bizi Fordist üretim sistem lerinin hâlâ ne denli sağlam biçimde m ev zilerin i koruduğu gerçeği karşısında körleşmeye itebileceği iddiası dikkatle üzerinde durulmayı hak etmektedir. Niha yet, esnekliği, üretim teknikleri ve iş ilişkileriyle sınırlı dar bir anlamda aşırı vurgulamanın id eo lo jik v e politik sonuçları, esnekliğirr derecesi konusunda uyanık ve ö z en li değerlendirm eleri zorunlu kılacak kadar ciddidir. Unutm ayalım ki, işçiler, kapitalistlerin daha esnek çalışm a uy gulamalarına g eçe m e y e ce k ler i durumlarda bile o yönde hareket edebi leceklerine, değişiklik lere başvurabileceklerin e ikna oldukları takdirde, hiç kuşku yok ki m ü ca d ele azm i zayıflayacaktır. A m a sanayisizleşm e ve fabrikaların başka y erlere taşınm ası, daha esnek istihdam ve işgücü piyasaları, otom asyon v e ürün yen ilik leri gibi olgular işçilerin karşısına
Çıplak biçimde d ik ilm işk en , hiçbir şey d eğ işm em iş gibi yapmanın da eşit derecede tehlikeli old u ğ u n u düşünüyorum .
Benim burada Fordizmden esnek üretime geçiş konusunda ileri sürdüğüm fikrin içeriğini tanımlayan üçüncü konum, bu iki uç arasında yer a^,r- Esnek teknolojiler ve organizasyonel biçimler her yerde hegejnonik hale gelmemiştir (ama bunları önceleyen Fordizm de her yerde m olmamıştı). Günümüzün konjonktürüne damgasını vuran, bazı
p o ü t ik
218
-e
k o n o m
.
k
D
ö n ü ş ü m ü
K A P İ T A t l Z Ml N
Servet
_ ın en zengin % 1’inin
Gelir
^ckil2.15ABD'dtservtt(im-m7) vegelir dapiım (1963-1985) n‘‘s^ rt (Kapaklar: Historical Statıstics ofthe U nited States; E conom ic Kepor sident, değdikyıllar; Harrison ve Bluestone, 1988)
E S NE K Bİ Rİ Kİ M
219
. ve bölgelerde (A B D , Japonya ve Güney Kore'de otomobil seKtÖfler.1fn yüksek derecede etkinliği olan (ve birçok durumda esnek i n # u ? e üretimden bir şeyler alan) Fordist üretim ile (Singapur, tekti010-*1 v ,a Hong K ong'da görüldüğü gibi) "zanaat" türü, paternalist fayvan yavarkal (aile içi) üretim ilişkilerine dayanan ve emek üzerinde y^dapaHe5 isik denetim m ekanizm aları içeren daha geleneksel üretim tümüyle dn j n 5 i r bileşim idir. H iç kuşku yok ki, 1970'ten bu yana bu so sisten^ 1"1 kapitalist ülkelerde dahi), çoğu zaman Fordist fabrika flü Mıattınm aleyhine bir büyüm e gösterm iştir. Bu değişimin önemli v °n[ai t vardır> Artı değer üretim ve mülkedinm e sistemi içinde, piya - 1 S°nU1 vla eşgüdüm (çoğu zam an taşeron ilişkileri biçiminde), dolaysız S3 v°t içi planlama aleyhin e g elişm iştir. Küresel düzeyde işçi sınıfının £ - ı ve bileşimi de değişm iştir, bilinç oluşum unun ve politik eylemin £ d0guHarl da- Örneğin, G ü n eyd oğu A sy a ya da Los A ngeles, N ew York, -Londra’n ın göçm en nüfusu için tipik olan patriyarkal (aile içi) üretim sistemleri karşısında, sen dikalaşm a ve geleneksel "sol politika"nın ayakta kalması güçleşm ek tedir. Kadın işgücüne giderek daha yaygın ’JÎ biçimde başvurulmasına paralel olarak, cinsler arası ilişkiler de benzer biçimde çok karmaşık hale gelm iştir. A ynı nedenlerle, girişimcilik, paternalizm ve özelcilik id eolojilerin in toplum sal tabanı güçlenmiştir. Sanıyorum ek on om ik davranışlarda ve politik tavırlarda görülen yüzey değişikliklerinin kayn ağını, yalın biçim de, Fordist ve Fordizm dışı emek üzerinde denetim sistem leri arasında bir denge değişikliğinde bulabiliriz. Buna F ordizm in, F ordizm dışı sistem lerle rekabet içinde (zorunlu yeniden yapılanm alar ve rasyonalizasyon), yaygın işsizlik ve politik baskılar (sendikaların gücünün kısıtlanm ası) aracılığıyla, niha yet sanayiin, coğrafi e şitsiz g e lişm e içinde, bir "tahterevalli"nin inip kalkması gibi, bir "çevre" ülk e v e b ö lg elere, bir sanayinin geleneksel ka lelerine giderek y en id en y e rleşm e si sonucunda (Smith, 1984), disiplin altına alınması eşlik etm iştir. Bu alternatif em ek üzerin d e denetim sistem lerine dönüşü (ve bu nun politik sonuçlarını) ben geri dön ü lm ez bir şey gibi görmüyorum , bunu krize oldukça g e le n e k se l bir cev a p olarak kabul ediyorum . Kapi talistlerin kârların d ü şm e sin e karşı içgüdü sel tepkisi her zaman em ekgücünün d eğ e rsiz le şm esi olm uştur. Y alnız, bu olgunun g en elliğ i, bazı Çelişik gelişm eleri g ö z d e n saklar. A lternatif üretim ve em ek üzerinde enetirn sistem leri tek n ik insanların, yöneticilerin ve girişim cilerin vası arının yüksek d ü ze y d e ödü llen d irilm esin in yolunu açtıkça, yeni tekn° °**ler bszı ay rıca lık lı katm anlara ö z el bir güç kazandırmıştır. H iz-
t rf K- EKONOMl K D Ö N Ü Ş Ü M Ü
Şekil 2.16 Seçilmiş ülkelerin borçyükümlülüklerinin degiçen ikinci e l piyasa de ğeri (Kaynak: The Economist)
metler sektörüne kayışın ve "kültürel kitle"nin g en işlem esin in de güç lendirdiği bu eğilim, ortaya gelir eşitsizliğinde bir artış çıkarmıştır (Şe kil 2.15). Bu belki de, yeni bir işçi aristokrasisinin y ü k selişiyle birlikte, düşük gelirli ve iktidarın dışında kalmış bir alt sınıfın ortaya çıkışının habercisi olabilir (Dahrendorf, 1987; WiIson, 1987). N e var ki bu, efekf f
br
tCriİ düzeyde totulabilmesi için ciddi güçlük ler yaratarak,
dn5 „1hnV eyl!eSÇİ,İgİn enSe,,emekte çok usta olduğunu kanıtlamış olrır D n W Z| ln’ bİreksik lüketim krizinin hayaletini geri çağııy a, esnek birikim tarzlarına ve em ek üzerinde artan dene-
ESNEK
BİRİKİM
221
ç çilmiş üçüncü dü nya ülkelerinin ödenmemiş borcu ve bu borcun sonundaki ikinci el piyasa değeri aracılığıyla hesaplanmış devalüasyon tah m ini
fabl0 2
Ödenmemiş borç, 1987 sonu (m ilyar ABD $)
Ülke
A rjantin
Brezilya Sili Meks^a
îkinci el piyasa değeri, 1987 sonu (nominal değerin yüzde s i olarak)
Tahmini devalüasyon (milyar ABD doları) 2 2 .5 6 3 .2
4 9 .4
34
1 1 4 .5 2 0 .5 1 0 5 .0
45 62 52
16.7
96
Toplam d e v a lü a sy o n ö lç ü m ü (5 ü lk e , m ily a r A B D d o la n ) Kaynak.
11.8 5 0 .4 1 6 .0 1 7 4 .0
World Bank Debt Tables ve The Economist
tim sa y e sin d e em ekgücünün değersizleştirilm esine eşlik eden yeni mu hafazakâr monetarizmin, kapitalizm in kriz eğilim lerine kısa dönem li bir ç ö z ü m bile b u labileceğin i sanm ıyorum . B en ce bu son yıllarda AB D 'nin bütçe açığı kapitalizm in istikran açısından büyük önem taşı dı. Bu bütçe açığının sürdürülem eyeceği ortaya çıktığı gün, dünya ça pında kapitalist birikimin g elişm e yolu gerçekten çok sarp bir yol ola caktır. 1972'den bu yana g eçen dönem in gerçekten ö zel olan yanı, fınansal p iy asa lard a k i patlama v e dönüşüm olmuştur (bkz. Şekil 2.12, 2.13, 2.14). Kapitalizmin tarihinde, (nasıl tanımlanırsa tanımlansın) "fınans kapitafin kapitalizm in bağrında belirleyici önem taşıyan bir konuma kavuştuğu evreler (örneğin 1 8 9 0 -1 9 2 9 arası) olm uş, fınans kapital bu konumunu bu evreleri iz le y en spekülatif parasal çöküşler sırasında y i tirm iştir. N e var ki, için d e bulunduğum uz dönem de esas önem li olan, gücün fınansal kurum larda yoğun laşm asın dan ziyade yeni fınans araç larında ve piyasalarında görülen patlamanın yanı sıra, küresel ölçekte fınansal eşgüdüm alanında a şın so fistik e sistem lerin ortaya çıkışıdır. Sermaye birikim inin co ğ ra fi v e zam ansal esn ek liğ i büyük ölçüde bu fınansal sistem say esin d e gerçekleştirilm iştir. U lu s-d ev let, her ne kadar özerk bir güç olarak c id d i b içim d e güç yitirm iş olsa da, y in e de em eğin disiplin altına alın m ası bakım ından da, fınansal akım v e piyasalara m ü dahale bakımından da ö n e m li yetk ilere hâlâ sahiptir am a k endisi de m a1 bizden ve uluslararası paranın disiplinind en ço k daha etkilenir hale
222
KAPİTALİZMİN P O L İ T İ K - E K O N O M İ K D Ö N O ŞO m ü T a l/lo 2 . 1 0
Dünya menkulkıymet borsalar,
1987Ekimindeyaşanan kayıplar 1987'nin en yüksek noktasına % değişim
Ülke
-2 9 Avustralya
-6
Avusturya Belçika Kanada
-1 6 -2 5
D.. e ^
-1 1
Danimarka Fransa Batı Almanya Hong Kong İrlanda İtalya Japonya Malezya Meksika Hollanda Yeni Zelanda Norveç Singapur Güney Afrika İspanya İsveç İsviçre
-2 5 -1 7 -1 6 -2 5 -2 3 -1 5 -2 9 -3 0 -2 4
-22 -2 5 -2 8 -1 8
-12 -1 5
-20 -2 3 -2 6
İngiltere
ABD Kaynak: Financial Times, 24 Ekim 1987.
gelmiştir. Dolayısıyla, içimden bir şey bana, üretim de, işgücü piyasala rında ve tüketimde gerçekleşen esnekliğin, kapitalizm in kriz eğilimle rine fınansal çözümler arayışının bir sonucu olduğunu söylüyor, tersi değil. Bunun sonucu ortadadır: fmansal sistem g erçek üretimden, kapitalızmin tarihinde görülmemiş bir özerklik kazanm ıştır; bu da kapita lizmi aynı ölçüde görülmemiş finansal tehlikelerle dolu bir döneme sü rüklemektedir. kri7 in'müm
e,/ ’arasa* Çözümlerin bu kadar ö n e çık m a sı, kuşkusuz, V
değil e n fiıc ' V]' a™ onalarından bu yana ortaya çık ışın ın deflasyonist biçimler almasının bir sonucudur. Şaşırtıcı olan, o
E S N E K Bİ Rİ Kİ M
223
h-ri bir yandan büyük ölçek li iflaslar ve değersizleşme süd ^ T h e t t e sarsıntısız olm asa da) bütünsel düzenleme çerçevesinin reÇieri(e . kanizmaları tarafından em ilirken, bir yandan da borçlulukta rinansa'me ye oluşum unda görülen hızlanmadır (bkz. Şekil 2.12 ve vfhay- eğin ABD'de banka sistem i 1987 yılında, 1934'ten beri ilk 2.I3)' 0 0 oeçtiği halde ufacık bir panik bile doğmadı. Finansal sistekeZîaraie su anda yaşanan d eğ ersizleşm en in hacmini kabaca ölçebil irin yçüncü dünyanın borcunun ikinci el piyasasındaki değerini m* ' g ü l ü k l e r l e çarpmak yeter (bkz. Şekil 2.16 ve Tablo 2.9). Bünet i1 , )a Karşılaştırıldığında, borsalarda ve döviz piyasalarında gölün bunı,sanüstü iniş çıkışlar, insana, tem el yapısal sorunlar olmaktan ^ " y a n etkiler gibi görünüyor. insanın içinden, bütün bu durumu, 1929'u tarihte bir dipnot h a lin e ^
ecek ölçekte bir fınansal çö k ü şe yazılm ış bir önsöz gibi sunm ak ^ fl'ivor Özellikle 1987 Ekim ayında dünya menkul kıymetler b o r s a la -£ gnda görülen ağır kayıplar g ö z önüne alınırsa (bkz. Tablo 2.10), ç o k - 3 l'erçek bir olasılık olan b ö y le bir çöküşü dışlam ak aptallık olur, ama ko- ^ * llar bu kez gerçekten köklü biçim de farklı gibi görünüyor. Tüketici, ^ irket ve devlet borçları birbiriyle ço k daha yoğun biçim de iç içe geç- ^ iniş durumda (Şekil 2.1 3 ); bu da hem tüketim in, hem de üretimin mik- ’ ' tarının s p e k ü la tif ve h a y a l i finansm an aracılığıyla eşzamanlı olarak dü- ^ zenlenmesini olanaklı kılıyor. A y n ı zam anda, gelişen fınansal piyasala- 7 0 nn hegem on ik şem siy esi altında zam ansal ve coğrafi kaydırma strateji- ^ lerini ve sektörel d e ğ işim i uygu lam ak ço k daha kolay hale gelm iş du rumda. Öyle anlaşılıyor ki, fınansal sistem lerde yenilenm e, Fordizmin 1960'lı yılların sonunda için e d ü şm ü ş olduğu genel katılıkların da, ö z gül zamansal, coğrafi v e hatta je o p o litik krizin de aşılabilm esi için ger
çekleştirilmesi gereken bir ö n k oşuldu. Öyleyse iki tem el (am a g e ç ic i) son u ca ulaşabiliriz. B irincisi, eğer günümüz ortamında (" a lışılm ış kapitalizm "den farklı olarak) gerçek an lamıyla ayırdedici bir şey arayacaksak, bakışım ızı kapitalist örgütlen menin fınansal veçh eleri v e kredinin rolü üzerinde yoğunlaştırm alıyız. •incisi, bugünkü birikim rejim i açısından orta vadede herhangi bir is tikrar sözkonusu ise, bu en y ü k se k o la sılık la zamansal ve m ekânsal ç ö zümlerin yeni raundları v e b içim leri alanında bulunacaktır. K ısacası, lr yandan (örneğin) üçü n cü dü n yan ın borcunu ve başka borç ödem ele,Inın p e le r in i y en id en d ü ze n le y e r ek "krizin vadesini yeniden dü zen s e k ve 2 1 . y ü z y ıla e rtelem ek m üm kün olabilir; tam da bu süreçle e ş a n l ı olarak m ek ân sal d a ğ ılım ın , em ek üzerinde farklı denetim sis-
224
KAPlTALtZMtN P O L ÎT lK -E K O N O M lK D Ö N O ş ( j ^ . .
temlerinin yeni ürünlerle ve uluslararası işbölüm ünde yen ' birlikte varolabileceği biçimde yeniden yapılandırılm ası Gr^ntüL Varmış olduğum bu sonuçların geçici niteliğinin aIt] ag/anabj]irrJe yorum. Ama yine de, esnek birikimin, serm aye biri ki ?^Zltiek mantığı çerçevesinde, aslında eski olan unsurların ne dm,rîin biitij SJj' belki de yeni bir birleşmesi olarak görülm esi g e re k ti ö g ü l^ önemli görünüyor bana. Üstelik, eğer Fordizm in k rizi VUrgu/a Ve zamansal ve mekânsal biçimlerin bir krizi olduğu k ^ ^ ^ k ö l isem, o zaman sorunun bu boyutlarına ister so l iste r ° nUsUnda k e tarzlarında âdet olduğundan daha fazla dikkat e tm en * gGleneksel çıkar. Kültürel pratikte ve felsefi sö ylem d e p o s tm o d gGrektiğ i on gerçekleşen içgüdüsel dönüşün de ardında, hiç olm n izıh yön - 3 ve mekân konularındaki algılamanın değ işm esi v a tt*** klSrriQn, ZlUnde sim 'da bu boyutlara daha yakından bakacağız. ^ ,na göre, \ n*-man Kr
Üçüncü Kısım
Mekân ve Zaman Deneyimi
. İÜ mekânın yıkılışını işitiyorum, parçalanan camı ve çöken tluise son bir kızgın alev.
T zaman
' ar
James Joyce
* ,
K A p I T A U Z M . N P O U T 1K - H K O N O M , K D Ö N 0 Ş Ü M ü
• vıinfer/e ve uluslararası iş b ö lü m ü n d e yenj öri= temlerinin yem ^ biçjmde yeniden yapılandırılması a a ğ ^ ^ e birlikle varolabil » ^ sonuç)arın geçici niteliğinin altın, çizmp'l,r-
Varmış oldug inbr,km sermaye birikim yorum. Ama yı ’ ||nda eski olan unsurların ne derece « U'Unsel braelkTdeyem bir birlemesi olarak görülmesi gerektiğini v u r g g belki de yen na. üstelik, eger Fordizmin krizinin büyük“ amansa! ve mekânsal biçimlerin bir krizi olduğu konusunda ^ i s Z o zaman sorunun bu boyutlarına ister sol, ıster g e len ek se tarzlarındaâdet olduğundan daha fazla dikkat etm em iz gerektiği çıkar. Kültürel pratikte ve felsefi söylem de postm odernizm yö gerçekleşen içgüdüsel dönüşün de ardında, hiç olm azsa kısmen 2a "de ve mekân konularındaki algılamanın değişmesi yattığına g ö re m s ı m ' d a b u boyutlara daha yakından bakacağız. ' ‘ Ki-
Üçüncü Kısım
Mekân ve Zaman Deneyimi
Her ,ürlü mekânın y ık ılışın ı işitiyorum , parçalanan cam , v , mı ve Çöken du-
varları, zam an ise son bir k ızg ın a lev .
J am es J o yce
12 Giriş
Marshall Berman ( 19 8 2 ) m oderniteyi, (başka şeylerin yanı sıra) mekân Te zamanın belirli bir yaşanm a tarzıyla eşitler. Daniel Bell ise (1978: 107- 1 1 1 ),
m odernizm i doruğuna taşıyan çeşitli akımların mekân ve de
vinim konularının kavranm asında yeni bir mantık oluşturmak zorunda
kaldıklarına işaret eder. A y rıca , "yüzyılın ilk onyıllarında nasıl zaman sorunu birincil estetik sorun ise (B ergson , Proust, Joyce)", mekânın ör gütlenmesinin de "2 0 . y ü z y ıl ortası kültürünün birincil estetik sorunu haline gelmiş olduğunu" ileri sürer. Frederic Jameson (1984b), postmodern dönüşümü m ekân v e zam an den eyim im izd e bir krize bağlar: bu kriz çerçevesinde, m ekân sal kategoriler, bir yandan zaman kategorileri ne hâkim olm aya başlar, bir yandan da ö y le bir değişim gösterirler ki bu değişime yetişm em iz m üm kün d eğild ir. Jameson'a göre, "bu yeni tür hiper-mekâna uygun bir kavram sal avadan lığım ız henüz yoktur; bunun nedeni, kısmen, a lg ıla m a a lışk a n lık la rım ızın , daha önce yüksek modernizmin mekânı olarak a n d ığ ım esk i tür m ekânda oluşm uş olmasıdır." Aşağıda bu ön erm eleri sunuldukları biçim iyle kabul edeceğim . Ama çok az yazar bu ö n erm elerin anlam ını açıklam a zahmetine girdi ğinden, toplumsal y a şa m d a m ekân v e zam anın bir açıklamasını yaparak politik-ekonomik sü reçlerle kültürel süreçler arasındaki maddi bağlara ■Şık tutmaya ça lışa ca ğ ım . B u da bana postm odernizm ile Fordizmden daha esnek serm aye b irik im i tarzlarına g e ç iş arasındaki bağı, mekânsal Ve zamansal d e n ey im ler d o la y ım ıy la araştırm a olanağını tanıyacak. Mekân ve zam an insan varoluşunu n tem el kategorilerindendir. bu kategorilerin a n la m ın ı p ek az tartışırız; bunları oldukları gibi 'a u etme eğ ilim i g ö ste rir iz , içerik lerin i sağduyuyla ya da aşikârmışb||.Inaele alırız. San ki her ş e y n e sn e l bir zam an ölçeğinde yerini bularm,§ ^ibi, zam anın a k ışın ı sa n iy e le r, dakikalar, saatler, günler, ay-
m ek â n
VE Z A M A N
DENEYİM!
228
------lizyuını ve çağlar lar, yıllar, onyıllar, yüzyıllar aracılığıyla kayıtja inde zamaı zaiü«.. güç ve olduğu h, 1 ? erİ2-£■ Fi. c biliminde "" tartışmalı bir kavram olduo,,r*jjeçerfe. günlük pn programımızı dayandırdığımız sağduyuya‘'u * alışılmış günlük müdahale etmesine izin verm eyiz. Zihi yas,anıhiş süreç v zaman anlayışına m— algılamalarımızın bize oyun oynayabileceğini saniv ■ saatlerin £ £% * ‘Şık y,„ VnHar uzun ya, *da keyifli keyifli sa a ııo u u fark IVUUttI K,SaMSa fio bileceğini elbette biliriz. Aynca farkl. top lum lu n, (hatta ayn? tJ mun farklı alt gruplarının) nasıl farklı zaman kavrayışlarına sahip 0|a. bileceğini de öğrenip kabullenebiliriz (bkz. Tablo 3.2). Modern toplumda birçok farklı zaman kavrayışı bir araya iliştin, miştir. Günlük kahvaltı ve işe gitmekten şenlikler türünden m evsim i kutlamalara, yaş günlerine, tatillere, spor sezonlarının açıhşına kad 1 çevrimsel ve tekrarlanan hareketler, ilerlemenin genel etkisinin bilin * mez olana doğru bitmek tükenmek bilmeyen biçim de kulaç atma gibi göründüğü bir dünyada, insana bir güven duygusu verir. İlerleme duy gusu ekonomik depresyon ya da resesyon, savaş ya da toplumsal altüst oluşlar tarafından kesintiye uğratıldığında, ya kendim izi zorunlu olarak uyarlamamız gereken bir doğal olgu niteliğiyle çevrim sel zaman fikri ne başvurarak ("uzun dalgalar", "Kondratieff çevri m leri" vb.), ya da iler lemenin karşısında ezelden beri yer alan değişm ez bir evrensel eğilim (örneğin insanların doğuştan taşıdıkları bir kavgacılık) türünden daha da etkileyici bir imge yaratarak kendimizi rahatlatabiliriz. Başka bir dü zeyde, Hareven’in (1982) kullandığı terimle "aile zamam"nın (yani ço cuk yetiştirmede ve akrabalık şebekeleri aracılığıyla bilgi ve varlıkların kuşaklar arasında aktarımında içkin olan zam anın) nasıl sermaye biriki minin dur durak bilmeyen deviniminden doğan teknolojik ve mekânsal değişimin ezici ritmine uygun biçimde em eği çeşitli görevlere yeniden ve yeniden tahsis eden "sınai zaman"ın taleplerini karşılayabilmek için Se, ^ er f ^ i ğ i n i görebiliriz. Nihayet, um utsuzlandığım ız ya da aşka ge ıgımiz anlarda, hangimiz kaderin, efsanenin, tanrıların anını an maktan kaçınabilir? Astrologların içgörülerini, Reagan döneminde Bearay m oridorlannda bile pazarladıklarını artık biliyoruz. dnö'U ^ ür ^
11 Zainan
du^ uianndan ciddi çatışmalar doğabilir: bir
olmalıdır^ v n fn °ptİma| kuI,an,m temposunu belirleyen faiz oranı mı ceğe kadar in ^ ^evrecı^enn ,sraria savundukları gibi, belirsiz bir gelealtına alacak hT a^ t m Uy^un ekoloJik koşulların devamını güvence sorular hepimizi ilpii Ü^.,ebi,ir kalkınmayı mı hedeflemeliyiz? Bu tür karan maddi ollrak *™:|B,rkarann içerdiği zaman ufku, vereceği zler. Arkamızda bir şey bırakmak ya daço*
ura daha iy i hir g e le ce k sağlamak istiyorsak, sadece içinde bu^ muz an ve noktada kendi zevklerim izle ilgilendiğimiz durumlondugun farkh şeyler yaparız. Bu nedenle zaman politik retorikte da" tg" 1 vanştırıcı biçim lerde kullanılır. Örneğin bir toplumda anlık taçokka borç finansmanı yolu y la karşılanması ekonomik büyümenin |ePler,n.tici güçlerinden biri olarak teşvik ediliyor olsa bile, muhafaza« ' “f jriciler, varlıklı bir toplumun bağrında yoksullaşmanın sürüp kâr nedenini sık sık anlık talepleri karşılamanın ertelenmemesigitmesin man konusundaki bu çeşitli kavrayışlara ve bunlardan türeyen msal çatışmalara rağm en (ya da belki de tam da bunlardan dolayı), t0P V farklılıkları, zam anın engellenem ez akış yönünün tek ve nesnel Ttası olarak görülm esi gereken bir ölçünün farklı biçimde algılanması a da yorumlanması olarak görm e yönünde bir eğilim mevcuttur. Bu
neb7
anlayışı birazdan sorgulayacağım . Mekân da benzer b içim de doğal bir olgu olarak ele alınır, sağduyuva dayalı günlük anlam ların atfedilm esiyle "doğallaştırılır". Bazı açı lardan zam andan daha karmaşıktır (yönü, yüzölçümü, biçimi, tekrarlanabilen bir düzeni, hacm i gibi ana özellikleri yanında bir de mesafesi vardır), am a biz m ekânı şeylerin ölçülebilen ve böylece yerli yerine oturtulabilen nesnel bir ö z elliğ i gibi ele alırız. Öznel deneyimimizin bi zi algılama, hayal görm e, uydurma, fantezi bölgelerine taşıyabileceği ni, bunun da "gerçek" oldu ğu varsayılan şeyin bir serabı gibi zihnimiz de yarattığımız harita ve m ekânlara yol açabileceğini elbette kabul ede riz. Aynı zamanda, farklı toplum ların ya da alt grupların farklı kavra yışları olduğunu da keşfederiz. G ünüm üzde Amerika Birleşik D evletle ri olan topraklarda yaşayan O va yerlileri, mekânı hiç de daha sonra yer lerini alacak olan gö çm en ler gibi kavramıyorlardı: iki grup arasında topraklar" konusunda yapılan anlaşmalar o denli farklı anlamlara yas lanıyordu ki çatışm a kaçınılm azdı. A slında, çatışma kısmen tam da top lumsal yaşamı d ü zen lem ek ve topraklar üzerinde hak kavramına içerik kazandırmak için başvurulacak doğru mekân kavramı üzerineydi. Ta rihsel ve antropolojik araştırmalar mekân kavrayışlarının ne kadar çeŞilli olabileceğini gösteriyor. Çocukların, psikiyatrik bakımdan hasta olanların (özellik le şizo fren ik lerin ), ezilm iş azınlıkların, farklı sınıflaran insanların, kentlerde ve kırlarda yaşayanların vb. mekânsal dünyası ^zerinde yapılan çalışm alar ise, dış görünüşü bakımından türdeş top uların içinde de b enzer bir çeşitlilik olduğunu ortaya koyuyor. N e llr i. son tahlilde h ep im izin kabul etm esi gereken kapsayıcı ve nesne
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
230
bir mekan kavramı anlayışı hâlâ çok yaygın. İnsan kavrayış ve algılayışının çeşitliliği karşısında b' kullanılabilecek olan tek ve nesnel bir zaman ya da mekâ ^ ° ,ÇÜ 0,ariık rini sorgulamanın önemli olduğunu d üşünüyorum , NesİM3^ ^ 1fik mmın tümüyle ortadan kaldırılmasından ziya d e mekan v ° 2flel ayr, de edebileceği nesnel özelliklerin çoğulluğunu ve insan ^ Za!.niln,n ifa' ların oluşturulmasındaki rolünü kabul e tm em iz g e re k ti 0 bun h olacağım. Fizikçilerin bugün genel bir anlam da s ö y l e r ° nÜnde Jsrardeden önce ne zaman ne de mekân, anlamı olm ak b ir ^ ^üdur: mad — nesnel n J n ^ ^ t d e ' sildi- dolayısıyla, fiziksel za m a n -m e k â n ın n e s n e l ö z e llik le r in i, maddi
süreçlerin özelliklerinden b a ğ ım sız o la ra k k a v r a m a k m ü m k ü n değiidir Ancak zaman ve mekân konu su ndaki b ütün n e s n e l kavram laştırm alan
bu özgül fiziksel kavramlaştırmaya tabı kılmak hiç de gerekli değildir çünkü"bu kavrayışın kendisi de maddenin oluşum u ve evrenin kökeni konusunda belirli bir görüşe yaslanan bir yaratıdır. Zaman, mekân ve fi zikte zaman-mekân kavramlarının tarihçesi gerçekten de güçlü epistemolojik kopuşların ve yeniden biçimlenmelerin dam gasını taşır. Çıkar mamız gereken yalın sonuç, ne zamana ne mekâna maddi süreçlerden bağımsız nesnel anlamlar yüklenemeyeceği ve bu kavramları temellen dirmenin ancak maddi süreçleri araştırmakla mümkün olacağıdır. El bette bu yeni bir sonuç değildir. Dilthey ve Durkheim başta olmak üze re, bazı düşünürlerin genel yönelişlerini doğrulayan bir sonuçtur. Bu materyalist bakıştan hareketle, zaman ve mekân konusundaki nesnel kavrayışların zorunlu olarak toplumsal yaşam ın yeniden üreti mine hizmet eden maddi pratik ve süreçler aracılığıyla yaratıldığını id dia edebiliriz. Ova yerlileri ya da Afrika’da Nuer'Ier, zaman ve mekân konularında hem birbirlerinden ayrılan, hem de kapitalist bir üretim tarzında içerilenlerden çok uzağa düşen bir dizi ö zelliği ortaya koyar lar. Zamanın ve mekânın nesnelliği, bu durumlardan her birinde top lumsal yeniden üretimin maddi pratiğince yaratılır; bu pratik coğrafi ve tarihsel bakımdan farklılaştığı ölçüde, toplumsal zam anın ve toplumsal mekânın kuruluşunun farklılaştığını görürüz. K ısacası, her özgül üre tim tarzı ya da sosyal formasyon kendine özgü bir zaman ve mekân pra tikleri ve kavramları bohçası içerecektir. Kapitalizm, günümüze dek, toplumsal y eniden üretime ilişkin maddi pratik ve süreçlerin hep değiştiği devrim ci bir üretim tarzı oldunm^npH
bU gerçek
dan e l l i
VC b>Unün yanı sıra an*amIarı da değişir. Öte yan1 g,n,n (Afimse!, teknik, idari, bürokratik, rasyonel) ilerle-
geçerli olduğundan d olayı, mekân ve zama-
GİRİŞ
231
kapitalist üretim ve tüketimin gelişm esi açısından hayati bir önem meSI ^ 0 zaman kavramsal araçlarımızdaki (bu arada mekânın ve za^ ,y0f Gösterimindeki) değişiklikler, günlük yaşamın düzenlenişinde ^Hdi sonuçlar doğurabilir. Örneğin Le Corbusier türü bir planlamacır ya da Haussmann türü bir yönetici düz çizginin istibdadının hâ^ o ld u ğ u bir mimari çevre yarattığında, günlük pratiğimizi zorunlu kin1 k buna uyarlamak mecburiyetinde kalırız. olaraBu (planlamacılar ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler) pratiğin nari biçim tarafından belirlendiği anlamına gelmez; çünkü pratiğin, 1111tür sa b it temsil şem ası karşısında olursa olsun, bağlandığı şamandra! f n k a ç m a gibi m ünasebetsiz bir âdeti vardır. Daha eski mekân ve za man cisimleşmeleri için yeni anlamlar bulunabilir. Antik mekânları çok m adaş biçimlerde sahipleniriz, zamana ve tarihe kabul edilecek bir şey aibi d e ğ il yaratılacak bir şey gibi yaklaşırız. Örneğin, (zaman boyunca m e k â n için d e yaratılm ış bir toplumsal varlık olarak) aynı "topluluk" kavram ı anlam bakımından köklü farklılıkları gizleyebilir çünkü toplu luğun kuruluş süreçleri, grupların kapasitelerine ve çıkarlarına göre hatırT sa y ılır ölçüde farklılaşabilir. N e var ki, toplulukların, diyelim bir planlam a merciince, karşılaştırılabilirmiş gibi ele alınmaları, bunlar içinde yaşayan insanların toplumsal pratiklerinin karşılık vermesini ge rektiren maddi sonuçlar doğurur. Sağduyunun ve mekân ve zaman konusunda görünüşte "doğal" olan fikirlerin cilasının altında, ikircikliliklerden, çelişkilerden ve mücadele lerden örülmüş gizli bölgeler yatar. Çatışmalar sadece çeşitliliği kabul edilen öznel değerlendirm elerden değil, farklı durumlarda zaman ve mekânın farklı nesnel maddi özelliklerinin toplumsal hayat için önem taşıdığı düşünüldüğü için patlak verir. Benzeri biçimde, pratiğin yanı sıra, bilimsel, toplum sal ve estetik teori alanlarında da önemli savaşlar verilir. Teoride zamanı nasıl gösterdiğim iz önemlidir çünkü gerek ken dimizin, gerekse başkalarının dünyayı yorumlayış ve daha sonra hare kete geçiş tarzını etkiler. Örneğin, entelektüel m irasım ızda, zaman ve mekâna ilişkin olduk ça şaşırtıcı bir bölünm eyi g ö z önüne alalım . Toplumsal teoriler (burada Marx'tan, W eber’den, A dam Smith'ten ve Marshall’dan kaynaklanan ge lenekleri düşünüyorum ) yaklaşım larında karakteristik biçimde mekâna oranla zamana ayrıcalık tanırlar. G enellikle ya zamansal süreçlerin 'Ç'ntle cereyan ettiği daha önceden varolan bir mekânsal düzenin varol duğunu ya da m ekânsal engellerin , mekânı insan eylem i için temel olmaktan ziyade olum sal bir v eçh e haline getirecek denli gerilediğini var-
232
M E K Â N V E Z A M A N DENEYİ Mİ
sayarlar. Buna karş.lık. estetik teori "zaman,n m e k â n s a l l a ^ ,, ^ rİndBuİ5 ukiruiun bu kadar uzun bir süre boyunca üzerinde hiç ^ sulmaksızın varlığım sürdürmüş olması. Batı düşüncesinin bölüml mişliğine çakılan bir selam gibidir. Yüzeysel olarak bakıld,ğ,nda daki farkı anlamak pek guç değildir. Toplumsal teori her zaman ' lumsal değişim, modernleşme ve devran (teknik, ,oplumsal> > süreçleri üzerinde yoğunlaşmıştır, ilerleme toplumsal teorinin k o n i, dur, tarihsel zaman ise birincil boyutu. Zaten, ilerleme mekânın fethi • bütün mekânsal engellerin yıkılmasını ve nihai olarak "mekânın zam aracılığıyla yok edilmesini" içerir. Mekânın olum sal bir kategoriye dirgenmesi, ilerleme kavramının içinde mündemiçtir. Modernite m dernizasyon yoluyla ilerleme sorunuyla bağlantılı olduğuna göre bu t° ma üzerine yazılanlar, zamansallığı, mekân ve mahal içinde olma y 6' ne oluşum halinde olma sürecini vurgulamıştır. Mekânsal benzetmek konusunda bir takıntısı olduğunu kendisi de itiraf eden Foucault h ^ (1984: 70), zorda kaldığında, "mekân, ölü, sabit, diyalektik dışı hare ketsiz bir şeymiş gibi ele alınırken, zamanın, tersine, zenginlik, do/ 6 ganlık, hayat, diyalektik" olarak düşünülmesinin ne zaman ve neri ortayaçıktığınısorar. n Öte yanda, estetik teori, değişim ve dönüşüm girdabının orta yerin de sonsuz ve değişmez gerçeklerin aktanlabilmesini olanaklı kılan ku rallan araştırır. En aşikâr örneği alacak olursak, mimar bir mekânsal bi çimin kuruluşu aracılığıyla belirli değerleri iletm eye çabalar. Ressam lar, heykeltraşlar, şairler ve her türden yazarlar da aynı şeyi yapmaya çalışırlar. Yazılı sözcük bile deneyimin akıntısından özellikleri soyut layarak mekânsal olarak sabitleştirir. "Matbaanın icadı sözcüğü mekâ na yerleştirdi" denmiştir; dolayısıyla, yazı, ("sayfalar ve sayfalar boyu beyaz kağıt üzerinde haşere orduları misali düzgün bir hat üzerinde n
a
n
durduran ve h ı i n sallastırrm ı °r 6
keSİn bir " A n la ş tır m a d ır (alıntıyı yaAsbnda’ ber gösterim , deneyimin akışını £östermeye Çalıştığını çarpıtan bir tür mekân-
, d m y e gÖre (,9 7 7 : ,5 6 ^ " y™
ve Söylemi
teorisveni R ^ °par,rabr •Oluşumun, akış olarak zamanın büyük nlmasıyla yamlm/ / yUZden’ zamanı ölçme işinin saatin mekânlaştı-
G İR İŞ
M im a r i * a y n ı z a m a n d a
233
z a m a n ı n d e h ş e t i m e k a rş ı d e rin le m e s in e
dİf‘ î v u n m a d ır - G ü z e l b i r n e s n e y a r a t m a k , k e n d im iz i z a m a n ın is tib d a b İff n t t ı r
k u r ta r a c a k b i ç i m d e
'z a m a n ı v e s o n s u z lu ğ u b irb irin e b a ğ la
" Z a m a n ı d e ğ e r s i z l e ş t ı r m e " d ü r tü s ü , k e n d in i, s a n a tç ın ın " z a m a -
* d u r a c a k k a d a r g ü ç l ü " b i r y a p ıt ı n y a r a tılm a s ı y o lu y la k u r tu lm a is-
a
n'_
jg 0 r ta y a k o y a r . I. K ı s ım d a g ö r d ü ğ ü m ü z g ib i, m o d e r n iz m in e s te -
tegm n e liş in in b ü y ü k b ö l ü m ü d e ğ i ş i m iç in d e b u s o n s u z lu k d u y g u s u n a tİK
ç a b a s ı y d ı. A m a B a u d e l a i r e ’in f o r m ü lü n ü n e b e d i y a n ın a e ğ il-
eflf l e bu y a k la ş ı m z a m a n d a n z iy a d e m e k â n ı ö n e ç ık a r m ış o lu y o rd u , u k â n s a l y a r a t ı l a r ı n h e d e f i " z a m a n s a l g e r ç e k l iğ i , iç in d e d a h a h u z u rlu e d e lim d i y e a y d ı n l a t m a k d e ğ il , b u g e r ç e k l ik t e n k u r tu lm a k tır : z a m a h' Szam an i ç i n d e b i r z a m a n d i l i m i b o y u n c a d a o l s a ilg a e tm e k ." H a r r ie s
b u ra d a B a u d e l a i r e 'i n ( " i n s a n z a m a n ı a n c a k o n u k u l la n a r a k u n u ta b ilir " ) ye T
s. E l io t'u n
( " a n c a k z a m a n a r a c ı l ı ğ ı y l a f e t h e d il i r z a m a n " ) ü n lü m o -
formülasyonlanna yankı veriyor. A m a p a r a d o k s buradan doğar. Düşünme ve kavramlaştırma biçim lerimizi, yazılı sözcüğün mekânsallaştırmalanyla aktif şekilde boğuşa rak, h a rita la r, grafikler, şekiller, fotoğraflar, maketler, resimler, mate matik semboller ve benzerlerini üreterek ve inceleyerek öğreniriz. İn san deneyiminin akışı ve toplumsal değişim yönünde güçlü süreçler karşısında bu tür düşünm e tarzları ve kavramlaştırmalar ne denli uy gundur? M adalyonun öteki yüzüne baktığımızda, genel olarak mekânsa lla ştırm a la r, özel olarak da estetik uygulamalar akış ve değişimi, özellikle de bunlar aktarılması gereken yaşamsal gerçekler olarak düşü nülüyorsa, nasıl tem sil edebilir? Bergson için kâbus haline gelen ikilem buydu. Bu, hem fütürist akım, hem de Dada için temel sorun olacaktı. Fütürizm mekânı, hız ve devinim i tem sil edebilecek şekilde biçimlen dirm eye çalışacaktı. D adaistler ise sanatı gelip geçici olarak görüyorlar dı; sürekli türden herhangi bir mekânsallaştırmayı reddederek, sonsuz luğu, "happening"lerini devrim ci eylem çerçevesine yerleştirme yoluy la arayacaklardı. W alter Pater'ın, "her sanat müziğin durumuna öykü nür" iddiası belki de bu b ilm eceye cevap olarak ileri sürülmüştü: ne de olsa müzik estetik etkisini tam da zamansal devinimi aracılığıyla ileti
d e r n ist
yordu. Ama zam anın tem silinin en aşikâr aracı sinemaydı. Sinemanın olanakları genç Sartre'ı çok heyecanlandırıyordu. "Günümüzde uygarlı-
yansıtan bir sanat," diyordu sinem a için; "insana içinde yaşadığı dünyanm güzelliğini, süratin, makinaların şiirini ve sanayiin insanlık dışı muhteşem k a çınılm azlığını öğretiyor" (Cohen-Solal, 1987). Sinema ve müziğin birleşm esi, sanatın ve mimarlığın mekânsal pasifliğine karşı
m eK ÂK VE ZA M A N
D E N E V .M .
etkili bir panzehir oluşturur. Ancak, sinem anın d e rin liğ j 0> ekrana ve bir sinema salonuna hapsolmuşluğu, onun da tu h a fh ^ an ^ir de mekâna bağlı olduğunu hatırlatan b ir şeydir. ,r hiçi^ ' ' -c I a■ i■ T —ı mekânsallaştırma in a tla ş tırm a biçim b ı ç ı mlerinin ıc ı..... toplum « ,F . sal du e8 ^ jş 1$ımı jm f8 eI
^ kolaylaştırdığı k o n u s u n d a e s te t ik t e o r i d e n ö ğ re n il
f'v 'v a rd ır Tersinden b a k ıld ığ ın d a , e s te t ik t e o r i n in b a ş a ç * ! * *
» em ken akış ve değişim ile ilg ili o la r a k to p lu m s a l t e o r i d e n ö ğ r e n i p ' çok şey vardır. Bu iki d ü şü n c e a k ım ın , b t r b t n n e k a r ş , o y n a y a r a k b e |k d e politik-ekonom ik d e ğ işim in k ü ltü r e l p r a t ı g , n e t a r z d a e t k i l e d i ğ i daha iyi anlayabiliriz. A m a önce bu tür b ir a k ıl y ü r ü tm e n in p o l it ik ö n e m i n i n h a n g i nokta d a yatabileceğin! bir ö rn ek le c a n la n d ır a y ım . B u n u y a p a r k e n , K anfm estetik yargı konusunda ileri s ü rd ü ğ ü a n la y ı ş a ( b k z . y u k a r ı d a s. 32), ya. ni estetik yargının nesnel b ilim d ü n y a s ı ile ö z n e l a h la k i y a rg ı dünyası arasında potansiyel bir d o lay ım o la r a k a lı n m a s ı a n l a y ı ş ı n a g e ri d ö n ece ğim. (Bu, K ant'ın bilginin ü ç e b ö lü n m e s i ö n e r i s i n e d e , ç ık a r la r d a n bü tünüyle bağım sız b ir tatm in e d a y a lı g ü z e ll ik k a v r a m ı n a d a k a tı l d ığ a anlam ına gelm iyor.) E stetik y a r g ıla r ( v e b u n l a r ı n y a n ı s ır a "kurtarıcı" nitelikteki sanatsal faa liy e tle r) p o litik v e d o l a y ı s ı y l a to p lu m s a l ve eko nom ik uy g u lam alar k o n u s u n d a g ü ç lü k ı s t a s l a r h a l i n e g e lm iş tir . Eğer estetik yargı zam ana g ö re m e k â n a ö n c e li k v e r i y o r s a , o z a m a n m ekân sal p ratikler ve k a v ra m la r b e lirli k o ş u ll a r a l t ı n d a t o p lu m s a l uygulam a açısından m erkezi b ir ö n e m k a z a n a b ilir .
Bu açıdan bakıldığında, Alman filo zo f H eidegger ilgi çekici bir dü şünür olarak ortaya çıkıyor. Kantçı özne nesne ikiliğini reddederek Varlığın kalıcılığının Oluş'un geçiciliği üzerindeki üstünlüğünü ilan ediyordu (Metaphysics: 202). Varlık üzerine yaptığı araştırmalar, Heidegger’i modernizmin ve Yahudi-Hıristiyan geleneğinin tümellerinden uzaklaştırıyor, Sokrates-öncesi Yunan düşüncesinin yoğun ve yaratıcı milliyetçiliğine geri götürüyordu. M etafiziğin ve felsefenin tamamının, anlamını ancak halkın alın yazısıyla ilişkisi içinde kazandığını ilan edi"h- U-ı ^tZ Sava^ aras,nc*a’ Rusya ile Amerika arasında bir uy u cımbız a sıkışmış olan Almanya'nın jeo p olitik konumu, şu dü şüncelere yol açıyordu: y lojik t e u s ım bİ ^
i aç's'ndan Ru^
v e A m erik a a y n ıd ır ; aynı sıkıcı tckno*
nün en ücra köşesininntpkinS?n,n 3yni s,n ırs,z b iÇ‘m d e ö rg ü tlen m esi. Yeryüzü* açıldığı; nerede np 0JI tarahndan feth e d ild iğ i v e ek o n o m ik sömürüye geri kalan bölümlerin
^130o rta^ a Ç ^ s a
ç ık sın , h erh a n g i bir o la y ın dünyanın ıs enen süratle ile tile b ild iğ i; Fransa'da bir Kralın suı*
GİRİŞ
23 5
... siyle Japonya’da bir Senfoninin eşzamanlı olarak "yaşanabildikastteöld !Sratten, anlık olmadan ve eşzamanlılıktan başka hiçbir özelliği.j". zaman,Ii larjh olarak zamanın bütün halklann hayatlanndan kayboldu) 'ı o zaman, evet, o zaman, bütün bu kargaşa içinde, bir soru hâlâ «» " ^ meda (•••/ .____ K,1-1--------M - i - î - n ı t . ğıı b i ^ t gibi peşimizi bırakmaz: Ne için? Nereye? Sonfa ne olacak? 7 aman"nıekân
dönü5ümü duygusunun ve bu dönüşümün yarattığı
tıra^n daha güçlü olm ası pek zordur. Heidegger’in cevabı açıktır:
Rütün bunların anlamı şudur: tarihsel bir ulus niteliğiyle bu ulus, kendini lelikle gatı’nın tarihini gelecek ”01uş”un merkezinden öteye, varlığın VC irinin o ilk alanına taşımalıdır. Avrupa hakkmdaki büyük karar eğer yok 8 vı getirmeyecekse, bu karar tarihsel olarak merkezden yayılacak yeni ruh^enerjiler üzerine yerlejmelidir.
H e id e g g e r için "Nasyonal Sosyalist hareketin derin hakikati ve büyükI &ü" b u r a d a yatıyordu (N asyonal Sosyalizm "küresel teknoloji ile mo dern insanın karşı karşıya gelm esi" olarak anlaşılmalıydı). Almanya’nın Milletler C em iyeti’nden çekilm esini desteklemek için "sınıfları bölme yen", "devletin yüce iradesinde" bir araya getirerek bağlayan bir bilgi nin arayışı içine giriyordu. Bu yoldan umudu Alman halkının "yalın de ğerini ve gerçek gücünü yeniden bularak ve bir çalışma devleti olarak s ü r e k liliğ in i ve büyüklüğünü sağlayarak bir çalışma halkı olarak birlik için d e büyümesi" idi. "Bu işitilm em iş iradenin adamına, Führer’imiz A d o lf Hitler’e, üç kez S ieg Heil!" (alıntıyı aktaran Blitz, 1981:217). 2 0 . yüzyılın büyük filozoflarından birinin (arada hatırlatalım ki, Heidegger Derrida’nın yapıbozum culuğunun esin kaynağıdır) politik bakımdan onurunu bu derecede tehlikeye atmış olması küçümsenmeye cek bir kaygının konusu o lageldi. (Farias’ın (1987) Heidegger’in Nazilerle bağının ne kadar uzun sürdüğünü belgelem esinin sonucu olarak bu kaygı bir kez daha bir "skandal"ın patlak verm esiyle sonuçlanıyordu.) Ama sanıyorum H eidegger vakasından hareketle birtakım yararlı nok talara değinilebilir. B elli ki, teknolojinin tekdüze evrenselciliğinden, mekânsal farklılaşmaların v e kim liklerin çöküşünden ve zamansal sü reçlerin görünüşte d en etim siz biçim de hızlanmasından son derecede ra hatsızdı. H eidegger bu bakış açısından, modernizmin, Baudelaire’in di te getirdiği biçim iyle bütün ikilem lerini cisimleştirir. Nietzsche'nin mü dahalelerinden (bkz. yukarıda ss. 3 1 -33) derinden etkilenmiştir, ama onun görüşlerinin de kabul ed ilem ez ve mutlak bir nihilizm yolunda ol(uğunu düşünür. K endisi uygarlığı işte böyle bir kaderden kurtarmayı amaçlamaktadır. K alıcılık arayışı (Varlık felsefesi), hem (ileriye bakış an amında) devrim ci, hem de yoğun biçim de m illiyetçi olan, mekâna
236
ME KÂ N VB Z A MA N D E N E Y İ M İ
ue aiın yazısı anlayışına bağlanıyordu. Meiaf,,;, bağlı bir jeopolitik ve eri (öze„ ikle Sokrates-öncesi YUn' açıdan bu, kendine k ^ a|ma sonucunu doğuruyordu. Böy|e h “ygarhğmın degeje ^ ^ olarak da Na*| mimaris| £ yönelişin, genel o ^ kadar diişünceSının devrimci yan, 0nu ' paralelliği ortada ekno|ojjnjn gelişmesiyle uzlaşmaya zorlaşa da Ef tik işlerde blbm y ahudi-Hıristiyan uygarlığından kaynaklan, r r ' A rasyonalitesi "efsanesi"nin ve enternasyonaliz^ HdTmutl'ak” Nazi türü bir gerici modernizm, aynı anda, hem mitoi0. reddi mutlaktı^ ^ anavatan, alın yazısı ve mahal efsanelerinim gücünü'vurguluyor' hem de yüce bir ulusal başar, projesine yö„e|ik olarak toplumsal ilerlemenin bütün araçların, seferber ediyordu. Bu özgül «tetik duygunun politikaya uygulanması tarihin akışın, alabildiği. "e ^Nazîörneği'hiçde benzersiz değildir. Politikanın estetikleştirilme, sinin uzun bir tarihi vardır ve dizginsiz bir toplumsal ilerlemeyi öngö ren öğretiler açısından köklü sorunlar yaratır. Politikayı estetikleştirmenin sol ve sağ versiyonları vardır: unutmamak gerekir ki Sandinistler de, ulusal kurtuluş ve toplumsal adalet içeren bir sol politik progra1 ma katılımı teşvik amacıyla Sandino’nun kişiliği ekseninde politikayı estetikleştirmektedirler. Sorunun aldığı en çıplak biçim, vurgunun ta rihsel değişimden ulusal kültür ve alın yazısına kayarak dünya ekono misinin farklı mekânları arasında coğrafi çatışmaları ateşlemesidir. Je opolitik çatışmalar daima politikanın, mahal ve kişi mitolojisinin güçlü bir rol oynadığı bir tür estetikleştirilmesi sonucunu içerir. Ulusal kurtu luş hareketlerinin bu konudaki söylemi, emperyalizm ve sömürgecilik tarafından dayatılan tanınmış misyon, ırksal ya da kültürel üstünlük, paternalizm (örneğin beyaz adamın yükü), ulusal üstünlük öğretileri tü ründen karşı-söylem kadar ağırlıklıdır. Marksist açıklamalarda sınıflar arasındaki mücadelelerin sonucu olan dünya tarihinin nasıl ve neden çoğu zaman son derecede tahripkâr olabilen jeopolitik çatışmalara gömüldüğü m eselesi, basit bir kaza gibi ele alınamaz. Bunun kökleri kapitalizmi eşitsiz coğrafi gelişm e kalıpla rına zorlayan ve aşırı birikim sorununa bir dizi mekânsal çözüm arayı şına iten politik-ekonomik süreçlerde yatabilir. A m a bu jeopolitik yö nelişe eşlik eden politikanın estetikleştirilmesi de benzer biçimde cidıye alınmalıdır. Bence mekân ve zamanın doğası ve anlamı konusun da estetik ve toplumsal teorik perspektiflerin birleştirilmesinin anlamı an kaynakJanır. İşte Eagleton’un (1987) Lyotard'ın postmoderniz-
GİRİŞ
237
mine yönelttiği ser. polemik ,am da bu ,ür bir bak.ş açısından yola ç,kar: Modernde. Lyoıard'ın gözüne yalnızca lerörist aklın hikâyesi »Ihı m • ise bütüncül düşüncenin olumcul son durağından farksız S y ol£ak S ? ™ r Ru pervasız çarpıtma, olum kamplannın başka gorunu-
ı* g £ s s iw,‘“ “'w-«s,s ;
13 T op lu m sal Hayatta
Bireysel Mekânlar ve Zamanlar
Mekân ve zamanlarımızın kaynaklandığı maddi pratikler, bireysel ve kolektif deneyimlerimizin yelpazesi kadar çeşitlidir. Başa çıkmamız oereken sorun, bunların hepsini kapsayacak bir yorum çerçevesi geliş, drerek kültürel değişim ile ekonomi politiğin dinamiği arasındaki uçu. nıma bir köprü oluşturabilmektir İşe, Hâgerstrand'ın öncülüğünü yaptığı zaman coğrafyasında orta ya konulduğu biçimiyle günlük faaliyetlerin en basit biçimde tasvirini sağlayan bir araçla başlayayım. Burada bireyler, mekân içinde hareket yoluyla zamana yayılan projeleri uygulayan amaç sahibi özneler olarak ele alınır. Bireylerin biyografileri, günlük hareket kalıbından (evden fabrikaya, alışverişe, okula gidiş ve yeniden eve dönüş) başlayarak bir hayat süresinin çeşitli evreleri boyunca göç hareketlerine (örneğin kır sal bölgede geçen bir gençlik, büyük kentte m esleki eğitim , evlilik ve altkente taşınma, emeklilikte kırsal bölgeye çekilm e) kadar uzanan bir yelpazede "zaman-mekân içinde hayat patikaları" olarak izlenebilir. Bu tür hayat patikaları şekillerle de gösterilebilir (bkz. Şekil 3.1). Amaç, bu tür biyografilerin incelenmesi yoluyla zaman-mekân davranışının il kelerini araştırmaktır. Sınırlı zaman kaynaklan ve "mesafeden doğan sürtünme” (sürtünmeyi aşmak için gerekli zaman ya da maliyet türün den ölçülür) günlük hareketi kısıtlar. Yemek, uyumak vb. için zaman bulunması gerekir; ayrıca, toplumsal projeler her zaman "eşleştirme tahditleri" ile karşı karşıyadır; bu tahdit, herhangi bir toplumsal işlemi gerçekleştirmek için iki ya da daha fazla bireyin zaman-mekân patika larının kesişmesi gerekliliği olarak tanımlanır. Bu tür işlem ler genellike uygun istasyonlardan (çalışma, alışveriş vb. faaliyetlerin yürütülı u?jJ yer|er(*en) ve belirli toplumsal etkileşim lerin gerçekleştiği "alan* dan oluşan bir coğrafî örüntü çerçevesinde ortaya çıkar.
BİREYSEL MEKÂN
VE ZAM AN LAR
23 9
. erstrand'm şeması, bireylerin günlük yaşamının mekân ve za- n d e nasıl geliştiğini tasvir etmek için yararlı bir araçtır. Ama "is11130 lÇ-'iarın ve "alanların nasıl üretildiği ya da "mesafeden doğan sürıasy° n’nin neden elle tutulur biçimde farklılaştığı hakkında hiçbir şey tüume AynI zamanda, bazı toplumsal projelerin ve onlara özgü ^ T r m e tahditleri"nin neden ve nasıl hegemonik hale geldiği (örnee$lef brika sisteminin neden hâkim olduğu ya da dağınık zanaat türü 8in\ 5içimlerine tabi olduğu) sorusunu tümüyle bir kenara bırakır. ÜferH toplumsal ilişkilerin neden ötekiler karşısında baskın çıktığını h mahallere, mekânlara, tarihe ve zamana anlamın nasıl atfedildiğiy la m a k için hiçbir çaba göstermez. Zaman-mekân biyografileri üzen,aflmuazzam miktarda ampirik veri toplamak, bu tür biyografilerin rıneda oeçmesi toplumsal pratiklerin zaman-mekân boyutlarını ele alma bakımından yararlı bir veri olsa bile, m aalesef bu daha geniş sorulara cevap verilmesini sağlayamaz. Karşıt bir yaklaşım olarak, de Certeau, Bachelard, Bourdieu ve Foucault gibi yazarlar tarafından ileri sürülmüş olan, zaman ve mekâna sosyo-psikolojik ve fenom enolojik yaklaşımlara bakalım. Foucault, be denin mekânını toplumsal düzenim izdeki indirgenemez unsur olarak ele alır çünkü baskı, toplumsallaşma, disiplin altına alma ve cezalandır ma güçleri bu mekân üzerinde uygulanır. Beden mekân içinde vardır ve, ya otoriteye boyun eğm ek (örneğin organize bir mekânda hapsedile rek ya da göz altında tutularak), ya da başka alanları baskıcı olan bir dünyada özgül direniş ve özgürlük mekânlarını (heterotopia) mücade leyle yaratmak zorundadır. Foucault'ya göre toplumsal tarihin merke zinde yer alan bu mücadelenin hiçbir zorunlu zamansal mantığı yoktur. Ne var ki Foucault bazı tarihsel geçişlerin önemini görür ve deneyimin dönemleştirilmesi sorununu büyük bir dikkatle ele alır. Eski rejim'in al tı Aydınlanma tarafından kazılm ıştır, ama onun yerini mekânın, benli ğin ve arzu dünyasının toplum sal denetim i, göz altında tutulması ve baskı altına alınması tekniklerine yönelik, yeni bir organizasyonu al mıştır. Aradaki fark, modern çağda devlet iktidarının kişiselleşm iş ve keyfi olmak yerine yüzünü gizleyen , rasyonel, teknokratik (ve dolayı sıyla daha sistem atik) bir nitelik kazanmış olmasıdır. İnsan bedeninin (bizim için) indirgenem ezliği, insanın arzusunun özgürleşmesi müca delesinde direnişin ancak oradan hareketle seferber edilebileceği anla mına gelir. Foucault için mekân, bir iktidarın alanı ya da kabı için bir mecazdır: genellikle kısıtlayan, bazan O luş süreçlerini özgürleştiren bir
»«A»»»
D“ EVlMl
240
$*&/ 3. i Hagerstrand'a (1970) göre günlük zam an -m ekân patikalarının ramatik gösterimi.
)
BİREYSEL
MEKÂN
VE ZA M A N L A R
24 l
r- .rault'nun toplumsal denetim mekânlarında hapsedilme konufv a o ü ğ ı vurgunun, modern toplumsal hayatın örgütlenme tarzı süfldaL mecazi anlamından farklı olarak kelimenin günlük anlamınaÇ,S1 Idukça önem li bir açıklayıcılığı vardır. Örneğin, yoksullaşmış da ^ n iç kentlerde kıstırılm ış olarak yaşaması, kent coğrafyacılarıkitlelenn zamandır dikkatini çekm ekte olan bir konudur. Ama Foucanın UZUValnızca örgütlenm iş baskının mekânları (cezaevleri, "panoptiUİt"“ hastaneler, başka toplum sal denetim kurumlan) üzerinde yoğunC°n ası üeri sürdüğü görüşün genelliğini zayıflatır. De Certeau'nun T a sım ı bu zaafı ilginç biçim de giderir. O toplumsal mekânlan insan tıcılığma ve eylem ine daha açık olarak ele alır. Ona göre yürümek T jfa d e mekânı" tanımlar. Hâgerstrand gibi o da hikâyesine temelden rJsiar ama bu kez kentteki "adımlarla”. "Karıncalar gibi kaynaşan dunlar, sayısız tekilliğin bir koleksiyonudur. Kesişen yollan mekânlan biçimlendirir. Mahalleri bir araya getirerek örerler" ve böylece gün lük faaliyetler ve hareketler aracılığıyla kenti yaratırlar. "Adımlar bir yöreyle sınırlı değildir; adımların mekânsallaştırdığını söylemek daha doğrudur." (Yaratılan izlenim in Hâgerstrand'ın doğurduğundan ne ka dar farklı olduğuna dikkat edin.) Kentin tikel mekânları, hepsi insanla rın niyetlerinin dam gasını taşıyan sayısız eylem tarafından yaratılır. Foucault’ya cevaben, de Certeau "tutarlı ve bütüncül bir mekânın teknolo jik sisteminin" yerini günbegün yaya güzerâhlarınm "retoriği"nin aldığı bir durum görür. Bu güzergâhların, "çok kullanılan deyişlerin unsurla rından bir çırpıda inşa ediliverm iş, boşlukları, simgeleştirdiği toplum sal pratiklerle iç içe g eçen , im alarla dolu, paramparça bir hikâye" ola rak anlaşılan "efsanevi bir yapısı" vardır. De Certeau burada, her şey i içine alan baskıcı bir düzenin dayattığı çerçeve kapsamında dile getiriliyor olsa bile, popüler, yerelleşmiş so kak kültürlerinin m ayalanm asını anlamak için bir temel tanımlıyor. Ona göre, "amaç, düzen şiddetinin nasıl disiplin altına alıcı bir teknolo jiye dönüştüğünü açığa çıkarm ak d eğ il, daha çok, zaten ’disiplin'in ağı na yakalanmış olan grup v e bireylerin dağınık, taktik ve geçici yaratıcı sının aldığı gizli biçim lere ışık tutmaktır". "Sınai ve bilimsel modernite içinde popüler' pratiklerin yeniden canlanması, geçmişle, kırsal böl gelerle ya da ilkel halklarla sınırlanam az, çağdaş ekonominin bağrında Mevcuttur,' der de C erteau. M ekânların, Foucault'nun sandığından çok a a kolay "özgürleştirilebilir" olm asının nedeni, t a m da toplumsal prasınırfn E sk ici bir top lum sal denetim şebekesinin bağrında yerel olarak lr anmaktan ziyade m ekânlar yaratmasıdır.
