© Gilles Deleuze, Leibniz Leibniz
© Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2006 Birinci Basım: Ocak O cak 2007 2007
Kapak Düzeni: Düzeni: Gökmen Gök men Ekincioğlu Teknik Tek nik Hazırlık: Hazırlık: Necini Bayram Bayram
KABALCI YAYINEVl NEVl Himaye-i Etfal Sok. 8-B Cağaloğlu 34110 İstanbul Tel: (0212) 526 *5 86 Faks: (0212) 513 63 05
[email protected] www.kabalciyayinevi.com.tr
KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI Cataloging-in-Publication Data (CİP) Deleuze, Gilles Leibniz Leibniz
1. Göttfried Wilhclm Leibniz (1646-1716) 2. Felsefe 3. Matematik ISBN 975-997-088-0
Baskı: Yaylacık Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. (0212 5678003) Litros Yolu Yolu Fatih F atih San. Sitesi No: No: 12/1 12/197 97-2 -203 03 Topka To pkapı-ls pı-lstan tanbul bul
g il il l e s d e l e u z e
LeibniZ Çeviri: Ulus BAKER
Yayıma Hazırlayan ve Önsöz: Aliye Kovanlıkaya
(^«•MlOrAVHlVİ
i ç i n d e k i l e r
ÖNSÖZ, 7
15 NtSAN NtSA N 1980,15 22 NİSA NİSAN N 1980,46 2 9 NİSAN NİSAN 1980, 78 6 MAYIS
1980,113
2 0 MAYIS 1980,132 DİZİN, 161
GILLES DELEUZE
logos ile kavram aynı şey haline getirilmişıir.
Bize kalan Deleuze’üıı de istediği gibi bir süreklilik olarak analizdeki tekillikler olan kavramların analize kazandırdığı ritmi dinlemek, kavramsal analizin keyfini çıkarmak, oyunu sürdürmektir; koyunun kuzusu kuz usunu nu nasıl tanıdığım tanıdığım anlatamamak pahasına olsa bile bile..
15 NİSAN 1980 Son Ytl, Vincennes
Bir süre Leibniz üzerine bir dersler dizisine girişiyoruz. Amacım çok basit: onu hiç tanımayanlar için birazcık ilerlemek, size bu yazarı sevdirmek, sizde sizde onu okumak için için bir istek istek uyandırmak. Leibniz’a başlamak için hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar güçlü bir bi r çalışma çalışma aracımız var. Bu bir hayalin adandığı adan dığı bir b ir görevdi - çok al çakgönüllü bir görev, ama çok çok derin. Bir zamanlar bir hanımefen di vardı, Madam Prenant; uzun bir sûre önce Leibniz’dan seçilmiş parçalar parçal ar yayımlamıştı. yayımlamıştı. Seçilmiş Seçilmiş parçalar parçal ar denince den ince bir kuşku uyanır uyan ır ge nellik nellikle le - ama bu durum du rum da karşımızda karşımızda tam anlamıy anlamıyla la gerçekten bir şaheser var. Bu çok basit bir nedenden dolayı bir şaheserdi: Leibniz kendi döneminde (yani 1$. yüzyıl başlarında) oldukça yaygın olarak benim be nimsen senen en yazma usullerin usu llerinee uygun uyg un yazmakla kalmamış, kalmamış, bu usulleri olağanüstü olağan üstü bir bi r noktaya no ktaya sürüklemişti. sürüklemişti. Elbette bütün bü tün filozof filozoflar lar gibi gibi o da koca koca kitaplar yayımlamıştı; ama bu koca koca kitapların onun eserlerinin aslım oluşturmadıkları, çünkü asıl kısmın mektuplaşmala rında ve bazı küçük anı parçalarında gizlenmiş olduğu söylenebilir. Leibniz’m en önemli metinleri çoğu zaman dört beş, bilemediniz on sayfalık yazılar ya da mektuplardı. Neredeyse bütün dillerde yazıyor du ve belli bir açıdan o ilk büyük Alman filozofuydu. Bu Abnan felse fesinin Avrupa’ya avdet edişiydi. Leibniz’m 19. yüzyıl romantik Almaıi
75
G1LLES DELEUZE
düşünürlerinin üzerindeki doğrudan etkisi tartışılamaz —ve bu etki özel özel olarak Nietzsch Nietzschee üzerinde üzeri nde de devam edecekti. edecekti. Leibniz şu soruya verilebilecek cevabı en anlaşılır kılabilen filozof lardan biridir: Felsefe nedir? Bir filozof ne yapar, ne eder? Neyle uğra şır? Eğer hakikatin, doğrunun aranması ya da bilgelik arayışı gibi ta nımların uygun olmadığı düşünülürse, o zaman felsefi bir faaliyetin varolup varolmadığı sorulmaz mı? Hemen bir filozofu kendi faaliyeti içinde nasıl tanıdığımı söyleyeyim. Faaliyetler yarattıkları şeyler ve ya ratma tarzları bakımından karşımıza çıkabilirler. Bir marangozun ne yarattığım sormak gerekir. Bir müzisyen ne yaratır? Bir filozof ne ya ratır? Bir filozof bana göre kavramlar yaratan biridir. Bunun bîr sürü şey ima etmektedir: kavram yaratılacak bir şey Olduğunu, bir yaratı mın ürünü olduğunu. olduğunu.
*
Eğer bilim tarafından ve bilim içinde yaratılan bir şeye işaret edil mezse bilimi tanımlama konusunda hiçbir imkân göremiyorum. Oysa bilim tarafın tara fından dan ve bilim bil im içind iç indee yaratıl y aratılan an şey husu hu susu sund nda, a, b u n u n ne ol duğunu da pek iyi bilmiyorum, ama diyebilirim ki bunlar tam ve ke sin anlamıyla kavramlar değildirler. Yaratma kavramı bilimden ya da felsefeden çok sanata atfediliyor. Bir ressam ne yaratır? Çizgiler ve renkler yaratır. Bu çizgilerle renklerin verili olmadıklarını, bir yaratı mın ürünü olduklarım ima eder. Sonuçta, verili olan şeye her zaman bir b ir akış diyebiliriz. Bunlar verili olan ola n akış akı şlardır lard ır ve yaratm yar atmak ak akışları akışları kesmek, düzenlemek, birbirlerin bir birlerinee bağlamak bağlamak anlamına gelir - öyle ki yaratma, akışlardan çekilip alınmış bazı tekilliklerin, biricikliklerin et rafında rafınd a çiziliversin ya ya da oluşsun. oluşsun. Bir kavram hiç de verili bir şey değildir. Dahası, bir kavram dü şünceyle aynı şey de değildir: kavramlar olmadan pekâlâ düşünülebi 16
LEtBNlZ-15 NİSAN 1S80
lir, hatta feJs feJsef efee yapmayan herkesin herk esin de d e düşündü düşündüğüne ğüne,, hakkın ha kkınıı verecek verecek şekilde düşündüklerine, ne var ki kavramlarla düşünmediklerine ina nıyorum - tabii tabii eğer kavramın b ir faaliy faaliyeti etinn ya da orijinal orijinal bir b ir yaratı mın sonucu, ürünü olduğunu kabul ediyorsanız. Diyece Diyeceğim ğim,, kavram kavra m bir b ir düşünce düşünce akışından akışından çekilip alınmış bir tekil likler, biriciklikler sistemidir. Bir filozof ise kavramlar imal eden biri dir. Bir entelektüel midir? Benim kanaatime göre hayır. Çünkü... bir düşünce akışından çekilip alınmış bir tekillikler sistemi olarak kav ram... Evrensel düşünce akışını bir nevi iç monolog, düşünen herke sin iç monologu olarak hayal etmeye çalışın. Felsefe kavramlar yarat ma eylemiyle ortaya çıkar. Bana göre bir kavramın imalinde en az bü yük bir ressamın ya da büyük bir müzisyenin yaratmasındaki kadar yaratma vardır. Aynı zamanda dünyayı kateden, hatta sessizliği de içe ren sürekli bir akustik akış da (belki bu bir fikirden başka bir şey de ğil, ama bu fikri temellendirilmiş olduğu sürece bunun bir önemi yok) kavranabilir. Bir müzisyen de bu akıştan bir şeyler çekip alan ki şidir - neyi neyi?? Notaları Notala rı mı? Nota küm k ümelerin elerinii mi? mi? Değil Değil mi? mi? Bir müzisye nin yeni sesine ne ad vereceğiz? Söz konusu olan şeyin basitçe nota sistemleri olmadığını hissedebiliyorsunuz. İşte felsefe için de aynı şey - yalnız bu defa sesler sesler değil değil kavramlar yaratılıyor. yaratılıyor. Sorunumuz felsefeyi herhangi bir hakikat arayışı olarak tanımla mak deği değill - bunu bu nu n nedeni de çok çok basi basit: t: bunu bu nunn nedeni hakikatin her zaman eldeki kavramlar sistemine tabi olmasıdır. Filozof olmayanlar için filozofların Önemi nedir? Filozof olmayanlar bilmeseler de ya da ilgisizmiş gibi görünseler de, isteseler de istemeseler de, her biri özel adlar taşıyan kavramlar boyunca düşünürler. Kant adını onun on un hayan h ayanndan ndan değil, değil, Kant imzasını taşıyan taşıyan belli tipte ki kavramlardan tanırım. O andan itibaren bir filozofun öğrencisi, ta17
GII.LES DELÜUZE
kipçisi olmanın ne demek olduğu çok güzel kavranabilir. Kendiniz için ihtiyaç duyduğunuz kavramları şu ya da bu filozof imzalamış di yebilecek b ir konumd kon umdays aysanız, anız, işte işte o zaman zama n Kamçısınız, Kamçısınız, Leibnizcısı Leibnizcısınız nız vesaire... Her biri kendisine referans hizmeti görecek bir kavramlar sistemi yarattığı ölçüde iki büyük filozofun birbirleriyle aynı fikirde olmama ları zorunludur. O zamatı yargılayabileceğiniz şey yalnızca bu değil dir. Birinin Birinin takipçisi takipçisi olmak yerel yerel olabili olabilirr - şu ya da bu nokta nok ta üzerinde üzerind e olabilir: felsefe kopup giden bir şeydir. Bir filozofun takipçisi, yandaşı olmanız o tipten kavramlara kişisel bir ihtiyaç duyuyor olmanızdan da kaynaklanabilir. Kavramlar tinsel imzalardır. Ama bu kafanın içindedirler anlamına gelmez, çünkü kavramlar aynı zamanda yaşâkı tarzla rıdırlar - ve b u b ir seçim veya usavurma usavurm a işi işi değildir, filozof filozof ressam ressam dan ya da besteciden daha fazla düşünüyor, usavuruyor değildir* faali yetler yaratıcılıkla tanımlanırlar, düşünsel, usavurulmuş bir boyutla değil. O andan itibaren, şu ya da bu kavrama ihtiyaç duymak ne anlama geliyor? Belli bir tarzda, kendime kavramların o kadar canlı şeyler ol: duklannı söylerim ki... bunlar tıpkı dört ayaklı şu varlıklar gibi, kı mıldayıp mıldayıp duru rlar sanki - peki, peki, nedir bunlar? Tıpkı bir renk re nk gibidir gibidir ler, bir ses gibidirler. Kavramlar o kadar canlıdırlar ki, kavramdan belki be lki de en uzak uza k görül gö rülece ecekk b ir şeyle bü b ü sbü sb ü tün tü n ilgisiz değ d eğildir ildirler ler - b ir çığlıkla... Belli bir manada filozof şarkı söyleyen biri değil, bağıran, çığlık atan biridir. Çığlık atma ihtiyacı duyduğunuz her defasında felsefenin bir b ir tü r çağrış çağ rışma ma uzak uz ak olmadığı olma dığınızı nızı sanıy sa nıyoru orum. m. Kavramın Kavra mın b ir tü r çığlık ya da çığlık atmanın bir biçimi olması ne anlama geliyor? İşte bu, bir kavrama ihtiyaç duymak: yani haykıracak bir şeyi olmak'. Bu çığlığın ıs
IBBN1Z- 15 NİSAN 1980
kavramını bulmak gerekir.,. Binlerce şey haykırılabilir. Şöyle haykıran bir b irin inii hayal edin: edin : “Yine de b ütü üt ü n bunl bu nlar arın ın b ir nede ne deni ni olması lazım..." lazım..." Bu çok basit bir çığlıktır. Tanımıma dönelim: kavram çığlığın biçimi dir, o zaman hemen “evet! evet!” diyecek bir sürü filozof bulursunuz. Bunlar tutk un un filozofları filozoflarıdırla dırlar, r, coşku coşkunu nun, n, patho p athos’ s’un un filozoflarıdır filozoflarıdırlar lar ve logos’ logos’un un,, sözün sö zün filozoflarında filozoflarındann ayrılırlar. ayrılırlar. Mesel Meselaa Kierkegaard Kierkegaard - b ü tün felsefesini derinden gelen çığlıklar halinde haykırır ve temellendi rir. Ama Leibniz büyük rasyonalist (akılcı) gelenektendir. Leibniz’ı ha yal edin: ürkütüc ürkü tücüü bir şeyler şeyler vardır vard ır onda. O, düzenin filoz filozofudur; ofudur; hat ta düzenin ve polisin, polis kelimesinin tüm anlamlarıyla... Özellikle de polis kelimesinin kelimesinin ilk ilk anlamında - yani kentin, devleti devletinn kurallı ör ör gütlenmesi... Düzen terimlerinin dışında asla düşünmeye yanaşmaz. Bu bakımdan aşırı aşırı tutucudur, tutucu dur, düzenin dostud dos tudur. ur. Ama çok tuhaftır bu b u düze dü zenn zevk z evkine ine kapılm kap ılmış ış haldeyk hald eyken en ve v e b u düze dü zeni ni temellen teme llendirm dirmekl ekle, e, kurmakla uğraşırken, felsefede karşılaşabileceğiniz en çılgın kavram lar yaratma uğraşına koyulur. Dizginsiz, gemi azıya almış kavramlar, en taşkın, en düzensiz, olan biteni teyit etmek adına en karmaşık kav ramlar. Her şeyin şeyin bir nedeni neden i olması lazımdır. lazımdır. Aslında iki tür filozof vardır -eğer tanımımızı kabul ettiyseniz... eğer fels felsef efee kavramlar yaratan yara tan faaliyetse- ama sanki iki kutu k utupp var gibi gibi d i r çok ayık kavramlar yaratmaya koyulmuş koyulmu ş filozo filozofla flarr vardır; öteki lerden çok iyi ayırt edilmiş şu ya da bu tekillik düzeyinde yaratırlar kavramlarını kavram larını - ve sonuçta sonu çta şöyle öyle bir b ir şey .düşüneb .düşünebiliyorum iliyorum:: filozo filozofla fları rı saymak, nicelendirmek, yarattıkları veya imzaladıkları kavramların sa yısı bakımından nicelendirmek... Mesela DescartesL Onunkisi ayık kavram yaratma tipidir. Cogito’nun, düşünüyorum’un tarihi -tarihsel olarak burada her he r zaman b ir gelenek gelenek,, öncelle öncellerr ve ardıllar ardıllar bulunabilir, 19
GİLLES DELEUZE
ama bu cogito kavramında Descartes imzasını taşıyan bir şeyin bulun masını engellemez- yani şöyle bir önermenin (bir önerme bir kavramı ifade edebilir): “Düşünüyorum, o halde varım;” bu tam anlamıyla yep yeni bir b ir kavramdır. Bu öznelliğin, öznelliğin, d üşün üşünen en öznelliğin öznelliğin keşfidir. keşfidir. Alt Altında ında Descartes’ın imzası vardır. Elbette bütün bunlan Aziz Augustinus’da da aramaya girişebilirsiniz -önceden hazırlanmış olup olmadığım araştırabilirsiniz—kavramların bir tarihi elbette vardır, ama bu Descartes’m imzasını taşır. Descartes... çok hızlı geçmedik mi? Ona atfe debileceğimiz beş aln kavram vardır. Altı kavram yaratmış olmak mu azzam bir şeydir. Ama b u ayık bîr b îr yaratıştır. yaratıştır. İkinci olarak azgın, öfkeli filozoflar vardır. Onlarda her kavram bir tekillikle tekilliklerr kümesini küm esini kapsar kap sar - ve onlara sürekli süre kli olarak başka başka kavramlar, yeni kavramlar gerekir. O zaman çılgın çılgın bir bi r kavramlar yaratım ına tanık tanık olursunuz. Tipik örnek Leibniz’dır; yeniden ve yeniden bir şeyler ya ratmayı ratmay ı asla bırakmaz. Açıklamak istediğim şey işte işte buydu bu ydu.. O Alman dilinin kavram bakımından kudreti üzerine düşünen ilk filozoftur filozoftur - Almanca Almanca hangi bakımdan bakım dan kavramsal bir üstünlüğ üst ünlüğee sahip tir? Ve bunun aynı zamanda büyük bir haykırma, çığlık dili olması da tesadüfi tesadüf i değildir. Leibniz Leibniz bir sü rü şeyle eyle uğraşır - neredeyse neredeys e her h er şeyl şeyle, e, çok büyük bir matematikçi, çok büyük bir fizikçi, çok iyi bir hukuk çu, siyasi faaliyetin her türü, hep düzenin hizmetinde... Dur durak bilmez, çok ço k karan kar anlık lık,, şüphe üp heli li b ir herift her iftir. ir. Leibniz, Spinoza’ Spino za’yı yı ziyaret ziyar et eder (o bir anti-Leibniz’dır): Leibniz ona el yazmalarım okutur; çile• den de n çıkmış bir halde kendi kendine kendin e bu herifin ne istediğini istediğini soran SpiSpinoza’yı noza’yı gözünüz gözü nüzün ün önün ö nünee getirin. Sonra Spinoza Spinoza saldırıya uğradığında Leibniz asla onu görmeye gitmediğini, gittiyse onu yoklamak, denetle mek üzere gittiğini söyleyecektir... İğrenç... Leibniz iğrençtir. 1646-1716 arası.. arası.... u zun zu n bir hayat... hayat... bir sürü sü rü şey şeyii kap sar... sa r... 20
LEİBNİZ - 15 NİSAN 1980
Son olarak... bir tür şeytani alaycılığı vardır. Sisteminin yeterince bit b it piram pir amid idee benz be nzed ediğ iğini ini söyleyeceğim. L eibni eib nizin zin b üyük üy ük sistem sis teminin inin birç bi rçok ok dü eyi, eyi, katı vardır. Bu katlardan katlarda n hiçbiri h içbiri yanlış yanlış değildir - her biri bi ri b ir diğerin diğ erinii sembolize semb olize eder. ede r. Leibniz faaliyeti faaliyeti ve düş dü şüncey ün ceyii muaz mu az zam bir sembolizasyon olarak kavrayan ilk büyük filozoftur. Demek 2
ki b ütün üt ün katlar sembolize sembolize ederler, ama hepsi hep si şimdilik şimdilik mutlak adını ve rebileceğimiz rebileceğimiz bir şeye şeye az ya da çok ço k yalandırlar. yala ndırlar. Böyl Böylee olması olması onu o nunn biz zat eserinin parçasıdır da... Leibniz kime mektup yazdığına göre ya da hitap ettiği kesime göre bütün sistemini şu ya da bu düzeyde sunar. Sisteminin az ya da çok yoğun, az ya da çok gevşek ya da seyrek olan bir b ir sürü sü rü düzey dü zeyde de imal edilmiş edil miş o ldu ld u ğ unu un u hayal hay al edin ed in;; Leibniz, birine bir ine bir b ir şeyleri eyl eri açık a çıklam lamak ak için içi n siste s istemin minin in şu ya da b u düzeyin dü zeyinee yerleşecekyerleşecek’tir. Herhangi birinin zekâ düzeyinden biraz, kuşku duyduğunu farzedin: pek güzel, büyük bir memnuniyetle sisteminin en alt düzeylerin den birisine yerleşir; daha zeki birisine sesleniyorsa, başka bir düzeye sıçrar. Bu düzeyler, bu katlar örtük bir şekilde bizzat Leibniz’m me tinlerinin parçalarını oluşturduklarına için ortaya büyük bir yorum prob pr oble lemi mi çıkar. çıka r. Karmaş Karm aşıktır, ıktır, çün çü n kü benim be nim kanaatım kana atımaa göre, göre , metn me tnin in sistemin hangi katma, düzeyine tekabül ettiği düzeyi hissedilmeden Leibniz’m o metnine asla yastanamayız. Mesela Leibniz’m, ruh ile bedenin birliğini açıkladığı metinleri var dır; güzel, bunlar şu ya da bu mektup arkadaşına gönderilmiş olabilir ler. Başka bir mektup arkadaşına ı uh ile bedenin birliği diye bir mese lenin olmadığım, çünkü esas meselenin ruhların kendi aralarındakiilişki olduğunu açıklayacaktır. Bu iki şey asla çelişkili değildir, siste min iki ayrı düzeyidir bunlar. Öyle ki, Leibniz’m metninin yer aldığı düzeyi hesaba katmazsanız sürekli olarak kendisiyle çeliştiği hissine kapılabilirsiniz kapılab ilirsiniz - oysa asla kendisiyle çelişkiye çelişkiye düşme düşmemiş miştir. tir. Çok zor 21
GILLES DF DFl EUZE
bir b ir filozoftur filozoft ur Leibniz. Size takd ta kdim im edeceği edec eğim m h e r kısma kıs ma bir bi r başlık başlık ver ve r mek isterdim. isterdim. Büyük 1) 1) “Tuha Tu haff Bir Bir Düşünce Düşünce”” baş başlığı lığı altında... Neden Ne den buna bu na “Tuhaf Tu haf Bir Düşünce” diyorum? Eh işte, Leibniz’m metinleri arasında Leibniz’ın bizzat “Tuhaf Bir Düşünce" başlığını koyduğu minik bir yazı vardır. Demek ki yazann kendisi bana bu yetkiyi veriyor. Leibniz çok hayal görürdü, mutlak ölçüde harikulade bir biİimkurgucu tarafı var dı. Sürekli olarak kurumlar oluşturmayı hayal ederdi. Bu minik “Tu haf ha f Bir Bir Düşünce” Düşünce” yazısında çok kaygı kaygı verici bir k urum ur um hayal etmişti etmişti bir b ir oyun oy un akadem aka demisi isi kurm ku rmak ak lazımdı. O devird de virde, e, Pascal ve baş ba şka mate ma te matikçiler gibi bizzat Leibniz'da büyük bir olasılıklar ve oyunlar kura mı yükselmeye başlamı başlamış ştı. Leibniz Leibniz oyun ku ram ının büy b üyük ük h u m ar la la rından biridir. Matematiksel oyun problemlerine pek tutkundu— her halde kendisi de çok iyi bir kumarbazdı. Hayal ettiği bu oyun akade misinin hemen kurulması gerekiyordu. Neden hemen? Çünkü bu ku rumu görmek için yerleştiğiniz bakış açısına göre veya ona katılmak için, bu hem bilimler akademisinin bir bölümü olacaktı hem de bir hayvanat ve botanik bahçesi, hem uluslararası bir fuar hem de kumar oynanan bir gazino, ama aynı zamanda polisin denetleyeceği bir işlet me. Fena değil, değil mi? mi? O buna bu na “tuhaf tuh af bir düş dü şünce” ünc e” diyor. Size bir hikâye anlattığımı düşünün. Bu hikâye Leibniz felsefesinin merkezi nokta n oktalarınd larından an birin b irinii ele ele alıyor alıyor olsun. Ve hikâye hikâyeyi yi he r şey şey sa n -. ki başka bir dünyanın tasviriymiş gibi anlatıyor olayım. Burada da bu tuhaf tuh af düşünce düşünceyi yi oluşturaca oluşturacak k tenıel önermeleri önerm eleri numaralayacağım. numaralayacağım. a) Düşünce akışı her zaman kendisiyle birlikte çok özel bir karak ter taşıyan taşıyan ûnlii bir ilkeyi ilkeyi de getirecektir —çün —çünkü kü b u emin olabil olabileceğ eceği i niz ilkelerden biridir, ama aynı zamanda bu ilkenin size ne vereceğini asla bilemezsiniz. İlke kesindir, ama içi bomboştur. Bu ünlü ilkeye öz 22
LEIBN1Z - 15.NISAN 1980
deşlik ilkesi adı verilir. Özdeşlik ilkesinin klasik bir ifadesi vardır: A, \
A ’dır. dır. Bundan
eminiz. Mavi mavidir veya Tann Tanrıdır dersem bu nunla Tanrı vardır demiş olmam, bir bakıma kesin eminim. Ama şu da var: A, A ’dır dediğimde acaba bir şey düşünüyor muyum gerçek ten, yoksa düş d üşün ünm m üyor üyo r muyum? Yine Yine de bu özdeşlik özdeşlik ilkesinin bize bize ne
getirdiğini getird iğini söylemeye çalışalım çalışalım.. Karşılıkl Karşılıklı, ı, çift yönlü bir b ir önerme öner me olarak olara k sunuluyor. A, A ’dır . . bu demektir ki: ki: özne özne A, yüklem veya stfat A, -dır fiili özneyle yüklemin bir karşılıklılığı var. Mavi mavidir, üçgen üç gendir, bunlar boş ve kesin önermelerdir. Peki, hepsi bu mu? Özdeş bir b ir öner ön erm m e, yükle yü klem m ya da sıfatı özneyle aynı ve karşılıklı karşılıklı olan ola n b ir önermedir. Ama Ama ikinci ikinci bir durum dur um daha var - ki bu birazcık birazcık daha karı şık: yani özdeşlik ilkesi basitçe karşılıklı olmayan önermeleri de belir leyebilir. Arak basitçe yüklemin özneyle, öznenin de yüklemle karşı lıklılığı yoktur. $unu söylediğimi farzedin: "üçgenin üç kenan vardır” - bu “üçgenin üçgen in üç açısı vardır va rdır”” demekle aynı şey şey değildir. “Üçgenin “Üçgenin üç açısı vardır” özdeş bir önermedir, çünkü karşılıklıdır. “Üçgenin üç ke narı vardır" ise biraz farklıdır, karşılıklı değildir. Burada özneyle yük lemin özdeşliği, aynılığı söz konusu değildir. Gerçekten de üç kenar üç açıyla aynı şey değildir. Ama yine de mantıksal diyebileceğimiz bir zorunluluk vardır. Mantıksal bir zorunluluk, çünkü çizdiğiniz şekil aynı zamanda üç kenara sahip olmadan üç açıyı kavrayamazstnız. Kar şılıklılık yoktur, ama içerme vardır. Üç kenar üçgene dahildir. İçeril me ya da içerme. Aynı şekilde “madde maddedir” dediğimde... “mad de maddedir”... bu karşılıklılık biçimi altında özdeş bir önermedir; özne yüklemle özdeştir, aynıdır. Eğer “madde mekânda yer tutar" der sem, bu da özdeş bir önermedir, çünkü madde kavramım aynı za manda mekânı düşünmeden düşünemem. Mekân maddenin içinde dir, ona dahildir. Ama bu hiç de karşılıklı bir önerme değildir; çünkü 23
GILLES DELEUZE
bir b ir m ekân ek ânı, ı, b ir uzamı uzam ı her h erha hang ngii bir b ir şey tara ta rafın fında dan, n, yani madd ma ddee tarafın tara fın dan da n doldurulm d oldurulmaksızın aksızın düşünebilirim. düşünebilirim. Öyleys Öyleysee bu karşılıkl karşılıklıı bir önerme değildir, ama bir içerme önermesidir; “madde mekândadır” dediğim de bu b u içerme içerme yoluyla yoluyla özdeş bir bi r önermedir. ö nermedir. Öyleyse özdeş önermelerin iki türü olduğunu söylemem gereki yor: özneyle yüklemin tek ve aynı oldukları karşılıklı önermeler ve yüklemin yüklem in öznenin öz nenin kavramında kavram ında ihtiva edilmiş edilmiş olduğu içerme ya da içe içe rilme önermeleri. Eğer özdeşlik ilkesinin daha ilginç bir ifadesini arar sam, Leibniz gibi, özdeşlik ilkesinin şöyle ifade edilebileceğini söyler dim: bü tün analitik analitik önermeler doğrudurlar. Peki ne demektir analitik? Ele aldığımız örneklere göre-; analitik bir b ir öner ön erm m e ya yükl yü klem em veya sıfatın sıfa tın özneyle özdeş özd eş olduğ old uğuu -m e icla ic la “üç üç gen üçgendir” karşılıklı önermesi- ya da onda içerildiği -üçgenin üç kenarı va rd ır- önerm esi gibi gibi önermelerdir... önerm elerdir... İkincisi İkincisinde nde yüklem özne ö zne ye dahildir, öznede ihtiva edilmiştir, öyle ki özneyi kavradığınızda yüklemin ta baştan orada olduğunu kavrarsınız. Demek ki, öznenin içindeki bir yüklemi bulmak için analiz yapmanız yeterlidir. Şimdiye dek henüz orijinal bir düşünür olarak karşımıza çıkmamıştır Leibniz. b) Leibniz Leibni z çıkıveri çıkı verir. r. Çok Ço k acayip acay ip bir bi r hayk h aykırış ırışla, la, çığlıkla orta o rtaya ya çıkar. Biraz öncekinden daha karmaşık bir ifadesini işitelim. Söylenen bütün bu b u şeyler felsefe felsefe falan değil de ğildir dir,, felsefe-önce felsef e-öncesidir sidir bunl bu nlar ar;; çok ço k verimli, verim li, yaratıcı bir felsefenin yeşereceği topraklardır bunlar... Leibniz çıkage lir ve der ki: çok güzel. Özdeşlik ilkesi çok emin ve kesin bir model veriyor bize. Neden kesin bir model? Dile getirilişinden bile bellidir: analitik b ir önerme ö nerme ancak bir özneye özneye onunla onu nla özdeş ve aynı olan olan ya da onunla karışan ya da zaten onda içerilmiş bir şeyi yüklediğinizde, at fettiğinizde fettiğinizde doğrud doğr udur. ur. Yanılm Yanılmaa riskine atmazsınız kendinizi. Demek ki bü b ü tün tü n analiti ana litikk önerm öne rmele elerr doğr do ğrud udur urla lar. r. Leibniz'ın felse felsefe fe öncesi önce si dahice 24
LElBNtZ-15 NİSAN 1980
çıkışı şunu demesiydi: karşılığını görelim! Burada mutlak ölçüde yeni, ama yine de son derecede d erecede basit bir şey şey başlıyor başlıyor - bunu bu nu düşünm düşünm ek ge rekirdi. Ne demek d emek “bunu bu nu düşünm düşünm ek gerekirdi”? gerekirdi”? Buna Buna ihtiya ihtiyaçç duymak duym ak gerekirdi gerek irdi anlamına anlam ına geliyor geliyor - Leibni Leibnizz için çok acil acil bir meseleye meseleye cevap cevap verecek olması demek. Şu karmaşık “bütün analitik önermeler doğru durlar” ifadesi içinde özdeşlik-ilkesinin karşılığı nedir? Karşılık, karşir lıklı olan pek çok sorun çıkarıyor. Leibniz çıkıyor ve diyor ki: bütün doğru önermeler analitiktirler. Eğer özdeşlik ilkesinin bize hakikatin, doğruluğun bir modelini verdiği verdiği doğruysa, neden şu şu zorluk çarpar yüzümüze? yüzümüze? - ön erm er m e doğ ru, ama bize hiçbir şey düşündürmüyor. Bize bir şeyler düşündürmek için özdeşlik ilkesini zorlamak, evirip çevirmek, ters döndürmek gere A'dır önermesini kiyor. Diyeceksiniz ki, A, A'dır önerm esini tersine çevirmek çevirmek yine yine A, A'dır önermesini verir. Hem evet, hem hayır. İlkenin ters çevrilmesini
engelleyen biçimsel form ülasyon ülas yonund undaa elbette A /A ’dır’ı dır’ı veriyor. Ama Ama netice itibariyle itibariyle aynı hesaba gelene gelene fels felsefi efi formülasyonun formülasy onunda da dur d urum um ay nı mı acaba?... Yine de “her analitik önerme, doğru bir önermedir” önermesinde, ilkeyi tersine çevirirseniz, “her doğru önerme zorunlu olarak olarak analitiktir” analitiktir” haline haline gelir - bu ne demekti demektir? r? Doğru bir önerme önerme formüle ettiğiniz her defasında, ister kabul edin ister etmeyin, aynı za manda analitik olmalıdır (çığlık buradadır işte); yani bir atıf ya da yük lem önermesine önerme sine indirgenebilir, indirgenebilir, dönüştürüleb dönüştürülebilir ilir olması olması gerekir yani yalnız “gök mavidir” gibisinden bir atıf ya da yüklem yargısına indirgenebilir olması mı gerekir yoksa analitik olması mı? Yani yükle min ya özneyle karşılıklı olması ya da öznede içerilmiş olması zorunlu mudur? Bu kendinden belli midir? Leibniz çok tuhaf bir meseleye dal mıştır ve bunu keyfinden söylemez, buna ihtiyacı yardır. Ama gerçek ten imkânsız bir meseleye dalmaktadır: üstlendiği b u görevi g örevi yerine ge25
ir 1 ,i
.
