.,7$36(9(5
Prof. D r. Tarık Z afer T U N A Y A
DEVRİM h a r e k e t l e r !.' iç in d e
ATATÜRK VE
ATATÜRKÇÜLÜK
BAHA M ATBAASI — İSTANBUL, 1964
Atatür\ olmasaydı çö\m iqtü T ü r\ ulusu, Kurtuluş olanağı öylesine azdı i{i... T ü r\tc \i \utsal gücün jaMantft Alatür\, T iir\ ulusu olmasa A tatür\ olmazdı \il... Behçet Kemal Çağlar
ı m in i ı m u ıin ıı 111 u 11 ııiıit ı iı ı >ı ıt ııll ı
11
f
Ö N S Ö Z
19 Kasım 1963 günü, Atatürk Haftası dolayısı ile Samsundaydım. Sabahleyin şehri gezerken, A ta tü rîf heykelinin bulunduğu parktan ge çiyorduk. Gür ağaçlar altındaki sıralardan birisine, bir genç adam oturdu. Elindeki M illiyet gazetesini açtı ve A tatürkle ilgili makalemi, galiba sonuncu yazıyı, dikkatle okumaya başladı. Arkadaşlarımla beraber bir an genç okuyucuma baktık. Bu, ha yatımda beni çok heyecanlandıran olaylardan biri olmuştu. Bu küçük kitap M illiye t’te, Atatürk’ün 25. Ölüm Yıldönümü dolayısı ile yazmış olduğum makalelerden vücut buldu. O yazıları bir kitap halinde toplamayı düşünmemiştim. Atatürk hakkında bir k i tap yazmak bana çok zor görünüyordu, daha sonra böyle bir ödevi başarmayı düşünüyordum. Buna şimdi değil, daha 1938 de, ölümünden bir hafta sonra, O’nu Hukuk Fakültesi üçüncü sm ıf talebesi olarak büyük bir kalabalık içinde uzun yolculuğuna uğurlarken, Saraybumuna doğru ilerleyen âbideleşmiş top arabasının ardında yürürken tasarlamıştım. Sonra, O’nu İzm ite götüren Yavuz zırhlısını, çok sevdiği Türk halkı olarak, yaşlı gözlerlş Adalar açığına doğru uğurladık. O ’nu ve eserini, ken dimizi incelemeye söz vererek şehre döndüm. Y ılla r v e yılla rd ır H alkevci, öğretici ve D evrim Ocakları üyesi olarak Türk Devrim hareketini çeşitli yönlerden araştırmaya çalış tım. Yazarak, konuşarak, tartışarak... «M illiy e t» idarecileri beni bu makaleleri yazmaya çağırdıkları zaman irkildiğim i hatırlıyorum. Ama, bu bir vazifeye dâvetti. Kabul etmeliydim. Bu yazı dizisi, Büyük A tatü rk’ün aramızdan ayrılışının ki kaç y ıl sonrasından beri yazdığım, savunduğum fikirlerin ve araştırmalarımın bir sentezi olmuştu. Fakat bir kitap olmanın yoğunluğundan yoksundu lar. Gazete makaleleri hacmi içinde, meselelerin tümüne değil, ba zılarına değinmiştim. Yazılarım ın gördüğü ilgiden mahcup olduğumu burada belirtm ek isterim. Okuyucularım, bunların mutlaka kitap haline konmasını is tediler. B ir baskı karşısında kaldım. Bu isteğe cevap verm eye çalış tım. Bu kitap gene de Atatürk ve Atatürkçülük hakkında, 1938 de,
VI kedi kendime verttıiş olduğum kararın yerine getirilm esi sayılamaz. N e de olsa, ijk ââımlar atılmış oluyor. Türk Devrimi,; henüz, geçmişteki kökleri, tarihî oluşu, ideolojisi -bakımlarından incelenmiş sayılamaz. Atatürk bütün bu meselelerin içindedir, Atatürkçülük aynı meselelerin sentezidir. Şu halde, bugün bu konuyu tam olarak işlem eye imkân yok. Bununla beraber, biz baş lıyoruz. V e Atatürkçülüğe, çağım ızın toplumsal problemleri açısından, tarihî gelişme yolları içinde bakmak istiyoruz. Kitabım ız, M illiyet gazetesinde yayınladığım ız makaleleri, ilâveler yaparak, gözden ge çirmek suretiyle, bu bakıştan doğdu. Siyaset tim i Serim iz içinde yayınlam ayı uygun bulduk. Okuyucularımız, öteki kitaplarım ıza kıyasla, bazı farklar bulacaklardır. Fakat Siyaset İlm i metodumuza , sâdık kaldığım ızı da göreceklerdir. Kitabım ızın hazırlanmasında başlıca âmil A b d i, İpekçi dostumuz dur. Ercüment Karacan da bizi her zaman destekledi. Haşan Pulur, Turhan A ytu l dostlarımız, ve M illiyet yazı ailesi bu kitabın çıkması için bizi her zaman teşvik ettiler. A ziz dostum Behçet Kem al Çağ lar da, bu kitabın bir an önce yayınlanması için baskısını esirgem edi ği gibi, güzel bir dörtlük yazdı. Nihayet genç arkadaşlarım, içten bir bağlılığın ifadesi olarak bana yardım ettiler. Bütün dostlarıma minnet dolu teşekkürlerimi sunarım. Bu kitabı yazmakla, hayatım ızı borçlu olduğumuz olayları ve fik irleri araştıramamış olmanın üzüntüsünden bir parça olsun, kur tulduğum için mutluyum. T a n k Zafer THJNAYA Ayaspaga, Kasım - Aralık, 1963
İÇİNDEKİLER & ÖNSÖZ
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
..................
I — «M es’ut, muvaffak, muzaffer ve müreffeh» bîr Türkiyenin »lu.ş fe ls e f e s i................................... İk i kuşak arasında — Beklenen İnsan — İnkâra götüren yollar — Gerçek özlem — İk i temel — Hangi amaç? — Varolmak mı? — M illete inanmak. II — Meşrutiyet K a d r o s u ............................. ..... . Osmanlı örneği — Meclisin kudreti — «Y a hürriyet, ya ölüm !» — H ürriyet sarhoşluğu — A c ı gerçek — Talihsiz devre — «İktisadî esaret» — . «Bu D evlet nasıl kurtarılabilir?» — T ev fik Fikret’in cevabı — Aydınların günahı — Bilânço
V
1 —
8
9 — 20
III — Mütareke K o r i d o r u ......................................... 21 — 29 Bir esir kampından sesler — Elde ne kalmıştı? — Fırkacılık — Kin: Siyasî hayatın motörü — O layla rın dili — «B iz de İnsanız» — İstanbul ve genç su baylar — Üçüncü kuvvet IV — Müdafaa! Hakuk E u h u ................................... 30 — 38 Bir m illet uyanıyor —- Yen i bir ruh — Atatürk ola bilmek — «H a y ır!» — Muhafazakârlar V — Çoban Ateşleri . . . ..............................39 — 46 Devrim ciler — Kaynak ve nıetod — Çoban ateşleri — «Safha, safha» — Devrim in ustası. VI — Batı’nm Sorusu: Tiirkler Medenî midir? . . . 47 — 52 Ateşten gömlek — lü k le r ve medeniyet — K ız ıl derililer gibi i— V ictor Hugo’dan beri. V II — Doğu’nun Sorusu: Türkler Millî Bir Devlet Kurmalı m ı ? ..................................................... 53 — 65 Boğazlar —- Sovyet dış politikasının tem elleri —
V III Lenin’in tezi — Bakû kongresi — Emperyalizmin eleştirilmesi — Madalyanın öteki yüzü — Şark’tan uzanan el. V III — Ankara’dan Dünyaya B a k ı ş ............................. 66 — 73 «Sivas’ın mı, İzm ir’in mi?» — Birliğin kuvveti — Batı’ya ve Doğu’ya ilk bakışlar — Türk direnişi nasıl yok edilebilirdi? — Müdafaai Hukuk taktiği — M illî And ve Padişah — Bir gerçekçilik örneği daha. IX — Milletin M e c l i s i ......................................... .....
74 — 86
T.B.M.M. — İhtilâl ve ötesi — İki Anayasa birden — Halkçı Meclis — Lekelem e politikası — «Ö lülerle muhabere edilm ez» — İhtilâlin mantığı — V e îs~ tanbulcular — M u h alifler, M en fî’ler. X — Devrimciler ve B a t ı ......................................... 81 — 91 Avrupanm namusu — «L lo y d George düştü!» — «Avru pa Türkiyesi» X I — Devrimciler ve D o ğ u ............................. .....
t
.
92 — 98
Şeriat ve Komünizrp — M eclis ve Sovyetler Dün yası — Komünist Gruplaşmalar — Atatürk ve Komünizm — Klâsik suçlama metodu. X II — Milli İ k t i d a r ......................................... ' .
.
99 — 107
Halk hükümeti — .Meşrutiyet yetm ez mi? — Teok rasi, H alifelik — Hâkim iyetin m illileştirilm esi
.
108 — 116
Tarih’e cevap — Bitmeyen Savaş — Atatürk : B ir leştirici insan — Gerçekçicilik — İhtilâl ahlâkı — Şark kafası ile savaş. X IV — Medeniyet
G ü n e ş i ....................... * .
117 — 125
İki kere sekiz — Sosyal D evlet — M edeniyet gü neşi — Niçin Batı? — Batı’ya rağmen Batılılık ■Yıkılacak olanlar — Yaşama prensibi.
I
“ Mes’ut, muvaffak, m uzaffer ve müreffeh „ bir Türkiyenin oluş felsefesi İK İ K U Ş A K A R A S IN D A
Y
ıl 1924. Eylülün 18 inde, B üyü k A ta tü rk Rizeden, Giresuna gitm ek üzere ayrılm aktad ır. B ir hocalar h e ye ti ellerin de di
lekçe, halkın arasındaki Cum hurbaşkanına yaklaşıyor. D ilek çe leri: K a p a tılan m edreselerin tekrar açılması. «G azi Paşa» dan aldıkları cevap da şu: «S iz mektep İstemiyorsunuz. H albuki millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memle ket evlâtları yetişsin! Medreseler açılmıyacalttır. Mîllete mektep lâzım dır!» 19 E y lü ld e G iresundadır Atatürk.. G en çlik adına «N ecd et B e y » hoş geld in iz söylevin d e diyor ki: «Hoş geldiniz Paşa... K aradenize çıktığın gündenberi gözlerimiz ufuklarda kaldı. E n ginlerin göklerle birleştiği yerde hep sizi aradık. D oğru Dum lupınardan mı geliyorsunuz?.. Senin irade ve kudretin altında ölen şehitleri ziyaret ettin mi?.. İçlerinde bizim Yeşil Giresun’ dan kimse var mıydı? Onlara arzularının yerine geldiğini söyle din mi?., İstiklâl Harbinde şehit olanlar yalnız düşmandan de ğil, saraydan da intikam aldılar... A rtık mukadderatımıız A f r i kalı b ir dadının, büyüttüğü cahil bir H an Sultan elinde de ğildir... Cumhuriyet bir tahtsa biz gençler onıın sehpasıyız. Biz
kırılmadıktan sonra o düşmeyecektir. V e üzerinde her zaman lâyık olan oturacaktır. T ü rk tarihinde artık kimse tufeyli y a şayamaz. Sizin büyük huzurunuzda bütün gençler yemin eder ki, vatanın aleyhine, millî hâkimiyetin ve Cumhuriyetin zararı na hangi baş kalkarsa onu koparacağız. V elev o baş vatanı ve millî hâkimiyeti bize verenlerden biri olsun.
Ferdî saltanatın
mezarı Büyük M illet Meclisi binasının altındadır.» Cumhurbaşkanı «G azi Mustafa K em al» diktiği tohumun, ye şerdiğini sevinçle seyreden bahçıvan gibi, bu heyecanlı sözlere cevap veriyor: «B u sözlerinizle bütün memleket gençliğine ter cüman olmaktasınız. M uharebe meydanlarında kanlarını akıtan şehitlerin ruhları bu sözleri işitmekle ve müsterih olmaktadır. Memleketin şuurlu ve zinde gençliği karşısında hissettiğim bah tiyarlık büyüktür» 1.
BEK LEN E N İN S A N
İk i kuşağın, Eski ile Y e n i’nin karşısında A ta tü rk ’ün ce vapların a bakınız. H er ikisinde de g e rç e k lik v e kesin lik bu lu r sunuz. Bu ik i n itelik , daha geniş b ir k a vra m içindedir: D e v rim cilik. T arih im izd e, zam anlardır beklenen bü yük adam, tip i nin ana hatları da bunlardı: Toplu m u v e kendisini h arekete ge çiren şartları eh liye tle hesaplıyan, toplum un din am iklerin i ba şarı ile yön eltebilen lider, A tatü rk, kolek.tü;,, v icdanın özlem lerini sosyal ve siyasal pla n la rd a ’ m anâlandır^^
A ta tü rk ,
geçm işle geİecek arasında, d eğiştirilm esi gerekenlg.. değişik dü zen arasinâ'aKi geçişi başarı ile jşm şjl edebilm iştir,.,O ’na «B ü yü k » sıfatını' verm em iz 'bü ta rih î davranışının anlam ıdır. Y ı l d ı rım h ızı ile değişen ola ylar v e gelişen akım lar ortasında, O her sözü v e tutumu ile h er zaman
d evrim ci v e realist kalm asını
(1) Reisicumhur Gazi Mustafa Kem al Paşa Hazretlerinin sonba har seyahatleri (1341), s. 82-85
bilm iştir. A tatü rkçü lü ğü n tem el çiz g ile ri de bu suretle ortaya çıkar. İn k â r a
götüren
yollar
Bu bü yük insanın 25. ölüm yıldönüm ü, bu y ıl, dünya ça pında b ir ola y olarak ele alındı. A m a b iz le r O ’nu, çok fa rk lı, h ayli garip şartlar için de anıyoruz. B ir kere, T ü r k iy e y i kuran v e ku rtaran tek v e gerçek yolu n bulucusu b ir ekip lid e ri bu seçkin d e vle t adam ını, fik irle rin in d e rin liğ in e hâlâ inem em iş olm anın üzüntüsü içinde hatırlıyoru z. Sonra da, herkes A ta tü rk çü ... Eseri ile, düşüncesi ile içten ilg ile r i olm ıyanlar, ellerin d e olsa O ’nun yap tık ların ı kökten bal talam ayı ilk iş edinecek olanlar, O ’ndan yana görünüyorlar. A tatü rkçü lü ğü gerçek m aksatlarını perdelem e vasıtası saymak, d e vrim p ren sip lerin i bu m aksatlar yönünde açıklam ak v e b ir çeşit düşünce tek eli kurm ak, fik ir h ayatım ızın olağan m anzara larından sayılıyor. İş bu kadarla kalm ıyor. A ta tü r k ’ün yolunda olm ak, A ta tü rk ’çü olabilm ek b ir yana, O ’na v e d o layısiyle eserine sövm ek, bâzı çevrelerce şöhret, gelir, in tikam vasıtaları sayılıyor. Bunların yanı sıra, yan lış yoru m la r da, bu gidişe a yrı b ir ren k veriyo r. Bu tutum ların çeşitli görünüşlerine şahit olmuşuzdur. Daha birkaç y ıl önce (1958 d e) m em lek etin gözbeb eği H arb Okulunda (H a r b iy e ) okutulan b ir siyasî tarih kitabında A ta tü rk ’ün «dalave ra c ılığın d a n » söz e d iliy o r d u 2. T ü rk C u m hu riyeti v e T ü r k d e vrim i ise, b ir dergide, Osm anlı İm paratorluğunun gerilem e v e y ık ılm a olaylarından b irisi olarak g ö sterilm iştir3. M illî b ir (2 ) Tahsin Ünal: Türk Siyasî Tarihi (A nkara 1958), s. 260 (3) Büyük Doğu: İdeolocya Örgüsü (Büyük Doğu, No. 2, .13 Mart 1959, s. 2, 15).
4 d evletin kurucusu
A ta tü rk ’e komünist demek, b ir m em leket
ku rtarıcısının «nesilleri mahvettiği» ni iddia etm ek, İslâm dün yasında ilk bağım sızlık savaşını açmış b ir lid ere «dinsiz» d iy e b ilm e k v e bunu birkaç y ıl önce (1958 de) cam i m inberlerinden b ir hoca edası ile söylem ek v e bütün bu o la yları «27 senelik b ir istib d a t» hikâyesine bağlam ak... İşte bizi, istesek de istem esek de in k ârcılığa götüren y o lla rın işaret taşları bunlar... Bu biçim iddiaların, d evrim ci tutum ların baskısı altında pek açıkça ile ri sü rülem iyeceği m uhakkak... Y aln ız, düşündü rücü b ir soru var. A caba tarihe karşı, ken d im izi h iç m i sorum lu saym ayız biz? O ’nu küçültüp, n e y i bü yü ltm ek istiyoruz? T ü rk d e vrim hareketin i h a k ir göstererek türlü m aksatları ta t m in çabasında olanlar, gelecek kuşaklar karşısına, böylesin e b ir nankörlük yükü altında, ik i büklüm, n e yü zle çıkacaklar dır? A slında, bu iddiaların küçük gösterm ek istedikleri, ne dev^ r im d ir , ne de A ta tü rk ... Onlar, bu m em lek etin tab iî gelişm e v e yükselm e yolunu tıkam ak isteyen b r zih n iyetin tem silcileri oldukları için bu yoldadırlar. G erilik ilâhesine, gümüş tepsi içinde A tatü rkçülü ğün başını sunmak çabası bu Özlem lerini dile g etiriyo r. GERÇEK ÖZLEM
A ta tü rk , özgürlü k h a rek etleri v e savaşları tarihim izde, de v ir le rd ir özlenen yapıcı insandır. G erçek özlem budur. Bu m em lek ette karanlıktan, cahillikten, g erilik ten v e b a tıd a ld , {inlam ı asla taşım ıyan «m uhafazakârlık» tan kurtuluş yolunda..ikiyü-z y ü a ^ a k m 'd îr, ‘tü rlıî fikirler, akım lar v e atılışlar v^rçlı,. îîç p s i de da'ğımk olan bu fik ir le r i v e en erjileri birleştirebilen tek k u vv et, T ü rk d e vrim cileri olmuştur,..Onlarm da lid e ri A ta tü rk ’tü^ O ’nun yapıcı, gerçek leştirici karakteri, kuruluş v e kurtuluş çatım ızın harcı olmuştur. V e y in e O ’nun değişen d evirlere, d evlet şek il lerine, hüküm et sistem lerine rağm en, değişm ez n itelik le re sa hip oluşu bu ta rih î durumundan doğuyor. O ’nun h arek ete g eç
5 t iğ i ta rih le öncesi arasında uçurumlu fa rk la r va rdır. A ta tü rk açılan b ir d e v irle kapanan b ir d e vir arasında tarih î g ö re v in i ba şarır. «S afh a safha» iz le d iğ i b ir kurtuluş program ın ı, ana ç iz g i lerinde en ufak b ir tâ v iz verm eden, İsrarla, azim le yü rü tü r v e uygular. A tatü rkçülü k, bu büyük aksiyonun felsefesidir.
İK İ TEJMEL
A ta tü rk çü program ın uygulanışı, ik i tem ele dayanır. B irin cisi, T ü rk le rin m ille t olarak, ile ri h a m leleri başaracağına v e hazm edeceğine olan inandır. İkin cisi de, devrim in, «inkılâpçı» m etodun T ü rk iy e için b ir varoluş m eselesi olduğu inancıdır. D e v rim dışında, T ü rk le r için m illî bağım sız, dem okratik v e m e denî b ir hayat olm ıyacağı kanısıdır. H e r ik i m an evî tem el de, b ir gerçeğin ifadesid irler. A t a tü rk ’ün şahsî kaprisi, «k e n d i» fik r i d e ğ il... O ’nun şahsî ih tirasla rın ı ne yap ıp yap ıp kabul ettirm e
sevdasında olm adığı da bu
gerçeğin öteki yüzüdür. O, tarihin yolunu kalkınm a ve k u rtu l ma için izlem ek zorunda bulunduğum uz yolu seçemeseydi, bu yolun tek olduğunu anlatm a metoduna başvurm asaydı, gerçek b ir lid e r n itelik lerin e sahip olduğunu nasıl ile r i sürebilirdik? T ü rk d evrim i öyle bir yok lu ki, bunun dışında herhangi b ir başka y o l varılm ış olan sonuca ulaşamazdı. D ev rim in zaru rîliği, d evrim ciliğ in m illî b ir öd ev sayılışı bu karakterinden doğ muştur.
1-IANGİ AMAÇ?
T ü rk d evrim in in ulaşm ak istediği amaç neydi? Daha doğru su, ih tilâ lc i (in k ılâ p çı) b ir m etodun uygulanm ası g erek li m iy di? C u m h u riyet kurulalı, n eredeyse ya rım asır oluyor. V e biz bu süre için dek i gelişm elerin neden lerini aram ak im kânlarına kavuştuğum uzu sanıyoruz.
6 Osm anlı im paratorlu ğu artık devam edem ezdi. «Hasta A d a m » b elk i yaşıyordu ama, b ir d e vle t organizm asının canlılığından, geleceğe umutla a tılabilecek kalkınm a kudretinden yoksun ola rak ... İm paratorlu k b ir kurtuluş form ü lü olm aktan uzak olduğu kadar, herhangi sosyal v e ekonom ik kalk ın m a yı gerçekleştirem iyecek b ir hareketsizlik içindeydi. Y a r ı sömürge durum unday dı. M ed en îlik düzeyini, yü z y ılla rd ır, b ir daha geri alam am a-, casma, kaybetm işti. Y aşayışı «siyasî» idi. Sosyal alanda, bin bir derdin k e m ird iğ i ölüden farksızdı. K lâ s ik ıslâhat ted b irleriyle, kurtulm asına ihtim al yoktu. Ü stelik, B irin ci D ünya Savaşı, büyük d e vle tle ri üzerine çullandırm ış, yatalak gövdesi p a y la şılm aya başlanmıştı. P a rçaları yeniden b ir araya mı getirm ek, yoksa yeni, diri, bağım sız b ir d evlet m i kurm ak? Bu soruların cevabı, g iriş ile cek savaşın amacını v e şiddetini tâyin etm iştir. A ta tü rk çü lü k bu amaç v e tansiyonun felsefesidir.
V A R O L M A K MI?
Y e n i b ir d evlet kurm ak v e bu siyasal organizasyonu m illî, bağım sız, dem okratik tem ellere dayam ak T ü r k devrim in iıı am a cı, varacağı p lâtform olmuştur. T e k v e gerçek kurtuluş yolu buydu. M illî kurtuluş, «İstiklâl» yolu buydu.. Bu uğurda g ir iş il miş olan savaşın, «İstiklâl H a rb i» adını alması tesadüflerin ve şairlerin eseri değildir. Bu y o l çetindi. M illî hareketin kader yolu , batı ile doğunun, baskıları arasından, ik i ateş arasından
geçiyordu. B ağım sızlık
yolu, u y g a rlık yoluydu. Uzun v e yorucuydu. A m a güneşe, ha yata çıkarm ıştır. E ğer bu y o l izlen m eseydi ne olacaktı? Başka y o l y a da y o l lar y o k muydu? Batı u yga rlığın ı tem sil ettik leri iddiasında olan, Clem anceau’larm ,
L lo y d G eo rg e’Iarm dile
g etird ik le ri fo rm ü l va rd ı.
7 Sevres diktası bu form ülün özünü gösteriyordu. Bu sefer birkaç vilâyetten ibaret b ir y a rı söm ü rgelik v e es irlik ... İstanbul hü kümeti, saltanatçı ve h ila fetçi d o k trin iyle bu sonuca va ra b iliy or, Sevres y a za rla rıy la birleşiyordu . B atılı form ü l karşısında, Doğunun da b ir form ü lü vardı. M illî kurtuluş hareketin i tam am layıp, S o v y et Federasyonuna girmek. G örü lü yor ki, bu yollard an hiçbiri, T ü rk le r için kurtuluş yolu değildir. H angisini izlesek, am acım ıza kavuşam azdık Sevres form ülü, İstanbul hü kü m etiyle b irlik te, b izi b ir tâb i d e v let haline getirece k tir.S o v y et form ü lü sonunda ise, A zerbaycan , Erm enistan gib i b ir çeşit p e y k devlet olacaktık. Şu halde, tek çık ar yol, m illetin kendisini «kendi azim v e kararı ile k u rtarm ası» idi. Y ân i, ihtilâlci, d evrim ci m üdafaai hukuk yoluydu. Bu yolu n tek v e gerçek kurtuluş yolu olması bu suretle ortaya çıkar. A ta tü rk işte bu yold a yü rü yen d e vrim ci ek ibin başındadır. E rzurum ve Sivas K o n g re le ri Reisi, H ey e ti Tem sil iy e idarecisi, T.B .M .M . Reisi, D e v le t Başkanı, Başkuman dan v e Cum hurbaşkanı olarak ... A tatü rkçü lü k de, bu. m üdafaai hukuk program ının uygulanm ası ile gerçek h ü viyetin e kavuşur. A tatü rkçü lü k, herşeyden önce, hiç b ir kurtuluş ve özgürlü k ha- j rek etin in başaram adığı şekilde, «M es’ut, m u vaffak, m uzaffer» v e «m ü reffeh » bir T ü rk iy en in oluş felsefesidir. Tü rk leri, m addî j v e m an evî sefaletten, aşağılık
duygusundan, hareketsizliğin,
cahilliğin, teııb e lliğin v e anlam sız bir m u h afazakârlığın vesa ye tinden kurtarm a savaşı T ü rk d evrim in i tanım lar.
M İLLETE İN A N M A K
A ta tü r k ’ün gerçek dehâsı bu tarih olayından doğar: T ü rk m illetin e inan. M ille ti ile M u stafa
K em al arasındaki bu şuur
b ir liğ i v e geniş sezgi kudreti, T ü rk m illetin in d evrim ciliğin e iman, tarih im izd e fevk a lâ d e önem le y erin i alm ış olan T ü rk iy e
j
8 B üyü k
M ille t M eclisin in birin ci
dönem i tarafından
e h liy e tle i
tem sil edilm iştir. V e coşkun, her türlü istibdatçı, saltanatçı, hi-; lâfetçi, b eyn elm ilelci sistem leri reddeden b ir ruhun ifadesi ol-1 muştur. Ö y le b ij ruh kı, b ir lid e r v e kendisine inanan b ir e k ip ! tarafından ateşlendiği zam an m üthiş b ir in filâ k la h er türlü m u hafazakâr ve,, sefih kadroyu parçalam ıştır.
I
A ta tü r k ’e inancım ız O ’nun engin sezişine v e zinde hare k etle rin e bağlanıyor- A ta tü rk ’e gerçek y olu seçtiği, dâvâsm dan tâ v iz v e rm e d iğ i için ba ğlıyız. Y oksa O, doğru yu görm em ekte is - , rar edenlerin iddia e ttik le ri gibi, b ir tapm ak değildir. A ta tü rk , m illet ruhu v e halkın k a b iliy e tle ri gib i h âzin eyi keşfetm iş b ir insandı. Zaten dâhilerin y a ra tıc ılığ ı da bu seziş kudretinde görü lm ü yor mu? M ich el A n g e ’m b ir şiirinde söylediği gibi, her m erm er blokunda b ir Venüs h eyk eli saklıdır. G erçek san’atçı bu h eyk eli, o k a ya parçasından çıkarana derler. A ta tü rk de T ü rk m illetin d e bu ruhu, bu h eyb etli v a r lığ ı sezen v e ona şekil veren B üyü k İnsandır.
Meşrutiyet
Kadrosu
O S M A N L I Ö RN EĞ İ
S
ah’m idaresine karşı ayaklanınız. Bu şartlar içinde îra n ’lı olm aktansa
Osm anlı olm ak daha iy id ir.
H ü kü m darım ız
M ehm ed A l i Şah y a da A b dü lh am it olsa b izim için a y n ıd ır » B u satırlar, İk in ci M eşru tiy etin ilânı günlerinde, T e b rizde yayınlanan b ir beyannâm ede y a zılıy d ı. Osm anlı T ü rk lerin in efsaneleşm iş özgü rlü k savaşı, komşu d e vle tle rin h ü rriy e ts eve rlçrin i de harekete getirm iştir. İm p a ra torluğu dînm ez bir: iştahla parçalam ak isteyen büyük devletler, b ir söm ürge v e pazar saydık ları ü lkedeki bu kalkın m ayı h iç.de hoş karşılam am ışlardı. U zun yılla r, Osm anlı İm paratorluğunun ıslâhat teşebbüslerini b ire r b lö f saym ışlardı. Daha 1897 de, P a rıste «C o ğ ra fy a D e r n e ğ i» salonlarında, tarih çi A lb e r t V a n d a lın aydın b ir din leyici kitlesin e v e rd iğ i konferansta, ile r i sür düğü tez şu anahatlara dayan dırılm ıştı: Y a p ıla g elm iş bütün ıs lâhat h a rek etleri sahtedir v e oyalayıcı şeylerdir. «B izim , için artık şüpheye mahal yok. D elil ortada. T ü rk iy e kendini ıslâhtan âcizdir. Onu zorla ıslâh etm em iz g e r e k iy o r .» Bu sözler b ir al kış tufanı ile k a rşıla n m ıştıx. Ünlü şair V ic to r H u go’nun m ısraı da kim senin m eçhulü 'd eğild i: «T ü r k le r oradan geçti.
H erşey
m atem v e harab e.» Batının kam u oyunda, M eşru tiyetin ilânı b ir bom ba g ib i patladı. K om şu m em lek etlerin özgürlüğe ve u y g a r
cı)
Les Armeniens et la K e fe m e de la Turquie (Paris 1897), s. 35
11 lığa susamış aydınları ise, T e b r iz B eyannâm esi ile tem sil e d il miştir. K alk ın an Y a k ın Doğuda, h ü rriyet b ir m ucizeydi. Osm anlı aydınları için de özgürlüğün anlam ı aynı olmuştur. O b ir bunaltıdan kurtuluştu. «B ir kere seçim yapılsın. M eclis açılsın» h er şey, her şey halledilecekti. K o ca b ir im p aratorlu k gerilikten de, kapitülâsyonlardan da ,b elin i büken ne varsa h ep sinden kurtulacaktı. M E C LİSİN KUDRETİ
T ü rklerd e, b ir m eclisin lüzumu daha İk in ci M ahm ud za manının T a k v im i V e k a y i’lerin d e anlatılm ıştır. Fakat b ir m ecli sin şahsî b ir saltanat karşısındaki cesur v e ku rtarıcı olabilece ği fik ri, 1876 larda b ir siyasî hayat ku ralı olmuştur. O laylardan birisi Rus Savaşı sırasında b elirir. Ruslar K arad en izde M ersin vapurum uzu batırm ışlardı. A y d ın Mebusu Y en işeh irlizâd e A h med E fen d i B ah riye N âzırın dan durumu sordu. G em i nasıl bat mıştı ve k im batırm ıştı? B ah riye N â zırı v e rd iğ i cevapta: « Z a ten eski b ir tek n ey d i» diyordu. Mebus sözlerin i şöyle tam am la dı: .— B en gem inin esk iliğ in i değil, b a yra ğım ızın şerefin i so ruyorum . '■ G örüşm e bu kadar tok olm am ıştır. A m a hâtıradan h âtıraya geçe geçe daha net b ir kahram anlık m enkıbesi biçim ine g ir miştir.
« Y A HÜRRİYET, Y A Ö L Ü M !»