VE Z A M A N
DENEYİMİ
lan d ın r." "Her şeyin bir zamanı ve mekânı olduğu" yolundaki sağduyu ya dayalı anlayış, mekânlara ve zamanlara toplum sal anlamlar vererek toplum sal düzeni taklit eden bir dizi reçeteye dönüşür. Bu, Hall'un (1966) birçok kültürler arası çatışmanın kaynağı olarak gördüğü türden bir olguydu, çünkü farklı gruplar zaman ve mekânın kullanımı yoluyla oldukça farklı anlamlara işaret ediyorlardı. Berberi evlerinin iç dünya sının ve tarlaların, pazaryerlerinin, bahçelerin ve benzerlerinin dış dün yasının yıllık takvimle ve gece-gündüz b ölü nm esiyle ilişkisi üzerine yaptığı araştırmalar yoluyla Bourdieu "grubun bütün bölünmelerinin nasıl her an, her bir kategoriye yerini ve zam anını bildiren mekânsalzamansal organizasyonayansıtıldığını" gösterir: "pratiğin arapsaçı gibi mantığı işte burada, grubun cinsler, yaş kümeleri ve 'meslekler' (demir ci, kasap) arasında işbölümünün ortaya çıkardığı çeşitlilik le bağdaşabi lecek kadar yüksek bir toplumsal ve mantıksal bütünleşm e sağlamasını mümkün kılmada harikalar yaratır." Bourdieu'ye göre, "ortak pratikler ve gösterimler, beden ile mekân ve zamanın yapılanm ış organizasyonu
arasındaki diyalektik ilişki aracılığıyla belirlenir". V e tam da bu tür de neyimlerdendir ki (özellikle evdekilerden) algılam a, düşünce ve eylem konularında kalıcı şemalar yaratılır (bkz. Şekil 3 .2 ). D aha da derin bi çimde, zamanın ve grubun efsanevi yapılara göre örgütlenm iş olmas!» kolektif pratiğin 'gerçekleşen efsane’ gibi g ö rü n m esin e yol açar. Son yıllarda bu tür bulgular birçok antropolojik araştırmada tekrar te ar ortaya çıkmıştır (elbette bunlar ille de Bourdieu'nün yort
244
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
arlardı) Ne var ki, daha genel olarak snn.ı araçlarını kabul etrmy |umsa, anlamların çağdaş kapitalist'k^' gereken soru buna ben«
,ÜrÇeT Ve« S çüde aktarılabıl c g
P
, örgü(|enme a r a c ıh ğ ,^ 8' ku'
Elbette, bu .Ur süreçlerin işleyiş bjr evjn jçin(Je mekân|
ine
İŞ" eteT f i â c n s îe fv e yaş kümeleri arasındaki ilişki|er haJ * J Ienmesı hala ^ Kapita|izmin örgütlü mekânsal-zamansal ritmi ri"bkeylerin farklı roller içinde toplumsallaşma*, yönünde yaygln ^ n İ sağlar. "Her şeyin yeri ve zaman, olduğu yolundaki sağd * ZZım ağırlık taşır; hareketlerin nerede ve ne zaman yapılacağ, « S toplumla! beklentiler vardır. Ama Bourd.eu nun ışare. ettiği me kânizmalar kapitalist toplumda hep hazır ve nazır olsalar da, bunlar ya. zarın Berberi toplumu için çizdiği türden genel anlam da statik bir toplumsal yeniden üretim tablosuna kolay kolay uydurulamazlar. Ne de olsa modernizasyon beraberinde zamansal ve mekânsal ritmlerin altüst olmasını getirir; modemizm ise gelip geçicilik ve parçalanmadan örül müş bir dünyada mekân ve zaman için yeni anlamların üretilmesini misyonlarından biri olarak kabul eder. Bourdieu paranın gücünün peşinde koşmanın geleneksel pratikle rin altını nasıl kazdığına ilişkin en fazlasından ipuçları verir. Moore (1986), Endo’lar üzerine yaptığı araştırmada bu fikri derinleştirir; bunu yaparken de mekânsallaştırmalarla toplumsal yeniden üretim arasında ki karmaşık ilişkilere daha çok ışık tutar. Ona göre, değer ve anlam "hiçbir mekânsal düzende içkin değildir, atfedilm eleri gerekir". Pratik faaliyetlerden ve tarihsel bakımdan konum lanm ış öznelerden bağımsız olarak mekânın "evrensel" bir dili, bir mekân göstergebilim i olduğu fikri reddedilmelidir. Ne var ki, özgül pratikler bağlam ında, mekânın organizasyonu gerçekten de insanlar, faaliyetler, şeyler, kavramlar ara sında ilişkileri tanımlayabilir. "Endo’lar arasında m ekânın organizasyo nu bir metin gibi düşünülebilir; bu n iteliğiyle hayali ama yine de top lumsal kaygılan ilgilendirdikleri için önem li m eseleler ve durumlar hakkında 'konuşur' ya da bunları 'ele alır'. Bu tür m ekânsal gösterimler hem üründür, hem üretici'." Para kullanım ının yayılm asın ın ve ücretli emeğin girişinin basıncı altında gösterim ler değişir. Endo'lar örneğin de, modemizm kendini, geleneksel yuvarlak ev in yerini kare bir eve ırakmasında, yemek pişirme alanının evin ana g övdesinden ayrılma sın a ve toplumsal ilişkilerde değişim e işaret eden daha başka mekân-
sal yeniden düzenlemelerde gösterir. u tur süreçlerin efsanelere ve ritüellere sarınma potansiyelleri bi-
BİREYSEL
MEKÂN
VE ZAMANLAR
245
nderniznıin ve postmodernizmin ikilemleri hakkında epeyce şey Ze, m Yukarıda, hem I. K ısım ’da, hem de m . Kısım’ın girişinde mo3 izm in sık sık m itolojiyle flört ettiğinden söz etmiştik. Burada medernal ve zamansal pratiklerin kendilerinin "gerçekleşen efsane" biçi• de görünebileceği ve böylece toplumsal yeniden üretimin vazgeçil11110 bif ideolojik unsuru haline gelebileceği gerçeğiyle karşı karşıya Tyoruz. Kapitalizm koşullarında, parasallaşma, piyasa mübadelesi, gej L e n i n dolaşım ı gibi tümellerin orta yerinde parçalanma ve gelip se -edik eğilim leri veri alındığında, sorun içkin değer ve anlamları ifaf edebilecek istikrarlı bir m itoloji bulmaktır. Toplumsal pratikler, top1 m üzerindeki hâkim iyetlerini güçlendirme çabalarının ayrılmaz bir U ası olarak bazı efsaneleri çağırabilir, bazı mekânsal ve zamansal ^terim leri yaratmak için gayret gösterebilirler. Ama bunu öylesine eklektik ve gelip geçici bir tarzda yaparlar ki, kapitalizm koşullarında, Bourdieu’nün Berberiler için ifade edebildiği türden bir güvenle "ger çekleşen efsane"den sö z etm ek güçtür. Bu (Nazizmde ya da makine ef sanesinde olduğu gibi) güçlü bazı mitolojilerin tarihsel-coğrafı değişi me karşı sert kışkırtmalar olarak kullanılmalarına engel değildir. Üste lik, mitoloji N azizm in gürültücü iddialarından daha incelikli bir yakla şım içinde yeterince ılım lı biçim lerde de (geleneğin, ortak belleğin, yö reselliğin ve m ahallin, kültürel kim liğin çağnştınlm ası) sunulabilir. Ama çağdaş toplumda m itolojinin işleyişinin, şu ya da bu biçimde çok özgül bir anlamda "her şeyin yeri ve zamanı vardır" anlayışının anlamı nı düşündürmeyen bir örneğini bulmak zordur. Mimarlıkta ve kent tasanmcılığında m ekânsallaştırıcı faaliyetlerin, tarihe atıf yapılmasının ve toplumsal pratiğin hangi yönleri için hangi zaman ve mekânın doğru ol duğuna ilişkin tanım üzerinde süregiden mücadelelerin anlamı da böy lelikle ortaya çıkıyor. Bachelard'a (1 9 6 4 ) g elin ce, o dikkatimizi hayalgücünün mekânı ("şiirsel mekân") üzerinde odaklaştırır. "Hayalgücünün ele geçirdiği mekân, değişm em iş b içim de kadastrocunun ölçüm ve tahminlerine tabi kalan bir mekân" da olam az, yalnızca psikologların "duygusal alan"ı olarak da tem sil ed ilem ez. "Kendi kendim izi zaman içinde tanıdığımızı sanırız," der B achelard; "aslında bütün bildiğim iz, varlığın istikrarının mekânlarında bir dizi sabitlenm edir." Anılar "hareketsizdir, mekân içinde ne kadar sa b itleşm iş iseler o kadar sağlamdırlar." Burada Hei^gger’den güçlü yankılar vardır. "Mekân sıkıştırılmış zaman içerir. Mekân bu işe yarar." V e de b ellek için her şeyden daha önemli olan meân, evdir: "insanlığın düşüncelerinin, anılarının ve düşlerinin en bü-
M E K Â N VE Z A M A N D E N E Y İ M !
246
ya etmey, o mekan
»
^
^
_
Varlık daha baştan bn ® onJyucu varlıkların iç in d e y a şad ığ , m ekân k 5, korunmuş, sıcacık ^ ek ve hayalgücü b irb irle rin e bağlı kalırlar, bbh“' dur (...) Bu ücra derinleştirirler (...) Rüyalar aracılığıyla, h a y a tla r,mız k'" lerini karşılıklı olarak jç jçe geçer ve eski g ü n le rin hâzinelerini m
Tok eskiden kalmış mekânsal bellekle donanmış varlık, 0 1 uş'ü asar Yitirilmiş bir çocukluk dünyasının bütün o nostaljik anıların, le. menlendirir Kolektif belleğin, ülke ve kent, bölge, ortam ve yöre, semt ve mahalle hakkındaki imgelerimize bulaşan bütün o yer ilişkili özlem ifadelerinin temeli bu mudur? Ve eğer zamanın bir akış olarak değil de yasanmış yer ve mekânların anıları olarak canlandırıldığı doğru ise, o zaman toplumsal ifadenin temel malzemesi olarak tarih, yerini gerçek ten şiire, zaman da mekâna bırakmalıdır. M ekânsal im ge (özellikle fo toğrafın sağladığı kanıtlar) o zaman tarih üzerinde güçlü bir etki yapar (bkz. 18. Bölüm). , j Mekânsal ve zamansal pratikler hangi toplumda olursa olsun bir çok karmaşıklık ve incelik içerir. Bu pratikler toplum sal ilişkilerin yeni den üretimi ve dönüşümü süreçleriyle bu denli yakından ilgili oldukları na göre, bunları betimlemenin ve kullanımları hakkında genellemeler yapmanın bir yolu bulunmak zorundadır. Toplum sal değişimin tarihi, bir ölçüde, mekân ve zaman anlayışları ve bu anlayışların koşulabilecekleri ideolojik kullanımlar aracılığıyla kavranabilir. Üstelik, toplumu değiştirmek isteyen herhangi bir proje, mekânsal ve zamansal anlayış ve pratiklerin dönüşümünün karmaşık ağını kavramak zorundadır. Karmaşıklığın bazı veçhelerini kavrayabilmek am acıyla mekânsal pratikleri bir şema biçiminde göstermeyi d en ey eceğ im (Tablo 3.1). Solda yukarıdan aşağıya Lefebvre'in La p ro d u c tio n d e l'espace (Mekâ nın Üretimi) kitabında teşhis edilen üç boyutu sıralıyorum : 1. Maddi mekânsal pratikler, mekân içinde ve aracılığıyla üretimi ve yeniden üretimi sağlayacak biçimde gerçekleşen fiziksel ve maddi akış, aktarma ve etkileşimleri ele alır! 2. Mekân gösterimleri, ister günlük sağduyu d iliy le, ister mekânsal pratiklerle uğraşan akademik disiplinlerin (m ühendislik , mimarlık
B İ R E Y S E L ME K Â N VE ZAMANLAR
24 7
fva planlama, toplumsal ekoloji vb.) bazan anlaşılmaz diliyle olpratikler hakkında konuşulmasına ve bunların anlaşılmasıS“ olanak kazandıran bütün göstergeler ve anlamları, kodlar ve bilgileri c0g m a d d i
lcapsar* mekânları, mekânsal pratikler için yeni anlam ya da aklar hayal eden zihinsel icatlardır (kodlar, göstergeler, "mekânsal
3 G ö s te r im
T em ler", üt0 Pik Planlar’ hay ali Peyzajlar, hatta sembolik mekânlar, özgül mimari çevreler, resimler, müzeler ve benzeri türden maddi yara tılar); Lefebvre bu üç. boyutu yaşanan, algılanan ve hayal edilen boyutlar niteler. Bunlar arasındaki diyalektik ilişkileri, mekânsal pratiklenn t a r ih in in okunabilm esini olanaklı kılan dramatik bir gerilimin odağı olarak görür. D olayısıyla, gösterim mekânları yalnızca mekân göste r im le rin i etkileme yönünde değil, aynı zamanda mekânsal pratiklere ilişkin maddi bir üretici güç işlevi görme potansiyeline sahiptir. Ne var lci yaşanan, algılanan ve hayal edilen arasındaki ilişkilerin nedensel olarak değil diyalektik olarak belirlendiğini söylemek, işleri fazla belir siz bırakmak olur. Bourdieu (1977) bu noktada bir açıklık sağlar. Bir yandan, "bir algılam a, değerlendirme ve eylem matrisi" "sonsuz dere cede çeşitlenmiş görevleri başarmak amacıyla" esnek biçimde işe koşulurken, diğer yandan, bütün bunların "son tahlilde" (Engels'in ünlü de yimi) "nesnel yapılar"ın maddi deneyiminden, yani "sözkonusu sosyal formasyonun ekonom ik temelinden" doğduğu da göz önüne alınabilir Bourdieu'ye göre. D olayım layıcı bağ "habitus" kavramı aracılığıyla sağlanır: "kalıcı olarak yerleştirilm iş, doğurgan bir düzenlenmiş doğaç lamalar ilkesi" olarak "pratikler üretir" ve bunlar da başta doğurgan ha bitus ilkesini üreten nesnel koşulları yeniden üretme eğilimi gösterirler. Buradaki döngüsel (hatta yığılım lı?) nedensellik aşikârdır. Ama Bourdieu’nün vardığı sonuç hayal edilenin yaşanan üzerindeki gücüne getiri
olarak
len tahdidin çok çarpıcı bir tasviridir: Habitus, ürünler (düşünceler, algılamalar, ifadeler, eylemler) doğurma ko nusunda, sınırları kendi üretiminin tarihsel ve toplumsal olarak belirlenmiş ko şulları tarafından çizilen sonsuz bir kapasite olduğundan, elde ettiği koşullayıcı ve koşullu özgürlük, önceden kestirilemez yenilikler yaratmaktan da, başlangıç oşullamalarınm basitçe mekanik olarak yeniden üretiminden de çok uzaktır (Bourdieu, 1975: 9 5 ).
246
MEKÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
yük bütünleştirme güçlerinden biri" olan ev. Çünkü düş görmeyi ve ha. yal etmeyi o mekânda öğrenmışızdır. Orada, Varlık daha baştan bir değerdir. Evin boynunda hayat iyi başlar, örtünmüş korunmuş, sıcacık başlar (...) Koruyucu varhkJarm içinde yaşad.ğ, mekân ^ r U B u ücra bölgede, bellek ve haya gucu birbirlerine bagl, kalırlar, birbirlerini karşılıklı olarak derinleştirirler (...) Rüyalar aracılığıyla, hayatlarımız boyunca oturduğumuz çeşitli yerler iç içe geçer ve eski gunlenn hâzinelerini muhafaza eder. Ve yeni eve geçtikten sonra, içinde yaşadığım ız başka yerlerin anı lan geri döndüğünde, Hareketsiz Çocukluk ülkesine seyahat ederiz, hatırlanamayacak kadar eski olan her şey gibi hareketsiz.
Çok eskiden kalmış mekânsal bellekle donanmış varlık, Oluş'u aşar. Yitirilmiş bir çocukluk dünyasının bütün o nostaljik anılarını te mellendirir. Kolektif belleğin, ülke ve kent, bölge, ortam ve yöre, semt ve mahalle hakkındaki imgelerimize bulaşan bütün o yer ilişkili özlem ifadelerinin temeli bu mudur? Ve eğer zamanın bir akış olarak değil de yaşanmış yer ve mekânların anıları olarak canlandırıldığı doğru ise, o zaman toplumsal ifadenin temel malzemesi olarak tarih, yerini gerçek ten şiire, zaman da mekâna bırakmalıdır. Mekânsal imge (özellikle fo toğrafın sağladığı kanıtlar) o zaman tarih üzerinde güçlü bir etki yapar (bkz. 18. Bölüm). Mekânsal ve zamansal pratikler hangi toplumda olursa olsun bir çok karmaşıklık ve incelik içerir. Bu pratikler toplumsal ilişkilerin yeni den üretimi ve dönüşümü süreçleriyle bu denli yakından ilgili oldukları na göre, bunları betimlemenin ve kullanımları hakkında genellemeler yapmanın bir yolu bulunmak zorundadır. Toplumsal değişimin tarihi, bir ölçüde, mekân ve zaman anlayışları ve bu anlayışların koşulabilecekleri ideolojik kullanımlar aracılığıyla kavranabilir. Üstelik, toplumu değiştirmek isteyen herhangi bir proje, mekânsal ve zamansal anlayış ve pratiklerin dönüşümünün karmaşık ağını kavramak zorundadır. Karmaşıklığın bazı veçhelerini kavrayabilmek amacıyla mekânsal pıatikleri bir şema biçiminde göstermeyi deneyeceğim (Tablo 3.1)Solda yukarıdan aşağıya Lefebvre ın La p ro d u ctio n d e Vespace (Mele* retımi) kitabında teşhis edilen üç boyutu sıralıyorum: ve v ! n ! f ddl mekânsal pratikler- mekân içinde ve aracılığıyla üretimi Ikıs a î r ' 6' 1" 1 Sağ'ayaCak biîimde gerçekleşen fiziksel ve madd. akış, aktarma ve etkileşim leri ele alır!
pratitleÎekt f ? S‘erimlerİ-is,er günlük sağduyu diliyle, ister mekânsal uğraşan akademik disiplinlerin (mühendislik, mimari*’
B İ R E Y S E L M E K Â N VE Z A MA N L A R
247
coğrafya, planlama, toplumsal ekoloji vb.) bazan anlaşömaz diliyle ol sun maddi pratikler hakkında konuşulmasına ve bunların anlaşılması na olanak kazandıran bütün göstergeler ve anlamları, kodlar ve bilgileri kapsar* 3 . Gösterim mekânları, mekânsal pratikler için yeni anlam ya da olanaklar hayal eden zihinsel icatlardır (kodlar, göstergeler, "mekânsal söylemler”, ütopik planlar, hayali peyzajlar, hatta sembolik mekânlar, özgül mimari çevreler, resimler, müzeler ve benzeri türden maddi yara
tılar)* Lefebvre bu üç boyutu yaşanan, algılanan ve hayal edilen boyutlar olarak niteler. Bunlar arasındaki diyalektik ilişkileri, mekânsal pratikle rin tarihinin okunabilmesini olanaklı kılan dramatik bir gerilimin odağı olarak görür. Dolayısıyla, gösterim mekânları yalnızca mekân göste rimlerini etkileme yönünde değil, aynı zamanda mekânsal pratiklere ilişkin maddi bir üretici güç işlevi görme potansiyeline sahiptir. Ne var ki, yaşanan, algılanan ve hayal edilen arasındaki ilişkilerin nedensel olarak değil diyalektik olarak belirlendiğini söylemek, işleri fazla belir siz bırakmak olur. Bourdieu (1977) bu noktada bir açıklık sağlar. Bir yandan, "bir algılama, değerlendirme ve eylem matrisi" "sonsuz dere cede çeşitlenmiş görevleri başarmak amacıyla" esnek biçimde işe koşulurken, diğer yandan, bütün bunların "son tahlilde" (Engels’in ünlü de yimi) "nesnel yapılar"ın maddi deneyiminden, yani "sözkonusu sosyal formasyonun ekonomik temelinden" doğduğu da göz önüne alınabilir Bourdieu'ye göre. Dolayımlayıcı bağ "habitus" kavramı aracılığıyla sağlanır: "kalıcı olarak yerleştirilmiş, doğurgan bir düzenlenmiş doğaç lamalar ilkesi" olarak "pratikler üretir" ve bunlar da başta doğurgan ha bitus ilkesini üreten nesnel koşulları yeniden üretme eğilimi gösterirler, kuradaki döngüsel (hatta yığılımlı?) nedensellik aşikârdır. Ama Bourjlieu nün vardığı sonuç hayal edilenin yaşanan üzerindeki gücüne getirien tahdidin çok çarpıcı bir tasviridir: n.,c H abitu s> ü rün ler (d ü şü n ce le r , algılam alar, ifadeler, eylem ler) doğurma ko şulu! ’ S lnırlan k e n * ü r etim in in tarihsel ve toplum sal olarak belirlenmiş| kove kr? taraflndan ç iz ile n so n su z bir kapasite olduğundan, elde ettıgı oşu y^ k osn T ö z g ü rlü k , ö n c e d e n k e stirilem ez yen ilikler yaratmaktan d^ b a ş la n g ç (Bnı a n ıa la n nın b a s itç e m ek an ik olarak yen id en üretim inden de ç
bourdieu, 1 9 7 5 :9 5 ).
I ablo 3. / Bir mekânsal pratikler '\eması"
M addi m ekânsal pratikler
(deney im )
U laşılabilirlik ve mesctfeletn I i rm e
Mekânın edinim ve kullanımı
Mekânın hakimiyet ve kontrol altına alınması
Mekânın üretimi
malların, paranın, insan lan n. em ekgıicünün, bilginin vb. dolaşımı; ulaşım ve iletişim sistemleri; piyasa ve kentsel hiyerarşiler; yığılm a
ara/i kullanımları ve mimari çevreler; toplumsal mekânlar ve başka tür"horozun çöplüğü" adlandırmaları; iletişim ve yardımlaşma alanlarında toplumsal şebekeler
toprakta özel mülkiyet; mekânın devletler arasında ve idari olarak bölünmesi; "mutena" mahalleler ve semtler; dışlayıcı bölgeleme ve başka tür toplumsal kontrol biçimleri (güvenlik ve
fiziksel altyapının üretimi (ulaşım ve iletişim araç lan; mimari çevreler; arazi açm a vb.); toplumsal altyapının mekânsal organizasyonu (formel ve enformel)
gözetlem e önlemleri)
M ekânın gösterimi
(algılama)
Gösterim mekânları (hayalgücü)
mesafeye ilişkin toplumsal, psikolojik ve fiziksel ölçüler; harita yapma; "mesafenin yarattığı sürtünme" teorileri (en az çaba ilkesi, toplumsal fizik, mal yelpazesi, merkezi yer ve yerleşme teorisinin öteki biçimleri)
cazibe/iticilik; mesafe/arzu; erişme/dışlanma; aşkınlık; "medya mesajdır"
Kaynak: kısmen Lefebvre'den (1974) alman ilham.
kişisel mekân; işgal
yasak mekânlar;
yeni haritaiama,
edilen mekânın zihinsel haritaları; mekânların sembolik gösterimleri; mekânsal "söylemler"
"toprağa bağlılık"; mahalle topluluğu; bölgesel kültür, milliyetçilik; jeopolitik; hiyerarşiler
görsel gösterim, iletişim vb. sistemleri; yeni sanatsal ve mimari "söylemler"; göstergebilim
tanışıklık; aile ocağı ve ev; açık yerler; halka açık seyirlik yerler (sokaklar, meydanlar, pazaryerleri); ikonografi ve duvar yazılan; reklamlar
yabancılık çekmek; korku mekânlan; mülkiyet ve sahiplik; anıtsallık ve insan yapımı ritüel mekânları; sembolik engeller ve sembolik sermaye; "geleneğin" üretimi; baskı mekânlan
ütopik planlar; hayali peyzajlar; bilim kurgu ontolojileri ve mekânı; sanatçılann taslaklan; mekân ve mahal mitolojileri; mekânın şiiri; arzu mekânlan
mekân ve za m a n d e n e y îm i
250
Bu teorileştirme, kendi içinde tamamlanmış olmasa da, hatırı savıl . önemdedir. Daha sonra kültürel üretim bakımından sonuçlarına d('n ceğim. e' Şemanın tepesinde soldan sağa (Tablo 3.1) mekânsal pratjs; hageleneksel anlayışlardan devralınmış dört başka yönünü sayıyoj^8' 1. Ulaşılabilirlik ve mesafelendirm e, insan ilişkilerinde "ı den doğan sürtünme" sorununa hitap ediyor. Mesafe insan etkile
hem bir engeldir, hem de onun karşısında bir savunma. Her tür üm'.ne ve yeniden üretim sistemine (özellikle her tür gelişkin işbölüm" carete ve yeniden üretim işlevlerinin toplumsal olarak farklıI UnC' sına dayanan sisteme) işlem maliyetleri yükler. Mesafelendirm'^İ!"3' Giddens, 1984: 258-59) toplumsal etkileşimi sağlayacak biçimd kânsal sürtünmenin nederecedeaçılabildiğinin bîr ölçüsünü verir6 ^ 2. Mekânın mülkedinilmesi, mekânın nesneler (evler fahr i- ı sokaklar vb.), faaliyetler (arazi kullanımı), bireyler, sınıflarca da hn r toplumsal gruplar tarafından işgal edilmesinin biçimlerini inceler kedınmenın s.stematize hale gelmesi ve kurumlaşması beraberindi öğeyle sınırlanmış toplumsal dayanışma b i ç i n i n S S ^
S S sE S r ■ ~
“Taçlarla nasıl hâkimiydi
tofekâiKa^
^
^ *
yaSad'§'
çık tı
mn mülkedinilmesiV ° rt ^°*VUlU p ir in d e n bağım sız değildir. Mekaherhangj bir kavrayışta m h*kim'yet sağlanması konusundaki cuttur; bir mekânın beliri* k* eden do^an sürtünme örtülü olarak mevkılan bir gençlik çetesi»J r ^örne£ ,n ayn>köşebaşına sürekli tafiilen hâkimiyet altına aim * W ün ^evamb rnülkedinilmesi, o mekânın y* azaltuğt ölçüde (örnefrn T demekt*r- Mesafeden doğan sürtünme^ fc liz m in "zaman aracılığıyla mck^n\
bir eysel
m ekân
ve za m a n la r
251
vok etm esi"), m ekânın üretim i, m esafelendirm eyi ve m ülkedinm e ile hâkimiyetin k oşulların ı d e ğ işik liğ e uğratır. ‘
B u tür bir şem a y ı kurm am ın am acı şem anın içindeki konumları sis
tematik biçim d e in celem ek d eğ il. E lbette bö y le bir incelem e önem li ba kımlardan ilgiu ç olurdu. (Ş em a d a birkaç noktada, örneklem e am acıyla, taruşnıalı konum landırm alara başvurdum . Şu ana kadar incelem iş oldu ğ u m u z çeşitli yazarların şem anın farklı veçheleri üzerinde yoğunlaştığı
kanısına sah ib im .) B en im am acım , m odernizm in ve postm odernizm in tarihinde m ekân k o n usu nda d e ğ işen deneyim in daha derinlem esine bir tartışması için bir b a şla n g ıç noktası bulmak. M ekânsal pratikler konusundaki şem a kendi başına alındığında bi ze önemli hiçbir şe y anlatam az. A ksini düşünm ek, toplum sal pratikler den bağım sız ev re n se l bir m ekânsal dilin varolduğu fikrini kabullen mek olurdu. M ek ânsal pratiklerin toplum sal yaşam daki etkililikleri an cak içinde yer aldıkları top lum sal ilişkilerin yapısından kaynaklanır. Örneğin k ap italizm in top lu m sal ilişkileri çerçev esin d e, şem adaki m e kânsal pratikler s ın ıf a n la m ıy la donanırlar. A m a sorunu bu biçim de koymak, m ekânsal pratiklerin kapitalizm in bir türevi olduğunu iddia et mek anlam ına g e lm e z . M ek ânsal pratikler anlam larını sınıf, cinsiyet, cemaat, etnik grup, ırk tem elin d ek i top lum sal ilişkilerden alırlar ve top lumsal e y le m lilik için d e y a "tüketilirler" y a da "değişikliğe uğrarlar". Kapitalist top lum sal ilişk ile r v e zorunluluklar çerçev esi içine yerleşti rildiğinde (bkz. ilerid e 14. B ö lü m ), şem a m odernist düşünm e tarzından postmodernist tarza g e ç iş le ilg ili m ekânsal d en eyim dönüşüm ünün kav ranmasında hüküm süren k arm aşıklığın bazı yönlerinin anlaşılm ası açı sından yararlıdır. Gurvitch (1 9 6 4 ) to p lu m sa l hayatta zam anın anlam ı üzerine düşü nebilmek için ben zer bir ç e r ç e v e önerir. A ncak, L efebvre'in üzerinde ısrarla durduğu m a d d e se llik , tem sil ve hayalgü cü sorunlarını ele alm ak tan kaçınarak z am a n sa l pratiklerin toplum sal içeriğini d o la y sız biçim de ele alır. T em el te z i, b elirli top lum sal form asyonların (bunlar T ablo ^ 2 nin sağ tarafındaki sütun da sıralanm ıştır) belirli bir zaman anla y ışı na bağh oldu ğudu r. B u in c e le m e d e n , tarih boyu nca varolm uş toplum sal 2aman türlerinin s e k iz li bir sınıflandırm asına ulaşılır. Bu tipoloji, so f l a r ı bak ım ınd an ilg in ç ö z e llik le r taşır. Her şeyd en ö n c e , bu tip o lo ji her şey in bir zam anı olduğu iddiasını ^rsine çevirerek bunun y erin e her toplum sal ilişkinin kendi zaman p u s u n a sahip o ld u ğ u n u d ü şün düğü m üzü ileri sürer. Ö rneğin 1968 i, 0 rd iz m -K e y n e sç iliğ in
"aldatıcı" zam anının içinden çıkan "patlamalı
252
Tablo 3.2 Gurvitch'in toplumsal zam an tipolojisi
Tür
Düzey
Biçim
Toplumsal form asyon
Dayanıklı zaman
ekolojik
geçmişin şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzatıldığı, sürekliliği olan zaman; kolayca nicelleştirilebilir
akrabalığa ve yerelliğe dayanan gruplaşmalar; (özellikle kırsal köylü toplundan ve ataerkil yapılar)
Aldatıcı zaman
örgütlü toplum
geçm işle şimdiki zaman arasında ani ve beklenme dik kriz ve kopuş ları perdeleyen uzun ve yavaşlatıl mış süre
büyük kentler ve politik "kamular"; karizmatik ve teokratik toplumlar
İniş çıkışlı zaman
toplumsal roller, kolektif tavırlar (moda) ve teknik bileşimler
şimdiki zamanın geçmiş ve geleceğe baskın olduğu, bir belirsizlik ve artan olumsallık zamanı
politik olmayan "kamular" (toplumsal hareketler, moda izleyicileri); oluşum halindeki sınıflar
Çevrimsel zaman
mistik birlikler
geçmişin, şimdiki zamanın ve geleceğin birbirlerinin içine yerleştirildiği ve böylece değişim içinde sürekliliğin vurgulandığı zaman; olumsallık azalır
astroloji meraklıları; mitolojik, mistik ve büyüye ilişkin inançların baskın olduğu kadim toplumlar
Gecikmiş zam an
Toplumsal formasyon
D üzey
Biçim
toplumsal sem boller
gelecek o kadar geç şimdiki zaman haline gelir ki billurlaşır billurlaşmaz modası geçer
cemaat ve sosyal sembolleri; loncalar, meslek birlikleri vb. feodalizm
Dalgalı zaman
kurallar, işaretler, göstergeler ve kolektif davranış
geçm iş ve gelecek şimdiki zamanda rekabet eder; olumsallık olmaksızın süreksizlik
dinamik ekonomik gruplar; geçiş dönemleri (kapitalizmin başlangıcı)
Kendi
kolektif dönüştürücü eylem ve yenilenm e
süreksizlik, olumsallık; nitel değişimin zaferi; gelecek şimdiki zaman haline gelir
rekabetçi kapitalizm; spekülasyon
kendiyle yanşan (ileri atılan) zaman
atlamalı zaman
Kaynak:
devrimci şimdiki zaman ve heyecan ve geçmiş, kolektif yaratma aşkın bir geleceğin içinde erir
Gurvitch(l964)
devrimler ve bütünsel yapıların radikal dönüşümleri
254
MEKÂN v e
ZAMAN
DENEYİMİ
bir zaman olarak görmek (6 8 , çok faiklı davranış kalıplarının birdenbi re kabul edilebilir hale geldiği b.r donemd.), sonra 1968'in, 70'li y,|la nn sonunda yerini spekülatörlerle, girişimcilerle ve kap. kap, dolaşarak borç satan finans kapitalistleriyle kaynayan bir kendi kendiyle yarışan zaman”a bıraktığını düşünmek insana çekici geliyor. Aynı zamanda bu tipolojiyi kullanarak farklı zaman duygularının nasıl eşzamanlı olarak yaşandığını görmek de mümkündür: örneğin akademisyenler ve başka meslek sahibi gruplar sanki ebediyen "gecikmiş zaman"a mahkûmdur lar, belki de misyonları "patlamalı" ve "iniş çıkışlı" zamanları atlatarak bizi "dayanıklı" zamana kavuşturmaktır. (Bu evreni ekolojistlerin ve teologların da paylaştığı söylenebilir.) Mümkün bileşimler oldukça akıl çelici bir nitelik taşır; daha sonra bunlara döneceğim çünkü bence modernist kültürel pratiklerden postmodernist pratiklere geçişin içerdi ği karmaşık zaman duygusu değişimine ışık tutacak bu. Eğer zamanın ya da mekânın (ya da zaman-mekânın) bağımsız bir dili olsaydı, bu noktada toplumsal kaygıları bir yana bırakarak mekânzaman dillerinin özelliklerine, kendi içlerinde iletişim araçları niteli ğiyle daha dolaysız biçimde eğilmemiz akla yakın olurdu. Ama zaman ve mekânın (ayrıca dilin de) toplumsal eylemden bağımsız olarak kavranamayacağı görüşü, çalışmamın temel bir aksiyomu olduğuna göre, şimdi bakış açısını mekânsal ve zamansal pratiklerin içinde her zaman iktidar ilişkilerinin nasıl içerildiği konusunun ele alınmasına çevirece ğim. Bu ise bize, bu oldukça pasif tipoloji ve olanakları, kapitalist mo dernleşmenin tarihsel maddeci anlayışlarının daha dinamik çerçevesine yerleştirme imkânını tanıyacak.
14 Toplum sal İktidar Kaynakları O larak Zaman ve Mekân
Mekân üzerindeki hâkimiyetin günlük hayat içinde ve üzerinde toplum sal iktidar kurmanın temel ve kapsayıcı bir kaynağı olduğu fikrini, Henri Lefebvre'in sebatkâr sesine borçluyuz. Toplumsal iktidarın bu biçi minin yalnızca zaman üzerinde denetim ile değil, parayla ve başka top lumsal iktidar biçimleriyle nasıl eklemlendiği konusu derinleştirilmeyi bekliyor. Geliştireceğim genel iddia şu: genel olarak parasal ekonomi lerde, özel olarak kapitalizmde, para, zaman ve mekân üzerinde birbirleriyle kesişen hâkimiyet, toplumsal iktidarın görmezlikten gelemeye ceğimiz bir özsel bağıntısını oluşturur. Landes (1983: 12), konunun en yetkili biçimde tartışıldığı çalışmalardan biri olan kitabında şöyle der: Zamanın ölçülmesi, yeni bir yaratıcılığın işareti olduğu kadar bilginin servet ve iktidar için kullanımında yeni bir aracı ve katalizördü." Dakik zaman ölçüm aletleri ve doğru çizilmiş haritalar her zaman paha biçil mez bir değer taşımıştır; mekânlar ve zamanlar üzerinde hâkimiyet ise her türlü kâr arayışında hayati bir unsurdur. Örneğin, mücavir mekân•arda gelişmeleri kontrol altında tutarken beklemeye yetecek kadar pal,lsı olan spekülatör, bu alanlarda hiçbir gücü olmayan birine göre para azanma açısından çok daha avantajlı bir durumdadır. Üstelik, para, za'|'an (kendi zamanımız ya da başkalarının zamanı) ve mekân üzerinde ^netini sağlamak için kullanılabilir. Tersinden bakılırsa, zaman ve mean üzerinde denetim yeniden para üzerinde denetime dönüştürü e ı ır. . Öyleyse ortaya çok genel iki soru çıkıyor. Birincisi para, zaman ya mekân konularında maddi pratikleri, biçimlen ve anlamlar, an ^ 1 ^ , toplumsal oyunun temel kuralların, tanımlıyorlar. Bununla a ar» tanımlayanların her durumda daha sonra yapı an ya
MEKÂN
ve
Z AMAN D E N E Y İ Mİ
256
zandıklannı söylemek istem iyorum . A m a ç la n m a m ,ş so n u ç la r (yani ik. üdarda olanların kendi iktidarlarmm teme m, ortadan kaldıracak kurallar belirlemesi) ve muhalefet gruplarının kuralları öğrenip kullanarak bunları koymuş olanlar, altetmesi türünden çok sayıda örnek, bu kadıu basit bir denklemi inanılır olmaktan çıkarıyor. Ama yine de şu var ki, her toplumda ideolojik ve politik hegemonya kişisel ve toplumsal ya. şanlının maddi bağlamını denetleme kapasitesine dayanır. Bu nedenle, paraya, zamana ve mekâna kazandırılan cisimleşme ve atfedilen an lam, toplumsal iktidarın korunmasında az buz önem taşımaz. Ne var ki, karşımıza dolaysızca çıkan sorun, bunların nesnel niteliklerini oluştu ran toplumsal süreçlerin anlaşılmasıdır. Böylelikle, 1970’lerden bu ya na, mekân ve zaman deneyimimizde postmodernizme dönüşü kışkırta cak hayati bir şeyler olduğu iddiasını daha iyi değerlendirebileceğiz. Bu genel sorunun içinde bir başka soru daha yatıyor: iyice yerleş miş mekânsal ve zamansal pratiklerin ve "söylemler"in toplumsal ey lem içinde nasıl "tüketildiği" ve "değişikliğe uğradığı" sorununu dü şünmek. Örneğin, mekânsal pratikler şeması ya da toplumsal zaman tipolojisi, verilmiş bir tarihsel durumda bir sınıf, cinsiyet vb. içeriğine nasıl kavuşuyor? "Her şeyin zamanını ve yerini" saptayan sağduyu ku radan, kuşkusuz toplumsal iktidann (sınıflar, erkekler ve kadınlar ara sında vb.) belirli bir dağılımını elde etmede ve tekrarlamada kullanılı yor. Ama bu sorun ilkinden bağımsız değildir. Verilmiş bir kurallar di zisi içinde başansızlığa uğrayan iktidar mücadeleleri (kadınlar, işçiler, sömürgeleştirilmiş halklar, etnik azınlıklar, göçmenler vb.), bu kuralla rın değiştirilmesi uğruna harcanan toplumsal enerjinin çok büyük bölü münü sağlar. Kısacası, mekân ve zamanın nesnel özelliklerinde meyda na gelen değişiklikler, toplumsal mücadeleden etkilenebilir, çoğu za man da etkilenmiştir. Bu arka plan temelinde, toplumsal iktidann iç içe geçmiş kaynakarı niteliğiyle para, mekân ve zamanın karşılıklı ilişkilerine (Harvey ™5a, 2 . Bölüm'de ve 1985b, 1. Bölüm’de daha önce yayınlanmış olan öınf26^ ^ 6 yalanarak) kısa bir göz atacağım. En basit ba den ol net ^ ayayım' Para değeri ölçer, ama daha temelde değerin netahsis ed!J|HU-S°ıaiSUnU SOracak olursak. değeri toplumsal emeğin nasıl oUnaksızîdlf'" hİçbir * * ^ e m e k siz in tanımlamam*»
z s s t r gm m -
"z a m a n
“
u’" der Marx (ı973:
ıı
hrsa, her ne kadar' ^ 'abblde buraya indirgenebilir." T ersin d en ba ranın yükselişi zan™™ '° pJumsal emelc zamanını temsil ederse de, P anlamını önemli ve özgül bakımlardan biÇ1
İKTİDAR,
Z A M A N VE M E K Â N
257
lendirm iştir. Örneğin Le Goff (1980) erken ortaçağ döneminde parasal
dolaş1111 alanının genişlemesinin ve mekânda ticari şebekelerin örgüt len m esin in , tüccarı,
işlerin düzenli yürütülebilmesi için zamanın daha
yeterli ve öngörülebilir bir ölçüsünü" geliştirmeye zorladığına işaret eder. Ama bu tartışmada mekânın yerini atlamayın. Ortaçağ tüccarı
"zamanın fiyatı” temel kavramını ancak mekânı araştırma sürecinde keşfediyordu. Ticaret ve mübadele mekânsal hareketi içerdiğinden bu m ekânsal hareketin aldığı zamandır ki tüccara çalışma zamanını fiyat
lar ve böylelikle para biçimi cinsinden ifade etmeyi öğretiyordu (bkz. Landes, 1983: 72).
Öyleyse buradan iki genel sonuç çıkar. Birincisi, toplumsal hayatta ilişkilerin ilerleyen ölçüde parasallaşması zaman ve mekânın nitelikleri ni dönüştürür. "Her şeyin bir yeri ve zamanı vardır"ın tanımı zorunlu olarak değişir ve yeni tür toplumsal ilişkileri teşvik eden bir çerçeve oluşturur. Örneğin ortaçağ tüccarları "işlerin düzenli yürütülebilmesi için" zamanın daha iyi bir ölçüsünü oluşturduklarında "zamanın ölçü münde öyle temelli bir değişiklik yaptılar ki bu zamanın kendisinde bir değişimdi". Ustalar ve tüccarlar günlük hayatı çepeçevre saran yeni bir "kronolojik ağ" yaratmışlardı: bu ağ, simgelerini, işçileri işe ve tüccarla rı pazar yerine çağıran saat ve çanlarda buiuyor, tarımsal hayatın "do ğal" ritmlerinden farklılaşıyor, dinsel anlamlardan kopuyordu. Zamanın yeni tanımı sadece dinsel mercilerden değil, zamansal disiplinin yeni kurallarını kabule davet edilen işçilerden de tepki görüyordu. Le Goff şu sonuca ulaşır: "Evrilmekte olan bu zihinsel yapılar ve onların maddi ifa desi, sınıf mücadeleleriyle derin bir bağıntı içinde olacaktı." Tarikatlerin dinsel disiplin kurabilmek amacıyla takvimde ve zaman ölçümünde geliştirdiği yenilikler, ironik biçimde, doğmakta olan burjuvazi tarafın dan ortaçağ kentlerinin halkını yeni ve son derecede laik bir emek disiplini doğrultusunda örgütlemenin ve disiplin altına almanın bir aracı ola rak devralınıyordu. Landes'e göre (1983: 78), kentlerde "eşit saatler, ye111 ^'r kültürel ve ekonomik düzenin zaferini ilan ediyordu". Benzer biçimde, dünyanın haritalanması mekâna özel kullanım amacıyla mülkedinilmeye açık bir şey olarak bakmanın yolunu döşüy°Hİu. H aritalam a da ideolojik bakımdan tarafsız olmaktan uzak bir biÇimde gelişecekti. Örneğin Helgerson (1986), Christopher Saxton taraan 1579'da yayınlanan Britanya'nın kontluk bölgeleri (county) haria arının, yalnızca İngilizlere ilk kez "içinde yaşadıkları fiziksel krallığı l ^ ve kavramsal açıdan gerçekten mülkedinme olanağını tanıma Almadığım, aynı zamanda, "bir hanedana sadakat temelinde oluş-
M EKÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
2^8
iktidarın bir kaynağı olarak baktıkları sürece mekan,n ve zaman,n, ni. hai olarak kendilerini devirecek olan sınıfın (tüccarların) gücünü destekleyen rasyonel gösterimi yönünde inisiyatif almak zorundaydılar. Devlet mercilerinin uzun vadede başka alternatifi olduğu söylenemez. Haritacılık konusunda cehaletin (askeri bakımdan da, ticari bakımdan da) maliyeti o kadar muazzamdı ki, iyi haritalar elde etme saiki her tür lü kaygıyı geri plana itiyordu. Landes’ın (1983: 110) işaret ettiği gibi, "Hindistan’ın zenginlikleri üzerine süren uluslararası yarışta harita para demekti: yükselen güçlerin gizli ajanları, Portekizli ustaların yaptığı haritaların iyi nüshalarına altınları sayıyorlardı.” Bazı bakımlardan daha güç k a v ra n a b ilecek ik in c i bir so n u ç ise şu dur- parasal hedeflerin izlenm esi, m ekân v e z a m a n ın n itelik lerin d e de ğişiklikler yaratabilir. E ğer paranın zam an v e m e k â n d a n b ağım sız bir anlamı yoksa, o takdirde zaman ve m ekân ın k u lla n ılış v e tanım lanış bi çimlerini değiştirmek suretiyle kâr a ra y ışın a (y a d a b a şk a türden çıkar arayışına) girmek her zaman için m üm kündür. B u te z en inandırıcı ha liyle, sermayenin dolaşım ının standart b iç im i ç e r ç e v e s in d e kâr arayışı bağlamında ortaya konulabilir. M etaların m a d d i m ü b a d e le si yer deği şikliğini ve mekânsal hareketi içerir. N e tü rd en o lu r sa o lsu n , her kar maşık üretim sistem i (yalnızca a tö ly ed e y a d a b ü rod a b ile o lsa ) mekâ nın organizasyonunu gerektirir. Bu m e k â n sa l e n g e lle r in aşılm ası za man ve paraya malolur. M ekânsal o r g a n iz a sy o n u n v e hareketin etkinli ği bu yüzden bütün kapitalistler için ö n e m li bir so ru n d u r. Ü retim süresi ile mübadele dolaşım süresi birlikte a lın d ığ ın d a " serm a y en in devir sü resi" kavramı ortaya çıkar. Bu da ç o k ö n e m li bir n ic e lik tir. Dolaşıma sokulan sermaye ne kadar h ızlı geri k a z a m la b ilir se , kâr o kadar yüksek olacaktır. Etkin mekânsal organizasyon" v e " to p lu m sa l olarak gerek ı evir süresi kavramlarının tanım ları, kâr a r a y ışın ın ö lç ü lm esin d e te me
ıstaslardır. Üstelik, her ikisi de d e ğ iş im e açık tır.
.
,
vir « Z İ 6 Sermayenin ^ v i r süresini e le a la lım . T e k il kap italistlerin dcortahmne? ni t° ^ UmSa^ 0rta^am aya §dre h ız la n d ır m a la r ı v e b öy e 1 harekete o T j* sü[eIer*ni daha hızlı hale g e tir e c e k bir to p lu m sa l 1 nizmas, m e v r T iler‘ yönünde hep hazır v e n a z ır bir ö z e n d ir m e m * de kesintisiz h
^ G ö r e c e ğ im iz g ib i, d e v ir s ü r e le r in i k ıs a ltm a )'°
çaba bu nedenle kapitalizm e d a m g a s ın ı hep vurmu$tu
İKTİDAR,
Z A M A N VE M E K Â N
259
bü da bir yandan toplumsal süreçleri hızlandırmış, bir yandan da anlamİJ karar verme süreçlerinin zaman ufkunu kısaltmıştır. Ne var ki, bu eği limin karşısına dikilen bazı engeller mevcuttur: üretimde ve işgücü va sıflarında katılık, amorti edilmesi gereken sabit sermaye, pazarlamada karşılaşılan sorunlar, tüketimde görülen gecikme, para dolaşımında darboğazlar ve benzeri engeller. Bu tür engellerin azaltılabilmesi için uygulanan teknik ve organizasyonel yeniliklerin koskoca bir tarihçesi mevcuttur: montaj hattı imalatından (ister araba, ister tavuk üretiminde olsun) ya da fiziksel süreçlerin hızlandırılmasından (fermantasyon, ge netik mühendislik) tutun, tüketimde planlı biçimde hızlandırılmış eski meye (değişimi hızlandırmak için modanın ve reklamcılığın harekete geçirilmesi), kredi sistemine, elektronik bankacılığa ve benzerlerine ka dar çeşitli yenilikler. İşte, işçilerin esnekliği ve yeni durumlara uyarlan ma kapasiteleri kapitalizm için bu bağlamda yaşamsal önem taşır. Ha yat boyu sürecek bir vasıf edinmektense, işçiler şimdi hiç olmazsa bir kez, hatta birkaç kez vasıfsızlaşma ve yeniden vasıf kazanma dönemeç leriyle karşı karşıya kalma olasılığını göze alacaklardır. H. Kısım'da gördüğümüz gibi, işçilerin vasıflarının yok edilmesi ve yeniden oluştu rulması Fordist birikim tarzlarından esnek birikim tarzlarına dönüşün ana veçhelerinden biri olmuştur. Öyleyse, bunun genel etkisi şudur: kapitalist modernizasyon, eko nomik süreçlerde ve dolayısıyla toplumsal hayatta büyük ölçüde tempo artışına ve hızlanmaya dayanır. Ama bu eğilim kesintilidir, dönemsel krizlerle noktalanır, çünkü fabrika ve makinalara yapılan sabit yatırım da, organizasyonal biçimlere ve işgücünün vasıflarına yapılan yatırım da kolay değiştirilemez. Yeni sistemlerin yerleştirilmesi ya fabrika ve işçinin "doğal" hayat süresinin geçmesini beklemeyi gerektirir, ya da geçmiş varlıkların, yenilere yol açılması amacıyla zorla değersizleştirilmesine ya da imha edilmesine dayanan o "yaratıcı yıkma" yoluna gir meyi. Bu son yöntem kapitalistler için bile bir değer kaybı anlamına gediğinden, karşısında güçlü bir toplumsal gruplar yelpazesi bulur. Birı imin koşulları göreli olarak kolay olduğunda, bu tür yeniliklerin uy gulanması saiki göreli olarak zayıftır. Ama ekonomik güçlüklerin ve y°gunlaşmış rekabetin yaşandığı dönemlerde, tekil kapitalistler sermavh Cr*n*n devrini hızlandırmak zorunda kalırlar; üretimi, pazarlamayı en fazla yoğunlaştıran ya da hızlandıran ayakta kalma bakımından avantajlı konuma geçer. Yani, devir süresini etkileyen modernizasn T f r,n hePsi birörnek oranda gerçekleşmez. Temel olarak kriz dö kerinde yoğunlaşma eğilimi gösterir. İleride (17. Bölüm) bu tezi
260
m e k â n v e ZAMAN DENEYİMİ
1972'den bu yana kapitalist krize bir cevap olarak temponun yükselti|
meSİ l S
nÎ n t er'a'2 ™ n s u rla r," olduğundan (Marx, 1967,cilt
233) kapitalistlere kâr. kendi mallarıymış g.b. mülkedinme gücünü d ' ha bastan kazand.ran, başkalannm emek zaman, üzerindeki hâk,miye ' leridir Emeğin sahipleri ile sermayenin sahipler, arasında zamanın kul' lammı ve emeğin yoğunluğu üzerinde mücadeleler baştan beri süregel miştir. Hem Le Goffun, hem de E.P.Thompson'm (1967) belirttikleri oibi, bu mücadeleler en azından ortaçağ dönemine kadar geri gider Marx işgününün uzunluğu konusundaki mücadelenin, devletin, alışıp mış işgününü, toprakları ellerinden zorla alınarak henüz yeni boşta bı rakılmış olan ve dolayısıyla istikrarsızlığa, disiplinsizliğe ve gezginci liğe yatkın olan emekçileri göz önünde tutarak yasayla uzatmasıyla Kraliçe I. Elizabeth dönemi İngiltere’sinde başladığını kaydeder. İşsiz lerin delilerle birlikte hapsedilmesi (Marx’ın dikkat çektiği bu nokta, Foucault tarafından bütün bir kitabın konusu haline getirilir) yeni işgü cünü dize getirmek için kullanılan yöntemlerden sadece biriydi. Thompson bu tahlili, birkaç kuşak boyunca süren bir süreç aracılığıyla, "yeni çalışma alışkanlıklarının biçimlendiğini ve yeni bir zamandisiplininin dayatıldığını" belirterek doğrular: bu süreç, hem gerek top lumsal planda, gerekse ayrıntıda işbölümünün senkronizasyonunun, hem de emekçinin (kârın kaynağı olan) fazla emek zamanının çekilip alınmasının azamileştirilmesinin basıncı altında gerçekleşir. İşte "sana yi kapitalizminin, zaman kayıtlarıyla, saat tutucularıyla, muhbirleri ve para cezalarıyla tanıdık yüzü" böylece ortaya çıkar. Dakikalar ve sani yeler üzerine, çalışma programlarının yoğunluğu üzerine, çalışma ha yatının uzunluğu (ve emeklilik hakları) üzerine, çalışma haftası ve gü nü (ve boş zaman" hakkı) üzerine, yıllık çalışma miktarı (ve ücretli ta til hakkı) üzerine verilen savaşlar hep azimle verilmiştir, g ü n ü m ü z d e de verilmektedir. İşçiler yeni yeni içselleştirilmiş zaman duygusunun sınırlan içinde karşı mücadeleyi öğreneceklerdir: i t i n r f ' 5çderinin dk kuşağı patronlarından zamanın önemini cü k m K r S3al hareketi içinde k,sa Çal,§ma komitelerini o lu ş tu r d u ; üçün
r^n k a lto rh lv Sai yada bİr buçuk 8ünlük ?all5ma i?1" greve 8İUİ' k e le ye
sirmevi öğren • |Sin.e ^ î e,cmişlerdi, bunlar çerçevesinde karşı muca
sunun
^ süreÇ,erinin yoğunlaştırılması ya da ternp ası Sln§imleri işçiler ile yönetim arasında en sert, en
İKTİDAR,
Z A M A N VE M E K Â N
261
detIi m ü cad elelere y o l açm aktadır. Parça başı ya da üretim primleri gibi stratejiler y ö n e tim a çısın d a n sa d ece kısm i başarılar olarak görülebilir günkü işçiler ç o ğ u za m a n kendi ça lışm a normlarını oluşturmakta, bu da idn hızını d ü z e n le y e n etk en haline gelm ektedir. Tem po arttırma, y o ğunlaştırma, y e m e k vb. araları, ç a lışm a programı gibi konularda iki ta rafın karşı karşıya g e lm e s i k o la y ca g ö ğ ü slen eb ilecek bir şey değildir çünkü bir sürü du ru m da ç o k y ık ıc ı sonuçlar doğurmuştur. Montaj hattı nın akış hızı, rob ot k u lla n ım ı, otom atik kontrol sistem leri gibi daha sin si dolaylı d e n e tim araçları vardır am a bunların da işçilerin tepkisini çekm eksizin d e ğ iş tir ile b ilm e s i ço k ender olarak mümkün olur. N e var ki, bütün bu d ir e n işe rağm en, ç a lışm a program lan çoğu zaman gayet yoğundur; e m e ğ in y o ğ u n lu ğ u ve çalışm anın tem posu, büyük ölçüde, iş çilerden çok ser m a y e y i g ö z e te c e k biçim de düzenlenm iştir. A T & T ’de çalışan telefon m em u rların ın/m em u relerinin her 28 saniyede bir telefo na cevap verm esi s ö z le ş m e le r in e bir koşul olarak yazılm ıştır; kamyon sürücüleri insan b ed en in in taham m ül ed eb ile c eğ i sınırlarda çalışır, ö lü mü göze alarak u y a n ık kalm ak için hap yutarlar; hava trafik kontrolör leri aşırı bir stres a ltında iş yaparlar; montaj hattında çalışan işçiler ken dilerini uyuşturucu v e iç k iy e verirler. Bütün bunlar, insanca çalışm a programları y erin e kâr saik in in b elirlediği bir günlük çalışm a tem posu nun ayrılm az parçalarıdır. Ü cretli tatil, daha yük sek ücret, daha kısa ça lışma saatleri, erken e m e k lilik türünden tavizlerin acısını, sermaye, Marx'ın uzun süre ö n c e saptadığı gibi, çalışm a y a daha da yüksek bir y o ğunluk ve tem p o g etirerek çıkarır. N e var ki, s ın ıf dengeleri öyle kolay kurulmuyor. 70'li y ılla rın başında G eneral M otors Lordstovvn fabrikası nı ilk kurduğunda, g e n ç ve sabırsız bir işgücü tem po artışına ve otom a tik kontrole karşı d iş iy le tırnağıyla m ücadele ediyordu. A m a 70'li yılla rın sonuna g e lin d iğ in d e , y a y g ın b ö lg esel işsizliğ in , fabrikanın kapan ması korkusunun, işg ü cü n ü n bir bölüm ünün yeni çalışm a tempolarına ikna ed ilm esin in e tk isi altında, direniş büyük ölçü d e çökm üştü. M ekânla ilg ili d e n e y im konusunda da benzer süreçler keşfedebilir ve benzer son u çlara varabiliriz. D ünya pazarını yaratma, mekânsal en gelleri azaltm a, m ek ân ı zam an aracılığıyla yok etm e dürtüsü hep hazır Ve nazırdır. A y n ı ş e y , m ekân sal organizasyonu üretimin (ayrıntılı işb ö lümüne dayalı im alatın seri halinde örgütlenm esi, fabrika sistem leri, Hientaj hattı, b ö lg e s e l işb ö lü m ü , büyük kentlerde toplanm a), dolaşım Şebekelerinin (u laştırm a v e iletişim sistem leri) ve tüketimin (hane ve ev ^ z e n le m e s i, m a h a lle d ü zey in d e örgütlenm e, yerleşm e bölgelerinde A k la ş m a la r , k en tlerd e k o le k tif tüketim ) etkin olarak sürdürülm esine
M EKÂN
ve
ZAMAN DENEYİMİ
k o m ü n ik a s y o n devrimi bunun açık örnekleridir.
N e var ki, bu alanda da kapitalizm ç e ş itli ç e lişk ile r le karşılaşır Mekânsal engeller ancak özgül m ekânların ü r e tilm e s iy le aşılabilir (de miryolları, karayolları, hava lim anları, te le k o m ü n ik a sy o n parkları vb.). Üstelik, üretim, dolaşım ve tüketim in b elirli bir and aki m ekânsal rasyonalizasyonu, daha ilerki bir zam anda ser m a y e b irik im in in gelişim jne uygun olmaktan çıkabilir. M ekânsal o r g a n iz a sy o n u n üretim i, yeniden yapılanması ve gelişm esi son derece sorunlu v e p ah alı bir iştir; yerin den kıpırdatılm ayan fiziksel altyapı v e hep y a v a ş d e ğ iş m e eğiliminde olan toplumsal altyapı, süreci geciktirir. T ek il k a p ita listlerin düşük ma liyetli, yüksek kârlı bölgelere yeniden y e rleşm e e ğ ilim i ise karşısında taşınmanın yarattığı m aliyeti bulur. D o la y ıs ıy la , rek abetin yoğunlaş ması ve krizin gelişi, mekânsal y eniden y a p ıla n m a n ın , varlıkların fark lılaşmış ve mekâna bağlı d e ğ ersizleşm esi a r a cılığ ıy la hızlanm ası yö nünde bir eğilim doğurur. N e var ki, bu genel eğilim ler ve gerilim ler e le alın ırk en , çıkar farklı lıkları ve sınıf mücadelesi de unutulm am alıdır, çü n k ü tem podaki yada mekânsal düzenlemedeki hem en hem en bütün d e ğ işik lik le r (ücretler, kârlar, sermaye kazançları ve benzeri b iç im ler a ltın d a ) parasal kazancın koşullarını değiştirerek toplum sal gücün y e n id e n d a ğ ılım ın a yol açar. Mekân üzerinde rakibine göre üstünlük b a şla n g ıçta n beri s ın ıf mücade lesinde (ve sınıf içi m ücadelelerde) hayati bir ö n e m taşım ıştır. Örneğin 1815 te Nathan Rothschild rakipsiz b ilgi to p la m a a ğ ın ı kullanarak Wel lington un Waterloo'da N apolyon karşısındaki z a fe rin in haberini her kesten önce alıyor ve satıyor, bu haberin p iy a sa la r d a yarattığı panikten yararlanarak birçok şeyi ucuza kapatıyor, b ö y le c e "tarihte kayda geç miş en çabuk hak edilm em iş serveti" el He eHivm-Hn rD a v id so n ve Rees-
mekânlarının hâkim iyet altın a a lın m ası h âlâ büyük Ş'r'
İKTİDAR,
Z A M A N VE M E K Â N
263
ketlerin ana h ed eflerin d en biridir. Pazar payı üzerine verilen sert m üca delelerin ön e m li b ölü m ü, toprak ve b ölge ele geçirm ek am acıyla düzen lenen askeri kam panyaların dakikliğini aratmaz. Bu tür mücadelelerde doğru coğrafi b ilg i (bu arada politik gelişm elerden tutun da hasat m ik tarlarına ve işçi m ü ca d elelerin e kadar her şey konusunda içerden verile cek bilgi) hayati ö n em taşıyan bir koz niteliği taşır. Y in e bu n edenlerden d o la yı, m ekânın üretimini etkilem e kapasitesi toplumsal gü cü n arttırılm asında ö nem li bir araçtır. Maddi açıdan bakıl dığında bu, ulaştırm a v e iletişim , fizik sel ve toplum sal altyapı yatırım larının d a ğılım ın ı y a da idari, politik ve ekonom ik gücün bölgesel dağı lımını etk iley e b ile n ler in ç o ğ u zam an bundan maddi yarar elde etm esi anlamına gelir. B urada e le alın a b ilecek olgular engin bir çeşitlilik g ö s terir: yelp a ze, yören in em lak değerlerinin artması için bir komşunun verandasını b o y a m a y a teşv ik ed ilm esin d en başlar, arazi ve emlak spe külatörlerinin sahip oldukları arazilerin değerini arttırmak için su ve ka nalizasyon bağlatm ak a m a cıy la uyguladıkları sistem atik baskıdan g e çerek, silah tüccarlarının daha fa zla ve daha yüksek fiyattan silah sata bilmek için (S o ğ u k S a v a ş m isa li) je o p o litik gerilim in arttırılmasından umdukları yarara kadar uzanır. M ekân gösterim tarzları ve gösterim mekânları üzerinde etki de ö n em taşıyabilir. Örneğin işçiler mekânın sermaye için a çık bir o y u n alanı am a kendileri için kapalı bir bölge o l duğuna in a n d ın la b ilirse, bu kapitalistlere ço k ö nem li bir avantaj sağla yacaktır. E ğer iş ç ile r ser m a y e y e daha yük sek bir akışkanlık olanağı ta nımaya hazırlarsa (b kz. II. K ısım ), bu durumda, kapitalistlerin yerlerin den kıpırdam am ası g erek tiğ in e inandıkları bir duruma göre, sermaye kaçışı kon usu nda daha tavizkâr davranm aya açık olacaklardır. M ekân sal gösterim alanından bir örnek alacak olursak, eğer uygun harita pro jeksiyon tekn ikleri kullanılarak je o p o litik tehdit korkusu imal edilebi lirse (örneğin R u sy a g ib i bir "şer imparatorluğu"nun im gesi tehditkâr b>rjeop olitik k o n u m d a g ö sterileb ilirse), bu, gösterim tekniklerini dene timinde tutanlara hatırı sa y ılır bir güç kazandıracaktır. Bir resim ya da harita bin lerce sö z c ü ğ ü n yerini tutabiliyorsa, gösterim alanında güce sahip olm ak , m ek â n sa l o rganizasyon un kendisi üzerinde maddi güce sahip olm ak kadar bü yük bir ö n em kazanabilir demektir. Btı tür m ü la h a za la r s ın ıf m ü ca d elesin e çok uzun süredir önem li be s le y ic ile r olarak etki yapm aktadır. Sanıyorum bu konuda basit bir ku l d a n s ö z e d eb iliriz: m ekân ı denetim altında tutanlar m ahalle ilişkin Politikayı d a im a d e n e tim altında tutabilirler; ne var ki, ve bu da sö z^0 ' nusu ön erm en in ö n e m li bir sonucudur, mekânı denetim altında tutabil-
264
m e k â n
ve
ZAMAN D E NE Y İM İ
menin baslang.çtaki koşulu da bir m ahalli d e n e tim a ltın d a ,u ,a bi, tir işçi sınıfı hareketleri ile burjuvazinin mekanı d e n e tim altında tUtma konusunda göreli güçleri, iki sın ıf arasındaki g u ç ilişk ilerin in ç ok u ™ süredir kurucu bir unsuru olmuştur. O rnegm John F o ster, C la ss & " Tein the Industrial(R tinSanay. D e v n m ın d e S ın ıf M ücadelesi evolu kitabında bazı yerel fabrika sahiplerinin işçiler le m ü ca d elesin d e, yere güvenlik güçleri (salt akrabalık nedeniyle b ile o ls a ) m ilitanlara yakln durma eğiliminde oldukları ve dış yardım g erek tiğ i kadar hızlı biçimde sağlanamadığı için işgücünün denetim inde g ü ç lü k le rle k a r ş ıla ş t ı bir kaç vakadan söz eder. Öte yandan, A B D nin D o g u K ıy ısı'n ı sarsan kit lesel demiryolu grevinde ortaya farklı bir h ik â y e çıkacaktır. Demiryolu sahiplen de, benzer biçimde, karşılarında tedbir a lm a y a istek siz bir jandarma gücü bulacaktır. Ama bu kez telgrafın v a rlığ ı federal güvenlik güçlerinin büyük bir süratle işverenin yardım ına k o şm a sın ı sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda işçilerin St. L o u is y a d a B altim ore'da işbaşı yaptıklarına ilişkin yanlış mesajlar sa y esin d e g r ev in ç eşitli noktalarda çökmekte olduğu izleniminin yaratılm asını o la n a k lı kılacaktır. Her ne kadar bu olayda basın önem li bir ilerici rol o y n a d ıy sa da (o sıralarda basın işçi sınıfına şimdi olduğundan daha ya k ın tavır alıyordu ), mekânı denetim altında tutma konusundaki üstün g ü çleri kap italistlere bu eşit siz ama gerilimli güç m ücadelesinde fazladan bir avantaj sağlıyordu. Sermaye ve emeğin coğrafi akışkanlık k on u su n d ak i farklı olanak ları zaman üzerinden sabit kalmamıştır; a yrıca s er m a y e v e em eğin fark lı dilimleri açısından bakıldığında bu olanaklar e şit dağılm am ıştır. Ka pitalistler ya da işçiler mekân içinde sabit v e ta şın a m a z varlıklara sahip oldukları takdirde, her iki taraf da coğrafi a k ışk a n lığ ın yarattığı olanak ları birbirine karşı kullanacak durumda d eğ ild ir. S a n a y i devriminin ilk yıllarında, diyelim demir sanayiinde çalışan v a sıflı g e z g in c i zanaat iş çileri Avrupa'yı bir baştan ötekine d o la şıy o r v e c o ğ ra fi akışkanlık yö nünden bu üstünlüklerini ekonom ik bakım dan avantajlı bir konuma eri şecek biçimde kullanıyorlardı. G ünüm üzde belirli bir ortam da yaşama ya devam etme bakımından güçlü top lum sal çıkarlara sahip ipotek borçlusu ev sahipleri, durgunluk içindeki bir kon ut p iy a sa sı karşısında çok daha çaresizdirler. Baz, kapitalistler ö te k ile r e karşı g ö z le görülür çude daha akışkandır ama hepsi şu y a da bu ö lç ü d e "kök salmak" w 2
S S V "
f Zd6n’ birî ° k kapitalist için y e r d eğ iştirm ek büyük
lirli veçhe! ar5' aşmak demektir. A m a k a p ita listlerin durumunun e l a n p 2 ? s T ° " lan bu yönde zorlar. B irik im g e n iş le m e y i olanakb k o ayınca kapitalist daim a şu s e ç e n e k le r le karşılaşır: bulu
İKTİDAR,
ZAMAN
ve
MEKÂN
263
dugu y e fde g f nif ' e m e k y a da başka bir yerde bir şube olarak yeni bir fabrika açm ak. D a n a seç e n e ğ in çekıc iliği, İIk kuruluşun alanda ge n işle m e sin in g etireceğ i sıkışıklığın maliyeti dolayısıyla za manla artar. K apitalistler arası rekabet ve para sermayenin mekân üze rinde akıcılığı da y e rleşm e d e coğrafi rasyonalızasyonu birikim dinami tinin uzantısı olarak te şv ik eder. Bu tür süreçler sık sık sınıf mücadele sinin d in am iğiyle de ilişk ilid ir. Örneğin Gordon (1987), yüzyılın başın da New England b ö lg e sin d e sanayide, doğrudan doğruya büyük kentle rin daha güçlü işçi örgü tlen m esin d en kaçınabilmek için yaşanan bazı altkentleşme örnekleri kaydeder. Daha yakın zamanlara gelince, y o ğunlaşan rekabet, tek n o lo jik d eğ işim ve hızlı yeniden yapılanma koşul a n d a sanayiin y en id en y e rleşm e kararlarının daha yüksek bir iş disip lini elde ed eb ilm ek a m a cıy la alındığına ilişkin sayısız örnek verilebilir. Son dönem de y a zıla n bir danışm an raporu, A B D kapitalistlerine eğer sendikalaşmayı ö n le m e k istiyorlarsa, em ek süreçlerini hiçbiri elli işçi den fazla istihdam e tm e y e n bileşenlere bölm eye çalışmalarını ve ünite leri birbirinden en az iki y ü z m il uzaklığa yerleştirmelerini tavsiye edi yordu. Esnek üretim koşulları bu tür yolların aranmasını daha da ola naklı hale getirm ektedir. Dem iryolundan v e telgraftan önce, sermaye ve em eğin mekânı de netim altında tutm a açısın d a n güçleri köklü bir farklılık göstermiyordu. Burjuvazi iktidarın d ev rim ci bir tehdit altında olduğu korkusunu gözle görülür biçim de y a şıy o rd u . 1930'da İngiltere'nin birçok yöresinde Luddistler birçok d e ğ işik o la y d a makinaları kırmaya yöneldiğinde ya da tanm işçileri aynı anda sam an yakm aya giriştiğinde veya başka protesto yöntemlerine başvurduğu nda, burjuvazi N ed Ludd ya da Kaptan Swing türünden esraren giz birtakım kişilerin ülkeyi teşhis edilmeden dolaşa rak huzursuzluk çık a rd ığ ı, devrim ci duygular yaydığı teorisine yürek ten inanacaktı. A radan ço k geçm ed en burjuvazi ticaret bağlarından ve roekâna hâk im iyetin den d oğan üstünlüğünü toplumsal denetimi yerleş tirme yolunda k u lla n m a y ı öğren ecekti. Örneğin 1848'de Fransız burju vazisi ticari bağlarını kullanarak Paris'teki devrimi ezm ek amacıyla Fransız taşrasından kü çü k burjuva bir m ilis ordusunu seferber edecekti [aynı taktik, Paris K om ünü'nün bastırılm asında daha da korkunç sonuç lar doğuracak b iç im d e ku llan ılacak tı). H ızlı iletişim araçlarının dikkatle ilm iş bir b iç im d e kon trolü, 1840'lı yıllarda İngiltere de Çartist ha f e'e karşı k o y m a ç a b a sın d a v e Fransa'da 1851 darbesinden sonra ışç. *|nıfl direnişini kırm a y o lu n d a büyük avantaj yaratıyordu . Baudelaıre
ı yazıyordu: "III. Napolyon’a en yüce şanı, herhangi birinin
g
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
266
raf idaresini ve ulusal basını denetim altına alır a lm a z koca bir mUsu yönetebileceğini kanıtlamış olm ası sağlayacaktır. İşçi sınıfı hareketi de kendi açısından b enzer dersler çıkarıyordu Birinci Enternasyonal birçok farklı yer ve sa n a y id en , hayli farklı ton’ lumsal ilişkiler altında çalışan işçileri tek bir d ava etrafında birleştirme ye çalışmakla kalmadı; 1860’h yıllarda bir s ın ıf m ü ca d elesi mekânın dan ötekine parasal ve maddi yardım ile tm ey e başladı. Burjuvazi me kânı kendi sınıf amaçlan için kullanabiliyorsa, işçi hareketi de aynı şe yi yapabilirdi. Birinci Enternasyonal gerçek bir g ü c e sahip göründüğü ölçüde de, burjuvazi ondan aynen onyıllar ö n c e Kaptan Sw in g'in esra rengiz biçimde dolaşmasından korktuğu gibi korkm akta haklıydı (za ten gerçekte de korkuyordu). Marx, işçilerin sanayi kapitalizm inin fab rikalarına ve kentlerine yığılm asının sın ıf e y le m i için yeterli bir jeopo litik gücü kendiliğinden sağlayacağına bir ö lç ü d e inanıyordu. Ama Bi rinci Enternasyonal'in bütün yönelişi o tem eli m üm kün olduğu kadar sistematik biçimde genişletmekti. Bir sınıf eyleminin özgül coğrafi tahditlerle başa çıkm ak zorunda kalmadığı durumlar çok ender görülür. Ö rneğin, İn g iltere’de 1984'te yaşanan uzun madenciler grevinde, "uçan gözcüler" a d ıy la anılan ekip ler bir ocak başından ötekine hızla dolaşarak d ev let gü çleri için büyük güçlük yaratıyordu. D evlet de bunlara karşı aynı d ereced e oynak tak tikler geliştirmek zorunda kalacaktı. D estek g rev in i v e uçan gözcüleri yasaklayan yasalar işçi sınıfının mekân üzerindeki gücün ü yenilgiye uğratmayı ve sınıf eylemini bir tek m ahalle hap sederek tutarlı bir hare ket potansiyelini zayıflatmayı hedefliyordu. Ne var ki, Paris Komünü’nün ezilm esi v e A B D 'd e 1877 demiryolu grevinin kaderi, mekân üzerinde hâkim iyet üstünlüğünün genellikle burjuvazinin tarafında olacağını erkenden g ö sterm işti. Y in e de, işçi ha reketi I. Dünya Savaşı'na kadar (som ut örg ü tlen m esi z a y ıf da olsa) enternasyonalist bakış açısında ısrar ediyordu. B u tarihte İkinci Enternasyonal esas olarak ulusa (mekân) b ağlılık ile s ın ıf çıkarm a (tarihsel) bağlılık sorunu üzerinden bölündü. Bunlardan ilk inin zaferi elde etme si, ya nızca çoğu insanın kapitalistler arasında o ld u ğ u n u kabul ettiği bir d?V|\f
ü
hâkim
t
î"11" tarih‘nde’ kullan'lan retorik ne o lu rsa olsun, prokS° nUnda daima ulusal f a r l a r a h izm et ettiği bir
olmav|5<'n,!î.mtl hareketlen
bir mahalde örgütlenm eyi ve oraya anı denetim altına alm aktan dah a iyi becerir.