S
G 1LLES DEI.EIJZE
[İ
ti r mek me k için tü tü müy müy le çılgınca k av ra mla mlar icat etmes mesi gerek ec ek tir. Eğ Eğer
ii ;
her analitik analitik önerme doğruysa, he r doğ ru önerm enin de analitik olma-
!i
sı gerekir. gerekir. Her y a ra n ın b ir atıf ya da yüklem yargısın yargısınaa indirgenebilir
; ■" •
olmas ması kend kendin inde denn be belli deği eğildir. Bun Bunu gös göstermek rmek hiç hiç de ko kolay olmay maya caktır. Leibniz bir kombinasyonlar analizine atılır ve bunun ne kadar fantast fantastik ik olduğunu olduğu nu kendisi de belirtir. Ned N eden en k end en d ind in d en belli değild değ ildir? ir? "Kibrit "Kib rit k u tu s u m asan as anın ın ü s tü n d e dir” di r” - bu nu n bir yargı olduğunu olduğ unu söylerdim söylerdim - peki ne yar yargıs gısı? ı? “Ma “Masa sa nın üstünde” mekânsal, uzamsal bir belirlemedir. Kibrit kutusunun “burada bu rada”” olduğunu olduğ unu da söyleye söyleyebili bilirdim. rdim. “Burada” “Burada” - ne dem d emektir ektir bu “bu rad a”? a”? Bunun Bu nun bir yer tespiti’ yargısı olduğ old uğun unuu söylerdim. Yjne çok basit ba sit şeyler ey ler söyl sö ylüy üyor orum um , am a b u n lar la r h er zam za m an m antı an tığı ğınn tem te m ePp eP p robro blemleri olmuşlardır. Görünüşte bütün yargıların yüklem ya da ati/ bi çiminde olmadıklarını söylemek haklı görülebilir. “Gök mavidir’Vdediğimde elimde bir özne var; gök... bir de sıfat var; mavi... “Gök yuka rıdadır” veya “ben buradayım" dediğimde, bu “burada” bir yer tespiti yargısına indirgenebilir mi? “Ben buradayım" yargısını “ben sarışınım” tipinden bir yargıya biçimsel olarak benzetebilir miyim? Uzamdaki, mekâ me kând ndak akii yerin ye rin bir b ir nitelik nite lik old o lduğ uğuu kes k esin in değildir d eğildir.. Ve “2 + 2 *=4,” ola ğan olarak bağıntı yargısı denen yargılardandır. Ya da mesela “Pierre, Paul’den küçüktür" dediğimde bu iki terim, yani Pierre ile Paul ara sında bir bağıntıdır. Kuşkusuz bu ilişkiyi Pierre’e yöneltmiş durumda yım; eğer “Pierre, Paul’den küçüktür” dersem “Paul, Pierre’den bü yüktür" diyebilirim. Özne nerededir, yüklem nerededir? İşte felsefeyi en başından itibaren uğraştıran şey tam da budur. Mantık ortaya çıktı ğından beri, atıf atıf yargısının yargısının hangi ölçüde m üm kün kü n bütün büt ün yargıların yargıların ev ev rensel bir formu mu olduğu yoksa diğerleri gibi yalnızca bir yargı tipi mi olduğu sorulup durmuştu... “Paul'den küçük” ifadesini Pierre’m 26
LEİBNİ LEİBNİZZ-11 5 NİSAN 1980 1 980
bir b ir sıfatı o lara la rakk k abul ab ul edeb ed ebili ilirr iniyim? iniy im? H iç de belli bell i değil. Burad Bu radaa açık aç ık hiçbir şey yok. Belk elki de birbirin bir birinde denn çok farklı farklı yargı yargı tipleri arasında bir ay nnı nn ı yapmak yap mak gerekiyor g erekiyor - mesela mesela bağıntı yargısı yargısı,, mekânsal-zamans mekânsal-zamansaf af yer tespiti yargısı, yüklem veya atıf yargısı ve belki de başkaları: varo luş yargısı yargısı... ... “Tanrı Ta nrı vardı va rdır” r” dediğimde dediğimd e bu b u nu biçimsel olarak “Tanrı va rolandır” -varolan bir sıfat ise- biçimine sokabilir miyim? “Tanrı var dırdın “Tanrı kadiri mut!aktır”la aynı tipten bir yargı olduğunu söyle yebilir miyim? Kuşkusuz hayır, çünkü “Tanrı kadiri mutlaktır," “Evet, eğer varsa” diye eklenm eklen m eden denemez... Tanrı var mıdır? mıdır? Varolma, Varolma, va roluş bir sıfat mıdır? Hiç de kesin değil... Görüyorsunuz ki, her doğru önermenin şu ya da bu biçimde ana litik bir önerme olduğu, yani bir özdeşlik önermesi olduğu fikrini or taya atarak Leibniz çok zor bir çabaya dalmıştır; bütün önermelerin nasıl yüklem, atıf önermelerine indirgenebileceğim göstermeye girişir - yani bağıntı bağıntı ifad ifadee eden ed en önerm ö nermeler, eler, varolandan varolandan ilan eden önermeler, yerleri tespit eden önermeler olmasının ve sınır durumda, “burada," “varolmak,” bir şeyle “bağıntılı olmak" öznenin sıfatının eşdeğeri nasıl olurlar? . Beynimizde sonuna varılamaz bir görevin söz konusu olduğu fikri uyanıyor. Varsayalım ki Leibniz bunu başardı; bundan ne biçim bir dünya çıkardı? Ne kadar acayip bir dünya olurdu bu? “Bütün doğru yargılar analitiktir” analitik tir” diyebileceğim diyebileceğim bu dünya düny a ne biçim b ir şeydir şeydir?? Hatır H atır lıyo lı yors rsun unuz uz ki AN ANALİTİK olan, ola n, yük y üklem lemii özney özn eyle le özdeş özd eş olan ya da ond o ndaa içerilmiş olan önermedir. Böyle bir dünya bir acayip olurdu... Özdeş Öz deşlik lik ilkesiyle ilkesiyle karş ka rşılıklılık ılıklılık taşıyan taşıyan nedir? nedir ? Özdeş Öz deşlik lik ilkesi, burası bu rası tamam, bü tün tü n doğru d oğru önerm ö nerm eler analitikt analitiktirl irler; er; ama tersi tersi değil değil - her analitik önerme doğrudur. Leibniz başka bir ilke daha lazımdır diyor - b u da “kar “karşşılıklı ılıklı"" olan olan ilkedir; ilkedir; he r doğru önerme zo runlu olara olarak k 27
G1U.ES
d e l e u z e
analitiktir. analitiktir. Buna Buna çok güzel b ir ad a d verecektir: verecektir: yeter y eter neden ned en ilkesi ilkesi.. Neden yeter neden? Neden kendi çığlığının, haykırışının göbeğinde hisset m ek te d ir kendini in i? HER HER ŞEY ŞEYİN BİR NEDE NEDENİ Nİ OLMALI. Yeter Yet er n e d e n il i lkes ke si şöyle ifade edilebilir: bir öznenin başına gelecek her şey, mekân ve zamansal belirlenimler, ister bağıntı isterse olay okun, bir özneye olacak her he r şey, şey, yani on un hakkında hakk ında doğ ru olacak olacak söylenebile söylenebilecek cek her şey ihti va edilmelidir. Bir özneye olacak her şeyin öznenin mefhumunda daha şimdiden içerilmiş olması gerekir. Burada ‘mefhum’ mefhumu asli önemdedir. ‘Mavi’nin gök mefhu munda bulunması zorunludur. Neden buna yeter neden ilkeli diyo ruz? Diyoruz, çünkü eğer böyleyse her şeyin bir nedeni var deSıektir; neden, sebep tam tamına öznenin başına gelen her şeyi içeren melhumun. mun. ta kendisidir. O zaman her şeyin şeyin bir nedeni neden i vardır. vardı r.
*
Ned N eden en - o özne h akkı ak kınd ndaa doğr do ğru u olarak olar ak söylenen söyl enen h er şeyi içeren içer en mefhum olarak öznenin mefhumudur, işte bakın, yeter neden ilkesi özdeşlik ilkesinin tam anlamıyla karşılığıdır, onunla karşılıklılık için dedir. Soyut doğrulamalar peşinde koşmaktansa kendime bütün bun lardan ne kadar acayip bir dünyanın doğacağını soruyorum. Eğer re sim sanatıyla sanatıyla ilg ilgili ili bir metafor kullanırsak bu çok tuhaf tuha f renklere sahip bir bi r düny dü nyaa olmalıd olm alıdır, ır, l.eibn l.ei bniz iz imzası imz ası taşıyan taşıyan b ir tablo... tabl o... Bütün Bü tün d oğru oğ ru önermeler analitiktirler ya da yine bir özneye dair doğru doğ ru olarak söyle söyle diğiniz her şey öznenin mefhumunda önceden bulunur... Durumun çok çılgı çılgınc ncaa bir hal aldığını hissedin - Leibniz Leibniz bu mesele mesele üzerinde öm ür boyu çalış çalışacak acaktır. tır. Ne deme de mekt ktir ir mefh me fhum um?? Leibniz’ın Leibniz’ın imzası imz asını nı taş ta şır... ır. .. Nasıl ki Hegel’in Hegel’in bir bi r kavr ka vram am f i n i vard va rdır ır,, b enze en zerr şekilde eki lde kavra ka vramın mın Leibnizct Leibniz ct b ir kavr ka vraanışı da vardn. 28
LEIBN1Z-15 NİSAN 1980
c)
Yine benim sorun um - bundan bun dan ne tü r bir dünya çıka çıkar? r? Ve bu
küçük c) bölümünde şunu göstermek istiyorum: o noktadan itibaren I.eıbniz gerçekten olağanüstü kavramlar yaratmaya girişecektir. Bu gerçekten olağanüstü dünyadır. Eğer felsefe ile deliliğin ilişkisini dü şünmek istiyorsanız, mesela Freudun metafizik ile delilik arasındaki yakından ilişkiye dair çok zayıf şayiaları vardır. Bu ilişkilerin olgusallı ğını ancak bir kavram teorisiyle yakalayabilirsiniz ve gitmek istediğim yön kavram ile çığlık arasındaki ilişki olacak... Doğuşunu izleyeceği niz haliyle Leibnizin bu evreninde bir nevi kavramsal, zihinsel delili ğin varlığını size hissettirmek istiyorum. Bu yumuşak bir şiddet, bıra kın kendinizi ona... Söz konusu olan tartışmak değil. Karşı çıkışların budalalığ bud alalığını ını anlayın. anlayın . İşi daha da karıştırmak için bir parantez açıyorum. Leibniz’dan sonra doğruluğun sentetik yargılara ait olduğunu söyleyen bir filozo fun geldiğini biliyorsunuz, değil mi? Leibniz’a karşı çıkmıştı. Evet!.. Bu bizi niçin ilgilendirir? Bu filozof Kant’tı. Birbirleriyle aynı fikirde olmadıklarını söylemek istemiyorum. Bunu derken, sentetik yargı di ye yeni bir kavramı icat ettiği için Kant’ın hakkını veriyorum. Bu kav ramı icat etmek gerekiyordu ve bu işi yapan Kant oldu. Filozofların birbi bir birle rleriy riyle le k arş ar şılaştık ıl aştık ları la rını nı söylem söy lemek ek zaten za ten salakça b ir laftır - bu sanki san ki Velasquez’ Velasquez’in Giotto’yla Giotto’yla aynı fikirde olmadığım söylemek söyle mek gibidir. g ibidir. Bu doğru d oğru deği değill - yanlış yanlış olmayı bırakın tümüyle anlamsızdır. anlamsızdır. Bütün doğru önermeler analitiktirler analitiktirler - bu demektir deme ktir ki bir özneye özneye bir b ir şey yüklediği yük lediği ve atfettiği ölçüde ölçü de ve b u yüklem yü klem,, b u sıfat özne öz nenin nin mefhumunda içerilmiş olduğu ölçüde. Bir örnek ele alalım. Doğru olup olmadığını sormuyorum, ne anlarha geldiğini soruyorum. Bir doğru önerme örneğini ele alalım. Doğru bir önerme vuku bulmuş bir olayla ilgili basit bir önerme olabilir. Leibniz’ın kendi örneklerini ele alalım: “SEZ “SEZAR AR,, RUBİCON İRMAĞ RMAĞ INI GEÇTİ GEÇTİ* 29
G'İLLES DELEUZE
Bıı bir önerme. Doğru ya da doğru olduğunu varsaymak için güçlü nedenlerimiz var. İşte bir başka önerme: “ÂDEM GÜNAH İŞLEDİ." İşte size size çok doğr d oğruu bir b ir önerme. önerm e. Buna ne dersin de rsinizi izi Leibniz’ Leibniz’ın ın temel örnek olarak seçti seçtiği ği bütü n önermelerin olaylara olaylara ilişkin ilişkin olduklannı olduklan nı gö rüyorsunuz. Kolay yolu asla seçmiyor. Bize şunu diyor: bu önerme doğru olduğuna olduğun a göre, ister kabul ed in ister etmeyin, etmeyin, “Rubicon ırmağı ırmağı nı geçmek" geçmek" yükleminin yüklem inin - eğer önerme önerm e doğruysa, oysaki doğru: evet, evet, bu yükle yü klemi minn tam ta m tamına tam ına Sezar m efhu ef hum m unun un un içind içi ndee önce ön cede denn b u lun lu n ması gerekir. Sezar’ın içinde değil, Sezar mefhumunun içinde... Özne mefhumu bir özneye olup biten, bir öznenin başına gelmiş, gelecek her şey şeyii içerir - yani özne hakkında hak kında doğru doğ ru olarak söylenebilecek söylenebilecek her he r şeyi... “Adem günah işledi”deyse, o andaki günah Âdem mefhumuna dahildir. Rubicon ırmağını geçmek Sezar mefhumuna aittir. Derim ki Leib Leibni nizz burada ilk büyük büy ük kavramlarından birini ortaya ortaya atmaktadır atmak tadır içerilme kavramını... Bir şeye dair doğru olarak söylenen her şey o şe yin mefhumunda içerilir, işte bu yeter nedenin ilk görünümü ya da geliştirilmesidir. d) Ama bu söylendikten sonra sonr a artık duramazsınız duram azsınız ki. Kavramın Kavramın alanına girdiğinizde artık duramazsınız. Çığlıklar alanındaysa, Aristo teles’in ünlü bir haykırışı vardır. Zaten Leibniz üzerinde çok ama çok güçlü bir b ir etkisi olan Aristot Aristoteles’ eles’in in - Metafizik kitabının kitabının bir anında çok güzel bir formül atar ortaya: “Durmayı iyi bilmek gerekir’’ ( anankestenai). nai). Bu çok güçlü, çok büyük büy ük b ir çığlıktır. çığlıktır. Bu kavram zincirleri girda gird a bı karş kar şısınd ısı ndaki aki filozofun halidir ha lidir.. Leibniz b u n u boş bo ş verir, ver ir, durm du rmaz az.. Ni çin? çin? Eğer Eğer c) önermesini önerm esini ele alırsanız - bir özneye özneye yüklediğiniz, yüklediğiniz, atfetti atfetti ğiniz her şeyin bu öznenin mefhumunda önceden bulunması gere kir... Ama dünyadaki herhangi bir özneye, mesela Sezar’a doğru ola rak atfettiğiniz şey konusunda doğru olarak tek bir şeyi atfetmeye kal30
LtİBNİZ -
15 NİSAN 198C
kın bakalım; o andan itibaren özne mefhumunun içine yalnız ona doğru doğ ru olarak atfettiğiniz atfettiğiniz şeyi eyi değil, bütü bü tünn dünyayı tıkıştırmak tıkıştırmak zorunda z orunda olduğunu oldu ğunuzu zu dehşet dehşet içinde farketmeni farketmenize ze yetecektir. yetecektir. Niçin? Çok iyi bilinen bilin en ve yeter yete r neden ned en ilkesiyle asla aynı olmaya olm ayann bir ilke yüzü yü zünd nden en.. Bu basit basi t neden ned ense selli llikk ilkesidir. ilkesi dir. Ç ünkü ün kü nedense ned ensellik llik ilkesi ilkesi sonuçta sonsuzluğa gider - onun onu n özell özelliğ iğii budur. bud ur. Üstelik bu çok çok özel bir sonsuzdur, çünkü aslında belirsizliğe varmaktadır. Bilinmesi gereken, nedensellik ilkesinin her şeyin bir nedeni olduğunu söyledi ğidir - bu her he r şeyin şeyin bir sebebi olduğunu olduğunu söylemekten söylemekten çok ama ama çok farklıdır. Ancak neden bir şeydir ve onun da kendine ait bir başka ne deni olmalıdır vesaire, vesaire... Şöyle de söyleyebilirim: her nedenin bir b ir sonu so nucu cu vard va rdır ır ve bu sonu so nuçç kend ke ndii hesabt hes abtna na baş ba şka sonu so nuçl çlar arın ın nede ne de nidir. Öyleyse bu neden ve sonuçların belirsiz, tanımlanmamış bir di zisidir. Yeter neden ile neden arasındaki fark nedir? Çok iyi anlaşılıyor. Ned N eden en hiçbi hiç birr zama za mann yeter ye terli li olamaz. Neden Ne densell sellik ik ilkesinin ilkes inin zoru zo runl nlu, u, a n cak yeterli olmayan bir nedeni onaya attığını söylemek gerekir. Zo runlu neden nede n ile ile yeter neden arasında bir fark gözetmek gözetmek gerekir. gerekir. Onla rı apaçık bir şekilde ayırt eden şey, bir şeyin nedeninin her zaman başka başka b ir şey olmasıd olm asıdır. ır. A’nm A’nm nede ne deni ni S'dir, B’nin ni n nedeniy ned eniyse se C, vesa vesa ire... Tanımlanmamış bir nedenler dizisi. Yeter neden ise şeyden baş ka bir şey değildir asla. Bir şeyin yeter nedeni şeyin mefhumudur. Öy leyse yeter neden şeyin kendi mefhumuyla ilişkisinin ifadesiyken ne d e n şeyin şeyin başka başka bir şeyle şeyle ilişkisini ilişkisini ifade eder. eder . Çok Ç ok açık değil mi? . e) Şu ya da bu olaym olaym Sezar Sezar mefhum mefh umuna una dahil olduğu old uğunu nu söyled söylediği iği nizde - “Rubicon ırma ırmağım ğım geçmek” geçmek” Sezar Sezar mefhumu mefh umuna na dahildir... artık a rtık duramazsını duramazsınızz - hangi anl anlamd amda? a? Çünkü nedenden ned enden nedene, nedene, sonuçtan sonuçtan sonuca sıçrayarak - işte işte o andan an dan itibaren anlarsı an larsınız nız ki, bütün bütü n dünya, dünya, 31
' GlLtESDEUÎUZE
dünyanın dün yanın bütü b ütü nü, nü , her he r şey şey şu ya da bu öznenin ö znenin m efhumunda efhum unda içerilmi içerilmişş olmalıdır. Her şey çok ilginç bir hal alıyor, dünya her öznenin ya da her özne mefhumu mefh umunun nun içine giriyor giriyor - bakın şu şu işe işe ki, bu şeyi şeyinn bir b ir ne deni var, ama bu nedenin de çok sayıd sayıdaa nedeni var var - nedenden nede ne, onun da nedenine ve onun da.nedenine... Önünüzden bütün bir dünya dizisi, en azından önceki dizi geçip gitmektedir. Dahası, Rubicon ırmağım geçmenin sonuçları da olmuştur. Eğer büyük, önemli so nuçlarla yetinirse yetinirsek: k: Roma İmp İmparatorluğ aratorluğunu ununn kuruluş kuru luşu. u. Roma Roma impa im para ra torluğunun da kendi hesabına hesabına bir sürü sonucu olacaktı olacaktırr - biz biz bugün doğrudan doğruya oradan gelmişiz... Nedenden nedene ve sonuçtan sonuca, sonuca, b ütün dünyanın düny anın o öznenin mefhumuna dahil oldu olduğu ğumu mu kabul etmeden şu ya da bu olayın o öznenin mefhumuna dahil oîkuğunu söyleyemez söyleyemez hale gelirsiniz... gelirs iniz... \ Felsefenin tarih ötesi bir karakteri de vardır. 1980 yılında Leihnizcı olmak ne n e anlama gelir gelir?? Çok sayıda Lei Leibni bnizc zcıı var - en azından az ından birçok Leibni Leibnizct zct olması olması m üm künd kü ndür. ür. Yeter neden ilkesine uygun bir şekilde şu ya da bu özneye olan, onu on u kişise kişisell olarak ilgilendiren şeyin şeyin - yani yan i ona doğrulu do ğrulukla kla atfettiğiniz atfettiğiniz şeyleri: mavi gözleri olmak, Rubicon ırmağını geçmek, vesaire; bunla rın o öznenin mefhumuna ait olduğunu söylediğinizde, işte o zaman artık duramazsınız, o öznenin bütün dünyayı içerdiğini söylemeniz gerekir. Bu artık içerme, dahil, etme kavramı değil Leibniz'ın fantastik kavramlarından biri, ifade etme kavramıdır: özne mefhumu dünyanın bü b ü tün tü n ü n ü ifade ede e der. r. Sezar’ Sezar’m m “Rubicon “Rubicon ırmağım geçmesi” nede ne denn ve sonu so nuçlar çların ın çifte çifte oyu oy u nuyla öncede ve sonrada sonsuza uzanır. Ama o zaman kendi hesabı mıza konuşmanın sırası geliyor: başımıza gelenin ve bunun ne kadar önemli olduğ unun bir önemi ön emi yok... yok... Bu demektir ki her he r birimiz, birimiz, mese32
LEİBNİ LEİBNİZ - 1 5 NİSAN NİSAN 1 980
la ben, dünyanın bütününü içeriyorum veya ifade ediyorum... Tıpkı Sezar gibi. Ne daha az ne daha fazla... İşler karışıyor, neden? Çok bü yük bir tehlike: eğer her bireysel mefhum, her özne mefhumu dünya nın b ütün üt ün ünü ün ü ifad ifadee ediyorsa, bu yalnı yalnızca zca tek bir öznenin, evrensel evrensel bir öznenin özne nin olduğu o lduğu anlamına geli gelirr - o zaman siz, siz, ben, Seza Sezarr hiçbirimiz hiçbirimiz bu evrensel evre nsel özne öz nenin nin g örü ör ü nüş nü şleri le rind nden en başka başka b ir şey olma ol mazdık zdık.. Bu şun şunuu söylemeye söylemeye imkan imk an verir: verir: dünyayı dünyay ı ifade ifade eden ed en tek bir özne var. var. Nede Ne denn Leibniz b u n u diyem diy emiyo iyord rdu? u? Seçme şansı ans ı y o ktu kt u çünk çü nkü. ü. Bu kendi söylediklerini reddetmek anlamına gelirdi. Önceden yeter neden ilkesiyle yaptığı her şey, hangi yöne doğru ilerliyordu? Benim fikrimce bu kavram ile birey arasındak arasın dakii ilk büyük büy ük uzlaştırmaydı. uzlaştırmaydı. LeibLeibniz kavram ile bireyin nihayet birbirleriyle uyum içine girmelerini sağlayaca sağlayacakk bir kavram kavramı inşa inşa etmekteydi. Peki neden? Kavramın bireye kadar uzanması, bu neden yepyeni bir şeydir? O ana dek kimse buna cesaret etmemişti. Peki, kavram nedir? Kavram genellik sıralamasıyla sıralamasıyla tanımlanır. tanımlan ır. Birçok Birçok şeye şeye uygulanabilen bir temsil olduğunda ortada kavram var demektir. Ama kavramla bireyi özdeş leştirmek, işte kimse buna kalkışmamışb. .Düşünce tarihinde kavram ile bireyin aynı şey olduklarını söyleyen bir ses hiç çınlamamıştı. Hep genelliğe gönderen bir kavram düzeni ile tekilliğe gönderen bir birey sel düzen arasında bir ayrım gözetilmişri. Üstelik bireyin birey olarak kavram tarafından kavranabilir olmadığı da hep kabul görmüştü. Her zaman, özel adın asla bir kavram olmadığı düşünülmüştü. Aslında ‘köpek’ elbette bir kavramdı. ‘Medor’ ise bir kavram değildi. Elbette bü b ü tün tü n köpe kö pekl kler erin in b ir köpekliğ köp ekliğii vard va rdıı - b u n u bazı ba zı m antık an tıkçı çılar lar m uhte uh te şem bir dille ifade ederlerdi- ama bütün Medor’larm bir medorluğu yoktu ki... Leibniz kavramların özel adlar olduğunu söyleyen ilk kişi dir di r - başka başka bir b ir deyiş deyişle le kavramlar kavra mlar bireysel bireysel mefhumlard mefhu mlardır. ır. 33
GİLLES GİLLES DEIEUZ DEI EUZE E
Böyle bir birey kavramı var, öyleyse. Öyleyse Leibniz’ırv önermeler üzerine üzerine çullana çullanamaya mayaca cagın gınıı görüyorsunuz - çünkü çünk ü her doğru önerme analitiktir; analitiktir; o halde dünya evrensel bir bir özne ö zne olduğunun olduğu nun kabul edilmesi edilmesi gereken tek ve aynı öznede ihtiva edilmiştir. Leibniz bunu söyleye mezdi, çünkü dayandığı yeter neden ilkesine göre, bir özneye dahil olan şeyin -yani doğru olanın, bir özneye atfedilebilen şeyin- ancak bireysel bireyse l özne öz ne olara ola rakk özne öz nede de ihtiva ihtiv a edilme edil mesi si gerek ge rekird irdi. i. Bu y üzde üz denn ev rensel bir ruh, zihin fikrini kabul edemezdi. Tekilliği ayakta tutması, bireyin bire yin varlığını varlığ ını koru ko ruma ması sı gerek ge rekiyo iyordu rdu.. Ve aslın as lında da b u Leibniz’ Leib niz’m m en orijinal tarafı olacaktı - sürekli süre kli olarak ola rak kullandığı ku llandığı formül: töz töz.,-. .,-. (Le (Leibibniz’da niz’da töz ile özne arasmda ara smda bir fark yoktu)... evet töz bireyseldir. Sezar tözü, siz tözü, ben tözü vesaire var demek ki. Küçük d) de çok acil bir durum baş gösteriyor, çünkü içine dünyanın dahit edile ceği ceği evrensel evrensel bir zihni, ruhu ru hu çağırma yolumuz artık, kapanmış kapan mıştır... tır... Başka filozoflar böyle durumlarda bir evrensel ruhu yardıma çağıra caklardır. Bizzat Leibniz’ın çok kısa bir yazısı var; başlığı “Evrensel Ruh Ostüne Tartışmalar." Orada hangi bakımdan aslında bir evrensel ruh, yani Tanrı Tanrı olduğunu, ama bun un tözlerin tözlerin bireysel bireysel olmaları olmalarım m ne den engellemediğim gösterecekti. Demek ki bireysel tözler indirgene mezler, yok edilemezlerdi. Her töz dünyayı ifade ettiği için, daha doğ rusu her töz mefhumu, her özne mefhumu dünyayı ifade ettiğine gö re, bütün dünyayı, her zaman ifade ediyorsunuz demektir. Hayat bo yu bununla uğraşmak zorunda kalacağı tahmin edilebiliyor, çünkü hemen yüzüne çarpılan bir itiraz geliyor. Ona diyorlar ki: peki ya öz gürlük, özgürlük ne olacak? Eğer Sezar'a olup biten her şey Sezar’ın bireysel birey sel m efhu ef hum m una un a önce ön cede denn dahilse, dahil se, eğer b ü tün tü n düny dü nyaa evren ev rensel sel Se zar mefhumuna dahilse, Rubicon ırmağım geçerken Sezar yalnızca açımlamakta -Leibniz’da her. yerde rastlayacağınız şu ilginç dzvolvere 34
LEtBNIZ • 25 NİSAN 1980
sözcüğü- ya da açıklamaktadır (bu da aynı şeydir zaten). Başka bir deyiş deyişle, le, kelimesi kelimesi kelimesine kıvrımları açmaktadır açma ktadır - tıpkı tıpk ı bir halıyı halıyı açıp serdiğiniz gibi: Aynı şeydir bunlar: açıklamak, kıvrımları açmak, açımlamak... Demek ki bir olay olarak Rubicon ırmağını geçmek, bü tün zamanlar boyu Sezar mefhumunda dahil olan bir şeyi açımlamak tan başka bir şey değildir, Bunun nasıl bir problem olduğunu görü yorsunuz. Sezar o yıl Rubicon ırmağını geçmiş, ama Rubicon ırmağını tam o yıl yıl geçmesi geçmesi b ütün üt ün zamanlar boyunca birey bireyse sell mefhum mef hum unun unu n içinde ön ceden vardı. Peki, neredeydi öyleyse bu bireysel mefhum? O, ezeliebediydi. Tarihilendirilmiş olayların ezeli-ebedi doğrulukları, hakikat leri vardır. vard ır. Peki ama, ya özgürlük? özgürlük ? Herkes Herke s I eibniz eib niz’’uı üstüne üstü ne çullanır. Bu özgürlük meselesi Hıristiyan düzeninde müthiş tehlikelidir. O za m an Leibniz Leibniz çıkar ve kısa bir broşür b roşür yazar: yazar: “Özgü “Özgürlüğe rlüğe Dair” - orada orad a özgürlüğün ne olduğunu açıklayacaktır. Özgürlük burada pek tuhaf bir b ir şey olacaktır. olaca ktır. Ama şimdili imd ilikk bunu bu nu b ir kena ke nara ra bırakalı bıra kalım. m. Peki, b ir özneyi diğerinden ayırt eden nedir? İşte bünu şimdilik bir kenara bı rakamayız, yoksa akım kesilir. Sezar ve siz, ikiniz de dünyanın bütü nünü, şimdisini, geçmişini ve geleceğini ifade ediyorsanız sizinle Sezar’ı ne ayırt edecek? Bu ifade, kavramı çok ilginçtir. Leibniz bununla çok zengin bir mefhum atmıştır ortaya. D Bireysel bir tözü diğerinden ayıran şey zor değildir... Ne olursa olsun, bunun indirgenemez olması gerekir. Her birinin, her öznenin, her he r bireyse bireysell mefhum için. için... .. her özne mefhum unun dünyanın d ünyanın bütün bü tünü ü nü, b ütü n bu b u dünyayı dünyayı içermesi gerekir - ama belli belli bir bakış açısında açısından, n, işte işte orada ora da bir bi r persp per spekt ektif if felsef felsefesi esi başlayacaktır başlayacaktır Ve bu da boş b oş bir bi r iş de de ğildir. Diyeceksiniz ki: “bir bakış açısı” ifadesinden daha banal ne ola bilir bil ir ki? Ama eğer eğe r felse felsefe fe kavram kav ramlar lar yarat ya ratma makk ise kavram kav ramlar lar yaratma yara tmak k 35