10 Tem m u z 1324 (24 Tem m u z 1908) Perşem b e günü, M a nastır vilâ yetin d e, H ü rriy e ti ilân, eden ilk nutuk söylenm iştir. V ilâ y e t m eydanına hemen « H ü r r iy e t » adı verilm işti. M ek teb i H a rb iy e D ers N â zırı Binbaşı Velrip B ey (P a ş a ), 60 num aralı top arabası üstüne çıkarak «M u k ad des v e m uazzez vatandaş» larına hitap ediyordu. Sadece bu. söylev, M eşru tiyetin ne kadar çeşitli
12 v e hayalperest anlam larda ele alın dığın ı gösterm eye yeter. Vehip B e y ’e göre otuzbir y ıllık zulm e son verilm işti. (T a b iî, A b" dülham id zulm üne). A y n ı zamanda «K a n u n î Sultan Süleym an devrin d en b eri Padişah’la m ille t arasına çekilen kafes k ırıp m ış » tı. (T a b iî bu padişah da gene A b d ü lh a m id ’d i). N utukta bir de m eşru tiyet’in rom an tik tanım ı va rd ı: «Y e tim le rim iz in g ö z yaşlarını dindirecek, kim senin hakkını kim seye kaptırm ayacak, b izi insan gib i yaşatacak m eşrû m eşveret usulüdür v e bu istek lerim izi bütün halinde sağlayan Kanunu E sasî» dir 2. Kanunu Esasî, M eşru tiyet, H ü rriy e t... B unlar hep özdeş an. l a fla r d ı. H epsi de h erşeyi g etirm ey e yeterd iler. M u cizele r ü l kesinin kapısı da bu sih irli anahtarlarla açılacaktıY eryü zü n ü n herh angi bir ülkesinde, b ir Anayasanın tekrar yü rü rlü ğe konm asıyla m ucizelerin gerçekleşeceğine inanm ış in sanlar v a r m ıdır? sorusuna, tek cevap: E vet, M eşru tiyetin Os m a n lI
T ü rk le ri... denebilir.
HÜRRİYET SAR H O ŞLUĞ U
Osm anlı «M e c lis i U m u m î» si (P a rlâ m e n to ), 17 A r a lık 1908| de açıldı. V e çok çabuk, M eşru tiyetin b ir siyasî vasıtası olmak-; tan çıkarak, b ir « g a y e » si haline getirild i. Padişah gene A b d ü l- j ham id’di. İm paratorluğun yaram az çocukları,
A b d ü lh a m id ’inj
tek m eşrû hareketinin Cuma nam azı olduğunu söyleyen Jön T ü rk le r, m uazzam karşılam a tö ren le riy le m em lekete dönmüş-: lerdi. B ir garip pota için de erim eye gelm işlerdi. Y ılla rc a zindan karanlığında kalıp da birden b ire yak ıcı güneş ayd ın lığın a çıkm ak neyse, M eşru tiyet de oydu. Bütün ül k ey i b ir bayram havası kaplam ıştı. B ir h ü rriy e t sarhoşluğu id i bu... K a y ıts ız şartsız sanılan b ir özgü rlü k fik rin in yara ttığ ı anarşi her türlü düzen sınırını yık ıyord u . H ü rriyet, A bdü lh a(2)
Tarık Z. Tuııaya: Hürriyetin İlânı (İstanbul 1959), s. 8*-9
14 m id b ir yana, O ’nun idaresine v e insanlarına karşı işleyen b it m ekanizm a olmuştu.
%
|
İh tilâ l başlangıçlarının b ir özelliğ i 1908 y ılı boyunca g örü lür: İh tilâ lciler, henüz ik tid a rın zirv es in i h edef saym ıyorlardı') Ç ey rek yü zyıld a n fazla, A b d ü lh a m id ’i şahsen b ir istibdat siste^ m ini ku rm akla suçlandırm ış olanlar, şim di yaln ız etrafındaki-! leri sorum lu tutuyorlardı.
I
İstanbul’da polis â tıl b ir hale gelm işti. K a y s e ri’de halkj «H ü rriyet ilân edildi» diye, H ü kü m et K o n a ğ ı’nı basmış, Muta[| sa rrıfa nüzul isabet ederek, korkudan ölmüştü. B eled iye Reisi d övü len lerin başındaydı. B ir anda 1500 kişi İttih a t v e Terak k i F ırk a sı’na yazılm ıştı. İçlerin d en k ırk kişi v ilâ y etin idaresini e k alm ışlardı.
■
A C I GERÇEK
N e v a r ki, bugünün sosyal ilim le r edebiyatında «az geliş-f m iş» d iy eb ileceğ im iz b ir toplum yapısında, M eşru tiyet fa z la bir d eğişik lik yapam azdı. Y ap am am ıştır d a ... M u cize yolunun kapısmdan büyük ü m itlerle girm iş olan Osm anlı Tü rk leri, anarşi vö sarhoşluk dehlizinden geçerek derinlem esine, b ir hayâl kırık* lığ ı v e aşağılık duygusu uçurumuna düşmüşlerdir. 10 Tem m uz 1908 den, onyedi gün sonra, H a lit Z iy a (U şa k lıg il) nın, Sabah’ta-j ki m akalesi şu başlığı taşır: İtidal... M akale başlıkları gözden ge-| çirilse, M eşru tiyet toplum unun iniş çık ışları k o laylık la anlaşılırı «İtidal mi, şiddet mi lâzım?», «Kendim izi toplayalım», «İnkılâbı ahirin
kadrini bilip biraz ciddî olalım»,
«M eyus olmayalım.»
İttih a t v e T e ra k k î’nin ilk bild irilerin d en birisi kamu düzenini bozan «b â z ı ed ep sizler» in hareketlerinden söz eder. M eşru tiyetin en anlam lı tablosunu, K a le m dergisinin b ir karikatü rü canlandırm ıştır. Bu b ir m adalya resm idir. B ir y ü zünde, geniş b ir kapıdan, g iy im li kuşamlı, rahat adım atan insanlar girm ektedir.
M eşru tiyet, güzel b ir kız tim sali, elinde;1
15 defne dalı, b ir sütuna dayanm ış b e k liy o r... A rd ın d a Y e n i Cami, güneş doğuyor. A p a çık b ir gözyüzü. H e r ta ra f mâmur. Ö tek i yüzünde: B irb irin e g iren b ir sürü insan. K a v g a , döğüş, bıçak lam a... B ir kalabalık, elle rin d e bayrak ile rliy o r. Ü zerin de fransızca « g r e v » yazılı. Tabanca dum anlarının sisi h er tarafı kapla mış... G erçek te M eşru tiyet buydu- G elişm em iş b ir toplum un un surlarını kurnaz b ir istibd at idaresi b irb irin e bağlam ıştı. M eş ru tiyet bu baskıyı kaldırınca, aradaki bağlar kopmuş, bütün sos yal unsurlar serbest kalm ışlardı. A slında, onları b irb irin e b ağla yan ile r i b ir toplum un şartları değildi. Osm anlı İm paratorluğu ülke parçalanm aları içinde, bütünlüğünü sağlayan unsurların da d a ğıld ığı b ir safhaya girm işti. O zaman, g e ri m üesseselerin ve k u vvetlerin , h er y e n i v e d evrim ci adım ı nasıl köstek led ik leri elle tutulu r gib i ortaya çıkm ıştır. T A L İH S İZ DEVRE
İk in c i M eşru tiyet, gerçekten talihsiz b ir d evre olmuştur. İç ve dış ola yların tablosu bunu gösterir. B üyü k A v ru p a d evlet leri (D ü v e li M uazzam a) «Ş a r k M e se lesi» nin son dü ğüm lerini çözm ek fırsatın a kavu ştu kları kanısm daydılar. Bulgaristan is tiklâli, Bosna - H ers ek ’in kaybı, Karadağ, Sırbistan, G irid, A r navutluk, Y em en kaynaşm aları v e kopm aları, n ih ayet Trablus, Balkan, B irin ci D ü nya Savaşları... B unlar yetm iyorm u ş gibi, M eşru tiyet kalesini alm ak isteyen g ericile rin 31 M a rt saldırış la rı... Bütün bu ola ylar keşm ekeşi içinde acemi, şiddet ted b irleri ni a rttıra a rttıra hüküm et etm e sanatını gösteren b ir ik tid a r partisiyle, çığlaşan v e h er tü rlü fik irle rd e n örülü b ir m u h alefe tin m ücadelesi, M eşru tiyeti, siyasî hayatı y o k etm işti. Ç ok par tili re jim in b ir boğuşma, ik tid a r değişim i y e rin e b ir ölüm k a lım m ücadelesi örn ekleri M eşru tiyetin eserleri arasındadır. F iilî b ir tek p a rti rejim i, b ir çoğunluğun v e o çoğunluğa hâkim olan b ir
16 M e rk e z i U m u m î’nin istibdadı v e ik tid a r tek e li kurm ası M eşru tiy e ti k en di kendini in k â r yoluna sokmuştur. Y ılla r y ü z y ılla r zindan karanlığından kurtulan b ir toplu■*
m u işte bu se v iy e y e getirm işti. Z aten tam am iyle geri b ir sos y a l yapı, tarih sahnesinde hangi rolü oynayabilirdi? «İK T İS A D Î ESARET»
M e şru tiy eti başarısızlığa götürm üş olan fa k törlerin başın da, ekonom ik «g e r iliğ i» saym ak gerekir. M eşru tiy et düşünür lerin in hepsi bu konuda ittifa k ederler. «İğneden ipliğe kadar her şeyi A vru p a’dan beklenen bir toplum», B atı’n m ekonom ik a ğ ırlığ ı v e rekabeti karşısında yen ilm eğe, kahrolm ağa m ahkûm mu- B irb irlerin i b ir kaşık suda boğabilecek, iki ünlü düşünür, Z iy a G ök alp’le Pren s Sabahattin’in b e lk i de b irleştik leri tek nokta M eşru tiyetin gelişm em iş tablosudur: Tü rkler, m illî b ir idealden yoksun oldukları kadar İktisadî sınıflardan da yoksun dular. T ü rk le r m em ur v e rençberdiler. Türk'ler müstahsil değil, m üstehliktiler. « P a s if» vatandaştılar. Bu fik ir le r i söyleten olayları, M eşru tiyetçiler cesur b ir a çık lık la görm üşlerdir: K apitü lâsyonlar, borçlan m alar (D üyunu Um u m iy e), yabancı şirk etler, kısacası Osm anlı İm paratorluğunu b ir pazar, b ir söm ürge yapm ak isteyen yabancılar v e y e r li o r takları, T ü rk le r ü zerinde tek s if ettik leri baskıları ile, b ir m ille tin varolm asını değil, b ir esir kitlesin i devam ettirm ek amacını güdüyorlardı. İşte, talihsiz v e dertli M eşrutiyet. «B U DEVLET N A S IL K U R TAR ILABİLİR ?»
E zelî soru, b ir kere daha soruluyordu. M eşru tiyetçiler, g e r çek cevabı bulam am akla beraber, toplum un hastalıklarını bü yü k b ir heyecanla, cesaretle teşhis yolu na gitm işlerdir. Islâm cı, Türkçü, Garpçı, Şahsî Teşebbüs’çü, sosyalist akım lar, kendi a çı larından, çoğu zam an y etersiz v e eksik, fa k a t içten cevapları-
18 nı kam u oyuna, id e o lo jik çabalarla, sunmuşlardır.
Sadece, bu!
fik ir akım ları, M eşru tiyetin olum lu eseri sayılabilir. A m a M eş ru tiy et bilânçosu bu kadarla kapatılam az. ; M eşru tiyet, her şeyden önce, T ü rk toplum una «Vatandaş» tip in i h ed iye etm iştir. «T abaai şahane» nin «Vatandaş» lığ a y ü k selişi tarih im izd e anılacak büyük askerî z a fe rle r kadar önem lidir. Vatandaş, d evletin kendi yapısı, insan yapısı olduğuna, kendi h ayatı ile d evletin alm yazısı arasında sımsıkı b ir b ağ bu lunduğuna inanan insandır. M eşru tiyet b ize bu tip insanı y e tiştirm iş olan b ir okuldur. İk iy ü z y ıla varan h ü rriyet savaşlarının en olgun m eyva la rm dan b iris i de budur. H erkes, posta m ü m eyyizin den Sadrıâzam ı j na kadar, toplumunun nabzı ile meşguldü. Onun hastalığını bu lT mak, onu tedavi etm ek istiyordu. B ü yü k b ir k itlen in siyaset yapm ası da bu devren in eseridir. Ö yleyse, b ir kam u oyunun, hüküm et icraatı karşısında tep k i gösteren k u v v e t olarak, orta ya çıkışı da M eşru tiyetin eseri sayılam az mı? TEVFİK FİKRET’İN CEVABI
1912 yılında, H alâskâr Zabitan G rubu adıyla b ir subayla# topluluğu, İttih a t v e T e ra k k i Pa rtisin i teh d itler sonunda, ik tiA dardan uzaklaştırm aya m u va ffa k olmuştu. Grubun lid eri, birkaç arkadaşıyla, Â ş iy a n ’m da oturan T e v fik F ik re t’i ziya rete gitti. Ş âire dediler ki: — Görüyorsunuz, İttihatçılar artık uzaklaştı} Başımıza geçin de bir şeyler yapalım! F ik ret b ir divanda oturuyordu. Y um ru ğu nu sıktı. Y an ın d a k i kuş tüyü yastığı vurdu. T a b iî kuş tü yü yastık hem en eski haline geldi. F ikret, ziya retçilerin e yum ruğunu gösterdi: — B ir şey oldu mu elime? — H ayır. — Yastığa bir şey oldu mu? — H a yır. Son cevabı gene kendisi verd i: — B ir yerde ki ne vuran ele ne de vurulan yere bir şey olmaz, ben orada çalışamlam. F ik re t’in cevabı ü zerinde düşünmek b ir tarih d e vres in i ay dm latm aya yarar- G erçi, Batı anlam ında b ir
«Umtumî efkâr»
19 yoktu M eşru tiyette. Fakat Osm anlı siyasî hukukunun değişm ez kuralı olan, halkın pasif b ir k itle oluşu telâkkisi, artık d eğiş mişti. B elk i de, bu d evre için L û tfi F ik r i B e y ’in d e y im iy le « e f kârı u m u m îy e» y e rin e «hassasiyeti u m u m îy e» den söz etm ek daha uygun düşer.
A Y D IN L A R IN G Ü N A H I
A slında, yetersiz olan, dar olan M eşru tiyetçi b ir kadro idi. A y d ın la r k en dilerin i her zam an için suçlu,, hattâ günahkâr say m ışlardır. M eşru tiyet, İttih a t ve T e ra k k i ik tid a rın ın bâzı g erçek leştir m eleriyle de, yakın tarihim izde, önem li köprübaşılar tutm uştur: T ü rk le rin m illet olarak Y irm in c i
Y ü z y ıl sahnesine çıkışları,
m illî b ir şuura v e «m e fk u r e y e » (ü lk ü y e ) sahip k ılın m aları y o lunda alm an sosyal ve siyasal tedbirler, aynı zam anda b ir d evlet politikasının da tem elleri olmuştur. E konom ik alanda, kendi kendine yetm e esasına dayanan b ir p o litik a h a y li sem ereli o l muştur. K ü ltü r ve hukuk alanlarında elde edilm iş olan sonuçlar, özellik le lâikleşm enin başangıcı sayılır. B İL Â N Ç O
Bu kadar savaş, bu kadar boğuşma v e bu kadar çabanın bilânçosu gerçekten hazindir. M eşru tiyet bek led iği eserini v e rem eden ölen b ir insanın ta lih sizliğ i için de olm akla beraber, b a şa rısızlıkları devrim ci olam am asına bağlanır. Rom antik, h a y â lci b ir d e v le t düşüncesi, b ir im paratorluğu değil, b ir k a b ileyi b i le kurtaram azdı. M eşru tiyet, birb irin e A bdü lh am id politikasının h a rçlarıyla bağlı unsurların dağılm asından doğan sorunları çözebilecek ku drete v e y e tk iy e sahip değildi. H astalıkları görm ekte açık kalbli olan insanlar v e gruplar, onları ted a vi konusunda cesa retli olam am am ışlardır. H e r şeyi, m alûl b ir g ö vd ey i m uhafaza
*
20 kaygusu içinde çözm e yolu na gitm işlerdir. H e r şey y a p ıla b ilird i, ama O sm an lılık kadrosu içinde. A ksin e, hem en hiç b ir şey bu kadro için de yapılam azdı, im paratorluk, yabancı k u v v e tle rin çarpıştığı, unsurlarının b a ğım sızlığa kavuşm ak isted ik leri b ir y a p ıy a sahipti. H a ya tı sadece siyasî’ydi. Sosyal v e ek on om ik alanlarda, ve receğ i v e yapacağı b ir şey kalm am ıştı. M e şru tiy et gerçekleştirici, yap ıcı d evlet adamından v e personelinden y o k sundu. Kesin, kararlı, d evrim ci b ir savaşın kumanda h e y e tin den yoksundu. C ah illik le, tereddütle, g erici b ir m uh afazak ârlık la, sosyal y a p ıy ı a y ırıc ı unsurlarla h er karşılaştığı y e r d e savaşı kaybetm iştir. A ta tü rk v e A ta tü rk ’çüler, T ü rk d e vrim cile ri işte bu ik lim şartları içinde, bu siyasî lâboratu var d en eyleri içinde y etişm iş lerdir.
III
Mütareke Koridoru BİR ESİR K A M P IN D A N SESLER
ı i
| Q T| ' " l y
q
l y
tın başlangıcım unutm ayalım . H a ya t hakkım ız tanınm ıyordu. M eelis’ten kovu luyordu k. Çünkü
ü m itsizliğe düşmüştük.
D ü n ya barışının âdeta b ir anahtarıyız.
Dün a leyh im ize yü rü yen
yabancı k a lem ler, ih tiraslı fik ir le r
- şim di de hiç utanmadan - ö v ü y o rla r bizi. Çünkü A n ad olu ’da yükselen yu m ru klar var, hakkını isteyen büyük b ir k itle...» Bu satırları d ik katle okuyunuz. Y a z a rı S. K a ratu ğ isim li esir b ir T ü rk subayıdır. B irin ci D ünya Savaşı içinde, esir düş müştür. İsk en d eriy e’de, Ş e yd i Beşir, İn g iliz esir kam pına sü rülmüştür. Orada taşbasması b ir gazete ç ık a rır b izim esir subay larım ız. A d ı: «T ü r k V a rlığ ı»- K a ratu ğ’un satırları 15 Ocak 1336 (1920) ta rih li bu gazetenin 24. sayısından a lın m ış tır 5. A navatandan uzakta... N e re d e kalm ıştı Anavatan? N e y d i Anavatan? İsyan v e işga llerle y e r y e r parçalanmış b ir ülke; b ir türlü tatm in edilm em iş ıslâhat v e d evrim ih tiya cın ın sahnesi; ekono(1 ) Bu dergilerin asıllan Amerika, K a liforn iya ’da, Stanford Ü ni versitesine bağlı Hoover Kütüphanesinde. Dağdeviren koleksiyonundadır. (Dosya D. 23).
* 22 m ik alanda geri v e esir b ir m em leket, kardeş kavgasından v e i şahıs çekişm elerinden bıkm ış, bunalmış b ir halk kitlesi; niha-i y et kudretini, b en liğin i kaybetm iş b ir d e v le t A n avatan işte buydu. P e k i bu durumun sebepleri?
i
E sirlik gurbetindeki askerler, telörgü ler ardında bu sorun ları da ele alm ışlardır. İşte A li K â m il’in « G a y e » başlıklı yazısından b ir ik i satır: «... Tekrar ederiz. Müteessir, meyus olmıyalım! B ir memleket mezarlarla, harabelerle örtülürse korkulm az!... Yeter ki o m em lekette müşterek tek bir ruh yaşasın.» (N o . 24). H a lit Rıfkı’yı din lem ek ister m isiniz? «G a rp ten Ş a rk a » ya-., zısm dan: «...Halbuki Şarklılar yeniden yeniye milliyete sarılı-1 yor! O halde Garpte dağılmaya başlayan m illî azam etin yakın | bir istikbalde Şark diyarına taşınacağım şimdiden iddia etmek I pek de kehanet sayılama.z A s y a ’nın bu m es’ut in k ılâ p la rın d a ,1 mensup olduğum milleti acaba öncü olarak görebilecek miyim?» (N o. 27). T ü rk V a rlığ ı’nm 25. sayısındaki başyazı da bize, N â zik î O ğullarından
M.
N a m ık ’ ın
aydınlık
fik ir le r in i
sunabilir:
«... Memleketimizin büyük dertlerinden biri de gayesizliktir. G a yede bir memleketin şimendiferi, maarifi, ziraati
gibi birinde
belki de en birinci derecede mühim ihtiyaçlaıındandır. Gayesiz "bir şahıs veya mânevi bir şahıs ile çöl üzerinde yolunu kaybetmiş bir seyyah arasında fark yok gibidir... Bugün memleketimizde cehalet pek kesiftir. Okumuş olanlarımızda da gaye yoktur... Bu gaye fırkacılık ve sair siyasî manevralarla dahi yöııünü değiştirmiyecek kadar, bütün milletin kalbleri ve ruhları ile müttesfikaıı takip ve evlâdı ahfadına telkin edecekleri pek muhterem, pek mukaddes bir şey olmalıdır... Türkün gayesi milliyet olmalıdır.»
23 V e b ir sayısında, Z iy a G ö k a lp ’in M a lta ’dan işitilen sesi, esir lere duyuruluyordu
(16 K a sım 1919):
A ğla çoban ağla, ovaıı kalmadı İnle bülbül inle! yuvan kalmadı. ELDE NE KALM IŞTI?
D ik k at ediniz, b ir esir kam pının taşbasma dergisinde, bü tün b ir kurtuluş edebiyatı saklıdır. îsm i gib i T ü rk V a r lığ ı’nın bütün fa k tö rle ri yoklu klardan çık artılıyord u : G ayesizlik, ha reketsizlik, m illiy e ts izlik (ü lkü sü zlü k) v e n ih a yet... D evletsizlik. B ir varoluş felsefesi, y ok ed iliş’e isyandan, ihtilâlci, d evrim ci bir h a m ley le ortaya çıkacaktı. M eşru tiyet lâboratu arm m bütün deneylerinden elde edilen sonuçlarla, m e n fî’den m üspet’e, olum luya doğru yürü m ek için, n eler yapm ak değil, n eler yapm am ayı düşünmek gerekiyordu. A slın a bakarsanız, bütün T ü rk ’ler esirdi, yahutta k en dile rini ö y le hissediyorlardı. Sonsuz b ir buhran için deydiler. M eşru tiyetin harab eleri
üstüne oturmuş, düşünüyorlardı-
Ne kalm ıştı elde? B ir anda, soruya, b e lk i de « — H iç !...» cevabı verileb ilird i. Başlarını ik i e lle r i arasına alıp da düşünenler, ön ce M eşru tiyetin m uhasebesini yapm ışlardır: M ed en iyet s ırf b ir biçim m eselesi değildi. B atı usulleri sadece ta k litle u ygu lan a mazdı. H ü rriy e t savaşları, her zaman refah v e huzurla sonuç lanm ıyordu. Müesseseler gerçek lerin v e ih tiyaçların eseri olm a lıydılar. Düşünceler, tekrar tek ra r h ü rriyet savaşları üzerinde top lanıyordu. M eşru tiyetin v e rd iğ i örnek, ve reb ile ce ği ders çok, çok pahalıya m alolmuştu: H ü rriy e t adına savaşmış olanlar, b ir gün h ü rriy e ti getirm iş, M eşru tiyeti kurmuş olsalar dahi istib dada sapabilirlerdi. B ir A bdü lh am id y erin e birçok Abdü lham id ortaya çık ab ilirdi. En kötü istibdat, türlü neden lerle şahıs v e
:! züm re tahakkümünü kuran v e bunları dem okratik m üesseseler ardında g izle y en şekildi v e durmadan h ü rriy e ti siper e ttiğ i için istibdatların en teh lik elisiydi.
!
i
D en ey ler daha da b irb irin e bağlan abilirdi: D in ci çevreleri#! p o litik a y a karışm ası m em lek eti yıkacak derecede teh lik eliyd ij M em lekette, her zaman için din du ygu larım istism ar edenlerini peşinden gidebilecek geniş b ir k itle vardı, im paratorluk sistemi içinde, T ü rk olm ayan unsurlardan T ü rk le r için fa yd a ummak im kânsızdı. i M ü tarekenin üm itsiz insanlarına ışık veren sonuç bu müj şahededen doğacaktır v e şudur: T ü rk le ri ancak ve y in e Türkleji ku rtarabilirdi. F IR K A C IL IK
Y ı l 1918... G ü ney E ge ilçelerinden birinde ik i m em u r bir m ezarlığın yanından geçm ektedirler- B iris i orada yata .11 dindaş lara b ir fâ tih a okum ayı t e k lif ediyor. O ku yorlar. Ö teki derhal ilâ v e ed iyor: rum .»
«B e n duamı İttihatçıların ruhuna göndermiyo*
M eşru tiyeti kasıp kavu ran «fır k a c ılık » bu olaydan dahjj anlam lı olarak tanım lanamaz. F ırka cılık , M eşru tiyetin m eyvası» dır. B ir siyasî parti tara ftarlığın ın b ir çeşit din sayılm ası de1) m ektir. K arşı pa rti mensubuna ancak k in v e in tikam la bakmak! dam ektir. Bu tip b ir anlayışa dayanan çok p a rtili rejim, merale,-! keti b ir cehennem e çevirir. M u h alefet-iktid ar m ünasebetleri b il ölüm kalım savaşıdır. K a rş ılık lı düşman cephelerin kuruluşr dem ektir. M eşru tiyet, d ejen ere edilm iş b ir p a rtile r rejim iy le, kolayc;: bir cehennem e çevrileb ilm işti. Siyasî hayat da b ir savaş mey* dam olmuştu. F ırk a cılığ ın varm ış olduğu en fe c i sonuç, m em le ketin ik iy e bölünmüş olm asıydı. İttih a tçılarla itilâ fç ıla r Orts Çağın din harblerine hâkim zih n iyetin tem silcileriyd iler- Bir*
25 birlerini öldürm elerini, idam sehpasında b irb irle rin e k ü fre tm e lerini m üm kün kıla n bu zih n iyet, T ü r k iy e ’n in siyasî hayatında, '•eşitli sosyal nedenlerin y a ra tığ ı olarak, M e şru tiy etle başlam ış tır. Bugün dahi süregelm ektedir. K İN : SİY A S İ H A Y A T IN
MOTÖRÜ M ü tarek e süresinin (1918-1922) ele alm an ola yların ı daha yakından izlersek, insanları v e ç e v re le ri h arekete getiren din a miğin, toplum un gerçek sorunlarından fazla, kin olduğunu gö rürüz. M eşru tiyetin çözülen unsurları daha sarp b ir in tikam politikası içine düşm üşlerdir. M ondros M ütarekesinin im za la n ı şından itibaren, m ille t olarak m ahkûm ed ilm e tehlikesi b ile, şahsî ih tirasları ko lay k o la y fren leyem em iştir. Bu hengâm e, M ü tareke olayların a özel b ir ren k verir. M e ş r u tiy e tin İttih a t v e T e r a k k i’si y erin e H ü rriy e t v e İtilâ f geçm ek istem iştir. İktidarda olmasa b ile siyasî hayata hâkim o l ma iddiası İtilâ fçıla rd a yerleşm iştir. Ç etin b ir İttih a tçılık düş m anlığı saray v e çevresini kaplam ıştır. «İttih a tç ıla r zam anında ne yapılmışsa kötü dü r» ku ralı siyasî suçların v e cezaların ölçüsü olmuştur. 31 M a rt’ın liderlerin den A h m et Rasim Hoca, nihayet için i bir daha dökm ek fırsatın ı bulm uştur: «31 M art bir hâdisei irti caiye değildir.» Sosyal v e kültürel alanlarda yap ılm ış olan ha rek etler b ire r b ire r durdurulm a v e «eskiye irca» yolundadırlar. Şeyh ülislâm M ustafa Sabri E fen d i’y e göre Cihadı E kber F e t vası b ile sakattır. İttih a tçıla r A lm an dostu mu idiler, îtilâ fç ıla r în g iliz le rin yanıbaşm dadır. A lem d a r’m başyazılarından b ir i şu başlığı taşır: «în gilizleri istiyoruz!» H ele, A y a so fy a C am im de V â iz İ z m i r l i İsm ail H a k k ı H ocayı din leyin iz. H a rb i U m u m î’de y en ilm iş sek, işte sebebi: «Reşid, Â li, Fuad Paşaların makamlarından K â mil Paşa’yı kovan, Sait H alim ’i, Talât’ı getiren, emanetullah’ı
26 zâyeden k avm in başka n e görm esi bek le n ird i? »
H oca’y a gör»
L lo y d G eo rg e’un sözleri doğrudur. D ü nyaya yüksek sesle anlat m ak k e re k ir ki, «İn g iliz le rle harbeden v e e l’an da etm ek iste yen ler İttihatçılardır, Y e n iç e rile rd ir.»
A n ad olu d e vrim cile ri de İttih a tçılık la itham edilm işlerdir H ele m illî b ir d evlet form ülü, H a fız İsm ail H a k k ı’y a göre asli m üm kün olamaz: «İslâm hükümidarsız olamaz, Cu m h uriyet ola m az.» O L A Y L A R IN D İL İ
j
M ü tarek e olayların ın b ir ö zelliğ i va rd ır: T ü rk m illetin in bağım sız, m illî, dem okratik b ir d evlet kurm asını engellem ek. Bu, herşeydeıı önce, sanki «A ra b is ta n ’lı casus L a w r e ııc e » m, ihtiras-; la rm ı b ir b ir y erin e g e tir ir gibi, M ondros M ütarekesinin haksız! v e adaletsiz u ygulanışıdır.