İKTİDAR,
Z A M A N VE ME K Â N
267
yüzyıl boyunca Paris te patlak veren çeşitli devrimler, ulusal çapta ikti darlarını, ulusal m ekânı denetim altına alacak bir mekânsal strateji aradlığıyla sağlam laştırm a yeteneğini gösteremedikleri için çöktüler. 19 18 Seattle g en el grevi (bu grevde işçiler kenti bir hafta boyunca fiilen denetimleri altına alm ışlardı) türünden hareketler ile 1905 San Petersburg ayaklanm asının yanı sıra, belediye sosyalizm inin uzun ve ayrıntılı tarihinden, (1 9 3 3 Flint grevinde görülen türden) halkın grev eylem inin e t r a f ı n d a örg ü tlen m esin e, A B D 'de 19601ı yılların kentsel ayaklanmala rına kadar birçok hareket bu noktaya örnek olarak verilebilir. Öte yan
dan, farklı yerlerde d evrim ci yükselişlerin eşzam anlılığı (örneğin 1848 ya da 1968), bütün hâkim sınıfların yüreğine korku salar çünkü tam da burjuvazinin m ekân üzerindeki hâkim iyeti burada tehdit altına girer. Uluslararası kap italizm tam da böyle durumlarda uluslararası düzeyde planlanmış, ulusal çıkarlara keskin bir şekilde aykırı bir komplo öcüsü nü ortaya çıkarır, g e n e llik le mekân üzerindeki denetim ini korumak için bu komplonun gücün den dem vurur. Daha da ilgin ç o la n ı, devrim cilerin ve işçilerin seferberliğinin ma hal konusundaki bu pota n siy el gücü karşısındaki politik cevaptır. Kapi talist devletin tem el görevlerind en biri iktidarı burjuvazinin kontrol et tiği mekânlara yerleştirm ek, m uhalefet hareketlerinin kontrol potansi yelinin en y ük sek o ld u ğ u mekânları ise güçten yoksun bırakmaktır. Fransa'nın Paris'e kendi kendini yönetm e yetkisini, kentin toptan burjuvalaşmasının burayı C hirac'ın sağ politikasının bir dükalığı haline geti rene kadar tan ım am ası, tam da bu ilkenin uygulanmasıdır. Bu, Thatcher'ın, aralarında (1 9 8 1 -8 5 arasında M arksist bir sol tarafından yöneti len) Londra A n ak en t B e le d iy e s i de bulunan büyük kent belediyelerini ilga etm esinin ardında yatan stratejidir aynı zamanda. Aynı şey, ABD' de "ilerici dönem " b o y u n c a b elediyelerin ve kentlerin gücünün ağır ağır aşınmasında da sözk onusudu r: bu dönem de belediye sosyalizm inin ger çek bir olanak g ib i g ö rü n m esi, d ev let iktidarının artan ölçüde federal hükümette to p la n m a sın ı büyük kapitalistler açısından daha kabul edilir hale getirmiştir. S ın ıf m ü ca d elesi küresel rolünü de böyle bir bağlamda üstlenir. Henri L efeb v re m e se le y i şö y le ifade eder:
Bugün s ın ıf m ü ca d elesi her zam ankinden de fazla mekân içine yerleşm iş|r- Aslında soyu t m ek ân ın bütün yeryüzünü fethetm esini ve bütün farkların l fenni örtm esini ö n le y e n ya ln ız bu m ücadeledir. Y alnız sın ıf m ücadelesi ar aşürma k ap a sitesin e, ek on o m ik b üyüm eye içkin olm ayan farklar (...) aş a »Çimde sö y len d iğ in d e, ne bu büyü m enin ortaya çıkarttığı, ne de onunla bagda§abilir olan farklar yaratm a k apasitesin e sahiptir.
MEKÂN VE ZAM AN D E N E Y İM İ 268
B ölcesel o r g a n i z a s y o n u n (bkz. Sack, 1 9 87), sö m ü r g e le ş tirnie e m p e r y a liz m in ,
eşitsiz coğrafi g elişm enin, k en tsel v e k.rsal ç e liŞkj,e
S n bunların yan. s,ra jeopob ük çatışm aların butun tarihi, bu , r mücadelelerin kapitalizmin tarih,ndek. ö n e m ,n e tan ,kİ,k yapar. Mekân gerçekten de (F oucault nu n b e n z e tm e s iy le s ö y le y e c e k olur sak) toplumsal iktidarın içinde yer aldığı bir kaplar sistem , olaraküüsunülecekse, buradan sermaye birikiminin bu to p lu m sa l iktidarın coğ. rafı temellerini yeniden biçim lendirme y o lu y la o n u d e v a m lı olarak yap,bozumuna uğrattığı sonucu çıkar. T ersinden sö y le n ir se , güç ilişkileri ni yeniden kurma yönünde her m ücadele bu ilişk ile r in m ekânsal temel lerini yeniden düzenleme yolunda bir m ü cad eledir. "Kapitalizmin ne den bir eliyle bölgesizleştirdiğini öteki e liy le y e n id en bölgeselleştirdi ğini” (Deleuze ve Guattari, 1984) bu ışık altında daha iy i anlayabiliriz. Sermayenin durmak bilm ez akım ının so n u cu olarak hanelerin, ma hallelerin, bölgelerin ya da ulusların hayatının altü st o lm a sın a karşı sa yısız muhalefet hareketi doğmuştur. A m a aynı ş e y d eğ erin sadece para sal bir ifadeye sahip olmasından kaynaklanan sık ı tahditlere ve mekân ve zamanın sistemli organizasyonuna karşı hareketler için de söylene bilir. Üstelik, bu tür hareketler herhangi dar bir an lam d a tanımlanmış sınıf mücadelesinin alanının çok ö tesin e taşar. Z am an programlarının katı disiplini, sıkı bir şekilde dü zenlenm iş m ü lk iy et h ak lan ya da mekâ na ilişkin başka tür kısıtlamalar, aynen başkalarının paranın disiplinini reddettiği gibi, kendilerini bu hegem onik tahditlerden kurtarmaya çalı şan bireylerin yaygın direnişiyle karşılaşır. Z am an zam an da bu birey sel direnişler, mekân ve zamanı o anda g e çe r li c is im le ş m e biçimlerin den kurtararak değer, zaman ve m ekânın y en i ve bü tünü yle farklı bi çimlerde kavranacağı bir alternatif toplum yaratm a h ed efin i güden top lumsal hareketlerde bir araya gelebilir. Ç o k farklı türden hareketler (dinsel, mistik, toplumsal, cem aatçi, ha y ırsev er v b .) kend ilerin i, doğru dan doğruya, paranın ve mekân ve zam an k o n u su n d a rasyonelleştiril miş anlayışların günlük hayat üzerindeki iktidarına karşı bir düşmanlık temelinde tanımlarlar. Bu tür ütopik, d in se l, cem a a tç i akım ların tarihi tam da bu tür bir düşmanlığın ne kadar g ü ç lü o ld u ğ u n a tanıklık eder. Aslında, toplumsal hareketler, sokak hayatı ve kültürü, sanatsal ve başa tür kültürel faaliyetler rengini ve m a y a la n m a sın ı bü yük ölçüde tanı kapitalist hegemonya koşullarında para, m ek ân v e zam anın cisimIeŞmes,ne yönelik muhalefetlerin sonsuz d er ec e d e ç e ş itli dokusundan afif tim bu t n i an"açları ne derecede iyi ifa d e e d ilm iş o lu rsa olsun, bu toplumsal hareketler görünürde a ş ıla m a z o la n bir p a r t * * *
İKTİDAR,
Z A M A N VE MEKÂN
269
karşılaşır131;- U nutm ayalım ki, bunlar sadece paranın dünyası ile rasyo nelleştiril1™ 1! ^'r t an ve zaman karşısında bir muhalefet olarak ta t l a n m a k l a kalm azlar; aynı zamanda, bu hareketler hem değer ve ifa desi ile. hem m e kân ve zam anın kendi yeniden üretimlerine uygun olarak örgütlenm esi zorunluluğuyla hesaplaşmak mecburiyetindedir ler. Bunu yaparken, zorunlu olarak, hem paranın çözücü etkisine, hem de zaman ve m ekânın, serm ayenin dolaşım ının dinamiği sonucunda or taya çıkan değişk en tanım larına maruz kalırlar. Kısacası, muhalefet ha reketlerinin bir süre boyu nca belirli bir mahallin kontrolünü ele geçirdi ği durumlarda bile, serm aye hâkim iyetini sürdürür, hem de kısmen me kân ve zaman üzerindeki denetim inin üstünlüğü sayesinde. Postmodernist politikanın üzerinde durduğu "ötekilik" ve "bölgesel direnişler" be lirli bir yerde ge lişim gösterebilir. Ama bunlar çoğunlukla sermayenin evrensel parçalanm ış m ekânın koordinasyonu üzerindeki iktidarı ve ka pitalizmin, bunların her birinin erişm e kapasitesinin ötesinde kalan kü resel tarihsel zam anının yürüyüşüne tabi kalırlar. Birtakım gen el sonuçlar çıkarmaya çaba gösterelim . Mekânsal ve zamansal pratikler toplum sal m eseleler karşısında hiçbir zaman tarafsız değildir. Bunlar bir tür sınıfsal ya da başka türden toplumsal içeriğin ifadesidir ve çoğ u zam an yoğun bir toplumsal mücadelenin konusudur. Bunun böyle oldu ğu, m ekân ve zamanın parayla ne tür bir bağ içinde olduğunu araştırdığım ız ve bu bağın kapitalizmin gelişm esi içinde ar tan ölçüde daha da sıkı bir şek ilde düzenlendiğini gördüğümüz zaman daha da açık hale gelir. Zaman ve mekânın her ikisi de meta üretimi için temel olan toplum sal pratiklerin düzenlenm esi aracılığıyla tanımlanır. Ancak, serm aye birikim inin (v e aşırı birikiminin) dinamik gücü ile top lumsal m ücadelenin yarattığı koşullar bütün ilişkileri istikrarsız hale getirir. Bunun sonucund a "her şeyin doğru yeri ve zamanı"nın ne oldu ğunu kimse tam olarak bilem ez. Bir toplumsal formasyon olarak kapitalizmin kâbusu olan g ü v en sizlik , bir yönüyle, toplumsal hayatın çevre sinde ö rg ü tlen eb ileceğ i (g elen ek sel toplumlarda olduğu gibi törenselteştirilmesini bir yana bırakalım ) mekânsal ve zamansal ilkelerin bu is tikrarsızlığıdır. A zam i d eğ işim evrelerinde toplumsal düzenin yeniden üretiminin m ekânsal v e zam ansal temelleri en şiddetli sarsıntılara ma[uz kalır. İlerdeki b ölü m lerde, gösterim sistem lerinde, kültürel biçim lerde ve fe lsefi du yarlılıkta tem el değişikliklerin tam da böyle anlarda 0rtaya çıktığını g ö stereceğ im .
Projesinin Zamanı ve Mekânı
A ydınlanm a
Aşağıda sık sık "zaman-mekân s ık ışm a sı” kavram ın a başvuracağım. Bu terimle kastettiğim şu: mekân ve zam anın n e sn e l niteliklerinde öy lesine devrimci değişim ler olur ki, d ü n yayı görüş tarzım ızı, bazan çok köklü biçimlerde, değiştirmek zorunda kalırız. "Sıkışm a" terimini kul lanıyorum, çünkü bir yandan kapitalizm in tarihine hayatın hızının artışı damgasını vururken, bir yandan da m ekân sal e n g e lle rin dünya sanki üzerimize çökecekm işçesine aşıldığın ı sa ğ la m b iç im d e iddia etmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. M ek ân ı k a tetm en in aldığı zaman (Resim 3.1) ve bu gerçeği olağan olarak g ö ste rim ta rzım ız (R esim 3.2), sözünü ettiğim türden olguların yararlı birer g ö ste rg e sid ir . İki tanıdık gündelik imgeye başvurarak sö y le y e c e k o lu rsa k , m ekân telekomüni kasyonun yarattığı bir "küresel köy"e v e e k o n o m ik v e ek o lo jik karşılık lı bağımlılıklardan örülmüş bir "uzay g e m is i dü n y a " y a doğru küçül dükçe ve zaman ufkumuz sonunda için d e b u lu n d u ğ u m u z andan başka bir şey kalmamacasına kısaldıkça (şizo fren in d ü n y a sı), m ekânsal ve za mansal dünyalarımızın sıkışm ası d u y g u su n u n h â k im iy e tiy le başa çık ma zorunluluğuyla karşı karşıya kalırız.
Zaman-mekân sıkışması deneyim i, insanı k ışk ırtır, heyecanlandı rır, strese düşürür, bazan ağır bir tedirginliğe sü rü k ler; dolayısıyla^3 çok çeşitli toplumsal, kültürel ve politik tepkileri harek ete geçinrkışma , daha önce varolan durum a göreceli o la ra k kavranm alıdır. 0 runu tarihsel olarak ele alarak, biraz etn o san trik b içim d e Avrupa dene yimim omek olarak kullanacağım. Bu b ö lü m d e, A ydınlanm a'nm m an ve zamana bakışını hazırlayan uzun g eçişe k ısa c a bakacağın1m e n ü iT ? a, fe0dalİZminin § öreli 0 |arak y a lıtılm ış dünyalarında (K
çoğulunu kasıtlı olarak kullanıyorum), mahal kavramı belir
A Y D I N L A N M A D A Z A M A N VE ME K ÂN
271
1500-1840
A tlı a r a b a la r ın ve y e lk e n li gem ilerin e n y ü k s e k o r ta la m a hızı s a a tte 16 kilom etreydi
B u h a r lı lo k o m o tifle r s a a t t e o rtalam a 100 kilo m e tre , b u h a rlı g e m ile r is e s a a t t e 60 kilo m e tre yap ab iliyord u
P e r v a n e li u ç a k la r s a a tte 160-640 kilo m e tre 1960'lar
't® 1 J e t y o lc u u ç a k la r ı s a a t t e 8 0 0-11 0 0 kilo m e tre
Resim 3.1 Ulacım alanında "mekânı zaman aracılığıyla ortadan kaldıran yeni likler sonucunda küçülen dünya haritası.
hukuki, politik, toplum sal anlam taşıyor ve kabaca belirlenmiş t0Pra^ sınırları içindeki toplum sal ilişkilerin ve topluluğun göreli özerkliğine işaret ediyordu. B ilinebilir her dünyada, mekânsal organizasyon ekono mik, politik ve hukuki yüküm lülük ve hakların biraz karışık biçim e Çakışmasını yansıtıyordu. Dış m ekânlar zayıf biçimde kavranıyor ve genellikle bir dışsal otorite, ilahi sahipler ya da efsanelerden veya ayalgücünden k aynaklanan daha uğursuz birtakım varlıklar ta ra jn an işgal edilen esraren g iz bir kozm oloji gibi algılanıyordu, arşı ı gımlıhk, yüküm lülük, gözetim ve kontrolden örülmüş arma^ . rak olan m ahallin sonluluğa dayanan nitelikleri, ( urvı c' ^ kullanarak söylersek) "dayanıklı zaman"ın sonsuzluğu ve bılmemezlıg
m e K ÂN
ve
ZAMAN DENEYİMİ
272
# TVtt a TV( m ı TM WOftl£ frOT U U U D L
H
H
I H
I
Resim 3 .2 Alcatel'ın 1 9 8 7 tarihli bir reklam ı küçülen d ü n y a im gesini popüler bi çimde vurguluyor.
içinde süregiden günlük hayatın zamanın sınavından geçmiş alışılm üzenine eşlik ediyordu. Ortaçağ hayatının dünyaya kapalılığı ve hur; , ansal gösterime "basit ve hedonistik bir psiko-fîzyolojii onrd!i6.m ^ T
Ortaçağ sanatçısı, "gözünün öniinc
cok farkü*1 f 7 '0plU gÖzIem aÇ|s,ndan değil, etrafında dolaşaral dıklarım ^ 3° yaPlslnı hissederek, neredeyse dokunarak algd< gerton 1976 ^ 0 ?^ Inandlrıcı hiçimde iletebileceğine inanıyordu (E< teau’nun "mel™ * T * g S3n3tl .V e haritacılığı, ilginç bir biçimde, de Ce görünür (bkz. Reshn ^ Uİer"lnde resmedilen duyarlılıkla uyuşur gı
A Y D I N L A N M A D A Z A M A N VE ME K ÂN
Resim 3.3Ortaçağ haritacılığı tipik bir biçimde mekânsal düzenin nesnel özelliklerini değil, duyulara hitap eden yanlarını öne yüzyıldan kalma Plan des dimesde* am ve (altla) 17. yüzyıldan kalm h C VuedeCavaillon et ses environs.
ME K ÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
274
Bu feodal dünyada elbette y ık ıc ı birtakım g ü ç le r mevcuttu- Sln f çatışmalar,, haklar konusunda a n la ş m a z ,k h r e k o lo jik d en gesİ2li
lf
nüfus basıncı, Müslüman ,st,la la n , H açl. S e fe r le r, ve benzerleri n r' şeyin ötesinde, geleneksel topluluk üzerm d e y ,k ıc , bir etki yaratan n T kullanımının yaygınlaşması ve m eta m ü b a d e le si, ö n c e topluluklar a sında, daha sonra da tüccarların daha b a ğ ım sız b iç im d e üstlenecekl ticaret faaliyetiyle geliştikçe, feodal d ü zen e hâk im o la n zaman ve ^ kân anlayışından bütünüyle farklı bir a n la y ışı g ü n d e m e getiriyordu Ne var ki, Rönesans Batı dü nyasında m ek ân v e zam an konusundki görüşlerin köklü biçim de y e n ile n m esin e tan ık o la ca k tı. Etnosant t bir açıdan bakıldığında, k eşif seyahatleri d ış d ü n y a hakkında baş dö dürücü bir bilgi akışı yaratıyor, bu b ilg in in bir ş e k ild e içselleştirilm esi ni ve temsil edilm esini gerekli kılıyordu. K e şifle r so n u olan ve potansi yel olarak bilinebilir bir yerkürenin v a rlığ ın a işaret ediyordu. Gün geç tikçe daha fazla kâr düşkünü olan bic top lu m d a c o ğ ra fi bilgi değer veri len bir meta haline geldi. Servet, g ü ç ve s er m a y e b irik im i, mekân konu sunda kişiselleşm iş bilgiye ve m ekân ü zerin d e b ir e y se l denetim e ba&lanmaya başladı. Aynı nedenle, her bir m ah al ticaret, bölgeler arası re kabet, askeri harekât, yeni metaların, k ü lçe a ltın ın v e benzeri şeylerin akını dolayısıyla bu dış dünyanın d o la y s ız e tk is in e açık hale geldi. Ama mekân ve zaman anlayışlarındaki d e v r im , k en d isin i biçimlendi ren süreçlerin parça bölük g e lişm e si d o la y ısıy la , a ncak ağır ağır ger çekleşiyordu. Perspektifin temel kuralları 15. y ü z y ıl ortalarınd a Floransa’da Brunelleschi ve Alberti tarafından işlen d i. B u kurallar ortaçağ sanat ve mi marisinin uygulamalarından köklü bir k o p u şu sa ğ lıy o rd u ;
20.
yüzyılın
başlarına kadar da bunların h âk im iyeti sü r ec e k ti. B u , R önesans’ın bü yük bir başarısıydı: görm e biçim lerini dört y ü z y ıl b o y u n ca biçimlendi recekti. Perspektife dayalı harita v e r esim lerin sa b itleştirilm iş bakış açısı yüceltilm iş ve m esafelidir, plastik y a d a d u y u sa l bakımdan erişi lebilirliğin tamamen ötesindedir". "Soğu k g e o m e tr ik " v e "sistematik bir mekân duygusu yaratır; ama y in e d e bu in sa n a "doğa yasasıyla bir uyum duygusu vererek böylelik le T a n n ’nın g e o m e tr ik biçim de düzenenmış evreni içinde insanın so ru m lu lu ğ u n a ilişk in bir duygu tpn c^ ° n’ niinc
verir
S ° nsuz m ekân a iliş k in bir a n la y ış, hiç olmazsa ^ anrı nın s°n su z aklına m e y d a n o k u m a k sız ın , yeryüzu
dano Rn“ blrDbtitünselIik »'arak ka v ra n m a sın a o la n a k veriyordu.
*0 't .nesans ln
sonlarında şunları y a z a c a k tı: "Sonsuz me aıtelıgını taşır, so n su zlu k n ite liğ in d e is e varoluşun son
A Y D I N L A N M A D A Z A M A N VE ME KÂN
275
eylem i m eth ed ılm ıştır (aktaran K ostof, 1985: 537). Zamanın yön g ö s teren okuna g ü ç ve ö lçü getiren kronometre de, benzer biçimde mekâ na atfedilen so n su zlu k niteliğinin zamana da uygulanması aracılığıyla Tann'nın so n su z aklı ile teorik olarak bağdaşır hale getirildi. Bu atfet me işlem i m u azzam bir önem taşıyordu. "Oluş" olarak zaman fikrini (zamanın oku fikrinde de içerilen çok insani bir zaman duygusudur bu), büyük ö lçü d e d in sel nedenlerle tercih edilen (ama Roma'daki merciler kabul etm iyordu bunu) bir sonsu zluk anlayışına dayalı analitik ve "bi limsel" bir zam andan ayrıştırıyordu. Rönesans bilim sel ve sözde olgu sal zaman ve m ekân duygularını varoluşsal biçim de yaşanabilecek da ha oynak duygulardan ayırm ış oldu. G iordano Bruno'nun, G alileo ve Newton'un anlayışlarını önceden haber veren anlayışı pratikte o denli vahdeti vücut felsefesine yakındı ki, R om a K atolik K ilise si B runo’yu merkezi otorite ve dogmaya bir teh dit olduğu için k azığa bağlayıp yaktı. K ilise bunu yapmakla sonsuz za man ve mekân anlayışın ın, belirli bir mahalde (Roma'da) yerleşmiş hi yerarşik bir otorite ve iktidar sistem ine oldukça önem li bir meydan oku ma olduğunu kab ullenm iş oluyordu. Persp ek tivizm dü nyayı bireyin "gören gözü"nün bakış açısından kavrar. O ptik b ilim in i ve bireyin gördüğü şeyi, m itoloji ve dinin üstüste getirilmiş gerçek lerin e karşıt olarak, bir anlamda "gerçeğe uygun" bi çimde tem sil ed eb ilm e kapasitesini öne çıkarır. B ireycilik ile perspekti vizm arasındaki bağ önem lidir. Perspektivizm , daha sonra Aydınlanma projesinin bir parçası haline g e le ce k olan Kartezyen rasyonalite ilkeleri için maddi bir tem el oluşturur. Sanat ve mimari pratiklerinde zanaatkâr ve plebyen gelen ek lerd en entelektüel faaliyete ve sanatçının, bilim in sanının ya da g irişim cin in yaratıcı bir birey niteliğiyle kazandığı "gizem"e doğru bir kop uş noktası olur. A yrıca, perspektivist kuralları, ti carette, bankacılıkta, m u hasebede, iş hayatında ve m erkezileşmiş arazi yönetim i koşulların da tarım da ortaya çıkm akta olan rasyonelleştirilmiş uygulamalarla birbirine bağlayan bazı bulgular mevcuttur (Kostof, 1 9 8 5 :4 0 3 -4 1 0 ). Ö zel olarak anlam lı bir konu, nesnellik, pratiklik ve işlevsellik açı sından y ep y e n i nitelikler kazanan R önesans haritalarının öyküsüdür (bkz. R esim
3 .4
). D e n iz seferlerinde doğru yönü bulma, toprakta (feo
dalizme d a m g a sın ı vuran karışık yasal haklar ve yükümlülükler siste mine karşıt olarak) m ü lk iyet haklarının belirlenm esi, siyasi sınırlar, geÇrç ve ulaştırm a h a k la n vb. ekonom ik ve politik bakımdan hayatı hale geldiği için m ek ân sal gösterim d e nesnellik değer verilen bir nitelik ha
Resim 3 .4 İngiliz Rönesans haritalarında m ekân ın rasyonel dü zenlem esi bireylerin bir bölgeye ilişkin konumunu ortaya koym ada ö n em li b ir ro l oynadı: burada John Speed'in 1616 tarihli, isle o f W ight haritası görülüyor.
lini aldı. Özel amaçlı birçok harita çizimi, örneğin denizciler tarafından kullanılan portolonlar ya da toprak sahiplerince kullanılan mülk haritaan uş usuz daha önce de vardı, ama Batlamyus tarzında çizilmiş haJ a arın ) dolayında İskenderiye'den Floransa'ya getirtilmesi, Rö* nesansm perspcktivizmi keşfetmesinde ve kullanmaya başlamasında yaşamsal bırrol oynamışgibi görünüyor:
yordu. 0 vsa^RarUmÜ?.dünyayı u la m a k için geom etrik bir çerçeve oluşturmukoyuyordu En iirm tam |zgaralar derhal bir matematiksel birliği ortaya lar aracılığıyla dakik h b,rbirleriy le ilişkileri bile değişm eyen koordinatgöreli uzaklıkları do ıçımde saptanabiJiy°r> böylccrc yön ilişkilerinin yanı sıra coğrafi bilginin toDİ an m a § ıf y° rdu batlam yus sistem i Floransalı ara genişletilebilir bir hanı ası, barrnanlanması ve düzeltilm esi için mükemmel v Roransalılann sanathuınHT ' S^ wdu-H er W ™ ötesinde, coğrafyay • türden geometrik u yu m a d a
A Y D I N L A N M A D A Z A M A N VE MEKÂN
277
Bunun p ersp ek tiv izm ile ilişkisi şuradaydı: Batlamyus, içine farklı mahalleri yerleştirebileceği ızgarayı tasarlarken, yerkürenin kendisine dışarıdan bakan insan g o zu n e nasıl görüneceğini hayalinde canlandır mıştı- Buradan birtakım sonuçlar çıkar. Birincisi, yerküreyi bilinebilir bir bütünsellik olarak görm ektir. Batlamyus'un kendisinin belirttiği gi bi, "bölge h aritacılığının (korografinin) amacı bütünün bir parçasını ayn olarak ele almaktır"; o y sa "coğrafyanın görevi bütünü doğru orantıla rı içinde taramaktır . R önesansın kendine seçtiği misyon korografı de ğil coğrafya olacaktı. İkinci bir sonuç, yerkürenin düz bir yüzeyde gös terimi sorununa, optik alanında olduğu gibi, matematiksel ilkelerin uy gulanabileceğiydi. Bunun bir uzantısı, mekânın sonsuz da olsa, sanki insanların yerleşm esi ve üzerinde etki yapabilmeleri açısından ele geçi rilebilir ve eld e tutulabilir olarak görünm esiydi. Mekân hayalgücünde matematik ilk eler uyarınca mülkedinilebilirdi. İşte doğa felesefesinde, Koyrd'nin ö y le sin e parlak biçim de anlattığı, Kopernik'ten Galileo’ya ve nihayet N ew ton'a uzanan devrim tam da böyle bir bağlamda gerçekle şecekti. P ersp ek tivizm in toplum sal hayatın bütün veçhelerinde ve gösteri min bütün alanlarında dalga dalga yansımaları oldu. Örneğin mimarlık ta, "lonca tarafından kıskançça gizlenen geometrik formüllerle örülen" Gotik yapıların yerinin "ölçeğe göre çizilm iş tek bir plan temelinde" ta sarlanmış ve in şa e d ilm iş binalarca alınmasını olanaklı kıldı (Kostof, 1985: 4 0 5 ). Bu düşünüş tarzı, koskoca kentlerin (örneğin Ferrara'nın) benzer bir tek plan tem elin de planlanmasını ve inşasını kapsayacak tarzda geliştirileb ilird i. Perspektivizm sayısız biçimde geliştirilmeye müsaitti: örneğin, 17. y ü zy ılın , "sonsuzluk, hareket ve güç fikri ve şey lerin her şeyi kapsayan am a yayılıp genişlem eye uygun birliği konula rında yaygın bir büyülenm eyi" ifade eden Barok mimarisinde olduğu gibi. A m acı ve niyeti hâlâ dinsel olsa da, bu tür mimarinin "izdüşümsel geometriden, kalk ülüsten, hassas saatlerden ve Newton'un optik bili minden ön cek i basit dön em de düşünülmesi bile mümkün değil di (Kostof, 1985: 5 2 3 ). H em Barok mimari, hem de Bach'ın fügleri, Röne sans sonrası bilim in o kadar hararetle işlediği o sonsuz mekân ve zaman kavramlarının birer ifadesidir. İngiliz Rönesans edebiyatında görülen mekânsal ve zam ansal im gelerin olağanüstü gücü, aynı biçim de, bu ye ni mekân ve zam an duygusunun edebi gösterim tarzları üzerindeki bü yük etkisine tan ıklık eder. Shakespeare'in ya da John Donne veya Andrevv M arvell g ib i şairlerin dili bu tür im gelerle doludur. A ynca,
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
mif olan portresi A*>
ri”M i* Z Z ?Z L Z y% Z Sttns
Z '
hanedan:K raliçeElizabeth 'in Ditchley tara
hari,aediU
279
A Y D .N L A N M A D A ZAMAN VE MEKÂN ,v?rkiire] adını taşıyan bir tiyatroda oynamvorrt.o ,,ı
,
Iy a y g 'n olarak verilen adlarda yansıdığın, g ö r m e k ^ T hanta'a' Lspeed’in T h e a te r o f lh e
pireEofG rear m
m "1
orneİ ln
mparatorluğu T iyatrosu ) v e 1594 tarihli Fransız atlas. Fra nÎz T^Mro" su \ T h e a t r e fr a n g a ,s ).Kısa bir sure .çinde, hem kırsal, hem de k e n S y e l e r d e peyza j, tiyatro dekorunun ilkelerine göre yapılmaya“ yataEğer, Bourdieu'nün sö y led iğ i gibi, mekânsal ve zamansal deneyimler toplumsal ilişkilerin kodlanm ası ve yeniden üretiminde birincil araç,ar ise, o zaman bu d eneyim lerin gösterim tarzında bir değişiklik hemen h e m e n k esinlik le toplum sal ilişkilerde de bir değişim yaratacaktır Bu ilke, İngiltere’nin R ön esan s haritalarının kraliyetin ayrıcalığı karşısın da, bireyciliğe, m illiy e tç iliğ e ve parlamenter demokrasiye verdiği des teği açıklam aya yarar (bkz. R esim 3.5) Ama Helgerson’ın işaret ettiği gibi, haritalar k o la y lık la güçlü bir merkeziyetçilik taşıyan monarşik bir rejime de g ö n ü l rahatlığıyla destek olma" yolunda işlev görebilir. Yine de, İspanya kralı II. Felip e, haritalarını, devlet sırrı olarak kilit al tında saklayacak kadar y ık ıcı buluyordu. Colbert’in Fransız ulusal dev letinin rasyonel m ekânsal bütünleşm esi yolundaki planları (sadece idari etkinliğe değil aynı zam anda ticaretin ve iş hayatının geliştirilmesine de yönelikti bu planlar), haritaların, "soğuk bir akılcılık" ile araçsal bir ba kışla merkezi d e v le t gücünü desteklem ek için kullanılışı açısından iyi bir örnekti. N e d e o lsa , Fransız mutlakiyetçiliği çağında, (1666 da kuru lan) Fransız B ilim le r A k a d em isi’ni ve büyük haritacılar ailesinin atası Jean D om inique C a ssin i’yi Fransa’nın tutarlı ve iyi düzenlenmiş bir ha ritasını yapm aya teşv ik eden C olbert’in kendisiydi. R önesansın m ekân v e zam an kavramlarında yarattığı devrim bir çok bakımdan A y d ın la n m a projesinin kavramsal temellerini atıyordu. Şimdilerde birçok insanın m odernist düşüncenin ilk atılımı olarak gör düğü hareket d o ğ a ü zerinde hâkim iyeti insanın özgürleşmesinin ilk ge rekli koşulu olarak kabul ediyordu. Mekân doğal bir "olgu" olduğuna göre, mekânın feth i v e rasyon el biçim de düzenlenmesi modernleşme projesinin ayrılm a z bir parçası haline geliyordu. Bu defaki fark, mekân Ve zamanın T anrı’nın haşm etin i yansıtm ak üzere değil, bir bilinç ve bir ■rade ile don an m ış ö z g ü r v e aktif bir birey olarak İnsan ın özgürlüğü na kutlamak ve k o la y la ştırm a k için düzenleniyor olmasıydı. İşte bu ım W
temsil e tm ek ü zere y e n i bir peyzaj ortaya çıkacaktı. Baro
e Tanrı'nın h a şm etin i ö v m e k üzere yapılan kıvrık perspe tı er 8 UI>güç alanları y erin i B oulĞ e türü mimarların rasyonelleştirilmiş yap
MEKÂN
ve
ZAMAN DEN EY İM İ
280
Resim 3.6 BouUe'nin 18. yüzyılda Neuton ifin ftzdiğı anıt mezar tasarımı, da ha sonra modemizm tarafından dev ralınacak olan rasyonel ve düzenli mimari mekân duygusunun öncülüğünüyapıyordu.
lanna bırakmak zorundaydı. (B o u tee nin Isaac N e w t o n için tasarladığı anıt, geleceği öngören bir m o d em izm ö r n e ğ iy d i: b k z. R esim 3.6.) Voltaire in rasyonel kent plan lam acılığın a y ö n e lik ilg is in d e n başlayıp Saint-Simon un ulaştırma ve iletişim d e b ü yük y a lın ın la r aracılığıyla yer yüzünü birleştiren biçim de başkentleri birbirin e b a ğ la m a vizyonundan ve Goethenin Faust'takı trajik sö zle r in d en (" m ily o n la r v e milyonlar için alanlar açayım /yaşam alan için, g ü v e n li o lm a s a d a, a k tif ve hür") geçerek 19. yüzyılda tam da bu tür p rojelerin k a p ita list modernizasyon sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak n ih a y et g e r ç e k le şm e sin e kadar uzanan sürekli bir düşünce bağı iz le n e b ilir A y d ın la n m a düşünürleri aynı zamanda bilimsel tahmin, top lum sal m ü h e n d is lik , rasyonel planla* ^ r a s y o n e l toplu11^ voriarH, karık
dü zenlem e v e k on trol siste m le r in in kurumsal'
gc,ccek üzer*rKJe d e bir d e n e tim kurm ayı hedefli' S
^ dn esans,n m ekân v e za m a n a n la y ışla rın a sahip Ç1*
lum inşa
, (Jemokralik’
Dakik hant *
UrK*a ^
sa ğ lık lı v e d a h a m ü reffeh bir topso n s ın ır la n n a kadar taşıyorlar i-
Haritalar her t "usundalt* vizyonunda vazgeçilm ez araçlardı ur u fantezi ve dinsel inanç u n su ru n d an ve üretim
A Y D I N L A N M A D A Z A MA N VE MEKÂN
281
ri sırasında yaşanan deneyim lerin izlerinden yoksun kalınca, olguların fliekân içinde o lg u sa l düzenlenm esini amaçlayan soyut ve yalnızca iş levsel sistem ler haline gelm işlerdi. Harita izdüşüm bilimi ve kadastro teknikleri, haritaları matematik açıdan dakik tasvirler haline getirmişti. T o p r a k ta m ülkiyet haklarını, ülke sınırlarını, idari bölgeleri ve toplum sal kontrol bölgelerini, iletişim yollarını vb. gittikçe artan bir kesinlikle tanımlıyorlardı. A ynı zamanda, tarihte ilk kez, yeryüzünün bütün nüfu sunun tek bir m ekânsal çerçeveye yerleştirilmesini olanaklı kılıyorlardı (bkz. R esim 3.7). B atlam yus sistem inin yeni bilginin akışını sindirme nin bir aracı olarak sağladığı ızgara, artık düzeltilmiş ve içi doldurul muştu; M ontesquieu'den Rousseau'ya uzanan bir dizi düşünür bu saye de nüfusun, hayat tarzlarının ve politik sistemlerin yeryüzüne dağılımı nı düzenleyebilecek maddi ve rasyonel ilkeler üzerinde spekülasyona girişebiliyorlardı. Ç evresel determinizm ve belirli bir "ötekilik" anlayı şı, yerküreye bu türden bütünselleştirici bakışın sınırlan içinde kabul görebiliyor, hatta serpilip gelişiyordu. Halkların çeşitliliği, mekânsal düzen içindeki "yerleri"nin ikirciksiz biçim de belli olduğu bilincinin verdiği gü ven le, fark edilebiliyor ve tahlile tabi tutuluyordu. Tümüyle aynı biçim de, A ydın lanm a düşünürleri bir dilden ötekine çevirinin, dil lerden ikisinin de bütünselliğini yok etmeden her zaman mümkün oldu ğuna inanıyorlardı; yani haritanın bütünselleştirici bakış açısı, coğrafi farkların orta yerinde ulusal, yerel ve kişisel kimliklerin inşasına yöne lik güçlü bir kavrayışı olanaklı kılıyordu. Bu coğrafi farklar, son tahlil de işbölüm üyle, ticaretle, başka mübadele biçim leriyle bütünüyle bağ daşır nitelikte d eğ il m iydi? A ynı zamanda farklı çevresel koşullar aracı lığıyla açıklanabilir d eğ il m iydi? Bunun sonucunda ortaya çıkan düşün celerin dü zeyini id ea lize etm ek istem em . Farklılıklar konusunda Montesquieu ve R o u ssea u tarafından ileri sürülen çevreci açıklamalar göze hiç de aydın lanm ış görünm üyor; öte yandan, köle ticareti ve kadınların ezilm işliği alanlarında yaşanan sefalet konusunda Aydınlanma düşü nürlerinden m ırıltı kabilinden bile olsa herhangi bir protesto yükselm i yordu. A m a şu konuda ısrarlıyım ; A ydınlanma düşüncesinin sorunu, "öteki" konusunda h iç b ir kavrayışı olm adığı değil, "öteki nin, etnosnntrik bir tarzda türdeş ve mutlak özelliklere sahip olduğu varsayılan bir m ekansal d ü ze n d e, zorunlu olarak belirli bir m ahalle sahip olduğu
(ve bazan bu mahalle "bağlı kaldığı") yolunda bir inanıştı. Zamanın kronometreyle tutulması da, düşünce ve eylem açısın an sonulları bakımından daha az bütünselleştirici değildi. Zamanıgıdere daha çok, saat rakkasının salınmasıyla belirlenen mekanik bir bolunm
A Y D I N L A N M A D A Z A M A N VE ME K ÂN
283
gibi görülüyor zam anın oku hem ileriye hem geriye bakışta doğrusal olarak duşunuluyordu. G eçm işin ve geleceğin saatin tiktaklarıyla doğ rusal b içim de b ağlı olarak düşünülm esi, birçok bilim sel ve tarihsel an,aylşın serpilip g e lişm e sin e olanak kazandırıyordu. Bu tür bir zamansal Sema tem elin d e g e ç m işe y ö n elik önermeler ile geleceğin öngörülm esi ni simetrik faa liy etler gib i görm ek ve geleceği kontrol etme konusunda güçlü bir kapasitenin varolduğu duygusuna kapılmak mümkündü. Her ne kadar je o lo jik ve e v rim sel zaman ölçeklerinin kabulü için uzun yıllar beklemek g e re k e c e k se de, bu tür zaman ölçekleri bir bakıma zamanı be lirlemenin y o lu olarak kronom etrenin kabulünde içkindi denebilir. B el ki bundan da ö n e m lisi, bu tür evrensel ve türdeş bir zaman anlayışının, kâr oranı (A d a m Sm ith bunu serm aye stokunun zaman üzerinden getiri si olarak anıyordu ), fa iz oranı, saat başı ücret ve kapitalistlerin karar verme sürecini b e lir le y ec e k öteki nicelikler üzerindeki etkisi idi. Bütün bunların son u cu a slın d a şudur: artık yaygın olarak kabul edildiği gibi, Aydınlanma d ü şü n cesi, birer m utlak kategori olduğu varsayılan türdeş zaman ve m ekân ın dü şün ce v e ey lem için sınırlayıcı kaplar olarak g ö rüldüğü, o ld u k ça m ekan ik ’'Newtoncu" bir bakış açısının çerçevesi içinde hareket ediyordu. B u m utlak anlayışların zaman-mekân sıkışma sının basıncı altında ç ö k ü şü , m odernizm in 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başı biçimlerinin d o ğ u şu n u n m erkezinde yer alıyordu. Y ine d e, 1848'den sonra m odernist görm e biçim lerine geçişi anla yabilmenin y o lu n u d ö şe m e k için Aydınlanm a'nın mekân anlayışının bağrında yatan g erilim lere değinm en in yararlı olduğu kanısındayım. Burada teoriy e, g ö ste rim e v e pratiğe ilişkin ikilem ler, daha sonra postmodernizme doğru atılan adım ı yorum lam ak bakımından da öğreticidir. Bir b aşla n g ıç n ok tası olarak de C erteau’nun haritayı "bütünselleşti rici bir araç" olarak sunan ça ğ d a ş eleştirisini alalım . M atematiksel ilke lerin u ygu lan m a sı, "soyut m ahallerin biçim sel bir birlikteliğini" yaratır ve "bazısı g e le n e k te n g e le n , b a zısı g ö z le m y o lu y la yaratılan heterojen mahalleri ayn ı d ü z le m ü zerin d e bitiştirir". Yani harita mekânsal güzer gâhların ve m ek â n sa l ö y k ü lerin zen gin çeşitliliğin in türdeşleştirilmesi ve şey leştirilm esid ir. "K end isin i üreten pratiklerin" bütün izlerini ya vaş yavaş ortadan kaldırır." O rtaçağ haritasının dokunm a duyusuna hi tabeden y ö n le r i bu tür iz le ri bir ö lç ü d e korurken, A ydınlanm anın mate matiksel a çıd a n d a k ik haritaları bütünüyle farklı nitelikler taşır. Bourdi eu'nün iddiaları d a g e çe r lid ir . H erhangi bir gösterim sistem inin kendisi sabit bir m e k â n sa l yaratı o ld u ğ u n a göre, çalışm anın ve toplumsa yem den üretim in d e ğ iş k e n , karm aşık, am a y in e de nesnel mekânlarını \ e za
284
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
manim sabit bir şemaya dönüştürür. "Aynen haritanın pratik patibı, kesintili ve yamalı mekânının yerine geom etrinin türdeş ve sürek]' kânını geçirmesi gibi, takvim de her biri kendi ritmine sahip bas'kT nyla aynı ölçüye vurulamayacak süre adacıklarından oluşan prat 1Pratik2a. manı doğrusal, türdeş, sürekli w . . bir zam anla „ .. ikam e, eder." Bourdieu >ourdieı vamla şunları söyler: tahlili yapan, bütünselleştirm enin ayrıcalığım» kazanabilir ve "sistemin, kısmi ya da parça bölük bir bakışın kaçıracamantığını kavramanın araçlarını elde edebilir, ama "pratiği ve ürünün tabi kıldığı statü değişimini görm ezlikten gelm esi" ve dolayısıyla tiğe yönelik olmayan ve olamayacak sorulara cevap vermekte inat et mesi ihtimali" de yüksektir. Aydınlanm a düşünürleri, idealleştirilmiş bazı mekân ve zaman anlayışlarını gerçekm iş gibi ele alarak, insan de neyiminin ve pratiğinin serbest akışını rasyonelleştirilm iş biçimlenme lerle sınırlama riskini alıyorlardı. Foucault, Aydınlanm a uygulamaları nın gözetim ve denetime dönük baskıcı yönelişini bu çerçevede bulu yordu. Bu nokta, Aydınlanma düşüncesinin "bütünselleştirici nitelikle r in e ve perspektivizmin "istibdadina yönelik "postmodernist" eleşti riye yararlı bir ışık tutuyor. Aynı zamanda tekrar tekrar ortaya çıkan bir soruna da dikkat çekiyor. Eğer toplumsal hayat, toplumsal eşitliği ve herkesin refahını geliştirebilecek biçim de rasyonel olarak planlanacak ve kontrol edilecekse, o zaman üretim, tüketim ve toplumsal etkileşim, mekân ve zamanın haritada, kronometrede ve takvimde beliren ideal soyutlamaları işin içine sokulmaksızın nasıl planlanabilir ve etkin bi çimde düzenlenebilir? Bunun ardında bir başka sorun daha yatar. Eğer perspektivizm bütün matematiksel dakikliğine rağmen dünyayı belirli bir bireysel bakış açısından kuruyorsa, o zaman fiziksel peyzaj kimin perspektifine göre biçimlendirilecektir? Mimar, tasarımcı ya da planla macı, ortaçağ gösterimlerinin dokunma duyusuna hitabeden niteliğini muhafaza edemezdi. Doğrudan doğruya sın ıf çıkarlarıyla damgalanmış olmasa bile, mekânın yaratıcısı, orada yaşayan insanlar açısından an cak bir "yabancı sanat" üretebilirdi. Y üksek modernizm, toplumsal planlamada bu unsurları pratik uygulamalarına yeniden kattığı ölçüde, ye zaman konusunda A ydınlanma düşüncesinin mirasçısı ol u *U a bakış"a sahip olm akla suçlanm aya açık hale gej yordu. Rönesans perspektivizminin ortaya koyduğu matematiksel D*
XaTSl'ebiÎrdiUaÇ,da"
* * *
bUtti"se,le5tİrİd * '*
oplumsal eylem için uygun b ir m ekânsal ç e r ç e v e tanımlanıa Ç
aydinlanm a
°
a
ZAMAN VE
mekan
basının tem el ik ilem in i kavrayabilmek amac.yia bu düşünce civol ■ • b i r a z daha ötey e taşıyalım . uuşunce çizgisini Örneğin, mekânın fethi ve denetimi, öncelikle m .ts
, „
bilir, şekillendirilebilir ve dolayısıyla insan eylemi’a r a e ı h ğ ı î l a h S î yet altına alınabilir olarak düşünülmesini varsayar Persnektivi^ v Matematiksel haritacılık bunu, mekânı nitelikleri türdeş ve evrensel olarak, düşünce ve eylemin sabit ve bilinebilir bir çerçevesi olarak kavrama yoluyla yaptılar. Söylemin temel dilini sa*lâ yan Öklid geom etrısıydı. inşaatçılar, mühendisler, mimarlar ve araziyi yönetenler de nesnel mekânın Öklidyen gösterimlerinin mekânsal ola rak düzenlenmiş bir fiziksel peyzaja nasıl dönüştürülebileceğini ortaya koydular. Tüccarlar ve toprak sahipleri bu uygulamaları kendi sınıf çı karları uğruna kullanırken, mutlakiyetçi devlet de (toprağın vergilendi rilmesi sorununa ve kendi hâkimiyet ve toplumsal denetim alanının ta nımlanmasına duyduğu ilgi nedeniyle) belirlenmiş mekânsal koordinat ları olan mekânların tanımlanabilmesinden ve üretilebilmesinden bü yük memnuniyet duyuyordu. Ama bunlar, her türden başka mekân ve zaman anlayışlarının (kutsal ya da dünyevi, sembolik, kişisel yadaanimistik) engellenm eksizin hüküm sürmeye devam ettiği bir toplumsal faaliyetler denizinde adacıklardı. Mekânın toplumsal hayat içinde pra tikte evrensel, türdeş, nesnel, soyut kullanımı için başka bir şey daha gerekiyordu. Sayısız ütopik planın varlığına rağmen, zamanla hâkimi yeti ele geçiren bu "başka bir şey", toprakta özel mülkiyet ve mekânın bir meta olarak alınıp satılması olacaktı. Bu bizi toplumu dönüştürmeye yönelik her türden proje çerçeve sinde mekâna ilişkin politikanın ikilemlerine getiriyor. Örneğin Lefebvre (1974: 385), mekânın türdeşleştirilmesinin yollarından birinin, toprağın, serbestçe elden çıkarılabilecek, piyasada istendiği gibi alınıp satılabilecek, özel m ülkiyete tabi parseller halinde parçalanarak "atomizasyonu" olduğuna dikkat çeker. Kuşkusuz bu, 18. yüzyılda ve 19. yüz yılın başında çitlem e hareketi aracılığıyla İngiltere'nin yüzünü öylesine köklü bir biçim de dönüştüren, bu arada araçlarından biri olarak siste matik bir haritalamayı gerekli kılan stratejinin ta kendisiydi. Lefebvre, İmkânın bireysel ya da toplumsal amaçlarla özgürce mülkedinılmesi lle mekân üzerinde özel mülkiyet, devlet ve sınıfsal ve toplumsal gucun Sa§ladığı başka biçim ler aracılığıyla hâkimiyet kurulması arasında hep r a i d e n bir gerilim olduğuna işaret eder. Lefebvre’in önermesinden e§ elirgin ikilem çıkarsayabiliriz:
286
MEKÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
1 Şayet mekânın denetim altına alınm asının ve düzenlere tek yolunun "atomizasyon" ve parçalanma olduğu doğru iSe ^ bu parçalanmanın ilkelerini belirlem em iz gerekir. Eğer FoûCa , n > düşündüğü gibi mekân daima toplumsal iktidarı içeren bir kan k ün kânın yeniden düzenlenmesi daima toplumsal iktidarın ifadesin ? 6* masına aracı olan çerçevenin yem den düzenlenm esidir. Aydın] döneminin siyasal iktisatçıları bu sorunu, merkantilizm (burada^ kânsal politikanın etrafında formüle edileceği belirleyici coğrafi f/* ' devletti) ile liberalizm (burada bireyselleşm iş özel mülkiyeün haki" 11 her şeyin üstünde yer alıyordu) doktrinlerinin karşıtlığı ç e r ç e v e s i belirtik biçimde tartışmışlardı. Fransız devlet bakanı ve fizyokratı yakın liberal eğilimli, önde gelen bir iktisatçı olan Turgot, Fransa’^ büyük bir bölümünün kadastro haritasını yaptırmaya, tam da özel m î kiyet ilişkilerini, ekonomik ve politik gücün yayılm asını desteklemeyi ve metalann hem Fransa içinde, hem de uluslararası düzeyde serbest dolaşımını kolaylaştırmayı hedeflediği için girişiyordu. Buna karşılık daha erken bir aşamada Colbert Fransa’nın mekânını Paris etrafında yo ğunlaşacak biçimde düzenlemeye çalışm ıştı, çünkü mutlakiyetçi devle ti ve monarşinin iktidarını savunuyordu. Her ikisi de devletin mali gü cünü arttırma kaygısını taşıyorlardı, ama bu amaca ulaşmak için çok farklı mekânsal politikaları gerekli görüyorlardı çünkü özel mülkiyet ile devlet arasında çok farklı güç ilişkileri öngörüyorlardı (DockSs
1969).
2. Aydınlanma düşünürlerinin üstesinden gelm eye çalıştıkları şe bir politik ve ekonomik sorun olarak "mekânın üretimi" idi. Paralı yol ların, kanalların, iletişim ve idare sistem lerinin, ekim e hazırlanmış ara zinin ve benzeri şeylerin üretimi, bir ulaştırma ve iletişim mekânının üretimi sorununu açıkça gündeme getiriyordu. Bu tür yatırımların me kân ilişkilerine getirdiği her değişim sonuç olarak ekonomik faaliyetle ri eşitsiz olarak etkiliyor ve servet ve gücün yeniden dağılımına yol açı yordu. Politik iktidarı demokratikleştirme ve yaym a yönündeki her ça ba da benzer biçimde bir mekân stratejisi gerektiriyordu. Fransız Dev* riminin ilk girişimlerinden biri Fransız ulusal mekânını yüksek derece de rasyonel ve eşitlikçi biçimde "ddpartement"lara ayırarak rasyone bir idari sistem kurması oldu (bkz. R esim 3.8). Bu politikanın eylet" halindeki en iyi örneği belki de A B D ’de çiftlik ve müştemilatı üzeri» asar anmış sistem (homesteading) ve toprağa yerleşmede kul anı mekansal ızgaradır (Jefferson dönem i demokratik ve Aydınlanma*
A Y D . N L A N M A D A ZAMAN VE MEKÂN
2g?
şü„cesinin bir ürünüdür bu). ABD'nin mekâmmn böyle rasvnne. K' arzda atomızasyonu ve parçalanması, tarımsal bir küçük m E , demokrasisi ruhuna uygun olarak, oldukça eşi„ikçi b T b i S t ç “ me ve yerleşm e ozgurlugunu azam, düzeye ç,karan bir düzenleme 0 ' rak düşünülmüştü (ve baz, bakanlardan gerçekten bu sonucu doyurdu, jeffersoncu proje en sonunda çarpılacaktı, ama İç Savaş'a kadarid uy gulamada. A B D nın, tam da mekanın açık biçimde düzenlenmesinden dolayı, Aydınlanma nın ütopik özlemlerinin gerçekleşebileceği ülke ol duğu fikrinin yayılmasını mümkün kılacak kadar gerçeklik taşıdı. 3. Hiçbir mekân politikası toplumsal ilişkilerden bağımsız olamaz Bu ilişkiler mekân politikasına içeriğini ve anlamını kazandırırlar. İşte Aydınlanma'nın sayısız ütopik planının başını çarptığı kaya buydu. Jef fersoncu toprak politikasının eşitlikçi bir demokrasiye kapı açacağını umduğu mekânın atomizasyonu yaklaşımı, sonunda kapitalist toplum sal ilişkilerin yayılmasını kolaylaştıran bir araç haline gelecekti. Para sal güç, bu yapıda, içinde Avrupa'da karşılaştığı tahditlerin pek azıyla karşılaşarak hareket edebileceği hatırı sayılır derecede açık bir çerçeve buluyordu. Avrupa bağlamında ise Saint-Simon’un, birleşmiş sermaye lerin mekânı insanlığın refahı uğruna ele geçirmesini ve boyunduruk al tına almasını öngören fikirleri aynı biçimde saptırıldı. 1848'den sonra, İkinci İmparatorluk Fransa'sında Pdreire kardeşler gibi bankerler, aşırı birikime ve kapitalist krize karşı, demiryollarına, kanallara ve kentsel altyapıya dev bir yatırım dalgası aracılığıyla yüksek derecede kârlı ama spekülatif bir "mekânsal çözüm" uygulayacaklardı. 4. Mekânın türdeşleşmesi, mahal kavramının kavranışı açısından ciddi güçlükler doğurur. Eğer mahal (daha sonra birçok teorisyenin var sayacağı gibi) Varlığın yeri ise, o takdirde Oluş beraberinde, mahalli mekân dönüşümlerine tabi kılan bir mekânsal politika getirir. Burada sanki mutlak mekân yerini göreli mekâna bırakmaktadır. Mahal ile me kân arasında çekirdek halinde varolan gerilim işte tam bu noktada mut lak bir karşıtlığa dönüşebilir. Mekânın demokratik amaçlarla yeniden düzenlenmesi, hükümdarın bir mahalde kökleşmiş olan iktidarını sar sar. Büyük kapıların yıkılması, kale hendeklerinin aşılması, insanın bir zamanlar girmesi yasak olan yerlerde keyfine göre dolaşması, açılj^ası ve içine zorla girilmesi gereken bir mekânın mülkedınilmesi ( ransız) Devriminin ilk keyiflerinden biriydi." Üstelik, ma nın iyi yetişm iş çocukları olarak," diye devam eder Ozouf (1
A Y D . N L A N M A D A ZA MA N VE MEKÂN
^
i37), devrimciler "mekân ve zaman, bir f.rsat olarak" görüyorlar ‘ ..Devrimın zamanının eşdeğeri olacak bir tö re n e . • fırsatı- Ama bu demokratikleşme projesinin paranın gücü ve tarafından saptırılması mekanın metalaşmasına ve iklfdarm yerleşesi , in yeni ama aynı derecede baskıcı coğrafi sistemlerin yarat,ImaTn (ABD’de olduğu gibi) yol açacaktı. 5. B u da bizi ikilem lerin en ciddisine geri götürür: yani mekânın fethinin ancak m ekan ın üretimi aracılığıyla mümkün olduğu gerçeğine. Ulaştırma ve iletişim in , insan yerleşimi ve iskânının özgül mekânları er güvenliği v e toplum un üyelerine buralara girme hakkı sağlayan’ mekân haklarına (b ed en e, toprağa, eve vb.) ilişkin bir hukuk sistemiyle meşrulaşarak, bir toplum sal sürecin dinamiğinin içinde gelişmesi gere ken çerçeveyi oluşturur. Serm aye birikimi bağlamına yerleştirildiğinde mekânsal d ü zen lem en in bu belirlenm işliği mutlak bir çelişki düzeyine yükselir. B unun so n u cu kapitalizm in "yaratıcı yıkım" güçlerinin coğra fi peyzaj üzerinde zincirden boşanmışçasm a uygulanması, neticede her yönden şiddetli m uhalefet hareketlerini kışkırtmasıdır.
Bu son nokta gen elleştirilm eyi hak edecek kadar önemlidir. "Me kânın zam an a ra cılığ ıy la yok edilmesi" hedefinin izlenmesi özgül, sabit ve yeri d e ğ iştir ile m e z bir mekânın üretimini gerekli kılmakla kalmaz; aynı zam anda, serm a y e kitlesinin devir süresinin hızlandırılması için yavaş devir sü resin e sahip uzun dönemli yatırımlar (otomasyon uygu lanmış fabrikalar, robotlar vb.) gerekir. Kapitalizmin bu çelişkiler ağıy la nasıl başa ç ık tığ ı v e buna dönem sel olarak nasıl teslim olduğu kapita lizmin tarihsel c o ğ ra fy a sı alanında henüz anlatılmamış başlıca hikâye lerden biridir. Z am an-m ekân sıkışm ası, bu çelişkiler ağında etki yara tan güçlerin ne d erec e d e yoğun olduğunu gösteren bir işarettir; aşırıbirikim krizlerinin d e, kültürel ve politik biçimlerde yaşanan krizlerin de bu tür gü ç le r le yakın dan ilişki içinde olması yabana atılamayacak bir olasılıktır.