GtU.ES GtU.E S DELEUZ DELEUZE E
nedir peki? Kabaca, bunlar banal formüllerdir. Büyük filozofların her biri bi rini nin n göz kırptı kır ptıkla kları rı banal formü for mülle llerr vard va rdır. ır. Bir filozofun göz kırpı kır pı-şıysa, en uç durumda, banal bir formülü alıp eğlenmeye girişmektir; içine neyi koyacağımı henüz bilmiyorsunuz... Bir bakış açısı teorisi kurm ku rm ak - bu neyi ima ima eder? Bu Bu herhangi bir anda yapılabili yapılabilirr miydi miydi?? Bu konu ko nudak dakii ilk büyü k teoriyi tam o anda a nda Leibniz’ın kur k urm m uş olmas olmasıı bir b ir tesad tes adüf üf eseri midir? midi r? Aynı Aynı anda an da aynı Leibniz son derece der ece verimli veri mli bir bi r geometri meselesi meselesi de yaratıyordu - yansımalı yansımalı geometri den en şeyi.. eyi.... Bunun aynı zamanda resim sanatında olduğu kadar mimaride de her türden perspektif tekniğinin geliştiği bir çay olması yalnızca bir tesa düf müydü? Sembolik ilişkileri bakımından bu iki alana bakalım: bir tarafta mimari-resim ve resimdeki perspektif, öte tarafta ySasıma ge ometrisi. Leibniz’ın nereye varmak istediğini anlayın. Diyecektir ki, bireyse bir eysell mefh me fhum umlar ların ın h e r biri bi ri b ü tün tü n dünyay dün yayıı yansıt yan sıtır, ır, evet, ama belli bir b ir bakış ba kış açısında açıs ından. n. Ne dem de m ektir ek tir bu? bu ? Bu hiç hi ç de bana ba nal, l, felsefe-öncesi b ir hal ha l değil - o ölçüde de asla burada durulamaz. Bu yüzden birey olarak bireysel mefhumu oluşturan şeyin bir bakış açısı olduğunu göstermesi gereki yordu. yor du. O halde, h alde, bakış açısının o bakış açısına konacak, kona cak, oraya yerleşen yerleşen şeyden daha derin, daha anlamlı olması gerekirdi. Bireysel mefhumla rın her birinin altında, dibinde, o bireysel mefhumu tanımlayan bir bakış açısının bulun bu lunma ması sı lazımdı. Deyim yerindey yeri ndeyse, se, özne özn e bakış bak ış açısı na göre ikincil önemdeydi. Ama bakın, bunu söylemek dalga geçmek değildir; bu önemsiz bir şey değildir. Leibniz yüzyıllar sonra ona elini uzatacak bir filozofun adlandıra cağı bir felsefenin temelini atıyordu; Nielzsche... Nietzsche diyecekti ki: Benim felsefem perspektifçiliktir. Perspektifçilik- eğer bu yalnızca her şeyin özneye göre, onun bakışına göre olduğunu veya her şeyin 36
LEİBNİZ --11 5 NİSAN NİSAN 1980 1 980
göreli olduğunu söylemek olsaydı tümüyle budalaca ve banal bir şeyle karşı karşıya olurduk, bunu anlıyorsunuz. Bunu herkes söylüyor za ten; bu kimseyi rahatsız etmeyecek önermeler arasındadır, çünkü tü müyle anlamsızdır. Ama insanlar bunu tartışıp dururlar. Eğer bu for mülü her şeyin özneye bağlı, ona göre olduğu anlamında alırsak bu hiçbir hiç bir şey ifade etmeyecektir etmey ecektir -r -r gevezelik gevezelik yapmış yapmı şızdır, hepsi hep si bu... [bandın sonul (...) ben - ben yapan, beni ben kılan şey dünyaya bakış açımdır. Leibniz burada da duramayacaktır. Öyle bir noktaya kadar ilerlemek zorundadır ki, öyle bir bakış açısı teorisi kurmalıdır ki, öznenin ken disi bakış açısı tarafından kurulsun, tersi, yani bakış açısının özneye bağlı olması olm ası değil. O n dok do k u zun zu n cu yüzyılda yüz yılda H enry en ry Jam J ames es rom ro m an tek te k niklerini bir perspektifçilik aracılığıyla bakış açılarını seferber ederek yenilediğinde, evet o zaman da, yani James’de de, bakış açılarını açık layan özneler değildi, değildi, tersiydi, tersiydi, bakış b akış açılan açıla n içinden içinde n kendilerini açıkla yan öznelerdi. Öznelerin yeter nedeni nede ni olarak bakış açılarının analizi analizi işte öznenin yeter nedeni buydu. Bireysel mefhum, içinden öznenin dünyayı dünyay ı ifade ettiği bakış bak ış açısıydı. açısıydı. Bu çok güzel, hatta h atta p ek şiirsel... iirsel... JaJames’in elinde öznenin olmaması için yeterince teknik vardı; şu ya da bu b u bakış ba kış açısına açıs ına yerleş yerl eştikçe tikçe şu ya da bu özne öz ne olun ol unuy uyor ordu du.. Özneyi açıklayan bakış açısıydı, tersi değil. Leibniz’dan okuyalım: “Her bireysel töz bütün bir dünya ve. Tanrı nın nı n bir b ir ayna aynası sı gibidir; ya da her biri kendi ken di tarzında bütü bü tünn kâinatı ikid ikidee etmektedir; biraz aynı kentin ona bakanların farklı konumlarına göre çeşitli biçimlerde tasavvur edilmesi, tasarlanması gibi. Böylece kâinat, bir b ir nevi ne vi ne k a d a r töz varsa vars a o kad ka d ar çoğalır çoğ alır ve T anrın an rının ın yüceliği de ne kadar töz varsa o kadar artar.” Tıpkı bir kardinal gibi konuşuyor değil mi? 37
G 1LLES DELF.UZE
Hatta denebilir ki, her töz kendi hesabına sonsuz bilgeliğin ve Tanrının kudretinin bütününü taşımakta ve kendi hesabına düşenden pay almakta alm aktadır. dır. Öyleyse b u e)’de e)’de diyor diy orum um ki, bu yeni yen i bakış ba kış açısı kav ramı özne ve bireysel töz kavramlarından daha derindir, daha derin bir b ir düze dü zeyd ydee formü for müle le edilm e dilmiş iştir. tir. Özü Öz ü tanımlay tanım layaca acakk olan ola n şey şey bakı ba kışş açısı dır. Bireysel öz. Bireyin özü. Her bireysel mefhuma bir bakış açısının tekabül ettiğine inanmak gerekir. Ama işler karmaşıklaşır, çünkü bu bakış ba kış açısı bireyin bir eyin doğu do ğum m u ile ölüm öl üm ü arasın ara sında da sıkış sık ışmıştır, mıştır, sınır sı nırla land ndı ı rılmıştır. rılmıştır. Bizi Bizi tanımlayaca tanıml ayacakk olan ola n şey şey dünyaya dünya ya açılan bir b ir bakış bak ış açısıdır. Nietzsch Nie tzsche’ e’ni ninn b u fikirle yem y emde denn buluş bul uşac acağ ağım ım söylemiş söylem iştim. tim. O b u n u sevmiyordu belki ama, kapıldığı şey, bakış açısı teorisi Rönesansm bir S.
. fikriydi. Cusa Kardinali, Rönesansm çok büyük bir filozofu, %akış açı sına bağlı olarak olara k değişen değişen portre po rtreleri leri öneriyordu. öneriy ordu. İtalya'nın faşizm faşizm döne dön e minde min de neredeyse her yerde karşınıza karşınıza çıkan çok ilginç ilginç bir portre po rtreva vardı: rdı: karşrdan bakınca Mussolini’yi, sağdan bakınca damadını, soldan ba kınca da kralı görüyordunuz. Matemati Matematikte kte bakış açılarının analizi analizi - burada burad a da matematiğin bu dalına hatırı sayılır ilerlemeler sağlamış olan kişi, analysis situş d enen şey sayesinde yine Eeibniz’dır. Ve bu açıkça yansımalar geometrisine bağlan bağ lanır. ır. Ö znen zn enin in b ir tür tü r özselliği, özlülû özl ülûgü gü,, nesnel nes neliği iği vard va rdır ır ve b u nesnelik işte yine bir bakış açısıdır. Somut olarak, herkesin, her biri nin kendi bakış açısınca dünyayı ifade etmesi ne anlama gelir? Leibtıiz en acayip kavramlar karşısında bile gerilemez. Artık “kendi bakış açı sı" bile diyemem. Eğer “kendi bakış açısından” dersem o zaman bakış açısını önceden varolan bir özneye bağlı kılmış olurum, oysa tersi doğrud doğ rudur. ur. Peki ama, ama, bu bakış açısını belirleyen nedir? Leibniz Leibniz —anla yın ki, her birimiz demektedir, bütün dünyayı ifade ediyoruz, dışavuruyoruz; yalnız karanlık bir şekilde, belirsiz bir halde yapıyoruz bu38
LEÎBN1Z LEÎBN1Z - 1 5 NİSAN 1980 1980
nu. nu . Karanlık ve ve belirsiz - bıı Leibniz’ Leibniz’ın ın sözlüğünd sö zlüğündee ne anlama geliyor geliyor acaba? Elbette bütün dünyanın, ama küçük algılar halinde, öznede ol duğu anlamına geliyor. Küçük algılar. Leibniz’m diferansiyel hesabın mucitlerinden biri olması yalnızca bir tesadüf müydü? Bunlar sonsuz ca küçük küç ük algılardır algı lardır - başka başka bir bi r deyişle deyişle bilinçli olmayan, bilincinde ol madığımız algıcıklar. Bütün dünyayı ifade ediyorum, ancak karanlık ve belirsizce, tıpkı bir uğultu gibi. gibi. '> İleride bunun neden diferansiyel hesaba bağlı olduğunu göreceğiz, ama hissedin ki küçük, minik algıcıklar ya da bilinçdışı bilincin dife ransiyelleri gibidirler, bilinçsiz algıcıklardır. Bilinçli algı konusunda l.eibniz başka başka bir kelime kullanır: aperceplion; yani yan i algıyla kavrayış kavray ış... ... Tamalgı, fark etme, bilinçli algıdır; küçük algı ise bilincin içinde verilmiş olmayan bilinç diferansiyelidir. Bütün bireyler bütün dünyayı karanlık ve belirsiz, karmakarışık bir halde ifade ederler. Öyleyse bir bakış bak ış açısını açısın ı diğe d iğeri rind nden en ayırt eden ed en nedir? ned ir? Öte yand ya ndan an açık ve seçik seç ik bir b ir şekilde ifade ettiğim küçük bir parçası var dünyanın; ve her öznenin, her he r bireyin kendine ait ait minik bir b ir açık seçik pay payıı var dünyadan - aca ba hangi han gi anlamd anla mda? a? Ş u anlam an lamda da ki, ki , beni be nim m açık ve belirgin beli rgin b ir şekilde ifade ettiğim dünya parçası başka bütün özneler tarafından da karan lık ve belirsiz bir biçimde ifade edilmektedir. Benim bakış açımı ta nımlayan şey şey bir nevi projektör olmalıdır olm alıdır - o projektör, p rojektör, karanlık k aranlık ve belirsiz, belir siz, karm ka rmaş aşık ık düny dü nyan anın ın uğul uğ ultu tusu su içinde içi nde kısıtlı, kısıtlı , sınırlı sın ırlı bir bi r ifade bölgesini bölges ini aydınlık, aydın lık, aç açık ık ve belirg be lirgin in tutm tu tmak akta tadı dır. r. N e kada ka darr geri zekalı, güçsüz olursanız olun, ne kadar önemsiz olursak olalım, oynayacak küçük küç ük bir oyununuz yine de vardır - şu minik m inik böce böceği ğinn bile ile kendi kü çük dünyası var. Belki çok fazla şeyi açık ve belirgin bir şekilde ifade etmiyord etmiy ordur, ur, ama yine de onun on un küçü k üçükk payıdır bu. Becke Beckett tt kahramanla kahramanla rı bireylerdir; her şey karmakarışıktır, bulanıktır, uğultular... hiçbir 39
GİU.ES d e u e u z e
şey anlayamazlar... hayatın enkazlarıdırlar onlar... Dünyanın büyük gürültü patırtısınca sarılmış... gizlendikleri çöp tenekelerinin içinde ne kadar acınacak halde olurlarsa olsunlar, kendilerine ait küçük bir bölgeleri bölg eleri var.. va r.... Büyük Bü yük Molloy’u Molloy’u n “malım ma lım m ülkü ül küm m " dediğ de diğii şey... Artık Ar tık hareket etmiyo rdur; k üçük bir çenge çengeli li vardır ve ve çok çok bir metrelik bir b ir y ança an çap p içinde, için de, kancasıyla kanc asıyla b ir şeyleri, malını mal ını m ü lkün lk ün ü çekip çek ip al maktadır. Bu ifade ettiği açık ve seçik bölgedir işte. Hepimiz oradayız işte. Ama bölgemiz az ya da çok büyüktür; ama yine de kesin değil... ama emin olun ki aynı değildir... Bir bakış açışım yapan şey nedir? Dünyanın bir birey tarafından açık ve seçik bir şekilde ifade edilen kısmının karanlık ve belirsizce ifade edilen bütünüyle oranıdır..İşte bakış bak ış açısı açısı b u d u r.
-
^
Leibniz’m sevdiği bir metafor vardır: deniz kenanndasınız\ve dal gaları işitiyorsunuz. Denizi dinliyorsunuz ve bir dalganın sesini-duyu yorsunuz. Bir dalganın sesini duyuyorum, yani bir tamalgım var Caperception): bir dalgayı ayırt etmişim. Ve İjeibniz diyor ki: önce bir birl bi rler erin inee sü r tün tü n e n, b irbi ir birl rler erin inin in üzer üz erin inde den n kayan kay an h er b ir su dam da m lacı la cı ğının seslerine-dair küçük, bilinçdışı algıcıklarmız olmadan dalgayı duyamazdınız. Bütün su damlacıklarının uğultusu var ve sizin de o küçük küçü k açıklık açıklık bölgeniz bölgeniz var - bu sayed sayedee b u sonsuz sayıdak sayıdakii damlaların, damlaların, bu b u sons so nsuz uz uğ u ltu lt u n u n kısm kı smii sonu so nucu cunu nu açık ve seçik olar ol arak ak yakalayıp yakal ayıp onu kendi k endi küçü k dünyanız, kendi mülkü nüz kılıyors kılıyorsunuz. unuz. H er bireysel bireysel mefhum m efhumun un bakış bakış açısı açısı var var - yani bu bakış açısından, açısından, belirli beli rli b ir açık ve seçik seçi k ifadeyle if adeyle temsil tem sil ettiği ettiğ i ve düny dü nyan anın ın b ü tü n ü n d en çekilip alınmış bir parça var... İki birey ele alalı alalım: m: iki seçenek var - ya alanları arasında mutlak olarak hiçbir iletişim yok, dolayısıyla birbir lerini sembolize edemezler (... çünkü yalnızca doğrudan iletişim yok tur , analojiler analojiler olduğu da düşünül düşünülebilir) ebilir) - işte işte o zaman birbirlerine birbirlerin e 40
LEtBNIZ • 15 NİSAN 1980
söyleyecek herhangi bir şeyleri yoktur. Ya da birbiriyle kesişen iki da ire gibidirler: küç k üçük ük bir kesişme kesişme bölgeleri vardır; vard ır; işte işte o zaman birlikte bir b ir şeyler eyle r yapılabilir. yapılab ilir. O zama za mann Leibniz çıkar çık ar ve güven g üvenle, le, çok ço k güçlü gü çlü bir bi r şekilde birbiriyle özdeş, birbiriyle aynı iki tözün olmadığını söyleyebi lir. aynı bakış açısına ait, tam olarak aynı açık ve seçik ifade bölgesine sahip iki bireysel töz olamaz. Ve sonunda, Leibniz’ın dahice hamlesi: benim be nim açık ve seçik seçi k ifade bölgemi bölg emi ne tanımlayacak? tanımlayac ak? Bütün Bütü n dünya dü nyayı yı ifade etmekteyim, ama açık ve seçik olarak yalnızca kısıtlı, sonlu, mi nik bir kısmını. Leibniz bize der ki. açık ve seçik olarak ifade ettiğim kısım bedenimle ilgilidir. Bu beden mefhumu ilk kez işin içine giriyor. Bu bedenin be denin ne anlama anlam a geldiğini geldiğini görece göreceğiz ğiz - ama açık ve seçik seçik ifade ifade et tiğim şey, bedenimi etkileyen şeydir. Öyleyse neden Rubicon’u geçmeyi açık ve seçik ifade etmediğim besbe be sbellidir llidir - b u iş Sezar’ın Sezar’ın bede be denin ninii ilgilendirir ilgile ndirir.. Ama beni be nim m bede be denim nimii ilgilendiren bir b ir şey şey vardır va rdır ve onu o nu yalnız ben be n açık ve ve seçik ifade ifade etmek etmek teyim teyim - kâinatı kâinatı kapla kaplayan yan bü tün bu uğultunun uğ ultunun göbeğ göbeğin inde. de... .. g) Bu kent ke nt meselesinde meselesinde bir zorluk var. var. Farklı bakış bakış açılan var - bu çok güzel. güzel. Bu bakış açılan açıl an oraya yerleşen yerleşen özneden öznede n önce var, bu b u da çok güzel. Ama o noktada, bakış açısının sırrı matematiksel bir hal alır; psikolo psik olojik jik değil, geome geo metri trikti ktir. r. Hiç Hi ç değilse de ğilse psik p siko-g o-geo eome metri trikk bir b ir mesele dir. Leibniz bir mefhum adamıdır, psikolog değil. Ama her "şey beni kentin bakış açılarının dışında varolduğu fikrine doğru itmektedir. Fakat ifade edilen dünya meselesinde çıkağımız noktadan bakılınca kendisini ifade eden bakış açısının dışında dünyanın hiçbir varoluşu yoktur ki. Dünya kendinde var değildir. Kendi başına varolamaz. Dünya yalnızca bütün bireysel tözlerin ortak ifade ettiğidir, ama ifade edilen şey onu ifade edenin dışında varolamaz. Dünya kendinde var değildir, dünya yalnız ifade edilendir. 41
GU-'-ES GU -'-ES DF.1. DF.1.F.UZ F.UZE E
Bütün dünya bireysel mefhumların her birinin içindedir, ama yal nız ve yalnız bu içermede vardır. Dışarıda varoluşu yoktur onun. Bu bak ba k ımda ım dann Leibniz Leibn iz belki bel ki de hakl ha klii olar ol arak ak idealis ide alistleri tlerinn yanın ya nında da olm ol m uştur sıklıkla: kendi başına bir dünya yoktur, dünya onu ifade eden bireysel tözlerin dışında var değildir. O bütün bireysel tözlerin ortak ifadesi dir. O bütün bireysel tözlerin ifadesidir, ama ifade edilen şey onu ifa de eden tözlerin dışında yoktur. Bu gerçekten büyük bir problem de ğil mi? Bu tözleri birbirinde birbiri ndenn ayırt eden nedir? Hepsinin H epsinin aynı dünyayı ifa ifa de etmeleri, ama açık ve seçik olarak aynı parçasını ifade etmemeleri dir. Tıpkı bir satranç oyunu gibi. Dünya yoktur. Bu ifade kavramı işle ri acayip karıştırıyor. Bu son zorluk ne verecektir bize? Hâlâ büfen bi reysel mefhumların aynı dünyayı ifade etmeleri gerekiyor. O fiilde her şey çok ilginç bir hal alır -ilginç ve şaşıma, çünkü bize çelişkili olanı, başka bir deyişle imkansız olanı belirleme olanağı sağlayan öz A, A değil eğild dir der gibi. Bu deşlik ilkesi yüzünden- bu çelişkilidir; tıpkı A, çelişkilidir: mesela kare daire. Kare daire, daire olmayan bir dairedir. Demek ki, özdeşlik ilkesine göre elimde bir çelişki kıstası bulunabilir. Leibniz'a göre 2 + 2’nin 5 edemeyeceğini, bir dairenin kare olamayaca ğını ispatlayabilirim. Ne var ki, yeter neden düzeyinde işler çok daha karışıktır. Neden? Çünkü günah işlemeyen Adem, Rubicon’u geçme yen Sezar... bunlar kare daire gibi şeyler değiller. Günah işlememiş Âdem çelişkili değildir. Leibniz’ın özgürlüğü nasıl çok zor bir duruma düşmüşken kurtarmaya çabaladığını hissedin. Bu hiç de imkansız de ğil: Sezar Rubicon’u geçmemiş olabilirdi, oysa bir daire hiçbir zaman kare olamaz olamaz - orada özgürlük yoktur. O zaman yine köşeye sıkışıyoruz; Leibniz yine yeni bir kavrama ihtiyaç duyacak ve bütûıı bu delice kavramlar arasında herhalde en 42
LEtBNIZ -15 NİSAN 1980
çılgınını çılgınını ileri sürecektir. sürec ektir. Âdem güna g ünahh işlememiş işlememiş olabilirdi - öyle öyleys ysee başka başka terimlerle terim lerle söylersek, söyle rsek, yeter yete r nede ne denn ilkesi tarafın tara fında dann yönetilen yön etilen doğrular, hakikatler özdeşlik ilkesi tarafından yönetilen hakikatlerle aynı değildirler. Niçin? Çünkü özdeşlik ilkesinin yönettiği hakikatler öyledirler ki, onlarla çelişen her şey imkansızdır; oysaki yeter neden ilkesince yönetilen hakikatlerin mümkün bir karşıtları vardır: günah işlememiş işlememiş Âdem müm m ümkü künd ndür. ür. Hatta bu Leibniz’a göre öz hakikatleriyle varoluş hakikatleri denen şeyi ayırt eden şeydir. Varoluş hakikatleri öyledirler ki, çelişikleri mümkündür. Acaba I.eibniz bu son zorluktan yakasını nasıl kurtara cak? ca k? - hem Âdem’in Âdem’in bü tün yaptıklarının her zaman zaren zaren onun on un birey sel mefhumunda içerilmiş olduğunu kabul edip hem de günah işleme yen Âdem’in mümkün olduğunu nasıl gösterecek? Sıkışmış görünü yor... Bu tadına doyulmaz bir durum -çünkü filozoflar bir bakıma bi raz kedi gibidirler, ancak sıkıştıklarında fırlayıp kurtulurlar; kısmen de balıklara benzerler- kavram balık gibi kaygan olmuştur. Leibniz bize şunlar un larıı anlataca anla tacaktır; ktır; güna gü nahh işlemeyen işlemeyen Âdem tüm tü m üyle üy le m üm k ün; ün ; tıpkı tıpk ı Rubicön’u Rubicön’u geçmemiş geçmemiş Seza Sezarr gibi gibi;; bütün bü tün bunla bu nlarr müm kün, kün , ama bu olmamış, çünkü eğer bu şeyler kendi içlerinde mümkün olsalar da, bir b ir ara a rada da m ü m k ü n değiller değ iller (incompossible). İşte bakın bak ın bu çok acayip acayip mantık man tık kavramım kavramım hemen hem en üretiveriyor bir b ir arad ar adaa m ü m k ü n olmayış. olmayış. Varoluş Varo luşlar lar düzey dü zeyind indee b ir şeyin varolm var olmak ak için müm m ümkün kün olması olması yetmez, yetmez, bir de neyle neyle birlikte birlikte müm mü m kün olduğunu olduğun u bilme bil mekk gerek ge rekir. ir. Güna Gü nahh işlemey işlemeyen en Âdem, kend ke ndii başına başına m üm kün kü n olsa bile, varo va rolan lan dünyay dün yayla la b ir arada ara da m ü m k ü n değildir. değil dir. Âdem Âd em güna gü nahh işle işle memiş olabilirdi pekâlâ, ama başka bir dünyanın da olması şartıyla. Görüyorsunuz ki dünyanın bireysel kavrama dahil olması ve başka bir şeyin mümkün olması... Leibniz bir anda bir arada mümkün olma 43
g i u .e s d e l e u z e
mefhumuyla her h er şeyi çözüyor - günah işlememiş işlememiş Âdem başka başka bir dünyanın parçasıdır. Günah işlememiş Âdem mümkün olabilirdi, ama o dünya d ünya seçilen seçilen dünya değilm değilmiş iş.. Varolan dünyayla dünyayla bir arada a rada müm kün değilmiş. değilmiş. Ancak varoluşa varoluşa geçmemiş, geçmemiş, varoluş va roluş kazanmamış kazanm amış başka başka m üm üm kün dünyalarla dünyalarla bir arada mümkünm m ümkünmüş üş.. Peki neden varoluşa geçen bu dünya oldu? Leibniz kendine göre Tanrının dünyaları yaratmasını açıklar ve görülür ki bu tam anlamıyla bir b ir oyunla oyu nlar, r, b ir kum ku m arla ar larr teoris te orisidir idir:: kend ke ndii kavrayış k udre ud reti tine ne göre Tanrı sonsuz sayıda mümkün dünyalar yaratmıştır, ancak bu müm kün dünyalar birbirleriyle bir arada mümkün değildirler ve bu zorun ludur, çünkü Tanrı onların en haşini seçmiştir. Mümkün dünyaların en iyisi. Şu işe bakın ki, mümkün dünyaların en iyisi günâh işleyen Âdem’i gerektiriyor. Niçin? Her şey daha da korkunç olacak.'- Man tıksal tıksal olarak burad bu radaa ilginç ilginç olan şey mantıksal m antıksal imkand im kandan an d aha* aha*kısıtlı kısıtlı bir mantıks man tıksal al alanı ala nı adlan ad landır dırm m ak için bu bir bi r arad ar adaa m ümkü üm künn olmak olma k kavramının yaratılmış olmasıdır. Varolmak için bir şeyin mümkün ol ması yetmez, o şeyin gerçek dünyayı oluşturan başkalarıyla bir arada mümkün olması da lazımdır. Mo Monadoloji loji’’sinin ünlü bir formülünde Leibniz bireysel mefhumla
rın ne kapıları ne de pencereleri olduğunu söylüyor. Bu kent metaforunu düzeltmek içindir. Kapısız, penceresiz, bu bir açılış olmadığı an lamına geliyor. Neden? Çünkü dışarısı diye bir şey yok. Bireysel mef humların hum ların ifade ifade ettiği ettiği dünya iç dünyadır , bireys bireysel el mefhumların me fhumların içinde dir. Birey ireyse sell mefhumların kapılan k apılan pencereleri yoktur, her he r şey şey her he r biri b iri nin İçindedir, ama yine de bütün bireysel mefhumlar için ortak olan bir b ir düny dü nyaa vardı va rdır: r: b u, her he r bireysel birey sel m efhu ef hum m un b ü tün tü n dünyayı düny ayı içerdiği, onu ifade ifade ettiği şeyin şeyin başkalarının başkalarının ifade ettiği şeyle şeylerle rle bir b ir arada a rada m üm kün olacak şekilde zorunlu olarak içerdiği anlamına gelir. Bu büyüle44
LEİBNİ LEİBNİZ - 13 NİSAN NİSAN 1980 1980
yitidir. Öyle bir dünyadır ki bu, özneler arasında hiçbir doğrudan ile tişim yoktur. Sezar ile sizin aranızda, sizinle benim aramda hiçbir doğrudan iletişim yoktur ve bugün söyledikleri gibi, her bireysel mef hum öyle programlanmıştır ki, ifade ettiği şey ötekinin ifade ettiğiyle ortak bir dünya biçimlendirmektedir. Bu ise Leibniz’ın son kavramla rından biridir: önceden kurulmuş uyum, (armoni). Önceden kurul muş, yani mutlak olarak programlanmış bir uyum. İşte bu ruhsal oto m at fikridir. fikridir. Zate Zatenn o çağ bir büyük büy ük otomatlar otom atlar çağıyd çağıydıı - otıyedinc otıyedincii yüz yıl yıl sonlan... Her bireysel bireysel mefhum mef hum ruhsa ru hsall bir otomat gibidir, yani ifad ifadee ettiği kendi içindedir, kapısız penceresizdir; öyle programlanmıştır ki, ifade ettiği şey ötekinin ifade ettiğiyle bir arada mümkündür. Bugün yaptığım sadece sadece Leibniz’ Leibniz’tn tn dünyasını düny asını tasvir etmekti - üste üst e lik sonuçta bu dünyanın yalni2 bir kısmını. Böylece sırayla şu kavram larla karşılaştık: yeter neden, içerme ve içerilme, ifade veya bakış açısı, bir b ir a rada ra da m ü m kün kü n olma... olm a...
