ŞEYH BEDREDDİN TASAVVUF VE İSYAN
TA R İH VAKFI
V Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi Yayınıdır Yıldız Sarayı Arabacılar Dairesi Barbaros Bulvarı 80700 Beşiktaş/İstanbul Tel: (0212) 227 37 33 - Faks: (0212) 227 37 32 © Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000 Ö zg ü n A dı
İslam Mystique et Kevolutiorı Armee Dans Les Balkans Ottomans Vie du Cheikh Bedreddin le “Halldj des Titreş* (1358/59-1416) Kapak R esm i
İki Kalenderi derviş (16.-17. Yüzyıl) Turkisb M iniature Paintings and Manuseripts frorn the Collection o f E. Binney, New-Tork, Los Angeles, 1973. Yayıma H azırlayan
Ali Berktay Kitap Tasarım ı
Haluk Tunçay Baskı
N um une Matbaacılık (0212) 629 02 02 Birinci Basım: İstanbul, Nisan 2000 İkinci Basım: İstanbul, Kasım 2000 ISBN 975-333-125-8
M İC H E L B A LİV ET
ŞEYH BEDREDDİN TASAVVUF VE İSYAN
Ç eviri E la G iin te k in
TARİH VAKFI YU RT YAYINLARI 94
Michel Balivet 1944’te Marsilya’da doğdu. Aix-en-Provence’da ve Paris’te Tarih öğrenimi gördükten sonra 1970’ten 1986’ya kadar aralıksız olarak Türkiye ve Y unanistan’da bulundu. Bugün Provenee üniversitesinde Türk Dünyası ve Ortaçağ Anadolusu Tarihi profesörüdür. En yeni yayınları arasında şunlar sayılabilir: “L ’expedition de Mehmed I er, contre Thessalonique”, Varia Turcica, I V (1987); “Une dignite byzantine d ’origine turque”, M elanges M antran, Zaghouan, (1988); “The longlived Relations betrveen Christians and Moslems in Cappadocia”, Byzantinische F orschungen, X V I (1990); “A u x origines de l ’islamisation des Balkans ottomans”, Revue d u M onde M usulm an e t de la M editerranee, 66 (1992); R om anie byzandne et pays de Rûm turc: H istoire d ’un espace d ’im brication greco -tu rq u e, İsis yay., İstanbul, 1994; “A ftk K ültür ve 14. T ü zyıl Osmanlı K entlerinde D inler Arası İlişkiler”, O sm anlı Beyliği (1 3 0 0 -1 3 8 9 ), Tarih Vakfı T u rt Tayınları, İstanbul, 1997.
Şu toplu yapıtın da Türkmenler ve OsmanlIlarla ilgili bölümlerine katkıda bulunmuştur: E tats, societes et cultures du m o nde m usulm an medieval (Xe-XVe siecles), P.U.F., Paris, 1995.
ÖNSÖZ A rnavutluk, 16 . yüzyıl başı: “Hıristiyanlarla Müslümanların arasında ya şayan ve dinsel tartışmalarda pek yetkin olmayan Arnavutlar, en iyi dinin han gisi olduğuna kendilerinin kesinlikle karar veremeyeceklerini ileri sürerler. An cak gerçeği tüm den reddetmediklerinden emin olmak için büyük bir ihtiyatla her iki dinin akidelerine uyar ve cumaları camiye, pazarlan kiliseye giderler; kendilerini savunmak için de Mahşer gününde gerçek peygamberin onları ko ruması altına alacağına güvendiklerini, ama bu dünyada gerçek peygamberin kim olduğunu saptamaya ehil olmadıklarını söylerler.” (Lady M ontagu) Kapadokya, 1 9 . yü zyıl sonu: “Çok sayıda M üslüman ve Hıristiyan her gün Bektaşî tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli’nin türbesini ziyarete geli yor, yerli Hıristiyanlar onu Aziz Haralambos’la özdeşleştiriyor. Bu inanç doğ rultusunda türbeye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç çıkarıyor, M üslüman hacılar ise bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. H er iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor.”(Vital Cuinet) E sk i Y u g o sla v y a , 2 0 . y ü z y ıl o rtası: “G enç bir H ıristiyan köylü bir M üslümana takılıyor. -N e haber, Türk? diye bağırıyor. Adam, kırmızı fesli başını kaldırıyor: -Ne istiyorsun, salak? Ben de senin gibi Yugoslavım. Kapa çeneni! Türkler, T ürkler, başka bir şey bilmezsiniz ! Sanki bizim devrim iz de daha rahat yaşanmıyor muydu? Belgeye gerek olm adan özgürce gitm e diğimiz yer mi vardı? T u n a’dan Arabistan’a, Mısır’a, Afrika’ya kadar gidi yorduk! Sınırsız, pasaportsuz bir im paratorluktu bu. B ugün karşına başka bir devlet çıkmadan iki saat bile yol alamıyorsun artık. İşte ortada Türkler kalmayınca böyle olur!” (Anatol de M eibohm ).
G ünüm üzdeki olaylar, kom ünizm in A vrupa’nın “ unutulm uş M üslü m anları” haline getirdiği Balkan M üslüm anlan’nı, kam uoyunun trajik bir şekilde yeniden keşfetmesini sağladı. “U nutulm uş M üslüm anlar” deyimi, seksenli yılların başında Sovyetler Birliği’nde İslam konusunda yapılmış bir incelem ede,1 A. B enningsen ve C h. Lem ercier Q uelquejay tarafından Sovyetler’deki M üslüm an cem aat için kullanılmıştı. Oysa güneydoğu A vrupa’da İslam , u zun süre yok sayılmış ya da ta nınm am ış olmakla birlikte, çok eskilere, 14. yüzyıla, h atta daha da erken
dönem lere dayanır. Balkanlar’ın birçok bölgesinde İslam , bazı Avrupalı halkların (Litvanyalılar gibi) H ıristiyan kültürü kadar kökleşm iştir. Osmanlı T ürklerinin d o ğ u A vrupa’ya yerleşm esinden sonra birçok Balkan to p lu lu ğ u n u n İslâm laştırılm a sürecinin başlangıcına tanık olan aynı 14. yüzyıl boyunca, Litvanyalılar da Hıristiyanlaştırılmıştı. T ü rk ler ilk yayılma harek etlerin d e, toprakları esas olarak A vrupa’da yer alan -Osm anlı idari diline göre “ Rum eli” ; idari dil O sm anlı devletinin A vrupa kısmım, Asya kısmı olan A nadolu’dan özenle ayırt etm iştir- bir egem enlik kurmakla kalmamış, askerlerinin ve m em urlarının bir b ö lü m ü n ü devşirme usulüyle Balkan halkları arasından sağlamış, dönem dönem toplanan Hıristiyan çocukları m eşhur yeniçerilere dö n ü ştü rm ü ş, en yete nekli olanları ise yüksek devlet görevlerine getirmişlerdir. Başkenti 1 4 5 3 ’te fethedilen İstanbul olan Avrupa’daki bu M üslüm an devlet kendini bazı bakım lardan Rom a-Bizans im paratorluğunun meşru ardılı saymış ve genellikle sanıldığı gibi, İslam ’ı yaymak için her zaman kaba kuvvete başvurmam ıştır. A n ad o lu ’dan Rum eli’ye zo runlu göç ya da genç Balkan köylülerinin askere alınması kuşkusuz sultanların en bilinen ve eleştirilen uygulam alarıdır, ancak bu yöntem ler Balkanlar’ın Trakya, Bulgaristan’ın T una kesimi, M akedonya, Kosova, A rnavutluk, Bosna gibi geniş bölgelerinde İslam ’ın u zu n süreli başarısını açıklamaktan uzaktır. Beş b u çu k yüzyıl sü ren O sm anlı eg em enliği boyunca bazı Balkan halkları İslamlaşmışsa, b u d u ru m a yol açan, dem ografi açısından kayda değer olm ayan devşirme usulü ya da Asyalı M üslüm anların sınırları çok belirgin olan iskânı değildir. İslâm laştırm a çoğu zam an Osm anlı fatihleri ne eşlik, hatta kimi zam an ö ncülük eden dervişlerin; beylerin ve T ürk aşi retlerinin din adamları olan b u gezici vaizlerin; coşkulu sufılerin; karizmatik şeyhlerin ve m ürşitlerin esnek ve etkili propagandası sonucunda oluş m uştur. Dervişler dayatm adan çok ikna yoluyla, doktrinde gözüpek özetlem e lere giderek ve ibadette etkin bir bağdaştırmacılıkla ( syncretisme) Balkan halklarına nüfuz etm işlerdir. Bu halklar kendilerine kalıcı bir iç barış ve dinsel uzlaşma sağlayabileceklerini ileri süren Türklerle anlaşmaya hazırdı, çünkü onlar Balkanlar’a gelm eden önce bu konularda büyük sıkıntı için deydiler. Dervişlerin açık ve hoşgörülü ideolojisi, A nadolu’da Konya Selçuklu Sultanlığı bünyesinde bir İslam -H ıristiyan uzlaşması yaratm ayı başaran güçlü şahsiyetler tarafından 13. yüzyıldan itibaren yayıldı. Mevlevi tarika tının kurucusu M evlana Celaleddin R ûm î, Bektaşî hareketinin kurucusu Hacı Bektaş ya da A nadolu’da b u lu n d u ğ u dönem de T ürk tasavvuf hare
ketinin yönelişine büyük ölçüde dam gasını vuran E ndülüslü m utasavvıf İb n Arabî bu şahsiyetler arasındadır. Aile tarafından M evlevîlere, tasavvufı açıdan İb n A rabi’ye bağlanan ve olasılıkla Bcktaşîlerle kaynaşm ış bir hareketin kurucusu olan Simavnalı Şeyh Bedreddin ( 1 3 5 8 /5 9 -1 4 1 6 ), A vrupa’da doğan birinci kuşak Türklerdendi. Bir gazi ile Hıristiyan bir annenin oğlu olan B edreddin, ortaça ğın sonunda Balkanlar’m bağrında kurulm akta olan T ürk-O sm anlı d ü n yasında önem li bir rol oynam asını sağlayacak birçok mirası kim liğinde b a rındırıyordu. M üridlerinin en kalabalık olduğu ve varlıklarını hâlâ kısmen korudukları yerler Bulgaristan, Trakya ve M akedonya’dır. Bektaşîler ara cılığıyla A rnavutluk ve Balkanlar’daki tasavvuf üzerinde de büyük olasılık la etkisi olm uştur. D iğer yandan, Şeyh B edreddin yaklaşık elli yıldan beri T ürkler arasın da dikkat çekici bir güncellik kazanm ıştır. O n u n d urum u güneydoğu Av ru p a ’daki İslam ’ın ideolojik ö z g ü n lü ğ ü n ü n anlaşılm asının önem li bir anahtarı olabilecekken, batı kam uoyu tarafından neredeyse hiç bilinm e m ektedir. Balkanlar’da İslam beş yüzyıl boyunca çoğunlukta kalan H ıris tiyan halklarıyla iç içe, bir kültür kaynaşması ve doktrin bağdaştırm acılığı halinde yaşadı. Bu du ru m u zu n süre göreceli bir denge ve cem aatler arası bir konsensüs sağladı, ancak ağır ağır işleyen bir siyasal gerilem e sürecin d en sonra bu denge b u g ü n , gözlerim izin ö n ü n d e şiddetle parçalanıyor. A nadolu’ya ilk Selçuklu ya da D anişm endli fatihler tarafından getirilen ve 11. yüzyılda Bizans’ın d o ğ u sınırlarında ortaya çıkan T ürk İslam ’ının yayıldığı başlıca yerler, m onofizit H ıristiyan toprakları (Erm eni-Y akubi), sonra da B izans-O rtodoks dünyası oldu; burada ilk aşamada (11. yüzyıl sonundan 14. yüzyıl ortasına kadar) A n ad o lu ’da, daha sonra Yunan-Slav Balkan topraklarında gelişti (14. yüzyıl sonundan 20. yüzyıla kadar). D e m ek bu İslam anlayışı H ıristiyanlığın Bizanslı ve Erm eni biçimleriyle çok uzun süre (sekiz yüzyıldan çok) birlikte yaşama deneyim inden geçmiştir. “Batı İslam ı” adını Verebileceğimiz E ndülüs İslam ’ının Katolik Kralların darbesiyle yıkılmadan önce ağır ağır can çekiştiği sırada, diğer bir batı İs lâmî bu kez Balkanlar’da ortaya çıktı ve hızla öyle kalıcı bir biçim de güç lendi ki, günü m ü zd e bile A rnavutların ço ğ u n lu ğ unun, Bosnalıların n e re deyse yarısının ve B ulgaristan’da, Y unanistan’da, M akedonya’da ve Kara d ağ ’da önem li azınlıkların dini olmayı sürdürm ektedir. Bu d urum da Selçukluların (1 1 .-1 3 . yüzyıl) ve O sm anlıların (14.-20. yüzyıl) T ü rk İslamı, coğrafi ve insani gelişme alanı açısından sürekli ola rak H ıristiyanlar ve Hıristiyanlıkla iç içe olm uştur. M ekân içindeki bu gi 1
Le s m usulm ans oublies, L'lsla m en U nion Sovietique, P aris, 1981.
riftlik, A nadolu ve Balkan İslam ’ına göreceli doktrin esnekliği ve kültür bağdaştırm acılığından oluşan o çok özel rengini verenlerin deneyim ini büyük ölçüde etkilem iştir. Bu du ru m A nadolu ve Balkanlar’daki k o zm o polit o rtam d an kaynaklanıyordu. Buralarda M üslüm an kökenliler ve yeni ihtida edenler, Hıristiyanlar ve Y ahudiler, B udistler ve Şamanistler, Katarlar’ın doğulu kuzenleri olan Paulusçular ve Bogom iller bir araya to p la n mıştı. Söz konusu edilecek mistik kişiler; bir Mevlaııa, bir H acı Bektaş, bir Simavnalı B edreddin öğretilerini işte böylesine çeşitli topluluklar için de yaym ışlardır. Bu ortam ı hesaba katm am ak, T ü rk tasavvufuna ve en önem li temsilcilerine büyük bir evrensellik, hatta m ezhepler ve dinlerüstü bir nitelik kazandıran “alan derinliğinin” bir bölüm ünü göz ardı etm ek anlam ına gelir. Bu açıdan bakıldığında dinleri birleştiren d -ilm ü ’l-bâtın , ibadet ve dogm a farklılıklarından önem lidir ve ruh nasıl biçimlerin ü stü n deyse, sufı de din sınırlarının ötesindedir. Bu nedenlerle T ürk mutasavvıfların H ıristiyanlarla ilişkileri sıkça söz konusu edilecek. Bu tem aslar onlar için gerçekten de tem el bir öğe oluş tu ru r, çünkü O sm anlı Balkanları gibi 12.-13. yüzyıl A nadolu’sunun da çoğunluğu H ıristiyandır ve T ürk mutasavvıfları bu çoğunluğu göz ö n ü n de b u lu n d u ra ra k konum larını belirlem ek z o ru n d a kalm ıştır. H orasanlı M evlana C elaled d in ’in “ R ûm î” ( “ R o m alı” , yani “ Bizans ülk esin d en ” ) adıyla tan ın m ası, ya da B ed red d iıı’in , m ürid leri ve d o stlan tarafından “ R u m ’u n H allac-ı M ansur’u ” olarak isim lendirilm esi rastlantı değildir: H e r ikisi de “ Bizanslılar ülkesinin” (H açlıların “ R om ania”sı, ortaçağda M üslüm an fatihlerin “ Diyar ı R u m ”u , Osm anlıların “ Rum eli”si, hep Yunan-B izans terim i P co ^av ta’nın çevirileridir) halklarına karşı kendilerini özel bir misyonla yüküm lü sayıyorlardı. “ Rum diyarının insanlan”na, yani A n ad o lu ’daki ve Balkanlar’daki H ı ristiyanlara uyarlanan bu tasavvuf, Simavnalı B edreddin ve m üridleri tara fından görkem li bir şekilde tem sil edildi. O n lar doktrin açısından R û m î’nin ve başka A nadolu mutasavvıflarının daha önceki deneyim lerinin bir ujzantısı olm akla birlikte, politik bağlam da çok daha ileri gittiler ve Osmaıılı dünyevi erkini silahlı isyan yoluyla devirmeyi denediler. Niyetleri olasılıkla tasavvufı-diııi yönelimli teokratik bir rejim kurm aktı. îslam d ü n yası bu sürece, 9 .-1 0 . yüzyıllardaki K arm atilerin isyanından hem eski, hem m odern İslam dünyasını sarsan çeşitli “ m ehdici” ayaklanmalara ve bugünkü İran rejim ine kadar dönem d ö n em tanık olm uştur.
İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM B E D RED D İN H A REK ETİN İN KÖKENLERİ: 13. YÜZYILDA ANADOLU SELÇUKLU SU LTA N LIĞ I’ND A TASAVVUF VE EVRENSELCİLİK 1- İb n Arabî R um Ü lkesinde: Arapça Evrenselcilik 2- M evlana C elaleddin R ûm î: Farsça Evrenselcilik 3- H acı Bektaş ve Yunus E m re: T ürkçe Evrenselcilik 4- R um Ülkesinin Sufileri ve Hıristiyanları: O rta k Kavram lar
1 3 8 21 29
İKİN Cİ BÖ LÜ M SİMAVNALI ŞEYH BE D R E D D İN (7 6 0 /1 3 5 8 -5 9 -8 1 9 /1 4 1 6 ) ORTAÇAĞ OSM ANLI SU LTAN LIĞ INDA TASAVVUF VE EVRENSELCİLİK 1- Tarih ile Efsane Arasında: Yeniden D eğerlendirilm esi G ereken Bir Şahsiyet 2- R um eli’de Ç ocukluk ve M ısır’da E ğitim 3- R um Ülkesine D ö n ü ş 4 R um eli’de, O sm anlı D evletinin H izm etin d e: Kazaskerlik 5- O sm anlı B ütünleşm esine Karşı Ayaklanm alar D ö n em i
32 33 38 53 68 73
Ü Ç Ü N C Ü BÖLÜM OSM ANLI DÜNYASINDA ŞEYH B E D R E D D İN ’İN MANEVİ MİRASI VE D Ü ŞÜ N C E L E R İN İN YAYILMASI 1 - A rtçılar ve M üridler: Bedredinîyye 2- B ed red d in ’in D oktrini ve Yayılması
98 98 104
SO N U Ç BE D RED D İN VE OYNADIĞI ROL
119
K RO NOLOJİ
121
HARİTALAR 1 B ed red d in ’in Yolculukları ve T araftarlarının G ö rü ld ü ğ ü Yerler 2- 15. Yüzyıl Başında Aydın Beyliği 3- B edreddin ve Bitinya 4 - 1 5 . Yüzyıl Başında R um eli 5- B edreddin ve M aritza-M eriç Evros Vadisi
126 127 128 129 130
KAYNAKLAR
131
D İZ İN
147
B İR İN C İ B Ö L Ü M
BEDREDDİN HAREKETİNİN KÖKENLERİ: 13. YÜZYILDA ANADOLU SELÇUKLU SULTANLIĞI NDA TASAVVUF VE EVRENSELCİLİK Bir zamanlar benim dinim den olmadığı için kom şum u suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık: o artık ceylanlar için bir çayır, keşişler için bir manastır, putlar için bir m abet, hacı için bir Kabe, Tevrat levhaları ve Kur’an kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum ve hangi yöne yönelirse yönelsin bu din benim dinim ve imanımdır. (İb n Arabî, 13. yüzyıl) Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çı karan bir neyiz. (Mevlaııa Celaleddin Rûmî, 13. yüzyıl) Bir dem varur mescidlere yüz sürer anda yirleri / Bir dem varur deyre girer İncîl okur ruhban olur. (Yunus Emre, 13. yüzyıl)
Selçuklu sultanlığının (1 1 .-1 3 . yüzyıl) ve T ürkm en beyliklerinin (13.14. yüzyıl) A nadolu’sunda iki tasavvuf biçim inin güçlü damgası görülür: kuramsal eğilim ve şiirsel eğilim. H e r iki eğilim de bölgeye yabancı olan, ancak orada yaşadıkları süre içinde A nadolu’nun mistik duyarlılığının şe killenmesinde belirleyici bir rol oynayan iki şahsiyet tarafından temsil edil miştir: M uhyiddiıı İb n Arabî (1 1 6 5 -1 2 4 0 ) ve M evlana Celaleddin Rûmî (1 2 0 7 -1 2 7 3 ) çok farklı yerlerden gelseler de, R um ülkesinde tasavvufun kökleşm esinde birbirini tamamlayıcı bir etkileri olm uştur. Tarihsel çerçe vesi daha m uğlak olan, ancak o n u n devamcısı olduklarını iddia edenler
aracılığıyla A nadolu dünyasında çok önem li ve varlığı açıkça kanıtlanmış bir manevi etkisi olan H acı Bektaş’tan ilerde söz edeceğiz. İbn Arabi ile M evlana’nın A n ad o lu ’da u zun süre kalışları bir rastlantı sonucu değildir; bu iki mutasavvıf, kuşkusuz dönem lerindeki birçok M üslüm an gibi, hem uç beyliği, hem değiş tokuş mekânı olan, mistik ve dinsel oluşum bağla m ında birçok şeyin m üm kün old u ğ u , İslamlaşma süreci içindeki yeni bir ülkenin çekiciliğine kendilerini kaptırmışlardır: M evlana, kendi deyişine göre, kendini Rum ülkesine gitm ekle açıkça görevlendirilm iş olarak g ö rü yordu. İb n Arabî T ürk sultanının bir danışm anının çağrısı üzerine geldi; burada evlendi, en değerli m üridlerini burada yetiştirdi, şiir alanında esin perisi olan “B eatrice”si, şeyhin ifadesine göre bir “ Diyar ı Rum kızıdır” . İbn Arabî ile M evlana’ııın ikili etkisi, çok açık bir evrenselcilik ruhu ta şıyan ve dinleriistü söylem açısından çok zengin olan A nadolu tasavvufu nun kökenini o luşturm uştur. Bu gelenek olasılıkla yalnızca bu iki büyük sufıye özgü değildir. D aha eski Arap ya da İranlı üstadlarda da buna rast lanır; ancak Selçuklu, daha sonra da Osmanlı dünyasında özellikle güçlü ve kalıcı bir etkisi olm uştur. Ç ünkü buralarda hüküm darlar, derviş etkin liğinin siyasal iktidarı tartışm a konusu yapmaması gibi kesin bir koşulla sufılere çoğu zam an lütufkâr davranm ıştır. Ayrıca bu iki şahsiyet, evrenselci lik mesajlarım O rta Asya, göçebe ve Şaman kökenlerine hâlâ çok yakın olan ve bunlarla sürekli tem as halinde bulunan bir 13. yüzyıl T ürk d ü n yasına aşılamıştır. O rta Asya’daki T ürk-M oğol geleneğinin evrenselcilikten rahatsızlık duym ayıp, aksine bu anlayışı kendi inançlarında büyük öl çüde taşıdığını belirtm ek gerekir.1 İki sentez dâhisinin, Endülüslü Arap metafizikçi ile O rta Asya’daki İran uç beyliklerinin mistik şairinin, aşiret şam anizm inin izlerini taşıyan İs lam anlayışı içinde h e n ü z işlenmeye açık T ürk halkı ile, sınırları h enüz iyi ce belirlenm em iş ve dinlerarası ilişkileri tanım lam a sürecinde olan bir to p rakta, Rum ülkesinde karşı karşıya gelmesi tasavvufa yeni katkılarda bulu narak A nadolu’daki üç büyük derviş to p lu lu ğ u nun, Mevlevi, Bektaşî ve Bayramî tarikatlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1
Türklerin bağdaştırmocı geleneği hakkında, Melikoff, "Recherche sur les composantes du syncretisme Bektachi-Alevi", S.T.M.A.B.C.; "Bütün dinler aynı elin beş parma ğı gibidir", Mongka'dan Guillaume de Rubrouck'a, aln. yap. Grousset, Steppes, s. 342. "Tatarların tek kaygısı, topraklarında Tanrı'ya tapıldığını bilmektir. Eğer Han'a sadıksanız ve belirlenen haracı ödüyorsanız (...) ruhunuza kimse karışmaz", Marco Polo, Moule ve Pelliot (ed.), c. I, s. 70. 15. yüzyılda bir Ramazanoğlu beyi, iso ile Muhammed arasında tercih yapmak istemez, Brocquiere, s.90; ve Tatarlar Isa'yı "kibir li bir peygamber" olmakla suçlarlar, "çünkü o, diğer tanrılarla bir arada olmayı hiç istemez", Marco Polo, age.
I- İBN A RABÎ RUM ÜLKESİNDE: ARAPÇA EVRENSELCİLİK
A) “ Şeyhü’l-E kber” A n a d o lu ’da İb n Arabî 1 2 0 5 /6 0 2 ’de R um ülkesine geldiğinde 42 yaşında, o lg u n luk çağında bir adam dı. Karmaşık doktrini ancak 1 2 0 1 /5 9 8 ’de ayrıldığı M üslüm an batının b ü tü n etkilerini bir potada eritmişti: R u h ü ’l-Kuds ve ed-Dürretü’l-Fâhire adlı yapıtlarının birçok yerinde anlattığı Ispanya’daki hocalarından gelen E ndülüs etkisi, ünlü E bu M edyen’i benim seyen Mağripli sufilerin etkisi. Ayrıca, 1 1 9 8 ’de C o rd o b a’da (K urtuba), sonra 1 2 2 1 ’de Konya’da rüyasına giren H allac’ın mistik kişiliği de üzerinde d e rin izler bırakmıştır; B ağdat’ta inançları uğruna öldürülen Hallaç, İbn A rabi’nin çağdaşlan olan A ttar ve A hm ed Yesevî aracılığıyla, T ürk toprak larının mistik geleneğinde kendine seçkin bir yer edinm iştir.2 İbn A ra bi’nin bâtını deneyim inin açıkça İsevî nitelikte oluşu; gayrimüslim d ü şü n ce sistemleri ve âlimlerle d o ğ ru d an ilişkiye girm ekten çekinmeyen açık zihniyeti 13. yüzyılda n ü fu su n u n beşte d ö rd ü gayrimüslim olan ve çeşitli dinlerden, M üslüm an, Budist, Şam anist Türkleriıı geniş bir hoşgörü yel pazesi içinde yaşadığı R um ülkesiyle arasında yakınlık kurulm asını sağla yan noktalardır.3 M ekke’de kaldığı süre içinde, 5 9 8 /1 2 0 2 ’de İb n Arabî A nadolu insan larıyla, özellikle de en güzel aşk şiirlerinin esin kaynağıyla yakın ilişkiler içinde oldu: “ Rum ülkesinin kızları arasında, kavrayışı, derin bilgisi, g ü zelliği ve irfanıyla devrinin insanlarının çok ü stünde olan genç bir kadın” . Şeyhin yakınları arasında m uhtem elen A nadolulu4 olan bir hâtûn Ummü Tûnân da bulunm aktadır. E ndülüslü şeyh 6 0 0 /1 2 0 4 ’te M ekke’de Sel çuklu Sultanları Keykâvus’u n ve Keyhüsrev’in danışm anı M ecdeddin İshak ile de karşılaşır. A n ad o lu ’ya fütüvveti getiren kişi olan M ecdeddin İshak, Şeyhü’l-E kber’in başlıca m üridi ve tefsircisi olan Sadreddin Konevî’nin de babasıdır. M ecdeddin ile İb n A rabî’niıı karşılaşması İran tasav vufunun olduğu gibi, A nadolu tasavvuf tarihinin de d ö n ü m noktalarından 2
ibn Arabî'nin Endülüslü hocaları hakkında, R.W. Austin (ed.), Les soufis d'A ndalousie; Ebu Medyen ve İbn Arabî, Addas, İbn A rabî, s. 115-116, 128-129, 142-144; Hal laç ve ibn Arabî, Massigno rı-Passion, c. I, s. 83; c. II, s. 13, 414 ve dev.
3
İbn Arabî'nin İsevîliği, Chodkiewicz-Sceau, s. 98-100. ibn A rabî ve Platon, Addas, age., s. 134-135; Yahudi âlimleriyle temasları, age., s. 138-139; bir yoga risalesini çevirdiği iddiası, age., s. 139. 13. yüzyılda Rum ülkesindeki Müslüman sayısının az lığı, Rubrouck, s. 240, 244. Anadolu'da Şamanizm ve Budizm, Köprülü, Influence du chamanism e turco-m ongol sur les ordres m ystiques musulm ans, İstanbul, 1929, ve Melikoff, S.T.M.A.B.C., s. 389-390: Budist Uygur anlamına gelen ta t terimi üzerine.
4
Addas, s. 250, 110-111.
biridir. Bu bağlam da, fütüvvetin ve Rum ülkesine girm esine Sadreddin’in öncülük ettiği ahilerin daha sonraki tarihlerde A nadolu’da kazandıkları yaygınlık ve nüfuz iyi bir ö rn ek tir.5 G örünüşe göre İbn A rabi’yi kendisiyle birlikte A nadolu’ya gelmeye ik na eden M ccdeddin olm uştur. İbn Arabî 6 0 2 /1 2 0 5 ’te A nadolu’da ilk ikameti sırasında bir çok risale yazarken, M ecdeddin Selçuklu sarayında yüksek mevkilerdedir. Bu d ö n em d en itibaren İbn Arabî A nadolu’da uzun süre kalır. 6 1 8 /1 2 2 1 ’e kadar A n ad o lu ’da izini sürebiliyoruz. Sultan Keykâvus ile aralarında dostluk kurulur. Dahası, M ecdeddin’in ölüm ü üzeri ne İb n A rabi’nin o n u n dul eşiyle, Sadreddin’in annesiyle evlendiği sanıl m aktadır ve çocuğu hem oğlu, hem m üridi olarak yetiştirir.6 B) R um Ü lk esind e Ekberiyye O kulu İb n Arabî üvey o ğlunu bir şiire, A hm ed Gazâlî’nin okulundan İranlı K irm anî’ye em anet eder. Gazâlî, daha sonra Mevlana tarafından halka yayılan semâya düşkünlüğüyle tanınırdı. Sadreddin’in aldığı ikili Arap ve İran eğitim inin yanısıra, fütüvvetin “A nadolululaştırılm asında” ailesinin yeri, Ekberiyye düşüncesinin d o ğ u İslam ’ına aktarılmasında bu yazarın oynadığı köprü rolünü açıklar. Sadreddin gerçekten de İslami doğ u d a b ü yük E ndülüslü sufideıı esinlenenlerin geçmek zorunda old u ğ u , vazgeçil m ez bir köprü g ö rü n ü m ü n d ed ir; hatta Şeyhü’l-E kber’in tefsircisi Cam î, Sadreddin’i okum adan İb n A rabi’nin anlaşılamayacağını söyler.7 N ere deyse m utlaklaşan bu tefsir tekelinin belli sakıncaları da olm uştur; gönül gözüne dayanan mistik bir yapıtı Sadreddin’in m antıki ve akılcı bir tarzda sunm ası, İb n A rabi’nin düşüncesinin fazla sistemleştirilmesine eleştiriler yöneltilm esine neden olm uş, böylece vahdet-i vücud doktrini, İbn A ra b i’nin kuram larını b i d ’a olarak niteleyen m uarızları karşısında kimi zam an açıklar vermiştir. Sadreddin, yazarlık işlevinin ötesinde, bir şeyh olarak da Ekberiyye’nin tasavvuf anlayışını kendi m üridlerine aktarm ıştır. Ancak bu alanda da bazı basitleştirm elerine karşı çıkılmıştır.8 A nadolu, İbn Arabî için önem li bir m erhale oluşturur, orada kurduğu düşünce okulu sonradan O sm anlı çevrelerinde başarıyla gelişmiş, İznik, Bursa ya da E dirne’nin en eski m edreselerinde Davud-ı Kayseri, M olla Fenârî, Simavnalı Bedreddin ve daha sonra Bosnevî, M ısrî've diğerleri tara fından temsil edilmiştir. I. Selim ’in Şam ’ı aldığında ilk resmi girişim lerin 5 6
Age., s. 267-268.
7
Age., s. 271-274.
8
A ıji’ , v 275-276. Ayrıca karş, Mevlana, Fîhî-mâ-fih, Meyerovitch (ed.), s. 164-165.
Age., s. 269-270.
den biri İb n A rabi’nin türbesini buldurm ak ve onartm ak olm uştur. Osmanlı dönem inde, İbn A rabi’nin O sm an’ın hanedanının iktidara geleceği (ve düşeceği) ve K onstantinopolis’in alınacağı kehanetinde bulunduğuna inanılıyordu. Şeyhü’l-E kber’e atfedilen b u kehanetler T ü rk halk duyarlı ğında öyle derinlere kök salmıştı ki, 19. yüzyıl kadar geç bir d ö nem de, II. A bdülham id İb n A rabi’nin b o zg u n cu olduğu düşünülen bu kehanetleri ni içeren m etni yaktırm ıştır. K endini “ Keykâvus’un babası” sayan İbn A rabi’nin Konya sarayındaki önem li mevkii ve büyük sufınin çağdaşlarıy la A nadolu’nun sonraki kuşakları üzerinde yaptığı etki, telkinlerinin hem siyasi hem dini pek çok alanda bölge tarihinin sonraki dönem lerinde de belirli bir n o rm atif değer taşıdığını düşündürm ektedir.9 C ) İbn Arabî ve H ıristiyanlar Bu du ru m İb n A rabi’nin 13. yüzyıl Selçuklu sultanlığında herhalde h enü z çoğunlukta olan Hıristiyaıılara karşı tu tu m u n u n irdelenm esini il ginç kılmaktadır. G örünüşe göre İb n Arabî ikili bir tavır içindedir: Siyasal açıdan İs lam ’ın batıda olduğu gibi ( 6 0 9 /1 2 1 2 ’de Las Havas de Tolosa yenilgisi), d o ğu d a da (1 2 2 9 ’da K udüs Franklara geri verilir) Hıristiyan güçlerin sal dırılarına uğradığı bir d ö n em d e Şeyhü’l-Ekber kesin bir tavır koyar. Tav rı, M üslüm anlar ile Z im m iler arasındaki ilişkiler konusunda şeriat h ü k ü m lerine, aynı zam anda İslam devletlerindeki gayrimüslim kulların sıkı g ö ze tim altında bulundurulm ası, Hıristiyan devletlerle olabildiğince az ilişki kurulm ası gibi ilkelere dayalıdır. Çağındaki ve ertesi yüzyıldaki birçok Arap gibi İbn Arabî de, T ürk A nadolusu’nda İslam -H ıristiyan ilişkilerine hâkim olan aşırı hoşgörü kar şısında şaşkınlık duyar. 13. yüzyılda Hıristiyan komşularıyla çoğu zaman barış içinde olan Selçuklu sultanları kâfirlerle uzlaşmakla suçlanm ıştır. Sul tanın kalabalık bir topluluk oluşturan Hıristiyan tebaasına tanıdığı ö z g ü r 9
"İran'da, Sühreverdî Maktul'ün işrâk okulu egemendi, Anadolu'da ise ibn Arabî'nin tevhid okulu öne çıkmıştı", Massignon-Passıon, c. II, s. 272. İbn Arabî'nin çok sayı daki Türk tefsircisi, O. Yahia, H istoire e t classification de l'oeuvre d 'lb n A r a b i Bosnevî hakkında, age., s. 463. M ısrî hakkında, DivânT Şerhi, M. Bilginer (ed), s. 256, ve £ /., "Niyazi" maddesi. Kayserî ve Fenârî hakkında, E.I., "Fenârî-zâde" maddesi, ibn Arabî'nin türbesinin I. Selim tarafından onarılması, Sadeddin, Tacü't-Tevârih, c. IV, s. 341-342. ibn Arabî'nin Osmanlı imparatorluğu hakkındaki kehanet risalesinin baş lığı şudur: eş-Şeceretü'l-Nu‘m âniyye f î el-devleti'l-O sm aniyye, O. Yahia, s. 456, ve M illi Kütüphane Yazm alar Kataloğu, c. I, s. 90. İbn A rabî ve İstanbul'un fethi, Massignon, O.M., c. I, s. 137. II. Abdülhamid ve ibn Arabî, Asin Palacios, L'lsla m Christianise, s. 89/dipnot 30. ibn Arabî'den Keykâvus'un "babası" (vâlid) olarak söz edil mesi, Addas, s. 277.
lükler karşısında şaşıran ve herhalde kaygılanan İbn A rabi’nin Sultan Keykâvus’a yaptığı uyarıları b u bağlam da değerlendirm ek gerekir. Aynı şekil de K udüs’ü n el-Kâmil tarafından II. Frederik’e satılmasını da protesto eder ve M üslüm anlara oraya artık gitm em eleri tavsiyesinde bulunur. A n cak bir kam u görevlisi ve M üslüm an hüküm darların danışmanı olarak İbn A rabi’nin H ıristiyanlara karşı tu tu m u siyasal ve hukuksal açıdan kesin ve tavizsiz olm akla birlikte, bir sufı olarak gayrimüslimlere yaklaşımı çok d a ha esnektir: E ndülüslü m ürşit Hıristiyanlarla doğrudan tartışmalara g ir m ekten kaçınm az.10 İbn A rabi’nin yorum larında İsa’ya verdiği önem birçok kişiye yenilik gibi g ö rü n ü r ve şeyhin düşm anlarının “o n u n yeri kilisedir” dem elerine yol açar. Bir ölçüde çelişkili olan tavırlan belirli bir tasavvuf anlayışının İsevî yapısı içinde m üçtehitler tarafından anlaşılabilir olmakla birlikte, ilahiyat inceliklerine pek duyarlı olmayan ortam larda tam tam ına Hıristiyanlık ya da en azından sünnetle bağdaşmayan bir sapkınlık olarak değerlendirile bilir. Kendisi bu tehlikenin farkındadır: “ Eceli geldiğinde bir ermiş M u sa’ya ya da İsa’ya öyle saygı belirtileri gösterebilir ki, sıradan insanlar ya da cahiller o n u n Yahudiliği ya da Hıristiyanlığı benim sediğini sanabilir” . Bu bağlam da İb n Arabî şu ya da bu Hıristiyan dogm ası karşısında çok açık ta 10 1212/609'da ibn Arabi'nin Keykâvus'a mektubu: "İslam'a ve [Rum ülkesinde] sayıla rı çok olmamakla birlikte Müslümanlara yönelik tahkirler arasında, çan çalınması, imansızlık tezahürleri, ülkende çoktanrılı bir öğretinin hüküm sürmesi ve zimrnilere getirilmiş zorlayıcı tedbirlerde görülen gevşeme sayılabilir", Soufis d'Andalousie, s. 38. Karş. Zengî ve aralarında barışın yeniden kurulması için II. Kılıç Arslan'a koştu ğu şartlar (568/1172- 73): "Gönderdiğim elçimin huzurunda kelime-i şahadet getire ceksiniz, çünkü kanaatimce siz gerçek bir mümin değilsiniz (...) çünkü İslam'ın vaze dildiği ülkelerin hatırı sayılır bir bölümünü elinde tutan siz, Rum komşularınızla ba rış içinde yaşıyorsunuz", İbn al-Athîr, R.H.C., Hist. Or., c. II, s. 291. Ayr. karş. Kinnamos: "Halife, bu kadar uzun süredir Bizanslılarla dostluk bağlan kurduğu için Kılıç Arslan'a öfkelenmişti." s. 186. Kudüs'ün II. Frederik'e teslimi hakkında, Addas, s. 323. İbn Arabi'nin Hıristiyanlarla tartışması hakkında, İbn Arabî-MaTtre de la Puissance: "Bir gün ibn Arabi'nin rakiplerinden biri hastalandı. Şeyh onu ziyarete gitti. Kapıyı çaldı ve hastanın eşinden saygılarını sunmak istediğini haber vermesini rica etti. Kadın haberi götürdü ve döndüğünde şeyhe kocasının kendisini görmek isteme diğini söyledi. Şeyhin bu evde yapacak hiçbir işi yok, onun yeri kilise diyor, dedi. Şeyh kadına teşekkür etti ve kocası kadar iyi bir adamın onu kötü bir yere gönderme yeceğine emin olduğunu, bu tavsiyeye uyacağını belirtti. Şeyh, hastanın sağlığı ve esenliği için dua ettikten sonra kiliseye gitti. Kiliseye gelince ayakkabılarını çıkardı ve mütevazı bir çelebilikle içeri girdi, hiç gürültü yapmadan yavaşça bir köşeye gidip oturdu. Rahip vaaz veriyordu; ibn Arabî onu çok büyük bir dikkatle dinledi. Sonun da, şeyh ayağa kalktı ve nazikçe bir itirazda bulundu." Bu itirazı izleyen tartışma sı rasında kilisede asılı olan İsa ikonu mucizevi bir şekilde konuşmaya başlayarak sufinin sözlerini doğruladı, s. 20- 23.
vırlar alm ıştır; tevhid kavramının içinde teslis ilişkilerine belirli bir meşru alan tanır ve teslis dogm asına tanrılar değil kişiler düzeyinde inanan H ıris tiyanların çoktanrıcı sayılmamaları gerektiği sonu cu nu çıkarır; bundan d o layı bu kişilerin A llah’ın inayetiyle selam ete ereceğini belirtir. Aynı şekil de, İbn Arabî, ilahiyat açısından, İsa’nın tecessüm üne ve ikili doğasına d a yanan tasvir tapıncının içsel yapısını ortaya çıkaran çok ölçülü terim lerle, H ıristiyanların ikona inancını açıklar: *“ İsa insan soyundan gelen bir erkek ten değil, insan şeklinde tecessüm etm iş bir R u h ’tan doğm uştur: bu ne denle tasvirlerin m eşruluğu doktrini diğer cem aatlerden çok, M eryem ’in oğlu İsa’nın cem aatinde ağır basmıştır. H ıristiyanlar ulûhiyyetin temsille rini üretir ve ibadet etm ek için onlara d o ğ ru d önerler, çünkü bizzat pey gam berlerinin varlığı tecessüm etmiş bir ruhtan kaynaklanıyordu.” 11 Hıristiyan dogm alarını, hiçbir şekilde doğrulam am akla birlikte, kendi içlerinde {ab intro ) açıklaması, İbn A rabi’yi dogm a farklılıklarının önem i ni azaltan bir tavır almaya g ö tü rm ü ştü r; bu tu tu m u bâtını bir İslam adına benim sem ekte ve bu İslam anlayışı, “Ehl-i K itap” arasında samimi arayış içinde olanların hakikati ancak kendi inanışlarının doğru tarafları içinde saptayabilecekleri kanaatiyle de çakışmaktadır. İbn Arabî Fütuhat 'ta şöyle diyor: “Y ahudinin ve Hıristiyanın b ü tü n inandıklarına ve hakikatin onla rın dinlerinde ve vahyedilmiş kitaplarında bulunan her parçasına, kendi vahyedilmiş kitabım a inandığım gibi inanıyorum . İşin doğrusu benim ki tabını onların kitaplarını ve benim dinim onların dinini içeriyor. Dolayı sıyla onların dini ve kitabı benim kitabım da ve benim dinim de zım nen m evcu ttu r.” Bu çok incelikli açıklamalar o n u , Tercümanii’l-cfvâk adlı ya pıtındaki ünlü evrenselci beyanında yaptığı tü rd e n gerçek inanç belirlem e sine gö tü rü r: “ Bir zam anlar benim dinim den olm adığı için kom şum u suç lardım. Am a şimdi kalbim b ü tü n biçim lere açık: o artık ceylanlar için bir çayır, keşişler için bir m anastır, p utlar için bir m abet, hacı için bir Kâbe, Tevrat levhaları ve Kıır’aıı kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum ve hangi yöne yönelirse yönelsin bu din benim dinim ve im am ındır.” 12 Bu beyanlar İbn A rabî’nin bazı T ürk m üridlerini, özel ilişkilerinde Hıristiyanlara dogm atik bağlam da aşırı taviz verm e yolunda cesaretlendirm iş olabilir. N itekim gayrim üslim lere karşı hoşgörüsüyle tanınan ama, bazı sı nırları aşmayı da reddeden M evlana bu gibi kişileri kınamıştır. Aslında bu 11 ibn Arabi'ye yönelik saldırılar, Chodkiewicz-Sceau., s. 32. Ölürken İsa'nın ya da Mu sa'nın adını anan ermişler, age., s. 103. İbn A rabî ve Teslis, Asin Palacios, s. 204; İbn Arabî ve tasvir tapıncı, Chodkiev/icz, s. 97. 12 F ütûhat'ın bu bölümünü Asin Palacios alıntılamıştır, s. 204; Tercüm an 'dan alınan bölüm, age., s. 203; karş. Tercüm an 'ın Nicholson tarafından yayına hazırlanan bas kısı, s. 67.
tavizler dinler arası temasları kolaylaştırarak d urum a göre ihtidayı cesaretlendirebilecek, ya da A nadolu halkları tarafından her zaman iyi kabul g ö ren evrenselci bağdaştırm acılığa yol açabilecek nitelikteydi. Selçuklu A nadolusu’nda İbn Arabî ve m üridleri tarafından temsil e d i len kuramsal tasavvuf eğilimi göreceğim iz gibi, kimi zam an örgütlü evren selci hareketlerin İb n A rabi’yi sahiplenm elerine yol açmıştır; tasavvufun daha şiirsel olan ve A nadolu’da M evlana Celaleddiıı Rûm î tarafından te m sil edilen diğer kolu ise, doğal olarak A nadolu tasavvufunun dinlerüstü eğilimini güçlendirm iştir.13 2- M E V LA N A CELALEDDİN RÛMÎ: FARSÇA EVRENSELCİLİK
A) “ Rum Ü lk esin in E fen d isi” O n a ün kazandıran adından anlaşıldığı üzere, “ Mevlana-yi R u m ” , “ Rum Ü lkesinin Efendisi” , H o rasan ’daki Belh şehrinde doğan M uham m ed C elaleddin öncelikli etkinlik alanı olarak kabul ettiği A nadolu’ya bağlı kalmıştır. B unun tek nedeni ailesini, M evlana’nın öm rünün büyük bir kısmını geçirdiği Selçuklu toprağına göç etm eye zorlayan tarihsel olay lar (M oğol istilası) değildir; kendi ifadesine göre asıl neden, onu ayrıcalık lı bir bölgeye d o ğ ru yönlendiren takdir-i ilahidir. “Yüce T anrı’nm Rum halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddık-ı E k b er’in duasıyla da bu halk b ü tü n üm m etin en m erham ete lâyık olanıdır. E n iyi ülke de Rum ül kesidir” . M evlana’nın hayat öyküsünü anlatan Eflakî’ye göre, A nadolu in sanları ile H orasanlı sufı arasında kaderin önceden saptadığı bağlar ile çok büyük bir duyarlık yakınlığı vardır.14 M evlana’nın mesajının biçimsel ifadesi şiirselliğiyle İbn Arabî’ninkinden ayrılır am a, bu iki şahsiyetin yetişm elerinde kesinlikle ortak noktalar vardır. Ayrıca M evlana’m n İb n Arabî ile, E ndülüslü mutasavvıfın son giin13 Hıristiyan el-Cerrah şöyle der: "Şeyh Sadreddin'in müridlerinden bir bölümü benimle içtiler ve bana şöyle dediler: Sizin de beyan ettiğiniz gibi Isa Tanrı'dır. Biz hakikatin bu olduğunu kabul ediyoruz; ama cemaati koruyabilmek için bunu gizliyor ve inkâr ediyoruz", Mevlana, Fîhî-mâ-fib, s. 164. "Bunlar, iblis'in şarabıyla kendinden geçmiş sarhoş sözleridir" diye karşılık verir Mevlana, age., s. 164; İsa'nın tanrısallığını kabul eden diğer Müslüman düşünürler(1440'a doğru ölen Ahmed bin Hâ'it, ve Fadlu'l-Hadasi) hakkında, Grunebaum, Variorum, c. VII, s. 41- 42. Sırasıyla ibn Arabî ve Mev lana tarafından temsil edilen kuramsal ve şiirsel tasavvuf eğilimleri hakkında, W. Chittick, "The Last W ill and Testament of Arabî's Foremost Disciple and Some Notes of its Author", Sopbia Perennis, IV, I (1978), s. 44. 14 Ahmed Eflakî, A rifle rin M enkıbeleri, çev. Tahsin Yazıcı, M.E.B., 2. baskı, İstanbul, 1964, c. I, s. 190 [Bundan sonraki Eflakî alıntıları -aksi belirtilmedikçe- bu baskıdan yapılacaktır-yn.]. Mevlana ile ilgili son derecede zengin bibliyografya hakkında, M. Onder'in iki ciltlik M evlânâ Bibliyografyası.
lerinde, Şam ’da karşılaştığı sanılm aktadır. İb n Arabî gibi Mevlana C ela leddin R ûm î de, her ikisine de rüyada görü n en H allac’ın deneyimi ü z e rinde d üşünm üştür. İbn Arabî gibi o n u n da manevi silsilesi Ahm ed Gazâlî’ye dayanır. M evlana, İb n A rabî’nin başlıca halifesi olan ve kendisiyle ay nı zam an dilim inde yaşamış Sadreddin ile tem as halinde olm uştur (Sad reddin 1203?-1272; Celaleddin Rûm î 1 2 0 7 -1 2 7 4 ).15 Ayrıca M evlana’nın evrenselcilikten ve aşktan esinlenen bir tü r Fârisî mistik şiir anlayışının A nadolu’ya girm esinde ve A nadolu’nun malı haline gelmesinde büyük katkısı olm uştur. Eserlerinde ünlü E bu Said gibi kendisinden önceki m is tik Acem şairlerinin başlıca tem alarına rastlanm aktadır: Taassuba hiç yer vermeyen bir din anlayışı, yolların çeşitliliği, amaç birliği; sem ânın önem i ve m eşruluğu; d o ğ ru d an tem as kurm aktan çekinilmemesi gereken en dik kafalı kişileri, gayrimüslim leri, m ülhidleri, ayyaşları bile yola getiren aşkın önceliği.16 Mevlana daha eski tasavvuf geleneklerinin takipçisi olsa da, onları A na d o lu ’ya ö zgü koşullara uyarlamayı başarmakla yetinm em iş, onlara eşsiz ki şiliğinin dam gasını da vurm uştur. A hm ed Eflakî’nin yazdığı M cnâkıbü’lâ rifin ’dc [Ariflerin M enkıbeleri], Konya halkının b ü tü n toplum sal ve d in sel çeşitliliği içinde M evlana’nın pırıltısından etkilendiğini görürüz. Yük sek sınıflar ve hüküm darlar M evlana’yı ve m üridlerini, raksa ve musikiye dayanan esrime uygulam alarından dolayı onları sapkınlıkla suçlayan ule m anın saldırılarından korum uştur. Tarikatın, zanaatkârlar ve tacirler üze rinde o ld u ğ u gibi, yoksul kesim üzerinde de çok güçlü bir etkisi olm uş tur. Son olarak, M evlana’nm gayrimüslimlerle ilişkileri de ilgi alanımıza girer. Hıristiyanlarla ve Yahudilerle sü rd ü rd ü ğ ü aralıksız tem aslar karşılık lı hoşg ö rü n ü n izlerini taşımıştır. B) “ M evlevî U su lü ” İslâmlaştırma: B âtınî Bir D in in Y oluna Girm e M evlana’nın öğretisi herkese açıktır ve şekilci dışlayıcılıkları aşkın m is 15 Mevlana ile ibn Arabî'nin karşılaşması, Risâle-i Sipahsalâr, M ithat Bahari'nin Türk çe çevirisi; Ülken, La Pensee de l'lslam , s. 305. ibn Arabî Hallac'ı ilk kez rüyasında 594/1 198'e doğru Kurtuba'da görür; H allac'ı ikinci kez rüyasında görmesi 618/1221'e doğru Konya'da olur; Mevlana da Konya'da 645/1247'ye doğru Hallac'ı rüyasında görür, Massignon-Pass/on, c. I, s. 83. Mevlana ve İbn A rabî Tirm izî'nin et kisi altında kalmıştır, FThî-mâ-fih, s. 13 ve Addas, s. 105. Mevlana'nın silsilesi Ah med Gazâlî'ye dayanır, karş. Gölpınarlı, M evtânâ'dan sonra MevlevTITlik, s. 201. Ah med Gazâlî ile ibn A rabî arasındaki bağlar, ibn Arabî'nin Sadreddin'in eğitimini ema net ettiği Evhadüddin-i Kirmanî üzerinden kurulur, Addas, s. 271- 273. Sadreddin ve Mevlana, Eflakî, age., c. I, s. 92, 93, 115, 144, 157, 180, 208 ve çeş. yer. 16 Ebu Said, Monawwar (ed.), s. 36- 38, 64- 66, 247- 248, 93- 94, 238, 241, 288.
tik bir bakış açısı adına dinsel aidiyetleri dikkate almaz. “Yaradanın aşkı h er yerde ve ister Mecusi, ister Y ahudi, ister Hıristiyan, b ü tü n insanların ü zerin d ed ir” , d er Mevlana. Tasavvufun kendine özgü bakış açısına göre sıradan M üslüm an da tasavvuf yoluna “ihtida etm eli”dir. M evlana birçok kez kimi M üslüm an ileri gelenlerin şekilciliği ve yersiz ü stünlük zihniyetiyle alay eder. Ö rneğin, “Allah’a ham d ve m innet olsun ki bizi hidayete eriştirdi de kâfirler züm resinden yaratm adı” diyen bir va izi alaya alır ve “ bu biçarenin” kendisini “ G ebrlerin terazisine” koyup tarttığına dikkat çeker. Başka bir yerde, Penbefrûşan (Pam ukçular) m ed resesinin m üderrisinin kalbini tem izlem enin ve ona d o ğ ru yolu gösterm e nin yetm iş Rum mecusisini M üslüm an etm ekten daha güç oldu ğ u n u söy ler; ifade etm ek istediği, tasavvufa göre, samimi bir kâfirin miirâi bir m ü m ine evlâ o ld u ğ u d u r.17 M evlana’nın etkisini d u y u rd u ğ u o rtam , şeyhin gayrimüslim çevresinin ihtida etm esini de çoğunlukla kolaylaştırmıştır. Tecrit olm uş H ıristiyanla rın K onstantinopolis’teki patriklik otoritesi ile ruhani bağlarının giderek gevşediği bir ortam da, bu kadar hoşgörülü bir şeyhin peşinden gitm enin ve gayrim üslim lerin esnek ve herkese açık Mevlevi öğretisiyle özdeşleştir dikleri İslam dinini benim sem enin çekiciliği büyüktü. K öklerinden ve d in sel önderlerinden kopm uş bir inanca bağlı kalma ile müridleriyle ortak bir yakınlık havası içinde her gün yan yana bulundukları bir dini benim sem e arasında kalınca, birçoğu ikinci seçeneğe yöneliyordu. Mevlevîlerin bağ d aştırm an ru h u , “ hakikati arayanların yoluna” girenlerin manevi cemaati içinde biçimsel dini farklılıkları önem siz sayma eğilimindeydi ve bu durum ihtidayı kolaylaştırıyordu. Böylece A n ad o lu’da Mevlana tarafından başla tılan derviş tarikatlarının uzlaştırıcı niteliği, fethedilen halklar arasında İs lam ’ın başarısının önemli nedenlerinden biri olm uştur. M evlana çoğıı kez kendi dindaşlarına karşı Hıristiyanların koruyucusu olarak görünm ektedir: Y ine O ’n la rın [M e v lan a ’m n ] k e re m le rin in kem ali, yum uşaklıkları ve iyi h u y la rı o d e re c e d e idi ki, b ir g ü n s e n ıâ ’d a h a rare tle n m işti. T a n rı’nın y ü z ü n e g ark o lu p h a ld e n hale g e çiy o rd u . B ird e n b ire b ir sa rh o ş s e m â ’a g ird i, h e y ec an la r g ö ste riy o r ve k e n d in d e n geçm iş bir v aziy ette M evlana h a z re tle rin e ç arp ıy o rd u . A z iz d o stla r o n u incittiler. M evlana: “ Şarabı o içm iştir, sa rh o şlu ğ u siz e d iy o r s u n u z ” b u y u rd u . O n la r “ H ıristiy a n (tersâ) d ır” d e d ile r. M evlana “ O k o rk a n ise, siz n için değilsiniz?” d e d i. B u n u n ü z e rin e d o stla r baş k o y u p g ü n a h la rın ın bağ ışla n m asın ı istediler.
Bu öyküden gayrim üslim lerin semâlara seyirci olarak katıldığı anlamı 17 Eflakî, age., c. I, s. 134, 286.
çıkıyor, b u da hareketin başından beri M evlevîlerin din ayırımı g ö ze tm e diklerini gösteriyor. Bu tü r gösterilerin M üslüm an olsun olm asın, to p lan tıya katılaıılar üzerinde olum lu bir etki yapacağı açıktır.18 Z aten Eflakî’nin belirttiğine göre M evlana semâ geleneğini inancını yayma düşüncesiyle kurm uştur: Onların [Rum diyarının insanlarının] hiçbir suretle doğru yola meyletmedik lerini ve ilahi sırlardan mahrum kaldıklarını görünce, insanların tabiatına uy gun düşen şiir ve semâ yolu ile o manaları onlara lâyık gördük; çünkü, Rum halkı zevk ehli ve şirin sözlüdür.19
Aşağıdaki öyküde ise M evlana yetkililerin aslında haklı olarak peşine düştükleri genç bir R um ’u savunur. Bir gün Mevlana hazretleri birkaç dostla birlikte At Pazarı kapısından çıkmış, Sultan-ül-Ulem a Bahaeddin Veled’in (Tanrı ondan razı olsun) mezarını ziya rete gidiyordu. Sayısız insanların bir şahsın etrafında toplandıklarını gördüler. Bu kalabalık içinden birkaç genç ileri koştu ve: “Allahaşkına birini idam edi yorlar. Mevlana hazretleri şefaat etsin. O , taptaze genç bir rum dur” diye feryad etti. Mevlana: “O ne yapmıştır?” diye sordu. Onlar: “ Birini öldürm üştür, kısas yapıyorlar” dediler. Bunun üzerine Mevlana ilerledi. Bütün cellâtlar ve şahneler baş koyup uzakta durdular. Mevlana mübarek ferecesinin eteğini idam edilecek adamın üzerine örttü. Şehrin şahnesi İslam sultanına durum u arz etti. Sultan: “Mevlana hakimdir, bir şehri istese ve bütün bir şehre şefaat etse buna nail olur. Hepsi ona feda olsun. Bir Rum da nedir ki...” dedi. Arka daşlar Mevlaııa’nın kurtardığı bu R um ’u alıp hamama götürdüler. Hamamdan çıkartıp medreseye getirdiler. Nihayet Mevlana’nın elinde iman getirip M üslü man oldu. Hemen o anda onu sünnet ettiler ve büyük bir semâ yaptılar. Mev lana hazreüeri: “Adın nedir?” diye sordu. O da: “Siryanus” dedi. Mevlana: “O halde bugünden sonra ona Alaeddin Siryanus deyiniz” buyurdu.20
Bu anlatı bizi birçok açıdan ilgilendirm ektedir: İnsanlar, zor durum da olan bir H ıristiyana şefaat etm esi için doğal olarak şeyhe m üracaat ediyor, bu da o n u n halk arasında kazandığı, yetkililere karşı gayrimüslimlerin sa vunucusu ü n ü n ü n kanıtıdır. Bu anlatı ayrıca resmi görevlilerin saygısının ve S ultan’ın C elaleddin R ûm î’ye verdiği kayıtsız şartsız desteğin g ö sterge sidir. Siryanus’un korum a altına alınması, suçlunun ihtida etm esini ve Mevlevi tarikatına katılmasını gerektirir. Ancak anlatının devam ından ö ğ rendiğim ize göre, R u m ’u n tarikata girmesi kendi inancını kesinkes inkâr 18 Age., s. 346-347. Tersâ, Hıristiyan ve korkan, korkak anlamına da gelir. Yazar keli menin bu iki anlamından da faydalanmıştır (T. Yazıcı). 19 Age., s. 200. 20 Age., c. I, s. 265.
etmesi son u cu n u doğurm az. O Hıristiyanlıkla ilgili meselelerin “uzm anı” olarak kalır ve M evlana H ıristiyanlık konularında seve seve ona danışır. Siryanus, örneğin Mevlevi ayinlerinde m usikinin rolünü kolayca benim se mesini sağlayan, belirli bir Hıristiyan bakış açısını korur, bu durum ise so fu M üslüm anların tepkisini çeker. Toplum sal kökeni ne olursa olsun, M evlana ile temasa geçen her H ı ristiyan ihtida etm eyi seçer. H izm etkârlar, fırıncılar, duvarcı ustaları, tari katın hizm etindeki inşaat ustaları, düzenli mesleki ilişkiler sonucunda onun m üridleri arasına katılır: Bir gün bir Rum usta Hüdavendigâr’ın evinde ocak yapıyordu. Dostlar şaka yolu ile ona: “Niçin Müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslam dinidir” dediler. O: “Elli seneye yakındır ki İsa dinindeyim. Dinimi terk etmek için o n dan korkuyor ve utanıyorum” dedi. Birdenbire Mevlana hazretleri kapıdan içeri girdi ve: “İmanın sırrı korkudur. H er kim Tanrı’dan korksa, o Hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir” buyurup dışarı çıkü. Hıristiyan mimar derhal iman getirip Müslüman ve İslam yoluna girip halis mürid oldu.
M evlana’nın müridi olmak için ihtida etm ek şart olmasa bile, insanlar Mevlevi tarikatıyla u zu n süre içli dışlı olunca, er ya da geç ihtida ediyor du. İki ressam olan A ynü’d-devle ile Kaluyan’ın ilginç öyküsü bu durum u gösterm ektedir: Ressam Kal uyan ve Aynü’d-devle Rumdular. Resim sanatında ve tasvirde eşle ri ve benzerleri yoktu. Mevlana’nın müridi olmuşlardı. Kakıyan bir gün şöyle anlattı: İstanbul’da bir levha üzerine Meryem ve İsa’nın resmini yapmışlardı. Bu resim, İsa ve Meryem gibi emsalsizdi. Dünyanın her tarafından ressamlar gelmiş, onun gibi bir tasvir yapamamışlardı. Bunun üzerine Aynü’d-devle o resimleri görmek hevesiyle yola koyuldu. İstanbul’da o resimlerin bulunduğu manastıra geldi ve bir sene orada kaldı. Oranın rahiplerine hizmetler etti. Bir gece firsat bularak o resmi koltuğuna alıp kaçd. Konya’ya kavuşunca Mevlana’yı ziyaretle şereflendi. Mevlana: “Nerelerde idin?” buyurdu. Aynü’d-devle resmin hikâyesini olduğu gibi anlattı. Mevlana: “ (Getir de) o ruh artıran res mi ben de seyredeyim” dedi. Tablo, son derece güzel ve hoştu. Mevlana hay li duraklamadan sonra: “Bu iki güzel resim, Aynü’d-devle’nin bize olan sevgi si samimi değildir, o, yalancı bir âşıktır, diyorlar” buyurdu. Bunun üzerine Ayııü’d-devle “ Bu nasıl olur” dedi. Mevlana: “O nlar bizim hiç uyku ve yiyeceği miz yoktur. Geceleyin daima ayaktayız ve gündüzleri oruç tutuyoruz. Aynü’ddevle ise, bizi bırakıp geceleyin uyuyor, gündüz de yiyor ve asla bize uym u yor, diyorlar” dedi. Aynü’d-devle: “Onlara uyku ve yemek içmek tasavvur edi lemez. Ayrıca dilleri ve konuşmaları da yoktur. Onlar, cansız resimlerdir” de di. Mevlana: “ Bu kadar sanatı ve canlı bir resim olan sen, dünya, insan, yerde ve gökteki her şey kendi mahsulü olan bir ressamın eserisin. Senin, yaraücını
bırakıp cansız ve manasız bir resme âşık olman doğru mudur? O habersiz şe killerden ne elde edilir ve sana ne gelir?” buyurdu. Aynü’d-devle derhal tövbe edip başkoydu ve Müslüman oldu.
Burada M evlana’nın gayrimüslim ler lehine y ü rü ttü ğ ü manevi önderlik işlevinin bir örneğine tanık oluyoruz. Bu kişiler sonunda M evlana’nın di nini resm en benim serler, ancak bu sonuç kesin bir kural oluşturm az. A dı na bakılırsa H ıristiyan kalmış görünen Kaluyan’ın durum u da bunu gös terir gibidir.21 Mevlevi etkisiyle gerçekleşen ihtida olgusu kilise çevrelerini de büyük ölçüde etkiledi. Yahudi haham ların ihtidası örneklerinin yanı sıra Eflakî, Hıristiyan rahipler ve keşişler arasında da birçok H ıristiyanlıktan dönm e vakasına işaret eder: Bu durum , M evlana’nın İslam dininin üstünlüğünü kuşkuya yer bırakm adan kanıtladığı ilahiyat tartışm alarının ardından ger çekleşmiş olabilir. Aşağıdaki bölüm de M evlana o rtodoks bir İslam propa gandacısı olarak konuşuyor: Yine akıllıların en olgunlarından sayılan arkadaşların bilginleri şöyle anlattılar: Bir gün Mevlana mübarek medresesinde oturm uştu. Birdenbire Yahudi ha hamlarından ve Hıristiyan papazlarından bir grup gelerek, tam bir samimiyet le baş koyduktan sonra, T an n ’nın bu zayıf üm m eti hakkında Kur’an’da vârit olan şer’î tekliflerin hikmetini, emr ve neylilerin sırrını anlamak ve bu hüküm lerden maksadın ne olduğun bilmek için soruda bulundular. Mevlana bunlara inci gibi sözlerle şöyle cevap verdi: Tanrı kullarına imanı şirkten, namazı kibir den temizlemek, zekâtı rızka sebep olmak, onıcu halkın ihlâsını denemek, haccı dini kuvvetlendirmek, cihadı İslam dinini yükseltmek, emr-i mârufu âlemin emrolunan şeylerinin elde edilmesine sebep olması, kötü şeylerden nehyi sefih lere mâni olmak, akrabalığı gözetmeği onların adedini çoğaltmak, kısası kan dökülmesini önlemek, cezaları haram olan şeyleri halkın gözünde büyütmek, şarap yasağını aklı korumak, hırsızlıktan çekinmeyi iffeti ninıedendirmek, zina terkini nesebi temiz tutmak ve livata terkini nesli üretm ek, şahadeti inkâr eden lere karşı koymak, lezzetlerin terkini doğruluğu şereflendirmek, selâmı korku lardan emin kılmak, eminliği ümmetin işlerini düzene koymak, itaati imamlığa saygı göstermek için farz kılmıştır. Bıı mânaları o kadar güzel bir tarzda anlatU ki, hep birden bellerindeki zünnarlaıı koparıp atarak, iman getirdiler ve Miisliimanlar sırasına geçtiler ve candan mürid oldular. Naklettiklerine göre bu hazretin (Mevlana’nın) zuhurundan ölümüne kadar on sekiz bin kâfir, iman getirerek Müslüman ve mürid olmuştur ve hâlâ da olmaktadır.22
Burada şeyhlerinin ardından Mevlevî dervişlerinin üstlendikleri İslam 21 Eflakî, age., c. I, s. 462, 534-535. 22 Age., c. II, s. 30-31.
inancını yayma çabasının kaynağı görülüyor. Kimi zam an ihtida, H ıristi yan keşişlerin kendilerininkinden yüce bir manevi gücü kabul etm elerine yol açan m ucizelerin ardından gerçekleşir; M evlana’nın Kilikya’daki Sis (K ozan) keşişleriyle karşılaşmasında da böyle bir olgu görülür: Yine keşif sahibi ulu kişilerden olan Akşehirli şeyh Sinaneddin şöyle rivayet et ti ki: Mevlana hazretleri Şam tarafına, ilimleri elde etmek için hareket ettiği va kit kafile yolda Sis vilayetinde bir mağarada konakladı. O mağarada dünyadan elini çekmiş kırk münzevi rahip vardı. Onlar riyazetle o dereceye gelmişlerdi ki, bu dünyanın bütün sırlarını keşfediyor, bu süfli âlemin gayıblarından haber ve riyor ve insanların içinde olanları söylüyorlardı. Etraftan da kendilerine hediye ler ve adaklar geliyordu. Mevlana hazretlerini gördüklerinde bir çocuğa işaret ettiler. Çocuk havaya zıpladı ve yerle gök arasında durdu. Mevlana hazretleri de mübarek başını önüne eğmiş murakabede idi. Birdenbire o çocuk: “Bana bir çare bulunuz, burada bağlanıp kaldım ve o murakıb şahsın heybetinden ölece ğim” diye feryad etti. Onlar: “Aşağı in!” dediler. O da: “İnemiyorum, sanki be ni buraya çivilemişler” dedi. Ne kadar çalıştılarsa da aşağı inemedi. Hepsi Mevlana’nm ayaklarını öpüp: “Ey dinin sultanı ! Lütfet, görmemezlikten gel de bi zi rüsva etm e” dediler. Mevlana da: “Tevhid kelimesini söylemekten başka ça re yoktur” dedi. Çocuk derhal “Tanrı’dan başka Tanrı yoktur, M uhammed onun kulu ve elçisidir” diye tevhid kelimesini söyledi (şahadet getirdi). Ve ko laylıkla aşağı indi. Onların hepsi söz birliği ile iman ettiler ve o hazretle arka daş olup gitmek istediler. Mevlana müsaade etmedi ve: “Burada kalın, Tanrı ibadeti ile meşgul olun, bizi de hayır duadan unutmayın” buyurdu. Onlar da, orada tâat ve riyazetle meşgul oldular. Ulvi ve süfli mugayyebat onların tasar rufunda kaldı. Orada bir köşeye çekilerek gelip gidene hizmet ediyorlardı.23
Bu kısa öykü H ıristiyanların İslam ’ı benim sem elerinin hangi psikolojik koşullarda gerçekleştiğini açık bir biçim de örneklem ektedir: İslam , bir ö n ceki dinden tam bir kopuş olarak değil, daha önceki m anastır hayatı ve ru hani hayatla ilgili faaliyetlerin devamı ve doğal bir uzantısı olarak sunul m aktadır; bu faaliyetler aynı coğrafi çerçevede, ama bu kez yeni dinin bünyesinde sürdürülm ektedir. Bu uygulam a bize mistik tarikatların yerli nüfusu ihtida ettirm ek için kullandıkları ustaca m anevralar hakkında bilgi verm ektedir, böylece bu halklar din değiştirm enin daha önceki hayat şart larını fazla değiştirm ediği izlenim ine kapılarak teşvik edilmiş oluyordu. İslam ’a geçişe M evlana’nın güçlü kişiliğiyle doğrudan ve ani bir kar şılaşmadan doğan ruhi sarsıntı da neden olabiliyordu. Gelip geçm ekte 23 Age., c. I, s. 78-79. Karş. Bunun "simetriği" sayılabilecek bir öyküde, Kapadokyalı bir Rum keramet sahibi iki Bektaşî dervişi oturdukları yerde mucizevi bir şekilde dondu rur, M. Balivet, "The Long-Lived Relations between Christians and Moslems in Cent ral Anatolia", B.Z. 16 (1990), s. 315.
olan bir keşişin ö n ü n d e o tu z defa saygıyla eğilen M evlana’nın alçakgönül lülüğü yolcunun ihtida etm esinde belirleyici bir rol oynam ıştır. Aşağıdaki bölüm diğer bir anlamlı vakaya tanıklık etm ektedir: Yine nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlana hazretleri ulu arkadaşlarla birlikte Me ram mescidinden şehre dönüyordu. Birdenbire ihtiyar bir rahip karşılarına çı kıp önlerinde baş koymaya başladı. Mevlana ona: “Sen mi yaşlısın, sakalın mı?” diye sordu. Rahip: “Ben sakalımdan yirmi yıl daha büyüğüm, o daha sonra çık tı” dedi. Bunun üzerine Mevlana: “Ey zavallı! O senden daha sonra çıktığı hal de erişti ve kemale erdi. Sen evvelce nasıl idiysen şimdi de siyahlık, perişanlık ve hamlık içinde yüzüyorsun. Eğer değişmez ve olgunlaşmazsan yazıklar olsun sana !” buyurdu. Zavallı rahip hemen zünnarını kopardı ve iman getirerek inançlı Müslümanlardan oldu.24
C) Sınır Tanım ayan M utasavvıflar ve D inler Arası Kardeşlik Bağları M evlana’nın davranışlarının sonraki dönem ler için önem i saptanm ak is tenirse, Eflakî’nin anlatısı boyunca ortaya çıkan önem li bir olguyu göz ö n ünd e bulundurm ak gerekir. M evlana hayattayken, K onstantinopolis’e ve ötesine kadar uzanan Bizans ya da Frank topraklarında, M üslüm an ta rikatlar ile Hıristiyan m anastır çevreleri arasında sıkı tem aslar kurulduğu anlaşılmaktadır. Karşılıklı saygıya dayanan bu ilişkiler ruhani alanda kuru lan kardeşlik bağlarını saptam am ızı sağlamaktadır; bu bağlar, 14. ve 15. yüzyıllarda daha büyük ölçekte gerçekleşecek yakınlaşmaları hazırlayacak tır. Burada Osmanlı dünyasındaki Bektaşîlerin ve Bedreddinîlerin bağdaş tırm an ru h u n u n habercisi olan psikolojik ve kültürel iç içe geçişin ilk aşa masına tanık oluyoruz. 13. yüzyıldan itibaren belli bir Islam -Hıristiyan u z laşması hareketi, Selçuklu devletinin sınırlarını ve A nadolu’yu aşmış g ö rü n m ektedir. Eflakî’ye göre, M evlana’nın ünü K onstantinopolis’e kadar ulaş mıştır ve keşişler şeyhin huzu ru n a varabilmek için Konya’ya gelmektedir: Kostantiniye ülkesinde bilgin bir rahip vardı, Mevlana’nın ilmini, yumuşaklı ğını ve alçak gönüllülüğünü işitmiş, ona âşık olmuştu. Mevlana’yı görmek üzere Konya’ya geldi. Şehrin rahipleri onu karşılayıp izazda bulundular. Bu doğru rahip, o hazretin ziyaretini rica etti. Tesadüfen yolda karşılaştılar. Rahip üç defa H üdavendigâr’a secde etti.25
M evlana K onstantinopolis yakınında yaşayan başka bir keşiş ile de sıkı tem as halinde gösterilm ektedir. İş için Bizans’ta kalmak zoru n d a olan m üridlerinden birini ona em anet eder: 24 Eflakî, A rifle rin M enkıbeleri, c. I, s. 132. 25 Age., s. 351.