Aydınlanma düşünürleri daha iyi bir toplum arayışı içindeydiler. Resim 3 .8 Fransız D e v r i m i Aydınlanmanın hem mekânın rasyonelbiçimdehari takınması, hem de bu mekânın idari amaçlarla rasyonel biçimde bölünmesi konuomdaki d,teklerini vurguluyordu: (üstte) "Yen, '780 tarihli bir detayl, proje ve (altta) Ulusal Meclis \e harita.
1789
290
MEKÂN VE Z A MA N D E N E Y İ M İ
Bunu yaparken, bireysel özgürlükleri ve insan refahını güvence alt alacak bir toplumun inşa edilmesinin önkoşulları olarak mekân ve manın rasyonel bir düzenlemeye tabı tutulmasına dikkat etmek zon^' daydılar. Bu tasarı, iktidarın mekânlarının köklü biçim de yeni temen de yeniden inşası anlamına geliyordu, ama bu temellerin tam ne olrT ğunu belirlemenin olanaklı olmadığı ortaya çıktı. D evlete, cemaatiU ve bireye dayanan fikirler, farklı mekânsal peyzajlarla ilişkilendirH* yordu; aynı şekilde, zaman üzerinde farklılaşm ış hâkimiyet, sınıf iüJ * leri, insanın emeğinin ürünleri üzerindeki hakları ve sermaye birikim' konularında temel bazı sorunları ortaya çıkarıyordu. N e var ki, bütün Aydınlanma projeleri, mekân ve zamanın neyle ilgili olduğuna ve ras yonel biçimde düzenlenmelerinin neden önem li olduğuna ilişkin olarak nispeten türdeş bir ortak duyuyu paylaşıyorlardı. Bu ortak temel, kıs men kol ve duvar saatlerinin yaygın biçim de kullanılabilmesine ve ha ritacılık bilgisinin daha ucuz ve etkin basım teknikleri sayesinde yayı, labilmesine bağlıydı. Ama aynı zamanda R önesans perspektivizmi ile bireyin, kolektif bir otorite sistemi niteliğiyle ulus-devlete özümsenmiş olsa bile, toplumsal iktidarın nihai kaynağı ve taşıyıcısı olarak anlaşıl ması arasındaki bir bağıntıya da yaslanıyordu. Avrupa Aydınlanması nın ekonomik koşullan ortak hedefler duygusuna hissedilir ölçüde kat kıda bulunuyordu. Devletler ve öteki birimler arasında artan rekabet, ister ulusal bir ulaşım ve iletişim, idari ve askeri örgütlenme mekânı öl çeğinde olsun, ister özel malikânelerin ve belediyelerin daha yerel me kânları ölçeğinde, ekonomik faaliyetin mekân ve zamanının rasyonel leştirilmesi ve koordinasyonu yönünde bir basınç yaratıyordu. Bütün ekonomik birimler gittikçe artan bir rekabet dünyasının tutsağı haline gelmişlerdi; bu rekabetin konusu nihai olarak, ya merkantilistlerin yü celttiği külçe altınla, ya da liberallerin övdüğü para, servet ve gücün ki şisel birikimiyle ölçülen, ekonomik başarıydı. 18. yüzyıl boyunca, as keri araç ve gereçlerin sayımında ya da yüzyılın sonunda Fransa’da ya pılan sistematik kadastro haritalamasında ortaya çıkan mekân ve zama nın pratik rasyonalizasyonu, Aydınlanma düşünürlerinin projelerini çerçeveleyen bağlamı oluşturuyordu. îşte, m odernizm in 1848 sonrasın daki ikinci büyük dönüşü bu anlayışa isyan edecekti.
16
Z am an-M ekân Sıkışması ve M odernizm in Kültürel Bir Güç Olarak Yükselişi
1846-47 yıllarında İngiltere’de başlayarak o dönemdeki kapitalist dün yanın bütününü hızla istila eden depresyonu, ikirciksiz biçimde ilk ka pitalist aşırı-birikim krizi olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Bu depresyon burjuvazinin güvenini sarsıyor, tarihe ve coğrafyaya bakışı nı derinden sorguluyordu. Daha önce de birçok ekonomik ve politik kriz yaşanmıştı, ama bunların çoğunluğu, makul biçimde, doğal afetle re (örneğin düşük rekoltelere) ya da savaş ve benzeri jeopolitik müca delelere atfedilebilirdi. Ama bu defaki farklıydı. Şurada burada rekolte düşüklüğü yok değildi, ama bu krizi Tanrı'ya ya da doğaya atfetmek ko lay değildi. 1847-48'e gelindiğinde kapitalizm yeterince olgunlaşmıştı; dolayısıyla en kör burjuva özürcüleri bile mali koşulların, pervasız bir spekülasyonun ve aşın-üretimin olaylarla bir ilişkisi olduğunu görebili yorlardı. Her durumda, ortaya çıkan sonuç şuydu: ekonomi tam bir felç durumuna düşmüştü; hem sermaye ve hem de emek fazlaları yan yana atıl biçimde yatıyor, bunları kârlı ve toplumsal bakımdan yararlı bir bir lik içinde yeniden bir araya getirmenin herhangi bir yolu ufukta görün müyordu. E lb e tte , k r iz i a ç ık la m a n ın y o lla r ı varolan s ın ıf konum larına bağlı olarak d e ğ i ş i y o r d u (b u n la r ın ö te s in d e başka açıklam alar da yok değ ild i>- P a r is'ten V i y a n a 'y a zan aatk ârla r krizi istihdam koşullarını d eğiştij"e n ’ s ö m ü r ü o r a n ın ı y ü k s e lte n , işg ü cü n ü n g e le n e k se l vasıflarını ortadan kaldıran d iz g in l e r in d e n b o ş a n m ış bir kapitalist g elişm en in kaçınılm az SOnucu o la r a k g ö r m e e ğ ilim in d e y d ile r . B u rjuvazinin ilerici unsurları tÇm is e k r iz , in a tç ı s o y lu v e fe o d a l züm relerin ilerlem e sürecine ayak ö r e m e s in in b ir ü r ü n ü y d ü . B u zü m re le r ise bütün m ese ley i, hem ışç ıle -
292
M E k ÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
rin hem de hırslı kapitalist ve para sahibi sım fla n n m a te r y a l, dp■rinin geleneksel değerlerle sal, hiyerarşilerin ve pratiklerinin d e ğ e n c e toplum ıuF,u ...sa Hiyerarşilerin altın, f^' masına atfediyorlardı. Oysa benim burada üzerinde durmak istediğim tez, 1847-48 kri • nin bir gösterim krizi yarattığı, bu gösterim krizinin ise ekonomik $ tik ve kültürel yaşamda zaman ve mekân duygularında köklü bir yen' den biçimlenmeden türediğidir. 1848'den ön ce, burjuvazi içindeki iler! ci unsurların Aydınlanmanın zaman anlayışına (Gurvitch’in diliyle söylersek "ileri doğru koşan zaman") bağlı kalm aları, geleneksel toplumların "dayanıklı" ve ekolojik zam anına ve ayak direyen toplumsal örgütlenme biçimlerinin "gecikmiş" zam anına karşı bir savaş verdikle rini düşünmeleri makul görülebilirdi. A m a 1848'den sonra zamanın bu ilerlemeci anlayışı birçok önem li açıdan sorgulanıyordu. Avrupa’da çok sayıda insan barikatlarda çarpışm ış, um udun ve korkunun girdabı na kapılmış, "patlamalı zaman"ın içinde ey lem e katılmanın uyarıcılığını yaşamıştı. Örneğin Baudelaire bu deneyim i hiç unutamayacak ve modemist bir dil arayışı içinde tekrar tekrar buraya dönecekti. Geriye doğru bakıldığında, zamanın çevrim sel biçim de kavranması kolaylaşı yordu (1837, 1826 ve 1817 yıllarında ortaya çıkan ekonom ik sorunlara bağlı olarak ticari çevrimlerin kapitalist büyüm e sürecinin ayrılmaz un surları olduğu düşüncesine artan ölçüde ilgi gösterilm esi buradan kay naklanıyordu). Ya da, insan Marx'ın L ouis B onaparte'ın 18 Brumaire'inde ortaya çıktığı gibi, sınıflar arası gerilim lere yeteri kadar duyarlıysa, sert mücadelelerin sonucunun her zaman sın ıf güçleri arasında oynak bir denge gibi görülmesine yol açacak bir "münavebeli zaman" anlayışı gelişebilirdi. Ama sanıyorum ki 1848'den sonra "nasıl bir za mandayız?" sorusunun, Aydınlanma düşüncesinin basit matematiksel varsayımlarına meydan okuyacak biçim de felsefi gündem e yerleştiğini söylemek doğru olur. O kadar yakın bir g eçm işte Aydınlanm a düşünce si tarafından birleştirilmiş olan fiziksel ve toplum sal zaman duygulan bir kez daha ayrışmaya başlıyordu. B ö y le ce zam anın doğasının ve an lamının yeni biçimlerde araştırılması, sanatçı ve düşünür için mümkün hale geliyordu. 1847-48 olayları aynı zamanda m ekânın doğası ve paranın anlamı konusundaki yerleşik fikirleri de sarstı. O laylar Avrupa'nın, ekonomik ve mal, yaşamında bütün kıtayı eşzam anlı bir krizin oluşumuna açı na e getiren bir mekânsal bütünleşme d ü zeyin e ulaşm .ş olduğunu ak anitar t" , l t a m n k 'r başından ötekine patlak veren politik devrim kapitalist gelişmenin diyakronik boyutunun yan, sıra senkronik boyu-
ZAMAN-MEKAN
s . k iş m a s i ve m odernizm
293
‘al dallanıp budaklanm asın, mümkün kılan değişken bir S S t S kavrayışmın yarattığı güvensizlik duygusuna b,rak,yordu Eğ J a te son'ın (1988: 3 4 9 ) d ed .g ı g.b, deneyimin hakikat, anık içindeo*aya çıktığı yer d e ortuşm ez .se dünyanın bütün mekânların, kucakhyor ise, o zaman ş ö y le b,r durum doğar, "bireysel deneyimin sahici olduâunu söyleyeb ild iğim iz takdirde, bu deneyim gerçek olamaz; aynı içeri ğin bilime v ey a anlam aya dayanan bir biçimi gerçek ise, o zaman da bu içerik bireysel d en ey im le yakalanamaz.” Bireysel deneyim her zaman için sanat yapıtlarının hammaddesini oluşturduğundan, bu durum sa natsal üretim açısından derin sorunlar yaratıyordu. Ama kafa karışıklı ğının hüküm sürdüğü tek alan bu değildi. Çeşitli yerel işçi hareketleri kendilerini, sınırları açık seçik görülemeyen bir dizi olayın ve politik değişikliğin fırtınasına kapılmış buluyorlardı. Milliyetçi işçiler Paris'te yabancı düşm anlığı gösterisi yaparken, kendi mekânlarında aynen on lar gibi politik v e ekonom ik özgürleşme için mücadele etmekte olan Polonya ya da V iyan a işçileri ile dayanışma ilan edebiliyorlardı. Komü nist M anifesto nun evrenselci önermeleri işte böyle bir bağlamda ortaya çıktığı için ço k anlam lıydı. Mahal perspektifini göreli mekânın sürekli değişen p ersp ek tifleriyle bağdaştırma sorunu modernizmin, Birinci Dünya Savaşı’nın şokuyla karşılaşana kadar, gittikçe daha enerjik bi çimde ele aldığı bir konu olacaktı. Avrupa m ekânı her geçen gün daha birleşik hale geliyorsa bu tam tamına para iktidarının enternasyonalizmi dolayısıyla idi. 184748 pa ranın toplum sal hayattaki rolü ve anlamı konusundaki yerleşik fikirleri ciddi biçim de sarsan bir fınansal ve parasal krizdi. Paranın değerin öl çüsü ve bir d eğer saklam a aracı olarak işlevleriyle, mübadele ve yatırı mı kolaylaştırm a işle v i arasındaki gerilim uzun süredir ortadaydı. Ama Şimdi bu çelişk i, fınansal sistem (yani kredi akçaları ve "hayali sermayelef'den oluşan bütün bir yapı) ile bunun parasal temeli (yani paraya aÇik bir fizik sel anlam kazandıran altın ve öteki elle tutuluı: metalar) arasında düpedüz bir antagonizma olarak beliriyordu. 184 e re Parası fiilen büyük bir çöküntüye uğruyor, "gerçek para nın, Paranın kıtlığına y o l açıyordu. Madeni parayı kontro a m yaşamsal bir toplum sal güç kaynağına sahip konum ay . bu gücü ço k ustaca kullanıyor, mekân yeleri sayesin d e, bütün Avrupa kıtasının fınans uny na % o r d u . N e var ki, paranın gerçek doğası ve anlamı sorusu
hjld
rile_
294
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
modemizmın Enstitüsü,]0'
Z A M A N - M E K Â N SIKIŞMASI VE MODERNİZM
W3 .1 0 D eU unay 'inEiffel Kulesi balıklı (1926). kübizm tipik Mekânın parçalanm asını ve dağılmasını incelmek amacıyla tanıdık bir yapı " "i kullanır. (N ew York M odem Sanat Müzesi, Purchase Fund koleksiyonu)
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
296
cek cevâp kolay değildi. Kredi ve madeni para arasındaki ge t
sonraki yıllarda da ön planda o la ca k , son u n d a R o t h s c h i l d î 11111daha kredi sistem inin ve "hayali serm aye o lu şu m u " n u n hâkim ı ‘ni de
• ~ . . olduğu bir — ........ sistemine . ine taşıyacaktı. Bu da zamanın (yatırım süreleri, getir; bankacılık t,n V nimlizmin işleri sürdürmesinde hâkim tarz bakımından
oranı vb.) ve kaPud yaşamsal önem taşı? « ,tu .
mmm*
ki büyüklüklerin anlamını ^ t . ---.1 a şm e to ve
değişikliğe uğrap * ;,,!,
ı ("hayali sermaye" piyasalarının) sistematik olarak örgütlenişi ve şirketleşme ve piyasa sözleşmesi konusundaki hukuki düzenlemeler te melinde kamunun katılımına açılışı ancak 1850 sonrasındadır. Bütün bu değişiklikler bir gösterim krizi yarattı. Enternasyona lizm, eşzamanlılık, güven vermeyen bir zamansallık, ve hâkim değer ölçüsünde fınansal sistem ile onun para ya da meta tabanı arasında bir gerilim türünden sorunlardan ne edebiyat kaçınabilirdi, ne sanat. Barthes (1967: 9) şöyle der: "Dolayısıyla, 1850 dolaylarında klasik yazı yazma tarzı çöker ve edebiyatın bütünü, Flauberf den günümüze dil so runsalı haline gelir." İlk büyük modernist kültürel atılımın 1848 sonra sında Paris'te ortaya çıkması hiç de raslantı değildir. Manet'nin resmin geleneksel mekânını parçalarına ayıran, çerçevesini değiştiren, ışık ve rengin parçalanmışlığını araştıran fırça darbeleri; Baudelaire'in gelip geçiciliği ve bir mahal ile kısıtlı dar politikayı sonsuz anlam arayışı içinde aşmaya çalışan şiirleri ve düşünceleri; Flauberf in mekân ve za man bakımından kendine özgü bir yapıya sahip, buz gibi mesafeli bir dille yazılmış romanları: bütün bunlar, kültürel duyarlılıkta, güvensiz lik dolu ve mekânsal ufukları hızla genişleyen bir dünyada, mekân ve mahallin, yaşanan anın, geçmişin ve geleceğin anlamına ilişkin derin bir sorgulamayı yansıtan, köklü bir kopuşun işaretleriydi. Örneğin Flaubert hem zamanın, hem mekânın paranın ve meta mü badelesinin türdeşleştirici gücüne tabi hale geldiği bir dünyada heterojenliğin ve farklılığın, eşzamanlılığın ve senkroninin gösterimi sorunu nu araştırır. Şöyle yazar: "Her şey aynı anda ses vermeli; insan sığır a nn böğürmesini, âşıkların fısıltılarını, yetkililerin söylevlerini, heps*nl aynı anda duymalı." Bu eşzamanlılığı gerekli etkiyle veremediği ıçın aubert sekansı bir oraya bir buraya atlayan bir montajla böler a sinematografik benzeştirme tümüyle bilinçlidir)" ve ■ mak . : n lr sahnesjnin doruğunda iki sekansı "birleşik bir etki yar* bert'infVM * n Ü
F Z
lrcumlede'" yan yana getirir (Bell, 1978: 114) Z
nc
Sen' İm entaU(GöfM k i y e d e k t e ) r o m a n ı n ı n ^
oreau Paris'te ve dış mahallelerinde bir me a
Z A M A N - M E K A N S E M A S I VE MO D E R N İ Z M
297
djğerine dolaşırken çok farklı türden anılar biriktirir. Burada özel olan kentin farklılaşmış mekanlarına kayarcasına girip çıkmasıdır s İ pa ranın ve metalar,nı el değiştirmesindeki kolayl.ğ, hat.rlat.rca ,„a Ben zer biçimde, kitabın butun hikaye yap.sı, biteviye ertelenen kararlar arasında yolunu şaşırır; bunun nedeni tam da Frederic'in devrimci kar gaşanın orta yeı ınde bile karar vermeme lüksünü yaşayacak kadar çok paraya miras yoluy la sahip olmuş biri olmasıdır. Gelişme, tutulabilecek ama tutulmamış birtakım yollara indirgenmiştir. "Gelecek düşüncesi bize azap verir, geçmişse bizi alıkoyar," diye yazar Flaubert (1979: 134) daha sonra. Ve ekler: " Yaşadığımız an bu yüzden hep avucumuzun için den kayıp gitmektedir." Ama yaşanan anın Frederic’in avucunun için den kaymasını olanaklı kılan, paraya sahip olmaktır; toplumsal mekân lara şöyle bir girip bakmasına izin veren de yine aynı şeydir. Açıktır ki, zaman, mekân ve paraya, aralarında nasıl bir değiştokuş yapılabileceği ni belirleyen koşullara ve olanaklara bağlı olarak, oldukça farklı anlam lar yüklenebiliyordu. Flaubert bu tür olanaklardan söz etmek için yeni bir dil bulmak zorundaydı. Bu yeni kültürel biçimler arayışı, 1848’in ekonomik çöküşünü ve devrimci yükselişini birçok bakımdan yalancı çıkaran bir ekonomik ve politik bağlamda gerçekleşiyordu. Örneğin, demiryolu inşaatında aşın spekülasyon Avrupa çapında ilk aşın-birikim krizini harekete geçirmiş olsa bile, 1850’den sonra bu krizin çözümü zaman ve mekân içinde da ha da ileri bir kaydırma arayışına yaşlanacaktı. Yeni kredi sistemleri ve şirket biçiminde organizasyonun gelişmesi, yeni dağıtım sistemleri (bü yük dükkânlar), sermayenin kitle pazarlarında dolaşımının hızlanması na katkıda bulunuyor, üretimde bunlara teknik ve organizasyonel yeni likler (örneğin işbölümünde artan ölçekte parçalanma, uzmanlaşma ve vasıfsızlaşma) eşlik ediyordu. Daha da önemlisi, kapitalizm mekânın fethinde inanılması güç derecede büyük ölçekte, uzun dönemli bir yatı rım dönemine dalıyordu. Demiryolu şebekesinin genişlemesine telgrahn ilk kez kullanılması, buhar gemiciliğinin büyümesi, ve Süveyş Ka nalı’nın açılışı eşlik ediyor, yüzyılın sonunda radyo yayınının ve ısı let ve otomobil ulaşımının ilk adımları ile birlikte bütün bunlar zaman ve mekân duygusunu köklü biçimde değiştiriyordu. Bu donen, ^ ' k manda koskoca bir dizi teknik yeniliğin uygulamaya H)acaktı. Mekân ve harekete bakışın (fo to ğ ra fta n türe j e düSünü!meye Vlzmin sınırlarının araştırılmasına yol açan) yem a kentsel mekânın üretimine uygulanmaya 86 ). Balon yolculuğu ve yukarıdan çekilen fotoğraf!
Lefaivre, y ery ü zü n ü n
298
M EK ÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
gittikçe d a h a î e S î î î S ? ! S S E
Sîden'sontad^îcarette ve yatınmlarda görülen dev ölçeklibü yüme büyük kapitalist güçleri küresele, ık yoluna sokuyordu. Amabu emneryal fetihler ve doruğuna tanhte ilk küresel savaş olan 1. D ü ^ Savaş, ile erişecek olan emperyalistler aras, rekabet aracıl,ğlyıaolacaktı Bu arada dünyanın mekânları sahiplerinden koparılıyor, eskiden ta sıdıkları anlamlardan yoksun bırakılıyor ve sonra sömürgeci ve emperyal idarenin amaçlarına göre yeniden sahipleniliyorlardı. Sadece göreli mekân ulaşım ve iletişim yoluyla devrimci biçimde değiştirilmemiş, 0 mekânın içeriği de temelden yeniden düzenlenmişti. Dünyanın mekân ları üzerindeki hâkimiyetin haritası 1850 ile 1914 arasında tanınmaya cak biçimde değişti. Ama bilgi akışı ve yeni gösterim teknikleri saye sinde, aynı anda cereyan eden geniş bir dizi emperyal macera ve çatış mayı sabah gazetesine bir göz atarak öğrenmek mümkündü. Üstüne üstlük, 1851’de Crystal Palace ile başlayan, birkaç Fransız denemesin den sonra 1893 te Şikago'da yapılan görkemli Kolombus Sergisi'ne ula şan bir dizi Dünya Sergisinin düzenlenmesi bir yandan küreselleşme olgusunu yüceltirken, bir yandan da Benjamin'in metalar dünyasının ve ulusal devletler ve bölgesel üretim sistemleri arasında rekabetin "düş dünyası" olarak andığı şeyin anlaşılabilmesi için bir çerçeve oluşturu yordu. Mekânı dize getirme ve kapitalist büyümeyi yeniden ateşleme te melindeki bu proje o kadar başarılı oldu ki, 1870'li yıllarda Alfred Marshall, ekonomik yaşamda zamanın etkisinin "mekânınkine oranla daha temel" olduğunu büyük bir güvenle söyleyebiliyordu. (Böylece, daha önce sözünü ettiğimiz bir eğilimi, sosyal teoride mekâna göre za mana ayrıcalık tanıma eğilimini de sağlamlaştırıyordu.) Ama bu doru şüm aynı zamanda gerçekçi edebiyatın ve resmin anlamının ve ı ediciliğinin altındaki toprağın kaymasına yol açıyordu. Zola Lxı terr de (Toprak) öğretmene, o sırada gündeme girmiş bulunan, ucuz kan buğdayının ithal edilmesinin yerelliği (mahalli politika ve kü tu enternasyonalist etkilerin dalga dalga yayılması sonucunda öldürec ^ ni söylettiğinde, sadece Fransa’nın kendi içine kapalı köy 1ü1üğün^n ğil kendi edebi türünün de sonunu öngörmüş oluyordu. Atlas Y‘ su nun öteki yakasında, Frank Norris The O c to p u s (Ahtapot) adU r mndaaynı sorunu dile getiriyordu: Kaliforniya'nın buğday ure kendilerinin 'muazzam bir bütünün bir parçası, bütün dünyanın bug
Z A M A N - M E K Â N S I K I Ş M A S I V e MODE K p t Z M
„
tarlalarının uçsuz bucaksız toplamı içinde tek hir k; • ,, binlerce kilometre ötedeki nedenlerin etkilerini h ü duklanm ve f m e k zorundaydtlar. Gerçekçiliğin hikâye J S S î î 0' ^ bu mekânsal eşzamanlılık karş.s.nda mahalli ve bir ö S e > 1“ ^ ’ ilkten uzak" olacak bir romandan başka bir şev vazmak ,8 çekÇ'' dü? Unutmayalım ki, gerçekçi hikâye yapılar, bir h i k ™ ^ " 1" ^ ' jçinde birbirini izleyen olaylar sanki tutarlı biçimde a ç ım la n ıy o r s a anlatılabileceğini varsayar. Bu tür yap,lar, tümüyle farkı, mekân tarda aynı anda meydana gelen iki olaym dünyanın işleyişini değiştim cek biçimde kesişmesinin mümkün olduğu bir gerçeklikle tutarsızdır Modernist Flaubert'ın açtığı yolda yürümeyi gerçekçi Zola olanaksız bulmuştu. Estetik alandaki ikinci büyük modernist yenileşme dalgası, işte za man-mekân sıkışmasının hızla geliştiği bu evrenin orta yerinde başladı. Öyleyse, modernizm ne ölçüde, zaman ve mekân deneyimindeki bir kri ze cevap olarak yorumlanabilir? Kem’in (1983) incelemesi The Culture of Time a n d Space, 18 8 0 -1 9 1 8 (Zaman ve Mekân Kültürü, 1880-1918) böyle bir varsayımın oldukça akla yakın olduğunu ortaya koyuyor. Kern, "telefon, telsiz-telgraf, X ışınları, sinema, bisiklet, otomobil ve uçağın" zaman ve mekânın algılanmasında ve hakkında düşünülme sinde gelişen yeni tarzların "maddi temellerini oluşturduğunu" kabul eder. Her ne kadar kültürel gelişmelerin bağımsızlığını korumak gibi bir kaygı gütse de, "sın ıf yapısı, diplomasi ve savaş taktikleri gibi olgu ların zaman ve mekân kipleri açısından yorumlanmasının, bunların ede biyat, felsefe, bilim ve sanatta zaman ve mekân üzerine belirtik olarak ortaya konulan düşüncelerle temelden bir benzerlik taşıdığını ortaya koyduğu" tezini savunur. Teknolojik yenilikler, kapitalizmin mekânda ki dinamikleri ya da kültürel üretim konularında hiçbir genel teorisi ol madığından, Kern bize yalnız "dönemin temel kültürel gelişmeleri hak kında genellemeler" sunar. Ama betimlemeleri, zaman ve mekân dene yiminde 1848’den itibaren gelişmekte olan ve Birinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde doruğuna ulaşır gibi görünen, derinleşen kriz duyguSUna yönelik olarak ortaya çıkan her türden olanaklı tepkiyi içeren ge ni§ yelpaze üzerinden inanılmaz kafa karışıklıklarını ve arşıtı an aÇ'ğa çıkarır. Parantez içinde modernizmin birçok tan Çıs*nl m "'a W»olf ile D. H. Lavvrence'dan başlayarak) kabacalJlOd^aras.^ odernist düşüncenin evriminde hayati bir dönem ° _ | 1976, y e tm e k isterim (bkz. yukarıda s. 42; Bradbuıy ve McFarlane,
Henri L e fe b v r e d e bu fikirdedir:
MEKÂN v e ZA M A N D E N E Y İM İ
300
191 0 d o .a y ,n d a b e lirli b ir m e k â r
hayati b ir andı.
Anlamlı biçimde Einstein'ın 1905 tarihli özel relativizm teorisi ile 1916 tarihli genel teorisi arasına düşen bu hayati anın birkaç veçhesine göz atalım. Hatırlıyoruz ki Ford montaj hattını 1913’te kurmuştu. Et kinliği azamiye çıkarmak ve üretimin akışında sürtünmeyi asgariye in dirmek amacıyla görevleri parçalarına ayırarak mekân içinde dağıtıyor du. Aslında, sermayenin üretim içindeki devir süresini hızlandırmak için belirli bir mekânsal organizasyon biçimini kullanıyordu. Böylelik le, üretimin mekânsal düzeninin organizasyonu ve parçalara ayrılması aracılığıyla yerleştirilen kontrol sayesinde zamana hız kazandırılabiliyordu (işin hızlandırılması). Ne var ki, tam da aynı yıl ilk radyo sinyali Eyfel Kulesi'nden bütün dünyaya yayınlanıyor, böylece mekânın, ev rensel kamusal zamanda bir anın eşzamanlılığına indirgenmesi kapasi tesi vurgulanmış oluyordu. Telsizin gücü ise bir yıl önce Titanic 'in ba tış haberinin hızla yayılması sırasında kanıtlanmıştı. {Titanic in kendi si, Herald o f Free Enterprise 'ın yaklaşık yetmiş beş yıl sonra alabora olarak hızlı bir felaket yaşaması gibi, süratin ve kütle hareketinin başarı sızlıkla sonuçlanan bir sembolü idi.) Kamusal zaman her geçen gün me kân boyunca daha türdeş ve evrensel hale geliyordu. Bunun nedeni de sadece ticaret ve demiryolları değildi, çünkü metropoliten bir merkezde yaşamayı tahammül edilebilir kılan işe gitme gelmeyi sağlayacak geniş ölçekli sistemlerin organizasyonu ve bütün öteki koordinasyon biçimle
ri de genel ve ortak olarak kabul görür bir zam an a n la y ışın a dayanıyordu. ABD’de 1914 yılı içinde yapılm ış olan 38 m ilyar telefon k o n u ş m a s ı, kamusal zaman ve mekânın günlük ve ö ze l hayata m ü d ah ale gücünün
Altım oİ'7İıı/\^.. A
J
İM-
Z A M A N - M E K Â N S I K I Ş M A S I VE MODERNİ ZM
301
likte, bu dönemde başladı. Kern (s. 149) Joyce’un olay örgüsünün -ha ritacıların düzenli diyagramlarına meydan okur biçimde evrende bir oraya bir buraya sıçrayan ve yer yer birbirine karışan bir bilinç içinde" ç e şitli mekânlarda geçtıgıne dikkat çeker. Proust’agelince, o geçmişi ye niden canlandırmaya, bir zaman mekânı boyunca yaşanan bir deneyim anlayışına yaslanan bir bireysellik ve mahal duygusu yaratmaya çalışı yordu. Zamanın kişisel biçimde kavranış tarzları kamusal bir tartışma nın konusu haline geliyordu. Kern şöyle sürdürür; "Dönemin en yaratı cı iki yazarı, modern edebiyat sahnesini" (gerçekçi romancıların tipik b iç im d e kullandıkları türden) "türdeş bir mekânda bir dizi sabit dekor dan, insan bilincinin değişen ruh durumları ve bakış açılarıyla birlikte, k e n d is i de değişen, nitel olarak birbirinden farklı çok sayıda mekâna^ dönüştürüyorlardı." Picasso ve Braque ise, 1880’lerde resmin mekânını yeni biçimlerde,—; parçalara ayırmaya başlayan Cezanne’dan aldıkları ilhamla, kübizm de-3 neylerine başlayarak 15. yüzyıldan beri hâkimiyetini koruyan "doğrusal perspektifin türdeş mekânı"nı terk ediyorlardı. Delaunay'in 1910ll'in ürünü olan, Eyfel Kulesi'ni anlatan ünlü yapıtı (Resim 3.10), za- n r manı mekânın parçalanması yoluyla temsil etmeye çalışan bir hareketin J belki de en şaşırtıcı kamusal simgesiydi. Hareketin temsilcileri yaptık- -zı lan şeyin Ford'un montaj hattındaki uygulamalarla paralelliğinin muh- f i temelen farkında değillerdi, ama Eyfel Kulesi'nin simge olarak seçilmiş ^5 olması, bütün hareketin endüstriyalizm ile ilişkili olduğu gerçeğini yan sıtıyordu. Durkheim’ın Elem entary Fornıs ofReligious Life (Dinsel Ha yatın Temel Biçimleri) başlıklı kitabı da 1912'de yayınlanıyordu; Durkheim burada "zaman kategorisinin temelinin toplumsal hayatın ritmi olduğunu ve benzer biçimde mekânın toplumsal kökeninin de kaçınıl maz olarak mekânsal bakışların çokluğunu getirdiğini açıkça kabul edi yordu. Ortega y Gasset, Nietzsche'nin "sadece bir perspektif görmektedir, sadece uygun bir perspektif bilmektedir" yollu fikrini izleyerek, 19l0'da perspektivizm teorisinin yeni bir versiyonunu oluşturuyor u. bu yeni versiyon "gerçekte ne kadar perspektif varsa o kadar çokmekan olduğunu" ve "bakış açısı kadar hakikat olduğunu" 'len sur^ ° rd“' ’ hırdeş ve mutlak mekân konusunda varolan rasyonalist ideal felsefı darbeydi (Kern, 1983: 150-51). , J„ .. . r l 5 oibi Vavı1910-14 döneminde toplumsal ve kültürel Lf' ^ "C^ahlbr olabilmesi . n bafa karışıklıkları konusunda okuyucun aktardım. Ama jÇ'n Kern’ün kaydettiği olaylardan 7 al^ “ ‘ de faz|adurmadığı bir kanımca mesele, Kern’ün ortaya attığı ama uze
^
m e k â n
ve
za m a n
d e n e y im i
fikre dayanılarak geliştirilecek bir akü yürütmeyle bir adlm ileri nabüir Kern şöyle der: "Ortaya çıkan tepkilerden bin, daha önce m ?1' e ve iletişim yokluğu dolayısıyla birbirinden yahtüm.ş insanlar £ * da bir birlik duygusunun gel.şmes.ydr Ne var k, bu bir ikircikli,*'"' taşıyordu, çünkü yakınlık aynı zamanda kaygı doğuruyordu: ko m i r,n biraz fazla yakına sokulduklar, konusunda bir endişe vardı" ( A '" ' Bu "ikirciklilik" ifadesini nasıl buluyordu? Birliğe mi, farkhh5a l vurgu yapıldığına bağlı olarak, iki geniş, oldukça belirgin düşünce ak! minin varlığını saptamak mümkündür. Halklar arasında birliği vurgulayanlar aynı zamanda parçalanın bir göreli mekânın bağrında "mahallin gerçekdışılığfnı da kabul edi§ yorlardı. Görev, mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesini kutsaya rak, Aydınlanmanın evrensel insan özgürleşmesi projesini, iletişim ve toplumsal müdahale mekanizmaları aracılığıyla birleştirilmiş bir küre sel mekânda yeniden gündeme yerleştirmekti. Ama bu tür bir proje mekânın planlanmış bir koordinasyon aracılığıyla parçalanması anla mına geliyordu. Bu ise daha önceden varolan mekânların bir biçimde "atomize edilmesinden başka nasıl yapılabilirdi? Ford, zamanın mekânlaştırılması sayesinde toplumsal süreçlerin nasıl hızlandınlabileceğini ve böylece üretici güçlerin nasıl arttınlabileceğini göstermişti. So run bu kapasiteyi, sermayenin çıkarları gibi dar bir dizi çıkar yerine in sanın özgürleşmesine koşmaktı. Örneğin bir Alman grubu 191 l'de "pa ralel ama düzensiz yönlerde hareket eden bütün insancıl eğilimleri bir leştirecek ve bütün yaratıcı faaliyetlerin yoğunlaşmasını ve teşvikini sağlayacak bir dünya ofisi"nin kurulmasını öneriyordu (aktaran Tafuri, 1985: 122). İçsel ve çok mahrem zaman ve mekân duyguları ancak bu tür bir rasyonelleşmiş ve bütünüyle örgütlenmiş dışsal ve kamusal bir mekânın varlığı bağlamında doğru dürüst serpilip gelişebilirdi. Aydın lanma düşüncesinin mutlak varsayımları veri alındığında uzun süredir baskı altında tutulmuş olan, ama şimdi yeni psikolojik ve felsefi buluş ların etkisi altında açılmakta olan bedenin, bilincin, ruhun mekânları, ancak dış mekân ve zamanın rasyonel biçimde örgütlenmesi aracılığıy* la özgürleşebilirdi. Ama rasyonalite şimdi harita ve kronometrenin yar dımıyla planlama yapmaktan ya da toplumsal hayatın bütününü zaman ve hareket etüdüne tabi tutmaktan daha öte bir anlam taşıyordu. Yeni e atıvızm ve perspektivizm anlayışları yaratılabilir ve mekânın üretı s !!!!’ Zaman,ln düzenlenmesine uygulanabilirdi. Daha sonraları bırçorak hir h* 30 ^ modern'st olarak niteleyeceği bu tür tepki tipik o > ı uzam' içeriyordu. Tarih küçümseniyor, geçmişten kopan.
Z A M A N - M E K Â N S IK IŞ M A S I V E M O D ER N İZ M
303
y a l n ı z c a yeni olanın dilini konuşan bütünüyle yeni kültürü hi ■ ı ^ .y o rd u Biçimin .şlevden türediği ve bireysel özgürlükle S m azamileştirilmesi .çın mekansal rasyonalitenin dış dünyaya davm dk gerektiği anlayışıyla, etkinlik ve işlev (metropolün iyi yağlanmak makina g.b. gorulmes, buradan türer) merkezi unsur olarak almıyordu ister mimarlıkta, ister muzık ya da edebiyatta, dilin anlığı çok önemse nen bir sorundu. B u yaklaşımın, dönemin mekânsal ve zamansal yeniden yapılanma sürecinin gücüne basitçe boyun eğmek olarak yorumlanıp yorumlanamayacağı ucu açık bir sorudur (bkz. yukarıda ss. 42-45). Fransız kübist ressam Fernand Leger tam da böyle düşünüyordu: 1913'te hayatın "her zamankinden daha parçalanmış ve daha önceki dönemlere oranla daha hızlı olduğunu" ve bunu anlatmak için dinamik bir sanat yaratmak ge rektiğini söylüyordu (aktaran Kern, 1983: 118). Gertrude Stein da kü bizmin ortaya çıkışı türünden kültürel olayları, tam da herkesi etkileyen ve duyarlılaştıran zaman-mekân sıkışmasına bir cevap olarak yorumluyordu. Tabii bu, gösterim alanında sözkonusu deneyimle, her türlü ko lektif denetimin dışında kalmaya yatkın (bu I. Dünya Savaşı’nda açıkça görülecektir) süreçleri çoğaltacak, destekleyecek, hatta kontrol altına alacak tarzda başa çıkılmaya çalışılmasının değerinden hiçbir şey ek siltmez. Ama dikkatimizi bunun yapılabilmesinin pratik yollan üzerin de yeniden yoğunlaştırır. Aslında, Le Corbusier bireysel özgürlüğe ve kurtuluşa giden yolun çok iyi düzenlenmiş ve rasyonel hale getirilmiş bir mekânın oluşturulmasından geçtiğini ileri sürerken, Jefferson'ın toprak bölüşümü konusundaki ilkelerini izlemekten başka bir şey yap mıyordu. Projesi entemasyonalist bir nitelik taşıyordu. Üzerinde durdu ğu birlik kavramı ise içinde, toplumsal bilinç taşıyan bir bireysel farklı lık anlayışının derinleştirilebileceği türdendi. Öteki tür tepki, görünüşte birbirinden farklı yaklaşımları bir araya getiriyordu, ama bunların hepsinin merkezinde, ileride sık sık değinme ye gerek hissedeceğim bir temel ilke yatıyordu. Bu temel nokta şuydu: mekân ne denli birleşik hale gelirse, toplumsal kimlik ve eylem açısın dan parçalanmanın özellikleri o denli büyük önem kazanır. Örneğin, sermayenin yeryüzünde serbestçe dolaşımı, bu sermayenin cazip bula cağı mekânların tikel niteliklerini ön plana çıkarır. Yeryüzündekı çeşitli toplulukları birbiriyle rekabet içine sokan mekân daralması, beraberin de yerelleşmiş rekabet stratejilerine ve bir mahalli özel kılan ve kabet gücü kazandıran şeyler konusunda özel bir ı incin * * * açar. Bu tepki, artan ölçüde türdeş ama parçalanmış bir dünyada bir
MEKÂN
VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
«mncına ve b en zersiz n ite lik le rin in g e liş tirilin ^ sm açok daha büyük önem v erir (b k z. y u k a rıd a ss. 1 10 . , ^ a ko. Modernizmin aray.şlannm bu "ö te k i y ü z " ü n ü b irta k ım bağ m, da keşfedebiliriz. F oucaulfnun y e rin d e b ır g ö z le m , v ard ır: " M
a l
î l e r için ne ise Flaubert de k ü tü p h a n e ler ,ç ,n o d u r" (aktaran 1983: 47 ). Bu gözlem, edebiyat ve re s im d e m o d e rn iz m in yenilik> „in nasıl bir yandan bütün geçm iş an la y ış la rd a n k o p a rk e n b ir y an^ kendilerini tarihsel ve coğrafi açıd an b ır y e rle re y e rle ştirm e k ZOl^ a kaldıkları gerçeğini vurgular. H em k ü tü p h a n e , h e m d e m üze bir v 3 dan geçmişi kayda geçirm e ve co ğ ra fy a y ı re s m e tm e etk isi yaratırken k ' yandan da bundan koparlar. G eçm işin , in san ü rü n ü n e sn e le rin (kitapla resimler, kalıntılar vb.) serg ilen m esi b iç im in d e o rg a n iz e edilmiş k gösterime indirgenmesi, co ğ rafy an ın d ü n y a n ın u z a k köşelerinden ne* nelerin bir dizi sergisine in d irg en m esi k a d a r fo rm a lis t b ir yaklaşımdır Modernist sanatçılar ve yazarlar m ü z e le r için re s im y a p tıla rsa ya da kik tüphaneler için yazdılarsa, bu tam d a bu tü r ç a lış m a n ın o n la ra kendi yer ve zamanlarının tahditlerinden k o p m a o la n a ğ ın ı v erm e sin d en d ir.
Ne var ki, müze, kütüphane ve sergi, genellikle bir tür tutarlı dü zenlemeyi hedeflerler. Gelenek yaratma yönündeki ideolojik uğraş 19 yüzyılın sonlarında büyük önem kazandıysa, bu tam da bu çağın, me kânsal ve zamansal pratiklerin, belirli mahallerle özdeşleşmenin kay bolmasına ve herhangi bir tür tarihsel süreklilikten tekrar tekrar köklü kopuşlara yol açıyor olmasındandı. Tarihsel koruma ve müze kültürü 19. yüzyılın sonundan itibaren büyük atılımlar yapıyor, uluslararası sergiler ise, uluslararası düzeyde bir metalaşmayı kutsamakla kalmayıp aynı zamanda dünya coğrafyasını herkesin görebileceği bir dizi insan ürünü nesne aracılığıyla gözler önüne seriyordu. İşte modernist yazar ların en duyarlılarından biri olan Simmel, harabelerin önemini böyle bir atmosfer içinde o kadar ikna edici biçimde ele alabiliyordu. Sim mel e göre harabeler "geçmişin, bütün yazgısı ve dönüşümleriyle, gü nümüzün estetik olarak algılanabilecek bir anında toplandığı" yerlerdi (aktaran Kern, 1983:40). Harabeler, hızla değişmekte olan bir dünyada sarsılmış olan kimliğimizin köklerini bulmasına katkıda bulunuyordu. Bu aynı zamanda geçmişten ya da dünyanın uzak köşelerinden gelen insan ürünü nesnelerin değerli metalar olarak ticarete konu olmaya baş ladığı bir donemdi. Cani, bir antika pazarının ve başka ülkelerin el saa lan pıyasas (Manet’nin Zola’nın portresine yerleştirdiği ve günupon h-Khh
,°net'nın Givemy'deki evini süslemeye devam eden Jau pıyasanın gelişmesinin bir simgesidir) ortaya çıkış1,
Z A M A N - M E K Â N S I KI Ş MA S I VE MODERNIZM
„ı ay,
305
İngiltere de William Morris'in V iv a n a 'r t » »ı yüzyıl başı Fransa'sını istila eden an L . Sana arı ha_
za m a n d a . t in in
%«çimde yeni işlevsel ihtiyaçlar, karşılarken ayn, a S J Î en mahallin ayırıcı niteliklerin, kutsayan mahalli renklere ağırll veTen leni üslup arayışlarına giriyorlardı Mekânın anan ölçüde soyutlama L e ç l e r i n i n orta yerinde mahallin kimliği yeniden öne sürülüyordu gamanın mekânsal laşmasını (Varlığı) mekânın zaman tarafından vok edilmesine (Oluş) göre ayrıcalıklı bir konuma yerleştirme yönün deki bu eğilim, günümüzde postmodernizmin dile getirdiği birçok şeyle tutarlıdır: örneğin Lyotard’ın "yerel determinizmleriyle, Fishin "yo rumlayıcı cemaatleriyle, Frampton'ın "bölgesel direnişleriyle ya da Foucault'nun "heterotopialar ıyla. Açıktır ki, bu eğilim mekânsallaşmış bir "ötekiliğin serpilip gelişebilmesi açısından sayısız olanak sunar. Bir bütün olarak ele alındığında modernizm, mahal karşısında mekânı, yaşanan an karşısında geçmişi içeren diyalektiği çeşitti biçimlerde ele almıştır. Evrenselliği ve mekânsal engellerin çöküşünü yüceltirken, ay nı zamanda mekân ve mahal kavramlarına yerel kimliği örtük olarak güçlendiren tarzda yeni anlamlar kazandırmıştır. Modernizmin bu veçhesinin, mahal ile kişinin ve topluluğun kimli ğinin toplumsal kavranışı arasındaki bağlan güçlendirdiği ölçüde, ye rel, bölgesel ve ulusal politikanın estetikleştirilmesine bir derecede kat kıda bulunması kaçınılmazdı. Bu durumda mahalle bağlılık sınıfa bağ lılığa göre öncelik kazanır, bu da politikayı mekânsallaştınr. Sürecin nihayetinde Hegel'in devlet fikrinin canlanması vejeopolitiğin yeniden hayat bulması vardır. Tabii Marx, kısmen Hegel'in teleolojik bir tarihin son durağı olarak gördüğü mekânsallaşmış "etik devlet" anlayışına bir tepki olarak, tarihsel zamana (ve sınıf ilişkilerine) sosyal teoride yeni den öncelik kazandırmıştı. Bir mekânsallaştırma içeren devletin işin içine sokulması, Lefebvre'in işaret ettiği gibi, sosyal teori açısından il ginç sorulara yol açar: "devlet, farklılıkları döngüselliklerin tekrarlan masına (bunlara 'denge', 'geri besleme', 'kendi kendini düzenleme vb. adlar takılır) indirgeyerek zamanı ezer." Eğer "bu modern devlet kendi ni [ulusal] toplumların ve mekânların istikrarlı merkezi olarak (geri dö nülmez biçimde) kabul ettirirse" o zaman jeopolitik tez, gerçekten e her örnekte görüldüğü gibi, meşruiyet arayışında toplumsal değer er den ziyade estetik değerlere başvurmak zorunda kalacaktır. Dolayısıyla, mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesinin ı
M EK Â N VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
,ekin "t'113:'*" rupa kültürü
^
felakete doğru
^ ^
ilerlem ektedir, yılla, boyu ^
ha da bS e 3 ! i özleyen, ar„k yansıtmayan, y a n » , * * * £ yunca, nıhaye 5 Heidegger'in akıl yürütmesini bütünüyle önceden kan bir nehir gıbn Heıdgg ^ nceden haamarnîannnatllar.m1Z olduğu yolundaki kadim inanca] şeref kazand,. w™ çıkarılamaz toprak mülkiyetinin çözülmesi, kısmen mekâ-
tek ruhta merkezileşmesi" artık bireylerin "çok güçlü olmalarını, her kalıba girebilmelerini" gerektirir. İşte böyle bir durumda iktidar arzusu ("bütün değerlerin devrilmesi yönünde bir çaba"), yeni bir ahlak arayı şında kendini yol gösterici bir güç olarak ortaya koymalıdır: Peki, benimiçin "dünya" nedir, biliyor musunuz? Onu size benimaynam dagöstereyimmi? Bu dünya: eneıji dolu bir canavar, ne başı var, nesonu; (...) etrafı "hiçlik"le çevrilmiş sanki bir sınır gibi; bulanık ya da israf edilmiş bir şey değil, sonsuz biçimde uzanan bir şey değil, belirli bir mekânda belirli bir güç olarak yer alan bir şey, şurasında burasında "boş" olan bir mekân dadeğil, baş tan aşağı bir güç olarak, güçlerin bir oyunu, dalgalan olarak, hem tek bir güç, hemçoksayıda, bu taraftayükselirken öte tarafta azalan; birlikte çağıldayanve akan bir güçler denizi, sonsuza dek değişen, dalgalan sonsuza dek sahile vuran, muazzamyıllar boyu kendini tekrarlayan, biçimleri hep bir gelgit içinde olan; en basit biçimlerden enkarmaşığına erişmeye çabalayan, en durgun, enkatı, en soğuk biçimlerden en sıcağına, en fırtınalısına, en kendiyle çelişik olana, sonra bu bolluktan çıkıp eve basite dönen, çelişkilerin oyunundan birliğin sevincine dönen, amabuyolculuklarının veyıllarının birömekliği içinde bile varlığını or taya koyan, kendini sonsuza dek geri gelmesi gereken olarak kutsayan, doy gunluğu, tiksintiyi, yorgunluğu tanımayan bir oluş olarak kutsayan: bu, benim sonsuza dek kendini yaratan, sonsuza dek kendini yok eden Diyonisosvari dün yam, bu iki misli şehvet dolu hazzın muamma dünyası, benim "iyinin vekötü nün ötesinde"m, amacı olmayan, dairenin sevinci başlıbaşına bir amaç sayıl mazsa eğer; iradesi olmayan, bir halka kendine karşı iyi niyet beslemezse eğer - bu dünya için bu ad ister misiniz? Bütün bilmecelerine bir çözüm ister misi niz. Sizin için de bir ışık, siz ki en iyi gizlenen, en güçlü, en gözüpek, engece yansı türü insanlarsınız? - Bu dünya iktidar arzusudur - ve başka hiçbir şey■ esız endiniz debuiktidar arzususunuz - başka hiçbir şey!
Z A M A N - M E K Â N S IK IŞ M A S I VE m° D E R N ! z m tü r p a s a jla r d a
. zünü ettiği
307
varolan olağanüstü mekân v
----------***** vıwga Hjin sö
türden bır ölüm kalım mücadelesi varsa, bu mücadeleye yön veren ilkeler nelerdi ve bu mücadelenin muhtemel sonucu ne olacaktı? Her biri kendi cevabını belirli bir ulusal çıkar yönünde bükecekti. Bunu yaparken de, belirli bir halkın kendi tikel mahalli üzerinde hâkimiyet kurmasını ve varlığını sürdürme, zorunluluk ya da ahlaki inançlar öyle gerektiriyorsa, "tanınmış misyon" ("manifest destiny") (ABD), "beyaz adamın yükü" (İngiltere), "uygarlaştırma misyonu" ("mission civilisatrice") (Fransa) ya da "yaşama alanı" ("Lebensraum'') ihtiyacı (Alman ya) adına yayılma hakkına sahip olduğunu teslim ediyordu. Özellikle Ratzel sözkonusu olduğunda, bir halk ile vatanı arasındaki birliğin kül türel gelişme ve politik iktidarın temeli olduğunu ve bu birliğin ancak şiddete dayalı bir el koyma yoluyla ortadan kaldırılabileceğini savunma yönünde bir felsefi eğilim görüyoruz. Bu birlik bir ulusal kültürün ve uygarlaştırma görevinin temelini oluşturmaktaydı; bu görevin kaynak lan ise Aydınlanma düşüncesinin ve 19. yüzyıl sonu düşüncesinde öte ki ana akımı oluşturan kafası karışık ama evrenselci modernizmin tü mellerinden köklü olarak farklıydı. Bu iki düşünce kanadını, yani evrenselciliği ve tikelciliği, birbirin den ayrı olarak görmek yanlış olur. Bunlara daha ziyade çoğu zaman aynı insanın kafasında bile birbirine paralel olarak akan iki haleti ruhi ye akımı olarak bakmak gerekir; bu haleti ruhiyelerden birinin belli bir yer ve zamanda hâkim hale geldiği durumlarda bile. Le Corbusıer kari yerine, türdeş bir mekânın ütopik planlamacılarca önerilen tarz
30g
MEKÂN
ve z a m a n
deneyim i
,n ,,n «nemini teslim etmekle birlikte, mahalli ü s l n n i , S b b iç e r e r e k başlam,^Ö ze llikle I. Dünya Savaşı ^
biçimde1'karışmasından doğan kafa kanşıklığından kaynaklandığın',^ n'yorum. Klim.'in serbestçe ak.p giden tenselhg, Egon Schiele'nin lst, r p dolu dışavurumculuğu, Adolf Loosun süslemeyi kesin biçimde reddedişi ve mekânı rasyonel tarzda bıçımlendırışı... bütün bunlar, ken di katılıklarına tutsak olan ama mekân ve zaman deneyiminde f,rtlnall değişimlerle yüz yüze gelen burjuva kültürünün yaşadığı krizin ona ye rinde birbirlerine sıkı sıkıya tutunuyorlardı. Modernizm görünürde her zaman enternasyonalizmin ve evrenselciliğin değerlerini savunmakla birlikte, yerelcilikle ve milliyetçilikle hiçbir zaman gerçek anlamda hesaplaşamadı. Ya kendini (sadece onla ra özgü olmasa da büyük ölçüde "orta sınıflar" adı verilen kesimlerle özdeşleştirilen) bu çok yaygın güçlerle karşıtlık temelinde tanımladı, ya da elitist ve etnosantrik bir bakışla, Paris’in, Berlin’in, New York'un, Londra'nın, ya da hangi kent uygunsa onun, gösterim ve estetik bakı mından bilginin kaynağı olduğunu varsaydı. Bu ikinci yolu seçtiğinde, aynen II. Dünya Savaşı sonrasında soyut dışavurumculuğun ABD'nin ulusal çıkarlarıyla iç içe geçmesinde olduğu gibi (bkz. yukarıda ss. 5153 ), modernizm kültürel empeıyalizm suçlamasına açık hale geliyordu. Meseleyi böyle sunmakla, modernizmin ne olduğu konusundaki nor mal anlayıştan bir derecede uzaklaşmış oluyorum. Ama modernizmin evrenselci hedeflerinin bile yerelcilik ve milliyetçilikle hiç bitmeyen bir diyalogun ürünü olduğunu görmezlikten gelirsek, sanıyorum bazı çok önemli veçhelerini kaçırırız. Bu karşıtlık önemli olduğundan, Cari Schorske'nin Fin-de-sitcle Vienna (Yüzyıl Sonu Viyanası) kitabında çok parlak biçimde kullandı ğı bir örneği ele almak istiyorum: Camillo Sitte ile Otto Wagner'in kentsel mekânın üretimine yaklaşımları arasındaki karşıtlığı. Sitte, 19. yüzyıl sonu Viyana’sının zanaatkârlar geleneğine bağlıydı. Ticari kâr hırsıyla iç içe gibi görünen dar teknik işlevselcilikten nefret ediyordu. Kent halkını "güvenli ve mutlu" hissettirecek mekânlar inşa etmeyi he defliyordu. Bunun anlamı şuydu: "kent geliştirme yalnızca teknik bir sorun değil, kelimenin en soylu anlamında estetik bir sorundur." Dola yısıyla, bir cemaat duygusunu muhafaza etmeye, hatta yeniden yarat maya katkıda bulunacak iç mekânlar (meydanlar, çarşılar) oluşturmaya girişiyordu. Amacı, "parçalanmayı engellemek" ve halka bir bütün ola-
Z A M A N - M E K Â N S I KI Ş MAS I VE
„ .bir 'cemaat yaşamı perspektif,' sağlamak"., , fesinde gerçek bir cemaat duygusu yaratmak için ""1 bİçimle"diI’mlınası. Sıtte'ye göre, modernite karş,slndaki tetSanatln ^yle kul1 ûnrske (s- 22) şöyle özetler bunu: "T-cetvelinin mUmkUn cevaPhS Hamgasım vurduğu, trafiğin yuttuğu soğuk m ,eyoksul mahalleleî S
» bİr meydan yİtİk « ■ * » kT ' * ■ ve bakımdan dramatik bir nitelik taşıyan bu am“ landlrabilirS t t e n ve faydacılıktan arındırılmış daha J i t i ı kUltür' vkini doğuracaktır." Sıtte hangi tutarlı değer sistemîne h yaratma Î-Gerçek dünyanın yan, sıra ve ö,esinde'' yL i S , T Urablllruğu için. "Riehard Wagner'i, insan, kurtarmayı hedefleye^Set dönükbu çalışmanın, sanatçının özel görevi olduğunu -örenİm ',8 rak yüceltiyordu. Köksüz bilim ve ticaret avcılannın, ac, içinde klv£ nan Halk', yaşamı için gerekli bır hayati efsaneden yoksun kılacak biçim de tahrip ettıgı dünyayı sanatçı yeniden yaratmalıydı" (s. 69) Sitte'nin, Jane Jacobs türü anti-modemistlerin fikirleriyle paralellik gösteren ve bugün kent planlamacıları arasında oldukçapopüler olan fi kirleri, ticarileşmeye, faydacı rasyonalizme ve zaman-mekân sıkışması k o ş u lla rın d a ortaya çıkan tipik parçalanma ve belirsizlik olgularına kar şı özgül bir tepki olarak görülebilir. Bu yaklaşım ayrıca zamanı mekânlaştırm ay a çalışır, ama bunu yaparken kaçınılmaz olarak politikayı es tetikleştirir. Sitte'de bu, Wagner’in kökleşmiş cemaat efsanesine başvu ru yoluyla gerçekleşir. Ne var ki, Sitte bu noktada, paranın gücünün, metalaşmanın ve sermaye dolaşımının karşısında, yerel cemaat daya nışması ve geleneğini güçlendirmeye çabalayan koskoca bir dizi poli tik, kültürel ve mekânsal pratiğe teslim oluyordu. Örneğin Kern, "bu dönemde Almanya'da ulusal festivallerin milli anıtlar çevresinde, hal kın şarkı söyleyip dans edebileceği mekânlarda düzenlendiğini" belir tir. Sitte'nin yaratmaya çalıştığı mekânlar işte bu türden mekânlardı. Bu tür bir mekânsal pratiğin daha sonraki tarihinin ürkütücü yanı şudur: Sitte'nin yücelttiği Viyanalı zanaatkârların (ve bunlann Alman kardeşlerinin) çoğu, Sitte'nin yaratmak istediği meydanlarda, çarşılarda veyaşama alanlarında toplanarak enternasyonalizme düşmanca karşıt lıklarını dile getirecek, sürgün koşulları dolayısıyla hem ^ rn'ay?" j tem emeğin enternasyonalizmini en çok temsil eden etnı e «ruba saldırarak anti-Semitizme ve A y d ı n l a n m a düşünce ,nı r^yo e M ekânsal
% 0* .l.i,n a karşıt olarak t e t a » yönelecektir. Nazilerin düzenlediği sarsıcı ’hjtapetmeyi başahayat kazandırıyor ve derin bir mahal mitolojisin
3,0
MEKÂN VE Z A M A N DENEYİMİ
rıyordu: bu mahal ise "cemaat" fikrim sim geliyord u , am a bu cemaat en gerici türden bir topluluktu. Kitlesel işsizlik , m ekan sal engellerin ylk ması ve buna bağlı olarak maha ve cem aa lerın m ekan ve serm aye karşısındaki kınlganlığı koşullan altında en fanatik y e re lc ilik ve m il,iye, çilik duygularıyla oynamak pek kolaydı. Sitte yı bu tarihsel g e li§mey, ilgili olarak dolaylı biçimde bile suçlam ıyorum . A m a S itte’nin savun duğu türden mekânı biçimlendirme ve m ekânsal pratikleri destekleme projeleriyle en iyisinden muhafazakâr, en kötüsünden basbayağı gerici olabilecek politik projeler arasında varolan p o ta n siy el bağm tıy, kavra manın gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum . U nutm ayalım ki, Heideggerii nasyonal sosyalizmi kucaklam aya götüren m ahal, Varlık ve cemaat duyguları işte bu türdendi.
Sitte’nin çağdaşı olan Otto Wagner, modernitenin evrenselliğini çok daha büyük bir şevkle benimsiyordu. Fikirlerini şu şiar üzerine ku ruyordu: "sanatın tek eşi zorunluluktur". Bu bakışla, kargaşaya düzen getirmek, devinimin düzenlenmesini "etkinlik, tasarruf ve ticaretin ko laylaştırılması" temelinde rasyonelleştirmek amacıyla yola koyuldu. Ne var ki, "hızla hareket eden bir zaman ve devinim dünyasında" orta ya çıkan "ıstıraplı belirsizliği" aşabilmek için, o da bir tür hâkim estetik duyguya hitap etmek zorundaydı (Schorske, 1981: 85). Bu belirsizlik ancak geçmişle tam bir kopuş sağlayarak, etkin rasyonalitenin nihai bi çimi olarak makina imgesini benimseyerek, modem teknolojinin ve malzemelerin her bir ayrıntısını araştırarak aşılabilirdi. Kısacası Wagner, modernizmin, 1920İİ yıllarda Le Corbusier, Gropius, Mies van der Rohe ve benzerleriyle birlikte moda haline gelecek olan "kahramanca" biçimlerinin 19. yüzyıl sonunda yaşayan bir öncüsüydü. Zaman-mekân sıkışmasına ilişkin olgularla hesaplaşmanın (biri enternasyonalist, öteki yerelci olan) bu iki çizgisi 1914-18 küresel sa vaşında şiddetli biçimde çarpışacaklardı. Bu savaşın nasıl denetim altı na almamayarak patlak verdiği meselesi, tam da zaman-mekân sıkış ması koşullarının, gösterimleri için uygun bir araç olmadığında, nasıl ulusal yaklaşımların, bırakın izlenmesini, belirlenmesini bile olanaksız hale getirdiğini gösterdiği için ilginçtir. Kern (1983: 260-61), yeni ula şım ve iletişim sistemlerinin bir yandan "enternasyonalizm ağını güÇ' lendirip uluslararası işbirliğini teşvik ederken", bir yandan da "yayılma peşindeki ülkeleri bölerek çatışmalara yol açtığını ve bir dizi kriz do ğur üğunu kaydeder. Ona göre, "bir dünya savaşının ancak dünya bu n ı ütünleştikten sonra mümkün hale gelmesi, dönemin büyük ironi erinden bindir", insanı daha da fazla tedirgin eden, Kern’ün savaşla so
Z A M A N - M E K Â N S . K I Ş M A S . VE MODERNİ ZM
311
nuçlanan Temmuz krizi hakkında anlattıklarıdır. 1914 yazında "İWM, d a k i l e r telgraf, telefon not basın aç.klamas, yağmarunun y m hummalı koşuşma içinde şaşkına dönüyordu; verecekleri a n b k S a MoeaV an ace ecı adımların . ^aıarıa nn. atacaklan aceleci adımların yaratacağı muhtemel felaketleri düşt nerek geçirdikleri uykusuz gecelerin ve gerilimli tartışmaların basıncı altında, kaşarlanmış politikacılar iflas ediyor, usta müzakereciler çökü yordu". Gazeteler halkın öfkesini körüklüyor, çeşitli ülkelerde askeri seferberlik süratli biçimde uygulamaya konuluyor, bunlar da yalnızca savaşa yönelik gerilimler! kolektif denetim altına almaya yarayacak ye terli sayıda karar yeterli sayıda noktada yeterince hızlı biçimde alına madığı için çöken diplomatik faaliyetin çıldırtıcı temposunun yüksel mesine katkıda bulunuyordu. Sonuç küresel savaştı. Hem Gertrude Ste in, hem de Picasso bu savaşı kübist bir savaş olarak niteleyeceklerdi: sa vaş o kadar çok cephede ve o kadar farklı mekânlarda veriliyordu ki, küresel bir ölçekte bile bu niteleme makul görünüyor. Üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen bu olayın mekân ve zaman konusundaki düşünce üzerinde nasıl bir etki yarattığını değer lendirmek bugün bile güç (bkz. yukarıda ss. 44-45). Kern'ün şu yargısı na bir ölçüde hak vermek gerekiyor: "savaş toplumsal dokuyu yırttığı ve herkesi geçmişten ani ve geri dönülmez bir biçimde kopardığı için, dört yıl içinde evrime, ilerlemeye ve tarihin kendisine olan inanç bütü nüyle yok oldu." Çöküntü 1848'in gerilimlerine hemen hemen bütünüy le yankı veriyor ve mekân ve zamanın algılanışını sarsıyordu. Taylor’m (1987: 126) Alman sanatçı Beckmann'ın başına gelenler konusunda an lattıkları bu bağlamda öğreticidir: Savaştan önce Beckmann yuvarlak hacimlere vezengin mekânsal kademelenmelere dayanan, duygulara hitap eden, ressamca bir üslubu savunmuştu (...) Sonra savaşta üslubu tümüyle değişti. Beckmann cepheye yakın bir noktada, savaşın en sert mücadelelerinin geçtiği bir yerde görevlendirilir, amaçevresin deki asap bozucu deneyimleri neredeyse önlenemez bir ilgiyle çizmeye ve res metmeye devam eder (...) Alegorilere dayanan üslubu kaybolur (...) Bunun ye rini daha sığ, yarılmış, tıka basa doldurulmuş bir tarz alır. 1914 ün sonlarında yazdığı notlarda "mekân, mesafe, sonsuzluk" konusunda içinde gelişmekte olan büyüleyici dehşete değinir. 1915’e gelindiğinde "(-) insanın korkunç de rinliğini görmemek için (...) ve böylece o karanlık karadeliği bir olçude örtmek •Çin ön planını yine de bir tür saçmalıkla doldurması gereken o sonsuz me kândan söz etmektedir. Sonra Beckmann bir depresyon geçınr; bunun ardın dansanatı neredeyse hayal edilemeyecek kadar tuhaf hır boyu az van mistik lar hiçbir gerçek olaya karşılık vermeyen, aşkın bir genellıgı elealanyan mistik Çalışmalardır.