A zın lık la rla birleşen Batı m edeniJ
yetin in em p eryalist orduları, A nadolu v e T r a k y a ’da adım adım| ilerled ikçe, ü lke ü zerinde adaletsizliği şahıslandırm ışlardır. ;j Oysa, W ilson ’un 14 maddesine göre, h er m illet gibi,
T ü rk
m ille ti de b ir d evlet kurm a hakkına sahipti. D e v le t kurm a konu-: sunda, mağlûp, galip m illet farkı gözetilm iyeceğin e göre, bu ta b iî hakkı, k o le k tif h ü rriyeti, yân i istiklâli, T ü rk lere de tanım ak kadar tab iî ne olabilirdi? Y e n i b ir dünya düzeni, eşit k a d erle re dayanm alıydı. N e va r k i B a tı’nm galip d evletleri, z a fe rle rin i y en i b ir vesa y et sistem inin diktalarına bağlam ışlardı. T ü rk lerin hissesine de Sevres düşmüştü. Clem enceau’lar, Osm anlı delegasyonunu ça ğırm ışlardı. V e b ir sabah, Dam at F e rit ve arkadaşları k e n d ile rine tahsis edilen b ir Fransız savaş g em isiy le İstanbul'dan a y r ıl dılar. Z ırh lın ın ism i «D e m o k ra s i» idi. «B İZ DE İNSANIZ., »
Dem okrasi adına ne haksızlık lar yap ılm ıyord u ki. Düşman ordu ları adaletsizlik ilâhının kurşun a skerleri gibi y e r yer, tür-
27 İn zulü m lerle m em leketi işgal ediyorlardı. Sanki b ir m illetin ,,ıhlanmış şiddetini arttırm ak için.. İzm ir, 15 M ayıs 1919 da işgal ı'ilitmiştir. A ta tü rk 19 M a yısta Samsuna çıkm ıştır- 22 M a yıs Cunm günü yapılan K a d ık ö y m itin gin de Saim e A s k e r H anım işr,ılcilere şöyle hitap ediyordu : «...G alipler! Size lıitap ediyorum. Ilğer mücahedeleriniz insanları mes’ut etmek içinse biz de insa nız... B ir millet yok edilemez! Ben kendimi hürriyeti gaspedilıııiş bir milletin kızı olarak istiklâlime nasıl yürüyeceğimizi Mİyliyeceğim... Oğlum bana (B en neyim,1 ) diye ilk sorduğu gün, oııa semâlardan haykıran bir melek gibi
(B ü yiik tarihli b ir
Tiirksün!) diye hitap edeceğim. B u nida, bu ses onun ruhunda ııc fırtınalar koparacak!...» 2. B üyük G azete’nin 28 M a yıs 1335 (1919) sayısı sim siyah b ir kapakla çıkm ıştı. F alih R ıfk ı
(A t a y ) «S e v g ili İz m ir » başlık lı
yazısında, B a tı’lıların ağır itham larına cevap veriyord u : « . . . İzmir’in Türklüğü bir rakkam ve şekil, bir istatistik Türklüğü değildir- Z ira istatistikler ve rakkamlar, ölü ve bozulmuş ve ce setleri ancak adetle sayılmaya lâyık olan milletler içindir... B u r sa bie, Konya bile bu kadar T ürk değildir... İstatistik Türkleriıı lehinde imiş! Yere batsın istatistik. İzmir T ü rk ’tür. Adet mantığı içinden kahraman plânlan çıkar mı? ... İstanbul ve İzm ir siyasî fırkaların ve bu sefil neslin kuvvetsiz, nâçâr kolları üstünde değil, burada padişah türbelerinden taşan ecdat ruhları ve orada Sarı Zeybeğin dağ rüzgârlarına ve ırmak seslerine sinen ruhu üstünde duruyor.»’1. İS T A N B U L VE GENÇ SUBAYLAR
İstanbul, S u ltan -H alifeyi, H e y e ti Vükelâsını, A y a n ın ı ba rındıran şehirdir. A m a bu onun resm î kısm ı. «G a y r ı re s m î» İstanbul, K a ra k ol C em iyeti ile, M im M im G ru p larıyla A n ad olu ’ (2) (3 )
Taha Toros: Türk H atipleri (Ankara 1950), s. 74 Falih Rıfkı : S evgili İzm ir (Büyük Mecmua, 28 Mayıs 1335).
yu destekleyen basın ıyla M üdafaai H u ku kçu ’dur. 1919 seçimimi* de bu tutum unu ispat etm iştir. M ü dafaai H ukukçu b ir M ebıi} san M eclisi İstanbul’da toplanm ıştır. Fakat İn g iliz işgal ku vvetj leri tem silcisi bu M eclisle başedilem iyeceğini, anlayınca İstai| bu l’un işgali de kararlaştı. Y e , L e ta fe t apartm anında u yu rkei öldürülen askerlerin naaşları üzerinden geçilerek, işgal karar u ygulandı. Lim an , Çanakkalenin hıncını alm ak isteyen savai g e m ile riy le doldu. Cepheden dönen genç subaylar, acaba njj düşünüyorlardı? :j Ruşen E ş re f’i (Ü n a y d m ) din leyin iz: «H e r u ğradığım ız şejr hirde İstanbul’a dair tiirlü türlü şeyler işittik. B ir şehrin şajj yia la rı öbürkünü tutm uyordu. H ep b ö y le en son h a b erler doğru sayılarak, eski havadis m alzem elerinin y a rd ım ıy la b îr İş tanbul ahvali ku ra ku ra b ir sabah B oğazdan girdik. İstanbul hakkında en doğru söz k a l’alarım ızın üstünde sallandığını g ö r düğümüz başka ba yrak lar oldu. Göçkün v e d ilg ir b ir Y e n iç e r i azâm etiyle somurtmuş H is a r ın eteğin i dönünce sisler arasında’ büsbütün heybetli kara b ir su şehrinin asıl m inareler v e k u b beler şehrine sebkat ettiğ in i (y e r in i aldığım ) gördük. GiiverJ tede g ö z le ri yaşla dolu genç zab itler vardı. İçlerin den b iri: — Se-j ni bu hale b iz koym adık... dedi». j Ruşen E şref «B ır a k tığ ı ve bulduğu İstan b u l» a her yaralı T ü rk g ib i giriyo rd u : «Lim lanın içinde, yanaşabilecek b ir y e r bulj* m ak için, h er ta ra fı başkaları tarafından tutulm uş rıhtımlara) beyhude y ere başvurduk. O dakikalarda ölmüş anaların kucatj ğ m ı arayan öksüzleri niçin düşündüm ?» 4. j Ü ÇÜ NC Ü K U V V E T
;■
Siyasî k u v v e tle r bakım ından da M ü tareke, yak ın ta rih i m izin «N â z ik za m a n ı» dır. Henüz M ondros M ü tarekesi im zar
(4) Kuşen Eşref : Bıraktığım İstanbul - Bulduğum İstanbul (Bü yük Mecmua, 28 M ayıs 1335, s. 8-9).
29 lunmamıştı ki, Akşam başyazarı,
Z iy a G ök alp ’in yardım cısı
Necmettin Sadık (S a d a k ) durum u açık lık la tartışıyordu : B ir nüfuz (O sm an lı ik tid a rı) yık ılm a k tayd ı. E ğ e r bunun y e rin e lıir yen isi geçem iyecek olursa,
«hayatımıza hâtime çekecek
ımarşi» hazırdı. Y ap ılacak iş şuydu: M evcu t k u v v e tle rin den gesini bozm am aya g a y ret etm ek. N e y d i bu k u vvetler? S osyolog i'özüyle, bu nlar m em leketim izde, bütün kusurlarına rağm en millî m eclislerle, hüküm et ku vvetlerid ir- «Ş u günler zarfında iki günlük hükûmetsizliğin, ufak bir anarşinin, Türk unsurun inkırazı dernıek olduğunu bildikten sonra, mevcut bütün inti zam kuvvetlerini yıkmaya çalışmak memleketi sevmemek de mektir.»
N ecm ettin S a d ık ’ın va rd ığ ı sonuç, tab loya isabetle
vurduğu son fırç a olm uştur: «herkes bilir ki, bu memleket bir kaç ay sonra bugünkü kuvvetlerle idare edilemez. D aha başka zümrelere ihtiyaç vardır. Fakat işte o bir iki ayı beklemek za rureti karşısındayız.» 5. «B aşka z ü m rele r» üçüncü b ir k u vvettir. A d ı M ü dafaai Hukuk’tur. M ü tarekenin boğucu havası içinde, gerçeğe dayanan büyük b ir ü m idi tem sil etm iştir. B irleştirici, to p la y ıcı karak teri ile y e n i b ir d evlet bu y e n i hareketin, A nadolu hareketin in eseri olacaktır. A ta tü rk bu h areketin liderid ir. O, M ü tarekenin teh lik eli dönem eçlerle, aşılması zor en gellerle, y ıld ırıc ı tu zak larla dolu karanık v e boğucu koridorundan geçerek Erzurum yaylasına ulaşmıştır.
(5)
Necmettin Sadık: Nâzik Zaman (Akşam 6 Teşrini Sani 1334).
IV
Müdafaai Hukuk Ruhu BlR M İLLE T U Y A N IY O R
j
A M ayıs 1919’u 15 M ayısa bağlayan gece,
îz m ir ’lileriri
I T T yaşlı gözlerle okudukları beyannam eden : 1 «...Ey bedbaht Türk... Yunan hâkimiyetini kabule tarafta* mısın? A rtık kendini göster... Tekmil kardeşlerin maşatlıktadır..^ Binlerle, yüzbinlerle meşatlığa koş... ve Heyeti Milliyenin emri* ne itaat et. — İlhakı Red Heyeti lVIilliyesi»... B ir başka beyannam e şu başlığı taşıyor: «A y d ın Vilâyeti-i nin feryad ve istimdadı». D en izli H e y e ti M illiy e s i im zası ile ya yınlanan bu vesikadan da birkaç satır okuyalım : «... Bugün ateşj ve kan içerisinde hulunan Aydm lılaıia, yarının siyah ve boğucu felâketlerini görerek sırf hayat ve namlusu koruma endişesiyle silâha sarılan Nazilli; Denizli ve mülhakat ahalisi... uyum ayı nız... yalnız bugünün selâmet ve rahatını değil, yarının tehlike! lerini düşününüz!» 1920 başlarında A d a n a ’dan K ilik y a H e y e ti M erk eziyesi «Toros’un arkasında aylardan beri sükûn ve saadetten mahrum yaşayan lıemşeriler» e h a y k ırıy o rd u '• «T ü rk ’ün meşru ve millî haklarım tanımayan inatçı ve gaddar düşmanlarımıza yine Tür* kün îman ve kuvveti önünde boyun eğdirelim.» H erşey, İz m ir ’in işgali ile başlamıştı. D aha doğrusu, M o n dros M ü tarekesinin adaletsiz uygulanm ası ile için için, tek tek
31 Tü rk’le ri saran v e harekete getiren savunm a duygusu, ortak b ir heyecan halinde, bird en b ire patlak verm işti. E ge b ir volk a n g ib i kayn ıyordu . H a lk silâha sarılm ıştı, ku m andanların yaşlı bakışları karşısında, yetm işbeşlik ih tiy a rla r babadan kalm a şişhane tü fe k le riy le gönüllü y a zılıy o rla rd ı. B ir milis teşk ilâtı doğuyordu. M ille tin k u vvetleri, o zam anki d e y im le «K u v a y ı M illiye» bu şartların mahsulüdür.
K u v v e tle r azdır
ve dağınıktır. A lt ı bin k iş ilik Tü rk ler, k ırk ü ç bin k işilik b ir iş gal ordusu karşısm dadır. A m a, her tara fta y erd en b iter gibi, m ukavem et yu vala rı kurulm aktadır. Saldıranlar kork u ya ka pılm ıştır 1. R om anya cephesinden alelâcele g etirile n G en eral N ayd er, Pariste barış pazarlığı ile uğraşan V en izelos’a şu te lg ra fı çek mek zorunda kalm ıştır: «T a m bir Türk seferberliği ve kuvvetli bir Jön T ü rk teşkilâtı karşısındayız. H e r taraftan taarruza m a ruz kalarak hergün bir parça arazi terketmeye mecbur oluyo ruz;.-.» 3. Y E N İ B İR RUH
1919 M a yısın ın sonuncu Cum a günü, A y v a lık M ın taka K u mandanı A l i (Ç etirık aya) B ey in 56. F ırk a Kum andanına duru mu b ild iren cevabı yen i b ir ruhun dile g etiriliş i olmuştur: «A layın her ferdi demirden bir kale gibi yerinde sabittir. H er türlü hiyanet hareketlerine karşı koymaya hazırdır. Büyük bir kahramanlık ve fedakârlık duygusu ile dolu olan Alayımı ve b ö l gem içinde bulunan memleket çocukları adına durumlu bildiri rim e fe n d im »s. E fe le r tarih sahnesine çıkm ıştı. Gönüllü o kadar çoktu ki, silâh yetişm iyordu . (1) Bu konuda, Tü rkiye’de Siyasî Partiler (İstanbul 1952) adlı kitabımızda bilgi ve bibliyografya vardır .(s. 491-519). (2, 3) M id illi’li Ahm et (Suvari Y z b ): Türk İstiklâl Harbinin Ba şında M illî Mücadele (Ankara 1926), s. 72.
33 Bu y ep ye n i b ir zihniyet, zinde b ir ruhtu. E sirliği, m ed en i yetsizlik, va h şilik itham larını reddeden taptaze ruhun adı K u f i y i M illiy e Ruhu değildir. M ü dafaai H u ku k Ruhu’dur. H e r tü r lü ih tilâlci k u vv etin v e müessesenin özü olan bu ruh, İz m ir ’in işgalinden itibaren, m em lek etin h er tarafında b ir birlik , b ir öz deşliğin ifa d esi olmuştur. K u v a y ı M illiy e ’yi, R edd i işgal Cem ivi'tlerini harekete getirm iş olan güç M ü dafaai H ukuk Ruhu’
M u stafa K em al Paşa, İz m ir ’in işgalinden dört gün sonra Samsun’a çıkm ıştır. İlk m üşahedeleri, bu h erşeyi altüst eden kurtuluş ham lesi, M üdafaai H ukuk Ruhu olm uştur . «V a z iy e tin dehşet v e veham eti karşısında, her yerde, her m ıntıkada b irta kım zeva t tarafından m u kabil halâs ça releri düşünülm eğe baş lanmıştı. B u düşünce ile alm an tcşebbüsat, b ir takım teşekkül Ict doğurm uştur.» Bu, önüne geçilem iyecek, h içbir suretle durdurulam ıyacak kadar k u v v e tli b ir seldi. M illî b ir dayanışm anın, teh lik eler k a r asında «B e n varım ı!» d iy e re k ortaya çıkm asıydı. «M u k ad desa tını», m â n evî d eğerlerin i b izzat ku rtarm aya karar verm iş bulu nan b ir m ille t’in y a ra ttığ ı b ir hareketti bu ... Bunu görm ek lâ-
\
34 zım dı. İstanbul’dan, T a h t’m ardından görülem iyordu. K endisi de, A n ad olu ’ya ayak basıncaya kadar görem em işti: «İstanbul* da iken milletin bu kadar kuvvetli ve az vakitte felâketlere karşı bu derece uyanık olduğunu tahayyül etmezdim.)) j ik i y ıl sonra, B üyük Taarru z sıralarında, bu akım ın ne katji dar doğru olduğunu şu ifa d esiy le d o ğ ru la y a c a k tır: «A skere is| tirahat emrediyorum. A sk er dinlemiyor ve İzm ir’de istirahat ederiz!, mukabelesiyle cenk ediyorlar.» İstan bu l’la A n ad olu ’yu birbirin den ayıra n fa rk la rın en o|j nem lisi, İstanbul’un kararsızlığı, A n a d olu ’nun da kesin liği o-İji muştur. İstanbul H ü kü m eti T ü rk M ille tin d en a yrıydı. V e H ü kü m etin harb edem em esine karşılık, m illet savaşa hazırdı. Ö jfl leyse, H ü kü m et m ille ti tem sil etm iyordu.
:;j
Bu gerçeği kabul etm em ek, görm em ek, inkâr etm ek, A ta * tü rk’e g ö re «hasis v e t e h lik e li» b ir zih n iyettir. M ille tin kaderiyjı le alay etm ektir.
j'
M ustafa K e m a l’i Gazi, Başkumandan v e A ta tü rk yapan bu olaydır. O ’nun, u fu kların ardını keşfetm esi, gerçek yaratıcılığa olmuştur.
j
M u stafa K em al, Samsun’dan A m a sy a ’y a doğru, başları dıi> m anii dağları v e gümüş d ereleri aşarak ilerlerk en , A m a sya Tam im i’nde ilk gerçekçi v e kesin prensibi k o y a r : M em lek eti, yi^ ne m illetin azm i v e kararı ile kurtarmak... j Ku rtu lu ş
hareketin in
İstanbul
H üküm etince
hesapları)'
m ad iğinin delili, H e y e ti T e m siliy e ile S a ra y arasındaki te lg ra f düellosundan kolayca anlaşılır. M u stafa K em al, bu durumu} T ü rk iy e B üyük M ille t M eclisin i açış nutkunda, daha Başka ı] seçilm eden önce, anlatm ıştır.
-|
(4) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi (D evre I, İçtima Senesi I, Cild I.Jj (3. basılış 1959), s. 8-16, 26-30, 33-35. ! (5) Atatürkün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 42 i
il
İstanbul, O ’nu A n ad olu ’y a gönderdiğine pişm an olmuştu. Zamanın H a rb iy e N â z ın , y a lv a r ır g ib i çek tiği b ir telg ra fta M u s tafa K e m a l’i geri çağırıyord u . Bu telgraf, b ir hüküm etin, hattâ Iıir d evletin ne kadar küçüldüğünü v e kom p lek sler için de bu naldığını gösterir. H a rb iy e N â z ın diyordu k i : N e olacağım ız henüz b elli değil. T e k teselli noktası odur ki, düşm anların fik ir leri T ü r k ’le r lehine az çok değişm iş görünüyor- B ir kaç ay önce, Türk’lere «B a rb ar v e k a b iliy e ts iz» d iy e n ler şim di «z a v a llı», •mazlûm», «m u h ta ç» diyorlar. Bu leh te b ir durumdu. M ustafa Ivemal P aşa’ya tavsiye : Düşm anlar sizi ele g eçireb ilirler, b izi ile ortadan kaldıracaklardır. H em en İstanbul’a dönm enizi ta vsi ye ile b ir dostluk v e vatan g ö re v i yapm aktayım . M ustafa K em al Paşa’nm telg ra fa v e rd iğ i cevap, Sivas yolu ile E rzu ru m ’a geçm ek olmuştur. Ç ek tiği «cevâbı telgrafta» da iju satırlar okunur : «Beni düşmana teslim etmekle hükümet ikinci bir hıyanete vesile olacaktır. Sîzlerin de millî kıyam ha reketine katılmanız yerinde o lu r .»'1. Şim di m esele şu : Acaba, M ustafa K em al Paşa İstanbul’a dönerse, M ü dafaai H ukuk H a rek eti durur muydu? Başka b ir soruşla: M illî M ücadele bir y a da b ir kaç kişinin şahsına mı bağlıydı? «H A Y IR !» H a yır, diyordu, geleceğin A ta tü rk ’ü...
«T ü rk vatanında
millî bir kudret görülüyorsa bu, felâketlerin uyandırdığı milleIin, kalbinden ve dimağından doğmuştur. Âcizleri de ancak tâ bi bulunmuş oluyorum... Eğer memleketin selâmeti şahsımın (■ekilmesine bağlı olsaydı, kayıtsız ve şartsız, hiç kimseye b ir ıımit ve istekle bağlanmağa tenezzül etmeyerek nefsimi kurban i lmek kadar vicdanî ve basit bir şey olamazdı... Doğu vilâyet lerinin galeyan halinde bulunan halkı arasından çıkıp dönmek (6)
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi (D evre I.) (zikredilm iştir), s. 30
36 teklifini kabulde kendi irademi kullanmaktan mânen ve m ad deten memnu bulunuyorum .» 7. Bu seziş kudreti, B üyü k Nutkunda açıkça okunur : Ben, milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim) büyük tekâ mül istidadını, bir millî sır gibi vicdanımda peyderpey, bütün heyeti içtimaiyemizte tatbik ettirmek mecburiyetinde idim .» 8 D evrim ci kadro, bu sezişi şahıslandırmıştır.
i
Onu uyanan
m illî kurtuluş hareketin in başında görürüz. M üdafaai H ukuk ruhunu v e zih n iyetin i, aksiyon haline getirm ek v e b ir siyasal program olarak uygu lam ak bu kadronun eseri olmuştur. ; Bu safhada, «M ü d afaa i Hukuki» la, «K u v a y ı M illiy e » araj sm daki
fa rk ta görülür.
Bizzat, M u stafa
K em al bu farkı
b e lirtir: M ille tin b irliğ in i vücude getiren v e İstanbul’un içiııds bulunduğu şartlara rağm en bu b irliğ i içerde v e dışarda g'österj m ek amacı için yapılan teşkilât ise yaln ız K u v v e i M illiy e e fr a dından ibaret değildi. B il’ âkis bütün m em lekete v e memlekeij tin en ücra köşlerinde b ile vücude gelm iş doğrudan doğruy^ kanunî v e m edenî b ir teşk ilâttır k i ona «M ü d afaa i H u k u k » teş kilâtı diyoruz. Onda silâh m evzuubahis d
e
ğ
i
l
d
i
r
;
Bu suretle M üdafaai Hukuk teşkilâtı silâhlı k u v v e tle ri içi,' ne alm ış oluyordu. M UH AFAZAK ÂRLAR
D ev rim c iyi, İstanbul H üküm eti tanım am aktadır. Çünkı H a life - Sultan v e H e y e ti Vükelâsı, k en dilerin i destekleyen bel li gazeteler v e çevrelerle, m uhafazakârdırlar. A nadolu cu ları îstanbulculardan ayıran siyasal prensiple* A ta tü rk ’le Vahidettin arasındaki fa rk la rı da b elirtir. M uhafa zakâr prensipler şöyle sıralanabilir: (7) (8) (9)
j
A yn ı Eser, s. 32 ı Nutuk (1928 baskısı), s. 12 ; Enver Ziya Karal: A tatürk’ten Düşünceler (2. baskı), s. 10.
37
^ Cezaya rıza prensibi : İstanbul Hükümeti, özellikle, Müta reke başlangıcında büyük bir intikam hırsı ile yeniden faa liyete geçen H ürriyet ve İtilâ f erkânına dayanarak, mağlûp dev li ti suçlu saymaktadır, nasıl olsa cezalandırılacağına emindir. Osmanlı D evleti bu cezayı haketmiştir. N e v a r ki, idam cezası yerine, müebbet hapsi bekleyen bir mahkûmun ruh haleti için dedir İstanbul Hükümeti. Cezaya boyun eğme prensibi, pasif ıir savunma sistemini dâvet edecektir. İşgal bölgelerinden çığ tfibi gelen, yağma v e zulüm şikâyetlerini bildiren telgraflara, Dahiliye V e k ili A li Kemal şu cevabı verir: «İşga li sabır ve sü kûnla karşılayınız, Sulh Konferansında hakkımızı a la ca ğız» Sulh Konferansı Sevres hükümleri üzerine kuruluydu. M ütareke uygulamalarına boyun eğme: Osmanlı Hükümeti, kendini suçlu saymaktadır. Barış masasında, suçlu olup ol madığını esaslı bir tartışmaya tâbi tutmamıştır. Verilecek ce zanın pazarlığım yapmaktadır. Mondros Mütarekesinin devlet vücudünü parçalamasını tevekkülle karşılamaktadır. Mütareke lygulamaları karşısında, İstanbul Hükümeti, her çeşit ayırıcı taşkınlıklara girişebilen Rum’larla, A rap ’larla, Ermeni’lerle, Çerkeş’lerle müttefiktir. Am a Anadolu’ya, Anadoluculara düş mandır2
g Müdafaai Hukuk v e İttihatçı düşmanlığı: İstanbul Hüküme ti, kendisini tek meşru hükümet saymaktadır. Ne var ki, Dahiliye V ek ili bir Kaym akam bile tâyin edecek kuvvete sahip değildir. Neden Müdafaai Hukuk’u beğenmez? Çünkü: AnadoIuçular, hortlayan bir ittihatçılık sayılmıştır. Anadolu’da b eli ren kuvvetler, Barış masasında kendisini gölgelem ekte v e zor durumlara sokmaktadır. ^ Y en i b ir devlet kurulmaması prensibi : İstanbul Hükümeti, ne olursa olsun, her ne pahasına olursa olsun, ülke ve nü fus ne kadar küçülürse küçülsün, H ilâfet ve Saltanatın deva mını istemektedir.
38
Milliyetçilik prensibini öngörmemek: Türklerin m illet ola-
rak, bir kurtuluş hareketine geçmesi, H alifeyi ve çevresin pek ilgilendirmemektedir. Ve bu hareket, sanki birkaç kişini} '■■'tahriki gibi görünmektedir. B ir çeşit eşkiyalık sayılmaktadır Elebaşıları, Şeyhülislâm Fetvasıyla (D ürrî Zade) idama mah! kûm edilmiştir. Muhafazakâr telâkki budur. Barış sistemini emperyalis tem eller üzerine, kendi menfaatleri kaidesine oturtmak isteyen galip devletler bu görüşten yanadırlar. Anadolu’nun K uvay M illiy e ’si karşısına, İstanbul’un çıkardığı Kuvayı İnzibatiyeyi var kuvvetleriyle destekleyeceklerdir. ;j Muhafazakârları tutan yazarlar da Anadoluyu en ağır it hamlar altında, bulunduracaklardır. Bunlara göre, Müdafaai Hü kukçular «b â ğ i» (eşkiya) lerdir: Eski Celâlî isyanlarının b ir çej şit hortlayışıydı Müdafaai Hukuk. Başlarında Mustafa Kemai vardı. O halde tarihî b ir paralelle, bunlar da, bir yazara göre? «K em âlî’ler» di. «M illiyet dâiyesi ile Saltanat ve Hilâfeti patı*1 çalamak isteyen» çetecilerdi. Hepsi âsî idi.
V
Çoban Ateşleri DEVRİMCİLER
U H A F A Z A K Â R ve devrim ci kuvvetler arasındaki münase bet, Türk devriminin tansiyonunu tâyin etmiştir. Gerçek .,'.vaş budur. Ve devrim ciler kazanmıştır.
M
Devrim ci fikrin galibiyetini sağlayan olayların başında, milletlerarası münasebetler tarihinin en büyük gaflarından b i ri olan Mondros Mütarekesi v e uygulanması gelir. Azınlıkların, İmi uygulamanın adaletsizliğini arttıran taşkınlıkları, cephelerin İlkleşmesini sağlayan unsurlardan birisidir. Müdafaai Hukuk hareketinin, Türk siyasal psikolojisinden "Oğan özellikleri üzerinde durmak gerekir. 1 MUlî devlet formülü: İmparatorluk ülkesi içinde yer yer mahsullerini vermiş olan m illiyet hareketleri, Türklerin de aynı ı;ıilişmeyi izlem elerini doğuran faktörlerden biri olmuştur. N e v.ır ki, Mondros, hayli uzun sürebilecek ve yavaş tamamlana cak bu oluşu birden bire ateşleyen, hızlandıran ve infilâk etti1 1 'iı olay olarak tarihimiz içi yerini almıştır. Müdafaai Hukuk lular Misâkı M illî gereğince bu devletin ülkesini (sınırlarını) ve nüfusunu (halkını) tespit etmişlerdir. M illî devlet bağımsız ola caktır. M illî iradenin eseri olarak, m illî hâkim iyet prensibine l'iyanacaktır, yani demokratik olacaktır.
40
_ M illî devlet tek hâkimiyetli basit devlettir. Yani ne kendis!
2
bir federasyondur, ne de her hangi b ir federasyona dahi (fed ere) bir devlet olacaktır. M illî devletin reddettiği şekillei arasında, şu halde mürekkep devlet sistemini reddeder. ! 1 g M illî devlet, aynı zamanda beynelm ilelci (Kom ünist), SaJj tanatçı-Hilâfetçi (Üm m etçi) sistem ve şekilleri tüm olaj rak reddetmişti ve bu sistemleri ve şekilleri temsil eden kuvj vetlerle savaşmıştır. Görülüyor ki, varılacak amaç, Osmanlı İmi paratorluğundan tamamiylc ayrı bir devlet olacaktı. Olmuştur M illî devlet, bağımsızdır: H er türlü manda, sömürgelik, hi
maye fikrinin reddedilişi de bu niteliğinin sonucu olacak tır.
K AYN AK VE METOD
Müdafaai Hukuk’un kaynağı, elinin altındaki hazinedir Bir devleti kuran değil de, batırabilen deneylerle dolu ik in e Meşrutiyet laboratuarı çeşitli ve bol malzemeyle doluydu. D e v rimciler, bölge toplantılarından Türkiye Büyük M illet Meclis celselerine kadar, bu malzemeden, her zaman için yararlanmış lardır. imparatorluğun kozmopolit ve T ü rk ’ü hakir gören, onı her zaman müstehlik ve tâbi bir hayat içinde yaşatmak isteyer havası, m illî bir ideale bağlanmanın, m illî bir hayata sahip ol manın baş faktörü olmuştur. M illiyetçilik bir ana politika ol muştur. N e var ki, bu m illiyetçilik, M illî D evlet’te ifadesini bul duğu için, her çeşit irredantist, ırkçı şekilleri de reddetmiştir V e hiçbir suretle ayırıcı olmamıştır. Islâm Dünyasında, Doğu./ da rastlanan sınırlı milliyetçilik sistemini gerçekleştirmiştir. Bı bakımdan, hareket noktası ile vardığı amaç arasında çelişikli! yoktur. Müdafaai Hukuk’un metodu da devrim ciliğin karakterin; taşır. İstanbul Hükümetinin tuttuğu yol ile taban tabana zıt biı
41 voldur bu. Müdafaai Hukukçular, Türklerin önce suçlu olduk larını kabul etmeyen b ir esastan hareket eder. Türkler, m illî li'vletlerini kurmak hakkına sahiptirler. Şu halde, hangi şekil ■ıltmda olursa olsun, barışçı ya da savaşçı yollarla, bu amaca v a r malarını engelleyen her çeşit kuvvetle savaşacaklardır. Müdal';ıai Hukuk hareketinin gelişme safhaları açısından, Sovyetlerle liatılılar arasında fark gözetilmemiştir. Müdafaai Hukuk, Meşrutiyetin kanlı mirası «fırk a c ılık » tan nefret eder. Bu unsurlardan çok ilgi çekici bir sonuca varırız: M illî d ev leti kurmak, kollektif bir hürriyet olan «istik lâ l» i elde etmek için, pasif cezayı bekleme siyasetine değil, silâhlı■mukavemete tyrişilecektir. Bu savaşın tabiî adı İstiklâl Savaşı olacaktır. V e bir ihtilâl hakkının, meşru müdafaa hakkının kullanılmasıdır bu hareket. Çetecilik değildir. A silik değildir. Meşru, haklı bir ■savaştır. Bir iç savaş değildir. Devletlerarası bir çatışmadır. M ü dafaai Hukuk hareketini amacına ulaştıran b ir vasıtadır. Ç O B A N A T E Ş LE R İ
Müdafaai Hukuk hareketinin birimleri, fertler değil, «C e m iyetler» dir. Türk D evrim ine özel anlamım verm iş olan bu du rum bir gruplaşma olayına dayanır. H er tarafta, köyde, mahal lede, kasaba ve şehirde, «R eddi İşgal», «R eddi İlhak», «M ü da faai H ukuk» «M uhafazai Hukuku M illiy e», «İstihlâsı Vatan» gibi isim lerle çeşitli dernekler kurulmuştur. M illî b ir savaşı yönetecek merkezî bir otorite bulunmadığına göre, T ü rk halkı, devletini bizzat kurmak üzere harekete geç miştir. Fert, ortak bir duygu ve tarih anlayışı ile, adaletsizliğe isyan hakkına dayanarak, ülkenin her yanında kendisi gibi dü şünen ve davrananların bulunduğuna emindir. Kedisini, birden bire ve aynı anda ortaya çıkıvermiş görünen bu derneklerin malı ve tabiî üyesi saymaktadır. Mareşal Çakmak’m deyimi ile Mondros Mütarekesinden sonraki aylarda, b ir uçaktan A n a
42
dolu’ya baksaydınız, yer yer yanan ateşler görürdünüz. Bunlar pırıl pırıl çoban ateşleridir. Bunlar Müdafaai Hukuk ateşleridir. T ek tek dağınık ateşlerden bir meşale yapmak gerekiyordu, j Binayı bu taşlarla yapmak... İşte mesele! ’j Burada, Atatürk’ün teşhisini dinleyiniz: «T ü rk ata yurduna,! ve Türk'ün istiklâline tecavüz edenler kim ler olursa olsun, on-\l lara bütün milletçe müsellâh mukabele ve omlarla mlücadele ey-f lemek icap ediyordu. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak vej: vekayi ve hâdisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkârı-1 nı izhar eylemek ve kademe kadem© yürüyerek hedefe vâsıl ol-1 maya çalışmak lâzım geliyordu...»1.
i;i ’;'İ
«S A F H A , S A F H A »
.1
Müdafaai Hukuk yolundan «M illî D evlet» in kuruluşuna^ varılabilmesi için, bu hareketi üç safhadan geçirerek yöneltmek;! ve geliştirmek gerekmiştir. Atatürk işte bu fevkalâde başarılı, bir o kadar da zor ve çetin yürüyüşte, büyük ihtilâlcilerin v e ! devlet adamlarının kabiliyetlerine sahip olduğunu ispat etmiş-’! tir. ;; Birinci safha, bölgesel (m ahallî) kongre hareketleri safha-; sidir. Y e r yer kurulu nüveleri muhitten merkeze doğru ortak:! bir aksiyona bağlama çabası bu safhanın özelliğidir. 1919 - 1920 j süresi içinde Trabzon’da, İzm ir’de, Erzurum’da, Balıkesir’de, i Alaşehir’de, N a zilli’de, Lüleburgaz’da, Edirne’de, Gürün’de top lanmış olan kongreler bu amacı gütmüşlerdir. Emirlerinde m i lis teşkilâtı (K u vayı M illiy e ) vardır. İkinci safha, Sivas Kongresi olmuştur. Bu safhada varılm ak istenen amaç, bölge kongrelerinin birleştirilm esi ve girişilen savaşa genel, m illî b ir hüviyet kazandırılmasıdır. Bölgelerden i (1)
Nutuk (aynı baskı), s. 11.