4S
22 NİSAN 1980 Vincennes
Geçen defa, önceden anlaştığımız gibi, Leibniz’m okunmasına -ta bii k i b u sizin o k u m a n ızız - giriş diye düş dü şünm ün m eniz en iz gere ge reke ken n b ir girişle girişle başlam başlamış ıştık. tık. Konuya Konu ya sayısal b ir açıklık açık lık getirm ge tirmek ek için h e r şeyin birb bi rbir iri i ne karışmaması karışmaması için paragrafları paragrafları num aralandırıyordum . Geçen defa ilk paragrafımız Leibniz’ın temel kavramlarının bir tür sunulmasıydı. Ama arka planda Leibniz’a tekabül eden bir sorun vardı - kuşkusuz kuşkusuz çok daha genel genel bir soru ndu bu: gerçekten fels felsef efee yapmak ne demektir ve bu çok basit mefhumdan yola çıkarak: felsefe yapmak kavramlar kavram lar yaratmaktır yaratm aktır - tıpkı resmin çizgil çizgiler er ve ve renkler renkle r yarattığı gibi. gibi. Felsefe yapmak kavramlar yaratmak, imal etmektir, çünkü kavramlar önceden varolan şeyler değiller. Kavram hazır verilen bir şey değildir ve bu bakımdan felsefeyi bir yaratma faaliyetiyle tanımlamak gerekir: kavramların yaratılmasıyla... Görüldüğü kadarıyla böyle bir tanım Le ibniz’a ibniz’a harfiyen uyuyor - çünkü çün kü o kesinlikle, kesinlikle, görünü gör ünüş şte topyekü topy ekün n ras yonalist bir felsefenin içinde, felsefe tarihinde eşi az bulunabilecek ka dar tuhaf tuh af kavramları çılgınlar gibi yaratmaya yaratmaya girişen girişen biriydi. Eğer kavramlar bir yaratmanın ürünüyseler o zaman kavramların altlarının imzalanmış imzalanmış olduğunu söylemek söylemek gerekir. gerekir. Bir Bir imza imza vardır vard ır imzanın kavram ile onu yaratan filozof arasında bir bağ kurduğu için değil... değil... bizzat kavramlarla kav ramlarla kendilerinin birer imza imza olduk o lduk lannı lan nı söyl söylee 46
LE1BNI2 - 2-2 2-2 NİSAN NİSAN 1980 19 80
mek gerekir. Bütün bu birinci paragraf öz be öz Leibnizcı bir sürü kavramı ortaya atmıştı, ilk tespit ettiğimiz ikisi içerme ve bir arada mümkün olmaydı. Bazı şeylere dahil olan bir sürü ve birçok türden şey var - b unlar un lar bazı şeyler şeyler tarafından tarafınd an kapsanıyorlar. kapsanıyo rlar. İçerme, dahil et me, sarma, kuşatma. Sonra çok daha tuhaf... başka bir kavram: bir arada mümkün olma... Kendi başlarına, kendi içlerinde mümkün olan, ama başkasıyla bir arada mümkün olmayan şeyler var. Bugün bu ikinci paragrafa, Leibniz üstüne bu ikinci araştırmaya Töz, Dünya ve Süreklilik” başlığını vermek isterdim. Bu ikinci parag rafta daha belirgin bir şekilde Leibniz’ın bu iki büyük kavramını ince leyeceğiz: İçerme ve Bir Arada Mümkün Olma. Geçen derste kaldığımız noktada karşımıza iki problem dikilmişti: ilki doğrudan içermeyle ilgiliydi. Hangi anlamda? Görmüştük ki eğer bir bi r öner ön erm m e doğruy doğ ruysa, sa, he olurs olu rsaa olsun ols un yükle yü klem m in veya sıfan sıf annn özneye değil, ama öznenin kavramına dahil olması gerekliydi. Eğer bir öner me doğruysa yüklemin yüklem in öznenin öz nenin mefhum mef humunda unda içerilmiş içerilmiş olması gereki gerekir. r. Bırakalım kendimizi —ve buna güvenelim, Leibniz’m dediği gibi... .eğer Adem günah işlediyse günahın bireysel Âdem mefhumuna önce den dahil olması, orada içerilmiş olması gerekir. Bir özneye olan, bir özneye yüklenen, bir özneye atfedilen her şey özne mefhumunda bu lunmalıdır. Bu bir yüklemler felsefesidir. Bu kadar acayip bir önerme nin karşısında, karşısında, eğer Leibniz’ Leibniz’m bu türde tür denn bir bahsini bah sini kabul kabu l ederseniz ederseniz kendinizi hem en bir b ir sürü sür ü sorunla baş başa başa bulursunuz bulursu nuz.. Yani herhangi bir b ir olay ola y - şu ya da bu bireyse bire ysell mef m efhu hum m u, Âdem’ Âde m’ii ya da Sezar’ Sez ar’ı... ı... etkile yen herhangi herhang i bir olay vuku vuk u bulduğ b ulduğunda unda - Sezar Sezar Rubicon’ Rubicon’uu geçmi geçmişş, Rubicon'u geçmenin Sezar’m bireysel mefhumunda önceden bulunu yor olması gerekir - tamam, çok ço k güzel, güzel, Leibniz Leibniz’’a katlanmaya hazınz değil mi? Ama bunu bir kez söylediğinizde artık duramazsınız: eğer 47
G'.LLES DBÜEUZE
Sezar’ın Sezar’ın bireysel bireysel mefhum mefh umund undaa yalnızca tek bir şey, mesela “Rubico “Rubicon'u n'u geçmek” bulunuyor olsa, gerçekten de sonuçtan sonuca, nedenden nedene sıçrayarak... gerçekten de bütün dünyanın, dünyadaki her şe yin bu bireysel mefhuma dahil olması gereklidir. Gerçekten de Rubi con'u con 'u geçmenin geçme nin de yine aynı bireysel mefhu mda md a içerilmiş olması gere ken b ir neden ne denii vardır, vesaire vesaire vesai vesaire. re... .. sonsuza so nsuza dek... d ek... he m geriye hem ileriye ileriye... ... O andan an dan itibaren, itibare n, kabaca Rubicon’ Ru bicon’uu n aşılmasınd aşılmasından an akıp gelen g elen Roma Roma imparatorluğu imparato rluğu ve onu takip eden her şeyin şeyin ne olursa olsu n SeSezar’m bireysel mefhumuna dahil olması gerekiyor. Öyle ki bireysel mefhumların her biri ifade ettiği dünyanın bütünüyle şişmiş olmalı. Dünyanın bütününü, bütün dünyayı ifade etmeli, işte bakın, öperme gitgi gitgide de daha tuhaf bir kılı kılığa ğa bürünüyo bürü nüyor. r.
^
Felsefe tarihinde her zaman çok nefis anlar olmuştur ve en keyifli anlardan anlarda n biri, aklın aşın aşın ucunun ucu nun,, yani en uç noktasına v ardırılmış ardırılmış ras yonalizmin vardığı sonuçlarm bir tür çılgınlık üretmesi, bir tür deli likle kavuşmasıdır. kavuşmasıdır. O zaman zam an böyle bir bi r kortejle, kortejle , defileyle defileyle karşılaş karşılaşırız ırız orada aldı başında olmak aklın ucuna kadar vardırıldtğında çıldırır, ama bu b u çılgınlık en saf delil deliliğin iğin çılgınlığıdır çılgınlığıdır.. Bire Bireys ysel el mefhum mefh um ların her biri bi rind ndee - e ğ e r y ükle ük lem m in özne öz ne m efh ef h u m u n a dah da h il oldu ol duğğ u d o ğ ru y s a - d e mek ki her bireysel mefhumun bütün dünyayı ifade-etmesi, dışavurması lazımdır ve bü tün dünyanın dün yanın kavramların k avramların her birinde içerilmiş ol ol ması gerekir. Gördük ki bu Leibniz’ı felsefede perspektife veya bakış açısına iliş kin ilk büyük büy ük ve olağanüstü olağanüstü teoriye vardırıyordu, çü nkü nk ü bireysel bireysel mef mef hum ların he h e r biri denece ktir ki - dünyayı ifade ifade etmekle ve içerme içermekte kte--dir; buna bu na evet —ama daha derin de rin bir bakış açısından görüldüğ ünde ünd e ba b a kış açısı mefhumuna gönderen şey öznellikti, tersi değil; öznelliğe göndere gön derenn şey şey bakış açısı açısı mefhum mefh umuu değildi. değildi. Bunun Bu nun felsefe felsefede de çok ço k sayıda 48
1-EIB 1-EIBN1 N1Z Z - 22 NİSAN NİSAN 1980 19 80
sonucu olacaktır: en azından perspektifçi bir felsefenin yaratılmasında Niet N ietzs zsch che’ e’de deki ki yansı ya nsıma ması.. sı.... Birinci problem şuydu: yüklemin öznede içerildiği söylendiğinde ' bin b in b ir türl tü rlüü zorl zo rluk ukla la karş ka rşıla ılaşşıldığı ıld ığına na deği de ğinm nmiş iştik tik:: acaba aca ba ilişkiler y ük ük lemlere taşınabilirler mi; acaba olaylar yüklem olarak kabul edilebilir ler mi? Peki, şimdilik bunu kabul edelim. Leibniz’ı ancak Leibniz’m kavramsal koordinatlarının kümesi çerçevesinde suçlayabilirdik. Doğ ru bir önerme ön erme şifan ifan öznesinde içeri içerilmiş lmiş olan bir önerme öne rmedir dir - iyi iyi görü lüyor ki, bu öz hakikatleri düzleminde geçerli olmalıdır. Oz hakikatle ri, yani metafizik hakikatler (Tanrıyla ilgili) ya da matematik hakikat lerdir. F.ğer 2 + 2 - 4 dersem b un un üzerind e tartış tartışıla ılacak cak çok şey vardiT, ama Leibriiz’m demek istediğini hemen anlarım —haklı olup ol madığı sorusundan yine tümüyle bağımsız olarak... her zaman, ne de diğini anlamadan haklı olup olmadığım sormak gibi bir tutum anla mayı o kada ka darr zorlaştırır zorlaştırır ki... 2 + 2 = 4 analitik b ir ö nerm ne rmed edir. ir. Hatırlatı rım ki analitik analitik b ir önerm ö nermee özdeş b ir önerm edir ya da özdeşine özdeşine indir indi r genebilen bir önermedir. Yüklemin özneyle özdeşliği. Gerçekten de Leibniz’m dediği gibi sonlu birtakım inceleme dizileri sayesinde, sonlu işlemlerle işlemlerle - göstereb gös terebilirim ilirim ki 4 (tanımı (tanım ı sayesinde) ve 2 + 2 (yine tanım tan ım ları sayesinde) özdeştirler. Peki bunu gerçekten ispat edebilir iniyim? O zaman nasıl? Kuşkusuz burada “nasıl" sorusunu sormak istemez dim. Kabaca burada neyin söz konusu olduğu anlaşılabilir: yüklem özneye dahildir; bu demektir ki bir küme işlem yoluyla birbirleriyle özdeş olduklarım ispatlayabilirim. Leibniz küçük bir metninde (Öz gürlüğe Dair) bir örnek ileri sürmektedir. Orada onikiye bölünebilen bü b ü r ü n sayıla say ıların rın b u y ü zd en altıya altıy a d a b ö lüne lü nece cekl kler erin inii ispatl isp atlay ayac acak aktır tır düzine ü stü her sayı sayı yarım düzine üstüdür, de. Dikkat edin, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl lojistiğinde de özel49
G1LLES DELEUZE
likle Russell’ın hanesine yazılmış bir başarı olarak bu tipten ispatlar bulab bu labili ilirsi rsiniz niz.. Leibniz’ Leibniz ’m kanıtla kan ıtlamas masıı son so n derece de rece ikna ik na edicid edi cidir: ir: önce onikiye bölünebilen her sayının ikiye bölünüp, ikiyle çarpılıp, üçle, çarpılanla özdeş olduğunu gösterir. Bu zor değil. Öte taraftan altıya bölü bö lüne nebi bilm lmen enin in ikiye b ö lün lü n ü p üçle çarpılabi çarpı labilmey lmeyle le özdeş özd eş oldu ol duğu ğunu nu kanıtlar. Bütün bunlarla göstermek istediği nedir? Burada bir içerme göstermektedir, çünkü üçle çarpılan iki ikiyle, sonra da üçle çarpılan ikinin içine dahildir. Bu örnek bize matematik hakikatler düzeyinde tekabül eden öner menin analitik ya da özdeş olduğunu anlatmaktadır. Başka bir deyişle yüklem özneye dahildir. Bu kelimesi kelimesine şu anlama gelir: belir li bir işlemler kümesi, dİ2isi arac aracılığıy ılığıyla la - sonlu son lu bir b ir belirli işfemler işfemler di zisiyle (bunu özellikle vurguluyorum) yüklemin özneyle özdeşliğini ispatlayabilirim ispatlayabilirim ya ya da yüklemin yü klemin özneye dahil da hil olduğ unu un u gösterebili gösterebilirim. rim. Ve bu da aynı şeydir zaten. Bu içermeyi gözler önüne serebilir, göste rebilirim. Ya özdeşliği ya da içermeyi ispatlarım. Leibniz Leibniz içermeyi göstermiş gö stermişti ti - mesela şura şurada... da... ???? b u saf bir bi r öz deşlik olmalıydı: onikiye bölünebilen bütün sayılar onikiye bölünebi lirler lirler - ama burada öz hakikatinin faiklı bir görünümüyle görünüm üyle karşı karşı karşıkarşıyayı yayızz: onikiye bölünebilen b ütün üt ün sayıl sayılar ar altıy altıyaa da bölünebilirler bölüne bilirler - bu durumda artık bir özdeşliği göstermekle yetinmemektedir, iyi belir lenmiş sonlu b ir dizi işlem işlem aracılığ aracılığıyla ıyla bir bi r içermeyi içermeyi kanıtlam k anıtlamaktadı aktadır. r. Öz hakikatleri işte budur. Yüklemin özneye dahil olmasının ana lizle kanıtlandığım ve bu analizin sonluluk şartına uyduğunu, başka bir b ir deyiş deyi şle iyi belir be lirlen lenmi mişş sonl so nluu b ir işlem işlemler ler kümesiyle, kümesiyle, yapıl y apıldığı dığını nı söy sö y leyebilirim. Ama Âdem’in günah işlediğini veya Sezar’m Rubicon’u geçtiğini söylediği söylediğimde mde ne olur? olur? Bu artık bir b ir öz hakikatine götürme z - her şey 50
LEİBNİZ • 21 Nİ NİSAN SAN 1980
çok kesin tanhlendirilmiştir: Sezar Rubicon’u burada ve şimdi aşmışn r ve bu varoluşa varoluşa gönderir gön derir - çünkü çü nkü Sezar Sezar Rubicon’u Rubicon’u ancak an cak varsa varsa geçe geçe cektir cektir.. 2 * 2 - 4 her zaman ve ve her yerde yerde öyl öyled edir ir.. Demek ki öz öz hakikat hakikat leri ile varoluş hakikatlerini birbirinden ayırmak için çok nedenimiz var. “Sezar Rubicon’u geçti” önermesinin hakikati, doğruluğu 2 + 2 4'ünkuyle aynı tipten değildir. Ama yine de geçen defa gördüğümüz ilkeler uyarınca hem varoluş hakikatleri hem de öz hakikatleri için, yüklemin öznenin içinde olması ve öznenin melhumuna dahil olması lazımdır - bütün bü tün ebediyet boyunca öznen in mefhumunda: mefhumu nda: Âdem’in Âdem’in şurada, o anda günah işleyeceği ezeli-ebedı olarak özne mefhumunda kayıtlıdır. İşte bu bir varoluş hakikatidir. En az öz hakikatleri için olduğu gibi varoluş hakikatleri için de yüklem öznede içerilmiş olmalıdır. Tamam, ama burada en az aynı bi çimde, aynı tarzda demek değildir. Ve gerçekten de -sorunumuz işte b u d u r - öz haki ha kika kati ti ile varol va roluş uş hakik ha kikati ati arasın ara sında daki ki ilk büyü bü yükk fark far k ne ne dir? Hemen hissediliyor. Leibniz der ki varoluş hakikatleri için bile yüklem özneye dahildir.. “Gûnahkâr”ın bireysel Âdem mefhumunda içerilmiş olması gerekir -ama şu şartla: eğer günahkârlık bireysel Âdem mefhumunun içindeyse demek ki bütün dünya da aynı Âdem melhumunun içinde olmalıdır- çünkü eğer nedenler boyunca çıkar, sonuçlar boyunca inerseniz bü tün dünya devreye devreye girecektir ve “Âdem “Âdem günah işledi” önermesinin analitik bir önerme olduğu da ortaya çıkar - ancak bu sefer sefer analiz analiz sonsuzd son suzdur, ur, analiz analiz sonsuza sonsuza vurmaktadır. Bu ne demek oluyor? Şunu demeye benziyor: “günahkâr” ile “Âdem”in veya “Rubicon’u geçmek” ile “Sezar’ın özdeşliğini kanıtla mak için bu defa sonsuz bir işlemler dizisine ihtiyaç vardır. Leibniz bu b u n u yapıp yap ıp yapamayacağım yapama yacağımızı ızı söylem söy lemede edenn devam dev am eder ed er - oysa öyle öyle 51
GILLES DP.1.EUZE
görünüyor ki buna muktedir değiliz. Sonsuz bir analizi gerçekleştir meye meye gücümüz gücüm üz yeter mi? mi? Leibni Leibnizz bu konuda kon uda çok biçinıdd b içinıdd ir: hayır, ya pamazs pam azsınız ınız,, biz insanla ins anlarr b u n u beceremey becere meyiz. iz. O halde ha lde,, varolu var oluşş haki ha kika kat t leri alanında yolumuzu bulabilmek için deneyimi, yaşantıyı beklemek gerekir. O zaman bize neden bütün bu analitik doğrular, hakikatler hikâyesini anlatıp duruyor? Ve ekliyor: evet öyle, ama sonsuz analiz buna bu na karş ka rşın ın yalnızca m üm kün kü n olmakla olmak la kalmaz, kalmaz , Tanr Ta nrını ınınn kavrayış kavra yışınd ındaa gerçekleşir. Peki sınır tanımayan, sonsuz bir Tanrının sonsuz analizler yapıyor olması bizi ne açıdan ilgilendirecektir? Onun açısından her şey iyi, mutluyuz... Biz asıl Leibniz'ın bize ne anlattığını sormalıyız. Hemen söyleyeyim, ilk zorluğumuz şu: sonsuz analiz nedir? Bütün önermeler analitiktirler; ama yalnız... sonsuz analize zorlayan, gönderen-(ürden bir b ir sürü sü rü önerm öne rmem emiz iz vard va rdır. ır. Yine de b ir um u t var: eğer Leibniz dife dife ransiyel hesabın ya da sonsuz küçüklükler hesabının büyük yaratıcıla rından biri olduysa bu kuşkusuz matematik alanındaydı. Ve derdimiz her şeyi (matematik ile felsefeyi) birbirine karıştırmak değil. Ancak Leibniz Leibniz metafizikte metafizikte belli bir sonsuz analiz analiz fikrini keşfettiğinde, keşfettiğinde,'' bunu bu nunn yine bizzat kendinin keşfettiği belli bir hesap yöntemiyle, yani sonsuz küçüklükler hesabıyla bir yansıma ilişkisi içinde olmadığım düşün m ek imkansızdı imkansızdır. r. En az öz hakikatlerinde olduğu kadar varoluş hakikatlerinde de yüklem öznede özned e içerilmiş olmalıdır. Evet, Evet, ama en az demek dem ek aynı tarzda olduğunu söylemek değildir. Ve gerçekten de -zaten sorunumuz budur- öz hakikatleri ile varoluş hakikatleri arasındaki birinci büyük fark nedir? Hemen hissedilebiliyor. Varoluş hakikatleri konusunda Leibniz bize demektedir ki orada bile özne yüklemi içeriyor. Gerçek ten “g ün ah kâ rın birey bireysel sel Âdem Âdem mefhumunda b ulunması gereki gerekir: r: yalyal52
LEtBN LE tBNIZIZ-22 22 NİSAN SAN 1980
nız şu şu da var - eğer günahkâr günah kâr Âdem’ Âdem’in in bireys bireysel el mefhumuna mefhumu na dahils dahilsee bu b ü tün tü n düny dü nyan anın ın da Âdem'i Âd em'inn bire b ireyse ysell me m e fhum fh umun unaa dahi da hill old o lduğ uğuu an lamına gelir. Çünkü nedenler boyunca gerilersek, sonuçlar boyunca ilerlersek bütün dünya içerilecektir ve “Âdem günah işledi” önermesi analiti analitikk bir önerme ö nerme olacaktır olacaktır - yaln yalnız ız bu durum da anali analizz sonsuzdur. Analiz sonsuza vurmaktadır. Bu da ne demek oluyor? Şöyle bir şey: "günahkâr” ile “Âdem"in ya da “Rubicon’u geçmek" ile “Sezar”m öz deşliğini ispatlamak için bu defa sonsuz bir işlemler dizisi gerekeçektir. Leibniz Leibniz bunu bun u yapıp y apıp yapamayacağımı yapamayacağımızı zı söylemeden geçer - ama öyle öyle görünüyor görünü yor ki buna bu na gücümü gü cümüzz yetmez. yetmez. Sonsuz bir anali analizi zi yapmaya yapmaya gücüm üz yeter mi? mi? Leibn Leibniz iz bu konuda kon uda çok biçiıncidir: biçiıncidir: hayır, bun u as la başaramazsınız başaramazsınız - biz insanlar bun b unuu yapamayız. yapamayız. O zaman, za man, varoluş hakikatleri alanında yolumuzu bulmak için deneyimi beklememiz ge rekecektir. Peki ama, analitik hakikatler, doğrular üstüne bütün bu hikâyeler niye? Leibniz ekliyor: Evet, ama buna karşmsonsuz analiz Tanrının kavrayışında yalnızca mümkün olmakla kalmaz, icra da edi lir? Peki, sınırları olmayan, sonsuz Tanımın sonsuz analizi yapabilme si bizi ne ilgilendirir? O nun nu n için iyi, iyi, tamam, tam am, ama am a ilk bakış bak ışta ta Leibniz’ Leibniz’ın ın bize nede ne denn b ü tün tü n bunl bu nlar arıı anlat anl atıp ıp d u rdu rd u ğ u n u kendim ke ndim ize sormalıyız. sormalı yız. İlk zorluğumuzun şu olduğunu söylemek istiyorum: nedir peki son suz bir b ir analiz analiz?? Her H er önerm e analitiktir, ancak sonsu z anali analizi zi gerektiren koskoca bir önermeler alanı vardır. Bir umudumuz var yine de: eğer Leibniz diferansiyel hesabın veya sonsuz küçüklükler analizinin bü yük yaratıcıl yaratıcılarında arındann biri olduysa olduysa - bu kuşkusuz kuşkusuz matematik alanında alanında dır; ve Leibniz her zaman felsefi hakikatler ile matematik hakikatlerini birb bi rbir irin inde denn ayırı ay ırırr - dem de m ek ki h e r şeyi şeyi birb bi rbiri irine ne karı ka rışştırm tır m anın an ın b ir m a nası yok; ama Leibniz metafizikte belli bir sonsuz analiz fikrini keşfet mişse bizzat kendisinin icat ettiği belli bir .hesaplama tarzının, yani 53
G1LLES DELEUZC
sonsuz küçüklükler analizinin çerçevesiyle bazı yansımaların söz ko nusu nu su olmadığı olmadığını nı düşünm düşünm emek em ek de imkansız. imkansız. O zaman, işte karşılaştığımız ilk zorluk: analiz sonsuza kadar vur duğunda yüklemin özneye dahil olması hangi tipten, hangi biçimden dir? Hangi Hangi tarzda tarzd a “gü “günah nahkâr kâr”” - b ir kez günahkâr güna hkâr ile Âdem’in Âdem’in özdeşliği özdeşliği nin yalnız sonsuz bir analizde ortaya çıkabileceği kabul edildiğindeAdenı mefhumuna dahildir? Analizin iyi belirlenmiş bir sonluluk şartı altında mümkün olabileceği görünüyorsa sonsuz bir analiz ne anlama geli gelir? r? Bu Bu çok sert s ert bir b ir problemdir. İkinci bir problem daha: Öz hakikatleri ile varoluş hakikatleri ara sında ilk farkı ortaya koymuştuk. Öz hakikatlerinde analiz .sonlu, varoluş hakikatlerindeyse sonsuzdu. Ama yalnız yalnız bu değil, değil, ikin ik in& & bir bi r fark daha var: Leibniz’a göre bir öz hakikati çelişmeleri imkansız kılacak şekild ek ilded edir ir - mesela mese la 2 artı ar tı 2’ 2’nin ni n 4 etmemesi etme mesi imkan im kansızd sızdır. ır. Niye? Bas Basit it b ir nedenle: 4 ile 2 + 2’nin özdeşliğini sonlu sayıda bir dizi işlemle göstere bilirim. bilir im. G ünah ün ahkâ kârr olmaya olm ayann Âdem Âd em,, güna gü nahh işlemem işlememiş iş b ir Âdem Âd em d u ru munda ise günahkârın zıddım, çelişenim alıyorum. Bu mümkündür. Bunun kamu, kam u, klasik mantığın mantığın büyük büyü k kıstaslarından kıstaslarından birine göre göre -ve -v e bu bakım ba kımda dann Leibniz klasik k lasik mant ma ntığı ığınn sınırla sın ırları rı içind içi ndee kalıy k alıyor or - 2 + 2 = 5 de meye kalkarsam artık düşünmekten vazgeçmişim demektir. Yani im kansızı düşünemem, en azından aynı mantığa göre kare çember dedi ğim zaman olduğu gibi. Ama günah işlememiş olan bir Âdem’i pekâlâ düşünebilirim. Varoluş hakikatlerine bu yüzden olumsal hakikatler adı verilir. Sezar Rubicon’u geçmemiş olabilirdi. Leibniz’ın cevabı gerçekten hayranlık vericidir: tabii ki Âdem günah işlememiş, Sezar Rubicon’u geçmemiş olabilirdi. Ama işte bu varolan dünyayla bir arada mümkün değildir. Günah işlememiş bir Âdem başka bir dünyayı kuşatırdı. Bu 54
LEİBNİ LEİBNİZZ-22 2 NİSAN NİSAN 1980 1980