^
M E K ÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
~.micle bu denli köklü bir kopuşun yaratılmasında ve • den koşulmasında, modernist güdülerle oldukça tutarlı olan bir mevcuttur. Rus Devrimi'nin gerçekleşmesi, hiç olmazsa baz, insan,da 1 kopuşu ilerleme veyeni yaratma adımlar, ıçm bır f.rsat olarak gö me'olanağın, doğuracak!.. Ne yazık ta. sosyalist hareketin kendis' uluslararası ve ulusal hedefler arasındaki geni,m, içselleştirerek (döne min ulusal sorun ve tek ülkede sosyalizmin olanakları konusunda Le' nin Luzemburg ve başkaları arasında yapılan ünlü tartışmaları bunun kanıtıdır) bölündü. Ne var ki, bizatihi devrimin gerçekleşmiş olmas, modemizmin amaçları ile sosyalist devnm ve enternasyonalizm arasın’ da bir bağolduğu yolunda bir duygu yaratarak II. Enternasyonalin aşm derecedemilliyetçi eğilimlerinin sorgulanmasını olanaklı kıldı. Öyleyse, 1920 sonrasının "kahramanca” modernizmi, kültürel üre tim alanında evrenselci duyarlılığın yerelci duyarlılığa karşı verdiği inatçı bir mücadele olarak yorumlanabilir. Hareketin "kahramanca" ka rakteri, mekân ve zamanın algılanmasında I. Dünya Savaşı öncesinde oluşmuş olan krizle başa çıkma ve bu krizi denetim altına alma, ayrıca savaşın ifade ettiği milliyetçi vejeopolitik duyguları yenilgiye uğratma yolunda gösterilen olağanüstü entelektüel ve sanatsal çabadan kaynak lanır. Kahramanca modernistler, hızlanmaların, parçalanmaların ve (özellikle kentsel yaşamdaki) patlayıcı merkezileşmenin nasıl tekil bir imge aracılığıyla temsil edilebileceğini ve böylelikle denetim altına alı nabileceğini göstermeyi hedefliyorlardı. Yerelcilik ve milliyetçilikle nasıl başa çıkılabileceğini, insanın mutluluğunu ilerletecek küresel bir proje anlayışının nasıl yeniden tesis edilebileceğini göstermeye çalışı yorlardı. Bu ise mekân ve zaman konusundaki tavırda kesin bir değişik liği gerekli kılıyordu. Kandinski'nin resim üslubunda 1914 ile 1930 arasında ortaya çıkan değişim iyi bir örnektir. Savaştan önce Kandinski insana parlak renklerin göz alıcı girdaplarının aynı anda hem tuvalin üzerinde, hem de karşılarında çaresiz kalan çerçevenin dışına doğru patladığı izlenimi veren olağanüstü resimler yapar. On yıl sonra Kan dinski yi (modernist düşünce ve uygulamanın kilit merkezlerinden biri olan) Bauhausta güven hissi veren bir çerçeve içinde düzgün biçimde düzenlenmiş mekânlardan oluşan kontrollü resimler yaparken görürüz, u resimlerden bazıları açıkça, yukarıdan bir bakış açısından çizilmiş lyagramvarı kent planları biçimini alır (bkz. Resim 3.11 ve 3.12). ba§ka Şeylerin yanı sıra, mekânın insani amaçlar uğrKvn ° r kn UFU^ abına abnrnası anlamına geliyorsa, o zaman mekânın ve teknoloji temeline, mekânsal engellerin ve farklılığa
Z A M A N - M E K Â N S I KI Ş MAS I VE M 0 D E RNİZM
313
Resim 3 .1 1 K andinski'nin 1 9 1 4 savacı öncesi dönem resimleri, örneğin 1912 ta rihli Kıyamet'/, öylesine patlayıcı bir mekan duygusu sergiler ki, sanki resim de netlenemez bir d in a m izm le tuvalden dışarı taşacakmış gibi görünür.
bastırılmasına yaslanan modern bir kültürün ayrılmaz bir parçası olarak rasyonel biçimde düzenlenmesi ve denetiminin bir tür tarihsel proje ile kaynaştırılması gerekirdi. Picasso'nun evrimi de öğreticidir. "Kübist sa vaşkan sonra kübizmi terk ediyor, 1919’dan sonra kısa bir dönem bo yunca, muhtemelen hümanist değerleri yeniden keşfedebilmek arzu suyla klasisizme dönüyordu. Ama bundan kısa bir süre sonra iç mekân ları bütünüyle paramparça etme yoluyla araştırmaya geri dönüyor, bu imha sürecini ancak yaratıcı başeseri Guemica ile telafi ediyordu. Guernica'Ğa modernist üslup "çok sayıda zamansal ve mekânsal bakış açı sının retorik açıdan güçlü imge çerçevesi içinde birbirine bağlanması için esnek bir gereç" olarak kullanılır (Taylor, 1987: 150). Aydınlanma düşünürleri, önlerine hedef olarak insan mutluluğunu koymuşlardı. Bu hedef iki savaş arası dönemin modernizminin dilinden h'Ç uzaklaşmadı. Sorun bu tür hedeflere erişmek için pratik koşulları ve ma>' kaynakları bulmakta yatıyordu. Modernizmin geçmişten kopuş
MEKÂN
VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
Resim 3.12 I. Dünya Savacının sarsıntısından sonra, örneğin bu radaki stilize edilmiş bir kent haritasına raslantısal olmayan b ir ben zerlik tanıyan Her ikisi de (1924) başlıklı resminde olduğu gibi, Kandinski m ekânsal organizasyonun çok daha denetimli ve rasyonalleştirilmiş bir imgesine yönelir.
konusundaki duyarlılığına anlaşılır ideolojik nedenlerden dolayı kendi lerini yakın hisseden Ruslar, bir sürü deneyin (bunlar arasında Rus for malizmi veyapımcılığı önem bakımından ötekilerden fersah fersah ile ridedir) gerçekleşebileceği bir mekân sunuyorlardı. Bu deneylerden, mimarlığın yanı sıra sinema, resim, edebiyat ve müzik alanlarında ge niş kapsamlı yenilikler doğuyordu. Ama bu tür deneyler için, soluk al ma dönemi kısa sürecek, kaynaklar devrim davasına en çok bağlanmış olanlar için bile yetersiz kalacaktı. Öte yandan, sosyalizm ile modernizm arasındaki bu bağ, ne kadar narin de olsa, kapitalist Batı'da modernizmin prestiji üzerine bir gölge düşürüyordu. Üstelik, Batı'da ger çeküstücülüğe dönüş (bunun politik uzantıları da vardı) sorunu çatalaştırıyordu. Sermaye birikiminin (Marx'ın deyişiyle "burjuvazinin tan sel misyonu nu oluşturan faaliyetin) her şeyin odağını oluşturduğu o^abülrdT^3 ^ nızca ®au^aus gibi makinavari bir modernizme yer J S Z T
Z Sanc'lan ay"> zamanda içseldi. Her şeyden önce, en ı estetiğinin bir tür mekânsallaştırma olmasından kay-
Z A M A N - M E K Â N S IK IŞ M A S I V E M O D E R N İM
)1S
.aldanan sorunu h içb ir zaman aşamıyordu. Otto Wa»n
b3 Akış ve genişleme içindeki süreçlerin sabit mekânsal güç ilişkileri
ve benzerler, çerçevesi içinde nasıl kapsan.bileceö „ ulaştırılması kolay değildi. Bunun sonucu, 1929 k a » öküşünden sonra acımasızca gerçekleşen türden yaratıcı yıkım r c ferine hep hazır bir toplumsal sistemdi. Birer mekânsalla? ,rma oarak m0dernistler.n urett.g, ürünler, evrensel olduğu varsayılan insani de |erler konusunda kalıcı, hatta anıtsal bir duyguya yol açar (elbette bunun, Dadaistler türünden istisnaları vardır). Ama Le Corbusier bile bu tür bir edimin efsanelerin gücüne başvurmak zorunda olduğunu kabul ediyordu. İşte modernizmin gerçek trajedisi bu noktada başlar. Çünkü nihai olarak ortalığa hâkim olan, Otto Wagner'in ya daLe Corbusier’nin ya da Walter Gropius'un olumladığı efsaneler değildi. Sonunda düdüğü çalan ya Mammon'a [servet, hırs] tapınmaydı, ya da daha kötüsü este tikleştirilmiş bir politikanın canlandırdığı efsanelerdi. Le Corbusier Mussolini ile flört edecek, Pdtain Fransası ile uzlaşacaktı. Oscar Niemeyer Brasilia’yı popülist bir başkan için tasarlayacak ama acımasız generaller için inşa edecekti. Bauhaus’un içgörüleri toplama kampları nın tasarımı yolunda seferber edilecekti; biçimin, işlevin yanı sıra kârın da ayak izinde yürüdüğü kuralı her yerde hâkim hale gelecekti. Sonun da, politikanın estetikleştirilmesi ve para sermayenin gücü, zamanmekân sıkışmasının rasyonel biçimde nasıl ele alınacağını ve kontrol edileceğini gösteren bir estetik hareketin hakkından geliyordu. Bu hare ketin içgörüleri, trajik bir biçimde, büyük ölçüde kendisine ait olmayan amaçlara koşuluyordu. Eğer bu tür bir önerme için daha öte kanıt gere kecek olsa şu söylenebilir: II. Dünya Savaşı'nın travması, Hegel'in mekânsallaştırmalannın Aydınlanma'nın (ve Marx'ın) tarihsel projesini içeriden yıkmasının pek kolay olduğunu göstermiştir. Jeopolitik ve es tetik müdahaleler sanki hep milliyetçi ve dolayısıyla kaçınılmaz olarak gerici politikalara yol açacakmış gibi görünüyor. Varlık ve Oluş arasındaki karşıtlık modenizmin tarihi açısından merkezi bir yere sahip olmuştur. Politika açısından bu karşıtlık zaman duygusuyla mekânda odaklaşma arasında bir gerilim olarakgorulime: ıdir. Bir kültürel akım olarak modernizm, 1848 somasında bu karşıthka lty a p 'la r
nun çözüme
la, çoğu zaman yaratıcı biçimler altında mücade e etü.
MEKÂN
ve
ZAMAN D ENE Y İ Mİ
316
4 » . hiitün biçimleri açısından bir çerçeve oluşturan para. kültürel pratıgm ou v£ dev|et iktidarının gücü tarafından bir
sürü bakımdan g m ayan
sorunlar
f
diyalektik, görünürde çözülmesi mümkün ol’ an,amında yarattığı değişiklikler kültürel ha-
Sinm r : , n oösterimleri açısından tekrar tekrar yeniden değerlenaatta «"oidilmesine yol açmıştır. B ir avangard ya da öncü kavramı « L a l hem de politik olarak) ancak gelecek üzerine spekülas, varolabildi»! hayali sermayenin oluşabildiği bir dönemde her hangi bir anlam ifade edebilirdi. Zaman ve mekân konusundaki deneyim7n değişikliğe uğraması modernizmin doğuşuyla ve mekân-zaman S is in in bir o yanına bir bu yanına karmaşa içinde kaymasıyla yakın dan ilmlidir E»er bu gerçekten doğruysa, o zaman postmodernizmin zaman ve mekân konusunda bir dizi yeni deneyime, "zaman-mekân sı kışmasının yeni bir evresine bir tür cevap olduğu yolundaki önermeyi araştırmak iyice anlamlı görünüyor.
Zaman-M ekân Sıkışması ve Postmodern Durum
birikime geçişle birlikte mekân ve zamanın kulla anlamlan nasıl bir değişim göstermiştir? Bu son iki onyıl bo yunca yoğun bir zaman-mekân sıkışması evresi yaşamakta olduğumu zu, bunun politik-ekonomik uygulamalar, sınıf güç dengeleri ve kültü rel ve toplumsal yaşam üzerinde, insana yönünü şaşırtan, sarsıcı bir etki yaptığını ileri sürmek istiyorum. Tarihsel benzetmeler her zaman tehli kelidir, ama postmodern duyarlılığın, zaman-mekân sıkışması duygu sunun yine belirgin biçimde güçlü olduğu yüzyıl başında (örneğin Viyana'da) ortaya çıkan kafası karışık politik, kültürel ve felsefi akımlara büyük sempati ifade etmesi bence hiç de raslantısal değildir. Aynca, 1970 civarından bu yana jeopolitik teoriye ilginin, mahal estetiğinin ye niden canlandığını, bunun yanı sıra mekânsallık sorununun yeniden gözden geçirilmesi yönünde (sosyal teoride bile) artan bir istekliliğin ortaya çıktığını (bkz. örneğin Gregory ve Urry, 1985 ve Soja, 1988) kaydetm ek gerekir. Esnek birikime geçiş, kısmen üretimde yeni organizasyon biçimle rinin ve teknolojilerin hızla uygulamaya konulması yoluyla gerçekleşti rilmiştir. Bu teknolojiler askeri üstünlük arayışından kaynaklansalar bi te’ uygulanmaları Fordizm-Keynesçiliğin 1973'te açık bir kriz halinde patlak veren birikmiş sorunlarına bir çözüm olarak devir süresini hız Andırmak ve Fordizmin katılıklarını aşmak amacıyla ilgiliydi. Ça ışma temposunun yükseltilmesi. Fordizmin dikey bütünleşme ^■■‘" r s ^ n®Çeviren dikey ayrışma (taşerona iş verme, şirket ışın an ^ Fordizmden esnek
nımları ve
v ■) yönünde organizasyonel değişiklikler yoluy ae e J11yöneliş mali merkezileşmeye rağmen üretim e: a a yaratıyordu. Organizasyonda gerçekleştırıle
dolaımbaçlıde-işik[jk|er
MEKÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
318 sin stokların azaltılmasını sağlayan "just-in-time [tam z
S"
teslimat sistemi), yeni elektronik denetim
teknolojileriyle, « g
r timiyle vb. birleştiğinde, birçok üret,m sektöründe (elektron* * k m tezgâhlan, otomobil, inşaat, hazır giyim vb.) devir sürelerini k,'s ' »yordu, işçiler açısından bütün bunlar emek süreçlerinde bir y 0ğUn|J ma (temponun yükselmesi) ve yen, ışgucu ihtiyaçlarının karş,lann^ için gerekli olan bir vasıfsızlaşma ve yemden vasıflılaşm a hızlanması anlamına geliyordu (bkz. II. K ısım ).
sürecinin
Üretimde devir süresinin hızlandırılması, mübadele ve tüketimde de paralel hızlandırmaları gerekli kılar. G elişkin iletişim ve bilgi akış, sistemleri, dağıtım tekniklerinde rasyonalizasyon adım larıyla (amba laj, stok denetimi, konteynerleşme, piyasadan geri besleme vb.) birleş tiğinde, metaların piyasa sisteminde daha hızlı dolaşm asını olanaklı kı lıyordu. Elektronik bankacılık ve kredi kartı türü ödeme araçları ters yönde para akımının hızını arttıran yeniliklere örnek olarak verilebilir. Bilgisayarlaşmış alışverişin de katkısıyla fınansal hizm etler ve piyasa larda da hızlanma yaşanıyor, popüler dille söylendiğinde, küresel men kul değerler piyasasında "yirmi dört saati çok uzun bir zaman" haline getiriyordu.
Tüketim alanındaki çok sayıda gelişme arasında ikisi önem bakı mından öne çıkar. Seçkin piyasalardan farklı olarak kitle piyasalarında modanın seferber olması, tüketimin temposunu sadece giyimde, süsle me ve dekorasyonda değil, aynı zamanda hayat tarzlarını ve dinlenme faaliyetlerini de (boş zaman ve spor alışkanlıkları, pop müzik türleri, video oyunları veçocuk oyunları vb.) kapsayan geniş bir alanda hızlan dırmanın aracı haline geldi. Bir ikinci eğilim ise mal tüketiminden hiz met tüketimine doğru bir kayıştı: sadece kişisel ve ticari hizmetlerde, eğitimde, sağlıkta değil, aynı zamanda eğlence, gösteri, "happening"ler ve hobiler gibi alanlarda da. Bu tür hizmetlerin (bir müze gezme, bir rock konserine ya dasinemaya gitme, konferans dinleme, jimnastik sa lonuna devamgibi) "hayat süresi"nin ölçümü zor olsa bile, bir otomobılınkinden ya da çamaşır makinasınınkinden çok daha kısa olduğu açıktır. Fiziksel malların biriktirilmesinin ve devir oranının önünde sınırlar vardır (Imelda Marcos’un ünlü altı bin çift ayakkabısını saysak |e , uyüzden kapitalistlerin tüketim alanında son derece gelip geçici çnn-üwKL™ ve^ mesine dönüşünü anlamak kolaydır. Mandel ve Jamena k ü h Lı' 'daS' 81 >s^tadığt eğilimin, 19601ı yıllardan bu ya masının ı r ^ T T "1 banına kapitalistlerin nüfuzunun hızla art masının ardında bu tür bir arayış,n yatıyor olması muhtemeldir.
z
Am a N-m e k a n
s ik i
? m a s i v e POSTMODERNİZM
319
Sermayenin devır ürelerinde görülen bu genel h.zlanmadan kay, „ sonuçlar arasından ben postmodern „ ^ nal t eyleme tarzları üzerinde özel etkıs, olanlar üzerindeduracağ.m t k temel sonuç, modanın, ürünlerin, üretim tekniklerinin, emeksül„rinin, fikirlerin ve ideolojilerin değerlerin veyerleşik uygulamala' ncard'ğmda ve gelip geçıcılıgınde bır artış olmasıdır. "Kat, olan her "" buharlaşır" türü bir duygu hiçbir zaman bu kadaryaygın olmamışta f ı tema üzerine son yıllarda bol bol yazılmasının nedeni demuhtemeı n budur). Bunun işgücü piyasaları ve vasıflar üzerindeki etkisi daha ce ele alınmıştı (bkz. II. Kısım). Burada bizi ilgilendiren toplum çaonnda ortaya çıkan daha genel etkilerdir. P' Meta üretimi alanında temel etki anında çözüm ("fast food", yemek ve b a şk a ihtiyaçların anında giderilmesi) ve atılabilirlik (kâğıt bardaklar, tabaklar, plastik çatal-kaşık, ambalaj, peçete, giyim eşyası vb.) nite liklerinin değerinin ve meziyetlerinin vurgulanması olmuştur. Alvin Toffler (1970) gibi yazarların ifadesiyle, "kullan at" toplumunun ortaya çıkışının işaretleri 1960‘h yıllarda belirmeye başlamıştı. Bunun anlamı sadece üretilmiş malları atmak değildi (tabii bu devasa bir atık sorunu yaratıyordu); aynı zamanda değerlerin, hayat tarzlarının, istikrarlı iliş kilerin, şeylere, binalara, yerlere, insanlara ve eyleme ve olma konu sunda öğrenilmiş tarzlara bağlılığın da atılabilmesi anlamını taşıyordu. "Geniş toplumdaki hızlandırıcı atılımın bireyin sıradan günlük deneyi mi" ile çatışmaya girişinin dolaysız ve elle tutulabilir biçimleriydi bun lar (Toffler: 40). Tüketim alanında malların devrinin hızlandırılması açı sından son derecede etkili olan bu tür mekanizmalar, bireyleri atılabilirlikle, yenilikle, şeylerin hızla işe yaramaz hale gelişi ihtimaliyle başa çık m a y a zorluyordu. "Daha yavaş değişen bir toplumun hayatıyla kar şılaştırıldığında, günümüzde herhangi bir verilmiş zaman aralığında, kanaldan çok daha fazla durum akmaktadır; bu da insan psikolojisinde muazzam değişimler anlamına gelir." Toffler devamla bunun hemka musal, hem de özel değer sistemlerinin yapısında bir geçicilik doğur duğunu, böylece "mutabakatın çöküşü” ve parçalanmış bir topum a değerlerin farklılaşması yönünde bir bağlam yarattığını belirtir, anız metalar cephesinde varolan uyarım bombardımanı bile duyuşaıç bir aşır, yükleme sorunu yaratır; bunun yanında Sımmelmyy^ dönümünde modernist kentsel yaşamda deştiği sorun . taktadır. , ulu" •Ne ive var var ki, k ı, tam tam da aa değişimin o e g ışm u ıı göreli -----_ ,„„nı,.r veİDazesiolojık tepkiler kabaca Sim m el'in saptamış ° yadsıma, her 1 sınırlar, içind e kalır: duyusal uyarımların dışlanması, y
mekân
VE z a m a n
deneyim i
320
şeyden usanmış bir ruh halinin geliştirilmesi, kör uzmanlaşma •• müzelerin T * bir lerin önemi buradan kaynaklanır), aşırı basitleştirme (benlioj ’ abe' minde ya da olayların yorumlanmasında). Bu açıdan Tom ^°Steri' 326-29) zam an-mekân sıkışmasının çok daha ileri bir evresi 7 ^ ^ zamau-ınCk““ -— î. , ' 7 ,l,UCı HKirleri yetmiş tmvm» anında Lbiçimienm . nde« fikir. Ts y yıl önce *bugünküne h«nW benzer h;r bir travma i düşüncesine nasıl yakınlaştığını görmek öğreticidir. * olan, Ssımmel'in im m e l un uzun u^un dönemli uonemiı planlam pi Uçarılık sorunu sorunu kuşkusuz nernangı herhangi bir a ça basını son derecede güçleştirir. Aslında, ı ma ?a' Aslında uçarılığın bir koz olarak nasıl .........'• ,0,arak nasıl kullanılabileceğini öğrenmek günümüzde devir suresini hızlandırmak kadar önemli bir şeydir. Bunun anlamı, ya piyasadaki değişikliklere ce vaben hızlı hareket ederek uyum sağlama kapasitesine sahip olmak ya da uçarılığın ardındaki güç olmaktır. İlk strateji uzun vadeli planlama dan ziyade kısa vadeli planlamayı içerir ve nerede mümkün olursa ora dakısa vadeli kazanç elde etme sanatını geliştirmeyi gerektirir. Bu, son dönemde ABD'de işletme yönetimlerinin dile düşmüş bir uygulaması haline gelmiştir. Şirket yöneticilerinin bir görevde çalışma süresi orta lama beş yıla kadar gerilemiştir; öte yandan, görünüşte üretimle ilgili olan şirketler, çoğu zaman şirket evlilikleri, başka şirketlerin ele geçi rilmesi ya da fınans ve döviz piyasalarında işlemler aracılığıyla kısa dönemli kazançlar peşindedir. Bu tür bir ortamda şirket yöneticiliği yapmanın yaratacağı gerilim bir hayli fazladır. Bu yüzden bir dizi yan etki ortayaçıkar: örneğin, yetenekli kişilerin performansını dumura uğ ratan ve gribin semptomlarına benzer semptomların uzun süre devam etmesine yol açan "yupi gribi"; ya da, işkolik fınansal operatörlerin ko şuşma içinde geçen hayatının, çok uzun mesai saatlerinin, güç tutkusu nun getirdiği telaşın bu insanları Jameson'ın betimlediği şizofrenik zih niyet için ideal adaylar haline getirmesi gibi. Öte yandan, uçarılığın üretimine hâkim olmak ya da bu sürece ak tif olarak müdahale etmek, zevkler ve fikirler üzerinde manipülasyon gerektirir. Bunu yapacak olanın ya moda alanında önder olması, yada uçarılığı kendi amaçları uğruna biçimlendirebilecek ölçüde piyasayı imgelerle tıka basadoldurması gerekir. Her iki durumda da bunun anla mı yeni gösterge sistemlerinin ya da imajların yaratılmasıdır. Bu, kendi başına postmodern durumun önemli bir veçhesidir ve çeşitli açılardan incelenmesi gereken bir olgudur. Her şeyden önce, (I. Kısım'da görmüş olduğumuz gibi) reklam ve medya imajları kültürel pratiklerde çok da ha bütünleştirici bir rol oynamaya başlamışlar ve kapitalizmin büyüme inamı erinde çok daha önemli bir yer üstlenmişlerdir. Üstelik rek geçmişin imgelerine geri dönüş (yadigar nesnelerin,
za
MA N - M E K Â N S I KI Ş MAS I VE POSTMODERNİZM
dolm ayan im ajlar aracılığıyla arzuların ve zevklerin t e yönelmektedir (bkz. Resin, i. 6 ). G ^ " e c in se llik
321
u,a" y;
Z ' t ed" me ve iktidar temalanmn dolays.z biçimde ele almmaL'olanın
Kenuı^*' — . . . . ° Dauurıuaraın ( 1981), günümüzde kapitalizm esas olarak göstergelerin, imajların ve gösterge sistem lerinin üretimi üzerinde yoğunlaştığından dolayı, M a™ 1 ın meta üretimine ilişkin tahlilinin gününün geçmiş olduğunu iddia et mesine yol açm ıştır. Baudrillard'ın dikkat çektiği değişim önemlidir, meta üretimi teorisinin bu değişimi kapsayacak biçimde genişletilmesinin önünde hiçbir ciddi güçlük yoktur. Elbette, imaj üre
ama Marx'ın
tim ve pazarlama sistem leri (aynen toprak, kamu malları ya da emekgüCü için olduğu gibi), göz önüne alınması gereken bazı özellikler taşır. Bazı imajların tüketim devir hızı gerçekten de çok kısa olabilir (Marx’ın sermayedolaşım ı açısından optimal olarak gördüğü "göz açıp kapayana kadar"lık ideal süreye yakın olacak denli). Birçok imaj ise mekân üze rinden anında kitlesel ölçekte pazarlanabilir. Devir süresinin hızlandı rılması (ve mekânsal engellerin aşılması) yönündeki basınçlar göz önü ne alınırsa, en gelip geçici türden imajların metalaşması, özellikle de aşırı-birikimden kurtulmanın öteki yolları kapalı gibi görünürken, ser maye birikimi açısından Tanrının bir lütfü gibidir. Gelip geçicilik ve mekân üzerinden anında iletilebilirlik bu durumda kapitalistlerin üze rinde duracakları ve kendi amaçları için sahiplenecekleri meziyetler ha line gelir. Ama im ajların başka işlevleri de yerine getirmesi gerekir. Şirketler olsun, devletler olsun, politik ve entelektüel önderlikler olsun, hepsi kendi otorite ve iktidar halelerinin bir parçası olarak (dinamik olsa da) istikrarlı bir im aja değer verirler. Politika günümüzde bütünüyle medyatik hale gelm iştir. A slın d a bu, bireyci bir faniler toplumunun ortak değerler nostaljisini ortaya koymasının gelip geçici, yüzeysel ve yanıl tıcı aracı haline gelir. B u tür kalıcılık ve iktidar imajlarının üretimi ve pazarlaması epeyce in ce lik li olm alıdır çünkü bir yandan imajın sürekliHği ve istikrarı korunurken bir yandan da imajı yaratılan her kimse ya da her neyse onun uyum yeteneği, esnekliği, dinamizmi vurgulanmalıdlr- Üstelik, im aj rekabette yalnızca markanın tanınması yoluyla değil, "saygıdeğerlik”, "kalite", "prestij", "güvenilirlik", "yenilikçilik" gibi de f l e r i n çağrıştırılm ası yoluyla da tümüyle belirleyici hale gelir. İmaj
322
MEKÂN v e Z A M A N D E N E Y İ M İ
yaratma işinde rekabet, firmalararast rekabetin yaşamsal bir boyu(„ . lini alır. Bu alanda başarının yüksek kâr kazandıracağı 0 kadar J l ki imaj yaratma alanına yatırım (doğrudan pazarlama alanına var yapmanın yanı sıra görsel sanatlar alanında, sergilere, televizyon düksiyonlarına, yeni binalara sponsorluk yapma) yeni fabrika ve m^0' nalara yapılan yatırım kadar önem kazanır. İmaj pazaryerinde bir k lik yaratmaya hizmet eder. Bu aynı zamanda işgücü piyasalarmd 'n) geçerlidir. Bir imajın (seçkin markalı giyim eşyaları ya da moda z k gibi gösterge sistemlerinin satın alınması yoluyla) edinilmesi is - piyasalarında kendini sunmanın son derecede önemli bir unsuriı v layısıyla bireysel kimlik, kendini gerçekleştirme ve hayatın anlam nündeki arayışlar için belirleyici bir faktör haline gelir. Bu tür ara ' ^ rın hemeğlenceli hemhüzünlü örnekleri boldur. ^ Kaliforniya'da bir firma görünürde araba telefonlarına ayırded'I meyecek derecede benzeyen ama hiçbir işe yaramayan aletler üretin k te, böyle önemli bir simgeyi elde etmek için yanıp tutuşan bir tonlu kesimine bunları peynir ekmek gibi satmaktadır. International Tribünegazetesine göre, kişisel imaj danışmanları New York'ta büvük işletmeler haline gelmiştir: kent halkından yılda bir milyon insan ima ge Assemblers (İmaj Montajcıları), Image Builders (İmaj Kurucular! Image Crafters (İmaj Zanaatkarlan) ya da Image Creators (İmai Yara tanlar) gibi adlar taşıyan fırmalann kurslarına kaydolmaktadır Bir imai danışmanı şöyle diyor: "Günümüzde insanlar sizin hakkınızda kararla rını saniyenin onda bin kadar kısa bir süre içinde veriyorlar" Bir baş kasının sloganı ise şu: "Başarana kadar aldatın." Sln'fS1'm?elerimn >'anı sıra servet, statü, şöhret, iktidar sini len hI UrjUVa t0[ ,munda her zaman önem taşımıştır, ama muhtememaniKhr s 15,6 dÖnemde bu2 ün olduğu kadar geniş ölçekli olmadrli r/.far,aVa^ sonrası Fordist uzun canlılık döneminde yükselen len b e k le n i l ® *er‘ SenÇligin, kadınların ve işçi sınıfının yükse1ennı, altlayan bir efektiftalebe dönüştürme türünden bir ** 1 '
Kir/ar m
olarakürrn^ Ç* anyordu- ^maj Iann azçok keyfi biçimde birer meta imaj üretin ° anagl^ a birlikte, birikimin hiç olmazsa kısmen salt bale oeiir CM6 pa2ar,amas,na dayab biçimde sürdürülmesi mümkün olursa olsun ezilmiş İ m m f m n ge,iP geçiciliği, kısm en, ne türden türleri, kendileri 10 dl kimliklerini (sokak kültürü, müzik gıyla) ortaya kovma ^ tÜr m° da ve geÇİCİ heves.araC,II1' ticari sömürü kon. mücadelesi ve bu tür yeniliklerin hızla U k° nUSU A lm a sı (1960*11 yılların sonunda Londra'da
Z A M A N - M E K Â N S. KIŞMASI
ve
POS TMODERNİ ZM
323
Sokağı bunun mükemmel bir öncüsü oldu) olarak yorumlanabilir. Bunun sonucu, insanda sanki bir gelip geçici, yaratdmış imjlar dünyasında yaşadığı izleniminin doğmasıd.r. Duyusal aşırı-yüklenmenin Simmel ve Toffler tarafından saptanan psikolojik etkileri bundan dolayı iki katma çıkar. Bu tür imajların üretilmesi ve reprodüksiyonu için kullanılacak malzemeler, eğer zaten mevcut değilse, teknolojik yeniliğin odaklarından biri olmuştur: imajın kopyalanması ne kadar iyiyse, imaj yaratma nın kitle pazarı o kadar büyük olabilecektir. Bu kendi içinde önemli bir konudur; postmodernizmde benzeş in (,simulacrum) rolünün belirtik olarak ele alınmasını gerekli kılar. Benzeş ile kastedilen şudur: kopya lama o kadar mükemmelliğe yakındır ki, orijinal ile kopya arasındaki farkı anlamak hemen hemen imkânsızdır. Modern tekniklerle imajların "benzeşler" olarak üretimi nispeten kolaydır. Kimlik artan ölçüde imaja bağlı olduğu ölçüde, bunun anlamı, bireylerin, şirketlerin, kurumların, politika alanının kimliklerinin seri halinde tekrarlanan biçimde kopya lanmasının gerçek bir olasılık ve bir sorun haline gelmesidir. Hiç kuşku yok ki bunu politika alanında, politik kimliklerin biçimlenmesinde imaj yaratıcılar ve medya gittikçe daha güçlü bir rol üstlendikçe görebiliyo ruz. Ama "benzeş"in artan ölçüde önemli bir rol oynadığı birçok başka elle tutulur alan mevcuttur. Modern inşaat malzemeleriyle kadim bina ların kopyalarını öylesine aslına uygun biçimde taklit etmek mümkür t dür ki, sahicilik ve aslının hangisi olduğu konusunda kuşku doğabili Antika eşyanın ve sanat yapıtlarının imalatı bütünüyle mümkün hak gelir ve böylece sanat yapıtları koleksiyonculuğu alanında yüksek kali teli sahtecilik gerçek bir sorun niteliğini kazanır. Dolayısıyla, sadece geçmişten ya da başka yerlerden imajları televizyon ekranlarına eşza manlı olarak ve eklektik biçimde yığma kapasitesiyle sınırlı değildir yapabileceklerimiz; ayrıca bu imajları, birçok bakımdan orijinallerin den ayırdedilemeyecek olan mimari çevre, olaylar, gösteriler ve benze ri biçimler altında maddi "benzeş"e de dönüştürebiliriz. Taklitlerin ger çek hale geldiği, gerçek olanın ise taklidin niteliklerinden birçoğunu devraldığı bir durumda kültürel biçimlere ne olduğu sorusuna daha son
Carnaby
rageri döneceğiz. , . . Geniş bir anlamda "imaj üretimi sanayii" olarak an^ecegımız sektörde geçerli olan iş organizasyonu ve çalışma koşudan ç özeldir. Ne de olsa bu tür bir sanayi dogrudanüret.cüenn yen.hkçıhk kapasitesine yaslanmak zorundadır. Bu uretıcıerguv zlndan “a yaşarlar; bunu hafifleten, kendi emek süreçler, uzennde en azından
32 4
MEKÂN VE ZA MA N D E N E Y İ M İ
bir ölçüde hâkimiyete sahip olmalar, ve başar,!, olanlar,n ço k y üksek « ir ie r e ödüllendirilmesidir. Kültürel üret,mm buyum es, gerÇekten göz kamaştırıcı olmuştur. Taylor (1987: 77) şu karşılaştırm ayı y apar: New York'ta 1945'te bir avuç galer, vardır, düzeni, sergi açan sanatç,la. rın say,s, yirmiyi geçmez; 19. yüzy.hn ortalarında P an s te ya da çevre sinde iki bin dolayında sanatçı sanatın, ıcra etm ektedir, buna karşıhkı bugün New York bölgesinde profesyonel olarak çalışan 150.000 sanat çı 680 galeride sergi açmakta, bir onyılda 15 m ilyon sanat yapıt, üretmektedîrler (19. yüzyıl sonu Paris'inde bu sayı 200.000 idi). B u da buz dağının yalnızca görünen tepesidir: kültürel üretim aynı zam anda yerel gösteri sanatçılarını, grafik tasarımcılarını, sokakta ve barlarda çalan müzisyenleri, fotoğrafçıları, ayrıca sanat, m üzik, tiyatro vb. eğitimi ve ren yerleşik ve kendini kabul ettirmiş okulları kapsar. A m a Daniel Bell'in (1978:20) "kültürel kitle" olarak adlandırdığı şeyin yanında bü tün bunlar solda sıfırdır. "Kültürel kitle", kültürün üreticilerini değil aktarıcılarını kapsar: yüksek öğretimde, yayıncılık ta, dergilerde, yayın kuruluşlarında, tiyatroda, müzelerde çalışan, ciddi kültürel ürünlerin geniş kamuya ulaşması sürecini işleyen ve etkileyen insanlar. Bu grup kendi başına kültür için bir piyasa oluşturacak, kitap, baskı ve ciddi müzik ürünlerini satın alacak kadar geniştir. Yazar, dergi editörü, film yapımcısı, mü zisyen vb. kimliğiyle, daha geniş kitle kültürü alıcıları için popüler malzemele ri üreten de bu gruptur. Bu sanayiin tamamı imaj üretimi ve pazarlam ası a ra cılığ ıy la devir süresini hızlandırma faaliyetinde uzm anlaşm ıştır. B u sektör, insanların göz açıp kapayana kadar meşhur olup unutuldukları, paranın konuştu ğu ve her şeyi belirlediği, yoğun ve çoğu zam an b irey selle şm iş bir ya ratıcılığın seri halinde tekrarlanan bir kitle kültürünün dev kazanm a ak tığı bir alandır. Modaları ve kısa süreli m eraklan yaratan odur ve bu özelliğiyle modernite deneyiminde baştan beri o kadar büyük önem ta şıyan gelip geçicilik onun aktif olarak ürettiği bir şeyd ir. B ö y le ce , za man ufkunun çöküşü duygusunu üretmenin toplum sal aracı haline ge lir, kendisi de bu duyguyu şehvetle sömürür. Alvin Toffler ın F uture S hock (G e le ce k Ş o k u ) b a şlık lı yapıtı gibi bir çalışmayı bu kadar popüler hale getiren tam da y a za rın geleceğin ar tı ne denli hızla şimdiki zamana iskonto ed ild iğ i kon usundaki öngörühJ saptamasıydı. Bu durum aynı zamanda (örneğin T h o m a s P ynchon ve ons Lessıng'ın yapıtlarında) "bilim kurgu" ile "olağan" konulu edebidönüT !10 akİ aynm ,ann obadan k a lk m a sın ın ve eğlenceye ınema ı e fütüristik evrenleri konu alan sin e m a n ın birbiriyle
Z A M A N - M E K Â N S . K I Ş M A S I VE POSTMODERN. ZM
325
g u S Tşizo fre n ik b o y u tu n u (fe y u S fss™ ^ ü ra im d e müba' de,ede ve tüket,mde devir sürelerinin, sanki gelecek şimdiki z a n T a t konto edilmedikçe bir gelecek yokmuş duygusunu yaratan ta rztThtl l a n m a s ı n a bağlayabiliriz. Benzer biçimde uçarılık ve gelip geçicilik sağlam bir süreklilik duygusunu muhafaza etmeyi güçleştirir ifalo Calvino (1981: 8 ) bunun kendi roman sanatına etkisini şöyle anlatır: günümüzde yazılan uzun romanlar birer çelişkidir: zamanın boyudan param parça olmuştur; ancak her bin kendi seyrini izleyen ve derhal gözden kaybolan zaman parçacıkları içinde yaşayabiliyor ve düşünebiliyoruz. Zamanın süreklili ğini ancak zamanın artık olduğu yerde sayar gibi görünmediği ama henüz ber hava olmuş izlenimini doğurmadığı o zaman diliminin romanlannda yeniden k e ş f e d e b i l i r i z . O zaman dilimi de en fazla yüz yıl sürmüştür.
Abartmaktan hiç korkmayan Baudrillard (1986), Amerika Birleşik Devletleri’ni, açıklayıcı mantığı krize sokacak kadar sürate, devinime, sinema imgelerine, teknolojik çözümlere müptela bir toplum olarak res meder. Ona göre bu toplum "sonucun neden karşısında, anında olup bit menin bir derinlik olarak zaman karşısında, yüzeyin ve arı nesneleşmenin arzunun derinliği karşısında zaferini" temsil eder. Tabii bu ortamdır ki yapıbozumculuğun serpilip gelişmesine olanak tanır. Bu gelip geçici ve parçalanmış dünyanın orta yerinde sağlamlığı ve kalıcılığı olan her hangi bir şey söylemek mümkün değilse, o zaman (dil) oyununa neden katılmamalı? Roman yazmaktan felsefe yapmaya, çalışma deneyimin den bir ev kurmaya kadar her şey, hızlanan devir süresinin ve tarihsel olarak kazanılmış geleneksel değerlerin hızla terk edilmesinin yarattığı meydan okuma ile yüzleşmek zorundadır. Lyotard'ın dediği gibi (bkz. yukarıda s. 134), her şeydeki geçici sözleşmeler, postmodern yaşayış tarzının temel göstergesidir. Ne var ki, böyle durumlarda sık sık görüldüğü gibi, gelip geçicili ğin girdabına dalış, karşıt duygu ve eğilimlerin fışkırmasına yol açmış tır. Her şeyden önce, geleceğin yaratabileceği şoklara karşı korunmak için her türden teknik araç ortaya çıkmaktadır. Firmalar, gelecekte pi yasalarda ortaya çıkabilecek değişikliklerin doğurabileceği işsizliğin maliyetini düşürebilmek için işin bir bölümünü taşerona vermekte ya da esnek işe alma uygulamalarına başvurmaktadırlar TaMdan domuz işkembesine, dövizden kamu borçlarına kadar ge ece (Jujwr 1Vmetlesiarının yanı sıra, her türden geçici ve dalgalı orcunım gcteSin 5.— . nektir. Geleceğin oynaklığına karşı sıg
M E K Â N VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
326
Bunun dışında daha derin anlamlandırma ve yorumlama sorunlar, v^dır Gelip geçicilik ne kadar fazlaysa, bu gelip geç,eliğin içinde ya tan bir tür ezeli ve ebedi hakikat keşfetme ya da,mal etme ihtiyaç, da o kadar büyük olur. Dinin 60'lı yılların sonundan itibaren çok daha güçlü hale °elen canlanması, politikada ise her türden otantiklik ve otorite arayışı (ve buna eşlik eden milliyetçilik, yerelcilik, Nietzsche’vari "ikti dar arzusu"na sahip karizmatik ve "her kalıba girebilir" bireylere hay ranlık) bunun örnekleridir. Aile ya da cemaatler gibi temel kurumlara ilginin artması ya da tarihsel köklerin araştırılması gibi eğilimler hep değişen bir dünyada daha güvenli limanlar ve daha uzun ömürlü değerler arayışının işaretleridir. Örneğin, Rochberg-Halton (1986: 173) Şikago'nun kuzey kesiminde yaşayan insanlar arasından bir örnek grup üzerinde 1977'de yaptığı bir çalışmada evde gerçekten değer verilen nesnelerin, materyalist bir kültürün "insanın sosyo-ekonomik sınıfının, yaşının, cinsiyetinin ve benzeri şeylerin güvenilir göstergeleri" olabile cek "parasal ganimetler" olmayıp, "yakınlarla ve akrabalarla bağları, değer verilen deneyimleri ve faaliyetleri, yaşanmış önemli olayların ve insanların anılarını" cisimleştiren nesneler olduğunu ortaya çıkarır. Fo toğraflar, belirli nesneler (örneğin bir piyano, bir duvar saati, bir iskem le) ya daolaylar (bir plağın çalınması, bir şarkının söylenmesi) derinle mesine bir belleğin odağı ve dolayısıyla tüketimci bir kültür ve moda nın duyusal aşırı-yüklemesinin dışında yer alan bir benlik duygusunun yaratıcısı haline gelir. Ev böylece zaman-mekân sıkışmasının yarattığı tahribata karşı korunmaya yarıyan bir özel müze niteliğini kazanır. Üs telik, tam da postmodernizmin "yazarın ölümü"nü ve gizem karşıtı sa natın yükselişini yüksek sesle ilan ettiği bir dönemde, sanat piyasası sa natçının imzasının tekel gücünün ve sahicilik ve sahtecilik sorunlarının daha fazla bilincine varmaktadır. (Rauschenberg'in yapıtının bizatihi bir reprodüksiyon montaj, olmasına inat.) Philip Johnson'ın A T & T bi nasının pembe graniti kadar sağlam olsa da, postmodern müteahhit bi nalarının borçla finanse edilmesi, hayali sermayeye dayanılarak yapıl mış olması ve mimari bakımdan hiç olmazsa dış yüzünde işlev yerine uydurmaya önem vermesi belki de duruma uygundur. Mekansal düzenlemeler de daha az sarsıcı olmamıştır. 19701i yılle k im - 5 h ' n b f fİ kullanılmaya başlayan uydu iletişim sistemleri, mistir t i r r , Ve zamamm mesafeden bağımsız hale getirşimle şomVı* a' et'5'mc*e- 500 kilometre mesafeden kurulan ileti şimle 5000 kilometre mesafeden kurulan iletişimin maliyeti aynıdır.
Z A M A N - M E K Â N S I K I Ş M A S I VE P O S T M O D E R NİZM
327
Mallann hava yoluyla taşınmasının maliyeti çarpıcı biçimde düşerken konteynerleşme deniz ve kara yoluyla büyük miktarlarda yapılan ta£ macılığın maliyetim düşürmüştür. Bugün Texas Instruments gibi bü yük bir çokuluslu şirketin yeryüzünün elliyi aşkın noktasında yer alan fabrikalarda, fınans, piyasa, girdi maliyetleri, kalite kontrolü, ve emek süreci koşullarına ilişkin kararları eşzamanlı biçimde alarak işini yürüt mesi artık mümkündür (Dicken, 1986: 110-13). Büyük kitlelerin tele vizyona sahip olması, uydu iletişimi ile bir araya geldiğinde, herkesin farklı mekânlardan gelen bir imaj yağmurunu neredeyse anında yaşa masını olanaklı kılarak dünyanın mekanlarını bir televizyon ekranında ki imajlara indirgemektedir. Olimpiyatları, Dünya Kupasını, bir dikta törün düşüşünü, bir politik zirveyi, ölümle sonuçlanan bir trajediyi bü tün dünya izleyebilmekte; kitle turizmi, çarpıcı mekânlarda çekilmiş filmler, dünyanın sunabileceği bir dizi deneyimi birçok insanın benzeş tirilmiş biçimde ya da dolaylı yoldan yaşamasını olanaklı kılmaktadır. Yerlerin ve mekânların imajı, üretilmeye ve gelip geçiciliğe bütün öteki şeyler kadar açık hale gelir. Kısacası, başlangıçtan beri kapitalizmin dinamiğinin tam merke zinde varolmuş olan mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesi süreci nin yeni bir evresine tanık oluyoruz (bkz. Resim 3.2) Marshall McLuhan 1960’lı yılların ortalarında "küresel köy"ün nasıl bir iletişim ger çekliği haline geldiği yolundaki kanısını şöyle anlatıyordu: Üç bin yıl boyunca parça bölük mekanik teknolojilerin kullanımı temelin de dışa doğru patlama yaşadıktan sonra, Batı dünyası içe doğru patlıyor. Meka nik çağlarda vücutlarımızı mekânda yaymıştık. Bugün, elektronik teknolojinin uygulamaya konuluşundan bir yüzyıl sonra, merkezi sinir sistemimizin kendisi ni bütün küreyi kucaklayacak biçimde yaymış, gezegenimiz ölçeğinde mekân ve zamanı ilga etmiş bulunuyoruz.
Son yıllarda birçok yazar bu fikri ele alarak, örneğin Virilio nun Esthetique d e la disparition (Yok Olmanın Estetiği) başlıklı kitabında
yaptığı gibi, toplumsal yaşamın maddileşmiş, elle t u t u l u r boyutları o a rak zaman ve mekânın varsayılan bu ortadan kalkışının kü türe sonuç
s;
m>na gelmez. Bulguların ters yönde bir d^ J larıngdayoğunbu da kapitalizmin tarihinde ilk kez olmuy • nvantailara çok daha la§an rekabet kapitalistleri yerleşmeye bag ı llerjn azaımafaz,a dikkat etmeye itmiştir. Bu ise tam a ™ £ çıkarlarına uy anın kapitalistlere, küçücük mekânsal farklılıkları
mekân
VE ZAMAN D E N E Y İ M
328
. •• • gun biçimde somu
o.irünü kazandırmasından kaynaklanır. Mek^ ^ vb. açısından içerdikleri bakım.n-
Hin„ ^ c S 'l S S i k ç e daha fazla önem kazanır. Mekân üzeriL d haSye. konusunda üstünlük, bu aşamada sınıf mücadelesinde dah da önemli bir silah niteliği kazanır. Bu gelişmelere karşı dire„me eğilimindeki işçi sınıfına karşı, çalışma temposunu hızlandırmanın ve iseücü vasıflarını yeniden tanımlamanın kabul ettirilmesinin araçların dan biri haline gelir. Coğrafi akışkanlık ve ademi merkezileşme, gele neksel olarak kitle üretimi yapan fabrikalarda yoğunlaşmış olan sendi kaların gücüne karşı kullanılır. Sermaye kaçışı, kimi bölgeler sanayisizleşirken kimi bölgelerin sanayileşmesi, sınıf mücadelesinde güç ze mini olagelen geleneksel işçi sınıfı topluluklarının ortadan kalkması, dahaesnek birikim koşullarında mekânsal dönüşümün sürekli temaları haline gelir (Martin ve Rovvthorn, 1986; Bluestone ve Harrison, 1982; Harrison veBluestone, 1988). Mekânsal engeller azaldıkça dünya m ekânlarının neler içerdiğine çok daha duyarlı hale geliriz. Esnek birikimin özelliklerinden biri, bir dizi görünüşte olumsal coğrafi niteliği sömürerek bu nitelikleri kendi bütünsel mantığının içsel unsurları olarak yeniden biçim lendirm esidir. Örneğin, emek üzerindeki denetimin tarzında ve gücünde görülen coğ rafi faklılaşmalar ve işgücünün niceliğinde ve niteliğinde varolan fark lılıklar şirketlerin yerleşme stratejilerinde çok daha büyük bir önem ka zanır. Bazan bir dikili ağacın bile olmadığı yerlerde yeni sınai bölgeler ortaya çıkıverir (çeşitli silikon vadilerinde olduğu gibi); ama daha da sık görülen, yeni bölgelerin daha önce varolan bir işgücü vasfı ve kay nak bileşimi zemininde yükselmesidir. "Üçüncü İtalya" (Em ilia-R omagna bölgesi) kooperatif girişimciliğin, zanaat tipi çalışm anın ve is tihdam yaratma kaygısı içindeki komünist yerel yönetim lerin tuhaf bir bileşimi üzerine yükselir ve giyim sanayii ürünlerini yüksek derecede rekabete dayalı dünya ekonomisine inanılmaz bir başarıyla sokar. Flander, sendikacılığa ve sosyalizme derin bir düşm anlık duyan, dağınık, esnek ve makul düzeyde vasıflı bir işgücü arzı sayesinde dış dünyadan sermaye cezbeder. Los Angeles Güneydoğu A s y a ’nın yüksek başarı ka zanmış patriyarkal çalışma sistemlerini kitlesel göç y o lu yla ithal eder den, apon arın ve TayvanlIların emek üzerindeki ünlü paternalist deım sitemleri Kaliforniya’ya ve Kanada’da South W a le s’e ithal edilun benzeri ^
^ â y e gelişir; bu da, şu ya da bu coğrafi koşu-
duğu izlenim2 6 ^ zamandan da^a büyük önem kazanm ış olg ,Z,en,^1,n, y * * * - Ama ironik biçimde bütün bunlar m ekânsal en-
za
MAn -m
ekân
S1K. ŞMASI
ve p o s t m o d e r n i z m
329
||efin yıkılmış olması dolayısıyla gerçekleşir. =C Fmek üzerinde denetim her durumda merkezi hir a i„ e . K.S«ll.r,„d, coğrafi o « i “ lik 1*1 • ruugı ve suratlı ile Lihtiyacı "dunyakentlen mnfinansveşirketlerdünyas.içindekiroünü merkezleri ha lu n arttırmıştır. u > (■Dünya ■ .kemlen",■telekomünikasyon — » « » j u ı ı merKezıerı, ha\ ı a c t lh lt l l p f i c i m l ı n l ’ c i e t o r » ! ! m t v va aIlimanlan ve sabit iletişim link sistemleri ile donatılmış, geniş bir fin a n s a l, hukuki, ticari ve altyapı hizmetleri ağına sahip merkezlerdir.) n aı Mekânsal engellerin azalışı, artık küresel bir kentsel sistem haline gel miş olan bir bütün içinde hiyerarşinin (kademelenmenin) yeniden dü zenlenmesi ve yeniden vurgulanması sonucunu yaratır. Özel nitelikler ta ş ıy a n yerel maddi kaynakların varlığı, ya da bunların çok küçük fark lad a olsa daha düşük maliyetle elde edilebilmesi, gittikçe daha büyük önem kazanır; değişik yerel piyasalarda zevklerde görülen farklılaşma d a deste üretimi ve esnek tasarım koşulları altında bugün dahakolay sömürülebilir. Girişimcilik kapasitesi, risk sermayesi, bilimsel ve teknik know-how, toplumsal tutumlarda yerel farklılıklar da tablonun birer parçasıdır; yerel nüfuz ve iktidar şebekeleri ve (ulus-devlet politikala r ın d a n farklı olarak) yerel yönetici seçkinlerin birikim stratejileri dees nekbirikim rejiminde işin içine daha derinden dahil olur. Ama bu, çağdaş toplumda mekânsallığın değişen rolünün bir başka boyutunu gündeme getirir. Kapitalistler dünya coğrafyasını oluşturan mekânsal olarak farklılaşmış niteliklere gittikçe daha duyarlı hale geli yorlarsa, bu mekânlara hâkim olan halklar ve iktidarlar için bunları yük sekderecede akışkan olan sermayeye daha cazip hale getirecek biçimde değiştirmek mümkün hale gelir. Örneğin, yerel yönetici seçkinler kendi özgül mekânlarında gelişmeyi cazip hale getirmek amacıyla yerel ola rak özgül emek denetimi, işgücü vasfını arttırma, altyapı sağlama, vergi politikası, devlet düzenlemesi vb. stratejileri izleyebilirler. Böylece, me kânın artan soyutlamalarının orta yerinde mahallin özellikleri daha çok vurgulanır hale gelir. Küçük yerleşmeler, kentler, bölgeler ve ülkeler arasındaki mekânsal rekabette, özel niteliklere sahip mahallerin aktıt olarak üretilmesi önemli bir koz haline gelir. Bu tür mekânlarda koıpo™ist yönetim biçimleri boy atarak, iş hayatına uygun bir ıW‘™nvebaşkatür özel niteliklerin yaratılmasında kendileri Sırl$'n'^ 1 ‘r k e n t ı e r j n bilirler. I. Kıs,nida değindiğimiz bir noktayı (bkz. 16). kem.enn başka kentlere göre kendilerini ayndeden bır imaj ^ jn nayeye hem de "istenen türden insanlar (>’ ^ yaratma yönün. anlara) cazip gelecek bir mahal ve gele
33 0
deki ç
m e
K Â N V E Z AMAN D E N E Y İ M İ
,,, h..ft|amda daha iyi kavrayabiliriz. Mahalleraras, re u|us|araras, mübadelenin artan türdeşliğini
a b a la r ın ıt
""ı a,ha farklılaşmış mekânlar yaratması beklenebilir. Ama bu "kentleri *birikim sistemlerine açtığı ölçüde, Boyer'nin ( i988) "S a n a n " ve "seri halinde" tekdüzelik olarak and,ğ, bir Şeyle so. .. ten tanıdığımız örüntülerden ve kalıplardan bütün kentler iç özdeş bir atmosfer yaratır: New York'ta South Street Seaport, Bos ton'daQuincy Market, Baltimore'da Harbor Place . Bövlece işin merkezindeki paradoksa yaklaşmış oluyoruz: mekân sal engellerin önemi ne kadar azalırsa, sermayenin mekân içinde ma hallin "farklılıklarına duyarlılığı ve mahallerin sermayeye çekici gele cek biçimlerde farklılaşması yönündeki teşvik edici faktörler o kadar artar. Sonuç, sermaye akımlarının yüksek derecede bütünleşmiş olduğu bir küresel mekânın bağrında, parçalanmanın, güvencesizliğin ve gelip geçici eşitsiz gelişmenin yaratılması olmuştur. Kapitalizmin bağrında merkezileşme ve ademi merkezileşme arasında varolmuş olan tarihsel gerilim şimdi başka biçimler altında ortaya çıkmaktadır. Olağanüstü düzeyde ademi merkezileşmiş ve oraya buraya saçılmış bir sınai üretim faaliyeti, sonunda gelişmiş kapitalist dünyanın seri halinde üretilmiş ti caret merkezlerine Benetton ya da Laura Ashley ürünlerini sokar. Açık tır ki, zaman-mekân sıkışmasının yeni evresi, belirli tikel mahallerin ayakta kalması açısından da, aşın-birikim sorununun çözümü açısın dan daolanaklar yarattığı kadar tehlikeler de içermektedir. Sanayisizleşme, yerel işsizliğin yükselmesi, bütçe tasarrufu, yerel varlıkların gözden çıkarılması vb. dolayımıyla değersizleşmenin coğ rafyası ortaya gerçekten acıklı bir görünüm çıkarıyor. Ama aşınbirikim sorununa esnek ve daha akışkan birikim sistemlerine doğru bir atılım yoluyla bir çözüm arayışı çerçevesi içinde bu gelişmenin hiç ol mazsa mantığını anlamak mümkündür. Yine de en üst düzeyde altüst olan ve parçalanan bölgelerin, aynı zamanda uzun dönemde değersiz leşmenin sarsıntılarına en iyi direnme olanağına sahip olacak bölgeler olduğunu düşündürecek önsel nedenler (ve aynı fikri destekleyen bir miktar ampirik malzeme) vardır. Bugün düşük miktarda bir değersiz leşmenin, yarın pozitif büyüme fırsatları açısından sert tahditlerle karşı karşıya olan bir dünyada yerel birimin ayakta kalmak için girişeceği re kabet dolayısıyla büyük ölçekte bir değersizleşmeye başvurmasından daha iyi olduğunu gösteren epeyce veri vardır. Yeniden sanayileşme ve yem en yapılanma, önce sanayisizleşme ve değersizleşme yaşanmaksızm mümkün değildir.
za
M A N - M E K Â N S I KI Ş MAS I VE pOSTMODERNl ZM
331
nün desıegıy^, — — Uu„yd ucaretının aracı haline geldi. ABD Üretim sisteminin mekanı, gerçek bir anlamda, uluslararası değerin °arantörü niteliğini kazanıyordu. Ama görmüş olduğumuz gib^FordistKeynesçi sistemin çöküşünün işaretlerinden biri Bretton Woods anlaş masının, ABD dolarının altına konvertibilitesinin çöküşü ve küresel öl çekli bir dalgalanan kur sistemine geçilmesiydi. Bu çöküş kısmen me kânve zamanın, kapitalist birikimin içinden doğan değişik boyutlanmalarından kaynaklanıyordu. Yükselen borçluluk (özellikle ABD'de) ve artan birikim koşulları altında dünya ekonomisinin yeniden oluşturul muş mekânlarından gelen daha sert rekabet, ABD ekonomisinin dünya parasının garantörü olarak işleme gücünün altının oyulmasında önemli bir rol oynamıştı. Bu gelişmenin sayısız sonucu olmuştur. Değerin şimdi nasıl temsil edilmesi gerektiği, paranın ne biçim alması gerektiği, günümüzde kul lanabileceğimiz çeşitli para biçimlerine atfedilebilecek anlamlar gibi sorunlar, son dönemde üzerinde epeyce düşünülen konular olmuştur. 1973'ten bu yana para, artık değerli madenlerle yadahatta herhangi bir başka elle tutulur metayla biçimsel ya da elle tutulur bir bağı olmaması anlamında "maddesizleşmiştir". (Tabii değerli madenler, öteki biçimle rin yanı sıra, paranın potansiyel biçimlerinden biri olarak rol oynamaya devametmiştir.) Ayrıca para tek başına herhangi bir tikel mekânda yü rütülen bir üretim sürecine de vaslanmamaktadır. Tarihinde ilk kez
332
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
numuna ve gücüne bir ölçüde bağlı olabilir. Birikim in mekân üzerindeki esnekliği hatırlanırsa, bu gücün kendisinin hızla değişen bir büyük lük olduğu ortaya çıkar. Bunun sonucu, değerin belirlenmesinin zemini olan mekânların bizatihi değerin kendisi kadar istikrarsız hale gelmesi dir. Bu sorunu daha da ciddileştiren, spekülatif değişikliklerin gerçek ekonomik gücü de bir kenarda bırakan gelişimidir: tabii bunlar bir süre sonra da ke°ndi öngörülerini doğrulayacak sonuçlara yol açarlar. Finans sisteminin aktif üretimden ve her tür maddi parasal tabandan bağımsız laşması, değeri temsil etmesi gereken temel mekanizmanın güvenilirli ğini tartışmalı hale getirir. Bu güçlükler değerin ölçüsü olan paranın enflasyon yoluyla değersizleşme sürecinde belirgin biçimde ortaya çıkar. Fordist-Keynesçi dö nemin (genellikle %3 dolayında kalan, % 5 sınırını ender olarak aşan) enflasyon oranlarındaki istikrar 1969’dan itibaren ortadan kalkıyor, 1970'li yıllarda bütün ana kapitalist ülkelerde çift haneli oranlara geçi liyordu (bkz. Şekil 2.8). Daha da kötüsü, enflasyon, ülkeler içinde ve arasında son derece istikrarsız bir hal alıyor, bu da belirli miktarda bir paranın gerçek değerinin (satın alma gücünün) yakın gelecekte ne ola cağı konusunda herkesi şaşkın bırakıyordu. Böylece para herhangi bir süre boyunca değer biriktirmenin bir aracı olarak yararsız hale geliyordu. (Parasal faiz oranı eksi enflasyon oranı olarak ölçülen reel faiz oranı 70’li yıllar boyunca birkaç yıl bo yunca negatif oldu; yani tasarrufçular, biriktirmeye çalıştıkları değer den bile oluyorlardı.) Değerin biriktirilmesi için alternatif yollar bul mak gerekiyordu. Bazı varlıkların (koleksiyon konusu nesneler, sanat yapıtları, antika eşya, konut vb.) fiyatındaki hızlı artış böyle başladı. 1973 te bir Degas ya da Van Gogh satın almak, sermaye kazancı bakı mından herhangi bir yatırımın fersah fersah üzerinde kalırdı. Hatta de nilebilir ki, (sanatçının imzasının büyük önem taşıdığı) sanat piyasasın da görülen büyüme ve 1970'ten bu yana kültürel üretimin büyük ölçüde ticarileşmesi, alışılmış para biçimlerinin işlevlerini yerine getiremediği koşullarda değer saklamanın alternatif aracının aranmasıyla yakından ilişkilidir. Hammadde fiyatlarındaki artış ve genel enflasyon her ne kaar 1980 h yıllarda kapitalist ülkelerde bir ölçüde denetim altına alın mışsa a ir sorun olarak hâlâ önemini yitirmemiştir. Enflasyon Meksia, rjantın, Brezilya, İsrail gibi ülkelerde başını alıp gitmiş durumdavüzİpHp ni00?-01 Crf e^ ü ü^ eler'n hepsinde enflasyon oranları yüzde kesi y ü k s e k t i e,işmi§ ü,kelerde de genelleşmiş enflasyon tehlir. Her durumda bu ülkelerde 1980’li yılların başlarında
z a M A N - M E K Â N SIKIŞMASI VE POSTMODERNİZM |lk fiyatlarındaki
333
(konut, sanat yaptılar,, antika eşya vb.) enflasvo
"n4'“
'
dlc' paranın değeri temsil etmenin güvenilir bir aracı olarak çöküşü ee jişmiŞ kapitalizmde bir temsil krizine yol açm,şt,r. Daha önce teşhis etmiş olduğumuz zaman-mekan sıkışması sorunlar, hem bu sorunu güç lendirmiş, hem de ondan yem bir güç kazanmıştır. Dünyanın mekânları arasında döviz kurlarının iniş çıkışının hızı, günümüzde küresel bir menkul kıymetler borsası ve fınans piyasası haline gelmiş olan dünya piyasalarında para sermaye akışının olağanüstü gücü, paranın satın al ma gücünün oynaklığı, sanki postmodemitenin ekonomi politiğinde, toplumsal iktidarın iç içe geçmiş unsurları olarak para, zaman ve mekâ nın son derecede sorunlu kesişme sürecinin bir yüksek noktasını tanım lar. Üstelik bunun nasıl daha genel bir gösterim krizi yaratabileceğini görmek de o kadar zor değildir. Kapitalizmin hareketlerini ölçmek ve olumlamak için her zaman başvurmuş olduğu merkezi değer sistemi maddesizleşmiş ve değişiyor; zaman ufku çöküntü halinde; nedenleri ve sonuçları, anlamlan ya da değerleri değerlendirmek sözkonusu oldu ğunda tam tamına hangi mekân içinde olduğumuzu anlamamız güç. Pompidou Merkezi'nde 1985’te düzenlenen "Maddi Olmayan" konulu sergi (danışmanlarından biri Lyotard'ın ta kendisiydi), belki de daha es nek birikim koşullannda değerin maddi gösterimlerinin çözülüşünün ayna yansımasıydı; aynı zamanda Paul Virilio ile birlikte zaman ve me kânın insan düşüncesi ve eyleminin anlamlı boyutları olmaktan çıktığı nı söylemenin ne anlama geldiği yolundaki kafa karışıklığının da yansı masıydı. Bana kalırsa mekân ve zamanın postmodern durum için önemini değerlendirmenin bundan daha elle tutulur ve maddi yollarını bulmak mümkün. Örneğin, değişen mekân, zaman ve para deneyiminin özgü yorumlama ve temsil etme sistemleri için nasıl bir maddi temel oluştur duğunu ve politikanın estetikleştirilmesini yeniden mümkün hale geti rebilecek bir yolu nasıl açmış olduğunu ele elmak müm 'ün o ma Eğer kültüre, toplumsal değer ve anlamların aktanmım« gibi yerleşen gösterge ve anlamlandırmaların ( un® . kod|arın “nü olarak bakarsak! bu takdirde parave «e^annkdtorelkodlana
He^ l taşıyıcıları olduğunu teslim ederek kültürün gun olmazsa toki karmaşıklıklarının üzerindeki peçeyi açma go . d, blr ilk adım atmış olurnz. Para ve metalar bütünüyle sermayenin
MEKÂN v e Z A M A N DENEYİ Mİ
» . ile ic ice geçtiğine göre, buradan kültürel biçimlerin sermayen, m günlük dolaşım süreciyle sıkı sıkıya bağlı olduğu sonucuna varabilip Dolayısıyla, tahlile para ve meta konusundaki gunluk deneyimle başla mamız »erekir. Özel metaları, hatta bir bütün olarak gösterge sistemle rini sürüden çekip ayırarak "yüksek" kültürün ya da daha önce üzerine bir şeyler söyleme fırsatını bulmuş olduğumuz o uzmanlaşmış "imai yaratmadın temeli haline getirmek mümkün olsa da, doğrudur bu. Mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesi, günlük yeniden üretime giren meta bileşimini köklü biçimde değiştirmiştir. Sayısız yerel yiye cek sistemi küresel metadolaşımıyla bütünleşme yoluyla yeniden orga nize edilmiştir. Örneğin, Fransız peynirleri, ABD’de 1970'te büyük kentlerde birkaç lüks şarküteri dışında bulunamazken, bugün bütün ül kede yaygın olarak satılıyor. Bu örnek fazla seçkinci bulunacak olursa, bira tüketimi örneği, sanayinin yerleşmesine ilişkin geleneksel teoriye göre her zaman yüksek derecede pazar yönelişli olması gereken bir ürünün uluslararasılaşma sürecinin şimdi tamamlanmış olduğunu dü şündürüyor. Baltimor 1970’te temelde (yerel olarak imal edilen) tek bir bira markasının tüketildiği bir kentti. Ama önce Milwaukee ve Denver gibi kentlerden gelen Amerikan biraları, ardından Kanada ve Meksika biraları, nihayet Avrupa, Avustralya, Çin ve Polonya markaları ucuzla dı. Eskiden egzotik olarak görülen yiyecekler sıradanlaşırken, yaygın olarak sevilen, pek de pahalı olmayan özel yerel yiyeceklerin fiyatı (Baltimor örneğinde mavi yengeç ve istiridye), bunlar uzun mesafe ti caret şebekesine katıldıkça fırladı. Raban'ın terimini kullanacak olursak, piyasa her zaman "üslupların pazaryeri" olmuştur, ama örneğin gıda piyasasına bakacak olursak, bu piyasa günümüzde yirmi yıl öncekinden çok farklı bir görünüm sunu yor. Kenya nın yeşil fasulyesi, Kaliforniya’nın kerevizi ve avokadosu, Kuzey Afrika nın patatesi, Kanada'nın elması, Şili'nin üzümü, bütün bunları bir İngiliz süpermarketinde yanyana dizili bulmak mümkündür. Bu çeşitlilik aynı zamanda nispeten yoksul olan kesimlerde bile damak zevkinin çeşitlenmesine yol açar. Farklı mutfak türleri elbette geçmişten ben coğrafi olarak yayılmıştır. Bu hareket genellikle farklı grupla rın goçunu izlemiş, sonra kentsel kültürler içinde ağır ağır yayılmıştır. em goç dalgaları (örneğin VietnamlIlar, Koreliler, Filipinliler, Orta Ipr m ı ü ^ er*nc*en gelenler) eski gruplara (örneğin Japonlar, Çinlib u n S t e n ! |ar^ Vr? adan gÖÇ eden bÜ,Un etnik Sruplar) kat'"n(? yeniden canl-ınd ı ^ mn mutfak mirasının keyif ve kâr amacıyla yemden canland.rılabıleceğini fark etmişler, böylece New York. LM
z a m a n - m e k â n s . k i ş m a s , V E PO STM O D ER N İzm
0 Ar"fy Îç .k a n )
335
San Francisco
faklar göçlerden daha bzh yayıldığı için bu alanda da bir hızlanma ö mUŞtur- Kuruvasamn Amerika'ya baştan aşağ, yay.larak geleneksel ■doughnut' ın hakimiyetine meydan okuması için ABD'ye geniş ölçekli bir Fransız göçünü beklemek gerekmedi; ne de "fast food" hamburger din bütün orta boy Avrupa kentlerine yayılması için çok sayıda Amerikalı'mn Avrupa'ya göçmesi gerekti. Çin leri, İtalyan pizza restoranları (hem de bir Amerikan zincirinin denetiminde), Ortadoğu felafel büfeleri, Japon "sushi bapları": bugün Batı dünyasında bulabileceğiniz mutfak türleri saymakla bitmez. Günümüzde, aynen dünyanın coğrafi karmaşıklığının her gece sta tik bir televizyon ekranında bir dizi imgeye indirgenmesi gibi, bütün dünyanın mutfakları tek bir mahalde toplanmış durumdadır. İşin coğraf yayla ilgili yanı Epcott ya da Disneyland türü eğlence saraylarında da sömürülmektedir: Amerikan televizyon reklamlarının dediği gibi, "Eski Dünya'yı, oraya hiç gitmeden bir gün boyu yaşamak" artık mümkündür. Bunun sonucu şudur: yemek, mutfak alışkanlıkları, müzik, televizyon, eğlence türü şeyler aracılığıyla günümüzde dünya coğrafyasını dolaylı biçimde, bir benzeş olarak yaşamak mümkündür. Günlük hayatta ben zeşlerin iç içe örülmesi (metalardan oluşan) farklı dünyaları aynı mekân ve zamanda bir araya getirir. Ama bu öyle yapılır ki, işin kökenine, bun ları üreten emek süreçlerine, ya da üretilmelerinde geçerli toplumsal ilişkilere dair bütün izler mükemmel biçimde gözden gizlenir. Benzeşlerin kendisi de gerçekliğe dönüşür. Baudrillard (1986) Amerika kitabında, bana kalırsa bir ölçüde abartarak, günümüz Ameri ka gerçeğinin dev bir ekran gibi kurulmuş olduğunu söyleyecek kadar ileri gider: "sinema her yerdedir, en çok kentlerde, ardı arkası kesilme yen ve göz kamaştırıcı bir film ve senaryo." İnsanlara belirli bir biçimde resmedilmiş olan yerler, özellikle turistler için bir cazibe yaratabile ceklerse, kendilerini fantezi imgelerin betimledikleri biçimde "süsle meye" başlarlar. Ortaçağ şatoları ortaçağ yaşamına uygun hafta sonlan sunarlar (yemek, giysiler falan ama tabii ilkel ısıtmı1 y°nleml®r‘ “^ U' lanmaz). Bu dünyalara dolaylı yo'dankat.lma bu kotarzı üzerinde gerçek etkiler yaratır. Jencks (19 •tadaaktif bir katılımcı olmasını önerir.