44
gelen temsilciler Sivas Kongresinde toplanmışlar ve değişik isimlerle kurulmuş olan derneklerin ve milis teşekküllerinin hepsi b ir isim altında toplanmışlardır: Anadolu ve Rumeli M ü dafaai Hukuk Cemiyeti. Hepsi de aynı ismi alarak, bu cem iyet lerin şubeleri olmuşlardır. Birleşik teşkilâtın idaresi bir «Heyeti Tem siliye» ye verilmiştir. Askerî kuvvetler de bu idareye bağlı olmakla beraber, henüz düzgün bir ordu değildirler (4 Eylül 1919-23 Nisan 1920). Üçüncü safha,
Türkiye Büyük Mîllet Meclisi Hükûmleti
devresidir. İstanbul hükümeti genel bir seçimin yapılmasını v e
Meclisin açılmasını kabule zorlanmıştır. Meclis, İstanbul’da ba* sılmca, zaten bu âkıbeti bekleyen Müdafaai Hukukçular Ankarada kurucu karakteri olein Türkiye Büyük M illet M eclisi’ni toplamışlardır. Bu suretle hareket kanunilik ve meşrûluk ka zanmıştır 2. DEVRİM İN USTASI
Yukarıki şemanm bize gösterdiği gelişme şudur: Küçük Müdafaai Hukuk ırmakları, Sivas Kongresi kanalına akıtılmış lar, bu kanaldan da T.B.M.M. ııde toplanmışlardır. Bu oluş içinde Atatürk’ün ve başında bulunduğu ekibin rolü ne olmuştur? Atatürk ve Atatürkçüler Müdafaai Hukuk hareketini yarat mamışlardır. Atatürk Samsun’a çıktığı zaman kurtuluş dernek leri kurulmuş, bölge kongrelerinin bir kısmı toplanmıştı ve toplanmaktaydılar. Atatürkçülük, bu akımın memleketi kurtarabileceği, dağı nık kuvvetler toplanıp birleştirilebildiği takdirde kurtuluş hede-
(2) Bu oluşları, kısmen «Tü rkiye’de Siyasî Partiler» de, kıs men de çeşitli yazılarım ızda belirtmiştik. Daha tafsilâtlı olarak bu y ıl yayınlayacağım ız «Türk Devrim Tarihinin Anahatları» kitabım ız da ele alınmıştır.
45
l ine varılabileceği prensiplerinden doğmuştur. Şu halde, bu da ğınık fik irleri ve enerjileri birleştirmek ve yönetmek, en azın dan, onları yaratmak kadar Önemli olmuştur. Bakınız bu birleştiriciliğin bir örneğini verelim : Bölge tipi kongrelerden ikisi, Alaşehir v e Erzurum, kongre leri yakm tarihlerde toplanmışlardı. 1919 un Temmuz ve Ağustos aylarında... Erzurum Kongresi ve Şarkî Anadolu M ü dafaa! Hukuk Heyeti Tem siliyesi adına, Mustafa Kemal Paşa, Alaşehire şu telgrafı çekti: «A laşeh ir’deki toplantı bütün Doğu vilâyetleri halkı üzerin ile pek samimî bir tesir uyandırmıştır. Esasen İzmir için kalbi kan ağlayan bura halkı bu teşebbüse bütün ruhu ve varlığı ile yardımcıdır. Duygularımızın bu heyete duyurulmasına yüksek yardımınızı dilerim.»
T elgraf bir kayguyu saklamıyordu. Acaba, metotlarda fa r k lılık var mıydı? Alaşehir Kongresi Başkanı Hâcim Muhittin (Ç arıklı) v e r diği cevapta bu kayguyu ortadan kaldırmıştır: «Kardeşler... Doğudan Batıya genişleyen vatansever teşki lâtınızla, Batıdan Doğuya genişleyecek nâçiz teşkilâtımızın b ir leştiği gün gayemizin, vatanın kurtarılmasına yönelmiş vatan severce teşebbüslerimizin en büyük bayramı olacaktır. Saygı larımızın kabulünü rica ederim.» *.
Bu çabalar Sivas Kongresinde birleşmiştir. İşte Atatürk, Eski ile Yeninin, Doğu ile Batı’nm, aynı duy guları taşıyan fakat henüz birleşememiş insanların ortasında, tarih sahnesinde görünmüştür. H er türlü yenilik onun kana lıdan geçecek ve gerçekleşecektir. Y ü zyıllardır III. Selim ’lerin, II. Mahmut’ların, Tanzimat’ları’n ve M eşrutiyetlerin yapama(3) Kongrelerin tarihleri, çalışmaları için Partiler» de bilgi vardır, s. 478-526.
«Tü rkiye’de Siyasî
46
i
i
dıklarını, O ve arkadaşları yapacaklardır. K eşfettikleri zinde' bir ruhu devrimin hareket kuvveti haline getireceklerdir. 1 D evrim yolu, M eşrutiyetçi bir özlem değildi. Türklerin, Ba-rj tılı, medenî ve efendice yaşama özlemlerinin bir ifadesiydi. V e 1 bu özlem, muhafazakâr kalıplara sığmayacak kadar engin, buj kalıpların hepsini parçalayacak kadar ihtilâlciydi.
VI
Batı’nm Sorusu: Türkler Medenî midir? ATE ŞT EN GÖM LEK
skerî savaşların yanı sıra, niçin savaştığımızı gösteren bir de ideolojik yolun tesbiti hayatî bir mesele olarak or taya çıkınca, gerçek «İstiklâl H arbi» başlamıştır. a
1920 Nisanında, T ü rkiye Büyük M illet Meclisi Hüküm eti'ııin kuruluşu, T ü rk iye’nin de kurulması demektir. 1920 ye değin Türkler yo k muydu ki? Türkler vardı. Am a Türkiye yoktu. Türkler Osmanlı imparatorluğu kayası içindeydiler. Bu kaya parçasından Türkleri m illet olarak çıkarmak v e Türkiye’y i kur mak gerekmiştir. Türkiye, Türk Devriminin, Türk m illî kurtu luş hareketinin eseridir. Osmanlı kayasından çıkarılan, siyasal ve sosyal yönleriyle dipdiri b ir organizmadır Türkiye... Sultan ların kaftanları, tahtları yanma ve Hazine Dairesine konacak müzelik b ir süs eşyası değildir T ü rk iy e ... Türkiyenin kuruluşu dünyanın en çetin şartları içinde, y ir minci yü zyılın doğurduğu sosyal ve siyasal baskıların buhranlı kavasında gerçekleşmiştir. Batı ile Doğu arasından, iki ateş ara sından geçerek «Ateşten G öm lek» giyerek... T ÜR K LER VE M E D E NİYET
Bir Yunan yazarı, Moskopulos, «T a rih leri tarafından hüküm giydirilen T ü rk ler» adlı kitabında, kendi kararını bildiriyordu:
* 48
«T a rih hükmünü vermiştir. Bu yağmacı ve kaatiller milletini! Avrupada oturmaya hakkı yoktur. Cedleriııin yaşadıkları yer« gitsin!» Moskopulos’un varmak istediği sonuç şu olabilirdi: Y u nardılar da İzm ire gelsin!... Bu satırlar 1920 de ya zılm ış tır1 Batı’mn Türkler hakkmdaki tezini bütün b ir açıklıkla özetleyecek durumdadır. Batı, Birinci Dünya Savaşının galip devletleri tarafmdar temsil edilmekteydi. Daha doğrusu, bu devletlerin sorumlu şah siyetleri Batı uygarlığını dile getirdiklerini ve yeni bir dünyj düzenini bu değerler üzerine oturtacaklarını ilân etmişlerdir.
Oysa, Avrupa devletleri, dünya coğrafyasını kendi ihtiyaç ve çıkarlarına göre ayarlamaktaydılar. Avrupa, klâsik anlamın kaybetmekteydi. Değişen bir dünya içinde, zamanın deyim i ile «Em peryalist» tezler, farklı değildiler. Türk kurtuluşu, 1918 lerde, Batı kamu oyunda, hiç de hoş karşılanmamıştır. Hele Türklere karşı, özellikle Ondokuzuncı Yü zyılın başlarından beri, süregelen kampanya, Birinci Dün ya Savaşı yenilgisi ile, daha da yoğunluk ve bir hayli küstah lık kazanmıştı. A lb ert Vandal’in, taraf tutan bir tarihçi örneğini vererek Türkler hakkmdaki fik irle ri bu yazı serisi içinde belirtilm işti Vandal’e göre, Türkler B atı’nm çıkarlarına göre, «re ’sen» tepeden inme ıslâh edilmeliydier. O zaman «m edenî» oacaktılar Bunun dışında «vahşî sürüler» halinde, tehlikeli bir kuvvet ola rak kalacaklardı2. Batı’nm Türkler hakkmdaki ıslâhat programlarının kay nağı bu tezdir. Zaten, Batıda, Osmanlı imparatorluğuna « T ü r kiye», OsmanlIlara da — kötülemek gerektiği zaman «T ü r k le r» dendiği için, 1920 lerde bu ana fikirde bir değişiklik yap maya lüzum duyulmamıştır. T ü rkiye’nin doğum sancıları kar şısında, Batı düşüncesini temsil edenler, umumî efkârı bulandı(1) (2)
Les Turcs Juges par leur Histojre (Paris 1920) s. 92 Bk. s. 9
40
ıcak, ezelî soruyu ortaya atıyorlardı: Türkler medenî midir? I .'ğil devlet kurmaları meselesini ele almak, Batı kamu oyunu, Sirklerin vahşî olup olmadıklarını çözmek meselesiyle uğraşma ıluna sokmuşlardır. Türkler aleyhinde, bir buçuk yü zyılı aşkın b ir zamandan I - -ri, Batı’da (Am erika dahil) koyu bir edebiyat vardır. Birinci i>ünya Savaşı boyunca, eski iddialar, yeni tutumlarla bezeneı k, büsbütün şiddetlendirilmiştir. Netekim , daha savaş bitmeden, bir İn giliz dergisinde (T h e Itound T able) Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile ilı;ıli garip v e hissî bir teori kurulmuştur. Şöyle ki: Osmanlı İm li. ıratorluğu m illî bir devlet değildir. Askerî b ir kuvvetin, çe|h İİ kavim ler ve ülkeler üzerinde kurduğu b ir baskı sistemidir. <ı kadar. Kaldı ki bu kuvvet aslâ değişmemiştir. Dergi, bu id•İlalarını şu sonuçlara bağlıyordu: İmparatorluğun parçalanma■i, yaşayan bir organizmanın yıkılması değildir. Aksine, köleeştirilmek istenen m illetlerin mahpesten kurtarılması, yeni ve yi bir düzen kurmaları d em ek tir3. Victor H ugo’dan tarihçilere, polemikçilere, gazetecilere at kıya atlaya bu iddialar devlet adamlarının kafalarında, tartışıl ması bile fazla sayılan birer sâbit fik ir olarak yerleşmişlerdir. KIZILD ER İLİLE R GİBİ...
Zamanın İngiliz Başvekili Lloyd George bu teze daha sarp vi! tahrikçi çizgiler verm iştir: «Ülkesinde saldırgan olmaktan lıaşka hiç bir sıfata sahip olmayan bir kavim, sırf kuvvetine uüvenerek elinde bulundurduğu toprakları, dünyayı iyiliğe k a vuşmaktan yoksun kılacak kadar kötü idare ederse, milletler l«u perişan sahalarda medeniyeti
yeniden getirmek
hakkına,
luıttâ ödevine sahiptirler.» (3) Th e Ottoman Domination (Reprinted fr'om the Round Table) ı Urndon 1917).
50
Eski İngiliz Başvekili bu iddiasını doğrulamak için, bir de, örnek veriyordu: «B u aynı ödev, Batı ovalan ve ormanları hali kındaki Kızılderililerin iddialarına karşılık, Am erika’yı kuranfj larıatı davranışlarını meşru kılar.» Bu satırların yazılı bulundur
ğu kitabını Lloyd George, 1938 de yayınlamıştır. Büyük Ata-i türk’ü kaybettiğim iz y ıl o hâlâ aynı fikirdeydi. Tü rk’ün bir cen tilmen olduğuna inanmak, ihtiyar Başvekil’e göre sadece «iııat-l Çilık» tı. N eye mi? îşte nedenleri: «tenbelliği, hareketsizliği, b u dalalığı ve pervasızlığı ile bir bahçeyi çöle çevirmiştir. Gerçek b ir centilmenlik için bundan daha iyi bir ispat olabilir mi?» m Lord Asquith’in sözleriyle, Osmanlı D evleti kılıçla gelmişti. K ı
lıçla ö lm e liy d i4. Sönmek bilmeyen intikamcı tezler silsilesi, sadece politika cıların şahsî eserlerinde kalsaydı, hiç olmazsa nerede durduk larım ya da durabildiklerini bilirdik. Sel yolunu izlemiştir. V e’ bir gün, 1919 da, yeni bir Avrupa düzeni kurmakla görevlen dirilmiş olan devlet adamları tarafından benimsenmiş, Sevres! Andlaşmasmın temelini teşkil etmiştir. Paris’in yakın sayfiye'; yerlerinde m illetleri dama taşı gibi oynayarak barış andlaşmalarr imal eden «10’lar H e y eti» (Conseil des D ix ) Damat Ferit Paşa’ya sunduğu bir muhtırada aynı fikirleri, devletlerarası münase betlere asla yaraşmayan bir üslûpla, kaleme almaktan çekinme miştir. Damat Ferit Paşa’nm iddiası şuydu: Birinci Dünya Sava-; şma giriş Alm anya’nın baskısı altında olmuştu. Savaşın meşru! bir sebebe dayanmadığı doğruydu. Fakat bundan bütün bir Osmanlı camiası sorumlu tutulamazdı. A sıl sorumlu îttihad ve Terakki «K o m ite » si idi. « l ö ’lar H eyeti», 17 Haziran 1919 tarihli muhtıra ile O smanlı delegasyonunun iddialarını cevaplandırmıştır. Bu seferki.
(4) David Lloyd George: The Truth About the Peace Treaties, (London 1938). Vol. 2, s. 1350-1356.
51
muhtıranın altında, H eyet Başkanı ve zamanın Fransız Başba kanı George Clemenceau’nun imzası vardı. İşte, cevaptan bir parça: « ... Heyet Türklerin yüksek faziletleri arasında, yabancı milletleri idare kabiliyetinin bulunduğu kanısında değildir. T a rih bize Türklerin birçok başarıları yanında türlü kusurlarını
Batı umumî efkârını zamanlardır besleyen fikirlerin, dev letlerarası b ir kaide haline gelişi böylece ortaya çıkıyordu. Biz zat bir Fransız dergisi metni «gay ri siyasî» bulm uştur6. Bu gaflet yemeğinin, pek tabiî, çerezleri de olacaktı. Moskopulos’un fikirleri, aynı zamanda, bir edebî peyk olmanın ifa desiydi. B ir Sırp generali, Çerep Spiridoviç, daha mizahî bir te zin savunucusu olabilmiştir: Türkler, Avru pa’lılarm ahlâkını bozuyordu. Avrupada külhanbey gençlerin artmasına örnek olu yordu T. (5) Bu vesikalar için Mütareke devresi gazetelerine bakılm alı dır. A yrıca bir H intli düşünürün su kitabına bakılabilir: Şeyh Müşir Hüseyin K ıy d â vî: İslama Çekilen K ılıç yahut Alem dârâm İslâmm Müdafaası (Ilüddm ülkâbe N eşriyatı: 1, London 1919). (6) La Conference de la Paix et l ’Orient (A sie Prançaise, No. 175. Fevrieı- - Juillet 1919, s. 187 ve müt.) (7) A. Tceherep - Spiridovitch: L ’Europe sans la Turquie (Paris 1910) s. 70 ve müt.
• «İh tiy a r Kapları» Clemenceau da L loyd George gibi, 1929’da, ..ölümünden bir kaç yıl önce, Victor H ugo’nun fik rin i özel sek-; reterine tekrar ediyordu: «... Türkler nereden geçtilerse o rayı çöle çeyicdilşr» 8. ■ Savaşın galipleri, T ü rk ’lerin m illî b ir devlet kurmalarına; inanmak şöyle dursun, medenî olduklarına kani değildiler. Üs telik Türkler suçluydu da... Cezalandırılmaları, en ağır cezaya! çarptırılmaları gerekiyordu. Sevres’in hükümleri bu işi fazlasıy la yapabilecek ağırlıktaydı. Sonuç: Batı, m illî ve bağımsız bir Türk devletinin kurul masını engelliyordu. İnanmıyor değil, açıkça istemiyordu böyle bir hareketin başarısını... Anadolu içerlerine, «Türkün harim i: ism etine» doğru ilerleyen işgal orduları L loyd George ve Mos-; kopulos fikirlerinin taşıyıcıları olmuşlardır. Üstelik, yanıbaşlarmda, K uvayı İnzibatiyeci Anzavur da yürüyordu. Batı iddiaları karşısında, Atatürk’ün, hemen her söylevin deki haykırışı, daha iy i anlaşılır: «T ü rk iye Cumhuriyetini kur muş olan halk medenîdir. Tarihte medenîdir, gerçekte medenî dir.» H ilâfetçi Anzavur’un perdelediği şahıslar karşısında da, O ’nun verilecek cevabı,söyleyecek sözü vardır: «Düşmandan zarar görmek icadır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı kimselerden zarar görmesi, kalp ve vicdanlar için onulmaz b ir yaradır.»
(8) Jean Mart^t: L e Silence de Monsieur Clemenceau 1929), s. 303
(Paris
V II
Doğunun Sorusu : Türkler Millî Bir Devlet Kurmalı mı ? BOĞAZLAR...
imdi Türk İhtilâli, Çanakkale Boğazını Türk emekçi sın ıflann m eline, bu yoldan, içlerinde R us’ların da bulun duğu, dünya proleterlerine vermektedir. Böylece, Rus emper yalizminin yüzyıllardır çevirdiği entrikalarla başaramadığı şey, olgun b ir erik gibi Rus işçi sınıfının avucuna düşüyor.»
Bu satırlar, .Rus yazan Yu. Steklov’un 1919 Nisanı sonla rında, Isvetzia gazetesinde yazdığı makaleden bir parçadır. M a kale «Turetskaya Revolyustsiya» (T ü rk İh tilâli) başlığını ta şıyordu *. Ye. henüz ihtilâl kargaşalıkları durulmamış Sovyet dünyasının, Doğu’ııun temsilcisi sıfatı ile Tü rk kurtuluş hareke tine ilgisini gösterir, Müdafaai Hukuk akımı Rus ihtilâli birinci yılını tamamlar ken başlamıştır. Sovyet Hükümeti, Türk Hareketine, Batı’ya nazaran, tamamiyle başka açıdan bakmıştır. Bu ilgi şekli, de ğişik davranışlarını da tâyin etm iştir2. (1) Ivar Spector: The Soviet Union and the Müslim World, 1.9171958 (S eattle 1959), s. 63. (2) Bu komi ile ilgili olarak şu etüdümüze bakınız: Tü rkiye Bü yük M illet Meclisi Hükümetinin Kuruluşu ve Siyasî Karakteri (A y r ı bası 1958), s. 16-19. A yrıca bk. E. H. Carr: The Bolshevik Revolutkm. Vol. 3, s. 260-270. Yine bk. Les pays sous - developpies devant les mo-
54
Asya ve A frik a ’daki m illî kurtuluş hareketleri, îkitıci K omintern (Kom ünist Internasyonal) Kongresinde, Sovyet Rusya V ı bir tetkik kararma varmaya zorlamıştır. Mesele şudur ; M illî kurtuluş hareketlerine girişmiş m illetlere ve kitlelere yardım edilecektir. Fakat, bu hareketleri yöneten kuvvetler komünist değilseler, (zamanın edebiyatı ile: burjuva iseler), gene de onlara yardım edilecek midir? Edilmeli midir? Amerikan, İtalyan ve Hint Komünistlerinin delegeleri so ruya evet demiyorlardı. Onlara göre, komünist olmayan k u vvet ler tarafından idare edilen kurtuluş hareketleri, Sovyetlerce desteklenmemeliydi. SOVYET DIŞ P O L İT İK A S IN IN TEM ELLERİ
S ovyet dış politikası, Döğu’yu büyük ve vazgeçilmez b ir unsur olarak benimsemiştir. Doğu olmadan bir dünya ihtilâ lini gerçekleştirmeye imkân yoktu. Doğu, b ir bakıma A frik a y ı bile temsil edebiliyordu. Doğu’da m illiyetçi hareketler vardı. Bunların, yanı sıra, sömürgeci hareketler vardı. Sovyet dış po- . litikası bu iki “ vakıa” yı kaynaştırma yoluna gitmiştir. H er ikisi de, dünya sosyalist ihtilâlinin başlangıç safhaları sayıl mıştır. V e Sovyetler, bu bakımdan W ilson Prensiplerine de yakınlık göstermişlerdir. 1919 yılında, Alm an - Osmanlı İmparatorluklarının yık ılış; lan, Rus dış politikasına yeni bir faktör olarak girmiştir. Dünya ihtilâlinin Doğu şartlarına göre âyarlanması fik ri de böylece bir temel taktik prensipi olmuştur. Lenin ve Buharin durumu değerlendiriyorlardı. Buharin’e göre kolonilerin kurtuluşu «d e ğirmene su getirirdi». Lenin’e göre, Dünya ihtilâli «em perya lizm le ezilenlerin de savaşıydı». Çarlık rejim inin kapsadığı ül* deles raarxistes: U.R.S.S. et Chiııe (Cahiers de la Fondation Nationale des Sciences Politiques No. 121, 1962)
M
56
kelerde (Azerbaycan, Ermenistan gib i) komünist transferleı yapılırken, bir yandan da, Afganistan, îran ve T ü rkiye ile temasa geçilmiştir. L E N lN ’lN TEZİ
Kom intern (Kom ünist Enternasyonal) in ikinci kongresin' de, durum bir karara bağlanamamış ya da bağlanmamıştır 8.: Am a mesele basit değildi. Çeşitli delegelerin, nasyonalist kuv vetlere yardım edilmemesi tezlerine .karşılık, Lenin’in tavizci tezi kabul edilmiştir. Şöyle ki: Burjuva - demokrat kuvvetlerin1 , yönettikleri kurtuluş hareketlerine, geçici olmak kaydı ile1 , hâ kim olmalarını kabul etmek zarurî idi. Bir kere hareket başarı kazanınca, yâni istiklâl elde edilince, bu memleketlerde işçi köylü hükümetleri, Sovyetler (Şûralar) kurulacaktı. Bu da ko münist partilerinin eseri olacaktı. Kurtulan memlekette, millî ihtilâl, sosyalist ihtilâl haline getirilecekti. Bu yoldan da Sov yet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine katılmacaktı. Şu halde, hareket iki safhalı olmalıydı. M illî kurtuluş, gaye1! değil, vasıtaydı. Kurtuluş hareketini başarmış olan millet, millî j ve bağımsız bir D evlet kurmamalıydı. Komünist blokun b ir j üyesi olmalıydı. Tez, komünist delegeler ve liderler arasında hayli tartışma uyandırmıştır. Daha kesin ve Doğu m illetlerin i’; bağlayıcı sonuçlara varmak amacı ile, bir kurultay toplanması : kararlaştırılmıştır. BAKjÛ KONGRESİ Kom intern ikinci kongresinin bu kararı 1 -9 Eylül 1920 de toplanmış olan «Bakû Doğu M illetleri K u ru ltayı» m doğurmuş(3) Bu konu ile ilgili olarak şu eserlere bakıalbilir: E. H. Carr: The Bolshevik Revolution (London 1953), Vol. 3; - îva r Spector : A dı Geçen Eseri - X . J . Eudin and R. C. Nortlı: Soviet Russia and the East (1920-1922. A. Documentary Survey) (Stanford University Press 1957,).
58 t*
tur. Kongre, dünya ihtilâline en fazla inanılan, en ütopyacı sa yılacak b ir devrede toplanmıştır. Doğu m illetlerinin bu çapta ilk ve son kongresi olm uştur 4. Kongreye 37 memleketten 1891 delege katılmıştır. D elege lerin hepsi komünist değildi. Bu nedenle Kurultay komünist ler ve partisizler (Kom ünist olmayanlar) olmak üzere iki grupa ayrılmıştır. Resmî yayma göre Türk delegelerinin sayısı 235 dir ve hepsinin de Anadoludan gelm edikleri açıktır. Türkler, üç kısımda ele alınabilir: 1 - M erkezi Bakûda bu lunan Türkiye îştirâkiyun (Kom ünist) fırkası delegeleri ki ara larında Mustafa Suphi, Süleyman Nuri, Nâciye Hanım gibi isimler vardır. 2 - Libya ve İslâm İhtilâl Cem iyetleri İttihadını temsil eden Enver Paşa ve arkadaşları, 3 - Tü rkiye Büyük M il let Meclisi Hükümetini temsil eden Dr. İbrahim Tali (Öngören) nin Başkanlığındaki heyet. Komünist Partisi M erkez İcra Komitesi, kbngrede önemli kişiler tarafından temsil edilmişlerdir: Zin oviev, Radek, Pavloviç ve Macar Bela Kun bu. arada sayılabilir. Bâzı hatıratlarda okunduğu gibi, Dr. İbrahim T ali ve En ver Paşa Kongreye kabul edilmemişlerdir 5. Gönderdikleri dek lârasyonlar başka delegeler tarafından okunmuştu. Enver Paşa nın deklârasyonu üstelik sansür edilmiştir ve savunucusu Zinov ie v ’i zor durumda bırakmıştır. Kongreye, Komünist Partisi mensubu Türk delegeler katılmıştır. (4) Kongre ile ilg ili olarak birçok eserde bilgi vardır. Biz, Californiyada, Stanford Üniversitesine ıbağlı Hoover Institution’un kitap lığındaki eserlerden ve Kongrenin resmî yayınından faydalandık: Le Prem ier Congres des Peuples de l ’Crient (Compte-rendu stenograph iqu e). (5 ) Örneğin A li Fuat Cebesoy: Moskova 1955), s. 258.
4.
H âtıraları
(İstanbul,
59
Türkiyenin kuruluş ve kurtuluş meseleleri, bu çok kalaba lık ve gürültülü hava içinde konuşulmuş ve izlenmiştir. Resmi tutanaklardan anlaşılacağı gibi, mesele Asya ve A frik a için, ikinci Kom intern Kongresinde plânlanan taktik açısından ele alınmıştır. Aslında, bu Asyalılarm bir nabız yoklaması olmuş tur. Bakû Kongresi, Batı sosyalistlerini hiçbir surette tatmin etmemiştir. Tours ve Halle Sosyalist kongrelerinde şiddetle ten kit edilmiştir. E M PE R Y A LİZM İN ELEŞTİRİLM ESİ
Türk m illî kurtuluş hareketinin gelişmesi, Batıda olduğu gi bi, Doğuda da hoş karşılanmamıştır. Kongrede ilk konuşan Zinoviev, Türkiyedeki Şura (S ovyet) kuruluşlarını «gülü nç» bulduğunu, Türk'leri sabırla desteklediklerini belirtmiştir. Bol şevik lidere göre, Türkiyede komünist gözü ile asıl köylü ihti lâli olmamıştı. Türkiyede uygulanan politika komünist Enter nasyonal politikası değildi. Fakat, mademki Türkler İngilizlerle savaşıyorlardı. Rusya în giltereye karşı her savaşı desteklediği ne göre, Türkiyede şekillenen demokratik politika da destek lenecekti. Z in oviev’e göre, mesele Doğu m illetleriyle Sovyet Rusya’nın kader birliğinde düğümleniyordu: Y a Rusya ölecek, ya da Doğulular esir kalacaklardı. Kafkas Devletçiklerinin delegeleri, Osmanlı emperyaliz minden v e Enver Paşadan söz etmişlerdir. Efendiyef, Gayderhanof, Narbutabekof v e K orkm azof Enver Paşanın politik tu tumunu ağır tenkitlere tâbi tutmuşlardır. Enver Paşanın dek lârasyonu 4. toplantıda okunmuştur. Paşa bu deklârasyonda şöyle bir cümle kullanmıştır: «E ğer, bugünkü Rusya o zaman mevcut olsaydı, biz (yâni Osmanlı D evleti) yanında olurduk.» Ge/ek Dr. İbrahim T a li’nin, gerek Enver Paşanın hazır lamış oldukları metinler ağır sözlerle karşılanmıştır. H er iki metinle ilg ili kongre kararı üç noktaya dayandırılmıştır: 1 - Em-
61
peryalizme karşı savaşanlar desteklenecektir; 2 - Türk hareketi sadece yabancılara karşı idi. Başarı emekçi sınıflara birşey kazandırmıyacaktır. 3 - Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gelince, bunları dikkatle izlemek ve beklemek şarttı. Bunlar samimiyet lerini ispat etmeliydiler. Eski hatalarını silmeliydiler. Kongre, Türk köylü ve işçilerine şunu öğütlüyordu: bağımsız organizas yonlar halinde teşkilâtlanmak ve birleşmek. Kararlar 1800 dele ge tarafından kabul edilmiştir. P avloviç Sovyet tezine açıklık veriyordu: M illî hareketler geçiciydiler. Büyük sosyalist hareketin kesin birer merhalesi olmalıydılar. Türk halkı, sadece yabancı sermayeye değil, m illî burjuaziye kai'şı da ayaklanmalıydı. Böylece, Şark Sovyet mem leketleri Federasyonu, b ir Karadeniz Federasyonu kurulma lıydı. Türk delegelerinden N aciye Hanımın hissî konuşmalarını M utsuşefin sözleri takip ediyordu: İngiliz Fransız em peryaliz mine karşı savaş tamamlanınca, Mustafa Kem al hareketi bir sosyalist ihtilâle çevrilm eliydi. Macar Bela K u n ’a göre, her iki ihtilâl organik bakımdan birbirine bağlıydı. Onu Staçko izli yordu: Şark köylüsü için, komünist bir rejim kurmaktan başka çare yoktu. Hep aynı tema, başka başka yönlerden işlenmiştir: İstiklâl bir kurtuluş sayılamazdı. Bolşevik liderlere göre, T ü rkiye Komünist bir köylü hare ketine geçmeliydi. Am aç bu olmalıydı. Yoksa m illî ve bağımsız bir D evletin kalkınması değil... M illî D evlet olsa olsa, komü nist düzene varışın bir safhası, bir vasıtası olabilirdi. Sonuç : Doğu’da, Türklerin m illî ve bağımsız bir Devlet kurmadı gerektiğine kani değildi. Sovyet Rusya, Anadolu ha reketine bu açıdan bakmıştır. Türkiyeye kendi taktiğinin ge reklerine dayanarak yardım etmiştir.
■%
M AD ALYANIN ÖTEKt YÜZÜ
!
Kaldı ki, Rus taktiği birçok bakımdan Türk m illî hareke tini destekleyici sayılamaz. Şöyle ki: Genel olarak, Sovyet Rusya ekonomik zaruretlerin baskısı altında, Komünist ve emperyalist Batı D evletleriyle anlaşma yoluna gitmiştir. İngiltere ve Am erika ile yaptığı ticaret andlaşmaları 1920 sonbaharında kapitalist dünya ile uyuşmasını, karşılıklı münasebet ve müzakerelere girişmesini sağlamıştır.