Yine nakledilmiştir ki: Şeyh Selahaddin hazretlerinin (Tanrı onun zikrini yü celtsin) tacir ve zengin bir müridi vardı. Mevlana’ya çok sadık bir muhipti. İs tanbul’a gitmek istedi. Şeyh Selahaddin’le birlikte izin almak ve yardım dile mek üzere Mevlana’nın hizmetine geldiler. Mevlana’nın elini öpmek şerefiyle şereflendikten sonra Mevlana: “İstanbul civarında bayındır bir kasaba vardır. Orada bir papaz oturur. Bu papaz kendi manastırına çekilmiş ve bütün insan lardan ilgisini kesip kendisiyle yetinmiştir. Bizden ona selam söyleyip hatırını sorasın” buyurdu. Tacir baş koyup (huzurdan çıktı) ve yola koyuldu. O sınıra gelince papazı sorup onun bulunduğu köye gitti. Tam bir edeple manastırdan içeri girdi. Orada hazine gibi bir köşede başını koltuğunun altina sokup o tu r muş ve nurları siyah cübbesinin altından gözdeki siyahın içindeki nur gibi parlıyan bir şahıs gördü. Tacir bu hali görünce kendinden geçti, sonra Mevlana’nın selamını söyleyince papaz hemen yerinden firladı ve: “Tanrı’nın selamı senin ve Tanrı’nın seçkin kulları üzerine olsun” deyip baş koydu ve uzun za man secdede kaldı. O sırada tacir başka bir köşeye bakınca Mevlana hazreüerinin aynı elbise ve sarıkla o köşede murakabe halinde oturm akta olduğunu gördü. Tacire bir hal geldi, bir hıçkırık tutup yere düştü. Bir m üddet sonra pa paz tacirin gönlünü aldı ve: “Eğer sen hür insanların (ahrâr) sırlarıyla içli dışlı olursan iyilerin iyisi olursun” diye buyurdu. Sonra Tekfur’a: “Bu tacirin bizim le ilgisi vardır. Onu koru da yol muhafızları ve valiler (ummal) ona zorluk çı karmasınlar” diye bir mektup yazdı. Tacir şehre gelip papazın m ektubunu Tekfur’a gönderince, Tekfur emretti: O na yemekler götürdüler ve az çok ne işi varsa tamamlayıp sağ salim yolcu ettiler. Tacir dönüşte de papazı ziyaret et ti. Papaz: “Konya’ya gittiğin vakit, ben biçarenin selam ve saygılarını H üdavendigâr hazretlerine iletesin. Bu niyazla dolu olan muhtacı sonsuz lü tu f ve inayetinden unutmayacakları um ulur” buyurdu. Bir m üddet sonra genç tacir Konya’ya gelip bu hali Şeyh Selahaddin’e anlatınca Şeyh Selahaddin: “Veliler hakkında ne söylerlerse hepsi gerçektir ve hepsi şeksiz şüphesiz vâki olur” de di.26
D eğindiğim iz iki anlatıya bakılırsa M evlana, korum ası altındaki kişiyi Bizans im paratoruna tavsiye edecek kadar etkili keşişlerle sıkı ruhani bağ lar içinde görünm ektedir. Eflakî’nin yapıtının bir m enakıbnam e olması, bu yazarın belleğinde koru d u ğ u gerçek olguların gözden kaçırılmasına neden olm am alıdır. Ticaret ya da başka nedenlerle Bizans ve Selçuklu devletleri arasındaki sıkı temas, iki dünyanın etnik olarak iç içe girmiş o l ması karşılıklı tanışıklığı ve birçok ortak değer paylaşma bilincini hızla g e liştiriyordu. M evlana manevi etkisiyle birçok ihtidaya yol açmış olsa bile, ne Mevlevi zihniyeti ne de genel olarak derviş zihniyeti basit bir m isyo nerlik hareketine indirgenem ez. Birçok gayrimüslim kendi dinlerini terk etm eden ve b u n u yapmaya zorlanm adan tarikatla ilişkilerini sürdiirm üş26 Age., s. 130- 131.
lerdir. Bu duru m u n en bilinen örneği Konya yakınındaki Eflatun m anas tırıdır ( Deyr-i E flatun ); buradaki keşişler kalıcı bir İslam -Hıristiyan uzlaş ması başlatm ışlardır. M evlana sık sık d u a etm ek için m anastıra gelir ve o n u n çile marifetlerine tanık olan başpapaz, kendi dinini korum akla b ir likte o n u n kutsal kişiliğini ve mesajının d o ğ ru lu ğ u n u kabul eder. Deyr-i Eflatun’un başpapazı, bütün papazların ileri gelenlerinden yaşlı ve en gin bilgili bir adamdı. İstanbul, Frenk, Sis, Canik ve daha başka vilayetlerden (kendi dinlerinin) ilmini öğrenmek için ona gelir, ondan (din) ahkâmını öğre nirlerdi. İşte bu başpapaz hikâye etti ki: Mevlana bir gün bir dağın eteğinde bulunan bu Deyr-i Eflatun’a gelmişti. Soğuk su çıkan mağaranın dibine kadar gitti, ben de mağaranın dışında durmuş, ne olacak diye bakıyordum. Mevlana yedi gün yedi gece o soğıık su içerisinde oturdu. O ndan sonra kendinden geç miş bir halde dışarı çıkıp yola koyuldu. Gerçekten onun mübarek vücudunda hiçbir değişiklik olmamıştı. Bu rahip yeminler ederek: “İsa’nın sıfatı hakkında okuduğum , İbrahim ve M usa’nın kitaplarında (suhuf) mütalaa ettiğim ve geç miş tarihlerde peygamberlerin nefis terbiyelerinin büyüklüğüne dair gö rd ü ğüm şeylerin hepsi Mevlana’da fazlasıyla vardır” dedi.
Bu keşişlerin tanık olduğu olağanüstü belirtiler M evlana’yı “ H ıristiyanlaştırm alarına” ve o nu Hıristiyan geleneğinin uzantısı olan bir ermişe dönüştürm elerine yol açar. Arkadaşların hakikati bilenlerinden nakledilmiştir ki: Deyr-i Eflatun manastı rında birçok fenleri bilen yaşlı, hakim bir rahip vardı. Arkadaşlar gezmek için oraya her geldiklerinde, bıı rahip onlara türlü hizmetlerde bulunur ve çok iti kat gösterirdi. Çelebi A rifi de çok severdi. Bir gün arkadaşlar: “Sen Mevlana’yı nasıl gördün ve nasıl bildin?” diyerek ondan bu itikadının sebebini sor dular. Rahip dedi ki: Siz onun kim olduğunu ne biliyorsunuz? Ben ondan had siz kerametler, birçok mucizeler görmüş ve onun candan bir kulu olmuşum. Geçmiş peygamberlerin hayadarını İncil’de ve onların kitaplarında okum uş tum. Hepsini onun mübarek zâtında müşahede ettim ve onun hakikatine iman getirmişim. Yine bir gün burayı şereflendirmişti. Kırk güne yakın bir hücrede halvet etti. Halvetten çıktığı vakit, onun mübarek eteğini tuttum ve: “Yüce Tanrı Kur’an-ı Mecid’de ‘Sonra onlardan Cehennem ’e girmeye layık olanları biz daha iyi biliriz’ buyurmuştur. M adem ki hepsinin gidişi ateş olacak, o hal de İslam dininin bizim dinden üstünlüğü nedir ve bu nasıl olacak?” dedim. Mevlana hiçbir şey söylemedi. Bir an sonra işaret edip şehire doğru yola ko yuldu. Ben de o ulu kişinin arkasından yavaş yavaş gidiyordum. Mevlana bir denbire şehrin kenarında bulunan bir fırına girdi. Fırıncılar firını kızdırmışlar dı. Benim siyah, ince ipek elbisemi aldı, kendi ferecesine sarıp fırına attı. Başı nı önüne eğerek bir m üddet bir köşede oturdu. Büyük bir dumanın çıktığını gördüm . Kimsede söz söylemek mecali yoktu. O ndan sonra Mevlana: “Bak I” diye buyurdu. Baktım, firmcının mübarek fereceyi dışarı çıkarıp Mevlana haz
retlerine giydirdiğini gördüm. Ferece tertemiz olmuştu. Benim ipek elbisem ise tamamiyle yanmıştı. Mevlana: “Biz böyle gireriz, siz de böyle girersiniz” buyurdu. Bunun üzerine derhal baş koyup mürid oldum .27
Birlikte girilen halvetler, Hıristiyanın kendi inancına bağlı kalarak m ü r şidi saydığı M üslüm anın mesajını kabul etm esi gibi davranışlar Islam -Hıristiyan bağdaştırmacılığı yönünde yol alındığını gösteriyordu. A nadolu toplum u, Eflakî’ye göre K onstantinopolis’ten Kilikya’ya kadar müridleri olan M evlana ya da Deyr-i E flatun’un başpapazı gibi sözü dinlenen kişile rin örneğinden derinlem esine etkilenm ekten geri kalamazdı. H e r iki din için de kabul edilebilir bir felsefi soyutlam a olan Deyr-i Ef latun adı bile, karma bir kültür m erkezinde bir İslam -H ıristiyan ortak ya şamı yaratm a arzusunun bir belirtisi olabilir. M anastır, cem aatler arası bir buluşm a yeri olm a özelliğini geçen yüzyıla, yani oldukça geç bir dönem e kadar korum uştur: 19. yüzyılda m anastır duvarları içinde üç kilise ile M üslüm anlar tarafından inşa edilen bir cami bulunuyordu. Cam i, Mevlan a’nın o ğ lu n u kurtaran m anastırın koruyucu ermişi Aziz K haritoıı’a te şekkür etm ek maksadıyla, yerel Hıristiyan geleneğine uyan M üslüm anlar tarafından inşa edilmişti; Mevlevi şeyhi yılda bir geceyi bu camide dua ederek geçirirdi. Böyle bir kalıcılık 13. yüzyılda M evlana’nın etkisiyle Konya’da kök salan cem aatler arası göreli uyum anlayışının, ister H ıristi yan ister M üslüm an olsunlar, Rum ülkesi sakinlerinin zihniyetine derinle mesine işlediğini gösterir.28 Eflakî’nin anlattığına göre M evlana’nın cenaze töreni bağdaştırmacılık yolunda çok ilerlemiş bir toplum manzarası sergilem ektedir. Selçuklu toplum tınu oluşturan grupların hepsi M evlana’nın m üridleri olduklarını ileri sürm ektedir ve her biri onun anısını yüceltm ek isteğindedir. Bu m etinde, herkes tarafından paylaşılan saygı, din farklılıklarının ötesine geçmiş gö rünm ekte ve gerçek bir A nadolu cem aatinin o luştuğu izlenimini uyandır m aktadır. Sonra cenazeyi dışarı çıkardılar. Büyük küçük bütün insanlar başlarım açmış lardı. Kadınlar ve çocuklar da orada idiler. Büyük kıyamete benzer bir kıyamet 27 Age., c.l, s. 284-285; 533-534. 28 Müslüman kaynaklarında söz edilen Eflatun manastırının (Eflakî, age., c. I, s. 284, 533, II, s. 305) Konya yakınındaki Aziz Khariton manastırı olduğu varsayımı Hasluck tarafından ileri sürülmüştür, Christianity, c. II, s. 373- 374. Ancak burasının Orta Anadolu'da çok sevilen bir aziz olan Eflatun'a adanmış dinsel bir kuruluş olması ih tim ali de bulunmaktadır. 3. veya 4. yüzyılda yaşamış bu Hıristiyan şehidinin isim gü nü Yunanlılarca 18 Kasımda, Latinlerce 22 Temmuzda kutlanır, Vie des Saints e t des Bienheureux, c. VII, Temmuz.
koptu. Herkes ağlıyordu. Erkekler çıplaktılar, feryad ederek, elbiselerini yırta rak gidiyorlardı. Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Araplardan, Tüıklerden, vb bütün milletler, bütün din ve devlet sahipleri hazır bulunuyorlardı. H er biri, kendi âdederi veçhile kitapları ellerinde önden gidiyorlar, Zebur’dan, Tev rat’tan, Incil’den âyetler okuyor ve hepsi de feryat ediyordu. Müsltimanlar so pa ve kılıçla bunları savamıyorlardı. Fakat bu cemaat hiç çekinmiyordu. Büyük bir karışıklık oldu. Bu haber büyük sultana, Sâhibe ve Pervane’ye erişti. Bunun üzerine onlar da papaz ve kiliselerin büyüklerini çağırıp onlara: “Bu olayın si zinle ne ilgisi vardır? Bu din padişahı bizim reisimiz, imamımız ve muktedamızdır” dediler. Onlar da: “ Biz M usa’nın, Isa’nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitaplarımızda okuduğum uz olgun peygamberlerin tabiat ve harekederini onda gördük. Siz Müslümanlar Mevlana’yı nasıl devrinin M uham m ed’i olarak tanıyorsanız, biz de onu zama nın M usa’sı ve İsa’sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibbi iseniz, biz de bin şu kadar misli daha çok onun kulu ve müridiyiz. Nitekim kendisi buyurmuş tur: Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses pıkararı bir neyiz. Mevlana hazretlerinin zâtı, insanlar üzerinde parlayan ve onlara ina yette bulunan hakikader güneşidir. Güneşi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır” dediler. Bir Rum keşişi de: “Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymamazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü? Siz onun kim olduğunu nereden bileceksiniz?” dedi. Bunun üzerine büyükler susup hiçbir şey söylemediler.29
Hıristiyanların ve Yahudilerin bu tepkilerinde bağdaştırm acı zihniyet açıkça görülm ektedir, M evlana “onların M usa’sı” ya da “onların İsa’sı” olm uştur; ihtida etm ek bir yana, Y ahudi-H ıristiyan dünyası yeni peygam beri kendi geleneklerine katm ıştır. Yabancı unsurları özüm lem e yöntem i ne ileriki tarihlerde daha da sık rastlanacaktır. Ayrıca gayrimüslimlerin Mevlana kültü n ü haklı gösterm ek için ileri sürdükleri gerekçeyi de belirt mek gerekir. M evlana’nın m üridleri olduklarını ileri sürm elerine izin ve ren unsur, o n u n öğretisinin evrenselci y ö n ü d ü r ve M evlana’dan yaptıkla rı alıntı, sufılerin dinlerüstü ideolojisinin yerel halklar açısından çekiciliği nin tipik bir örneğidir. M evlana’nın sık sık ileri sürdüğü gibi, dinlerin amaçlan tek ise, koşullar gerekli kılıyorsa yabancı bir mürşidi benim sem ek bir çelişki değildir. Böylece artık geriye dönüş imkânı bırakmayan M üslü man fethi koşullarında, M evlana’nın çoğu zam an karm a bir dinleyici kit lesi karşısında açıkladığı mistik evrenselciliğin H ıristiyanların görüşleri üzerinde nasıl bir etki yaptığı anlaşılır. Yollar çeşit çeşit olsa da, hedef birdir. Kâbe’ye giden birçok yol olduğunu gör29 Eflakî, age., c. II, s. 13-1 4. Mevlana'nın torunu A rif Çelebi'nin cenazesi sırasında da gayrimüslimler aynı tepkileri gösterirler, age., c. II, s. 365.
müyor musunuz? Kimilerine göre yol Rûm ’dan, kimilerine göre Suriye’den, kimilerine göreyse Acem’den, Çin’den, H ind ya da Yemen denizinden geçer. O nun için eğer yollara bakarsanız çeşitlilik büyük, ayrılıklar sonsuzdur. Ama hedefe baktığınızda, onlar uyum içinde ve tektir ... Sonunda Kabe’ye ulaştık larında, yollar konusundaki bu kavganın, bu savaşın, bu çeşitliliğin -biri öteki ne: “Sen günah işliyorsun, kâfirsin” der ve öteki de aynı şekilde cevap verirsadece yollara ilişkin olduğunu ve hedeflerinin bir olduğunu anlarlar.30
Böylece 13. yüzyılda A n adolu’da oluşan ilk yerleşik T ürk toplum u, Sel çukluların siyasal ve kültürel etkisi altında, çeşitli öğeleri özgün bir sentez içinde bileştirmeyi başarmış bir dünya görü n ü m ünü verm ektedir. Mevlana’nın güçlü kişiliğinde odaklanan bu bağdaştırmacı zihniyet tarikatın ku rucusunun oğlu Sultan Veled ve to ru n u A rif Çelebi tarafından devralınmış ve büyük ölçüde yayılmıştır. Bu iki kişi H ıristiyanlar ile M üslüm anların sı kı bağlar içinde olduğu bir aile ortam ında yetişmişti. Sultan Veled’in sütan nesinin adı Kiramana H a tu n ’dur (Yunancada, yaşlı ana); bu da kadının Yunan asıllı olduğunun belirtisi olabilir ve Eflakî ilginç bir şekilde Mevlan a’nın öz kızının adının Efendipula olduğunu belirtir. Mevlana’nın soyun dan gelenler onun Hırisdyanlara karşı hoşgörülü tavrına öykündüler ve uç beylerinin üzerinde giderek artan bir etki yaratarak yeni fethedilen halklara nasıl davranılması gerektiği konusunda kendi anlayışlarını aşıladılar. H ıristi yan tarafında da, Mevlana’nııı ilk gayrimüslim miiridlerinin benimsediği bağdaştırmacılık meyvelerini vermiş, O rta A nadolu’da geliştikten sonra Türk ordularının peşinde bütü n yarımadaya yayılmıştır. 15. yüzyılda Alman seyyah Schiltberger, Hıristiyanların M evlana’nın mürşidi Şemseddin Tebrizî’ye kendi ulu kişilerinden biri gibi saygı gösterdiklerine işaret eder: Mezarı Konya adında bir şehirde bulunan A ziz Schcnisis, önceleri kâfir bir din adamıydı; sonra gizlice vaftiz edildi. Eceli geldiğinde Tanrı’nın bedenini bir el mada aldı.31
Böylece Selçuklu to p lu m u , M üslüm an bir devlete, kom şu İslam yöne ticilerinin g ö zünden kaçmayan A nadolu’ya özgü bir nitelik kazandırmayı başaran bağdaştırm acı bir deneyim in öncüsü olm uştur. Çevrede, acaba Selçuklular pagan, mecusi ya da gebr mi oldular diye sorulu yordu. Mümin bir miislüman olan Halep emiri Nureddin Zengî, II. Kılıç Arslan’ın gerçek bir mümin olduğuna inanmadığı için onun, elçisinin önünde kelime-i şahadet getirmesini şart koşmuştu.32 30 Arberry, Discourses o f Rumî, s. 108-109. 31 Eflakî, age., c. II, s. 230, 385; Schiltberger, Tefler (ed.), s. 40. 32 C. Huart, Konia, s. 214-215.
3- HACI BEKTAŞ VE YUNUS EMRE: TÜRKÇE EVRENSELCİLİK
Mevlana 13. yüzyılda A nadolu’da mistik ve şiirsel bir evrenselciliğin oluşm asında tem el bir rol oynam akla birlikte, Mevlevîlikle bağıntılı olduk ları halde sonradan kendilerine ö zgü bir evrim, gelişme ve etkileri olan d i ğer özgül akımları da g ö z ardı etm em ek gerekir. O rta Asya’nın Şam an ve aşiret gelenekleri ile tasavvuf anlayışını özgün bir sentez halinde kaynaştıran özerk bir tasavvuf akımı da, tarihsel çerçe vesi iyi belirlenm em iş bir şahsiyete, Hacı Bektaş Veli’ye bağlanan hareket tir. Bu topluluk, b ağdaştırm an ve evrenselci düşüncelerini b ü tü n Osmaıılı dönem i boyunca halk arasında M evlevîlerden çok daha geniş çapta yay mayı başarmıştır. Evrenselci tınıları olan ve şiirsel biçimdeki A nadolu mistik aşk anlayışı nın oluşturulm asında seçkin bir yeri olan diğer bir şahsiyet, Yunus Em re, A nadolu M üslüm anlan’na en yakın gelen dilde, Türkçe yazdığı için b ü yük bir dinleyici kitlesine ulaşm ıştır. Etkileri ne kadar kalıcıysa, haklarında yazılmış m enakıbnam eler de o denli belirsiz olan ve geleneksel olarak M evlana ile aralarında bağlantı ku rulan bu iki şahsiyete kısaca değinm ek yerinde olacaktır. A) H acı Bektaş, H ıristiyanlar ve Bağdaştırm acılık Hacı Bektaş’tan kaynaklanan hareket çok yaygın bir kitleye ulaşmış, çok geniş bir toplum sal yelpazede yankı bulm uş ve faaliyetlerinin bir b ö lüm ünü özellikle gayrim üslim lerle tem aslara ayırmıştır. Bir 15. yüzyıl yapıtı olan Vilâyetnâme-i Hacı Bektas’ta anlatıldığı şek liyle, Bektaşî hareketinin kökenleri ve kurucusunun hayatı efsanelerle iç içe geçmiştir. Ancak b u eserde, ortaçağda T ürkm en A nadolıısu’nun toplumsal-dinsel mayalanmasını kavramak isteyenlere yararlı olacak tarihsel bir zem in ortaya konm aktadır. H acı Bektaş ile zam anının b ü tü n dinsel, mistik ve toplum sal hareketleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi oldukça güç, hatta kronolojik açıdan im kânsız olmasına rağm en, bu eserde böyle bir bağlantı kurulm ası anlamlıdır. 13. yüzyılda H o ra sa n ’dan gelerek A nadolu’ya yerleştiği anlatılan H a cı Bektaş, G ölpınarlı’ya göre, 1 2 4 8 ’den 1270 -7 1 ’e kadar esas olarak Sulucakarahöyük’te (b u g ü n Kırşehir yakınında H acıbektaş) yaşadı. Efsane ye göre buraya, O rta Asya’nın Şam an geleneklerinde sıkça görülen bir dönüşüm le, güvercin d o n u n d a gelm işti. Velinin hayat hikâyesi ve on u sa hiplenen tarikatın gelenekleri O rta Asya’nın izlerini taşım aktadır. Ö rtülü olm ayan kadınların tarikat ayinlerine katılm aları, esrime amaçlı sem â, ba zı hayvanların kurban edilm esi, insanların kuşa dönüşm esi ve tarikat üye-
lcrinin belirgin nitelikleri olan çok u zu n bıyıkların kökeninde Şamanlık yatm aktadır. Yandaşlarının ona atfettikleri silsile, Peygam ber’e ve H z. Ali’ye kadar uzanıyordu. Vilâyetnâme 1ye göre N işapur em irinin oğluydu ve mistik eği limine uyarak tah ttan feragat etm işti, bu anlatılanlar B uda’nın hayatıyla da koşutluk gösterir. Büyük sufı A hnıed Yesevî (öl. 1166-67) ile arasında k u rulan bağlantı Yesevî’nin m üridlerinin H o rasan ’da etkin olduklarını ve Hacı Bektaş’ın onların öğretisini izlediğini gösterir. A hnıed Yesevî’nin A nadolu ile bağlantı kurm am ış olmasına ve kronolojik tutarsızlıklara rağ m en, Bektaşî inanışına göre, H aydar adıyla da bilinen H oca A hm ed Yese vî’nin H acı Bektaş ile birlikte Kayseri’ye geldiği rivayet edilir. Yine b u ri vayete göre, A hm ed Yesevî orada M ene adında Hıristiyan bir kadınla ev lenmiş ve sonra Hacı Bektaş ve A hm ed Yesevî inançlarının oluştuğu H ay dar es-Sultan’a yerleşm iştir.33 13. yüzyılın T ürkm en A nadolusu’nda H acı Bektaş çoğu zaman toplumsal-dinsel içerikli Babaî hareketiyle sıkı ilişki içinde gösterilir, ancak onları bir araya getiren kesin bağlan tanım lam ak zordur. Aşıkpaşazade’ye ve Elvan Ç elebi’ye bakılırsa Bektaş, Baba İlyas’ın çevresindendi ve sonra dan ikisinden kaynaklanan çevreler birbirlerine çok yakınlaştı. Bu da, Bek taşî hareketinin başından beri aralarında büyük bir dinleyici kitlesi bulaca ğı kırsal kesimde ve aşiret ortam ında etkili o ld u ğ u n u gösterir. Ö rneğin 1526-27 T ürkm en ayaklanmasını34 H acı Bektaş soyundan gelen bir kişi yönetm iştir. H acı Bektaş’ın m üridlerinin A nadolu’daki kırsal katm anlar ve göçerler üzerinde etkili olması, kentlerde geniş bir kitle bulamadığı anla mına gelm ez. Vilâyetnâme A nadolu Ahi loncalarının ve T ürk Fütüvve33 Hacı Bektaş ve müridleri hakkında Vilâyetnâme, Gölpınarlı (ed.), ve J. K. Birge, Bektashi order o f Dervishes'in dışında, bkz. I. Melikoff'un bütün çalışmaları, özellikle de, T u ra c a 20 (1988), STM ABD (1982), M em o rial Ö. L. Barkan (1980), UTFKB (1976), 7"D£D(1973), REI ( 1966). Ayrıca karş. A. Y. Ocak, Bektaşî M enâkıbnâm elerinde İs lam Öncesi inanç M o tifle ri ve Türk H alk inançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri; ayrıca "Bektachiyya", REI, LX (1992). Hacı Bektaş'ın Anadolu'da ikameti nin olası tarihlendirilmesi hakkında, Gölpınarlı, Vilâyetnâme, s. X IX-XX; Melikoff, Turcica, s. 12; Birge, s. 40, 51. Bektaş'ın şekil değiştirmeleri, Melikoff, Turcica, s. 1415. Şamanik kökenli bazı gelenekler hakkında, bkz. P. Boratav, "Vestiges oğuz dans latradition Bektaşî", A . X X IV O.O.K., s. 382-385. Buda ile benzerlikler, Vryonis-Decline, s. 369, not 44. Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş, M elikoff, Turcica, s. 12-17, Hay dar ve Hıristiyan eşi, H asluck-Christ i an i ty, c. II, s. 403. 34 Ocak-Baba Resul, s. 132 ve dev.; Cahen, "Baba lshaq, Baba llyas, Hadji Bektash et quelques autres", Turcica I (1969), s. 61-64. Hacı Bektaş'ın soyundan gelen birTürkmen olan Kalenderoğlu'nun Kanuni Sultan Süleyman döneminde ayaklanması, karş. Peçevi Tarihi, Baykal (ed.), c. I, s. 92: "Kalender, Hacı Bektaş-ı Veli'nin torunlarındandır".
ti’nin piri olan Ahi E vran’ın H acı Bektaş’ın yakın d o stu old u ğ u n u ileri sü rer. Rivayete göre Ahi Evran şöyle yazmıştır: “ Ben kimin şeyhiysem, H a cı Bektaş da o n u n şeyhidir.” Eflakî’ye göre, H acı Bektaş’ın nüfuzu k en t lerde M evlana’nın nüfuzuyla rekabet edebilm ektedir. D iğer yandan H acı Bektaş’ın gazilerin piri sayılması, o n u n 14. yüzyıl ortasında Yeniçeri oca ğını kurduğu gibi anakronik bir efsanenin nasıl d o ğ d u ğ u n u da açıklar. Bi lindiği gibi Yeniçerilere “ H acı Bektaş oğulları” adı verilir, ağalan ise “Bek taşî ağasıdır” ( ağayân-i Bektafîyân ),35 Kendisiyle ilgili rivayetlerde Hacı Bektaş, çok çeşitli unsurların aynı ad altında toplandığı bir tür kahraman g örünüm ündedir. Bu saygın kişinin çevresinde yer alan ve haklı ya da haksız olarak o n u sahiplenen çok değiş ken topluluklar (dönem lere ve söz konusu toplulukların yaygınlığına göre), Alevi, Kızılbaş, Tahtacı, vb adlarını almıştır, ancak bu adların hiçbiri asla Bektaşî sözcüğü ile tam eşanlamlı değildir. Bektaşî terim i sadece, 16. yüz yıla kadar anarşik olan bir silsileyi kurallara bağlamaya ve onu sıkıca yapı lanmış bir ö rg ü t haline getirmeye çalışan Balım Sultan’ın kurduğu tarikat için meşru bir şekilde kullanılabilir. Bunun da ötesinde, Hacı Bektaş’ın nniridleri, pirleriyle çağdaş olsun olmasın, bütü n ünlü M üslüm an mutasavvıf ları kendilerine mal etm e gibi bağdaştırmacı bir eğilimin etkisiyle Bektaşî adının çok geniş bir manevi kabul görm esine katkıda bulundular. Bu an lamda, bu alandaki herhangi bir adlandırm a hiçbir zam an bir diğerini dış lar nitelikte değildir. Bu adlar tam anlamıyla özdeşleşm eden bir araya gele bilir. Hacı Bektaş’tan kaynaklanan düşünce akımıyla ilgilenenler T ürk Şiili ği, ya da Bektaşî fıkraları gibi çok farklı olgulardan söz etm e durum unda kalabilir. Bektaşî düşüncesi36 başlığı altında incelenmesi söz konusu olan, tarihi bir gerçek olan tarikatın rolü dışında, T ürk dünyasındaki çok genel leştirilmiş b ü tü n bir evrenselci zihniyet ve bağdaştırmacı görüş açısıdır. Katı dogm atik sınırları olmayan geniş Alevi-Bektaşî manevi ailesi, ta 35 Ahi Evran ve Hacı Bektaş, Vilâyetnâme, Gölpınarlı, s. 50-54; E. Koşan, "Hacı Bektaş Veli et le Bektasisme", A r t de Cappadoce, s. 193. Hacı Bektaş'ın kentsel alanda et kisi, Eflakî, A rifle rin M enkıbeleri, c. I, s. 371-373. Hacı Bektaş ve Yeniçeriler, Gölpınarlı, "Les organisations de la Futuvvet dans les pays musulmans et tures", RFSEI (1949-1950), s. 21; V/eissmann, Les Janissaires, s. 15-17. 36 A le v i terimi hakkında, Melikoff, "Recherches sur les composantes du syneretisme Bektachi-Alevi", STM ABD, s. 379, 395; aynı yazar, "Au sujet de quelques fetes des Alevis d'Anatolie", UTFKB, s. 177-179. Kızılbaş terimi, A. Gökalp, Tetes Rouges et Bouches Noires; Tahtacı terimi, J.P. Roux ve K. Özbayrı, "Quelques notes sur la religion de Tahtacı", REI (1964), s. 45-86. Balım Sultan, Birg e-Bektashî, s. 56-58. Yeni çeri ocağının yok edilmesinden sonra Bektaşîler, Melikoff, "L'ordre des Bektaşîapres 1826", Turcica 15 (1983), s. 155-178. Bektaşî fıkraları, M. Eloğlu-O. Tansel, Bektaşî Dedikleri.
rihsel değişim ler so nucunda oldukça erken bir tarihte gayrimüslim halk larla, özellikle de Hıristiyanlarla tem as içine girmiş ve esnek heterodoksluğu sayesinde İslam ’ın dışındaki birçok unsuru kabullenm eye iyice hazır lanmıştı. O lan şuydu: T ürklerin, gazi dervişlerin de katıldığı, A nadolu’da ki ilerleyişi sırasında, stıfı topluluklar sistemli olarak Bizans sınırlarındaki uç beyliklerine yerleşiyor ve bu topraklar fethedildikten sonra zaviyeler kurarak buralardan hareketle yöreyi şenlendiriyor ve öğretilerini yerleşik yerli nüfus arasında olduğu gibi, T ürkm en aşiretleri arasında da yayıyor lardı. Vilâyetnâme 'hin Hacı Bektaş ve ilk m üridleri hakkında aktardığı ol gular, 14. ve 15. yüzyıllarda yoğun bir din yayma etkinliği yürütüldüğü konusunda bilgi verir. Ancak bu, kendine ö zgü, resmi İslam ’ın sınırlarının oldukça dışında bir din yayma anlayışıdır ve amacı, harekete yalnızca kâfirleri değil “sıra d a n ” M üslüm anları da katm ak, onları katı ortodoks İslam ’ın reddedeceği dış etkileri özüm lem eyi kabul eden bir tarikatın m ensubu yapmaktır. Vilâyetnâme:de, M üslüm anları kendi yoluna “ ihtida e ttiren ” bir Bektaş çı kar karşımıza ve bu hareketin o rtodoks İslam dışına çıkma eğilimini gös terir. Böylece, bölgede kol gezen eşkıyanın yanı sıra bir Germiyan beyi ile ord u su n u da kendi yanına çeker. Ayrıca Bektaş ve m üridleri, Vilâyctnâme'nin birçok b ö lü m ü n d e belirtildiği gibi, A nadolu’ya yerleşmiş olmakla birlikte İslâmlaşm am ış olan O rta Asya kökenli aşiretlerin de din değiştir m esinde büyük rol oynar; ilerki dönem lerde Bektaşîleri aşiret ve göçer dünyasına bağlamaya devam eden yakınlık da bu olguyu doğrular. Ancak burada bizi özellikle ilgilendiren, ilk Bektaşîler ile Hıristiyan nüfusun te masa girm elerini konu alan rivayetlerdir. Bu ilk tem aslar doktrin alanında ki olası etkilenm eleri ve sonradan gerçekleşecek olan karşılıklı çekimi da ha iyi anlam am ızı sağlar. Bektaşî hareketi başlangıcından itibaren “H ıris tiyan m eseleleri”n d e uzm anlaşm ış gibidir. Vilâyctnâme'de, Hacı Bektaş’ın Kapadokya’daki Rum köyü Sineso n ’da yaşayan Hıristiyanlara yardım etm ek için bir m ucize gerçekleştirdi ği anlatılır: Hünkâr, Kayseri’deıı U rgüp’e gelirken yolda, Sineson adlı bir Hıristiyan kö yüne ulaştı. Hıristiyanlar, çavdar ekmeği pişirmişlerdi. İçlerinden bir kadın ba şına bir tekne almış, ekmek götürmedeydi. Hünkârı görünce hemen tekneyi başından indirdi; derviş dedi, lütfet, bir parça al ye; bizim yerimizde buğday bitmez, ayıplama. Hünkâr, bu sözü duyunca, bereketli olsun, çavdar ekin, buğday biçin; kü çük ham ur yapın, büyük somun alın dedi. Şimdi hâlâ o köyde çavdar ekerler, buğday biçerler. Küçük hamurlar yapıp fırına atarlar, büyük somun çıkarırlar. Buğday ekerlerse çavdar olur, fakat çavdar ekince buğday biçerler. Gene bu
yüzden o köydeki Hıristiyanlar, H ünkâr’ın oturduğu makamı ziyaret ederler, her yıl toplanıp gelirler, kurbanlar, adaklar getirip şenlik ederler.
Bu rivayetin içinde Sineson’daki bir Bektaşî etkinliğinin anısı gizli gi bidir; bu etkinlik, fethedilm iş bölgelerde kurulan zaviyelerde sık sık işgü cü olarak kullanılan Hıristiyan cemaatlere tarikatın m addi yardımı şeklini almıştır. Köydeki Rum ların H ü n k âr’a gösterdikleri saygıyı gözler önüne sermeyi amaçlayan bu rivayette, m ucizenin Hıristiyan köylüler arasında yol açabileceği ihtidadan hiç söz edilmemesi dikkat çekicidir. Gerçekten de 1905 kadar geç bir d önem de, Sineson halkının d ö rtte üçü hâlâ Hıristiyandı. Ancak bu , H acı Bektaş’ı bir aziz olarak görm elerini ve türbesini ziyaret etm elerini engellem ez. Vital C u in et, H acı Bektaş tekkesinin 19. yüzyıl sonunda H ıristiyanlar tarafından hâlâ ziyaret edildiğini aktarır: ... (onlar) yerli Hıristiyanların aziz Haralambos ile özdeşleştirdikleri Hacı Bek taş Veli’nin türbesini her gün ziyarete gelirler. Bu inanç doğrultusunda türbe ye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç çıkarır, M üslüman hacılar ise bitişikteki camide namaz kılar. H er iki taraf da aynı şekilde iyi karşılanır.37
Ekonom ik bağlara, ritüellerde bağdaştırm acılığa ve Hıristiyanlar ile Bektaşîler arasındaki mistik tem asa Vilâyetnâme’nın başka bir bölüm ü de tanıklık eder: H acı Bektaş’ın gizli m üridi olup, “İslam ülkesinin öte yanın daki bir m em lekette” yaşayan bir keşişin buğdaya ihtiyacı olur, çünkü kıt lık hüküm sürm ektedir. O n u n bu sıkıntısı Hacı Bektaş’a m alum olur ve m üridlerinden biriyle keşişe buğday gönderir. Keşiş geleni yürekten karşı lar. Sonra m üridi gizli bir odaya g ö tü rü r, orada keşiş elbiselerini soyunur, elifi tacı başına koyar, derviş abasını giyinir ve dervişle beraber nam aza d u rur. Kendisinin de H ü n k â r’ın dervişi o ld u ğ u n u söyler; sonra yeniden ke şiş elbisesini giyer.38 Bu rivayet birçok noktayı açıklığa kavuşturur. A nadolu’daki T ürk ya yılmasının m ızrakbaşı olan Bektaşîler türündeki dervişler, daha askeri fe tih başlam adan önce, mutasavvıfların yaydığı mistik evrenselciliğin çekici liğine kapılan Hıristiyan yandaşlar kazanabilmişlerdir. D iğer taraftan bağ daştırm an zihniyet, birçok ritüelin, hatta kimi zam an karm a ibadethane lerde, fütûrsuzca yan yana gelmesi şeklinde açıkça betim lenm iştir. Bu din sel uygulam alar, yerel dinin terk edilmesini zorunlu kılmayan ve daha çok 37 Melikoff, "Un ordre de derviches colonisateurs: Les bektachis", M e m o ria l O. L. Bar kan, s. 149 ve dev. Germiyan beyi, Vilâyetnâme, Gölpınarlı, s. 43; Bektaş'ın Sineson'da gösterdiği marifet, age., s. 23-24. Sineson'da Hıristiyan çoğunluk, R, M. Dawkins, M odern Creek in A s ia M inör, s. 27. Hıristiyanların Bektaş'ın türbesine hacca gelişi, Cuinet, La Turquie d 'A sie, c. I, s. 341. 38 Vilâyetnâme, s. 56: "Müslüman keşiş".
yerel geleneğin mistik tamamlayıcısı ve içsel derinleşmesi olarak görülen manevi bir ideolojinin Hıristiyan ortam ında başarı kazanmasına katkıda bulundu. H acı Bektaş’ın ve m üridlerinin Hıristiyan toprağındaki yoğun etkinliğine Vilâyetnâme sık sık tanıklık etm ektedir: Erenler, Simavnalı Şeyh B edreddin’in de ilerde yapacağı gibi, bir Frengistan adasındaki keşi şi ziyaret eder. Evliyanın türbesini bir Hıristiyan inşa eder. M üridi H ay dar, Hıristiyan bir kadınla evlenir. Başka bir m üridi Karaca A hm ed Balkanlar’da büyük saygı görecektir. Sarı İsmail tekkeye dön ü ştü rd ü ğ ü Tavas kilisesine yerleşir ve İsa suretinde görü n erek kent halkını ihtida ettirir. R e sul Baba da Altıntaş ve H isarcık’taki Hıristiyanları benzeri bir dönüşüm ün so nucunda kazanır. Hıristiyan-Bektaşî ilişkileri O sm anlı dönem inde gelişecek ve tarikat m ensupları gayrimüslimlerle yakın bağlar kuracaktır; amaçları arasında o n ları İslam ’a d öndürm ek kuşkusuz vardır ama, çoğu zam an İslam ’a şeklen bağlanmayı zorunlu kılmadan dinlerüstü bir anlayışla mistik temaslara ö n celik verirler. Bu durum a im paratorluğun son dönem lerine kadar gayri müslim kaynaklar tanıklık etm ektedir: Bektaşîler karma ibadet yerlerini, ritüellerin birbirine karışmasını destekler; saflarına Hıristiyanları kabul eder ler, rahiplerle düzenli tem as halindedirler ve kimi zaman açıkça evrenselci nitelik taşıyan tüzükler hazırlarlar. Ö rneğin tarikatın bir kuralına göre: “ Gerçek Bektaşî hangi dinden olursa olsun her insana saygı gösterir, onu sevgili kardeşi sayar. H içbir dini red d etm ez, hepsine saygı gösterir. H içbir kutsal kitabı, ahirete ilişkin hiçbir öğretiyi m ahkûm etm ez” . Bu geniş g ö rüş açısı tarikatın sık sık eski ve saygın şahsiyetleri kendinden saymasına neden olm uştur; bu şahsiyetler Aya Yorgi’den halk tarafından çok sevilen ozan Y unus E m re gibi en ünlü T ü rk mutasavvıflarına kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturur. Burada Yunus E m re’den söz etm em iz gerekir, ç ü n kü şiirsel ve mistik etkisiyle A nadolu ve T ürk dünyasında sufıliğin evrenselci eğilim lerinin halka mal olm asına katkıda b u lunm uştur.39 B ) Y unus Em re ve “Aşk D in i” Büyük T ürk ozanın kişiliğinde bize en ilginç görünen yön, zam anın b ü tü n mistik-şiirsel akımlarını özüm lem iş olmasıdır. Ö nem li olan o n u n şu ya da b u akıma şeklen sıkı sıkıya bağlı o ld u ğ u n u n saptanması değildir (za 39 Bektaş ve Frengistan adasındaki keşiş, Vilâyetnâme, s. 66-67. Türbenin mimarı, age., s. 91. Haydar, bkz. yuk. dipnot 33. Karaca Ahmed, Has\uck-Christianity, c. II, s. 404. Sarı İsmail'in Tavas'a gidişi, Vilâyetnâme, s. 82-83. Resul Baba, age., s. 8889. İslam-Hıristiyan ibadet mekânları, ritüel karışımları, Bektaşî etkisinden kaynakla nan dinler arası temaslar, karş. Hasluck-C hristianity. A lıntı olarak dile getirilen evrenselci inanç beyanı Arnavut Naim Fraşeri Bey'e aittir, age., c. II, s. 561.
ten tarihsel açıdan bunu belirlem ek oldukça g üçtür); önem li olan, Bektaşîlerin, M evlevîlerin ve A nadolu T ürk halkının kendilerini b u ld u ğ u bu m ütevazı saz şairinin, erken ortaçağdan itibaren A nadolu insanına dam ga sını vuran bir ruh halini, hayat karşısında alınan tavrı, mistik bir boyutu ve manevi bir açılımı şahsında temsil etm esidir. Yapıtlarında özellikle A ttar’ın (1 1 1 9 -1 1 9 3 ) ya da İb n ü ’l-Fârid’in (1 1 8 2 -1 2 3 5 ) işlediği eski İran ve Arap tem alarını yeniden ele almış, 12. yüzyılın büyük mutasavvıfı A hm ed Yesevî’den gelen O rta Asya geleneğinin ve M evlana’nın da etkisinde kalmış o l sa da, Yunus Em re bu katkıları bir türdeşlikte buluşturm uş ve özg ü n bir üslup oluşturm ayı başarmıştır. O zan böylece Osm anlı dönem inden g ü n ü m üze kadar azalm adan gelen bir ün kazanmasını sağlayan yeni bir T ürk ve A nadolu şiirsel harm anını gerçekleştirm iştir. G ezgin derviş Y unus’un işlediği tem alar, Selçuklu dönem inin so nunda A nadolu sufılerinin zihni yetindeki belirli bir evrenselcilik anlayışına tanıklık etm ektedir.40 Ö ncelikle, Osmanlı dönem inde büyük ölçüde gelişecek olan Melanıî tarzı bir antikonform izm söz k o nusudur; işin özü , İslam ’ın cevaz verm e diği davranışlara mistik bir anlam yükleyerek onları övm ektir. Bu y ö n te min amacı yasak olan bir hareketi, çoğu zam an dünyevi yaşam ve sosyal konform izm izlerini taşıyan basit dış uygulam aların (ibadetlerin) üzerin de, bir kutsam a aracına d ö n ü ştü ren içsel (batînî) dinin ü stünlüğünü ilan etm ektir. Böylece şarap kullanımı ya da musiki mistik sarhoşluğa dönüşür, meyhane A llah’ın sakisi olduğu kâinatı simgeler: “Ben oruç nam az içtin süci içdüm esridüm / Tesbîh u seccadeyçün dinledüm eşte k o p u z” der Yunus şiirlerinde. Allah’a seslenir ve o n u n aşk şarabından içm ek istediği ni ifade eder. Kendisini her şeyden önce E m re ya da Âşık olarak gören Yuııus’ta Aşk kavramı her şeyin m erkezinde, b ü tü n engellerin üzerindedir; 40 Kuluna karşı sert davrandığı için âşığın A llah'a sitem etmesi A ttar'ın ve Yunus'un ortak temalarından biridir: "Sana nasıl davransam ki; acıdan başka bir şey vermedin bana", Attar, Elahi Nameh, s. 230; "Neyledim nitdüm sanâ iy padişâh/Ben mi düz düm beni sen düzdün beni/Pür ayıb nîşe getürdüm iy ganî",Yunus Emre, Risâletü'nN ushiyye ve Dîvân, Gölpınarlı (ed.), s. 150; İbnü'l-Fârid'in ve Yunus'un dinlerüstü an layışı: "Caminin minberi Kur'an'la aydınlanmıştır; ama bir kilisenin üzerinde İncil du ran mihrabı da manadan yoksun değildir ve Musa'ya halkı için vahyedilmiş Tevrat kitapları da boşuna değildir; hahamlar onların aracılığıyla her akşam A llah'la konu şurlar". İbn al-Fâridh, La Grande Taiyya, s. 56; Yunus kiliselerde dua etmekte tered düt etmediğini belirtiyor, Risâlet, Gölpınarlı, s. 156; ona göre Tevrat, İncil ve Kur'an insanın içinde mevcuttur, age., s. 170. Mevlana'nm ve Ahmed Yesev^nin etkisi, Yu nus Emre, Le livre de 1‘A m o u r Sublime, Halbout du Tanney ve Seghers (ed ), s. 11-13. Macaristanlı György'nin Tractatus adlı yapıtı sayesinde 15. yüzyıldan itibaren Avru pa'da tanınan Yunus Emre (Bombaci, Litterature turque, s. 240) hakkında yazılmış birçok yapıt bulunmaktadır, karş. Yunus Emre Bibliyografyası. Kitap-M akale, Anka ra, 1988.
gerçek m üm in K ıyam et’in ve C eh en n em ’in eziyetlerine inanm az, “ bakkal gibi” terazisinde günah tartan bir Allah istem ez o. “Aşk dini” aynı zam an da ve özellikle ibadet farklılıklarını aşar ve Yunus dinlerüstü inancını gür bir sesle ilan eder: “B ütün dinler bizim için m akbuldür” . Samimi Âşık kendini herhangi bir ibadet yerinde rahat hissedebilir, çünkü o yerin her köşesinde ve h er zam an cananını bulabilir: “ Bir dem varur mescidlere yüz sürer anda yirleri / Bir dem varur deyre girer Incîl okur ruhban o lu r” . Bu tavır gayrim üslim lere karşı çok açık bir yaklaşım doğurur: “ Biz kimseye kin tutm asız / Ağyar dahi d o sttu r bize” . Yunus’a göre sufı han gi ibadeti isterse edebilir, çünkü gerçek m üm in bu ibadet aracılığıyla Ya radan nezdinde geçerli tek ibadete her zaman ulaşır. Derviş, mistik bir P ıoteus gibi şekillere ve zahiri kanaatlere önem vermez: Gökyüzünde Isa ile Tur dağında Musa ile E lindeki asa ile çağırayım M evlâm seni.
Derdi ökiiş Eyyub ile gözü yaşlı Yakub ile Ol M uham m ed M ahbub ile çağırayım Mevlâm seni.’*'1
13. yüzyılda A n ad o lu ’da hızla çoğalan gezici dervişlerin bu evrenselci tavrı halka olduğu gibi seçkinlere de yansıyacaktır. Dinsel bağdaştırmacılığa ivme kazandıran bu tavır A nadolulu olmayan M üslüm an ya da H ıris tiyan gözlem ciler tarafından çoğu zam an şaşkınlıkla karşılanmış, şu ya da bu Selçuklu hüküm darının ya da T ürkm en beyinin bağdaştırm acı uygula maları ya da aşırı hoşgörüleri nedeniyle dinsel kimliklerinin çok belirsiz kalmış olması onların sık sık kâfirlikle, kuşkuculukla hatta mülhidlikle suç lanmasına yol açm ıştır.42 41 Şarap ve musiki, Risâlet, Gölpınarlı, s. 64; Meyhane, Divân ; ayrıca karş. Bırge-Bektashî, s. 91 ve ibn al-Fâridh, A l Kham riya, l'Eloge du vin, Dermenghem (ed.). ilahi aşkın şarabı, Yunus Emre, Poemes, Saraç ve Gölpınarlı (ed.), s. 25. "Terzi kurarsın hevâset dartmaga / Kasdidersin beni oda atmağa / Terezi ânâ gerek bakkal ola / Ya bezirgan tacir ü attâr ola", Risâlet, Gölpınarlı, s. 150. "Işk mezhebü dindür bana". Divân, Regnier, s. 55; karş. İbn Arabî, yuk. dipnot 12. "Bir dem varur mescidlere...Bir dem varur deyre...", Risâlet, Gölpınarlı, s. 156; Mevlana: "Kimi zaman siyahlar giyinir ve bir ke şiş asası taşırım, kimi zaman sarık sararım başıma", Burguiere, Mantran, "Quelques vers grecs du XIİle siecle en caracteres arabes", Byzantion 22 (1959), s. 79. 42 Doktrin konusunda uzman olan Konstantinopolis'teki Kutsal Sinod bile Konstantinopolis'e sığınan sultan II. izzeddin Keykâvus'un Hıristiyan mı Müslüman mı olduğu ko nusunda kararsız görünmektedir. Sultan gerçekten de ayin alaylarına katılmış, Kudas ayininde kutsal şarapla ekmek yemişti; bu nedenle onun gerçekten Hıristiyan olup ol madığını saptamaya çalıştılar, ancak titiz bir araştırmaya rağmen yargıçlar karar ver mekte tereddüt ediyorlardı: "Sultan Hıristiyan mıydı değil miydi, onlar bu konuda kuşku duyuyorlardı". Pahimeres, Failler (ed.), s. 349/2-5.
4- RUM ÜLKESİNİN SUFİLERİ VE HIRİSTİYANLARI: O R TAK K A V R A M LA R
13. yüzyılda A nadolu to p lu m u n u etkileyen açık tasavvufun dinler ara sı temasları destekleyerek, bir yandan rakip dogm anın iç yapısının kavran masına, diğer yandan resm en rakip d u ru m u n d a olan dinler arasında kısmi bir kavramsal ya da m etodolojik ortaklığın bilincine varılmasına yol açtığı varsayılabilir. Bu düşünse! tavır, farklılıkları azaltıp belirli bir dinlerüstü anlayışa yol açabilirdi. İbn Arabî ve m üridlerinin İsa’nın ikili bir doğaya sahip oluşu, Teslis ya da tasvir tapıncı dogm asının varoluş nedenini soğukkanlılıkla açıkladıkla rını, hatta b u n u Hıristiyan bağlam ında doğru kabul ettiklerini görm üştük. Bazı aşırı uçlar İslam iyet- Hıristiyanlık tartışm alarında İsa’nın Tanrı o ld u ğunu bile kabul etm işlerdir. M evlana’nın ibadette musiki ve raksın m er kezi önem i üzerinde bu kadar ısrarla durm asının bir nedeni de, kendisinin de ifade ettiği gibi, A nadolu ahalisinin bu tü r duyulara hitap eden göste rilere bağlılığını bilm esidir. A nadolu’da geç dönem lere kadar varlıklarını koruyan ve “raksçı” ( Khoreutes) adı verilen M essalien’leri43 düşünm eden edem iyor insan. Ayrıca, İbrani kökenli bir tü r danslı dua geleneği de g e liyor akla (Yahııdilerin kutsal yasa levhalarını sakladıkları sandık önünde dans eden D avud). Bu geleneğin izlerine eski H ıristiyanlıkta, özellikle Etyopya geleneğinde hatta Bizans menşeli H ıristiyanlıkta da rastlanır. Neyin Mevlevîlerin manevi simgeciliğinde o ld u ğ u gibi, “ R u h ü ’l-K udüs’iin F lü tü ”44 gibi tanım ların kullanıldığı doğu H ıristiyanlığında da önem li bir ye ri old uğunu biliyoruz. 43 5. yüzyıldan ortaçağ sonuna kadar Anadolu'da sayıları kalabalık olan bir Hıristiyan sapkın mezhebinin üyeleri. Doktrinleri sürekli ibadete ve katı bir çileciliğe dayalıydı. Kendilerine aynı zamanda "raksçı" da denmesinin nedeni, belki de yaptıkları mistik bir danstı. Messalien'ler 431'de Efes konsilinde mahkûm edilmişlerdi.
44 İbn Arabî ve Hıristiyan dogmaları, yuk. dipnot 11; İsa'nın tanrısal niteliği, yuk. dip not 13. Mevlana'ya göre Anadolu ahalisi ve musiki, yuk. dipnot 19. "Khoreutes", Runciman, M arıicheism e, s. 26 ve Marrou, A rıtiq u ite tardive, s. 173. Etyopya ruhban sınıfının ayin raksları hakkında, J. Leroy, L'Ethiopie, s. 21, 23. Polonyalı bir gezgin 1905'te Sibirya'da bir Rus ile karşılaştı; bu adam "Ortodoks Kilisesi tarafından "semâzen" adıyla bilinen ve eskiden Bizans'tan Rusya'ya gelmiş bir mezhebe mensup tu...."; bir yandan İsa duasını okurken, bir yandan büyük bir hızla dönüyor ve "gide rek daralan daireler" çiziyordu. Adam gezgine raksını şöyle yorumladı: "Dua böyle edilmeli, o zaman dualarınızın mis kokulu çiçeklerin hışırtısı gibi Yaradan'ın ayakla rı dibine düştüğünü duyarsınız.... Gürültülü bir hayatın ortasında, sizin mezhebiniz den olmayan kişilerin arasında bu şekilde dua etmek imkânsızdır. Biz bu nedenle in sanlardan kaçıyor ve dua etmek için ıssız evlere gizleniyoruz.", F. Ossendovvski, aln. yap. M. Vâlsan, ET, (1969), no 411, s. 26-30. Mevlevîlerin neyi hakkında; karş. V it
M odern gözlem ci için 13. yüzyılda H ıristiyanlar ve M üslüm anlar, hem halk ibadeti alanında, hem de mistiklerin ibadet yöntem lerinde ya da ila hiyatçıların kavram larında birçok tem el eğilimi paylaşır gibidir. Ö rneğin batıda Aziz Francesco’n un gayretiyle gelişen Isa’nın doğuşu kültü gibi, Eyyubîleriıı kurum laştırdığı ve daha sonra Süleyman Çelebi tarafından Türkçe yazılıp halk arasında yaygınlık kazanan Peygam ber’in doğum u hakkındaki mevlidler 13. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmıştır. Bizans tanrıbilimcilerinin çok önem verdiği akıl yürütm e yöntem i a pop h a tiq u a , Mevlana’nın yabancısı değildir. H ıristiyanlarda Logos konusunda görülen ge lişmeler, İbn A rabî’nin M uham m ed’in şahsı konusundaki bazı nazariyelerini bir bakıma hatırlatır gibidir; aynı şekilde Endülüslü sufinin geliştirdi ği “Şeceretü’l-kavm ” tem asının, İskenderiyeli Klemes örneğinde g ö rü ld ü ğü gibi, H ıristiyan dünyasında da karşılıkları vardır.45 U zm anların ifade ettiğine göre, keram et ve % ttpıauaTa [karismata] sözcükleri arasında bir akrabalık vardır; kısa ve coşkulu dualar, sufı zikir leri ve Hesykhiacılar 1in “ m onologia” ları gibi özgün M üslüm an ve H ıristi yan yöntem ler arasında, mistik ifade tarzları, teknik sözcük dağarcıkları ve m etodolojiler açısından çarpıcı benzerlikler görülm ektedir.46 Ağır ağır ilerleyen to p lu bir olgunlaşm anın sonucunda ve güçlü mistik şahsiyetlerin etkisiyle, 1000 yılından sonra A n adolu’da iki dinsel grup, Bi ray-Meyerovitch, M ystique e t Poesie, s. 88-89; M esnevi neye yapılan göndermeyle başlar: "Neyin anlattığı hikâyeyi dinle...", Vitray-Meyerovitch ve Mortazavi çevirisi, s. 53. "Ruhü'l-Kudüıs'ün flütü" deyimi örneğin Suruçlu Yakub'un (452-521) lakabıdır, karş. F. Jourdan, La T radition des Sept Dormants, s. 58. İskenderiyeli Klemes'e göre, Stromates, I, s. 104-105, antikçağdan itibaren Anadolu ahalisi musiki ve çalgıcılık alanında sağlam bir üne sahipti: " N abla (eupov ta v vap^av koAoojievov) adı verilen çalgıyı Kapadokyalılar icat etti. .. Panflüt Frikyalı Satyross'un icadıdır, yine Frikyalı olan Agnis ise üç telli sazı icat etti. Tellere parmak uçlarıyla vurma fikrinin de yine Frikyalı Olympos'a ait olduğu sanılmaktadır; öncekilerle aynı bölgeden olan Marsyas ise frikya, miksofrikya ve miksolidya makamlarını yaratmıştır..,. Flütü (^puyeG auAov ercevorıaav) icat edenler Frikyalılardır. Bizans ayin düzeni çevriminde büyük ölçüde geliştirilmiş olan "Ateşin içindeki çocuklar" temasına ( Litourgikon , 17 Aralık, 691 692) Mevlana tarafından da yer verilmiştir, MathnavT, Vitray-Meyerovitch (ed.), s. 100 .
45 Mevlid özellikle 604/1207-1208'den itibaren Selahaddin Eyyubî'nin eniştesinin teşvi kiyle gelişmiştir, El, "Mavvlid". Süleyman Çelebi, M evlid , Alangu (ed.), s. 5-15 ve Timurtaş (ed.), s. I-XVI. Mevlana'da apophatiqua, MathnavT, s. 1423. ibn Arabi'de Lo gos ve hakîka muhammediye, A. Jeffery, "İbn al-Arabî's Shajarat al-Kawn", Studia islam ica 10 (1959), s. 50-53. Klemes'te "Kavimlerin Melekleri", Stromates 6, P.G. 9, s. 261; ioannes Khrysostomos'ta aynı konu, Hom elies sur St. Paul, s. 39; Zerdüştlükte ve Şiilikte, Corbin, İslam Iranien, c. II, s. 76. 46 yu j'ıın n a ıU -, karş. El, "Karamat". Zikir ve "Monologia", karş. J. Gouillard, Petite Philocalie, s. 234-235.
zanslılar ve E rm enilerden oluşan H ıristiyan grup ile Türklerin baskın ol duğu M üslüm an grup tek bir coğrafyayı paylaşmakla yetinm ek ve d ü şün sel bir yeterlik anlayışıyla içlerine kapanm ak yerine, Selçuklu dönem inden itibaren bir karşılıklı tahlil süreci başlatmışlar; birbirlerine ayna tutm uşlar; karşılıklı alışverişleri içinde kimi zam an çeşitli ibadetleri kaynaştırarak yeni bir dinlerüstii düzen kurm a gibi köktenci arzular geliştirmişler ve bu sü reç, sonunda gerçek bir dinsel iç içe geçişe yol açmıştır. 15. yüzyılın başında Simavnalı Şeyh B edreddin’in şahsiyeti üzerinde tem ellenen geniş ölçüde dinlerüstii hareketi, 13. yüzyıldan itibaren kuru lan ve 14. yüzyılda İb n A rabî’nin, M evlana’nın, H acı Bektaş’ın ya da T ürkm en Babaîlerin tilm izlerinin itici gücüyle genişleyen bu mistik zemin üzerine o tu rtm ak gerekir.47
47 Hacı Bektaş'ın ilk halifeleri ve 14. yüzyılda Babaîlerin rolü, Melikoff, M em oriol Bar kan, s. 154-156 ve Ocak-Baba Resul, s. 81 ve dev.
İK İN C İ B Ö L Ü M
SİMAVNALI ŞEYH BEDREDDİN (760/1358-59-819/1416) ORTAÇAĞ OSMANLI SULTANLIĞINDA TASAVVUF VE EVRENSELCİLİK
Bedreddin ve Sakızlı papazlar: D inde ayrıysak nola iy sırr ı H ak / R abbim üz birdiir kamumuz abd-i H a k .1 Bedreddin m üridi Börklüce M u stafa’nın düşünceleri: M ezkûr köylü, Tiirklere va’z ve nasâyihde bulunuyor [gön üllü yoksulluğu öğütliiyor] ve kadınlar m üstesna olm ak üzere erzak, m elbûsat, mevâşî ve ara zî gibi şeylerin kâffesinin um um un mâl-i müştereki addedilm esini tavsi ye diyor idi. D iyordu ki: “ Ben senin emlâkine tasarruf edebildiğim gibi sen de benim emlâkime aynı suretle tasarru f edebilirsin.” Köylü avâm-ı halkı bu nevi sözleriyle kendi tarafına celb ve cezb etdikten sonra Hıristiyanlar ile dostluk tesisine çalıştı.2 M üridlerin ölüm ü: Börklüce’ye tatbik olunan en müthiş işkenceler bile onu fıkr-i sabitinden çeviremedi. M ustafa, bir deve üzerinde çarm ı ha gerildi. Kolları yekdiğerinden ayrı olarak bir tahta üzerine çivilendik ten sonra büyük bir alay ile şehirde [Ayasluğ] gezdirildi. Kendisine sadık
1
S im a v n a K o d ıs ıo ğ lu Şeyh B edreddin M a n â k ıb ı, A . G ö lp ın a rlı, i. S ungurbey (ed.), Eti Y a y ın e v i, 1967, İs ta n b u l, s. 90.
2
D ukas ta rih in d e n F. B a b in g e r'in A lm a n c a y a ç e v ird iğ i, K ö p rü lü za d e A h m e d C e m a l'in de A lm a n c a d a n T ü rk ç e y e n a k le ttiğ i p a rç a , A b d ü lb a k i G ö lp ın a rlı, ism et S ungurbey (önsöz), S im a v n a K o d ıs ıo ğ lu Şeyh B edreddin, [b u n d a n sonra G ö lp ın a rlı-B ed redd in] Eti y a y ın e v i, İs ta n b u l, 1966 iç in d e , s. X I.
kalan mahrem ânı M ustafa’nın g ö zü önünde katledildi. Bunlar “ D ede Sultan iriş!” nidalarıyla mütevekkilâne ölüm e tevdi’ -i nefs ettiler.3 I- TA R İH İLE EFSANE ARASIN DA: YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKEN BİR ŞAHSİYET
O rtaçağ A nadolusu’nda yaşamış bazı sufıler üzerinde inceleme yapar ken, tarihsel ve yaşamöyküsel boyuttan çok bu şahsiyetlerin yarattıkları mistik etki önem kazanır: Haklarında tarihsel açıdan az şey bilinen, ken dileri de az yazmış ya da hiç yazmamış Hacı Bektaş ya da Hacı Bayram’ın durumu az çok böyledir. Bazı sufılerin ise yapıtları, geniş kapsamları ve et kileriyle her şeyden ağır basar: Örneğin İbn Arabi’nin, Celaleddin R û mî’nin ya da Yunus Em re’nin durum u budur. Fusûsü7 -Hıkcm îıı, Mevlana’yı göklere çıkaranların bazılarının “ İkinci Kur’an” dedikleri Mesnerrh in ya da D ivân’m önemi, bu şahsiyetlerin kendi dönemlerinde toplum içindeki gerçek yerlerini ikinci plana itmektedir. Bu durum, çok önemli konumlarda bulunmuş İbn Arabî ve Mevlana için de geçerlidir. Simavnalı Bedreddin için kesinlikle aynı şeyler söylenemez. Onu bii tün karmaşıklığı içinde incelemek ve anlamak için, mutlaka özgün tarih sel bağlamı içerisinde ele almak gerekir. Oynadığı siyasal rol, öğretisinden ve mistik etkisinden çok daha kolayca kestirilebilir. Neredeyse hiç bilin meyen yapıtlarının sistemli bir incelemesi yapılmadığından, öğretisine ve mistik etkisine ilişkin öğeleri anlamak kolay değildir. Yazdığı kırk dolayın da yapıttan yalnızca Vâridât incelenmiştir ve en azından doktrin bakımın dan, çarpıcı bir özgün niteliğe sahip olm adığı söylenebilir. Büyük bölümü Arapça yazılmış yapıtları inceleninceye kadar, Bedreddin siyasi tarih alanı na aittir ve ona yaklaşırken, dönem inin, başına gelen ya da yol açtığı olay ların ciddi bir analizi yapılmalıdır. Üstelik Bedreddin’in isyanı, tarihçi ol sun olmasın, birçok yazarın ilgisini çekmiş olduğundan, kimi zaman biraz üstünkörü bir biçimde İslam ve Türk tarihinde kendi türünde tek vaka olarak görülebilmiştir.4 “ Bedreddin vakası” nı doğru olarak değerlendirmek için İslam tarihin de ve bu vakadan önceki dönem de A nadolu’da Simavnalı şeyhin isyanına benzer olayları ya da ilkörnekleri mutlaka gündeme getirmek gerekir. Ay rıca olayı daha geniş bir İslami çerçeveden kopararak, Arap-İran dünyasın daki isyancı tasavvufun tarihini ihmal etmeye yol açacak fazla “ Osmanlı
3
D ukas, age., s. X II.
4
M e snevî, " C ora n e n tan gue p e rsa n e ", M e y e ro v itc h (ed.), s. 18. B edreddin b ib liy o g ra f yası a ş a ğ ıd a d ip n o t 9 'd a n 13'e k a d a r b e lir tilm iş tir.
merkezci” bir analize sapıp, daha işin başında olayın mutlak özgün lüğü nü öne çıkarmanın çekiciliğine kapılmadan, bu kişinin yaşadığı çağdaki ve sonraki etkisi de değerlendirilmelidir. Aksi yönde bir tavırla, olayın ö z günlüğünü dikkate almamak ise, olayı aşırı bir şekilde sıradanlaştırmaya, boyutlarını küçümsemeye, hatta kimi zaman tamamen yok saymaya yol açmaktadır. Bu tür olayların Türklere özgü olması muhtemel yanının tam bilincine varamayan, kimi zaman da bunun hiç farkında olmayan İslam içindeki siyasi-dini heterodoks akımların tarihçileri bazen böyle bir eğilim sergiler. Bedreddin M üslüman dünyasında yerleşik iktidara karşı isyan düzenle yen ne ilk ne de son kişidir ama, ortaçağ sonunda Anadolu ve Balkan dün yasının geçirdiği sosyopolitik kriz ile dinsel ve mistik gerilim g ö z önünde tutulursa, son derece anlamlı bir örnek oluşturmaktadır. Bu durum da g e niş bir tarama yapmak ve Bedreddin olgusunun gerçek kapsamını anlamak isteniyorsa, onun özüm sediği çeşitli mirasları incelemek gerekir. İlk incelenmesi gereken kuşkusuz İslami mirastır. Ancak Bedreddin’de bu mirasın birçok yüzü bulunmaktadır: Her şeyden önce o gerçek bir âlimdir, gençliğinden beri çok yönlü bir eğitim görm üş ve fıkıh alanında uzmanlaşarak değerli bir fıkıh âlimi olm uştur. Âlim ve ortodoks bir M üs lüman olan Bedreddin, hayatının belirli bir döneminde karşılaştığı bir mürşit sayesinde mistik aydınlanma deneyimi geçirecektir. Bu karşılaşma, menakıbnamelerde sık sık rastlanan bir şema uyarınca, hayatını alt üst ede cek ve onu bir derviş haline getirecektir. Bu andan itibaren silsilesi Gazâlî tarzı klasik sufılikte aranmalıdır. Başka bir ifadeyle, bâtını tasavvuf dene yimi, genel çizgileriyle hoşgörülen doktrin normları içinde kalmaktadır. Daha sonra, hayatının ikinci bölüm ünde, ortodoks ve ılımlı tasavvufla arasına mesafe koyarak diğer bir geleneksel tasavvuf cephesi içinde açıkça saf tutar: Kötü üne sahip kurulu düzeni değiştirmek ve “ mistikokratik” bir ideal uğruna dünyayı yeniden şekillendirmek isteyen sufinin silahlı ayak lanması. İster kelam, ister tasavvuf nitelikli, isterse isyancı olsun, klasik Arapİran İslam ’ı, Bedreddin olgusuna damgasını kuvvetle vurmuştur ama, bu şahsiyetin Türk ve Anadolu nesebi de hiç göz ardı edilmemelidir. Tasav vuf anlayışının İbn Arabi’ye bağlandığı açıktır, ancak bu bağlantı E ndü lüslü mürşidin Türk miiridleri Sadreddin Konevî, Davud-ı Kayseri ve Bed reddin’in devam ettiği ilk Osmanlı medreselerindeki Ekberiyye okulu ara cılığıyla kurulmaktadır. Selçuklu döneminden beri bütün orta ve doğu Anadolu’da yaygın olan Şii duyarlıklı belli bir tasavvuf anlayışı, Ahlat’lı bir Türk sufısi olan, Azer baycan ve İran ile çok sıkı temasları olan mürşidinin vasıtasıyla kendisinde
kuvvetle mevcuttur. Menakıbnamesinin yazarının ısrarla belirttiğine göre Bedreddin, Yunus Em re’nin Türkçe yazılmış Anadolu tasavvuf şiirinden de doğrudan etkilenmiştir. Bedreddin’de çok belirgin olan H allac’ın anlayışı na yakınlık ise, Orta Asya’dan Bektaşîlere kadar Bağdatlı büyük şehitin de rin bir şekilde etkilediği bütün bir Türk geleneğinin izini sürer.5 Simavna şeyhinin isyanı ayrıca Anadolu Tiirkleri’ne özgü aile ve aşiret çekişmeleri ortamında yer alır. Bedreddin aslen Selçuklu olduğunu ileri sürer, bu durumda kayıtsız şartsız bir Osmanlı yandaşı olmaya yatkın de ğildir; buna karşılık içlerinden birinin yayılmacılığına karşı çıkan ve en iyi şartlarda bu durumu eşitler içinde birinci olarak değerlendiren Anadolu beyleriyle dayanışma eğilimindedir. Şeyh ayrıca yetiştiği Selçuklu ortam ın daki bazı bağdaştırmacı uygulamaların mirasçısı gibidir. Bu bağlam da ak la İzzeddin Keykâvus’un davranış tarzı geliyor.6 Ancak bu Ttirk-Anadolu özelliğinin yanı sıra, Rum eli’deki ilk Türk ka dılarından birinin oğlu olan Bedreddin ’in, hem siyasi kariyerinin hem de isyanın yönlendirilmesinde belirleyici bir rol oynayan Balkanlar’la arasın da derin bağlar vardır. Babası Trakya’yı, İrene Beldiceanu’nun kuramına göre, kendi hesaplarına fetheden ve Osmanlı egemenliğini her zaman te reddütsüzce kabule yanaşmayan gazilerden biri olduğu gibi, annesi de es ki bir Hıristiyandır. Eşi de Hıristiyan olacaktır, gelini de. Ayrıca o, M üs lüman bir azınlığın Hıristiyan kitlelerle sürekli temas halinde olduğu dârü’l-harbde doğm uştur.7 Bu durumda Bedreddin, sözcüğün hem 13. yüzyıldaki anlamıyla R û m î’dir, yani Diyar ı R um ’ludur; hem de 14.-15. yüzyıllarda Balkanlar’da5
B e dreddin h a re k e tin in de iç in d e y e r a ld ığ ı A n a d o lu s iy a s i-d in i b a ğ la m ın ın iy i b ir in celem esi A . Y . O c a k ta ra fın d a n y a p ılm ış tır: "Q u e lq u e s rem arques sur le rö le des derv ic h e s K alend erîs da ns les m o u v e m e n ts p o p u la ire s et les a e tiv ite s a n a rch iq u e s au x X V e e t X V Ie siecles dans l'e m p ire o tto m a n ", O. A . 3 (1982), s. 69 -80. B edreddin o la yı, 1. H . U z u n ç a rş ılı'n ın O s m a n lı T a rih i, c. I, s. 190-193 y a d a H. Z. Ü lk e n 'in La p e n s le de l'ls la m , s. 27 3 -2 8 6 , g ib i T ü rk y a z a rla rın genel y a p ıtla rın d a ka p sa m lı o la ra k in c e le n m iş o lm a k la b irlik te , sa ğ la m b ir şe kild e b e lg e le n d irile n L a o u s t'u n Les sehism es d a n s l'ls la m , y a d a C o rb in 'in H is to ire de la p h ilo s o p h ie is la m iq u e g ib i İs la m 'la ilg ili genel y a p ıtla rd a ona h iç d e ğ in ilm e m e k te d ir. T ü rk H a lla c îliğ i k o n u su n d a uzun a n a liz le r y a p a n M a s s ig n o n b ile , (P assion, c. II, s. 13, 33 -37, 24 0-28 8) R um ü lk e s in in M a n s u r'u adı v e rile n k iş iy e y a ln ız c a ik i ço k kısa a tıfta b u lu n m a k ta d ır: c. II, s. 41 4, d ip n o t 3 ve s. 449. G ün üm ü zde İbn A ra b i'y e ve o k u lu n a ye n id e n ilg i g ö s te rilm e y e b a ş la n d ığ ı h a ld e , E ndülüslü s u fin in ta k ip ç is i o ld u ğ u n u a çıkça b e lirte n B edre d d in 'e E kberiyye ha reketi üzerinde yeni y a p ıla n ç a lış m a la rd a özel b ir yer v e rilm e m iş tir. K arş. J. J. M o rris , "ib n A ra b î a n d h is in te rp re te rs ", J.A.O .S. 106, 3 (1986) ve 107, 1 (1987).