MEKÂN v e ZA MA N D E N E Y İ M İ
336
T a h ra n d a n
T n k v o 'vy aa ^ herhangi Tokyo
Z A M A N - M E K Â N S . K I Ş M A S . VE POSTMODERNİZM
bir kenlte her sU yaşayan rek|j o la ra k orta sınıf kentlini,, j,„ ,„
miktarda haUaaşırı miktardabir "imge bankası" vardır. Bu insanın hatta ş üretici|erin potpurisini yansıtabilir ama yine dconun
m ik ta r d a
açısından doğal bir şeydir. Üretim ve tüketimin heterojenljğinin totaliter bir b çimde aaaltılmas. olasthğm, dışlarsak, mtmarlarm dıllenn bu kaçıntlnıaz heterojenliğini kullanmayı öğrenmeler, arzu ed,lir bır şey gıb, görünüyor, üste lik bu oldukça keyif verici. Eğer insan başka çağlarda ya da kültürlerde yaşam a o l a n a ğ ı m bulabiliyorsa, neden kendim ş.mdtkı zamanla ve içinde bulunduğu yerle sınırlasın? Eklektizm, seçim hakkı olan bir kültürün doğal evrimidir. hayan
337
Bu tür minyatür kaçış fantezileri etrafımızda (billboard’inrHo v* nda plaR k'llflar,nda’ televizyon ekranlarında) bize k e n d i S ’ ıP ^ Inn böyle, özel hayatın başka bir gerçekliğe eiden anarlar. AnIfontiye uğratıldığı bölünmüş kimlikler olarak yaşamava§mah^nm V^ diy,e g| ayîor, 1978, aktaran McHale, 1987 : 38). mahkumuz (Cohen
u!î f
Bu açıdan bakıldığında sanıyorum McHale'in postmodern edebiyatın bir şeyin taklidi olduğu fikrini kabul etmeliyiz; ben de yukarıda fel sefi ve sosyal düşüncede gelip geçicilik, kolaj, parçalanma, dağılma ko nularına yap ılan vurgunun esnek üretimin koşullarının bir taklidi oldu
Hemen hemen aynı şeyler popüler müzik türleri için de söylenebi lir. Chambers (1987) kolaj ve eklektizmin son dönemdeki hâkimiyetini irdelerken reggae, siyah Amerikan ve Latin Amerika siyahlarının mü ziği türünden muhalefet ve alt-kültür müziklerinin nasıl "sabit sembo lik yapılar müzesinde" yerlerini alarak "önceden görülmüş, önceden gi yilmiş, önceden çalınmış, önceden dinlenmiş" şeylerin esnek bir kolajı nı yarattığını gösterir. Güçlü bir "Öteki" duygusunun yerini zayıf bir "ötekiler" duygusunun aldığını belirtir. Farklı sokak kültürlerinin çağ daş kentin parçalanmış mekânlarında gevşek biçimde bir arada duruyor olması, günlük yaşamda bu "ötekiliğin" olumsal ve raslantısal karakte rinin altını çizer. Aynı tür duyarlılık postmodern edebiyatta da mevcut tur. McHale (1987) bu edebiyatın "ontolojilerle, evrenlerin potansiyel ve gerçek çoğulluyla ilgilendiğini, "çoğul dünyaların eklektik ve anar şik bir peyzajı’nı oluşturduğunu belirtir. Şaşkın ve dalgın karakterler, neredeolduklarını tambilmeksizin bu dünyalarda dolaşırlar ve hep me rak ederler: "Ben hangi dünyadayım ve hangi kişiliğimi kullanıyorum?" McHale egöre, günümüzün postmodern ontolojik peyzajı, "tarihte da ha önce hiç görülmemiştir - hiç olmazsa çoğulculuğunun derecesi açı sından. Çok farklı dünyaların mekânları, neredeyse metaların süper markette bir araya gelişi ve her tür alt-kültürün çağdaş kentte yanyana gelişi gibi birbirinin üzerine yığılır. Aynen ithal edilmiş biraların yerel ıralarla birlikte satıldığı gibi, yerel istihdam olanaklarının yabancı rea etin ağırlığı altında çöktüğü gibi, dünyanın farklı mekânlarının her te evizy°n ekranlarında bir imajlar kolajı olarak bir araya getiril diği gibi, postmodern edebiyatta da yıkıcı mekânsallık perspektifin ve olaylar örgüsünün tutarlılığını yenilgiye uğratır. o j d J I , U\ T farklı olanakhr t ^
üşünce ve yaşam üzerinde iki farklı etkisi ’ J.enc,cs in tavsiyesine benzer biçimde, bütün bu
eğlenceortamları olaraiteni™ em^fönerb: *>CnZe^ kaÇ'5’ “
"
ğunu ileri sürm üştüm . Bütün bunların, 1970'ten bu yana farklı özel ve bölgesel ç ık a r grupları etrafında oluşan parçalanmış bir politikanın or taya ç ık ış ıy la nasıl çakıştığını görmek de bu durumda hiç şaşırtıcı olma malı.
Ama tam da bu noktada karşıt tepkiyle karşılaşıyoruz. Bu ise en iyi biçimde bireysel ya da kolektif kimlik arayışı, değişen bir dünyada gü venli bir liman arayışı olarak özetlenebilir. Üzerimize doğru patlayan bu üstüste yığılmış mekânsal imgeler kolajı içinde, yer-kimliği önemli bir konu haline gelir, çünkü herkes kendini başkalarından ayıran bir mekân işgal eder (bir beden, bir oda, bir ev, insanı biçimlendiren bir topluluk, bir ülke); kendimizi başkalarından nasıl ayırdığımız ise kimli ğimizi belirler. Üstelik, eğer bu değişen kolaj dünyada kimse "yerini bilmiyor" ise, güvenli bir toplumsal düzen nasıl oluşturulabilir, nasıl sürdürülebilir? Bu sorunun içinde yakından incelenmeyi hak eden iki unsur mev cut. B irin c is i, çoğu toplumsal hareketin mekândan çok mahalle hâkim olabilmesi, m ahal ile toplumsal kim lik arasında potansiyel bir baga güçlü bir vurgu yapar. Belediye sosyalizminin savunmacı karakteri, iş çi sınıfı c am ia sı konusundaki ısrar, sermayeye karşı mücadelenin yerel leştirilmesi, genel bir coğrafi eşitsiz gelişme örüntüsü çerçevesinde işçi sınıfı m ü cadelesinin temel özellikleri haline gelir. So sy a list ya da işçi sınıfı hareketlerinin, evrenselleştirici bir kapıta üzm karşısın da bundan dolayı yaşadığı ikilemler, bir mahalde orgutyen meleri nispeten güçlü olan ama mekân üzerinden örgüt enrne eri süz olan başka muhalefet grupları (azınlık ırklar, sömürge a Omlar vb.) tarafm dan paylaş,lir. Ne var ki. çoğu zar»m ı— Oa olsa, b ir m ahalle bağlı bir kimliğe sıkı sıkıya tumn halefe, hareketleri aktşkan bir kapitalizminive,esnek W
’ lukmn
' üzerinde b » £ „y e .
hayat bulabileceği parçalanmış zeminin bı p* Ç örgütlenme, mi d iren işler", yerel özerklik mücadelest, mahalle bağlı .
MEKÂN
ve
ZAMAN D E NE Y İMİ
338
ükemmel tabanlar oluşturabilirler, ama kendi r ' İtikt r r t k r t S e 7 değişimin yükünü omuzlayamazlar. " K ü r e ^ ' raydı Bugün bu sloganı tekrarlamakta yarar var.
Bir mahalle bağlı her kimliğin ilen sürülmesi, bir noktadan sonra «denesin «üçünden kaynaklanan güdülere dayanmak zorundadır. 0y. L e s n e k birikimin değişkenliği ve gelip geçiciliği karşısında bir tarihsel süreklilik duygusunu korumak güçtür. Köklere yönelik arayış en kö tüsünden bir imaj olarak, bir benzeş ya da pastiş olarak üretilme ve pa zarlanma kaderiyle karşı karşıya kalacaktır (folklorik bir geçmişin, kentsel zenginler tarafından yerinden edilmiş geleneksel işçi sınıfı top luluklarının dokusunun imgelerini hatırlatacak biçimde yapılmış taklit mahalleler). Fotoğraf, doküman, manzara ve röprodüksiyon, bütün bun lar tamdaöylesine ezici biçimde bugüne ait oldukları için tarih olurlar. Tabii sorun şudur: bunların hiçbiri bugünün amaçlan uğruna üzerlerin de oynanmaktan ya da sahtecilikten muaf değildir. En iyisinden ise, ta rihsel gelenek bir müze kültürü olarak yeniden düzenlenir; bu, yüksek modernist kültürün bir müzesi olmak zorunda değildir, yerel tarihe, ye rel üretime, nesnelerin bir zamanlar nasıl yapıldığına, satıldığına, tüke tildiğine, çoktan yitirilmiş ve romantikleştirilmiş (içinden baskıya da yalı toplumsal ilişkilerin her izinin kovulmuş olabileceği) bir günlük ha yatla nasıl bütünleştiğine ilişkin olabilir. Kısmen yanılsamaya dayanan bir geçmişin sergilenmesi aracılığıyla yerel kimlik üzerine bir şeyler söylemek vebunu belki de kârlı biçimde yapmak mümkün olabilir. Modernizmin enternasyonalizmine ikinci tepki mahalli ve anlam larını nitel olarak kurma çabasıdır. Mekân üzerinde kapitalist hege monya, mahal estetiğini yeniden ve güçlü biçimde gündeme getirir. Ama daha önce görmüş olduğumuz gibi, bu, akışkanlık olasılığını çok değerli bulan gezginci sermayeye yem olarak kullanılacak bir mekân sal farklılaştırma çabasıyla tam tamına uyum içindedir. Bu mahal, sa dece sermayenin işlemleri için değil; yaşamak için, iyi tüketmek için, değişen bir dünyada güvenli hissetmek için şu mahalden daha iyi değil mi? Bu tür mahallerin inşası, yerelleştirilmiş bir estetik imgenin biçim lendirilmesi, patlamalı mekânsallıklardan oluşan bir kolajın orta yerinde^behrli bir sınırlı ve sınırlayıcı kimlik duygusunu oluşturmaya olanak Bu karşıtlıklarda varolan gerilim yeterince açıktır ama bunların enuzantılarını değerlendirmek güçtür. Örneğin Foucasorunu kendi perspektifinden şöyle ele alır:
Z A M A N - M E K Â N S I K I Ş M A S I VE P OS TMOD ERN İ ZM
339
Mekân her tür komünai hayatta temel bir önemesahiptir; mekân her tür ik tidarın yürütülüşünde temel bir önemesahiptir (...) 1966'da bir grnp mimarTara ,„dan mekan konusunda, o zamanlar "heterotopia 'Iar ad, verdim, baz top
lumsal mekânlarda bulunan ve işlevleri ötekilerden farkl, hattaonlarınkine kar gıt olan o eşi olmayan mekanlar konusunda bir araştırma yapmayadavet edildi ğimi Hatırlıyorum. Mimarlar bu konuda çalıştılar. Araştırmanın sonunda sözü alan biri (Sartre cı bir psikolog), mekânın gerici vekapitalist olduğunu tarih ve oluşan ise devrimci olduğunu söyleyerek beni bombardımana tuttu. Bu absürd söylem o dönemde hiç de olağandışı değildi. Bugün bu tür bir iddia karşısında herkes kahkahadan kırılır, amao zaman işler farklıydı.
Sartre'cı psikoloğun dile getirdiği önerme kaba ve karşıtlıklara da yalı olabilir ama hiç de Foucault'nun iddia ettiği gibi kahkahalarla gülü necek bir şey değildir. Buna karşılık, postmodernist duyarlılık kesinlik le Foucault'nun konumuna eğilimlidir. Modernizm, örneğin, kentin me kânlarına "toplumsal işlevlerin bir yan ürünü” olarak bakarken, postmodernizm "kentsel mekânı işlevlere bağımlılığından ayrıştırarak her hangi basit bir tarihsel determinizmden bağımsız retorik ve sanatsal stratejiler içeren özerk bir biçimsel sistem olarak görmeye eğilimledir (Colquhoun, 1985). İşte tam da bu ayrıştırmadır ki Foucault'ya iktidar konusundaki araştırmalarında mekânsal mecazlar kullanma olanağım verir. Herhangi bir toplumsal belirlenimde yatan köklerinden kurtarıl mış mekânsal imgeler, toplumsal belirlenimin güçlerini betimlemenin aracı haline gelirler. Ne var ki, Foucault'nun mecazlarından, mahalli ve bütün bağlantılı estetik niteliklerle birlikte Varlık'ı toplumsal eylem için uygun bir zemin gibi gören bir politik ideolojinin güçlendirilmesi ne bir adımlık yol kalmıştır. Jeopolitik ve Heidegger'in düştüğü tuzak pek uzakta değildir. Jameson’a(1988: 351) göre, postmodemizmin mekânsal özgüllükleri yeni ve tarihsel olarak özgün bir ikilemin belirtileri ve ifadeleridir. Bu ikilem, çerçeveleri buıjuva özel hayatının hâlâ varlığını sürdüren mekânlarından ta küresel kapitalizmin kendisinin hayal bileedilemeyecek merkezsizleşmesine kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan, çokboyutlu bir dizi kökten süreksiz gerçekliğe kendimizi bireysel birer özne olarak yerleştirişimizi içerir. Einstein'ın relativizmi yadaeski modemistlerin, yaşanan gerçeklikte kendini sözde öznenin ölümü ya da daha belirgin söyleyecek olur sak parçalanmış ve şizofrenik merkezsizleşmesi ve dağılması biçiminde hisset tiren çok sayıda öznel dünyası bile, bu sürecin kendisine herhangi bir yeterli bi çimlendirme veremez. (...) Ve her nekadar siz fark etmemiş olsanız bile, burada pratik politikadan söz ediyorum: sosyalist enternasyonalizmin krizinden ve ye rel, tabandan gelen ya da mahalle düzeyindeki politik eylemleri ulusal ya da uluslararası eylemlerle koordinasyon içine sokmanın muazzamstratejik ve tak tik sorunlarından bu yana, bu tür acil politik ikilemlerin hepsi dolaysız biçimde sözünü ettiğim yeni ve müthiş karmaşık uluslararası mekânın fonksiyonlarıdır.
ÂN VE Z A M A N D E N E Y İM İ
340
m ek â n
imin benzersizliği ve yeniliği konusunu birölçü-
kültürel üretim ekonomi poııugıu
------
b u ljCltıuvıı.1 çemberin ... medyalaşm ış bir *politikanın küresel. .ölçekte UU J ---,---, . . . . üretilmiş ve dolayısıyla kolayca manipüle edilebilir bir estetikleştirilmesine dönü şerek kapanmasını nasıl engelleriz? Bu bizi son yılların zaman-mekân sıkışmasının süratine bağlı güç lü jeopolitik tehlikelere karşı uyanık olma konusunda uyarmalı. Fordizmden esnek üretime geçiş, olduğu kadarıyla, zihinsel haritalarımız da, politik tavırlarımızda, politik kurumlanmızda bir geçişi gerekli kı lar. Ama politik düşünce her zaman böyle kolay dönüşümlerden geç mez; zaten her halükârda, mekânsal bütünleşme ve farklılaşmadan tü reyen çelişik basınçlara tabidir. Zihinsel haritalarımızın yaşanan ger çekliklerle uyuşmaması tehlikesi hep mevcuttur. Örneğin, tekil ulusal devletlerin maliye ve para politikaları üzerindeki hâkimiyetinin ciddi biçimde aşınması karşısında, politikanın uluslararasılaşması yönünde paralel bir değişimyaşanmamıştır. Aslında, yerelcilik ve milliyetçiliğin, tam da esnek birikimin getir diği bütün altüst oluş karşısında mahallin her zaman sağladığı güvenli ği arayışın ürünü olduğu yolunda çok sayıda gösterge mevcuttur. Jeo politiğin ve karizmatik politikanın yükselişi (Thatcher’ın Falkland Sa vaşı, Reagan'ın Grenada işgali), entelektüel ve politik açıdan gelip ge çici imgelerden oluşan muazzam bir altüst oluşla beslenen bir dünyaya mükemmel biçimde uyuyor. Zaman-mekân sıkışması her zaman etrafımızda gelişmekte olan gerçeklikle başa çıkma yetimize zarar verir. Örneğin stres, olaylara doğru tepki vermeyi gittikçe güçleştirir. Yerleşik bir ticari uçuş korido-
v« P0SI„0D, „ tt„
İT»»'*>«■?* .
- *
*
»
»
»kân sıkışması koşullarında gerçekliSin « . ı f zaman5e yaratıldığının tipik bir örneğidir. Kern'iin I. D ü ^ S ^ î ^ k verişi konusunda anlattıklarıyla (bkz. yukarıda ss. 310-31 ) bu paralelliği ogre ıcıdır. Eger usta müzakereciler, verecekleri anhk kl rarlarm, atacakları aceleci adım arın yaratacağı muhtemel felaketleri uzun uzun düşünerek geçirdikler, uykusuz gecelerin ve gerilimli tartış maların basıncı altında çöküyor'' idiyse, o takdirde karar alma süreçleri bugün kimbılır ne kadar güçtür! Şimdi fark artık uzun uzun düşünmeye bile vakit kalmamış olmasıdır. Üstelik sorunlar politik ve askeri karar alma alanlarıyla sınırlı da değildir: çünkü dünyanın fınans piyasaları öylesine büyük bir kaynaşma içindedir ki, buradabir anlık karar, şurada düşünülmeden sarf edilmiş bir söz, başka bir yerde içgüdüsel bir tepki, hayali sermaye oluşumunun ve karşılıklı bağımlılığın bütün yapısının çatırdayarak çökmesine yol açacakdarbeyi oluşturabilir. Postmodern zaman-mekân sıkışmasının koşullan, geçmiştekapita list modernizasyon süreçlerini zaman zaman (burada akla ilk gelenler 1848 ve I. Dünya Savaşı’nı önceleyen evredir) zora sokmuş olan ikilem lerin abartılmasına yol açar. Ortaya çıkan ekonomik, kültürel ve politik tepkiler tümüyle yeni olmasa da, bu tepkilerin oluşturduğu yelpaze da haönce olan bitenden önemli bakımlardan farklıdır. Batı kapitalizmin de 1960'lı yıllardan bu yana yaşanan zaman-mekân sıkışması veonaeş lik eden, politik, toplumsal ve özel alanlarda aşırı gelip geçicilik vepar çalanma, postmodern durumu gerçekten de bir ölçüdeözel kılan bir de neyim bağlamına işaret eder. Ama bu durumu tarihsel bağlamına yer leştirerek, sürekli olarak mekânı zaman aracılığıyla yok etme ve devir süresini kısaltma arayışı içindeki sermaye birikiminin doğurduğu za man-mekân sıkışmasının birbirini izleyen dalgalar halinde ortaya çıkı şının tarihinin bir parçası olarak ele alırsak, hiç olmazsapostmodern du rumu tarihsel maddeci tahlilin ve yorumun konusu olabilecek bir dızı durumdan biri haline getirebiliriz. Bu durumu nasıl yorumlayabileceğimiz ve ne tepki göstermemiz gerektiği sorunları IV. Kısım daele alınacak
18
Postmodern Sinem ada Zaman ve Mekân
Postmodern kültürel nesneler, tasarlanışlarındaki eklektizm ve konula rının anarşisi dolayısıyla, çok büyük çeşitlilik gösterirler. A m a burada üzerinde durulmuş olan zaman-mekân sıkışm ası tem alarının postmo dern yapıtlarda nasıl temsil edildiğini örneklem enin yararlı olacağına inanıyorum. Bu amaçla sinema örneği üzerinde durm ak istiyorum . Bu seçimin nedeni, kısmen sinemanın (fotoğrafla birlikte) kültürel modernizmin ilk büyük atılımı bağlamında ortaya çık m ış bir sanat türü olm a sı; ama aynı zamanda bütün sanat türleri arasında sinem anın zaman ve mekân temalarını iç içe geçmiş biçimde ele alm ak bakım ından belki de en güçlü kapasiteye sahip olması yüzünden bizim için öğretici değer ta şıması. Son tahlilde kapalı bir mekânda ve d e rin liksiz bir ekranda izle nen bir gösteri olsa bile, imgelerin seri halinde ku llan ılm ası ve zaman ve mekân üzerinden ileri geri gitme olanağı sinem ayı norm al tahditle rin çoğundan kurtarır. Ele alacağım iki film B lade R u n n e r (B ıç a k S ır tı) ve H im m e l iib er Berlin (Berlin Ü zerinde G ökyüzü) olacak. R id ley Scott'ın B la d e R u n n er filmi popüler bir bilimkurgudur. B irço k insan film i kendi türünün mükemmel bir örneği olarak nitelemiştir. Film büyük m etropollerdeki sinemaların geceyansı seanslarında hâlâ gösterilm ektedir. B ir pop sa nat örneğidir ama yine de önemli bazı konuları deşer. G iu llia n o Bruno’ya bu filmin postmodern estetiğinin derinlikli tahlili d o la y ısıy la çok şey borçluyum. Wım Wenders'in H im m e l tlrmpnVı
ise bir "sanat si-
^ k irm e n le rd e n çok iyi kabul görm üştür (b ir eleş-
lmı la,l‘-acı bir başeser" olarak anıyordu), am a ilk görüşte fil-
P O S T M O D E R N S İ N E MA D A ZAMAN VE MEKÂN
»
: kav ra m a k güçtür. Anlaşılması ve takdir edilm»c- ■ • ,un düşünülmesi gereken türden filmlerdendir m ‘Çmuzerinde «on L k lı bir perspektiften ve çok farklı bir üsluplaolü'hT c' bU f'lm de' Jaele alınanlara benzer temalar üzerinde durur Her a d fita ? rnizmin özelliklerinin örneklerini sunarlar, h e r î î * »™ ,P0S‘,n^
^nkav^UnlaSt.^lmasmaveanlamla ^ n a W b iS ^ S W,^
Blade ö ermyküsü genetik olarak imal edilmiş küçük bir in n u R sangrubunu ele alır. Kopya" olarak andan bu İnsanlar kendi er ni mai edenlerle karş, karşıya gelirler. Fdm 2019 y,Unda Los AngelesWer konU -blade eDeckard’ın, toplumsal düzen açısından ciddi bü n ru tehlike oluşturdukları için kopyaları ortaya çıkarma ve yok etme ya da (filmin deyimiyle) 'emekliye ayırma" çabası etrafında biçimlenmiştir. Kopyalar özel olarak uzay araştırmalarının uç noktalarında özellikle zorlu çevresel koşullarda yüksek derecede vasıf gerektiren görevlerde çalışmaları hedeflenerek imal edilmişlerdir. Doğal insanın en ileri ör neklerine eşit, hatta daha ileri düzeyde fizik gücü, zekâ ve yeteneklerle donatılmışlardır. Aynı zamanda duygularla da donatılmışlardır: anlaşı lan, görevlerinin güçlüğüne insani gereklerle tutarlı kararlar verebile cek bir tarzda ancak bu sayede uyum gösterebilmektedirler. Ne var ki, imalatçıları, kopyaların bir noktada kurulu düzene tehdit oluşturabile ceği korkusuyla hayat sürelerini dört yılla sınırlamıştır. Eğer bu dört yıl boyunca kontrolden çıkarlarsa "emekliye ayrılmaları" gerekmektedir. Ama üstün donanımları dolayısıyla kopyaları emekliye ayırmak hem tehlikeli, hem de güç bir iştir. Belirtmek gerekir ki, kopyalar basit birer taklit değildir, bütünüyle otantik birer röprodüksiyondur; hemen hemen hiçbir bakımdan insan lardan ayırdedilmeleri mümkün değildir. Bunlara robot yerine "benzeş" demek daha doğru olur. Kısa dönem çalışacak, yüksek vasıflı, esnek iş gücünün en üst biçimi olarak (esnek birikim koşullarına uyum sağla mak açısından bütün gerekli özelliklere sahip işçinin mükemmel örneği olarak) tasarlanmışlardır. Ama kısa bir çalışma yaşamı tehdidiyle karşı karşıya kalan bütün işçiler gibi, kopyalar da dört yıllık yaşam suresi tahdidini hoş karşılamazlar. İmalatçılarına geri dönüşlerinin amacı, kendilerini imal eden üretim mekanizmasının merkezine nüfuz etme imalatçılarını genetik yapılanmalarını yeniden programlamaya ikna ederek ya da zorlayarak yaşamlarını uzatmaktır. Tasarımcı y »d. taş,yan d ev bir ş ir k e t e imparatorluğunun da başmdad.r), so n u c a
Sizli mabedine girmeyi başaran kopyaların on erl t =* sahip oldukyaşamlann.n ktsal.ğ.m fazlas.yla telafi edecek bır avantaja sahtp
mekân
ve
ZA MA N D E N E Y İ M İ
, • nnntıılmamalıdır ki, kopyalar inanılmaz bir yoğunlukta lanm be'ırm. un . r bunun;' der Tyrell, "iki kat daha y0. yaşamaktadır r. ^ kopya|ar, Jameson ^ İ Unfiua. ar ' e ötekilerin postmodern yaşamın merkezinde yer ald,ğlnı l ’a lT,ri zamanın o şizofrenik koşuşması içinde yaşamaktadırlar Avrıcaçok geniş bir mekân üzerinde kendilerine muazzam bir deneyin, S i sağlayan bir akışkanlıkla hareket etmektedirler. Kişilikleri birç o k bakımdan anında aktarılan küresel iletişimin zaman ve mekânına uymaktada, uyuklan „kö|e emeği" koşullarına (kopyaların önderi R0y bu terimi kullanır) isyan eden ve yaşam sürelerini uzatmaya çabalayan dört kopya, savaşarak ve öldürerek Los Angeles’a geri dönmeyi başa rırlar Kaçak kopyaları bulmak ve emekliye ayırmak konusunda uzman olan "blade runner" Deckard’a bu kopyalarla başa çıkma görevi verilir. Emekliye ayrılmış olan Deckard, cinayetlerden ve şiddetten bıkmış ol masına rağmen, otoritelerce zorla aktif göreve döndürülür ve görevi üstlenmek zorunda bırakılır. Aksi takdirde kendi statüsü "küçük kişi" düzeyine düşürülecektir. Dolayısıyla, Deckard ve kopyalar, toplumda ki hâkim sosyal güç karşısında benzer bir konumdadırlar. Bu konum avcı ile av arasında gizli bir sempati ve anlayış bağı yaratır. Film bo yunca Deckard'ın hayatı iki kez bir kopya tarafından kurtarılır; buna karşılık, Deckard da bir beşinci kopyanın, son dönemde daha da ileri özelliklerle imal edilmiş Rachel adlı bir kopyanın hayatını kurtarır ve sonunda ona âşık olur. Kopyaların geri döndükleri Los Angeles’ı bir ütopya olarak düşün mek zordur. Kopyaların uzayda çalışma kapasitelerinde ortaya çıkan esneklik, son zamanlarda iyice alıştığımız gibi, Los Angeles'ta karşılı ğını harap bir sanayisizleşme ve sanayi-sonrası çürüme tablosunda bu lur. Boş antrepolar ve terk edilmiş fabrikalar yağmur suyuyla dolmuş tur. Puslu bir hava, dağ gibi yığılmış çöpler, günümüz Nevv York'unun yollarındaki çukurları ve bakımsız köprülerini gölgede bırakacak bir altyapı çöküntüsü bu tabloyu tamamlar. Punklar ve çöp karıştıran in sanlar çöp dağlan arasında dolaşır, yapabildikleri zaman hırsızlığa baş vururlar. Genetik tasarımcılardan biri olan ve sonunda kopyaların Tyrell e erişmesini sağlayan (kendisi de "hızlandırılmış yıpranmışhk olarak anılan bir erken yaşlanma hastalığından muzdarip olan) J. F. Sebastıan, bu tür bir boş mekânda (aslında Los Angeles'ta 1893’te inşa e ı mış o an Bradbury binasının terk edilmiş bir versiyonudur bu) şahamekanık konuşan oyuncak ve bebeklerden oluşan bir arkadaş çevre-
P O S T M O D E R N SİNEMADA Za m a n
ve
Me k A n
*
. ^ jş yaşamaktadır. Ama sokak düzeyindeki ve iç mekânlardaki s ietl'n ve çürümenin gerisinde bir yüksek teknoloji dünyası yükselin bu k»oS hareket eden ulaşım araçları, reklamlar (puslu ve yağmurlu dolaşan bir reklam "altın ülkede yeniden toprak alma fırsabir g°k e(jer), tekellerin gücünün tanıdık imgeleri (CocaCola, Budtı"ndan şaşırtıcı biçimde hâlâ ayakta olan Pan Am vb.) ve v veiseL oi9'da ■
Tyfel1
ration’ın kentin bir bölümüne bütünüyle hâkim olan Dİra-
•
mühendisliktir. Tyrell şöyle der: "insandan daha insan olan ticaret isi miz işte bu." Ne var ta, bu insanı ezen tekel gücünün karş,s.nda bir baş ka sokak manzarası da vardır: arı kovanı gibi kaynayan bir küçük üre tim tablosu. Kent sokakları her çeşit insanla dolup taşmaktadır1Çinliler ve Asya kökenliler hâkim unsur gibidir; Coca Cola'nın reklamında gü lümseyen bir Japon kadınının yüzü vardır. Japonca, Almanca, İspanyol ca, İngilizce vb.'nin karışımı olan bir "kentçe" dili gelişmiştir. "Üçüncü dünya" Los Angeles'a günümüzden de yoğun biçimde gelmekle kalma mıştır; üçüncü dünyanın çalışma organizasyonu sistemlerinin ve enformel çalışma pratiğinin işaretlerini her yanda görmek mümkündür. Ge netik olarak imal edilen bir yılanın derisi minik bir atölyede imal edilir, insan gözleri de bir başkasında (her iki atölye de Asyalılara aittir). Bu, büyük ölçüde ademi merkezileşmiş firmalar ağı içinde ve Tyrell Corporation'la kurulan bağlarda, karmaşık taşeron ilişkilerine işaret eder. Kentin sokak düzeyinde insana verdiği duygu her bakımdan kaotiktir. Mimari tasarımlar postmodern bir kargaşa sergiler: Tyrell Corporation bir Mısır piramidinin taklidi gibi duran bir binadadır, sokaklarda eski Yunan ve Roma sütunları birbirine karışır, alışveriş merkezlerinin mi marisinde Maya, Çin, Doğu, Victoria dönemi İngiltere ve çağdaş mi mariden esintiler vardır. Her yer "benzeşler" ile doludur. 1920 li yılların mükemmel bir taklidine benzeyen bir kabarede genetik olarak imal edilmiş baykuşlar uçar, genetik olarak imal edilmiş bir kopya olan Zhora dans ederken omuzlarında genetik olarak üretilmiş yılanlar kıvranır. Göstergelerin, birbiriyle yarışan anlam ve mesajların kaosu sokak duzeyinde, bir parçalanma ve belirsizlik durumunu ima ederek postmodern estetiğin I. Kısım'da anlatılan birçok veçhesini vurgutomş , ■ » } . gftre. M * « » M » e,te,i|i -yenide. te y n a ştır ılm a sın ın . süreksizlik ns'y>n olmasının, erozyonun" bir sonucudur. N
.
örgiitleyici
aksız,n veren otoriteler,
g ü c ü n ağır varlığını Ws^ ® b^ hon, Deckard'a görevini hiçbir açık p
nl
sizli bir ^ Corpora.
mekân
ve
ZAMAN D ENE Y İ Mİ
346
g^
wötnHe soka*, denetim altına almak için hızla bastıran güven,ik K a o s a Se rile n hoşgörü ise, tam da bütünsel kontrol aç,sın.
r i
da" Fim''varancıyıkn^iSeRriyle doludur. Tabii en başta kopyaıarın kendilerinde bunL muhteşem yeteneklerle donatılmalardır ama erS n imha edilecekler ya da kend, duyguların, harekete geç.rir, ke„. di kapasitelerini kendi tarzlarmda geliştirmeye girişirlerse hiç sekmeden emekliye ayrılacaklardır". Her yan. saran çurume imgeleri de aym haleti ruhivevi içlendirir. Toplumsal hayattaki kırılma ve parçalanma duvousu Deckard'ın kadın kopyalardan birini, Zhora'yı, kentin kalaba|,k abuk sabuk, dehliz benzeri sokaklarında kovaladığı inanılmaz bir sahnede vurgulanır. Nihayet mallarını sergileyen dükkanlarla dolu bir kemer altında Deckard Zhora'ya yetişir ve kadın kat kat cam kapıdan ve pencereden gürültülerle geçerken sırtından vurur; son bir sıçramayla yardığı dev bir pencerenin tuzla buz olmuş parçacıkları her yöne dağılirken, Zhora ölür. Kopyaların aranması belirli bir soruşturma tekniğine dayanır. İşin özü kopyaların gerçek tarihi olmamasıdır: unutulmamalıdır ki, bunlar genetik olarak yetişmiş erişkinler olarak yaratılmışlar, insanların top lumsallaşma deneyiminden hiç geçmemişlerdir. (Kontrolden çıktıkları takdirde potansiyel olarak tehlikeli olarak görülmelerine yol açan da bu olgudur.) Leon isminde bir kopyayı ele veren kilit soru şu olur: "Bana annene ilişkin duygularını anlat." Leon'un buna cevabı, "Dur sana an nemi anlatayım," demek ve silahını çekerek sorgucusunu öldürmek olur. Kopyaların en zekisi olan Rachel (yaptığı öteki numaraların keş fedildiğinden kuşkulandığında) Deckard'ı kendisinin bir insan olarak sahiciliğine inandırmak amacıyla, ortaya bir kadınla kızının resmini çı karır ve kızın kendisi olduğunu ileri sürer. Bruno'nun gayet iyi gözledi ği gibi, burada söylenmek istenen fotoğrafların artık bir gerçek tarihin kanıtları olarak yorumlandığıdır - o tarihin hakikati ne olursa olsun. Kısacası, imge gerçekliğin kanıtıdır; imgeler ise imal edilebilir, manipüle edilebilir. Deckard, Leon'un sahip olduğu bir sürü fotoğraf keşfe der; bunlar da anlaşılan Leon'un bir tarihi olduğunu belgelemek için kullanılacaktır. Rachel, Deckard'ın ailesinin fotoğraflarını gördükten sonra (Deckard ın kendisine ilişkin olarak tek tarih duygumuzun bu fo toğraflardan kaynaklanması da ilginçtir), bunlarla bütünleşmeye çalı şır. Saçını fotoğraflardaki gibi yapar, piyanoyu sanki bir resimdeymiş R 'h* °^manın ne demek olduğunu bilirmiş gibi davranır. İşte ac e ın kim lik, ev ve tarih edinme konusundaki bu istekliliğidir ki
P O S T M O D E R N SİNEMADA
Zam* zam an ve m ekân
M7
uachelard’ın mekânın şiiri konusundaki fikirleriyle uyuşma (bUfa<^a ^ülcemmeldir) sonunda "emekliye ayrılmaktan" secici olanei —““jrvi •ayrılmaktan’ seçici olarak tutulmasını sağlar. Deri™**-. İ lk tutulmasın, sağlar. Deckard'ın kendisi bandan çok duygulamr
S a ^achel gerÇekt^n. mSam blr t0P'«mvn sembolik alan,na ancak rtdipal f' 8 ürün' yam £Z,C1 8“cünü kabullenerek girebilecektir. -Bana annenden soz et sorusuna cevap verebilmek için tutabileceği k yol budur. Deckard a teslim olmakla (ona güvenmekle, boyun eğgkle, hatta sonunda fiziksel olarak teslim olmakla) insani aşkın anla11 nio la & a n sosyalliğin özünü öğrenmiş olur. Leon'u tamoDeckard'ı dürmek üzereyken öldürmekle Deckard ın kadını olarakdavranmaka° sitesinin nihai kanıtını sunar. Kopya zamanının ve yoğunluğunun şipaSddünyasından kaçarak Freud'un sembolik dünyasınakatılır. ZQ1 Ne var ki, Bruno'nun Rachel ile Roy'un kaderlerini karşılaştırırken daki farkın Rachel'ın sembolik düzene teslim olmayı kabullenmeir len Roy'un ise reddetmesinden kaynaklandığı yolundaki görüşüne Sm Imıyorum. Roy'un kısa süre sonra ölmesi programlanmıştır, hiçbir ktirme ya da kurtuluş mümkün değildir. Kendi durumunun harcangeC1 nın önüne geçilmesi yolundaki talebi hiçbir biçimde karşılanamaz, rifk i kopyalar gibi o da bu durum karşısında büyük bir öfkeye kapılır. T 6 ell'a erişince Roy kendisini imal eden adamı önce öper, sonra gözle- ovar ve öldürür. Bruno oldukça makul biçimde bunu Ödipal mitin m [Xedilmesi ve kopyaların Freudcu sembolik düzenin içinde yaşaL o r olduğunun açık bir işareti olarak yorumlar. Ama bu kopyaların hic insani duygusu olmadığı anlamına gelmez. Roy un duygu kapasite-
gibi bir sokağa düşmekten kurtarmasıyla sonuçlanır. o anda Roy programlanmış sonuna ulaşır- ^ Qİaylar, gördüğü Ama ölmeden once. Roy ya^
L
dl5,
k ö le lik
durumuna ve
manzaralar hakkında bir şeyler an c > î,xrnurda kaybolan gözyaşlar inanılmaz yoğunluktaki deneyiminin ^ 5 öfkeyi dile getirir. Deckard gibi zaman içinde akıp gitmesine tıy = lann tıpkı biz insanlara bu beklentilerin anlamını teslim e e . benzediğini düşünür. Onlar da nereye gitmekte olduklarını,ne a sektedirler. Öteki dört kopya oldu
„nereden gelmiş olduk arım,
zamanlan kaldığını sonraDeckard, dört yı
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ 348
rnış olan R achel'la L os A n g e le s ’ta h iç g ö rü lm e y e n »n
-1—i 1 „
blacie KUnnet, w » ----------------------------
J ."5U-
-.o —
Yerleştirilmiş postmodernist temaların sinemanın elindeki bütün haya li olanaklar kullanılarak ele alındığı bir bilimkurgu meselidir. Çat,§ma farklı zaman ölçeklerinde yaşayan ve bunun sonucu olarak dünyayı çok farklı biçimde gören ve yaşayan insanlar arasındadır. Kopyalar, olma yan gerçek tarihlerini belki de imal edebilirler; tarih herkes için bir fo toğrafın oluşturduğu kanıta indirgenmiştir. Toplumsallaşma hâlâ kişiseî tarih açısından önemli olsa da Rachel’ın durumu bunun da kopya edilebileceğini gösterir. Filmin insana hüzün veren yanı, tam da sonun da kopya ile insanın, aralarındaki fark o kadar tanınamaz hale geldiği için (bir kez aynı zaman ölçeğine ulaştıklarında) birbirlerine âşık ola bilmeleridir. "Benzeş"in gücü çarpıcıdır. Deckard ile isyan halindeki kopyalar arasındaki en güçlü toplumsal bağ (yani ikisinin de hâkim bir tekelci güç tarafından kontrol edilmesi ve köleleştirilmesi) hiçbir za man aralarında ezilenlerin bir koalisyonunun kurulabileceğinin ip ucu nu yaratmaz. Tyrell’ın gözleri öldürülmesi sırasında gerçekten oyul makla birlikte, bu sınıf öfkesinden doğan bir eylem olmaktan çok bi reysel bir edimdir. Filmin final sahnesi açıkça (otoritelerce hoşgörüldüğüne dikkat çekeceğimiz) bir kaçış edimidir. Kopyaların yaşadığı kor kunç kaderi de, harap, sanayisizleşmiş, çürüyen bir postmodern dünya nın dökülen sokaklarında karıncalar gibi yaşayan insan kitlesinin boğu cu koşullarını da aynı bırakır. Benzer biçimde Himmelüber Berlin'de de farklı zaman ölçeklerin de yaşayan iki grup aktör ile karşılaşıyoruz. Melekler kalıcı ve sonsuz zaman içinde yaşarken insanlar kendi toplumsal zamanlarında yaşarlar ve tabii ki iki taraf dünyayı çok farklı biçimlerde görür. Film, Blade Runnerı baştan aşağı kavrayan o aynı parçalanmışlık duygusunu dile getirir, ama zaman, mekân, tarih, mahal arasındaki ilişkiler sorunu, doaylı olmaktan ziyade dolaysız biçimde ortaya konulur. Özellikle bir fo toğrafta ortaya çıkan imge ile bir hikâyenin gerçek zaman içinde anlatıl-
po stm o d er n
S İN E M A D A
zam an
vp k VE m ek â n
k°ndadadfikirle ri yoktu, bu da Rorty
M
349
g i K L m ^ n i s î ? r ! makonu‘
de sen değilim?" "Ben neden buradayun da orada d e S - y
"
" „ ne zaman başladı, uzay nerede biter?" Bu sorular fi ln’ahtar noktasında tekrarlanır ve tematik malzemeyi çerçeveTer F İ Ç jeğişik noktalarında çocuklar gözlerini yukarıya yadaç e v re le rin d i" der: sanki, işlerine dalmış ve kendileriyle meşgul yetişkinlerin £ gediği bir biçimde meleklerin kısmen farkındadırlar. Çocukların sor duğu sorular tabu kı kimliğe ılışkm temel sorulardır. Film cevapları bulmak için iki paralel yoldan ilerler.
Berlin'dir. B ir bakıma filmin İngilizce başlığından (Wings of [Arzunun Kanatları]) Berlin kelimesinin çıkmış olması talihsiz liktir, çünkü film bu mahallin yarattığı duygunun harikulade ve duyarlı bir sergilenişidir. Ne var ki, kısa bir süre sonra Berlin'in küresel bir enteraktif mekân içinde yer alan başka bir sürü kentten biri olduğunu an larız. Herkesin anında tanıyabileceği bir uluslararası medyayıldızı olan Peter Faik, (bir sürü insan Falk'u aynı ismi taşıyan televizyon dizisinin komiser Columbo'su olarak hatırlar, filmde de bu role birkaç kez doğru dan gönderme yapılır) Berlin’e uçakla gelir. Gideceği yeri kafasında evirir çevirirken düşüncesi şöyle akar: "Tokyo, Kyoto, Paris, Londra, Trieste... Berlin!" Filmin değişik kilit anlarında inen ve kalkan uçaklar ekrana gelir. İnsanlar düşüncelerini Almanca, Fransızca, İngilizce dü şünürler, bazı başka diller de yer yer kullanılır (dil henüz Blade Runner'ın "kentçe"sinde olduğu kadar soysuzlaşmamıştır). Medyanın ulus lararası mekânına bol bol gönderme yapılır. Berlin açıkça birçok ma halden biridir ve kozmopolit bir enternasyonalizm dünyasının parçası olarak varolur. Yine de Berlin hâlâ keşfedilmesi gereken farklı bır mahaldir. Falk'un düşüncelerini dinlemeden bir an önce, bir genç zın evin mekânını nasıl çizmek gerektiğine ilişkin düşüncelerine u a mı safiri oluruz. Mekân ile mahal arasındaki ilişki erken bir aşama Y er
Desire
gözlerinden inceler. Melekler, insanın oluşa aya ‘ m zaman. * ı ruh dünyasında, ezeli ve ebedi zaman için e v dahareıcetedeJamekân içinde en ufak bir çaba göstermeksızı dünyayl tek ilmektedirler. Onlar için zaman ve mekan sao ki anre"Wi bir duruma indirgeyen sonsuz bir mekanda sonsu
350
MEKÂN
ve z a m a n
D ENEYİ Mİ
, cgnifi her sev aynen çağdaş toplumsal hayatın hiç farkhlaşmayan dır. Sanki her şey ' aakıml ıçınde yuzdugu gibi, aynı fark v e t ü r d e ş l e ş n n a u l u s l a r a r a s ^ N e var ki , m e le k ,er
h'aşmamış 51 ,erine nüfuz edemezler. "Burada" ve "şimdi" i)e t o t i S m sağlayamazlar çünkü tam tamma bir "daima" ve "ebediyen'. ^“"^rîinân^nlann'bakış1^açısından ortaya çıkan resmi, parçalanm.ş mekânlardan ve gelip geçici olaylardan oluşan, hıçbır bağlayıcı manı,oı olmayan olağanüstü bir peyzajdır. Açılış sahnelen bızı yukarıdan aşağıya doğru, 19. yüzyıl işçi konutlannın ıç avlularına ve bölünmüş mekânlarına taşır. Buradan, bir yandan meleklerle birlikte insanların içlerinden geçirdikleri düşünceleri dinlerken, dehliz benzeri iç mekân lara °irerizCGörebildiğimiz sadece yalıtılmış mekânlar, yalıtılmış dü şünceler, yalıtılmış bireylerdir. Bir odada bir genç yitirmiş olduğu sevoilisi yüzünden intiharı düşünürken, annesi ve babası da kafalarından onun hakkında bütünüyle farklı şeyler geçirirler. Metroda, otobüste, otomobillerde, hamile bir kadını hastaneye yetiştirmeye çalışan bir ambülansta, sokakta, bisiklet üstünde, her şey parçalanmış ve gelip geçici görünür, her olay bir ötekiyle aynı tekdüzelik ve tek renkliliği taşır. İn san zaman ve mekânının dışında oldukları için meleklerin bütün yapa bileceği ruhsal teselli sunmak, düşüncelerini izledikleri bireylerin par çalanmış ve çoğu zaman kırık dökük duygularını avutmaktır. Bunda bazan başarılı olurlar ama aynı sıklıkta başarısızlığa da uğrarlar: genç intihar eder, fahişeliğe soyunan lise öğrencisi ise sevgilisinin ölümü dolayısıyla teselli edilmesi mümkün olmayan bir ruh durumuna girer. Meleklerden biri şöyle şikâyet eder: biz melekler hiçbir zaman gerçek anlamda katılamayız, sadece katılır gibi yaparız. Kentsel bir peyzajın, hiçbir kalıba uymayan olayların gelip geçici liği içine kıstırılmış, parçalanmış mekânları yaşayan yabancılaşmış bi reylerin bu olağanüstü tablosu estetik bakımdan son derece etkileyici dir. İmgeler çıplak ve soğuktur, ama, kameranın merceğinden harekete geçmiş olsalar da, eski tarz hareketsiz fotoğrafların bütün güzelliğini taşırlar. Üretime ilişkin olgular ve bu olgularda zorunlu olarak varolan sınıf ilişkileri yokluklarıyla dikkati çekerler. Bize burada kentsel haya tın, postmodern sosyolojinin yapacağı gibi bütünüyle d ecla sse (sınıfsızlaştınlmış) bir resmi sunulur. Bu resim Marx'tansa ("Metropol ve Zihinsel Hayat" denemesiyle) Simmel’e yakındır. Ölüm, doğum, huzursuzıuk, haz, yalnızlık, bütün bunlar, sınıf mücadelesi duygusundan va da ahlakı ve etik yorumdan tümüyle boşaltılmış bir tek düzlemde es-
P O S T M O D ER N S İN E M A D A ,. Z AMAN Vp U n ,* 1 ^ 1 " -
-
M EKan
35,
te Berün denen bu mahallin kimliği bu * k aradığıyla kurulur. Üstelik, zaman ve ama «ok güzel imgeizasyonn, bireysel kimliklerin içinde ö r ü l S ? " * * bİÇİmde «*»Bölünmüş mekanlar rmgesr özellikle güçlüdUu 8rU£ * « -ota* görülür, .arzında b.rb.nn.n uzenne yerleştirilir. Ber n " " ' ? ' 1! montaj dir ve her şeyi kapsayan bir bölünmenin SL „ ',bu tür bir bölün" .ırlat.hr. Mekânın bittiği yer şimdi bu mut S ? ? °'arak ,ekrar tekrar „aks.z,” der biri, "çünkü duvar, her zaman bulab İülekaybolmak<°1>jnee bölünmeler de vardır. Bir araban,n sürücüsü av^n" daba sının imgelerim çağrıştıran sokak manzaraları ara^nH ,0r^em, ^anyamınherbireyin bitmüni dev, larınm çevresinde, ancak doğru parolayı b i U y o r s J z « S ^ bir sahipsiz arazi parçasıyla kuşatılacak kadar parçalanma l ' 6-1 düşünür. B ir birey, bir diğerine ulaşmak istiyorsa geçisTc e t d v zorundadır. Bu aşır, yabancılaşmış ve yalıtılmış bireyciUk tam u (Simmelin betımledtgı durum) iyi bir şey olarak görülmekle kînaya bilir (ne de olsa daha once yaşanan Nazizmin kolektif hayatıyla karsı laştırılabilir bu durum), baz, insanlar bu duruma ulaşmak için çababile gösterebilirler. ’ Kendine ıyı bır takım elbise edin, savaşın yarısını ka z a n d ın demektir," diye düşünür Faik oynayacağı rolü düşünürken. Ve harikulade komik bir sahnede şapka ardına şapka dener; söylediğine göre amacı kalabalıkta tanınmadan dolaşabilmek ve arzuladığı anonimliğe kavuşabilmektir. Giydiği şapkalar, Cindy Sherman’ın fotoğrafları nın insanı maskelemesine çok benzer biçimde, neredeyse karakter masklarına dönüşür. B ir şapka onu Humphrey Bogart'a benzetir, bir başkası at yarışlarına uygundur, bir üçüncüsü operaya, bir başkası ise nikâha. Maskeleme ve gizleme edimi mekânsal parçalanma veyabancı laşmış bireyciliğe bağlanır. Bu peyzaj yüksek postmodemist sanatın, örneğin Pfeil (1988:384) tarafından tanımlanan bütün özellikleri taşır. "Bütünlüğü olan bir me tinle değil, belirgin bir kişilik ve duyarlılığın varlığıyla hiç değil, kim olduğunu bilmediğiniz, yerleştiremeyeceğiniz dillerden dökülen heterojen söylemlerin kesikli alanıyla karşı karşıyasınızdır. Bu kaos, tamda her şeyi çatısı altına alan mitik bir çerçeve içinde kapsanma ıgı ya a Mümsenmediği ölçüde yüksek modernizmin klasik metinlisinden ay Dile getirilen J * *■ » » 5'sel değildir, arka planda kalmayı yeğler, vf)neiiktir. Yalnızca geleneksel katılımının olanaklarım" kaldırmaya y
MEKÂN ve ZAMAN DENEYİMİ
352
,
ı hir bakış açısı vardır, ama onlar da yukarılarda bir
&
bir renge bürünmüş bir dünyadan başka bir şey gö.
meleklerin butunsd
S S S 5
kes£n ses,erden ve flslltllard an Q|
remeRt l e bir dünyada bir tür kimlik duygusu nasıl oluşturulabilir, na. , BT ni,ebi|ir‘>Bu bakımdan iki mekan özel bir önem üstlenir. TaS, İ , n ve kolektif belleğin taşıyıcısı olan kütüphane, belli ki birçokunsam cezbeden bir mekândır. (Melekler bile dinlenmek istedik. E d e oraya giderler.) Yaşlı bir adam kütüphaneye g.rer. Son derece önemli ama ikircikli bir rol oynayacaktır. Kendisin, masal anlatıcı, ilE nerisi kolektif belleğin ve tarihin potansiyel muhafızı, "sokaktaki adam ın temsilcisi olarak görmektedir. Ama eskiden çevresinde bir daire halinde kenetlenen dinleyicilerinin şimdi birbirinden ayrılması, birbirleriyle iletişime girmeyen okuyucular olarak neresi olduğunu bilmedjoj yerlere dağılması fikri onu rahatsız eder. Dilin, kelimelerin ve cümlelerin anlamının bile kayıp gittiğinden, tutarsız parçalara ayrıştı ğından yakınır. Artık "günden güne" yaşamak zorundadır: kütüphaneyi bu Berlin denen bambaşka yerin tarihinin gerçek bir duygusunu yeni den kazanmaya çaba göstermek amacıyla kullanır. Bunu liderlerin ve kralların bakış açısından değil, bir barış ilahisi biçiminde yapmak ister. Ne var ki, kitaplar ve fotoğraflar II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ölüm ve tahribatın imgelerini geri getirir. Film, sanki savaş bu zamanın baş ladığı ve kentin mekânlarının paramparça olduğu anmışçasına, bu trav maya yeniden ve yeniden gönderiler yapar. Yaşlı adam, kütüphanede etrafım saran dünya küreleri arasında, bütün dünyanın alacakaranlıkta gözden kaybolmakta olduğu sanısıyla bir tekerleği çevirir. Kütüphane den ayrılır ve eski Berlin’in kalbinde, eskiden oturup kahve ve puro içe rek kalabalığı seyrettiği Cafe Josti'nin de olduğu Potsdamerplatz'ı (Sit te'nin mutlaka bayılacağı o kentsel mekânlardan biri) aramak üzere yü rümeye başlar. Berlin Duvarı'nın kenarında yürürken tek bulabildiği şey, üzerinde otların büyüdüğü boş bir arsa olur. Şaşkın bir halde terk edilmiş bir koltuğa çöker. Çabasının umutsuz ya da önemsiz olmadığı konusunda ısrarlıdır. Kendini kimsesiz toprakların eşiğinde görmezlik ten gelinen ve alay edilen bir şair gibi hissetse de, pes edemeyeceğini söyler, çünkü insanlık masal anlatıcısını yitirirse çocukluğunu da yitir miş demektir. Bazı bölümleri çirkin olsa da (Potsdamerplatz'da bayrak lar belirdiğinde kalabalığın nasıl düşmanlaştığını, polisin nasıl gaddaraştıgmı hatırlar o anda) masal yine de anlatılmalıdır. Ayrıca, "şimdiki zamanın ve geleceğin dertlerinden masal tarafından" korunduğunu,
P O S T M O D E R N S İN E M A D A 7 a M
ZAM AN v E M EKÂN
353
kurtarıldığını hissettiğini söyler. Yaşl, adamı„ , , masalmı yemden kurma ve anlatma çabası n l İU§ ve koru“ a .alıklı bir alt temadır. Önemini ancak filmin yUnCa sUre8 >
354
MEKÂN VE Z A M A N D E N E Y İ M İ
der: sanki, der, bedenimin içinde bir el yumuşakça geni,yor. Kata|j rolü gören ikinci sahne Peter Faik ladır. Faik un bir sure önce artık dün yaya inen eski bir melek olduğu sonradan anlaşılır. Faik bir sokak büfe sinde kahve içerken, göze görünmez olan Damıel'ın varlığını hisseder Kendisini şaşkın dinleyen Damiel’e "sem göremiyorum, ama orada o! duğunu biliyorum," der. Sonra sıcak ve mizah dolu bir üslupla insani zamanın akışı içinde yaşamanın, maddi olayları hissetmenin, bütün in sani duyuları elle tutulur biçimde keşfetmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatır. Damiel içeri girme kararını, Berlin Duvan’nın iki hattı arasında ka lan, askerlerin nöbet tuttukları, kimseye ait olmayan bir alanda verir. Allahtan melek arkadaşı Damiel'i Batı tarafına indirme kapasitesine sa hiptir. Orada Damiel göz alıcı ve gösterişli renklerle parıldayan bir dünyada uyanır. Kenti gerçek fiziksel yollarla keşfetmek zorundadır. Bu işi yaparken, yalnızca kenti dolaşmakla (de Certeau tarzında) me kânsal bir öykü yaratmaktan gelen coşkuyu hisseder. Kent artık eskisi kadar parçalanmış gelmez ona; daha tutarlı bir yapıya bürünür. Mekân ve devinim konusundaki bu insani duygu, meleklerin, daha önce hızlı parıltılardan oluşan, her imgesi kübist bir resme benzeyen, bir hipermekân olarak betimlenmiş olan bütünüyle farklı mekânsal deneyim tar zından bambaşkadır. Damiel zamanın akışına katılırken bir tarzdan öte kine geçer. Ama şimdi yaşamak için paraya ihtiyacı vardır. Yoldan ge çen birinden ödünç aldığı parayla bir kahve içer. Sonra bir antikacıya (daha sonra, dünyaya inen bütün meleklerin başlangıçta ellerinde oldu ğunu öğrendiğimiz) eski bir zırhı satarak dükkândan parlak renkli giy silerle ve kolunda büyük bir ilgiyle incelediği bir saatle çıkar. Peter Falk'un film çevirmekte olduğu sete gelir ama kapıdaki muhafız onu içeriye bırakmak istemez. Muhafıza küfrederek bir tel çitin ardından Falk'a seslenir. Onun kim olduğunu derhal tahmin eden Faik sorar: "Ne kadar zaman için?" Damiel'in cevabı "Dakikalar, saatler, günler, hafta lar... ZAM AN!" olur. Faik derhal sıcak ve nazik bir keyifle "Dur, sana birkaç dolar vereyim," der. Damiel'in insan dünyasına girişi böylece toplumsal mekân, toplumsal zaman ve paranın toplumsal gücünden oluşan koordinatlar eksenine sağlam bir şekilde yerleşir. Damiel ve Marion'un bir araya gelişi açıkça film in doruk noktası o ara düşünülmüştür. Marion'un daha önce gitm iş olduğu gece kulu bunde, Damiel'in eski melek arkadaşının bıkkın gözleri önünde, önce
bir arav^ninrÇf VreSİnCİe d o ^anır^ar» d ah a so n r a d a yakındaki bir bar a ya gelirler. B u lu şm aları n e r e d e y s e tö r e n se l b ir h a v a taşır: Marı-
PO STM O DER N
S İN E M A D A 7 i l ,
355
ZAMAN VE MEKÂN
kendi tarihin, yapmaya, varhğ, oluşla aşmaya ha Damiel insan deneyiminin mekân ve z a m S , u Ve kararlld>^ öğrenmeye kararlıdır. Tanışmayı izleyen uzun L , §mın anlammı rion dönem ciddi olmasa da kendilerinin ortak nmi £ „ savunur. R a s t a , , y , o t a M . ğ ,
°8esnasında-Ma-
farlıdır Geçin Sözleşmeleringünü aşacak evrensel b ir anlamı olan bir biraraya gelme ı J Z ^ T ™ çalışır. A lın yazısı diye bir şey olmayabilir, der, ama hiç k u ş î5 karar vardır. Ve bu karara butun kentin halkı, hatta bütün dünyanın hal kı katılabilir, insanlarla dolu bir meydan hayal eder- o ve Damiel o meydanı öylesine içlerinde hissetmektedirler ki, herkes adına bir karar verebilirler. B u , b ir erkekle bir kadın arasında ortak bir oluş projesi çer çevesinde b ir bağ oluşturma kararıdır: burada kadın "benim erkeğim” sözünü öyle bir söyleyebilir ki, bütün bir dünya yeni keşiflere ve yorumlara açılabilir. Bunun anlamı, arzunun aşka dönüşümü yoluyla mut luluk dehlizine girmektir; Marion artık hakiki bir anlamda kendi başına kalabilir, çünkü gerçekten kendi başına kalmak, yalnızca bir başkasıyla olumsal olmayan bir ilişkiden kaynaklanabilecek bir bütünselliği varsa yar. Öyle görünmektedir ki artık o büyüleyici sorulara bir cevap bul muştur: "Ben neden benim de sen değilim?" "Neden buradayım daora da değilim?" "Zaman ne zaman başladı, uzay nerede biter?" Birlikte ilk gecelerinden sonra Marion’a trapez egzersizi için yardım ederken, Da miel ik isin in bir araya gelişlerinden doğan şeyin bir çocuk değil, herke sin paylaşabileceği ve herkesin yaşamasına yardım edecek ölümsüz bir imge olduğunu düşünür. .. .. /u .. B u sonun bayağılığa dönüşmesini engellemek güçtür unua işareti meleğin Marion'a gözkamaçmcıgümiisi b'^e,bıset t . g“™
S« t e r * a r z , t ü y , s« h « i~ d e oraya S * ™ * » 1 “ ?