Örneğin, İngiltere ile yapılan andlaşmada karşılıklı propagan da savaşı yapılmaması öngörülüyordu. Sovyet Rusya buna zo runluydu. 1921 yılı Sovyetlerde kıtlık y ılı olmuştu. Lenin ’in bekleyişi hilâfına Rus iptidaî maddelerine, dünya ekonomisin de pek ihtiyaç duyulmamıştı. «H içb ir yabancı kapitalistten tek lif alınmamıştı.» Rusya’ya nefes alacak bir alan gerekti: «B ir pencereden sonra, bir diğerini açmak» gerekti. Lenin kadar Troçki de, kapitalist mem leketlerle «en yakın hudutlar içinde» ilgi kurulmasını istiyordu. Lenin, ütopyacı b ir dünya ihtilâli fikrin i benimseyişte de değişiklik getirmişti, dünya sadece Bolşevik kuvvetiyle komünistleştirilemezdi. Dünya ihtilâli politikasından, klâsik dış politika formülün de karar kılış, Rusyanm, m illî kurtuluş hareketlerine, bu arada Anadolu hareketine karşı tutumunda da değişiklikler yapmış tır. Rusya, Batı ile anlaşmak istediği sürelerde, Türk hareke tini ihmâl yoluna gitmiştir. Ve asıl mesele, m illî hareketleri® üstünde b ir durum yaratma isteğinde bulunan Rusyada, m illi yet hissi uyanmıştır. Rus savaşı millî bir hüviyete bürünmüş tür. Belirttiğim iz gibi, bu iniş çıkışlar Rus - Türk politikasın; bir hayli etkilemiştir. Özel olarak, Sovyet - Türk münasebetlerinde, Anadolu ha reketine yardımcı olmıyan iki davranışı ele almak gerekir Bunlardan birisi Enver Paşa’nm Sovyet taktiğinde kullanılı: şeklidir. Enver Paşa, bir «Osm anlı suçlusu» id i ama, İn gilizle
64 *
rin amansız düşmanı idi. Kendisinden bu alanda yararlanılabi lirdi. Fakat asıl mesele, Enver Paşanın, Mustafa Kem al Paşanın alternatifi, onun yerine geçebilecek lider kabul edilmesiydi. Mustafa Kem al Paşa, Batı ile anlaştığı takdirde Enver Paşa y e rini alabilirdi. O’na karşı bir ağırlık teşkil ediyordu. Bizzat H ariciye Kom iser Yardım cısı Karahan, M. Kem al - Enver P a şalar çatışmasının, Sovyet Hükümetince, Türkiyenin bir iç mer selesi sayılacağını bildirmiştir. Bunun yanında, Sovyetlerin Anadolu hareketinin yöneti cileri üzerindeki siyasî baskılarım da hatırlamak gerekir. M i l lî , kurtuluş hareketini sosyalist ihtilâle çevirm ek için, daha .13j Eylül 191,9 da, Sivas Kongresi sıralarında, H ariciye Kom iseri; Çiçerin T ü rk köylüsünün komünist olmayan idarecilere karşı; isyan etmelerini tavsiye etmişti. «G erçek şuralar» kurulması için, komünist partisi kurulması için yapılan baskı bu direkti fin uzantısı olmuştur. A V e nihayet, Sovyet Rusya, Türkiyenin Batı - Doğu arasın*?:, daki tampon durumundan âzâmî fayda sağlayabilmek politi • kasını her zaman gütmüştür.
ŞARK’TAN U Z A N A N El,
İ
Şu halde, Sovyetlerin meçhullere boğulan inceleme zah- ! metine katlanılmıyarak, efsaneleştirilen yardım politikası, heı ' zaman M. Kem al Paşa v e ekipinin yararına olmamıştır. Y a p ı lan yardımın da m illî bir D evletin kuruluşuna matuf olmadığı :j bellidir. Bununla beraber ,henüz uyanan Doğu’lular, m illî kur tuluş hareketlerinin heyecanı içinde «Ş ark ’tan uzanan e li» bir J kurtarıcı saymışlardır. Savaşlarının ilk safhasında «Rus des- ■ te ğ i» olumlu görünmüştür. Bu nedenledir ki, Doğu memleket lerinde m illiyetçilik politikası, Sovyet Rusyaya karşı b ir dost- j hık, Ingiltereye daha doğrusu Batı’ya karşı da b ir isyan şeklini i almıştır. Bugün de, bu m illî politika âyarlanmasınm uygulanış- !
larma şahit oluyoruz. Fakat, ilk uygulama Türk m illî hareke tinin eseridir. Şimdi düşününüz. Batının işgalci orduları Eskişehir dolay larında iken, Anadoluda bir avuç devrimci, T.B.M.M. Hükü meti olarak, bu ağır Rus taktiğinin baskısına da karşı koymak görevini yüklenmiştir. B ir an gözler, Şark’tan bir kurtuluş ışığı doğduğuna ina narak, o yöne çevrilmiştir. Türk Devrim i, Batı ve Doğu arasındaki ateşli vadiden geçerek yolunu çizmiştir. K endi yolunu. Öz yolunu. H er çeşi diyle saltanatçı, komünist, sömürgeci, himayeci, ırkçı v e teok ratik şekilleri ve sistemleri reddederek, yıkarak, parçalayarak çizmiştir bu yolu. Bu yol, sırf siyasal değil, aynı zamanda ide olojik b ir bağım sızlık» yolu olmuştur. Bu yol Türk Devrim ine özelliklerini, Türk D evrim i de yaşattığımız ya da yaşatmaya çalıştığımız, geliştirmekle ödevli bulunduğumuz sosyal (e k o nomik) ve siyasal düzenin karakterini tâyin eder. Atatürkçülük bu oluşun felsefesidir. T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal Paşa’nm durumu .isabetle teşhis ettiği ve Sovyet Rusya’nın Batıyla münasebetlerinin so nuçlarını dikkatle izlediğini daima görürsünüz. Örneğin, Polonya ile anlaşma Vrangel Ordusuna kesin dar beyi vurunca, M. Kem al Paşa durumdan şu sonucu beklem iş tir: «... Lehistan m uvaffakiyatm ı müteakip Bolşevikler bizim le maddeten vücude getirdikleri rabıtayı takviye edeceklerdir..»1* Sovyet Rusyanın Batı politikası ile ortaya çıkan iniş çıkışlar Türklerin gözünden kaçmıyordu. Bakû Kongresine gelince, Atatürk olaya doğrudan doğru ya temas etmiş ve Türk politikasının ana hattını çizmiştir. (X II. D evrim ciler ve Doğu yazısına bk.) (6 )
Atatiirkün Söylev ve Demeçleri (Ankara 1945), C. I, s. 97.
Ankara’dan Dünyaya Bakış «SİVAS’IN MI, İZMİR’İN Mİ?»
* stanbul - Anadolu düellosunun yorucu gelişmeleri sonun da. genel seçimin yapılması ve Meclisin îstaııbulda açıl-' ması kararlaşmıştı. Osmanlı saltanatının son genel seçimi! 1919 sonunda yapıldı ve Meclis 1920 başında açıldı (12 Ocak, 1920). i! Tarih böyle b ir seçimi zor kaydedecektir. ;i _ İşgal altındaki bölgelerde seçim nasıl yapılacaktı? İzm ir ve Adana seçimleri ilginçtir. İzm ir işgal altındaydı. Yalnız K u şadası ile Ödemiş’in iki nahiyesi (Yaylanbolu ve K elâş) müs tesna demokrasi ve uygarlık temsilcileri olduklarını iddia eden işgal ku vvetleri seçime izin vermiyorlardı. Bunun üzerine, se-' çim, sözü edilen ilçe ile nahiyelerde yapıldı. Buradan seçilen lerin mazbatalarını Meclis alkışlarla kabul etm iştir1.
I
Adana seçimleri de bu şekilde cereyan etmiştir. İşgal kuv vetlerinin seçimi engellem eleri üzerine, m erkezi Istanbulda olan K ilik ya lılar Cemiyeti, îstanbuldaki Adanalıları toplamış tır. G izli oyla 20 ikinci seçmen seçmişler, bunlar da, her sancak için birerden 4 mebus seçmişlerdir. Mazbatalar Mecliste, gizli bir oturum sonunda, kabul edilm iştir2. (1, 2) Meclisi M eb’usan Zabıt Ceridesi, D evre 4, İçtima Fevka lâde, s. 24, 148 - 151, 172.
Seçimi Müdafaai Hukukçular kazanmıştı. H ürriyet ve İ t i lâ fla ortakları «H arekâtı M illîye namı altındaki tahakküm dolayısı» ile seçime katılm am ışlardır:i. O vakit, Tahirül M evlevi bu durum karşısında hayretini gizlememiştir. «... Fakat Sivas’ın em ir ve arzusu her kanunun üstünde olduğunu işrab ediyor... Cenabı H ak bu m illetin en camını hayretsin. Â m in » 4. B İR L İĞ İN K U V VET İ
Müdafaai Hukukçuların, sırf hissî bir hamlenin emrinde olmadıklarını ispat etmek güç değildir. 1919 genel seçimleriyle seçilmiş ve İstanbul M eb’usanma gidecek m eb’usların hangi f i kirleri savunacaklarını incelemek bunu gösterir. Müdafaai Hu kukçulara göre, nasıl olsa, meb’usan kapatılacaktı. O zaman yeni bir meclis kurulabilirdi. Fakat uzun anketler ve protokol ler sonunda Istanbulda toplanması kararlaştırılan Meclise gön derilecek M eb’uslarm belli fik irler etrafında toplanması, îstanbula gidenlerin Türkiye meseleleri hakkında aydınlatılması ge rekiyordu. K âzım Karabekir Paşa Şark meb’uslarmı Erzurumda, Selâhattin (Ç olak) Paşa Orta Anadolu meb’uslarmı Sivas’ta, H e yeti Tem siliye de Batı Anadolu meb'uslarını A li Fuat Paşanın bulunduğu Eskişehirde toplayacaktı. Plân, bir değişiklikle uy gulanmıştır. Batı Anadolu Mebusları Ankara’da, Ziraat M ekte binde toplanmışlardır. H eyeti Tem siliye’de bu nedenle, Sivas’ tan, Ankaraya taşınmıştır. Ankara Başkent olmaktadır, «A n adolunun emin bir m ahalli» olduğu için... İtilâ f D evletleri, İstanbul Hüküm etiyle beraberdir. H alife den istedikleri, Müdafaai Hukuk akımının v e bu hareketin mukavemet teşkilâtı olan K uvayı M illiy e ’nin ortadan kaldırıl (3) (4)
Alemctar (20 A ralık 1919) A lem dar (1920, No. 433-2722)
08
t
masıdır. K uvayı M illiy e ’ye karşı K uvayı İnzibatiye, Mustafa Kem al Paşaya karşı Anzavur «P a şa » bu diktanın yerine getiri cileri olmuşlardır. Ortada önemli bir mesele vardı. Osmanlı İmparatorluğu ile yapılması gerekli andlaşma ge ciktirilmişti. Bunun nedenlerini araştırmak gerekiyordu. Türkleri saran ateşler nerelerdeydi. Hangi tehlikelerle karşı karşıyaydık? İlerisi için ne yapmak gerekiyordu? BATI’YA VE DOĞU YA İLK BAKIŞLAR
Müdafaai Hukukçu’lar bu araştırmayı yapm ışlardır5 ve cevaplandırdıkları ilk soru da şu olmuştur: Osmanlı İmparator luğu ile imzalanması gereken barış andlaşması niçin geciktiril miştir? Üç nedenle : En büyük engel Boğazların İngiliz hâkim iyeti altıma geçi rilmesi çabalan olmuştu. Fransa ve İtalya, bu duruma şid detle karşı koymuşlardır. îngiltereniıı Karadeniz ve Küçük A s ya üzerinde hegemonya kurmasını istememişlerdir. İtirazlarını, İnsanî bir sebeple perdeleme kaygusu da gözden kaçmamıştır. Demek oluyor ki, İngilterenin bu davranışı sonunda Boğazlar bölgesi üzerinde anlaşmaya varılmamış olması, Sevres’in im zalanmasını geciktiriyordu. Barış şartlarını l ’ürklerin kayıtsız şartsız kabul edeceklerne galip D evletler pek inanmıyorlardı. Anadolunun millî galeyanı onları daima düşündürmüştür. 2
(5 ) Nedense incelemecilerimizin görm emezlikten geldikleri b önemli vesika «Kânunusâni 1336 (1920) da Anadoluda vaziyeti siyasiyemizin muhakemesi» başlığı ile şu eserde yayınlamıştır. Cevdet K e rim: Türk İstiklâl Harbi (İstanbul 1926), s. 29-32.
60
g
Bolşevik ihtilâlinin genişlemesi de bir geciktirme sebebiy
di: ihtilâl hızla gelişmişti. Orta Doğuyu ve Asya yollarını tehdit ediyordu. Türk sınırlarına dayanmıştı bile. Müdafaai Hukukçular bu noktada kesindiler. Bolşeviklerle temas ik i şe kilde olabilirdi: Bolşevik camiasına katılmak ya da silâhla kar şı koymak. Müdafaai Hukuk’un şekillendirdiği Türkiye bu iki şıktan birin i seçmeliydi. Türklerin Bolşeviklere silâhla karşı koymalarını itilâ f D evletleri isterdi, isterlerdi ama bunun için hayli fedakârlığa katlanmaları gerekirdi. En azından, A rap olmıyan toprakları geri verm eyi göze almalıydılar. Bu fedakâr lığa katlanmaları için «ıztıra r halinde» bulunmaları gerekirdi. 1920 başlarında ise böyle bir durum söz konusu edilemezdi. Ö y leyse, T ü rk iyeyi «kahretm eye», bütün direnme kudretini yok etmeye çalışacaklardı.
TÜR K DİRENİŞİ N A S IL Y O K EDİLEBİLİRDİ?
Müdafaai Hukukçular bu soruyu da cevaplandırmışlardır. ^ Dış tehlike: İtilâ f D evletleri: Tiirkiyeyi dışarıdan kuvvetli b ir ablukaya alarak ve dünya İle ilgisini keserek sarabilirdi. Ufukta beliren Misakı M illî sınırlan boyunca bu program zaten açıkça uygulanıyordu. Batı cephesinde, Ege ve Karadeniz k ıyıla rında, Tü rkiye sarılı idi. Suriye cephesi de öyle.. Hicazdan Iskenderuna kadar saldırgan kuvvetler sınırları kuşatmışlardı. Trak Iran cephesindeki durum Türkiye lehine sayılamazdı. Belki mutlak bir kapalılık yoktu. N e var ki, saldırganların yapama dığını tabiat haşin şartları ile üzerine almıştı. Elde yalnız K a f kasya cephesi kalıyordu. Silâhlı direnme imkânlarını en fazla burası verebilirdi. Saldırıcı galip Devletler, bu bölgede, T ü rk lerle Bol çeviklerin arasını açmak için K afkas milletlerini baraj olarak kullanma yoluma gitmişlerdir. Azerbaycan, Ermenistan,
Gürcistan bu gaye ile doğmuşlardı. Bu plân, başarı ile uygu
70
lanırsa, Türkiye tam mânasiyle kuşatılmış olacaktı. Ve Türklerin bütün direnme imkânları da yıkılmış olacaktı. Sonrası... «Siyasî varlıklarım tamamıen kaybedecek
Anadolu
Türfcleri,
İtilâf Devletleri subaylarının kumandası altında müstemleke askerleri alarak ordular teşkil edecek, lıem Kafkas milletleri nin itaatte tutulması lıem de Bolşevik istilâsının durdurulmiasım sağlamak için kan dökeceklerdir.» Müdafaai Hukukçular şu
derin anlamlı sonuca varabilmişlerdir: «G örülüy or ki, İtilâf Devletlerine yüzde yüz teslim olmak bile Türkler için bir k u r tuluş sağlamayacaktır.» Yapılacak iş, Rusya ile doğrudan doğ
ruya sınırdaş olmak ve Kafkas m illetlerinin bir esaret duvarı haline gelm elerini önlemekti.
2
İç tehlike : Türkiyeyi «içinden oyarak» yıkm ak olacak tı. M em leket içindeki ayırıcı akımlardan, çeşitli m illi yet, din, mezhep, azınlık, ayırıcılık çatışmalarından ve kinler den faydalanmak, bütünü parçalayıcı bir bomba etkisi yapa bilirdi. İtilâ f Devletleri, Birinci Dünya Savaşını galiplik sarhoşlu ğu içinde, bu tedbirleri uygulama yolunda uzun adımlar atmış lardır. İstanbulun âciz hükümetleri en kuvvetli ve sâdık yar dımcıları olmuştur. Barış şartlarını bir oyalama ve tehdit poli tikasının sonucuna bağlamışlardır.
M Ü D A F A A İ H U K U K T A K T İĞ İ
Denizin kayaları dövmesi gibi, durmadan şiddetlenen ve artan tehlikeler karşısında ne yapılacaktı? Müdafaai Hukukçu lara göre, geleceğin programı üç kısımda toplanmıştı: 1» — D o ğu Cephesinde: Kafkas şeddini gerekirse yıkm ak v e taarruz hareketlerini birleştirmek için Bolşeviklerle anlaşmak. 2 — M il lî Kuvvetleri çoğaltmak, geniş ve merkezî b ir teşkilâta bağla mak. 3 — İtilâ f Devletlerinin «m askelerini indirm ek için » atılgan b ir politika izlemek.
71
Bu taktiği esir ve zavallı hükümetler gerçekleştiremezdi. Memleketin, gerekirse Anadoludan idaresini mümkün kılacak hazırlıklara hemen başlamak şarttı. Galip D evletler birbiriyle, anlaşmadan ve zaman kazanmadan savaşa geçebilmek Müda faai Hukuk’un parolası olmuştur. Türk m illî kurtuluş hareke tinin kuvveti kesin ve gerçekçi olmalarından doğuyordu. M ÎL L Î A N D VE P A D İŞA H
İstanbul meb’usanında toplanan meb’uslarm kararlı oluş ları Saray ve çevresini şaşırtmıştı. M eb’uslar arasında mütered ditler yok değildi. Fakat, Müdafaai Hukuk’un ruhunu taşıyan lar derhal «F elah ı V atan» grupunu kurmakta gecikmemişler dir. îtilâfçı basın, bu grupla alay ediyordu. Ama, devrim müta rekenin acı şartları içinde bile, adım adım ilerlemiştir. Sivas Kongresinde kararlaştırılan esaslar m illî bir muka vele (M isakı. M illî) olarak Mebusan Meclisinin 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda kabul ediliyordu. Edirne mebusu Şeref Bey, Mecliste toplanmış m illî bir özlemi dile getirm iştir: «...B iz hiç birşey istemiyoruz. Ancak apaçık hakkımızı istiyoruz.. En tabiî, en açık hakkımız olan yaşamak hakkının bizden alınma sını Tanrı takdir etmemiştir...» fi. Misakı M illî Beyannamesi okunmuş, ittifakla kabul edil miştir. Meclis Müdafaai Hukukçu bir Meclisti. Ayan saltanat çıydı. Bir parlâmentonun iki M eclisi arasındaki bu görüş farkı, sonuçları da etkilemiştir. 15 Mart, Istanbulun işgalinden b ir gün evvel, Mebusandan bir grup, Vahdettin’le temasa gitmişlerdi. Padişah işgal kuv vetlerinin «isterlerse yarm Ankaraya gideceklerinden» emin di. Sarayı terkeden heyet üyelerinden birisine «R a u f Beyefendi, dedi, b ir m illet var koyun sürüsü., bir çoban var o da ben!». İngiliz m üfrezeleri kumandanı, o gün M eclisi basmış ve (6)
Meclisi Meb’usan Zabıt Ceridesi (Aynı cilt), s. 115
«müzakere halinde iken zorla tevkif ettik » yazılı ve imzalı tez kereyi vererek, yirm i kadar mebusu Benbow dretnotu ile Maltaya yollamıştır. 16 M art 1920, işgal günü, Mebusan durumu protesto etmiş tir. Dr. Rıza Nur şöyle konuşmuştur: «... Bu takririm izi m illî bir vesika olarak tarihe tevdi ediyoruz.» Takrire göre, yasama görevi herşeyden önce, fik ir ve vicdan hürriyetine dayanırdı. Durum düzelene kadar in’ikatlar geri bırakılacaktı7. Ayandan Hamdi efendi, Meclisinin görüşünü belirtiyordu: «Lüzumsuz bir karardır.. İnsidadı müzakereden başka birşey d e ğ ild ir » 8. Ankara bu sonucu çoktan bekliyordu. Artık, Meclis İstanbulda çalışamazdı. Mustafa Kem al Paşa, H eyeti Tem siliye adı na 19 Mart tarihli tebliğde, kurucu (müessisan) yetkilerine sa hip bir Meclisin 23 Nisan 1920 de Ankarada (Anadolunun emin bir mahallinde) toplanacağını bildiriyordu .. Damat Ferit dördüncü kabinesini kuruyordu. A yn ı gün, Alem dar gazetesi, iri puntolarla baklayı ağzından çıkarmıştır: «Hükümet teşekkül etti - K uvayı M illiye âsidir». Atatürk, bu taktyği tespit eden ekibin lideridir. İstanbul karşısında b ir taraf olarak kendini kabul ettirmiş ve memle keti Anadoludan idare etmiş olan H eyeti Tem siliyenin fiilî Re isidir. BİR G ER ÇEK ÇİLİK ÖRNEĞİ
Görülüyor ki, Müdafaai Hukukçular, durumu «bütün va hametiyle m üdriktiler». Öngördükleri bütün ihtim aller birer birer doğru çıkmıştır. Asıl üzerinde durulacak olay Meclisi M eb ’usanm kaderiy di. Anadolu Devrim cileri, Meclisin îstanbulda toplanmasını sa (7, 8) Bu konular için şu etüdümüze bk. Osmanlı İmparatorluğun dan T.B.M.M. Hükümeti rejim ine geçiş (İstanbul 1953).
73
kat bir mesele olarak ele almışlardır. Meclis nasıl olsa kapatı lacaktı. İstanbul nasıl olsa işgal edilecekti Fakat bunu anlat mak mümkün olamamıştı. Belki de olayk.rm bu şekilde cere yanını sağlamak ilerisi için olumlu olacaktı. Netekim Meclis basılmıştı. Ankara durumu daha önce haber almıştı. Mustafa K em a l Paşa gizli b ir telgrafla arkadaşlarına haberi iletmiş ve isteyen lerin Ankaraya gelmelerini de tavsiye etmişti. Telgrafın metni şudur: «İn g iliz mümessili olarak Ankarada bulunan V itol dün bu radan ağır eşyasını da beraber almak şartıyla şimendifere b i nip gitmiştir. Hükmetmek lâzım dır ki fevkalâde hâdiselerin arifesinde bulunuyoruz. Daha ziyade Istanbulda vuku ve ta hakkukuna intizar olunabilecek olan bu hâdiselerin tevlit ede bileceği mühim ve vahim vaziyetler üzerine arkadaşların na zarı dikkatlerini celbe müsaraat eylerim. H er hal ve ihtimale karşı bilhassa Anadoluda bulunmaları faydalı olan arkadaşla rın gafil avlanmıyarak icabında sür’at ve em niyetle Anadoluya geçmek için şimdiden tatbikatı lâzım eyi almış bulunmaları el zem dir.»
" ' ' 1 ■'' ' X
(9) Bu telgrafın metni Cumhuriyet gazetesinin 7 Mayıs 1924 ta rihli 1. sayısında yayınlanmıştır.
o
IX
Milletin Meclisi T. B. M. M.
Ü R K İY E Büyük M illet Meclisi ilân edilen günde toplan mıştır. Başkan seçimi ik i aday arasında yapılmıştır: Mus tafa Kem al Paşa 110 rey, Celâlettin A r if B ey 109 rey. Bu tek oy Atatürkçülüğün gelişiminde tarihî bir değere sahiptir.
T
Silme Müdafaai Hukukçu Meclis tam mânâsiyle «m illî» biı karakter taşıyordu. Dörtyüze yakın üyesi vardı. M esleklere göde kabataslak bir ayırım şu sonucu verebilir: Serbest meslek erbabı kalabalıktı (120 mebus), devlet memurları biraz daha faz laydı (125 mebus). Eski Nâzırdan vergi memuruna, Validen mahkeme zabıt kâtibine, başkâtibe, tahsil memurlarına, hapis hane müdürü ve telgraf memuruna kadar, çeşitlenmişlerdi. İlm îyeliler de çoktu. Sarıklılar, M eclisi bir papatya tarlasına ben zetiyorlardı. Ayrıca, kim likleri «aşiret reisi» olarak gösterilmiş olan 5 mebus da vardı. Teknik eleman olarak bu kabarık tam sayı içinde yalnız iki mühendis s a y ılır1.
(1) Bu konu ile ilgili olarak bk. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, D. İçtima senesi 1, C I, s. 42-44. Bu meseleler hakkında daha fazla bilg: için şu etüdümüze bk. Türkiye Büyük M illet Meclisi Hükûmeti’ıür kuruluşu ve siyasî karakteri (İstanbul .1958). A yrıca bk. Tevfik Bıyıklıoğlu: Birinci Tü rkiye Büyük M illet Meclisinin hukukî Statüsü v« ihtilâlci karakteri (A nkara 1960).
75
Binayı bu taşlarla yapmak gerekmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının görevleri böylesine çetin olmuştur. T.B..M.M. geniş b ir Sivas kongresidir. Müdafaai Hukukun, fiîlilikten kurtulmuş, hukukîliğe kavuşturulmuş bir organıdır. Nitekim Meclise Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk C em i yeti hâkimdir. Mebusların hepsi Tanzimat v e M eşrutiyetin tenkidcileridir. Yem inlerinde belirttikleri gibi fırkacılıksan nefret ederler. Birleştikleri ana fikir, kurtuluş fikri, şahıslar ve zümrelerüstü b ir mahiyete sahiptir. İH T İL A L V E ÖTESİ
Bu, b ir ihtilâl meclisidir. K esinliği yanı sıra tereddütleri, ileriliği yanı sıra muhafazakârlığı daima belirir. Fakat hîpr za man için yetkilerini devretm ekte kıskançtır. îlerliyen düşman işgali karşısında, kürsüsünü siyahla örtebilir. Gerekirse, K ayseriye nakledebilir. Am a hiçbir tehlike onu yıldırmaz. Büyük bir hareket kabiliyetine sahiptir. H eyetleri daima halk içinde dir ve cepheyle temastadır. Heyetlerinin ve temsilcilerinin Moskova’dan, Londra’dan, Roma’dan sesleri işitilir. N e var ki, Osmanlı toplum yapısının tezatları ve tereddüt leri, M ecliste bir bir temsil edilmiştir. Am a milletin Meclisidir o... M illetin, halkın bağlandığı, baskı yaptığı, kızdığı, tenkid ettiği, bir şeyler beklediği, bir şeyler istediği, sarıldığı Meclis. Örnek mi lâzım? îşte bir tanesi: Yü zler ve yüzlerce telgra f arasından 9 Eylül 1920 tarihli Kırşehirden g e le n ,telgrafın birkaç satırı: «M illî m evcudiyeti mizin temini uğrunda lâzımgelen kat’î tedbirleri düşünmek üze re her mânâsı ile vekâlet verdiğim iz sîzlerin şimdiye kadar Bü yük M illet Meclisinde geçirdiğiniz müzakerelere bakılırsa tam beklediğimiz şekilde faydalı b ir neticeye doğru ilerlem ediğiniz anlaşılmaktadır. Acaba size vekâlet verenler hangi tek lifleri nizden yüz çevirmiştir? Beyfendiler rica ederiz.. Dindaşlarımı-
77
zm namus ve hayatları Yunan palikaryalarının pâyı hakaret leri altında çiğnenmesin. Binaenaleyh son tehlikeye uğrama dan düşünün taşının yol göstermek sizden ve o irşad dairesinde hareket etmek de bizden..» 2. Anadoluda kadınlar da teşkilâtlanmıştır. «Anadolu K adın ları Sivas Müdafaai Hukuku Vatan C em iyeti» namına, b ir tel grafta « ... G iydiğim iz kefen, yediğim iz zehir olsu n...» Saldır gan düşmanları defediniz, deniyordu 3. İK İ A N A Y A S A BİRDEN
Meclis tezatlar Meclisiydi. Tezatları doğuran temel mesele ise şuydu: T.B.M.M., Osmanlı parlâmentosunun devamı mıdır? Yoksa yeni b ir devletin kurucu organı mı? îk i soruya da «e v e t» diyenler vardı. Vehbi Beye (K aresi) göre, bu başka memleket lerin müessisanmdan daha kuvvetli bir M ec listi4. M es’ut Beye göre «A ltıy ü z senelik kaderini kirli çamaşır değiştirir gibi de ğiştiren» b ir Meclisti r\ Şekilci Celâlettin A r if Beye göre ise, bu Meclisin hiçbir kanunî dayanağı yoktu. Meclis, Osmanlı imparatorluğunu sürdürecek b ir organ sa yılınca, amacı yeni bir devlet kurmak değil, «H ilâ fe t ve Salta natı» kurtarmak oluyordu. T.B.M.M., siyasî, partileri barındırmamasına karşılık, ezelî iki grupun, devrimci ve muhafazakâr iki zümrenin vücutlanmasına sahne olmuştur. Bu ik ilik hukuk plânına da sirayet etmiştir. Durumun en ilginç görünüşü, bu devrenin iki Anayasalı oluşudur. 1921 de yaptığı bir Anayasa (Teşkilâtı Esasiye Kanunu) yanında 1293 (1876) Kanunu Esasî’sini de yürürlükten kaldıramamıştır. K a nunu Esasî’nin lâğvı, Cumhuriyetçi 1924 Anayasasının eseri ol muştur. (2, 3) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi (yeni baskı), C 4, s. 3, 37, 38. (4, 5, 6, 7, 8) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi C. 4.
i
Binbir çaba ile birleştirilm iş enerjilerin mihrakı olan M ec lis i, muhafazakârlıktan, saltanatın devamcısı olmaktan kurta rıp, devrim yapıcısı v e düzenleyicisi haline getirm ek Birinci Mü dafaai Hukuk Grupu’nun başarısıdır. Grup lideri de Gazi M. K em al’dir. , H A L K Ç I MECLİS
!
Gerçekleri korkmadan karşılayabilmiş olan bu Meclis, dün* ya tarihinin ideolojik ih tilâller dönemecinde, işbaşmdaydı. M il let, halk, köylü... hem bir hareket, hem de b ir varış noktasıydılar. Halkçılık, «h alk için kanun yapmaktı». Vehbi Hocaya gö re, Tanzimattan beri 8 cilt düstur vardı. Bu 8 cilt içinde mem leketim izin yüzde seksenini, teşkil eden köylülere ait 2 nizam nameye tesadüf ediliyordu. Halk, köylü bizim .kanunlarımızda ihmal ed ilm iştie. Mahmut Esat Bozkurt daha da kesindir: «M em leket demek siyasiyat, edebiyat, m ünevverler demek değildir. Bir memleket iktisadiyatından teşekkül eder.. Bir takım meslek erbabı o mem leketi kurar, yaparlar. Bu meslekler yapılm adığı gün m emle ketten eser kalmaz... Meclisi  liy e bu memleketi asırlardan beri kılıçlarıyla, sapanlarıyla müdafaa eden çiftçiler girecektir.. Bunlara câhil demek bütün b ir mukaddesatı tahkir etm ektir r. Mebuslar müttefiktir, «K ö y lü Haşan idare istiyo r» du. On lar «köylünün iradesiyle buraya gelmişlerdi». K endi deyim le riyle «Tanzim attan beri hükümet denen şeyden nefret etmiş ve ezilmiş olan halkın hükümetiydi b u ..»8. Ve, Meclisin programı belirtilm ek istenildiği zaman H alk çılık Beyannamesindeki «Kapitalist ve em peryalizm » düşman lığı bu fikirlerden ilham almıştır. Evet, modern tarihinde ilk defa, Türk halkı siyaset sahnesine aktif bir unsur olarak çıkı yordu. Köylü, m illet hep O ’ydu. Bu halk hareketi, Sovyet sis teminden apayrı bir şekilde idare edilmiştir. V e Sovyetler tara fından tenkid edilmiştir.