dünya kendi ken di içinde m ümkün üm kündü dü - ilk ilk insanın insanın günah işle işlemed mediğ iğii bir dünya mannken mümkündü, ancak bizim dünyamızla bir arada mümkün değildi. Yani Tanri öyle bir dünya seçti ki, Âdem orada gü nah işledi. Günah işlememiş Âdem başka bir dünyayı gerektirirdi: bu dünya mümkündü, ama bizimkiyle bir arada mümkün değildi. Peki neden Tanrı bu dünyayı seçti? Leibniz bunu açıklayacaktır. Bu düzeyde anlayın ki, bir arada mümkün olma mefhumu çok tuhaf bir b ir hale gelir: iki şeyin b ir arada ara da m ü m k ü n o lduğ ld uğun unu, u, diğer diğ er iki şeyin ise mümkün olmadığım bana söyleten şey nedir? Günah işlemeyen Âdetti bizimkinden başka bir dünyaya aittir, ama birdenbire... Sezar da Rubicon’u geçmemiş olabilirdi, o zaman bu da mümkün başka bir dünya olurdu. Bu çok tuhaf bir arada mümkün oluş ilişkisi de nedir? Bunun diğer sorumuzla, sonsuz bir analiz ne demektir sorusuyla aynı türden olduğunu anlamak gerekir. Ama bu iki soru aynı görünümde değildir, işte bakm, buradan bir rüya türetilebilir ve bu rüya bir sürü seviyede, düzeyde görülebilir. Rüya görüyorsunuz ve bir büyücü var orada orad a - sizi sizi bir saraya saraya sokuyor; soku yor; bu b u saray... saray... (bu Leibni Leibniz’ z’ın ın aktardığı aktardığı Apollodoros’un rüyasıdır)... Apollodoros orada bir tanrıçayla karşıla şır ve tannç a ona sarayı sarayı gezdirir - ve bu saray çok sayıda sayıda saraydan saraydan oluşmaktadır oluşmaktadır.. Leib Leibni nizz bu duruma duru ma hayranlık hayranlık duyar - kutu ku tu kutu k utu için için de... de... Okumamız Oku mamız gereken bir yazısında yazısında açıklar açıklar - suyun suy un içinde içinde çok sayı sayı da balık oldu ğunu ğu nu ve balıkların da suyla suyla dolu olduklarını ve balıkları balıklarınn / içindeki bu suda balıkların balıklan bulunduğunu açıklar: işte bu son suz analizdir. Labirent imgesi hep işin içindedir. Süreklinin oluştur duğu labirentten hep bahseder durur. Bu saray bir piramit şeklinde dir, tepe noktası yukarıda... ve sonu yoktur. y oktur. Ve fark fark ederim ki pirami din her bölmesi bir saray oluşturuyor, Sonra daha yakından bakıyo rum ve en yüksek piramidimin kesitinde, tepe noktasına yakın, bir 55
GİU.ES DELEUZE
şeyler yapan biriyle karşılaşıyorum. Bir aktaki piramit bölmesindeyse aynı kişiyi başka bir yerde başka bir şeyler yaparken görüyorum. Da ha aşağı aşağı katlarda da aynı kişiyi kişiyi hep he p başka başka başka başka hallerde görüyoru görü yorum msanki bir sürü tiyatro oyunu aynı anda oynanıyormuş gibi: hepsi bir birin bi rinde denn farklı, saray sar ayları larınn lier li er birin bi rinde de,, orta or takk parça p arçaları ları olan ola n kiş k işiler iler tara tar a fından oynanan o ynanan çok sayıda sayıda oyun... Bu Leibni Leibniz’ z’ın ın kocaman kocama n bir kitabıdır - Teodise, yani tanrısal adalet... Ne demek istediğini anlıyorsunuz de ğil mi? Her katta mümkün bir dünya var... Ama Tamı varoluşa geç mesi için piramidin tepesine en yakın, en uçtaki dünyayı seçmiş. Bu nu acaba neyin kılavuzluğunda, hangi akla hizmet seçti? Göreceğiz ki, acele etmemek lazım, çünkü bu çok zor bir soru olacak: Tanrının bu seçiminin kıstasları nedir? Ama bir defa şu dünyayı seçtiğini Söylediği nizde bu dünya, günah işleyen Adem’i içerir; başka bir dünyadaysa el bette be tte aynı anda an da geçiyor hepsi he psi... ... bun bu n lar la r hep he p aynı ayn ı du d u rum ru m u n değişkeleri; değişkeleri; evet baş başka ka bir düny d ünyada ada başka başka b ir şeyin şeyin olu p bittiğini bittiğini kavrıyorsunuz kavrıyo rsunuz ve her değişkede başka bir dünyanın içindesiniz... Bu dünyaların her biri mümküm Ama birbirleriyle bir arada mümkün değiller —dolayısıyla içlerinden yalnızca biri varoluş kazanabilir. Oysaki her biri bütün gü cüyle varoluşa geçmeye çabalamaktadırlar. Leibniz’m dünyanın Tann tarafından tarafınd an yaratılmasına bakış bakışı şimdi çok etkileyici etkileyici bir hal alıyor. Tan Ta n rının kavra kavrayış yış gücünde gücü nde var bütün b ütün bu dünyalar ve her b iri kentli kentli hesa bına bın a m üm kün kü n olmak olm aktan tan varoluş varo luşaa geçmeye geçmey e meyled m eylediyor iyor,, çabalıyor. çabal ıyor. Ö z lerinin bir işlevi olarak bir gerçeklik ağırlığı taşıyorlar. İçerdikleri öz lere bağlı olarak varoluş kazanmak istiyorlar. Ama buna imkan yok, çünkü bir arada mümkün değiller: varoluş bir baraj gibidir. Tek bir kombinasyon geçecektir. Hangisi peki? Daha şimdiden Leibniz’m ver diği muhteş muh teşem em cevabı cevabı hissedebiliyorsunuz: hissedebiliyorsunuz: b u en iyisid iyisidir! ir! Ve Ve b ir ahlak kuramına göre eıı iyisi değil, bir kumar, bir oyun kuramına göre en 56
LEtBNIZ-22 NİSAN 1980
iyisi... Ve Leibniz’m istatistiğin ve olasılık hesabının temelini atanlar dan biri olması da gördüğünüz gibi bir tesadüf değildir. Ve bütün bunl bu nlar arın ın hepsi ileride ileri de daha dah a da karm ka rmaş aşık ık olacak... Ned N edir ir b u b ir arada ara da m üm kün kü n olm ol m a ilişkisi? ilişkisi? Dikkatinizi D ikkatinizi çekeri çek erim m ki, günümüzün ünlü bir yazarı Leibnizcıdır. Ne demektir günümüzde Leibnizcı olmak? Bu iki şey olabilir: biri pek ilginç değil, öteki çok ama çok ilginç... Daha önce kavranan çığlıkla özel bir ilişkisi olduğunu söylemiştim. Günümüzde Leibnizcı ya da Spinozacı olmanın ilginç ol mayan bir tarzı var - meslek icabı icabı bu tipler belli belli bir yazar yaza r üzerine çalı çalı şırlar; ama bir filozofa talip olmanın başka bir tarzı da vardır. Bu ise profesyonelce profesyone lce değildir. değild ir. Bunlar ise filozof olmak olm ak zorun zor unda da değildirler. değil dirler. Felsefede hayranlık verici bulduğum şey, filozof olmayan birinin bir filozo filozofla fla artık kavramsal diyemeyeceğim diyemeyeceğim bir bi r yakmlığı yakmlığı - kendi kend i çığlı çığlığı ğı ile filozofun kavramları arasındaki yakınlığı keşfetmesidir. Nietzsche’yi düşün düşünüy üyoru orum m - çok erken erke n yaşta yaşta okumuş oku muştu tu Spinoza’yı Spinoza’yı ve bir mek tubunda diyordu İd yemden okudum ve ünlüyordu: geri alamıyorum kendimi! Geri alamıyorum! Hiçbir filozofla Spinoza’yla olduğu türden bir bi r ilişkim ilişkim olmadı. olm adı. FUozof FUozof olma o lmayan yanlar lar söz konu ko nusu su olduğ old uğun unda da böyle bir bi r d u ru m daha dah a da ilgi çekidir. çekid ir. Ingiliz roman rom ancı cı Lawrence Spinoza’ Spinoz a’mn mn onu on u nasıl altüst altüs t ettiğini ettiğini birkaç bir kaç satırda satırd a anlatmış anlatmıştı. Tanrıya şükür ük ür filozof filozof olmadı. Neyi yakalamıştı acaba? Bu ne anlama geliyordu? Kleist, Kant’a çattığında, aynı şekilde kendini geri alamamıştı. Bu ne biçim bir b ir iletişimdir? iletişimdir? Spinoza b ir sü s ü rü eğitimsiz insana ins ana ilham il ham vermişti... vermişti... Borges ve Leibniz. Leibniz. Borges Borges a şm ölçüde ölçüd e bilgili, bilgili, çok ama çok okum ok umuş uş bir bi r ya zardır. Her zaman iki meseleyle uğraşır: varolmayan kitap... iBandm sonu] ... polisiye hikâyelerden çok hoşlanır Borges.
Ficdones'de “Yolları
Çata Harta artan n Bahç Bahçe" e" başlıklı başlıklı bir b ir hikâyesi hikây esi var. Hikâyeyi özetliyo öze tliyorum rum - Te57
GILLES DH.EUZE
odise’deki ünlü rüyayı aklınızda tutun. “Yollan Çatallanan Bahçe,” ne dir bu? Bu sonsuz kitaptır, bir arada mümkün olanların dünyasıdır. Bir labirenti çözme işine kalkışan Çinli filozof fikri Leibni 2’ın çağdaşı bir b ir fikirdir. fikir dir. Onyed On yedinci inci yüzyıl onal on alar arın ındd a ortaya ortay a çıkar. çıkar . MalebrancMalebr anches’ın ünlü bir metninde, Çinli bir filozofla tartışmalarda... çok ama çok ilgi çekici şeyler vardır. Doğu Leibniz’ı büyülemekteydi, sık sık Konfüçyus’dan alıntılar yapardı. Borges Leibniz’a uygun olan bir tür kopya yapmak yap maktadır tadır - yalnızc yalnızcaa esasl esaslıı bir fark farkla la:: l.eibniz'a l.eibniz'a göre kâh Âdem’in böyle günah işlediği, kâh başka türlü günah işlediği, kâh hiç günah işlemediği bütün bu dünyalar birbirlerini dışlıyorlardı, yani bir arada mümkün değildiler. Öyle ki çok klasik bir “o mu burnu,” yani ayırma ilkesini ilkesini hâlâ korumaktaydı: ya bu dünya ya da bir başkası. başkası. Oy sa Borges bir arada mümkün olmayan bütün bu dizileri aynı dünyaya yerleştiriyor, bu sonuçların çoğalmasına olanak sağlıyordu, keibniz bir bi r arad ar adaa nıüm nı üm kün kü n olmayan olm ayanların ların aynı ayn ı düny dü nyad adaa bulun bu lunm m asına ası na asla göz g öz yumamazdı. Niçin? Karşılaştığımız iki zorluğu dile getiriyorum: ilki, sonsuz analiz ne anlama geliyo geliyor? r? İkincis İkincisi, i, bu b ir arada m üm kün kü n olma o lma yış ilişkisi nedir? İki labirent: sonsuz analiz labirenti ile bir arada mümkün oluş labirenti. Leibniz yorumcularının çoğu, bildiğim kadarıyla sonuçta bir arada mümkün olmayı basit bir çelişmezlik ilkesine indirgeme eğiliminde ler. Sonuçta günah işlememiş Âdem ile yaşadıgınuz dünya arasında bir b ir çelişki çelişki var. Ancak tam da bu nokt no ktad adaa Leibniz’ın Leibniz’ın yazdıkl yaz dıkları arı bize öy le geliyor ki, buna imkan vermiyor. Bu mümkün değil, çünkü günah işlemeyen Âdem kendi içinde çelişik bir şey değil; ve bir arada müm kün olma ilişkisi basit bir mantıksal olasılık ilişkisine asla indirgene mez. O halde, burada basit bir mantıksal çelişme keşfetmeye çalışmak bir b ir kez daha dah a varoluş varo luş hakik ha kikatle atlerin rinii öz hakik ha kikatle atlerin rinee indirg ind irgem emek ek anla an la 58
LEHİNİ LEHİNİZ 22 NİSAN NİSAN 1980 980
mına gelirdi. O andan itibaren de bir arada mümkün oluşu tanımla mak imkansız olurdu. Hep aynı... töz, dünya ve süreklilik üzerine attıgınnz aynı başlık altında sonsuz bir analiz ne demektir sorusunu bir kez daha soraca ğım... Çok sabırlı olmanızı istiyorum. Leibniz’ın metinlerinden sakın mak gerek, çünkü çünk ü bu yazılar yazılar h er zaman belli belli kesimlere kesimlere ve hitap edilen edilen kişilere kişilere,, uyarlanm uyar lanmış ışlardır lardır - rüya meselesini yeniden yen iden ele ele aldığımızda aldığımızda onu değiştirmemiz gerekir ve bir rüya değişkesi şu anlama gelecektir: aynı dünyanın içinde bile açıklık ve karanlık, koyuluk düzeyleri ola caktır, öyle ki dünya şu ya da bu bakış açısından suııulabilsin. Ve I.eibniz’m yazılarını yargılamak için kime hitap ettiklerini bilmek gereki yor. Leibniz’m metinleri arasında bir grup: bunlarda bütün önermeler de yüklemin özneye dahil olduğunu söylüyordu. Yalnız bu içerme ya edimseldi -aktüeldi- ya da sanaldı, virtüeldi. Yüklem özneye dahildi, ama bu dahil oluş, bu içerilme ya edimsel ya da sanaldı. İnsanın için den tamam, pek güzel demek geliyor. Sezar Rubicon’u geçti tipinden bir b ir varol va roluş uş önerm ön ermesi esind ndee içerme içer menin nin sadece sanal sana l oldu ol duğu ğunu nu kabu ka bull et meliyiz meliyiz - çünkü çün kü Rubicon’ Rubicon’uu geçmek geçmek Sezar Sezar melh umuna dahildir, dahild ir, ancak yalnızca sanal olarak dahildir. Başka metinler de var ama: günahkârın, günah işlemenin Âdem mefhumuna dahil olduğunun sonsuz analizi belirsizce işleyen, işleyen, tanıml tan ımlanm anmamış amış b ir analizdir anali zdir;; yani yan i güna gü nahk hkârd ârdan an başka başka b ir terime, sonr so nraa yine yin e başka başka b ir terime vesaire sıçrarım. sıçra rım. Tanı şöyle gibi: gibi: güna gü nahk hkâr âr - l / l +1/4 +1/4 +1/8, +1/8, vesaire, sonsuza sonsuz a kadar... ka dar... Bu ola olaya ya bir b ir statü verme ver mekk anlamtn anla mtnaa gelirdi: diyebili diye bilirdim rdim ki sonsuz son suz analiz sanal bir bi r analizdir; analizdi r; tammlarımamışlıga tammlarımamışlıga doğr do ğruu giden gid en bir analizdir. analiz dir. Leibniz’m Leibniz’m Metaf afiz izik ik Üst Üstüüne Kon Konuuşm şmaa; ama bu bu b u n u söyleyen yazıları var - mesela Met kitapta Leibniz sisteminin bütününü pek az felsefe bilen insanların 59
GIUES DELEUZE
hizmetine sunar ve önerir. Bununla çelişiyor gibi görünen başka bir metnini metn ini ele alıyorum. Daha bilgince bilgince bir b ir metin olan-Özgürlüğe Dair ya zısında Leibniz “sanal” (virtuel) kelimesini kullanır; ama çok tuhaftır bu b u - sanal kelimesin kelim esinii kulla ku llanır nır,, ama am a varo va rolu luşş hakika hak ikatle tleri ri hakk ha kkın ında da değil, • öz hakikatleri hak kında kın da.. .... Bu metnin varlığı daha şimd şimdiden iden şunu söylemem için yeterlidir; öz hakikatleri/varojuş hakikatleri ayrımının, varoluş hakikatlerinde içer menin sadece sanal olmasına indirgenmiş olması imkansızdır, çünkü sanal içerme varoluş hakikatlerinin bir kısmıdır. Gerçekten öz haki katlerinin iki duru m a gönderdiklerini gö nderdiklerini hatırlıyorsunuz; hatırlıyorsunuz; saf ve basi basitt öz deşlik ki, özne ile yüklemin özdeşliğini gösterir; ve şu tipten bir içer menin me nin türetilmesi: türetilmesi: 12’ye bölüneb bölü nebilen ilen h er sayı sayı 6’ 6’ya da bölünüP
LEİBNİZ-22 NİSAN 1980
önceden varolduğuna inanmamak gerekir, onu her defasında yeniden o ra y a çıkaran çıka ran benim b enim ilerleyiş ilerleyişimdir; imdir; başka başka bir deyiş deyişle le belirsiz belirsiz ya da ta nımsız, karşıma karşıma çıkan sının sın ın itmeyi asl aslaa bırakmadığım bırakmad ığım bir b ir ilerley ilerleyiş iş t a ylınca belirecektir. Önceden Önc eden hiçbir hiçb ir şey şey yoktur. Beli Belirs rsize ize,, tanımsıza bir statü kazandıran ilk filozof Kant olacaktır; ve bu statü tam da şudur: tanımsız kendini kateden ardışık sentezden ayırt edilemeyecek bir kü meye gönderir. Yani tanımsız serinin terimleri bir terimden ötekine giden sentezden önce yokturlar. Leibniz böyle bir şeyi tanımaz. Dahası, tanımsızhk ona salt uzlaşımsal ya da sembolikm sem bolikmiş iş gibi gelir - neden? ned en? Onyedinci Ony edinci yüzyıl filozof filozof lar ailesinin havasını çok iyi anlatmış b ir yazar vardır vard ır - MerleauMerleauPonty... onyedinci yüzyılın klasik denen filozofları üstüne küçük bir yazı yazı yazmıştır yazmıştır ve ve onları çok ço k canlı bir şekilde şekilde karakterize etmekte etm ektedir dir demektedir ki bütün bu filozoflarda bize inanılmaz gelen şey sonsuz dan yola yola çıkarak ve sonsuzluğa sonsuzluğa bağlı bağlı kalarak düşünm düşünm enin masum ma sum bir tavrıdır. Evet, klasik çağ budur işte. Bu,'o çağda felsefenin Tanrıbilimle, teolojiyle kanşık bir halde olduğunu söylemekten çok daha akıllıcadır. Bunu söylemek budalalıktır çünkü. Felsefenin onyedinci yüzyıl da Tanrıbilimle karışmış bir halde olmasının tam ve kesin nedeninin o çağdaki felsefenin sonsuza bağlı düşünmenin masum bir biçiminden bağımsız olmamas olma masıı oldu ol duğu ğunu nu söylemek söylem ek lazımdır. lazım dır. Sonsuz Sonsu z ile tanımsız tanıms ız arasındaki farklar nelerdir? Tanımsızın sanal olmasıdır bu: gerçekten de bir sonraki terim ilerleyişimden önce var değildir. Ne demektir bü tün bunlar? Sonsuz aktüeldir, edimseldir, yalnızca eylemde, edimsel olan bir sonsuzluk vardır. O halde bir sürü sonsuzluk tipinin orada bulun bu lunma ması sı gerekiyo gere kiyor. r. Pascal’i Pascal’i düş dü şünün ün ün.. Sonsuzl Son suzluk uk düzen düz enler lerini ini,, d ü zeylerini ayırt etme işini asla bırakmayan bir yüzyıldır hu. Ve bu son suzluk düzenleri düşüncesi onyedinci. yüzyıl boyunca her şeyin teme61
GtUÎLS DELEUZE
lidir. Bu düşünce ondokuzuncu yüzyıl sonlaruıda ve yirminci yüzyıl da geri gelecektir: tam da sonsuz denen küme teorileriyle. Sonsuz kü melerle klasik felsefenin derinliklerini işleyen bir şeyle yeniden karşı laşıyoruz laşıyoruz - yani sonsuzluk sons uzluk düze d üzenlerin nlerinin in ayırt edilmes edilmesiyl iyle. e. Peki Peki ama, sonsuzluk düzenleri üstüne böyle bir araştırmanın büyük isimleri kimlerdi? Elbette Pascal’di, sonsuzluk üstüne ünlü mektubuyla Spinoza’ydı ve koskoca bir matematik aygıtı kurarak sonsuzu ve sonsuzluk düzenlerini araştırmaya girişen Leibniz’dı. Peki, bir sonsuzluklar dü zenin diğerinden büyük olduğu hangi anlamda söylenebilir? Başka bir sonsuzdan sons uzdan daha büy ük bir sonsuz nedir? Vesair Vesaire. e... .. Sonsuzluktan yola yola çıkarak düş d üşün ün m enin en in masumiyeti m asumiyeti - ama hiç de kafakar kafakarış ışıkl ıklıgı ıgıyla yla değil, değil, çün kü bin bir türlü ayrım ayrım sokuluyor devreye. devreye... .. ^ Varoluş hakikatleri durumunda Leibniz’ın analizi elbette sonsuz' du. Yani tanımsız, belirsiz değildi. Demek ki, sanallık filan gibi keli meleri meleri kullandığında -... böyle bir bi r yorum a zemin hazırla hazırlayan yan biçims biçimsel el bir b ir m etn et n i var, va r, özetl öz etleti etilel lelii d ü şü n ü y o rum ru m : b u Özgürlüğe D air’ ai r’in in b ir p a r çası ça sı ve bu rad a Leibniz Leibniz kesin b ir dille dille şun şun u söylüyor: “gün “gün ahk âr yükle m inin Âdem’in Âdem’in bireyse bireysell mefhum una dahil oluşun oluşunuu incelemek incelemek gerekti ğinde ğinde Tanrı hiç hiç kuşku kuşku yo k ki çözü mü n sonunu , vuk u bulmamış sonu görmez.” Demek ki, başka terimlerle söylersek, Tanrı için bile böyle bir b ir anal an aliz izin in so n u y o k tur. tu r. O h ald al d e b a n a b u n u n T a n rı için iç in bile bil e beli be lirs rsiz iz,, tanımsız olup olmadığım sorar mıydınız? Asla, burada tanımsızlık fa lan yok, çü nk ü bü b ü tü n terimler terim ler verilmiş haldeler. Eğer Eğer tanımsız tanımsız olsaydı olsaydı bü b ü tü n terim ter imle lerr veril ve rilii olm ol m az azla lard rdıı - ilerle ile rledik dikçe çe sırayla sıra yla orta or taya ya çıka çı karl rlar ardd ı, beli be liri rirl rler erdi di.. Ö n ce cedd en varm va rmış ış gibi gib i verili ve rili olma ol mazla zlard rdı.ı. Başka Başka terim ter imle lerle rle söylersek, sonsuz bir analizde ne gibi bir sonuca varılır? Sonsuzca kü çü k unsurların un surların birbirlerine birbirlerine geçiş geçişleri leri var elinizde elinizde - sonsuzca küçü k unsurların un surların sonsuzluğu kab ul edileceği edileceğine ne göre... göre... Böyl Böylee bir sonsuzluğun 62
LEİBNİZ - 22 NİSAN 1980
aktüel, edimsel edimsel olduğu söylenece söylenecekti ktir, r, çünk ü sonsuz k üçü k unsu rların toplamı verilidir. ve rilidir. O halde sona varılabileceğini varılabileceğini düşüneceksiniz! düşüneceksiniz! Hayır, çünkü doğası itibariyle bir unsurdan diğerine geçersiniz —ve bu yüz den elinizde sonsuz küçük unsurların sonsuz bir toplamı, kümesi var. Bir Bir unsu rda n ötekine geçersini geçersiniz: z: sonsuz bi r analiz analiz yapmaklasınız yapmaklasınız - ya ni son s on u olmayan, ne siz ne de Tanrı için sonun son unaa varan b ir analiz analiz...... Eğer bu analizi yaparsanız ne görürsünüz? Varsayaltm ki böyle bir şeyi yalnızca Tanrı yapabiliyor: siz belirsizi, tanımsızı elde ediyorsu nuz, çünkü kavrayış gücünüz sınırlı; oysaki Tanrı sonsuzla başedebilir. Ama o da analizin sonunu görmez, çünkü analizin sonu filan yok tur. Ama o yine de analizini yapar. Dahası analizin tüm unsurları ona edimsel bir sonsuzluğun içinde verilmiş haldedirler. Bu günahkârın Adem’e bağlandığı anlamına gelir. Günahkâr bir unsurdur. Edimsel olarak verilmiş sonsuz sayıda başka unsurlar aracılığıyla bireysel Âdem mefhumuna bağl bağlıd ıdır ır.. Tamam - bu varola varolann dünyanın tüm üdür, yani varoluşa geçen bütün bu bir arada mümkünlerin dünyasıdır.. Bu noktada çok ama çok derin bir şey şeyee dokunabiliyoruz. dokun abiliyoruz. Analiz Analiz yaparken neyden ney den neye geçiyorum? G ünahk üna hkâr âr Âdem’ Âdem ’den de n ayartıcı Havva’ Havva’ya, ya, ayarticı ticı Havva’ Havva’dan da n kötü kö tü yılana, yılana, ora dan da n elmaya... elmaya... Bu sonsuz bir analizdir analizd ir ve günahkârın bireysel Adem mefhumuna dahil olduğunu gösteren işte bu b u son so n suz su z anali an alizd zdir ir.. Ç ünk ün k ü... ü. .. n e dem de m ekti ek tirr b u “sons so nsuu z k ü ç ü k u n su r”? Ned N eden en g ü n ah sons so nsuz uz k ü çük çü k b ir u n surd su rduu r? N eden ed en elma elm a sons so nsuz uz küçü kü çükk bir b ir u n surd su rduu r? N eden ed en Rubic Ru bicon on’’u geçm ge çmek ek sons so nsuz uz k ü ç ü k b ir u n surd su rdur ur?? Anlıyor musunuz ne demek istediğini? Sonsuzca küçük unsur yoktur - o halde sonsu z küçük kü çük u nsur ns ur kuşkusuz kuşkusuz şöyle şöyle bir anlama geliyor geliyor ol ol malı: söylemeye bile gerek yok, bu iki unsur arasmda sonsuzca küçük bir b ir ilişki ilişki an a n lam la m ına ın a gelm ge lmek ekted tedir. ir. Söz konu ko nusu su olan ol an u n su rla rl a r değil, değil , ilişki ilişki ler. Başka terimlerle söylersek, iki unsur arasındaki sonsuzca küçük 63
GILLES d u e u z e
iliş ilişki - peki bu nasıl bir şeyd şeydir? ir? Sonsuzca küçük küçü k unsur un surların ların deği değil, l, un un surlar arasındaki 'sonsuzca küçük iliş ilişkilerin kilerin söz konusu konu su olduğunu olduğu nu söylemekle herhangi bir ilerleme kaydediyor muyuz gerçekten? Anlı yorsunuz ki, diferansiyel hesap üstüne hiçbir fikre sahip olmayan bi riyle konuştuğunuzda ona sonsuz küçük unsurlardan bahsedebilirsi niz. Leibniz’ın hakkı .var. Eğer karşısındaki kişi çok az bilgiliyse söz konusu olan şeyin sonsuz unsurlar arasında sonsuz küçük ilişkiler ol duğunu en azından anlaması gerekir. Eğer karşımdaki diferansiyel he sap alanında çok bilgili biriyse ona pekâlâ başka bir şeyler söyleyebili rim ri m.