"
dünyayı yönetenin yalnızca romantik aşk o ugu so
^ j
. a ğ .z ü ly L s e r b ir y L m .t e r t .e ^ r f ^ S ^ mantik arzudan ve büyük projeler us _hnPıer gerçekten harikularektiği türünde bir şey olabilirdi. Ama son s renkli bölüm dedir. F ilm kalıcı zamanın tek rengine Ser* ayajdannı sürüyelerinde bütün teması yitirmiş oldu^ mU^ L demektedir: rek B e rlin Duvarı'na doğru yürüme ® zamankinden daha aza i sal anlatıcısını kim arayacak ? Baaa yaçları var." Kamera birdenbire 8eÇiyormuşçasına bulutlara z o o m ^ nerik ie r bize arkasının geleceğim
yanından kayarak, san on "y°*a ^lktllc’
^
356
MEKÂN
VE Z A M A N
DENEYİM İ
Film in bu ikinci bölümünü, tek renkli ve gizliden gizliye alaycı bir postmodemist duygu peyzajının küllerinden, modernist bir insani ileti şim, birliktelik ve oluş ruhundan bir şeyleri yeniden canlandırma yo lunda bir çaba olarak okumaya eğilimliyim. Wenders açıkça bütün sa natsal ve yaratıcı kapasitesini bir halâs projesi uğrunda seferber ediyor. Aslında bizi "olumsallığın şekilsiz evreninden" (bkz. yukarıda s. 23233) halâsa ulaştıracak bir romantik mit öneriyor. Fa lk’tan öğrendiğimi ze göre birçok meleğin dünyaya inmeyi seçmiş olması, insani zamanın akışının dışında kalmaktansa içinde olmanın her zaman daha iyi oldu ğunu, oluşun her zaman varlığın donmuşluğunu kırabileceğini düşün dürüyor. Film in iki bölümünde mekân ve zaman bütünüyle farklı biçimlerde kuruluyor. Rengin, yaratıcılığın, ve unutmayalım bir toplumsal bağ bi çimi olarak paranın varlığı, içinde bir tür ortak amaç duygusunun bulu nabileceği gerekli çerçeveyi oluşturuyor. Ne var ki, çözüme kavuşturulmayı bekleyen ciddi ikilemler mev cut. Damiel'in bir tarihi yoktur. Marion ise köklerinden kopmuştur; ta rihi, bir dizi fotoğrafa ve günümüzde hem evlerde (bkz. yukarıda s. 326), hem de müzelerde (bkz. yukarıda s. 80) tarih duygusunu temel lendiren birkaç başka "bellek nesnesi"ne indirgenmiştir. Oluş projesine tarihdışı bir biçimde girişmek mümkün müdür? Y aşlı adamın inatçı se si sanki bunun yapılabilirliğini sorgulamaktadır. Sanki film in sonunun katıksız romantizminin gerçek bir tarih duygusuyla yumuşatılmasının gerektiğini söylemektedir. Aslında, Marion'un bütün bir meydan dolu su insanın onların kararına katılması konusundaki imgesi, Potsdamerplatz’ın bayraklarla dolduğunda çirkinleşmesinin hayaletini geri getirir. Daha formel bir şekilde ifade edecek olursak, filmde mekânsal imgele rin gücü (fotoğraflar, film in kendisi, Damiel ve Marion'un film in so nunda dünyayı yaşatabilecek bir imge yaratma çabası) ile öykünün gü cü arasında bir gerilim vardır. Jenerikte "Homer, masal anlatıcı" olarak sunulan yaşlı adam filmde birçok bakımdan ikinci plana atılm ıştır ve bundan açık açık şikâyet etmektedir. Bu tarihsel olarak yerine yerleşti rilerek anlaşılmalıdır. Ama böyle bir şey tarihin imgeler olmaksızın kavranabileceğim varsayar. Yaşlı adam bir fotoğraf kitabının sayfaları nı "aııştırır, Potsdamerplatz a yürüyerek belleğinde bu alanın tarihseluyöusıınu yeniden yaratmaya çabalar, aradığı barış destanına uy gun olmayan biçimde meydanın çirkinleştiği anlan hatırlar. İmge ve
POSTMODERN
SİNEMADA Zam Z A M A N v e MEKÂN
357
öylcü arasındaki bu diyalog f,|mde her gerilimi oluşturur. Wenders'in ve usta k a l rf mdaJ atan dra™<* bir sil kullanacaklarını gayet iyi bildikleri g üd üm !, Alekan'ln na‘ „i hem aydınlatır, hem karanlıkta bırakır F i ln T h • hikâyel
a
estetikle§tirij_ tmenler, içen ^ Damıe| dünyayı değiştır-
imgelerin yerini alacak bir ım? ^ f L kler. Bu açıdan, her iki dunımmenin uygun bir yolu olarak gor dönü tam fa estetiğin da da romantizme dönüş etiğe hâkim olduğu bır durummn lan romantizmin nitelikleri e e ğu ile Rachel'ın teslimiyeti, her ıkis
^
D e ckard'm yorgun' pirind en kaçını m
M EK ÂN VE Z A M A N
DENEYİMİ
358
bir şeyler öğrenecek olan Manon ve Damiel ın zihinlerinin ve r u h l^ nın buluşmasından tümüyle farklıdır. Ama burada bile, bir anlamda Blade Rurıner daha sahici (ama ille de ovguye layık olmayan) bir sesle konuşmaktadır. Çünkü hiç olmazsa, Wenders'ın sırtın ı döndüğü bir So runla, içinde yaşadığımız sembolik düzenin doğasıyla ilgilenir. W en ders aynı şekilde toplumsal sorunları bireylerle kolektivite (devlet) ara sında dolaymışız bir ilişki olarak ele aldığı için s ın ıf ilişkileri ve sınıf bilinci sorununa da sırtını dönmektedir. Blade R unner 'da nesnel sınıf ilişkilerinin işaretlerine bol bol rastlanır, ama karakterler, örneğin Deckard'ın durumunda olduğu gibi bunlardan belli belirsiz biçimde haber dar olsalar da, bu tür sorunlar üzerinde durmaktan belli ki hiçbir fayda ummazlar. Her iki film de postmodemite koşullarının, özellikle de çatışmalı ve kafa karıştırıcı mekân ve zaman deneyiminin, usta işi tasvir leri olmakla birlikte, ne birinin ne de ötekinin, içinde yaşadığımız anın çatışmalı koşullarına ilişkin yerleşik görme biçimlerini devirme ve bu koşulları aşma gücü yoktur. Bu kısmen bir biçim olarak sinemada içkin olan çelişkilere atfedilmelidir. Unutulmamalıdır ki, sinema imgelerin ticari amaçlarla yaratılmasının ve manipüle edilmesinin baş sorumlusu dur. Sinemayı iyi kullanma ediminin kendisi günlük hayatın karmaşık öykülerini, derinliği olmayan bir ekran üzerinde bir imgeler dizisine in dirgemeyi içerir. Devrimci bir sinema fik ri her zaman bu güçlüğün ka yalarına çarptığı için karaya oturmuştur. Ne var ki, huzursuzluk bundan daha derinde yatmaktadır. Postmodern sanat biçimleri ve kültür ürünle ri doğaları gereği imge yaratma sorununu bilinçli olarak kucaklamak ve bunun sonucunda kendi içlerine dönmek zorundadırlar. O zaman da sözkonusu sanat türü çerçevesinde, imgeye dönüştürülmekte olan şey olmaktan kaçınmak güçtür. Sanıyorum Wenders bu sorunla gerçekten boğuşur. Sonunda başarıya ulaşamadığı gerçeğinin en açık göstergesi de, belki de en açık biçimde film in sonundaki jenerikte "arkası gelecek yazılmış olmasıdır. Ama bu sınırlar içinde bu tür sinemanın taklit yeteneği olağanüstü göz açıcıdır. Hem H im m el über B erlin , hem de
a e Runner bize postmodemite durumunun esas veçhelerinin çoğu nu sanki bir aynadaki suret gibi göstermeyi başarırlar.
Dördüncü Kısım
P ostm odem liğin Durumu
Gelip geçici, kaygan, anlık olana atfedilen yeni değer, dinamizmin kut sanmasının kendisi, kirletilmemiş, lekesiz, ve istikrarlı bir şimdiki zamana duyulan özlemi ele verir. Jurgen Habermas
Aydınlanma öldü, Marksizm öldü, işçi sınıfı hareketi öldü... yazar da kendini pek iyi hissetmiyor.
Neil Smilh
19
Tarihsel Bir Durum Olarak Postm odem ite
Estetik ve kültürel pratik, mekân ve zaman deneyimindeki değişikliklere özel olarak duyarlıdır, çünkü insan deneyiminin akışından mekânsal gösterimler ve nesneler inşa etmeyi gerektirir. Varlıkla Oluş arasında simsarlık yapar hep. Toplumsal hayatta mekân ve zaman deneyiminin tarihsel coğrafya sını maddi ve toplumsal koşullar temelinde yazmak ve bu yolla her iki sinin geçirdiği dönüşümleri anlamak mümkündür. III. Kısım bunun Rö nesans sonrası Batı dünyası için nasıl yapılabileceğini gösteren bir ta rihsel taslak sunuyordu. Bu dünyada mekân ve zamanın boyutları ser mayenin dolaşımının ve birikiminin ardı kesilmeyen basıncına tabi kal mış, özellikle 19. yüzyıl ortalarından sonra patlak veren dönemsel aşırıbirikim krizle ri esnasında sarsıcı ve yıkıcı zaman-mekân sıkışması dö nüşümleri ortaya çıkmıştır. Zaman-mekân sıkışması koşullarına verilen estetik cevaplar önem lidir; bu, 18. yüzyılda bilimsel bilginin ahlaki yargıdan ayrışmasının, estetik cevaplara özel bir rol kazandırmasından beri böyledir. Bir çağın güveni, bilimsel ve ahlaki düşünce arasındaki açının genişliğiyle ölçü lebilir. Kafa karışıklığı ve belirsizlik dönemlerinde, ne türden olursa ol sun estetiğe dönüş daha belirgin hale gelir. Zaman-mekân sı
‘®
releri sarsıcı etkiler yarattığından, hem açıklama, hem e le odakları niteliğiyle estetiğe ve kültür güçlerine
^ her de_
da had safhaya erişmesini bekleyebiliriz. Aşırı_ ırJıaıekete geçirdiğinfasında mekânsal ve zamansal ç ö z den, aşırı-birikim krizlerim guçlu estetik akımıar b iliriz.
izıemesi ni bekleye-
^2
PO STM O DER NLlölN
DURUMU
1960'h yılların sonlarında başlayarak 1973 te gündeme yerleşen krizi tam da böyle bir sonuç doğurmuştur. Zaman ve me kân deneyimi değişmiş, bilimsel ve ahlaki yargıların bağıntısı konusun daki güven çökmüş, toplumsal ve entelektüel ilg inin ana kaynağı ola rak estetik etiğe galebe çalmış, imgeler anlatılara göre üstün bir konu ma yükselmiş, gelip geçicilik ve parçalanma ebedi hakikatler ve bütün sel politikanın karşısında öncelik kazanmış ve dünyayı açıklama çabası maddi ve politik-ekonomik temellendirmeler alanından özerk kültürel a ş ın - b irik im
ve politik pratikler yönüne kaymıştır. Ne var ki, burada genel hatlarıyla ortaya koyduğum tarihsel geliş me, bu türden kaymaların hiç de yeni olmadığını ve bu tür kaymaların son dönemde ortaya çıkan versiyonunun tarihsel maddeci biçimde açıklanabileceğini, hatta Marx’m kapitalist gelişme için önerdiği üstanlatı aracılığıyla teorileştirilebileceğini gösteriyor. Kısacası, postmodernizm belirli türden bir tarihsel-coğrafi durum olarak görülebilir. Peki, ne tür bir durumdur, bu duruma nasıl yaklaş malıyız? Patolojik bir durum mudur, yoksa insanlığın yaşamında, kapi talizmin tarihsel coğrafyasında bugüne kadar yaratılmış olanlardan da daha derin ve daha geniş bir devrimin taşıyıcısı m ıdır? B u sonuç bölü münde bu soruya genel hatlarıyla bazı cevaplar önereceğim.
A y n alı Ekonomi
"Büyücü ekonomisi", "aynalı ekonomi": Ronald Reagan'ın 1980 önse çimlen ve başkanlık seçim kampanyası sırasında cansız bir ekonomiyi canlandırmak üzere sunduğu ekonomik programı sırasıyla George Bush ve John Anderson böyle niteliyorlardı. Laffer adında az tanınmış bir iktisatçının bir peçetenin arkasına çiziktirdiği bir grafik, vergilerde yapılacak indirim in, büyümeyi teşvik edeceği ve böylece vergi tabanını genişleteceği için (hiç olmazsa bir noktaya kadar) vergi gelirlerini arttı racağını ileri sürüyordu. İşte Reagan yıllarının iktisat politikası böyle savunuluyordu. Bu politika gerçekten de aynalarda mucizeler yarata caktı - A B D ’yi uluslararası iflasın ve mali çöküşün eşiğine birkaç adım daha yaklaştırsa da (bkz. Şekil 2.13 ve 2.14). Tuhaf ve şaşırtıcı olan, bu kadar kolaycı bir fikrin bu kadar etki yaratması ve politik bakımdan bu kadar uzun bir süre boyunca bu kadar işe yaramasıydı. Daha da tuhaf olanı, kamuoyu yoklamaları Amerikan seçmeninin çoğunluğunun bü tün temel toplumsal, politik ve dış politika sorunları konusunda kendisinden köklü biçimde farklı düşündüğünü göstermesine rağmen Reagan'ın yeniden seçilmesiydi. (Seçmenlerin oy vermeyen çoğun' sözünü hiç etmiyoruz.) En tuhafı ise, yönetimin e ^ ir j> eveahlaüst düzey temsilci hukuk kurallarını ciddi biçimde . diği k' ilkelerden açıkça sapmakla sulandığı ya a “"umdan bu derecede halde, böyle bir Başkan'ın görevden ayn tr jcarşısındayüksek b ir sevgi seline mazhar olab.lmes.ydr M m ki zaferi bundan daha açık biçimde orlayaJ ' Politikada imge yaratma hiç de yem^ Ve servet, hal tavır, karizma, PatfonaJm Politik gücün gizeminin bir P ^ asl.0' S alınabileceği, imal edilebileceği ya da ba?
degj|dir. Gösteri, şaşaa uzun süreden ben
Bunlann ne ölçüde: satın ayollardan elde ed.Ieb.lece-
POSTMODERNLÎĞIN D U R U M U
ai de bu gücün muhafaza edilebilmesi açısından hep önem taşım,ştIr Ama son zamanlarda bu konuda nitel bir değişiklik yaşanmıştır. P 0ıiti; kanın medyatikleşmesi, Kennedy-Nixon televizyon tartışmasıyla bir likte yeni bir yön kazanmıştır: çoğu insan Nixon'ın başkanlık seçimjni kaybetmesini, traşı uzamış görünümüyle güven telkin etmemesine atfe diyordu. Bunu, politik bir imajın biçimlendirilmesi ve satılması için halkla ilişkiler firmalarının aktif biçimde kullanılmaya başlaması izle yecekti. (Thatcherizm'in, günümüzde müthiş bir güce sahip olan Saatchi ve Saatchi firmasınca dikkatli biçimde bir imaja kavuşturulması, Av rupa politikasının bu bakımdan ne kadar Amerikanlaştığını gösteren son dönem örneklerden biridir.) Ronald Reagan gibi eski bir sinema oyuncusunun dünyanın en et kili pozisyonlarından birine seçilmesi, sadece imajlarla biçimlendirilen medyatikleştirilmiş bir politikanın olanaklarına yeni bir katkıda bulu nuyordu. Yıllar süren bir politik pratik içinde geliştirilen ve sonunda çağdaş imaj üretiminin elindeki bütün hileler sayesinde dikkatli bir bi çimde hazırlanan, imal edilen ve yönlendirilen, sert ama sıcak, baba can, iyi niyetli, Amerika'nın büyüklüğüne ve iyiliğine sarsılmaz iman duyan bir insan imajı, karizmatik bir politika atmosferi yaratıyordu. Deneyimli bir politik gözlemci olan ve Nation dergisini uzun süredir yöneten Carey McWilliams, bu imajı "faşizmin sevimli yüzü" olarak tanımlıyordu. Kendisine yöneltilen hiçbir suçlama, ne kadar doğru olursa olsun üzerine yapışmadığı için "teflon başkan" olarak adlandırıl maya başlayan Reagan, ardı ardına bir sürü hata yapabiliyor, ama he sap vermeden kurtulabiliyordu. Herhangi bir eleştiri anlatısını yıkmak için Reagan'ın imajı anında hiç şaşmaksızın kullanılabiliyordu. Ama bu imaj tutarlı bir politikayı gözlerden saklıyordu. Birinc isi, dünyanın ne resinde olursa olsun, adı anti-komünist olan bütün mücadelelere (Nika ragua, Grenada, Angola, Mozambik, Afganistan vb.) destek amacıyla aktif tedbirler yoluyla Vietnam yenilgisi şeytanını kovmak. İkincisi, sa vunma harcamaları yoluyla bütçe açığını arttırırken gönülsüz Kong reyi (ve halkı), ABD de 1960’lı yıllarda yeniden keşfedilen yoksulluzorlamak ^ e^ tS*z^ * n ^ nlı olacaktı^
aÇ^ğı sosyal programları kısma yönünde
m! f llştirmeye dönük bu açık program kısmen başa-
îö rle te sI f n , , ar',n gÜCÜne kar?'' Reaga" ''" hava trafik kontroyetlerivle d e s t e k ' / * ta a r r u z - sanayisizleşmenin, (vergi muafidelede doğru ila ç ^ L ra ^ m f V6 (enflasyona karş.‘ mÜCa' şrulaştırılan) yüksek işsizliğin etkileri, is-
A Y N A L I EKONOMİ 365
lihdamm imalattan hizmetlere kaymasından kaynaklanan har m bsars.nt.lar, ışç. sınıfmtn geleneksel k u ru m L,h a lk ın T - T gunu güÇ durumda bırakacak kadar zay.flatacakt. Re a i v i f toplumsal eş.tsızltgm yükselişi bir sel halinde A m e r ik a S
a'
bu 1986 da savaş sonrasın,n en yüksek düzeyine erişecekti f t b S 2.15); bu aşamaya gelindiğinde, nüfusun en yoksul beste birininnhZ gelirden aldığı pay, 19701i yıllarda ulaştığı en yüksek nokta olan yak a ş,k % 7'den %4.6ya düşüyordu. 19791a 1986 arasında çocuklu yoksul ailelerin sayısı %35 artıyor, New York, Şikago, Baltimor, New Orleans gibi bazı metropollerde çocuk sahibi ailelerin yansından fazlası yoksul luk sınırının altında yaşıyordu. Fırlayan işsizliğe rağmen (resmi istatis tikleri göre doruğuna eriştiği 1982 yılında işsizlik %10’u aşmıştı), ne türden olursa olsun federal yardım alan işsizlerin oram %32'ye düşü yordu: bu, New Deal sırasındaki kuruluşundan bu yana sosyal sigorta nın tarihinde en düşük düzeydi (bkz. Şekil 2.9). Evsiz barksızların sayı sındaki artış genel bir toplumsal bozulmaya işaret ediyor, çoğu zaman ırkçı ya da etnik tonlar taşıyan çatışmalara yol açıyordu. Akıl hastaları nın bakımı yeniden içinden çıktıkları topluluklara havale ediliyordu: bakım bu durumda büyük ölçüde dışlanma ve şiddetten oluşuyordu. Bu aslında dünyanın en zengin ülkelerinden birinde 40 milyon vatandaşı herhangi bir sağlık sigortası güvencesinden yoksun bırakan bir ihmal buzdağının görünen tepesiydi. Reagan yıllarında gerçekten de istihdam yaratıldı; ama bunlar hizmetler kesiminde düşük ücretli, güvencesiz iş lerdi; 1972’den 1986'ya gerçek ücretlerde görülen % 10 düşüşü telafi et meleri çok güçtü. Hane halkı gelirleri yükseliyordu, ama bu sadece git tikçe daha çok kadının işgücüne katılıyor olmasından kaynaklanıyordu (bkz. Şekil 2.2 ve 2.9). Öte yandan, gençler, zenginler, eğitimliler ve ayrıcalıklılar için iş ler bundan daha iyi gidemezdi. Emlak, fınans ve iş hizmetleri ünyası büyüyordu; imaj, bilgi, kültürel ve estetik biçimler üretimine katılan "kültürel kitle" (bkz. yukarıda s. 324) için de ayn, 5^ geçerlıy^Ke^lerin politik-ekonomik temeli ve buna paralel olara u bu nüşüme uğruyordu. New York gelenekse S1)™ 5)10 y 'k T nun yerine borç ve hayali sermaye üretimine d o n u y o " ^ mes AaScardino (1987) imzalı bir haberde ş u n l a r anlatılıyordu. Son y e d i y ıld a N e w York ka in ş a e tti. Bu granit v e cam dar ı yapı ” | ğ ın e n y e te n e k li m e s l e k a r ş ıla y a c a k y en i borçlan m a
k
^ Ç
ş
h g
u
H
, ediıebilecek her e
r
:
ihtiyacı
yalnızca bır ıkı
POSTMODERNLİĞIN D U R U M U
hisselerinin d in ip satıldığı rahatlıkla piyasada d o la şıy o r .
Bu ticaret, geçmişte limanda süregiden ticaret kadar canlıdır. Ama "bugün, telefon hatları buraya sanki bir şişeleme fabrikasında olduğu gibi yeniden karıştırılmak, farklı kaplara fışkırtifmak, tıpalanmak ve geri gönderilmek üzere bütün dünyanın nakdini teslim ediyor”. New York'un dış dünyaya ihraç ettiği fiziksel nesneler arasında bugün en bü yük kalem atık kâğıttır. Aslında kentin ekonomisi hayali sermaye üreti mine, bunun emlak şirketlerine ödünç verilmesine, bu emlakçıların da hayali sermaye üreten yüksek gelirli yöneticiler için aracılık etmesine dayanır. Benzer biçimde, Los Angeles’ın imaj üretim aygıtı, Yazarlar Sendikası grevi dolayısıyla felce uğradığında, insanlar birdenbire "ken tin ekonomik yapısının nasıl bir yazarın bir prodüktöre bir Öykü anlat masına dayandığını, ekonominin işlemesini sağlayan kararları veren ai leleri besleyen lokantalarda yenen yemeğin teslimatını yapan kamyo netlerin şoförlerinin ücretinin kaynağının son tahlilde bu öykünün (imajlara dönüştürülerek) işlenmesi olduğunu" fark ettiler (Scott Meek'in The İndependent'iakı haberi, 14 Temmuz 1988). Finansal spekülasyonuyla, reel üretimdeki büyümeden büyük ölçü-
İ S »d yd ö^ ^h or=ss Ss S^"3 l^ « 0 g
Resim 4.1 Lloyds Bankası 'nın birikim ve spekülasyon konulu bu reklamı, hayalı sermaye oluşumu dünyasının ve büyücü ekonom i sinin günlük hayatın normal bir temeli olarak kabulünü teşvik etmektedir. (Reklamın başlığında şöyle deniyor: "Bazı günler spekü lasyon yaparım . Geri kalan günlerde ise yalnızca biriktiririm . " —ç.n .)
A Y N A U e KONOMI 367
AYNALI EKONOMİ
369
1 9 8 7 N o e lin in h e m en arifesind e A B D hüküm eti e v siz barksızlara a c ii y a r d ım b ü tç e sin d e n 3 5 m ily o n dolarlık bir kesinti yapıyordu. B u
4rada k iş is e l
b o r ç lu lu k artm aya devam ediyordu. Başkan adayları ise
a lılık y e m in in i k im in daha ikna ed ici bir tonda okuyacağı konusunda a u s ıp d u r u y o r la r d ı. N e y a z ık ki, "yanılsam a, fantezi v e gösterişin üs^ s t e y ığ ıld ığ ı" b ir d ü n y a d a e v s iz barksızların se si işitilem iyordu.
Ş e k il 4 .1 Büyücü ekonomisinin spekülatif dünyası 1960-1987: (a) f in a n s d ışı A m erikan şirketlerinin nom inalfaiz ödemeleri (K aynak: Ticaret B akanlığı) (b ) A B D d e vergi öncesi kârların yüzdesı olarak nominal fa iz ödemeleri (K aynak: Ticaret B akanlığı) (c) N e ıv York M e n k u l Kıym etler Borsasıfirm alarının toplam sermayesi (K aynak: N e w York T im es) (d ) N e w York M e n k u l Kıym etler Borsası hda günlük işlem miktarı (K aynak: N e w York T im es) (e) A B D im a la t ü retim i endeksi (Harrison ve Bluestone 1 9 8 8 den hareketle) (f) N e ıv York'ta fiıtu re işlemleri miktarı endeksi (Harrison ve Bluestone 1988den h areketle)
21
Aynaların A yn ası O larak Postm odernizm
P o s tm o d e r n ite n in
te m e l
k o ş u lla r ın d a n
b ir i,
k im s e n in
onu
t a n h s e l-
c o ğ r a fı bir d urum o la r a k ta r t ış m a m a s ı y a d a t a r t ı ş a m a m a s ıd ı r . E lb e tte , in san ı b ü tü n ü y le sa r m a la y a n b ir ş im d ik i a n d u r u m u n u n e l e ş t i r e l b ir d e ğ e r le n d ir m e s in i y a p m a k h iç b ir z a m a n k o l a y d e ğ i l d i r . T a r t ış m a n ın , b e tim le m e n in v e g ö s te r im in t e r im le r i o k a d a r k u ş a t ıl m ış t ır k i, b i z i ta rtışı lan ş e y in k e n d is in e g e r i g ö n d e r e n b ir d e ğ e r l e n d i r m e d e n k a ç ı ş n e r e d e y s e m ü m k ü n d e ğ ild ir . Ö r n e ğ in ”e k o n o m i" n in ( b u b e l i r s i z k e l i m e n a sıl a n la ş ılır s a a n la ş ıls ın ) k ü ltü r e l h a y a tı ( E n g e l s ' i n v e d a h a s o n r a A lt h u s ser'in s ö y le d iğ i g i b i) "son t a h lild e " o l s a b i le b e l i r l e d i ğ i g ö r ü ş ü n ü e lin in t e r s iy le itm e k b u g ü n le r d e m o d a o ld u . P o s t m o d e r n k ü l t ü r e l ü r e tim k o n u su n d a k i en tu h a f y a n , d a h a ilk t a h li ld e k â r a r a y ı ş ı n ı n n e k a d a r b e lir le y ic i o ld u ğ u d u r .
Postmodernizm, bu büyücü iktisadı atmosferinin, politik imaj ima latının ve kullanımının, ve yeni toplumsal s ın ıf oluşumunun tam orta yerinde olgunlaştı. Postmodemist patlamayla Ronald Reagan'ın imaj imalatı, işçi sınıfının geleneksel kurumlannın (sendikaların ve sol poli tik partilerin) yapıbozumu için gösterilen çaba, ayrıcalığa prim tanıyan bir iktisat politikasının toplumsal etkilerinin gizlenmesi arasında bir bağıntı olduğu aşikâr olmalı. Evsiz barksızlığı, işsizliğ i, artan yoksul laşmayı, dışlanmayı ve benzerlerini, özgüven ve girişim cilik türünden sözde geleneksel değerlere başvurarak haklı göstermeye çalışan bir re torik, hâkim değer sistemi olarak etikten estetiğe kayışı da aynı gönül rahatlığıyla alkışlayacaktır. Yoksulluktan, dışlanmadan, grafiti ve çü rümeden geçilmeyen sokakların görüntüleri, kültürel üretimcilerin sof rasına meze olur; Deutsche ve Ryan'ın (1984) işaret ettikleri gibi, 19. yüzyıl sonunda geçerli olan haksızlığa isyan eden reformist bir tarzda
A Y N A L A R I N AYNASI POSTMODERN.ZM d e ğ i l, (
B la d e
371
R u n n e r 'da o ld u ğ u g ib i) ü zerin e hiçb ir toplu m sal n ö z .™
yapılmaması g e r e k e n tu h a f b ir arka perd e g ib i. »Bir k e z y o k su lar e S tikleştm dıguıde. y o k s u llu ğ u n k e n d is i to p lu m sa l ufkum uzun alam ndan y o k O lu r
- g e n y e y a l n ız c a in s a n lık d u rum und a otelciliğin, yabancılaş
m a n ın . o l u m s a l l ı ğ ı n p a s i f b ir ta sv ir i kalır. "Y o k su llu k v e e v s iz barksIz-
1, 1c e s t e t i k h a z d u y g u s u n u ta tm in iç in sunulduklarında", etik gerçekten d e e s t e t i k t a r a f ın d a n b o ğ u lu r ; bu d a p e şin d e n bir acı m ey v e gibi karizm a tik p o l i t i k a y ı v e i d e o lo j ik a ş ır ılığ ı d a v e t eder. E ğ e r p o s t m o d e r n d ü ş ü n ü ş ü n v e kültürel üretim in bütün bu raksını k a p s a y a c a k b ir ü s t -t e o r i m e v c u t s a , o n u n e d e n k u llan m ayalım ?
Fordist M od ern izm e K arşı E snek P ostm o d ern izm ya da Bir Bütün Olarak K a p ita liz m d e Karşıt E ğilim lerin İç İçe G e ç m e s i
Öncüsü modernistler olsa da, kolaj postmodernizm in çok benimsediği bir tekniktir. Farklı ve görünüşte birbirine uymayan unsurların yanyana getirilmesi eğlenceli ve bazan da öğretici olabilir. Bu duyguyla Ihab Hassan (Tablo 1.1), Halal, Lash ve U rry, Swyngedouw (Tablo 2.6, 2.7, 2.8) gibi yazarların sunduğu karşıtlıkları aldım, bunların terimlerini birbirine karıştırdım, üstüne üstlük birkaç tane de kendimden katarak Tablo 4.1 'de görülen terimler kolajını yarattım. Sol tarafta yukarıdan aşağıya "Fordist modernite" durumunu tasvir eden bir dizi (birbiriyle kesişen) terim sıralanmış bulunuyor. Sağdaki sütun ise "Esnek postmodernizm"i temsil ediyor. Tablo eğlenceli bağ lantılar kuruyor. Ama aynı zamanda, oldukça farklı iki birikim rejimi nin ve bunlara bağlı olan düzenleme tarzının (bunun içine kültürel âdet lerin maddi biçim alışı, saikler ve gösterim tarzları da girer) her birinin nasıl, ayırdedici özellikleri olan, göreli olarak tutarlı birer sosyal for masyon olarak ayakta durabileceğini ortaya koyuyor. B u fikre karşı ak la hemen iki kayıt geliyor. Birincisi, pedagojik nedenlerle vurgulanan bu karşıtlıklar, gerçekte hiçbir zaman bu kadar çıplak olarak ortaya çık maz, herhangi bir toplumdaki "haleti ruhiye" her zaman ik isin in arasına ir yerde sentetik bir noktadır. İkincisi, bağlantılar hiçbir biçimde tase nedenselliğin ya da hatta zorunlu ve bütünsel ilişk ile rin kanıtı o amaz. Bağlantılar makul görünse bile (ki birçoğu öyledir) bunların
KAPİTALİZM İN
Karstt e
° ' U m leri
373
anlamlı bir bütünsellik oluşturduğunu kan.tlamak i,- u j u n m a lı d ır .
k l ç ı n b a $ k a b ir y 0 lb u -
H e r b i r p r o f i l i n k e n d i i ç in d e k i k a r şıtlık ta n ,, • w
F o r d i s t m o d e r n i t e tü r d e ş o lm a k t a n u zaktır R
• a " 0 6 durma>'a d e "
lik v e k a l ı c ı l ı k i ç e r e n ç o k ş e y v a rd ır: k itle ü r e tim im tik r a r lı, s t a n d a r t l a ş m ı ş , t ü r d e ş p a z a r la r , sa b it bir İ ı ?
bir sabit‘ 5" .Serma5'e ' is‘
f u z v e g ü ç d e n g e s i , k o l a y c a t e ş h i s e d ile b ilir o t o r i t e ^ u S ” * "İT d e s e l l i k t e v e b . l . m s e l - t e k n o l o j i k r a s y o n a lit e d e sa ğ la m bi zem in A b ü tü n b u n l a r , t o p l u m s a l v e e k o n o m ik b ir O lu ş p ro jesi, t o p C l i £ le r ,n g e l i ş m e s i v e d o n u ş u m u , g . z e m i i s a n a , v e ö z g ü n lü k yen i e ! e v e a v a n g a r d ı z m p r o j e s i e t r a f ın d a ş e k ille n ir , ö t e y a n d a n , postm odern™ es n e k h g e h a y a l u r u n u , f a n t e z i , ( ö z e l l i k l e para s ö z k o n u s u old u ğ u n d a ) mad d i o l m a y a n , h a y a l ı s e r m a y e , i m g e le r , g e lip g e ç ic ilik , raslantı v e üretim t e k n i k l e r i n d e , i ş g ü c ü p i y a s a la r ın d a v e tü k e tim k o v u k la n n d a esn ek lik h â k i m d ir ; a m a a y n ı z a m a n d a V a r lığ a v e m a h a lle g ü ç lü bir b a ğ lılığ ı, kar iz m a t i k p o l i t i k a y a y ö n e l i k b ir e ğ il i m i , o n t o lo j iy e d ö n ü k bir ilg iy i ve y e n i - m u h a f a z a k â r l ı ğ ı n y ü c e lt t iğ i istik r a rlı k u r u m la n içerir. Haberm as' ın g e l i p g e ç i c i v e a n l ık o l a n a a t f e d ile n d e ğ e r in , " k irletilm em iş, lek esiz, v e i s t i k r a r l ı b i r ş i m d i k i z a m a n a d u y u la n ö z le m i e le verdiği" konusunda k i y a r g ı s ı n ı n b o l b o l k a n ıt ı v a r d ır. Ö y le g ö r ü n ü y o r k i, p o stm o d e m ist e s n e k l i k , F o r d i s t m o d e r n it e d e g ö r ü le n h â k im d ü z e n i s a d e c e tersyüz et m e k t e d i r . F o r d i s t m o d e r n it e , g ü ç lü bir to p lu m s a l v e m addi d eğ işim i g e r ç e k l e ş t i r m e k a m a c ı y l a p o l it ik - e k o n o m i k m ek a n iz m a s ın d a göreli bir i s t i k r a r a u l a ş ı r k e n , p o s t m o d e n i s t e s n e k lik p o litik -e k o n o m ik m ek a n iz m a s ı n d a s a r s ı c ı b ir i s t i k r a r s ı z lı k la b o ğ u ş m a k zo r u n d a k a lm ış, am a bunu i s t i k r a r l ı v a r l ı k m a h a ll e r i v e k a r iz m a tik j e o p o lit ik ile tela fi e tm e y e ç a lış m ış t ır . A m a y a t a b l o b ir b ü tü n o la r a k a lın d ığ ın d a , k a p ita lizm in bağrında v a r o la n
p o litik -e k o n o m ik
v e k ü lt ü r e l- id e o lo jik ilişk ile rin tam am ın ın
y a p ı s a l b i r b e t i m l e m e s i n i o lu ş tu r u y o r s a ? T a b lo y u bu b iç im d e e le a l m a k , p r o f i l l e r i n i ç i n d e k i k a r ş ıtlık la r ın y a n ı
s ıra
p ro fille r a r a s m d a ^ k a r -
Ş i t l ık la r ı d a y a p ı s a l b ir b ü tü n ü n b a ğ r ın d a k i iç s e l ilişk i er o a y i g e r e k tir ir
S
P o s tm o d e r n iz m in kendi
o l s a d a ( ç ü n k ü L u k a c s tü rü M a r k s is t
ve Be rte li Ollman'ın ileri
sü rd ü ğü ^
S ^ lo to p d a b u -
l a n ı r ) , b u f i k i r e p e y c e a n la m lıd ır . M a rx ı g ü n ü n d ü ş ü n c e s in in nered en kayna
an
i ç g ö r ü l e r l e d o l u o l d u ğ u n u a n Ia m a l™ f ‘ n e ğ in
yüzyıl
s o n u V i y a n a s ı n a var
su n d a 0 d e n li z e n g in o ^
^
zam anda, ör-
kültürel g ü ç le r in n a sıl o lu p d a ,
Tablo 4 1 Fordist modernlik kara m d a olarak kapitalist toplumda
F o r d is t m o d e r n li k
ö lçe k ek o n o m ileri/b ü tü n sel kod/hiyerarşi/türdeşlik/ayrıntılı işb ö lü m ü p a r a n o y a /y a b a n c ıla ş m a /b e lirti
ey a da bir bütün
kanıt ıç E sn ek p o s tm o d e r n lik
ç e ş it e k o n o m il e r i/ k iş i s e l d il/a n a r ş i/ç e ş itlilik /t o p lu m s a l iş b ö lü m ü
so sy a l k onu t/tekelci serm a y e
ş iz o f r e n i/m e r k e z s iz le ş m e /a r z u / e v s iz b a r k s ız lık /g ir iş im c ilik
am aç/tasarlam a/h akim o lm a /b elirlen m işlik /ü retim
o y u n / r a s la n t ı/t ü k e n m e /b e lir s iz lik / h a y a li s e r m a y e /y e r e l c i li k
se rm a y e si/e vren selci lik d e v let iktid a n /sen d ik a la r/refa h
fin a n s a l g ü ç / b ir e y c il ik /
d ev letç iliğ i/m e tr o p o l
y e n i-m u h a f a z a k â r lık / k e n t s iz le ş m e
etik/para m eta/T an n B ab a/
e s te t ik /k a y d i p a r a /R u h ü lk u d ü s / m a d d e s e l o lm a y a n
m ad d esellik ü r e tim /ö zg ü n lü k /o to rite/m a v i y a k alı/a v a n g a rd cıh k /çık a r g rubu
r ö p r o d ü k s iy o n /p a s t iş /e k le k t iz m / b e y a z y a k a lı/tic a r i m a n t ık /
p olitik a sı/sem a n tik
k a r iz m a tik p o lit ik a /r e t o r ik
m er k e z ile şm e /b ü tü n se lle ştir m e /
a d e m i m e r k e z i le ş m e /
se n tez/to p lu pazarlık
y .ıp ı b o z u m /a n t i t e z /y e r e l s ö z le ş m e l e r
op e r a sy o n e l iş y ö n e tim i/b ü tü n s e l
s tr a te jik iş y ö n e t i m i / k i ş is e l
k o d /fa llik /g ö r e v te k liğ i/k ö k e n
d il/a n d r o j in / g ö r e v ç e ş i t l i l i ğ i / i z
ü st-te o r i/a n la tı/d e r in lik /k itle ü r e tim i/s ın ıf p o litik a sı/ te k n ik -b ilim se l ra sy o n a lite ütopya/ru hu arındıran sa n a t/y o ğ u n la ş m a /u z m a n la ş m ış ça lışm a /to p lu tüketim
d il o y u n l a n / i m a j / y ü z e y / k ü ç ü k d e s t e ü r e t i m i/ t o p lu m s a l h a r e k e t l e r /ç o ğ u l c u ö t e k i lik h e t e r o t o p y a l a r / s e y ir l ik / d a ğ ı lm a / e s n e k iş ç i/s e m b o lik s e r m a y e
-
f o r d is t m o d e rn lik
m/gösterilen/ sanayi/Pr°testan çalışma ahlakı/mekanik çoğaltma iş le v /g ö s te r i
oluş/epistemoloji/düzenleme/kent yenileme/göreli mekan devlet müdahaleciliği/ sanayileşme/enternasyonalizm/ k a lıc ılık /z a m a n
Esnek postmodernlik kurgu/kendine gönderme/gösteren/hizmetler/geçici sozleşme/elektronik çoğaltma varlık/ontoloji/deregülasyon/ kenti yemden canlandırma/mahal bırakınız yapsınlar/ sanayisizleşme/jeopolitik/ gelip geçicilik/mekân
modernist içgüdünün nerede başlayıp nerede bittiğini saptamayı ola naksız hale getirecek kadar karmaşık bir bileşim oluşturduğunu anla mamıza katkıda bulunur. Modernizm ve postmodernizm kategorilerini, kapitalizmin kültürel çelişkilerini ifade eden bir dizi karşıtlığa dönüş türmemizi olanaklı kılar. O zaman hem modernizm, hem de postmoder nizm kategorilerini, dinamik karşıtlıkların akışkan biçimde iç içe geç mesinin üzerine zorla giydirilmiş statik şeyleştirmeler olarak görebili riz. Bu içsel ilişkiler matrisinde, hiçbir zaman sabit bir kümelenme yok tur; merkezileşme ile ademi merkezileşme, otorite ileyapıbozum, hiye rarşi ile anarşi, kalıcılık ve esneklik, aynntıda işbölümü ile toplumsal işbölümü (listeyi çok sayıda olanaklı karşıtlık arasında bunlarla sınırla yalım) arasında bir gidiş geliş vardır. Modernizm ile postmodernizm arasındaki keskin kategorik ayrım yok olur, bunun yerini bir bütün olarak kapitalizmin içsel ilişkilerindeki sürekli değişimin incelenmesi alır. Ama bu sürekli değişim nereden gelir? Bu bizi nedensellik ve tarihsel güzergâh sorununa geri getiriyor.
23
Sermayenin D önüştürücü ve Spekülatif M an tığı
Sermaye bir süreçtir, bir şey değil. Toplumsal hayatın meta üretimi ara cılığıyla yeniden üretimi sürecidir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşa yanlar olarak hepimiz bu sürecin bir parçasıyız. Sermayenin içselleş miş işleyiş kuralları, içinde kökleştiği toplumu hiç durmaksızın, sürekli olarak dönüştüren dinamik ve devrimci bir toplumsal organizasyon tar zı olmasını sağlayacak bir yapıya sahiptir. Süreç perdeler ve fetişleştirir, büyümeyi yaratıcı yok etme aracılığıyla sağlar, yeni ihtiyaç ve is tekler yaratır, insanın emek kapasitesini ve arzuyu sömürür, mekânları dönüştürür, hayatın temposunu hızlandırır. A şırı-birikim sorunları ya ratır; bu sorunlara ancak sınırlı sayıda çözüm bulunabilir. Bu mekanizmalar aracılığıyladır ki kapitalizm kendi ayırdedici ta rihsel coğrafyasını yaratır. Basit bir anlamda ele alındığında gelişme güzergâhının kestirilmesi mümkün değildir çünkü temeli hep spekülas yon olmuştur: yeni ürünler üzerine spekülasyon, yeni teknolojiler üze rine spekülasyon, yeni mekânlar ve mahaller üzerine spekülasyon, yeni emek süreçleri (aile emeği, fabrika sistemleri, kalite çemberleri, işçi katılımı) ve benzerleri üzerine spekülasyon. Kâr etmenin birçok yolu vardır. Spekülatif faaliyetin olay bittikten sonra rasyonalleştirilmesi şu soruya verilecek olumlu cevaba dayanır: "Kârlı mıydı?" Farklı girişim ciler, dünya ekonomisinin koskoca mekânları, bu soruya farklı cevaplar verirler, sonra yeni bir spekülatif dalga bir öncekini önüne katıp gö türünce yeni cevaplar eskilerinin yerini alır. K a p it a liz m d e ö y l e s ü r e ç y a s a la r ı v a r d ır k i, b a ş l a n g ı ç k o ş u l l a r ı n d a ı y a d a in s a n f a a liy e t i v e h a y a l g ü c ü n d e k i e n u f a k b ir d e ğ i ş i k l i k g ö r ü ş e s o n s u z s a y ıd a fa rk lı s o n u ç la r ü r e t e b ilir . S ı v ı d i n a m i ğ i n i n y a s a l a r ı
SERMAYENİN
MANTIÖ
1
377
dünyanm bütün nehirlerinde geçerli olduğu gibi Wrm • nın yasaları, bir süpermarketten ötekine bir isor ™ ayenm dola5>m>bir meta üretimi sisteminden ö te k in e h i . r » f " p a z a n n d an ötekine, nehri ile Thames nehrinin farklı oldu5u kadar fa rın ı Genellikle kültürel hayatın bu kanitaiu, *
Hudson
değil dışında yer aldığı düşünülür. t n s a n l a n n ^ S S S f 'T rine ve umutlarına, geleneklerine ve ölçülerine bağlı oWak kînd t nhlenn. çok ozgul ve önceden kestirilemeyecek biçimlerde yaptığ öylenır Ekonomik bel,rlenme bu konuda, ünlü ifadeyle, son tahlilde biîe geçerli değildir. Bana kalırsa bu iddia iki bakımdan yanlıştır Birincisi girişimcilerin yürüttüğü spekülatif ve aynı zamanda önceden kestirile meyecek çok farklı türden faaliyetler (yeni ürünler, yeni pazarlama stratejileri, yem teknolojiler, yeni üretim yerleşme mahalleri vb.) ile ka pitalizm koşullarında kültürel, politik, hukuki ve ideolojik değer ve kurumlann aynı ölçüde spekülatif gelişmeleri arasında, ilke olarak hiçbir fark görmüyorum. İkincisi, bu öteki alanlardaki spekülatif gelişmelerin benimsenip benimsenmemesinin, kâr etmenin olaydan sonraki rasyonalizasyonuna bağlı olmaması gerçekten de mümkün olmakla birlikte, kârlılık (ya dar anlamda, ya da yeni servet üretme ve elde etme türün den geniş bir anlamda) uzun süredir bu faaliyetlerin bir parçası haline gelmiştir ve zamanla bu bağ zayıflamak bir yana güçlenmiştir. Tam da kapitalizm yayılmacı ve emperyalist olduğu içindir ki, gittikçe daha çok bölgede kültürel hayat para ilişkisinin ve sermayenin dolaşımının mantığının ağına yakalanır. Elbette, öfke ve direnişten boyun eğme ve takdire varasıya, farklı tepkiler olmuştur (tepkinin ne olacağını daönce den kestirmek olanaksızdır). Ama kapitalist toplumsal ilişkilerin geniş lemesi ve derinleşmesi hiç kuşku yok ki son dönemin tarihsel coğrafya sının en belirgin ve yadsınamaz olgularından biri olmuştur. Tablo 4.1'de gösterilen karşıtlığa dayalı ilişkiler, hep sermaye biri kiminin dur durak bilmeyen dönüştürücü faaliyetine ve spekülatif degışinıe tabidir. Dönüştürücü gücün yasa benzeri davran,şı öncedenbıhnebilirse de, bütünsel tablonun tam nasıl olacağı önceden kesun e Daha somu, olarak söylenirse. Fordizm v e m o d e r n » d a e nek, ğin ve postmodernizmin derecesk ğuna, hangisinin olmadığına bac
■
^
bü(ün mayaian-
den diğerine değişir. Modernde ve p ^ doğurabilen bazı basit masının ardında muazzam çeşı yaratma konusundaki harekete geçirici ilkeler görebthnz. Ama, urun y
POSTMODERNLİĞİN DURUMU
görünüşte sonsuz kapasite bütün özgürlük yanılsamalarını, ki§i|iğini aerçekleştirmek amacıyla birçok yolun açık olduğu yanılsamasını besfese de bu sonuçlar (kent merkezlerinin yemlenmesi için tekrar tekrar y a p ıla n düzenlemelerde olduğu gibi) önceden kestirilemez bir yenilik yaratmada başarısız kalırlar. Kapitalizm nereye giderse, yanılsama me kanizmaları, fetişizmleri, aynalar sistemi de arkasından gelir. T am burada B o u rd ie u 'n ü n t e z in i (b k z . y u k a r ıd a s. 2 4 7 ) y e n id e n anabiliriz: bu tez e g ö r e her b ir im iz , b iz e , " sın ır la rı k e n d i ü r e tim in in ta rih sel olarak b e lir len m iş k o şu lla r ı ta r a fın d a n ç i z i l e n ü r ü n le r (d ü ş ü n c e ler, a lg ıla m a la r, ifa d e le r, e y le m le r ) d o ğ u r m a k o n u s u n d a s o n s u z bir ka pasite" kazandıran, d e n e y im le r im iz ta r a fın d a n b iç im le n d i r il e n d ü z e n len m iş bir d o ğ a ç la m a y e t e n e ğ in e s a h ib iz d ir ; b u n u n s a ğ la d ığ ı " k o şu l lan d ırılm ış v e k o şu llu ö z g ü r lü k , ö n c e d e n k e s t i r il e m e z y e n i li k le r yarat m aktan da, b a şla n g ıç koşullanm alarının b a s it ç e m e k a n ik o la r a k y e n id e n ü retim ind en d e ç o k uzaktır." B o u r d ie u 'y e g ö r e b u tür m e k a n iz m a la r a rac ılığ ıy la d ır ki, her y e r le ş ik d ü z e n " k en d i r a s g e l e li ğ i n in d o ğ a lla ş t ır ıl m asını" , "sınırlar d u y g u su " v e " g e r ç e k lik d u y g u s u " i f a d e s i a ltın d a y a ratır, bunlar da " y erleşik d ü z e n e s a r s ılm a z b ir b a ğ lılığ ın " t e m e lle r in i oluşturur. P o stm o d e r n iz m a tm o s fe r in d e , t o p lu m s a l v e s e m b o l i k d ü z e nin, fa rk lılık v e "ötekilik" a r a y ışı d o l a y ım ıy l a y e n i d e n ü r e tim i bü tü n ü y le aşikârdır.
Peki öyleyse gerçek değişim nereden gelebilir? Her şeyden önce, kapitalizm koşullarında yaşanan çelişik deneyimler (Tablo 4.1'de gös terildiği gibi) yeniliği, Bourdieu'nün Berberilerle teması durumunda ol duğundan biraz daha az bütünüyle kestirilebilir hale getirir. Değer sis temlerinin, inançların, kültürel tercihlerin vb. mfekanik biçimde yeni den üretilmesi olanaksızdır: kapitalizmin içsel mantığının spekülatif te mellerine rağmen değil, tam da bundan dolayı. Özgün düşüncenin te melinde her zaman çelişkilerin araştırılması yatar. Ama aynı zamanda açıktır ki, bu tür çelişkilerin nesnel ve maddileşmiş biçimler altında di le gelmesi öznel yapılarla nesnel yapılar arasındaki" güçlü bağı kopa rır ve böylece tartışılmayanı tartışma masasına, formüle edilmeyeni formülasyonlara çeken bir eleştirinin altyapısını hazırlar. Zaman ve mekân deneyiminde, fınans sisteminde, genel olarak ekonomide kriz ler, kültürel ve politik değişim için gerekli bir koşul oluşturabilir ama T ÇO
/ * ^ ^ nce ve bilgi üretiminin içselleşmiş diyalektiğine daha sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü Marx'ın (1967: 178) dediği gibi,
in.saed
e^,zaman yaPımızı gerçekte inşa etmeden önce hayalimizde
24
Elektronik Röprodüksiyon v e İmge Bankaları Çağında Sanat Yapıtı
2 l kn 0 ,a ^a k ’.s a n a t y a p ıtla r ı her za m a n ç o ğ a ltıla b ilir olmuştur," diyordu a lte r B e n j a m ın , a m a m ek a n ik röprodüksiyon "bir yeniliği ifade e d e r . B u , ş a ir P a u l V ald ry 'n in ö n g ö rü sü n ü som utlaştırıyordu: "Aynen su , g a z v e e le k t r iğ in ih tiy a ç la r ım ız ı karşılam ak için asgari bir çaba kar ş ıl ığ ı n d a ta u z a k la r d a n e v im iz e g e tir ilm esi g ib i, elim izin basit bir hare k e t iy l e g ö r ü n e c e k v e k a y b o la c a k g ö r sel v e y a işitsel im geler de müm k ü n h a le g e le c e k ." B e n ja m in 'in ö n g ö rd ü ğ ü sonuçların geçerliliği, elekt r o n ik r ö p r o d ü k s iy o n d a v e im g e ler in anında e ld e ed ilip kitlesel ölçekte k u lla n ılm a k a m a c ıy la m ek â n v e za m a n içindeki asıl bağlamlarından k o p a r ıla r a k s a k la n m a s ı k o n u su n d a k i kapasitede yaşanan ilerlem eler d o l a y ı s ı y l a k at k a t artm ıştır. K it le le r in k ü ltü r el hayattak i rolünün artışı hem olum lu, hem de o l u m s u z s o n u ç la r a y o l a ç m ıştır. B en ja m in kitlelerin nesneleri mekânsal v e in s a n i o la r a k k e n d i y a k ın la rın a g etirm e arzusundan korkuyordu; Ç ü nkü b u , o z a m a n a kadar b e n z e r siz liğ i v e kalıcılığı hedeflem iş olan bir k ü ltü r e l ü r e tim s is t e m in d e g e ç ic iliğ i v e çoğaltılabilirliği esas ö zellik ler h a l in e g e t ir e c e k t i. F a ş iz m in bundan ne kadar kolay yararlandığı düşü n ü l ü n c e , i ş ç i s ın ıf ı kültürünün d em ok ratik leşm esin in tek yanlı biçim de b ir o l u m l u l u k ta şım a d ığ ı k o n u su n d a çarpıcı bir uyarı o ^ aya çık ıyor u. A m a b u r a d a a sıl ö n e m li nokta, karm aşık bir işbölüm üne, prom os y o n ç a b a la r ın a v e paza rla m a d ü zen lem elerin e yasi!anan
ü re til v e tüketim s L m i « g estetik y a r g ıla r ın olu şu m u n u n tahlilidir. sistem s e r m a y e n in d o la şım ın ın ( v e ç o ğ u
S S S : U st = d o la sım ızam an d a çok u lu slu d o la şım .
380
poSTMODERNLiĞİN
DURUMU
nin)B i S m paza^ama ve tüketim sistemi olarak, bu faaliyet emek sürecinin aldığı biçimler bakımından ve üretimle tüketim arasındaki baom kuruluşunun tarzı açısından birçok özgül yön içerir. Bu konuda söylenemeyecek tek şey, bu alanda sermayenin dolaşımının varolmadı ğı ve çalışanların sermaye birikiminin yasaları ve kurallarından haber dar olmadığıdır. Ve hiç kuşku yok ki, tüketiciler çok dağınık olsalar da, ne üretileceği ve hangi estetik değerlerin aktarılacağı konusunda önem siz sayılamayacak bir etkiye sahip olsalar da, sistemin demokratik bi çimde denetlendiği ve düzenlendiği de söylenemez. Bu ekonomik faaliyet sektöründe çeşitli organizasyon tarzlarını ya da estetik ve kültürel eğilimlerin günlük hayatın dokusuna nasıl karıştı ğını kapsamlı biçimde tartışmanın yeri burası değil. Başka yazarlar bu tür konuları ayrıntısıyla incelemiş bulunuyor (Raymond Williams bu konuda bize bir dizi derinlikli gözlem, sağlıyor). Ama iki önemli sorun postmodemite durumunun bir bütün olarak anlaşılabilmesi açısından öne çıkıyor. Birincisi, bu üretim ve tüketim sisteminde geçerli olan sınıf ilişki leri çok özel bir nitelik taşır. Burada öne çıkan, klasik anlamda üretim araçları ve ücretli emek üzerinde dolaysız kontrolden çok paranın bir hâkimiyet aracı olarak müthiş gücüdür. Bunun bir yan etkisi, sınıf ikti darından farklı olarak paranın iktidarının doğası ve buradan doğabile cek asimetriler konusuna teorik ilgiyi yeniden ateşlemek olmuştur (bkz. Simmel'in Philosophie des Geldes [Para Felsefesi] başlığını taşı yan olağanüstü incelemesi). Örneğin medya yıldızları büyük paralar kazanıyor ama aynı zamanda emprezaryoları, plak şirketleri, medya patronları ve başkalarınca sömürülüyor olabilir. Asimetrik para ilişki lerine dayanan bu tür bir sistem kültürel yaratıcılığın ve estetik ustalı ğın seferber edilmesi ihtiyacına yalnızca bir kültürel nesnenin üreti minde değil promosyonunda, ambalajlanmasında ve başarılı bir göste riye dönüştürülmesinde de katılır. Ama asimetrik para iktidarı kaçınıl maz olarak sınıf bilinci yaratmaz. Bireysel özgürlük ve girişim hürriye ti taleplerine daha uygundur. Daniel Bell’in deyimiyle, kültürel nesne lerin üreticileri ve tüketicilerinden oluşan "kültürel kitle" içinde varo lan koşullar, ücretli emek koşullarından kaynaklanan tavırlardan farklı tutumlara yol açar. Bu kültürel kitle "orta s ın ıf’ olarak bilinen o şekil siz oluşuma yeni bir katmanın daha eklenmesine yol açar. Bu toplumsal katmanın politik kimliğinin kararsızlığı dillere desu imlik, Alman Nazizminin bel kemiğini oluşturan beyaz ya-
R E P R ODÜKS İ YON ç a ö , n d a S A N A T YAPI TI
381
kalı işçilerden (bkz. Speier, 1986) 19. yüz.
, vc ımuK aKimıar Dunlar için büyük önem taşıyabi lir. Burada önermekte olduğum şey, bir yanda paranın katıksız iktidarmca tutsak alınmış üreticilerden, ötç yanda kendileri kültürel kitlenin bir parçası olan ve kendi toplumsal kimliklerinin açık bir işareti niteli ğinde bir kültürel üretim arayan oldukça varlıklı tüketicilerden oluşan kültürel kitle içindeki bir tür döngüselliktir. Aynen Paris İzlenimcileri nin kendilerinin de bir parçasını oluşturdukları yeni toplumsal katman lardan gelen geniş izleyici kesimlerine hitap edebilmesi gibi, kültürel kitlenin oluşması ve fınans, emlak, hukuk, eğitim, bilim, ticari hizmet ler alanlarında yeni beyaz yakalı işlerin ortaya çıkması sonucunda bi çimlenen yeni toplumsal katmanlar da, modaya, nostaljiye, pastişe, kitsch'c , kısacası postmodernizmle ilişkilendirdiğimiz her şeye dayalı kültürel biçimler için güçlü bir talep kaynağı oldular. Ama kültürel kitlenin politik tavn önem taşır çünkü bu insanlar herkes için imgelerin üretimi aracılığıyla sembolik düzenin tanımlan ması işiyle meşguldürler. Bu kitle ne kadar kendi içine dönerse, ya da ne kadar fazla toplumun şu ya da bu hâkim sınıfının yanında yer alırsa, sembolik ve ahlaki düzen konusunda hâkim olan anlayış o kadar çok değişme eğilimine girer. Sanıyorum kültürel kitlenin 19601ı yıllarda kendi kültürel kimlisini oluşturmak açısından büyük ölçüde işçi sınıfı
382
POSTMODERNLİĞİN D U R U M U
bizatihi za m a n -m ek â n s ık ış m a sın d a te m e l b ir r o l o y n a m ış t ır . B u n u n nedeni k ısm en bu sektörün h erk esin o tu r m a o d a s ın a b ir m u s e e im a g i. n a ir e (h a y a li m ü z e), bir c a z k ulübü y a d a bir k o n s e r s a lo n u g e tir m e s id ir am a aynı zam an da, B en jam in 'in d ik k a te a ld ığ ı b ir d ız ı b a ş k a n e d e n i d e am a aynı vardır: Barlarımız ve m etropollerimizin sokakları, bürolarım ız ve dayalı döşeli odalarımız, garlarımız ve fabrikalarımız sanki bizi kurtuluş um udu o lm ayan bir mahkûm haline getirmişti. Sonra sinem a geldi ve bu hapisane d ün yasını sani yenin onda birinin dinam itiyle berhava etti; b ö y lelik le şim di, onun yıkıntıları ve kalıntıları arasında sükûnet içinde ve içim izde bir m acera d u y g u su y la y o lcu luğa çıkıyoruz. Yakın planla mekân genişliyor, a ğ ır çekim ile hareket zam ana yayılıyor (...) Belli ki kameranın önünde açılıp saçılan çıp lak g ö z e görünenden çok farklı; başka hiçbir fark olm asa bile, b ilin çsizce için e g irilen bir m ekân y e rine bilinçle keşfedilen bir mekân geldiği için (Benjam in, 1969 : 2 3 6 ).
25
Zam an-M ekân Sıkışmasına Tepkiler
Z a m a n - m e k â n s ık ış m a s ın ın doğu rd u ğ u sancılara tepkiler farklı olm uş ,u r i l k s a v u n m a h a ttı, y o r g u n , bitk in, her şey d en usanm ış bir se ssiz liğ e ç e k il m e k v e h e r ş e y in ne kadar e n g in , kavranam az ve bireysel ya da ko le k t i f k o n t r o lü n d ış ın d a o ld u ğ u türünden e z ic i bir duygu karşısında bo y u n e ğ m e k t ir . P o s tm o d e r n e d e b iy a tın ö z e llik le r i ("mümkün olan en b a s m a k a lıp k a r a k te rle r in m ü m k ü n o la n en basm akalıp ortamlar içinde m ü m k ü n o la n e n b a s m a k a lıp ifa d e y le anlatılm ası" , bkz. s. 7 6 ) tam da bu tü r b ir t e p k iy i ifa d e e d iy o r . W enders'in P a r is, T ex a s film inde tasvir e tt iğ i k i ş i s e l d ü n y a d a b e n z e r bir örnektir. H im m el ü b er B erlin daha i y im s e r b ir f il m o l s a d a , y in e d e N e w m a n 'ın sorduğu ötek i soruya olum lu c e v a p v e r ir : " S o n d ö n e m d e k i d e ğ işim in h ız ı, bunların g elişm e hatla rın ı i z l e y e m e y e c e ğ i m i z kadar, h içb ir d u y a r lılığ ın , h ele hele anlatının b u n la r ı d i l e g e t i r e m e y e c e ğ i kadar b ü y ü k m ü oldu?" P o s t m o d e r n i z m i n bu v e ç h e s i y a p ıb o zu m cu la rın faaliyeti sonucun d a d a h a d a g ü ç l e n d i. T u ta r lılığ ı h e d e fle y e n her anlatı karşısındaki kuş k u c u lu k la r ı v e ü s t-te o r i g ib i g ö r ü n e n her şe y i yapıbozum una uğratma t e l a ş la n i ç i n d e b ü tü n te m e l ö n e r m e le re m eyd an okuyorlardı. Ortalıkta k i b ü tü n a n la tı t e m e lli a ç ık la m a la r g iz li varsayım lar v e basitleştirm eler i ç e r d i k l e r i ö l ç ü d e , e le ş t ir e l bir in c e le m e y i hak ediyorlardı: hiç değ ilse bu e le ş t ir i d e n g ü ç l e n m i ş o la ra k ç ık m a k için . A m a hakikat v e adaletin, e t i k v e a n la m ın m u ta b a k a ta d a y a lı bütün standartlarına m eydan oku y a r a k , b ü t ü n a n la tıla r ın v e ü st-te o r iler in e n g in bir dil o y u n la n evreni için d e ç ö z ü l m e s i n i s a ğ la m a y a ç a b a la y a ra k y a p ıb o zu m cu lu k , daha radı a t e m s i l c i l e r i n i n b ü tü n iy i n iy e tin e ra ğm en, so n u n d a b ilg iy i v e g ö s t e r g e l e r d e n o lu ş a n bir m o lo z y ığ ın ın a in d irg e ı.
karizmatik
p o lit ik a n ın v e y a p ıb o z u m u n a ta b ,
oy e ı
tutulanca £
amı ’
ta g »
ö n e r m e l e r i n y e n id e n o r ta y a ç ık m a s ın a hazır h a le g etiren bır n ıh ıh zm
POSTMODERNLlölN D U R U M U
İk in c i tür te p k i, s a n k i h iç b ir e n g e l l e k a r ş ıl a ş m a d a n y o k u ş a ş a ğ ı g i d e n bir a r a c ın r a h a t lığ ıy la d ü n y a n ın k a r m a ş ı k l ığ ı n ı n y a d s ı n m a s ı v e s o n d e r e c e b a s itle ş t ir ilm iş r e to r ik ö n e r m e l e r a r a c ı l ı ğ ı y l a t e m s i l e d i l m e s i e ğ ilim id ir . P o lit ik y e lp a z e n in s o lu n d a n s a ğ ı n a b o l b o l s l o g a n i m a l e d i lir, k a r m a şık a n la m la n k a v r a y a b ilm e k i ç i n d e r i n l i k s i z i m g e l e r k u l la n ı lır! H a y a li y a d a d o l a y lı d a o l s a y o l c u lu ğ u n in s a n a g e n i ş b ir u f u k k a z a n d ır a c a ğ ı v a r s a y ılır , o y s a y o l c u lu k e n a z b u i h t i m a l k a d a r y a y g ı n o la r a k ö n y a r g ıla n g ü ç le n d ir ir .