6
B e d re d d in 'in S elçuklu a s ıllı olm a sı h a k k ın d a bkz. a şa ğıda d ip n o t 14. izzedd in K eykâvus h a k k ın d a , bkz. yu k a rıd a , b ö l. I, d ip n o t 42.
7
B e d re d d in 'in çevresinde ki H ıris tiy a n k a d ın la r hak., bkz. a şa ğıda d ip n o t 17.
ki anlamıyla Rûm î’dir, yani Rumeli’lidir. H atta o sırada ve daha ilerdeki dönemlerdeki çok kişi gibi, Rûmî oğlu, yani O rtodoks Hıristiyan bir ana nın oğludur. Bu nedenle Menakıbname yazarı eser boyunca Simavnalı şeyhe, “ Rum Hallac’ı” , “ Rum Işığı” (Pcrtev-i Rum ), “ Rum Bistâmi’si” adlarını ısrarla verir; bunu yaparken Bedreddin’iıı misyonunun coğrafi ve insani açıdan güçlü bir bir temele oturduğunu vurgulamak ister gibidir. Şu ya da bu önemli şahsiyeti fetih sürecinde olan bir bölgeye siyasi ve di ni bakımdan bağlama ısrarına, sık sık Şeyhü’r-Rum adı verilen Hacı Bay ram örneğinde ya da Aşıkpaşazade’nin söz konusu ettiği Abdalân-ı Rum örneklerinde rastlıyoruz.8 Bedreddin’in şahsiyetini bu çeşitli mirasların, M üslüm an, Türk-Anadolu, Balkan miraslarının ışığında ele almak gerekir; yaşamöyküsünün analizi ise Bedreddin olgusunun etki alanını ve çeşitli aidiyetlerine neler borçlu olduğunu saptamamızı sağlayacaktır. Ancak yapıtları az bilindiğin den, araştırmaların bugünkü durumunda şeyhin hayatı ancak kısıtlı sayıda kaynağa dayanarak incelenebilir. Bu kaynaklar sergiledikleri olgular açısın dan zengin olmakla birlikte kronolojik belirsizlikler, olay örgüsünde boş luklar, olumlu ya da olum suz yönde açıkça taraf tutan yargılar gibi kusur lar içerdiklerinden, şeyhin tarihsel profilini duru bir şekilde çizmemizi en gellemektedirler. Belirsizlikler ve boşluklar göz önünde bulundurulan dönem in, yani 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıl başının son derece karışık olmasından kay naklanmaktadır. Kullanılabilecek gayrimüslim kaynaklar ise, çoğu zaman kaydettikleri olayları iyi değerlendirmemiş ya da Türk-Islam bağlamların dan tecrit etmiştir. M üslüman kaynaklara gelince sözünü ettiğimiz duy gusal tanıklıkların yanı sıra, bunların tam döküm ü de yapılmamıştır. Ö r neğin, Osmanlı dünyasıyla ilgili önemli bir tamamlayıcı malzeme olan Memluk vekaymameleri ve Bedreddin’in olasılıkla yararlı bilgiler içerebi lecek Arapça yapıtları çelişkili bir şekilde henüz sistemli olarak değerlen dirilmemiştir. Bedreddin’in mürşidi olan Şeyh Hüseyin Ahlâtî’nin kimliği konusunda yapabildiğimiz birkaç araştırma bu tür bilgilerin varlığına ta nıklık etmektedir.9 8
A şa ğ ıd a , bö l. III, d ip n o t 31. B ayram , Şeyhü'r-R um , karş. B ayra m oğlu , s. 37. A b d a lâ n -ı
9
M e n a k ıb n a m e d e B e d re d d in 'in 48 y a p ıt kalem e ald ığ ı ile ri sü rü lm e k te d ir, s. 40; M .T .
R um ha k., A ş ık p a ş a z a d e , s. 237- 238. Bursalı, O s m a n lı M ü e llifle ri, s. 64, bu sayıyı 38 o la ra k b e lirtm e k te d ir; B e d re d d in 'in sadece ik i y a p ıtı y a y ım la n m ış tır: C â m i'ü 'l-fu s û le y n (K a h ire H. 1300) ve V â rid â t (bkz. bö l. III, d ip n o t 19). A y rıc a yazm a o la ra k ik i fık ıh y a p ıtı, L e tâ i'fü 'l-iş â r â t ve e t-T e sh îl ile D avud-ı K a y s e rî'n in M a tla 'u h u s û s i'l-k ile m f î m e 'â n î F u s û s ü 'l-h ik e m 'ın e b ir şerhi b u lu n m a k ta d ır; D avud -ı K a y s e rî'n in bu eseri de ibn A ra b î'n in F u s û s ü 'l-H ik e m 'in e
Şeyhin kendi çağında olduğu gibi -arada uzun bir süre unutulduktan sonra- bugün de kişiliğinin etrafında oluşmuş olan tutku havası, bu tartış manın aydınlatılmasına hiç yardımcı olmamaktadır. Yaşamöyküsü hakkındaki bilgiler torunu Hafız H alil’in yazdığı Mmakıbname ’ye dayanmakta dır: Temel bir başvuru kitabı niteliğindeki bu yapıt tasvir ettiği olaylara ya kınlığı açısından çok değerli olduğu halde (Halil büyükbabasını tanımış ve kendisinin de belirttiği gibi, anlattığı birçok şeyi onun ağzından dinlemiş tir), yine de şeyhin anısını II. M ehm ed’in sarayında temize çıkarmak ama cıyla yazılmış bir savunmadır ve çoğu zaman övgülerinde abartıya kaçar.10 Bedreddin’i yalnızca siyasal ihtirası ve tehlikeli sapkın eğilimlerinin dürtü süyle hareket eden bir kışkırtıcı olarak gören çeşitli Osmanlı vekayınameleri ise, tam aksine iddianame şeklinde kaleme alındıklarından, ihtiyatla değerlendirilmelidir.11 Son olarak, Bedreddin’i sınıf mücadelesinin öncü sü olarak görm ek isteyen bazı modern Türk yazarlarının ideolojik genel lemeleri ortaçağ tarihinin kapsamı dışında kalır ve Türkiye Cumhuriyeti toplumundaki düşünce tartışmalarıyla ilgilenen siyasetbilimcilerin alanına girer.12 şerhtir. A y rıc a b ir ta s a v v u f y a p ıtı o ld u ğ u sa n ıla n , M e s e rre tü 'l-k u lû b a d lı b u lu n a m a m ış b ir m e tn in in , ö ld ü ğ ü n d e m ü rid le ri ta ra fın d a n g iz le n m iş N û rü 'l-k u lû b a d ında b ir K u r'a n te fs ir in in ve U n k û d ü ’l-c e v â h ir ve Ç e ra ğ u 't-fü tû h a d lı iki d ilb ilim k ita b ın ın iz i ne de ra s tla n m ış tır. Karş. B. D in d a r, Sayh B a d r a l-D m M a h m û d e t ses w â rid â t, s. 4044. A y rıc a karş. K â tip Ç eleb i, Fluegel (ed.), c. II, s. 35 5, 5 6 2 ; c. V , s. 31 3-31 4; c. V II, s. 67 6, 69 5, 867. H ü s e y in A h lâ tî h a k k ın d a M e m lu k k a y n a k la rı, a şa ğ ıd a , d ip n o t 31.
10 H a lil b. İsm a il b. Şeyh B edrüddîn M a h m û d , S im a v n a K o d ıs ıo ğ lu Şeyh B e d re d d in M a nâkıbı, G ö lp ın a rlı (ed.) (b unda n sonra m nk). T ıp k ıb a s ım ı B a b in g e r ta ra fın d a n y a y ım la n m ış tır; bu ba sım a g ö n d e rm e le r D ie
o la ra k b e lirtile c e k tir. M e v c u t te k m n k yaz
ması M u a llim C evde t ta s n ifin d e d ir: K 157, A ta tü rk K ü tü p h a n e s i, İsta n b u l. 11
1) ibn A ra b ş a h , U k u d u 'n -N a s ih â : T a k iy ü d d in E fe n d i'n in T a b a k a t-i H a n e fiy y e 's ı iç in de, V e liy ü d d in Ef. K ü tü p h a n e s i, no 1609; karş. G ö lp ın a rlı ve S ungurbey, S im a vn a Kad ıs ıo ğ lu Şeyh B edreddin , s. X . 2) A şıkp a şa za d e , T e v â rih -i A l- i O sm a n, A ts ız (ed.), s. 147, 148, 153, 154, 25 0. 3) D ie A lto s m a n is c h e n A n o n y m e n C hro niken , Giese (ed.), karş. G ö\p m a r\\-B e d re d d in , s. X V - X V I. 4) Ş ü k ru llâ h b in Ş eha bed din, B ehçe tü'tT e vârih, s. 6 0 (bu b ö lü m d e y a ln ız c a B e d re d d in 'in m ü rid le rin d e n söz e d ilm e k te d ir). 5) N eşrî, K itâ b -ı C ih a n -N ü m â , U n a t-K ö y m e n (ed.), c. II, s. 54 1-54 7. 6) O ru ç Bey T a rih i, A ts ız (ed.), s. 6 8 , 71 -77. 7) id ris-i B itlis î, H e ş t B ehişt, karş. G ö \p ın a r\\-B e d re d d in , s. X V III-X X IV . 8) L ü tfi Paşa, T e v â rih -i  l- i O sm an, karş. G öl pı n a rl ı- B edreddin, s. X X IV X X V . 9) S olakzade T a rih i, V . Ç a b u k (ed ), s. 182-185. 10) H o c a S ade ddin, T a cü 't-T e vâ rih , P arm aksızoğ lu (ed.), s. 109-1 14. I I ) M ü n e c c im b a ş ı T a rih i, E rünsal (ed.), c. I, s. 188-191. 12) T a ş k ö p rîz a d e , eş-Ş akâ'ik, F u ra t (ed.), s. 49 ve de v., m n k 'd e n esin le n m iş gö rü n e n bu eser B e d re d d in 'd e n y a n a çık a n te k O sm a nlı ka y n a ğ ıd ır.
12 Ö z e llik le N azım H ik m e t'in ço k ü n lü Şeyh B e d re d d in D e s ta n ı'n a a tıfta b u lu n u yo ru z, karş. N . G ürsel, Şeyh B e d re d d in D esta nı Üzerine. B edreddin h a k k ın d a k i çağ daş T ü rk b ib liy o g ra fy a s ı çok z e n g in d ir. B ib liy o g ra fy a b ö lü m ü n d e , bu b ö lü m d e ö z e llik le a tıfta
Bedreddin’in hayatı ile yapıtı konusundaki bilgiler bazı yönlerden boş luklar içermektedir ve tarihçinin bu boşlukları gidermek için oynaması ge reken rolün, tutkuları bir kenara bırakarak, eldeki tek tarihyazımı malze mesini değerlendirmekle yetinmek olduğu açıktır. Kaynakların incelenme si 1920-1930 yıllarından itibaren F. Babinger ve Ş. Yaltkaya gibi bilim adam lan, daha yakın tarihte F. I. Kissling ve A. Gölpınarlı tarafından ya pıldı; bunlara Simavnalı şeyh ile birçok yönden ilgilenen E. YVerncr, S. Vryonis, H . İnalcık, I. Beldiceanu ve N . Filipovic adları eklenebilir. B u nunla birlikte Menakıbname bir kez daha değerlendirilmelidir, çünkü ta rihsel içeriği çok zengin bu metin üzerinde hâlâ yapılması gereken birçok önemli gözlem ve derinlemesine inceleme vardır.13 2- R U M E L İ'D E Ç O C U K L U K V E M I S I R 'D A E Ğ İT İM
A) Bir Türk “ Digenis A kritas” ı Menakıbname'At belirtilen ilk hususlardan biri gördüğüm üz gibi Bed reddin’in babasının Selçuklu ve gazi olduğudur. Büyükbabası Abdiilaziz tanınmış bir kişidir, son Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubâd’ın (öl. 1307) yeğeni, aynı zamanda veziridir. Oruç Bey’e göre bu “ mükemmel ve akıllı adam ” ilk Osmanlı beyi Osman ile görüşmeler yapmış ve ünlü Osmanlı ai lesi M ihaloğullan’nın başlangıcındaki Bizanslı Mihail’in ihtidasında hazır bulunmuştur. Rumeli’deki ilk gaziler olan Hacı İlbeyi ve Gazi Ece ile on ların silah arkadaşlarıyla da akrabalığının bulunduğu ileri sürülmektedir.14 Menakıbname, hem Selçuklu hem gazi Abdiilaziz’in yürüttüğü dinsel görevlerde -şeyhülislamlık yaptığı ve 1 2 5 8 ’de tahttan indirilen son halifcb u lu n d u ğ u m u z y a p ıtla rın dışında k a la n ç a lış m a la rın b a zıla rın a d a b ilg i verm ek a m a c ıy la y e r vereceğiz. 13 F. B a b in g e r, "S chejch Bedr ed-D în, de r Sohn des R ichters vo n S îm aw ", D e r İs la m 11 (1921) ve 17 (1928); aynı yazar, "B e itra g e zur F rü h g e sch ich te de r T ü rk e n h e rrs c h a ft", S üdo st A rb e ite n (1944), s. 34. Ş. Y a ltk a y a , S im a vn a K adısı O ğ lu Şeyh B e d r ed-D în; aynı y a z a r, "S im a vn a Kadısı o ğ lu Şeyh B edreddine D a ir B ir K ita b ", T. M e c. (19261933), 3. H. J. K is s lin g , "D as M e n â q y b n a m e S cheich Bedr ed- D în 's ", Z .D .M .G ., C (1 950) (b unda n sonra K is s lin g ). E. W e rn e r, "H a re s ie , k la sse n ka m p f u n d re lig io s e tole ra n z in e in e r is la m ic s c h -c h ris tlie b e n K o n ta k tz o n e ", Z.F.G ., 12 (1964). V ry o n is -D e c line, s. 141, 2 2 9 , 35 8, 359, 370, 387. İn a lc ık , O tto m a n E m pire, s. 18, 173, 190-193. I. B e ld ic e a n u , "L a c o n q u e te d 'A n d r in o p le p a r les T u rcs: la p e n e tra tio n tu rq u e en T h ra c e e t la v a le u r des chro n iq u e s o tto m a n e s ", T.M ., I (1965), s. 43 9-46 6; aynı y a zar, Recherches s u r les aetes des regnes des s u lta n s O sm an, O rkh a n e t M u ra d ter, s. 46, 119, 165, 20 5 -2 0 6 , 213. N. F ilip o v ic , P rin c M u s a i sejh B edreddin. 14 M n k , s. 7- 1 1; K is s lin g , s. 134, d ip n o t 5, s. 135 d ip n o t 6, s. 136 d ip n o t 1 ve 2; O ru ç Bey, s. 24-27.
nin hocası olduğu ileri sürülmektedir- kusursuz bir ortodoksluk sergiledi ğini, diğer yandan önce M evlana’ya sonra da Htisam Çelebi’ye hizmet et tiğine göre, mükemmel bir tasavvuf anlayışına da sahip olduğunu vurgu lar.15 Menakıbname1ye göre, Bedreddin’in babası Gazi İsrail, O rhan’ın oğlu Süleyman Bey’in emri altında Rum eli’yi fethe girişen ilk yedi gazi den biridir. Bize kaazi’l-kuzât [kadıların kadısı] ve âlim olarak tanıtılır. Bedreddin’in kardeşleri de âlim ve devlet görevlisi olacaklardır ( “kimi
âlim kopdi kimisi badem”).16 Bedreddin’in annesi Hıristiyan dır. Simavna bânının kızı olduğuna göre bir yüksek görevli ailesinden gelmektedir. Akrabalarından yüz kişiyle birlik te ihtida eder ve Bedreddin 7 6 0 / 1 3 5 8 -5 9 ’da, Simavna’yı fetheden kişinin yerleştiği bir kilisede ( kenize) dünyaya gelir. Bu garip bir olgudur, çünkü Türkler bir kenti fethettikten sonra, Hıristiyan ibadet yerlerini özel konut tan çok genellikle camiye dönüştürürlerdi. Bu durum, Diyar-ı R um ’un Hallac’ının Hıristiyan ortamında etkinlik göstereceğinin doğum undan iti baren alnına yazılmış olduğuna dikkat çekmek için Hafız Halil’in hayalinin ürünü bir simge olarak mı görülmeli? Her ne olursa olsun, baba tarafından ünlü bir Müslüman soydan gelmekle birlikte, Bedreddin kendini M üslü manlıkla pek az ilgili bir ortamda bulur. O , İslamlaşması ilerde tamamlana cak olan uç beyliklerinin, dârii’l-harb’in insanıdır; siyasi ve dini açıdan tam oturmamış bu sınır bölgesi şeyhin yeğlediği hareket alanı olacaktır.17
B ) Bedreddin’in Rum eli’de Aldığı Eğitim Bedreddin önce -kent fethedildikten sonra- Edirne’de eğitim görür. Ona Kur’an okumayı ilk öğreten babası olmakla birlikte, bir fakilı olan ilk hocası Molla Yusuf ilerde Bedreddin’in uzmanlık alanı olacak ilimle onu tanıştırır. Ancak hocası ölünce, Tiirklerin Avrupa’daki yepyeni başkentin de eğitimini sürdürmesini sağlayacak yetenekte başka bir hoca bulamaz; bu da yeni fetih hareketinin M üslüman ulema açısından fakir olduğunu gösterir. Genç adam Bursa’ya gitm ek zorunda kalır. Burası çok etkin bir kültür merkezidir, ilk Osmanlı hükümdarları kenti birçok kuruluşla d o natmıştır: I.M urad’ın kurduğu ve öğrenci Bedreddin’in de kaldığı Kaplı ca medresesi bunlardan biridir. Daha önce belirttiğimiz gibi, 7 7 0 /1 3 6 8 15 M n k , s. 6; K is s lin g , s. 134- 135 ve d ip n o t 1, 16 M n k , s. 12-13; K is s lin g , s. 136-137, 140. 17 M n k , s. 12-13: "K e n d ü ç ü n a lık o d ı B â n 'm kızın / V ird i adını M e le k k a a z i'l-k u z â t / T o ğ dı M a h m û d n â m o ğ ıl m e le k -s ıfâ t / Y id i y ü z a ltm ış d a to ğ m ış d ı ta m â m "; S im a vn a E d irn e 'd e n 2 5 km u z a k lık ta , A rd a ü z e rin d e b u lu n a n Y u n a n to p ra k la rın d a k i A |.i|j.a P ouvo v k ö y ü d ü r, karş. Y u n a n T ra k y a s ı H a rita s ı, 1/2 50.0 00, Rekos (ed.), A tin a / Se la n ik .
6 9 ’dan itibaren Manastır medresesinde görevli olan ve Sadreddin Konevî’nin bir tilmizinin soyundan gelen Molla Şemseddin Fenârî gibi ünlü müderrisler aracılığıyla İbn Arabî’nin etldsinin sürdüğü kentte Bedreddin, takipçisi olduğunu sonradan açıkça ifade edeceği büyük Endülüslü sufınin sistemini tanımış ve derinleştirmiş olm alıdır.18 D aha sonra Feyzullah adında bir kişinin yanında mantık ve astronomi ( ilm-i nucûm ) eğitimi görm ek için eski bir “ üniversite” merkezi olan ve Selçuklu döneminden itibaren medreseleriyle ün kazanan Konya’ya gider. Taşköprîzade’ye göre bu kişi Fazlullâh adında bir kişinin tilmiziydi. Bu ki şiyi Hurufî tarikatının kurucusu Fazlullâh ile özdeşleştirme olasılığını he men bir kenara bırakmanın yerinde olup olmadığı sorulabilir. Gerçekten de ne kronoloji, ne Esterâbadlı şeyhin öğretilerinin ulaştığı coğrafi etkin lik alanı, ne de sonradan Bedreddinîyye ile Hurufîyye’nin ortamlarının ay nı oluşu böyle bir varsayımla çelişmektedir. Menakıbname’nin Fazlullâh konusundaki suskunluğu Hafız H alil’in, Osmanlı sarayının iyi gözle bak madığı çevrelerle dedesinin sürdürm üş olabileceği tehlikeli ilişkiler konu sunda sık sık uyguladığı sansürlerden biri olarak yorumlanabilir. Yazarın, II. M ehm ed’in gençliğinde Hurufîlerle sürdürdüğü ilişkileri g ö z önünde bulundurarak, Hurufîler konusunda özellikle ihtiyatlı davranma gereğini duyduğu söylenebilir. II. M ehm ed’in bu bağları, tarikata karşı olan m üf tü Fahreddin-i Acemî gibi danışmanların şiddetli müdahalesiyle kesilmiş ti. Acemî, doğdu ğu ülkede çok etkin olan bu hareketi iyi tanıyordu: Ç e lebi M ehm ed’in ve II. M urad’ın maiyetlerinde de yer alan Acemî, Bedreddin’in davası sırasında da en saldırgan suçlayıcılar arasında yer aldığı gibi, sonradan ateşli bir Hurufî kıyıcısı olduğuna göre, suçlanan iki grubun bir birlerine bir şekilde bağlı oldukları düşünülebilir. Bedreddin’in Osmanlı dünyasına bıraktığı ideolojik mirası incelerken bu önemli meseleye yeni den değineceğiz.19 18 E d irn e 'n in fe th i h a kkın d a , I. B e ld ic e a n u , T .M ., I (1965); E. Z a c h a ria d o u , "T h e conque s t o f A d ria n o p le by th e T u rk s ", S tu d i V ene zia ni, 12 (1970); H. İna lcık, "T h e con quest o f E dirne ", A rc h iv u m O tto m a n ic u m 3 (1971). B edreddin K a p lıc a m edresesinde, m n k, s. 15; M a n a s tır m edresesi h a k k ın d a , B ilg e, İlk O sm a n lı M e d re se le ri, s. 83-90, 94 -99. A y rıc a karş. El, "Fenârî-zâde".
19 B e dreddin F a z lu llâ h 'ın tilm iz i o la n F e y z u lla h 'ın ya n ın d a : "K o n y a 'd a m e v lâ n a Fazlullâ h 'ın ta le b e le rin d e n F e y z u llâ h 'd a n bazı u lv î ve ilm -ü nahv-i (ilm -i h u rû f) d ö rt a y kad a r ta h s il üzre o ld u "; M e c d î'n in T ü rk ç e ç e v iris iy le , T e rcüm e-i Ş a k â 'ik -i N u 'm â n iy y e , a ln . yap. K urd a ku \-B e d re d d in , s. 45. B u ra d a ilm -i h u rû f d e y im i a çıkça k u lla n ılm a k ta d ır. F a z lu llâ h el-E sterâbâcfî h a k k ın d a , karş. "H u rû fiy y a ", El; H R itte r, "D ie A n fa n g e de r H u rû fis e k te ", O riens, 7 (1964), s. 1-54; ve Textes H u rû fi, H u a rt (ed.); II. M e h m e d ve H u ru fîle rle b a ğ la rı, B abing er, M a h o m e t, s. 50 ve dev. F ahreddin-i A c e m î h a k k ın d a , m nk, s. 123; Ş ak â 'ik , Fu rat (ed.), s. 59 -6 1 ; B abing er, s. 50 ve dev., s. 181, 327, 5 8 0 , 58 9; K is s lin g , s. 172, d ip n o t 5 , s. 173, d ip n o t 1.
C ) Bedreddin M ısır’da M ısır’da Rûm î Türkler Genç öğrenci zamanın İslami ilimlerinde yetkinleşmeyi arzulayan biri si için doğal sayılacak bir yol izler: Veba yüzünden kente giremediği Şam ve el-Aksâ’da kaldığı K udüs’ten geçerek, bilinen “ üniversite merkezi” ne, M ısır’a yönelir. O dönemin İslam dünyasında en önde gelen ilim m etro polü Kahire’dir; burada bütün disiplinler öğretilir ve müderrisler toplulu ğu ders verdikleri medreseler kadar ünlüdür. Menakıbname’âe. ünlü bir mantık hocası olan Mubarekşah el-Mantıkî ya da Ekmeleddin el-Bayburtî’den söz edilir. Bedreddin Kahire’ııin Şeyhûniyye gibi büyük m edresele rinde bu hocaların derslerine katılmıştır. Öğrenim görmek için M ısır’ın çekiciliğine kapılarak A nadolu’dan ya da başka yerlerden gelmiş arkadaş larından bazıları, eğilimlerine göre Hacı Paşa gibi tıbba ya da Curcanî g i bi felsefeye yönelmişlerdir. Bedreddin’in çağdaşı olan bütün ilim irfan sa hipleri, 1 3 7 6 ’ya doğru M ısır’a gelen M olla Fenâri ya da Ahmedî gibi, Kahire’de öğrenim görürler. “ E h li R um ” öğrenciler, devletleri için uzm an laşmış kadrolara ihtiyaç duyan hükümdarların teşvikiyle sık sık M ısır’a gönderiliyordu; Menakıbname'de de bu konu vurgulanıyor. Ü nü Bedreddin’i Kahire’ye çeken kişiler arasında fakih ve hekim Hacı Paşa da bulunmaktadır. Onun durum u, Anadolulu kadroların, -bu örnek te tıp dalında- yetiştirilmesinde M ısır’ın rolünü açıklamak bakımından çok dikkat çekicidir. M ısır’ın tıp ilmine İslam dünyası sınırlarının ötesinde de değer verilmektedir; örneğin 1 3 8 6 ’da, Bedreddin’in Mısır’da ikamet etti ği dönem de, Bizans sarayı, Basileus’ıın sağlık durumunun gerektirdiği ilaçları tedarik etmek için İannos Abram ios’u Kahire’ye gönderir. Hacı Paşa Konya’dan fıkıh okumaya gelmiş, sonra tıp öğrenimi görm üştür. Kaldığı Şeyhûniyye medresesinde de M ubarekşah’ın ve Ekmeleddin elBaybıırtî’nin derslerini izlemiş ve 1 3 7 0 ’e doğru ilk yapıtlarını yazmaya orada başlamıştır. Hacı Paşa çevresine kendisinden sonra gelen öğrencile rinden oluşan kozm opolit bir grup toplayacaktır. Bunların arasında Rum ülkesinden şair Ahmedî, Molla Fenârî ve Bedreddin, ya da Orta Asya’dan ve H indistan’dan gelen Curcanî ve A bdiillatîf gibi kişiler bulunur. Hacı Paşa önemli bir görev olan Mansuriye hastanesi baştabipliğine getirildik ten sonra, 14. yüzyılın sonunda A ydınoğullan’nın hizmetine girmek için A nadolu’ya dönm üştür. Görünüşe göre Aydınoğulları her kökenden he kime iyi kabul göstermiştir: A nadolu’dan geçtiği sırada İbn Battuta, Ay dın beyinin Yahudi hekimine -kendisine aşırı gelen- saygı gösterileri kar şısında şaşkınlığını gizlememiştir; tarihçi D ukas’ın mesleği hekimlik olan büyükbabası, 14. yüzyılın ortasında Bizans’da hüküm süren içsavaştan ka
çıp Aydın beyliğine iltica etmiştir. Aydın beyi onu iyi karşılamış, maaş bağ lamış ve Ayasluğ’a yerleştirmiştir. Yirmi yıl kadar sonra Hacı Paşa kendisi ne “ Türk İbn Sina’sı” lakabının takılmasını sağlayan en önemli yapıtlarını bu kentte yazmıştır. Bu bilgiler, Aydın beyliğinde Mısır’daki deneyimin den güç kazanan Hacı Paşa’nın yönettiği önemli bir tıp okulunun varlığı nı düşündürüyor.20 Yöneticilerin yüreklendirmesi ya da kişisel bir entelektüel eğilimin et kisiyle, Hacı Paşa ya da Bedreddin gibi Anadoluluların M ısır’a akın ettik leri anlaşılıyor. Menakıbname Kahire’de neredeyse bir “ Rûmî lobisi” nin var olduğu izlenimini veriyor. Aslına bakılırsa Memluk kaynakları da bu durumu yalanlamıyor. Bıırcî hanedanının ilk hükümdarı Sultan Berkuk, Menakıbname’nin belirttiğine göre, genelde “ âlimlerin koruyucusu” ünü nün yanı sıra, Türkçe konuşanları sistemli bir şekilde desteklemiştir. Bu ülke Arap kaynaklarında Devletü’l-Etrak olarak adlandırılmaktadır. G er çekten de burada her türlü etkinlik alanında ehl-i R um ’a rastlanmaktadır. Yüksek görevliler arasında ve elbette askeri zümre içinde sayılan yüksek tir: 1 3 8 2 ’de Kahire’de Cemaleddin el-Kayseri adında bir muhtasip vardır; 1 3 8 3 ’te Memlukların başkomutanı Bahâdur el-Rûmî adında bir kişidir; Halep valisi Timurtaş Selanikli bir Rûm î’dir. Bu terim burada Balkanları da kapsayan en geniş anlamıyla kullanılmıştır.21 U lem a arasında da Rûm î’lere rastlanır; ünlü tarihçi el-Aynî aslen Türk 20 K o n y a 'd a n M ıs ır'a , m nk, s. 25-29. B e dreddin z a m a n ın d a M ıs ır'd a e n te le ktü e l h a y a t h a k k ın d a , Petry, The C iv ilia n E lite o f C o iro ve L. Fernandes, "M a m lu k p o litic s and E d u c a tio n ", A t., 23 (1987); M u b a re k ş a h e l-M a n tık î h a kkın d a , K is s lin g , s. 146, d ip n o t 1. E km e le d d in e l-B a y b u rtî h a k k ın d a , ibn T a g rîb e rd î, N u jû m a z-Z â h ira , çev. Poppe r, c. I, s. 6, 12, 50. Ş eyhûniyye h a k k ın d a , age., c. I, s. 6, 12; P etry, s. 7 1 , 152-153, 33 7. H acı Paşa h a k k ın d a , El, " H â d jd jî P asha", ve Ü nver, T .T .T .A ., 4, 14 (1939) ve aynı y a za r, "H e k im K o n y a lı H acı Paşa, H a y a tı ve E serleri", İ.U .T .T .E ., 4 7 (1953). C urc a n î h a k k ın d a , El. A h m e d î h a k k ın d a , P. Fodor, "A h m e d T s D â s itâ n as a S ource o f E arly O tto m a n H is to ry ", A ç ta O rie n ta lia A c a d e m ia e S cie n tia ru m H ung ., 38 (1984). Fenârî h a kkın d a , El. B e d re d d in 'in M ıs ır'd a k i ö ğ re n im arkadaşla rı o la n H acı Paşa, A h m e d î ve F e nârî ha kkında , T aşköprîzade, Fu ra t (ed.), s. 28-29. O s m a n lıla rın M ısır'd a y e tiş tirilm iş k a d ro la ra d u yd u kla rı ih tiy a ç ve I. B aye zid 'in bu k o n u d a ki p o litik a s ı, m nk, s. 54. A b ra m io s M ıs ır'd a , D. Pingree, D.O .P., (1971), s. 199, 200. H acı P aşa'nın Şeyh û n iy y e 'd e , K a h ire 'd e k i M a n s u riy e ha stane sin de ve A y d ın e li'n d e k i m eslek hayatı h a k k ın d a , Ü nver, İ.Ü .T .T .E ., s. 85-87. H e k im M ih a il Dukas A y a s lu ğ 'd a , D ukas, Bonn, s. 23. A y rıc a karş. A y d ın o ğ lu M e h m e d 'in Y a h u d i h e kim i, ibn B a ttu ta , II, s. 305. 21
K a h ire 'd e "R û m î lo b is i", T a g rîb e rd î, N u c û m , s. 1 ,6 , 10, 20; Petry, s. 68-72; W . J. Fisch e l, "A s c e n s u s B arcoch, a la tin b io g ra p h y o f th e m a m lû k S u lta n B arq ûq o f Egypt, vvritten by B. de M ig n a n e lli in 14 16", A ra b ic a 6 (1959), s. 62, 172; â lim le rin ko ru y u cusu Berkuk: "M ıs ır'a S ultân idi B erko k em în / T a lib -i ilm içü n o lu rd ı m u în ", m nk, s. 29. M e m lu k e g e m e n liğ in d e k i M ıs ır'ı b e lirtm e k iç in k u lla n ıla n te rim , D e vle tü 'l-E tra k, karş. ib n iyâs, B a d â 'i'z -z u h û r f i v a k â i'd -d u h û r, I, s. 99, 257.
çe konuşmaktadır: İki dil (Arapça-Türkçe) bilmesi meslek hayatını kolay laştıracaktır. Bu kişi 7 8 8 /1 3 8 6 - 8 7 ’de, Bedreddin ile neredeyse aynı za manda Kahire’ye gelmiştir. Türkçe bilmesi saray tarihçiliği görevinde, ra kibi el-M akrizî’ye tercih edilmesine yol açar. Ayrıca Berkuk, Hanefi olan yabancı âlimleri Mısır Şafilerine tercih ettiğinden, çoğunluğu Hanefi olan Türkler hükümdar tarafından iyi karşılanmaktaydı.22 Anadolulu sufılerin sayısı da kalabalıktı ve özellikle bir araya geldikleri sanılan bazı hanikahlarda etkiliydiler. Rûmîlerin, sufiliği benimsediği za man Bedreddin’i götürdükleri hanikah ya da Menakıbname1de sıkça sözü geçen, 1 3 5 5 ’te İbn Tulün camii yakınında kurulmuş ve Mısırlı olmayan öğrencilerin buluşma yeri cilan Şeyhûniyye hanikahı da bunlardan biridir. Bu son kurum Ekmeleddin el-Bayburtî gibi ünlü şahsiyetler tarafından yönetiliyordu. İbn Tagrîberdî’ye göre, Curcanî’nin, Fenârî’nin ve Hacı Paşa’nın olduğu gibi bir süre sonra Bedreddin’in de hocası olan Ekmeleddin’in eski bir dostluğun bağladığı sultan üzerinde büyük nüfuzu vardı. Şeyh müridleri için Berkuk’tan gözde görevler talep ederdi: Aralarından biri K udüs’ün Hanefi kadısı oldu, bir diğeri G azze’de aynı göreve getiril di. Kayseri asıllı bir iiçünciisü Kahire’de parlak bir meslek hayatı sürdür dü. İbn Arab el-Bursevî öğrenim görmeye Şeyhûniyye’ye geldi ve sulta nın çok değer verdiği bir mutasavvıf oldu. Burada 8 3 0 /1 4 2 6 yılında ölü müne kadar otuz yıl kalacaktı.23 Bedreddin M ısır’a gelince bu etkin çevreye mensup olur. Genelde kro nolojik saptamalar konusunda oldukça suskun kalan Menakıbname, bu gelişin tarihini 7 8 4 ’ün Şevval ayının ilk günü (8 Aralık 1382) olarak be lirler. İlginç bir rastlantı sonucunda, İbn Haldun da aynı gün M ısır’a gel miştir. Aristokrat kökenli bir Anadolulu; sultanın bir süre için dostu ve da nışmanı olan Ekm eleddin’in (öl. 1384) öğrencisi olan; Hacı Paşa gibi memleketlileri Kahire’de iyi mevkilerde bulunan; Menakıbname'nin be lirttiğine göre daha M ısır’a gelmeden ünü duyulmuş parlak bir zekâya sa hip olan Bedreddin saraya girmekte fazla zorluk çekmemiş olsa gerek.24 22 e l-A y n î, karş. E l ve Petry, s. 70. M e m lu k la rın H a n e fîliğ i, Fernandes, s. 89, 92 -98: Şey h û n iy y e g ib i m edreseler H a n e fîliğ in k o ru y u c u s u d u r ve M e m lu k d e v le tin d e ö n e m li g ö re vle re g e lm e k iç in ba s a m a k ro lü o y n a r.
23 Ş e y h û n iy y e 'n in ta r ih i h a kkında , P etry, s. 152, 153, 337. E km eled din Ş eyhû niyye'de , T a g rîb e rd î, I, s. 6, 12. Ş e y h û n iy y e 'n in eski ö ğ re n c ile rin in gözde ko n u m la rı, Fernan des, s. 96. ib n A ra b ü 'l-B u rs e v î, Petry, s. 71.
24 B e d re d d in 'in M ıs ır'a g e liş ta r ih i h a k k ın d a , m n k, s. 2 9 ve K is s lin g , s. 145, d ip n o t 6. ib n H a ld u n 'u n M ıs ır'd a ik a m e ti h a k k ın d a , Le voya ge d 'o c c id e n t e t d 'o rie n t, s. 274. B e dreddin E k m e le d d in 'in ya n ın d a , m n k, s. 33, 34; E k m e le d d in 'in 7 8 6 /1 3 8 4 'te ö lü m ü , T a g rîb e rd î, I, s. 12, 50.
Hanikahlardan Saraya Hafız Halil’e göre, Pertev i Rum (Rum Işığı) adı verilen ve Kahire’nin dilinden düşmeyen genç âlimin ünü karşısında Berkuk onu saraya davet eder ve oğlu Ferec’iıı özel hocalığına tayin eder. Bu durum, doğdu ğu ül keden yeni gelmiş genç bir öğrenci için biraz hızlı bir yükseliş olarak g ö rülebilir. Ancak bazı hususlar bu durumu oldukça inandırıcı kılmaktadır: Türkçe bilmesi ve Ekm eleddin’in öğrencisi olması gibi, Berkuk’un sara yında çok değer verildiğini daha önce de belirttiğimiz niteliklerinin yanısıra Bedreddin’i, belki de Berkuk’un eşi ve genç Ferec’in annesi olan Şi rin de destekliyordu. Rumeli asıllı olan Şirin, aslen köle olduğuna bakılır sa, belki de Yunanlıydı. İbn Tagrîberdî’ye göre bu prenses sultan üzerin de, Memluk devletindeki çeşitli askeri gruplar arasındaki etnik denge ko nusunda tavsiyelerde bulunmayı göze alacak kadar etkiliydi. Berkuk’un Çerkezlcrinin aşırı ağırlığına karşı, o olasılıkla kendi Rûmî hemşerilerinin çıkarlarını koruyordu. Bedreddin’in M ısır’da kendini kolaylıkla kabul et tirmesi bu durumda menkabelere özgü abartılardan değildir ve ülkenin kültürüne, toplumsal ve siyasal konum una uygun düşm ektedir.25 Bedreddin gelecekteki yönelişini belirleyecek kişiyle sarayda karşılaşa caktı: Tasavvuf yolunda mürşidi olacak Hüseyin Ahlâtî ile tanıştı. İki ada mı onurlandırmak için Berkuk onlara iki H abeş cariye sundu. Bu kadınlar Simavnalı şeyhin hayatında önemli bir rol oynayacaktı: Cazibe Mcnakıbname yazarının babası, yani Bedreddin’in oğlu İsmail’in annesi; Mâriye ise Bedreddin’in manevi akıl hocası oldu. Çok akıllı bir kadın olan M âri ye, Şeyh Ahlâtî’nin öğretisinden çok şey kazanmıştı. Bir gece Bedreddin ile tasavvuf konusunda konuştu. Onun yanında Bedreddin kendini gülün dikeni olarak görüyordu. ( “ Anı gül gördi vii kendüni diken” ).26
Alimden Fakire: Bedreddin ve Hüseyin Ahlâtî Bu görüşm eden sonra Bedreddin vecde gelir, sufılerin yoluna katılma ya karar verir ve neyzenlerin de bulunduğu bir semâya katıldıktan sonra Ahlâtî’nin müridi olur. Böylece o zamana kadar dervişlere karşıyken, M evlana’nın müridi olan büyükbabasının mistik aidiyetiyle bağlantı kur muş olur. Artık dervişlerin kıl abasını giyer, mallarını yoksullara dağıtır ve başka bir ilim sınıfına geçişini simgeleyen bir hareketle kitaplarını N il’e atar. Bu davranış eıı eski İranlı Melâmîlerden biri olan Ebıı Said’de de (1 0 . yüzyıl) görülm üştür. Fıkıhı terk eder ve “ ehl-i R um ” tarafından bir 25
B e d re d d in 'in ç o k kısa sürede K a h ire 'd e , M e k k e 'd e ün kaza nm ası, m n k, s. 29. Ş irin h a k k ın d a , T a g rîb e rd î, II, s. 1, 108, Fisch el "A s c e n s u s ...", s. 166.
26 A h lâ tî ve M â riy e ile karş ıla ş m a , m n k, s. 41-44.
hanikaha götürülür, orada Ahlâtî’nin düzenlediği bir zikir yapılır. Ayine katılan Berkuk hepsine armağanlar sunar. O zaman Bedreddin için yoğun bir mistik çile dönemi başlar.27
Şahne M usa’nın Yolculuğu Bedreddin’in gayretli bir fakih iken aniden ateşli bir sufıye dönüşmesi karşısında, Kahire’deki Rûmî dostları -dervişlere o kadar sıcak bakmayan öğrenim arkadaşları olduğu tahmin edilebilir- Bedreddin’in en yakın yol ve öğrenim arkadaşı Miieyyed’i, oğlunun geçirdiği manevi gelişmeden Kadı İsrail’i haberdar etmek için Rum eli’ye gönderirler. Baba kaygılana cağına bundan büyük sevinç duyar. Bu da tasavvufu destekleyen ilk Osmanlı yöneticilerinin bu anlayışa verdiği önemi gösterir. Baba, hizmetkâ rı Şahne M usa’yı oğlunu Rum eli’ye dönmeye ikna etmesi için gönderir. Bunu kısmen sevgisinden, kısmen de Rum eli’nin uç beyliklerinde henüz cılız olan ulemayı güçlendirmek için yapar. Metnin belirttiğine göre Bayezid, Bedreddin’in fıkıh dersleri vermesi ve en seçkin âlimleri ülkesine çekmek için özel bir medrese yaptırmıştı, bu da Osmanlı hükümetinin kendi toprakları üzerinde entelektüel faaliyetleri olabildiğince geliştirmek için dışarıda yetişmiş kadrolardan yararlanma kaygısını vurguluyor. I. Bayezid eğitim kuramlarının gelişmesini gerçekten desteklemiştir: H üküm darlık dönem inde yalnız Bursa kentinde on kadar medrese yaptırmıştı. Bunlardan biri de kendi adını taşıyordu. Menakıbname’nin değindiği, 7 9 1 /1 3 8 8 - 8 9 ’da kurulmuş bu medrese olmalı.28 Şahne M usa’nın yolculuğu, İsrail’in hizmetkârının başından geçenler le ilgili olarak konudan uzun sapmalara vesile oluyor. Bu sapmaların olum lu yanı bize sağlam bir kronolojik nirengi noktası sağlamasıdır, çün kü Menakıbname’’de. bu duruma pek az rastlanır. M usa Edirne’den Kahire’ye giderken, kendini Tim ur’un Şam kuşatmasının ortasına bulur (1400 sonu). Memluklar tarafından zorla silah altına alınır ve Menakıbname'ye göre büyük kahramanlık gösterir. Sultan Ferec’in Mısır ordusu sonunda, 25 Aralık 1 4 0 0 ’de yenilgiye uğrar. Bozgun sırasında M usa kahramanca direnişine rağmen esir edilir. Yiğitliğinden etkilenen Tim ur onu tedavi et tirir, Osmanlı sultanına karşı sefer düzenlem e hazırlıkları içinde olduğun dan Yıldırım Bayezid hakkında bilgi toplamaya çalışır ve M usa’nın Kahire’ye gitmesine izin verir: 2 7 A g e ., s. 44 -46. K ita p la rın ı a ta n Ebu S aid, M o n a w w o r (ed.), s. 59 -61. A h m e d e l-H a va rî (öl. 84 4 -4 5 /2 3 0 ) b ü tü n ila h iy a t k ita p la rın ı de nize a tm ış tır, C la ssicism e e t d e d in ... (F. M e ie r), s. 238.
28 M n k , s. 47 -48. B ayezid m edresesi, age., s. 5 4 ve B ilg e, ilk M e drese ler, s. 111.
Bir zaman Şâm içre mukıym oldular Elçi idüp sulh olundı ol zaman Buldı bu âlem girü emn ü aman Şahne’yi gönderdi Şâh-ı nâmdâr Elçi ile Mısr evine iy nigâr
Yani Şahne M usa, Şanı kalesinin 2 5 Şubat 1 4 0 1 ’de düşmesinden so n ra yola çıkabilir. M usa, 2 7 Şubat 1 4 0 1 ’de Bayezid’in ülkesinden dönen Mısırlı bir elçiyi taşıyan bir Osmanlı gemisine bindiğini anlatan İbn H al dun’la aşağı yukarı aynı tarihte yola çıkmış olmalı. Şaline Musa 1 4 0 1 ’in mart başında M ısır’a varır. Orada bulduğu Bedreddin derviş kılığındadır ve Rum eli’ye dönmeyi reddeder. M usa Edirne’ye döner. Kadı İsrâil o ğ lu nun kararına üzülmekle birlikte, Bedreddin’i “ zamanının Bâyezid-i Bistâmî’si” yapması için Allah’a dua eder.29
Hüseyin Ahlâtî Bu yoğun çilecilik dönemi boyunca hocası Hüseyin Ahlâtî Bedreddin’i adım adım izler; bu güçlü kişiliği elimizde bulunan kaynaklara dayanarak belirlemeye çalışacağız. Bedreddin’in kaderinde kilit bir rol oynamasına rağmen Şeyh Ahlâtî oldukça özet bir biçimde tanıtılmıştır. Adındaki bilgi dışında nereden geldiği, tekkesinin adı ve zamanın tasavvuf hayatındaki yeri tam olarak bilinmemektedir. M evlana’nın mürşidi Şem seddin Tebrizî gibi, biraz esrarengiz bir kişidir. Ahlâtî konusunda Menakıbname bazı dağınık bilgiler verir. Bunların bir döküm ünü çıkarmak yerinde olacaktır. Ahlâtî Berkuk’un yakınıdır ve Bedreddin de onu Berkuk’un sarayında tanımıştır. Berkuk ona armağanlar verecek ve düzenlediği zikre katılacak kadar değer vermektedir. Ahlat (Erm enistan) asıllıdır, doğu Türkçesi ko nuşur, Kahire’de bir hanikah yönetir ve birçok müridi vardır. Sadece ta savvuf alanında değil, tıp alanında da kendini kabul ettirmiştir. U zun es rikliği sonucunda zayıf düşen Bedreddin’i iyileştirmeye çalışır ve ona elma suyu ve sığır dilinden oluşan bir diyet uygular. Kalbini ve sırtını dinler, ha 29 Şahne M u s a 'n ın serüvenle ri, m nk, s. 49 -56. T im u r'u n Şam ku şa tm a sı, İbn A ra b ş a h , çev. Sanders, s. 133 ve dev., ve H o o k h a m , T a m b u rla in e , s. 2 2 2 ve dev. Şahne M u s a 'n ın c e s a re tin d e n e tk ile n e n T im u r'u n c ö m e rtliğ i, F a tih 'in H a le p 'i alışı sıra sında ki benzer b ir ö y k ü y ü h a tırla tm a k ta d ır, age., s. 226. ib n H a ld u n ve Ş a m 'd a n a y rılış ın ın ta r ih i, Le voya ge d 'o c c id e n t, s. 24 0-243. B edreddin , "z a m a n ın B is tâ m î's i" (B âye zid -i vakt), m n k , s. 56. E fla k î'y e göre, c. II, s. 37 8 -3 7 9 , C e la le d d in R û m î'n in ü çü n cü h a li fesi o la n Ç e leb i E m ir A b id d ö n e m in d e , 'K o n y a 'd a z â h id b ir a d a m z u h u r e tm iş ti. Bu a d a m a . Şeyh Paşa d e rle rd i. Bu z a v a llı riy a d e n iz in e b a tm ıştı. (...) K e n d in i riy a z e t sa h ib i ve v a k tin B âyezidî sanırdı".
va değişimi tavsiye eder, çünkü tıp onun durumuna karşı çaresizdir. Ama Ahlâtî Bedreddin için öncelikle bir mürşiddir; Menakıbname bu durumu şu sözlerle anlatır: “ Didi nola Hakk’a vaşsâlimsinüz / Meyyitünem hemçii gassâlim siinüz” . Gerektiğinde ona oruç tutmasını, ibadet etmesini ya da gece uyanık kalmasını buyurmayı bilir. Çilede aşırıya kaçtığında onu itidale davet etmeyi, ya da esrikliğinden sonra onu kendine getirmeyi bi lir. Ahlâtî müridinin manevi durumunu dikkatle gözlemler: “ Gün aşırı an da iftâr eyledi / H er ne düşdiyse emîre söyledi.” Ahlâtî tilmizindeki cev heri çok çabuk keşfeder ve Bedreddin’in Tebriz yolculuğundan önce ha lifesi olmasını ister. Bedreddin’in Azerbaycan’dan dönüşünde, Ahlâtî, ölüm ünden bir hafta önce Kahire’nin bütün şeyhlerinin önünde onun ke sin olarak halifesi olduğunu belirtir, aynı zamanda Bedreddin’in manevi olarak Allah’ın halifesi olduğunu ilan eder. Bu bilgilerin oldukça kısıtlı o l duğunu kabul etmek gerekir. Menakıbname üzerine yaptığı incelemede Kissling, bu yapıtın verdiği bilgilerin dışında Ahlâtî hakkında daha fazla bir şey bilmediği için hayıflanmaktadır.30 Ancak, o dönemin ya da hemen sonrasının zengin M emluk vekayınameleri incelendiğinde -ilk Osmanlı dönemi için de aynı şey daha sistemli olarak yapılmalıdır biyografi niteliğindeki Mısır yapıtlarında Ahlâtî’ye üç bölüm ayrıldığı görülür: ikisi, ed-Dürrerü’l-kenıine adlı kitabında İbn Hacer el-Askalânî (1 3 7 2 -1 4 4 9 ) tarafından kaleme alınmış, Yaltkaya’nın B ed reddin üzerinde yaptığı çalışmada kullanılmıştır. Üçüncü bölüm elMenhalü’s-Sâfî adlı yapıtında İbn Tagrîberdî tarafından yazılmıştır, bu so nuncu yazar, verdiği bilgileri Ahlâtî’nin çağdaşı olan ve aynı coğrafi böl gede yaşamış el-Aynî’den aktardığını ifade etmektedir.31 Hüseyin Ahlâtî’nin tutarlı bir portresini çizmeye çalışmak için, burada sunulan bu üç metnin özetini Menakıbname’yle karşılaştırmak uygun olur. Bu metinler çözdükleri problemlerden çok daha fazlasını çıkarmak la birlikte, hiç değilse Menakıbname’ nin anlaşılması ve 14. yüzyıl sonu 30 m n k, s. 41 -43; 65 -82; K is s lin g , s. 155-158; age., s. 149, d ip n o t 1. 31 B ura da d e ğ e rli y a rd ım la rı iç in m e s le k ta ş la rım J.C. G a rc in ve D G ril'e te şe kkü r e tm e yi b o rç b ilir im . A h lâ tî h a k k ın d a k i b ö lü m le r ib n H a c e r e l-A s k a lâ n î'd e n ed -D ü rre rü 'lkâ m in e , M . S. C â d ü lh a k (ed.), I, no: 82, s. 33 ve II, no. 1620, s. 160 ve ibn T a g rîb e rd î'd e n a lın m ış tır, e l-M enh alü's-S âfî, m ik ro film , A ra p E lyazm ala rı E nstitüsü (A ra p B ir liğ i, K a h ire ), seri T â rih , no. 1271, Fo 32- 33; T a g rîb e rd î'n in kalem e ald ığ ı b ö lü m şöy le ba şla r; "e l-H ü s e y n ü 'l-A h lâ tî, H a s e n î Ş erif; ço k ü n lü H a n e fi kadı B e d rü 'd -D în M a h m û d e i-A y n î o n u n iç in şöyle dedi: ..."; karş. El, "a l- A y n i" , “ A b û 'l-M a h â s in ibn T a g h rî B ird î" ve "İb n H a d ja r a l- A s k â lâ n î". İbn H a c e r'in 1620 n o .'lu b ö lü m ü Y a ltk a y a ta ra fın d a n d e ğ e rle n d irild i (B edreddin, s. 12). 8 2 n o 'lu b ö lü m , İb ra h im b. A b d u lla h elA h lâ tî e l-Ş e rifü 'l-D a re n d î a d ın d a b ir k iş iy e a y rılm ış tır, a n ca k fa z la d a n bazı b ilg ile r içe rm e k le b irlik te 1620 n o 'lu b ö lü m ü n b ir te k ra rı g ib i g ö rü n m e k te d ir.
Türk-M ısır sufıliği perspektifine yeniden oturtulması konusunda aydınla tıcıdır. Kendisine ayrılan üç bölüm e göre Hüseyin Ahlâtî 7 2 0 /1 3 2 0 - 2 1 ’de doğm uş. “ M emleketinden” (Darende ya da Ahlat?) “ yayan” gelm iş (o dönem de A nadolu’da çok kalabalık olan gezici Kalender ya da Torlak der vişlerinden miydi?), H alep’e ve Şam ’a yerleşmiş, H alep’in dış mahallesi Bâbalâ’da bir zaviyede yaşamış. “ Güçlü maneviyatından dolayı” ve “ bazı sanatlarda usta” olduğu için büyük ün kazanmış, bu sanatların arasında ta babet, simya ve bunlara bağlı olan lapis lazulı (laciverttaşı) sanatı da bu lunuyormuş. Laciverttaşının işlenişindeki becerisi ona Lâzuverdî lakabının takılmasına yol açmış.32 Berklik, ondan ünlü bir hekim olarak söz edildiğini duymuş. Sultan, oğlunu tedavi etmesi için oıııı Mısır’a çağırtmış. Ona büyük saygı göster miş, bir konağa yerleştirmiş ve maaş bağlam ış, ama o bunu kabul etm e miş. Zenginm iş, şaşalı bir hayat sürmekle birlikte pek insan içine çıkmıyormuş. Geçim kaynaklarının ne olduğu bilinmiyor ama, kısmen laciverttaşı işine dayalı olduğu tahmin ediliyor. U ç kaynak da bu şahsiyetin bir giz perdesiyle çevrili olduğunu ve ünü hakkında kamuoyunun bölündüğünü ittifakla ifade ediyor: Bazıları onu ermiş, bazıları da usta bir hekim olarak kabul ediyormuş. Hadisler konusunda ona danışılıyormuş. Bütün bu ne denlerle birçok kişiyi cezbediyormuş, ilişkilerinde çok sert olmakla birlik te emirler arasında bile büyük nüfuz sahibiymiş. Bazıları onun M ehdi o l duğunu bile ileri sürüyormuş.33 O kadar övücü olmayan başka söylentiler de dolaşıyor, hakkında garip imalarda bulunuluyordu. Manevi mertebesini gizlermiş, cııma namazları na bile katılmazmış. Rafızî olduğu düşünülüyormuş. Beyler gibi yaşar, yer, içer ve şahane giysiler giyermiş. Altın, köle ve cariye açısından zengin olduğu halde cimriymiş, kimseye bir dirhem vermez, kölelerini azad et mezmiş. Gizli bilimlerle, simya, müneccimlik, toprak falıyla uğraşırmış; hizmetinde cinler varmış ve haceri felsefiyi bilirmiş. İbn Tagriberdî’ye g ö re cemaziyelahir 7 9 9 ’da (2-12 Mart 13 9 7 ), Askalânî’ye göre cemaziyelevvel 7 9 9 ’da (Şubat 1397) öldüğünde seksen yaşını aşkınmış. Sultan mira 32
L a p is la z u li'n 'ın m is tik s im g e s e lliğ i h a k k ın d a , C o rb in , İsla m tra nien, c. II, s. 147, 148, 313; c. III, s. 168, 20 4, 208. O rta ç a ğ A n a d o lu s u 'n d a la p is m a denle ri b u lu n u y o rd u , C ahen-P re-ott., s. 118. "E rm e n is ta n ta ş ı" d a d e n ir (L ittre ). L a p is 'in bü yüsel, s a ğ a ltıc ı, vb. ö z e llik le ri h a k k ın d a , karş. A h m a d b. Y u s u f el- T îfa ş â ( ö l.H 6 5 1 /1 2 5 3 -5 4 ), K ita b E z h â rü 'l-E fk â r fîc e v a h irü 'l- A h c â r, (D. G ril ta ra fın d a n a kta rılm ış tır).
33 T ilm iz le rin d e n ba zıları o n u n a h ir z a m a n d a o rta y a çıkm ası beklenen M e h d i o ld u ğ u n u s ö y lü y o rla rd ı (ve k â n e yad da'T b a 'd u a s h â b ih i in n e h u 'l- m e h d iy y i' l-m u n ta z a r f î âh iri'z -z a m â n )", T a g rîb e rd î, age.
sına el koymuş; evinden bir sandık dolusu değerli taştan başka, simyacılık ta ve müneccimlikte kullanılan gereçler, bir zünnar, Hıristiyanların İncili, şarap, altın bir kupa (kutsal çanak?) bulunmuş. Bütün bu söylenenler de gizli Hıristiyanlık suçlamasını çağrıştırmaktadır. Sırlarını da birlikte götü r müş, çünkü lapis lazuli ile ilgili bilgilerini kimseye açmamış. Cenaze töre nine büyük bir kalabalık katılmış.34 Memluk kaynaklarında tanıtıldığı haliyle Ahlâtî ortodoksluğu oldukça su götürür bir şahsiyettir, bu husus elbette Menakıbname’de ortaya çık mıyor ve Hüseyin Ahlâtî kusursuz bir şeyh olarak sergileniyor. Onun ünü nün lekesizliği, Menakıbname’nin Osmanlı sultanının gözünde aklamak istediği Bedreddin’in kusursuzluğunun da kanıtı oluyor. Arap kaynakla rıyla Türkçe metin, Ahlâtî’nin tababet konusundaki bilgileri, tilmizlerini irşat etmesi, zenginliği ve Beıkuk’un himayesi gibi birkaç noktada uyuşu yor. Menakıbname temel bir noktada Mısır kaynaklarını dolaylı olarak doğrulayarak, Hüseyin’in Bedreddin’e Azerbaycan’a gitmeyi teklif etm e sinden söz eder ve Ahlâtî’nin Şii çevreleriyle bağlarını dile getirir. H ü se yin’in, T ebriz’deki tilmizleri yönetmesi için Bedreddin’i dâi olarak oraya gönderdiği açıkça görülmektedir. Bedreddin’in yolculuğu Menakıbname'dc ayrıntılarıyla anlatılmıştır.35
Azer bayca n’da Bedreddin’in T im ur’un siyasal egem enliğine girmiş bir bölgeye yönel mesi rastlantı değildir. Şeyh Tim ur’la, Bayezid’e karşı düzenlediği sefer den sonra A nadolu’dan dönerken karşılaşacaktır. Bu bölüm bize Bedreddin’iıı yolculuğu hakkında kronolojik bir bilgi vermektedir: Bedreddin 1403 baharına kadar Anadolu’da kalan T im ur’un gelişinden önce T eb riz’dedir. Bedreddin, Tim ur’un torunu M uham m ed Sultan’ın cenazesinin T ebriz’den Sultaniye’ye taşınışında bulunur; M uham m ed Sultan 1403 martının sonunda Karahisar’da ölmüştür. Bir yıl sonra Erzurum ’dan ge çen Clavijo’ya göre Tim ur Mayıs 1 4 0 3 ’de oradadır. Bedreddin onunla kı 3 4 A h lâ tî'n in ö lü m ta rih i ko n u s u n d a A ra p k a y n a k la n ile O sm a nlı ka y n a k la rı a rasınd a g ö rü ş fa rk lılığ ı b u lu n m a k ta d ır: m n k 'y e g ö re Şeyh H ü s e y in 8 0 7 -8 0 8 /1 4 0 4 -1 4 0 5 'te ö l m ü ştü r; karş. K is s lin g , s. 175. T a g rîb e rd rn in b e lir ttiğ i husus ilg in ç tir: ö lü m ü n d e , eş y a la rın ın a ra s ın d a "...a ltın b ir ku p a , şişelerde şarap, b ir keşiş zün narı ve H ıris tiy a n la rın in c il'i b u lu n m u ş tu r (câm ı zeheb ve h a m ri fîk a n â n ve z u n n a ri'r-ru h b a n v e 'l-in c il a ta d i b i-a y d î'n -n a s â ra )", age. 3 5 ib n B a ttu ta 'n ın İz m ir'd e ra s tla d ığ ı "en ö n e m li şeyhlerden Z a d e h e l-A h lâ tî ve y ü z m ec n u n fa k ir " (c. II, s. 310) ile Şeyh A h lâ tî a ra s ın d a b ir b a ğ la n tı v a r m ıdır? B e d re d d in 'in d â i o la ra k g ö n d e rilm e s i; K is s lin g ,, s. 153, d ip n o t 3 ve T a şkö p rîza d e -F u ra t, s. 50-51. A z e rb a y c a n y o lc u lu ğ u h a kkın d a , m n k, s. 57- 65 .
sa bir süre sonra ordusunun kış karargâhında karşılaşır. Bu noktada, R u melili şeyhin düşman tarafına geçmiş Osmanlı askerlerini payladığı bir sahne yer alır. Bu sahnede Hafız Halil’in, dedesinin aleyhinde olanlara karşı Bedreddin’i Osmanlı dostu olarak takdim edip, anısını temize çıkar ma kaygısına yeniden tanık oluruz.36 Bedreddin’in kaldığı bölge o sırada, Tim ur’un 1 4 0 2 ’de Erdebil’de ziyaret ettiği H oca Ali tarafından yönetilen Safevî tarikatının merkezidir. 7 9 6 / 1 3 9 4 ’te idam edilmeden önce, T ebriz’ den Şirvan’a kadar birçok mürid yetiştiren Fazlullâh’ın vazettiği görüşler de bölgede etkilidir. S on radan, Safevîler, Hurufıler ve Bedreddin arasında bazı bağlar kurulacak tır.37 Bölgeden geçen Avrupalı seyyahlar bile sapkın düşünceler ve her türden yoğun kehanet kaynaşmasına duyarlılık göstermektedir: 13. yüz yılda Guillome de Rubrock Nahcıvan Ermenileri’nin bir kehanetine dik kati çekmişti. Buna göre Tatarlar ve bütün kâfirler T ebriz’de Hıristiyan lığa geçecekti. Bedreddin’den bir yıl sonra T ebriz’den geçen Clavijo da T im ur’un kentte kaldığı sırada M üslüm an bir dervişin ona benzer bir ke hanette bulunduğundan söz eder: Kehanet “ Hıristiyanların karşı fetihle ri sırasında yeniden çiçek açacak kurum uş bir ağaç” la ilgilidir. T im ur’un birliklerine hizmet eden ve Azerbaycan’da bulunan Schiltberger de, İsa Peygam ber’in mezarının yeniden Hıristiyanların eline geçeceğine dair bir kehanetin atfedildiği, M üslüm anlarca kutsal sayılan bir ağaçtan söz eder.38 Azerbaycan’da Bedreddin’in, Şem seddin Cezeri ile doğrudan bağlan tı kurmasını sağlayan bazı İran çevreleri tarafından tanındığı sanılmakta dır. Bu kişinin gerçekten Bedreddin ile birçok ortak noktası bulunm ak 36 T im u r'u n Ege bö lg e s in e g e liş i ve E ge'den a yrılışı, Z a ch a ria d o u -T ra c/e , s. 81-85; A le xan drescu-D ersca, C am p agn e, s. 80-90. M u h a m m e d S u lta n 'ın ö lü m ü , H o o kh a m T a m b u rla in e , s. 274-75. T im u r E rzu ru m 'd a , C la v ijo , Le S trange (ed.), s. 138. Erzu ru m 'u n d o ğ u s u n d a , A v n ik 'te M u h a m m e d S ultan o n u ru n a b ir tö re n y a p ılır, H ookh arn , s. 275-76. B edreddin T e b riz 'd e n S u lta n iy e 'y e gid e n cenaze a la y ın d a , m nk, s. 57-58. T im u r'u n k a ra rg â h ın ı k u rd u ğ u yer ("K o n d ı b ir sahra iç in d e ", m n k, s. 58) K is s lin g 'in d e d iğ i g ib i "T e b riz y a k ın ın d a k i b ir o v a " (s. 154) d e ğ il de, K a ra b a ğ 'd ır; 1403 so n b a h a rın d a şahsen y ö n e ttiğ i G ü rc is ta n s efe rinde n sonra, T im u r A v n ik ü ze rinde n d o ğ ru da n K a ra b a ğ 'a g e lm iş tir, H o o k h a m , s. 27 7. B e d re d d in 'in gü zergâ hı şöyle s ıra la n a b i lir: T im u r'u n s e fe rin in son a erm e s in i be kleyen Şeyh, M u h a m m e d S u lta n 'ın cenazesi ni ta ş ıy a n k ervana T e b riz 'd e k a tılır. K ervanı S u lta n iy e 'y e k a d a r izler, T e b riz 'e dö ner, sonra K a ra b a ğ 'd a k i kış k a ra rg â h ın d a b u lu n a n T im u r'u n ya n ın a g id e r. B edreddin ve T im u r'u n o rd u s u n d a k i O sm a n lı a s k e rle ri, m nk, s. 5 8 , 59.
37 T im u r ve H o c a A li, K is s lin g , s. 153, d ip n o t 4. F a z lu llâ h A z e rb a y c a n 'd a , El, "H u rû fiy y a ". B edreddin, H u ru fîle r, S afevîle r, a ş a ğ ıd a böl. III, d ip n o t 3 2 'd e n 34 'e .
38 R ubrouck, s. 23 7; C la v ijo , s. 154; S c h iltb e rg e r, s. 56-57.
taydı: Kahire’de fıkıh eğitimi görm üş, sonra Osmanlı sultanının sarayın da bulunm uştu. T im ur’un başkentine yerleştirmek istediği birçok âlim gibi fatihin kafilesinde Sem erkand’a doğru yol alıyordu. Cezeri, Bedreddin’i, T im ur’un da katıldığı bir tartışmaya davet etti.39 Konuşm ada bulu nan ulema sıradan bir dervişin ilmi karşısında hayrete düştü. Türk sufi T i m ur’dan ve yakın çevresinden itibar gördü. Tim ur onu hizmetine almayı teklif etti. Bedreddin eski âlimlik konum una dönmekte tereddüt etti. S o nunda, gördüğü bir rüyanın ve M ısır’dan gelen Ahlâtî’nin bir habercisi nin tesiriyle bu kariyer imkânından vazgeçti, yeniden derviş kıyafetini giy di, Ahlat ve Bitlis üzerinden gizlice Kahire’ye döndü. G örünüşe göre ünü buralara yayılmıştı, Bitlis’te Bitlis Beyi dahi onu tanıyordu. O dönem den beri Bedreddin’in ve temsil ettiği topluluğun A nadolu’da sağlam destek leri olduğu sanılmaktadır. Şeyhin A nadolu’da yaptığı gezi sırasında göre ceğim iz gibi, bunların arasında kimi dizdarlar da bulunmaktadır.40 Hüseyin Ahlâtî’nin müridi ile İran sufiliği arasındaki, Azerbaycan yol culuğunun ortaya çıkardığı ilişkilerle Şeyh Ahlâtî’nin ünlü bir İran tarika tının kurucusuyla karşılaştığını ve temas kurduğunu doğrulayan, az bili nen bir belge bir arada ele alınmalıdır. Bu tarikat günüm üzde hâlâ varlı ğını sürdürmektedir ve H . C orbin’e göre İran’da mevcut Şii tarikatlarının çoğu ona bağlanmaktadır. Abdürrezzak Kirmanî’ye göre bu, Ahlâtî’nin 1 3 8 0 ’e doğru M ısır’da karşılaştığı sanılan Şeyh Nimetullâh Veli Kirmanî’nin kurduğu tarikattır: Abdürrezzak Kirmanî’nin ifadesine göre Nil kı yısındaki bir evde oturan iki şeyh birbirlerine manevi mertebelerini g ö s termek için marifetler sergilemişler. Ahlâtî, N il’in suyunun kana, sonra da süte dönüştüğü bir yanılsama yaratmış. Nimetullâh da alevlerin arasına atılan bir pamuk parçasının tutuşmasını önlemiş. Bu küçük öykü, ifade et tiği mistik simgeselliğin ötesinde, çok sayıda İranlının yaşadığı ve hem medreselerde, hem de sarayda nüfuz sahibi oldukları M ısır’da, Ahlâtî’nin Şiilerle belirli bağlan olduğunu doğruluyor.41
39 Cezerî, karş. E l ve T a şköprîzade -R esche r, s. 19 ve dev.; m nk, s. 59-62. ■40 M n k , s. 64. 41
N im e tu llâ h V e li K irm a n î h a k k ın d a , C o rb in , P h ilo s o p h ie lsla m iq u e , s. 4 2 5 ; N. P ourjav a d y ve P. L. W ils o n , K in g s o f Love. K o rla rın yakm adığ ı p a m u k h a k k ın d a A b d ü rre z za k K ir m a n fn in a k ta rd ığ ı ö y k ü ( R is â lâ h , A u b in (ed.), s. 37-38; ve J â m i-i M ü fid i, A u b in (ed.), s. 156-158), G e y ik li B aba ile A b d a l M u s a a ra sın d a ki "k e ra m e t yarışm as ı"n d a d a karşım ıza ç ık m a k ta d ır, karş. T a şköprîzade , Ş a kâ 'ik, R escher (ed.), s. 6. A b dü rrezzak K irm a n î, N im e tu llâ h ve A h lâ tî'n in M ıs ır'd a aynı şeyh in , S eyyid M u h a m m ed A ftâ b T n in m ü rid i o ld u k la rın ı b e lirtir. K â tip Ç e le b i'd e (Fluegel (ed.), c. III, s. 262) A fitâ b î M e rz ifu n î a d ın d a , yaşa dığı ta rih b ilin m e y e n b ir şeyhten söz e d ilir. A h lâ tî'n in
Mısır’dan Ayrılış B edreddin ’in M ısır’a dönüşü politik ve dini bakım dan hareketli bir dönem e rastlamıştır. “ O n sekiz bin âlemin aşikâr” olduğu yoğun bir çi le dönem inin ardından, A hlâtî’nin ölüm ünden hemen önce onun hali fesi seçilerek hanikahın başına getirilir. Bu seçime m uhalefet edenler olur ve dervişlerin bir kısmı Bedreddin ’e karşı çıkar: “ G özlerine Şeyh olub rımh ıı sinan / Gördi sadr içün bularda var hevâ.” Bedreddin g ö revden çekilmeyi önerir, o zam an onun hepsinden üstün old u ğu kabul edilir ancak, bu gibi durum larda hep kullanılan gerekçeye başvurulur: “ Şeyhe tazesin dirler idi.” Bedreddin altı ay sonunda M ısır’ dan ayrılma ya karar verir. On yedi yandaşı da kısa bir süre içinde K u d ü s’te kendisi ne katılır.42 1 4 0 4 -1 4 0 5 ’tc tarihlendirebildiğimiz bu ani gidişte Menakıbname’nin sözünü etmediği başka unsurlar da rol oynamış olsa gerek. 15. yüzyılın başında Mısır’da siyasi bir kargaşa hüküm sürmektedir ve kardeşleriyle mücadeleye giren Bedreddin’in eski öğrencisi Sultan Ferec 20 Eylül 1 4 0 5 ’te M ısır’dan Suriye’ye kaçmak zorunda kalır. Diğer yandan M ısır’ın ekonomik durumu berbattır. Şeyhûniyye medresesi kurumun işleyişini engelleyen vahim bir kıtlığın pençesindedir. Bu nedenlerin bir araya geli şi Bedreddin’in Mısır’dan ayrılışını hızlandırmış olabilir. Ancak Menakıbname'ye bakılırsa, asıl neden şeyhin bundan böyle deneyimini doğduğu ülkede yaymak istemesidir. “ Şeyh dahi eyledi R ûm ’a gelm ege / Milket-i Rûm içre cezbe salm a ya.” Kudüs’te ve Şam ’da oyalanmadan Suriye’nin kuzeyine varır, öğretisi nin halk toplulukları içinde kazandığı başarının ve Türkler üzerindeki et kisinin ilk deneyimini H alep’te yapar. Suriye ile Rum ülkesi arasındaki sı nırda bulunan Halep ve yöresinin, zamanın mistik kaynaşması içindeki ye ri üzerinde biraz durmakta yarar var.43 Ş iile r'le b a ğ la rı h a k k ın d a , karş. R a fiz îlik suçlam ası, yuk. d ip n o t 34. M ıs ır'd a k i İra n lI la r ve e tk ile ri h a kkın d a , T a g rîb e rd î, N u c û m , c. I, s. 6; Petry, s. 66 -67; B erkuk, H ane fi ira n lıla rı d e s te k liy o r, L. Fernandes, A .I., 23 (1987), s. 89, 9 2 ve dev. T im u r is tila s ı M ı s ır'd a k i ira n lıla r iç in ö lü m c ü l s o n u ç la r d o ğ u ru r ve a rtık K a h ire 'd e k a la m a z la r, age., s. 95.