■’
Varoluş hakikatleri düzleminde yüklemin özneye dahil olduğunu gösterecek olan sonsuz analiz bir özdeşliğin, hatta sanat biF'özdeşligin •gösterilmesiyle işlemez. Mesele bu değildir.- Ama Leibniz’m başka bir çekmecede size vereceği vereceği başka başka bir formülü form ülü var: özdeşlik özdeşlik öz hakikatle hak ikatle rini yönetir, varoluş hakikatlerini hakikatle rini değil değil - hep he p karşıtım karşıtım söyler, ama bu nun hiçbir önemi yok, bunu kime söylediğini sorun. O zaman nedir? Varoluş hakikatleri düzleminde Leibniz’ı ilgilendiren şey yüklemle öz b İT yüklemden ötekine geçilmesidir, ondan nenin özdeşliği değildir; bİ
da öbürüne, vesaire... sonsuz bir analizin bakış açısından, yani azami süreklilikle. Başka terimlerle söylersek, öz hakikatlerini yöneten özdeşliktir, va roluş hakikatlerini düzenleyen ise süreklilik. Peki, nedir bir dünya? Dünya sürekliliğiyle tanımlanır. Bir arada mümkün olmayan iki dün yayı birbirinden ne ayırır? Bu iki dünya arasında süreksizlik olması. Bir arada mümkün bir dünyayı ne tanımlar? Muktedir olduğu bir ara da mümkün oluş hali. Dünyaların en iyisini ne tanımlar? En sürekli dünya olması. Tanımın seçiminin kıstası süreklilik olacaktır. Birbirleriyle bir arada mümkün olmayan ve kendi içlerinde mümkün olan 64
IJEtBNİZ - 22 NİSAN 1980
bü b ü tün tü n bu dünya dü nyalar lar aras ar asınd ından an T anrı an rı azamî a zamî sürek sü rekliliğ liliğee sahip sa hip olanı varo var o luşa kavuşturacaktır. Ned N eden en Âdem’in Âdem’in güna gü nahı hı aza azami mi sürekliliğ süre kliliğii olan ola n dünyay dün yayaa dahildir dah ildir?? Âdem’in Âdem’in günahının gün ahının harika bir bağlantı bağlantı olduğunu olduğu nu düş dü şünm ek gerekir çünkü böyle bir bağ serilerin sürekliliklerini sağlamaktadır. Âdem’in günahıyla İsa Mesih’in cisimleşmesi ile günahı ödeyişi arasında doğru dan bir bağ vardır.' Demek ki süreklilik... vardır... mekân ve zaman farklarının ötesinde, içiçe içiçe geçecek seriler halinde hali ndedir dir bu b u süreklilik. Ba Başş ka bir deyişle öz hakikatleri düzleminde ya bir özdeşliği kanıtlıyor dum ya da bir içerme yapıyordum; varoluş hakikatlerindeyse iki'unsur arasındaki sonsuz küçük ilişkilerin sağladığı bir sürekliliğe tanık lık ederim. İki unsur arasına sonsuz küçük bir ilişki atfedebiliyorsam bu b u iki ik i u n sur su r u n sürekli sür eklilik lik içinde için de old o lduk ukla ları rım m söylemiş oluru olu rum. m. Sonsuz Sonsuz küçük küçü k unsur un sur fikrinden fikrinden iki unsur arasında arasındaki ki sonsuz küçük ilişki fikrine geçtim, ama bu da yetmez. Biraz daha çaba göstermek ge rekiyor. iki unsur bulunduğu için bu iki unsur arasında bir fark var dır; Âdem’in günahı ile Havva’nın ayartması arasında bir fark vardır; peki pek i b urad ur adaa sürekli sür ekliliği liğinn formü for mülü lü nçdir? nçd ir? Sürekliliği kaybolmaya kaybol maya mey me y letmiş bir farkın işi diye tanımlayabilirdik. Süreklilik yitip gitmekte olan bir farktır. Peki Havva'nın ayartması ile Adem’in günahı arasında süreklilik var demek ne anlama geliyor? İkisi arasındaki farkın yitip gitmeye, kaybolmaya meyleden bir fark olması anlamına geliyor. O zaman der dim ki öz hakikatleri özdeşlik ilkesi tarafından düzenlenirken varoluş hakikatleri süreklilik yasasmca ya da aynı anlama gelmek üzere yitip giden farklar tarafından yönetilmektedirler. Bu bir bi r tü t ü r sembolizme sembolizme götürür götür ür - diferans diferansiyel iyel hesabin veya veya sonsuz küçüklü küç üklükler kler analizinin sembolizmine. Ama Newton New ton ile Leibniz Leibniz’’m difedife65
CİLLES DELEUZE
ransiyel hesabı inşa etmeleri aynı sıralardaydı. Ancak diferansiyel he sabın yitip giden kategorilerle yorumlanması tümüyle Leibniz’a aittir. Newton’ Newto n’da da ise... ise... ikisi de aynı anda an da icat icat etseler de mantıksa mant ıksall ve teo teoTik Tik cihaz Leibniz’da ve Newton’da birbirinden çok f a r k h d i T - ve yitip yitip gi gi den fark olarak kavranan diferansiyel teması yalnızca Leibniz’a aittir. Sonrası, bunun üzerinde son derecede ısrarlıdır ve Neıvtoncular ile Leibn Leibniz iz arasında büyük bir polemik vardır. Hikâyem Hikâyemiz iz daha büyük büy ük bir kesinlik kazanıyor kazanıyor böylece böylece:: nedir ne dir bu yitip gitmekte olan fark? fark? [Gilles-Deleuze tahtaya bir şema çizmeye kalkar.) Diferans Diferansiye iyell denklemler denkle mler günümüz günü müzde de bir bi r sürü sü rü şeyin temelidir. temelidir. Dife ife ransiyel denklemsiz fizik yoktur. Günümüzde matematiksel olarak di feransiye feransiyell hesap heT heT türd tü rden en sonsuzluktan sonsu zluktan arındırılmış arındırılm ıştır tır - diferansiy diferansiyel el hesabın içinde sonsuzluğun mutlak olarak dışlandığı bir tür aksiyomatik statü kazanması ondokuzuncu yüzyıl sonuna rastlar. Ama Leibniz’ın anma dönün, o sıralarda yaşamış bir matematikçinin yerine ko yun kendinizi: farklı güçlerdeki büyüklüklerle veya niceliklerle, değiş kenleri farklı güçlere yükseltilmiş denklemlerle, ax} + y tipinden denk lemlerle karşılaştığında ne yapacaktır? Elinizde üzeri 2 olan bir nicelik ile üzeri üze ri ı olan bir bi r nicelik var. Nasıl karşılaş karşılaştıracaksınız tıracaksınız bunları? b unları? Eş-ölEş-ölçülemez nicelikler üstüne koskoca bir tarih var. O zamanlar, onyedinci yüzyılda farklı güçlere, yani üsdere sahip nicelikler yakın bir ad al mışlardı: karşılaştırılamaz nicelikler. Bütün denklemler teorisi, en ba sitinden cebir bile, onyedinci yüzyılda temel önemdeki bu probleme çarptı: diferansiyel hesap ne işe yarar? Diferansiyel hesap farklı güçle re, üstlere ü stlere sahip niceliklerin.doğrudan nicelikleri n.doğrudan karşılaş karşılaştırılmasını tırılmasını yapabilmeni ze yarar. Üstelik bundan başka hiçbir işe de yaramaz. Diferansiyel he sap uygulama alanını ala nını birbiriyle karşılaş karşılaştırılamaz tırılamaz şeylerde şeylerde bulur bul ur - yani üstleri farklı olan niceliklerde... Neden?
LE1 BK IZ-22 NİSAN 1S80 1S80
dx ile ây diye bir şey türettiğinizi, çekip aldığınızı varsayın, cbc x’irı di
feransiyelidir, dy ise/nin diferansiyeli... Bu nedir? Sözlerle tanımlaya cağız: uylaşıma dayalı olarak diyeceğiz ki, dx ya da dy x'e. ya da y’ye eklenen ya da onlaTdan çıkartılan (varsayıyoruz bunu) sonsuz küçük niceliklerdir. İşte bu tam bir icattır! Sonsuz küçük nicelik... yani ele alman niceliğin en küç k üçük ük değişmesi, değişmesi, varyasyonu. Bu uylaşırnsal uylaşırnsal olarak herhangi bir değerle değerle yüklenemez. Demek Demek ki x için cbc - o’dır: dır : x’in x’in deği deği şebileceği en küçük nicelik... demek ki sıfıra eşittir, y'ye göreyse dy 0. Kaybolmakta olan fark mefhumu ete kemiğe kavuşmaya başlar. Bu bir değişme değişme ya da farktır fark tır - cbc ya da dy... verilmiş ya da verilebilir bü tün niceliklerden daha küçüktür bunlar. Öyleyse matematiksel sem bollerde boll erdenn ibarettirler. ibaret tirler. Bir Bir bakıma bakıma çılgınca, çılgınca, ama bir baş b aşka ka bakımd bak ımdan an da işlemlerde çok işlevsel... Nerede? işte diferansiyel hesabın semboliz minde büyüleyici olan şey: x'e göre dx - 0 -en küçük fark, x ya da y niceliklerinin yapabildikleri en küçük artış- sonsuzca küçük. İşte mu cize: cbcfây sıfıra eşit değil... üstelik âx!dy tastamam ifade edilebilecek bir bi r nicelik... Bunlar sadece göreli... dx, x’e göre bir hiç, dy, / y e göre göre bir hi hiç, ama işe bakın ki dy/dx işte.bir şey... bir nicelik... Şaşırtıcı, hayranlık verici, muhteşem bir buluş matematikte. Bu önemli bir şey, çünkü ar* - by +c gibi bir örnekte, elinizde karşılaştırılabilir nicelikler olmayan iki üst var: / ile ile x. x. Eğer Eğer diferan diferansiyel siyel iliş ilişkiyi kiyi ele alırsanız alırsanız sıfır sıfır değildir belirlenmiş belirl enmiştir, tir, belirlenebilir. dy/dx oranı size bu iki karşılaştırılamaz, yani farklı üstlere sahip
olan niceliğ niceliğii karşılaş karşılaştırabilm tırabilmee olanağı olanağı verir, ve rir, çün ç ünkü kü niceliklerin güçleri güçleri ni yok eder. O andan itibaren bütün matematiğin bütün alanları, bü tün cebir, bütün fizik diferansiyel hesabın sembolizmiyle yeniden dü67
GIULES DELEUZE
zenleneceklerdir... (...) işte dx ile dy arasındaki bu ilişki, bu oran fizik sel gerçeklik ile matematiksel hesabın bu tarzda iç içe geçmesini sağla yan şeydir. Üç sayfalı sayfalıkk küçük küç ük bir b ir not n ot var önümüzde: “Olağan Cebir Arac Aracılı ılığıy ğıy la Sonsuz Küçüklükler Hesabının Doğrulanması."... Bunu okursanız her şeyi anlarsınız. Leibniz orada diferansiyel hesabın keşfedilmeden önce de şu ya da bu biçimde işlemekte olduğunu açıklamaya çalışıyor - zaten başka başka türlü olamazdı, olamazdı, hatta h atta en basit cebirde bile... bile... [Deleuze’ün tahtada uzun uzun anlatımı... elde tebeşir: bir sürü üçgen çizer...] X, / y e eşit eşit değildir - ne ilk durum duru m da ne n e de İk İkinci incisi sinnde^, çünkü çünk ü bu bizzat prob p roblem lemin in kurul ku ruluş uşun unda daki ki verilere tümüyle aykırı. aykırı. Bû duru d urum m da X - c yazâ yazâbils bilseniz eniz bile, bile, bu b u e v e t sıfırdır sıfırdırlar. lar. Bunlar, Bunlar, kendi dilinde dilinde Leib Leib-niz’ın niz’ın söylediği söylediği gibi, gibi, hiçtirler. Ama mutlak mut lak olarak olar ak hiç değil, değil, bfrbirlerine göre hiçtirler... Yani hiçtirler, ama oranın farkını koruyabilen hiçtirler. O halde c e.’y .’ye eşitlenmez, çünkü jc’e oranlanmış olarak kalır —ki x de y’ye eşit değildir. Bu eski diferansiyel diferansiyel hesabın dogrulanışıdır dogrulanışıdır ve b u metnin me tnin ilgilen ilgilendiğ diğii şey bu doğrulamanın en kolay ve olağan cebirin araçlarıyla yapılması dır. Böyle bir doğrulama diferansiyel hesabın özgünlüğünden hiçbir şey kaybettirmez. Bu çok güzel metni okuyorum: “Öyleyse önümüzdeki durumda x c = x olacak. Bu durumun genel kurala uygun olduğunu varsayalım; yine de c ve e hiçbir zaman mutlak hiç olmayacaklardır, çünkü bera berce cx’ cx’in eyye oranını oran ını koruya kor uyacakl caklardı ardırr - ya da bütü bü tünn sinüs veya veya ya rıçap ile c’deki açıya uyan teğet arasındaki oranı; varsaymıştık ki bu açı hep aym kalmıştı. kalmıştı. Çünkü Çün kü eğer c, C ve e mutlak mut lak olarak hiç h iç olsalar olsalar 6$
UEİBNIZ - 22 NtSAN 1980
dı, c, e ve a noktaları nok talarının nın çakıştıkları çakıştıkları noktada noktad a bir b ir hiç başka başka bir bi r hiçle ay ay nı değerde değ erde olacağından c ile e eşit eşit olacak ve x - c denklemi ya da ana ana lojisi x =0 = 1 olacaktı. Yatıi atıi x = y olacaktı ki, bu da saçmalıktır." saçm alıktır." “Böylece cebir hesabında da farkların aşkın hesabının (yani dife ransiyel hesabın) izleri bulunuyor. Hatta bazı çok özgün unsurları bir sürü bilgini uğraştırmış bulunuyor. Cebir hesabı bile bütün durumları kuşatabilmek uğruna bütün avantajlarını yitirmemek için bunu ger çekleştirmek çekleştirmek zorundayd zoru ndaydı.” ı.” Tam aynı yoldan durgunluğun, hareketsizliğin sonsuz küçük bir hareket olduğunu veya çemberin kenarları sonsuza kadar arttırılmış çokgenlerin sonsuz bir dizisinin dizisinin sınırı sınırı olduğunu olduğun u kabul edebilirim. edebilirim. Bü tün bu örneklerde karşılaştırılabilir olan ne vardır? Tepe noktaların dan birleşen iki ters benzer üçgenden tek bir üçgen oluşturulan şu aşırı örneği ele almalıyız. Leibniz’ın bu metinde gösterdiği şey bir üç genin nasıl tepelerin tep elerinden den karşıtlaş karşıtlaştırılmış tırılmış iki benzer benze r üçgenin üçgen in aşın aşın du ru ru mu olduğudur. Burada hissedersiniz ki belki de “sanal” sözcüğüne aradığımız anlamı vermek üzereyiz. Tek bir üçgenin bulunduğu ikinci şekilde diğer üçgenin bulunduğunu, ama yalnızca sanal olarak orada olduğunu olduğ unu söyleye söyleyebil bilirdi irdim. m. Orada Ora da sanal sanal olarak bulunuyor bulu nuyor,, çünkü çünk ü a, a’dan ayrı olarak e ile c’yi de sanal olarak barındırıyor. Acaba neden e ile c artık varolmadıkları halde a’dan ayn olarak kalıyorlar? e ile c ar ar tık varolmadıkları halde a’dan ayrı olarak kalırlar, çünkü yeni bir iliş kiye girmişlerdir ve bu ilişki terimler yitip gittiklerinde bile varlığını sürdürm sürd ürmekte ektedir. dir. İşte aynı şeki şekilde lde durağanlık du rağanlık d a bir hareketin özel özel bir durumu duru mu olacaktır olacaktır - yani sonsuz sonsuz küçük bir b ir hareketin. Çizdiğim Çizdiğim ikinc ikincii şekilde, xy’de xy’de bu b u şeyin asla asla CEA üçgeni üçgen i olmadığını olmad ığını söylerdim söyler dim - bu, bu , kelimenin olağan anlamıyla üçgenin kaybolduğu anlamına gelmiyor; ama onun hem atfedilemez hale geldiğini hem de tam tamına belirlen 69
GtLLES GtLLES DEUfJ DEU fJZE ZE
miş olduğunu da söylemek gerekiyor, çünkü bu durumda c = o’dır, e odır ancak c/e sıfıra eşit değildir, c/y, xJy'yt eşitlenen eşitlenen tamı tamına be lirlenmiş bir orandır. Demek ki belirlenebiliyor ve belirlenmiş —ama atfedilemiyor. Aynı şekilde hareketsizlik, durağanlık da tamı tamına belirlenmiş bir hare kettir, ama atfedilemez bir harekettir; yine aynı şekilde bir daire de at fedilemez, fedilemez, ancak anca k tamı tamına tam ına belirlenmiş bir çokgendir. çokge ndir. . Sanalın ne anlama geldiğini görüyorsunuz. Sanal artık asla tanım sız anlamına anlamına gelmez - ve bu noktad n oktadaa Leibniz’ Leibniz’ın ın metinleri metin leri tekrar tek rar göz den geçirilmeli... Şeytanca bir iş çevirmektedir Leibniz: sanal sözcüğü nü alır, alır, bir şey şey söylemeden söylemeden - hakkı vardır vardı r buna... ona o na tümüyle yepye ni ve kesin bir anlam verir, ama btı konuda hiçbir şey söylemeden. Bunu Bunu başka başka metinlerinde metinlerin de söyleyecektir: söyleyecektir: artık a rtık belirsiz, belirsiz, tanımsız tanım sız anlamı na gelmiyor, atfedilemez, ama yine de belirlenmiş anlamına geliyor. Bıı sanallığm hem yepyeni hem de çok kesin bir tanımıdır. Yine de başlangıçta başlangıçta biraz bira z esraren esra rengiz giz görü gö rüne nenn b u ifaden ifad enin in bir b ir anlama anla ma kavuş kav uşma ma sı için biraz tekniğe ve kavramlara ihtiyaç var. Atfedilemez, çünkü hem c hem de e sıfıra eşitlendiler. Ama yine de yetkin bir şekilde be lirlenmiş, çünkü c, yani 0 sıfıra eşit değil, l’e de değil, x’e eşit... Üstelik Üstelik bu adamın ada mın tam bir b ir profesör dehası da var gerçekten. gerçekten. O ana dek de k temel cebirden cebird en başka başka bir b ir şey yapmamış birine bile diferansiyel diferansiyel he he sabın ne olduğunu açıklamayı başarıyor. Diferansiyel hesabın hiçbir mefhumunu önceden varsaymıyor. Dünyada süreklilik olduğu fikri — bana ba na öyle geİiyor geİiyor ki, Leibniz yoru y orum m cula cu ları rını nınn çoğu Leibniz'ın Leib niz'ın iste i stediğ diğin in den daha fazla Tannbilim yapıyor: sonsuz analizin Tanrının zihninde gerçekleştiğini söylemekle yetiniyorlar; metinlere bakılırsa bu doğru; ama diferansiye diferansiyell hesapla elimize bir bi r araç geçiyor geçiyor - Tanrının zihniyl zihniylee eş olmak için değil tabii; bu elbette imkansız... ancak diferansiyel he70
LEİBNİ LEİBNİZ - 22 2 2 NİSAN 1980 980
sap elimize elimize öyle bir araç veriyor ki Tanrının T anrının kavrayış gücünde, gücün de, zihnin zihnin de neler olup bittiğine iyi temellendirilmiş bir yaklaştırmayı becerebi liyoruz - diferansi diferansiyel yel hesaptaki bu sem bolizm sayesi sayesinde: nde: çünkü çün kü so so nuçta Tanrı da sembollerle iş görmektedir -- kuşkusuz bizimki gibi semboller değildir bunlar. Demek ki bu süreklilik yaklaştırması belli bir b ir verili veri li d u ru m d a azami aza mi sürekli sür ekliliğ liğin in sağla sa ğlanm nması asıdır dır - aşırı aşırı d u ru m ya da tersi... önceden tanımlanmış bir bakış açısına dahil olarak kabul edildiği ölçüde... Hareketi tanım lıyorsunuz - önemli deği değil; l; çokgeni tanımlıyorsunuz- b u da önemli değil değil;; aşın aşın ya da zıt duru m u ele alıyorsunuz: alıyorsunuz: hareke h areket t sizlik, durgunluk... çemberin açılan yok... Süreklilik bir yolun kurul masıdır -buna göre dışsal örnek: hareketin karşıtı olarak durgunluk, çokgenin karşıtı olarak daire- bu dışsal durum ya da örnek içkin du rumun mefhumuna dahilmiş gibi ele alınabilir. Burada süreklilik var dır, çünkü dışsal durum içsel durumun mefhumuna dahilmiş gibi davranılmaktadır. Leibniz gelir ve neden böyle olduğunu gösterir. Yüklemin formü lünü lün ü bulursu bulu rsunu nuzz burada burad a - yüklem özneye özneye dahildir. dahildir. İyi anlıyorsunuz değil mi? Bütün hareketleri kapsayan hareketin kavramına “içsel genel durum” diyorum. Bu ilk duruma göre, durgunluğu ya da bütün çok genlere göre daireyi ya da birleştirilmiş bütün üçgenlere oranla tek bir üçgeni “dış “dışsal sal duru du rum m ” diye adlandırıyo adland ırıyorum rum.. Ş imdi yapacağım şey şey hem bü b ü tü n diferan dife ransiye siyell semb se mboli olizm zmii kuş ku şatan at an h em d e içsel d u rum ru m a tekabü tek abüll eden bir b ir kavram inşa inşa etmek - ama bu kavram aynı zamanda dışsa dışsall durumu da içermeli. Eğer bunu yapmayı başarırsam uîmüyle doğru bir b ir şekilde eki lde dingi din ginli nliğin ğin sons so nsuz uzca ca k ü çü k bir hare ha reke kett o ldu ld u ğunu ğu nu söyleye bileceğim bilec eğim - tıpkı tıp kı şu biric bi ricik ik üçge üç geni nim m in tepe tep e nokt no ktal alar arın ında dan n birb bi rbirl irler erin inee dokunan dok unan iki iki ters ve benzer üçgenden ibaret ibaret olduğunu, bu nlardan biri biri 71
GILLES DcLEUZE
nin atfedilemez halde olduğunu söyleyebildiğim gibi, işte o zaman, çokgen dairede süreklilik kazanacaktır, dinginlik ile hareket arasında bir b ir süre sü rekl klili ilik k olacak ola caktır, tır, tepe nokt no ktal alar arın ında dan n birbi bir birlc rlcriy riyle le temasa soku so kul l muş iki üçgenin tek b ir üçgende sürekliliği sürekliliği mü m kün kü n olacaktı olacaktır. r. Ondokuz Ond okuzuncu uncu yüzyıl yüzyılın ın göbeğinde göbeğinde Poncele Poncelett adlı çok b üyük b ir ma m a tematikçi yansıtmalı geometriyi en modern anlamına kavuşturacaktır - b u noktad a tümüyle Leibnizadvı Leibnizadvı... ... Yans Yansıt ıtma malı lı geometri geometri bütünüyle Poncelet’nin çok basit bir şekilde süreklilik aksiyomu dediği şey üsLünde temelleniyor: iki noktasından bir doğru tarafından kesilen bir çember parçası alırsanız ve doğruyu yeterince yukarı yaklaştırırsanız, öyle bir an gelir ki doğru çember parçasına yalnızca tek bir noktada *
5.