Üçüncü tür tepki, politik ve entelektüel hayat açısından bir ara ko vuk bulma ve bir yandan büyük anlatıları reddederken bir yandan da sı nırlı mücadelenin olanaklılığını savunan bir tavır benimseme yönünde dir. Postmodernizme ilerici açıdan yaklaşımdır: toplulukları ve yerelliği, mahal ve bölgeye dayalı direnişleri, toplumsal hareketleri, ötekiliğe saygıyı vb. vurgular (bkz. yukarıda s. 134). Bu, bize hergün televizyon da gösterilen mümkün dünyaların sonsuzluğu içinden hiç olmazsa bir tane bilinebilir olanı çekip alma yolunda bir çabadır. En iyi örneklerin de bu yaklaşım başka mümkün dünyaların sarsıcı imgelerini üretir, hat ta gerçek dünyayı biçimlendirmeye bile başlar. Ama sermayenin dolaşı mının evrenselleştirici gücü karşısında, taşralılığa, ufuksuzluğa ve her şeyin kendi ekseninde döndüğü bir duruma doğru kayışı durdurmak güçtür. En kötü örneklerinde ise, bu yaklaşım bizi, parçaların arasındaki rekabetin alevlerinin ötekiler için saygıyı paramparça ettiği dar ve sekter politikaya geri götürür. Ayrıca, unutulmamalıdır ki, Heidegger'i Nazizm'le uzlaşmaya götüren ve faşizmin retoriğine hâlâ ışık tutan (örne ğin Le Pen türü bir çağdaş faşist önderin retoriğine bakın) yol budur. Dördüncü tür tepki, zaman-mekân sıkışması kaplanının sırtından düşmemek için onu yansıtacak ve umulur ki denetim altına alacak bir dil ve bir imgeler bütünü inşa etmektir. Baudrillard ve Virilio'nun coş ku dolu yapıtlarını bu kategoriye sokuyorum çünkü bu yazarlar zamanmekân sıkışmasıyla iç içe geçerek onu kendi şaşaalı üsluplarıyla taklit etmeye azimli görünüyorlar. Bu tür tepkiyi daha önce de gördük: özel likle Nietzschenin İktidar Arzusu'nĞakı olağanüstü çağrışımlarında (bkz. yukarıda s. 306). Ama onunla karşılaştırıldığında, Baudrillard’ın san letzsche nin trajik duygusunu komediye indirgediği söylenebi l i r
U
”3-im ^ Postmodernizm kendini ciddiye almakta hep
nisDeten^r tparIakllSlna rağmen, Jameson da benzer biçimde, amaçladım L 3 yat^ln yazılarında, hem temsil etmeyi çe ı üzerindeki, hem de bu gerçekliği doğru biçimde
za m a n -m e k â n s , k IŞM a sina te p k1le r
temsil etm ek için kullanılabilecek dil üzerindeki d e n « -
■.
A s l ı n d a p o s t m o d e r n te p k in in bu k anad ın,n a Cü s o r u m s u z l u ğ a d ü ş e b ilm e k t e d ir . Ö rn eğin W ™ s u n d a a n l a t t ı k la r ı n ı o k u r k e n , y ü z e y d e k i ank’s i v « ün a r d ı n d a k i s a r h o ş e d i c i h a l lu s i n a s y o n n ö i L i Z 6I, , e „ c , n d u y d u ğ u n u « «
(,987: 67) işaret ettiği gibi, itmese, ,.
385
yitirir' re‘0 n g l en ürkütü"
şlzofreni konuT
f T
b|, lnm
*
e
hikâyesinden yaptığı seçmeci alıntılar, kızın yaşad.ğ, gerçekdışL du rumlarına bağlı dehşeti ortadan kaldırır, olan biteni suçluluk uyuşukluk ve çaresizlik durumlarının birbirini izlediği, ıstıraplı ve zaman za man fırtınalı bir kendini yitirme duygusuyla el ele giden bir süreç değil miş de iyi denetlenmiş bir LS D keyfiymiş gibi gösterir. Deleuze ve Guattari, Foucaulf nun çok beğendiği bir bölümde, benzer biçimde "kapita lizmin her yerde şizo-akımları harekete geçirerek, aynen bunların pıhtı laşmasıyla 'bizim' hastalarımızı, şizofrenleri yarattığı gibi, 'bizim' sanat larımıza ve 'bizim' bilimlerimize ruh kazandıracağı" fikrine kendimizi alıştırmamız gerektiğini belirtirler. Tavsiyeleri, devrimcilerin "kendi çabalarını şizo süreç doğrultusunda sürdürmeleri"dir çünkü şizofren "toplumsal düzeni tehdit eden bir arzu akımına kapılmıştır". Durum ger çekten böyleyse, o zaman Associated Press'in 27 Aralık 1987 tarihinde geçtiği şu haberi "bizim" uygarlığımız için yazılması mümkün bir me zar kitabesi olarak düşünmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Eğer bunun çok aşın bir bakış olduğu düşunuıuyuna, ^ _____ ast ViIIage "Day-Glo" ressamı olan Kenny Scharftan bir alıntı yapa*in ı* Scharf, yaptığı bir dizi resmin baş kişisi Estelle'i zaman-mekân sıKamasından kaçmak üzere tek yön gidiş biletiyle uzaya yollarken son sahnede kadının "kendi başına eğlendiğini, uzayda yüzerken dünyanın Patlayarak berhava olmasını seyrettiğini" belirtir (Taylor, 1987. 123). E u da çok hayali bulunursa, o zaman Amstrad Şirketi nin genel müdürü Alan Sugar'dan bir alıntı yaparım: "Eğer kitlesel olarak üretilmiş porta-
tif nükleer silahlar için bir pazar olsaydı, onu da pazarlardık.
26
Tarihsel Materyalizmin Krizi
T u h a f olan ş e y bu fark lı tep k ile r in b a z ıla r ın ın n e k a d a r r a d ik a l g ö r ü n dü ğü v e , sağdan farklı olarak , s o l iç in b u n la r la b a ş a ç ık m a n ın n e k a d a r z o * o ld u ğ u d u r . A m a biraz ü z e r in d e d ü ş ü n ü ld ü ğ ü n d e t u h a f lık k o l a y c a ortadan kalkar. A n ti-o to r ite r v e put k ır ıc ı o la n ; b a ş k a s e s l e r in s a h i c i l i ğin i vurgulayan; fa rk lılığ ı, a d e m i m e r k e z iy e t ç iliğ i, z e v k in d e m o k r a t ik le şm e sin i ve h ay a lg ü c ü n ü n m a d d e s e lliğ e ü s t ü n lü ğ ü n ü y ü c e lt e n b ir d ü şü n c e tarzı, r a sg ele u y g u la n d ığ ın d a b ile ra d ik a l b ir y a n a s a h ip o l a c a k tır. D ah a soru m lu te m s ilc ile r in in e lin d e , p o s t m o d e r n i z m l e b a ğ la n t ılı f i kirler bütünü radikal a m a çla r la k u lla n ıla b ilir v e n a s ıl d a h a e s n e k e m e k sü reçlerin e d ö n ü ş d e m o k r a tik v e b ü y ü k ö l ç ü d e a d e m i m e r k e z i le ş m i ş ç a lışm a ilişk ile r in e v e k o o p e r a tif g ir iş im le r e d a y a n a n b ir ç a ğ ın h a b e r c i si olarak g ö r ü leb ilir se , bu g ö r ü ş le r d e d a h a ö z g ü r le ş t ir i c i b ir p o l it ik a y a doğru tem el bir atılım ın pa rça sı o la r a k g ö r ü le b ilir .
Geleneksel sağın bakış açısından değerlendirildiğinde, 60'lı yılla rın aşırılıkları ve 1968'in şiddeti had safhada yıkıcı görünüyordu. Belki de bu nedenden olsa gerek, Daniel Bell'in The Cultural Contradictions of Capitalism'de (Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri) çizdiği tablo, bütü nüyle otoriteye saygıyı yeniden tesis etmeyi hedefleyen sağ bir pers pektiften ortaya atılmış olsa da, muhtemelen o dönemde ne olmakta ol duğunu anlamaya yönelik birçok sol çabadan daha doğru sonuçlara va rıyordu. Toffler ve hatta McLuhan gibi kimi yazarlar da zaman-mekân sıkışmasının önemini ve yarattığı kafa karışıklıklarını, solun göremedi ği bir biçimde kavradılar, çünkü sol tam da bu kargaşayı yaratma işine boylu boyunca batmıştı. Sol bu sorunları ancak son zamanlarda kavraı. Bence Berman ın 1982 tarihli kitabı bu temaların bazılarını toparlaya ı ıyorsa bu, Marx'ı modernizmin ne olup ne olmadığını kavrayan
t a r ih s e l
m a tery alizm in
krizi
387
bir Marksist olarak değil, ilk büyük modernist dandır. yazar olarak ele almasınYeni sol kendini (özellikle geleneksel komünist doks” Marksizmin temsil ettiği) eski sol politika ile U l i r n l r r a t i H o ı - t r ' ! ' ' U . ----------
— — *— u9u;u ı, t cıu oul u geıeneKsei işçi sınıfı davranışları nın ve kurumlarının karşısında bizatihi » — yer almaya itiyordu. Yeni i c m oSol, u ı, D izaıını eski sol politikanın parçalanmasının etmenleri olan yeni sosyal hareket leri kucaklıyordu. Eski sol politika, ırk ve cinsiyet sorunlarında, farklı lığa yaklaşımında, sömürge halkların ve ezilmiş azınlıkların sorunları karşısında, ekolojik ve estetik meselelerde en iyisinden pasif, en kötü sünden gerici tavırlar aldığı ölçüde, Yeni Sol'un önerdiği türden bir po litik değişim elbette haklı görülmeliydi. Ama bu adımı atarken Yeni Sol hem ilerici değişimin aracı olarak proletaryaya, hem de bir tahlil tarzı olarak tarihsel materyalizme inancını terk etme eğilimine girdi. Andre Gorz işçi sınıfına yüksek sesle veda etti, Aronowitz tarihsel materyaliz min krizini ilan etti. Böylelikle Yeni Sol kendisi üzerine ya da postmodemist düşünce tarzlarına yönelişin ardında yatan toplumsal dönüşüm süreçleri konu sunda eleştirel bir perspektife sahip olma konusundaki kapasitesinden kopmuş oldu. Önemli olanın kültür ve politika olduğu görüşüne tutuna rak, ekonomik belirlenmeye (bırakalım sermayenin dolaşımına ve biri kimine. va da üretimde zorunlu olarak varolan sınıf ilişkilerine başvur-
388
POSTMODERNLİĞIN
DURUMU
niden ortaya koymaya çal.şan, uzun yıllar boyunca işçi sınıf,nm kültü(ieBerlerini araştırmış eski bir solcu olan (ve o sempoz yumdaki eksikliği dikkat çeken) Raymond W illia m s olacak.,. W illiams yalnızca bir kategori olarak modernizmın geçeri,lig,m reddetmekle kalm.vor bunun bir uzantısı olarak da, postmodermzm.n kend.smi, kapiîalizmin kültüründe daha derinden yaşanmakta olan kültürel dönüşüm leri örten bir maske olarak görüyordu. Kendi çalışması bu dönüşümleri kavramaya yönelikti. "Ortodoks" Marksist formülasyonların (yalnızca yapıbozum cularca değil Fanon ya da Simone de Beauvoır gibilerin izin den yürüyen yazarlarca da) sorgulanması, ortaya çıkan noktalar açısın dan hem gerekli, hem de olumluydu. Gerçekten de ekonomi politikte, devlet işlevlerinin doğasında, kültürel pratiklerde, zaman-mekân boyu tunda toplumsal ilişkilerin değerlendirilmesi bakımından önemli deği şiklikler sözkonusuydu. (Örneğin, Güney Afrika'daki apartheid ile Av rupa ve Amerika'daki işçi sınıfı hareketleri arasındaki ilişk i, politik bir mesele olarak, dolaysız emperyalizmin doruğunda olduğundan daha bü yük önem kazanmıştı.) Bu değişikliklerin anlamını kavramak için teori nin ve tarihsel materyalizmin statik değil, doğru bir yaklaşımla dina mik bir kavranışı gerekliydi. En büyük gelişme alanları arasından dör dünü saymak isterim: 1. Farklılığın ve ötekiliğin, s ın ıf ya da üretici güçler türünden daha temel Marksist kategorilerin üzerine eklenecek bir şey olarak değil, toplumsal değişim diyalektiğini kavramaya yönelik her çabada daha işin başından itibaren hep dikkate alınacak bir şey olarak ele alınması. Toplumsal organizasyonun ırk, cinsiyet, din gibi veçhelerinin, (para ve sermayenin dolaşımını vurgulayan) tarihsel materyalist çalışmaların ve (özgürleşme mücadelesinin birliğini vurgulayan) s ın ıf politikasının bü tünsel çerçevesi içine yerleştirilmesinin öneminden ne kadar söz edilse yeridir.
2.
İmgelerin ve söylemlerin üretiminin, herhangi bir sembolik dü
zenin yeniden üretiminin ve dönüşümünün ayrılmaz bir parçası olarak tahlil edilmesi gereken önemli bir faaliyet biçimi olduğunun kabul edil mesi. Estetik ve kültürel pratikler önemlidir ve bunların üretim inin ko şullarının ayrıntılı biçimde incelenmesi gerekir. 3.
Mekân ve zaman boyutlarının önemli olduğunun, toplumsal ey-
emın gerçek coğrafyalarının, kapitalizmin jeopolitiğinde düzenleyici
t a r i h s e l
MATERYALİZMİN k r iz i
389
güçler niteliğiyle hayati hale gelen, bunun yanı sıra hem kendi içlerinde hem de kapitalist gelişmenin bütünsel mantığı çerçevesinde anlaşılması gereken sayısız farklılık ve ötekiliğin mahalleri olan gerçek ya da me cazi iktidar alanları ve mekânlarının varolduğunun teslim edilmesi. Ta rihsel maddecilik nihayet coğrafyayı ciddiye almaya başlıyor. 4. Tarihsel-coğrafı maddecilik kapalı ve sabit bir anlayışlar manzu mesi değil, açık uçlu ve diyalektik bir araştırma tarzıdır. Üst-teori bü tünsel hakikatin bildirilmesi değil, kapitalizme hem genel olarak hem de günümüzde damgasını vuran tarihsel ve coğrafi hakikatleri kavrama yönünde bir çabadır.
27
Aynalardaki Ç atlaklar, Kenarlardaki K aynaşm alar
"Postmodernizmin sona erdiğini düşünüyoruz." A BD'nin büyük müte ahhit firmalarından birinin yöneticisi, mimar Moshe Safdie'ye böyle di yor ve ekliyordu: "Beş yıl sonra hazır olacak projeler için artık yeni mi marlara iş vermeyi düşünüyoruz." (New York Times , 29 Mayıs 1988). Safdie, adamın bunu "kırmızı rengin moda olduğu bir dönemde bir ma vi palto stokuyla başbaşa kalmak istemediğini söyleyen bir hazır giyim imalatçısının doğal tonuyla" aktardığını belirtiyor. Belki tam da bu ne denle, Philip Johnson azımsanamayacak ağırlığıyla, teoriye yüksek dü zeyli bir işlev atfeden yeni "yapıbozumculuk" akımına destek olmaya yöneliyordu. Eğer müteahhitler bu yöne gidiyorsa, filozoflar ve edebi teori taraftarları onlardan geri kalır mı? 19 Ekim 1987 günü, biri A BD iktisat politikasının yansıtıcı aynası nın gerisine bir göz atıyor, orada gördüklerinden pek ürkmüş olacak ki dünya borsalannı o kadar dehşet verici bir çöküşe yuvarlıyordu ki, dün ya çapında varlıkların kâğıt değerinin neredeyse üçte biri birkaç gün içinde silinip yok oluyordu (bkz. Tablo 2.10). Bu olay 1929'un çirkin anılarını canlandıracak, fınans şirketlerinin çoğunu zecri tasarruflara yöneltecek, bazılarını da telaşlı evliliklere itecekti. A nlık fınansal alış verişin hiper-mekânında genç, saldırgan, acımasız borsa tacirlerinin akşamdan sabaha kazandığı servetler elde edildiklerinden de h ızlı bi çimde yok oluyordu. New York'un ve öteki fınans merkezlerinin eko nomisi alışveriş hacminin hızla düşmesinden dolayı tehdit altına g iri yor u. Ama dünyanın geri kalan bölümü tuhaf bir kayıtsızlık içindeydi, retin İ Z l
T™ *' ^
dünyalar" manşetiyle, Main Street’ten, tica-
olarak nüehv^H1 e" Streete "ürkütücü biçimde mesafeli" u' Çökü§ün ertesi, iki kültürün öyküsüdür: fa rklı bil-
ÇATLAKLAR v e
KAYNAŞMALAR
391
giyi işleyen, farklı zaman ufuklarında hareket edPn r w J . iki Fınans âlemi ık ı kültür Kuttur (...) t „ . ) t-ınans alemi (dakikan (dakikası d a k i k a m , ' farkİ1 d ü şle r bilgisayarla yapan bu âlem) b U e ğ e r i e r t u S ' ^ I T r , ; ken, Amerika'nın geri kalan bölümü (onyıllar hesab ü î a
gören g ° re
ketedeı'
Mam Street kay,tsızl.gmda haki, olduğunu düşünebilir, çünkü çö küşün ardından d,le gelen ürkütücü öngörüler henüz gerçekleşmiş deg Ama hlzlanan
eletme ve devlet) borçluluk aynalar, fazla mesai yapmaya devam ediyor (bkz. Şekil 2.13). Hayali sermaye etkileri bakımından, eskisine göre daha da fazla hegemonik güce sahip Kâ ğıttan servet ve varlıkların hızla değer kazandığı, kendine özgü bir dün ya yaratıyor. 19701i yılların hammadde enflasyonundan bayrağı devra lan varlık enflasyonu, 1987 borsa çöküşünü etkisizleştirmek amacıyla piyasaya sürülen fonların ekonomide etkisini göstererek iki yıl sonra bir ücret ve hammadde enflasyonunun yeniden yükselmesine kadar de vam edecek. Borçlar gittikçe kısalan aralıklarla erteleniyor ve yenileni yor. Bunun toplam etkisi kapitalizmin kriz eğilimlerini 21. yüzyıla erte lemek oluyor. Ne var ki, yansıtıcı aynalarda bol bol çatlak var. ABD bankaları milyarlarca dolar miktarında şüpheli alacağı siliyor, hükü metler ödeyemezlik ilan ediyor, uluslararası döviz piyasaları sürekli bir kargaşa içinde yaşıyor. Felsefe cephesinde ise yapıbozumculuk, Heidegger ve Paul de Man' ın Nazizme sempatisi konusunda patlak veren polemikler sonucunda savunma konumuna itilmiş durumda. Yapıbozumunun esin kaynağı olan Heidegger'in Nazizme hiçbir zaman pişmanlık ifade etmediği bir bağlılık göstermiş olması, yapıbozumculuğun en gelişkin uygulayıcıla rından biri olan Paul de Man'ın anti-semitik yazılarla dolu öylesine ka ranlık bir geçmişe sahip oluşu, büyük bir utanç kaynağı oldu. Yapıbozumunun neo-faşist olduğu suçlaması kendi içinde ılgı çekici değildir, ama bu suçlamaya karşı savunma tarzı ilgi çekicidir. ^ Örneğin H illis M i l l e r (1988), de Man',n "dehşet verici lerini savunurken, "olgular"a (pozitivist bir yur“l"1f ’e tarihseı bağ la yakınlık ilkelerine (liberal hümanist bir akıl yurutm ) _ o lama (tarihsel maddeci bir akıl yürütme) aşvu
.
bunların hepsi H illisM ille r'm 'b a şk a c ın vurduğu akıl yürütme ta rz la n d m B u n mantıksal sönucuna uiaştırara^^ felsefenin kendisinden dah
J
politik fikirlerinin ahnmamasl gerektiğini (fel-
\
POSTM ODERNLİölN
DURUMU
sefenin hemen hemen hiç ciddiye ahnmad.ğm. biliyoruz), fikirlerle gerçeklik ahlaki konumlarla felsefi yaz.lar arasındaki ilişkilerin olum sal olduğunu ilan eder. Bu konumun çarpıcı sorumsuzluğu, bütün bu lartışmayı başlatan insanların çizmeyi aşan tavırları kadar utanç vericiB ir entelektüel yapıda, estetiğin etik üzerinde hâkimiyet kurmasına yolu açan çatlaklar önemlidir. Her düşünce sistemi ve kudretli bir sem bolik düzenin her tanımı gibi, yapıbozumculuk da belirli bir noktadan sonra gittikçe daha çok göze batar hale gelen birtakım çelişkiler barın dırır. Örneğin Lyotard radikal umutlarını ayakta tutmak için bozulma mış ve kirlenmemiş bir adalet kavramına başvurduğunda çıkar grupla rının kargaşasının ve onların dil oyunlarının kakofonisinin ötesine ge çen bir hakikat önermesi yapmış olmaktadır. H illis M iller, rehberi Paul de Man'ı sahte suçlamalara dayanan bir iftira olarak gördüğü iddialara karşı savunmak amacıyla liberal ve pozitivist değerlere sarıldığında, o da tümellere başvurmuş olur. Bu eğilimlerin kenarlarında ise, parçaların kaynaşması yönünde çok çeşitli türden süreçler yaşanmaktadır. Jesse Jackson'ın karizmatik politikayı bir araç olarak kullandığı bir politik kampanya, yine de, ABD'de uzun bir süredir birbirine karşı kayıtsız kalmış toplumsal hare ketlerin bazılarını kaynaştırmaya başlıyor. Gerçek bir gökkuşağı koa lisyonunun bir imkân haline gelmesi, kendi içinde kaçınılmaz olarak örtülü biçimde sınıf dili konuşacak olan bir birleşik politikayı tanımlar, çünkü farklılıkların içindeki ortak deneyimi tanımlayan tam da budur. Amerikan sendikalarının önderleri, 1950'den bu yana anti-komünizm adına yabancı diktatörlüklere vermiş oldukları desteğin, şimdi A B D ’ yle istihdam ve yatırım alanlarında rekabet içine giren birçok ülkede haksız çalışma ilişkilerini ve düşük ücret düzeylerini teşvik ettiğini ni hayet anlıyorlar. Ford’un İngiliz işçileri, grevlerinin Belçika ve Alman ya’da da otomobil üretimini durdurduğunu görünce, birdenbire işbölü münde mekânsal yayılmanın sadece kapitalistlerin lehine olmadığını, u us ararası stratejilerin sadece arzu edilir bir şey olmayıp yapılabilir esitsi7 Ur aVr.1y0r^arc^1•I^ U ğ a , apartheid’e, dünya çapında açlığa, iuvfl7i kar§! mücadelede de, çevre alanında da (bur juvazi açısından olayların zorladığı, ekolojik grupların ise aktif biçim de hedeflediği) yeni bir enternasyonalizmin işaretleri yaygın olarak gö rülüyor - her ne kadar yapılan şeylerin büyük bölümü politik örgütlen me alanından ziyade (Band Aid gibi) arı anlamda imaj üretimi alanında yer alsa da. Ayrıca Doğu ile Batı arasındaki jeopolitik gerilim de (gene
ÇATLAKLAR
VE
393
KAYNAŞMALAR
hiç de Batı'nm sayesinde değil, daha çok D 0 5u'daki M • ■ da) dikkat çekici bir yumuşamaya giriyor * sonucunAynadaki çatlaklar çok geniş, kenarlardaki kaynaşmalar çok cam, cl olmayabilir. Ama bunların varolması postmodemitedummuîun d ' rinden bir değişim geçırd.gıni, belki de kendiliğinden başka b dönüşeceğini gösteriyor. Peki ama neye?
"et
Bu sorunun cevabı günümüzde emek dünyasını, finans âlemini eşitsiz coğrafi gelişmeyi vb. dönüştürmekte olan politik-ekonomik güç’ lerden soyutlayarak verilemez. Jeopolitik ve ekonomik milliyetçilik ye relcilik ve mahalle dayalı politika, bütün bunlar yeni bir enternasyonalizmle kozlarını en çelişik biçimler altında paylaşıyorlar. Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun bir ticaret bloku olarak kaynaş ması 1992'de gerçekleşecek; bütün kıtayı bir şirket devralma ve birleş me deliliği kaplayacak; oysa Thatcherizm kendini hâlâ İngilizlerin öz güllüğüne (ki bu hem sağda hem solda kabul gören bir önerme gibi gö rünüyor) yaslanan bir ulusal proje olarak ilan ediyor. Finans kapital üze rinde uluslararası bir denetimin gerekliliği kaçınılmaz görünüyor, ama bu noktaya ulusal çıkarlar temelinde oluşan bir kolektif müdahaleyle varılması olanaksız gibidir. Entelektüel ve kültürel alanlarda da benzer karşıtlıklar saptanabilir. Wenders yeni bir romantizmi, Varlığın donmuşluğundan romantik arzunun salınmasıyla küresel anlamların ve Oluş'un olanaklarının keş fini öneriyor gibidir. Bilinmez ve belki de denetlenemez bir estetik gü cün istikrarsız bir duruma salınmasında tehlikeler mevcuttur. Brandon Ta ylo r ise, kültürel faaliyetleri bir tür belirtik etik içeriğin ifade edilebi leceği bir alana geri getirmenin aracı olarak, gerçekçiliğe geri dönüşü savunur. Yapıbozumculardan bazıları bile sanki yüzlerini yemden etıge çevirmektedirler. Bunun ötesinde tarihsel materyalizmin
, ve
Aydınlanma
. . • p r o je s in ,
b ir y e n ile n m e süreci yaşadığını görüyoruz. Ilkı aracılıgıy a P n ite y i tarih se l-co ğ rafı bir durum olarak kavramaya e le ştire l tem elde anlatının imgeye karşı, e t lS ın
^ ^
^
? v e fa rk lılık için-
p r o je sin in V a rh J. k « , bir l a *
de birliği aramak, ama bütün bun arı, ım= man-mekân sıkışmasının y a r a tt ığ ı sorun
’
je0politi&in ve ötekiliğin m ü m k ü n olur. T a r ih -
öneminin a ç ı k ç a anlaşıldığı bir ag am oercekten de Aydınlanma projesel-coğrafi materyalizmin yenl ®1’^ çelişmesine katkıda bulunabilir. sinin yeni bir ^ ^ K t î t a t e e d e r : Poggioli (1968:73) aradaki farkı şoy
394
POSTM ODERNLİÖİN
DURUMU
Klasik çağın bilincinde, geçmişi sonucuna ulaştıran şim diki zam an değil, dir geçmiş, şimdiki zamanla sonuçlanır; şimdiki zaman da ezeli ve ebedi deSerlerin veni bir zaferi, hakikal ve adalet ilkesine bir gen donuş, bu ilkelerin yeniden tesisi ya da yeniden doğuşu olarak kavranır. O y sa modernler için şjmdikj zaman ancak taşıdığı gelecek potansiyelleri sayesinde, geleceğin m atrisi olarak, süregiden bir metamorfoz halinde olan, sürekli bir ruhsal devrim olarak görülen tarihin demirci ocağı olduğu ölçüde geçerlilik taşır.
Kimi bizi klasisizme geri götürmek istiyor, kim i ise modernlerin çıktığı yola devam etmek. Bu İkinciler açısından her çağ "doruğuna varlık yoluyla değil oluş yoluyla" erişir. Sorun, bundan daha iyi ifade edilemezdi.
Kaynakça
Araç, J. (der)(1986). Postmodernısm and Politics, Manchester Aragon, L. (1971): Paris Peasant, Londra Archives Nationales (1987): Espacefrançais Paris Arm/A Londra.' Gly" ' A' * HaiTİSOn' J' (‘ 984): since W°r‘“ Aronowitz, S. (1981); The Crisis o/Historical New York Bachelard, O (19M): 77* Poeiics ofSpBoston, nın Poetıkası, Kesit, İstanbul). Banham, R. (1986): A Concrete Atlantis: U.S. Industrial Building and European Modem Architecture, Cambridge, Mass. Barthes, R. (1967): Writing Degree Zero, Londra (Türkçesi: Yazının Sıfır De recesi, Metis, İstanbul). Barthes, R. (1975): The Pleasure ofthe Text, New York. Baudelaire, C. (1981): Selected Writing on Art and Artists, Londra. Baudrillard, J. (1981): For a Critique of llıe Political Economy ofthe Sign, St. Louis, Mo. Baudrillard, J. (1986): L'Amerique, Paris (Türkçesi: Amerika, Aynntı, İstan bul). Bell, D. (1978): The Cultural Contradictions of Capitalism, Nevv York. Benjamin, W. (1969): lllıuninations, New York (Türkçesi: Parıltılar, Belge, İstanbul). Berman, M. (1982): Ali that is Solid Melts into Air, Nevv York (Türkçesi: Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, İletişim, İstanbul). Bemstein, R. (der.) (1985): Habernıas and Modemity, Oxford. Blitz, M. (1981): Heidegger's Being and Time: and the Possibility of Political
Philosophy, Ithaca, NY. , , Block F. (1977): The Origins of International Economıc Dısorder: A Study oj the United States International Policy since World V/ar II to the Preseni, BlueBs t o n f B CvfHarrison, B. (1982): Borgcs, J. (1972): The C h r o n i c l e s o f Bourdicu, P. (1977): O u t l i n e o f a T h e o r y o f P r a c t t c e ,
o f A m e r ic a ,
B
MeU
396 Bourdieu,
P0 S TM 0 D E R N LİĞ 1 N D U R U M U P. (.984): M
* * * *
^
L °pdn986): "The Ineluctabi.ity of
D if fe r e n c e :
Scientifıc Pluralism and
to City Planning",
25
Bradbûry. M ve McFariane, J. (.976): Modertıisnı, ,8 9 0 -,9 3 0 , Harmondd SWmon h M974V Labor andMonopoly Capital, New York. Brano™. (.987): "Ramb.e City: Postmodemism and B W e Runner", October
ManufacturingConsent: Changes in ıhe Labo under Monopoly Capitalism, Chicago, 111. Büreer P (1984): Theory o f t h e Avant-Garde, Manchester. Calvino, I. (1981): If on a Winter's Night a Traveler, New York (Türkçesi: Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, Can, İstanbul). Caro, R. (1974): The Power Broker: Robert Moses and t he Fail o f New York, New York. Cassirer, E. (1951): The Philosophy ofthe Enlightenment, Princeton, NJ. Chambers, I. (1986): Popular Culture: The Metropolitan Experience, Londra. Chambers, I. (1987): "Maps for the Metropolis: A Possible Guide to the Present", Cultural Studies, 1, 1-22. Clark, T. J. (1985): The Painting o f Modem Life: Paris in the A rt o f Manet and his Follovvers, New York. Coalition for the Homeless, New York City (1987): Forgotten Voices, Unforgettable Dreams, New York. Cohen, S. ve Taylor, L. (1978): Escape Attempts: The Theory and Practice o f Resistance to Everyday Life, Harmondsvvorth. Cohen-Solal, A. (1987): "The Lovers' Contract", The O bserver, 11 Ekim 1987. Collins, G. ve Collins, C. (1986): Camillo Sitte: The Birth o f M odern City Planning, New York. Colquhoun, A. (1985): "On Modern and Post-Modem Space", Princeton Archıtectural Press içinde. Buravvoy! ML (1979):
rrim P' n P n the Museum's R uins", H. Foster (der.) içinde. nmp, D. (1987): Art ın the 80s: The Myth of Autonomy", PRECIS 6 , 83-
S^PanditsC onsequencesfor Davîdsom / D.^ve Rees-M f Davis, M. (1986)- P risoner^f ,ı ' i de Certeau, M. ( 1 9 8 4 ) X p de Vroey, M. (1984)- ”AR eeuhr*
GLondra.
A Blood
llle
Londra.
Amf canDream- Londra. °fEverydaUfe, Berkeley, Calif.
porary Crisis", Capital andC/m",'2 3 ^ - 6 6 ' nterpretatİOn of the Contem'
k a y n a k ç a
D ebsc i9$a y DelZ
D etroit'M ich-^ ««
’LondVreaGUat,ari’ '
DeU3T,9eİ - l İ T
397
nti-Oapıtalism A C and SchıZophre-
R y an ’ C ' ° 984); ,The F İ" e Art
0fGemnrıc«ion". Oaober.
Deyo, F. (1987): "Labor Systems, Segmentation and the Politics of lahor The East Aslan NIC's in the Transnational Division of Labor" AmenYan Socıological Association’a sunulan makale, Chicago. Dicken, P. (1986): Global Shift : Industrial Change in a Turbulem World Londra. Dockes, P. (1969): L'espace dans la pensee economique du XVie au XVIlie siecle, Paris. Durkheim, E. (1915): The Elementary Forms ofthe Religious Life, Londra. Eagleton, T . (1987): "Avvakening from Modemity", Times Literary Supplement, 20 February 1987. Eco, U. (1986): "Function and the Sign: An Introduction to Urban Semiotics", M. Gottdiener ve A. Lagopoulos (deri.): The City and the Sign: An Introduction to Urban Semiotics içinde, New York. Edgerton, S. (1976): The Renaissance Re-discovery of Linear Perspective, New York. Edvvards, R. (1979): Contested Terrain: The Transformation ofthe Workplace in the Tvventieth Century , Nevv York. Farias, V. (1987): H eideggeret le nazisme, Paris. Fayol, H. (1916): Administration industrielle et generale, Paris. Ferry, L. and Renault, A. (1988): Heideggeret les modernes, Paris. Feyerabend, P. (1975): Against Method, Londra (Türkçesi: Yönteme Hayır, Ara, İstanbul). Fish, S. (1980): Is There a Text in This Class? The Authority of Interpretive Comnıunities, Cambridge, Mass. Fishman, R. (1982): Urban Utopias in the Twentietlı Century, Cambridge, Mass. Flaubert, G. (1964): Senlimenlal Educalion, Harmondsworth (Türkçesi: Gönül ki Yetişmekte, Adam, İstanbul). Flaubert, G. (1979): Letters,1830-57, Londra. Foster, H. (1985): Recotlings: Art, Spectacle, Cultural Polılıcs, Port TownFo ste Lİ4^ d e rH 1 983 ): The
anti-aesthetic:onPostmodern Cıdture,
Port Tovvnsend, Washington. Foster, J. (1974): Class Struggle in the lndustnal E
P-
S
Framptoru K. (1980): Frisby, D. (1985):
Londra.
MoOern^ Fragments o f Mode
Giddens, A. (1984): The Giedion, S. (1941): Space, Time and Archıtecm
Harmond-
^
CT N e ew York. tfm rM andA T
398
P0STM0DERNLİÖ1N
Gillfgan, C. (1982):
,na
Devetopm enl^m bnd ^ , ^ Giovannını, J. (I^»»). G
o
l J "
DURUMU
^
Differen,
Ru|es„ New York Times Magazine,
dtc
0988): "Theories as «he Building B locks for a Nevv Sty.e",
in ,he Class r-
C am b-
c df ° n H 978 V "CaDitalisl Development and the History o f A m erican C if c Ş W Tabbve LP Sawers (deri.), Morris,n and M etropolis içinde.
Gordon*D°(1988): "The Global Economy: New E d ifıce or C n ım b lin g Foundations?", New Left Review, 168, 24-65. Gramsci, A. (1971): Selections from the Prison Notehooks, Londra (T u rkçe si:
Hapishane Defterleri, Belge, İstanbul). Gregory, D. ve Urry, J. (deri.) (1985): Socıal Relatıons and Spatıal Structures. Londra. Guilbaut, S. (1983): How New York Stole the Idea o f Modern Art, C hicag o. Gurvitch! G. (1964): The Spectrunı ofSocial Time, Dordrecht. Habermas, J. (1983): "Modemity: An Incomplete Project", H. Fo ster (der.) içinde. Habermas, J. (1987): The Philosophical Discourse o f Modernity, O xford. Hâgerstrand, T. (1975): "Survival and Arena: On the L ife H istory o f Individuals in Relation to Their Geographical Environment", T . C arlstein, D . Parkes ve M. Thrift (deri.), Human Activity and Time Geography içinde, c. 2, Londra. Halal, W. (1986): The New Capitalism, New York. Hail, E. (1966): The Hidden Dimension, New York. Hareven, T. (1982): Family Time And Industrial Time, Londra. Harries, K. (1982): "BuiJding and the Terror of Tim e", Perspecta: The Yale Architeclural Journal, 19, 59-69. Harrington, M. (1960): The Other America, Nevv York. Hamson. B. ve Bluestone, B. (1988): The Great U-Tum: Capital Restructuring and the Polarizing o f America, Nevv York. Hartsock, N. (1987): "Rethinking M odemism: M inority Versus M ajo rity Th eories", Cultural Critique, 7 , 187-206 Harvey, D. (1982): The Limits to Capital, Oxford Harvey, D. (1985a): The Urbanization o f Capital, O xford.
H nZv n (deri
\'y
Consciousness and the Urban Experience, O xfo rd . f i , G e° P ° litics of Capitalism ". D. G re g o ry ve J. U rry
Har ey D İÇİnde’ Lo n d ra ' Hassan f ' / . o ™ o * Urban c,O xford. xperin E «assan, 1. (1975). Paracrtttastns: Seven Speculations o f ,he Times, U rbana, Cullure of Postmodemism", Theory, Cullure a n d So-
M. (1959); „
^
^
3 99
k a y n a k ç a
H elgerson, R . (1986): "The Land Speaks: Canosraohv r h „ Subversion in Renaissance England", 16 H erf, J. (1984): Reactionary Modîmism , Cambridge ' H ew ıso n, R. (1987): The Heritage Industry, Londra
P V' a"d
85
Horkheim er, M . ve Adom o, T . (1972): The Dialectir nf Fnı;„ı, Y o rk (T ürkçesi: Aydınlanmanın Diyalektiği, K abala İstanbul)"”* ' ” ’ HUnhing0tonmiD C ° n
FÜUmcUd Structure ™d Reguİation. Was-
H uyssens, A . (1984): "Mapping the Post-Modern", Nevv German Critigue, 33 , Institute o f Personnel Management (1986): Flexible Pattems ofWork , Lond ra. Jager, M . (1986): "C lass Defınition and the Esthetics of Gentrification", in N. Sm ith ve P. W illiam s (deri.). The Gentrification ofthe City içinde. Lond ra. Jacobs, J. (1961): The Death and Life of Great American Cities, Ncw York. Jam eson, F. (1984a): "The Politics of Theory: Ideological Positions in the Post-M odem ism Debate", Nevv German Critique , 33, 53-65. Jam eson, F. (1984b): "Postmodemism, or the Cultural Logic of Late Capitalism ", Nevv Left Revievv, 146, 53-92 (Türkçesi: Postmoderniyn içinde, der. N ecm i Zeka, K ıy ı, İstanbul, içinde). Jam eson, F. (1988): "Cognitive Mapping", Nelson and Grossberg içinde (deri.). Jencks, C . (1984): The Language of Post-Modern Architecture, Londra. Jessop, B . (1982): The Capitalist State, Oxford. Jessop, B . (1983): "Accumulation Strategies, State Forms, and Hegemonic Projects", Kapitalistate, 10/11, 89-112. K e m , S. (1983): The Culture o f Time and Space, 1880-1918 . Londra. K lotz, H. (der.) (1985): Post-Modern Visions, New York. Kostof, S. (1985): A History of Architecture: Seıtings and Rituals, Oxford. K o y re, A . (1968): From the Closed World to the Infınite Universe, Baltimore, M d. o , K rie r, R. (1987): "Tradition-Modemity-Modernism: Some Necessary Explanations", Architectural Design Profile , 65, Londra. K roker, A . ve C oo k, D. (1986): The Postmodern Scene: Excremental Culture
and Hyper-Aesthetics, New York. K uh n, T . (1962): The Structure o f Scientifıc Revolutions, Chicago, 111. (lu rk çesi: Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Alan, İstanbul) Lan des, D. (1983): Revolution in Time: Clocks and the Making of the Modem
World, Cambridge, Mass. La n e, B . (1985): Architecture and Politics uı Germany, 1918-1945 , Cam bnd L a s l T s ^ e U r r y , J. (1987): The End o f Organised Capitalism, Oxford. I e C o rb u sier (1929): The City ofTomorrovv and its Planning, Londra, ı r n ff 1 ( 1980V Time Work and Culture in the Middle Ages , Chicago, 111.
American Institute o f Planners, 39,117-44.
TMODERNLİĞIN d u r u m u 400
P0S
, A. (1985):C i t i e s P e r c e i v e d : Urban Society in European L ees,
'182°-1940,New Yor!c ^ ^
Hudson Burnham and
M aki^'of T u r b a n
Strategy.yayınlanmamış doktora tezi,
LeftbîreUH T l9 7 4 Y U ^ o ^ o n d e V e s p a c e .P ^ s . r , „ A H 986V "N ew Tendencies in the International D ıvısıon of Labour: L 'P R e g i™ of Accumulation and M ette of Regulation", A Scott ve M. Storper (deri.), P ro d u ctio n , W ork, T e m to r y ; th e Geographical Anatomy o f ln d u s tr ia l C a p ita lism içinde, Londra. Lukacs, G. (1969): G o e th e a n d h is A g e , Londra. Lunn, E. (1985): M a rx ism a n d M o d e rn ıs m , Londra. Lyotard, J. (1984): The P o s tm o d e r n C o n d itıo n , Manchester (Turkçesı: Post-
modem D ııru m , Ara, İstanbul). Maddison. A. (1982): P h a s e s o f C a p i ta l is t D e v e lo p m e n t, Oxford. Mandel, E. (1975): L a te C a p ita lis m , Londra. Martin, R. ve Rovvthom, B. (deri.) (1986): The Geography o f Deindustrialisation, Londra. Marx, K. (1963): The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, New Y ork (Türkçesi: Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i, Sol, Ankara). Marx, K. (1964): The Economic and Philosophic Manuscripts o f 1844, Nevv York (Türkçesi: 1844 E l Yazmaları, Sol, Ankara) Marx, K. (1967): Capital ( i cilt), Nevv York (Türkçesi: Kapital, Sol, Ankara). Marx, K. (1973): Grundrisse, Harmondsvvorth (Türkçesi: Grımdrisse, B ir i kim, İstanbul). Marx, K. ve Engels, F. (1952): The Communist Manifesto, Moscovv (T ürkçe si: Komünist Manifesto, Sol, Ankara). McHale, B. (1987): Postmodernist Fiction, Londra. McLuhan, M. (1966): Understanding Media: The Extensions o f Man, Nevv York. Miller, J. Hillis (1988): "De Man", Times Literary Supplement, 17 Haziran 1988. Moore, B. (1986): Space, Text and Gender, Cambridge. Murray, R. (1987): "Flexible Specialization in the T h ird Italy’ ", Capital and Class, 33, 84-95. Nash, J. ye Femandez-Kelly. P. (deri.) (1983): Women, Men and the Interna tional Division of Labor, Albany, N Y Nelson C. ve Grossberg, L . (deri.) (1988): and ıhe of Culture, Urbana, IH. 1 J
Nei r , „ C / '98,4): "Th‘;.P° stmodem Aura: The Act of Fgction in an Age of Inflatıon , Salmagundı, 63-4, 3-199 Nıetzsche, F. (1968): The Willto Power, New York NOTeîl’e T
7 «;
b y D e S ‘g n '
NeW York-
canCities, T o ta t ra N j" '( l984)' ^ Offe0 C0(rİ9 85)9S (1985)'
Economic
ThC FİSCf ‘ CrİS“ ° f ‘h‘ Nevv York. DısorganızedC ,Oxford. apitlsm
of
k a y n a k ç a
40l
O llm an, B. (1971): Alienation , C am b r id g e . Ozouf, M. (1988): Festivals and the French Revolution CamhriH* k* P f e il F. (1988): "Postmodemism as a 'Stmcture r f a Grossberg içinde (deri.). ’ ^elson and Piore, M. ve Sabel. C. (1984): The Second Nevv Yn,v Poggioli, R. (1968). The T h e o r y o f theA Cambridge Mass Pollert, A. (1988): "Dismantling Flexibility'\ Capital andClass 34i l ıs PRECIS 6 (1987): The Culture of Fragments, Columbia UniversityGraduaıe School of Architecture, New York. Princeton Architectural Press (1985): Architecture, Criticism Ideolon Prin ceton, NJ. Raban, J. (1974): Soft City, Londra. Raphael, M. (1981): Proudhon, Marx, Picasso: Essays in Marxisı Aesthetics, Londra. R eich, R. (1983): The Next American Frontier, Baltimore. Md. Relph, E . (1987): The Modem Urban Landscape, Baltimore, Md. Rochberg-Halton, E . (1986): Meaning and Modemity: Social Theory in the Pragmatic Attitude, Chicago, 111. Rohatyn, F. (1983): The Twenty-Year Century, Nevv York. Rorty, R. (1979): Plıilosophy and the M irrorof Nature, Princeton, NJ. Rorty, R. (1985): "Habermas and Lyotard on Postmodernity", Bemstein için de (der.). R ossi, A. (1982): Architecture and the City, Cambridge, Mass. Rovve, C . ve Kocttcr, F. (t.y.): Collage City, Cambridge, Mass. Sabel, C . (1982): Work and Politics; the Division of Labour in Industry, Londra. Sack, R. (1986): Human Territoriality: Its Theory and History, Cambridge. Sayer, A. (1989): "Post-Fordism in Question", International Journal of Urban and Regional Research, Forthcoming. Scardino, A. (1987): "What, New York City Worry?", New York Times, 3 Ma yıs 1987. Schorske, C . (1981): Fin-de-siecle Vienna: Politics and Culture, New York. Schumpeter, J. (1934): The Theory of Economic Development, Cambridge, M ass. Scott, A . (1988): New Industrial Spaces: Flexible Production, Organısatıon and Regional Development in North America and Westem Europe, LondShaiîken, H. (1984): Work Transfonned: Automation and Labour in the Com
puterA ge, Nevv York. „ _ , ., . ~ Sim m el, G . (1971): "The Metropolis and Mental Life , D. Levıne (der.). On Individualityand Social Fonn içinde. Chicago, ^ (T ü r k ç e s .: Metropol ve Z ihin sel Yaşam ", Defter, 16, Ağustos-Aralık 1991). Sim m el, G . (1978): The Philosophy of Money,L ondra. Sm ith, N. (1984): Uneven Development, New York. Soja, E . (1988): Postmodem Geographıes: The Reassertıon of p
cal Social Theory, Londra. Sorel, G . (1974): Reflections on Violence, Londra.
POSTM OD ERN LIĞ IN
DURUMU
402
Speier, H. (1986): German
WhiteCollar Workers
S p u f f o T p C( 1 9 8 8 ) : Money and its ases in Europe, Cambridge. Slein G (1938): Picasso, N ew York. Swvneedouw E (1986): "The Socio-Spatial Implıcatıons o f Innovatıons in Industri^Organisation". Working Paper. No. 20, John Hopkins European Çenter for Regional Planning and Research, Lille. Tafuri M (1976): A r c h i t e c t u r e and Utopia, Cambridge, Mass. Ta fuıi M. (1985): "USSR-Berling 1922: from Populısm to Constructivist In ternational", Princeton Architectural Press içinde. Tarbell. I. (1904): The History o f the Standard Oil Company , c. 1. Ne w York. Taylor, B. (1987): Modemism, Post-Modemism, Realism: A Critical Perspective for Art, VVinchester. Taylor, F. W. (1911): The Principles o f Scientifıc Management, Ne w York. Therbom, G. (1984): Why some People are more Unemployed Than Others, Londra. Thompson, E. P. (1967): "Time, Work Discipline, and Industrial Capitalism", Past and Present, 38, 56-97. Tichi, C. (1987): Shifting Gears: Technology, Literatüre, Culture in Modernist America, Chapel Hill. Timms, E. ve Kelley, D. (deri.) (1985): Unreal Cityv Urban Experience in Modem European Literatüre and Art, Manchester. Toffler, A. (1970): Future Shock, New York. Tomlins, C. (1985): The State and the Unions: Labor Relations, Law and the Organized Labor Movement in America, 1880-1960, Cambridge. . Trilling, L. (1966): Beyond Culture: Essays in Literatüre and Leam ine Londra. Tuan, Yi Fu (1977): Space and Place, Minneapolis, Minn. Venturi, R„ Scott-Brovvn, D. ve Izenour, S. (1972): Leam ing fro m Las Vegas, Cambridge, Mass. Virilio, P. (1980): L'esthetiçue de la disparition, Paris. VVaJker, R. A (1985): "Is there a Service Economy? The Changing Capitalist Dıvısıon of Labor", Science and Society, 49, 42-83. "Urban Protesi and the Global Polilical Economy: The
de Oxford ’
Ve J' R Fea8 in Werl.), The Capitalist C ity için-
The Trtdy D isadvntge,Chicago, III. ’ S' ^1982)- LofiUvıng, Baltimore, Md.
the Rise Nevv
Ad Dizini Adomo, T . 26 Aglietta, M. 143 Alberti, L.-I. 274 Alekan, H. 357 Althusser, L . 370 Anderson, J. 363 Anderson, P. 136 Aragon, L . 34, 44, 45 Armstrong, P. 155 Amold, M. 42 Aronowitz, S. 63, 387 Augustine, St. 57 Babbage, C. 147 Bach, J. 277 Bachelard, G. 239, 245, 347 Bacon, F. 27 Banham, R. 37 Barthes, R. 18, 19, 74,76, 85,296 Bartok, B. 42 Baudelaire, C. 23, 24, 29, 30, 34,41, 4 2 ,4 5 ,4 7 , 53,60, 104, 121, 137, 233, 235, 265, 292, 296 Baudrillard, J. 123, 321, 325, 335, 384 Beckmann, M. 311 Bell, D. 33,65, 78,134,158,227, 296, 324, 380, 386 Bellamy, E. 41, 150 Benjamin, W . 24, 35, 68 , 136, 298, 379, 382 Bentham, J. 42 Berg, A. 42 Bergson, H. 227, 232, 233 Berman, M. 23, 24, 29, 30, 120, 121, 227, 386
Bemstein, R. 26, 28, 29, 56 Bieliy, A. 24 Blitz, M. 234, 235 Bluestone, B. 328 Bogart, H. 351 Bonaparte, L. 130 Borges, J. 56,73 Boulee, E.-L. 279, 280 Bourdieu, 232 Bourdieu, P. 101, 232,239,242,244, 245, 247,279,283,284,378 Bove, P. 63 Boyer, C. 143,330 Bradbury, M. 29,34, 38, 39,42, 299 Brancusi, C. 42 Braque, G. 42, 301 Braverman, H. 157 Brown, S. 54 Brunelleschi, 274 Bruno, Giordano, 274, 275 Bruno, Giulliano, 342,345-347 Burawoy, M. 156 Bürger, P. 25 Burke, E. 28 Bumham, D. 39,41,56 Bush, G. 363 Buttiglione, R. 57 Byron, Lord, 33 Calvino, I. 325, 357 Caro, R. 88,150 Cassini, J. D. 279 Cassirer, E. 26 C6zanne, P. 301 Chambers, I. 78, 336 Chaplin, C. 47
POST M O D ERN LİĞ İN
Charles, Prens, 55, 85, 137 Chirac, 267 Clark, T . J. 39, 72 Cohen, S. 337 Cohen-Solal, A. 233 Colbert, J.-B. 279, 286 Coleman, A. 137 Colqııhoun, A. 339 Comte, A. 42 Condorcet, M.-J. 26, 28,33, 42 Cook, D. 57 Crimp, D. 71, 72, 80,135,304 d'Alembert, J.-L. 42 Dahrendorf, R. 220 Daniels, P. 180 Darvvin, 307 Davidson, J. 262 de Beauvoir, S. 388 de Certeau, M. 40, 239, 241, 242, 272, 283, 354 de Chirico, G. 42,47, 300 de la Blache, V. 106 de Man, P. 391,392 Degas, 332 Delaunay, R. 301 Deleuze, G. 70, 268, 344, 385 Derrida, J. 65, 67, 70, 138, 235, 387 Descartes, R. 32, 68 Deutsche, R. 370 Dewey, T . 68 Dicken, P. 327 Dickens, C. 125 Diderot. D. 42 Dilthey, W. 230 Dockes, P. 286 Donne, J. 277 Dos Passos, J. 46 Dostoyevski, F. 24 Duchamp, M. 42 Durkheim, 230, 301 Eagleton, T . 21,70, 138,236 Eco, U. 106 Edgerton, S. 272, 274, 276 Edvvards, R. 150 Einstein, A. 43, 300, 339
DU RU M U
Eliot, T . S. 3 5 ,4 8 ,5 1 ,2 3 3 Engel s, F. 43, 120, 121,247, 370 Faik, P. 349, 351, 354, 356 Fanon, F. 388 Farias, V. 235 Faulkner, W . 51 Fayol, H. 150 Felipe, II, 279 Feyerabend, P. 2 1 Firey, W. 101 Fish, S. 63, 305 Fishman, R. 37 Flaubert, G. 42, 296, 297, 299, 304 Ford, H. 43, 147, 148, 149, 150, 157, 300-302, 392 Foster, J. 68 , 77, 264 Foucault, M. 21, 60-64, 73, 124, 232, 239, 241,260, 268, 284, 286, 304, 305, 338-340, 385, 387 Frampton, K. 45, 50, 305 Freud, S. 44, 60, 123, 136, 347 Frisby, D. 24 ,40 Galileo, 275, 277 Galler Prensi, 57 Gaudemar, A. 305 Geddes, P. 150 Giddens, A. 124, 250 Giedion, S. 51 Gilbreth, F. 147 Gilligan, C. 64 Giovannini, J. 119 GIyn, A. 155 Goethe, W . 24, 29, 280 Goldberger, P. 119 Goldthorpe, J. 156, 157 Gordon, D. 21 6,2 17 , 265 Gorz, A. 387 Gottlieb, A. 51, 52 Goya, 49 Gramsci, A. 148,156, 158 Gregory, D. 317 Gropius, W . 3 6 ,3 1 0 ,3 1 5 Guattari, F. 7 0 ,2 6 8 , 3 4 4 ,3 8 5 Guilbaut, S. 3 8 ,5 1 ,5 2 Gurvitch, G. 2 5 1 ,2 7 1 ,2 9 2
AD
D lZtNt 40 5
Habermas, J. 25, 26, 27, 69, 373 Hagerstrand, T . 238, 239, 241 Halal, W . 197, 198,372 Hail, E . 242 Hareven, T . 228 Harries, K . 232, 233 Harrington, M. 161 Harrison, B . 155, 328 Hartsock, N. 64 Harvey, D. 116, 19 9,2 08 ,25 6 Hassan, I. 58, 60, 67, 69, 70, 81, 372 Haussmann, G. 30, 39, 231 Heath, T . 192 Hegel, G. 30 5,3 15 Heidegger, M . 3 3 ,4 9 , 50, 51, 65, 234, 2 3 5 ,2 4 5 ,3 0 6 ,3 1 0 ,3 3 9 , 384,391 Helgerson, R . 257, 279 Hemingway, E. 46 Herf, J. 48 Hewison, R . 80, 106, 107 H itle r, A. 26, 47, 48, 135,235 Horkheimer, M. 26 Howard, E . 39, 87, 93, 150 Hume, D. 42 Huyssens, A. 45, 50, 52, 54, 64, 74, 134 Isaacs, W . 193 Jackson, J. 392 Jacobs, J. 15, 55, 89, 93, 9 5 ,9 6 , 103, 162, 309 Jager, M . 101 Jameson, F. 52, 58, 69, 71, 74, 76, 8 0 ,8 1 , 104, 109, 13 8,2 27 ,29 3, 318, 320, 3 2 5 ,3 3 9 , 340, 344, 3 8 4 ,3 8 5 Jefferson, T . 286, 303 Jencks, C. 19, 54, 94-96, 103, 104, 107, 118, 136, 13 7 ,3 3 5 ,3 3 6 Jessop, B. 192 Johannes Paulus, II, Papa, 56, 57 Johnson, P. 89, 135,326, 390 Joyce, J. 3 4 ,4 2 ,4 5 , 51, 227, 300, 301
Kandinski, W 42 3 i? Kant, 1.32,234 Kennedy,J 354 Kem, S. 301-304,307,309-311 34, Keynes, J. 152 King, M. L. 112 Klee, P. 42,45 Klimt, G. 44. 308 Klotz, H. 103,116,118 Kostof, S. 275, 277 Koyre, A. 277 Kracauer, S. 24 Krier, L . 85, 86,96, 101,103 104 118 Kroker, A. 57 Kropotkin, Prens, 150 Kuhn, T . 21 Lacan, J. 69 Laffer, T . 363 Landes, D. 255, 257, 258 Lane, B. 48 Lash, S. 158, 182,197,198, 372 Lavvrence, D. H. 42,51,299 Le Corbusier, 19, 35-37,39,45,46, 49-51,54, 87,88,93,136,137, 150,152,231,303,307,310,315 Le Goff, J. 257,260 Lee, D. 55 Lefaivre, M. 297 Lefebvre, H. 246,247,251,255,267, 285,299,305 Legcr, F. 44, 303 Lenin, 1.44, 111,150,312 Lessing, D. 324 Lipietz, A. 143,144,179 Loos, A. 308 Lukacs, G. 29,373 Lunn, E. 34 Luxemburg, R. 312 Lyolard J.60.62.63. 65 69 107, 134,138,236,237,305,325, 333,392 Mach, E. 44 Mackinder, H. 307 Malthus, T . 28
POSTM ODERNLİÖİN
Mandel, E. 81,318 Manet, E. 34,39,41,42,71,72,83, 296,304 Mann, T. 42 Mao Zedung, 29 Marshall, A. 231, 298 Martin, R. 328 Marvell, A. 277 Marx, K. 24, 28,43, 60, 68, 71, 120, 121, 122, 123, 125, 127-133, 136 137, 147, 198, 206,212-214,217 231,256, 260, 261,266, 292, 305,314,315,321,350, 362, 375, 378, 386, 387 Matisse, H. 42 McCarthy, J. 52, 156 McFarlane, J. 29. 34, 38, 39,42, 299 McHale, T. 56, 64, 73, 232, 336, 337 McLuhan, M. 327,386 McVVilliams, C. 364 Meek, S. 366 Mili, J. S. 42 Miller, H. 391,392 Monet, J. 304 Montesquieu, C.-L. 281 Moore, C. 116,117, 118, 244 Morris, W. 37, 305 Moses, R. 30, 88, 150 Murray, F. 216 Mussolini, B. 47, 148, 150, 315 Napolyon, I, 262 Napolyon, III, 265 Nash, J. 177 (....?) Nelson, C. 387 (....?) Nevvman, C. 58, 76, 79,383 Nevvton, I. 275, 277, 280 Niemeyer, O. 315 Nietzsche, F. 29,30,31,33,44, 57, 60,68, 235,301, 306, 307, 384 Nıxon, R. 192, 364 Noble, D. 184 Norris, F. 298 Noyelle, T . 180 O'Connor, J. 16i Offe.C. 182
DURUMU
Ollman, B. 68, 373 Ortega y Gasset, 301 Ozouf, M. 111, 287 Pater, W. 233 Pereire, E. 287 Petain, M. 315 Pfiel, F. 65, 351 Picasso, P. 30 ,4 2 ,4 4 ,4 8 ,4 9 , 301, 311,313 Piore, M. 215,216 Pissarro, C. 34 Poe, E. A. 41 Poggioli, R. 25, 33, 35, 393 Pollert, A. 216, 217 Pollock, J. 34,51,52 Pope, A. 26 Pound, E. 33,42,46, 47,51 Proudhon, P.-J. 215 Proust.M. 34, 42,51,227, 301 Pynchon, T . 324,357
Raban, J. 15, 17, 18, 19, 22, 25,40, 74, 76, 85, 104, 117, 334 Raphael, M. 33, 49, 132 Ratzel, F. 307 Rauschenberg, R. 72, 83, 326 Reagan, R. 191, 193, 228, 340, 363365, 370 Rees-Mogg, W. 262 Reich, R. 182, 187 Relph, T . 37 Rivera, D. 46 Rochberg-Halton, E. 326 Rockefeller, J. 89, 262 Roderick, J. 182 Rohatyn, F. 188 Roosevelt, F. 149, 151 Rorty, R. 21,68, 73, 349, 391 Rossi, A. 56, 104, 105, 106, 118 Roszak, T . 15 Rothko, M. 51,52 Rothschild, N. 293, 296 Rousseau, J.-J. 27, 32, 281 Rowe, C. 95 Rovvthom, R. 328 Rubens, P. 72
AD
DİZİNİ
407 Sabel, C. 215, 216 Sack, R . 268 Sade, 28 Safdie, M. 390 Saint-Simon, H. 33, 42, 43, 280, 287 Salle, D. 6 5 ,8 1 ,8 3 Sartre, J.-P. 233 Saussure, F. 42 Saxton, C. 257 Sayer, A. 216 Scardino, A. 365 Scharf, K. 385 Schiele, E . 308 Schoenberg, E. 42 Schorkse, C. 24, 39, 308-310 Schumpeter, J. 30, 47, 127, 151, 198 Scott, A. 216 Scott, R. 342 Shakespeare, W . 277 Shelley, P. B. 33 Sherman, C. 19, 76, 77, 122, 351, 357 Simmel, G. 24, 40, 101, 196, 304, 319,320, 323, 350, 351,380 Sitte, C. 39, 308-310, 340, 352 Smith, A. 28, 42, 43, 144, 219, 231, 283 Soja, E. 317 Sorel, G. 49, 130 Speed, J. 279 Speer, A. 47, 135 Speier, H. 381 Stalin, J. 26 Stanback, T . 180 Stein, G. 30, 303,311 Stravinsky, I. 42 Sugar, A. 385 Sullivan, L . 41 Svvyngedouvv, E. 198, 372 Ta fu ri, 302 Tarbell, I. 262 Taylor, B. 45, 65, 68, 78, 106, 311, 313,324, 337,385,393 Taylor, F. 43, 147,150
T h a tc h e r.M . 191,193,267 340 Therborn, G. 192 Thompson, E. P. 136 Tichi, C. 37,41,46 Timms, E. 39 Tiziano, 71,83 Toffler, A. 319,320,323,324,386 Tomlıns, C. 156 Touraine, A. 65 Trilling, L. 23 Turgot, A.-R. 286 Ure, A. 147 Urry.J. 158,182, 197, 198,317,372 Valery, P. 379 Vallaux, C. 307 van der Rohe, M. 34, 37,46,50 57 87, 88, 113, 135,310 Van Gogh, 332 Velâsquez, 72 Venturi, R. 54, 77, 86, 101 Virilio, P. 327, 333, 384 Voltaire, F. 42,280 Wag-Rohe, 310 YVagner, O. 39, 308,310,315 Wagner, R. 309 Walker, R. 180 Walton, J. 194 Weber, M. 28, 29,61,231 Welles O 53 Wenders, W. 342, 356-358,383, 393 VVilliams, R. 380,388 Williams, W. C. 46 Wilson, W. 189,220 Wittgenstein, L. 62 VVoolf, V. 42,299 Wright, F. L. 31,39,87,88,149 Yeats, W. B. 24 Zola, E. 298,299,305 Zukin, S. 103
M E T İS Y A Y IN LA R I
Dav i d Harvey
UM UT M EKÂNLARI Çeviren: Zeynep Gambetîı Ütopyacı hareketler yüzlerce yıldır adil bir toplum ve daha iyi bir yaşam için mücadele veriyorlar. Harvey bu eserinde tarihsel ve coğrafi bir bakış açısıyla bu hareketlerin başarı sızlıklarının altında yatan sebepleri ve ütopyaları ortaya çı karan fikirlerin geçerliliğini sorguluyor — başka bir ifa deyle, fikirlerin neden ütopik kaldığını, hayallerin neden gerçekleşmediğini. ABD'deki Baltimore şehrini model ola rak aldığı mevcut kentsel ortamın çarpıcı bir betimlemesi ni sunarken, "alternatif yok" diyenlere karşı ütopyacı hayal gücüne başvurmanın kaçınılmazlığını vurguluyor. Uzam sal ve zamansal ütopyaların artılarını eksilerini değerlen dirdikten sonra, "diyalektik ütopyacılık" adını verdiği yeni bir ütopyacı düşüncenin genel hatlarını çizen Harvey, daha eşitlikçi ve doğayla barışık yaşamayı mümkün kılacak ta sarımlara dikkatimizi çekiyor. Kitabın sonunda ise yazarın kendi umut mekânına dair son derece aydınlatıcı, gayet şahsi bir ütopya bulacaksınız. Her yönüyle tartışılmaya, in celenmeye değer bir kitap Umut Mekânları.
David Harvey
Postmodernliğin Durumu
»• »■ ■ t - . V M ■■ wmr.KJ * »■ — •* I;i ı ■■ M , M ■ ■ -«İM İ m ı ı
M ■■ ■■ ■■ I« ^
■■ : i i m , mm
.-sim ı
« ■ - ■ '" > ■ M
14
« 1
■
* "F "-
M'/* '/
::::: :"" * gkvM V 'N 'ft* !' " A/ttfAk S « 11
•• • • ..
metis
v J A v l.