42 M n k , s. 73. A h lâ tî'n in İbn T u lü n c a m iin d e cu m a na m azı kıla rke n ge le n b ir h u m m a s o n u c u n d a ö lm e si h a kkın d a , age., s. 80 -82; B edreddin can çekişen A h lâ tî'n in başucu n d a Y u n u s E m re 'n in d iz e le rin i o k u r, age., s. 82. H ila fe t k o n u su n d a ç ıka n g ü ç lü k ler ve M ıs ır'd a n a yrılış h a k k ın d a , age., s. 83-84.
43 F e rec'in S uriye'ye kaçışı h a k k ın d a , El, "F a ra d j". 15. y ü zyılın b a şında M ıs ır'ın e ko n o m ik d u ru m u , k ıtlık la r vb, Petry, s. 32 8, 337. Şeyhin K udüs ve H a le p 'te k i kısa ko n a k la m a la rı h a k k ın d a , m nk, s. 84-85.
3- RUM ÜLKESİNE DÖNÜŞ
A) Türkmenlerle Tem aslar Halep Şeyh Ahlâtî’nin başlıca müridinin, hocasının daha önce etkili olduğu bir kentte tanınıyor olması doğal görünmektedir. Menakıbname şeyhin bin dolayında Türkmen tarafından karşılandığını özellikle belirtir. Bu da Ahlâtî ve yandaşlarının göçer dünyasındaki nüfuzunu gösterir. Torlakların oynadığı role daha sonra değineceğiz. Bu durum Bedreddin’in belirli bir Babaî havası taşıdığını da gösteriyor, çünkü o dönem de hem âlim, hem ortodoks sufi tipi aynı kişide toplanabiliyor, kitlelere seslenebilen halk der vişi tipiyle de örtüşebiliyordu. Olasılıkla Ahlâtî’nin eski tilmizleri olan H a lep Türkmenleri Bedreddin’in yanlarında kalması ve ona bir hanikah inşa etmek için çok ısrar ederler, ancak Hafız Halil’in vurguladığı gibi: “ Şeyh rızâ gösterm edi kalmaklığa / Azm-i Rûm itdi hemen gelm eklige.” Menakıbname’yc göre, Bedreddin’i mürşit olarak kabul edenlerin ara sında Türkmenlerin yanı sıra, Nesim î’ye karşı fetva veren müftü de bulu nuyordu: “ Birisin dirler irâdet getüren / Nesim î’niin salbine fetva viren / İlmine âşık olubdı Şeyh’iin ol / Hazretine bey’at idiib oldı kul.” Bedred din ile ünlü Hurufi şairi ve şehidi İmadeddin Nesimî’nin hareketli yaşamı arasında bir bağ kurulması çok ilginçtir, çünkü bu, Hurufilik ile Bedred din’in tilmizlerinin ortak bir ortamı paylaştığına dair yapılmış nadir açık göndermelerden birini oluşturmaktadır. Kuzey Suriye, bölgede çeşitli vesilelerle kalmış güçlü şahsiyetlerin taşı dığı pek de ortodoks olmayan düşünce akımlarının buluştuğu yerdir. Ah lâtî’nin öğrenim arkadaşı Nimetullâh Halep asıllıdır. Gölpınarlı’nın B ed reddin ile birçok ortak yönünü ortaya çıkardığı Hurufi Bistâmî Antakyalı’dır ve Aşıkpaşazade’ye göre Bedreddinîlerin Safevî şeyhi Ciineyd’in til mizleriyle ilerde buluşacakları yer olan Amanos dağları hemen yakındadır. Ahlâtî gibi simyacılık ve büyücülükle suçlanan Sühreverdî, zındık olduğu iddiasıyla 12. yüzyılda H alep’te idam edilmişti. Ayrıca günüm üze kadar ulaşmış Nusayri cemaatinin ve onların karma öğretilerinin varlığından, C ebelii’n-Nuseyriyye’nin yakınlığından, buradaki halkın Türk Alevileriyle bir inanç akrabalığı gösterdiğinden de söz edilebilir. Geleneksel olarak Türk Alevileriııi de içine alan Bektaşîleriıı, Bedreddin’in mirasını büyük ölçüde sahiplendikleri genel bir kanıdır.44 4 4 A h lâ tî H a le p 'te , ib n H acer, no: 82. H a le p li T ü rk m e n le r ve B edreddin , ("T ü rkm â n -ı H a le b b in k iş i v a rid i"), m nk, s. 85. N e s im î ve B edreddin, aşa ğıda , böl. III, d ip n o t 33. N im e tu llâ h ve H a le p , P o u rja va d y ve W ils o n , K in g s o f Love, s. 13. A n ta k y a lı B istâ m î,
K aram an ve Germiyan Anadolu Karaman beyliği on yıl kadar önce Yıldırım Bayezid tarafın dan ilhak edildikten sonra, Tim ur’un koruması sayesinde 15. yüzyılın ba şında yeniden kurulmaktadır. Bu beylik kısa süre içinde Osmanlıların O r ta A nadolu’daki yayılmasının önünde güçlü bir engel oluşturacaktır. O sı rada, gelecekteki bu Karaman yükselişinin mimarı olacak M ehmed b. Alaeddin Ali, Tim ur tarafından Bursa hapishanesinden yeni kurtarılmıştır ve topraklarını yeniden sahiplenme uğraşı içindedir. Bedreddin, Alaeddin Ali’nin oğullarının iç savaşlarından kaynaklanan huzursuzluk içindeki K a raman ülkesinde ilerleyerek Konya’ya varır. Burası ilk eğitim gördüğü kentlerden biridir ve orada kuşkusuz tanıdıkları bulunmaktadır. Tilm izle ri tarafından kendisine tahsis edilen bir eve yerleşir ve oradaki bir m edre sede ders verir. Şeyhten söz edildiğini duyan Karaman beyi iltifat etmekten çok, onu güç durum da bırakmak için sarayına çağırır, çünkü Menakıbname’den ö ğ rendiğimize göre ailesinin 13. yüzyılın ünlü bir suftsinin soyundan gelm e sine rağmen, kendisi “ sûfı görüncek iderdi cür’eti.” Menakıbname yazarı na göre, bu tavrın nedeni çok basitti: Karam anoğlu münkirdi. Bu iddia şa şırtıcı olmakla birlikte birçok kaynak tarafından dile getirilmiştir. 14. yüz yılda bir N iğde kadısı bölgedeki Türkmenlerin hepsinin münkir olduğu nu ileri sürüyor. 1 4 3 0 ’a doğru, B o urgogn e’lu şövalye Bertrandon de La Brocquiere Karam an’ın komşusu olan bir Türkmen beyinin kuşkuculuk anlayışını şöyle dile getiriyor: O ne iyi bir Hıristiyan, ne de iyi bir M üslümandı ( sarazin) ve ona iki peygam berden, yani Nasıralı İsa ve M uham m ed’den söz edildiğinde, hayatta olan hangisiyse ona yani hiçbirine- bağlanm ak istediğini söylerdi.45
Bedreddin buna rağmen hükümdarın gözüne girmeyi başardı ve Menakıbname'ye göre, “ Bey” onun müridi oldu. Hafız Halil, Bedreddin’in Konya’da kalırken Kayserili Şeyh Hamid-i Veli’yle bağlantı kurduğunu G ö lp ın a rlı-B e d re d d in , s. 10. S afevî C üneyd ve B e d reddin îler, A şıkpaşa zade , s. 250. SühreverdT H a le p 'te , Laoust-Sc/ı/sm es, s. 23 0-23 1. N usayri'le r h a kkın d a , M a ssig n o n , O M ., c. I, s. 6 4 0 ve dev. A le v ile r ve B ektaşîle r, B irg e-B ektashî, s. 21 1-212. 45
15. y ü z y ılın b a ş ın d a K a ra m a n b e y liğ i h a k k ın d a , El, "K a râ m a n -O g h u lla rı"; B eldicean u -D e u x v ille s , s. 42. K a ra m a n b e y in in su fi k a rşıtı ta v rı h a kkın d a , m n k, s. 86. Karam a n o ğ u lla rın ın atası şeyh N ûre Sufi h a k k ın d a , Ş ikârî, K a ra m a n O ğ u lla rı T a rih i, K o m a n (ed.), s. 16; b u ra d a N ûre S ufi, B aba İly a s 'ın b ir tilm iz i o la ra k ta n ıtılır. N iğ d e li K a dı A h m e d 'd e n söz eden, O ca k-B a b a Resul, s. 42. B rocq uiere , s. 90. B e d re d d in 'in m ü rid i o la n K a ra m a n be yi, m nk, s. 87.
belirtiyor. Bu şeyh Hacı Bayram’ın mürşididir, böylece Simavnalı şeyh ile gelecekteki Bayramîyye tarikatı arasında ilk bağ kurulmuş oluyor. Bedred din ve ailesinin Bayramîyye’nin temel bir şahsiyetiyle, Akşemseddin’le iliş kisini ilerde göreceğiz.46 Karam an’dan sonra Bedreddin Germiyan ülkesinin topraklarını baştan başa kateder. Burası eskiden en güçlü beylikti ve diğer beylikler uzun sü re onun vasalları durumunda kalmıştı. 15. yüzyılda, diğer Anadolu beylik leri gibi, eski hegemonyasından eser kalmamıştır; varlığının sürmesini T i mur’a borçludur. Tim ur, Osmanlılara rakip Anadolu beyliklerini O sm an lIların olası bir yeniden yayılma hareketine karşı kalkan gibi kullanmak üzere yeniden kurmuştur. Sufîlere karşı Karaman beyinden daha olumlu bir yaklaşım içinde olan II. Yakub ve annesi, Mcnakıbnanıe ye göre, şeyhi yayan olarak karşılamaya geldiler ve ona iltifat ettiler: “ Germiyanoglı irişdi iyahı / Nevcüvân idi henüz ol dem dahi / Şeyh’e karşı geldi ol diirdânesi / Dahi yanınca piyade ânesi.” Belki de bu zemini hazırlayan, Bedred din’in Kahire’den eski öğrenim arkadaşı olan ve Osmanlılara geçmeden önce uzun süre Germiyan sarayında kalan Ahm edî’ydi.47
B) Ege Merhalesi Bedreddin oradan Menderes vadisine ve Aydıneli’ne yönelir; buralar Aydınoğulları’nııı topraklarıdır, onlar da Tim ur tarafından kısa süre önce eski yetkilerine kavuşturulmuştur. Bu bölge Bedreddin tarikatının geliş mesinde büyük rol oynayacaktır, çünkü onun başlıca iki halifesi olan T o r lak Kemal ve Börklüce M ustafa’nın merkezi burasıdır ve Osmanlılara kar şı Bedreddin adına kışkırtılan büyük isyan hareketi bu alanda patlak vere cektir. Osmanlı vakanüvislerinin anlatımına bakılırsa, Bedreddin bu hare keti destekliyordu. Hafız Halil ise aksi görüşteydi. Türk sufınin öğretisi nin özel bir coşkuyla karşılandığı bir bölgede Bedreddin’in geçirdiği gün ler konusunda Menakıbname’nin sunduğu bilgileri özenle incelemek ge rekir. Bu merhaleyi daha da ilginç kılan Bedreddin’in vazettiği görüşlerin 46 Şeyh H a m id -i V e li h a k k ın d a , age., s. 87; a y rıc a karş. T a şköprîzade -R esche r, s. 29-32; B a y ra m o ğ lu -H a c ı B ayram , s. 19-22: H acı B ayra m 10 yıl b o yu n ca A k s a ra y 'd a Ham id 'in m ü rid i o lm u ş tu r. H a m id 'in S afevîle rle sıkı b a ğ la rı v a rd ı, K is s lin g , s. 160, d ip n o t 1. A k ş e m s e d d in ve B edreddin îyye, a şa ğıda , b ö l. III, d ip n o t 4.
47 G e rm iy a n o ğ u lla rı h a k k ın d a , El, "G e rm iy a n O ğ u lla rı"; E m pire O tto m a n , M a n tra n (ed.), s. 17, 42 -4 3 , 46 -4 7 , 5 3 , 56-57. A y rıc a karş. V a rlık , G e rm iy a n -O ğ u lla rı T a rih i, s. 71 ve dev. II. Y a k u b ve B edreddin, m n k, s. 87 -88. A h m e d î M ıs ır'd a n dö nüşün de 13 8 7 'd e ö le n G e rm iy a n Beyi S üleym an Şah iç in v a k a n ü v is lik ya p m ış ve O s m a n lıla rın h iz m e tin e ge çm ede n ö n ce G erm iy a n sa ra y ın d a uzu n süre k a lm ış tı, B om baci-£ı/+eratu re tu rç u e , s. 25 0-25 1.
Anadolu’yla sınırlı kalmaması ve ilk kez Müslüman bir iktidara bağlı ol mayan bir Hıristiyan yöresine, o sırada Ceneviz hâkimiyeti altında bulu nan komşu Sakız adasına yayılmasıdır.
Cüneyd ve Aydmeli Bedreddin’in Aydmeli’inden geçişi, şeyhin düşüncelerinin A nadolu’da kök salışınm bu temel merhalesi Menakıbname'de kısaca geçiştirilmiştir. Bunun nedeni bir kez daha, Osmanlı vakanüvisleri tarafından Bedred din’in başlıca müridleri ve suç ortakları sayılan kişilerle, Torlak ve Böıkliice’yle, şeyhin itibarını lekeleyici görülen ilişkiler üzerinde yazarın durmak istemeyişidir. Bununla birlikte metin daha sonra, Edirne’ye çekildiği sıra da Bedreddin’in “ davet üzerine” Aydıneli’ne bir kez daha döndüğünü be lirtir. Ancak kuşkusuz o yörede bulunan ateşli taraftarlarıyla ilgili olan bu yolculuğun gerekçesini açıklamaz. Orada, daha önce gördüğüm üz gibi öm rü Aydınoğullarının yanında noktalanan, Mısır’dan eski öğrenim arka daşı Hacı Paşa ile buluşmuş olması da mümkündür. M etinde, Bedreddin’in A ydın/G üzelhisar’da kaldığı kısaca belirtilir. Germiyan’dan gelen Bedreddin oraya M enderes boyunca ilerleyerek varır. Menakıbname1nvn Bedreddin’in bu bölgede kalışıyla ilgili bölümünde Menderes vadisinden söz bile edilmemiştir, oysa yine Menakıbname'nin ifadesine göre, burası şeyhin düşüncelerinin yayıldığı merkezlerden biri dir. Bedreddin’in oğlu İsmail orada bir süre kalır, orada ölür ve M ende res yakınında ( “ M enderes suyı katındadur” ) Nizar ya da N azar adında bir köyde göm ülür. İsmail, Börklüce M ustafa ile 1410’da N izar’da karşılaşır; İsm ail’in ölüm ünden sonra Bedreddin’in torunları ona emanet edilir. B ü tün Osmanlı kaynakları Börklüce’yi Bedreddin’in has müridi olarak tanıt makta ağız birliği ederken, Menakıbname Börklüce’nin Bedreddin ile iliş kisini sırası geldiğinde kabul etmekle birlikte, Simavnalı şeyhi bu pek tas vip edilemeyecek ilişkiden uzak tutmaya çalışır. Börklüce’nin Aydmeli’yle sıkı bağları olduğu açıktır. Bütün kaynaklar onun bu bölgede yaşadığını, faaliyet gösterdiğini ve idam edildiğini doğruluyor. Bu durum da Börklü ce’nin, şeyhin Ay dineli’ndeki iki konaklamasından biri sırasında onun m ü ridi olduğu varsayılabilir.48 48 A n k a ra s ava şında n sonra A y d ın e li'n in d u ru m u h a kkın d a , El, "A y d ın o g h lu "; H. A k ın , A y d ın O ğ u lla rı, s. 6 4 ve dev.; Z a c h a ria d o u -T ra c /e , s. 76 ve dev.; B e d re d d in 'in E dir n e 'd en A y d ın 'a y o lc u lu ğ u , m n k, s. 95. H acı Paşa A y d ın o ğ u lla rı'n ın ya n ın d a , yuk. d ip n o t 20. H as M ü rid , O ru ç bey, a ln . ya p . K u rd a ku l B edreddin, s. 39. B e d re d d in 'in o ğ lu ve B ö rklü ce N iz a r'd a , m n k, s.
i 43. B abing er, D ie V ita , s. 108, N a z a r d iy e okur;
G ö lp ın a rlı, m nk, s. 143, m n k yazm ası v. 12 1'den N iz â r o la ra k o ku r. Y e rin sa p ta n m a sına ge lin c e , ih tiy a t k a y d ıy la , yörede g ö nüm ü ze k a d a r Eski H is a r o la ra k a d la n d ırıla n
“ İzmiroğlu davet eyler” ve bunun üzerine Bedreddin Tire’den geçip İz mir’e gider. İzmiroğlu Cüneyd çok renkli bir kişidir. Osmanlı vakaniivisleri ve Bizanslı tarihçi Dukas tarafindan çok iyi bilinen yaşamı, Bedreddin ve Börkliice’nin yaşamlarıyla sık sık kesişecektir. Kaynaklar onu Tim ur’un ge çişinden sonra Osmanlıların buraya yeniden yerleşmesine ateşli bir şekilde karşı çıkan bir kimse olarak tanıtır. Bu maceraperest adam bu süreci yirmi yıl kadar geciktirecektir. Şeyhin ve Cüneyd’in faaüyederi arasında, siyasi iliş kiler dışında bir bağ kurmak pek az akla gelmiştir. Bu ilişkiler Tim ur’un za ferinden sonra Osmanlıların zayıflamasından kaynaklanmıştır. Her iki adam da genellikle aralarında özel bir ilişki olmayan, Osmanlı karşıtı iki elebaşı olarak tanıtılır. Oysa Menakıbname’de iki adam arasındaki manevi bağlar kesinlikle vurgulanıyor. Bu konu yeterince irdelenmemiştir; mürşit-mürid ilişkisi ilerde değineceğimiz gibi, bu iki kişinin yaşamına yeni bir ışık tutu yor ve Cüneyd’in yönetimi altındaki topraklarda şeyhin düşüncelerinin ka zandığı büyük başarıyı açıklıyor. Cüneyd olasılıkla Bedreddin’i yalnızca O s manlIların dayatmasını geciktiren bir anarşi tohumu olarak değil, bir mür şit olarak da görüyordu. Menakıbname’ye göre, İzmir kalesindeki bütün as kerler ( “ dört beş yüz kişi” ), komutanlarını örnek alarak onun müridi olma yı kabul ettiler, çünkü şeyhle yüz yüze gelmeden önce onu rüyalarında gör müşlerdi: “ Varidi kal’ada dört beş yüz kişi / Ulu vü kici kamu erkek dişi / Cümlesi rü’yâ görürdi ol gice / T a ’bıır iderdi kamûsın ol hace / Sûretâ Şeyh’i bunlar hiç görmedin / Bâtına görüııir idi B e d ri din.” Bu kentte Bedreddin öyle kerameder gösterdi ki, keramet sahibi olarak ünü İslam sı nırlarını aştı ve komşu Sakız adası halkının kulağına kadar gitti.49
Sakızlı Hıristiyanlar O zaman sırf yüceltmeye dayalı gibi görünen bir bölüm başlıyor. Bed reddin’in Hıristiyan ortamında doğrudan ve şahsi etkinliğinin ilk tanıklığı olduğundan bu metni ayrıntılarıyla incelememiz gerekiyor. a n tik N ysa ad M a e a n d ru m s itesi o ld u ğ u s ö y le n e b ilir. A n tik h a ra b e le rin b u lu n d u ğ u b ir k e n t iç in 15. y ü z y ıla k a d a r N y s a n ite le m e s in in k u lla n ıld ığ ı, d a h a sonra b u nun T ü rk ç e H is a r sö zcü ğ ü yle b irle ş tirile re k , N y s a -H is a r> N iz a r ka y n a ş m a s ın ın ge rçekleş t iğ i v a rs a y ıla b ilir. Bu k o n u d a ö rn e k le r de va rd ır: N e o -K a ise ria > N ig -H is a r > N iksa r, karş. H am m er, H is t. Emp. O tt., c. II, s. 126, ya da K o lo n e ia > K o l-H is a r > K o ilis a ri, V ry o n is -D e c lin e , s. 44 9, d ip n o t 14; Y u n a n c a s ig m a 1'nin T ü rk ç e ze ye dönüşerek y u m u ş a m a s ın a a yrıca sık sık ra s tla n ır: A in o -S > Eno-Z, S-m yrne > İZ -m ir, vb. "N y s a and M e a n d ru m " iç in d e k i s it a la n ı h a rita s ı, W . D ie s t (ed.), J .K .D .A .I. (1913). Lem erleA y d ın , s. 28 , d ip n o t l'd e N ysa üze rine b ib liy o g ra fy a . 49 C üne yd h a k k ın d a , aşa ğıda , d ip n o t 112-115. O s m a n lı v a k a n ü v is le ri, ö rn e ğ in A şıkp a şazade on u "iz m iro ğ lu " o la ra k a d la n d ırm a k ta d ır, s. 157, 165, 166. C ü n e y d 'in ve a d a m la rın ın B e d re d d in 'e k a tılm a s ı, m n k, s. 89.
Anda Sakız adasınun kâfiri Görüben Şeyh’den keram et herbiri Beglerıne söylediler kim gelün Bunda Türk’ün U lu ’sun d a ’vet kılun Ola kim d a’vet icabet eyleye Kim bize sırr ı M esîh’den söyleye Didi kim nola idelüm d a’veti Bize Rûhullah iderse nusreti Beglerinden gördiler meyloldu çün C em ’ oluban cümle râhibler o gün Didiler kim cümlemiz biz varalum Ol uluyı bunda da’vet kılalum O la kim güftârım uz kıla kabûl Kim bize meylide ol sırr ı Resul Begleri didi ki âyâ görünüz Oglına didi ki siz de varunuz Anda dursun kal’ada tâ ol gele Bizimile nice gün bunda ola Didi nola emrinüzle varayın Kal’ada anlar gelince durayın Hâsılı rehnitdi oglın kal’ aya Sandı kim Şeyh’i geçüben gelmeye Diizdiler âyinlerince armağan Giriiben deryâya oldılar revan Irüben İzm ir’e lenger saldılar Çıkubaıı hidmet-i Şeyh’e geldiler Çeküben sogatım bunlar hemin Baş yire koyuban öpdiler zemîn Didiler Şeyh’e ki Rabbun hakkıçün Sizi üm m et kıldı M uham m ed içün Dahi ol İsâ-yı Rûhullah içün H em dahi M ûsâ Kelîmullah içün Lîıtfunuzla da’vetimiz kıl kabûl Ol M uham m ed hakkıçün k’oldu Resul Cüm lenüze dahi cümle ehline Dîn-i Ahm ed’den nasîbi olana Bizi mahrum eyleme geldük size Bize gelm ekdür size minnet bize Begim üz bizim kati âlimdürtir Fazlınuz işideli buldı sürür Kim bilürsiz gelm ege âcizdür ol Hidmetiyiçün eyâ sırr ı Resûl Oglını gönderdiler bunda tura
Size (ol) müştaak olubdur kim göre D inde ayrıysak nola iy sırr-ı H ak Rabbim üz birdür kam um uz abd-i Hak Çok tazarrû’ itdi bunlar Şeyh’e pes Şeyh de rızâ gösteriib itdi nefes Yedi ruhban idi bunlar iy amu Cümlesi arabca bilürdi kamu Şeyh’e olmuşdı beşaretler nice Gemiye biniib ol adaya geçe Dinledi Şeyh bunlarım sözin biraz Gördi hiç bunlarda yok aslâ garez Kaldurub elin kodı b aş’üstüne Bunlara gelüb didi baş üstüne Sevnişüben cümlesi itdi tapu Çekdiler sogaü açıldı kapu Oglını bunlar komaklık diledi Şeyh anı kom aga rızâ virmedi. Oradan bunlar gemiye bindiler Yelken açuban adaya indiler Yolda giderken buları ol zaman Furtuna tutdı begaayet iy cüvan Gark (olacağın) bilüb bunlar o dem Velvele düşdi bulara iy dedem Sandılar helak olurlar pes hemin Şeyh’iin aslâ bâki yok iy merd-i din Gördı bunlar cümlesi hayrettediir Didi korkman Bedr-i din siziinledür Gam yimen Bedr i din’i H ak Hazreti saklamışdur hem sizi kon âfeti Kaldurub bir kez elin kıldı duâ H ak Çalab kıldı duasını revâ Furtuna dindi oluk sâat heman Girü dümen dakub oldılar revan Kal’aya yakın irişincek bular Binüben kayuga karşu geldiler Begleri anda görüşüb Şeyhıla Girüben gemiye oturdı bile Mahir idi ilm-i hey’ette kaü Şeyhıla hey’etten itdi sohbeti Gördi hey’etten söz anlar Şeyh anı İlm-i hey’ede geçtirdi ol güni Dinleyicek Şeyh’i bunlar iy emin
Didiler Mesîh-i sânî bu hemin Nefesi eyledi ihyâ m ürdeler50 H assa kim tevhîdi ciğerler deler Bagçesine konduruban Şeyh’i ol Ayinince çok riâyet kıldı ol N e kadar râhib ki var geldi heme Şeyh dahi zikrile kıldı zem zem e Zikrolundı anda ol gün ol gice Oldı bunlar zikre hayran iy hace Tevhidün nûrı buların kalbine D okunıb itdi sirayet b a’ zına Nice râhibler dahi itdi bükâ Anda dervişlere irincek safâ M ele’ -i a ’lâya irdi n a’ralar Sidre-i seyyare irdi na’ralar Halka-i zikre girenler didi hû Ayağı digm ezdi yire dise hû Gözile göriirdi dirler kâfıran Zâkirüıı payın muallak bil lyaıı Hayrete varub bu hâle iy emîn Dirleridi innehu sihrünm übîn5 1 İki papazlar gelübdi key ulu Anlar E n ez’lii idi iy bahdu H er yıl anda gelüridi ikisi Anlara dokundı Şeyh’ün cezbesi Hufyeten Islâm ’a geldiler hemin İtdiler zarûretile ketm-i din Adada sâkin olanlardan dahi Beş kişi îmâna geldi iy alıı Ahdleşüb Şeylııla bunlar ol zaman Sizden olm azuz didiler râyegân Şeyh dahi bunlara va’de eyledi Edrene şehrine gelesiz d id i52 50 B e d re d d in 'in S akız'da k a lış ıy la ilg ili b ö lü m , m nk, s. 89-93 (no: 1352-1417). 1379'uncu b e y itte baş üstü ne d e y im iy le ilg ili ilg in ç b ir k e lim e o yu n u y a p ılır. Y a z a r bu d e y i ş iy le hem B e d re d d in 'in e lle rin i Sakız e lç ile ri o la n ra h ip le rin b a ş la rın ın üze rine ko y m a sını, hem de şeyh in söz ko n u su ra h ip le rin is te ğ in i ka b u l e d iş in i ifa d e e tm ekted ir: "K a ld u ru b e lin kodı b a ş 'ü s tü n e / B u n la ra g e lü b d id i baş ü s tü n e ." B e d re d d in 'in g ö k b i lim e ğ itim i gö rm esi h a k k ın d a , m n k, s. 20. 51
A lla h 'ın S ufilere has adı o la n " H û " (H u v iy y a ) ha kkında , karş. ö rn e ğ in , ibn A ra b î, Futû h a t, C h o d k ie w ic z (ed.), s. 319, 32 9, 408... M e v la n a 'n ın su fi ile arasınd a y a k ın lık ku r du ğu s a fâ h a li ha kkında , karş. V itra y -M e y e ro v itc h , M y s tiç u e e t F’oesie, s. 136-144.
52 M e riç 'in ağ zındaki E nez/A inos o dönem de Sakız g ib i C ene vizlile re ba ğlıydı; 1397'de,
On gün oldı orada Şeyh H azreti Gördi bunlardan kemâl-i rağbeti Eyle âşık oldı Şeyh’e Begleri Bile geçdi denizi iy din eri Aglayub kitfıni öpdi ol cüvan Didi (iy) rûh-ı revânum ol revan Gönderüb Şeyh’i kayııga bindi ol Sâlisü selâseden hem döndi ol.53
Yukarıdaki alıntının üslubu kuşkusuz devrin bütün vilayetnamelerine has keramet alanına giriyor; aynı anlatı şemalarına Saltıknâme’de, Hacı Bek taş Vilâyetnâmesi’nde, Elvan Çelebi’nin ya da M ahmud Paşa’nın menakıbnamelerinde ve 14.-15. yüzyıllar Türk edebiyatında bol bol görülen velile rin hayat hikâyelerinde de rastlanır. Fatih Sultan M ehm ed’in çevresinin bu tür anlatılara çok düşkün olduğu bilinmektedir. Bedreddin’in torunu da bu kesimi hedeflemektedir: Kâfirlerin ülkesine gelerek ikna yoluyla ya da kera met gücüyle, dini kadrolardan yani keşiş ve rahiplerden başlayarak hak di ninden olmayanları imana getiren derviş söylemi sık rastlanan bir senaryo dur. Hacı Bektaş Frengistan’da -Bedreddin gibi bir adaya giderek- bir ke şişi ziyaret eder; rahip kılığına giren Sarı Saltık yolunun üzerinde rastladığı manastırlarda canlı ilahiyat tartışmalarına girer; Emir Sultan Hıristiyan bir keşişi ihtida ettirir; Baba İlyas’ın müridlerinden biri bir keşişin oğludur; M ahmud Paşa ihtida etmeden önce bir manastırda çömezdir.54 A in o s senyörü N ic o lo G a ttilu s io 'y d u , S etton-Papacy, c. I, s. 361. B e d re d d in 'in etkisi a l tın d a ih tid a eden ve a ra la rın d a b irç o k ra h ib in de b u lu ndu ğu k iş ile ri b e lirtm e k için m n k'â e hem "a h a li", hem de "h u z u rlu " a n la m ın a gelen s a kin te rim i k u la n ılm ıştır; bu rada m is tik le r arası iliş k ile r b a ğ la m ın d a k u lla n ıla n bu te rim le üstü ö rtü lü b ir b içim d e, ruh "s a k in liğ in e " erişm iş kiş ile r, "H e s y k h ia c ıla r" ve öz e llik le de B e d re d d in 'le görüşerek onun m ü rid i (aynı zam anda da B ö rk lü c e 'n in m ü rid i) o la n la r k a s te d ilm iş o la b ilir mi? 1410 n o 'lu b e y it (s. 92) böylece ik ili b ir a n la m a ge le b ilir: "A d a d a sa kin o la n la rd a n d a hi ["a d a a h a lis in d e n " ya da "a d a d a k i ra h ip le rd e n "] / Beş kişi îm â n a g e ld i iy a h i." Bu o ld u k ç a gözüpek b ir varsayım . A n c a k b ir y a n d a n M e n a kıb n a m e tü rü y a p ıtla rın ö z e lli ği o la n b e lli ölçü d e "k o d la n m ış " b ir d ile du yu la n e ğ ilim ; d iğ e r ya n d a n k a yn a kla ra ba kılırsa ra h ip le r ile B edreddinîler arasınd aki sürekli iliş k ile r ve S im avnalı şeyhin anası nın H ıris tiy a n asıllı olm ası d o la y ıs ıy la , Bedreddin ve m ü rid le rin in çağdaş Bizans m is tik a n la yışının b e lirle y ic i b ir ö z e lliğ i o la n H esykhia cılık hareketine m uhtem elen ya b a n cı o lm a d ık la rı göz ön ünde b u lu n d u ru ld u ğ u n d a , bu varsayım im kân sız gö rünm üyor.
53 Bu m e tin [m n k , s. 89-93) ile B ö rklü ce M u s ta fa 'n ın S akız'a g ö n d e rd iğ i de rvişle rd e n söz eden D u k a s 'ın m e tn i ara s ın d a y a k ın lık k u ru la b ilir; aşa ğıda d ip n o t 82.
54 H acı Bektaş b ir "F re n g is ta n " a d a s ın d a ya şa ya n b ir k eşişin ya n ın d a , yuk. bö l. I, d ip n o t 39. S altık ve ra h ip le r, S altık-n âm e , s. 6-8. E m ir S ultan ve Keşiş D a ğ ı'n d a k i ra h ip , Senâî, M e n â k ıb -ı E m ir S ultan , s. 60, 63. B aba İlyas ve ra h ib in o ğ lu , E lvan Ç eleb i, M en â k ıb ü 'l-K u d s iy y e , s. 23. M a h m u d Paşa b ir m a n a s tırd a , M a h m u d Paşa V e li, M e n â kıbn âm e , B a no ğlu (ed.), s. 9-14.
Ancak bu tür belgelerde görülen dini açıdan abartılı menakıb üslubuy la, bunlarda yer alabilecek birçok değerli tarihi bilgiyi birbirine karıştırma mak gerekir. Bedreddin menakıbnamesinde, tarihsel nitelik yukarda say dığımız diğer örneklerden daha ağır basmaktadır. Sakız adasına geçiş ko nusundaki pek de inanılır olmayan bölümleri, aynı dönemin diğer tanık lıklarının ışığında sınamadan geçirmek gerekir. Metnimizi dönemin diğer kaynakları ışığında noktası noktasına yeniden incelersek, şunları görürüz: Özellikle Türk olmayan kaynaklar söz konusu olduğunda, Müslüman va izlerin Hıristiyan ülkesine sızmaları ya da Balkan veya Ege topraklarının Islamlaştırılması gibi kaygı verici bir olgunun uydurulmuş olması düşünü lemez. Bu durumda, Menakıbname’den aktardığımız öyküde dile getiri len olguların büyük bölümünün diğer kaynaklarca açıklanan tarihsel arka planla çelişmediği görülür. Öncelikle sahnenin olası başrol oyuncularını saptamaya çalışalım. B ed reddin’in Sakız’da kaldığı sanılan dönem de, adada iki üst düzey yönetici bulunuyor: Podesta ve yardımcısı castellanus. Türkçe metinde “ bey” in ikametgâhı olarak birçok kez “ kal’a” teriminin kullanılması, bu ikinci ki şinin kastedildiğini düşündürüyor; ayrıca adanın en yüksek otoritesinin as tı konumundaki bir görevlinin bu tür temasları daha özgürce düzenleye bileceği varsayılabilir. Kasım 1 4 0 4 ’e kadar castellanus, Battista Adorn o’dur; bu tarihte görevi, Ekim 1 4 0 1 ’den beri Cenova valisi olan M are şal Boucicaut’nun atadığı, Maruffo adında bir kişi devralmıştı.55 M etnimizin tarihsel gerçekliğe yakınlığıyla ilgili olarak değineceğim iz şaşırtıcı bir nokta bulunmaktadır: Ceneviz egemenliği altındaki Yunan adası Sakız ile Türklerin egem enliği altındaki kara arasında temas kurma nın kolaylığı. Sakız elçileri güçlük çekmeden İzm ir’e gelirler. Görünüşe göre İzm iroğlu, Bedreddin kadar saygın bir kişinin hiçbir dönüş tem ina tı olm adan gitmesine izin verir, çünkü şeyh Sakız “ beyi” nin oğlunun re hin olarak İzm ir’de kalmasını kabul etmemiştir. “ Bey” , Bedreddin’i d ö nüşünde bizzat denizi geçip karaya kadar uğurlar. Bu durum da ilişkilerin güvenli ve diplomatik ortamın bize burada betimlenen temaslara elveriş li olduğu anlaşılıyor. İlk bakışta bu durum , bir önceki yüzyılın sonundan beri Anadolu ile Ege adaları arasında süregelen kötü ilişkilerle bağdaşm ı yor. Aydın beyliğinin 1 3 8 9 / 9 0 ’da Osmanlılar tarafından fethi, Venedik’e bağlı olan Girit ile düzenli ticarete en aşağı on yıl boyunca sekte vurm uş tu. Türk baskınları yüzünden durum o kadar kötüleşmişti ki, 1402 şuba tında Sakız Mabone1si, N aksos D ükü, R odos Saint Jean Şövalyeleri ve V e 55
A rg e n ti, The O c c u p a tio n o f C hios, s. 170, 390. L iv re des Faits, B ucho n (ed.), s. 614616.
nedik, Türklere karşı bir birlik oluşturmak konusunda görüşm elere baş lamıştı. 28 Tem m uz 1 4 0 2 ’de Bayezid’in Ankara’da uğradığı yenilginin so nunda Osmanlı gücünün silinmesi ve T im ur’un koruması altında A nado lu kıyısındaki beyliklerin yeniden kurulması, E g e’nin diplomatik satranç tahtasını baştan başa değiştirecektir: A ğustos 1402’den itibaren Tim ur, Cenova’yı elinde bulunduran Fransa kralına, krallığındaki tacirlerin Ana dolu’da iyi kabul göreceğini bildirir. Eylül 1402 ile A ğustos 1403 arasın da, birçok Tatar elçilik heyeti ittifak kurma arzusuyla Pera’daki Ceneviz podestasını ziyaret etmiştir. Ekim 1 4 0 2 ’de Venedik senatosu, Kandiye dükünü T im ur’un atadığı yeni “A ltoluogo Senyörü” ile iyi ilişkiler kurma ya davet eder. Ancak burada söz konusu olan geçici bir Tatar görevlidir; meşru yöneticiler olan Aydınoğulları İsa ve Um ur ancak T im ur’un 1403 baharında A nadolu’dan ayrılmasından sonra beyliklerine yeniden kavuşa bilir. Tim ur A ğustos 1 4 0 2 ’de Sakız’a iki elçi gönderir. Bundan böyle Türk yarımadasıyla Frenk adaları arasındaki ilişkiler düzelir. Ayrıca İtalyan cumhuriyetlerinin yetkilileri Tim ur ordusunun çapulculuğundan kaçan Batı Anadolu Türklerinin topluca adalara geçmesine ses çıkarmamakla kalmayıp, bu sığınmacıların topraklarında sürekli olarak iskân edilmesini destekler. Bu durum da, dönemin diplomatik ortamı İzm ir’den gelen bir Türk heyetinin Sakız’da kalmasına ve Cenevizli yetkililerin söz konusu he yeti iyi karşılamasına engel değildi.56 Diğer bir şaşırtıcı olgu: Aydıneli’nde el üstünde tutulan gazi geleneği nin Hıristiyan din adamlarına pek olumlu gözle bakmamasına rağmen, M üslüman bir bey nezdinde teşebbüste bulunan Sakız elçilerinin rahip ol ması. Bu bağlam da, 1 3 3 9 / 4 0 ’ta kilisesine yerleşmeye gelen Efes m etro politi M atta’ya karşı Aydınoğulları’nın onur kırıcı davranışları hatırlanma lıdır. Ancak 15. yüzyılın başında zaman ve zihniyetler değişm iş gibidir: 1 4 0 3 ’te Aydın’ın bitişik komşusu M enteşe beyi, görüşm eler yapmak üze re Girit’e Patm os’lu Aziz İoannes rahiplerini gönderir (“ caloieri de S. Zuane de Patbmos” ). On beş yıl kadar sonra Ege adalarına gemi yolculuğu yapan Buondelm onti aynı Patm os rahipleriyle ilgili olarak, onların sık sık A nadolu’ya çıktıklarını ve Türklerle çok iyi münasebetleri olduğunu belir tir: “ (Onlar) rahiplere zarar vermedikleri gibi, yaşamaları için gerekli olan 56 O s m a n lıla r ile B a tılıla r a ra sın d a ki k ö tü iliş k ile r, Z a c h a ria d o u , "S ept tra ite s in e d its en tre V e n is e e t les e m ira ts d 'A y d ın e t de M e n te ş e ", S tu d i P re o tto m a n i e O tto m a n i (1976), s. 23 7; Z a c h a ria d o u -Trade, s. 81. T im u r'u n Pera'ya g ö n d e rd iğ i e lç ilik he yet le ri, B a la rd , R o m a n ie s. 101, d ip n o t 351. A lto iu o g o /A y a s lu ğ /E fe s ile Ege a d a la rı a ra sınd aki iliş k ile rin dü zelm esi, Z a c h a ria d o u -Trade, s. 85. Frenk a d a la rın a sığınan T ü rk le r, T h iriet-A ssem fo/e es, c. II, s. 95.
şeyleri de sağlıyorlar” . Daha geç bir dönem de, 1 4 4 4 ’te, II. M urad Yunan lı bir rahibi R agusa’ya elçi olarak gönderir.57 Türkçe anlatının başka bir noktası da bir soru işareti uyandırmaktadır: Bir dervişin on gün boyunca yerel halk ile doğrudan temas kurması ve ta savvuf anlayışının düşünce ve zikirlerinin Hıristiyan bir dinleyici kitlesi karşısında açıkça sergilenmesi. 1436 ile 1458 arasında Türk topraklarında yaşayan Macaristanlı György, Sakız adasında ilginç dindarlık gösterilerin de bulunan, kiliselere girip kutsanmış su serperek, Müslümanlık ve H ıris tiyanlığın eşdeğer olduğunu uluorta ilan eden Hurufi dervişlerin varlığın dan söz eder. Bedreddin ve müıidlerinin birkaç yıl önce vaaz verdiği ada da Hurufîlerin varlığı, Bedreddinîler ile Hurufiler arasındaki düşünce, iba det ve faaliyet alanı ortaklığı dosyasına kaydedilecek diğer bir unsurdur. Herkesin gözünün önünde bir M üslüman ayinin yapılmasına izin veren yetkililerin aşırı hoşgörüsü, elli yıl kadar önce, Basileus’un izniyle Bizans imparatorluk sarayının kapılarında, hatta kilise girişlerinde Türk ilahi ve rakslarının sergilenmesinden daha inanılmaz değildir.58 Aralarında A inos’lu (Enez) iki rahibin de bulunduğu birçok kişinin ka tıldığı bir zikirden sonra ihtidayı betimleyen sahne, menakıbname üslubu nun övücü süslemelerinden arındırıldığında bir gerçeklik havası taşımak tadır. H er yıl Sakız’a gelen iki rahibin Enezli olması, Cenevizlilerin E g e ’deki deniz hâkimiyeti çerçevesindeki sıradan alışveriş eksenine tam a men uygundur: Enez gerçekten de 1380 dolaylarından beri Cenevizli Gattilusio ailesinin mülkü arasındadır ve ticaret filosu, 1402’nin başından beri doğdukları kent. Yeni Phokaia (Foça), Sakız ve Kandiye arasında ti caret yapan A inos’lu tacirlerin gemileri gibi Ege adaları arasında gidip gel mektedir. Osmanlı fethinden önce Sakız adası halkının İslamlaştırılması olgusunu 1402 tarihli bir belge örnekler: Belgede Palatia ve Theologo kı yısında demirleyen Türk filosunun komutanı olan, M üslümanlığı benim semiş Sakızlı bir Hıristiyandan söz edilir. Bu kişi, Türklerin hizmetine gir miş çok sayıdaki Bizanslı ya da İtalyan denizciden biridir.59 57 A y d ın o ğ u lla rı'n d a gazi ge le neğ i, M e lik o ff-D e s fâ n , çeş. yer. Efesli M a tta ve A y d ın o ğ u lla rı, V ry o n is -D e c lin e , s. 346-348. M e nteşe e lç ile ri o la n P atm o slu A z iz ioannes ra h ip le ri, lo rg a , R .O .L. (1986), s. 240. B u o n d e lm o n ti, Le gran d (ed.), s. 223. II. M u ra d 'ın ra h ip e lç is i, İn a lc ık , T e tk ik le r, s. 8.
58 M a c a ris ta n lı G yörgy, T ra cta tu s, böl 20. B izans sa ra yın d a M ü s lü m a n tö re n i, Gregoras, B onn, III, s. 194-203.
59 A in o s ile Sakız a rasınd a g id iş ge liş le r, D enn is, "T h re e R eports fro m Crete o n th e Situ a tio n in R o m a n ia ", V a rio riu m , X V II, s. 22 5 -2 5 9 . P a la tia 'd a ve T h e o lo g o 'd a T ü rk do n a n m a s ı, " C ressy q u i e ra t c h is tia n u s de C h io e t m o d o e st re nega tus e t e ffe ctu s T u rchu s" o la ra k ta n ım la n a n b ir k iş in in k o m u ta s ın d a d ır, age., s. 248.
M etnimizde bunca kesinlikle dile getirilen Hıristiyanların ve M üslü manların birlikte katıldığı zikir bahsinde, Şeyh ile Hıristiyan din adamları arasında kurulan mistik temaslar konum uz açısından temel öneme sahip bir metin tarafından doğrulanmasaydı, M üslüm an din edebiyatının bas makalıp bir örneği olarak algılanabilirdi. Bizanslı tarihçi Dukas, Sakız ada sında Türk dervişlerle Hıristiyan rahipler arasındaki mistik ilişkileri çok açık bir şekilde betimlemektedir. Bedreddin’in “ has m üridi” Börklüce’ye ilişkin söz konusu bölüm , yazarın Bizanslı olması ve İslam ile Hıristiyan lık arasında bu tür temaslara düşmanlığı göz önünde bulundurulduğun da, Menakıbname'nin incelemiş olduğum uz bölümünün tartışılmaz bir tarihi gerçeklik taşıdığını gösteriyor. Bu konuya Börldüce’nin isyanıyla il gili olarak ayrıntılı bir şekilde yeniden değineceğiz. C ) A vrupa’ya D oğru Yandaşlarının Batı Anadolu’ya yerleşmesi ve Hıristiyanlarla temasları açısından, kısa sürse de belirleyici bir nitelik taşıyan bu yolculuktan sonra, Bedreddin d oğdu ğu topraklara, Trakya’ya dönmeye karar verir. Ancak Anadolu beyleri kendi aralarında savaştıklarından, denizyolu Saruhan’ın donanması tarafından kesilmiştir ve şeyh Edirne’ye dönmek için karayolu nu izler. Kütahya ve D om aniç’ten Bıırsa’ya geçerek yolunu uzatmak z o runda kalır. Burada Menakıbname’nin sözünü ettiği savaş olasılıkla, 8 0 8 / 1 4 0 5 ’te M ehm ed Çelebi’yi, kardeşi ve rakibi İsa’nın İzmir, Aydın Menteşe ve Saruhan beyleriyle kurduğu koalisyonla karşı karşıya getiren savaştır.60 Bedreddin’in bu yolculuk sırasında, daha sonraki isyanda Manisa civa rından harekete geçecek olan diğer bir önemli müridini, Torlak Kemal’i de saflarına kattığı dikkate alınırsa, bu yolculuk boyunca şeyhin yöre aha lisiyle çok verimli temaslar kurduğu düşünülebilir. Bedreddin’in izlediği güzergâh yalnızca Batı A nadolu’yu saran siyasi kargaşa tarafından belir lenmemişti: Bu güzergâh yaylalardaki Türkmen nüfus arasında görüşleri ni vazetme arzusunu da yansıtıyordu. Türkmenler 14. yüzyıldan itibaren, Dom aniç dağından Keşişdağına [ U ludağ] kadar uzanan bu engebeli böl gede sürülerini otlatırlardı. Osmanlı beyleri de sıcak mevsimi buralarda geçirmeyi severdi. Örneğin 14. yüzyıl ortasının Bizanslı bir tanığı, Gregorius Palamas’a göre, Orhan Bursa yakınındaki yaylalardan birinde kalırdı. Görünüşe göre, şeyhin düşünceleri dağlık arazide biraz tecrit olmuş du rumda yaşayan Türkmenler arasında her zaman iyi kabul görm üştür; Bed60 M e h m e d Ç e le b i'y e karşı 1 4 05/8 08'de k u ru la n k o a lis y o n h a kkın d a , karş. D anişm endK ro n o lo ji, c. I, s. 152; N eşrî, c. II, s. 44 9-45 0, Im b er-O tto m a n E m pire, s. 64-65.
reddin Edirne’ye varmadan önce K urudağ’da [Korudağ] heyecanla karşı lanacaktır. Aynı şekilde Börkliice en ateşli taraftarlarını İzm ir’in karşısın daki Karaburun dağından toplayacaktır; ayrıca Antakya’daki Yayladağ’da Bedreddinîlerin varlığı saptanmıştır.61 K eşişdağı eteğindeki bir köyde şeyh bir T orlak topluluğuyla karşıla şır. Köyün adı Sürm e’dir ve Menakıbname ’»de bu adın belirtilmesinin nedeni, M enderes yakınındaki N izar ve daha sonra B u lgaristan ’da Zağra bölgesindeki D u ğalar’la birlikte, B ed red din ’in düşüncelerinin yayıl dığı üç m erkezden biri olm asıdır. Aydıneli (Börkliice), Saruhan (K e m al) ve Rum eli (B edred din )62 isyanları olasılıkla bu m erkezlerden d ü zenlenm iştir. H er zam an kolay tanım lanam ayan “ T orlak” terimi üze rinde biraz durm ak gerekir. S özcü ğü n gerçek anlamı şudur: terbiye edilm em iş tay, ateşli delikanlı (karş. Ahi toplulukları için kullanılan fityân sö zcü ğ ü ). 14.-1 5 . yüzyıllar A n ad o lu ’sunda Torlaklar az çok belir gin şekilde Kalenderîyye tarikatına bağlanan gezgin dervişlerdir. 10. yüzyılda kurulan ve 12. yüzyılda C em aleddin Savî tarafından yeniden örgütlenen bu tarikat, A n ad o lu ’da 13. yüzyıl başında ortaya çıkmıştır. Babaî adıyla tanınan ve O rta Asya kökenlerinden fazla uzaklaşm am ış görünen A nadolu Türkm en aşiretlerinin mistik-politik kadroları, yu karda sözü edilen bu topluluk ile belirli organik bağları olm adan, bvı düşünce silsilesi içinde hareket etm ektedir. Baba R esu l’un Selçuklula ra karşı çıkardığı büyük ayaklanm ada yenik düşm elerine rağm en, T ü rk men Babaîler M oğol devrinde ve Beylikler dönem inde halk tabakaları arasında hep önem li bir etkiye sahip olm aya devam etm işler, örgütlü bir devlete katılmaya duydukları tepkiyi sosyopolitik kargaşalıklarla ifa de edip, merkezi otoritelerin gücünün zayıflam asından istifade etmeye her zam an hazır olm uşlardır. H er türlü “ çeng ü çeganeyi” çalarak şey hi karşılamaya gelenler bu türden garip ve taşkın bir derviş to p lu lu ğu dur. İlk tem as olum lu sonuç verm ez: G örünüşe göre, tasavvufa gönül verm iş olm akla birlikte M ısır m edreselerinden yeni çıkm ış, çiçeği bur nunda genç âlim ile daha geç dönem lerde Avrupalı gezginleri onca e t
61 K uzeyb atı A n a d o lu y a y la la rın d a , K is s lin g , s. 162, d ip n o t 5. P alam as, O rh a n 'ın k a ld ı ğı y a y la la rd a , L e ttre , s. 146: "(o ra sın ın ) ik lim i yazın b ile ço k se rin d ir; bu ne denle (O r han) yazı o ra d a g e ç irird i"; a yrıca karş. İbn B a ttu ta 'n ın b e tim le m e si: "A y d ın o ğ lu M ehm ed o sıra da aşırı s ıc a k la r n e d e n iy le yazı g e ç ird iğ i y a k ın d a k i b ir d a ğ d a b u lu n u y o r du. Bu dağ s o ğ u k tu , sıcak m e vsim i o ra d a g e ç irm e y i â d e t e d in m iş ti", c. II, s. 29 8. Gan o s 'u n [Iş ık la r d a ğ ı] b a tıd a k i uzantısı o la n K u ru d a ğ h a kkın d a , m nk, s. 92. A n ta k y a 'd a b u lu n a n Y a y la d a ğ h a k k ın d a , A ş ık p a ş a z a d e , s. 250. 6 2 Sürm e, m nk, s. 94; D u ğ a la r ya d a D u v ic a la r, K is s lin g , s. 168 ve m n k, s. 111.
kileyecek ve çarpıcı betimleri yapılacak kaba saba, ateşli güruh arasında hiçbir ortak nokta yoktu.63 Türkmenleriıı her türlü kentsel ve yerleşik merkezi otoriteye karşı bes ledikleri kuşku, ilk aşamada Torlakların Bedreddin’e yönelttikleri suçla malarda ortaya çıkıyor. Menakıbname yazarının anlattığına göre Torlaklar onu beylere hizmet etmiş olmakla suçluyor ve bey saraylarında geçirdiği zaman dışında neler yaptığını öğrenm ek istiyorlardı. Sonunda müridi o l mayı kabul ettiler ve Bedreddin’i Bursa’ya kadar uğurladılar. Ancak ken dilerini bilen Tiirkmenler olarak, reddettikleri yerleşik ve devletli dünyaya girmeyip, kent girişinde ondan ayrıldılar. Menakıbname, Bedreddin’in Tiirkmenler üzerindeki etkisinin H alep’te olduğu gibi, Osmanlı toprak larının bağrında da sürdüğünü gösteriyor. Şeylı ne kadar okum uş ve kent li de olsa, bir Türkmen babası nüfuzuna ulaşmış görünüyor - Kaııtemir üç yüzyıl sonra belirtilere bakarak onu Kalenderi olarak tanıtır. Bu durum Bedreddin’in sonradan Osmanlılara yönelik nasıl bir tehlike oluşturduğu nu anlamamızı sağlıyor: O , en iyi Anadolu ve Mısır medreselerinde yetiş miş bir âlimin saygınlığını, Selçuklu sultanlarının soyundan gelen bir ada mın nüfuzunu, aynı zamanda da katı bir mutasavvıfın etkisini ve göçebe babaların kerametlerini şahsında birleştiriyordu.64 Eğitim ine ilk başladığı yer olan ve herhalde bazı ilişkilerinin sürdüğü Bursa’da bir süre kaldıktan sonra, şeyh G elibolu’dan Trakya’ya geçer. Bolayır, Kurudağ ve Malkara’ya uğrar: “ Kondılar M aalgara’da ol gice / Ey ledi çok kişi bey’at iy hace.” Böylece Bedreddin’in O rtadoğu ve Rum ül kesindeki yolculuğu son bulmuş oluyor. Menakıbname bu yolculuğu, şey hin Osmanlı başkentine kadar her yerde toplamayı başardığı mürid sayısı açısından neredeyse bir zafer yolculuğu olarak sunuyor: Ailesinin bütün üyeleri (babası ve annesi de dahil olmak üzere) sonunda onun müridi o l muştur. Edirne’de birkaç ay kaldıktan sonra, daha önce gördüğüm üz g i bi, “ davet üzerine” Bursa’ya ve Ayduı’a döner. Bu yolculuğunun nedeni varlığıyla taraftarlarına destek vermek olmalı; sonra yedi yıllığına Edir 63 F ity â n , A h i, karş. El, "A k h î", "F u tu w w a ". A y rıc a karş. ib n B a ftu ta , c. II, s. 26 0. T o r la k la r h a k k ın d a , F. K ö p rü lü , " A b d a l" , T.H.E.A. (1935), s. 23-28; E. R ossi, "T o rla k ", T.D.A.Y. (1955), s. 9-10. T o rla k , K a le n d e r, B a b a î h a k k ın d a , O ca k, "Q u e lq u e s rem arques sur le rö le des de rviches K a le n d e rî....", O .A . 3 (1982), s. 69-73. A v ru p a lIla rın y a p tığ ı T o rla k b e tim le ri, S pa n d u g in o , P e tit T ra ic te , s. 219, 22 2, 22 4-22 8; N ic o la s de N ic o la y , s. 194-197; Postel, D e la R e p u b liç u e des Turcs, s. 107 ve dev.; D o m e n ic o M a g ri, V ia g g io , s. 32.
64 B edreddin ve T o rla k la r, m nk, s. 93 -94. K a n te m ir, "I. M e h m e d d ö n e m in d e O sm a n lı im p a ra to rlu ğ u 'n u neredeyse yo k eden K a le n d e ro ğ lu ' d iy e b irin d e n söz eder, D u tu (ed.), s. 145.
ne’ye dönerek dünyadan elini eteğini çeker. Bir Osmanlı kaynağında, bu dönemi “yer altında” yaşayarak geçirdiği söylenir. Bu deyimi belki de har fi harfine kabul etmek yerine, sufmin doğdu ğu kentten uzunca bir süre ayrılmayıp müridlerinin arasında düşüncelerini gizlice yaydığı anlamını çı karmak doğru olur. Edirne’de Hıristiyanlar ile yeni temaslar kurar. Edir ne’ye çağırdığı Enezli iki rahipten biri ailesiyle birlikte yanına yerleşir; ra hibin bir Erm eni’yle evli olan kızkardeşi dışında bütün ailesi ihtida eder. Oysa ailenin İslâmlaşmayan tek üyesi olan bu kadının kızı, İsm ail’in eşi ve Menakıbname’nin yazarı Hafız Halil’in annesi olacaktır.65 4- RUMELİ'DE, OSMANLI DEVLETİNİN HİZMETİNDE: KAZASKERLİK
A) Bedreddin ve M usa Menakıbname daha sonra M usa Çelebi’nin kardeşi Süleym an’a karşı kazandığı zaferden söz ediyor; bu olay Menakıbname'nin kahramanıyla yeni sultan arasında sıkı bir işbirliği döneminin başlangıcı oluyor. Musa gerçekten de Bedreddin’i çok önemli bir görev olan kazaskerliğe getirir. H er türlü dünyevi faaliyetten vazgeçmiş görünen, Tim ur’un teklifini red detmiş olan sufi, beklenmedik bir şekilde, riyazatı tamamen terk eder, ka m u hayatına atılır. Bu karar olasılıkla, Vâridât \ a da ifade edildiği gibi, bil gilerini açığa çıkarma ve mutasavvıfın cezbe yoluyla edindiği içsel deneyi mi siyasi eylem hizmetine sunma zamanının gelmiş olduğunu düşünm e siyle bağlantılı olmalı. Yine Varidat’n göre, bu eylem cemaati yeniden doğru yola sokmayı amaçlıyordu. Üstelik devir halk ayaklanmalarına elve rişliydi: Osmanlıların zayıf düşmesini izleyen dönem de, Balkanlar’da ve A nadolu’da anarşi hüküm sürüyordu.66 Bir önceki yüzyılda Selanik’te g ö rülen Zelot ayaklanmasından beri bölgede sosyal kargaşalar bölgenin he men her yerinde birbirini izlemiş ve bunların nedenleri çeşitli olmakla bir likte, patlamaya hazır bir hava oluşm uştu.67 65 M n k , s. 94-96. 66
F ilip o v ic 'e göre, P rin c M u sa , s. 3 8 1 -3 9 ], B e dreddin e tk in liğ in i g e n işle tm e k iç in res m i g ö re v le rin i k u lla n m a y ı b ilm iş ve O s m a n lı h a m is in in sağ la dığı m e ş ru iy e t ö rtü s ü a l tın d a ge le cekteki isyanı h a z ırla m ış tı. M u s a 'n ın ö lü m ü n d e n sonra, " .....m e rh u m ha m is in in k in d e n ç o k d a h a ra d ik a l o la n ke n d i d in s e l ve s o s y o p o litik p ro g ra m ın ı ge rçekleş tirm e k iç in , M u s a 'n ın s ila h a ltın a a ld ığ ı h a lk g ü ç le rin i k u lla n m ış tır", age., s. 392. I. M u ra d 'ın 1 3 6 3 /7 6 4 'te k u rd u ğ u ka z a s k e rlik g ö re v in in önem i h a k k ın d a , El, "K â d i A sk a r". V â rid â t'a g ö re s u fin in to p lu m a m ü d a h a le si h a kkın d a , aşa ğıda , b ö l. III, d ip n o t 2 2 , ve V a rid a t, C. Y e n e r (ed ), s. 6 7 , 105. B e d re d d in 'in kaza ske rlik dö n e m i m n k, s. 9 7 -1 0 1 'd e y e r alır.
67 S ivil ve ru h b a n b ü yük to p ra k s a h ip le rin in m a lla rın a el ko n m a sın a d a y a n a n Z e lo t re jim i h a k k ın d a , O s tro g o rs k i, E ta t B y z a n tin , s. 53 7-54 1. P luilethe os ilg in ç b ir b iç im d e
İlk aşamada Bedreddin’in siyasi eylemi M usa’nın temsil ettiği Osmanlı meşruiyetinin gölgesinde gelişecektir. Kazaskerlik görevinin Bedreddin’e kazandırdığı güçlü konum , ona düşüncelerini yayma ve T una, D e liorman ve D obruca’daki68 Türklerle sıkı bir bağlantı ağı kurma fırsatı ve rir. Selçuklu soyundan gelmesi onu Varna, Silistre, Edirne ve Serez’de yerleşmiş İzzeddin taraftarlarının soyundan gelenlere de bağlamaktadır kuşkusuz. Eflak voyvodası Mircea ile olasılıkla o dönemde temas kurmuş tur. Mircea, M usa’dan M ustafa’ya ve Cüneyd’e kadar Osm anlı’nın yeni den bütünleşmesini önleyecek her türlü çabayı desteklemiştir. Türklerle olan bu ilişkileri Macarların gözünde M ircea’yı Hıristiyanlığa ihanet eden bir kişi durumuna getirmiştir. Kazasker, Cüneyd’le de yakın ilişkiler kur muş olmalıdır; Bedreddin’in Edirne’de inzivaya çekildiği dönem de (1 4 0 7 -1 4 1 1 ), Cüneyd İzm ir’deki beyliğinden sürgün edilmişti ve Arda nehri üzerindeki Ohri’de sancakbeyiydi. Bedreddin, kendi ailesine ve M u sa Çelebi’ye çok yakın olan M ihaloğulları ile de sıkı ilişkiler içindeydi.69 Ancak o dönem de, özellikle belirleyici olan M usa’nın desteğidir. Bir çok kaynak onun, M ehm ed’in soğukkanlılığına ya da Süleyman’ın gevşekbu a te şli d ü ş ü n c e le rin b a rb a r k ö k e n li o ld u ğ u n u ile ri sürer, V ie de Sabas, P apadopoulos-K e ram eus (ed.), A .IS . 5 (1888), s. 194: "B u d u ru m sizin h a lk ın ız d a n d e ğ il, uza k la rd a n ve c iv a r a d a la rd a n gelen b a rb a rla rd a n k a y n a k la n ıy o r." G irit'te k ö y lü a y a k la n m a sı, a ş a ğ ıd a , d ip n o t 93 . 14. y ü z y ıld a G irit a y a k la n m a la rı, T h ir ie t-Senat, c.
I, s. 31-
32; aynı yaza r, A ssem b le es, c. I, s. 2 6 1 -2 6 2 , c. II, s. 33. 1 4 2 4 'te K ıbrıs a ya kla n m a sı hak. Leonce M a k h a ria s , M ille r (ed.), s. 39 0-392. 68 M n k , B e d re d d in 'in ka z a a s k e rliğ i sıra sında B u lg a r-T u n a bö lg esi h a lk la rıy la te m a s la rı nı d ile g e tirir, s. 111,
69 S u lta n II. İzzeddin K e y k â v u s 'u n B a lk a n la r'a y e rle şm iş ta ra fta rla rın ın so yu n d a n g e le n ler h a k k ın d a , El, "G a g a o u z "; W itte c k , "L a de scenda nce de la d y n a s tie S eld jo u k en M a c e d o in e ", E.O., 33 (1934); aynı y a za r, "Y a z ıjio g h lu A lî on th e C h ris tia n T u rk s o f th e D o b ru ja ", B.S.O.A.S., 14 (1952); Z a c h a ria d o u , "Les descenda nts c h re tie n s d 'lz zeddîn K ay-K âû s â V e ria " (Y u n a n c a ), M a k e d o n ik a , 6 (1964-65). "B ü y ü k " M irc e a , (m n k 'd e M ir ç i, s. 110) O sm a nlı ş e h z a d e le rin in iç savaşı bo yu n ca M u s a 'n ın m ü tte fik i d ir; A şıkp a şa za d e , s. 146; O ru ç , s. 6 7 ; N eşrî, c. II, s. 47 7; M u sa M irc e a 'n m k ız ıy la ev le n ir, N eşrî, c. II, s. 477. M irc e a D üzm ece M u s ta fa 'y ı destekler, K re k ric-D u b ro v n ik , s. 26 6: "M u s ta fa ... v e n it cum a liq u ib u s v la c h is v o iv o d e M irc e usque in re g n u m B ulgarie ". 14 0 9 'd a M irc e a M a c a rla r ta ra fın d a n "H ıris tiy a n la ra karşı b ir savaş b a ş la tm a k üzere T ü rk le rle d o s tlu k b a ğ la rı k u rm a k "la su ç la n ır; lo rg a , H is to ire des R o u m a in s, s. 387. C üne yd S im a vn a ve E dirne y a k ın ın d a k i O h ri'd e (A c h rid o s): O h ri-M o ra (AıcpıSoa) ha k k ın d a , karş. C. A s d ra c h a , L a R e g io n des R bodopes, s. 10, 150-154. C üne yd ha k kın d a , a ş a ğ ıd a d ip n o t 112. K ro n o lo ji iç in , K is s lin g , s. 175-176. M u s a 'n ın b e yle rbe yi M ih a lo ğ lu M e h m e d Bey h a k k ın d a , N eşrî, c. II, s. 4 8 9 ve A şıkpaşa zade , s. 147. A ile n in ba şka b ir üyesi de M u s a 'n ın h iz m e tin d e n I. M e h m e d 'in h iz m e tin e geçer, age., s. 148. M e rk e z le ri B u lg a ris ta n 'ın k u z e y in d e o la n M ih a lo ğ u lla rı, I. S e lim 'in h ü k ü m d a rlık d ö n e m in d e B ektaşî ve K ızılbaş d o s tu o la ra k ta n ıtılır; B e ld ice a n u , "L e regne de S elim I e r" ,T u rc ic a 6 (1975), s. 41 ve d ip n o t 34.
ligine karşılık, Bayezid’in sert ve sofu mizacım miras aldığını belirtmekte dir; ama Menakıbname’dc M usa, adalet ve hoşgörü ile hüküm süren bir sultan olarak betimlenmiştir.70 M usa’nın dini bağlantıları, politik ittifakları gibi taraftarlarının kişiliği de bu siyasi istikrarsızlık döneminde tahtta hak iddia edenlerin yalnızca taht için mücadele etmediğini, farklı görüş grupları arasındaki karşıtlığın da söz konusu olduğunu gösterir gibidir: heterodoks gaziler ve ulema; es ki köklere dayanan rical ve yeni kapıkulları sınıfı; dünün düşmanlarıyla u z laşmaya girme taraftarları ve yayılmacılar; Rumelililer ve Anadolulular... Bütün bu gruplar, bu görüşlerin taraftarları aracılığıyla çatışmakta, yeri geldiğinde çarpışanlar sa f da değiştirmektedir. Bu durum da Türk tarihçi lerin haklı olarak “ fetret devri” olarak adlandırdıkları, on beş yıl kadar sü ren bu zaman aralığında büyük bir siyasi kargaşa yaşanmıştır. Ancak bu çalkantılı dönem aynı zamanda kurulmakta olan Osmanlı toplumunu sar san zıt eğilimleri açığa vurmaktadır. Örneğin, Süleyman bir süre için m eş ru iktidarı temsil eder; Trakya’da temellenen bu iktidar eskisine göre da ha fazla Rumelili görünümündedir. Politikasına damgasını vuran ve sava şa pek eğilimli olmayan Çandarlılar gibi büyük ailelerin desteğine sahiptir ve Hıristiyan komşularıyla yaptığı ittifak onu rahatlatmaktadır. Bunların arasında Çandarlı Ali’nin iyi tanıdığı Manuel Paleologos da bulunmakta dır. Keyif ehli Süleyman “ yarı-kâfır” olarak görülm ektedir; Anadolulu ni teliği daha baskın olan M ehm ed Çelebi, Arnavut Bayezid Paşa gibi yeni ihtida etmiş kişilerin desteğine sahiptir, babasının Asya’da ve Avrupa’da bulunan mülkünü yeniden bir araya getirme politikasını gütm üş ve dinsel ortodoksluğu sıkı sıkıya savunmuştur; M usa’ya gelince, Rumeli uç beylik lerinin savaşçı ve heterodoks insanlarını benimsemiş gibidir ( “ taraftarları Tıına boylarının Türkleriydi” der Dukas), bir yandan da Balkanlar’daki (Mircea) ve A nadolu’daki (Isfendiyar) müttefiklerini gözetmiştir. O da çevresine, Bulgaristan’daki topraklarında Bektaşî ideolojisini benimseye cek olan M ihaloğulları gibi, doktrin açısından konumları tartışmalı olan eski ailelerin temsilcilerini toplar. Edirne’de halkın çok sevdiği ve Oruç Bey’e göre, Osman zamanından beri Mihaloğulları ile bağlantısı olan Rumelili bir gazinin oğlu, üstelik ün lü bir fıkıhçı olan Bedreddin’in Rum eli’nin yeni efendisinin dikkatini çek memesi düşünülem ezdi.71 70 M n k 'y e g ö re M u s a , s. 97. M u s a 'n ın s o fu lu ğ u , D u ka s, B onn, s. 91; W itte k , R.E.I., 12 (1938), s. 22. 71
Ç a n d a rlıla rın p o litik a s ı 15. yüzyıl sonu O sm a nlı v a k a n ü v is le ri ta ra fın d a n iyi gözle g ö rü lm e m e k te d ir, Im ber, O .A ., 5 (1986). I. M e h m e d 'in B e d re d d in î a k ım la ra karşı sert-
Sultan ile sufinin karşılaşması bir marifet tarzında sunulur. H üküm dar onu rüyasında görür ve ertesi gün kendisiyle camide karşılaştığında müri di olur. Cüneyd konusunda olduğu gibi, iki adam arasında kurulacak m a nevi bağları küçümsememek gerekir; vakanüvisler ise yalnızca Bedred din’in M usa’ya politik düzlem de katılmasından söz ederler. Menakılnıame'de kazaskerlik için başka geçerli adaylar bulunmasına rağm en, M u sa’nın yalnızca Bedreddin’e tam bir güven duyduğu, bu güvenin de m ü ridin şeyhine manevi bağlılığına dayandığı belirtilir. M etinde şeyhin böl ge eşrafından birinin oğlu ve tanınmış bir âlim olması nedeniyle halkın rı zasını da aldığı belirtilir. Rumeli’nin bu bölgeciliği birkaç yıl sonra D ü z mece M ustafa’nın başarısını da kolaylaştıracaktır.72 Hafız H alil’e göre, Bedreddin’in diğer bir müridi olan Cüneyd, M u sa’nın sultanlığı dönem inde Edirne yakınındaki O hıi sancağından ayrıl makta özgür bırakılmış görünüyor, izm iroğlu Cüneyd, D ukas’a göre İz mir ve Tire’deki taraftarlarının desteğiyle, Aydıneli’ni yeniden ele geçirir. Süleyman onu 1 4 0 7 ’de Aydın’dan sürdüğüne ve M ehm ed de 1414’te ay nı kararı aldığına göre, Cüneyd’in ayrılıkçı eğilimlerini yalnızca M usa’nın hoşgördüğü izlenimi uyanıyor.73 Osmanlı vakanüvislerine göre, 1411 ve 1413 arasında kazaskerlik g ö revini sürdürdüğü sırada Bedreddin, Börklüce M ustafa adında bir kişiyi kethüda olarak göreve alır. Bedreddin’in M usa’nın sarayındaki gözde ko numundan yararlanarak ve olasılıkla o sırada Aydın’a hâkim olan C ü neyd’in onayıyla -İdris-i Bitlisî’nin belirttiğine göre, efendisinin kesin ta limatıyla- M ustafa, Bedreddin’in düşüncelerini yaymak için Aydıneli’ne gelir. Menakıbname’ye göre o dönem e doğru Mustafa, M enderes üzerin deki Nizar köyünde bulunmaktadır; Bedreddin’in oğlu ölünce, onun ço cuklarını orada himayesine alır ve onları M usa’nın 1413’te iktidardan düş mesinden sonra Bedreddin’in sürgün edildiği İznik’e götürür.74 lig i, ö rn e ğ in E d irn e 'd e k e th ü d a lık ya p a n B ö rk lü c e g ib i h iç de o rto d o ks o lm a y a n k iş i lere aşırı h o ş g ö rü y le b a ka n M u s a 'n ın re jim iy le ç e liş m e k te d ir, a şa ğ ıd a d ip n o t 74. M u sa ve T u n a 'n ın uç b e y lik le rin d e k i g a zile r, D ukas, s. 88. M u sa ve İsfe n d iya r, age., s. 88. B u n u n la b irlik te bazı R um eli beyleri m üsadere p o litik a s ı n e d e n iyle ona ih a n e t ed e c e k le rd ir, Im ber, O .A ., s. 79 ve aynı yaza r, O tto m a n E m pire, s. 69-73. Bedred d in 'in a ile s iy le M ih a lo ğ u lla rı a rasınd aki eski b a ğ la r, O ru ç, s. 26.