80
İşte bu yepyeni ve üçüncü kuvvet, İmparatorluk içinde ih mal edilmiş, hakir görülmüş Türk halkının v e milletinin ku v veti, bütün muhafazakâr tutumlara rağmen, Osmanlılıktan a y rı1 bir hedefe doğru, Osmanlı müesseselerini yıkarak bir sel gibi 1 Akmıştır: M illî hâkim iyeti o getirmiştir. Saltanatı, hilâfeti o> yıkmıştır. L âik liği b ir devlet temeli yapan bu halkçı ruh ol-1 muştur. Türk devriminin kendine özel sosyal karakteri bu olu- '; şun meyvasıdır. Bu da gösterir ki, Türk D evrim i sırf askerî yönde b ir hareket değildir. LEKELEM E P O LİT İK A S I
T ü rkiye Büyük M illet Meclisi Hükümetinin halkçı karak teri üzerinde durmak gerek: Bolşevik değildiler Müdafaai Hu kukçular. Atatürk de komünist değildi. Fakat herşeyden önce m illî D evleti çağın sosyal malzemesiyle inşa ediyorlardı. Dokt rinci de değildiler. Am a asrın gidişini sezmişlerdi. M eşrutiye tin acı tecrübelerini tekrarlamamak kaygusu ile, meçhul y o l larda emekliyerek, tarihi yaşayarak bir istikbalin yapıcısı ol muşlardır. Bir büyük imtihandı bu.. Verdiği ders önemliydi: «S osyal» bir yapı kurmak için komünist olmak şart değildi. N e var ki, İstanbul Hükümeti bu işi anlamamıştı. Anlam a makta inat etmiştir. Damat Ferit’çiler M illî Teşkilâtı Türk ve; dünya kamu oyunda kötüleme metodunu iki lekelem e kalıbına dökmüşlerdir: «Teşkilâtı M illiy e » bir ittihatçılıktı, İttihat ve. Terakki’nin hortlayışı idi. Bu itham tutmazsa, b ir başkası var dı: M illî Teşkilât Bolşevikti. A k m akın Bolşevik’e Anadolu peş- j keş çekiliyordu. Yedigün gazetesinin Sivas muhabirine, Atatürk, ilk beya natını bu ithamları redderek verm iştir: M illî Teşkilât sadece ve sadece «m illî sebeplerin» mahsulü idi. Ferit Paşa bu gerçeği görem ezd i9. (9)
Atatürkün Söylev ve Demeçleri, C III (A nkara 1954), s. 1.
81
Müdafaai Hukukçu’lara yapılan bu itham bir gün tarihî cevabım alacaktır. «Ö L Ü L E R L E M UHABERE ED İLM EZ»
Tarihî cevabın verild iği gece 1 Kasımı 2 Kasım 1922 ye bağlayan gecedir: Saltanatın kaldırılması. O gece kandildi. Bâbıâli, Batıl ıların konferans teklifini b ir telgrafla devrim nilere bildirmiş, Ankara’nın da bir temsilci göndermesini isti yordu. Mesele, bir kere daha tarihin teşrih masasına ya tırıl mıştı. B ir kere, İstanbul’un şu anlayışsızlığına bakınız. Sadrıâzam T e v fik Paşanın imzasını taşıyan telgraf «A n k a ra Büyük M illet Meclisi Riyaseti Celilesine» başlığını taşıyordu. İstanbul, Müda faai Hukukçuların âsî, Kemâli, Ocakçı, Bolşevik ( ! ) olduklarını sanki b ir anda unutmuştu. O kadar ki, Ankara ile İstanbul arasında ik ilik olmadığını ileri sürüyordu. Konferansa beraber gidilmeliydi. Fırtına o zaman kopmuştur. K im di bu İstanbul Hükümeti? A rtık ihtilâlcilerin tariflerini dinlemek zamanı gelmişti. A rtık kürsüsü siyah Örtüyle örtülmeyen M illetin Meclisinden, dişlerini tırnaklarına takarak, kayaları sökerek D evlet kuran insanların dünyaya haykırışlarım dinleyiniz.. H iis e y r' A vn i (Ulaş) eski’yi yeni’den ayıran bir gözlem iyle İstanbul’u anlatır: «Saltanata alışmış İmparatorlar, haşmetpenahlar m illî hâkimiyetten canavarlar gibi korkarlar...». Fevzi Bey’e göre «Osmanlı saltanatı yok, milletin saltanatı v a r» dır. Hattâ, Saltanat devrinde kılman Cuma namazları bile gayrı meşrudur. Yahya Galip (K ırşeh ir) İstanbul’la Batı baskısını birbirine bağlar: Onlar, «L lo y d George’un polis memurlarıdır». D!r. Rıza N u r’a göre, İstanbul da «hâkim iyete sahip bir hükü met yok... Biz Hükümetiz! diye iddia eden b ir heyet vardır.»
83
Mazhar M üfit Beye göre mesele daha basittir: Bâbıâlî y ık ıl malıdır. Vahidettin’in ismi Vahîmüddin’e çevrilmiştir. K âzım Karabekir Paşa kesinlikle konuşur: «Cihadı Ekber Fetvasına rağmen, Çanakkalede ve Irakta İslâm askeriyle harp ettim ». Rauf Bey (O rb ay) H a life’nin İslâm dünyasını aldattığı kanısındadır. A li Fuat (Cebesoy) Paşaya göre, son düşman, iç düşmandır. Saray ve Bâbıâli’dir. O da bugün halledilmelidir. Erzurum meb’usu Nusret Efendi’nin bir sorusu olmuştur: Biz kabristanda mıyız? Bâbıâli ölü, Saray ölü.. Ölülerle muha bere edilir mi hiç? Fırtınalı konuşmalar Rıza Nur ve 78 arkadaşının bir tak ririne bağlı kalmıştır: M illetin saadetini sağlayacak bir halk hükümeti kurulmalıdır. Bu «Genç, dinç, m illî halk hükümeti esaslarına dayanan bir D evlet olmalıdır.». Bu takrir yeter de recede ihtilâlci sayılmamıştır. Saltanat kaldırılmalıdır, mutla ka... En son Mustafa Kem al ağır ağır konuşur. Dağınık fik ir leri derleyerek, şiddet ve hiddetleri enerjiye çevirerek bir dö nüm noktasını açıklar: Meclisten başka bir saltanat makamı ve bir hükümet, heyeti yoktur. H ilâfet ne olacaktır, saltanat kal karsa?... Saltanat makamında m illet oturuyor. H ilâfet maka mında da kudretsiz, sığıntı ve âciz bir şahıs değil, dayanağı Türkiye D evleti olan bir yüksek şahsiyet oturacaktır 10. O gece, Sultan’m başından alman taç, m illet’in başına kon muştur. İHTİLÂLİN MANTIĞI
D evrim in halkçı ve demokratik karakterinin gereklerini bir b ir tamamlama hızı, saltanatın kaldırılmasıyla artmıştır. Bütün muhafazakâr eğilim lerin harabe halindeki kadrosu ile bekçiliğini yapan İmparatorluk yıkılınca, sonsuz ufuklara uza (10) Bu konuşmalar için bk. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 24 (1960 baskısı), s. 173, 276, 290, 306, 311; 312.
* 84
nan yolların hepsi açılmıştı. H er çeşit yeniliklerin yapılmasına elverişli bir alandı bu.. Yapılacak her şey, ana prensipten çıka rılacak sonuçlar halinde ortaya çıkacaktı. Çünkü «Devrimin bir mantığı vardır» H âkim iyeti m illiye başyazarına göre...
1921 Teşkilâtı Esasiye Kanununun 1. maddesi bir muhake me zincirinin ilk halkası olmuştur: «H âk im iyet kayıtsız şartsız m illetindir». Buradan, rasyonel bir metodla bütün sonuçları çı karmak gerekmiştir. Şahsî hükümet bütün müesseseleriyle y ı - , kılacaktır. E vvelâ Sultanlık kaldırılacaktır. Cumhuriyet kurulacaktır. H ilâfet kaldırılacaktır. V e yıkılanlar, bütün kökleri sökülerek, kaldırılıp toplumun hayatının dışina atılacaktır. İhtilâlin kafası bu gibi lüzumsuz müesseseleri kabul ede mezdi. «B ir Cumhuriyet ne cahiller tarafından kurulabilir, ne de cehalete dayanbilir» di u. O Cumhuriyet ki, Türk D evrim inin eseriydi. O devrim ki, ilk defa, Şark kafası ile savaşmak cesaretini göstermişti: D o ğuda ilk defa demokratik bir cumhuriyeti kumvuştu. İlk defa köylüyü efendi diye ilân etmişti. İlk defa dini dünyadan ayırmış tı. Ve ilk defa medenî beşeriyetin ortak bir aile olduğunu ilân etmişti. Yen i bir sosyal yapının mimarı olmuştu. Yü zyıllardır çığlaşan gerilik ler altında ezilmiş bir kitle içinde yolunu açmak zorundaydı. Öyleyse, geriliğin ve Ortaçağın bütün tem silcilerini karşı sında bulacaktı. D evrim i o çevreler anlayamazdı. N e Çerkeşte câmi ka pısına şapka aleyhinde beyanname asanlar, ne de Maraşta bir 16 Ocak günü, elde bayrak «şapka giym iyeceğiz!..» diye Süley man Oğlu Mahmud’un peşinden gidenler de anlamak iste mişlerdir. (11) 1924).
İnkılâbın miibrem mantığı
(H âkim iyeti M illiye, 27 Şubat
Onlar, tarihî irtica olaylarının o zamanki son halkalarıydı. Küçük kafalardı. Ve küçük kafalar büyük b ir D evletle bağ daşamazdı. VE İSTANBULCULAR...
Saltanatçılar bu gerçeği hiç mi hiç görem iyen insanlar ola. ra'k tarihe geçmişlerdir. Görmemekte inat etmişlerdi. Zaferle rin kazanılmasını düşünmeyi bile ütopyacılık saymışlardır. Peyam ı Sabah’ta A li Kemal, Ankaraya ateş püskürüyordu. 1922 Ağustosunun ilk yarısı hep bu tertip hücumlarla doludur. Ankara’nın «harb darp siyaseti» iflâs etmişti. «A n kara kıla vu zları» İttihat ve Terakki metodunu kullanıyordu. Herkes müttefikti ki, «İzmiri, Edırneyi kılıçla, kuvvetle kurtarmak,
Yunanlıları tüfenk dipçiğiyle denize dökmek tasavvuru bir rü ya idi. Bir hülya oldu»... «Ancak Yunanlıları denize dökmek, mağlûp etmek şöyle dursun... Bu devletin temellerimi sarsıntı ya uğratanlardan (M. Kemal v e arkadaşlarından) hâlâ bir hiz met ummak, bir hayır beklemek saflığı değil, cehaleti ve bu dalalığı (belâhati) geçer». Bu satırlar 9, 10 Ağustos 1922 tarih lidir... 7 Eylül tarihli gazetelerde, ordu henüz İzm ire girmemişti ki, şu telgra f okunuyordu:
İleri gazetesi vasıtasıyla Sabah muharriri A li Kemal Beye, Ankara 6 (saat 14, dakika 40) — Yunan ordusu imha edildi, 26 Ağustos tarihli makalenizdeki vaadiniz veçhile kaleminizden ve insanlığımızdan feragat ettiğiniz haberini bekliyoruz. Sabık İstiklâl Mahkemesi Hâkimi Cebeli Bereket Mebusu İhsan
Sabık İstiklâl Mahkemesi Hâkimi Kozan Mebusu Fikret
*
86
Yanılm aların en büyüğü ve en affedilm ezi, gerçeği görme mekten, görememekten ya da görmek istememekten doğmuş tur. D evrim in realizmi, bir m illetin eğilim lerini ve istidadını anlamasına dayanır. M U H A L İF L E R „ M E N F Î’LER
Yarım yü zyıl sonra, bizler «İnkılâbın mübrem m antığı» ndan şu sonuca varmak imkânlarına kavuşmuşuzdur: Devrim, karşısına çıkan engelleri yıkm caya ve gelişmesini tamamlayın caya kadar, idealini gerçekleştirinceye kadar metoduna bağlı kalır, devam eder. Gelişmeye v e devam etmeye zorunludur. «İn kılâbı yapanlar» bu durumu her zaman belirtmişlerdir: Bu memlekette hayat hakkına, hakka ve hürriyete, tek kelime ile medenî haklara sahip olmak isteyenler «ayaklarını inkılâp hareketine uydurmak mecburiyetindedirler. Yoksa bu zeminde geriye doğru bir adım atmanın imkân ve ihtimali yoktur.» w. D evrim lere başarı imkânlarını, engellerle çarpışmanın he yecanı, kesinliği ve şiddeti sağlar. Bir devrim, kalkındırmak istediği memleketin gerçekleriyle tam intibak halinde olunca, onun karşısına çıkmak, «muhalefet» değil «menfilik» olur. Bu terimlerin ikisi birbirinden çok farklıdır. Menfî iş başına geçer se, devrim i ortadan kaldırmak isteyecektir. Muhalif, çoğu za man devrimin daha iyi uygulanmasını savunacaktır. Atatürkçülüğün savaştığı kuvvetler bu açıdan daha açık olarak görülebilirler: Hürriyeti getirmek isteyenler onu kaldır-
mlak isteyenlerden çok kuvvetli olmalıdırlar 18.
(12) Siirt Mebusu Mahmut: inkılâp Yü rüyecektir (H âkim iyeti M illiye, 22 Temmuz 1925). (13) M illî Cumhuriyetin m illî hürriyeti (H âkim iyeti M illiye 3 Ocak 1924),
X
Devrimciler ve Batı A V R U P A N IN N A M U S U
nkaraya gelişinin ikinci günü, 27 A ralık 1920 de, Atatürk A n k a r a lI la r la yaptığı bir sohbette Lloyd George zihniyetine cevap v e rm iş tir1. Mustafa Kem al Paşa bu konuşmasında m illî hareketin daha başlangıcında Batılı galip D evletlerin T'ürklere hücum politikasını ilk defa incelemiştir, Mondros Mütarekesi nin uygulanmasından bir ik i ay sonra, İtilâ f Devletlerinde gö rülen büyük bir «zih n iyet değişim i» vardır. «Yabancılar, ken di İktisadî vc politik çıkarlarını tatmin edebilmek için» aleyhi mizde iki kötüleyici görüşü ileri sürüyorlardı: 1 - Türkler, müslüman olmayan unsurları eşitlik ve adalet kurallarına göre idareden âcizdirler, Türk m illeti zâlimdir. 2 - Türk milleti, gû ya tümü ile kabiliyetten de yoksundur, «bahçe halinde yerlere girmiş v e oralarını harabezara çevirm iştir». Türk m illeti kabi liyetsizdir.
A
Varılm ak istenen sonuç şuydu: olarak yaşamaya hakkı yoktur.
Türk milletinin bağımsız
H eyeti temsiliye adına konuşan Mustafa Kemal Paşa, bü tün siyasî hayatında izleyeceği tezin henüz başındadır. Tez, kaynaktan yeni fışkıran küçük bir birikintidir ama, geniş ve çağlayanlı bir ırmak olma istidadını taşır. (1)
Atatiirkün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 4 -1 5 .
88
Mustafa Kemal Paşa demek ister ki: M ütarekeyi bu kadar gaddarca uygulayan memleketlerin medeniyetten v e insanlık tan söz etmeleri garip... Herşeyden önce, Batı umumî efkârı nın hakkımızdaki yanlış bilgilerinin nedenlerini aramak gere kir. Bunların başında memleketi çeşitli kavmî bölgelere ayıra bilen, Torosların güney sınırımızı teşkil edebileceğine inana bilen, Toros’tan Antakya’ya kadar olan bölgelerin bin yi 1danberi Türklerle meskûn olduğunu bilmeyen hükümetler ve çev reler gelir. Bu adamlardır ki hiç bir zaman gerçekçi olamamış lardır, «Avrupan m namusuna lüzumundan fa zla » güvenmişler dir. Bu yüzden de Türk m illetini «m âzisini unutmuş, m illiyetin ve özel medeniyetin verdiği nim etleri bilmez, kansız, miskin bir m illet» olarak tanıtmışlardır. Bu gözlemi bir mantık izleyecektir. Mustafa Kem al Paşa’ya göre, Wilson Prensipleri ilân edi lirken Türk m illetini de kendi m illî sınırları içinde yaşamaya lâyık bir m illet olarak kabul etmiş olan Batı, 1920 başlarında, niçin iddialarının rengini değiştiriyor? «A vru p a D evletleri Türk m illetini evvelce bilm iyorlar mıydı? Wilson Prensiplerini kabul ve Mütarekenâmeyi imza ettikleri zaman altı asırlık bir milletin mahiyeti, kabiliyeti hakkmdaki malûmatları noksandı da, bir iki ay zarfında mı ikmal ettiler? Hakkımızda tatbik ede cekleri kararları bilm iyorlardı da sonra mı hatırlarına geldi?» Türklerin zâlim olmadıkları tarihleriyle sabittir. ■ V e Mustafa Kemal tezini İsrarla, geleceğin sonsuz ufukla rına doğru sürer: «T ek rar ediyorum, aleyhimizde serdedilen f i kirler yanlıştır, bu hakikat tarihen ve mantıken sâbittir. Bu hususu yalnız Garb’a değil, hattâ vatandaşlarımıza da ehemmi yetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nâdirattan olmakla beraber işitiyoruz ki, m illetin tarihini oku mamış veya m illî histen mahrum kalmış olması lâzımgelen bâ zı şahıslar, ecnebilerin aleyhimizde serdettikleri ithamları red
89
detmedikten başka, vatanlarını kabahatli göstermekten çekin m iyorlar...» «L L O Y D GEORGE D Ü ŞT Ü !»
M. K em al’in bu fik irleri hızla gelişmiştir. 1921’de, United Telegraph ajansı muhabirine T ü rk kurtuluş hareketini b ir meş ru müdafaa olarak tanıtır. Doğuda barışın kurulamamış oluşu nu Batının anlayışsızlığına bağlar. Am erika ile İngiltere arasın da bir kıyaslama yapar. Şikâyetleri, Ingilterenin saldırgan em el lerindeki «korkunçluktur». İn giliz diplomatlarının iy i niyetle ve açık kalple hareket etmediklerinden y a k ın ır2. Batı niçin hâlâ, Yirm inci yüzyılda, Haçlı zihniyetiyle hareket eder? Gazi, bu tarihî çelişmeyi her zaman belirtir. 1922 zafer yılıdır. O daha kesin ve kararlıdır. Bu sefer, Uni ted Press ajansının aracılığı ile, Batı’ya bir gerçeği ilân eder: Bütün medeniyet dünyası bilm elidir ki, Türkiye halkı her me denî ve kabiliyetli m illet gibi, kayıtsız ve şartsız hür yaşamaya karar vermiştir. Bu meşru haklan çiğnemeye yönelen her kuv vet «Tü rk iyen in ebedî düşmanı» sayılacaktır3. İzm ir alındıktan sonra, insanlık ailesiyle beraberliğim izi belirtir: «A r t ık bütün cihan bizimle beraberdir. İnsaniyet bi zimle beraberdir.» Y a İngiltere? «İn g iliz milletinin aklı selimi bizim taraf m u zd ad ır!» Ve, gene aynı yıl, bir fransız gazetesine artık eski şeylerin değişmesi gerektiğini hatırlatır: «L lo y d George düştü». O1 en büyük hazzı her halde bu kabine değişmesiyle bir zihniyet de ğişikliğini işaret ederken duymuşdur. A rtık İn giliz diplomat ları «açık kalple» konuşmalıydılar 4. (2, 3) Atatürkün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 16, 47. (4) A y n ı Eser, s. 48, 49
i>0
«A V R U P A TÜftK İYESİ»
«Tü rk iyed e Cumhuriyet ve şarklılık, garplılık meselesi»: Bu satır bir Alm an gazetesi, Neue Frei Presse’niıı, Cumhuri yetin ilânından sonra, Türkiye ile ilgili yazışma seçtiği başlık tır. Bütün bir değişimi ifade eder. Mustafa Kem al Paşa ile ya pılan bir röportaja dayanır. Türkiyenin ilk Cumhur Başkanı, Batı umumî efkârının Türk aleyhtarı tutumunu açıklar. Mesele basittir, Mustafa. K e mal’e göre: Karşınızda .iki adam var. Biri çok zengin, her çe şit imkânlar emrinde... Öteki fakir, elinde hiçbir vasıta yok. Ama. bu adamların ruhları arasında fark yok. Avrupa ile Tür kiye arasındaki durum, işte buydu... Avrupa ik i insanın, insan olarak, aynı plânda olmalarına tahammül edemiyordu. Bu ka darla da yetinse iyi... bizim yıkım ım ızı hızlandırmak için, «n e yapmak lâzımsa yapmıştır». V e bu kin ve düşmanlık fikirleri, Avrupa m illetleri arasında, «hususî bir zihniyet haline gelmiş tir». Herşeye, her çeşit değişikliklere rağmen gene yaşıyordu bu zihniyet. Mustafa Kemal Paşa ilâve ediyordu: «iş te Avrupada durmadan savaştığımız zihniyet budur.» N e yazık ki, bütün değişmelerimiz karşısında, bu zihniyet hep aynı kalm aktaydıR. Atatürk, ne aşırı, romantik b ir Batı hayranıydı, ne de his si bir Batı ve Batılılaşma düşmanı... O, bu konuda bütün dev rimcilerin fik ir cephesini tâyin etmiştir. Batıya, yönelmiş, Ba tıya yÖnelmiye zorunlu bir «A vru p a T ü rk iye*i» :nin kuruluşu Türk D evrim inin gerçek amacıydı Atatürkçülüğün temel prensipi M edeniyetçilik tezine dayanmıştır. Batılılaşma ise bu tezin en tabiî sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu tez, hiçbir tâ viz verilmeden, Türkiye Cumhuriyetinin, b ir yaşama dâvası olarak, daimî, surette geliştirilmiştir. Atatürkçülük bir fik ir yumağı gibi bu değişmez prensip etrafında sarılmıştır. Bu ge(5, 6)
A yn ı Eser, s. 48, 68
0]
üşmeyi, D evrim in en yetkili temsilcisi olarak, Atatürkün fik ir yapısında izlem ek mümkün olacaktır. D evrim ci kadro, Batı’nm yanlış, çok kere bencil tezlerini «tarih v e m antık» açılarından çürütmeyi kendine özel b ir ödev saymıştır. Devrim ciler, m edenîlik bakımından Türkleri, İslâm - Osmanlı çerçevesi içinde dondurulmuş kalıplardan sıyırıp, uzak m âzilerine bağlamışlardır. Sadece uzak değil, aynı zaman da medenî m azilerine... Batı - Osmanlı diyalogu karşısına, «Türkün unutulmuş me denî hasletlerini ve kabiliyetlerini», bir güneş gibi, Üçüncü ve sentezci bir k u v v e t 7 olarak çıkarmak, onları mahçup etmenin, yalanlamanın zor fakat en etkili ve kestirme yoluydu. Atatürk’ün Onuncu Y ıl söylevini okuyunuz. Tarihi v e man tığı bir m illet hayatına uygulamanın, «B en v a rım !» diyebilm e nin helecanını bütün, asilliği ile orada bulacaksınız.
(7 ) Türkiyenin Siyasi Hayatında Batılılaşma H areketleri (İstan bul 1960) adlı kitabımıza bk. (s. 114-117).
XI
Devrimciler ve Doğu Ş E R İA T VE K O M Ü N İZ M
oğu kurtarıcı görünüyordu. Batı, Mondros tatbikatı gere ğince yakıp yıkıyordu. Türkiye Büyük M illet Meclisinin 11 M ayıs 1920 içtimamda, bu sahneyi görürüz: Besim Atalay (K ü tah ya): Arkadaşlarım, bugün Osmanlı âlemi, Anadolu, iki mühim seylâbm noktai telâkisinde bulunu yor. Bunun birisi akidelerin, dinlerin doğduğu Şark’tır; birisi zulmün, kahrın, tahakkümün tebarüz ettiği G arp’tan geliyor. Mahmut Celâl (K ayar) (Saruhan): M edeniyet nam iyi e (Bravo sesleri). Besim Atalay (devam la) — Biz zayıf kollarımızla, bu yığın teşkilâtımızla, bu iki seylâbenin içinde şaşırıp kaldık. Hangisi ne iltihak edeceğiz? Muti âka bu iki kuvvet çarpışacak.. G'ladstone’un ahfadının süngüleri altına mı gireceksiniz? Yoksa Şark tan bize ellerini açan kuvvete mi koşacaksınız? (Ş ark ’a, Şark’ a sesleri). Besim A tala y’a göre Bolşeviklikle Müslümanlık arasında sıkı bir benzerlik vardı: «Peygam berim iz diyor ki: Dini ve müslümanlığı yine ondan olmayan bir takım insanlar temin ve teyid edecek, işte Allah o kuvveti bize gönderiyor. Biz Bolşeviklere mümaşat etmekle bil’akis şeriata daha fazla yaklaşıyo ruz.» 1.
D
(1)
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. I, s. 258
93
M ECLİS VE SO VYETLER D Ü N Y A S I
T.B.M.M. Doğu’clan uzatılan elin niçin uzatıldığını kısa bir zaman içinde anlamıştır. Bu siyasal gerçeği ortaya çıkarmak için Doğu ile ilg ili tereddütlerin ortadan kaldırılması, karan lıkların aydınlatılması gerekmiştir. Bolşevizm neydi? Kom ü nizm ne demekti? Ve bu akım, doktrin ve aksiyon olarak kur tuluş dâvası için faydalı mıydı, yoksa zararlı mı? 11 M ayıs 1920 içtimai bu bakımdan da çok anlamlıdır. Sovyet M illetler Kom iserliğinin Doğu Müslümanlarma ya yınladığı bildiri, birçok meb’ usları, temsil ettikleri akımlarla karşılaştırmıştır. Antalya M eb’usu Hamdullah Suphi Bey (T an rıöver), bu doktrinin henüz bilinmemesinden, öğretilmemesinden ve M ec lis Hükümetinin bu akım karşısında cephesini tayin etmeme sinden yakmmıştır: «M em leketim iz şüphesiz ki, Bolşevizmin neden ibaret olduğunu, hedefleri nelerdir, bunu vuzuh ve sara hatle bilm iyor. Fakat bizim bilmememiz Bolşevizmin hudutla rım ıza gelmesine mâni olm uyor.» Hatibe göre, iki tez karşıla şıyordu: Bolşevikliğin Türkiyeye felâket doğuracağını ileri sü renlerle, karşıt kanıyı savunanların tezleri.. Açıklık, cesaret gerekiyordu. Meclis Bolşevikliğin esasları hakkında bilgisizdi. Meclis hem bunu öğretmeli, hem de «kendi noktai nazarını ifa de etm eli» idi. Antalya meb’usuna göre: Bolşevikler m illî ge leneklerim ize, müesseselerimize, ülke bütünlüğümüze madem ki dokunmayacaklardı, şu halde «m em leketim izdeki saldırgan v e hain k uvvetleri kovmak için bizim en tabiî yardımcımız Bolşevik kuvvetleri olacaktı.» Öyleyse, değil yalnız Türkleriri, bütün müslüman memleketlerinin bizimle beraber kurtulabil mesi için Kırgızlardan, Başkırlardan ibaret bu müslüman ve Türk ku vvetleriyle birleşmemizden daha tabiî ne olabilirdi? Oysa, hatibin görem ediği bir gerçek vardı. Komünist kuv vetleri sadece müslüman Türklerden ibaret olmadıkları kadar, Kom ünizm (O zamanın deyim i ile Bolşeviklik) de şeriat de
94
mek değildi. Pek benzerliği de yoktu. O kadar yoktu ki, b iz zat Rus M illiyetler Kom iserliğinin Mecliste hararetle karşıla nan bildirisinden de durumu az çok anlamak mümkündü. Fakat ; M eb’uslar bir çok sosyal « X » leri çözmek zorundaydılar. Ve bu :i meçhul henüz çözülmemişti.
K O M Ü NİST G R U P L A Ş M A L A R
Sovyetlerle sıkı münasebet ve Kafkas kapısının açık bıra kılmak istenmesi bir yönden Müdafaai Hukuk’un başarılı tak tiği olarak sağlanıyordu. Bir yönden de, Bolşevikliğin ne oldu ğunun bilinmemesi ve Doğudan gelen yardımın cazibesi ile ör tünmesi Meclis içinde ve dışında Komünist (ve komünizan) gruplaşmalara vücut vermiştir. Bakû Kongresinde genelliğe kavuşturulan Leninci teze gö re, Türk kurtuluş hareketi, sosyalist köylü ihtilâline çevrilmeliydi. Bu işi başaracak öncü kuvvet ancak Komünist Partileri olabilirdi. Ruslar bu gibi teşekküllerin kurulması için baskı1 yapmışlardır. Müdafaai Hukukçular, T.B.M.M. içinde ve dışında, Sovyet baskısını geçici olarak karşılamak amacıyla bu biçim teşekkül lerin kurulmasına imkân vermişlerdir. Bunların bir kısmı biz-; zat Mustafa Kemal Paşanın direktifi ile kurulmuştur. Şu halde, T.B.M.M. devresinde kurulmuş olan Komünist gruplar ve partilerin özelliklerinden varılacak sonuç odur ki,, hepsi de Türk ve Rus taktiklerinin karşılıklı mahsulü olmuş lardır. Bu teşekkülleri kurmuş olan kişiler ve üyelerinin b ir kısmı bilm eyerek bu işe girişmişlerdir. Bir kısmı da gerçek ko münizmi benimseyerek kurucu ve üye olmuşlardır. Bir kısım i mebuslar da, Müdafaai Hukuk taktiği gereğince bu gruplan-' malarda görülmüşlerdir. Müdafaai Hukukçular, taktiklerinde değişiklik yapmaya: karar verince, bu tip grup ve partilerin çalışmalarını durdur-,i
malarını istemişlerdir. Durum bilmeyenlere anlatılmıştır. On lar da durumu anlayarak çekilmişlerdir. Gerçekten komünizmi benimsemiş olanlar Türk taktiğinin bu safhasına uymak istememişlerdir. Am açları bir komünist ihtilâli olduğu için, Moskovanm Mustafa Kem al ve arkadaşları hakkmdaki şüpheciliklerine bağlı kalmışlar ,ve daha fazla gizli olarak çalışmışlardır. O zaman, T.B.M.M. Hükümeti bunlar hakkında takibata girişmiş, gizli celselerde haklarında karar alınmış ve İstiklâl Mahkemesine sevkedilmişlerdir. 1922 yılında Komünist faaliyetine son verilm iştir. «Y e ş il Ordu», Meclis içindeki «H alk Züm resi» direktifle ku rulmuş teşekküllerdir. Fakat, Müdafaai Hukuk liderleri, İstik lâl Savaşının olumlu gelişmelerine uyg'un olarak Komünist ha reketlere karşı toleranslarını azaltınca, gerçekten Komünizmi benimsemiş olanlar, «H a fî (g iz li) Komünist Fırkası» nı kurmuş lardır. Daha sonra Yeşil Ordu’cularm bir kısmı ile H afî K o münist Fırka'cılar birleşerek Halk îştirâkiyun Fırkasını vücude getirmişlerdir. Atatürk bu hareketin karşısmdadır. İçinde değil. Zaten b aşka türlü olmasına da imkân yoktu. G izli Fırka İstanbul’u da Ankara’yı da beğenmiyordu: İs tanbul Hükümeti, emperyalistlerin ermindeydi. Ankara Hükü meti burjua idi. İttihatçı idi. Türk Komünistleri, Bakû’daki m erkezlerinin isteklerini dile getirerek, her ikisinin de karşısmdaydılar. Ankara’nın da İstanbul’un da yıkılması gerektiği ne, sosyalist ihtilâle gidilmesi zorunluluğuna inanmışlardır. Gizli Fırkanın Beyannamesi, İstiklâl Savaşının bir tenkidini yapıyordu ] . (1) Bu konular, son yıllarda kısmen aydınlatılmaktadır. Fakat, sözü geçen Meclis gizli celse tutanaklarının yayınlanması, kesin so nuçlara varmak için şarttır. «H alk İştirakinin Bolşevik Fırkası» nm İstiklâl Mahkemesi tutanaklarında yer almış olan beyannamesi ve bu mahkemenin cereyanı hakkında bk. Yakın Tarihimiz, C. I, özelllikle s. 297 - 298.
96
B elirttiğim iz gibi, bizzat Meclis gizli celselerinde (1 şubat ve 21 M art 1921) bu zanlıları sorguya çekmiş v e İstiklâl M ah kemesine sevketmiştir. N e yazıktır ki, aradan 43 yıl geçtiği halde, bir hayli meçhulü aydınlatacak olan bu oturumların tu tanakları henüz yayınlanmamıştır. Atatü rk’ün dış politika prensiplerini araştıranlar bu mese leleri nedense incelememektedirler. Yakın tarihimizin meçhul leri bu zahmete katlanmamanın sonuçlarıdır.