•
doku nuy or hale hale geli gelirr - ve öyle öyle bir an da var dır ki, çemberin dışına dışına çı karken artık hiçbir noktada ona dokunmamaktadır. Poncelet’nin sü reklilik aksiyomu teğet fonksiyonunu aşırı bir “durum” olarak ele al mayı mayı önerir ön erir - yani bilmemiz bilmemiz gereken şey, şey, noktalardan noktalar dan birinin kaybol muş olması değildir; vardır hâlâ, ama sanaldır. Teğet çemberden tü müyle çıktığında da iki nokta kaybolmaz - vardırlar, ama sanaldırlar. sanaldırlar. Bütün bu yansıtma sistemini, bütün bu yansıtmalı sistemi olanaklı kı lan şey şey iş işte tam da bu süreklilik aksiyomudur. aksiyomudu r. Matematik Matematik bunu bu nu topyetopyekû n ko rum uştur uştur içinde içinde - bu harikulade bir teknikt tekniktir. ir. Bütün bu işin içinde muhteşem komik bir şey var r- ama bu du rum Leibniz’ı asla rahatsız etmeyecektir. Burada da yorumcuları çok şaşkındırlar. aşkındırlar. Baş Baştan beri öyle öyle bir alan içinde ta ban tepiyo tep iyoruz ruz ki - ora da varoluş hakikatlerinin öz hakikatleriyle ya da matematiğin hakikat leriyle leriyle aynı şey olmadıklarını olmadık larını göstermeliyiz. Bunu gösterm gö stermek ek içinse ya da daha çok... b unlar unla r Leibni Leibniz’ z’da da deha yüklü son derece genel ön er melerdir; ama bizi işte böyle bırakıverirler: Tanrının zihni, kavrayış kud reti, sonsuz analiz analiz - peki, peki, nedir n edir bü tün bunlar? Ve Ve sonra, varoluş varoluş 72
LF.IBNİZ-22 NISAN1980 hakikatlerinin hangi bakımdan matematiğin hakikatlerine, doğruları na indirgenmeyeceklerini göstermek söz konusu olduğunda, bunu somut bir şekilde göstermek gerektiğinde, Leibniz’m bize inandırıcı olarak söyleyebileceği her şey yine hâlâ matematiktir. Çok eğlenceli ve komik değil mi? Ortalama bir hasmı Leibniz’a şöyle derdi herhalde: bize ilan edi yorsun ki, varoluş hakikatlerinin indirgeneınezliginden bahsedecek sin... ama b u indirgenemez indirge nemezii iği iği somut som ut bir b ir şekilde şekilde ancak anca k saf ve katışık katışık sız matematik kavramlarını kullanarak tanımlayabiliyorsun... O za man Leibniz ne cevap verirdi? Her türden metinde diferansiyel hesa bın bı n b ir gerçekliğe gerç ekliğe işare işarett ettiği itiraf itir af ettiriliy ett iriliyor or bana. ba na. Böyl Böylee bir şey asla demedim dem edim - diye cevap cevap verirdi verird i Leibniz; Leibniz; diferansiy diferansiyel el hesap hesa p çok sağlam sağlam temeli olan bir uzlaşmadır. uzlaşmadır. İjeibni jeibnizz bü b ü tün tü n gücüyle diferansiyel diferansiyel hesabın sembolik bir sistemden başka bir şey olmadığında direnir —o bîr ger çeklik tanımlamaz, gerçekliği ele almanın bir tarzını biçimlendirir. Ned N edir ir iyi temelle tem ellend ndiril irilmiş miş bir b ir uzlaşım? uzlaşım? O n u n b ir uzlaşım olması olm ası ger çekliğe oranla değildir, matematiğe oranladır. Kendimizi bırakmama mız gereken saçmalık işte bu olurdu. Diferansiyel hesap bir sembo lizmdir, ama matematik gerçekliğe göre, gerçek gerçekliğe göre de ğil.. ğil.... Diferan Diferansiyel siyel hesap hesap sisteminin bir b ir uydurm uyd urmaa olması olması matematik matem atik ger çeklik bakımındandır. Leibniz “sağlam temellendirilmiş uydurma” ifa desini bile kullanmaktadır. Bu matematik gerçekliğe göre sağlam te mellendirilmiş bir uydurmadır. Başka terimlerle ifade edersek, dife ransiyel hesap, klasik cebirin ya da aritmetiğin bakış açısından dogrulananıayacak olan kavramları seferber etmektedir. Bu besbellidir. Bir hiçten ibaret olmayan, ama sıfıra eşit nicelikler... bu aritmetik bakım dan bir saçmalık -aritmetik hiçbir gerçekliği yok—cebir açısından da yok, yani bu bir uydurma. O zaman, öyle sanıyorum ki, Leibniz asla
73
G1LI.ES d e l e u z e
diferansiyel diferansiyel hesabın hesab ın gerçek gerçe k hiçbir h içbir şeyi anlatmadığını söylemiyor; dife ransiyel hesabın matematik gerçekliğe indirgenemez olduğunu söyle mek isti istiyor yor.. Demek ki bu anlamda tam tam bir uydurm adır bu - ama tam da bir b ir uydurm uydu rmaa olduğu o lduğu ölçüde bize bize varoluşu varoluşu düşünd düşündürm ürmeyi eyi başarır. başarır. Başka bir ifadeyle, diferansiyel hesap matematik ile varolan şeyle rin b ir nevi nevi birleşmesidir birleşmesidir - yani varolanın sembolizmidir. sembolizmidir. Matematik Matematik hakikate oranla sağlam temellendirilmiş bir uydurma olduğu içindir ki, varoluşun gerçekliğinin temelli ve gerçek bir araştırılma aracı kılı ğına bürünür. Herhalde artık “yitip giden,” “yitip giden, kaybolan fark fark"" sözcüklerinin sözcüklerin in ne anlama geldiklerini geldiklerini görebiliyorsunuz: görebiliyorsu nuz: bu, b u, ilişki ilişki nin ni n terimleri yitip gittiklerinde gittiklerind e sürmekte sürm ekte olan o lan ilişkidir. ilişkidir. C ilişkis ilişkisii a ile ile b yiterken yiterken korundu ğunda. ğund a. O zaman dife diferan ransi siye yell hesap sayesind say esindedir edir sü sü reklilik oluşturmuşsunuz demektir. Leibniz artık felsefesinin en güçlü noktasındadır, bize şunu bilfe di yebilir: anlayın ki Tanrının kavrayış gücünde, günahkâr yüklemi ile Âdem’in mefhumu arasında bir süreklilik vardır. Yitip giden fark ba kımından bir b ir süreklilik süreklilik vardır vardır - o kadar ki, ki, dünyayı yaparken Tanrı Tanrı hesap yapmaktan başka bir şey yapmıyordur. Ve ne hesap! Kuşkusuz bir b ir aritm ari tmeti etikk hesap hes ap değil... Bu konu ko nuda da çok çeşitli çeşitli açıklamal açıkl amalar ar getirir geti rir Leibni Leibniz. z. Demek ki Tatırı Tatırı dünyayı hesaplayarak yapmaktadır. yapm aktadır. Tanrı Tan rı he saplar, dünya kurulur. Oyuncu bir Tanrı fikrine her yerde rastlarsınız. Tanrının dünyayı oynarken yaratuğı hep söylenebi söylenebilir lir - ama herkes bunu bu nu söylüyordu za ten. Çok Ç ok ilgi ilginç nç bir şey şey yok bunda. bun da. Ama Ama oyunlar - hep benzemezler benzemezler birbi bir birle rlerin rine. e. Herak He rakleito leitos’ s’uu n b ir m etni etn i var va r - orada or ada dünyayı düny ayı gerçek ger çek an an lamda kuran bir çocuğun oyunundan bahsediliyor. Oynuyor çocuk, ama ne oynuyor ki? Yunanlılar ve Yunanlı çocuklar ne oynuyorlardı acaba? aca ba? Her tercüme tercüm e farklı farklı bir oyun adı veriyor. Ama Leibniz Leibniz böyle de 74
LEİBNİ LEİBNİZZ-2 2 2 NİSAN 1980 1980
mezdi: mezdi: oyun oy un konu ko nusun sunda da açıklamalar yaptığında - iki açıklaması açıklaması vardı. vardı. Döşeme problemlerinde... matematik ve mimari meseleler arasında bir b ir yerde ye rde - size bir b ir zemini zemini,, bir bi r yüzey yüz ey verilir; veri lir; onu on u hangi han gi şekille tam ola rak doldurursunuz? Daha da karmaşık bir problem: elinizde dörtgen bir b ir yüzey yü zey var va r ve on o n u daireler dair elerle le doldu do ldura raca caks ksını ınızz - asla tümüy tüm üyle le doldu do ldu-ramazsınız. Peki karelerle doldurabilir misiniz acaba? Bu da ölçüye göre değişir. Dörtgenlerle mi?. Eşit mi değil mi? Sonra... iki şekil ele alın.. alın.... bunlar bun lar bir uzay parçasını parçasını doldurmak doldurm ak üzere birleş birleşsinle sinlerr - o za za man ne olacak? Eğer dairelerle dolduracaksanız, arta kalan boş yeri nasıl bir şekille doldurursunuz? Ya da tümünü doldurmaktan vazge çersiniz... Durumun süreklilik meselesiyle çok ilgili olduğunu görü yorsunuz. Tümünü doldurmaktan vazgeçerseniz, hangi durumlarda ve hangi farklı farklı şekillerle mümkün olan azami doldurmayı, döşe meyi başarabilirsiniz? başarabilirsiniz? Bu Bu dur d urum um eş-ölçülemez eş-ölçülemez şeyleri şeyleri devreye sokar sok ar birbir bir biriy iyle le karş kar şılaştırıla ılaştırılama mazz şeyleri şeyleri devreye devre ye s o k a r - b u Leibniz’ın Leibniz’ın en b ü yük tülkusuydu; yani döşeme problemleri... Tanrının mümkün dün yaların en iyisini seçip varettiğini söylediğinde, görmüştük ki, o bun lardan bahsetmeden' önce önce onun on un önüne ön üne geçm geçmiş işiz iz:: müm m ümkün kün dünyaların dünyaların en iyisi, iyisi, bu Leibnizcıhğm Leibnizcıhğm bir bunalımıydı aslında - bu, bu , onsekizinci onsekizinci yüzyılın genel olarak paylaşılan Leibniz-karşıtlığıydı: onlar mümkün dünyaların en iyisi gibi bir hikâyeye katlanamazlardı. Voltaire’in hakkı vardı var dı - Voltaire’in Voltaire’in:: Leibniz'm hiç kuşku kuşkusu suzz asla tatmin tatm in etmediği fels felsef efii bir bi r beklen bek lentile tileri ri var v ardı dı —tam —tam da siyasi bakış ba kış açısından. açısında n. Dolayısıyla Dolayısıyla LeibLeibniz’t affedemezdi asla. Ama kendinizi imanın yoluna atarsanız -o za man ne diyecektir siz sizee Leibniz?...Leibniz?...- varola varolan n dünyanın d ünyanın m üm kün dünya ların en iyisi olduğunu... Çok basit bir şey: çok sayıda mümkün dün ya olduğu olduğu için - ama yalnız. yalnız... .. ne var ki bunlar bun lar bir arada müm kün kü n de ğille ğiller. r. O zaman T ann en iyisini iyisini seçer tabii tabii - ve bu en iyi dünya dünya en az 75
GILLES DELEIİZE
ao çektiğimiz dünya olmak zorunda da değildir. Rasyonalist iyimser lik aynı zamanda sonsuz ölçüde zalimdir; asla çile çekilmeyen bir dünya değildir bu; azami sayıda daireyi döşeyebilen bir dünyadır. Pek insani olmayan bir metaforu kullanmaya cesaret edersem, bir çokgenin yalnızca bir duygulanışı olmakla kalan bir dairenin acı çek mekte olduğu doğrudur. Eğer dinginlik hareketin bir duygulanışın dan, etkilenişinden başka bir şey değilse, çektiği acıyı hayal edin. Bu basitçe düny dü nyal alar arın ın e n iyisidir, iyisi dir, çünk çü nkü ü azami azam i sürekliliğ süre kliliğii sağlamak sağla maktadır tadır.. Başka aşka dünyalar d a mümk mü mkünd ündüler, üler, ama a ma olsalardı daha az bir süre s ürekli kliliğ liğii sağlaya sağlayacak caklar lardı dı.. Bu dünya en güzelidir, güzelidir, en uyum uy umlusu lusudur dur - ama sadece sadece ve sadece bu acımasız cümleye bağlı olarak: çünkü mümkün en, fazla sürekliliği gerçekleştiriyor. Bu isterse etiniz ve kanınız pahasına otsun, hiç önemli değil değil.. Nasıl Nasıl ki Tanrı yalnı yalnızca zca doğrucu doğru cu olmakla kalmaz yani azami sürekliliğin sürekliliğin peş p eşinde inde olmakla kalm az- ve işin işin içine biraz da da koketlik numaraları karıştırmak gerekir... dünyasını çeşitlendirmeye de çakşır. O halde Tanrı bu sürekliliği saklar gözlerden. Onunla sü reklilik içinde olması gereken bir parça ekler; bu parçayı, takip ettiği yollan saklamak, örtmek için kullanır... Bizim Bizim yerimiz olamaz olamaz bu b u işlerde. işlerde. Bu dünya dün ya he p bizden bizde n öncedir. önce dir. Bu yüzden onsekizinci yüzyıl Leibniz’ın bütün bu hikâyeleriyle oldukça mayhoş bir ilişki içindedir hiç kuşkusuz. O anda işte döşeme proble mini görürsünüz: dünyaların en iyisi, en az boşluk bırakarak azami mekân-zamam doldur abilen şekiller şekillerin in ve biçimlerin dün yasıdır yas ıdır Leibn Leibniz iz’’m ikinci ikinci açıklama açıklaması sı - ve burad a çok daha dah a güçlüdür: güçlüdü r: sat ranç... Anlayın ki, bir Yunan oyunundan bahseden Herakleitos’un cümlesi ile satrançtan bahseden Leibniz’ınki arasında koskoca bir fark var - belki ortak bir formül formü l de var gibi gibi:: “T “T ann oynuyor” - ve sanabi lirsiniz ki bu bir tür mutluluk, kutluluktur. Peki Leibniz ne anlıyor 76
LE1BN1Z • 22 NİSAN 1980
satranç oyunundan? - Satranç Satranç tahtas tahtasıı bir mekândır, uzam parça parçası sıdır dır;; taşlar ise meflıumlardır. Satrançta en iyi hamle ya da en iyi hamleler kombinasyonu hangisidir? En iyi hamle ya da hamleler dizisi, taşların belli b ir sayısının ya da d a belirlen beli rlenmiş miş değerl değ erleri erinin nin m üm kün kü n en fazla fazla ala nı işgal işgal etme etmesini sini sağlayandır sağlayandır - alanın türnü ise satranç tahtasıdır. Pi yonlarınızı öyle öyle yerleştirmelisiniz yerleştirmelisiniz ki m üm kün kü n en fazl fazlaa alana alana hakim ha kim ol sunlar. Bunlar neden yalnızca metafor? Burada da bir tür süreklilik ilkesi var - azami süreklilik. süreklilik. Satranç metaforunda meta forunda olduğu gibi döşeme döşeme prob pro b leminde de gitmeyen şey nedir? İki halde de bir kaba başvuruyor ol manız. Meseleyi mümkün dünyalar belli bir kabın, belirlenmiş bir ala nın içinde gerçeklik kazanmak için rekabet ediyorlarmış gibi alıyorsu nuz da ondan. Döşeme probleminde bu kap döşenecek alandır; sat rançta ise satranç tahtası. Ama mesele dünyanın yaratılması olduğun da, önceden bir kap yoktur ki... O halde varoluş kazanan dünyanın kendi içinde azami sürekliliği sağlayan dünya olduğunu söylemek gerekir; yani en fazla miktarda gerçekliğe ya da öze sahip olan bir dünya... Ûz diyorum, çünkü varo luş diyemem - çünkü çün kü en fazla fazla miktarda varoluşu varoluşu içeren bir dünya de ğildir ğildir varolan dünya - süreklili süreklilikk halinde halinde en fazla fazla miktarda miktard a özü kaps kapsaayabilendir. Süreklilik tam anlamıyla azami gerçeklik miktarını kapsayabilmenin bir yoludur. İşte... felsefe olarak bu çok güzel bir bakıştır. Dersin bu bölümün de “sonsuz bir analiz nedir” sorusuna cevap verdim. Bir arada müm k ün olmak olm ak nedir? Buna henüz henü z cevap vermiş verm iş değilim... değilim... işte işte bu...
77
29 NİSAN 1980
Bugün eğlenceli, dinlendirici, ama yine de tümüyle kırılgan şeyler göreceğiz. Önce diferansiyel hesap üstüne sûrunuza cevap vereceğim: bana öyle öyle geliyor ki, onyedinci yüzyıl sonlarında sonların da ve onsekizinci yüzyılda yüzyılda bir b ir grup insanın diferansiyel hesabı suni bir şey olarak kabul ettiği, başka bir b ir grub gr ubun un ise gerç g erçek ek b ir şey zanne za nnettiği ttiği pek söylenemez söylen emez.. Söylenemez, Söylenem ez, çünkü bölünme aslında bu nokta üzerinde değildir. Leibniz her za man diferansiyel hesabın sadece suni bir şey olduğunda ısrar etmişti: bu sembo sem bolik lik b ir sistemdi.. sistem di.... Öyleyse bu nokta no kta üzer üz erin inde de herk he rkes es kesin kesi n olarak aynı fikirdeydi. Anlaşmazlığın baş gösterdiği nokta sembolik bir b ir sistemin siste min ne oldu ol duğu ğu üzeri üz eriney neydi di - diferansiyel diferan siyel işaretleri işaretl erin, n, gösterg g östergele ele rin matematik gerçekliğin bütününe, yani geometrik gerçekliğe, arit metik ve cebirsel gerçekliklere indirgenemeyecekleri konusunda her kes hemfikirdi. Anlaşmazlık şuradaydı: kimileri o andan itibaren dife ransiyel hesabın yalnızca bir uylaşım olduğunu düşünmeye başladılar - üstelik de çok ço k gevş gevşek, ek, karanlık kara nlık bir uylaş uy laşım... ım... Kimileriyse Kimileriyse aksine ma m a tematiksel gerçeklik karşısındaki suni karakterinin diferansiyel hesaba fiziksel gerçekliğin bazı görünümlerine uygun olma olanağım sağladı ğını düşünüyorlardı. Leibniz hiçbir zaman sonsuz küçüklükler anali zinin, diferansiyel hesabının kavradığı haliyle kendi sonsuzluk mefhu munun tümünü tüketebileceğim düşünmemişti. Mesela hesap... Leibniz’ın niz’ın asgari asgari ve azami dediği şeyler şeyler var - b u hesaplar hesa plar asla diferansiyel diferansiyel hesaba bağlı değiller. Demek ki diferansiyel hesap sonsuzluğun belli 78
LEİB NtZ - 29 NİSAN 1980 1980
bir bi r düzen dü zenin inee tekab tek abül ül etmekt etm ektedi edir. r. Niteliksel b ir sons so nsuz uzun un diferansiyel hesapla yakalanamayacağı doğru olsa da, buna karşın Leibniz bütün bu nlar nl ar konu ko nusu sund ndaa o kada ka darr bilinçl bili nçlidi idirr ki, başka başka başka başka sons so nsuz uzluk luk d ü zeyleri için farklı farklı hesaplama tarzları önerecektir. Niteliksel son suzun suz un bu b u yönünü yön ünü ortadan kaldıran, hatta basitç basitçee edimsel edimsel sonsuzu yok yok eden şey... bu yolu tıkayan Leibniz değildir. Bu yolu ukayan Kantçı devrim olmuştur: belirsize dair belli bir kavram geliştiren ve edimsel sonsuzun en mutlak eleştirisine girişen Kantçı devrim. Bu Kant yûzûndendir, asla Leibniz yüzünden değil. Yunanlılardan 17. yüzyıla kadar iki geometri problemi türü vardı. Bu problemlerde mesele doğru denen çizgileri ve düz denen yüzeyleri bulma bul maktı ktı.. Geom Ge ometr etrii ve cebi c ebirr b una un a yetiy y etiyord ordu. u. Elinizde Elin izde prob pr oble lem m ler le r var v ar dı ve çözmek çözmek için için zorunlu zoru nlu denklemleri elde elde ederdiniz - bu Oklid ge ge ometrisidir. Ama daha Yunanlılar döneminde bile -ve tabii ki ortaçağ lar boyunca- geometri çok farklı türden bir-problemle karşılaşmaktan geri kalmamıştı: bu problem eğrileri ve eğik yüzeyleri aramak ve be lirlemek söz konusu olduğunda ortaya çıkıyordu. Bütün geometriciler bu nokt no ktad adaa geome geo metri trinin nin ve cebiri ceb irin n klasik yönte yö nteml mleri erinin nin artık art ık yetme yeceğ yeceğii konus ko nusund undaa hemfikirdiler. hemfikirdiler. Daha eski Yunan’ Yunan’da da özel bir yöntem yö ntem geliştirilmiş geliştirilmişti ti - buna bu na tüketm tü ketmee yöntemi denirdi ve çeşitli derecelerdeki, sonsuz limitteki denklemleri veren -denklemde sonsuz sayıda derece veren- eğri çizgilerle yüzeyle ri belirlemeye yarardı. Diferansiyel hesabın keşfini zorunlu kılan ve bu b u hesabı hes abın n b u eski yönte yö ntemi min n yerini yer ini alış biçimin biçi minii belirleyen belirleye n işte işte bu prob pr oblem lemler lerdi. di. Bir kuram ku ram a matematik mate matiksel sel b ir sembolizm semb olizmii çok erken erke n bağlarsa bağla rsanız, nız, kendisi kend isi için yapılmış yapılm ış oldu o lduğu ğu proble pro blemi mi göz önün ön ünee almaz sanız, o zaman hiçbir şey anlayamazsınız. Diferansiyel hesabın sadece terimleri farklı kuvvetlerde olan bir denklemle karşı karşıya olduğu79
1
GlLLliS DELEUZE
nuzda bir anlamı vardır. Eğer böyle bir şey yoksa, diferansiyel hesap tan bahsetmek tam bir anlamsızlıktir. Bir sembolizme tekabül eden kuram a bakm ak epeyce epeyce bir şeydir; şeydir; ama pratiği pratiği de bütünüyle bütün üyle ele alma alma lısınız. Benim kanaatimce, fizik denklemlerinin doğaları itibariyle di feransiyel denklemler olduğu görülmezse sonsuz küçüklükler anali zinden zind en de hiçbi h içbirr şey şey anlaşılamaz. anlaşılamaz. Fiziksel Fiziksel bir fenomen b u yolla incele nemez... ve burada Leibniz çok güçlüdür: Descartes’ın elinde geomet riyle riyle cebird ce birden en başka başka bir b ir şey şey yoktu ve Descartes Descartes’’m analitik geom g eometri etri di d i ye icat ettiği şey de buna ekleniyordu... Ama bu icadım ne kadar iler letmiş olursa olsun, bu ona yalnızca doğrularla tanımlanan şekil ve hareketleri kesin olarak belirlemekte hizmet edebilirdi; ama doğal fe nomenlerin hepsi sonuçta eğik tipten oldukları için, iş yürümüyordu. Descartes şekillerden ve hareketten bahsetmekle kalıyordu. Leibniz bu b u n u şöyle terc te rcüm ümee edecekt edec ekti: i: Doğa Do ğanın nın eğik eğ ik tarzd tar zdaa işlediğini işlediğini söyle söyle mekle, şekillerle hareketin ötesinde başka bir alanın, bir güçler, kuv vetler alanının olduğunu söylemek aynı şeydir. Ve harekeı yasalarının düzeyinde düzey inde bile bile Leibniz Leibniz her he r şeyi şeyi değiştirecektir değiştirecektir - tabii tab ii ki tam da d a difediferaasiyel hesap sayesinde... Diyecektir ki korunan şey mv değildir, küt le ve hız h ız değildir değ ildir,, ko runa ru na n şey mv2 mv2’dir. di r. Form Fo rmüld üldek ekii tek fark v’n in 2 kuvvetine yükseltilmesidir ve bu diferansiyel hesap sayesinde müm künd kü ndür; ür; çünk çü nkü ü kuvveder ku vveder ile atıkları karş karşılaştırma ılaştırma olanağını olanağını vermekte dir. Descartes’ Descartes’m m elinde mv3 mv3 dem enin tek t eknik nik bir b ir im kanı kan ı yoktu. yoktu . Dil açı açı sından, geometri açısından, aritmetik açısından ve cebir açısından mv2 tastamam bir saçmalıktır. Günüm Gü nümüz üz biliminin bildikleri bildikleri açısından koru nan na n şeyin şeyin mv mv2 olduğu çok kolay açıklanabilir ve bunun için sonsuz küçüklükler analizi yap maya ihtiyaç duyulmaz. Her şey lise ders kitaplarında hazır ve nazır dır; ama bu nu kanıtlamak için ve formülün bir anlamı anlamı olabilme olabilmesi si için, için, «o
LEİBN İZ-2 9 NİSAN 1980 1980
koskoca bir diferansiyel hesap aygıtına ihtiyaç vardır. [Comptesse’in [Comptesse’in müdahalesi] CILLES DELEUZE: Diferansiyel hesap ile aksiyomatigin birbirleriyle karşılaş karşılaştıkları tıkları bir nokta n okta var gerçekten gerç ekten - ama bu b u karşılaş karşılaşma ma noktası tam tamına bir dışta bırakmaya dayanır. Tarihsel bakımdan, diferansi yel hesabın bir kesinlik statüsü kazanması çok geç geldi. Ne demektir bu? bu ? Uylaşmaya Uylaşmaya dayalı her he r şeyin diferansiy difer ansiyel el hesap he saptan tan kovulm kov ulmuş uş olma olm a sı demektir. Oysa Leibniz için bile, suni olan neydi? Suni olan, yapay olan şeyler arasında bir sürü şey vardı: bir oluş fikri mesela ya da olu şun sınırı sınır ı fikri veya veya yin e... sınıra yaklaşma yaklaşma eğilimi eğilimi fikri fikri - bütün bü tün bunlar bun lar matematikçiler tarafından mutlak olarak metafizik mefhumlar olarak kabul ediliyorlardı. Niceliksel bir oluşum, bir oluş bulunduğu fikri, bu oluş olu şun sınırı sın ırına na dair da ir bir bi r fikir, bir bi r küçü kü çük k nicelik nic elikler ler sons so nsuz uzlu luğu ğunu nun n bir b ir sınıra sın ıra yaklaştığı yaklaştığı fikri, fikri , b ü tü n bunl bu nlar araa mutla mu tlak k olar ol arak ak saflıkta saflı ktan n uzak uz ak mefhumlar gözüyle bakılıyordu - öyley öyleyse se bunlar aksiyomatik aksiyomatik değildi ler ve aksiyomlar hafine getirilemezlerdi. Demek ki, ta baştan beri, is ter Leibniz’da olsun, ister Nevvton ve takipçilerinde, diferansiyel hesap fikri kesin olmadıkları ve bilimsel olmadıkları kabul edilen bir mef hum lar kümesinde kü mesinden n ayrılamazd ayrılamazdı, ı, ayn ay n da d a değildi değildi zaten. zaten. Zaten Zaten kendileri kendileri de bunu kabul etmeye tastamam hazırdılar. Ondokuzuncu yüzyıl son larında ve yirminci yüzyıl haslarındadır ki diferansiyel hesap artık tam tamına ve kesin bir bir bilimsel bilimsel statü kazanacaktır ka zanacaktır - ama ne pahasına! pahasına! Sonsuz fikrine bütün başvurular kovulur; sınır fikrine bütün baş vurular kovulur; bir sınıra meyletme fikrine bütün başvurular kovu lur. Kim yapar bunu? Bu noktada diferansiyel hesaba çok ilginç bir hesap statüsü verilecektir, çünkü hesap artık sıradan, olağan nicelik lerle çalışmayı çalışmayı bırakacak bırak acak ve. tümüyle tümüy le sıralamacı bir tarzda tarzd a yeniden yen iden yo rumlanacaktır. Daha şimdiden her şey sonlunun, başlı başına sonlu 81
GUJLES GU JLES DELEUZE DELEUZ E
olanın araştırılma tarzına dönüşmüştür bile. Bunu yapan çok büyük bir b ir matem mat ematik atikçid çidir: ir: Weierstr Weie rstrasse asse.. Ama b u çok geç gerçekleş gerçekle şti. Bu adam bir hesap aksiyomati aksiyomatigi gi kurm uştur uştur - ama ne pahas pahasına ına!! Her He r şey şey tümüyle değişmiştir artık. Bugün diferansiyel hesap yapılırken artık sonsuz, sınır ve sınıra yaklaşma eğilimi mefhumlarına hiç başvurul maz. Durağan bir yorum gelmiştir. Diferansiyel hesapta dinamik hiç bir bi r şey kalmamı kalm amış ştır. tır . Hesab He sabın ın dura du rağa ğan, n, statik sta tik ve sıralı bir bi r yoru yo rum m u var va r dır. Vuillemin’in Cebirin Felsefesi kitabım okum o kumak ak gerek... gerek... Bu mesele bizim için çok önemli, çünkü bize diferansiyel ilişkile rin... evet, ama... aksiyomlaştırmamn öncesinde bile bütün matema tikçiler tikçiler sonsuz so nsuzun un fethedilmesinin fethedilmesinin m etodu olarak yorum lanan .dife .difera rannsiye siyell hesabın saf olmaya olmayan n bir b ir uylaş uylaşım ım olduğu o lduğu fikrindeydiler fikrindeydiler - ’leib le ib niz ni z bu b u n u hem he m en söyler söy lerdi di zaten; zate n; ama o sırala sır alard rdaa bile bil e sembo sem bolik lik değe de ğerin rin ne olduğ old uğun unun un biliniyor olması gerekirdi. Aksiyomatik Aksiyomatik İliş İlişkiler kiler ve diferan dif eran siyel ilişkiler... Asla... Bunlar karşıt şeylerdi... Sonsuzun anlamı tamamıyla değişti. Doğası da —ve sonunda son suz fikri tümüyle kovuldu. dyldx tipinden bir diferansiyel ilişki sanki x ile y’den türetiliyor gi
bidir. bid ir. Aynı zamand zamandaa dy / y e oranla oranla bir hiçtir, sonsuzc sonsuzcaa küçük bir nice nicelik lik tir; tir ; cfcc’de ide ide oranla ora nla bir bi r hiç... hiç. .. x ’e göre gör e sonsuzc son suzcaa kü ç ü k bir bi r nicelik.. n icelik.... Buna rağmen dy/dx yine de bir bi r şeydir. şeydir. Ama y/x’ten tümüyle farklı bir şeydir. Mesela Mesela eğer y/x y/ x bir eğriyi eğriyi tanımlıyorsa, dy/dx bir teğeti tanımlar. Ve bu herhangi bir teğet de değildir... O zaman şunu demeliyim: diferansiyel ilişki öyle bir ilişkidir ki kendisinden türediği şeye dair, yani x ile y'ye dair somut hiçbir şey ifade etmez etm ez - ama başka başka bir bi r som so m ut şeyi şeyi gösterir göst erir ve işte işte bu sayede sı82
LEİBNİ LEİBNİZ Z - 29 NİSAN NİSAN 1980 980
nirlara geçişi sağlar. Somut başka bir şey, mesela bir z... Bu tam tamına diferansiyel hesabın a/b tipinden bir belirlenime göre bütünüyle soyut olduğunu olduğ unu söylemem söylemem gibidi gibidir. r. Ama buna karşın bir c’yi belirlemektedir. Aksiyomatik bir ilişki bü b ü tün tü n bakış açılar açı ların ında dann biçimsel biçim sel ise, a ile b’ye göre biçimsel ise de, so mut bir c belirliyor değildir. Demek ki hiçbir geçiş sağlamaz. Bu doğup-gelişme ile yapı arasındaki şu klasik karşıtlıktır. Aksiyomatik ger çek anlamıyla bir alanlar çoğulluğunda ortak olan bir yapıdır. Geçe Ge çenn defa ikin ik inci ci b ü y ü k başlığa başlığa geçmi geç mişştik ti k - TÖZ, TÖZ, DÜ DÜNYA ve B1 B1RARADA-MÛMKÜN-OLMA... tik kısımda Leibniz’m sonsuz analizden ne anladığım söylemek is temiştik. temiştik. Cevap şuydu: şuydu: sonsuz son suz analiz şu şu şartla şartlara ra riayet eder ede r - öyle bir ölçü ki, süreklilik ile küçük farklar veya yitip giden, kaybolan farklar özdeşliğin özdeşliğin yerini yerin i alsınlar Analizin tastamam sonsuz analiz olması sürekliliklerle ve yitip gi den farklarla çalışılırsa gerçekleşiyor. Sonra sorunun ikinci bir görü nümüyle nüm üyle karşılaş karşılaşıyorum: ıyorum: sonsuz sonsu z analiz ve sonsuz sonsu z analizin maddesi mad desi ar ar tık dosdoğru özdeş olan, özdeşlikle çalışmayı bıraktığım zaman söz konu ko nusu su oluyor oluyo r - yani süreklilikle ve yitip giden niceliklerle niceliklerle işley işleyen en bir alan... Görece açık bir cevaba varıyorduk böylece: işte sorunun ikinci kısmı - bir-arada-müm bir-arada-m ümkün kün-oluş -oluş nedir? İki İki şeyin şeyin bir arada müm kün kü n olması ya da olmaması ne demektir? Leibniz bize bir kez daha der ki, günah işlememiş Âdem kendi başına mümkündür, ancak varolan dünyayla aynı anda and a müm m üm kün kü n değildir. Demek Demek ki Leibniz Leibniz ica icatt ettiği ettiği bir bir arad ar adaa m ü m k ü n oluş ilişkisine ilişkisine sahi sa hipp çıkıyo çıkı yorr - ve b u n u n sonsuz sons uz analiz fikrine çok yakından bağlı olduğunu siz de hissediyorsunuz, değil mi? florun bir-arada-mümkün-olmayışm çelişkili dediğimiz şeyle hiç-
GILLESDELEUZn
bir.iliş bir. ilişkis kisii olmadıg olm adıgulır ulır.. Karışık Karışık bir bi r iş... iş... G ünah ün ah işlememiş işlememiş bir b ir Âdem va rolan dünyayl dünyaylaa bir arada arada m ümkün üm kün değildi değildirr - ona başka başka bir dünya la zımdı öyleyse. Eğer böyle denirse, bir arada mümkün olmayış mefhu munu karakterize etmeye çalışmak için mümkün üç çözüm görebili yorum yalnızca... Birinci çözüm: şu ya da bu şekilde bir arada mümkün olmayışın yine de bir nevi mantıksal çelişki içerdiğini söylemem gerekir. Günah islemeyen Adem ile varolan dünya arasında bir çelişkinin yine de ol ması lazım. lazım. Yalnı Yalnızz böyie bir b ir çelişki çelişki ancak anca k sonsuzd so nsuzdan an tûretilebilecektir; bu b u sonsu son suzz bir b ir çelişki çelişki olacaktır. olaca ktır. Daire ile kare k are arasm ara smda da sonlu son lu bir çelişki çelişki varken, günah işlememiş Âdem ile varolan dünya arasmda yalnızca sonsuz bir çelişki olacaktır. Leibniz’m bazı metinleri bu yönde ilerler ler. Ama bir defa daha... Eeibniz’ın metinlerinin düzeyleri konusunda uyanık uyan ık ojmamız gerektiğini hatırlamamız lazım. lazım. Gerçekten de şimdiye şimdiye dek söylediğimiz her şey bir arada mümkün oluş ile bir arada müm k ün. ün . olmayışın olmayışın gerçe g erçekten kten de özdeşlik özdeşlik ile çeliş çelişkiye kiye indirgenemey indirgene meyecek ecek özgün özg ün bir b ir ilişki ilişki olduğ old uğun unuu ima ediyor ediyo r - çeliş çelişkili özdeşlik özdeşlik ya da çelişkili çelişkili kimlik .. Cstelik birinci kısımda sonsuz analizin özdeşliği sonsuz bir yürü yüş dizisi boyunca keşfedecek bir analiz olmadığı görülmüştü. Geçen defa eriştiğimiz bütün sonuçlara göre, sonsuz bir serinin sonunda, sonsuz bir yürüyüşün sınırında özdeşi keşfetmekten çok uzakta, son suz analiz sürekliliğin bakış açısını özdeşliğinkinin yerine koymaktay dı. Demek Dem ek ki bu b u özdeşlik/ özdeşlik/çeliş çelişki ki alanından alanın dan bambaşka bambaşka bir b ir alandır. Çok hızlı geçeceğim geçeceğim başka başka bir b ir çözüm çözü m - Leibniz’ Leibniz’ın tezi böyle bir b ir şey şey de öneriyor: bu kavrayış kudretimizi aşar, çünkü bu kudretimiz son lud ur - o halde bir arada mü m kün kü n olma gerçekten gerçekten de Özgü Özgünn b ir iliş iliş kidir, fakat kö künün kün ün nerede olduğu o lduğunu nu asla asla bilem bilemey eyec eceğ eğiz iz..