72 B e d re d d in 'in E d irn e 'd e kaz a s k e rlik d ö n e m i, m n k, s. 96-100 . R um e li b ö lg e c iliğ i h a k kınd a, Y e ra s im o s -F o n d a tio n , s. 20 7-20 9; D ukas, s. 109-1 10. 73 T ire 'd e C ü n e y d 'in ta ra fta rla rı, D ukas, s. 97; B edreddin T ire 'd e , m n k, s. 88. C üneyd ve B a y e z id 'in o ğ u lla rıy la ç e ş itli iliş k ile ri, a şa ğıda d ip n o t 159-160.
74 İdris-i B itlis î, K u rd o k u l-B e d re d d in 'â e s. 42; m n k, s. 143: İsm a il a ile s iy le b irlik te yaşa dığı N iz a r'd a , 8 1 0 'd a ölür.
B) Sürgün Menakıbname'nin M usa’ya övgü dolu yaklaşımına göre, onun kardeşi Mehmed tarafından iktidardan düşürülmesi ve Eflaklı miittefığinin yanına kaçmaya çalışırken öldürülmesi “ takdir-i kazâ” dır. Bu kader müteveffa hü kümdarın hizmetkârları açısından da doğal olarak olumsuz sonuçlara yol açacaktır. M ihaloğlu gibi Bedreddin de azledilir; yalnızca siyasi değil dini bir gözden düşüş de söz konusudur. Mehmed Çelebi’nin iktidara gelişi or todoks İslam ’a geri dönüş anlamı taşır gibidir. Savaştan galip çıkan sultan hıncını şeyhin müridlerinden alır, bunların birçoğu hapsedilir. Şeyh ve ai lesi ise kabul edilebilir maddi koşullar gözetilerek -Mehmed Çelebi şeyhe ulufe bağlamıştır- İznik’e sürgün edilir, ama gelecek konusunda pek az g ü vencesi vardır. Şeyh, gelecek günlerin belirsizliğinin uyandırdığı kaygılara rağmen, İznik gibi büyük bir üniversite kentinde bulunmasından yararla narak et-Teshil adlı yapıtını yazar ve kaygılarını 27 cemaziyelâhir 8 1 8 ’de (4 Eylül 1415) tamamladığı kitabın sonuç bölümünde dile getirir: Bu kitabı tamamladığım şu sırada doğduğum kentten uzaktayım; üzüntü ve felaket içindeyim. Yüreğim de yanan ateş günden güne büyüyor. Ey gizli iyilik lerin Efendisi bizi korktuklarımızdan koru.75
Sonunda şeyh dostlarını ve ailesini geride bırakarak aceleyle İznik’ten ayrılır. Bu kaçışla ilgili olarak Menakıbname'de gösterilen nedenler Osmanlı kaynaklarıyla çelişmektedir. Hafız Halil, Bedreddin’in hacca ve müridleriııin onu çağırdığı Kahire’ye gitmesine sultanın izin vermemesinin, şeyhin gizlice gitme kararı almasına yol açtığını ifade ediyor. Buna karşı lık İdris-i Bitlisî’ye göre şeyh, müridi Börklüce’nin Aydıneli’nde ayaklan masından sonra sultanın misilleme yapmasından korktuğu için İznik’ten ayrılıyor: [Mevlana Bedreddin] Elbette birgün olup mürid ve dâisi olan bu M ustafa’dan dolayı kendisinin hâline taarruz olunacağını ve anın ilhâdma kendi muktedâsı makıysünaleyh olacağını tayakkun etdi. Bundan dolayı Iznık’dan Kastamoni hâkimi İsfendiyâr B eğ nezdine apansızın kaçub oradan gemi ile Karadenizi geçerek Eflak vilâyetine gitdi.
Görüldüğü gibi, Menakıbname bir kez daha suf'ı ile ele avuca sığm az müridi arasındaki ilişkileri olabildiğince gizli tutarak, şeyhi aklamaya çalı şıyor.76 75 B e d re d d in 'in 'in gö zden düşerek İz n ik 'e s ürgün e d iliş i, m n k , s. 101-102; K is s lin g , s. 165-166. T e s h îrın ya zılm a sı, D in d a r-V /â rid â t, s. 33.
76 M n k , s. 102-103. İd ris 'd e n y a p ıla n a lın tı, G ö lp ın a rlı-B edreddin, s. X X I.
5- OSMANLI BÜTÜNLEŞMESİNE KARŞI A Y A K L A N M A L A R DÖNEMİ
A) Anadolu Ayaklanması ya da M üridlerin İsyanı Kaynaklar... Menakıbname suskun kaldığına göre, Börklüce M ustafa’nın Bedreddinî isyanında oynadığı rol hakkında daha fazla bilgi sahibi olm ak için, Osmanlı vekayınamelerine, aynı zam anda kronikçi D ukas’a başvurmak gere kiyor. Ancak bunu yaparken, her iki tanıklık grubunun M ustafa’ya düş man olduğunu gözden uzak tutmamalıyız; bu da, olayın yaygınlığı ve der vişin gerçek kişiliği konusunda tamamen doğru bir fikir edinm e olasılığı mızı sınırlıyor. Menakıbname'deki dağınık bilgiler dahil olmak üzere, kay nakların tümünün dikkatlice okunm ası, Simavnalı şeyhin doktrininin ve sosyopolitik etkisinin anlaşılması için temel anahtarlardan biri olan Aydın ayaklanmasını ve elebaşını olabildiğince yerli yerine oturtmamızı sağlaya bilecektir. Osmanlı cephesinde en eski kaynaklardan ikisini sunuyoruz; diğer kay naklar çoğu zaman aynı bilgileri tekrarlamakla birlikte, belirteceğimiz bir kaç özgün aydınlatıcı ayrıntıyı da aktarmışlardır. 1 4 6 0 ’a doğru tamamladığı Behcetü’t-Tevârıb 7ınde Börklüce’nin ayak lanmasından söz eden ilk yazarlardan biri Şükrullah bin Şehabeddin’dir. Dukas ile birlikte, Bedreddin’i anmayan ve Börklüce’nin hareketini “Ay dın vilâyetine” özgü olarak sunan tek yazar odur. İlerde göreceğim iz g i bi, İbn Arabşah da mürşit ile mürid arasındaki ilişkilerden söz etm ez an cak bu kez, yazarın anmadığı Börklüce’dir.77 Aydın vilâyeti dâhilinde Karaburun denizi sahilinde ibâhiyyûndan biri zuhûr ile kendine sûfilik süsü verdi. Nitekim Nûşirevân’ın pederi zam ânında H o ra san’da bunlar gibi birisi zuhûr etmiş idi. Bu sûfinin başına birçok kimseler to p landı ve bunların dahi şer’ -i M uham m edi’ye m uhâlif nice işleri âşikâr oldu. Pâ dişâh, Bâyezid Paşa’yı bunların üzerine götürdü. Sûfiler mukabeleye koyuldu lar. Ve muhârebe vuku’ buldu. Sultan M ehm ed’in götürdüğü asker galebe ey ledi. Ve sûfiler katledildiler. Mervîdir ki “ Lâ ilâhe illallah” deyüp “ M uham meden rasûlullah” dememekte ısrâr ile mertebe-i risâleti kendi şeyhlerine tahsis
77
B e h ç e tü 't-T e v â rih ,'ın y a zılış ta rih le ri h a k k ın d a , A ts ız (ed.), s. 40 ve Im be r-O tto m a n E m pire, s. 2. [T ü rk ç e b a skıd a y a z a rın bu b ö lü m iç in ve rd iğ i re fe ra n sla r ayn en a k ta rıl m ış am a, O ru ç Bey T a rih i d ış ın d a k i a lın tıla r iç in şu eser k u lla n ılm ış tır: A . G ölp ınarlı, i. S ungurbey, S im a v n a K a d ıs ıo ğ lu Şeyh B edreddin , Eti ya yın e vi, 1966, s. I-X X X V II, yn.]
eden sûfilerden dört bin kişi kadolunm uştur. Bunlardan “ M uham m eden rasîılullah” diyenler katlolunmayup kayd-ı hayatta bırakılmışlardır.78
İkinci alıntı Aşıkpaşazade’nin 1 4 7 6 ’da yazdığı Tevârîh-i Al-i Os
m an’dan yapılmıştır: Simavuna kaadısı oğlı kim Iznık’a geldi, M ustafa Aydın ilinde Karaburun’a vardı. Ol vilâyette hayli mürailik etdi. Aydın vilâyetinin çoğın kendüye dönderdi. O! dahi bir nev’a tertib kurdı. Elhâsılı kendüye nebi didirdi. Bu tarafdan Simavna kaadısı oğlı işitdi, Börkliice’nün kim hâli terakkıy etdi, Iznık’dan kaçdı. İsfendiyar B eg’e vardı. Andan gemiye bindi. Eflak’a gitdi. Bu yana gel di, A ğaçdenizi’ne girdi. Ve illâ Börklticeyile ittifakı vardı. Sultan M ehm ed da hi Bâyezid Paşa’yı ve oğlı M urâd Hânı bile gönderdi. Vardılar Karaburun’da Börklüceyile buluşdılar. M übalağa ceng olundı. Tarafeynden hayli adam kırıl dı. Âhır ceng arasında Börklüce’yi paraladılar. Ol vilâyeti teftiş etdiler, gidere cek adamların giderdiler. Beg kullarına tımar verdiler. Bâyezid Paşa gene M ağnisa’ya geldi. Torlak H u Kemâl’i anda buldı. Anı dahi bir müridiyle asdı.7y
Oruç Bey’in (1 5 0 0 ’e doğru) ve N eşrî’nin (öl. 1 5 2 0 ’den önce) anlatı ları hemen hemen aynıdır, ancak fazladan birkaç aydınlatıcı bilgi içerirler: Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin kazaskerken bir kethüdası vardı. O na la kabı ile Börklüce M ustafa derlerdi. Sim avnaoğlu şeyh iken has müridi Börklü ce M ustafa idi. Karaburun’a varıp şeyh oldu. Türlü türlü fesatlara başladı. Hayli mürâîlik eyledi. Aydın Eli’ni kendine döndürdü. H er türlü tertipler kur du. H âşâ, kendine peygamberim diye inandırdı. Bu taraftan dahi Şeyh Bedreddin, İznik’ te oturmuşken Börklüce M usta fa’yı işitti ki işi ilerlemektedir, m el’un Şeytan, gönlüne kuruntu düşürdü. İçi içine sığmayıp harekete geçmek istedi. Takdirde olsa gerekti. (...) [Karaburun seferinin anlatısı Aşıkpaşazade’ dekiyle aynıdır], Bâyezid Paşa, Sultan M urad’la M anisa’ya geldi. O sırada Sultan M urad M anisa’da otururdu. Sonra bu taraf tan D orlak H û Kemal derler birisi çıktı. O dahi çok mürid ve dost edindi. 2 0 0 0 ’den ziyade oldular. Onlar dahi bir tayfa olup gürültüyle memleketlerde gezerlerdi. Onlar dahi türlü fesada başladı. Dinsizcesine hayli mürailikler eyle diler. Aydın E li’ni ve o tarafları azdırdılar. Onun üzerine de asker gönderdiler. Varıp onu dahi tuttular. Astılar. O na uyanları dağıttılar.
N eşrî’ye göre, Börklüce “Aydın vilâyetinin ekserini kendisine döndü rüp, ol yerde velayet davasını edip, lıalkı ibâhat mezhebine davet etti” . Manisalı asi (Torlak Kemal) ise, Neşri tarafından şöyle tanıtılır: “Ve dahi 78 Behçetü't-Tevârih, Atsız (ed ), s. 60: Nûşirevân'a yapılan gönderme, Bedreddin'in ve mürşidi Ahlâtî'nin İran'daki temaslarına gönderme yapıyor, yukarıda dipnot 37, 41.
79 Tevârih-i A l-i Osm an'ın yazılış tarihi hakkında, O. Bayrak, Osmanlı T arihi Yazarla rı, s. 54-55. Börklüce hakkındaki bölüm, Atsız (ed.), s. 153.
H û Kemal derlerdi, bir torlak var idi. Kendi sınan birkaç yüz torlaklar ve aşaklar yanınca çengler çegâneler ile illerde gezip enva’ -ı fesad ederler idi” .»o II. Bayezid’in emri üzerine Farsça yazılan ve 1513’te tamamlanan Idris-i Bitlisî’nin Heşt behişt adlı yapıtı da aynı telden çalıyor: Sımâven Kaadıy denilmekle meşhûr Kaadı Bedrüddin M ahm ûd (...) kendi mürîdlerinden M ustafa nâmında birine meşâyih âdeti vech üzre icazet ve irşâd viriib halkı d a’vet zımnında Aydın ili cihetine gönderdi (...) ve mezkûr M us tafa halvet mahallerinde ve gizli yerlerde kendi zındıka ve ilhâdına müridlerine menhiyyât ve muharremât irtikâbiyle ruhsat virdi ve az vakt içinde dâm-ı tezvirine dalâlet i şeytânı ile on bine karîb mürid giriftâr oldu.
Bu metne göre, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Bedreddin’in em ri üzerine halkı kendi yollarına sokmak amacıyla isyan etmişlerdir. Şeyhin bütün müridleri, Bitlisi tarafından, hem din yayıcı hem de politik kışkırtı cı anlamına gelen özel bir terim olan dâı diye nitelenmiştir.81 Börklüce dosyasına katılacak son önemli metin, olasılıkla M ustafa’nın isyanının ve düşüncelerinin en güvenilir betimlemesini içeren çok ayrıntı lı bir tanıklıktır: Aydın’ı ve Ege adalarını iyi tanıyan gayrimüslim bir g ö z lemci, Bizanslı Dukas tarafından kaleme alınmıştır. Dukas Historicı adlı ve 146 2 ’de birden kesilen yapıtını, Cenevizlilerin hizmetinde olduğu Lesbos’da (Midilli) yazmıştı. O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kâin ve avâm lisânında “ StilaryonKaraburun” tesmiye edilen dağlık bir memlekette âdi bir Türk köylüsü mey dana çıktı. Sdlaryon, Sakız adası karşısında kâindir. M ezkûr köylü, Türklere va’z ve nasâyihde bulunuyor ve kadınlar m üstesnâ olmak üzere erzak, melbûsat, nıevâşî ve arâzî gibi şeylerin kâffesinin um ûm un mâl-i müştereki addedil mesini tavsiye ediyor idi. Diyordu ki: “ Ben senin emlâkine tasarruf edebildiğim gibi sen de benim emlâkime aynı sûrede tasarruf edebilirsin” . Köylü, avâm-ı halkı bu nevi sözle riyle kendi tarafına celb ve cezb etdikteıı sonra hıristiyanlar ile dosduk te’sîsine çalıştı. Köylünün ifâdesine göre Hıristiyanların Allaha m u’tekid bulunduğu nu inkâr eden her Türk, bizzât kendi dinsiz idi. Köylünün bütün fikir arkadaş ları tesâdü f ettikleri hıristiyanlara dostâne muâmelelerde bulunuyorlar ve Ce80 Oruç'un ve Neşrî'nin yapıtlarının yazılış tarihleri hakkında, Imber-Offoman Empire, s. 2-3. Alıntılar Oruç, Atsız (ed.), s. 74-76 ve Neşrî, Unat ve Köymen (ed.), c. II, s. 545547'den yapılmıştır [Alıntılar için, bkz. yuk. dipnot 77-yn.]. 81 Heşt behişt'ın yazılış tarihi hakkında, Bayrak-Osman/ı Yazarları, s. 115. Bu metin Kurdakul-Bedreddin içinde yer almaktadır, s. 42. D âi terimi için örneğin bkz. LaoustSchismes, s. 42.
nâb-ı H ak tarafından gönderilm iş gibi hürmet ediyorlar idi. H ergün Sakız ada sı hükümeti ile reis-i ruhanîlere adamlar göndererek akaaid-i hırisdyâniyye ile i’ tilâf itmeyen kimselerin sûret-i kat’iyyede nâil-i fevz ve necât olamıyacağı hakkındaki düşüncesini onlara bildiriyor idi. O zamanlar adada “ T u rlot” [Tıırlod] tesmiye olunan manastırda Giritli bir keşiş ikam et ediyordu. Sahte râhib bu keşişe saçları kesilmiş, başı açık, ayakları çıplak, yekpare bir libâsa bürünmüş dervişlerinden birini göndererek bervech-i âtî tebligatta bu lundu: “ Ben de senin gibi riyâzat ve i’ tikâf hayatı yaşıyorum. Senin taabbiid ettiğin aynı Allaha ibâdet ediyorum. Geceleri gürültü etmeksizin denizin dal galarını aşarak dâim â senin yanında bulunuyorum ” . Sahte râhib tarafından iğ fal edilen hakıykî râhib, Sisam adasında ikamet ettiği m üddetçe köylünün ken disiyle bir inziva hayatı yaşadığını ve hergün kendisine gelerek mükâlemâtta bulunduklarını söylemek gibi m a’nâsız hareketlerde bulunuyordu. Ve benim, bu satırların yazarının huzurunda, isteğimi yerine getirerek daha başka gariblikler de anlattı. Çelebi M ehm ed’in Saruhan vâlisi Sism an, bu sahte râhibe kar şı hareket ettiyse de Stilaryon’un dar geçiderinden ileriye geçmeye muvaffak olamadı. Stilaryonlular ise 6 0 0 0 kişilik bir kuvvede hemen gayr-i kaabil-i m ü rur dar geçitlerden geçerek Sisman ile bütün ordusunu perişan etti. Bu muvaffakıyyet üzerine Börkliice M ustafa tesmiye edilen bu köylüye, peygamberin is mini taşıyan bu yalancının m a’neviyyâtına kapılan büyük bir cemm-i gafîr ilti hak etti. Bunlar “ zerkülâh” ta’bîr edilen başlık ile örtünm eyüp yalnız yekpâre kumaştan yapılmış bir libâs giym eğe, baş açık gezm eğe ve Türklerden ziyade hıristiyanlara meyi gösterm eğe karar verdiler. Nihâyet M ehm ed, Saruhan Beği Ali Bey’i bütün Saruhan, İyonyen-Aydın kuvvetleriyle Stilaryon-Karaburun üzerine sevk etti. D ağ medhalleriııi zabt ederek daha ileride boğazlara doğru yürüdüğü sırada mezkûr kuvvet köylüler tarafından o suretle perişan edildi ki Ali Bey pek az maiyyetiyle beraber bin müşkilât ile M ağnisa’ya kaçarak hayatını kurtarabildi. M ehm ed, keyfiyyetten haberdâr olunca ancak on iki yaşında bulunan oğlu M urâd’ı Trakya ordusuyla birlikte pâdişâhın m u’temedi Bayezid Paşa refakatinde M ustafa üzerine gön derdi. Bâyezid Paşa Bidnya, Frigya, Lidya ve İyonya’ nın bütün silahlı kuvvet lerini topladı. Aynı sû ’b ü ’l-mürûr (geçilmesi zor) derbendlerden geçti. İhtiyar, çocuk, erkek ve kadın her kime tesâdüf edildiyse hepsi gaddarca kadedildi. N i hayet dervişler tarafından tahkim edilen dağa kadar ilerlendi. Vukua gelen pek kanlı mücadelede M urâd’ın maiyyeti efrâdından birçokları şehid oldu. Mâmâfih bütün dervişler sahte keşiş ile birlikte arz-ı teslîmiyyet ettiler ve Ayasluğ’a getirildiler. Börklüce’ye tatbıyk olunan en müdhiş işkenceler bile onu fikr-i sâbitinden çeviremedi. M ustafa, bir deve üzerinde çarmıha gerildi. Kollan yekdiğerinden ayrı olarak bir tahta üzerine çivilendikten sonra büyük bir alay ile şe hirde gezdirildi. Kendisine sâdık kalan mahremânı M ustafa’nın gözü önünde kadedildi. Bunlar “ D ede Sultan iriş !” nidalarıyla mütevekkilâne ölüme tevdi’i nefs ettiler. Vefatından bir m üddet sonra M ustafa’nın mensûbîni onun arala rında yaşadığını iddiâ ettiler. Kendisiyle görüştüğüm Giritii keşiş de aynı i’tika-
adı besliyordu. Bu hususta ne düşündüğünü sorduğum zaman M ustafa’nın ö l meyip Sisam adasına çıktığını ve orada hayat-ı münzeviyânesine devam etm ek te olduğunu söyledi. Ben bittabi bu m a’nâsız sözlere ehemmiyyet vermedim. Bâyezid, genç M urâd ile birlikte Saruhan ve havâlisini [Asya ve Lidya] baştan başa dolaşarak rasgeldiği âlem-i terk ve inzivada yaşıyan bütün Türk dervişleri ni işkenceler ile i’dâm etti. Frigya’dan geçti ve G elibolu’dan geçerek Edirne’ye geldi ve orada zaferlerle dönen oğlu M urâd’ı M ehm ed’e takdim etti.82
...ve yorumları Elimizdeki bütün tanıklıkları okuduğum uzda ortaya uyuşan epeyce nokta çıkıyor. Yazarların tüm ü Börklüce’nin etkinlik alanı hakkında aynı görüşü paylaşmaktadır: Bu kişi İyonya/Aydıneli’ne ve komşu Ege adala rına sıkı sıkıya bağlıdır. Kahramanının şaibeli müridi konusunda bilgi ver me bakımından hiç de cömert olmayan Menakıbname, hatırlanacağı üze re, M ustafa’nın M enderes kıyısındaki Nizar köyünde yaşadığını yine de belirtmektedir. Osmanlı versiyonunun ya da Menakıbname’n\x\ d oğm ka bul edilmesine göre, Bedreddin’in onayıyla ya da onayı alınmadan yürü tülen propagandanın alanı Aydın vilayetidir. M ustafa Sakız’a durmadan dervişler gönderir. Kendisi de bir süre Sam os’ta (Sisam ) yaşamıştır: İsya nın merkezi Karaburun yarımadasında Stylarion [Karaburun] dağıdır. Ayasluğ’da idam edilir. Kaynakların birleştiği diğer bir nokta: Börklüce, kırsal ortam da çok ba şarı kazanan, taraftarları köylüler (aypoiKOvÇ) ve yoksul kişiler (a/aklar, ooovÇ ev aKTr\^LOOwrj) olan bir köylü olarak betimlenir. İsyan bir köylü ayaklanması, aynı zamanda dinsel bir başkaldırı niteliğindedir (Bitlisî, “ Fitne-i mülk-i dîn” der). Börklüce üstelik, Osmanlı yazarlarına göre bir câhil, Bizanslı yazara göre löınrnjf'dir. H er zaman ünlü bir âlim olarak ta nıtılan şeyhiyle bu yönden de canlı bir tezat oluşturur. Osmanlı devletinin kazaskerinin kethüdalığı gibi gözde bir mevkide bulunmuş bir kişiye ya pılan bu cehalet yakıştırması gariptir. Börklüce’nin başını çektiği isyan ha reketi taraftarlarını en ateşli, en marjinal sufıler arasından toplamıştır: Dukas’ın “ m onochitones” [libaslılar] ya da “ Türk Kaloyerosları [dedeleri]” adını verdiği bu kişiler, Osmanlı vakantivislerinin “ torlaklar” ı ya da “ bed baht sufıler” idir. İsyanın sert çekirdeğini oluşturan bu din adamları, b o z gundan sonra hiç bir ayırım yapmadan tüm dervişlere karşı misillemeye 82 Dukas hakkında, Ostrogorski, E m pire B yz a n tin , s. 491. Bu metin B o n n baskısı içinde dir, s. 1 13-115. Börklüce'ye uygulanan işkence, yani çarmıha gerilmesi ve bir deve nin üzerinde teşhir edilmesi birçok kaynak tarafından doğrulanmaktadır, MassignonPassion, c. II, s. 165; ibn Haldun, Le vo ya g e d 'O c c id e n t e t d 'O rie n t, s. 199; Postel, R e p u b lig u e des Turcs, s. 125.
geçtikleri anlaşılan galipler tarafından sistemli bir şekilde kovalanmış ve kökleri kazınmıştır.83 Ayaklanmanın vahameti bütün yazarlar tarafından vurgulanmıştır. Bu vahamet öncelikle asilerin sayısının kabarıklığından kaynaklanır. Bu konuda verilen rakamlar arasında farklılıklar bulunmaktadır: Şükrullah’a göre 4000, Dukas’a göre 6000 ve Bitiisî’ye göre 1 0 .0 0 0 ’e yakın “ Stilaryonlu” bulunu yordu. Ayrıca Kemal’in torlaklarının sayısı Oruç tarafından 2000, Neşri ta rafından birkaç yüz kişi olarak tahmin ediliyordu. Asilerin geçici başarısı Aydın’daki iki ayaklanmanın neredeyse eşzamanlı olmasına bağlanabileceği gibi, 1415 baharı ve sonbaharı arasında Karaman’a ve İzmir’e yaptığı sefer lerin ardından Anadolu’daki işinin bittiğini düşünen sultanın o sırada uzak ta bulunmasıyla da açıklanabilir. Hareketin uyandırdığı şaşkınlık, karşıların da yerel yöneticilerin yerine yeni atanmış, yani bölge hakkında çok deneyi mi olmayan ve eski efendilerine çok bağlı yerel nüfustan kuşkusuz pek az destek gören yöneticiler bulan isyancıların lehine rol oynuyordu: 1422’de Cüneyd bölgeyi yeniden ele geçirdiğinde, İzmir bölgesinde yoksul halk ta bakası arasında büyük bir coşku yaşanacaktır. 1415’te İzmir’in alınışından sonra, halk tarafından çok sevilen Cüneyd’in yerine atanan Sisman adında ki Bulgar bu kadar önemli bir ayaklanmayı bastıracak ölçüde teçhizadı sa yılmazdı; aynı durum Sanıhan sancakbeyi Ali Bey için de söz konusudur. Düşmanın, yani ne kadar coşkulu olurlarsa olsunlar sonuçta profesyonel sa vaşçı olmayan dervişlerin ve köylülerin hakkından gelebilmek için, karma Rumeli ve Anadolu birliklerinden oluşan üçüncü bir ordunun, yani Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünün seferber edilmesi gerekti. Bu durum, “Yıldırım” Bayezid’in 1402’den önce o denli ürkiilen ordusunun içine düş tüğü geçici zaaf hakkında bir fikir verebilir. Diğer yandan aynı durum, Bed reddin’in müridleri tarafından Hıristiyanlar, Türk köylüler ve heterodoks dervişler gibi aslında apayrı sosyal-dinsel kategoriler içinde yayılan düşün celerin harekete geçirici gücünü de göstermektedir.84 83 A ş a k , Neşrî, s. 545, fuka ra, İbn Arabşah-Kurdakul, s. 32. 84 I. Mehmed'in 1415'teki Anadolu seferi hakkında, karş. Imbe r-O tto m a n E m pire, s. 7879: I. Mehmed'in hükümdarlık döneminin kronolojik zincirlenişi açısından karşılaşı lan sorunlar, seferlerin sırasında da karşımıza çıkmaktadır. Dukas, Kemal adını ver memektedir, ancak Bizanslı tarihçi Osmanlı bastırma hareketinin Lidya'ya, yani Ke mal'in faal olduğu bölgeye yayıldığını söylüyor. Kemal'in Yahudi olduğu yalnızca Lütfi Paşa tarafından [G ö \pına r\\-B ed red din, s. XXIV) ileri sürülmekte ve kendisine T o rla k Y â h u d î K e m â l adı verilmektedir. Diğer vakanüvisler, örneğin Neşrî (c. II, s. 544/15), ona T o rla k H û K e m â l demektedir. Çok kullanılan bir ünlem olan Y â -H û ara ya girmiş (ya da Y â h û t bağlacı) ve böylece Lütfi Paşa'nın büyük olasılıkla yanlış olan T o rla k Y a h û d i K e m a l adlandırmasına yol açmış olabilir. Şişmanlar hakkında, karş. V. Laurent, R.E.B., 13 (1955) ve İ. Dujcev, R.E.B., 19 (1961): Bulgar çarlarının soyun-
Bütün metinlerimiz söz konusu düşüncelerin zararlı olduğunu ve bunları yayanların sahte peygamberler, taraftar toplamak için mürailik ('dttouAcdÇ) eden sahte mürşitler (i|/eu8ap(}a) olduğunu, gizlilik içinde çalıştıklarını ve ibadetlerinde, giyimlerinde ve kelime-i şahadet getirirken ortodoks İslam ’dan bile isteye ayrıldıklarını belirtir. Sadece Dukas ortodoks İslam ’dan uzaklaşma tavrının Hıristiyanlarla bir yakınlaşma yarattığı nı belirtir. Gerçi Şiikrullah’da, kelime-i şahadetin ikinci bölüm ünü söyle meyi ve M uham m ed’in resullüğünii kabul etmeyi reddettiklerinden bah sedilmesi, diğer rakip tektanrıcıların, yani Hıristiyanların ve Yahudilerin tavrının benimsendiği suçlamasını da örtük bir biçimde içermektedir. Bu, çok eskiden beri zındıklara yöneltilen bir suçlamadır. Müslüman yazarların metinlerinde Bedreddin’e ve taraflarına karşı sürekli “ zındık” terimi kullanılmıştır: Örneğin, zendeka ile suçlanan Halepli Sühreverdî de (öl. 1191) kelime-i şahadetin ikinci kısmını söylemeyi reddeder.85 Dukas, Börklüce’nin Türk tebaası olmayanlar dahil, Hıristiyanlarla te mas kurmaya çok eğilimli olduğuna tanıklık ediyor. Bizanslı kronikçinin metninden kuşkusuz bağımsız olarak, benzeri yakınlaşmaların yine Sakız adasında gerçekleştiğini belirten Menakıbname1nin de tanıklığı olmasa, kendimizde bu konuda kuşkuya düşm e hakkını görebilirdik:86 H er iki ör nekte de, dini çekinceler göz ardı edilerek-Dukas’a göre Börkliice kendi ni Hıristiyanlığın çekiciliğine kaptırmıştı, Menakıbname'deki Hıristiyan rahipler ise Müslüman olmaktadır-aynı yerde ve aynı ortamlarda dinler arası cesur ilişkiler sergilenmektedir. Börklüce’nin Sakız adasını eylem ala nı olarak seçmesinin nedeninin, birkaç yıl önce bu adadan geçmiş olan mürşidinin düşüncelerinin kazandığı başarı ve belki de burada bıraktığı miiridler olduğu varsayılabilir. Bu varsayımı destekleyici unsurlar olarak, Menakıbname, 1 4 0 5 ’e doğru Sakız’a yapılan ve belki de Börklüce’nin de katıldığı ilk “ din yayma” seferinden, Dukas da sonradan Mustafa tarafın dan görevlendirilen ikinci bir derviş dalgasından söz eder.87 don olup sonradan Konstantinopolis patrikliğine getirilen m etropolit Joseph 1393'ten 1416'ya kadar Efes piskoposu olmuştu. İhtida eden üvey kardeşi prens Alexandre'a "Anadolu'da önemli bir yönetim bölgesi verildi", Laurent, s. 133 ve dipnot 6. Laurent, piskoposun bu göreve kardeşinin müdahelesi sayesinde getirildiğini dü şünmektedir. Joseph'in (1393) ve Alexandre'ın (1415) atanma tarihlerine bakılırsa, durumun tersi olduğu düşünülebilir; tabii Dukas'ın "Sisman'ın oğlu" dediği kişi ger çekten çar III. İoannes Sisman'ın (1371-1393) oğluysa. 85 Zendeka, Massignon-Poss/on, c. I, s. 429-433; Sühreverdî ve kelime-i şahadet, age., c. II, s. 434. 86 Dervişler ve Hıristiyanlar arasındaki ilişkiler hakkında başka tanıklıklar, Ocak-Baba Resul, s. 69, 82, dipnot 8, s. 127. 87 Kronoloji hakkında, Kissling, s. 175-176.
Börklüce M ustafa’nın, yalnızca Dukas’ın sözünü ettiği Sisam ’da kalı şına gelince, bir Türkün o sırada M üslüm an egemenliğinde bulunmayan bir adada uzun süre kalışını açıklamakla kalmayıp, bu olgunun tarihini saptamaya izin veren birçok tanıklık vardır: Eylül 1403’te Sisam ’a uğrayan Castilla elçisi Clavijo ilginç bir şekilde adanın Türklerle dolu olduğunu belirtir (...espoblada de Turcos)\ bu tanıklığı on yıl kadar sonra bu duru mun tarihsel nedenini açıklayan Floransalı Buondelmonti doğrular: “ T i m ur’dan kaçan çok sayıda Türk, Sisam adasına sığındı” . Andros [Andıra] senyörü Pietro Zeno tarafından gönderilen ve Nisan 1403’te Kandiye’ye ulaşan bu konuyla ilgili rapor aşağıdaki hususları belirtmektedir: Palatia ve A ltoluogo sahillerinde oturan Türkler Sisam ’a kaçtı. Karaya çektik leri yedi gemiyle, sayıları sekiz, on köy nüfusu kadardır. Sakız’da olduğum uzu bilen bu Türkler haber gönderdiler (...) bize güvendiklerini ve her konuda ita at etmek ve bizimle işbirliği yapmak istediklerini belirttiler (...) Ayrıca, bandı rasını çekmeye hazır oldukları Venedik hesabına Sisam ’ı iskân ve işgal etmek için Kandiye’ye bir elçilik heyeti gönderm ek istediklerini söylüyorlardı. Rahip D om enico del Alemania T im u r’la uzlaşmayı kesinlikle reddeden bu insanlarla anlaşmak için iki kadırga ile Sisam ’a gitti.88
Aydınlı bir Türk olan, dolayısıyla Z en o’nun sözünü ettiği Palatia/M ilet/B alat ve A ltoluogo/E fes/A yaslıığ kaçaklarıyla aynı bölgeden olan Börklüce, büyük olasılıkla bu dönem de ve bu koşullar altında Sisam ’da kal mış ve Dukas’ın daha sonra Sakız’da sorguya çektiği keşişe orada rastlamış tır. 15. yüzyıl başında Sisam kadar karadan gelecek talan akınlarına açık bir adada yaşayan bir keşişin daha iyi korunmuş olan Sakız’a sığınmaya gelmiş olmasında şaşılacak bir şey yoktur, üstelik her iki adadaki manastır kuruluş ları arasında çoğunlukla sıkı bağlar bulunuyordu: Örneğin Sisam ’daki Ayios Elias manastırı Sakız’daki ünlü Nea Moni manastırına bağlıydı.89 88 Clavijo: "...e fueron otro dia par de una ysla grande ques lllamada Xama, y es pob lada de Turcos", H is to ria d e l g ra n T a m e rla n , v. 6 V. Buondelmonti, Legrand (ed.), s. 227. Pietro Zeno'nun raporu, lorga, R .O .L. (1986), s. 267-268. Domenico del Alema nia hakkında, Setton, P apacy, s. 364; Lutrell, "Aldobrando Baroncelli", O.C.P. 36 (1970), s, 281 ve dipnot 3. Del Alemania tanınmış bir kişidir ve Türklerle ilişkiler ko nusunda uzmandır; 1394'te Antonio Giustiniani ile İzmir Subaşı arasında aracılık yapmaktadır, Balard, R om a n ie ge ncise, s. 324. Niğbolu savaşından sonra (Eylül 1396), batılı tutsakların geri satın alınışı işinde yer alır, Türklerin koyduğu fidyenin bir bölümünü sultana teslim eder ("...p o u r m e tc tre en g a ig n e la B a iz a t p o u r le p re m ie r p a ie m e n t de la ra enson"), Settor\-P apacy, s. 364. Timur 1402-1403 kışında Ayasluğ'dadır, Zachariadou - Trade, s. 84; Dennis-V a rio ru m , XVII, s. 258. 89 Sisam adasına yapılan akınlar ve halkın Sakız'a geri çekilmesi hakkında, karş. Mar co Boschini, L 'A rc h ip e la g o , s. 72: "Di quest'isola (Sisam) furono padroni li Signiori Giustiniani Genovesi, che non potendola diffendere da Corsari, si rissolsero d'abban-
M ustafa ile Sisam arasında D ukas’ın sözünü etdği diğer bir bağ, sufınin hayatta kaldığı ve adada yaşamaya devam ettiği efsanesidir. Turloti ke şişine göre “ o yine eskisi gibi (orada) yaşamaktadır” . Belki de, ihtiyat kaydıyla, Börklüce’nin müridlerinin bu inanışında Bedreddin’in ölüm ünden sonra düşüncelerinin ya da yapıtlarının, ona mensup olan çok kapalı çev reler arasında gizlice aktarılmasında olduğu gibi, dervişin düşüncelerinin de adada ya da başka yerlerde üstü örtülü bir şekilde canlı kalmış olm ası nın rol oynadığı düşünülebilir.90 Turloti keşişinin Girit asıllı oluşu da Börklüce’nin düşüncelerinin Ege adalarında izlediği olası rota konusunda ilginç bir iz oluşturmaktadır. On ce şunu belirtelim: Ceneviz toprağında Venedik uyruklu bir Giritlinin bu lunması hiç şaşırtıcı değildir. Ceneviz arşivleri Sakız’da yaşayan Giritlilerden sıkça söz etmektedir. Giritli keşiş gerçekten Börklüce’nin müridi olm uşsa, mürşidinin düşünce lerini, özellikle de toprak mülkiyetinin o çağda geçerli ilkelerini sorgula yan ve bu amaçla belki de silahlı isyanı vazeden düşüncelerini yaymaktan geri kalmamış olmalıdır. Bir Venedik belgesinin bu varsayımı desteklediği düşünülebilir. Börklüce M ustafa’nın halifelerinin Sakız’da görüşlerini yay maları ve Karaburun ayaklanmasıyla çağdaş olan bu metin, Börklüce’nin ateşli yandaşı olan rahibin geldiği adayla, Girit’le ilgilidir. 23 Eylül 1415. Girit’in huzuru, isyan vazeden, bütün köylülerin ö zgü r o ld u ğu propagandasını yaparak Kandiye, R esm o ve Sitia kazalarını dolaşan aşağı tabakadan insanlar tarafından tehdit edilm ektedir. Bu türden sözler senyörliiğün otoritesi açısından son derece sakıncalıdır ve Tarikat Büyükleri deneti donaria, e passarsene a Sio all'hora posseduta pur de Genovesi" [Sisam adasının sa hipleri Cenevizli senyörler olan Giustiniani'lerdi; adayı korsanların saldırılarına karşı koruyamayınca orayı terk etmek zorunda kaldılar ve o sırada Cenevizlerin elinde bu lunan Sakız'a çekildiler], Sisam'daki Ayios Elias manastırının Sakız'daki Nea Moni manastırının metokhion'u olması hakkında, Argenti, The R e lig io u s M in o ritie s a f C hios, s. 68, dipnot 2. 90 Bedreddin'in tilm izlerinin ve düşüncelerinin gizlice varlıklarını korumaları hakkında, Neşrî'nin Bedreddin, Dukas'ın da Börklüce hakkındaki tanıklıklarının koşutluğu ilgi çekicidir: Neşrî, c. II, s. 57 ve Dukas-Bonn, 114/21; ayrıca karş. Müslüman olmasına rağmen "herkes kendi inancıyla selamete erer" diyen Sakızlı Rum M ihail Massinos'un dinlerüstü inancı; Bennassar, Les C h re tie n s d 'A lla h , s. 437. Dukas'ın konuştuğu Hı ristiyan rahibin, mürşidi olan dervişin kerametlerine inancı, mürşidinin kır bir atın üzerinde "huruç" ettiğini anlatan Baba ilyas müridi rahibin beyanını hatırlatıyor, El van Çelebi, M e n â k ıb ü 'l-K u d s iy y e , s. 58-59. Börklüce'nin Sisam'daki hayat tarzını ve etkinliklerini açıklamak için Dukas, "açık havada yaşamak", "konaklamak" anlamı. na gelen ul>/aCojıraı fiilin i; ve "aylak olmak", "birisiyle dostane ilişkiler içinde olmak" ve "okul oluşturmak", "dersler vermek, konuşmalar yapmak" anlamına gelen a ^ o A.aÇoı fiilin i kullanıyor, Dukas, 113/4 ve 1 15/4.
min güçlendirilm esini, elebaşılarının izlenm esini ve tutuklanmasını salık ver m ektedir.91
Bu belgenin betimlediği toplumsal ortam , M ustafa’nın faaliyet göster diği ortamın aynısıdır: Dııkas’ta köylülerden (aypoııcoı), bu belgede ise aşağı tabakadan insanlardan (homeni de villesima conditio) söz edilmekte dir. Bu insanlar, Börkliice gibi, kırsal ortam da isyan propagandası yap makta ve “ Senyörlüğün otoritesi için son derece tehlikeli” bir düşünceyi yaymaktadır: Bu düşünceye göre köylüler özgürdür, bu da gerçekten va him toplumsal kargaşalıklar doğurabilecek bir anlayıştır. Börklüce de m ül kiyetin herkes arasında radikal bir biçimde yeniden paylaştırılmasını öne rerek, dolaylı olarak sertlerin ve yoksul köylülerin özgür bırakılmasını va zetmektedir. Dem ek ki her iki tarafta da, istediklerini gerekirse güç kulla narak elde etmeye hazır bir köylü ortamının sosyal talepleri ve toprak ta lepleri söz konusudur. Börklüce’nin dervişlerinin Batı Anadolu’da yaptık ları gibi, Girit’te de bu düşünceleri yayanlar gezici vaizlerdir. Böylece Dukas ile Venedik belgesi arasında ilginç bir eşzamanlılık sap tamış oluyoruz: Aynı tarihler, aynı toplumsal ortamlar, aynı talepler, aynı propaganda yöntemleri. Geriye şunu saptamak kalıyor: Börklüce’nin d ü şüncelerinin, Bedreddin’in müridinin faaliyet gösterdiği Batı Anadolu’dan ve A nadolu’ya yakın Ceneviz adalarından (özellikle kıtadaki Ceneviz iske lesi E nia’dan Sisam ’a ve Sakız’a geçiş kolaydır) oldukça uzaktaki Venedik topraklarının bağrına da sızmış olduğu varsayımını ileri sürmek tarihsel açıdan doğru olabilir mi? Konuya daha yakından bakıldığında, Girit ile yalnız Ceneviz adaları değil, aynı şekilde kıta Aııadolusu arasında da nü fus alışverişlerinin sıkça yapıldığı saptanır: Girit’te çok Türk vardır, Vene dik otoritelerine göre bu sayı çok fazladır. 1363 tarihli bir belge adaya aşı rı sayıda Türk kölenin sokulduğundan söz etmektedir. Giritliler Sakız’dan Türk köleler satın alır; bunu ya doğrudan, ya da Foça’dan ve başka yerler den getirilen tutsakların satıldığı bu büyük Ceneviz adasında yaşayan va tandaşları aracılığıyla yaparlar. Sisam da ünlü bir köle pazarıdır. Girit’teki Türk tutsaklar adada yerleşme arzusunu sıkça gösterirler: Bu duruma 1418 tarihli bir belge tanıklık eder ve bu Tiirklerin A nadolu’dan eşlerini de getirtmeyi başardıklarını belirtir. 1 4 0 3 ’te Tim ur’un önünden Sisam ’a kaçan Tiirkler Venedik cumhuriyetinin topraklarına kendi arzularıyla yer leşmeye hazır olduklarını ifade ederler. Bu Türk göçm enler sonunda Girit’i iyi tanımaya başlamıştır, bu da Venedik için bir tehlike kaynağıdır, çünkü tutsakların yanı sıra, 1365 Girit ayaklanmasında tutulanlar gibi si 91 Sakız'daki Giritliler, Balard- These, c. I, s. 237, 241, 268. Eylül 1415 tarihli Venedik belgesi, Thiriet-Senaf, c. II, s. 139.
lahlı Türk paralı askerleri de bulunmaktadır. Demek ki gerçeğe ters düş meden, çeşitli nedenlerle adada bulunan bu Türklerin köylülerin mülkiye ti ve statüleri konusunda düşüncelerini yayabilecek durumda oldukları varsayılabilir; bu düşüncelerin kökten reformcu niteliği halkın en yoksul kesimlerinde olumlu bir yankı bulma şansına sahipti, üstelik Dukas92 ka dar kuşkucu bir dinleyicinin karşısında bile inançlarını uzun uzun dile g e tirmekten çekinmeyen Turloti keşişi kadar coşkulu, olası Hıristiyan müridlerin varlığı da söz konusuydu. Bedreddin’in ideolojik sistemi konu sunda toparlanabildi unsurları analiz ederken, ona mal edilen “ kolektivist” (“ iştirakçi” ) düşüncelerin yalnızca Börklüce’ye atfen dile getirildiği ni, bunun da yalnızca D ukas’ın metninde yer aldığını gözden uzak bulun durmamak gerekir (bu, Simavnalı şeyhin yayımlanmamış yapıtlarında ile ride keşfedilebilecek unsurlar hakkında bir önyargı değildir). Osmanlı kay nakları aslında sapkınlık terimleri konusunda çok zengindir ama, şeyh ve başlıca müridi konusunda bazı m odem Türk yazarları gibi iştir akçılık ve buna benzer hiçbir kavramdan söz etmezler. Bununla birlikte, D ukas’ın Börklüce’ye mal ettiği mülkiyeti herkes arasında paylaştırma düşüncesi, Müslüman ve Bizans dünyasına tamamen yabancı da değildir; bu konuda, Karmatilere kadar geriye gitmeye gerek kalmadan, Pahimercs’in başka bir bağlamda söz ettiği Keşiş N ilos’un ve Ioannes Tarkaniotes’in ya da Gemistos Plethon’un teorilerini hatırlamak yeterli olacaktır. Börklüce’nin İsevî niteliği ise, yalnızca gerçekleştirdiği İsa tarzı mucizelerle (Bedred din’in fırtınayı yatıştırmasını anıştıran denizin üstünde yürümesi), çarmı ha gerilerek ölümüyle (bu da Bedreddin’in idam sehpasına yürüyüşünü çağrıştırmaktadır) değil, her fırsatta bile isteye Hıristiyanlara yaklaşma is temi gösterm esi, keşişle aynı ibadet tavrı içinde Müslümanların rekatıyla, D oğulu Hıristiyanların secdesini [proskynese] yaklaştırarak dua etmesi g i bi öğelerle belirlenir. Ancak o daha da öteye giderek aynı T an n ’ya bağlı iki inanç sisteminin derindeki birliğini ve selamete ermek için aynı yönde birleşmeleri gereğini ileri sürerek, dinlerüstii anlayışa olan inancını özel ve kamusal meclislerde dile getirir. Bunu yaparken, biçim ve kuralları redde derek büyük tepkilere yol açan Melametiyye yöntemlerini kullanır, İslam ’a 92 Erıia ya da Ania hakkında, karş. Balard-Roman/'e, s. 165, 591, 850, 859. G irit'te Türk köleler, Thiriet-Senaf, c. I, s. 106. Sakız'da G iritliler tarafından satın alınan Türk kö leler, Balard-These, c. I, s. 267-268. Köle pazarı Sisam, Zachariadou- Trode, s. 81, dipnot 357. G irit'te yerleşen Türklerin yanına ailelerinin gelmesi, Thiriet -Senat, c. II, s. 164. Girit'teki Türk tutsaklar adayı iyi tanımaktadır, age., s. 161. Sisam'daki Türk mülteciler 1403'te Kandiye'ye bir elçilik heyeti gönderir, "... per habitar et tegnir quelle ysola ad honor et comando de la Signoria vostre et levar la insegne de la Signoria vostra", lorga, R.O.L., (1896), s. 267.
mensubiyetin dış görünüşlerini köktenci bir anlayışla reddeder (derviş kü lahı takmayı reddetmek, hatta M uham m ed’in resullük niteliğini yadsı mak); davranışları ya da düşünceleri, mürşidi Bedreddin’inkiler gibi M üs lüman ve Hıristiyan kaynaklarınca ortak olarak kınanır; ipe sapa gelmez hayaller (({»avTaaıa), garâib nesneler («A agkotoc), acayip şeyler ( i s p a t a ) olarak nitelenir. Simavnalı şeyhin başlıca müridinin toplumsal ve dinsel düşüncelerinin, Dukas tarafından açıkça betimlendikleri için -Osmanlı kaynakları doktrin suçlamalarında ve kullandıkları “ dinsiz, miirâi, zındık” , vb terimlerde Dukas’a göre çok daha muğlaktır- Bedreddin’in düşünce sistemini analoji yo luyla çözmeyi deneme konusunda çok değerli oldukları görülüyor. Bed reddin’in düşünce sistemi ise bu kadar açık bir şekilde ortaya konamamaktadır. Bunun bir nedeni müridinin düşüncelerinin daha radikal niteliği olabilir; ama asıl neden Simavnalı şeyhin yapıtlarının tüm üne yönelik sis tematik bir inceleme bulunmamasıdır. Büyük bölüm ü yayımlanmamış d u rumdaki Simavnalı şeyhin yapıtlarına yönelik böyle bir inceleme onun doktrini hakkında tam bir fikir verebilir.93
B) Rumeli Ayaklanması ya da M ürşidin İsyanı: İlk D alga İznik’ten ayrıldıktan sonra Bedreddin, pek çok şeyi açıklayan bir dav ranışla, M usa’nın, Düzm ece M ustafa’nın ve Cüneyd’in de müttefikleri olan, kendi doğal müttefiklerine yönelir. Bunlar, Osmanlı karşıtı A nado lu beyleri, özellikle de Isfendiyar ve en başta Eflaklı Mircea olmak üzere Balkan prensleridir. Burada bir güzergâh benzerliğinden fazlası söz konu sudur. I. M ehm ed devleti yeniden ele geçirmeden önceki on beş yıl b o yunca, Osmanlı’nın yeniden bütünleşmesine muhalefet edenlerin yollan 93 İştirakçilik, karş. K u rd a k u \-B e d re d d in , s. 134 ve dev. Karmatiler ve toprakların kolektivizasyonu, C. Yen e r-V â rid â t, s. 37; ayrıca karş. Pir Sultan Abdal: "Pir Sultan Abdal bu dünyada kimsenin bu benimdir diyemeyeceğini bilir", N. Arzık, A n th o lo g ie , s. 55. Plethon, ioannes Tarkaniotes, M asa'ı-P lethon, s. 94, dipnot 1. Nilos hakkında, Pahimeres, Failler (ed.), s. 288. İsevî azizlerin sular üzerinde yürüyüşü, Chodkievvicz-Sceau, s. 101. Börklüce'nin sular üzerinde yürüyüşü (Dukas, 1 13/1) ile Ohri gölünü ya yan geçerek Aziz Naum başrahibini ziyarete giden, halk kahramanı Sarı Saltık'ın yü rüyüşü arasında bağ kurulabilir, H a s \u c k -C h ris tia n ity , c. II, s. 583. G araîb nesneler, Neşrî, c. II, s. 547. Börklüce'nin giriştiği hareketi belirtmek için Osmanlı metinlerinin ve Dukas'ın kullandıkları terimler birbirlerine çok yakındır: Dukas'ın "havariler"i (a7tOCTToA.oı), idris-i BitlisT"nin d â i dediği kişilerdir, Kurdakul, s. 42; xepaxa sözcüğüy le Osmanlı edebiyatında bir tür olan "Acayiplik" anlatıları arasında yakınlık kurula bilir, Yerasimos-F o n d a tio n , s. 99. Dukas'ın metninde Türkçe olarak muhafaza ettiği (D ede S ultan e riş )' in Aramice bir deyiş olan M a ra n a tha, ("Gel Tanrım", Cor., s. 16, 22) ile bir ilgisi var mıdır?
Sinop ve Eflak’tan geçecektir. M usa kardeşi Süleyman’a karşı savaştığı d ö nemde Sinop’a sığınmış, oradan da Eflak’a geçmişti; Mircea da Süley man’a karşı son seferini (1 4 0 9 ) hazırlaması için ona topraklarında tam bir hareket özgürlüğü tanımıştı. 1 4 1 5 ’teki Düzm ece M ustafa ayaklanması da Sinop’ta örgütlenm iş, hatta tahta talip olan şehzade oradan Eflak’a geç mişti. Dukas, M usa’nın taraftarlarının Tuna Türkleıi olduğunu bildirmek tedir. Düzm ece ve Cüneyd, M ircea’nın yardımıyla Bulgaristan’ı yağmala malarını sağlayan birlikleri yine bu bölgeden toplamışlardır.94 Bedreddin 1 4 1 6 ’nın tem m uz sonunda, M ısır’dan dönerken ziyaret et mediği beylerden biri olan İsfendiyar’ın yanına gelir. Ibıı Arabşah şeyhin o sırada Çandaroğulları’nın yanında bulunduğunu doğrular: 8 1 9 ’da (1 4 1 6 -1 7 ) Şeyh Bedreddin’i Isfendiyar bin Ebu Y ezid’iıı yanında gö r düm ve onunla ilmi bir tartışmamız oldu. Onun özellikle içtihat konusunda bir dâhi olduğunu saptadım . Öğrenimini tamamladıktan sonra ülkesine dön düğünde çevresini fikıhçılar ve dervişler (fukahâ ve fukara) sardı. Halk uzak lardan onu ziyaret etmeye ve armağanlar sunmaya geldi. Geniş bir çevresi o l du ve sultan olma arzusuna kapıldı. O zamanın sultanı E b u ’ l-Feth M ehm ed bin Ebu Yezid el-Kirişçi’ye başkaldırdı.
Menakıbname'ııin anlattığına göre Bedreddin’in geldiği gece Isfendiyar’ın bir oğlu olur; şeyh çiğnediği bir hurmayı çocuğa tattırır ve ona İs mail adını verir. Sıkça rastlanan su ile maneviyat aktarma teması Hacı Bek taş menakıbnamesinde de görülür.95 Menakıbname’dc bunun ardından pek de açık olmayan bir bölüm ge lir: Isfendiyar Bedreddin’i Tim ur’un oğlu Şahruh’un yanma gitmekten vazgeçilir ve kendisinden kuşkulanan katı yürekli ( “ kalbi açılmaz anun” ) I. M ehm ed’den korkusundan, Bedreddin’i başından atmak için bir elçilik göreviyle Kırım Tatarlarına gitmesini önerir. Aslında I. M ehm ed kuşku lanmakta haklıdır, çünkü Isfendiyar sistemli olarak onun bütün düşm an larıyla ittifak yapmaktadır.96 Bedreddin pek de istemeden gemiye biner. Gemi rotasını değiştirerek 94 Musa ve Düzmece Sinop ve Eflak'ta, H is t. de t'em p. o tt., Mantran (ed.), s. 60-61, 6364. Musa ve Tuna Türkleri, Dukas, s. 88. Düzmece ve Mircea Bulgaristan'da, Krekric -D u b ro v n ik , s. 266. 95 Isfendiyar hakkında Y. Yücel, Ç o b a n -O ğ u lla rı, Ç a n d a r-O ğ u lla rı, s. 83 ve dev. Bedred din isfendiyar'ın yanında, age., s. 94. ibn Arabşah ve Bedreddin, Dindar- W â rid â t, s. 34-35. Bedreddin ve isfendiyar'ın oğlu, m nk, s. 103. Su, nefes, kan yoluyla manevi (ruhani) intikal, Cuinet, T u rç u ie d 'A s ie , c. I, s. 342; ayrıca karş. C. Bardakçı, A le v i lik , çeş.yer.; hatta bir kâse çorba ile intikal (!), Belîğ, G üldeste, s. 16-17. 96 M n k , s. 104-105.
Eflak’a uğrar, kaptan orada Bedreddin’i sahile çıkarıp, bırakır. Bu yaptığı kaptana uğursuzluk getirir; kaptan sonradan Bedreddin’in müridi oldu ğunda, Menakıbname yazarına gemisinin Hıristiyanların eline geçtiğini anlatır. Bu bölüm de kaptanın sonradan başından geçenler anlatılır. T u t sak edilince, rüyasında kendisini teselli eden ve yakında özgürlüğüne ka vuşacağını bildiren şeyhi görür. Bunu, Hıristiyan rahipleri ile Bedreddin’i yeniden temasa sokan bir düşünce aktarımı olgusunun betimlenmesi izler. Bu rahipler rüyalarında Bedreddin’i yanında İsa ile görürler ve bir vaaz so nucunda tutsağın serbest bırakılmasını sağlarlar. Tutsak, sanki bir rastlan tıyla, şeyhin düşüncelerine özellikle açık olan üç bölgeye gönderilir: Ö n ce Sakız’a, oradan Cüneyd’in toprağı olan İzm ir’e (orada Hafız Halil’le karşılaşır), daha sonra da şeyhin idam edildiği ve müridleri için mukaddes bir merkez haline dönüşen Serez’e gider. Eski kaptan bu kentte H afız H a lil’in iki amcasının irşadı sonucunda derviş olacaktır. Konuyu saptırıyormuş gibi görünen bu bölüm aslında yer belirleme bilgileri açısından çok zengindir: Satır aralarında, Hafız Halil II. M ehm ed’in saltanatında Menakıbname'y\ yazarken mevcut olan büyük Bedreddiııîyye merkezlerinin d ö kümünü verir.97 Eflak sahilinde terk edilen şeyh, Sakız’da olduğu gibi, onun “ şân-ı şe rifin” bilen yörenin Hıristiyan ahalisi tarafından iyi karşılanır ve kente g ö türülür; orada Bedreddin ile ayııı zamanda yüksek görevli olan, M usa’nın düşüşünden sonra Eflak’a kaçan eski bir M usa taraftarı kalmaktadır. Bu da Eflak’ın Musa taraftarlarına verdiği desteğin yeni bir örneğidir. Vakanüvis Solakzade ile Sadeddin, Mircea ile Bedreddin arasındaki yakın bağlardan söz ederken, dedesinin anısını sürekli olarak aklamaya çalışan Hafız Halil bu konuda tek kelime etmez. Eflak ile Boğdan arasında süren savaş yü zünden Kırım’a gitmekten vazgeçen Bedreddin, sonucu ne olursa olsun Edirne’ye dönmeye karar verir.98 Osmanlı vakanüvisleri o andan itibaren vekayınamelerde hurûc-ı İbn Kadı Simavne adı verilen, Bedreddin’in tahtı ele geçirmek için Tuna böl gelerinden (özellikle de Deliorm an’dan) başlayarak örgütlediği düzenli bir isyandan söz ederler. Menakıbname ise her türlü askeri harekât konu sunda sessiz kalmakla yetinmeyerek, Bedreddin’in Edirne’ye yürüyüşünü sadece yeni yazmış olduğu N ûrü’l-kulûb adlı yapıtını sultana sunma arzu suyla açıklar. Hafız Halil bu yapıtın gizli olduğunu ve Bedreddin’in mü97 M nk, s. 107-109. 98 Musa'nın bu eski taraftarı Edirne sarayında emir-i alem olan Azap Bey'dir; Kissling, s. 168, dipnot 1, ve Oruç, s. 68, 72, 79. Mircea ve Bedreddin, Sadeddin, c. II, s. 111; Solakzade, c. I, s. 183; mnk, s. 110.
ridleri tarafından ifşa edilmediğini belirtir, bu da Bedreddin’in yapıtlarının sonradan nasıl gizli bir yayılma süreci içine girdiği hakkında bir bilgidir. Hafız Halil eceli geldiğinde avcıya giden av gibi (“ sayda ecel irse sayyâda gider” ) sultana doğru giden sufınin bu girişiminde kendini isteyerek kur ban etme yönünü ısrarla vurgular. Geçtiği her yerde onu alkışlamak için kendiliğinden kitleler toplanır. Deliorm an’da olduğu gibi Z ağra’da da kendisine armağanlar sunulur, öğütler istenir. Sonra kalabalıklar dağılır. Yazar bunu bilerek yapmış olsun ya da olmasın, şeyhin yakalanmadan ö n ceki son günlerinin anlatısı kuşkusuz İsa’nın Kudüs’e yürüyüşünü ve şe hirde geçtiği yollara kendisini alkışlayan halk tarafından yapraklı dallar se rilmesi anlatısını düşündürmektedir; bu konudaki ilk M üslüman örnek ise, Menakıbname'nin Mansur-ı Rıım nitelemesinde de adı zikredilen H allac’d ır ." M usa’nın eski taraftarlarının, D obruca’daki Hıristiyan Gagavuzlar’la, Bedreddin’in atası olduğu varsayılan İzzedin Keykâvus’un so yundan gelen ve Edirne’de, Serez’de olduğu gibi Silistre’de, Varna’da da yaşadıkları belirtilen kişilerle bir arada bulunduğu aşağı Tuna ve Bulgaris tan bölgelerinde, Bedreddin’in çok iyi karşılandığı anlaşılmaktadır. Ü ste lik şeyh kazasker olduğu dönem de bıı bölgelerde çok iyi bir izlenim bı rakmıştır. Menakıbname’ deki bu belirlemeler Bedreddin’in 1411 ile 1413 arasında ateşli taraftarlar kazanmayı başardığı Balkanlar’daki militan eyle mini doğrular. 17. yüzyılda hâlâ etkin bir Bedreddinîyye merkezi olan bu bölgede, H afız Halil Duğalar adındaki bir Bedreddinî köyünden özellik le söz eder.100 Bedreddin’in Bulgaristan’da halk arasında kazandığı başarı Hafız H a lil’e göre I. M ehm ed tarafından yanlış yorumlanmış, şeyh ve dostlarının Edirne’ye doğru ilerleyişini bir komploya yormuş, çevresinde de ona ya nıldığını söyleyen hiç kimse çıkmamıştır. Yazar bu fırsattan istifade ede rek, I. M ehm ed’in “ hikd u hased” dolu maiyetini eleştirir: “ Olmayaydı âlem içre eşkıyâ / Kahrıla katlolmayaydı enbiyâ” . Hafız Halil’in o dönem de hüküm süren sultanın dedesine doğrudan dil uzatması zordu. Buna karşılık I. M ehm ed’in maiyetinde yer alan, Bedreddin ve müridlerinin azı lı düşmanı olan Bayezid Paşa ve Fahreddin-i Acemî’ye veryansın eder: Fahreddin öm rü boyunca yaptığı kıyımlarla ünlüdür. Gençliğinde hayatı nı kurtardığı I. M ehm ed’in gözdesi olan Bayezid Paşa ise, kapıkulları hiz bini temsil ediyordu. Bu hizbin padişah üzerindeki nüfuzunu korumaya 99
Hurûc-ı İbn Kadı Simavne, örneğin Neşrî, c. II, s. 543. Bedreddin Bulgaristan'da, mnk, s. 110-1)1. Mansur-ı Rum, age., s. 82.
100 Gagavuzlar hakkında, El.; izzeddin Keykâvus'un soyundan gelenler hakkında, Wittek ve Zachariadou'nun daha önce anılan makaleleri, yuk. dipnot 69. Eski Zağra ya kınındaki Duğalar köyü hakkında, Kissling, s. 168, dipnot 7.
özen gösteriyor ve gözden düşmelerine yol açabilecek bütün güçlü şahsi yetlere kuşkuyla bakıyordu.101 M ehmed Çelebi’nin Bedreddin hareketini daha tohum halindeyken ez mek için gösterdiği şiddetli tepki, sultanın birdenbire iki asi (“ iki miifsid” , der tam olarak metin) arasında kalmasından da kaynaklanmaktadır. Bu nok tada, Bedreddin isyanıyla çok yakın bağlantı içinde ele alınması gereken bir olay yine hafif bir ima ile geçiştirilmiştir: Söz konusu olay Düzmece M us tafa’nın isyanıdır. Hafiz Halil onu Bedreddin isyanından uzak tutmayı öyle ustaca başarmıştır ki, iki hareket arasında gizli bir anlaşma olduğu ihtimali pek düşünülmemiştir. Oysa bölge, tarihler, oyuncular, önderler ve taraftar lar, kısacası her şey bu iki hareketi birleştirmektedir. Bedreddin’in isyanının tarihini I. M ehmed’in saltanatının sonu, Düzmece Mustafa’nıııkini de II. M urad’ın saltanat dönemi olarak saptayan Osmanlı vakanüvislerinin düştü ğü kronoloji hatası, büyük olasılıkla bir arada incelenmesi gereken bu iki olayın birbirinden ayrı tutulmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Bu durumda Diizmece’nin Trakya’yı ve Makedonya’yı atlılarıyla katedişinin üzerinde biraz durmak gerekir. Bu gerekliliğin tek nedeni, her yerde karşımıza çıkan ve olasılıkla Bedreddin’in müridi olan Cüneyd’in tahtın ta libi Diizm ece’nin de yardımcısı olması değil, aynı zamanda D üzm ece’nin seferinin son perdesinin Bedreddin’in ezilmesinden ve ölümünden kısa sü re önce inmesidir. Gerçekten de iki isyan, Düzm ece’ nin Ekim 1 4 1 6 ’da Bul garistan’da ortaya çıkışıyla aynı yılın 18 Aralık tarihinde Bedreddin’in ölü mü arasına sıkışan çok dar bir zaman dilimi içinde yer almaktadır.102 C ) Rumeli İsyanı ya da Düzmece M ustafa Ayaklanması:
ikinci Dalga Burada Düzm ece M ustafa’nın Bayezid’in tahtında hak iddia edişinin gerçeğe uygunluğu değil (M ustafa Osmanlı kaynaklarınca bir gasıp sayı lırken, Hıristiyan yazarlar onu genellikle Yıldırım Bayezid’in öz oğlu ola rak gösterirler), yalnızca M ustafa’nın hareketi ile Simavnalı şeyhin hareke 101 M nk 'ye göre I. Mehmed'in çevresi, s. 112. Bayezid Paşa ve Fahreddin-i Acemî hak kında, aşağıda dipnot 110. 102 ik i m üfsid, mnk, s. 111/1705. Osmanlı kaynaklarına göre Bedreddin isyanının tarihi: ibn Arabşah-Kurdakul'a (s. 33) ve Oruç Bey'e göre (s. 77) 820/1417-18; diğer kay nakların çoğuna göre, örneğin Neşrî, c. I, s. 537-543; Sadeddin, c. II, s. 179; Müneccimbaşı, c. I, s. 189-190; Danişmend-/Crono/o/7, s. 179, 822/1419-20 veya 823/142021. Düzmece'nin II. Murad'ın saltanatında isyan ettiği, age., s. 184-187. 12 Ekim 1416 tarihli bir Ragusa belgesine göre Düzmece'nin Bulgaristan'da ortaya çıkışı, Krekr'ıc-Dubrovnik, s. 266. Bedreddin'in 27 Şevval cuma günü (18 Aralık 1416) ölü mü, mnk, s. 133; Kissling, s. 174 ve dipnot 1.
ti arasında bağ kuran ilişkiler ele alınacak. Düzm ece M ustafa’nın doğal müttefikleri ile güzergâhı, daha önce de belirttiğimiz gibi, Bedreddin’inkilerle aynıdır. 1415 ile 1416 arasında M ustafa Sinop’ta, İsfendiyar’ın sarayındadır. Sonra Eflak’ta ortaya çıkar ve orada Mircea ile resmen ittifak kurar. O bölgeden hareketle, Ulahların ve Cüneyd’in desteğiyle Bulgaris tan’ı eylem alanı haline getirir. Tuna üzerindeki N ikopolis’e (N iğbolu) gönülsüzce sancakbeyi olarak atanan Cüneyd, İzm ir’deki beyliğine el ko yan I. M ehm ed’e isyan etmek için fırsat kolluyordu. İki maceracı, Mircea’nın askerlerinin ve Osmanlı karşıtı Rumeli beylerinin desteğiyle Ekim 1416’da Bulgaristan’ı yağmalarlar.103 A nadolu’dan Edirne’ye dönüşünde durum u öğrenen I. M ehm ed, Dukas’a göre Trakya’dan M akedonya’ya geçer. Düzm ece ile Cüneyd’in işini bitirmek ve birçok kaynağın belirttiğine göre, aynı zamanda M akedon ya’nın büyük m etropolü Selanik’i fethetmek için karargâhını Serez’e ku rar. “ Türk ve Ulah birlikleriyle Tesalya’ya giden” iki rakibini kıstırır. D ü z mece ile Cüneyd güçlükle Selanik içine sığınarak valinin ve imparatorun koruması altına girerler, sultan da kenti kuşatır (1 4 16 sonbaharı). D ü z mece olasılıkla 1415 yazından itibaren, hatta D ukas’a bakılırsa M usa d ö neminde Bizans imparatoruyla bir anlaşma yapmıştı. Bizanslı tarihçi, Diizm ece’nin Yıldırım’ın oğlu olduğu söylentisini, M usa’ya engel olmak için bizzat II. M anuel’in çıkardığını belirtir.104 I. M ehm ed Selanik’i kuşattığı sırada, Mmnkıbname’yt göre -vakanüvis Solakzade de bunu doğrulamaktadır- kuşatılan için çok hayırlı, ancak kendi açısından çok kaygı verici bir haber alır: Geri hatlarında, Düzmece’nin geçişinden sonra kaynaşma halinde bir bölge olan Bulgaristan’da Bedreddin isyan etmiştir; bu durumda kuşatmayı kaldırır ve Bedreddin’in üzerine yürür.105 103 Haziran 1415'de Mustafa Trabzon bölgesindedir, Krekric, s. 264; aynı yılın ağustos ayının sonunda Eflak'ta görülür, Gelcich ve Thalloczy, D iplom atarium , s. 251; ekim de Ulahların ve Cüneyd'in yardımıyla Bulgaristan'ı yağmalar, Krekric, s. 266. Khalkokondyles, Darko (ed.), c. I, s. 190, 191. 104 I. Mehmed Makedonya'da, Dukas-Bonn, s. 117-121. II. Manuel ile Düzmece arasın daki anlaşma, Dölger-Regesten, s. 101-102. II. Manuel'in bilerek Düzmece'yle ilgili söylentiyi çıkarması, Bonn, s. 146. Selanik'te 1423 ile 1429 arasında ortaya çıkan ve Bayezid'in oğlu olduğunu iddia eden başka bir Mustafa hakkında, karş. SymeonBalfour, s. 146, dipnot 130, s. 181, dipnot 199, s. 187, dipnot 213, s. 182-187. 16. yüzyıl Selanik'inde Düzmece Mustafa adında bir cami ve bir mahalle hakkında, Dimitriadis, To7toypa(|)ia, s. 281. 105 M nk, s. 116; Solakzade, c. I, s. 184. Birkaç yıl sonra Selanik'te Büyük Perhiz'in üçün cü çarşambasında özel bir kutlama yapılıyordu. Kutlamanın nedeni, kentin Türkle rin yakın geçmişteki bir saldırısından kurtuluşuydu; bu saldırı I. Mehmed'in 1416'da kenti kuşatması olabilir, }ar\in-Grands Centres, s. 369.