A T A T Ü R K VE K O M Ü N İZ M
İhtilâlci ve geniş Sovyet dünyasının, fiilî ve ideolojik bas kısı karşısında Atatürk, katıksız bir müdafaai Hukukçu ve D ev let adamı olarak kalmıştır. Komünist taktiğine karşı, Müdafaai Hukukçu lider olarak seçtiği taktik bu bakımdan tarihî değe rini ispat etmiştir. Atatürk, m illî kurtuluş hareketinin başlangıcında, 1920 n i sanında, Türkiyenin sağlı sollu baskılar karşısındaki tutumunu açıkça anlatmıştır: «Y a ln ız her ihtimale karşı hayatımızı muha faza ve varlığım ız için, bir kuvvet kaynağı aramak gerekirse, yine daima kendi noktai nazarımız değişmemek şartı ile, her kaynaktan faydalanmayı uygun gördük» ", Bakû Kongresinin toplantısından sonra, aynı yılın Ağusto sunda, Mecliste sorulan bir soruya, Atatürk’ün cevabı gene açıktır: «B iz memleket ve milletimizin istiklâlini kurtarmak için karar verdiğim iz zaman kendi noktai nazarımıza tâbi bu lunuyorduk ve kendi kuvvetim ize dayanıyorduk. Hiçbir kim seden ders olmadık, hiç kimsenin kandırıcı vaadlerine aldana rak işe girişmedik. Bizim noktai nazarlarımız, bizim prensip lerim iz cümlece malûmdur ve Bolşevik prensipleri değildir ve (2)
Enver Ziya Karal: A tatü rk’ten Düşünceler; s. 16.
97
Bolşevik prensiplerini m illetim ize kabul ettirmek için de şim diye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık» 3. H er iki demecin, İstiklâl Savaşının unutulmamalıdır.
ilk yılında verildiği
Komünizmi inceleme amacı ile Rusyaya gönderilecek Dr. T e v fik Rüştü (Aras) Beyin tâyinine itiraz eden, Tokat Mebusu Nâzım Beyin b ir önergesi tartışılırken, Meclis çok daha açık bir tutuma sahiptir. Mebuslardan bazılarının Kom ünizmi övm e lerine karşılık, karşıt fik ri savunan Siverek Mebusu Mustafa L û tfi B ey şöyle der: « ... T ü rk iye M illet M eclisi Komünist de ğildir... Sonra Komünist namına gelince, değil Büyük M illet Meclisinde, Tiirkiyede bîr komünist fikri, ruhu zannetmem ki olsun, olamaz ve yalnız başına giydiği kalpağını kırm ızı şeritle çevirm ekle olamaz. B öyle komünistliği ben reddederim.» İstiklâl savaşı geliştikçe, Atatürk kurtuluş hareketini, Zinoviev v e arkadaşları gibi görmediğini safha safha açıklamış tır. Doğrudan doğruya Rusyadan gelen Buharalılara, Ukrayna Büyük Elçisi General Frunze’ye, bütün yabancı basın mensup larına durumu anlatır. Atatürk’e göre, Türk kurtuluş hareketi bir halk hareketi dir. B ir köylü hareketidir. T ü rkiye Türklerindir. O zaman, P etit Parisien muhabiri olarak, 2 Aralık 1922 de, kendisini Bursada ziyaret etseydik ve şu soruyu sorsaydık: —■ Türk'iyede Komünist bir idare mi kurmak istiyorsunuz? Şu cevabı alacaktık: «... Şurasını unutmamalı ki, bu idare tarzı, bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist; ne biri, ne diğeri olam ayız.» Mustafa Kem al Paşa bu durumun ne denlerini Türkiyenin siyasal psikolojisinden çıkarıyordu: Tü rk ler, «m illiyetp erver ve dinlerine hürm etkâr» bir milletti. (3 ) (4)
Atatürkün S öylev ve Demeçleri, C. I, s. 97. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 6, s. 16.
O halde, Türklerin İstiklâl Savaşı ile kurdukları siyasal sistemin adı neydi? İşte, yine G azi’nin cevabı: «... Bizim hükü met şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir. V e lisanımızda bu hükümet lıalk hükümeti diye yâdedilir.» 1920 lerden beri, köprünün altından bir hayli su geçmiştir. Cumhuriyetin Onuncu yıldönümüne doğru, 1932 de, Atatürk komünist rejim i «dünya ve insanlık için » korkunç bir tehlike olarak görmüş ve Am erikalı General Mac A rth u r’e yeni bir sovyet emperyalizminin ana çizgilerini belirtmiştir. K L Â S İK S U Ç L A M A METODU
Jön T ü rk ler devrinden beri, Türkleri ikiye ayırıcı suçlama metodunun burada yeni bir örneğini görürüz. Bu y e nilik, az gelişmiş sosyal yapının şartlarına da bağlı kalmıştır. D evrim ci ve muhafazakâr iki zihniyetin daimî çarpışması çeşitli suçlama usullerini de doğurmuştur. Türkiyede hemen her ilerici hareket komünistlikle itham yoluna gidilmiştir. Bu daha, T.B. M.M. sıralarında başlamıştır. 15 A ralık 1337 (1921) tarihli oturumda, Tunalı H ilm i Bey Nâhiye Şuraları için kadınlara oy hakkı tanınmasını savunu yordu. K onya meb’usu Vehbi Beyden şu cevabı aldı: «B izim memleketimize Bolşeviklik girm edi Hilm i B e y !» ”. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Am a örneklerin dili var. Bu suçlama yolu sonunda Atatürk’e kadar komünizm izafe edildiği görülmemiş değildir. Çünki devrimcidir. İkinci bir gözlem de şudur: Bazı terim ler v e meseleler âde ta Komünizm tekeli altına konmuştur. İşçi, barış, devletçilik, kapitalizm, «sosyal» niteliğini taşıyan hemen her şey... Bunun yanlış, yersiz ve köksüz olduğunu Atatürk ispat et miştir. Türkiyenin siyasal rejim inin halkçı, köylü, demokratik, sosyal ve devletçi karakterini belirtirken Bolşeviklikle ilgisi olmadığını önce O belirtmiştir. (5) T.B.M.M.Zabıt Ceridesi, C. 14, s. 222. (6, 7, 8) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 51, 93.
XII
Milli iktidar H A L K H Ü K Ü M E Tİ
illî kurtuluş hareketi, ne Padişah, ne de Padişahçı bir kad ro tarafından yönetilmiştir. M illetçe bir kalkınma hareke tidir. Atatürk buna «H alk h areketi» der. Bu hareketin karak teri, şu halde, b ir Padişahlığın «ih yası», Saltanata dönüş, yeni bir saltanat kurmak amacını da güdemezdi.
M
“ Y en i T ü rk iye” bu demektir. Tarihe gömülen İmparator lukla, Eski Düzen’le, Eski Türkiye ile, Batı kamu oyunda yaşa tılmak istenen sistemle aslâ ilgisi olamazdı. Değişen v e yeni kurulan düzenler arasında, yaşayan, ya şamak isteyen tek unsur artık m illet hüviyetini kazanmış olan Türk'lerdi. Değişmeyen de O’ydu: Türk milleti. Ölmek istemi yen ve bunun için de ne lâzımsa yapmaya hazır olan bu millet, doğrudan doğruya kendi içinden çıkardığı bir «hüküm et» kur muştur. A tatü rk’ün halk hükümeti, demokratik hükümet diye adlandırdığı sistem budur. 1922 yılında, şekillenen Türkiye ile birlikte, M illî D evlet’le beraber doğmuştur bu sistem. Kom ü nist - Bolşevik, Saltanatçı - H ilâfetçi değildir. Misakı M illî çer çevesi içinde «T ü rk olan her y e r ve her şey» in sembolü olarak vücut bulmuştur. Durum bütün açıklığı ile, «Osmanlı İmparatorluğunun in kıraz bulup, T.B.M.M. teşekkül ettiğine dair heyeti umumiye kararı» nda okunur : « ... Y en i Türkiye Hükümeti Osmanlı İm-
100
paratorluğu yerine kaim olup onun hududu m illî dahilinde yeni , vârisi olduğuna ve teşkilâtı Esasiye Kanunu ile hukuku hükümrani-i m illetin nefsine verild iğin d en ...»'. İşte D evletin temellerindeki harç... M E Ş R Û T İY E T YE TM E Z M'l?
Kaldırılan Saltanatın T.B.M.M. tarafından hangi gözle gö rüldüğü, dünya kamu oyuna ilân edilmişti. Yalnız, Saltanat mutlaklığını kaybedip, gerçek bir meşrutiyet haline getirilirse, acaba bu şekille yetinilebilir miydi? Belki V ak it gazetesi muhabirinin aklına bu gelmiştir. Bel ki de b ir taşla iki .kuş vurmak amacı ile, Mustafa Kemal Paşa’ya 10 Temm uz’la 23 Nisan, M eşrutiyet’le Müdafaai Hukuk arasın daki farkı sormuştur. Cevap hayli ilgi çekicidir: Meşrutiyet m illetin tabiî olarak.1 aradığı hürriyet havasını teneffüs ettiğini zannettiren bir hare kettir. Türk Devrim i tamamen farklıdır. M illetin hürriyet ve hâkim iyetini fiilen ve maddeten tesbit ve ilân eden mes’ut bir olaydır. Ve dünyanın ilgisini çekecek değerdedir. Mustafa Kemal fikirlerin i daha da açıklar: M eşrutiyet n e y -; di? M illet’le müstebid bir hükümdar arasında, k ayıtlı ve şartlı denge arayan bir zihniyeti gerçekleştirme çabasıydı. Oysa, Tü rk Devrim i, M eşrutiyeti bile «k â fi görmez», onunla yetinemez. M illetin yüzde yüz istiklâlini ister. Kayıtsız ve şartsız bağımsız lığını isteyen bir temele dayanır. Sonra, T ü rkiye D evleti doğru-j] dan doğruya bir meclis, b ir Şura tarafından idare olunur. V e hep böyle olacak tır2. . 1 Bu tanımlamada, Türk Devrim inin karakteri belirir: Bun-j dan böyle, Padişah - Meclis pazarlığı, ortaklaşa bir iktidar yok —
--
■- ■
—
(1) Dr. Server Feridun: Anayasalar ve Siyasal Belgeler (îstanr bul 1962), s. 48 (2) A tatü rk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, s. 52-53.
101
tur. Şura’ya gelince, Büyük M illet M eclisi’dir. Z in o viev’in şura’larmdan çok, pek çok farklıdır. TEO K R ASİ — H A L İF E L İK
H alifelik muhafaza edilince, halkçı sistem garip bir hü viyete bürünüyordu. B ir Fransız yıllığı, «Alm anac Hachette» 1924 Türkiyesinin tanımında bu durumu belirtmiştir: «îr s î H a lifeliğe dayanan dinî demokrasi hükümeti»'''. Atatürk bu çelişikliği tarihî bir açıdan görmüştür: «... T a rihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olma dıkları zam andır.». H ilâfet nedir? I-Iükûmet etmek değil mi? Şimdi meseleye bir de mantık açısından bakalım «Bütün müslüman D evletlerini idare etmek isteyen bir Halife, buna nasıl m uvaffak olur? Sonuç: «İtir a f ederim ki, bu şartlar dahilinde beni halife tayin etseler, derhal istifamı verirdim .» Bu sözler 1923 te söylenm iştir'1. Bir yıl sonra kendisine bu teklif yapılmıştır. Bilâliahmer (K ızıla y ) adına Hindistanda bulunan bir heyetin Başkanı Rasih Hoca, M ısıra uğrayarak Ankaraya gelmişti. İslâm dünyasının özlemini dile getirdiği kanısındaydı. «E h li İslâm » Atatürk’ün H alife olmasını istiyordu. Rasih Efendi’y i bu durumu tebliğe memur etmiştiler. Mustafa K em al’in cevabı tarihî değer taşır: Konusu, anlamı olmayan efsaneli bir sıfatı takınmak, gülünç olmaz mı? 5 Cevap aynı zamanda b ir siyasal ahlâk dersidir. Türk sistemi teokratik olmayacaktı. H Â K İM İY E T İN M İLLİLEŞT İR İLM ESİ
Atatü rk ’ün cevaplarında toplanan fikirler, özellikle Anaya sa Hukuku alanında, bazı gerçekleri dile getirecek değerdedir (3) (4) (5)
îslâm cılık Cereyanı kitabımız (İstanbul 1962), s. 159 Atatürkün Söylev' ve Demeçleri. C. III, s. 69 Nutuk (1927 baskısı), s. 611-612
l u m n m m u m m u l ı n ı u m m . m u ı i ı i . n l , ,, L_U _ LIİ
102
Saltanatın ilgası hâkimiyetin m illet’e intikal etmesi demektir. Osmanlı İmparatorluğunun her iki vasfı bakımından da bu böyle olmuştur. M illet Taç giymiştir. H alifelik te (Hükümet an lamında alınarak) m illetin temsilcisi olan T.B.M.M. ne veril miştir. Bu nakil operasyonu da m illî bir ihtilâl hareketiyle ya pılmıştır. Böylece hem hâkimiyet, hem de siyasî iktidar halk’a, m il let’e mal edilmiş oluyordu. Hâkim iyetin (iktidar dahil) millîleştirilmesiydi bu... Demokrasi budur. O kadar ki, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete mal edili şiyle yetinilmemiş, hâkimiyetin kayıtlı ve şartlı bir şekilde kıs mî ve geçici olarak kullanılması da (siyasî iktidar) milletin temsilcilerine emanet edilmiştir. Bu ise, asıl anlamıyla temsilî demokrasi sisteminin kabul edilişi demektir. Ve, yeni yapılan Teşkilâtı Esasiye Kanunları ile de, ferd hak ve hürriyetleri ön plâna alınmıştır. Tem silî demokrasinin b ir şekli olan Meclis Hükümeti siste mi (Konvansiyonel sistem), 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanununda yapılan değiştirmeyle önce Cumhuriyet rejim ine vardırılm ıştır (29 Ekim 1923). Daha sonra yapılan 1924 Teşkilâtı Esasiye K a nunu, bazı özellikleriyle, teorik plânda, Meclis Hükümeti siste mini devam ettirmiştir. 1961 Anayasası bu sistemi, yeni bir ih tilâl ortamı içinde, değişik şartlar açısından ele almıştır. FA ŞİZM Mt?
Atatürkçülüğün kurduğu demokratik temsilî rejim in ka rakteri, bizden fazla Batıkların inceleme merakını tahrik etmiş tir. Çoğumuz, dar hukuk form üllerinin sınırlı alanları içinde gezinirken, bazı Batı hukukçuları, m eseleyi daha geniş b ir açı dan ele almak imkânını bulmuşlardır. Ama, açı genişliği onları, her zaman gerçeğe ulaştırmamıştır. Durumun en canlı örneği, Paris Hukuk Fakültesi profesör lerinden Maurice D uverger’nin bir kaç y ıl içinde vardığı değer
103
yargılarında görülür. Batı Siyaset İlim cilerinin şampiyonların dan sayılan Profesör Duverger, C.H.P. nin tek parti devresini incelerken «Kemalist rejim faşist değilse de, hiç bir suretle de mokratik de değildi» sonucuna varmıştı. V e bu demokrasinin «h alk çı» ya da «sosyal» olmadığını, fakat «a n ’an evî» siyasal de mokrasi olduğunu da b elirtm iştirfi. Profesör Duverger, bu fik rin i daha sonra da muhafaza et miştir. Fakat, «K em alist T ü rk iy e » y i «çağdaş diktatörlükler» bahsinin, «faşizm taslakları» ya da «Sözde faşizm ler» bölümün de incelemiştir. Profesöre göre, faşizm taklidi b ir diktatörlük olan Kem alist rejim aynı zamanda cumhuriyetçi b ir diktatör lüktür, paternalist dediği diktatörlüklerden ayrılan bazı nitelik ler taşır T. Profesör D n verger’nin bu tanımlamaları şüphesiz, Türkiyeyi tanımasından ve meselelerimize derinliğine v â k ıf olmasından fazla, dünya olaylarına değişik b ir açıdan bakmasına ve Türkleri sevmesine bağlı kalmıştır. Günümüzde ve son eserlerinde Maurice Duverger, Kemalizme çok değişik bir açıdan bakmaktadır. « A z gelişmiş mem leketlerin siyasal re jim leri» açısından... A rtık bir hukuk ve si yaset terim i olarak ta incelenmesi gereken, ve birçok mesele lerin köklerini aydınlatacak değerde olan «a z gelişm işlik» teri mi Fransız dostumuza göre Kem alizm i açıklamak olanağını da vermektedir. Bu açıdan bakılınca, Duverger’ye göre, hem bir «ih tilâlci diktatörlük», hem de Kem alizm temel b ir örnek sayı lacaktır. Meksika, Hindistan örnekleri arasında... A z gelişmiş m emleketleri.Doğu-Batı standartları arasında incelemek zorunluğu, D uverger için de, kendisini göstermiştir. V e ancak bu me(6)
Maurice Duverger: Les Partis politiques (Paris 1951) s. 308,
310 (7) Droit Constitutionnel et Institutions Politiques (Paris 1955), s. 388-390
mİ t)
Aj. L*** Ûj+Î\*$
l *.% *ii *X-*S>rî>/ (jî/^î »*«*>
J*3s**
jJ»-* İ- ^ \ Ş jy U -l j *&• 1j'tff
'{>■'
tj4'*^-' ^
.' O
V
almıştır.
Ujff $ j
(IVM V f.Jj1
»xli-b J ) j i» - ^j-*.**
“siU Û £ V} j y *’ ' <
■'«
$. w i/!."-'jî
^ lî
C.>L*»•
•ıK;,j!!)Uj-ljf o 1 ..»-
fj;1^ * 1 (j*1** V'•>■>’
^*' ■u'-‘5“>
*' '
W*j^î i£
Uf’**^-f~' *'
lı
$
iJj>'‘J "‘
ı ,*!*•).'l
^ J*M 'j^'* ûJ^U*y ^
* j|. ;Jt(^U
p}<^* ;
J'-fOfi
AfttU-î
JS İ
t jm'-j**
•
”^ ''j
^ ;r
ı s j 6 * * jt
-
,;.y;Ca!.U *■.? (üî’î Utl-Af"1 ,-w *^^*' <*>sA.£lı .S« i A^İ w o '*"J * ^ .
. 'LU* * l/ lfV
^i» A,U »lA. * ;*Ü
H JİÎU k» J V > J
»
«
-v *•' Ş A^-t»-l«*^l ^ y
*
A^ jr Jsj'j*^# 4.M * * -
i
l
jU * t !
t jJ U
y*
'"ilf»
&*j^S
*^j>?r^
^*1jf ol *-V;.£İ
18 Kasım
C^lrV'j
«T.B.M.M. nin
*
Beyannamesi»
^»U» SİLI-Su J »j',7I ı3jb!>Ji*, ı!)J‘'»U>i j^Cs
Beyannamesi» adını
jJİ * t$'A+Z »
‘i J & ~ j
zamanda «Halkçılık
*Pnâ >-i
i»
1920 tarihli bu vesika aym
ı^i(4
a^. WUrjKI |, y& t^*ic^*^ *.. 4^5^^'!
ÇT*
(j İ
tiiV ^ j\ ^ .
.^f-^p
■ JJ'-'’^'"'*!
105
totla bazı gerçeklere varılabileceği de ortaya çık m ıştır8. Fa kat mesele henüz gelişme halindedir. TÜRK ÖRNEĞİ
Profesör D uverger’nin açıklaması ile Clemenceau’larm tez leri arasında yü zyıllarla ölçülemiyecek kadar bir uzaklık var. Büyük bir iy i niyetin ifadesi olan açıklamalar acaba Türk ger çeğini ortaya koyuyor mu? Batılı metotların titizliğin e rağmen, varılabilen sonuçlar ancak kısmen başarılıdırlar. Çünkü ve herşeyden önce, Müda faai Hukuk olayını ihmal etmişlerdir. Türkiyenin demokrasi deneyi, Batı-Doğu’nun karanlık vâdisinden geçerek vardığı merhaleler sadece siyasal (sosyal ol mayan) bir demokrasi denemesi sayılamaz. Hayır, mesele bu kadar basit, bu derece iptidaî değildir. Türkiyenin, Bolşevik ve Emperyalist engeller dışında ger çekleştirdiği hamlelerin her halde bir değeri vardır. Bir açık lanması vardır. V e bunlar, K em alizm ’in ya da Atatürkçülüğün tabiatına bağlı şeylerdir. M illî kurtuluş hareketiyle varılan amaç, Batılı sistemde bir demokrasiydi ama, mutlak surette sosyal niteliklere de sahipti. Girişilen m illî, kollektif hürriyet ya da bağımsızlık savaşı ile, Türklerin sırf siyasal değil, ekonomik ve sosyal bağımsızlığı da elde edilmek istenmiştir. 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanununun hazırlık çalışmaları sırasında yayınlanan «H alk çılık Beyanna mesi» aynı zamanda bir programdı. Beyanname «T ü rk iye Hal kını emperyalizm v e kapitalizm tahakküm ve zulmünden» kur tarmak amacım ilân etmişti, 18 Kasım 1920’de... Am a bunu ne P avloviç’in ne de Radek’in teorilerine bağlamıştır T.B.M.M. nin «halkın ötedenberi maruz bulunduğu sefalet sebeplerini (8) De la Dictature (Paris 1961 ) , ’ s. 124-126 - Institutions Politiques et Droit Constitutionnel (Paris 1962), s. 391-392
106
yeni vesait ve teşkilâtla kaldırarak yerine refah ve saadet ika me etmeyi başlıca h edef» sayması da bu açıdan görülmelidir 8. T.B.M.M. ne Doğu’nun esiri olmak kararındaydı, ne de Batı’nm. Bütün eksiklerine rağmen Birinci Dönem m eb’usları bu kararlarında kesindiler. M eclis bu kararda ittifak etmeyenleri kendinden saymamıştır. «H a lk », «İçtim aî teaviin», «em perya lizm », «kapitalizm » ve benzeri sözcükleri şu ya da bu blokun tekelinde olarak kabul etmemiştir. Atatürk’ün özellikle gazete cilere vermiş olduğu demeçlerine bakınız, nefret ettiği ve savaş tığı düşmanların başında, kapitülâsyonları görürsünüz. Kapitü lâsyon Lloyd George kafasının.ekonomik nüshası idi. Devletçilik, 1924 Teşkilâtı Esasiye Kanununun ideolojik un surlarından biri olmuştur. 1961 Anayasasının temel saydığı «Sosyal D e vle t» ve «Sosyal A d a let» prensipleri de ayın ideolo jik karakterin çağdaş uzantılarıdır. «Ş E K E R LE M E — K İN İN »
Türkiyenin az gelişmiş b ir memleket oluşunu Mustafa. K e mal hiçbir zaman saklamamıştır. Kalkınm ak için de, az geliş mişlik şartlarını v e eğilim lerini okşamak, tahrik etmek ve bu yoldan oy avcılığına sapmak Türk Devrim i açısından, bir si yasî ahlâksızlık sayılmıştır. Halk refaha ulaştırılacaktı. A ld a tılmıyacaktı. Cumhuriyet rejim i iktidarını klâsik anlamda diktatörlük saymak belki mümkündür. N e var ki, yeni olayları eski ka lıplar içine sıkıştırmak bizi mutlaka gerçeğe götürmeyecektir. Atatürkçü iktidarın asıl karakteri toplumun hastalıklarını tedavi edebilecek dozda «m üessir» olabilmesidir. A z gelişmiş bir sosyal yapının mukavemet yuvalarını ortadan kaldırabilecek ve memleketi kalkındırabilecek kudrete sahip b ir hükümet te lâkkisinin kaynağı bu olayda saklıdır. (9)
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 5 (1942), s. 369-370.
107
Durumun canlı örneğini, .18 Mayıs, 1925’te, Başvekil ismet Paşa (İnönü), Samsunda söylediği bir nutukla vermişti: M illetin huzur ve barış içinde ilerlem elerine karşı şuursuz ve bâtılca .inanışlarla ortaya çıkmış olan irtica cumhuriyet e v lâtlarının azim leri karşısında basılmış, ezilmiş v e kahredilmiştir ...» Başvekil devam ediyordu: «Elbetteki sağlam, bir vücutta görülen bir humma nöbetinin ilâcı şekerleme gibi olmaz. Belki kinin gibi acı oîur. Sert ve tesirli olur...» 10. Hükümet, Meclisti. Hükümet, devrimci davranışı ile sosyal hastalık mikropla rının Türkiyenin siyasal hayatında birer kuvvet olmalarını as la kabul etmemiştir, irtica hürriyeti diye bir şey olamazdı. A tatürkçülüğün karşısına hep bu çevre temsilcileri çıkmıştır. Orta çağ kalıntılarının, Şark K afası’nm temsilcileri onlardı. Bu kuvvetlerle savaşmak gerekmiştir. Devrim in tabiî gelişim yolu üzerindeki bu engelleri yıkmadan istiklâl Savaşı bitmiş sayılamazdı.
(10)
İkdam (2^ Mayıs 1925), s. 2.
X III
Şark Kafası Îîe Savaş TAR İH ’E CE VAP
tatürkçülük tarihî bir oluşun, Türk milletinin için için başlayan gelişmesi boyunca, ideolojik ihtilâller çağında, varmış olduğu b ir merhalenin doktrinidir. Bir sentezdir. İmpa ratorluk çerçevesi içinde ıslâhat (Batılılaşma) hareketlerinin iki gerçekleştirici kuvveti vardır: Birisi, genellikle İmparator luğu kendi çıkarma göre plânlamak, imparatorluğu bir «lim ited şirket» yapmak isteyen Batı. İkincisi, Batı baskısı karşı sında yukardan aşağı «b ir şeyler» yapmak isteyen îlm iye’nin de desteklediği Saray. Osmanlılığın kaderi, dış ve iç iki unsu run yüzyıllarca süren diyaloguna takılı kalmıştır. Türk D evri mi, bu iki unsurun dinmeyen çatışmaları karşısında, her ikisi nin de hesaba katmadığı Türk halkı tarafından yapılmıştır. Türk halkı, bu bakımdan Üçüncü K u v ve t’tir. D evrim de bir sentezdir. Atatürkçülük bu oluşun felsefesidir dediğimiz za man bu sentezci gelişmenin doktrinal yönünü belirtmek iste miştik. Atatürk, devrimci ekibin lideridir. Türk D evrim i tarihin bir tehdidini (challeng'e) karşılamış tır. Tarihî bir akıma uymuş, bir zarurete cevap vermiştir. Bu bakımdan hayatîdir. Türkler için tek kurtuluş yolu olmuştur. O ’nun yanında, üstünde başka bir yol olmadığı, devrimin mut laka yapılması gerektiği b ir gerçek olarak ortaya çıkar. Bu tezi doğrulamak için, 1918 lerde, devrim cilerin cevap lamakla zorunlu bulundukları, iç ve dış iddiaları gözden geçir-
A
109
mek yeter: Türkler medenî değildir. Bat; m edeniyeti ailesin de yerleri yoktur. Batı medeniyeti H ıristiyanlığın v e Batık ların eseridir. H alk’a bağımsızlık değil, çoban (Padişah-Halife) lâzımdır. M illî Devlet gaye değil vasıta olmalıdır. Osmanlılık, sosyal ve siyasal organizasyon olarak devam etmelidir. Atatürkçülük bunların tümüne «h a y ır» demekten doğmuş tur. Bu. kadarla yetinmemiştir. Bu iddiaların hepsi de silâhlı idiler, baskıcı idiler. Bu iddiaların emrindeki askerlerle ve kuv vetlerle savaşmak gerekmiştir. Müdafaai Hukuk’un geniş anla mı ve karakteri böylece ortaya çıkar. Batı’mn, Doğu’nun ve iç engellerin (Emperyalist, Komünist, Şarklı muhafazakâr ma niaların) ateşleri arasından geçerek, öz yolunu bulabilmek ideo lojik bir istiklâl olmuştur '. Sadece askerî bir zafer değil... BİTM EYEN SAVAŞ
Bu savaşın ilgi çekici yönleri vardır. Türk oluşuna karşıt iddialarda iç ve dış çevrelerin pekâlâ anlaştıkları görülmüştür. Örneğin, Batı medeniyetinin bize yabancı olduğu tezi, Türk muhafazakârlarının Batılılarla ortak oldukları bir tezdir. Türk devrimi, m illî haklarını savunma amacı ile seferber olmuş T ü rk halkının eseridir. Halk unsurunu ilk olarak, dev let kurma yolunda, X X . yü zyıl gerçekleri içinde, tarih sahne sine çıkarmış olan hareket Atatürk’ün liderliğindeki Türk D evrimidir. D evrim in ihtilâlci karakterine eklenecek bir özellik daha var: T ü rk halkının devirlerdir biriken enerjisi, safha safha toplanmış, ehliyetli bir yöneltmeyle, İmparatorluğun devamı amacı yerine, yeni bir organizmanın yeni b ir devletin kurulu şunu gerçekleştirmiştir. Eski, âtıl bir kadro, Osmanlılık kad rosu parçalanmıştır, ö lü b ir organizmayı diriltme prensibi bir (1) Tarık Z. Tunaya: İdeolojik İstiklâl (Atatürkçülük Nedir? Kitabı içinde, s. 212-2^0, V arlık Yayınları, İstanbul 1963).
110
tarafa bırakılmıştır. Y en i b ir hareketin ancak yeni bir kadro içinde gerçekleşebileceği noktasından hareket edilmiştir. Eski bir vücutta yeni bir hayat, Türk Devrim ine yabancı bir görüş tür. Bir bakıma, Türk D evrim i ve onun dili olan Atatürkçülük geçmişin özlemlerini, hâl’in tutumunu ve geleceğin garantisini nefsinde toplamıştır. İnsanların A tatü rk ’e ve eserine bağlanma ları, O ’ndan ümit ve güneş beklemelerinin kaynağı buradadır. N e var ki, devrim in tarih içinde bu kadar geniş bir mesa fey i kaplamasına karşılık, O ’na muhalefet de mâzinin birikinti leriyle kabarmıştır. Patronalardan, 31 M artlardan, A sk erî H o calara Nurculara, Ticanî’lere ve Nakşibendî’lere kadar, çeşitli istek v e renklerle kabarıktır. T ü rk iye’de İleri-G eri savaşı bu bakımdan fevkalâde çetin olarak, bugün de devam edegelmektedir. D evrim ciliğe aleyhtar olanların «27 senelik istibdattan» yana yakıla, her fırsatta söz etm eleri bu nedenledir. Tarihin bir devresinde, Türkler mahkûm edilmişlerdi. Mahvolma ya da kurtulma savaşma giriştiler. Bunu, ıslahatçı ların akıllarına bile getirm edikleri yeni ve üçüncü b ir kuvvet Türk halkı ya da m illeti başardı. Şimdi soralım: Bu hareketi. Osmanlı İmparatorluğunun gerilem e olayları zincirlerine ekle mek, yıkılm a devri safhalarından biri saymak doğru mudur? Sorunun cevabı: «H ak ik î m ürşit» olan ilm in ışığı altında, «h a yır». A T A T Ü R K : BÎR LEŞTlRİCÎ İN S A N
Gazi Mustafa K em ali «Osmanlı Paşası» olarak tammlıyanlar var. Yanılıyorlar. H içbir Osmanlı Paşası, O’nun sentezci sezişine, halkçı zihniyetine ve devrim ci niteliklerine sahip ola mamıştır. O ’nun ilk niteliği birleştirci, sentezci kudretidir. Rauf Bey (O rb ay) ve A li Fuat Cebesoy’un, Atatürk’ün si lâh arkadaşları v e sonra m uhalifleri olarak, bu satırların ya zarına, söyledikleri şu sözler ilginçtir: «Ö nem li yerlerdeydik.