Böyle bir eşzamanlılık karşısında, iki dalga halinde gelişen tek bir isya nın söz konusu olduğundan başka bir şey akla gelmemektedir; Rum eli’de Osmanlılara karşı ilk deneme başarısızlığa uğrayınca, Selanik’te kıstırılmış müttefiklerini kurtarmayı da hedefleyen Bedreddin taraftarları ikinci bir harekete girişmiştir. Ancak Bizans imparatorunun verdiği, hayatı süresin ce Düzmece ve Cüneyd’in tarafsız kalmalarını sağlayacağı gibi muğlak bir söz karşılığında Selanik kuşatmasını kaldıran M ehm ed’in bu kadar hızlı tepki göstereceği hesaba katılmamıştı. Sultan 1416 sonbaharının sonunda Bedreddin’in üzerine yürüdü.106
D ) Bedreddin’in U ğradığı Bozgun ve Ö lüm ü Dedesini bir kez daha Osmanlı vekayınamelerinin resmi söylemindeki gibi silahlı bir ayaklanmanın elebaşı olarak değil de, koşulların kurbanı g i bi göstermek isteyen H afız Halil, Bedreddin’in yaşamının son bölümünü, şiddetin hiç rol oynamadığı neredeyse gönüllü bir kurban edilme olayı şeklinde betimler. I. M ehm ed Bedreddin’i ele geçirmek için, kılık değiş tirmiş 2 00 adamla birlikte kapıcıbaşını gönderir. Adamlar geldiklerinde Bedreddin namaz kılmaktadır. İyi bir müneccim olarak gökyüzünde ölüm fermanını okur. Çevresindekiler yüzünden terler aktığını görüp şaşırırlar; onlara ecelinin geldiğini ve kaderin tecelli etmesi gerektiğini söyler. O sı rada onu yakalamakla görevlendirilmiş birlik dört bir yandan çıkagelir. Şeyh büyük bir nezaketle gelenleri selamlar ve kim olduklarını sorar. Ona tutuklu olduğu söylenir; bazıları onu tartaklamaya başlar, masum olduğu nun farkına varan başkaları ise onu sultana götürm ek zorunda kaldıkları na üzülürler. Ancak Serez’e doğru yola çıkılır, yol boyunca şeyh yedi kez yere yığılır. Sonunda hapsedilir ve yargılanmayı beklemeye başlar. Görüldüğü gibi bu bölüm ün tüm ünde İsevî bir renk vardır, İncil’de İsa’nın Getsemani’den çarmıha gerildiği tepeye gidişini anlatan bazı b ö lümleri hatırlatır. Bu konuda her türlü varsayım ileri sürülebilir ve belli bir ihtiyat kaydıyla, büyük ölçüde Hıristiyan duyarlılığının egem en olduğu bir Balkan bölgesinde yayılan Menakıbname’ nin, bazıları eski Hıristiyanlardan oluşan okurların inançlarını pekiştirmek için Simavnalı şeyhin İsevî niteliğini bilerek vurgulayıp vurgulamadığı sorulabilir. Bu bölüm ü, sufınin idamına yol açan suçlamalar izlemektedir. Pey 106 Bu senaryo Dukas'ın verdiği bilgileri bileştirmektedir, s. 117-121; mnk, s. 116. Sphrantzes (Bonn, s. 109) Düzmece'nin 'kardeşi olan emir tarafından" 1416 sonba harında Selanik'te kuşatıldığını söyler; Aralık 1416'da Ragusa'ya ulaşan bir haber de bu bilgiyi doğrular; buna göre: "Sultan, (daha önce) Eflak'ta bulunan kardeşini Selanik civarında kuşatmakla meşguldür", Krekric, s. 266.
gamberlik davası gütm ekle suçlanır ( “ D a’vi-i nübüvvet itdi didiler” ). H a fız Halil’in kullandığı deyimle “ halka çok mekr ü âl” eden Börklüce’nin ve Torlak Kemal’in entrikaları ona mal edilir. Menakıbname'nin bu bölü münde Hafız Halil Bedreddin’i Aydıneli’ndeki iki isyandan kesin olarak ayrı tutar. Yazar sonra I. M ehm ed’in zanlıya niçin kötü gözle baktığını açıklar: Sultan şeyhin üstün niteliklerine değer vermekle birlikte, Bedred din’in ve çok sayıdaki taraftarının darbeleriyle devletin yok olmasından korkuyordu. Bedreddin’den kuşkulanmasının nedeni, şeyhin çok fazla sa yıda dostu olmasıydı. Ayrıca I. M ehm ed’in çevresinde Bedreddin’e karşı bir entrika çevriliyordu: Bunun nedeni, fıkıh ve tasavvuf konularındaki ye teneğinin uyandırdığı kıskançlıktı. Padişahlığa talip olmakla suçlandı; Bitlisî’ye ve Aşıkpaşazade’ye göre, I. M ehmed şeyhin bu suçunu kesinlikle bağışlayamazdı.107 Son olarak sultan ile tutsağı arasında bir yüzleşme gerçekleşir: Sultan şeyhin yüzünün sarılığı karşısında şaşkınlığını dile getirir, şeyhin karşılığı şu olur: “ Şem s’e lâzım dur sufret vakt-ı gurûb” . Bu, Mevlana’dan Nesimî’ye kadar tasavvuf şiirinde rastlanan klasik bir imgedir. N esim î’ye, H a lep’te işkence gördüğü sırada, “ sen Allah isen kanın aktıkça rengin niye soluyor?” diye sorm uşlar, o da aynı karşılığı vermişti: “ Ben sonsuzluğun ufkunda doğan Aşk güneşiyim. Gün batınımda güneş her zaman solar” . Burada belki de edebi bir benzerlikten fazlası söz konusudur. Hafız Halil (yabancısı olmadığı bir yönteme başvurarak), örtülü bir ifadeyle Hıırufi şehit ile Simavnalı şeyh arasında mistik bir bağ kurmaktadır.108 Bu karşılaşmayı İran’dan yeni gelmiş Molla Haydar Herevî ile yüz yü ze yapılan ve iki gün süren bir tartışma izler; Menakıbname'ye göre M ol la Haydar yenik düştüğünü kabul etmek zorunda kalır ve Bedreddin’in masum olduğunu ilan eder. Ancak bu iddia, davayı anlatan diğer kaynak larla tam bir çelişki içindedir. İdris-i Bitlisî’de bu bahis şöyledir: Ulem â ve efadıldan o mahfil i pür-fezâilde bulunan kimselerin cümlesi Kaadı Bedreddin’e hitâb ile “ Ulûm -ı şer’iyye ve akliyyedeki bu tebahhürtinle ve sa107 Tutuklanma, Serez'e yürüyüş ve hapsedilme, mnk, s. 113-1 16; suçlamalar, s. 117118; Aşıkpaşazade'ye göre padişahlık iddiası, s. 153: "Şimden gerü padişahlık benümdür"; ve İdris-Kurdakul, s. 43. Babaî ayaklanmasından beri taşkınlığıyla tanınan Amasya yakınındaki Kazova Türkmenleriyle gizli anlaşma içinde olmakla suçlanır. M nk’ye göre (s. 117) Bedreddin davası sırasında Ayıloğlu adında biri oradaki aşiret leri ayaklandırmış, bu da onun Simavnalı şeyhin suç ortağı olması şüphesine yol aç mıştı. Kazova hakkında, M elikoff -Dânişmend, s. 149-151; ibn Bîbî, Gençosman (ed.), s. 263, 298, 299. 108 I. Mehmed ile Bedreddin'in yüzleşmesi, mnk, s. 119-120. Batarken solan güneş im gesi hakkında, karş. Nesimî, Arasly (ed.), s. 15 ve Rûmî, Roubâ'yât, s. 43.
hife-i rüzgâra terkıym itmiş olduğun te’lifât-ı m u’ teberinle berâber nasıl oldu da nefs ü şeytânın tesvilâtına uyub şeriatın minhâc-ı müstakıymını elden bırak tın ve sebeb-i intizâm-ı âlem olan ahkâm-ı halâl ve haramda nasıl oldu da böy le zındıka ve ilhâdı ehl-i İslâm arasında revâ gördün? Ve bu bütün bir fitne ve fesâd-ı dînî ve dünyevî ile berâber nasıl oldu da gadr ü hurûc livasını Sultân-ı İslâmiyyâna karşı kaldırdın? Şimdi bizzât kendin a’ mâlinin mükâfatı fetvasını ve yolsuz ve m ünâsebetsiz olan ePâlinin mücâzâtını beyân eyle” .
İbn Arabşah, Molla Haydar Herevî’nin sultanın baskısı sonucunda verdiği fetvadan sonra, Bedreddin’in idam fermanını kendisinin mühürle diğini ekliyor. Bu fetvaya göre sanığın “ kanı helaldir, ama malı haramdır” . Birçok yazarla birlikte Aşıkpaşazade’nin de aktardığı idam fermanında bu terimler kullanılmıştı.109 Hafız Halil’e göre bu kararın sorumlusu Haydar Herevî’den çok, sa nığın iki can düşmanı olan sadrazam Bâyezid Paşa ile şehzadenin lalası olan ve sonradan II. M urad’ın hükümdarlık dönem inde yaptığı Hurufi kı yımıyla tanınan Fahreddin-i Acemî’dir. İdam ından bir gece önce Peygam ber ve Ebu Hanife mahkûmun rüyasına girer ve V aridat 1ını kutsarlar; bu da Menakıbname’nin yazan için şeyhin ve yapıtlarının Ortodoksluğunun son bir kanıtıdır. Bedreddin 18 Aralık 1416 tarihinde Serez çarşısında ası lır. Cesedi bir gün bir gece sergilenir, sonra müridleri tarafından göm ü lür. İdris-i Bitlisi şöyle der: Lâkin Sultan tamâmiyle emvâl ve emlâkini evlâdına terkeyledi ve tevâbiinden ilhâd ve zındıka ile bilinenleri diri bırakmadı ve istitâbeleri ile salâh kesbedebilecek gibilerine tecdîd-i îmân itdirildi ve anların zulmet-i zındıka ve ilhâdlarını arsa-i miilkden ihrâc eyledi.110 109 "Acem'den yenile gelmiş bir dânişmend varidi, Mevlânâ Haydar derlerdi", Neşrî, c. II, s. 547; bu kişi hakkında, Taşköprîzade-Rescher, s. 33. Bitlisî'ye göre ulemanın sözleri, Kurdaku\-Bedreddirı, s. 43. Bedreddin'in idam fermanını kendisinin mühürle mesi, Aşıkpaşazade, s. 154. Imber'e göre, (O.A. 5 (1986), s. 78-79) Bedreddin'in ma lına el konulmamış olması onun heterodoks olarak değil de, siyasi bir asi olarak yar gılandığı anlamına gelir. Ancak bu konuda Aşıkpaşazade'nin sorularına da bakın: "iman ile mi gitdi ve yâ imânsuz mı gitdi? Allah bilür ancak", s. 154. 110 I. Mehmed'in güvenilir adamı Bâyezid Paşa hakkında, Imber, O ttom an Empire, s. 66, 72, 73, 78, 79, 85, 86, 91-93, 99. Dukas'a göre (s. 126), Ankara savaşından sonra genç Mehmed'i "günlerce sırtında taşıyarak" onun hayatını kurtarmıştı. "Mehmed devletin yönetimini ona bıraktı. Bütün otorite Bayezid'in elindeydi ve Mehmed'in kı sa hükümdarlık dönemi boyunca bütün işlerden, barıştan olduğu gibi savaştan da o sorumluydu. Sultan hastalanınca son arzularını bildirmek için onu yanına çağırttı", i h j c , 126. Ailesinin üyelerini en iyi görevlere yerleştirdi; kardeşi Hamza, Musa Çelolıl'nlrı ılııl r>iyl<> evlendi, Cronaca dei tocco, s. 367. Dukas'ın ona söylettiği sözler11*1(-. I i), Urıyo/irl Osmanlıların sadık bir hizmetkârı ve inançlı bir Müslüman olarak
Şeyhin manevi etkisi ölümüyle silinmez ve Neşri, 15. yüzyıl sonunda, Bedreddin konusunda yazdığı bölüm ü şehidin manevi etkisinin sonraki kuşaklar arasında sürdüğünü belirterek noktalar. Bu gözlem , Giritli rahi bin Dukas’a Börklüce’nin ve düşüncelerinin hayatta kalması konusunda söylediklerinin bir yankısı gibidir: “ Şimdi dahi ol diyarda [Serez’de] m ü ridleri vardır. Anlardan garâib nesneler nakl ederler ki demek olm az.” Dııkas’ın kullandığı akkoKcna sözcüğü, N eşrî’nin kullandığı garaîb terimi nin tam karşılığıdır. Ancak Bedreddin’in ideolojik açıdan yaşamasının öte sinde -bu konuya ilerde yeniden değineceğiz-, sultan şeyhi idam ettirerek Bedreddin’e yakın çevrelerin silahlı direnişini bitirememişti. Bunlar D ü z mece M uştala ve özellikle eski İzm ir beyi Cüneyd gibi Osmanlı karşıtı li derlerin enerjik yönetimi altında daha bir on yıl tehlikeli karışıklıklar çıkar maya devam etm işlerdir.111
E) Son Direnişler: Ciineyd’ in Safdışı Edilişi Şimdi, Bedreddin’in yaşamıyla yeterince ilişkilendirilmemiş bu ele avu ca sığm az güçlü şahsiyetin yaşamına daha sistemli olarak eğilmenin zam a nı geldi. Aslında, aşağıda vurgulayacağım gibi, bu iki yaşam arasında açık bir koşutluk bulunmaktadır. Bu iki adam Menakıbnamc'ye göre, M ısır’dan dönen Bedreddin 1404-1 4 0 5 ’te İzm ir’den geçtiği sırada karşılaşmıştı: Ahır tzm iroğlı d a’vet eyledi İzm ir’ e gelün diyiiben söyledi Kal’a ehli sizlere âşık durur Bey’at-ı ridvân içün sâdık durur (...)
Şeyh dalıı kıldı icâbet d a’veti Görücek bundan kemâl-i izzeti betimlenir. O, hem siyasi hem dini alanda gayretli, mühtedi kapıkulları hizbini tem sil eder görünmektedir; bu hizip heterodokslara ve Osmanlıların yeniden birleşmesi ne engel olan hiçbir şeye sıcak bakmaz. Aydın'daki şiddetli bastırma hareketi ve Bedreddin'e acımasızca karşı oluşu, Osmanlıların yeniden birleşmesinde kapıkullarının oynadığı rolün iyi bir örneğidir. Fahreddin-i Acemî hakkında, TaşköprîzadeRescher, s. 33-34. Bayezid ve Fahreddin, mnk, s. 123-124; bu bölümde Bedreddin iki sini de lanetler, m nk ’ye göre bu lanet şeyhin düşmanlarının çoğunun kısa süre için de ölümüne yol açar. Muhammed'in ve Ebu Hanife'nin görünmesi, age., s. 131 -132. Bedreddin'in idamı, age., s. 133-134, şeyhin ölümünden sonra sultana görünmesi ve sultanın bu nedenle hastalanması ve ölmesi, age., s. 134-137; karş. M. Balivet, "Un episode meconnu de la campagne de Mehmed ler en Macedoine: l'apparition de Serres", Turcica 18 (1986). Bazı müridlerin idamı, İdris-Kurdakul, s. 44. 111 Neşrî, c. II, s. 457; Dukas, s. 114/21;
o A A o k o to c ,
age., s. 113/3.
Vardılar İzm ir’e (cüm le) hâs u âm Anlara irşâd içün ol bedr-i tâm.
Bu alıntı önemlidir, çünkü bir çok kez kullanılan, şeyhin A nadolu’dan geçişi sırasında kalabalıkları ihtida ettirmesi kalıbının ötesinde, kariyerleri nin başından itibaren Bedreddin ile Cüneyd arasında oluşan manevi bağ lara açıkça tanıklık etmektedir. Bu manevi bağlar ikisi arasındaki eşzam an lılıkların ve ortak eylem alanlarının basit rastlantılar olmaktan fazla bir an lam taşıdığını açıklayabilir. Bu ilk karşılaşmadan sonra Bedreddin Cüneyd’in yönettiği bölgeye 14 0 6 -1 4 0 7 ’de kısa bir yolculuk yapar; bu arada bey ile İzm ir’de yeniden buluşmuş olabilir. M usa’nın tahta çıkışına kadar siiren bir sonraki dönem de, Bedreddin Edirne’de faal hayattan çekildiği sırada, 1407’de Bayezid’in oğlu Süleyman tarafından toprakları elinden alınan Cüneyd, Arda nehri üzerindeki Ohri’ye sancakbeyi olarak atanır. Simavna ve Edirne’nin hemen yakınında bulunan Ohri’de şeyh ile temasını koruması kolaydır. Süleyman’ın 1 4 1 1 ’de M usa’nın saldırıları karşısında yenilgiye uğram ası nın ve ölüm ünün yarattığı kargaşalıktan ve M usa ile Mehmed Çelebi ara sındaki rekabetten yararlanan Cüneyd, D ukas’ın anlattığına göre “ Trak ya’dan kaçar ve Çanakkale boğazını gizlice geçtikten sonra, İzmirlilerden ve Tirelilerden oluşan bir ordu toplayarak Ayaslıığ üzerine yürür. Süley m an’ın atadığı valinin başını keser ve kısa süre içinde bölgenin tümüne egem en olur.” 112 Süleyman’ın sıkı gözetim altında tuttuğu Cüneyd, yeni kazasker Bed reddin’in ve kethüdası Börklüce’nin önemli mevkilerde bulunduğu M u sa’nın yönetimi sırasında rahatsız edilmemiş gibidir. Cüneyd, ancak M u sa’nın tahttan inişinden ve Bedreddin’in sürgün edilişinden sonra, M eh med Çelebi’nin Aydın’ı yeniden fethettiği sırada Osmanlılarla kozunu ye niden paylaşacaktır. Sultan tarafından yeniden Aydın’dan uzaklaştırılır, ye rine Bulgar Sisman getirilir ve Cüneyd N iğbolu sancakbeyliğine atanır. Düzm ece M ustafa’nın ve Bedreddin’in isyanları da tam olarak bu T u na bölgesinden başlayacaktır. H er iki şefle sıkı bağlan olan Cüneyd onla rın hareketlerini desteklemekten başka bir şey yapamazdı. Zaten D ukas’ın metni Cüneyd’in bölgedeki varlığı ile D üzm ece’nin ayaklanması arasında 112 Cüneyd ile Bedreddin arasında ilk temaslar, mnk, s. 88; 1406-1407 yolculuğu, age., s. 95; Süleyman tarafından Cüneyd'in topraklarına el konması, Dukas, s. 83-87, onun tarafından olasılıkla 1408'de Lampsacus'a (Lapseki) götürülür, age., s. 89, Imber-O ttom an Empire, s. 66 (bu yazar Bulgaristan'daki Ohri/Achridos'u Makedon ya'daki Ohri/Achrida ile karıştırmıştır); AKplSocr hakkında, Asdracha, Rhodopes, s. 148-154. Cüneyd'in Trakya'dan kaçışı ve 1410-141 l'd e Ayasluğ'u yeniden fethi, Dukas, s. 96-97; Imber, age., s. 66.
anlamlı bir neden-sonuç ilişkisi kurmaktadır: D üzm ece’nin Eflak’taki fa aliyetini öğrenen I. M ehm ed Cüneyd’i katletmeleri için iki adamını gö n derir ama, tehlikeyi sezen Cüneyd iki gün önce Eflak topraklarına kaçar. Bu tepki hiç kuşkuya yer bırakmadan, hükümdarın Tuna bölgesindeki ka rışıklıklardan N iğbolu sancakbeyini sorumlu tuttuğunu gösterir. N iğbolu sancakbeyi, D üzm ece’nin komşu Eflak’taki entrikalarında taraf olmuşsa, büyük olasılıkla Tuna üzerinde N iğbolu’nun aşağı çığrında bulunan Silistre kentinden başlayarak yayılan Bedreddin’in isyanında da taraf olmuştur. Diğer bir olası neden-sonuç ilişkisi: Karaburun ayaklanması Cüneyd’in bölgeden ayrılmasından sonra, halefi olan Osmanlı valisi Sism an’a karşı patlak verir. D ukas’ın belirttiği gibi, eski efendilerine eskiden kalma biat bağlarıyla bağlı olan bölge halkının Osmanlı yönetiminin yeniden kurul masını iyi karşılamadığı varsayılabilir. Cüneyd ile Börkliice arasındaki bir diğer bağlantı, Şeyh Bedreddin’e ortak bağlılıkları olmalıdır. 1411 ile 1415 baharı arasında İzm ir beyi olan Cüneyd’in, bu ideolojik ortaklık adı na, Börklüce’yi bu bölgede düşüncelerini yaymakta serbest bıraktığı dü şünülebilir. Dem ek ki Cüneyd’in beylik dönem i, Osmanlı vakanüvislerine göre Börklüce’nin Aydıneli’nde sürdürdüğü yoğun propaganda dönem i ne rastlamış olmalıdır. Bu propagandanın meyvalarım vermesi, halkın önemli bir bölüm ünü 1416’da Osmanlı’ya karşı girişilen büyük isyana sü rükleyebilmesi için, birçok yıl geçmiş olmalıdır. Börkliice ile Cüneyd ara sındaki ilişkiler kaynaklar tarafından açıkça dile getirilmese de, bu iki kişi birbirine öyle benzer bir çerçeve içinde hareket etmiştir ki aralarında hiç bir ilişki bulunmamasına olanak yoktur: H er ikisi de Osmanlı karşıtı hare ketlerini sürdürdükleri Aydıneli’ne bağlıdır ve taraftarlarını çok kesin ola rak saptanmış aynı yörelerden, Karaburun, İzm ir ve Tire’den toplamakta d ırlar.!^ I. M ehm ed’in 1 4 2 1 ’de ölüm ünden sonra, Düzm ece ile Cüneyd’in ba şını çektikleri, BizanslIların da desteğini alan yeni bir isyan Bedreddinî propagandasıyla işlenmiş bölgelerde başarıyla patlak verecektir. Düzm ece Mustafa belirli bir Rumeli ayrılıkçılığı kozunu kullanarak, Balkan halkları nezdinde başarı sağlar ve Rum eli’yi kolayca ele geçirir. Dukas onun ağzın dan şöyle der: “ M urad’ın Trakya üzerinde hiçbir hakkı yoktur, o D oğu ile yetinsin” . Ve başka bir yerde: “ Edirne halkı başarısından duydukları sevin ci alkış tutarak ifade etmek üzere onu karşılamaya geldiler.” Rumeli Diiz113 I. Mehmed'in 1415'te Cüneyd'e karşı yürüttüğü sefer, Dukas, s. 103-109; Imber, age., s. 78. Cüneyd sultanın peşinden Trakya'ya gitmek zorunda kalır, Dukas, s. 109; Cüneyd Niğbolu sancakbeyliğine atanır, s. 111; Eflak'a kaçar, s. 117; Cüneyd ileAydıneli sakinleri arasındaki bağlar, s. 175-176. Börklüce'nin propagandası “ Ay dın vilayetinin ekserinin" ona katılmasını sağlar, Neşrî, c. II, s. 545.
mece’ye Osmanlı bütünleşmesinin doğal muhaliflerinin desteğini sağladı. Bunlar, merkezi iktidara ve II. M urad’ın çevresindeki kapıkullarına g ü venmeyen uç beyleri ile M usa ve Bedreddin’in eski taraftarları olan Tuna Türkleridir. 1 4 2 2 ’de D üzm ece’nin yenilgiye uğraması ve ölüm ünden sonra, Cüneyd bir kez daha Aydıneli’ni fethe gelir. Burada da halkın Osmanlı karşıtı bölgeciliği, maceracının halk tarafından çok tutulmasıyla birleşip, onun lehine çalışacaktır. İzm ir’de halk onun ordusuyla yaklaştığını öğrenir öğrenm ez, “ erkek, kadın, çoluk çocuk, hepsi onu görm ek için ko şuştular, çünkü o İzm ir’de doğm uş ve orada yetişmişti.” Dukas Aydın’ın Cüneyd tarafından yeniden fethedilmesinden söz ederken, asi bey ile Börklüce arasında doğrudan bağ kurulmasını sağlayan bir noktayı belirtir. Bizanslı tarihçi, Cüneyd’in bölgedeki egemenlik konusunda çatıştığı Aydınoğlu M ustafa’ya karşı savaşmak için birliklerini en sadık taraftarların dan, Karaburun yarımadasındaki dağlılardan oluşturduğunu yazar: U rla, ildir ve diğer şehirlerin bulunduğu iç taraflara doğru girdi. K om şu d ağ lardaki Tiirkler çok yiğit ve savaşçıdır; onlar Cüneyd’in ailesinin dostlarıdır. Onlardan yaklaşık iki binini askere aldı ve bir haftada kaba saba bir biçimde kestirip, dövdürdüğü kargılar ve mızraklarla silahlandırdı.
Ve bu yırtıcı dağlı birliklerle Aydıneli’ııi yeniden ele geçirir. Anlatının bu bölüm ünün birçok noktası dikkat çekicidir: 1416’da hem Karabu run’da, hem Aydın’ın tümünde yaşanan kanlı Osmanlı baskısından sonra, tarihinin Türklerle ilişkili bütün dönemlerinde merkezi iktidara her zaman karşı çıkmış bir bölgenin bağımsızlığını korumak için yirmi yıldır m ücade le eden ve inişler, çıkışlar yaşayan kişiyi yöre halkı büyük bir coşkuyla kar şılıyordu.114 Bölgenin bir evlâdı olan Cüneyd, kariyerinin bu tehlikeli noktasında en güvenilir taraftarları olarak gördüğü ve bildiğimiz gibi Börklıice’ye (ay 114 Murad'ın Trakya üzerinde hiçbir hakkı yoktur, Dukas, s. 149. Edirne halkının Düzmece'yi coşkuyla karşılaması, age., s. 151-152. Düzmece'nin Vardar Yenicesi'ndeki, Serez'deki taraftarları, Neşrî, c. II, s. 557. Cüneyd'in İzmir'de karşılanışı, Dukas, s. 175. Cüneyd'in dostu olan Karaburun dağlıları, age., s. 175. Beylikler dönemin den derebeylere ve Cumhuriyet dönemine (Menderes vb. ) kadar Aydıneli'nin bölge ciliği; derebeyler hakkında, Mantran-H/sf. Emp. O tt, s. 252, 258, 259. Ayrıca karş. dağlıların savaşçı gelenekleri ve zeybekler; Texier'ye göre, zeybekler Aydınlı Karaosmanoğullarının müttefikleriydi, eylem alanları İzmir ve Ayasluğ arasındaydı; böl geyi haraca kesmek için Sisamlılarla da işbirliği yapıyorlardı. 1831 'deki efeleri, ipsili (Sisam'ın karşısında bulunan ve 1425'te Cüneyd'in son sığınağı olan kale, Du kas, s. 192) yakınındaki bir köydendir. Bu efe, geceleri hayaller gören ve bölgedeki yetkili makamlara karşı bir ayaklanmada 10.000'den fazla zeybek kaldırabilen bir sufidir. Zeybeklerin saflarında dervişler bulunmaktadır, Ch. Texier, Descriptiorı de l'Asie-M ineure, c. II, s. 8, 29, 276, ve El, "Zeibek".
nı zamanda doğrudan Bedreddin’e: Aşağıda şeyhin torunu çevresindeki Karaburunlulardan söz edilecektir) sıkı sıkıya bağlı Karaburun dağlılarına çağrıda bulundu. Demek ki asi beyin taraftarlarının ve Börklüce’nin der vişlerinin çelik çekirdeği aynıydı. Aralarında kurulmuş bağların hem aşiret esasına dayandığını (Dukas, <|)iA,oı Tiaıpıoı, der), hem de her ikisi de B ed reddin’in müridi olduklarına göre ideolojik olduğunu düşündürecek bir çok unsurla karşı karşıyayız. Bu durum Cüneyd ile Bedreddin hareketi arasındaki sıkı bağlan bir kez daha doğrulamaktadır. Cüneyd’in ayrılıkçı lık girişiminin sonu konumuzu daha az ilgilendirmekle birlikte, onun ye nilgisi ve 1 4 2 5 ’te idamı, Aydıneli’nin siyasi açıdan Osmanlı çerçevesi içine zor kullanılarak dönüşünü belirlemenin yanı sıra, Bedreddin hareketinin askeri olarak sonu da sayılır. Bundan böyle bu hareket Osmanlı dışı bir si yasi desteğe sahip olamayacak ve gizliliğe sığınmak, ya da en iyi durumda sultanın sarayındaki ileri gelenlerin desteğini kabul etmek zorunda kala caktır. Şeyhin ailesinin kaderi bu durumun örneğidir.115
115 Cüneyd ile Karaburun dağlıları arasında aşiret bağları, Dukas-öonn, s. 175. Cüneyd'in ölümü ve ailesinin katledilmesi, age., s. 195-196. Cüneyd ve Düzmece'nin komşu Filadelfiya/Alaşehir asıllı Theologos Koraks ile özel bağları olmuştur, bu ki şi Dukas'a göre (s. 123) Türklerin Bizans'taki ajanıydı, Mazaris'in Cehenneme yol culuğundaki (Journey to Hades, s. 45, 1 12) Klaudiotes'in de Cüneyd ile bir bağlan tısı olabilir (Zachariadou-Tracte, s. 84, dipnot 365'e göre).
Ü Ç Ü N C Ü BÖ LÜM
OSMANLI DÜNYASINDA ŞEYH BEDREDDİN'İN MANEVİ MİRASI VE DÜŞÜNCELERİNİN YAYILMASI Bedreddin İbn A rabi’yi rüyasında nasıl gördüğünü anlatır: “Sekiz yüz on yılı Cemâziyelâhirinin ilk on gecesinden bir Perşembe gecesi sab a ha karşı Şeyh M uhyiddin’i gördüm ; diyordu ki: Şeytanı başka bir âleme at mak istedim , attım da; bu âlemde şeytana âid pek az bir şey kaldı; kendisi tasını, tarağını topladı, gitti. Sonra bu rüyayı arkadaşlarımdan bazısına söy ledim; bunu unutmayın, sorunca hatırlatın bana, dedim. Yorumu, Allah daha iyi bilir ya, şu olsa gerek: Şeytan, uzaklık mazharıdır; Şeyh’se işi ya kınlaştırmıştı!, yakınlık mazharıdır.” (Vâridât) Bir m uarızın gözünden Bedreddin m iiridlerinin 16. yüzyıldaki gizli toplantıları: “ H epsi, kadın, erkek, birader, bacı, yaşlı, genç, şarap ve müzik aletlerini de alıp toplanırlar. Onları yöneten düzm ece şeyh, “ C en net dedikleri bu dünyadır. Ölümden sonraki hayat, ulema takımı, vergiler, bunların hepsi görüntüden başka bir şey değildir. İnsanı bilen Allah’ı da bilir: İnsan Allah’tır!” diye onları paylar.” (Bâlî Efendi) “ Muhyiddin İbn Arabi ve Bedreddin dini canlandırdılar. Birinin eseri um m an, diğerinınki nehirlerdir.” (Niyazi Mısrî, 17. yüzyıl)
I- ARTÇILAR VE MÜRİDLER: BEDREDDİNÎYYE
A) Şeyhin Ailesi: H afız H alil’in Hayatı Şeyhin mirası önce kendi ailesi içinde, torunu Hafız Halil aracılığıyla varlığını sürdürür. Onun savunucusu, sözcüsü ve manevi mirasçısı olan Hafız Halil Menakıbname"sinde bize değerli otobiyografik bilgiler de ve rir ve bu sayede Bedreddin’e yakın çevrelerin şeyhin ölümünden hemen sonraki dönemini öğreniriz.
Şeyhin bütün kariyerinde ailesi hazır ve nâzırdır. Bağlantıları ve yetiş me tarzlarıyla ataları Bedreddin’in yönelimlerini aydınlatır. Dedesi Abdülaziz ve babası İsrail hem âlim, hem mutasavvıf, hem de savaşçı kişiler di; aile çevresindeki kadınlar Hıristiyan kökenliydi. Soyundan gelenler en ateşli müridleriydi. O ğlu İsmail Aydıneli’nde halifesiydi; özellikle torunu onun sadık menakıb yazarı ve mesajını aktaran en yetkili kişi oldu: Şeyhin öğretisini İznik’te kendi ağzından dinlemişti; ifadesine göre, diğer yalan yanlış anlatıların aksine kendi tanıklığı doğrudan ve doğruydu. Sözü edi len Sinop’taki geminin kaptanı gibi Bedreddin’i tanımış olan tanıkları sor gulamıştı. İsyanın belli başlı kahramanlarıyla, özellikle de Börklüce ile bir likte yaşamıştı.1 Hafız Halil, Bedreddin’in ölüm ünden sonra ailesinin ve manevi mira sının durumu konusunda değerli bilgiler vermektedir. İdamdan sonra ai le İznik’ten ayrılır ve şeyhin doğduğu kent olan ve birçok dostunun bu lunduğu Edirne’ye döner. Aile fertleri, H alil’i Edirne’de öğrenim gördükten sonra Eski Cami imamlığına getiren Molla Hüsrev’in koruması altındadır. Ancak aile fert lerinden birinin Sultan II. M urad’ın bir ulağını kavgada öldürmesi, H a lil’in hapse atılmasıyla sonuçlanır.2 II. M urad’ın, babası M ehm ed’e ve ye niyetmeyken kendisine zor günler yaşatan birinin soyundan gelenlere pek de iyi gözle bakmadığı tahmin edilebilir; üstelik daha önce de belirttiği miz gibi, II. M urad ancak 1425’te Cüneyd’in ölümüyle isyanın önünü alabilmişti. H alil’i ve yakınlarını sarayda destekleyenler olduğu anlaşılıyor, çünkü onun serbest bırakılmasını sağlayan sultanın kızkardeşlerinden bi ridir. Bu can sıkıcı olaydan sonra, Halil Edirne’den soğum uştur. Bursa üzerinden Göynvik’e, Akşemseddin’in müridi olan iki amcasının, Mustafa ve A hm ed’in yanına gider, onlara katılır ve “ zamanın en büyük şeyhi” ola rak kabul ettiği Akşem seddin’in müridi olur.3 Göynük ve Akşem seddin adları H afız H alil’in kaleminden bir rast lantı sonucu dökülm ez: A kşem seddin’in en ateşli öğrencisi olan II. M ehm ed açısından, H alil’in Göynük şeyhinin çevresiyle ilişki içinde o l ması, üstelik Menakıbname 'de ifade edildiği üzere A kşem seddin’in Bed1 2
3
M n k , s. 75-76. Hafız Halil ile Börklüce, age., s. 142-143. M olla Hüsrev, age., s. 144; bu kişi hakkında, El, ve B a b ın g e r-M a h o m e t, s. 581 ve dev. H a lil'in hapse atılması ve ulağın kaatilinin Karn ya da Karin adasına kaçışı, m n k, s. 145, K is s lin g , s. 117. Bu son yazar bu yerin neresi olduğunu belirtmiyor, belki de Menderes'in ağzının yakınındaki Karine kastedilmektedir, Kiepert, S m yrne haritası. Ş ahûn k ızka rın d a şı, m n k, s. 145; II. Murad'ın kızkardeşinin kimliği bilinmemektedir. H alil'in amcaları, Ahmed, K is s lin g , s. 117, dipnot 6 ve Mustafa, m nk, s. 147.
reddin’in öğrencisi olm ası rahatlatıcı güvencelerdir. Menakıbname , Akşem seddin’in Bedreddin’in gözetim i altında gökbilim , fıkıh ve tefsir ö ğ renimi gördüğünü ve Simavnalı şeyhi üstadı olarak kabul ettiğini ileri süren tek belgedir. Bıı olgu ister sözcüğün tam anlamıyla gerçeği, ister dedesinin anısını tem ize çıkarmak isteyen H alil’in onu sarayın gözdesi A kşem seddin’le ilişkilendirmek gibi bir taktiğe başvurmasını yansıtsın, bu ifade iki maneviyat ailesi arasındaki bağlan ortaya koymaktadır. B i lindiği gibi A kşem seddin Hacı Bayram ’ın, H acı Bayram da B edred din’ in Karam an’dan geçişi sırasında tem aslarda bulunduğu Şeyh H a mid-i Veli’nin müridiydi. Menakıbname ’ nin verdiği otobiyografik ay dınlatıcı bilgiler, bu bakımdan Bayram îyye/M elam îyye ve Bedreddinîyye ilişkileri üzerine yararlı bir ışık tutmaktadır. 14. yüzyılın ilk yansında İbn Battuta oraya uğradığında nüfusu tam am en Hıristiyan olan G ö y nük, 1. Bayezid’ in hükümdarlık dönem inde II. M anuel’in bahşettiği Konstantinopolis mahallesini iskân edecek kadar önem li bir M üslüm an nüfusa sahipti ve II. M urad dönem inde bir tasavvuf, özellikle de M ela mîlik merkezi olm uştu. Bedreddin ile Akşem seddin arasındaki manevi bağlara evlilik ilişkileri de eklenmiş, H alil’in amcalarından birinin kızı A kşem seddin’in bir oğluyla evlenmiş, dul kalınca da Menakıbname ’nin yazarının eşi olm uştur.4 II. M urad’ııı Macarlara karşı açtığı sefer sırasında hepsi askere alınır; içlerinde Karaburunlu Ilyas diye biri de vardır. Men a kı bnanı e'ye göre bu kişi Akşemseddin’in oğullarından biridir; bu da Akşemseddin grubundaki Melamîler ile Börklüce isyanının merkezi arasında bir bağı ima edebilir. Ekim 1448’de II. M urad Janos H unyadi’yi yendikten sonra, Halil ve ta raftarları Bulgaristan’a, Filibe ve Zağra’ya giderler. O rada şeyhin ölüm ün den otuz yıl sonra çok canlı bir Bedreddinîyye merkezi olduğu izlenimini veren bir köyde şapçılar arasında eski Bedreddin taraftarlarına rastlarlar. Köyün reisi şapçı İbrahim, Halil ve arkadaşlarını şatafatlı bir biçimde ağır lar, sonra onları Edirne kapılarına kadar uğurlar. Vaktiyle Bedreddin’i Bursa’ya kadar uğurlayan Torlaklar gibi, şapçı İbrahim de Osmanlı baş 4
II. Mehmed Akşemseddin'irı müridi, Babinger-zVla/ıomef, s. 1)4, 136 ve dev., s. 593. Akşemseddin fıkıhta, tefsirde ve gökbilimde (hey'et) Bedreddin'in tilm izi, mnk, s. 147. Akşemseddin Hacı Bayram'ın tilm izi, Bayramoğlu, s. 63-69. Hacı Bayram ve Hamid-i Veli, age., s. 62-64. Bedreddin ve Hamid-i Veli, mnk, s. 87. 14. yüzyılda Hı ristiyan Göynük, ibn Battuta, c. II, s. 328. Göynük ahalisi Konstantinopolis'te, Aşıkpaşazade, s. 137; bu ahali Ankara savaşından sonra sürülür, Müneccimbaşı, c. I, s. 142. Canlı bir Melamîlik merkezi olarak Göynük, Akşemseddin orada gömülüdür, Yurd, Akşem seddin'in H ayatı, s. LXIX-LXX. Kübra, H a lil'in eşi ve Akşemseddin'in oğlunun dulu, mnk, s. 148.
kentine girmeyi reddeder ve H alil’e de aynı şeyi önerir. Bu tavır, Bedred din’in halk kesiminden taraftarları arasında padişaha duyulan hıncın din mediğinin ve bazı sufı çevrelerin Osmanlı kurumlaşmasına karşı açık m u halefetinin göstergesidir. Bu etmen 15. yüzyıl sonunda ve 16. yüzyılda Osmanlı dünyasında sabit bir eğilim olacak ve kendini merkezi hüküm e te karşı halk ayaklanmalarıyla (bunların arasında 16. yüzyılın başındaki üç büyük isyan da yer alır), hatta 1 4 9 2 ’de bir Torlak tarafından Bayezid’e ya pılan suikast gibi, d oğ ald an padişahların şahsına yönelen suikastlerle g ö s terecektir. Sultanlarla dervişler arasında 14. yüzyılda çok daha iyi olan iliş kileri bu çoğu zaman çatışmalı ortama dönüştüren unsurun Bedreddin is yanı olduğu düşünülebilir.5 Halil, Akşemseddin ile birlikte İstanbul’un fethine katılır, sonra Edir ne’ye gider, orada Bedreddin rüyasında kendisine görünür ve Serez’deki türbesine göz kulak olmasını ister. Halil Serez’e gider, orada bir yıl kalır, şeyhi yeniden rüyasında gördükten sonra Dim etoka üzerinden Simavna’ya gider. Hafız Halil lıakkmdaki biyografik bilgilerin Bulgaristan, Edir ne, Serez, Dim etoka, Simavna gibi belirli coğrafi belirlemelerle son bul ması ilginçtir. Bu yer adlarının hem Bedreddin’in düşüncelerinin, hem Simavnalı şeyhin adına açıkça bağlı olmaktan çok, onunla doktrin bağlam ın da yakınlıkları olan Bektaşîlerin ya da diğer maneviyat ailelerinin en canlı kaldığı yerleri saptam am ıza değerli katkıları bulunmaktadır.6 Bu durumda Menakıbname 'nin incelenmesini, metinde belirtilen ve Bedreddin’in düşüncelerinin sonraki olası etkilerini mekân içine yerleştir memizi sağlayacak coğrafi bilgilere dayanan kısa bir tarama yaparak ta mamlayacağız.
B) Bedreddinîyye Merkezleri ve Akıbetleri Serez, şeyhin idam edildiği kent, doğal olarak Bedreddin’in seyidlerinin başlıca hac merkezi olacaktı. Bu olgu hakkında sürekli tanıklıklar mev cuttur. Konstantinopolis’in fethinden sonra Halil türbenin bekçisi olur. O zamanın bir tanıklığına göre, türbe kısa sürede “ Bedreddinîlerin Kâbe5
Karaburunlu ilyas, m n k, s. 149. Macar seferi, age., s. 149-152. Filibe ve Zağra, age., s. 153-154. Bedreddin taraftarı şapçılar, age., s. 154-155. Bedreddin taraftarlarının şap çıkarmanın önemli bir faaliyet olduğu iki bölgede, Bulgaristan ve Aydın'da bu lunması ilginçtir. 16. yüzyıl ayaklanmaları hakkında, Mantran, H is t. Emp. O tt, s. 139 ve dev. II Bayezid'e karşı 1492'de yapılan suikast, Spandugino, P e tit T ra icte , s. 225226. 14. yüzyılda dervişler ile Osmanlılar arasındaki iyi ilişkiler, Melikoff, M e m o ria l B arkan, s. 155-156.
6
Konstantinopolis'in fethi ( fe th i K o s ta n tin ), m n k, s. 156; Edirne'den Serez'e, age., s.
si” ne dönüşür. Daha önce de belirttiğimiz gibi, 15. yüzyılın sonunda Neşri bu bölgede mıiridlerin varlığından söz eder. Osmanlı döneminin sonuna kadar şeyhin türbesi Serez’de Şeyh Bedrüddîn Efendi türbesi adı al tında varlığım korur. Ayrıca bir tekkenin ( Bedrüddîn Simavî tekyesi) ve şe hirde şeyhin adını taşıyan bir mahallenin ( Bedrüddîn mahallesi) bulundu ğu belirtilmektedir. 1464-65’te nüfusunun % 4 3 ’ü ve 1513’te % 5 8 ’i M üslüman olan bir kentte İslamlaşmanın bu hızlı yükselişi, oluşum undan beri Hıristiyanlarla temaslarda çok etkin bir grubun varlığıyla açıklanabi lir. Entelektüel açıdan bakılırsa, Serez’de Sadreddin Konevî’nin ünlü Türk tefsircisi el-Sirozî’nin ve İbn Arabî’nin yazmalarının bulunması, hatırlana cağı üzere Ekberiyye okulunun ateşli temsilcisi olan Bedreddin’in etkisin den herhalde ayrı düşünülmemelidir: Bedreddin de Fusûsü’l-hikem’e bir şerh yazmıştı. Böylece Serez, yarısı M üslüm an, yarısı Hıristiyan nüfusuyla (Saruhanlı yöriikleri hiç saymadan), sağlam bir sivil ve dini M üslüm an ya pılanma (1 3 8 8 ’den önce bir zaviyenin ve 1 4 1 3 ’ten itibaren bir darphane nin varlığı saptanmıştır) ve bunun yanı sıra saygı gösterilen ve gelişen bir kilise yapısı sayesinde (Aziz İoannes Prodrom os manastırı ve kentteki bir çok Aynaroz mülkü) erken bir dönem de uzlaşmaya dayanan bir yaşam bi çimine kavuşmuştu ve Bedreddin’in düşünceleri kendilerine yabancı ol mayan bir alanda varlığını sürdürüyordu.7 İdam edildiği yer kadar şeyhin doğduğu kasaba da, müridlerinin bel leklerinde doğal olarak ayrıcalıklı bir yer tutm uş olmalıdır. Hafız Halil 1 4 5 5 ’ten itibaren aralıksız olarak Simavna’da yaşamış ve hayatı olasılıkla orada sona ermiştir. Bunlara sonradan eklenen bilgiler azdır. Hafız H alil’e göre ailesinin bir kısmı Simavna’da yaşamaktadır; ancak Gazi İsrail’in m al varlığı sultanlar tarafından kısa süre içinde müsadere edilmiş olmalıdır: II. Bayezid dönem inde bu topraklar mirî arazi içinde görünüyordu.8 Edir ne’ye gelince, II. Selim ’in hükümdarlık dönem inde orada bir Bedreddin zaviyesi bulunduğu bilinmektedir ve Bektaşî dervişlerin Bedreddin’in m i rasını bir ölçüde sahiplendikleri varsayılırsa, Hacı Bektaş tarikatının 19. yüzyılda Edirne çevresinde on altı dolayında tekkeye sahip olduğunu be7
8
Serez'de Bedreddin'den kalan anılar, Ayverdi-Osman/ı M im a r i Eserleri, c. IV, s. 276, 282; Papageorgiou, B .Z ., 3 (1987), s. 294. Serez'in hızla İslamlaşması, Vryonis, B .K .M ., XVI, s. 297. İbn Arabî ve Serez, O. Y a b ia -H is to ire e t C la s s ific a tio n , c. I, s. 244. el-Sirozî, Ülken-Pensee de l'ls la m , s. 259. Bedreddin'in Fusûs şerhi, Dindar-VVârid â t, s. 43. Saruhan yürükleri, El, "Serres". 1388'den önceki zaviye, Beldiceanu, Recherches, s. 244; darphane, age., s. 246; en eski sikke 816/1413-14 tarihlidir, age., s. 183, dipnot 7. Aziz İoannes Prodromos ve Türkler, Zachariadou- V a rio ru m , XV; Se rez'de Aynarozlular, A c te s de l'A th o s , Lavra IV, s. 187. Halil Simavna'da, K is s lin g , s. 121, dipnot 4; m nk, s. 158-159 II Bayezid döneminde Gazi İsrail'in mal varlığı, Beldiceanu, T u rc ic a 6 (1975), s. 45.
lirtmek gerekir. D iğer taraftan payitaht konum unu İstanbul’a kaptıran Edirne’nin uzun süre gazi ruhuna sahip imparatorluk karşıtı bir mekân ol ma niteliğini koruması, kent surları içinde Bedreddinîyye’nin varlığını sür dürmesine katkıda bulunmuş olabilir.9 Menakıbname aynı zamanda Bedreddinîyye ile Bektaşîyye arasında bir halka sayılabilecek olan D im eto k a/ D idym oteichon’dan da söz etmektedir. Bektaşî tarikatını yeniden örgü t leyen Balım Sultan burada doğm uştu ve bu tarikatın Avrupa’daki en önemli tekkesi, Seyyid Gazi Tekkesi (Kızıl Deli) yakında bulunuyordu. Ayrıca Seyyid G azi’nin, Bedreddin’in babası İsrail’in yoldaşı Hacı İlbeyi olması ihtimali bulunmaktadır.10 Menakıbname’ de Filibe’den Eski Z ağra’ya ve Silistre’den Varna’ya ve Tuna ağızlarına kadar Bulgaristan’ın ve Tuna bölgesinin adları sık sık g e çer; Tuna ile Varna arasındaki kıyı şeridiyse çok eskiden Deliorman ya da Ağaçdenizi adını taşıyordu. Oralarda çok çeşitli nedenlerle şeyhin düşün celerine açık olabilecek, onun anısını ve etkisini sonradan koruyabilecek çok çeşitli nüfus gruplan bulunuyordu: gazi uç beyleri; Bedreddin’in aile siyle çok eski bağları olan, Bulgaristan’da büyük mülk sahibi ve Bektaşîli ği benimsemiş bulunan Mihaloğulları gibi Osmanlı sarayında kapıkulları nın iktidarından yana olmayan eski M usa taraftarları; Kumanların soyun dan gelen kuzey Türkleri; yarı efsanevi Sarı Saltık’ın yoldaşları olan Hıristiyanlaşmış Gagavuzlar, Bedreddin’in atası Selçuklu sultanı İzzeddin’in askerlerinin torunları; Demir Baba gibi önemli tekkelerin çevresinde Bek taşîliği benimsemiş Deliorman köylüleri, v b .11 Böylece Bedreddin hareketinin esas olarak Rum eli’de yayıldığı ve bu topluluğun hayatiyetinin çok belirgin olduğu bu bölgenin sonradan g ö z de bir Bektaşîlik alanı konumuna da geldiği anlaşılıyor. İki hareketin ter cihli alanları gerçekten aynıdır: Trakya, Bulgaristan, Eflak, M akedonya ve kuşkusuz Bedreddin’in müridlerinin varlığının da saptandığı Bektaşîliğin kalesi Arnavutluk.12 1460’a doğru Bedreddin’in soyunun ve ilk kuşak müridlerinin izi kay 9
Edirne'de Bedreddin zaviyesi, age,, s. 40. Edirne'de imparatorluk karşıtı zihniyet, Yerasimos-Fonc/af/on, s. 206-209.
10 Dimetokalı Balım Sultan, B \rge-B ektashî, s. 56; Seyyid Gazi Tekkesi, Beldi ceanu-Recherches, s. 210. 11 Bulgaristan-Tuna bölgesi, karş. El, "Deliorman", ve P. Nasturel, "A propos du Tenou Orman (Teleorman)", G.B., s. 81-92. 12 Bektaşîler Trakya'da, Beldiceanu, T u rc ic a 6 (1975), s. 40; Kızıl Deli, Balım Sultan'ın doğduğu kent olan Dimetoka yakınındaki en önemli Rumeli tekkesi, Birg e-Bektashî, s. 56; B e\d\ceanu-R echerches, s. 210. Bulgaristan'da Bektaşîlik, aynı yazar, T u rc ic a (1975), s. 41. H a s lu c k -C h ris tia n ity , s. 552; Eflak'ta Bektaşîlik, age., s. 523; Makedon-
103
bolur ve uzun bir gizlilik dönemi başlar. Bu dönem de kitap üretimi çok az olduğu ya da resmi yasak nedeniyle gizli tutulduğu için, eldeki birkaç doktrin unsuruyla ya da Bedreddinîlere ilişkin az sayıdaki kadı siciliyle ye tinmek ve bunlar üzerinde fikir yürütmek durumundayız (en azından ar şivlerin taranmasının bugünkü durumunda). Bedreddin’in manevi mirası ile onunla çağdaş olan ya da sonradan ortaya çıkan hareketlerin (H urufî lik, Bektaşîlik, Safevîlik, 16. yüzyıl ayaklanmaları, Niyazi Mısrî, Hallacîlik, Ekberiyye Okulu, Ittihadiyye) ilişkisinin ince çizgisini izlemek için, Simavnalı şeyhin düşünce sisteminin ulaşabildiğimiz bazı parçalarını yeniden bir araya getirmeye çalışmamız gerekir. Bu, Bedreddinîyye’yi Türk İslâmî’nin tarihinde geçici olarak yerine oturtmayı, hem öncüllerini hem de izleyici lerini saptamamızı sağlayacaktır. Ancak, Simavnalı şeyhin siyasi isyanının çarpıcı ve som ut görüntüsünün yanında, doktrini hakkında elde bulunan birkaç bilgi kırıntısı oldukça düş kırıcı bir dağarcık oluşturmaktadır. An cak Türk tasavvufuna ait Arapça kaynakların bir uzmanı onun yapıtlarını taramaya karar verdiğinde, bu yapbozun parçaları yerine oturacaktır. Bir bakıma Bedreddin’in zengin kişiliği, geliştirdiği tasavvuf düşüncesinin Osmanlı düşünce tarihi içindeki gerçek öneminin saptanması için, Louis M assignon’unu beklemektedir. 2- BEDREDDİN'İN DOKTRİNİ VE YAYILM ASI
A) Gizlilik Yasası ve Baskı Takıyye Bedreddin’in fıkıh alanındaki yapıtları kullanılmaya devam edilmiştir ama, Menakıbname1nin tek bir nüshasının geriye kalmış olması ve bu ya pıtta Bedreddin’in İznik’te sürgündeyken yazdığı kitabın halka açıklanmayıp müridlerinin arasında gizli kaldığının belirtilmesi, şeyhin öğretisi nin yayılma tarzı konusunda oldukça açıklayıcıdır. Demek ki gizlilik ve sözlü nakil geçerliydi, çünkü müridler baskı altındaydı; özellikle de sıra dan müridler Bedreddin’in ailesinden daha fazla baskı görüyordu. Bed reddin kadar ünlü bir âlimi çarçabuk imha ettiği için belki de vicdanı ra hat olmayan iktidar, aileyi genellikle kollamıştı. Osmanlı vekayınamelerin de belirtildiği gibi, I. M ehm ed’in ünlü bir şahsiyetten kurtulmanın şeriata ya'da, s. 524-531; Arnavutluk'ta, s. 536-549. 1415 ile 1430 arasında Arnavutluk'ta varlıkları bilinen Bedreddin müridleri, İnalcık, "Ottoman Methods of Conquest", Variorum, I, s. 124. I. Mehmed'in 1416'da Selanik kuşatmasına bir süre ara verme pa hasına "aşiretlere" karşı yürüttüğü sefer, Ohri gölünün Arnavutluk-Makedonya kesi minde Bedreddinîlerin varlığıyla ilişkili olabilir, karş. Symeon-Balfour, s. 50-51, 131137, 255-258.
uygun yolu konusunda Haydar Herevî’den bunca öğüt istemiş olması hü kümdarın belli bir sıkıntısını yansıtır. Bedreddin’e bağlı yoksul halk kesi miyse acımasızca kıyıma uğramıştır. Şeyhin sapkın olarak damgalanan ta savvuf yapıtları ise, Serez’de Kadirîlere emanet edilen Menakıbname gibi gizli tutulmuştur. Kissling’in varsayımına göre, daha ortodoks bir tarikat olan Kadiriler yapıtın yayılmasını önlemekle görevlendirilmişti.13 Bedreddin’in ölümünden sonra süregelen bu gizlilik yasası, doktrinin iyi anlaşılmasına kuşkusuz yardımcı olmuyordu. Buna, yapıdarının büyük bir kısmının iyi bilinmemesini de eklemek gerekir, çünkü daha önce de belirt» tiğimiz gibi şeyhin elli dolayında yapıtı olduğu halde, Bedreddin’in düşün cesi hakkında yalnızca Varidat’a ve Menakıbname’ye dayanarak hüküm ve rilmektedir.
Bedreddinîlere ilişkin Fetvalar ve Belgeler Bir başlangıç yaklaşımı olarak, Bedreddin’in müridlerinin adının geçti ği ve kendilerine yöneltilen suçlamaların inançları konusunda şematik bil giler verdiği birkaç nadir resmi belge temel alınabilir. Bu bilgiler kuşku suz dışardan düşm anca bakan gözlerin çarpıttığı ve abarttığı verilerdir, an cak pro domo (içeriden) tanıklıklar olmadığı için bunlarla yetinmek zorun dayız. Elimizde, iki şeyhülislam, Ebussuûd ve H oca Ali tarafından 16. yüzyılda Bedreddinîler aleyhinde verilmiş üç fetva bulunmaktadır.14 İlk iki fetva aşağıdaki fiillerde bulunmuş ve görüşleri benimsemiş B ed reddinîler için ölüm cezası talep etmektedir: Kadınların ve çocukların bu lunduğu meclislerde şarap içmek; Serez’deki türbeyi kâbcleri haline getir mek; okumanın ve yazmanın saçma şeyler olduğunu ve kendileri için ilim yerinin bâtın olduğunu beyan etmek; ortodoks müminlere hakaret etmek; aralarında karılarını değiş tokuş etmek. İslam dünyasında doktrin bağla mında marjinal ve azınlık konumundaki gruplara geleneksel olarak bütün bu suçlamalar yöneltilmiştir: Şarap kullandığı için bizzat Bedreddin’in 13 M n k , tek nüshası bulunan bir yapıttır. Bedreddin'in bazı yapıtlarının gizlice aktarıl ması hakkında, karş. K is s lin g , s. 125. M n k 'y e göre N û rü 'l-K u lû b şeyhin dostları ve müridleri tarafından gizlenmiştir: "Tefsirin itmam idüb ol pîr-i hûb / Virdi dirler nâm ana "Nûrü'l-kulûb" / Uğrayınca vartaya Şeyh-i ferîd / itdi pinhan anı ahbâb ü mür'Td", s. 110. Şeyhin müridlerinin kıyıma uğraması, K is s lin g , s. 165 ve İdris-Kurdakul, s. 44. Şeyhin ailesinin birçok önemli şahsiyet tarafından korunması, yuk. dipnot 2 ve 3. I. Mehmed ve Herevî, Aşıkpaşazade, s. 154. M n k ‘ y\ ellerinde bulunduran Serez Kadirîleri, K is s lin g , s. 125. 14 Örneğin, Bektaşîler tarafından uygulanan takıyye hakkında, karş. Birge, s. 14, 78, 145, 270. Ayrıca karş. Laousî-S chism es, s. 39, 45, 46, 66, 109, 137, 411. Bedreddin tarafından yazılmış elli kadar yapıt hak., El, "Badr al-Dîn b. Kâdî Samâwnâ"; Bedred dinîlere karşı çıkarılmış üç fetva, K is s lin g , s. 127, dipnot 2.
mürşidi Hüseyin Ahlâtî de kınanmıştı; Bektaşîler de ayın nedenle sürekli eleştirilmiştir. Hurufîlerde tarikat kurucularının türbelerine aşırı saygı g ö s terilmesine sıklıkla rastlanır; bunun yanı sıra H akk’a vasıl oluşun içsel haccı, Kabe’ye zahiren yapılan hacca göre mistik açıdan daha değerli görülür. “ N azari” olarak nitelenen kitabi bilginin ve yazılı intikalin reddi; buna karşılık, yaşanmış ve “ tecessüm etmiş” (cisimleşmiş) deneyimin daha üs tün görülmesi, “ bâtının kitaplara tercih edilm esi” şeklindeki çarpıtılmış halk deyiminde kolayca seçilebilir. Kadınların paylaşılmasına gelince, gece âlemlerinde bu uygulamaları yaptıklan ima edilen gizli topluluklara karşı Türkçede “ mum sön dü” diye de ifade edilen bu suçlama öyle sıklıkla kul lanılır ki, burada ayrıca üzerinde durmaya gerek yoktur. Yezidîler gibi, Bektaşîler ve “ dönm eler” de bu tür ayinler yapmakla suçlanmaktadır.15 Üçüncü fetva daha hukuki niteliktedir. Bedreddin ve yapıtı hakkında edinilecek kanaat ve takınılacak tavır sorusunu ortaya atmaktadır: Bedred din’i lanedemeyi reddeden ve onu sapkın saymayan bir şahıs kâfir mi sayıl malıdır? Hayır, diyor metin, ancak buna karşılık Bedreddin’in müridlerinin kâftrûn sayılması gerektiğini belirtiyor. Bu hüküm, birçok Müslümanın onun yapıtlarından, özellikle de fikıh konusundaki çalışmalarından yarar landığını ve onu dışlamayı reddettiğini dolaylı bir biçimde gösterir. Ayrıca idamının üzerinden yüz yıl geçtikten sonra, Bedreddin konusundaki d ü şüncelerin çok bölünmüş olduğu da ortaya çıkmaktadır. Görünüşe göre Se rez fetvası ortodoks Müslümanlar arasında bile tam bir görüş birliği sağlayamamıştır. Ayrıca Bedreddin’in tereddütsüz mahkûm edilmesi gereken halk kesiminden müridleri ile âlimin anısına ve yapınna karşı takınılan tu tumların çok farklı oldukları anlaşılıyor. Bedreddin’in yapıtını, Kanuni Sul tan Süleyman’ın ünlü şeyhülislamı Ebussûud Efendi’nin öz babası olan ve Bedreddin’in Vâridât’ına bir şerh yazan İskilipli Muhyiddin Muhammed gibi dinsel açıdan toz kondunılamayacak şahsiyetler tefsir etmekte tereddüt etmemiştir.16 Aynı ikilik, 1553’te ölen Sofya kadısı Bâlî Efendi’de de gözlenir. Kadı, 15 Evliya Çelebi, Bedreddin'in Serez'deki türbesinden bir ziyaretgâh olarak söz ediyor, age., s. 127, dipnot 3. Hurufîler için Fazlullâh'ın idam edildiği yere yapılan ziyaret, Mekke'ye yapılan hac ziyareti yerine geçer, El, "Hurûfiyya". Kitabi bilginin reddedil mesi, mnk, s. 44-46; Ebu Said, Monawwar (ed.), s. 59-61. Mum söndü suçlaması, aşa ğıda dipnot 17 ve Bektaşîlere ve Yezidîlere karşı suçlama, Kissling, s. 131, dipnot 1; Sisam'da Karpokrates'in tilmizlerine karşı da benzeri suçlamalar yapılmaktadır. Dön melerde "kuzu bayramı"nın bu türden uygulamalara yol açtığı söylenmektedir, Galante, Juifs de Turquie, c. VIII, s. 217. "Mum söndü" sorunları hakkında, Melikoff'un Bulgaristan'da, Deliorman'da yaptığı anketler sonunda derlediği zengin bir malzeme nin bulunduğunu belirtelim. 16 Kissling, s. 127, dipnot 2. İskilipli Muhyiddin Muhammed, Gö\pınar\ı-Bedreddin, s. 42.
Bedreddin gibi İbn Arabî okuluna mensuptur ve bu okulun âlim tefsircileri arasında yer alır, ama aynı zamanda D obruca ve Deliorman Simavîlerinin faaliyetleri hakkında sultana sert bir rapor yazmaktan da geri kalmaz: Padişahlar imanın destekçileri ve ortodoks İslam ’ın koruyucuları oldukları için, kâfirlerin ve şeytani mühtedilerin muhalefetiyle karşılaşırlar. Padişahlar bu en t rikaları ve kom ploları ezmelidir. Bedreddin-i Sim avî’nin manevi soyundan g e len Çelebi Halife diye birinin zuhur ettiği bilinmektedir. Bedreddin-i Simavî Allah’ın gazabına uğram ış ve idam edilmişti. O yolunu şaşırmış bir adamdı ve başkalarının da yolunu şaşırtıyordu; baştan çıkmışü ve başkalarını da baştan çı karıyordu; şeytani mühtedilerin piri, mülhidlerin kaynağı, şeriau bozan, günah içinde yaşayan bir suçluydu; yolunu yitirmişlerin miri, fesadın ve isyanın başıy dı. Vilayet-i D obruca ve Deliorm an sakinleri-Allah’ııı gazabı üzerlerinde o l sun- bu sahte şeyhten el alıyorlar ve ona intisâb ediyorlar. H epsi, kadın, erkek, birader, bacı, yaşlı, genç, şarap ve müzik aletlerini de alıp toplanırlar. D üzm e ce ve yoldan çıkmış, yolunu şaşırmış ve şaraptan sarhoş olm uş şeyh, kadeh elin de onları şöyle paylar: “ Bu şarap kevserdir, üzüntüleri uzaklaştırır, neşe verir. Buradaki kadınlar ve kızlar cennetin hurileridir, şu sakalı bitm em iş gençler gılmanlardır ve cennet dedikleri Allah tarafından ilahi yemeklerle doldurulm uş bir sofra olan bu dünyadır. Ölüm den sonraki hayat, ulema takımı, vergiler, bunların hepsi görüntüden başka bir şey değildir.” Bu edepsiz sözlerin yanısıra acayip küfürler de savurur: “ Lacivert gök kubbenin ebedi olm adığına ve bu yeryüzü krallığının hükümdarının krallığının dışında kaldığına da inanmayın; o insanın kalbindedir; insanı bilen Allah’ı da bilir; insan Allah’tır !” Bunun üzerine onun yoldan çıkmış uğursuz müridler güruhu haykırır: “ İnsan Al lah’ tır !” ve şeyhin önünde şöyle diyerek secdeye varırlar: “ Pirim benim Allah’ımdır !” O zaman mumlar söndürülür. Karanlıkta kadehler elden ele ge çer, şeriatın kalesi yıkılır ve birçok suç ve iğrençlik işlenir. Nefislerine yenik d ü şen birçok basit insan şeytana uyar.
Raporun yazarı, bölgede tamamen terk edilmiş olan dini korumanın tek yolunun bu sapkınların kökünün kazınması olduğunu belirterek sö z lerine son verir. Örneğin orada sultanın çabasıyla inşa edilen camiye cu maları bile kimse uğramamaktadır. Cami ahır haline gelmiştir. İşin en va him yönü, bu mezhebin üyeleri D obruca’da yayılmakla yetinmeyip, “ ci hanı istila etmektedir” . Sultan acilen sert önlemler almalıdır. Yukardaki metnin Bâlî Efendi’nin ölümünden altmış yıl sonra kopya edilmiş olması da ilginç bir noktadır; bu da konunun 17. yüzyıl başında hâlâ güncelliği ni koruduğunu gösterir.17 17 Bâlî Efendi, Chodki ew i cz-Sceau, s. 66, 170; O. Yahia, H is t. e t C la ssif., c. I, s. 248; Taşköprîzade-Rescher, s. 322. Bâlî Efendi'nin metni Tietze tarafından yayımlanmış tır, "Sheykh Bâlî Effendi's Report on the Followers of Sheykh Bedreddin", O.A. 7 (1978), s. 115-122.
107
ıos
Uzunçarşılı tarafından yayımlanan 1571 tarihli iki belge de, Varna ve Ankhialos [Ahyolu] bölgesinde Simavîlerin varlığını göstermektedir: Bıı belgeler, söz konusu Simavîlerin kadırgalara forsa olarak konması için iki kentin kadıları tarafından gönderilmiş talimatlardır. 1 6 1 2 ’de ya da 1 6 2 8 ’de ölen Halveti şeyhi M ahm ud H üdayî’nin bir raporunda, Kızılbaşlarla birleşen ve ayaklanma düzenlemeye çalışan Bedreddinîlerin entrika larından söz edilmektedir. Yanbolu bölgesinden olan ve 20. yüzyıl başın da Kırklareli’ye sığınan Amuca aşiretini konu alan 1943 tarihli bir m aka le, bu topluluğun Bedreddin taraftarlarının soyundan gelenlerden oluş muş olabileceğini belirtir. Kızılbaşlar denen bu topluluğun töreleri Bektaşîlerinkine çok yakındır. Bedreddin’e atıfta bulunan Osmanlı belgelerinin bu kısa döküm üne son verirken, halk diline geçmiş ve muhtemelen konu ettiğimiz kişiyle ilgili olan şu deyişi de belirtmek yerinde olur: “ Halimce Bedreddin’em ” .18 N e kadar taraflı olurlarsa olsunlar bu tanıklıklar, şeyhin anısının ve n ü fuzunun en azından Bulgaristan ve Dobruca gibi belli yörelerde, Bektaşîler gibi daha kapsamlı bir geleceğin beklediği diğer m uhalif hareketlere karışmak zorunda kalmadan, varlıklarını koruduğunu göstermektedir. Bu yörelerdeki Türkçe konuşan yerel halkların (Deliorm anlı, Gagavuz) böl gecilikleri, Simavnalı şeyhi açıkça sahiplenen ideolojik ve kimi zaman da politik direniş odaklarının (daha yukarıda değinilen karışıklıklar) geç tarih lere kadar süregelmesine izin vermiştir. Diğer bütün bölgelerde Bedred din’in mirasçıları kendilerine yakın heterodoks hareketlerin saflarına katıl ma eğilimi göstermiştir. Yukarda adı geçen doktrin bağlamındaki suçlamalara gelince, Bedred din’in yapıtının bunları doğrulayıp doğrulamadığına bakmak gerekir; İs lam ortodoksluğuna uymayan gruplara haklı ya da haksız olduğuna bakıl madan yöneltilmesi bir alışkanlık halini almış mülhidlik, riııdlik, vahdet-i mevcudçuluk, vb suçlamaların mı söz konusu olduğu da irdelenmelidir. B ) V ârid ât Başvuru kitabımız Vâridât olacak, çünkü bu Bedreddin’in birçok kez yayımlanmış, tefsir edilmiş ve ulaşabildiğimiz tek yapıtıdır; diğer yandan da Menakıbname'ye bakılırsa, Bedreddin de onu başlıca yapıtı olarak ka 18 1571 tarihli belgeler, Uzunçarşılı, "Kıbrıs Fethi ile Lepant Muharebesi sırasında", T. M ec., 3 (1935), s. 263-264. Mahmud Hüdâyi'nin raporu, Kissling, s. 127, dipnot 2. Amuca aşireti hakkında, V. Salcı, “ Trakya'da Türk Kabileleri", Türk A m acı, 2 (1943), s. 31 1-315; ayrıca karş. T. Zarcone, A n a to lia M oderna IV, s. 3-11. Bedreddin hakkındaki deyiş, Kissling,, s. 127.
bul ettiğini söylüyor: İdamından önceki son gece, Bedreddin’in Mııhamm ed ile Ebu H anife’nin V ârid âf ı kutsadığını rüyasında gördüğü rivayet edilir. Bu yapıt Osmanlı uleması arasında hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi ne ulaştı. Birbiriyle çelişen tartışmalara konu oldu: Bazı şeyhler onu zarar lı bulup, müridlerine yasaklayacak kadar ileri giderken, 17. yüzyılda yaşa mış ünlü mutasavvıf Niyazi Mısrî gibileriyse aksine kitabı açıkça övüyor ve bir tasavvuf başyapıtı olarak İbn Arabî’nin Fusûsü’l-hikemîyle aynı merte bede görüyordu.19 Ancak Vâridât okunduğunda, bu türden tavırları haklı gösterecek bir şeye pek rastlanmıyor ve yapıtın doktrin bağlamında içeriği çok hayal kı rıcı görünüyor. Ne D ukas’ın Börklüce konusunda sözünü ettiği mal pay laşımı, ne Osmanlı vakanüvislerin ileri sürdüğü sultana karşı açık isyan ve mehdilik iddiası, ne yukarda sergilediğimiz belgelerdeki “ mum söndü” ayinleri, ne özel bir Hıristiyanseverlik, ne de dinlerüstü bir anlayış söz ko nusu edilir. Olası seleflere ya da çağın düşünce akımlarına yapılan gönder meler de çok azdır. Biz yine de konum uzu ilgilendirebilecek birkaç noktayı açığa çıkarma ya çalışalım. İlk bakışta, yazarın bazı beyanlarının ortodoks İslam ’la çeliş tiği açıkça görülmektedir, bu da ulemanın V âridâf a kuşku ile yaklaşma sını bir ölçüde açıklamaktadır. K ur’an’da, “ Biz Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa M esih’i öldürdük” diyenlere karşı “ onu ne öldürdüler, ne çarmı ha gerdiler, sadece o onlara benzer gösterildi” denirken, Bedreddin, İsa’nın bedeninin ölmediğini reddeder: “ Unsurlardan meydana gelmiş olan cesediyle ölmemiş demek değildir bu; çünkü bu, olmıyacak bir şey dir, artık anlayıver” . Aynı bölüm de Bedreddin bu durum u vesile ederek bedenlerin dirilişini tartışma konusu yapar: 19 V â rid â f ın birçok baskısı ve Türkçe çevirisi bulunmaktadır: B.N. Kaygusuz (1957), A. G ö\p\nar\ı-B edreddin (1966), C. Yener (1970), i. Z. Eyüboğlu (1980), V. Timuroğlu (1982). Biz hem Arapça metni hem de Fransızca çevirisini sunan B. Dindar'ın metnini kullanacağız [Türkçe baskıda Gölpınarlı-B edreddin içindeki V â rid â t çevirisi kullanılmıştır-yn.], tez (1975); bu tez 1990'da Ankara'da yayımlanmıştır (bu metin W â rid â t ola rak belirtilecektir). Muhammed ve Ebu Hanife'nin V â rid â t't kutsaması, m nk, s. 131132. Şeyhlerin V â rid â f ın okunmasını yasaklaması, K is s lin g , s. 132, dipnot 1 ve elinde V â rid â t' ın bir nüshası bulunan bir imamdan onu yakmasını isteyen Halvetî şeyhi Alaeddin A li el-Arabî konusunda, Taşköprîzade-Rescher, s. 97 ve dev. Niyazi Mısrî, hem ibn Arabi'yi hem de Bedreddin'i sahiplendiğini açıkça belirtir: "Muhyiddîn ü Bedrüddîn ettiler ihyâ-yı dîn / Derya Niyazî Fusûs enhârıdır Vâridât", D iv â n îŞ e rh i, s. 256. ibn Arabî'nin ve Bedreddin'in düşünceleri arasında, ancak bu kez düşmanca bir tavır için de, irtibat kurulmasına Sofyalı Bâli'nin halifesi Nureddînzade Muslihüddîn Musta fa'da (öl. 1573) rastlanır. I. Ahmed döneminde yazan Belgrâdî M ünirî onun hakkında şöyle der: "Ummî Sinânîler ve Uşşâkıyler ve Simavîler ve Gülşenîler ve Işıklar hakkın da seyf-i sârim olup durma şeriat kılıcın salardı ", Gölpınarlı-B edreddin, s. 46.
Cesedlerin haşredilmesi de halkın sandığı gibi değildir. Ama m üm kündür, bir zaman gelir de, insan nev’inden hiçbir ferd kalm az; sonra gene topraktan, babasız-anasız bir insan doğar, evlenme yoluyla cinsi tüıer. Cennetin, cehenne min, onlara âid şeylerin de başka anlamları vardır ki bilgisizlerin bunları anla malarına imkân yoktur.20
Bu çekinceler kitabın başından itibaren dile getirilen ilke adına yapıl mıştır; bu ilkeye göre vahiy edilmiş metinlerde ifade edilen gerçeklerin asıl anlamını yalnızca sufıler anlayabilir: Bil ki âhiret işleri, bilgisizlerin sandıkları gibi değildir; çünkü onlar, gayb ve melekût âlemindcndir; avamın sandığı gibi şahadet âleminden değildir.21
Yalnızca “Allah’ın dostları” nın şeylerin anlamını kavradığı düşüncesi nin dayandığı bu bâtını bakış açısının sufinin davranışı üzerinde iki sonu cu olabilir: Ya öldürülme korkusuyla bildiklerini sıradan insanlardan g iz ler, ya da mümin kitlesine karşı manevi bir sorum luluğu olduğunu düşü nerek cemaat yöneticileri doğru yoldan saparsa onlara doğrudan m üdaha le etmeye hak görür kendinde. Birinci durum da, “ Tasavvuf tamamlandı mı, münâfıklık başlar. Gerçek sufi, gözlerin görm ediği, kulakların duyma dığı, insanın gönlüne gelmiyen şeyleri görür, duyar, anlar; fakat insanlara, hallerine uygun, anlayışlarına uygun sözler söyler, gönliindekini gizler. Çünkü anladığını insanlara söylerse, öldürürler onu mutlaka, artık nasıl olur da münafık olm az?” Bu noktada, Osmanlı tarihçilerinin Bedreddin’e ve Börklüce’ye yaptıkları mürailik suçlaması ve Şiilerin takıyyesi akla gel m ektedir; ancak V âridât m belirttiğine göre, “ sufi o kişidir ki, anlayışının ışığı çekinmesinin ışığını söndürm ez; kitabın zahrını bozacak, yıkacak olan ve gönlünde bulunan bilgiyi söylemez; mazhar olduğu kerâmetler, Allah’ın harâm ettiği şeylerin örtüsünü yırtmaz” . Ancak çok aşırı durum larda, sufi cemaatin iyiliği adına suskunluğunu bozabilir: Bir toplum un hatib, imam ve şâire gibi önderlerinin maksadı gerçek olm az, H akk’a ulaşmak olmazsa bu, bu çeşit topluluklardan çekilmen için özür olarak yeter sana; ancak maksad onları doğru yola getirm ekse o başka.
Bedreddin adına Osmanlı sultanlarına karşı girişilen isyan hareketi ile arasında bağlantı kurulduğunda, sufıliğin özü gereği olan bu tavır kuşku suz özel bir anlam kazanır.22 20 Kur'an, 4/157. Bedreddin'e göre İsa'nın ölümü, Vâridât, Gö\pır\ar\ı-Bedreddin, s. 57-58. 21 age., s. 51. 22 Münafıklık, age., s. 65; Allah'ın harâm ettiği şeyler, age., s. 65; "hiçbir gözün görme diği şeyler", L. de Premare, ST, 70 (1989) . Toplumun doğru yola getirilmesi, Vâridât, Gölpınarlı-Bedreddin, s. 54.
Vâridât’m çağın toplumsal, dinsel havası hakkında verdiği nadir bilgi lerden biri, 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıl başında halk kitleleri arasında da kaynaşmalara yol açan eskatoloji tartışmasıdır. Bu tarz tahminlere hiç de ğer vermediğini ileri sürse de, Bedreddin’in kazandığı başarıda bu kaynaş manın katkısı olmalı. Her devirde birçok kişi D eccal’in gelişinin ve Kıya met gününün öngörülebileceğine inanmıştır: Onların bazısı sekiz yüzüncü yılda (1 3 9 7 ) olacağını, bazıları da M ehdi’nin ve H atem ü ’l-vilâye’nin yedi yüzle sekiz yüz arasında zuhûr edeceğini söylediler. H albuki, esenlik ona, Peygam ber’in zamanından beri sekiz yüz yıl geldi, geç ti de avamın hayal ettiği şeylerden hiçbiri zuhûr etm edi; daha da binlerce yıl gelir geçer, onların hayal ettikleri şeylerden hiçbiri olm az; sandıkları gibi cesedler de haşredilmez.
Osmanlı vakanüvislerinin iddialarının aksine Bedreddin’in kendini M ehdi olarak kabul etmediği, halkın ölüm sonrası yaşama ilişkin inanışla rını cesaretlendirmekten çok kınadığı ve bu inanışlara karşı çok ihtiyatlı bir tutum benimsediği görülüyor.23 Vâridât\a. karşımıza çıkan Bedreddin kuşkusuz ateşli bir sufidir, ama silsile olarak eski sufiliğe bağlanmaktadır ve coşkunluğu da diğer birçok ör nekten daha fazla değildir. Büyükbabasından yana Mevlevi geleneğine b ağ lanan Bedreddin semâyı şöyle değerlendirir: Özleri doğru fakıyrler, güzel ses duydular mı, kalbleri Allaha yönelir, o zaman gönüllerinde dünya düşüncelerinden bir zerre kalmaz; Allah sevgisiyle dolar; bu yüzden de [semâ] onlara helaldir.
Babasının “ Rum ’un Bâyezid-i Bistâmî’si” olmasını istediği şeyh, daha önce Bistâmî’nin yaptığı gibi, bir böceği diriltir; böylece hayat verme gücü nü göstererek açıkça İsevî bir nitelik kazanır. Menakıbname’ye göre bu güç Sakız Hıristiyanların) öylesine büyülemiştir ki, Bedreddin hakkında şöyle demişlerdir: “ Nefesi eyledi ihyâ mürdeler” .24 Bir gece oturuyordum , bir pervâne geldi, mumun çevresinde dönm eye başla dı, derken kendisini muma birkaç kere çarptı, âdeta yandı, yere düştü, hiçbir hareketi kalmadı. Bir zaman düşündüm ; onda yaşayış belirtilerinden hiçbir be
23 Bedreddin'in Mehdi konusundaki tutumu, age., s. 75. V âridât'ta işaret edilen eskatolojiye ilişkin beyanlar ile "Rodos Hospitalier tarikatının büyük üstadının mektubu" arasında bir yakınlık görülmektedir; bu mektupta Deccal'in 1385, 1387, 1396 ya da İ400 yılında çıkacağı öngörülüyordu {V â rid â t ’ta verilen tarih 800/1397- Gölpınarlı ve Eyuboğlu çevirilerinde 300 olarak belirtilen ilk tarih, Dindar, Yener ve Timuroğlu çevirilerinde 800 olarak geçmektedir -yn.). Karş. R.E. Lemer, "Refreshment of the Saints: the Time after Antichrist", T raditio, 32 (1976), s. 139. 24 Bedreddin ve semâ, Vâridât, Gö\pınar\ı-Bedreddin, s. 60. Bedreddin Kahire'de bu tür den bir törene katılarak sufilik yoluna girmiştir, mnk, s. 44.
lirti görm edim ; öldüğüne hükmettim. Sonra da Abû-Yezîd’in bir karıncaya üfürdüğti, onu dirilttiği aklıma geldi. Pervaneyi aldım; üfürüğüm le dirileceği ne tam bir inançla üfiirdüm ona; hemencecik dirildi, evvelce olduğu gibi uç maya koyuldu; sanki ateşe çarpmamıştı hiç. Bunu inkâr etm e; çünkü Allahın her şeye gücü yeter.25
Bu metnin altında doktrin açısından, İbn S ab ’în ’in ve özellikle de İbn Arabi’nin ittihadiyye hareketine bağlılık sürekli hissedilmektedir. Vârid âfta bu tema üzerine, vahdet i vücud doktrininin çok benimsediği şu hadis i kudsiye dayanan bir çok alıntıyla karşılaşırız: “ Ben gizli bir definey dim; bilinmeyi diledim ” .26 Yapıtın sonunda, yazarın 1 4 0 7 /8 1 0 yılında İbn Arabi’nin kendisine bir gece göründüğünü anlattığı bölüm de, İbn Arabi’ye yapılan gönderm e iyice açığa çıkar: Sekiz yüz on yılı Cemâziyelâhirinin ilk on gecesinden bir Perşembe gecesi saba ha karşı Şeyh Muhyiddin’i gördüm ; diyordu ki: Şeytanı başka bir âleme atmak is tedim, attım da; bu âlemde şeytana âid pek az bir şey kaldı; kendisi tasını, tarağı nı topladı, gitti. Sonra bu rüyayı arkadaşlarımdan bazısına söyledim; bunu unut mayın, sorunca hatırlatın bana, dedim. Yorumu, Allah daha iyi bilir ya, şu olsa gerek: Şeytan, uzaklık mazharıdır; Şeyh’se işi yakınlaştırmışür, yakınlık mazharıdır; tevhidi tasnif ettiği kitablarda, bilhassa Fusûs\mâz açıklamıştır. O günlerde Fusûs okumakla meşguldüm; bu rüya da bu hususta beni uyandırmak içindi.
Tasavvufta bir mürşitle rüya yoluyla bağlantıya girme olgusuna sık sık rastlandığını da belirtelim; bu durum özellikle İbn Arabi’nin, Sadreddin Konevî’nin, Abdülkadir el-Cezâirî’nin müridleri arasında görülür. Massignon’a göre bu iletişim tarzı tipik bir Anadolu motifi olabilir: Hallaç K on ya’da hem İbn Arabi’ye hem Celaleddin Rûm î’ye görünm üştü.27
C ) Bedreddin’in Doktrini: Zincirin Bir H alkası Ahmed G azâlî’den ve İbn A rabi’den Bedrcddin’e: Silsile Gerek V ârid ât m yukarda değindiğim iz bazı bölüm lerinde, gerekse 25 Sakız halkına göre Bedreddin ölüleri diriltiyordu, yukarıda, II. böl., dipnot 50; pervane nin dirilişi, Vâridât, Gö\pınar\ı-Bedreddin, s. 83-84; Yener, s. 119-120; Dindar, s. 127, dipnot 1. Nefesle can vermek, Rûhullah'ın (Isa) alanına girer, ibn Arabî, L 'A lch im ie du bonheur p arfait, s. 67; diriltme yeteneği olan İsevî azizler, Chodkievvicz-Sceau, s. 104; 15. yüzyılda "yürekleri canlandırma yeteneği olan" İsevî bir Nakşibendî, age., s. 104. 26 ittihadiyye hakkında, Laoust-Schismes, s. 246, 248, 258, 273-75, 282-283; Addas-/fan A rabî, s. 293-295, 303, 311,313. Hadis-i kudsi, Vâridât, Gölpınarlı -Bedreddin, s. 52, 54; V/âridât, s. 65, 68. Bu hadis Bektaşîlerde çok sık anılır: "Ben bir hâzineydim (Küntü keriz)"; karş. örneğin Birge'ün alıntıladığı şiir (s. 1 10): "Küntü kenzin hüccetü buh ranıdır Bektaşîler". 27 ibn Arabî'nin Bedreddin'e görünmesi, Vâridât, Gölpınarlı-Bedreddin, s. 86; Yener, s. 124. ibn Arabî' nin müridlerinde rüya yoluyla iletişim kurmanın önemi, ChodkiewiczSceau, s. 175. Massignon'a göre Anadolu'da rüya teması, O.M., c. II, s. 110, dipnot 1.
Bedreddin’in daha önce incelediğim iz hayatının bazı bölüm lerinde Simavnalı şeyhin iyi bilinen ve onu eski sufiliğin çoğu büyük mutasavvıfı na bağlayan bir zincirde yer aldığı görülür. Bistâmî ve İbn A rabi’ye d e ğinildi: İbn Arabi’nin (Şeyhü’l-Ekber) K onya’da açıkladığı düşünceleriy le yoğrulm uş Türk sufiliğiniıı gelişmesindeki rolünü biliyoruz. Bu d ü şünceleri başta Sadreddin Konevî olm ak üzere, Anadolulu müridleri ve bütün bir Osmanlı tefsirci ve mürid zinciri oluşturan ilk büyük O sm anlı müderrisleri aracılığıyla yaymıştı. Bunlar Dâvud-ı Kayseri ve Fenârî; Bayramîyye tarikatından Akşem seddin ve Yazıcıoğlu; halk tarafından çok tutulan ve Endülüslü sufideıı büyük ölçüde etkilendiği sanılan Mevlidin yazarı Süleyman Çelebi, Sivasî, Bâlî Efendi, Bosnevî gibi şahsiyetlerdir.28 Bedreddin’in silsilesinde yer alan büyük mürşitler içinde, R ûm î’nin ya da İbn Arabî’nin silsilesinde de bulunan Ebu M cdyen el-M ağribî ya da A hm ed Gazâlî gibi isimler de sayılabilir. Bu şahsiyeder aracılığıyla Bedreddin, Osmanlı dönem inde genellikle ortodoks ve resmi olarak ka bul edilen bir tasavvuf anlayışına bağlanır. Ancak Simavnalı şeyh, en ün lü selefleri gibi, ünlü H allac’ın temsil ettiği, m ücahede ve riyâzât yönle ri ağır basan daha coşkulu bir tasavvufla da bağlarını korur. H allaç hiç çekinm eden şöyle dem işti: “ Sufı, helâl ile haram arasından haramı seç m elidir” . Hallac-ı M an sur’un Celaleddin R ûm î’deki yerini biliyoruz: “ E n e ’l-H ak diyen Hallac-ı M ansur kirpiklerinin ucuyla tüm yolların to zunu süpürm üştü. (...) B en , E n e ’l-H ak diyenlerin hizm etkârıyım ” . A h m ed Gazâlî, H allac’ın aldığı tavırları sık sık tefsir eder ve müridlerinden biri de Hallacı old uğu gerekçesiyle asılır.29 T ürk dünyasında H allac’ın belirleyici etkisi M assignon tarafından incelenm iştir. Bedreddin yaptığı yolculuklar sırasında uğradığı her yerde, M ısır’da, H alep ’te, İsfendiyar ya da Germiyan sarayında ve A nadolu dervişlerinin ço ğu n da bu etkiy le karşılaşmıştır. B ed red din ’e verilen “ R u m ’un Hallac-ı M ansur’u ” adı nı bu bağlam da ve biri B ağ d at’ta, diğeri Serez’de işkenceyle öldiirü28 ibn Arabî ve Türk müridleri hakkında, yukarıda böl. I, dipnot 6-9. Akşemseddin 856/1452'de ibn Arabi'yi savunmak için bir risale yazar, O. Yahia, H is t. e t C lassif., c. I, s. 118. Yazıcıoğlu Mehmed F u s C s ü 'l-H ik e m 'e bir şerh yazar, Gibb, O tto m a n Poetry, s. 406. Mevlid ve ibn Arabî, Chodkiewicz-Sceau, s. 19, 21, 25, 87; Süleyman Çe lebi, Mevlid ve ibn Arabî, S üleym a n Ç elebi, F.K. Timurtaş (ed.), c. IV ve V. Şihâbeddin Sivasî (öl. 1454), ibn Arabî'nin müridi, O. Yahia, age., s. 406, Bâlî Efendi, yuka rıda dipnot 17. el-Bosnevî, O. Yahia, c. II, s. 463. 29 Bedreddin silsilesinde Ahmed Gazâlî ve Ebu Medyen el-Mağribî, Gölpınarlı-Bec/rec/din , 1 17; Ebu Medyen ve ibn Arabî, Addas-fon A ra b î, s. 107-108, 115-1 16, 128-129 vb. Ahmed Gazâlî ve Rûmî, Eflakî, A r ifle r in M e n k ıb e le ri, c. I, s. 211, 640. Helal ile ha ram arasında, Massignon-Pass/orı, c. III, s. 238, dipnot 5. Mevlana'nın Hallaç üzerine deyişi, age., c. II, s. 280. Ahmed GazâlTnin Hallacî müridi, age., c. II, s. 177.
len iki kişinin katettikleri yolların koşutluğunun ışığında değerlendirm ek gerekir.30 Bedreddin aynı zamanda, hem dinin yayılacağı bir toprak, hem de O r ta Asya’nın uzantısı durumundaki Rum ülkesini, düşüncelerinin yayılma sı için seçkin bir alan olarak gören sufıler silsilesine de dahi! edilmelidir. Hatırlanacağı üzere, Eflakî’ye göre, Mevlana Rum ülkesinde bulunm ası nın nedenini şöyle açıklıyordu: Yüce T a n n ’nın Rum halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddık-ı Ekber’in duasiyle de bu halk bütün ümmetin en merhamete lâyık olanıdır. En iyi ülke de R um ülkesidir. Fakat bu diyarın insanları, M ülk sahibinin (T anrı’mn) aşk âleminden ve derûni zevkten çok habersizdirler. M üsebbibii’l-Esbab (Tanrı) (şanı aziz olsun ve saltanatı yücelsin) hoş bir lûtufta bulundu, sebepsizlik âle minden bir sebeb yaratarak bizi H orasan ülkesinden Rum vilâyetine çekip g e tirdi; haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledüni iksirimiz den onların bakır gibi olan vücutlarına saçalım da onlar tamamiyle kimya, ir fan âleminin mahremi ve dünya âriflerinin hemdemi olsunlar (...) Beni H o ra san’ dan çekip Yunanlılar içine getirdin ki onlarla haşır neşir olup hoş bir m ez hep vücuda getireyim. 114
Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nde, Ahmed Yesevî Bektaş’ı şu sözlerle g ö revlendiriyordu: Var seni R û m ’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rûm Abdallarına seni baş yaptık. R ûm ’da gerçekler, budalalar, serhoşlar çoktur, artık hiçbir yer de eğlenm e, hemen yürü.
Büyükbabası tarafından Mevlevîlere bağlanan ve müridleri olasılıkla Bektaşîlerle çok yakın ilişkiler içinde olan Bedreddin’in aslı, güçlü kültür ve aile bağlarının bulunduğu Rum eli’dir. G ördüğüm üz gibi bütün Menakıbname boyunca görevinin her şeyden önce Rum ülkesinde olduğu an layışındadır. Torunu, Bedreddin’i ülkesine bağlayan sıfatları art arda sıra lamaktan zevk alır: o “ R um ’un kameri” , “ R um ’un pertevi” , “ R um ’un M ansur’u ” , “ R um ’un Bistâmî’si” dir, vb.31 30 Hallaç Türk topraklarında, age., c. II, s. 240-288 ve O.M ., c. II, s. 114: Mısır'da, Ha lep'te. Hallac'dan Nesimî'ye ruh göçü, Massignon-Pass/on, c. I, s. 85. isfendiyar'ın sarayında, O.M ., c. II, s. 35. Germiyan sarayında Ahmedî Hallaç üzerine bir D â s itâ ne M a n s û r yazar, age., s. 55, 110-113. Bektaşîler ve Hallaç, Passion, c. I, s. 232-234; c. II, s. 77. Haliac'ın Türk dervişlerinin bütünü üzerindeki etkisi, O.M., c. II, s. 104 ve dev. "Rum'un Mansur'u" Bedreddin, m n k, s. 82. 31 Mevlana ve Rum ülkesi, Eflakî, age., c. I, s. 199. Hacı Bektaş ve Rum, VHâyetnâmeGölpınarlı, s. 16 ve I. Melikoff, Turaca 20 (1988), s. 16. Ayrıca karş. Ş eyhü'r-R um ola rak adlandırılan Hacı Bayram, Bayramoğlu, s. 37. Bedreddin'e m n k'd e Rum ülkesiyle ilgili çeşitli adlar verilir: m u n lâ -y i Rûm , s. 45; p e rte v -i R ûm , s. 32; m â h-i Rûm, s. 79 vb.
Bedreddin’den Bektaşîlere: İntikal İntikal biraz çelişkili bir biçimde iyi ayırt edilemese de hatırı sayılır bir boyutta olmalıdır. Tuna ve Bulgar bölgesinde geç bir döneme kadar onun adını da kullanarak mensubiyetlerini ilan edenlerden söz etmiştik. BörkItice’den kaynaklanan bir hareket de 19. yüzyıl gibi geç bir dönem e kadar varlığını sürdürmüştür. Yabancı gezginler biıbirleriyle yarışırcasına, bazı ları belki de Bedreddin’in müridi Torlak Kem al’in mirasçıları olan Torlak ların Osmanlı tarikatları içindeki önem inden söz eder; ancak bu yalnızca bir varsayımdır, çünkü çok genel bir anlamı olan bu niteleme yabancı g ö z lemciler tarafından yanlış anlaşılmıştır. 16. yüzyılda Nikolay onları Kalenderîlerden ayrı tutar; bu belki de 1416 isyanından sonra Torlakların altı çizili bir farklılık kazanmış olduklarının göstergesidir. Spandoni daha ileri giderek Torlaklar ile ünlü Hurufi şehit Nesimi arasında bağlantı kurar; bu da Hurufiyye ile Bedreddinîler arasındaki ilişkilerin bir olasılığın ötesine geçtiği görüşüne ulaşmamızı sağlar.32 15. yüzyılda Bedreddin’in vaaz verdiği her yerde, Fazlullâh’dan kay naklanan hareket (çok kıyıma uğram ış olmakla birlikte bu hareket 17. yüzyılda varlığını hâlâ sürdürmektedir) karşımıza çıkar: Edirne, Halep, Mısır, Sakız, Hurufi dâilerin kol gezdiği Orta ve D o ğu Anadolu. Bedred din hayattayken Fazlullâh’ın başlıca müridi Ali el-A’lâ Kars’tan başlayarak Kırşehir’e kadar, hatta Rum eli’de, Korsînâme ’de kendi ifadesiyle belirtti ğine göre, “ İstanbul’un ötesinde ve denizin karşı tarafında” vaazlar ver miştir. Aynı şekilde 1 4 0 9 ’a doğru yazan Refı’î, kendi beyanına göre N e simi tarafından Rum halkına vaaz vermek için gönderilmiştir. Aşıkpaşazade, Antakya bölgesinde Bedreddinîlerin varlığından söz etmektedir. Gölpınarlı’ya göre, aslı bu bölgeden olan Bistâmî el-Hurufi ile Bedreddin ara sında sıkı bir irtibat kurmak gerekir. D aha önce de belirtildiği gibi, B ed reddin’in ailesinin temasta olduğu Bayramî çevrelerden ünlü hekim ve şa ir Şeyhî gibi bazı kişiler, Nesimî ile sıkı ilişkiler içinde olmuşlardır. H ü se yin Ahlâtî gibi doğulu bir Türk olan ve onun gibi H alep’te yaşamış Nesim î’nin şahsiyeti ve düşüncesi ile Bedreddin arasında açık benzerlikler b u lunmaktadır: Bedreddin gibi Nesimî de H allac’la ilişkilendirilmektedir; 32 G.B. Rampoldi'ye göre 19. yüzyılda Börklüce'rıin müridleri,
A n n a li M usu lm a n i 11 (1825), s. 115. Torlaklar ve AvrupalIların tanıklıkları üzerine, yukarıda böl. II, dipnot 63 ve Nicolay, s. 194-197; Torlaklar ve Nesimî üzerine, Spandugino, P etit traicte, s. 223-224: "Torlaklar sayıca diğerlerinden çok üstün ve bu yeni bir din. Başlayalı yüz yıl bile olmamış. Söz konusu din Missini adında bir kişiyle başlamış, o da kurtarıcı mız İsa'dan söz ettiği için işkence görmüş. Ve bu Missini İsa'nın Tanrı olduğunu söy lüyormuş".
bazılarına göre, darağacında can vermiş olmaları açısından, Hallaç ile N e simi arasında bir tenasüh bağı da vardır. Bedreddin de darağacında ölm üş tür. Nesimî ile Bedreddin’in esin kaynaklan çoğu zaman aynıdır; Bedred din’in çok vurgulanmış olan İsevî kimliği Nesimî için de ileri sürülmüştür. Örneğin Spandoni ile Menavino onu Hıristiyan sanmaktadır. Hıristiyanlarla ayrıcalıklı ilişkileri var gibidir ve anısı geç dönemde H alep’teki Erm e ni cemaati arasında sürdürülmüştür. N esim î’nin temsilcisi olduğu H um fî doktrini açıkça İsevî niteliktedir; İbn Arabî’ye göre İlm-i H u rû f İsevî bir ilimdir ve Hurufiler yeri geldiğinde Hıristiyan Kutsal Kitapları’na ve d o g malarına gönderm e yaparlar: Fazlullâh, Yahya İncili’ni bilmektedir, Ali elA ’lâ’nın bir müridi de İncillerin adını anmaktadır. Bir geç dönem Osmanlı yazarı Hurufilerin teslis dogm asını kabul ettiklerini ileri sürmektedir. Ayrıca Hurufiler, İsa’nın bu konudaki sözlerini anımsatarak, “ ikinci d o ğ u ş” teması üzerinde tartışmalara girmektedir. Bedreddiııîler ve Hüseyin Ahlâtî gibi, onlar da şarap içmekle suçlanmaktadır.33 Bedreddin’in Azerbaycan’daki temasları ve Nimetullâh gibi İran sufı33 Gibb'e göre 17. yüzyıla kadar Hurufîler, O tto m a n P oetry, s. 386. Mısır'da Hurufîler üzerindeki baskılar; Sultan Eşref Barsbay'ın bir yakını inancını inkâr etmek zorunda bırakılmıştır; Osmanlılarda durum (Şair Temennayi'nin idamı), Massignon-O.Aİ, c. II, s. 114. 1576'da Bulgaristan'da Hurufî katliamları, İnalcık, O tto m a n E m pire, s. 193. Edirne'de Hurufîler, Taşköprîzade-Rescher, s. 34; Sakız'da Hurufîler, Macaristanlı György, T ra c ta tu s , s. 20. Mısır'da Sultan Kansuh el-Gavrî'nin Nesimî'ye büyük say gısı vardı, Massignon, yuk.mak., s. 118. II. Bayezid'in hükümdarlık döneminde idam edilen Hurufî şair Temennayi Kayserilidir, Gibb, age., s. 383-385. Bedreddin Kon ya'da bir hocasıyla, belki de Fazlullâh el-Esterâbâdî'nin bir müridiyle ilm-i Hurûf oku muştur, yukarıda böl. II, dipnot 19. A li el-A'lâ Anadolu ve Rumeli'de, E n cy c lo p a e d ia Ira n ic a , "A lî al-A'lâ" ve H. Ritter, "Die Anfange der Hurûfîsekte", O rie ns 7 (1954), s. 51: "tâ zi-istanbul bi-gazast û zi-âb". Refi'î, Gibb, age., s. 300; Şeyhî hakkında, karş. A. Nihat, Ş eyhî D iv a n ın ı T e tkik; H allac'la Nesimî arasındaki tenasüh bağı, Massign o n -O .M ., c. II, s. 55. Nesimî'nin Halep'te şehit edilmesi, karş. kronoloji konusunda ki tartışma, K. Burill, The Ç u a tra in s o f N e sim î, s. 27 ve dev. Ayrıca bkz. K. Kürkçüoğlu, S e y y id N esîm î, s. I-XXXII. Nesimî hakkında Spandoni, yukarıda dipnot 32. Me navino, Bombaci, L itte ra tu re Turque, s. 182. Nesimî ve Halep Ermenileri, Burill, age., s. 36. Nesimî'nin Ermeni bir papazla (Bedreddin gibi) akraba olduğu iddiası, Massig non, O M . , c. II, s. 1 18. Nesimî'nin İsevî niteliği: "Ben Isa'nın yoldaşlarındandım", Bu rill, s. 202-203. İsevî bir ilim olarak ilm-i Hurûf, Chodkiewicz-Sceau, s. 103. Fazlullâh ve İnciller, B irge-B e ktashî, s. 153 ve El, "Fadl Allâh". A li el-A'lâ'nın yeğeni ve müri di, E stevan nâm e adlı eserinde Yeni Ahit'ten alıntılar yapar; Burill, s. 37. Hurufîler ve Teslis, age., s. 36. Bir Hurufî yapıtında İsa'nın bir deyişi: " iki kez doğmayan gökyü zü krallığına giremez", karş. Yahya 3, 3, aln.yap. Birge, s. 97. Ölümden sonra diriliş teması üzerine, bkz. H.C. Puech, En q u e te de la gnose, c. I, s. 118; ayrıca karş. İre nde de Lyon, C ontre les Heresies, s. 517, 571-572. Hurufîlerde şarap, Burill, s. 102103 ve 205-206: "Hem şarabım, hem kadeh, hem de şârib".
liginin en gözde şahsiyetleriyle ilişki içindeki mürşidi Ahlâtî’nin tem asla rından sonra, düşüncelerini yaymak için İran’dan Anadolu’ya gelen İran tasavvuf hareketleriyle Simavnalı şeyhin müridlerinin sıkı ilişkiler sürdür müş olmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Hurufîler ile ilişkileri bir olasılık tır ama, Safevîler ile olan ilişkileri açıkça kanıtlanmıştır: Safevî şeyhi C ü neyd, II. M urad’ın hükümdarlığı dönem inde Erdebil’den Osmanlı to p raklarına geldi, sonra Sadreddin’in Konya’da kurduğu zaviyede kaldı, da ha sonra Karaman üzerinden gelerek, Aşıkpaşazade’ye göre, Arsuz dağına “ kâfirlerin zamanından kalma” harabe halindeki bir kaleye yerleşti ve ora yı onardı. Ona katılmak üzere, “ Rum elinden Simavna Kadısı-Oğlı nice cem ’ oldı” . Mısır sultanının emri üzerine onları oradan çıkarmak için H a lep’ten bir ordu gönderildi: “ Ciineydün yetmiş kadar adamın helâk etdiler. Yigirmi beşi Simavna Kadısı-Oğlı adamlarından idi” .34 Son olarak belirtilmesi gereken, Bedreddin’in üç büyük Osmanlı tari katının kesişme noktasında yer aldığıdır. Mevlevîlerle olan ilişkilerini, onun soyundan gelenlerin Göynük kentini kendilerine merkez yapmış Bayram î/M elam îler ile kurdukları kanıtlanmış bağları ve Akşem seddin’in kişiliğini daha önce gördük. Görünüşe göre Bayramîlerin bir bölüm ü, Bedreddinîlerin konumuna çok yakın olan Osmanlı karşıtı bir geleneği ve riyâzâta dayalı, İsevî nitelikli bir ideolojik yapıyı korumuştur: Gerek K anu ni Sultan Süleyman’ın hükümdarlık dönem inde idam edilen İsmail Maşûkî kişiliği, gerekse daha sonra Şeyh H am za Bosnevî’den kaynaklanan ha reket, bu akımın iyi birer örneğidir.35 Bedreddin ile Bektaşîler arasındaki ilişkilere gelince, her iki harekette görülen birçok benzerlik nedeniyle aralarında bir akrabalık olduğu varsayılabilir, ancak araştırmaların bugünkü durum unda bu bağı olgularla ke sin olarak kanıtlamaya olanak yoktur. Bedreddinîlerin bir bölüm ünün, ideolojik yakınlıkların ve merkezi iktidara karşı ortak bir muhalefetin çeki ciliğine kapılarak, kurulma sürecinde olan tarikata katıldığı varsayılmakta dır. Bu muhalefet 16. yüzyılda bir dizi Osmanlı karşıtı büyük ayaklanma ya yol açtı: Bunlardan biri doğrudan Bektaş’ın soyundan gelen bir kişi ta rafından yönetildi. Tarikatı örgütleyen Balım Sultan aslen, Bedreddin’in görüşlerini vazettiği merkezlerden bir olan Meriç vadisindendi. Simavnalı şeyh gibi o da karma bir İslam-Hıristiyan çevresinde yetişmişti ve tari34 Aşıkpaşazade, s. 250. 35 Osmanlı karşıtı Bayramîler, Yerasimos-Fondation, s. 60. İsmail Maşûkî hakkında, Ev liya Çelebi, c. I, s. 316; Bayramoğlu, c. I, s. 78; M.H. Bayrı, İstanbul Folkloru, s. 155156; İnalcık-Offoman Empire, s. 192; Ocak, O .A. 10 (1990), s. 49-58. 1561'de idam edilen Hamza Bosnevî, Bayramoğlu, s. 78; İnalcık, age., s. 192.
katin Rum eli’deki merkezi olan tekke onun dogdugu bolgede, Seyyid Gazi’de kuruldu. Daha once de degindigimiz gibi, Seyyid Gazi Bedreddin’in babasimn silah arkadaji ve akrabasi Haci tlbeyi ile aym kiji olabilir. Bedreddini ve Bektaji gevreler birgok noktada 6rtii§mektedir: Hurufiler ile ayni siki ili$kiler; Hallac kaynakh, Enel-hak kavramma ve dar-i M ansur’a odaklanmis dii$iince akimlanna aym baglilik; takiyyeye ve birkag tem el hadis-i kudsi’ye (“nefsini bilen Rabbini de bilir”; “Ben gizli bir defineydim ” ) dayanan aym sufi silsile. H er iki toplulukta da Celaleddin Rum i, ib n Arabi, Siihreverdi biiyiik saygi goriir; §iirlerde hem Yunus Em re gizgisindeki ajiklann etkisi, hem de belirli olgiide iran etkisi hissedilir (Anadolu’daki ge§itli Kizilba§ temalari). Aym heterodoks uygulamalar (§arap igme, erkekli kadinli meclisler), Hiristiyanlarla aym ayncalikli ili§kiler, aym bagda§tirmaci alijkanliklar, Sari Salnk ve Borkliice’nin su iizerinde yiirtimesi gibi aym isevi kerametler goriiliir.36
118
36
16 . yuzyil ba?inda O sm anli k a rjiti isyan la r, H ist. Em p. O ft., M antran (ed.), s. 149; a y rica kar§. O cak, O .A . 3 (1982), s. 73-74. Balim Sultan hakkinda, Birge, s. 56 , Seyyid G azi tekkesi, Beldiceanu-Recherches, s. 21 0, dipnot 59. Seyyid G azi'n in H aci ilbeyi olm a ihtim ali, a ge., s. 58. BektajTler ve HurufTler, Birge, s. 149 ve dev. BektajTler, Ene'l-H ak ve dar-i M ansur tem asi uzerine, M assignon, O .M ., c. II, s. 93-139. Bekta$Tlerde takiyye, Hadis-i Kudsiler ("men arafa nefsehu fakat arafa rabbahu" ve "kuntu kenz"), Birge, s. 14, 109, 150. RumT'ye, Ibn ArabT'ye, SuhreverdT'ye yonelik Bekta§T y a k a rila ri, age., s. 198. BektajTlerin kendilerinden saydigi Y u n u s Emre, a ge., s. 5355; N iyazi MisrT'nin yorumu, a ge., s. 107-109; Bedreddin tarafindan AhlatT'nin ba$ucunda Y u n u s Emre'den dizeler okunuju, mnk, s. 82. K iz ilb a jla r ve BektajTler, Birge, s. 64, dipnot 4. Kadin-erkek kari$ik m eclisler, a g e., s. 85, 138, 161, 175-201, vb. H i ristiyan la rla ilijk ile r, H asluck-C hristianity, Q ej.yer.; bagda§tirm acilik, age. ve O cak, "X III- X V . Y u zy illa rd a A nadolu'da Tu rk-H iristiyan DinT Etkile$im leri ve A y a Yorgi (Saint Georges) K u ltii", Belleten 155 (1991), s. 661-673. isevT kerametler hakkinda, bkz. yukarida bol. II, dipnot 93.
So N u g
BEDREDDiN VE OYNADIGI ROL “Bedreddin Rum iilkesinin H allac-i M ansur’udur” (§eyh Hiiseyin Ahlati).
Bedreddin’in hayatina, yapitlarina ve etkisine deggin bu analizin sonuna geldik; bu kijiligin simrlanni saptamanin kolay olmadigi goriiluyor. Onun hakkinda kendi yapitlanndan dogrudan alinm ij kesin bilgilerden ya da politika ve din alaninda ki§isel olarak aldigi tavirlardan yola gkilarak degil, menakibnamesinin yazan tarafindan aktanlan hayat hikayesinden kesitleri birlejtirerek ya da sufi miirjidlerini, aile baglanni, gergek ya da varsayimlara dayali muridlerinin cografi alanlanni ve hareketlerini inceleyerek, dolayli bilgilere ulajiliyor. Ibn Arabi onun iistadi olduguna gore, Bedreddin’in dujiincelerinin Endiiliislii sufininkilerle aym oldugu varsayiliyor. En ate§li miiridlerinden §u ya da bu §ahsin Hiristiyanlara karji agik<;a dinleriistii bir tutum benimsemesine, ya da sosyal d iijiince ve toprak miilkiyeti alaninda devrimci tavirlar almasina bakilarak, Simavnali §eyhin dinleriistii ve kolektivist bir anlayija sahip oldugu kesin sayiliyor. Birgok heterodoks tarikatin ondan kaynaklanan hareketle benzerlikler gostermesine ve 17. yiizyilda Niyazi Misri gibi pek ortodoks sayilamayacak mutasawiflann onu sahiplenmesine bakilarak, Bedreddin onlarla bir tutuluyor. Aslinda Bedreddin’in siyasi tavn bile kesinlikle saptanmij degildir; 1 4 1 6 isyam ona mal edilse de, onun bu isyanin itaat edilen §efi ve etkin elebaji oldugu, kujkusuz Osmanli yanlisi kaynaklar tarafindan ileri siiriilen, ancak ba§ta torunu olmak iizere yakinlan tarafindan siirekli olarak reddedilen bir varsayimdan oteye gegmemektedir. Bu gekinceler Bedreddin’in roliinii kiigiiltmeye degil, politik konumu gibi dinsel etkisiyle ilgili bilangonun da egretiligini korudugunu gostermeye yoneliktir. Bu alanda, kesin olduklari samlan bilgiler saglam degildir
120
ve saglam bilgilere ulajmak igin, biiyiik olgiide Bedreddin’in yapitlarimn, tefsircilerinin gali§malarimn ve Arap, iran ve Tiirk kaynaklarindaki belgelerin sistemli olarak taranmasi gerekmektedir. Yine de, ister silahli isyana sadece adim vermi§, ister bu hareketin gergekten orgiitleyicisi olm u j olsun; ister ortodoks Islam’in bir alimi ve zararsiz bir sufi, ister yola gelmez bir sapkin ve ciiretkar bir dinleriistii bagdajtirmaci olsun; Simavnali Bedreddin’in belli d iijiince hareketlerinin ve sosyopolitik gerginliklerin kesijme noktasinda yer aldigi agiktir. Bu hareketler, gelijmesinin ozellikle sorunlu bir doneminde Osmanli imparatorlugu’nun varligim tehdit etmekle kalmamij, yiizyillar boyunca Osmanli simrlannin iginde kayna§ma halinde kalacak “merkezkag” nitelikli geni§ “sosyo-mistik” gruplarla padijahlarin devleti arasindaki ilijkilere egemen olacak gati§ma verilerini de yerlejtirm ijtir. Trakya’da dogmu§, Makedonya’da o lm iij, bazi gruplann hala onun adim sahiplendigi Bulgaristan’in Tuna kesiminde etkinlik gostermi§ ve muridlerinin bir kismini buradan toplami? bu sufinin §ahsiyetinin giiglii izi esas olarak Balkan Islam’inda hissedilmi§ olmalidir. Ancak §eyh Bedred din ozellikle Tiirkiye’de, biiyiik §air Nazim H ikm et’in yazdigi destandan ve Turk ve Alman bilim adamlannin yaptiklari ara^tirmalardan sonra ja§irtici bir jekilde yeniden iinlenmijtir. Tiirk-O sm anli islam ’indan ya da gagda§ politik ideolojiden kaynaklanan nedenlerle, Simavnali §eyh Bedreddin birgok Tiirk igin biiyiik bir dava ugruna jch it olmu§ insamn en yetkin orneklerinden birini temsil ediyor. O bu nedenle, nesnel Tarih’in oldugu gibi jiirsel efsanenin de nazarinda bir bakima, 15. yiizyilda muridlerinin dedikleri gibi, “ Diyar-i Rum ’un pertevi” ve “Tiirklerin Hallac-i M ansur’u”dur.
KRONOLOJi 1204 1 2 0 5 -1 2 1 1
Bizans’in IV . Hagli seferine katilan Franklar tarafindan fethi
1 2 0 5 -1 2 1 1 1 2 0 7 -1 2 7 4 1 2 0 3 -1 2 7 2
Ibn A rabi’nin A nadolu’da kaldigi siire
I. Keyhiisrev, Konya Sel^uklu Sultani Celaleddin R u m i’nin hayati Sadreddin K onevi’nin hayati
1211-1220
I. Izzeddin Keykavus’un hiikiimdarlik donemi
1 2 2 0 -1 2 3 7
I. Alaeddin Keykubat
1 2 3 7 -1 2 4 6
II. Keyhiisrev
1240
Babailerin Selguklulara karji ayaldanmasi M ogollarin K osedag’da Selguklulara karji kazandigi zafer
1243 1 2 4 8 -1 2 7 0
H aci B ek taj A nadolu’da (yalda$ik tarihler)
1 2 4 6 -1 2 6 1
II. izzeddin Keykavus’un hiikumdarlik donem i
1258
B agd at’in M ogollar tarafindan fethi K onstantinopolis’in Bizanslilar tarafindan geri alinmasi
1261 1 2 6 1 -1 2 8 2
Bizans’ta V I II . M ihail Paleologos’un hiikumdarlik donemi
1261
Turkm en Karamanli hanedaninin bajlangi^ donem i
1 2 8 2 -1 3 2 8
II. A ndronikos Paleologos
1 2 9 8 -1 3 0 2 : Menakibname’ye gore Bedreddin’in ailesiyle akrabaligi bulunan Selfuklu sultani III. Alaeddin Keykubat’in hiikiimdarlik donemi 1 2 9 0 -1 3 2 4
O sm an’in hiikumdarlik donem i
1 3 2 4 -1 3 6 2
O rh an ’in hiikiimdarlik donemi
1326 1 331
O sm anlilann Bursa’yi fethi N ik ea/iznik’in aliniji
1 3 3 2 d o l. -1 3 5 2 1 3 4 7 -1 3 5 4
D avud-i Kayseri iz n ik ’te ders veriyor B izans’ta V I. ioannes Kantakuzenos’un hiikiim darlik donemi
1 3 2 0 ’ye dogru Hiiseyin Ahlati’nin dogum u.
1 3 5 0 -1 3 6 0 ’a dogru Ahlati ve Nimetullah Kirmani Misir’da Seyyid Muhammed Aftabi’nin gozetiminde birlikte ogrenim goriirler 1 3 5 4 -1 3 9 1
V . ioannes Palelologos’un hiikiimdarhgi
1354
G elibolu’nun Tiirkler tarafindan alin iji; Trakya fethinin bajlangii; donemi
1357
Malkara ve Ipsala’nin alini§i O rhan’in oglu Siileym an’in oliim ii (Trakya’da, Bolayir’da
1 3 5 9 -1 3 6 1
gdmtiliidiir) D im etoka’nin Haci Ilbeyi tarafindan aliniji
1354
1 3 5 8 - 5 9 / H .7 6 0 : Simavna’da, Gazi israil ve Hiristiyan bamnin kizrnin evliliginden Bedreddin’in dogu$u 1 3 6 2 -1 3 8 9 1 3 6 1 -1 3 6 9
I. M urad’in hiikiimdarlik donem i Edirne/A drianopolis’in Tiirkler tarafindan fethi
1 3 7 8 - 7 9 ’a kadar Bedreddin Edirne’de ailesiyle birlikte yajamiytir. 1 3 8 0 ’e dogru: Bedreddin Bursa’da egitim goriir. 1 3 8 1 ’e dogru: Bedreddin bir yilligma Konya’dadir. 1 3 8 1 ile 1 3 8 3 arasmda Bedreddin Kudus uzerinden Kahire’ye dogru yolculuga gk ar. 1382
Qerkez Berkuk Misir sultam olur
Aralik 1 3 8 3 (jevval 7 8 5 ): Bedreddin Kahire’ye vanr. 1 3 8 4 : Bedreddin Mekke’de ve Medine’de, sonra M isir’a doniij. 1 3 8 6 -1 4 1 8 1389
Eflak voyvodasi Biiyiik M ircea’nin hiikiimdarlik donemi O sm anlilann Sirplara karji kazandigi Kosova zaferi
1 3 8 9 -1 4 0 2 1 3 9 1 -1 4 2 5
Yildirim Bayezid’in hiikiimdarlik donem i Bizans’ta II. M anuel Paleologos’un hiikiim darlik donemi
1 3 9 2 -1 4 3 9
Kastamonu ve Sinop Beyi Isfendiyar’in iktidarda kaldigi
1 3 9 1 : Bedreddin’in oglu ism ail’in dogumu. donem
1 3 9 5 ’e dogru: Bedreddin Berkuk’un oglu Ferec’in hocasi. Hiiseyin Ahlati ile kar$ila$ma. 1394 1396 1397 1423 Haziran 1 3 9 9 1400 Ekim 1 4 0 0
H urufiligin kurucusu Fazlullah’in N ahcivan’da idann Osm anlilann Hiristiyan koalisyonuna kar.51 kazandigi N ikopolis/N igbolu zaferi Turkm en Karaman beyi Alaeddin’in hiikiimdarlik donemi Berkuk’un oliim ii ve Ferec’in iktidara geli§i Hurufi Ali el-A ’la Anadolu’ya vaaz vermeye gelir (K irjehir, T rabzon bolgesi; yazilan Rum eli’de yayilir) Antakyali H urufi Bistam i, T im u r’un H alep’i yagmalamasinda bulunur
Aralik 1 4 0 0 -§ u b a t 1 4 0 1 : Kadi israil’in hizmetkan $ahne Musa T im ur’a karji §am savunmasma katilir. Tem m uz 1 4 0 2
I. Bayezid Ankara sava§inda Tim ur tarafindan yenilgiye ugratilir
Aralik 1 4 0 2 O cak 1 4 0 3
Tim ur Izm ir’de ve E fes’te
1 4 0 3 M art sonu T im u r’un torunu M uham m ed Sultan’in Karahisar’da oliim ii Nisan 1 4 0 3
Sisam ’da T im u r’dan kai;an Ayasluglu ve Balatli Tiirkler bulundugu saptamr
(Borkliice Mustafa’nin Sisam’da kaliji?) Nisan 1 4 0 3 ’e dogru Bedreddin Tebriz ve Sviltaniye’de, M uhammed Sultan’m naajim tajiyan kafileyi izler. Mayis 1 4 0 3
1 4 0 4 -1 4 0 5
T im u r Erzurum ’da
1 4 0 3 sonu: Bedreddin T im ur’un Karabag’daki karargahinda. 1 4 0 4 -1 4 0 5 : Misir’a donii$, Ahlati’nin oliimii ve Bedreddin’in Halep iizerinden, Anadolu, Sakiz, Trakya yoluyla E d im e’ye doniijii. Hurufi $air N esim i’nin H alep’te idami (Menakibname’ye gore, (s. 8 5 ) Bedreddin Halep’te Nesimi’nin idam fetvasim veren kijiyle kar$ila$ir). Bununla birlikte biri;ok yazar N esim i’nin oliim tarihini 14 1 7 -1 8 olarak belirler.
Eylul 1405
Sultan F erec’in tahttan indirilmesi
1 4 0 3 -1 4 0 7
Izm iroglu Ciineyd Aydin beyliginin bir kisminin efendisidir
1 4 0 5 -1 4 1 1 : Bedreddin Edirne’de. 1 4 0 5 - 1 4 0 6 ’ya dogru: Ismail’in oglu ve Bedreddin’in torunu Hafiz Halil’in dogum u. Annesi H arm ana’nm ailesi Hn-istiyandir. 1 4 1 0 : Bedreddin’in oglu Ismail ile Borkliice Mustafa’nin Menderes iizerindeki N izar’da karjilajmasi. Ismail orada oliir. 1 4 0 7 -1 4 1 1
izm iroglu Ciineyd, Edirne’nin dogusunda Achridos/ O hri sancakbeyi
1 4 1 1 -1 4 1 3
M usa Q elebi’nin Osmanli Rum elisi’nde hiikiimdarlik donemi
1 4 1 1 -1 4 1 3 : Bedreddin M usa’nin kazaskeri; Borkliice Bedreddin’in kethiidasi. 1 4 1 3 -1 4 2 1
I. M ehm ed ’in (Q elebi) hiikiimdarlik donem i
1 4 1 3 -1 4 1 4 : Bedreddin iznik’te siirgiinde. Borkliice’nin Aydmeli’nde propagandasi. 1415
izm ir’in I. M ehmed tarafindan fethi; Ciineyd’i Nigbolu sancakbeyligine gonderir
Nisan 1 4 1 5
Bayezid’in oglu oldugunu iddia eden D iizm ece Mustafa Sin op ’ta
Tem m uz 1 4 1 5
D iizm ece Mustafa E flak’ta
Eylul 1415
G irit’te sosyal kanjiklik
1 4 1 6 yili iginde Borkliice ve Torlak Kemal’in Karaburun ve Manisa’da isyam ve yenilgisi.
123
Temmuz 1 4 1 6 : Bedreddin Sinop’ta Isfendiyar’in yamnda. 1 4 1 6 sonbahari: Bedreddin Eflak’ta ve Bulgaristan’da. Tutuklam r ve Makedonya’da, Serez’de I. Mehmed’in kar§isina ^ikarilir. Ekim 1 4 1 6
Duzm ece Mustafa ve Cuneyd Bulgaristan’da ve M akedonya’da
Kasim-Arahk 1 4 1 6 D uzm ece ve Cuneyd I. M ehm ed tarafindan Selanik’te kujatihr.
18 Aralik 1 4 1 6 (H . 8 1 9 jew al ayimn 2 7 ’si, Cuma giinii) Bedreddin’in Serez’de idami. 1419 1 4 2 1 -1 4 5 1
H urufi §eyhi Ali el-A ’la’nm oliimii II. M urad’in hiikiimdarhk donemi
1 4 2 1 -1 4 5 1
Safevi $eyhi C iineyd’in Konya’da Sadreddiniler ve
1422
Antakya yakininda Amanos daginda Bedreddinilerle temaslan II. M urad D uzm ece M ustafa’yi yener ve idam ettirir.
1422
Karaburun Tiirklerinin yardinnyla Ctineyd’in Aydineli’ni yeniden fethi
1 4 2 2 -2 3 : Bedreddin’in torunu Hafiz Halil E d im e’de Eski Cami’nin imami olur.
124
1425
Ipsili (Ipsala) kalesinde ku$atilan Cuneyd Osmanlilar tarafindan idam edilir
1444 1444
II. M urad’in V arna’da Haglilar’a karji zaferi §ehzade M ehm ed ’in (Fatih) dostu olan bir Hurufinin E dirne’de idami
1 4 4 8 : Hafiz Halil iki amcasiyla birlikte Goyniik’te Akjemseddin’in yanmda. Ekim 1 4 4 8 : Hafiz Halil II. M urad’in Janos Hunyadi’nin M acarlarma karji fiktigi sefere katilir, sonra Bedreddin’in eski taraftarlariyla bulu$tugu Plovdiv (Filibe) ve Zagra’ya gider. 1 4 4 8 -1 4 5 3 : Hafiz Halil Edirne’de. 1 4 5 1 -1 4 8 1
Fatih Sultan M ehm ed ’in hiikiimdarhk donem i
1 4 5 3 : Hafiz Halil Istanbul’un fethine katilir. 1454
^Bistami’nin Antakya’da oliim ii
1 4 5 4 : Hafiz Halil Serez’de Bedreddin’in tiirbesinde bekfilik eder. 1 4 5 5 : Hafiz Halil Dimetoka iizerinden ge 9erek Simavna’da ailesinin yanma gider. 1 4 5 5 ve 1 4 6 0 arasi: Bedreddin Menakibnamesi’nin olasi yazihj tarihi. 1 4 8 1 -1 5 1 2
II. Bayezid’in hiikiimdarhk donemi
Tem m uz 1 4 9 2
Bir Torlak Arnavutluk’ta II. Bayezid’i oldiirm e girijim inde bulunur
1 4 9 1 : V aridat’m tefsircisi Simavli Molla Hali’nin oliimii
1511 1512 1520
§ahkulu ayaklanmasi I. Selim ’in hiikiimdarlik donem i
1 5 1 6 : Bedreddin’in tefsircisi iskilipli Muhyiddin M uhammed’in oliimii. 1520 1566
Kanuni Sultan Siileym an’in hiikiimdarlik donem i
1520
§ahveli ayaklanmasi
1526
M olla Kabiz’in idann H aci B e k ta j’m soyundan oldugunu iddia eden
1526 2 7
Kalenderoglu’nun ayaklanmasi 1528 29 1540
M elami Ismail M aju k i’nin idami Seyyid Ibrahim ’in idami
1561
§eyh H am za Bosnevi’nin idami
1 5 7 1 : Varnali ve Ankhialos’lu Bedreddinilere karji onlemler. 1571
Bulgaristan’da Hurufi kiyimi
1 6 1 7 /1 8 - 1 6 9 4 : Bedreddin’in ve ibn Arabi’nin hayrani, m utasaw if jair Niyazi Misri’nin hayati.
125
Kj
Bedreddin’in Tolculuklart ve Taraftarlanmn Goriildiijju Terler.
15. Tiizyil Bastnda Ay dm Beylijji.
N Kj
15. Yiizyil Basin da Rumeli.
K <5)
Bedreddin ve Maritza-Merip-Evros Vadisi.
KAYNAKLAR Dipnotlarda kullamlan kisaltmalar, apagidaki ilgili yapitlardan ve dergilerden on ce italik harflerle verilmi/tir.
I-
ANSiKLOPEDiLER, KA YN A KQ A LA R, KRONOLOJlK Y A P IT LA R , KATALOGLAR, H A R iTA LA R , REHBERLER, EL KlTAPLARI
Bursali, M . T . Osmanh Miiellifleri, 3 c ., Istanbul, H . 1 3 3 3 . C u inet, V . La Turquie d ’Asie, Geo^raphie administrative, statistique, descriptive et raisonnee de chaque province de I’Asie Mineure, 4 c ., Paris, 1 8 9 0 . Danifmend-Kronoloji: D an ijm en d , I. H . Izahli Osmanh Tarihi Kronolojisi, I, Is tanbul, 1 9 7 1 .
EI: Encyclopedic de I’Lslam, 1. bas., Paris-Leiden, 1 9 1 3 -1 9 3 8 ve 2 . bas., Leiden, 1 9 6 0 ve sonrasi.
Encyclopaedia Iranica, L ondra-Boston-M elbourne, 1 9 8 5 ve sonrasi. EJ: Encyclopaedia Judaica, Kudus. Islam Ansiklopedisi, Istanbul, 1 9 4 0 ve sonrasi. Janin-Geographie: Janin, R. La geographic ecclesiastique de I’empire byzantin, le partie, le siege de Constantinople et le patriarcat ocumenique, c. I l l , Les eglises et les monasteres, Paris, 1 9 5 3 .
Janin-Grands Centres'. Janin, R. Les eglises et les monasteres des gra n d s centres byzantins, Paris, 1 9 7 5 . JE: Jewish Encyclopaedia, New York-Londra. Joanne, A. ve E . Isam bert, Itineraire dcscriptif historique et archeologique de I’Orient, Paris, 1 8 6 1 . Ka§garli M ahm ud. Divanii Lugat-it-Tiirk, B. Atalay (e d .), 4 c., Ankara, 1 9 8 6 . Katip Qelebi [H aci Kalfa (M ustafa bin Abdullah)]. Lexicon bibliographicum et encyclopaedicum, G . Fluegel (e d .), 7 c. Kazhdan, E . The Oxford Dictionary of Byzantium, O xford, 1 9 9 1 . Kiepert, H . Specialkarte vom westlichen Kleinasien, Berlin, 1 8 9 0 . Litourgicon, N . Edelby (e d .), Beyrut, 1 9 6 0 . M ecdi. Terciime-i §akd’ik-i N u ’mdniyye, Istanbul, H . 1 2 6 9 . Milh Kiitiiphane Tazmalar Katalogu, Ankara, 1 9 8 7 ve sonrasi.
O nder, M . Mevlana Bibliyografyasi, 2 c ., Ankara, 1 9 7 4 . Pitcher, D . E . A n Historical Geography of the Ottoman Empire, Leiden, 1 9 7 2 . Ramsay, W. M . The Historical Geography o f Asia Minor, Royal Geographical Soci
ety’s Suppl. Papers, c. IV , L ondra, 1 8 9 0 . Synaxaire: Synaxaire, Vies des Saints de I’Eglise Orthodoxe, Macaire de Sim onosPetras (gev.), Selanik, 1 9 8 7 .
Synaxaire metrique: D. Guillaume, Synaxaire metrique et des Menees, Rom a, 1 9 9 1 . Tapkciprizade-Furat. Ta§kdprizade isamuddin E b u T H a y r Ahmed Efendi, ef-Sa kd’iku’n -N u’mdniyye f i Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye, A. S. Furat (ed .), Is tanbul, 1 9 8 5 .
Tafkoprizade-Rescher. Es-§aqa’iq En-No’manijje, O. Rescher (ed. ve Aim. gev.), Istanbul-Stuttgart, 1 9 2 7 -1 9 3 4 . Tat^i, M . Yunus Emre Bibliyografyasi, Ankara, 1 9 8 8 . Texier, C . Description de I’Asie Mineure faite par ordre dugouvernement franpais, 3 c ., Paris, 1 8 3 9 -1 8 4 9 .
Traite d ’Etudes Byzantines, P. Lem erle (ed .): c. I, V . Grum el, La chronologie, Pa ris, 1 9 5 8 .
Vie des Saints et Bienheureux, R R P P Benedictins, Paris, 1 9 4 9 . Visquenel, A. Voyage dans la Turquie d ’Europe, 2 c ., Paris, 1 8 6 8 . Yahia, O . Histoire et Classification de I’oeuvre d ’Ibn Arabi, 2 c ., §am , 1 9 6 4 . Zam baur, E . Manuel degenealogie et de chronologie pour I’histoire de I’lslam, Bad Pyrm ont, 1 9 5 5 .
II- KA YN AKLAR: DiZiLER, DERLEMELER Actes de VAthos. Dionysiou (N . Oikonom idis); Esphigmenou (J. L efort); Kastamonitou (N . O ikonom idis); Kutlumus (P. Lem erle); Lavra I-IV (Lem erle ve dig.). Actes du patriarcat-Darrouzes. J. Darrouzes, Les Regestes des Actes du Patriarcat de Constantinople, c. I, Les Actes des Patriarches, fas. V , V I ve V II, Paris, 1977, 1979, 1991.
Arif-Hadith : M ehm ed Arif, 1001 Hadith, Kahire, H . 1 3 2 5 ; ve A. Kahraman (e d .), 2 c., istanbu l, tarihsiz. Atsiz: Osmanli Tarihleri. Osmanli Tarihinin A na Kaynaklari: 1- Dastan ve T evarih-i Al-i Osm an (A hm edi); 2- B ch gctii’t-Tevarih (§iikrullah); 3- Tevarih-i Al-i O sm an (A§ikpa§aoglu A$iki); 4 - Osmanli Sultanlan Tarihi (Karamanli N i§anci M ehm ed Pa§a); 5- Cam -i Cem-Ayin (Bayatli M ahm ud O glu H asan), C. N. Atsiz (e d .), istanbu l, 1 9 4 9 .
Atsiz-Takvimler. Osmanli Tarihinc A it Takvimler, istanbu l, 1 9 6 1 . Beldiceanu-Actes: N . Beldiceanu, Les Actes des Premiers Sultans conserves dans les manuscrits turcs de la Bibliotheque Nationale a Paris, I , A ctes de M ehm ed II et de Bayezid II du M s. Fonds T u rc A ncien 3 9 , Paris-La H aye, 1 9 6 0 .
Beldiceanu-Recherches. I. Beldiceanu-Steinherr, “ Recherches sur les Actes des regnes des sultans O sm an, Orkhan et M urad I ” , Acta Historica, V II, M iinih, 1 96 7 .
Bonn: Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, B o n n , 1 8 2 8 -1 8 9 7 . CFHB: Corpus Fontium Flistoriae Byzantinae, Berlin-Rom a-W ashington-Viyana, 1 9 6 7 ve sonrasi. D olger, F. Regesten der Kaiserurkunden des ostromischen Reiches, M unih-Berlin, 1 9 2 4 ve sonrasi.
Gelchich ve Thalloczy: J. G elchich ve L. Thalloczy, Diplomatarium relationum reipublicae ragusanae cum regno Hungariae, B ud apejte, 1 8 9 7 . G iese, F. Die altosmanichen anonymen Chroniken, Breslau, 1 9 2 2 . Gioffre, D. “Atti R og ati in C hio nella seconda meta del X IV secolo” , Bulletin de I’Institut Historique Beige de Rome, 3 4 (1 9 6 2 ). Gouillard, J . Petite philocalie de la priere du coeur, Paris, 1 9 6 8 . Gdkbilgin: M . T . G okbilgin, XV.-XVI. Asirlarda Edirne Pa/a Livasi, vakiflarmiilkler-mukataalar, Istanbul, 1 9 5 2 . H uart, C. “T extes persans relatifs a la secte des H ouroufis” , E .J. W. Gibb Memo rial Series, IX , Leiden Londra, 1 9 0 9 . IF AO. “Voyages en Egyp te” dizisi, Institut Frangais d ’A rcheologie Orientale du Caire.
Innlcik-Suret. H . inalcik, (e d .), Suret-i defter-i sancak-i Arnavid, Ankara, 1 9 5 4 . inalak-Tetkikler. H . Inalcik, Fatih Devri Uzerine Tetkikler ve Vesikalar, I, Anka ra, 1 9 5 4 .
lorija, Notes et extraits, ROL. N . lorga, “N otes et extraits pour servir a PH istoire des croisades au X V e siecle” , Revue de I’Orient Latin, 2 , 3 , 4 , 1 8 9 6 . Krekric: B . Krekric, Dubrovnik (Raguse) et le Levant au Moyen-Age, Paris, 1 9 6 1 . PG : J. P. M igne, Patrologiae cursus completus, seriesgraeca, Paris, 1 8 5 7 ve sonrasi. R H C : Recueil des historiens des croisades, 16 c ., Paris, 1 8 4 1 -1 9 0 6 : Docum ents armeniens, 2 c. ( 1 8 6 9 ve 1 9 0 6 ); H istoriens grecs, 2 c. (1 8 7 5 ve 1 8 8 1 ); H isto riens occidentaux, 5 c. ( 1 8 4 4 - 9 5 ) ; H istoriens orientaux, 5 c. (1 8 7 2 - 1 9 0 6 ) ; Lois, 2 c. (1 8 4 1 ve 1 8 4 3 ).
SC: Sources Chretiennes, Paris. Thiriet-Assemblies'. F . T h iriet, Deliberations des Assemblies venitiennes concernant la Romanie, 1 (1 1 6 0 - 1 3 6 3 ) , 2 ( 1 3 6 4 - 1 4 6 3 ) , Paris, 1 9 6 6 , 1 9 7 1 . Thiriet-Senatr. F. T h iriet, Regestes des deliberations du Senat de Venise concernant la Romanie, 1 (1 3 2 9 - 1 3 9 9 ) , 2 ( 1 4 0 0 - 1 4 3 0 ), Paris, 1 9 5 8 , 1 9 5 9 .
Ill- KAYN AKLAR: YA ZA R LA R VE iLGiLi KISALTM ALAR Abd al-Karim al-Jill. De I’Homme Universel, Burckhardt (fe v .), Paris, 1 9 8 6 . Abdiirrezzak Kirmani. kar§. Aubin, Kaynaklar IV. Ahmed Eflaki. Ariflerin Menkibeleri, T . Yazici (gev.), 2 c ., 2. baski, Istanbul, 196 4 . Ahmed Eflaki. Les Saints des Derviches tourneurs (M enahbu’l-Arifin), Cl. H uart (gev.), 2 c., Paris, 1 9 1 8 -1 9 2 2 . Ahmedl. kar§. Atsiz, Kaynaklar II.
133
Ahmedi-Unver: Ahmedi. Iskendername, incelem e-tipkibasim , i. U nver (ed .), An
134
kara, 198 3 . A§ikpa§azade. karj. Atsiz, Kaynaklar II. Attar. Le Livre Divin (Elahi-Nameh), F. Rouhani (?ev .), Paris, 1 9 6 1 . Attar. Le Memorial des Saints, A. Pavet de Courteille (?ev .), Paris, 1 9 7 6 . Bedreddin. ayr. kar$. Kissling, Kaynaklar IV. Bedreddin. CAmi’u ’l-fusuleyn, 2 c., Kahire, H . 1 3 0 0 . Bedreddin-Dindar: B . D indar, $ayh Badr al-Din Mahmud etses WAridat, tez, Pa ris IV Universitesi, Paris, 1 9 7 5 . Bedreddin-WAridat. B . D indar, §ayh Badr al-Din Mahmud etses WAridAt, Anka ra, 199 0 . Bedreddin-Tener. §eyh Bedreddin, Variddt, C . Yener (e d .), Istanbul, 1 9 7 0 . Belig Ismail. Giildeste-i Riydz-i Irfan, Bursa, H . 1 3 0 2 . Boschini, M arco. L ’Arcipelago con tutte le Isole, scogli secche e bassifondi, Frances co Nicolini (ed .), V enedik, 1 6 5 8 . Brocquiere, Bertrandon de la. Le voyage d ’outre-mer, Ch. Schefer (e d .), Paris, 1982. Buondelm onti, C. Description des lies de I’Archipel, E . Legrand (e d .), Paris, 1 8 9 7 . B usbecq, O gier Ghiselin de. The Turkish Letters, E . Seym our Forster (ed .), O x ford, 196 8 . Clavijo. Historia del g ra n Tamerlan, Sevilla, 1 5 8 2 . Clavijo. Embassy to Tamerlane, 1403-1406, G. Le Strange (?ev .), Londra, 1 9 2 8 . Cronica dei Tocco di Cefalonia di Anonimo, Schiro (e d .), CFHB, Rom a, 1 9 7 5 . DAnipmendname, bkz. Kaynaklar IV , Melikoff-Ddni^mend. DestAn d ’ Umur Pacha, bkz. Kaynaklar IV , Melikoff-Destan. D uda, H . Die Seltschukengeschichte des Ibn Bibi, Kopenhag, 1 9 5 9 . Dukas. Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, H . } Magoulias (fe v .), D etro it, 1 9 7 5 . Dukas-Bonn: bkz. Kaynaklar II: Bonn. E b u ’l-Hayr-i Rumi. SaltuknAme, S. H . Akalin (ed .), Ankara, 1 9 8 8 . E bu Said. bkz. M onawwar, Kaynaklar IV. Elvan Qelebi. MenAkibu’l-Kudsiyye f i MenAsibi’l-Unsiyye, E .i. Eriinsal ve A. Y. O cak (ed .), Istanbul, 1 9 8 4 . Enveri. kar$. MelikoJf-DestAn, Kaynaklar IV. Evliya (Jelebi. Narrative o f Travels in Europe, Asia and Africa in the seventeenth century, J. von H am m er (^ev.), Londra, 1 8 3 4 . Evliya Qelebi. Evliya fylebi Seyahatnamesi, 6 c., Istanbul, 1 9 8 2 ve sonrasi. Evliya Qelebi. Evliya fylebi Seyahatnamesi, Parmaksizoglu (e d .), Ankara, 1 9 8 3 ve sonrasi. Gregoras. Histoire Romaine, kar§. Kaynaklar II: Bonn ve PG. H afiz Halil, ayr. kar§. Kissling, Kaynaklar IV . H afiz Halil. §eyh Bedreddin MenAkibi, Muallim Cevdet Tasnifi, K. 1 5 7 , f. 1 -7 0 , A tatiirk Kiitiiphanesi, Istanbul. Hafiz Halil-Die Vita: H alil b. Ismail b. §eyh Bedreddin M ahm ud, Die Vita (me-
naqibname) des Schejch Bedr ed-din Mahmud, Ibn Qiidi Samauna, F. Babin ger (ed .), Leipzig, 1 9 4 3 . Hafiz Halil-mnk: Halil bin Ismail bin §eyh Bedruddin M ahmud, Simavna K adi-
sioglu Seyh Bedreddin Menakibi, A. Golpinarli ve 1. Sungurbey (ed .), Istanbul, 19 6 7 . H oca Sadeddin. bkz. Sadeddin Efendi.
Ibn Arabi-Alchimie: Mohyiddin Ibn Arabi, L ’alehimie du bonheur parfait, S. Ruspoli (gev.), Paris, 1 9 8 1 .
Ibn Arabt-The Bezels. Ibn al-Arabi, The Bezels of Wisdom, R. W. J. Austin (gev.), Londra, 198 0 .
ibn Arabi-Fiituhat. Ibn Arabi, Les Illuminations de la Mecque, al-Futuhdt alMakkiyya, M. Chodkiewicz’in yonetiminde set;me metinler, Paris, 1 9 8 8 . ibn Arabi-Livre de I’A rbre: Ibn Arabi, Le Livre de I’Arbre et des Quatre Oiseaux, D. Gril (?ev.), Paris, 1 9 8 4 .
ibn Arabi-Maitre de la Puissance'. Ibn Arabi, Voyage vers le Maitre de la Puissan ce, 198 1 . ibn Arabi-Niche des Lumieres: Ibn Arabi, La Niche des Lumieres, M. Valsan (gev.), Paris, 1 9 8 3 .
Ibn Arabi-Stations de la Sagesse: Muhyi-d-din Ibn Arabi, La Sagesse des Prophetes (Fupuf al-Hikam), T . Burckhardt (<;ev.), Paris, 1 9 5 5 . ibn Arabi-Soufis d ’Andalousie: Ibn Arabi, Les Soufis d ’Andalousie (Riih al-quds et ad-Durrat al-fakhirah), R. W . J. Austin (ijev.), Paris, 1 9 7 9 . ilm Arabi-Teroilman : Ibn Arabi, The Tarjuman al-Ashwdq, R. A. Nicholson (^ev.), Londra, 1 9 1 1 . Ibn Arabjah. Ukudu’n-Nasiha: Takiyuddin Efendi, Tabakat-i Hancfiyye, no: 1 6 0 9 , Veliyiiddin Efendi Kutuphanesi; kar$. Gdlpmarh-Bedreddin ve Kurdakul-Bedreddin, Kaynaklar IV. ibn Amb/ah-Tamerlane: Ahmed ibn Arabjah, Tamerlane or Tim ur the Great Amir, J. H . Sanders (?ev.), Londra, 1 9 3 6 . ibn Battuta. Voyages, C. Defremery ve B. R. Sanguinetti ($ev.), 4 c ., Paris, 1 8 5 4 ; yeni basim, Paris, 1 9 7 9 .
Ibn Bibi-Genposman: ibn Bibi, Anadolu Selpuklu Devleti Tarihi, M. N. Gengosman ve F. N. Uzluk ( f e v . ) , Ankara, 1 9 4 1 . ibn el-Farid. L ’eloge du vin (Al Khamriya), E. Dermenghem (e d .), Paris, 1 9 8 0 . ibn el-Farid. La Grande Taiyya, C. Chonez (g e v .), Paris, 1 9 8 7 . ibn H acer el-Askalani. ed-Diirreru’l-Kdmine, M. S. Cadiilhak (ed .), Kahire, 196 6 . ibn Haldun. Le Voyage d ’Occident et d ’Orient, Cheddadi (gev.), Paris, 1 9 8 0 . ibn iyas. Bada’i’z-zuhur ft vakdi’d-duhur, Kahire, H . 1 3 1 1 . ibn Kemal ( Kemalpajazade). Tevarih-i Al-i Osman, S. Turan (ed .), Ankara, 1 9 5 7 -1 9 7 0 , 1 9 8 3 ve sonrasi. ibn el~§ahne. ed-Diirru’l-Muntehab f i Tarih-i Haleb, Beyrut, 1 9 5 9 ; ayr. kar§. J. Sauvaget, Les perles choisies dTbn ach-Chihna, Beyrut, 1 9 3 3 .
ib n Tagriberdj. el-Menhalii’s-Sdfi, m ikrofilm , Arapga Yazmalar Enstitiisii, Tarih dizisi, no: 1 2 7 1 , Kahire.