111
Bizsiz belki bu hareketi başaramazdı. Am a O olmasaydı, biz birbirimize düşerdik. T a va ifi M iilûk olurdu.» Mareşal Çakmak’m Çoban A teşleri’ni hatırlıyor musunuz? Atatürk’ün birleştirici kudreti özellikle şu alanlarda görü nür : ^ Dış tehlike karşısında : Siyasal plândaki birleştiriciliktir bu... Ve Müdafaai Hukuk hareketi içinde gerçekleşir. K en di yaratmadığı b ir akım içinde, bu akıma uymak, dağınık, par ça parça enerjilerin temsilcisi dernek ve kongrelerden bir Si vas Kongresi vücuda getirmek, bu teşekkülü b ir Kurucu Meclis karakteri taşıyan T.B.M.M. haline getirmek. Zor, çetin iş... Atatürkçü ekip, bir akımı tersine döndürmeye boşuna çalış mamıştır, varacağı amaca yönelterek onu m illî b ir kuvvet yap mıştır. îç y a p ıd a : Türk toplumunu, Osmanlılık niteliklerinden ve dağılış tehlikelerinden kurtarma çabasıdır bu... Kürtlük. Lâzlık, Çerkeslik v.s. gibi ayrılıkların üstünde, Misâkı M illî’ci bir sentez içinde sadece bir araya, yanyana getirilm esini de ğil, kaynaştırılmasım ifade eder. Bu etnik birleştiricilik yanın da sosyal b irliğe varma çabasını da görürüz. Geri kalmış bir toplum içindeki sosyal, ekonomik, siyasal kümelenişleri, dağı lışları, ikileşm eleri ülke plânı üzerinde kaynaştırmak isteği O ’ııa her zaman hâkim olmuştur. «İm tiyazsız, sın ıfsız...» b ir toplum formülü bu isteğinin ifadesidir. Mezhepçi ayrılıkları da bunlara ekleyiniz. Siyasal ayrılıklara gelince, iç çekişmelerden, «fırk a cılık tan» bıkmış b ir kitlenin derdiydi. İşte, Müdafaai Hukukçu bir leşmenin iç yönü bu. ayrılıkların üstüne çıkmak olmuştur. Y i ne bu birleştirm e ameliyesinde «azın lık lar» problemine bir çö züm getirilm ek istenmiştir. Atatürkçülüğün, toplumsal, etnik ve siyasal plânlardaki kaynaştırıcı yönü böylece ortaya çıkar. Türk M illeti, bu kaynaşma temeline dayanır.
Tarihî oluş içinde : Atatürkçüler, bu noktada, isteklerini, özlem lerini dile getirem iyen isimsiz kitlelerle karşılaşmış lardır. Büyük adamların hemen hepsi, kendilerinden önceki ku şaklara, içinde yaşadıkları manevî, ve fik rî çevrelei'e çok şey borçludurlar, tezinde isabet var. Tarihî bir determinizme saplaıımamakla beraber tabiatın kanunları ve kuvvetleri karşısın da büyük adamların rolü ve etkisi daima hesaba katılacak bir unsurdur. Atatürk ve Atatürkçüler, Tiirklerin istidatlarını ta biî v e tarihî b ir gerçek olarak keşfetmişlerdir. Keşfetm ek de ğil sadece, daha da önemli olanı bu istidadı organize etmişler dir. Bu bakımdan, O ’nun tarihimizdeki yeri ileri ile geri, eski ile yeni arasındadır. O Şark’la Garp (Batı-Doğu) arasındaki köprüdür. Yenilik, kesinlik kazanarak, ıslâhatçı kom pleksler den arınmış olarak O’nun kanalından geçer. Bu geçişte de O’nun tarihî, tabiî faktörlerle insan akıl ve iradesini kaynaş tırdığını görürüz. 2
G E R Ç E K Ç İL İK
Atatürkçülüğün değişmez niteliği realizmidir. Devrim ci ekibin lideri Atatürk en buhranlı dönemlerde bile, titiz bir res sam fırçasına sahiptir: «19,19 Mayısının 19. gününde Samsun’a çıktım. Vaziyet ve maıızarai um um iye...». Büyük Nutkun, ilk satırları. Sanki Jean Jaeques Rousseau, Sosyal M ukavele’de konuş maktadır: «insan hür doğmuştur, fakat her tarafta zincirlerle bağlıdır...» Türkler de hür doğmuştu. Am a 1918 de pırangaya vuru’ mak isteniyordu. A yn ı şekilde, Atatürk, 1 M art 1922 de, Mecliste Türkiyenin ekonomik yapısının gelişmemişliğini, «İktisadî sefâletini» sak lamak lüzumunu duymamıştır. O, tarihi fonksiyonuna uygun olarak, yüzyılların çığlaşan ihmallerinden söz eder: «... Bu
113
noktada bilhassa ziraî mahsullerimizi, yabancı mahsullere karşı korumaya engel olmakla m illetim izi bugünkü İktisadî sefalete mahkûm eden mülga kapitülâsyonların fecaatini hatırlamadan geçem em ...» Y e devam eder: « ... Efendiler! bize karşı yapı lan rekabet hakikaten gayrimeşru, hakikaten çok kahir idi. Ra kiplerim iz bu suretle gelişmeye müsait sanayiimizi de mahvet tiler. Ziraatim izi rahnedar eylediler. İktisadî ve malî gelişme mizin ve ilerlem em izin önüne g e ç tile r ...»2. Teşhis gerçeğe dayandığı kadar, tedavi de öyledir: «A r k a daşlar! Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim zaferleri ola caktır s.» Bu sözlerin tarihi 1923 tür. Atatürk’ün realizminde, iki özellik var: Birisi, kendini ve halkı aldatmama prensibi. M uzaffer bir Başkumandan, halkın gönlünde taht kurmuş b ir kurtarıcı da olsanız, sefaleti güllük gülistanlık göstermeye çalışmayacaksınız. İkinci özelliğe gelin ce, bu sözler, siyasî plânda kazanılan zaferin ekonomik plân da kaybedileceğine dair yabancı görüşlerine verilm iş cevaptır Zira, Lozan Konferansı müzakereleri sonuçlandıktan sonra İn giliz New Conventional gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle deniyordu: «G erçekten Türkiye, teorik bakımdan bağımsız bir hükümet oldu. Lâkin bu ticaret v e san’atta kabiliyetsiz ve ser mayeden yoksun olan ahaliyi bileni erce malûmdur ki: Bu ba ğımsızlığın ömrü pek kısa olacak ve eski vaziyeti bir başkası üzerine alacaktır,» *. Atatürk bir filozof değildir. Bir aksiyon adamıdır. Hem de tarihin ve tarihim izin kaydettiği en ileri, en atılgan aksiyon adamlarından biri... Ama, O kendini harekete getiren doktri ni ve zihniyeti pekâlâ bilmektedir. V e bu yoldan, Türk hare ,1, 2, 3) A tatü rk’ün S öylev ve Demeçleri, Cilt I, s. 219-220. (4 ) Tarihten Sesler, No. 8-9, Ağustos 1943, s. 8.
1.14
ketini dünyçt akımlarına bağlamıştır. T ezi şudur: Dünyanın bel li başlı m illetlerini esirlikten kurtaran fik ir akımları, çürümüş idare usullerini yıkmıştır. Bu m illî hâkimiyet akımıdır. Doğur duğu ihtilâller Avusturya, Alm anya, Rusya ve Çin İm parator luklarını yıkmıştır. Bu akıma Türk hareketi bağlanır: «İşte Elendiler! yeni Türkiye D evleti, cihana hâkim o büyük ve kaadir fikrin Tür kiye'de tecellisid ir.»5. Türk D evrim inin dayandığı kafa da, temsil ettiği zihniyet de çağın kafası, Batılı zihniyet olmalıydı. V e ancak bu zihni yet, m odem ve refahlı, «m es’ut muvaffak, m uzaffere bir T ü r kiye’y i kurabilirdi. Atatürk, refah ve hürriyet unsurlarını, ye ni bir devletin harcı saymıştır. Henüz Mudanya Konferansı sonuçlanmamıştı ki, O Mecliste gelecek hakkmdaki idealini açıklamıştır: «Önümüze dikilen bütün engelleri birer birer y ı kıp aştıktan sonra, bugün artık Misâkı M illî’nin çizdiği hudut lar dahilinde m üreffeh ve hür yaşamak için ne lâzımsa hep sini istihsal e d e ce ğ iz»ö. N eydi bu engeller? İH T İL Â L A H L Â K I
Atatürkçü b ir Adalet Bakanına göre, «İh tilâl, mazlum in sanlığı, efendiliğe, insanca yaşamak hakkına ulaştıran fik ir akım ları» idi. Devrimci, Atatürkçü ekipin fik ir bütünlüğüne v e beraber liğine uyan bu tanımlayış, ihtilâl ahlâkına, devrim «e t ik » ine verdiği Önem bakımından bugün de canlıdır. Türklere ihtilâl hakkı, meşru müdafaa hakkı veren ahlâk ilkelerini D evrim vesikalarında okuruz: Mondrosçu zulümler, vaadlerin tutulmaması, adaletli ba rışa yanaşmamak, bir milletin tarihi ile alay etmek, m illî na~ (5)
Aynı
(6)
10 E k i m
eser
s. 309.
1922 ti i ri h l i
lînzi'teliMV ba kı l m ı ı l ı ı l ı i ' .
115
musu yaralamak, m illî haysiyet ve izzeti nefse saldırmak, m il letin kuvvetini küçümsemek, bu kuvveti bâtıl inançların bas kısı altında tutmak, bu alanda suç ortaklığı teşebbüslerine g i rişmek, Kanunu Esasî’y i (Anayasayı) çiğnemek... Şu halde? Bir m illetin namusu ve haysiyeti ile alay edenlere karşı yapılacak tek hareket, milletin, bütün varlığı ile (bütün mevcu diyeti m illiyesi ile ) karşı koymasıdır. O' zaman ihtilâl b ir hak olur, ih tilâl artık eski olanı, lüzumsuz olanı, ahlâksız olanı yıkacaktır. Bunu kendi ahlâkı, kendi, «k a fa sı» ve zihniyeti adı' na yapacaktır. Atatürk 1920 de, T.B.M.M. nin kuruluşu anında da belirt tiği, gibi, ihtilâl yık tığı sistemin kanunları ile bağlı kalamazdı. Türk D evrim i 1293 (1876) Kanunu Esasî’sine göre yapılamazdı. Fakat, ihtilâlin bütün b ir ahlâkı, bir zihniyeti vardı. Meşrulu ğunu ona dayamalıydı. Ahlâksız b ir ihtilâl olamazdı. ’ H ürriyet v e istiklâl’i şeref, namus v e haysiyet meselesi sa yan O ’dur.
ŞAR K K A F A S I İLE SAVAŞ
Türk D,evriminin karşısında bulduğu asıl düşman, dışta de ğildi. İçerdeydi. '.Batı İşgal K uvvetlerinin de destekledikleri Şark Kafası idi. Bu kafanın temsicileri olan çevreler toplum düzeninin durgunluğunda kararlı idiler, Batılı olmak, ahlâk sızlıktı. Sarhoşluğun artmasıydı. Florya’da kadınların denize girmesiydi. T ü rk muhafazakârlarını, Batı muhafazakârlarından ayıran fark çok açıktır. Bizdekiler, Türk toplumunu tartışılmaz, tabu halindeki alışkanlıkların baskısından kurtarmak istememişler
110
dir. V e bu gibi teşebbüsleri hiç de hoşgörürlükle karşılanmamış lardır. Reform küfr’ dü. Osmanlı toplumunu her türlü canlılık ve yen ilik duygusunun ölü olduğu bir toplum haline getirm iş lerdi. Y en i b ir Türkiyenin de, Osmanlılığın devamı olarak, öyle olmasını istiyorlardı. İstiklâl Savaşı yıllarında iç isyanlar bo yunca kaldırılan kazanlar hep bu ateşle kaynatılmıştır. Türk mühafazakârları, tabiat dışı bir zihniyetin ve kuv vetlerin yeryüzünde icracıları saymışlardır kendilerini... Bu sıfatla toplum üzerinde vesayet kurmak istemişlerdir. İnsanlara, kaderlerini akıl ve iradelerinin aydınlığında çizmek hakkını tanımıyorlardı. Ahlâkın yükselişini, refahı ve iyiliği, hürriyetsiz bir iklim in şartlarına bağlıyorlardı. Toplumun mürşitleri ilim değildi, kendileriydi. Y en i kurulmuş bir devlette de insan ların rolü bu olmalıydı. A skerî Hoca, T.B.M.M. nin Şeriata uy mayan kanunlarına boyun eğmemeyi vaazediyordu 7. Am a bu Ortaçağın nakilci, sürü kafasıydı. Skolâstikti. « A risto devrinden beri b ir arpa boyu ilerleyem em iş» zihniyet işte buydu: Şark Kafası. Bu çevre az gelişmiş bir yapının temsilcisidir. Cehaletin kuvvetidir. İnsanları tebaai şahânelik’ten vatandaşlığa, hürri yet içinde kalkınmaya götürmek istemiyen bir kuvvet... İnsan ların uyuşuk v e sefil kalmalarında çıkar gören b ir kuvvet. Atatürkçüler, Batı Kafası’nm taşıyıcıları olarak, hep bu çevreyle savaşmışlardır. V e savaşmaktadırlar.
(7)
İslamcılık Cereyanı adlı kitabımız s. 167, 285.
XIV
Medeniyet Güneşi İ K İ KERE S E K İZ
T A T Ü R K , devrim ciliğini şöyle anlatmıştır: Uysal b ir halk kitlesi, Doğu (A s iy â î) geleneklerine bağlı kalmışsa, yanlış ve köstekleyici alışkanlıklar sonunda birtakım kuvvetlerin te kelci vesayeti altına sürüklenebiliyorsa... Bu kitle adına, m illî iradeyi temsil eden aydınlar harekete geçerler. K itle y i çağdaş b ir düzene kavuşturmak için, geri düzenle, bâtıl itikatlarla, hurafelerle savaşırlar. D evrim yaparlar. Geri düzeni değiştirir ler. Bunun için plebisite başvurulmaz. Türk Devrim inin başlangıç noktası bu olmuştur. 1934 te ileri Sürdüğü bu tezi, Atatürk şöyle tamamlayacak tır: Aydın lar «yap tığım ız ve yapacağımız kanunlarla inkılâp larım ızı kökleştirecek ve muasır medeniyet seviyesine ulaştı racaklardır... Bugün iki kere sekiz onaltıdır. Bunu on kişi böy le dese ve yüz kişi de on diye İsrar etse yüz kişinin dediğini mi kabul edeceğiz?... Biz artık Garplıyız, eski dünyaya hâkim eski medeniyetimizle sadece övünerek değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkacağız » 1. Bu sözler, Tanzimat zihniyetinden, Meşrutiyetin Osmanlıcı islâhatçılığmdan mutlak surette ayrı, yepyeni ve radikal bir
A
(1) Bu konu ile ilg ili olarak şu kitabımıza bk: Tü rk iye’nin Siyıuıı Hayatında Batılılaşma Hareketleri, s. 111
118
devrim ciliğin dayandığı anahattı gösterir. Niçin medeniyetçi lik? N eye batılılaşmak? Bu soruların cevaplarını Atatürkün sö zü edilen tezinden hareket edilerek verm ek gerekir. Atatürk, devrim hareketinin mihverindedir. SO SY AL DEVLET
Dikkat ediniz, Atatürk’ün savaş hedefi olarak ele aldığı «G e r i» ya da «Ş ark K afası» Türkiyenin sosyal ve ekonomik ya pısındaki geri kalmışlığın ve gelişmemişliğin sonucudur. Hu rafeler, «A s iya î itikatlar»... hep uyuşuk, hareketsiz, sömürül müş b ir sosyal yapının tezahürleridir. A z gelişm işlik denilen b ir hastalığın «a ra z ı» dır. Türk Devrim inin sırf askerî bir hareket olmayışı, toplum düzeninde köklü değişimlerin ve kaynaşma zaruretinin baskısı altında «sosyal» bir karaktere de sahip olmasından doğmuştur. 1961 Anayasasının, garip bir zihniyetle tenkit edilmiş olan «sosyal adalet» ve «sosyal d evlet» unsurları, Türk ihtilâlinin temel prensiplerine ve 1920 ruhuna, Müdafaai Hukuk ruhuna, hiçbir suretle aykırı değildirler. Şu halde, Atatürkçülük, esası bakımından, sadece siyasal, sadece askerî bir akım değildir. Türk D evrim i biçimsel b ir ha reket değildir. Devrim in bu hüviyetini m edeniyetçiliğinde açıkça görürüz. Bizzat Atatürk hemen her sözünde medeniyet terim ini ileri bir Türkiye idealine bağlamıştır: «Yurdu n birliğini, hürriyetini ve bağımsızlığını sağlayan m illetim izi Cumhuriyet idaresine ka vuşturan inkılâbımız; İktisadî refah ve saadetimizi, medeniyet dünyasında lâyık olduğumuz m evkii de sağlayacaktır» 2. Görülüyor ki, Atatürkçülük, Cumhuriyet rejim in i «ekono mik refah ve saadeti» sağlayacak bir vasıta olarak kabul et miştir. Türk D evrim inin sosyal karakterini belirtmek, O ’nun gerçek hüviyetini gösterir ve bu gibi terimlerin belli b ir çevre
110
nin tekelinde bulunmadığını, bir kere daha, ortaya çıkarır. «Benim için bir taraflık vardır; bir tarafım. O da Cumhuriyet taraftarlığı fikrî, İçtimaî inkılâp taraftarlığı...» diyen Atatürk, lideri v e kurucusu bulunduğu.siyasî teşekkülün de bu esaslar dan uzaklaşmamasını h er halde istemiştir 8. M E D E N İY E T G Ü NEŞİ
A tatü rk’ün bütün söylev ve demeçlerini karıştırınız, en fazla kullandığı terim lerden birinin belki de birincisinin «m e den iyet» olduğunu görürsünüz. Türk Devrim inin sözlüğünde, «m eden iyet» kelimesi baş yeri işgal eder. Medeniyet, Türk toplumunun sosyal, v e demokratik karakterini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Tü rk halkının hürriyetçi b ir düzen içinde kal kınmasını, bugünün açısından bakarak söyliyelim, gelişmemiş geri kalmış bir ülke olmaktan kurtulması anlamına gelir. M edenîlik tezini, Atatürk, hayatı boyunca, her fırsatta yeni unsurlar ekleyerek, adım adım, yıkıcı v e yapıcı b ir devrim prensibi haline getirmiştir. O’nu dinleyiniz i «M eden iyet yolu insanlık yoludur... M edeniyetin icapla rını yerine getirm ek insan olmanın şartıdır'... En doğru, en ha kîkî tarikat medeniyet tarikatıdır... M edeniyet yolu, şüphesiz, uzun v e yorucudur... M edeniyetin karşısına Ortaçağ kafası ile çıkılm az... M edeniyet karşısında direnilemez. O kendisine uy mayanları, kendisine lakayt olanları mahveder, ya k a r...» Bu genel prensiplerden devrim kuralları çıkaran da O ’dur yine: «H e r noktai nazardan medenî olmalıyız. Acılarım ızın se bebi dünya gidişine yabancı kalışımızdır. Fikrimiz, zihniyetim iz bakımından, tepeden tırnağa kadar medenî olmalıyız... M illeti en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya çalışa(2, 3) Reisicumhur Gazi Mustafa Kem al Paşa Harzetlerinin Son bahar Seyahatleri (1341), s. 69, 73
120
cağız... Buna mecburuz... inkılâbım ızın ana prensibi «um dei asliyesi» budur... Biz cihan ailesi içinde medeniyiz... M ede niyetten kuvvet alıyoruz, başka bir şey tanımayız... Medeni yet güneşinin harareti bizi yakmıştır, meyvaları bereketle fış kıracaktır...» V e bir Dumlupmar Zaferi yıldönümünde, Zafer Tepe’deıı bütün dünyaya şu gerçeği ilân etmiştir: «... M edeniyet Cumhuriyeti yükseltecektir... Türk in kılâ bı medeniyet dünyasında lâyık olduğumuz m evkii temin ede cektir.» H er şey, her çeşit ilerleme ve kalkınma medenî olmaya bağlıydı. Medeniyet, sosyal ve ekonomik plânda çok geniş bir anlam ifade etmiştir. M edeniyet bir temeldi. M edenî olmadan, siyasî alanda kurulacak sistemler köksüz kalırdı. Atatürk’ ün bu tezini örneklendirmek daima kabildir. Örneğin, Atatürk çok partili rejim e geçişi, C.H.P. den başka partilerin kurulma sını bile, medenîlik tezine bağlamıştır. Şöyle ki: Belli v e hiç şüphesiz.yorucu ve uzun olan b ir yolun yolcuları başından so nuna değin aynı kanıda olm ıyabilirler. Düşünceler ve tedbirler arasında fark olacaktır. Fakat genel bir hedef vardır ve hiçbir zaman gözler bu hedeften ayrılmamalıdır. Henüz düşünceleri mizi şekillendirecek kadar yol yürümedik. Görüşler kesinlik kazanmalıdır. «Ondan evvel tefrika fik ri alelâde fırkacılıktır ki, memleket ve milletin huzur ve emniyet şartları henüz böyle bir tefrikaya yol açmaya müsait değildir, efendiler..» ■' Şu halde ana dâvâ medenî bir düzeye varmaktır. Am a hangi me deniyet? Tabiî Batı medeniyeti. NİÇİN BATI?
Atatürkçülük Batı medeniyetini çeşitli nedenlerle benim semiştir. (4)
A yn ı eser, s. 93.
^ H içbir medeniyet, tek bir dinin, b r m illetin eseri değildir. Medeniyet, milletlerarası b ir çabanın mahsulüdür. Bir ül kenin sınırlarını taşar, bir çevrenin ortak malı olur. Türk D e v rim i sözlüğünde Batı medeniyeti çeşitli terim lerle ifade edil miştir: «M uasır m edeniyet», «G arp lılık », «m edeni m illetler ailo- 1 si», «müşterek m edeniyet» gibi... Batı medeniyeti hâkim medeniyettir. Tek medeniyettir. ()■ nunla yarışacak, ondan daha kuvvetli, ona karşı koyacak, onu eş b ir başka uygarlık yoktur. En k u vvetli olduğuna ve önüm' geçilemiyeceğine göre ona katılmak hayatî bir zorunluluktur Bir var oluş, bir kalkınma dâvasıdır. Doğu’dan Ratı’ya yönoli!;tarihî bir kanundur. 2
g
Şu. halde, Türk Devrim inin kesin kararı: Batı ailesi arası na girilecektir. Başka bir seçim imkânı yoktur. Devrim cilor, turistlere hediyelik eşya satan b ir mağazadan hâtıralık alır g i bi, m edeniyet beğenmemişlerdir. Bundan başkası yoktur ki... Karar, Tanzimatçı v e Meşrutiyetçi tereddütlerden arınmıştır, kesindir: Batılı olacağız. D evrim ci karar kesin olmakla beraber, Batı hayranlığı gibi fantazi ve hissî bir beğenişin de mahsulü değildir. Mesele, X X . Y ü zyıl gibi bir teknik çağda, Tü rk insanını da Batılı in san ve vatandaş gibi, haysiyetini ve şerefini, hürriyet düzeni içinde geliştirme imkânı veren bir düzene ulaştırmaktır. Batı lı insanın son yüzyılların istihsal ve organizasyon metodlanndaki devrim ler sonucu elde ettiği imkânlara, Türklerin de ka vuşması isteğidir. g
Türkler Batı m edeniyeti ailesi içine girebilirler, çimlciı eski, İslâm öncesine uzanan bir medenîliğe sahiptirler. M e deniyet Türklere yabancı değildir. Aksine, Türkler, «ortak uy ga rlığa» kendi yardım larını getireceklerdir.
122
g Muhafazakâr düşüncenin tamamiyle karşısında bir fikirle, Türkler Batı uygarlığı içinde, benliklerini kaybetmiyeceklerdir. Bu karşılaşmadan «Unutulmuş eski ve medenî haslet le riy le » mes’ut bir sentez, tarihî ve tabiî b ir kanun olarak, ger çekleşecektir. Sonuç: Batı medeniyetine giriş bir yaşama dâvâsıdır. B A T I’Y A R AĞ M EN B A T IL IL IK
Devrim ciler, bu gerekçe ile hâkim Batı medeniyeti câmiası içine katılma çabasına girişmişlerdir. Romantik bir Batı hay ranlığı giriş hamlesinin dinamiği olmamıştır. V e Batı’ya rağ- ' men, Batı umumî efkârının v e ordularının saldırılarına rağ- J men, Batılılarla savaşarak, b ir medenî hamle gücüyle, Batı lılaşma yoluna girmişlerdir. Lloj«d George’ların, Clemenceau’ların şaşkınlıkları arasından ve onların plânlarını altüst ederek... Türk Devrim i, bu bakımdan, bir hukuk düzeninden elde edilecek bütün kuvvete dayanmak istemiştir. Kanun koyucu nun topluma tesirinden âzâmî derecede faydalanmak yönüne gitmiştir. Atatürk, devrimci lider sıfatı ile, bu tezi Ankara Hukuk Mektebini açış söylevinde (5 Kasım 1925), daha da olgunlaştı- ' rarak ilân etmiştir: «Cum huriyet Türkiyesinde, eski hukuk y e rine, yeni hayat kaidelerinin ve yeni hayatın kaim olmuş bu lunması bugün gayrı kabili tereddüt bir emrivâkidir. Büsbütün yeni kanunlar vücude getirerek, eski hukuk esaslarını teme linden yıkm ak teşebbüsündeyiz.» Devrim ci hukuk düzeninde bu tezin gerçekleştiği çeşitli kanunların gerekçelerinde görülür. Şapka Kanunu gerekçesin de «m edenî m illetler ailesi içine girm eye azm etm iş» Türkiyeden söz edilir. Tekke, Z a viye ve Türbelerin Kapanması Kanununun gerekçesinde: «... Muntazam v e müstakar, yeni v e asrî bir dev let esaslarını vazeden» T ü rkiye söz konusudur.
;
j ,::
.123
Y IK IL A C A K O L A N L A R
Kalkındırılacak, medenî bir düzeye kavuşturulacak bir toplum, harabelerle kurulamazdı. Y e n i bir düzen kurmak, ge ri b ir düzeni yıkm ak demekti. D evrim in gerçekleşme şartları, bağımsız,millî, demokratik ve sosyal b ir devlet kadrosu için de, bu idealle bağdaşamıyan zihniyeti v e müesseseleri yıkm ak la, bunları destekleyen veya bunları ayakta tutan, sosyal ve si yasal hayatta tesir sağlamalarım isteyen kuvvetleri ortadan kaldırmakla mümkündür, j Devrim in ana fik rin i kabul -etmeyenlerle savaşılacaktır. Bu zarurî gidişi baltalamak isteyenlere karşı korkmadan, ce saretle karşı koymak gerekir. ^ M illî hayatla bağdâşamayan müesseseler kî, tamamen lü zumsuzdurlar, kaldırılacaktır. j
D evrim safhalarını durdurmak ve engellemek isteyen bü tün engeller yerle b ir (târum ar) edilecektir. Türk D evrim ini baltalamak isteyen Şark Kafası, irtica (g e rilik ) kafasının doğurduğu hurafeler v e bâtıl itikatlar bu ka tegorilerin hepsine girer. Bunlar mâzinin mütereddit v e çürü müş zihniyetidir. Atatürk, 1924 te, bu zihniyetin öldüğünü, K ayseri gezisi sırasında ilân etmiştir, ö n em li olan mesele, ge lişmemiş b ir memleket içinde, sosyal ve ekonomik yapının tabiî sonucu olarak, geriliğin baskısını yıkmaktır. A z gelişmişlik şart-• larm ı tahrik ederek, iptidaî duyguları okşayarak sosyal ve si yasal hayat içinde geriletici rol oynayan, kitlenin cehaletinden ve uyuşukluğundan çıkarlanan kuvvetlerin j 2j^ £ r ip ,i ortadan kaldırmaktır.
124
Y A Ş A M A PRENSİBİ
Türk Devrim i, bir yaşama prensibi olunca, ona karşıt kuv vetlerin etkilerini sıfıra indirmek de hayatî bir zaruret sayı lacaktır. Atatürk’ün siyasî iktidarını ve kuvvetini, diktatörlük ola rak değil, geri müesseseleri yıkm a ve medenî bir düzeye çıkma vasıtası olarak kabul etmek gerek ir.' O, medenî değerleri ortadan kaldırma çabasının âleti olmamıştır. Atatürkçülük medenî bir düzeyde, X X . Y ü zyılın şartları içinde kurulacak de mokratik bir sisteme ulaşmayı gaye edinmiş bir akımdır. Am a O, herşeyden önce, Ortaçağ kalıntısı kuvvetlerin medenî bir toplumu daima baltalayacaklarına olan inançtan hareket etmiş tir. Bu kalıntılarla, onların siyasal hayatta birer kuvvet olma larıyla kurulabilecek bir rejim in ne derece demokratik olabile ceğini araştırmak, demokrasi ile ilgisi bile olamıyacağını belirt mek de, bugün bize düşen görevdir. Türk halkını, m illî enerjisiyle, ilk defa kitle olarak devlet hayatına iştirâk ettirme akımı olan Atatürkçülüğün yaptığı devrim hareketleriyle halka karşıt olduğu ileri sürülmüştür. Hayır. Ortaçağ kalıntısı feodal zümreler halk üzerinde v e sayet kurarlar ve bu durumlarını tabiat üstü kaynaklara daya narak meşrulaştırma yoluna girerlerse... Bu tez karşısına Türk Devrimcisi olarak çıkmak ve bu zihniyetle savaşmak en azın dan bir vatandaşlık ve insanlık görevidir. Kaldı ki tarih hangi tarafın haklı olduğunu ispat etmiştir. Büyük Aristo D evlet’i tanımlarken der ki: «İnsanlar dev leti sadece bir arada yaşamak için değil, aynı zamanda mes’ut yaşamak için kurmuşlardır.» İstiklâl Savaşı da, Misakı M illî sınırları içinde Türkleri sefil v e zavallı olarak, geri kuvvetlerin istedikleri uyuşuk b ir hayat içinde yaşatmak için yapılmamış tır. Türkiye, mes’ut, muvaffak, muzaffer ve müreffeh» bir devletin adı olmalıdır. Bir cehalet ve hurafeler ülkesi değil.
125
Büyük Atatürk’ün Onuncu Y ıl Nutkunda söylemediği, e liy le çizdiği şu satırları unutmayınız:
«Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden (T ü rk M il letinden) ve bütün medenî beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız.» O ’nun büyüklüğü, realizmi ve gerçekleştiğini ifade ediyor.
devrim ciliği bu dileğinin
Prof. Dr. Tarık Zafer Tırnaya idaresinde Siyaset İlmi Serisi’nin yayınlanmış ve yayınlanacak kitapları:
B İR İN C İ SERÎ 1 2 3 4 5 8 7
— — — — — —
Hürriyetin. İlânı (İstanbul ,1959) (Yayınlanmıştır) Garpçılık Cereyanı İslam cılık Cereyanı (İstanbul 1962) (Yayınlanmıştır) Türkçülük Cereyanı M esleki İçtimaî Cereyanı Sosyalizm Cereyanı Jön Türkler
İK İN C İ
SERİ
8 — Türkiyenin Siyasî Hayatımla Batılılaşma Hareketleri (İstanbul 1960) ' (Yayınlan m ıştır) • 9 — Siyaset timine G iriş 10 — Siyaset ÎTmi D enem eleri (Makaleler) 11 — Türk D evrim Tarihinin Anahatları (1. Cilt) 12, — Türk Devrim Tarihinin. Anahatları (2. Cilt) 13 Türkiyenin Siyasî Hayatı 14 Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük (İstan bul 1964) (Yayınlanmıştır)
ÜÇÜNCÜ SERİ Bu seride, ye rli ve yabancı yazarların Siyaset tim iyle ilg ili eserl<;n yayınlanacaktır. N o t : Kitaplar sıra numarasına göre yaymlanmıyacaktır. H azır ol;ın~ lar daha önce baskıya verilecektir.