Ibn Tagriberdi-Nucum'. History of Egypt (an-Nujum az-Zahira), W . Popper (<;ev.), Berkeley-Los A ngeles, 1 9 5 4 . Idris-i Bitiisi. Heft Behi/t, bkz. M . §ukrii, Osmanli Dcvletinin Kurulufu. Bitlisli Idris’in “Heft Behift” Adli Eserine Gore Tenkidi Amftirma, Ankara, 1 9 3 4 ve Golpmarh-Bedreddin , Kaynaklar IV . Ioannes Khrysostomos. Homelies sur Saint Paul, M . Jou rjon ve P. Soler (e d .), Pa ris, 1 9 8 0 . Irenee de Lyon. Contre les Heresies, A. Rouseau (e d .), Paris, 1 9 8 4 . ism ail Hakki (Bursevi). Kitab-i Silsilendme, Istanbul, H . 1 2 9 1 / 1 8 7 4 . K antem ir, Dim itri. Dimitrie Cantemir, Historian o f South-East European and Oriental Civilization, extractsfrom The History o f the Ottoman Empire, A. D utu ve P. Cernovodeanu (e d .), Biikre§, 1 9 7 3 . Kantem ir, D im itri. Histoire de I’Empire othoman oil se voyent les causes de son agrandissement et de sa decadence, 2 c ., Paris, 1 7 4 3 . Khalkokondyles. Laonici Chalocandylae Historiarum Demonstrationes, E . D arko (e d .), B ud apejte, 192 2 . Khalkokondyles-Bonn: bkz. Kaynaklar I I , Bonn. Kinnam os (Ioan nes). Chronique, J. Rosenblum (e d .), Paris, 1 9 7 2 . Klemes (iskenderiyeli). Les Stromates, 3 c ., SC ( 1 9 5 1 , 1 9 5 4 , 1 9 8 1 ). Latifi (K astam onulu). Tezkire, Istanbul, H . 1 3 1 4 . Liitfi Pa$a. Tevarih-i Al-i Osman, kar§. Golpmarli-Bedreddin , Kaynaklar IV.
Macaristanli Gydrgy-Tractatus'. Tractatus de moribus, conditionibus et nequicia Turcorum, Rom a, 1 4 8 0 (ve 16. yiizyilda yapihmj gok sayida yeni baskisi). M agri, D om en ico. Breve racconto del viajzgio al Monte Libano, V iterbe, 1 6 6 4 . Mahmud Pa/a Veli-Menakibndme: N . A. B anoglu, Mahmut Pa/a, Hayati ve §ehadet, Istanbul, 1 9 7 0 . M akharias, Leonce. M iller ve Sathas (e d .), 2 c., Paris, 1 8 8 1 -8 2 ; R. M. Dawkins (e d .), 2 c., O xford, 193 2 . Makrizi. Histoire des Sultans Mamlouks de I’Egypte, M . Quatremere (gev.), Paris, 183 7 . M arco Polo. Le Devisement du Monde, le Livre des Merveilles, M oule, Pelliot, H am bis ve Yerasimos (e d .), 2 c., Paris, 1 9 8 2 , 1 9 8 4 . Mazaris. Journey to Hades, University o f N ew York at Buffalo, Arethusa Monog raphs, V , 1 9 7 5 . M evlana Celaleddin Rumi. Divan, Golpinarli (e d .), Ankara, 1 9 7 4 . Mevlana Celaleddin Rum i. Le Livre du Dedans, Fihi-ma-fih, Vitray-M eyerovitch (e d .), Paris, 1 9 7 6 . Mevlana Celaleddin Rum i. Lettres, Vitray-M eyerovitch (e d .), Paris, 1 9 9 0 ve Mektuplar, Golpinarli (ed .), Istanbul, 1 9 6 3 . M evlana Celaleddin Rum i. Mesnevi, Izbudak ve Golpinarli (ed .), 1 9 4 2 ; Mathnawi, Vitray-M eyerovitch (ed .), M o n aco, 1 9 9 0 ; ayr. R . A. N icholson (e d .), 1 9 2 6 ve sonrasi.
Mevlana Celaleddin Rumi. Roubd’ydt, A saf H alet Qelebi (ed .), Paris, 1 9 7 8 . Mevlana Celaleddin Rumi. karj. O nder, Kaynaklar I. Mnk: bkz. Hafiz Halil-mnk. M iineccim baji (Admed D ed e). Tarih. Sahaifii’TA hbarfi Vekayiii’l-A’sar, Erunsal (e d .), 2 c ., istanbul, 1 9 7 3 . Nesimi. Seyyid Nesimi Divdm’ndan Sepmeler, K. E. Kiirk^uoglu (ed .), Ankara, 1985. Nesimi. kar$. Arasly; Burill, Kaynaklar IV. Ne$ri. KitAb-i Cihan-Numd, Nefri Tarihi, 2 c ., F. R. U nat ve M . A. Koym en (e d .), Ankara, 1 9 4 9 , 1 9 5 7 . Niyazi Misri. Divani $erhi, M . S. Bilginer (e d .), istanbu l, 1 9 8 2 . Oru^ Bey. Orup Bey Tarihi, Atsiz (e d .), Istanbul, 1 9 7 2 . Pahimeres-Bonn\ bkz. Kaynaklar II, Bonn.
Pahimercs-Failler. Pahimeres, Relations Historiques, A. Failler ve V . Laurent (e d .), CFH B, X X IV , 2 cildi <;iknn$tir, Paris, 1 9 8 4 . Palamas. Defense des saints hesychastes, J. M eyend orfF(ed .), Louvain, 1 9 7 3 . Palamas. Discussion avec les impies Chionai, consignee par le medecin Taronites, A. Philippidis-Braat.
Palamas-Lettre: “La captivite de Gregoire Palamas chez les Turcs: dossier et com m entaire” , A. Philippidis-Braat, TM, V II ( 1 9 7 9 ) . Peijevi. Pepevi Tarihi, B. S. Baykal (ed .), 2 c ., Ankara, 1 9 8 1 -1 9 8 2 . P ostel, Guillaum e. De la Republique des Turcs, Poitiers, 1 5 6 0 . Rubrouck, Guillaum e de. Voyage dans Vempire mongol, C. ve R. Kappler (ed .), Paris, 1 9 8 5 . Sadeddin Efendi. Tacii’t-Tevdrih, Parmaksizoglu (e d .), 5 c ., Istanbul, 1 9 7 4 ve sonrasi. Schiltberger, Johann. The Bondage and Travels, ). B. Telfer (<;ev.), Londra, 1 8 7 9 . Senai Efendi. Mendkib-i Em ir Sultan, Istanbul, H . 1 2 9 0 .
Solakzade Tarihi, V . (Jabuk (ed .), 2 c ., Ankara, 1 9 8 9 . Spandoni/Spandugino/Spandouyn. Petit Traicte de I’origine des Turcqz, Schefer (e d .), Paris, 1 8 9 6 .
Sphrantzes-Bonn\ bkz. Kaynaklar I I, Bonn. Sphrantzes-Philippides-. The Fall o f Byzantine Empire, a Chronicle by George Sphrantzes, G. Philippides (^ev.), A mherst M ass., 1 9 8 0 . Sultan Veled. Maitre et Disciple, Vitray-M eyerovitch (e d .), Paris, 1 9 8 2 . Sultan Veled. Ibtidandme, Golpinarli (e d .), Ankara, 1 9 7 6 . Suleyman (Jelebi. Mevlid. Vesiletu’n-Necdt, F. K. Timurta§ (ed .), istanbul, 1 9 7 0 ; ve Mevlut, T . Alangu (ed .), istanbul, 1 9 5 8 . Symeon-Balfour. D . Balfour, Politico-Historical Works o f Symeon Archbishop of Thessalonica, Viyana, 1 9 7 9 . Syropoulos-Laurentr. V. Laurent, Les “Memoires” de Sylvestre Syropoulos sur le concile de Florence (1438-39), Paris, 1 9 7 1 . §eyhi. bkz. N ihat, Kaynaklar IV.
137
§ikari. Karamanojjullan Tarihi, M. M. Koman (ed .), Konya, 1 9 4 6 . §ukrtillah b. §ehabeddin. bkz. Atsiz, Kaynaklar II.
Vilayetname. Manakib-i Htinkdr Haci Ilektas-i Veli, A. Golpinarli (ed .), Istanbul, 1958.
Das Vilayetname des Hadji Bektasb, E . Gross (ed .), Turkische Bibliothek 2 5 , L e ipzig, 1 9 2 7 . Yazicioglu Ali. bkz. W ittek, Kaynaklar IV. Yazicioglu M ehmed. Kitab-i Muhammediyye, A. (^elebioglu (ed .), 4 c., istanbul, tarihsiz.
Yunus Emre-Halbout. Le Livre de VAmour Sublime, D . H albout du Tanney ve P. Seghers (ed .), Paris, 198 7 .
Yunus Emre-Regnier: Le Divan, Y. Regnier (?ev.), Paris, 1 9 6 3 . Yunus Emre-Risdletr. Risdletii’n-Nushiyye ve Divan, Golpinarli (ed .), istanbul, 1965.
Yunus Emre-Sarap Poemes, T . Sarag ve A. Golpinarli (e d .), Istanbul, 1 9 7 1 . Yunus Emre Bibliyografyasr. bkz. Tatgi, Kaynaklar I.
IV- MODERN iNCELEMELER, DERGiLER, DERLEMELER, TEBLiGLER Kullamlan makalelerin tamami dipnotlarda belirtilmi/tir. En sik ba/vurulan makaleler ve iflenen tema acismdan en onemli makale derlemeleri a/agida da siralanmi/tir. Aynca dipnotlarda hepsi belirtilmemif de olsa, bu incelemenin olu/turulmasmagenel anlamda hizmet etmijr bazi yapitlar da a/agida zikredilmiftir. Bu son apiklama Kaynaklar I, II ve III boliimleri ipin de jjeperlidir. Addas, C . Ibn A rabi ou la quite du Soufre Rouge, Paris, 1 9 8 9 . Adivar, Adnan Abdulhak. La Science chez les Turcs Ottomans, Paris, 1 9 3 9 ; ve Os
manli Tiirklerinde Him, istanbul, 1 9 7 0 . A I: Annales Islamoloqiques. AIS: Analekta Ierosolymitikis Stachyolojjias. Akin, H . Aydmojfullan Tarihi Hakkinda Bir Ara/tirma, Ankara, 1 9 6 8 . Alexandrescu-Dersca, M -M . “ La campagne de Tim ur en Anatolie ( 1 4 0 2 ) ” , Vari
orum, 1 9 7 7 . Aigul, H . Em ir Sultan, Istanbul, 1 9 8 2 . Anawati, G. C . ve L. Gardet. Mystique musulmane, aspects et tendances-experien-
ces et techniques, Paris, 1 9 7 6 . A nnali Musulmani Arabica Arasly, H . Imadeddin Nassimi, vie et oeuvre, Baku, 1 9 7 3 . Arberry, A. J. Discourses o f Rumi, Londra, 1 9 6 1 . Archivum Ottomanicum Argenti, P. P. The Occupation o f Chios by the Genoese and their Administration of the Island (1346-1566), 3 c ., Cambridge, 1 9 6 6 .
Argenti, P. P. The Religious Minorities o f Chios: Jews and Roman Catholics, C am b ridge, 1 9 7 0 . Arnaldez, R. Jesus dans la pensee musulmnne, Paris, 1 9 8 8 .
A rt de Cappadoce, Cenevre, 1 9 7 0 . Arzik, N . Anthologie de la chanson populaire turque, Ankara, 1 9 6 3 . Asdrascha, C. La region des Rhodopes aux X H Ie et X lV e siecles, etude degeographie historique, Atina, 1 9 7 6 . Asin Palacios, M . L ’Islam christianise, etude sur le soufisme d ’Ibn Arabi de Murcie, Paris, 1 9 8 2 . Aubin, J. (ed .) M ateriaux pour la biographie de Shah N i’matulldh Wait Kermani: I, Risalah de Abd al-Razzaq Kirmani; II, Jami-i mufidi; III, Risalah de Abd alAziz W a’izi, Tahran, 1 9 5 6 .
A .X X IV I.O.K.\ Akten des X X IV internationalen Orientalisten-Kongresses, Miinih, 1 9 5 7 . Ayverdi, E. H . A vrupa’da Osmanli M imari Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan,
Arnavutluk, Istanbul, 1 9 8 2 . Ayverdi ve Yiiksel, I. A. Ilk 250 Senenin Osmanli Mimarisi, Istanbul, 1 9 7 6 . Babinger-Mahomet. F. Babinger, Mahomet II le Conquerant et son temps, (14321481) Paris, 1 9 5 4 . Babinger-Die Vita: bkz. Hafiz Halil, Kaynaklar III. Balard-Romanie: M. Balard, La Romanic Genoise, 2 c ., Rom a, 1 9 7 8 . Balard-These: M. Balard, La Romanie Genoise, 3 c ., T ez, Paris, 1 9 7 6 . Balfour, bkz. Symeon, Kaynaklar III.
Balkan Studies Banoglu. bkz. M ahmud Pa$a, Kaynaklar III. Bardakp, C . Alevilik, Ahilik, Bektapilik, Ankara, 1 9 5 0 . Barker, J. W. Manuel I I Paleologus (1391-1425). A Study in Late Byzantine Sta
tesmanship, New Brunswick-New Jersey, 1 9 6 9 . Bayramoglu, F. Haci Bayram-i Veli, Yasami, Soyu, Vakft, 2 c., Ankara, 1 9 8 3 . Bayri, M. H . Istanbul Folkloru, Istanbul, 1 9 4 7 .
Bedi Kartlisa Beldiceanu-Actes: bkz. Kaynaklar II. Beldiceanu-Steinherr, I. “ La conquete d ’Andrinople par les Turcs: la penetration turque en Thrace et la valeur des chroniques ottom anes” , TM, 1 (1 9 6 5 ).
Bcldiceanu-Deux Vines'. I. ve N. Beldiceanu, Deux villes de TAnatolie pre-ottomane: Develi et Qarahisdr d ’apres des documents inedits, Paris, 1 9 7 3 . Beldiceanu-Recherchey. bkz. Kaynaklar II. Beldiceanu, N . “ Le m onde ottom an des Balkans ( 1 4 0 2 - 1 5 6 6 ) ” , Variorum, 1 9 7 6 . Belleten Bennassar, B. ve L. Les Chretiens d ’Allah, I’histoire extraordinaire des renegats (XVIe-XVIIe siecles), Paris, 1 9 8 9 . BF: Byzantinische Forschungen Bilge, M. Ilk Osmanli Medreseleri, istanbul, 1 9 8 4 .
139
Birge-Bektashi: J. K. Birge, The Bektashi Order o f the Dervishes, Londra, 1 9 3 7 . Bomba.ci-Littera.ture turque: A. Bom baci, Histoire de la litterature turque, Paris, 196 8 . Bryer, A. “ Byzantium and the Turks” Kollokyumu, Birm ingham , BZ 16 (1 9 9 0 ). Bryer, A. ve H. Lowry (ed .). Continuity and Change in Late Byzantine and Early Ottoman Society, Symposium Dumbarton Oaks, Birmingham-Washington, 1 98 6 . Bryer, A. “The Empire o f Trebizond and the Pontos” , Variorum, 1 9 8 0 . Bryer, A. “Greeks and Turkmens: the Pontic Exception” , DOP 2 9 ( 1 9 7 5 ).
BS: Byzantina Sorbonensia BSOAS: Bulletin o f the School o f Oriental and African Studies. Bulletin d ’Etudes Orientates Burill, K. The Quatrains o f Nesimi, X lVth Century Turkic H urufi, La Haye-Paris, 1 97 2 .
Byzantina Byzantion Byz. neu. Jarh.: Byzantinisch-Neugriechischen Jahrbiicher. BZ: Byzantinische Zeitschrift.
140
Cahen, C. “Baba Ishaq, Baba Ilyas, Hadjdji Bektash et quelques autres” , Turcica 1 ( 1 9 6 9 ). Cahen, C. Orient et Occident au temps des croisades, Paris, 1 9 8 3 . Cahen-Pre-ott. C. Cahen, Pre-ottoman Turkey, Londra, 1 9 6 8 . Cahen-Pre-ott-. C . Cahen, La Turquie pre-ottomane, Istanbul-Paris, 1 9 8 8 . Cahen, C. “Turcobyzantina et Oriens Christianus” , Variorum, 1 9 7 4 . Chodkiewicz-Sceau: M . Chodkiewicz, Le Sceau des saints, prophetie et saintete dans la doctrine d ’Ibn Arabi, Paris, 1 9 8 6 .
Classicisme et declin culturel dans I’histoire de I’Islam, Actes du symposium de Bordeaux (1956), Paris, 1 9 7 7 . Collection Turcica Corbin, H . En Islam iranien, 4 c ., Paris, 1 9 7 1 -7 2 . Corbin, H . Histoire de la philosophic islamique, Paris, 1 9 6 4 . Corbin, H . L ’imagination creatrice dans le soufisme d ’lbn Arabi, Paris, 1 9 5 8 . (sk>ruh, S. Em ir Sultan, Istanbul, tarihsiz. Dawkins, R. M. Modern Greek in Asia Minor, Cam bridge, 1 9 1 6 . DEFM: Dariilfunun Edebiyat Fakiiltesi Mecmtiasi. Dennis, G. T. “ Byzantium and the Franks, 1 3 5 0 - 1 4 2 0 ” , Variorum, 1 9 8 2 . Der Islam. Dimitriadis, B. Topographia tis rThessalonikis kata tin epochi tis tourkokratias (1430-1912), Selanik, 1 9 8 3 . D ino, G ., M. Aquien ve P. Chuvin. Im Montague d ’en Face. Poemes des derviches turcs anatoliens, basim yeri yok, 1 9 8 6 . Dindar, B. bkz. Bedreddin, Kaynaklar III. Dindar, B. “§eyh Bedreddin ve Presokratikler” , Ege Universitesi Edebiyat Fakiiltesi Tayim, 5 (1 9 8 7 ).
Ducellier, A. “ L ’lslam et les musulmans vus de Byzance au X lV e siecle” , Byzantina 12 (1 9 8 3 ). Ducellier, A. “Mentalites historiques et realites politiques: I’ lslam et les musul mans vus par des Byzantins du XH Ie siecle” , B F 4 (1 9 7 2 ) . During, J. Musiquc et extase, I’nudttion mystique dans la tradition soufie, Paris, 1988.
DOP: Dumbarton Oaks Papers. Edirne, Edirne’nin Fethinin 600. Tildoniimii Arm agan Kitabi, toplu eser, Ankara, 1 9 6 5 . Eloglu, M. ve O. Tansel. Rektast Dedikleri, istanbul, 1 9 7 0 .
EX): Echos d ’Orient. ET: Etudes traditionnelles. Eyuboglu, i. Z. Seyh Bedreddin ve Varidat, Istanbul, 1 9 8 0 . Filipovic, N. Princ Musa i Sejh Bedreddin, Saraybosna, 1 9 7 1 . Foss, C. Ephesus after Antiquity: a late Antique, Byzantine and Turkish City, Cambridge, 1 9 7 9 . Galante, A. Histoire desjuifsde Turquie, c. 8 , istanbul, 1 9 8 6 .
GB: Geographiea Byzantina. Gibb, E . J. W. A History o f Ottoman Poetry, Londra, 1 9 0 0 ve sonrasi. Gokalp, A. Tetes Rouges et Bouches Noires, les Ct'epni, paysans sans terres du
Meandre, Tez, Paris X Universitesi, 1 9 7 7 . Gokyay, O. “§eyh Bedreddin’in Babasi Kadi mi idi?” , Tarih ve Toplum 2 (1 9 8 4 ). Golpinarli, A. Alevi-Bektapi Nefesleri, istanbul, 196 3 . Golptnarh-Bedreddin: A. Golpinarli ve i. Sungurbey, Simavna Kadisioglu $eyh
Bedreddin, istanbul, 1 9 6 6 . Golpinarli, A. Melamilik ve Melamiler, istanbul, 1 9 3 1 . Golpinarli, A. Mevlana 'dan Sonra Mevlevilik, istanbul, 1 9 8 3 . Gril, D. La Risala de Safi al-Din Ibn Abi l-Mansur Ibn Zafir, Biographies des
maitres spirituels connus par un cheikh egyptien du V lle/X IIIe siecle, Kahire, 1986.
Grousset-Steppes. L ’Empire des Steppes, Attila, Gengis-Khan, Tamerlan, Paris, 1960. Grunebaum, G. von. “ Islam and Medieval Hellenism: Social and Cultural Perspectives” , Variorum, 1 9 7 6 . Guillaume Postel, Actes du Colloque dAvranehes, Paris, 1 9 8 5 . Giirsel, N. §eyh Bedreddin Destam Uzerine, istanbul, 1 9 7 8 . H am m er, J. von. Histoire de PEmpire ottoman, 3 c., M. D ochez (gev.), Paris, 1 8 4 4 ve sonrasi.
Hasluck-Christianity: F. W . Hasluck, Christianity and Islam under the Sultans, Oxford, 1 9 2 9 . H ookham , H . Tamburlaine the Conqueror, Londra, 1 9 6 2 . H uart, C . Konya, la ville des derviches tourneurs, souvenirs d ’un voyage en Asie Mi-
neure, Paris, 1 8 9 7 .
Im bcr, C. The Ottoman Empire, 1300-1481, Istanbul, 1 9 9 0 . Im ber, C. “ Paul W ittek’s De la defaite d ’Ankara a la prise de Constantinople”, OA 5 (1 9 8 6 ). Inalcik, H . The Ottoman Empire, the Classical Age 1300-1600, L ondra, 1 9 7 3 . Inalcik, H . “T h e O ttom an Em pire: C on quest, O rganization and E conom y” , Va riorum, 1 9 7 8 . inalcik, H . “T h e Rise o f the O ttom an E m pire” , A History of the Ottoman Empi re to 1730 iginde, M . A. C o o k (e d .), Cam bridge, 1 9 7 6 . Iorga, N. Byzance apres Byzance, Bukre§, 197 1 . Iorga, N. Histoire des Roumains et de la Romanite Orientale,c. V I II , Biikre?, 1937. Irw in, R. The Middle East in the Middle Ages, the Early Mamluk Sultanate (12801382), Londra-Sydney, 1 9 8 6 .
142
Islamochristiana I. UTFKB : I. Uluslararasi Tiirk Folklor Konjjresi Bildirileri. IU TD ED : Istanbul Universitesi Tiirk Dili ve Edebiyati Dergisi. IU TTE: Istanbul Universitesi Tip Tarihi Enstitiisii. lourd an, F. La tradition des Sept Dormants, Paris, 1 9 8 3 . JA : lournal Asiatique. JA O S : Journal o f American Oriental Society. JK D A I: Jahrbuch des Kaiserlich Deutschen Arcbdologischen Instituts. Kaftantzis, G. B. lstoria tis poleos Serron K ai tis periferias tis, 2 c ., Serez, 1 9 6 7 . Kaygusuz, B. N . §eyh Bedreddin Simanevi, izm ir, 1 9 5 7 . Kiel, M . “Studies on the O ttom an Architecture o f the Balkans” , Variorum, 1 9 9 0 . Kissling'. H . J. Kissling, “ Das M enaqybnam e Scheich Bedr e d -D in ’s, des Sohnes des Richters von Samavna” , ZDMG, C (1 9 5 0 ). K urda kill-liedredd in : N. Kurdakul, Biitiin Tonleriyle Bedreddin, istanbu l, 1 9 7 7 . Laoust-Schismer. H . Laoust, Les Schismes dans I’lslam, Paris, 1 9 8 3 . Lemerle-Aydm: P. Lem erle, L T m ira t dAydtn, Byzance et FOccident. Recherches sur “la Geste d ’Umur Pacha”, Paris, 1 9 5 7 . Lem erle, P. “Essais sur le m onde de Byzance” , Variorum, 1 9 8 0 . Leroy, J. L ’Ethiopie, Paris, 197 3 . Levy, R. Introduction d la Litterature Persane, Paris, 1 9 7 3 . Lewis, B. Comment ITslam a decouvert I’Europe, Paris, 1 9 8 4 . Lewis, B. Le langage politique de I’lslam, Paris, 1 9 8 8 . Lutrell. “ Latin G reece, the Hospitallers and the Crusades, 1 2 9 1 - 1 4 0 0 ” , Vari orum, 1 9 8 2 . Lutrell. “T h e Hospitallers o f Rhodes confront the Turks: 1 3 0 6 1 4 2 1 ” , Christi ans, Jews and other worlds, the Avery Lectures in History, iginde, P ., F. Gallag her (ed ), Lanham -N ew Y ork-Lond ra, 1 9 8 8 .
Makedonika. M anof, A. I. Gcujauzlar, Ankara, 1 9 4 0 .
Mantran-Hist. Emp. ott.: R. M antran’in yonetim inde, Histoire de I’Empire Otto man, Paris, 1 9 8 9 .
M antran, R . “ Les inscriptions arabes de Brousse” , Bulletin d ’Etudes Orientates 14 (1 9 5 2 -1 9 5 4 ). M antran, R. “ Les inscriptions turques de Brousse” , Oriens 12 (1 9 5 9 ) . M antran, R. (P. Burguiere ile birlikte) “Q uelques vers grecs du X H Ie en caracteres arabes” , Byzantion 2 2 (1 9 5 2 ). M arrou, H . I. L ’Eglise de I’Antiquite tardive (306-604), Paris, 1985. Masai-Plethon: F. M asai, Plethon et le platonisme de Mistra, Paris, 1 9 5 6 .
Massignon, OM: L. M assignon, Opera Minora, 3 c ., Beyrut, 1 9 6 3 . Massignon-Passion: L. M assignon, La Passion de Halldj, 4 c ., Paris, 1 9 7 5 . Melanges F. Kopriilii. Melanges R. Mantran. M elikoff, I. Abu Muslim, le ‘cPorte-Hacbe” du Kborassan dans la tradition epique turco-iranienne, Paris, 1962. M elikoff, I. “Au sujet de quelques fetes des Alevis d ’A natolie” , I. UTFKB ( 1 9 7 6 ). Melikoff-Danipmend: I. M elikoff, La Geste de Melik Danismend, etude critique du Ddnipnendndme, 2 c ., Paris, 1 9 6 0 . Melikoff-Destdn: I. M elikoff, Le Destdn d ’Umur Pacha (Diisturndme-i Enveri), Paris, 1 9 5 4 . M elikoff, I. “ G eorgiens, Turcom ans et Trebizonde: N otes sur le Livre de Dede
Korkut”, Bedi Kartlisa 1 7 -1 8 (1 9 6 4 ) . M elikoff, I. “N om bres symboliques dans la litterature epico-religieuse des Turcs d ’A natolie” , JA (1 9 6 2 ). M elikoff, I. “ U n ordre de derviches colonisateurs: Les Bektachis. Leur role soci al et leurs rapports avec les premiers sultans ottom ans” , Memorial O. L. Bar
kan (1 9 8 0 ). M elikoff, I. “ Les orieines centre-asiatiques du soufisme anatolien” , Turcica 2 0 (1 9 8 8 ). M elikoff, I. Sur les traces du soufisme turc. Recherches sur I’Islam populaire en Ana-
tolie, Istanbul, 1 9 9 2 . M elikoff, I. “ Yunus Em re ile Haci Bekta?” , IU TD ED (1 9 7 3 ). M en th o n , B. L ’Olympe de Bithynie, sessaints, ses couvents, ses sites, Paris, 1 9 3 5 . M eyendorff, J. “Byzantine Views o f Islam ” , DOP 18 (1 9 6 4 ).
Meyendorff-Palamas. Introduction a I’etude de Gregoire Palamas, Paris, 1 9 5 9 . M irm iroglu. Oi Dervisai, Atina, 1 9 4 0 . 5. M TSITK: 5. Milletlerarasi Tiirkiye Sosyal ve iktisat Tarihi Kongresi. M o le, M -j. Les mystiques musulmans, Paris, 1 9 6 5 . M onawwar, M . E . Les etapes mystiques du shaykh Abu Sa’id, Paris, 1 9 7 4 . M iikrim in Halil. Diisturndme-i Enveri, istanbul, 1 9 3 0 . N azim H ikm et. §cyh Bedreddin Destam, U . Tam er (e d .), istanbul, 1 9 7 6 . N ihat, A. Seyhi Divamm Tetkik, istanbu l, 1 9 3 4 .
OA: Osmanh Araptirmalan. OCA: Orientalia Christiana Analecta. Ocak-Baba Resul: A. Y. O cak, La revolte de Baba Resul, ou la formation de I’hete-
rodoxie musulmane en Anatolie au X I He siecle, Ankara, 1 9 8 9 . O cak, A. Y. Osmanli imparatorlugu’nda M arjinal Sufilik: Kalenderiler, Ankara, 1992. O cak, A. Y. “ Kanuni Sultan Suleyman Devrinde Osmanli Resmi D u juncesine Karji Bir Tepki H areketi: O glan §eyh Ism ail-i M aju k i” , OA 10 (1 9 9 0 ). O cak, A. Y. “ Q uelques remarques sur le role des derviches Kalenderis dans les m ouvem ents populaires et les activites anarchiques au XVe et X V Ie siecles dans l’Em pire o tto m an ” , OA 3 (1 9 8 2 ). O cak, A. Y. Tiirk Halk inanplartnda ve Edebiyatmda Evliya Menkabeleri, Anka ra, 1 9 8 4 . O cak, A. Y. “ X V I. Yiizyil Osmanli A nadolu’sunun Mesiyanik H arekederinde Bir Tahlil D enem esi” , 5. M TSiTK, Ankara (1 9 9 0 ) . OCP: Orientalia Christiana Periodica. O kan, A. Istanbul Evliyalan, Istanbul, 1 9 6 8 . Oriens. O strogorski, G . Histoire de I’Etat Byzantin, Paris, 1 9 6 9 . O ztelli, C. “Simavna Kadisioglu Bedreddin ve Yeni B u lu jlar” , Tiirk Folkltir Arns-
tirmalan 11 (1 9 6 8 ). Petry, C. F . The Civilian Elite o f Cairo in the later Middlc-Ajjes, Princeton, 1 9 8 1 . Popovic, A. ve G. Veinstein (ed.) “ Bektachiyya” , R E I ozel sayi, L X (1 9 9 2 ). 144
Pourjavady, N . ve P. W ilson. Kings o f Love, the Poetry and History of the N i’matullahi Sufi Order, Tahran, 1 9 7 8 . Puech, H . C. En quete de lagnose, 2 c., Paris, 1 9 7 8 .
R .E.B.: Revue des Etudes Byzantines. R E.I.: Revue des Etudes Islamiques. Revue Historique du Sud-Est Europeen. Revue de I’Orient. Revue Thomiste. RFSEI: Revue de la Faculte des Sciences Economiques d ’Istanbul. R .II.R .: Revue d ’Histoire des Religions. R.O.C.: Revue de I’Orient Chretien. R.O.L.: Revue de I’Orient Latin. R uncim an, S. The Great Church in Captivity, a Study o f the Patriarchate o f Cons tantinople from the Eve o f the Turkish Conquest to the Greek War of Indepen dence, C am bridge, 1 9 6 8 . Runciman-Manicheisme : Le Manicheisme medieval, I’heresie dualiste dans le christianisme, Paris, 1 9 7 2 . S.A.D .: Selfuklu Ara/tirmalari Dergisi. S etto n , K. The Papacy and the Levant, 2 c ., Philadelphie, 1 9 7 6 , 1 9 7 8 . Sevim, A. ve Y. Yiicel. Tiirkiye Tarihi, Fetih, Selpuklu ve Beylikler Donemi, Anka ra, 1 9 8 9 .
S.P.O.: Studi Preottomani e Ottomani. SI: Studia Islamica.
STMABD: Studio, Turcologica memoriae Alexii Bombaci Dicata, Napoli, 1 9 8 2 . Studi Bizantini. Studi e Testi. Studi Veneziani.
Siidost-Forschungen. Sum er, F. Dogu Anadolu’da Tiirk Beylikleri, Ankara, 1 9 9 0 . §apolyo, E. B. Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Istanbul, 196 4 .
TDAT-. Tiirk Dili A ra/tirm alan Ytlltjji. TDED: Tiirk Dili ve Edebiyati Dergisi. THEA: Tiirk Halk Edebiyati Ansiklopedisi. Tim uroglu, V. Simavne Kadisiqglu §eyh Bedreddin ve Varidat, Istanbul, 1 9 8 2 . TM: Travaux et Memoires. T M ecT iirkiy at Mecmuasi. TRT: Travaux et Recherches en Turquie. TTEM\ Tiirk Tarih Enciimeni Mecmuasi. TTTA: Tiirk Tib Tarihi Arjivi. Turcica. Tiirk Amaci. 1. UTFKB: 1. Uluslararasi Tiirk Folklor Kongresi Rildirileri, Ankara (1 9 7 6 ). Uzungar§ih, i. H . £ andarli Vezir Ailesi, Ankara, 1 9 7 4 . Uzungarjili, I. H . Osmanli Tarihi, Ankara, 1 9 4 7 ve sonrasi. Ulken, H . Z. La pensee de I’lslam, Istanbul, 1 9 5 3 . Varia Turcica. Variorum'. Variorum Reprints, Londra. Varlik, M. C . Germiyanogullan Tarihi, (1300-1429) Ankara, 197 4 . Vitray-Meyerovitch, E de. Mystique et poesie en Islam, Djalal-ud-Din R um i et I’Ordre des Derviches Tourneurs, Paris, 1 9 7 2 . Vryonis, BKM: S. Vryonis, Byzantina Kai Metabyzantina, Studies on Byzantium, Seljuks and Ottomans, Malibu, 1 9 8 1 . Vryonis-Decline: S. Vryonis, rLhe Decline o f Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley-Los Angeles-Londra, 1 9 7 1 . Weissmann, N . Les Janissaires, etude de I’organisation militaire des Ottomans, Pa ris, 1 9 6 4 . W erner, E. “ Chios, Seih Bedr-eddin und Burkliige Mustafa” , BF 5 ( 1 9 7 7 ). W ittek, P. “ La formation de l’Empire O ttom an ” , Variorum , 1 9 8 2 . W ittek, P. “ La descendance chretienne de la dynastie Seldjouk en M acedoine” , £ 0 3 3 (1 9 3 4 ) . W ittek, P. “Yazicioghlu Ali on the Christian Turks o f the Dobruja” , BSOAS 14 ( 1 9 5 2 ).
WZKM: Wiener Zeitschrift f u r die Kunde des Morgenlandes. Yaltkaya, M. §erefeddin. “Simavne kadisi oglu §eyh Bedreddine dair bir kitab” ,
TMec. 3 ( 1 9 3 5 ) , s. 2 3 3 -2 5 6 .
[Yaltkaya], M. §erefeddin. Simavne Kadisi Oglu Seyh Bedreddin, istanbul, 1 9 2 5 . Yener, C . bkz. Bedreddin-Tener, Kaynaklar I II.
Terasimos-Fondation: S. Yerasimos, La Fondation de Constantinople et de SainteSophie dans les traditions turques, Paris, 1 9 9 0 . Yiicel, Y. Qobanogullan, (^andarogullan Beylikleri, Ankara, 1 9 8 0 . Yiicel, Y. T im ur’un Ortadogu-Anadolu Seferleri ve Sonuflan (1393-1402), An kara, 1 9 8 9 . Yurd, A. i. Fatih’in Hocasi Afyemseddin, Hayati ve Eserleri, istanbul, 197 2 . Zachariadou, E . A. Istoria kai Thryloi ton Palaion Soultanon, Atina, 1 9 9 1 . Zachariadou, E. A. “ Romania and the Turks (c. 1 3 0 0 -c . 1 5 0 0 ) ” , Variorum, 198 5 . Zachariadou, E. A. “Suleyman (^elebi in Rumili and the O ttom an chronicles” , D er Islam 6 0 (1 9 8 3 ). Zachariadou-Trade: E. A. Zachariadou, Trade and Crusade: Venetian Crete and
the Emirates of Menteche and Aydtn (1300-1415), Venedik, 1 9 8 3 . ZDMG : Zeitschrift der Deutschen Morgenlandische Gesellscbaft. ZFG: Zeitschrift fiir Geschiscbtswissenschaft.
146
DiZiN Abdal Musa 51 Abdiilaziz (B ed red din’in biiyiikbabasi) 3 8 ,9 9 Abdiilhamid II 5 Abdiilkadir el-Cezairi 112 Abdiillatif 41
Amuca ajireti 108 Andros [Andira] 8 0 Ankara sava§i ( 1 4 0 2 ) 6 3 , 9 2 , 100 Ankhialos (A hyolu) 108 Antakya 66 , 115 Arda 3 9 , 6 9 , 9 4
Abdiirrezzak Kirmani 51 Ahi Evran 23 Aliilik, ahi loncalan 2 2 , 66 , 6 7
A rif g e le b i 17, 1 9 , 20
Ahlat 4 6 , 4 8 , 5 1 , 52 Ahmed (H afiz H alil’in amcasi) 9 9 Ahmed I 109
A§ikpa$azade 2 2 , 3 6 , 5 3 , 5 7 , 7 4 , 9 1 , 9 2 , 115, 117 Attar 3, 2 7
Ahmed bin H a’it 8 Ahmed Cem al (K opriiliizade) 32
Avnik 50 Aya Yorgi 2 6 A yaslug/A ltoluogo/Efes 3 2 , 4 2 , 6 3 , 76, 77, 79, 80, 94, 96 A ydin, A ydineli 4 2 , 5 5 , 5 6 , 6 2 ,
Ahmed Eflaki 8 , 9 , 1 1 , 13, 15, 16, 18, 2 0 , 2 3 , 114 Ahmed el-Havari 4 5 Ahmed Gazali 4 , 1 1 2 , 113 Ahmed Yesevi 3 , 2 2 , 2 7 , 114 Ahmedi 4 1 , 4 2 , 5 5 , 1 0 8 , 1 1 4 A kjehir 14 A kjem seddin 9 9 , 1 0 0 , 1 0 1 , 1 1 3 , 117 Alaeddin Ali 54 Alaeddin Ali el-Arabi 109 Alaeddin Keykubad 38 Alajehir/Filadelfiya 9 7 Aleviler, Alevilik 2 3 , 5 3 , 54
Arnavutluk 1 0 3 , 104 Arsuz dagi 1 1 7
6 3 , 6 5 -6 7 , 7 1 -7 8 , 9 1 , 9 3 -9 7 , 9 9 ,
101 Aydinoglu isa 63 Aydinoglu M ehm ed 4 2 , 66 Aydinoglu M ustafa 9 6 Aydinoglu U m u r 6 3 Aydinogullan 4 1 , 5 5 , 5 6 , 6 3 , 6 4 Ayiloglu 91 Ayios Elias manastiri 8 0 , 81
Alexandre (Prens) 7 9 Ali Bey (Saruhan sancakbeyi) 7 6 , 78
Aynii’d-devle 12, 13 Azap Bey 86 Azerbaycan 3 4 , 4 7 , 4 9 - 5 1 , 1 1 6
Ali el-A ’la 1 1 5 , 116 A ltm taj 2 6 Amanos daglari 53 Amasya 91
Aziz Aziz Aziz Aziz
Eflatun 18 Francesco 30 Haralambos 2 5 Ioannes (Patm oslu)rahipleri63, 6 4
147
A ziz Ioannes Prodromos manastiri 102
Beldiceanu, I. 3 5 , 38
Aziz Khration 18 Aziz Schenisis (§em seddin T eb rizi) 2 0
Belh 8 Berkuk 4 2 - 4 6 , 4 8 , 4 9 , 52 Bertrandon de La B rocqu iere 5 4
Baba ilyas 2 2 , 5 4 , 6 1 , 8 1 Baba Resul 2 6 , 66
Bistami (Antakyali H urufl) 5 3 , 115
Babailer 2 2 , 3 1 , 5 3 , 66 , 6 7 , 91
Bitinya 7 6
B abinger, F. 3 2 , 38 bagda§drmacihk ( syncretisme) 2 , 10 ,
Bitlis 51 Bizans 15, 1 6 , 2 4 , 2 9 , 3 0 , 4 1 , 6 1 , 6 4 ,
1 5, 18, 1 9 -2 1 , 2 3 , 2 5 , 2 8 , 3 5 , 1 1 8 , 120 Bagdat 3, 3 5 , 113 Bahadur el-Rum i 42 Bahaeddin (Sultan) Veled 1 1 , 2 0 B alat/Palatia/M ilet 6 4 , 8 0 Balim Sultan 2 3 , 1 0 3 , 117 Ball Efendi (Sofyali) 1 0 6 , 1 0 7 , 1 0 9 , 113 Balkanlar 2 6 , 3 4 -3 6 , 4 2 , 6 2 , 6 8 - 7 0 ,
6 5 ,8 3 ,8 9 ,9 0 ,9 5 - 9 7 Bogdan 86 Bolayir 6 7 Borkliice Mustafa 3 2 , 3 3 , 5 5 -5 7 , 6 1 , 6 5 , 66 , 6 9 , 7 1 - 7 7 , 7 9 -8 4 , 9 1 , 9 3 9 7 , 9 9 , 1 0 0 , 1 0 9 , 1 1 0 , 1 15, 118 Buda 2 2 Budistler 3 Bulgarlar, Bulgaristan 66 , 7 0 , 7 8 , 8 5 , 87, 89 , 9 4 , 100, 101, 103, 106,
8 4 , 8 7 , 9 0 , 9 5 , 120 batin, batini 3 , 7 , 9 , 2 7 , 3 4 , 1 0 6 , 110 Battista Adorno 62
108, 115, 116, 120 B uondelm onti 6 3 , 8 0
Bayezid I (Yildirim) 4 2 , 4 5 , 4 9 , 5 4 , 70, 7 8 , 88 , 8 9 , 100
Bursa 4 , 3 9 , 4 5 , 5 4 , 6 5 , 6 7 , 9 9 , 100 Cam i 4
Burci hanedani 4 2
C am i’ii’l-fusuleyn 36
Bayezid II 7 5 , 1 0 2 , 1 1 6 Bayezid I l ’ye suikast 101
Canik 17 Castilla 80
Bayezid medresesi 4 5 Bayezid Pa?a 7 0 , 7 3 , 7 4 , 7 6 , 8 7 , 9 2 , 93
Cazibe 4 4
Bayezid-i Bistami 4 6 , 1 1 1 , 113 Bayram ller, Bayramilik 2 , 5 5 ,
Cem aleddin el-Kayseri 4 2 100,
1 1 3 , 1 1 5 , 117
Cemaleddin Savi 66 Ceneviz, Cenova, Cenevizliler 5 6 , 6 0 ,
Bedreddiniler 15, 4 0 , 5 3 , 5 4 , 6 1 , 6 4 , 66, 7 0 , 7 3 , 8 7 , 100, 1 0 1 , 103105,
C ebelii’n-Nuseyriyye 53
1 1 5 -1 1 8
6 2 -6 4 , 7 5 , 8 1 , 82 Cezeri 51 Clavijo 4 9 , 5 0 , 8 0
Bedreddin mahallesi (Serez) 102 Bedreddin Simavi tekkesi (Serez) 102
C uinet, V. 25
Bedreddin turbesi (Serez) 1 0 1 , 1 0 2 ,
Curcani 4 1 -4 3 Cuneyd (Izm iroglu) 5 7 , 6 2 , 6 9 , 7 1 ,
106 Bedreddin zaviyesi (Edirne) 103
7 8 , 8 4 , 86 , 8 8 - 9 0 , 9 3 - 9 7 , 9 9 Canakkale bogazi 9 4
Behfetu’t-TevArih 73 Bekta§iler, Bektajilik 2 , 14, 15, 2 1 - 2 7 ,
Qandarh Ali 7 0 (^andarogullan 7 0 , 85
3 5 , 5 3 , 5 4 , 6 9 , 1 0 1 -1 0 6 , 1 1 2 , 1 1 4 , 1 1 7 , 118
108,
gelebi Halife 1 0 7 £ eragu’l-fiituh 3 7
(Jerkezler 4 4 dai 4 9 , 7 2 , 7 5 , 8 4 , 115 Darende 4 8 darii’l-harb 3 5 , 39 Davud-i Kayseri 4 , 3 4 , 3 6 , 1 1 3 Deliorm an (Aga^denizi) 6 9 , 7 4 , 86 , 8 7 , 1 0 3 , 1 0 6 -1 0 8 D em ir Baba 103 Deyr-i Eflatun (Eflatun M anastiri) 17, 18 D igenis Akriras 38 D im etoka/D idym oteichon 1 0 1 , 1 0 3 D obruca 6 9 , 8 7 , 1 0 7 , 108 Domanig 6 5 D om en ico del Alemania 8 0 donm eler 106 Dugalar koyii 66 , 8 7 Dukas 3 2 , 4 1 , 5 7 , 6 1 , 6 5 , 7 0 , 7 1 , 7 3 , 7 5 , 7 7 - 8 5 , 8 9 , 9 0 , 9 2 - 9 7 , 109 D iizm ece Mustafa 6 9 , 7 1 , 8 4 , 8 5 , 88 90, 9 3 -9 7 E bu Hanife 9 3 , 109 Ebu M edyen el Magribi 3, 113 E bu Said 9 , 4 4 , 4 5 Ebussuud Efendi 1 0 5 , 106
ed-Diirerii ’l-Kamine 4 7 cd-Diirretii’l-Fdhire 3 Edirne 4 , 3 9 , 4 0 , 4 5 , 4 6 , 5 6 , 6 5 -7 1 , 77,
Em ir Abid C^elebi 4 6 Em ir Sultan 61 Enez/A inos 6 0 , 6 1 , 6 4 , 68 Enia/Ania 8 2 , 83 Erdebil 5 0 , 117 Erm eniler 3 1 , 5 0 , 68 , 116 Erzurum 4 9 eskatoloji tartjjm asi 111 Eski Cam i 9 9 Eski Hisar (Nysa ad M aeandrum ) 5 7 Eski Zagra 103 Esterabad 4 0
et-Teshil 3 6 , 7 2 E jr e f Barsbay 116 Etyopya 2 9 Evhadiiddin-i Kirmani 9 Evliya Gelebi 106 evrenselcilik 1 -3 , 7 -9 , 19, 2 1 , 2 3 , 2 5 2 8 , 32 Eyyubiler 30 Fadlu’l-Hadasi 8 Fahreddin-i Acemi 4 0 , 8 7 , 9 2 , 9 3 Fazlullah el-Esterabadi 4 0 , 1 0 6 , 1 1 5 , 116 Ferec 4 4 , 4 5 , 52 Feyzullah 4 0 Filibe 1 0 0 , 1 0 1 , 103 Filipovic, N. 38
86 , 8 7 , 8 9 , 1 0 0 -1 0 3 , 9 5 , 9 6 , fityan 66 , 6 7
9 9 , 115
Floransa 8 0
Efendipula 20
Fo^a/Yeni Phokaia 6 4 , 8 2
Eflak 7 2 , 7 4 , 8 5 , 86 , 8 9 , 9 0 , 9 5 , 103
Franklar 5, 15
Ege 5 5 , 6 2 - 6 4 , 7 5 , 7 7 , 81
Fransa 6 3
Ekberiyye 4 , 3 4 , 3 5 , 1 02, 104
Frederik II 6
Ekm eleddin el-Bayburti 4 1 -4 4
Frigya 3 0 , 7 6 , 7 7
el-Aksa 41 el-Ayni 4 2 , 4 7
Fususii’l-Hikem 3 3 , 3 6 , 1 0 9 , 112 Fususii’l-Hikem §erhi 1 0 2 , 1 1 3 Fiituhdt-i Mekkiyye 7
el-C errah 8 el-Kamil 6 el-M akrizi 4 3
el-Menhalii’s-Sdfi 4 7 cl-Sirozi 102 Elvan (,'elebi 2 2 , 61
fu tiiw e t 3 , 4 , 2 3 Gagavuzlar 8 7 , 1 0 3 , 108 Ganos [ Ijiklar Dagi] 66 Gattilusio ailesi 6 4 Gazi E ce 38
Gazze 4 3 G elibolu 6 7 , 7 7 G em istos Plethon 83 Germiyan 2 4 , 5 5 , 5 6 , 1 1 3 , 1 1 4 Germiyanogullari 55 Getsem ani 9 0
3 2 , 35, 39, 4 9 , 50, 54, 56, 57, 61, 6 3 - 6 5 , 6 8 - 7 0 , 7 5 , 7 6 , 7 8 , 7 9 , 86 , 8 8 , 9 0 , 1 0 0 , 1 0 2 , 1 1 1 , 1 1 6 -1 1 9 H indistan 41 Hisarcik 2 6
Historia 75
Geyikli Baba 51 Giyaseddin Keyhiisrev 3
H oca Ali 5 0 , 105 Horasan 8 , 2 1 , 2 2 , 7 3 , 1 1 4
G irit 6 2 , 6 3 , 6 9 , 7 6 , 8 1 -8 3 , 9 3
H urufiler, H urufilik 4 0 , 5 0 , 5 3 , 6 4 , 9 1 , 9 2 , 1 0 4 , 1 0 6 , 1 1 5 -1 1 8
G irit ayaklanmasi ( 1 3 6 5 ) 8 1 -8 3 Giustiniani (A ntonio) 8 0 , 81 Golpinarli, A. 2 1 , 53 Goynuk 9 9 , 1 0 0 , 117 Gregorius Palamas 6 5 , 66 Guillom e de Ru brock 5 0 G iiljen iler 109 Giircistan 50 Giizelhisar 56 Gyorgy (M acaristanli) 2 7 , 6 4
H iisam Qelebi 39 Hiiseyin Ahlati 3 6 , 4 4 - 5 3 , 7 4 , 1 0 5 , 1 1 5 -1 1 9 H z. Ali 2 2 H z. Davud 2 9 H z. ibrahim 17 H z. isa 2 , 6 - 8 , 1 2 , 1 7 , 19, 2 6 , 2 8 , 2 9 , 5 0 , 5 4 , 5 8 , 8 3 , 86 , 8 7 , 9 0 , 1 0 9 ,
Haci Bayram 3 3 , 3 6 , 5 5 , 1 0 0 , 1 1 4
11 0 , 1 1 2 , 1 1 5 , 116 H z. M eryem 7 , 1 2 , 109
Haci Bekta§ 2 , 2 1 - 2 6 , 3 1 , 3 3 , 8 5 , 102, 114
H z. M uham m ed 2 , 1 4 , 19, 2 8 , 3 0 , 5 4 , 5 8 , 7 9 , 8 4 , 9 3 , 109
H aci B ek ta j Vilayetnamesi 2 1 , 2 2 , 2 4 -
H z. M usa 17, 1 9 , 2 7 , 2 8 , 58 Ildir 9 6
2 6 , 61 H aci ilbeyi 3 8 , 1 0 3 , 118
I$ikiar 109
H aci Pa5a 4 1 -4 3
ib n Arab el-Bursevi 4 3
H afiz Halil 3 7 , 3 9 , 4 0 , 4 4 , 5 0 , 5 3 -5 5 , 68 , 7 1 , 7 2 , 86 - 88, 9 0 - 9 2 , 9 8 -1 0 2
ib n Arab$ah 7 3 , 8 5 , 9 2 ib n B attuta 4 1 , 4 9 , 66 , 6 7 , 100
Halep 2 0 , 4 2 , 4 6 , 4 8 , 5 2 , 5 3 , 6 7 , 7 9 ,
ib n H acer el-Askalani 4 7 , 48 ib n H aldun 4 3 , 4 6
9 1 , 1 1 3 -1 1 7 H allac-i M ansur 3, 3 5 , 8 7 , 1 1 3 -1 1 6 ,
ib n S ab ’in 112
1 1 8 -1 2 0 Hallacilik 3 5 , 1 0 4
ib n Tagriberdi 4 3 , 4 4 , 4 7 -4 9
Halvetilik 108
ibnul-Farid 2 7
H am id-i Veli (Aksarayi) 5 4 , 5 5 , 100
idris-i Bidisi 7 1 , 7 2 , 7 5 , 7 7 , 7 8 , 8 4 ,
H am za Bosnevi 4 , 5, 1 1 3 , 1 1 7
9 1 , 92 Ilm -i H u ru f 116
H anefilik 4 3 H atem ii’l-vilaye 111 Haydar es-Sultan 2 2
ib n Tulun camii 4 3 , 52
ilyas (K araburunlu) 1 0 0 , 101
Hest behift 75
Inalcik, H . 38 incil 1, 17, 19, 2 7 , 2 8 , 4 9 , 9 0 ioannes Abramios 41
Hiristiyanlar, Hiristiyanlik 5 -7 , 9 -1 2 , 1 3 -1 5 , 1 8 -2 1 , 2 4 - 2 6 , 2 8 , 2 9 , 30-
ioannes Sisman I I I 7 9 ioannes Tarkaniotes 8 3 , 8 4
Hesykhiacilar 3 0 , 61
ipsili 9 6 Iran, Iranlilar 2 , 3, 5, 2 7 , 3 3 , 3 4 , 505 2 , 7 4 , 9 1 , 1 1 6 -1 1 8 , 120 isa Celebi 65 isevi nitelikler 3 , 6 , 8 3 , 8 4 , 9 0 , 1 1 1 , 1 1 6 -1 1 8 isfendiyar Bey 7 0 - 7 2 , 7 4 , 8 4 , 8 5 , 8 9 , 113
Karabag 50 Karaburun/Stylarion 66 , 7 3 - 7 7 , 8 1 , 9 5 -9 7 Karaca Ahmed 2 6 Karahisar 4 9 Karaman 5 5 , 7 8 , 1 0 0 , 117 Karaman beyligi 5 4 Karaosmanogullari 9 6
ismail (B ed red din’in oglu) 4 4 , 5 6 , 68 ,
Karm atiler 8 3 , 8 4
7 1 ,9 9 ism ail M ajuki 117 Ispanya 3
Karpokrates 1 0 6 Kars 115 Kastamonu 72 Katip Qelebi 51
israil (G azi, Kadi; Bedreddin’in baba si) 3 9 , 4 5 , 4 6 , 9 9 , 1 0 2 , 103 ijrak okulu 5 i§tirakgilik 8 3 , 8 4 italyan cumhuriyetleri 63 Ittihadiyye 1 0 4 , 112 Iyonya 7 6 , 7 7 Iyonyen korfezi 75 izm ir 4 9 , 5 7 , 5 8 , 6 2 , 6 3 , 6 5 , 66 , 6 9 , 7 1 , 7 8 , 8 0 , 86 , 8 9 , 9 3 -9 6 iz n ik 4 , 7 1 , 7 2 , 7 4 , 8 4 , 9 9 , 104 izzeddin Keykavus I 4 -6 Izzeddin Keykavus II 2 8 , 3 5 , 6 9 , 8 7 , 103 Janos Hunyadi 1 0 0 Joseph (M etrop olit) 7 9 Kabe 7 , 1 9 , 2 0 , 106 Kadi Ahmed (N igdeli) 5 4 Kadiriler 105
Kayseri 5, 2 2 , 2 4 , 4 3 , 116 Kazova Tiirkm enleri 91 Ke$i$ Dagi [U ludag] 6 1 , 6 5 , 66 K ibns 6 9 K ilif Arslan II 6 , 2 0 Kirim 8 5 , 86 Kirklareli 108 K irjehir 2 1 , 115 K izilbaj, Kizilba§lar 2 3 , 6 9 , 1 0 8 , 118 Kilikya 1 4 , 18 Kiramana H atun 2 0 Kissling, F. I. 3 8 , 4 7 , 105 Klaudiotes 9 7 Klem es (iskenderiyeli) 30 K onstantinopolis/istanbul 5, 10, 12, 1 5 - 1 8 , 2 8 , 7 9 , 1 0 0 , 1 0 1 , 1 0 3 ,1 1 5 Konya 3 , 5, 9 , 1 2 , 1 5 -1 8 , 2 0 , 4 0 -4 2 , 5 4 , 1 1 3 , 1 1 6 , 117
115
Kahire 4 1 -4 7 , 5 1 , 5 2 , 5 5 , 7 2 , 111
Korsmdme
Kalenderiler, Kalenderilik 4 8 , 66 , 6 7 , 115
kole pazan 8 2 , 83
Kalenderoglu isyani ( 1 5 2 6 - 2 7 ) 2 2 , 6 7
Kudus 5, 6 , 4 1 , 4 3 , 5 2 , 8 7 Kumanlar 103
Kaluyan 1 2 , 13 Kandiye 6 3 , 8 0 , 8 1 , 83
K ur’an 1, 7 , 17, 2 7 , 3 7 , 3 9 , 109 K urtuba (C ord ob a) 3, 9
Kansuh el-Gavri 1 1 6 Kantemir (D im itri) 6 7 Kanuni Sultan Suleyman 2 2 , 1 0 6 , 1 1 7 Kapadokya 1 4 , 2 4 , 30
Kuru D ag (K orudag) 66 , 6 7 Kutsal Sinod 2 8
kapikullari hizbi 8 7 , 9 3 Kaplica medresesi 3 9 , 4-0
kuzu bayrami 1 0 6 Kiibra (Ak§emseddin’in oglunun dulu, H afiz H alil’in kansi) 100 Kiitahya 6 5
Lampsacus (Lapseki) 9 4 Las Havas de Tolosa 5 Lesbos (M idilli) 75
Meram mescidi 15 M eri? 6 0 , 1 1 7
LetAi’f ii’l-iparat 36
Meserretii’l-kulub 3 7 Mesnevt 33
Lidya 7 6 -7 8 Lutfi Pa$a 78
M essalien’ler 2 9 Mevlana Celaleddin Rum i 1, 2 , 4 , 7-
M acarlar 6 9 , 100 M ahm ud Hiidayi 108 M ahm ud Pa§a 61
23 , 27 , 2 9 -3 3 , 39 , 4 4 , 4 6 , 60, 91, 1 1 1 -1 1 4 , 1 1 7 , 118 Mevlid 3 0 , 113
Makedonya 88 , 8 9 , 9 4 , 1 0 3 , 1 0 4 , 120
Misir 3 8 , 4 1 - 5 6 , 66 , 6 7 , 8 5 , 9 3 , 1 13-
Malkara 6 7 M anastir medresesi 4 0
117 Mihail Dukas (H ekim ) 42
M anisa (M agnisa) 6 5 , 7 4 , 7 6 M ansuriye hastanesi 4 1 , 4 2 M anuel Paleologos II 7 0 , 8 9 , 100 M arejal Boucicaut 6 2
M ihaloglu M ehm ed Bey 6 9 , 72 M ihalogullan 3 8 , 6 9 - 7 1 , 103 Mircea (M irgi) 6 9 , 8 4 -8 6 , 89
M ariye 4 4 M aruffo 62
M ogollar 2 , 8 , 66 Molla F e n a ri4 , 5 , 4 1 , 4 3 , 113
Mihail Massinos 81
M assignon, Louis 1 0 4 , 1 1 2 , 1 1 3
Molla Haydar Herevi 9 1 , 9 2 , 105
Matla’u hususi’l-kilcm f i me’dni Fususii’l-hikem 3 6
M olla Hiisrev 9 9
M atta (Efes m etropoliti) 6 3 , 6 4 M azaris 9 7
Mubarek^ah el-M antiki 4 1 , 4 2 M uhammed Sultan 4 9 , 50
M ecdeddin Ishak 3 , 4
Muhyiddin Ibn Arabi (§eyhii’l-Ekber)
M ehdi, Mesih 4 8 , 5 8 , 6 0 , 1 0 9 , 111 M ehmed I (Q elebi) 4 0 , 6 5 , 6 7 , 6 9 -7 4 , 7 6 - 7 8 , 8 4 , 8 5 , 8 7 -9 2 , 9 5 , 9 9 , 1 0 4 , 105 M ehm ed II (Fatih) 3 7 , 4 0 , 6 1 , 86 , 9 9 ,
100 M ehm ed b. Alaeddin Ali 54 M ekke 3 , 106 M elam iler, Melamilik 2 7 , 4 4 , 8 3 , 1 0 0 , 117 M elek Hatun (Bedreddin’in annesi) 39 M emluklar 3 6 , 4 2 - 4 5 , 4 7 , 4 9
Mendkibii’l-Arifin (Ariflerin Menkibeleri) 9 M enavino 1 1 6 M enderes 5 5 , 5 6 , 66 , 7 1 , 7 7 , 9 9 M ene 2 2 M ente§e 6 3 , 65
M olla Yusuf 39
1 -9 , 2 9 -3 1 , 3 3 -3 6 , 4 0 , 9 8 , 1 0 2 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 2 , 1 13, 1 1 6 , 1 1 8 , 119 Muhyiddin M uham m ed (Iskilipli) 106 Murad I 3 9 , 68 Murad II 4 0 , 6 4 , 7 4 , 7 6 , 7 7 , 88 , 9 2 , 95,
9 6 , 100, 117
Musa Qelebi 6 , 7 , 6 8 - 7 2 , 8 4 , 8 5 , 8 7 , 8 9 , 9 2 , 9 4 , 103 M uslihiiddin Mustafa (Nureddinzade) 109 Mustafa (H afiz H alil’in amcasi) 9 9 Mixeyyed (B ed red din’in yol ve ogre nim arkada$i) 4 5 M iiniri (Belgradi) 1 0 9 Nahcivan 50 N aim Frajeri Bey 2 6 Nazim H ikm et 3 7 , 1 2 0 Nea M oni manasdri 8 0 , 81
Nesimi 5 3 , 9 1 , 1 02, 1 1 4 -1 1 6 N efri 7 4 , 7 5 , 7 8 , 8 1 , 9 3 , 102 N icolo Gattilusio 61 N igbolu sava§i 8 0 Nikopolis (N igbolu) 8 9 , 9 4 , 9 5 Nilos (K e jij) 8 3 , 84 N im etullah Veli Kirmani 5 1 , 5 3 , 116 N ijapur 22
102, 112, 113, 117 Safeviler 5 0 , 5 5 , 104 Ciineyd (Safevi) 5 3 , 5 4 , 1 1 7 Saint Jean §ovalyeleri (R od os Hospitalier tarikati) 6 2 , 1 1 1 Sakiz 3 2 , 5 6 -5 8 , 6 0 - 6 5 , 7 5 -7 7 , 7 9 -8 3 ,
86 , 1 1 1 , 1 1 2 , 1 1 5 , 1 1 6 Saltikname 61
Niyazi Misri 4 , 5, 1 0 4 , 1 0 9 , 1 1 8 , 119
San Ismail 2 6
Nizar (N azar) 5 6 , 5 7 , 66 , 7 1 , 7 7 N ure Sufi 54
San Saltik 8 4 , 1 0 3 , 118 Saruhan 6 5 , 66 , 7 6 , 7 7 Saruhan yoriikleri 102
N ureddin Zengi 6 , 2 0 m r u ’l-Kulub 3 7 , 86 , 105 Nusayriler 53 N ujirevan 7 3 , 7 4 O hri (Achrida) 8 4 , 9 4 O hri (Achridos) 6 9 , 7 1 , 9 4
Schiltberger 2 0 , 50 Selahaddin (§eyh) 16 Selahaddin Eyyubi 30 Sinaneddin (§eyh) 14 Selanik 6 8 , 8 9 , 9 0 , 104
O rhan Bey 3 9 , 6 5 , 66 O rta Asya 2 , 2 1 , 2 4 , 2 7 , 3 5 , 4 1 , 66 , 114
Sel^uklu, Selguklular 1 -5 , 8 , 15, 16,
Oru<; Bey 3 8 , 7 0 , 7 4 , 7 5 , 78 O sm an Bey 5, 3 8 , 7 0
Selim I 4 , 5, 6 9 Selim II 102
Patm os 63
sema 4 , 9 -1 1 , 2 1 , 4 4 , 111
Penbefrujan (Pamuk^ular) medresesi
Semerkand 51 Serez 6 9 , 86 , 8 7 , 8 9 -9 3 , 9 6 , 1 0 1 , 1 0 5 ,
10 Pera 6 3 Pervane 19 P ietro Z en o 8 0 Pir Sultan Abdal 84 Platon 3
1 8, 2 0 , 2 7 , 2 8 , 3 1 , 3 5 , 3 8 , 4 0 , 66 , 67,
6 9 , 103
106, 113 Seyyid Gazi Tekkesi (Kizil D eli) 1 0 3 , 118 Seyyid M uham m ed Aftabi 51 Siddik-i Ekber 8 , 1 1 4
Plethon 8 4
Silistre 6 9 , 8 7 , 9 5 , 103
Pluiletheos 68 Rafizilik 4 8
Simaviler 1 0 7 -1 0 9
Ragusa 6 4 , 9 0
Sineson 2 4 , 2 5
R efi’i 115
Sinop 8 5 , 8 9 , 9 9
Resm o 81
Siryanus 1 1 , 1 2 Sis (K ozan) 14, 17 Sisam/Samos 7 6 , 7 7 , 8 0 - 8 2 , 9 6 , 106
Rodos 6 2 R u h ii’l-Kuds 3
Sinaniler 109
Sisman (Saruhan valisi) 7 6 , 7 8 , 9 4 , 9 5 Rum eli 3 5 , 3 6 , 3 8 , 3 9 , 4 4 - 4 6 , 66 , 7 0 , 71, 7 8 , 8 4 , 8 8 - 9 0 , 9 5 , 1 0 3 , 1 1 5 , Sitia 81 1 1 6 , 118 Sofya 106 Sadeddin Efendi 86 Solakzade 86 , 8 9 Spandoni 1 1 5 , 1 1 6 Sadreddin Konevi 3 , 4 , 8 , 9 , 3 4 , 4 0 ,
Sultaniye 4 9 Sulucakarahoyiik (H acibekta?) 2 1 , 1 1 4 Suriye 5 2 , 53
Tim ur 4 5 , 4 6 , 5 0 -5 2 , 5 5 , 5 7 , 6 3 , 68 , 8 0 , 8 2 , 85 T im u rtaj 4 2
Slihreverdi 5, 5 3 , 7 9 , 118 Suleyman Bey (O rhan Bey’in oglu) 3 9
T ire 5 7 , 7 1 , 9 4 , 9 5 Tirm izi 9
Suleyman Qelebi (Yildmm Bayezid’in o glu) 3 0 , 6 8 -7 1 , 8 5 , 9 4 , 113 Suleyman §ah (Germiyan Beyi) 55 Surm e 66 §afuler 4 3
Torlaklar 4 8 , 5 3 , 5 6 , 66 , 6 7 , 7 5 , 7 7 ,
$ahne M usa 4 5 -4 6 §ahruh 8 5
T rabzon 8 9
Tem ennayi 1 1 6
Trakya 3 5 , 6 5 , 6 7 , 7 0 , 7 6 , 88 , 8 9 , 9 4 -
§am 4 , 9 , 1 4 , 4 1 , 4 5 , 4 6 , 4 8 , 52 §am an, §amanist 2 , 3 , 2 1 , 2 2 $ap<;ilar 100 , 101 §em seddin Cezeri 50 §em seddin T ebrizi 2 0 , 4 6 $eyh Bedreddin Destam 3 7 §eyh Pa$a 4 6 $eyhi 115 $eyhuniyye 4 1 - 4 3 , 52 §ihabeddin Sivasi 113 §iiler, §iilik 2 3 , 3 4 , 4 9 , 5 1 , 5 2 §irin (F e re c’in annesi) 4 4 §irvan 50 §ukrullah bin §ehabeddin 7 3 , 7 8 , 7 9
78,
1 0 0 , 115
Torlak (H u ) Kemal 5 5 , 6 5 , 7 4 , 7 5 , 7 8 , 91,
115
Torlak (Yahudi) Kemal 78
Tmctatus 1 7 96,
103, 120
Tun a 7 1 , 86 , 8 7 , 8 9 , 9 4 , 9 5 , 1 0 3 , 115 Tuna Turkleri 6 9 , 7 0 , 8 5 , 9 6 T u r dagi 2 8 Turlod k e jiji 7 6 , 8 1 , 83 Turloti manastin 7 6 Tiirkm enler 1, 2 1 , 2 4 , 2 8 , 3 1 , 5 3 , 5 4 , 6 5 -6 7
Ukudu’n-Nasibd 3 7 U lahlar 8 9
Unkudii’l-cerdhir 3 7 Urla 9 6 Uygurlar 3
Tnbakat-i Hanefiyye 3 7
U zungarjili, i. H . 108
Tahtacilar 2 3
TLJrgiip 2 4
takiyye 1 0 5 , 1 1 0 , 118 tasvir tapinci 7 , 2 9
vahdet-i mevcudguluk 108
Ta§koprizade 4 0
Vardar Yenicesi 9 6
vahdet-i viicud 4 , 112
tat 3
Vdnddt 3 3 , 3 6 , 68 , 9 2 , 9 8 , 1 0 5 , 1 0 6 ,
Tatarlar 2 , 5 0 , 6 3 , 85 Tavas 2 6 T ebriz 4 7 , 5 0
Varna 6 9 , 8 7 , 1 0 3 , 108
Terciimanii’l-efvAk 7
Vryonis, S. 38
Tesalya 8 9
W erner, E . 38
teslis 7 , 2 9 , 1 1 6 tevhid 5 , 7 , 14 Tevrat 1, 7 , 1 9 , 2 7 T h e o lo g o 6 4 T h eolog os Koraks 9 7
Yahudiler, Yahudilik 3, 6 , 7 , 9 , 1 0 , 13,
1 0 9 -1 1 2 Venedik 6 2 , 6 3 , 8 0 -8 2
19, 2 9 , 4 1 , 4 2 , 7 8 , 7 9 Yahya Incili 1 1 6 Yakub (Suruglu) 30 Yakub II (Germiyan beyi) 55
Yaltkaya, §. 3 8 , 4 7 Yanbolu 108 Yayladag 6 6 Yazicioglu M ehm ed 113
Yunus Em re 1, 2 1 , 2 6 -2 8 , 3 3 , 3 5 , 52,118 Zadeh el-Ahlati 4 9
Yenigeri ocagi 2 3
Zagra 6 6 , 8 7 , 1 0 0 , 101 Z e b u r 19
Yezidiler 106
Z e lo t ayaklanmasi 6 8
yoga 3
zeybekler 9 6
TARIH VAKFI YURT YAYINLARFNDAN
OSMANLI TOPLUMUNDA
ZINDIKLAR VE MULHiDLER (15.-17. YUZYILLAR) A H M E T YA§AR O C A K Osm anlimn 15. yiizyildan 17. yiizyila kadarki iif yiiz yillik siyasal ve toplumsal diizenine, bu diizenin arkasmdaki resmi ideolojiye kar§i, bazen ki$isel bazen kidesel £iki§lar go riilm ujtii. “ Zmdiklik ve mulhidlik” , bugiim in Ttirk^esiyle “sapkinhk ve dinsizlik” harekederi, yani “dairenin di§ina ^lkanlar” genellikle idamla cezalandirilm ifti. §eyh Bedreddin, M olla Lutfi, Nadajli San Abdurrahman, Lari M ehm ed Efendi, O glan §eyh Ism ail-i M ajuki, ibrahim -i Gul§eni gibi ki§ilerin resmi ideolojiye muhalefetinin sebebi neydi? Bu harekederin mahiyeti neydi? Toplum un hangi kesimlerinde yanki buluyordu? Ahm et Ya$ar O cak bu onem li eserinde i§te bu sorularin cevabim arajtiriyor. xxii + 418 sayfa. ISBN 975-333-179-0
OSMANLI BEYLiGi ( 1300- 1389) E D IT O R
E L IZ A B E T H A. Z A C H A R IA D O U Kiigiik bir uc beyliginin, Bizans’in yerine gegen ve Bati Hiristiyan diinyasim yiizyillar boyunca derinden etkileyen giiglii Osm anli Im paratorlugu’na dontijm esi, gejidi aplardan incelenmesi gereken bir olgudur. Kurulu§ donemi hakkinda 1 9 3 0 ’larda gelijtirilen kuramlardan sonra ortaya gikan bulgular, eski tezleri gelijtiren ve a§an savlann kaynagi oldu. Osm anlilann kokeni, bulunan yeni sikkeler, gaza gelenegi ve dervijlerin rolii, arazi tahrirleri, T iirk dili, diger beylik ve devlederle ilijkiler iizerine karjilajtirm ali araftirmalari kapsayan bu kitabin i§iginda Osmanli tarihinin bilinm ezlerle dolu en karanlik donem inin yeniden degerlendirilmesi gerekecek. (Qev. Giil Qagali Giiven, Ismail Yerguz, T iilin Altinova) xiv + 277 sayfa. ISBN 975-333-067-7
ALEVi KiMLiGi E D IT O R L E R
T . O L S SO N , E. O ZD ALGA, C . R A U D V E R E Alevi uyam ji, 1 9 8 0 ’lerin sonundan bu yana Tiirkiye gundem inin hep ilk siralarinda yer alan bir kavram oldu. Yiizyillar boyunca kapali bir cemaat halinde var olan Aleviligin kamusal alanda goriinurluk kazanmasina, Alevilik-Bekta^ilik literattiriinde ya$anan gergek bir padama e§lik etti. istanbul’daki Isveg A rajtirm a Enstitusu’niin 2 5 - 2 7 Kasim 1 9 9 6 tarihleri arasinda duzenledigi “ Osmanli ve M odem Tiirkiye Alevilerinde D in, Kiiltiirel Kimlik ve Toplum sal O rgiitlenm e” bajlikli konferansa sunulan tebliglerin derlemesinden olu§an bu kitap, Alevi kimligini ve Ali odakli mezhepleri, tarihi/efsanevi arka plan, tarih in§a siireci, gunumiizdeki “uyam§” a e§lik eden kentle§menin getirdigi yeni sorunlar ve yeni soylemler baglamlarinda ele aliyor. Sabetaycilik, Ehl-i H ak, Nusayirilik, Diirzilik gibi bazi marjinal heterodoks akimlan irdeleyen makaleler ise kimlik in§a siirecinin hem “ig” dini tarih, hem de “di§” siyasal ve toplumsal yonleri iizerinde duruyor. (Qev. Bilge Kurt T oru n, Hayati T o ru n ) xi + 276 sayfa. ISBN 975-333-093-6