84
LEIBN1Z LEIBN1Z - 29 NİSAN 1980 1980
Leibni Leibnizz önümüz önü müzee yepyeni bir bölgeyi bölgeyi açıyor açıyor - yalnızca yalnızca müm m ümkün kün ler, zorunlula zo runlularr ve gerçek olanlar olanlar yoktur; bir arada müm mü m kün olanlar olanlar ve bir b ir arad ar adaa m üm kün kü n olmaya olm ayanlar nlar da vard va rdır ır.. Varlığın V arlığın kosko ko skoca ca b ir kıtasını keşfetmek keşfetmek iddiasındadır... iddiasında dır... işte ileri sürmek istediğim varsayım: Leibniz işi gücü çok sıkışık bir adam ad amdır dır,, her he r yönd yö nde, e, her he r konu ko nuda da yazm ya zmak aktad tadır, ır, sağlığında pek pe k bir şey yayımlamış değildir. Leibniz’ın elinde böyle bir probleme cevap vermek için bütün malzemeler vardı. Hiç kuşkusuz, çünkü bunları icat eden de zaten kendisiydi —çözümü de onda olmalıydı öyleyse. Peki ama, bütün bunları yeniden gruplandırmaması, derleyip topalla maması neden? Sanıyorum bu problemin, ama aynı zamanda sonsuz analiz ve bir arada mümkün oluş problemlerinin de cevabı kuşkusuz felsefeye ilk kez Leibniz’ın dahil ettiği çok çok ilginç bir teoriden yola çıkarak çıkara k verilebilecektir verilebilecektir - ve buna bun a tekillikler, tekillikler, biriciklikler biriciklikler teorisi diye diye biliriz. Leibniz’da tekillikler teorisi dağınıktır, her yerde belirir. Leibniz’dan sayfalar dolusu okuyabilir ve hiçbir şekilde bu teorinin içinde ol duğunu duğ unuzu zu fark etmeyebilirsi etmeyebilirsiniz niz - o kadar dağınık dağınık ve belirsiz belirsizdir. dir. Bana Bana öyle öyle geliyor geliyor ki i eibniz eib niz’’ın tekillikler tekillikle r teorisin teo risinin in iki kutbu ku tbu var: bu b u n u n matcm ma tcmadk adkse sel-ps l-psikol ikolojik ojik b ir teori teo ri oldu ol duğu ğunu nu söylem söy lemek ek gerekir. gerek ir. Ve bugünkü işimiz de şu: matematik düzeyinde bir tekillik ne demek tir ve Leibniz bununla ne yaratmıştır? Onun matematikte ilk büyük tekillikler teorisini yaratmış olduğu doğru mudur? Ve ikinci bir soru: Ijeibniz’ın psikolojik tekillikler teorisi nedir? Ve son bir soru daha: Leibniz’m yapmış olduğu taslağa göre, matemariksel-psikolojik tekillikler teorisi hangi bakımdan bize bir arada mümkün olmak nedir, demek ki sonsuz bir analiz ne demektir soru larının cevabını verebilir? verebilir? 85
GILL£S DELEUZE DELEUZE
Bu matematiksel tekillik tekillik m efhum efhu m u nedir? Mereden gelip gelip dü ştü bu? Felsefe Felsefede de iş işte hep böyle böyle olur: bir bi r an bir şey şey belirip belirip d oruğa oru ğa çıkar, çıkar , sonra bir b ir k ena en a ra atılır atı lır.. Bu Leibniz Leib niz’’m taslağ tas lağım ım çık çı k arm ar m akta ak tann dah da h a fazlasın fazl asınıı yaptığı bir bi r teoridir - ama.sonra arkası gelmemiş gelmemişti tirr - devam etme şansı ansı olmamıştır. Bunu yeniden ele almak bizim için ilginç olabilir mi aca ba? , Felse Felsefe fe meselesinde me selesinde hep he p iki şey şey arasm ara smda da kaldığımı hissederim: b i rincisi, felsefe için özel bir bilgiye sahip olunması gerekmediği fikri — gerçekten bu anlamda anlamd a herhangi b iri fels felsef efee yapmaya mu ktedirdir; ktedird ir; ama aynı zamanda, felsefenin belli bir terminolojisine duyarlı değilseniz felsefe falan yapamayacağınız fikri... Terminolojiyi ise her zaman siz de yaratabilirsiniz, ama bunu gelişigüzel yapamazsınız. Şu türdSn te rimlerin ne anlama geldiklerini bilmeniz gerekir: kategoriler, kavram, priori, a poster fikir-(idea), a priori, posterimi imi - tıpkı tıpk ı a ’nın, nı n, b’ni b’nin, n, xy’nin xy’nin , değiş d eğişkenle kenle
rin, sabitlerin, denklemlerin ne anlama geldiğini bilmiyorsanız mate matik yapamayacağınız gibi... Her şeyin bir asgarisi var... Şimdi işte bu n o k tala ta lara ra ö n e m atfetm atf etmen eniz iz gere ge reki kiyo yor. r. Tekillik, tekil çağlar boyu mantığın belli bir söz dağarcığında zaten bu b u lun lu n u y o r d u . Tekil diye evre ev rens nsel elde denn farkl far klıı olan ol ana, a, am a aynı ay nı zam za m anda an da onunla ilişkili olana denirdi. Bir başka mefhumlar çifti de var, genele iliş ilişkin olarak o larak özel... özel... Dem ek k i tekil ile evrensel birb irleriyle iliş ilişkili; kili; ay nı şekilde şekilde özel ö zel ile genel genel de... de ... Bir Bir tekillik tekillik yargısı yargısı nedir? nedir ? Özel Ö zel den de n en yar ya r gıyla aym şey değildir. Genel denen yargılarla aynı şey değildir. Tasta mam, klasik mantıkta biçimsel olarak tekilin evrenselle ilişkili olarak düşünüldüğünü söylüyorum. Ve bu ille de mefhumu tüketmez: mate matikçiler tekillik ifadesini kullandıklarında neyle ilişkili olarak kulla nırlar? Bırakalım kelimeler yönlendirsin bizi. Felsefi bir etimoloji var - ya da felsef felsefii bir bi r filo filoloj loji.. i.... Matematikte Matem atikte tekil tekil düzenlid düz enliden, en, kurallı ku rallıdan dan 86
LEIBNIZ-29 NİSAN 1980
ayrılır ve onunla karşıtlaşır. Tekil kuraldan şaşandır. Matematikçilerin kullandığı başka başka bir mefhumlar mefhu mlar çifti de var - o da dikkate değer ile sıradan, olağan... Matematikçiler derler ki, dikka te değer tekillikler var ve dikkate değmez tekillikler var... Ve neyse ki Leibniz dikkate değme: tekillik ile dikkate değer tekillik arasında böy le bir ayrımı ayrı mı hen üz yapmam ıştır ıştır - Leibniz Leibniz tekili, tekili, dikkate değeri d eğeri ve ve ha tırı sayılın aynı anlamda anlam da kullanıyordu. k ullanıyordu. Demek Demek ki Leibni Leibniz’ z’da da h an n sa sa yılır kelimesine rastlarsanız gözünüzü kırpmadan kendinize deyin ki, bu b u iyi tanın tan ınm m am ış anla a nlam m ına gelmez; gelme z; sadece sad ece kelime keli meyi yi tu h a f bir b ir anlam anl amla la şişirmektedir. Size hann sayılır bir algıdan bahsettiğinde anlayın ki, gerçekten bir şey anlatmak istiyor. Bu ne işinize yarayacak? İşte daha şimdiden matematik manuğa göre bir dönüm noktası yaratıyor... Te killik kavramının matematikte kullanımı tekilliği artık evrenselle de ğil, olağan ya da kurallı, düzenliyle ilişkili kılmaya meyleder. Bizi tekilolan ile olağan veya kurallı olan arasında aynm yapmaya davet ediyor lar. Ne işimize yarar bu? Varsayın ki biri şöyle diyor: Felsefede işler pe p e k iyi değil, değil , ç ü n k ü h akik ak ikat at teori teo risi si hep he p yanıl ya nılıyo ıyorr - h e r şeyde ey den n önce ön ce düşüncede neyin doğru neyin yanlış olduğu sorulurdu; oysa biliyor sunuz ki, bir düşüncede önemli olan doğru ile yanlış değil, tekil ile sı radan, olağan olandır. Nedir bir düşüncede tekil olan, dikkaıe değer olan, olağan olan? Veya... sıradan olan nedir? Çok sonraları felsefenin bir bi r kateg ka tegor orin inin in önem ön emin inii h e p u n u ttu tt u ğ u n u söyleyecek söyley ecek olan ol an Kierkegaard'ı ard 'ı düşün düşünüy üyor orum um - “ilginç” kategorisidir kategorisid ir bu! bu! Aslında Aslında fels felsefen efenin in b u nu tanımadığı belki de doğru değil değil - en azınd an felsefi-mat felsefi-matematiks ematiksel el bir b ir tekill tek illik ik kavr ka vram am ı var va r ki, ki , belk be lkii de bize ilginç ilgin ç kavr ka vram am ı ü stü st ü n e ilginç bir bi r şeyler eyl er söyl s öyleye eyebilir bilir.. Matematiğin bu meselesi tekilliğin artık evrenselle ilişkili olarak düşünülmesinin terk edilmesi ve olağan ya da kurallı, düzenliyle iliş 87
G1LLES G1LLES DELEUZE DELEUZ E
kili olarak düşünülmeye başlamasıdır. Tekil olağandan ve kurallıdan, düzenliden sapandır. Ve bunu söylemek bizi daha şimdiden çok uzak lara fırlatır fırlatır atar - çünkü çün kü böyle böyle demek daha şimdid şimdiden en tekilden fels felseefi bir b ir kavr ka vram am üret ür etil ilm m ek istendiğ isten diğii anlam an lam ına geliyor. Yalnızca b u n u n için içi n çpk uygun bir alanda, yani matematikte olması kaydıyla... Peki ama, matematik hangi durumlarda tekilden ve sıradandan, olağandan bah seder? Bunun cevabı çok basit: bir eğride ele alman bazı noktalar hak kında... İlle de bir eğri üstünde değil, daha çok. ya da çok daha genel olarak bir şekil, herhangi bir şekil üzerinde... bir figürün, bir şeklin doğası itibariyle tekil noktalan bulunduğunu, bunların yanında sırar dan, kurallı, olağan noktaları olduğunu söyleyebilirsiniz. Neden böyle bu? Ç ünkü ün kü b ir figür, figür , bir bi r şekii eki i belirle beli rlenm nmiş iş bir şeydir eyd ir de ondanT^p ondanT^ p za-. za-. man tekil ile olağan beMenimin bir parçası olabilecekler... İşte bakın iş ilginçleşmeye başlıyor! Görüyorsunuz ki, doğru dürüst hiçbir şey söylemeden, sadece yerinde sayarak da çok ilerleme kaydedilebiliyor. Neden Ned en genel olarak ola rak belirl bel irleni enim m i tanım tan ımlam lamaya aya giriş gir işmiy miyoru oruzz ki? Ş unu söyleyelim: belirlenim tekil ile olağanın belli bir kombinezonudur; ve bü b ü tü n belirl bel irlen enim imler ler böyled böy ledir. ir. Belki Belki de? En basitinden bir şekil alıyorum: bir kare... Çok meşru bir beklen tiniz bir karenin tekil noktalarının ne olduğunu bana sormak olurdu. Karenin dört tane tekil noktası var: A, B, C, D dediğimiz tepe noktala rı... Tekilliği Tekilliği tanımlamakla tanımlamak la uğraşacaktık, uğraşacaktık, ama örneklerle yetiniyoruz yetin iyoruz çocukça çocukça bir b ir araştırma araştırma bu; b u; matematikten m atematikten bahsediyoruz, ama tek kelime kelime bile bilmi bil miyor yoruz uz henüz. hen üz. Sadece bir kare ka reni nin n d ö rt kena ke narı rı oldu ol duğu ğunu nu,, d e mek ki kenarların ucunda dön nokta olduğunu biliyoruz. Doğru bir çizginin bittiğini iş işaretleyen şeyler şeyler tam da nokta n oktalard lardır ır - orada, 90 de de recelik açıyla bir başka düz çizgi başlar. Peki ne olacak şu olağan, sıra dan noktalar? Onlar da karenin her bit kenarını oluşturan sonsuz sa-
LEIB NİZ- 29 NİSAN 1980 1980
yıdaki yıdaki nokta - ama dört dö rt uç, dört tepe tepe noktası teki tekill noktalar olacak olacak lar... Peki bir soru: bir kübe kaç tane tekil nokta atfedersiniz? O acılı bıkkınlı bıkk ınlığın ğınızın ızın farkındayım! farkınday ım! Bir küp kü p te sekiz tane tekil nok n okta ta vardır. vard ır. İş te baktn, temel geometride tekil noktalan şöyle tanımlayabileceğiz: doğru doğ ru bir b ir çizginin ucun uc unu u işaretl işaretleyen eyen noktalar. noktala r. Bunun Bun un yalnız yalnızca ca bir b ir baş baş langıç olduğunun farkındasınız. Demek ki tekil noktalar ile olağan noktalan karşı karşıya getireceğim. Peki ya bir eğri? Doğru çizgilerle yapılmış bir şekil için... tekil noktaların zorunlu olarak uç noktalar ol duğunu söyleyebilir miyim? Belki de söyleyemem, ama varsayalım ki ilk bakışta böyle bir şey diyebilirim. Bir eğriye gelince... işte o zaman işler işler boktan... En basitinden bir örnek örne k alal alalım ım:: bir b ir çember parçası tercihinize göre, içbükey ya da dışbükey... Alnna ikinci bir yay çiziyo rum , birincisi birinc isi içbükeyse dışbükey, dışbükey, birincisi dışbükeyse dışbükeyse içbükey... ikisi ikisi belli bell i b ir nokt no ktad adaa kesişiyor kesişiyorlar. lar. En alta da doğr do ğru u b ir çizgi çizip ona on a da şey... ey... ordina ord inatt diyorum, diyor um, şeylerin doğasına uygu uy gun n olarak... Evet, iş işte or or dinatı da çiziyorum. Ordinata dikey çizgilerimi de çiziyorum. Bu za ten Leibniz’ Leibniz’ın ın örneğidir - miadı dolmuş dolm uş bir başlık başlık taşıyan taşıyan bir metnin m etnin d e n - Tcuıtanem Analogicum: Latince yazılmış yedi sayfalık kısacık bi şey... analog denemeler demek... Demek ki AB’nin iki karakteristiği var: var: b u ordinattan ord inattan yola çıkarak yapılmış yapılmış parçalardan' parçalarda n' biricik biricik olanı bü b ü tün tü n ötekil öte kiler er;; Leibniz’ Leibni z’m m diyeceği gibi, gib i, o nun nu n eşleri eşleri,, k ü çük çü k ikizleri... Gerçekte jçy jçy’n in ‘bi ‘birr aynası var va r - x ’y d e k i imgesi var v ar ve bunla bu nlara ra AB AB’nin yitip giden, kaybolan farkları yoluyla yoluyla yaklaş yaklaşabiliyorsunuz abiliyorsunuz - biricik biricik olan yalnızca AB, bir eşi, ikizi yok... İkinci bir nokta: A S ye ye bir azami ve bir b ir asgari diyebil diyebilirsi irsiniz niz - çemberin çembe rin yaylarmdan yaylarmdan birine göre azami, azami, ötekine göreyse asgari. Ufff... İler şeyi anladınız işte... Diyeceğim şey yalnızca AB AB’n in bir bi r tekillik olduğu... olduğ u... 89
GILLES DELEUZE
En basit eğriyi eğriyi örnek gösterdim - bir çember parçası.. parçası.... İşler aslın da biraz da ha karmaşık: karmaşık: gösterdiğim şey, şey, tekil bir no ktan ın ille ille de uç ta bulunmak z orund a olmad olmadığ ığıı - pekâ pekâlâ lâ ortada d a olabil olabilir ir ve bu ör nekte ortada zaten... Ve bu bir azami veya asgari ya da ikisi birden. Buradan Leibniz’m çok ilerlettiği bir hesaplama tarzı doğmuş —buna azaıniler-as azaıniler-asgarile garilerr hesabı diyeceği diyeceğizz - bugü bu günn bile bu tarz hesaplam anın çok çok büyük bir önemi var: mesela simetri meselesinde, fiziksel fe nomenlerde, optik fenomenlerde... Diyeceğim şu ki, A noktam tekil bir bi r n o k tad ta d ır, ır , b ü tü n d iğer iğ erle leri ri olağan olağ an veya kura ku rall llıd ıdırl ırlar ar.. İk i y old ol d an ola ol a ğan ve kurallıdırlar: azaminin altında ve asgarinin üstündedirler ve çift çift varolurlar... Demek ki bu olağan, sıradan mefhumunu biraz da olsa kesinleştirebiliyoruz. Bu başka bir vakadır, bu başka bir vaka nın tekilliğidi tekilliğidir. r. Biraz çaba daha: karmaşık bir eğri alın. Tekillikleri nedir bunun? Karmaşık Karmaşık bir eğrinin tekillikleri, tekillikleri, en basitinden, Öyle noktalardır noktalard ır ki yakınlarınd yak ınlarınd a- biliyorsunuz biliyorsunuz k i yakınlıkl yakınlıklar ar mefhum u matematikt m atematikte, e, biti şiklik mefhumundan çok farklı bir şekilde bütün topoloji alanında anahtar bir mefhumdur; ve yakınlığın ne olduğunu, komşuluğun ne olduğu nu bize en iyi iyi anlatacak anlatacak olan şey şey de tekillik tekillik m efhum efh um udu r - de mek ki bir tekiliğin yakınlarında bir şeyler değişikliğe uğramaktadır: eğri yükselmektedir ya da küçülerek ilerlemektedir. Bu büyüme ve küçülme noktalarına tekillikler diyeceğim. Olağan, sıradan olan şey selidir, dizidir - bu iki tekil tekilli likk arsamda kalandır; bir bir tekil tekilli liğin ğin yakın larından başka bir tekilliğin yakınlarına gider. Yani sıradan veya ku rallıdır. Ne N e tu h a f iliş ili şkiler kil er,, evlil ev lilik ikler ler yaka ya kalıy lıyor oruz uz değil de ğil mi? Klasik Kla sik d e n e n fel sefe sefe kade rini göreli olarak geometriye, geometriye, aritme aritmeti tiğe ğe,, ve klasik cebire tersi de doğru tabii- yani dik açılı figürlere bağlamamış mıydı? Bana 90
LH BN IZ- 29 NİSAN NİSAN 19 1980
diyeceksiniz diyeceksiniz ki, ki, dikey figürlerin figürlerin de daha şimd şimdiden iden tekil nok talan tala n var bu b u ta m a m - ama am a b ir defa m atem at emat atik ikse sell teki te killi llik k m e fh u m u n u keşfedip inşa ettiğimde, onun daha,önceden en basit dikey şeylerde, figürlerde hazır bulunduğunu söyleyebileceğim. Çünkü bu basit dikey figürler' bana ba na h içb iç b ir zama za man n teki te killi llik k m e fh u m u n u inşa etm et m e fırs fı rsan annı nı,, vesilesin vesi lesinii vermeyeceklerdi. Kendimi karmaşık eğriler düzeyinde bulduğum an dan itibaren ise, işte o zaman, evet... geriye kaykılıp şöyle diyebilirim .işte: Ah! Bu bir çember yayında bile varmış, dik açılı kare gibi basit b ir şekild ek ildee bil b ile. e... .. am a ö n c e d e n ya p am a zd ınız ın ız b u n u işte... işte... {Müdahale]
GILLES DELEUZE [öfkelenir]:... ya... vah vah... yazık... Beni perişan etti...' Biliyorsunuz, konuşmak çok kırılgan bir şey. Yazık... ah yazık... istersen bir gün seni bir saat bırakayım, konuş; ama şimdi değil... ya zık... zık... kara kar a delik gibi... gibi... Ş imdi size size Poincare’n Poincare’n in oldukça geç bir zama na ait b ir metnini ok uy oru m - o da b ütü üt ü n ıs ve 19 19. yüzyıl boy unca gelişen gelişen tekillikler tekillikler te orisiyle çok fazla fazla ilgilenmiş ilgilenmiş.. Poincarö’nin Poincarö’nin iki tü t ü r çalışması çalışması var: m antıkant ıksal-felsefı çalışmalar ile matematiksel çalışmalar. Kendisi de her şey den önce zaten bir matem atikçi. Poin Poinca carĞ rĞ ’nin diferansi diferansiyel yel denklem ler üstün e bir anısı var. var. Orad an bir eğri üzerin deki tekil tekil nokta türleri üs tüne b ir parçayı ok uyo rum - bunlar difer diferans ansiye iyell bir fonksiyona fonksiyona vey veyaa denkleme gönderiyorlar... Bize diyor ki, dört çeşit tekil nokta vardır: bir b irin inci cile lere re “b o y u n lar” la r” diyo di yor. r... .. Bunl Bu nlar ar ü zerl ze rler erin in d e n d en k lem le m in tanı ta nım m ladığı iki eğrinin eğ rinin geçtiği noktala no ktalarr - ve yalnızca iki eğri olacak... olacak... Burada diferansiyel denklem şöyle olur: bu noktanın komşuluk bölgesinde, yani yakınlarında, denklem iki eğriyi, ama yalnızca iki eğriyi tanım lar... İşte size bir tekillik tipi... işte ikinci tekillik tipi: bunlar “düğüm lerd ir” - orada d enk lemin lem in tanımladığı tanımlad ığı sonsuz sonsu z sayıda eğri eğri kesişir... kesişir... Ve 91
G1LICS DELEUZE DELEUZE
üçüncü üçün cü tekillik tipi: yani “odaklar" “odaklar" - ki orada bu eğriler bir sarmal gi bi ona yaklaş yak laşarak arak dönm dö nmekt ektele eler.. r.... Ve sonu so nunc ncus usu, u, d ördü ör dünc ncü ü tip tekillik: “merkezler” mer kezler” - ki bunla bu nların rın etrafında eğriler kapalı kapalı çemberler gibi gibi du ru yorlar... Ve metnin me tninin in devamında devamın da Poincare bize açıklıyor ki —onun onu n fîkfîkrince, matematikteki en büyük başarılardan biri tekillikler teorisini fonksiyonlar ya da diferansiyel denklemler teorisiyle ilişkiye sokacak kadar ilerletmesiymiş... Ned N eden en Poincarö’ Poinca rö’n n in verdiği verd iği b u örneği örne ği sayıyorum sayıy orum?? Leibniz’da Leibniz’da buna bu na eşdeğer olan mefhumlar bulabilirdiniz... Ama burada çok ilginç bir manzara çizebiliyorum - boyunlarla, odaklarla, merkezlerle. .. Bu Bu upkı upk ı matematik coğrafyanın bir nevi astrolojisi gibi,.. En basitten jen kar maşığa doğru derlendiğini gördünüz: basit bir kare düzeyindi;, dik dörtgen bir şekil düzeyinde tekillikler uçlardı; basit bir eğri düzeyinde yine çok kolay belirlenebi belirlenebilecek lecek tekilli tekillikler kler vardı elinizde elinizde - demek ki belirleme belirl eme ilkesi kolaydı, kolay dı, tekillik tekilli k eşi, eşi, ikizi olmaya olm ayan n biricik bir icik vakayd vak aydıı ya da aynı şekilde asgari ile azaminin özdeşleştikleri durumlardı bunlar. Şimdi artık daha karmaşık eğrilere geçtiğinizde, daha karmaşık tekil likler var karşınızda. Demek ki tekillikler alanından sonsuzluk terim leriyle bahsetmek gerekecek. Peki bütün bunların formülü ne olacak? Açılı Açılı problemlerle, dü z çizgis izgise! e! problemlerle probl emlerle ilgilendiğiniz ilgilendiğiniz sürece, yani düz çizgisel figürler ve yüzeylerle ilgilendiğiniz sürece diferansiyel he saba hiç ihtiyacınız yok. Diferansiyel hesaba eğrileri ve eğik yüzeyleri belirl bel irlem emek ek için içi n ihtiya ih tiyaçç duyars duy arsınız ınız.. Ne deme de mekt ktir ir peki pek i bu? Tekillik Tekil lik han ha n gi bakımdan diferansiyel hesaba bağlıdır? Böyledir, çünkü tekil nokta yakınında dy/âx diferansiyel ilişkisinin ilişkisinin işaret işaretinin inin değiştiği değiştiği noktadı nok tadır. r. Mese Mesela la tepe noktası noktas ı - bir eğrinin inmeye başlamadan başlamadan önceki önc eki tepe noktası... o zaman dersiniz ki diferansiyel ilişki işaret değiştiriyor. O yerde işaret işaret değiştiriyor değiştiriyor - hangi ölçüde? Bu noktaya nokta ya komş ko mşu u olan o lan yer 92
LE’ LE’.RNlZ .RNlZ - 2 9 NİSAN NİSAN 1980 1 980
lerde sıfıra ya da sonsuza eşit olduğu ölçüde. Burada bulduğunuz yine asgari ve azami temasıdır. Bütün bunların toplamı şunu demeye varır: tekil ile olağan arasın daki ilişkiye ilişkiye bakı ba kınn - öyle ki tekili diferansiyel hesapla ilgili ilgili eğriler prob pr oble lem m ine in e bağlı olara ola rakk tanımlaya tanım layacaksı caksınız; nız; ve tekil tek il nokt no ktaa ile olağan noktalar arasındaki ya da kurallı noktalar arasındaki bu gerilim veya karşıtlıkta... Matematiğin bizi karşı karşıya bıraktığı malzemenin te meli işte budur —ve yine en yalın durumlarda tekil olan şey uç nok taysa, başka bazı yalın hallerde tekillik azami olan ile asgari olan, en alçak ve en üstü ü stünn Olandır Olandır - hatta ikis ikisii birdendir... birden dir... Burada tekill tekillikl ikler er gitgide karmaşıklaşan eğriler boyunca gitgide karmaşık bir karakter kazanacaklardır. Aşağıdaki formülü ele alıyorum: bir tekillik bir eğri üzerinden çe kilip alınmış ya da belirlenmiş bir noktadır; yakınlarında diferansiyel ilişkinin işaret değiştirdiği bir noktadır ve tekil noktanın, ona bağlı bü b ü tün tü n olağanla olağ anların rın sonr so nrak akii tekillikle tek illiklere re yaklaş yak laştıkl tıkları arı b ü tün tü n b ir olağanla olağa nlarr serisi boyunca uzanma özelliği vardır. Öyleyse diyorum ki, tekillikler teorisi bir uzama uzam a teorisind teo risinden en veya faaliyetinden faaliyetinden bağımsız bağımsız değildir. değildir. Peki bu devamlılığın, sürekliliğin olası bir tarifi için gerekli unsur ları oluşturuyor değil midir? Derdim ki süreklilik veya sürekli olan şey dikkate değer bir noktanın, sonraki tekilliğe dek bir olağanlar se risi üzerinde uzamasıdır. Artık şimdi çok mutluyum, çünkü elimde sürekli olanın ne olduğuna dair bir hipotetik tanım var. Bu çok tuhaf aslında, çünkü süreklinin böyle bir tanımını elde etmek için görünüş te işin içine bir süreksizlik, yani bir şeylerin değişikliğe uğradığı bir tekillik, biriciklik dahil etmişim; oysa bunlar hiç de karşıt değiller bir birl bi rler erin inee - b u yaklaş yakla şık tanım tan ımıı yalnızca b u sayede sa yede elde edebil ede bilird irdik. ik. Leibniz bize diyor ki hepimiz birtakım algılarımız olduğunu bili91
GILLES DELEUZE
yoruz - mesel meselaa kırmızıyı kırmızıyı görüyorum , denizin uğultusu uğu ltusunu nu işiti işitiyorum. yorum. Bunlar Bunlar algılardı algılardırr - dahası onlara onlara özel özel bir ad takmak gerekir, çünk ü bu bu algılar algılar bilinçlidirler. Bu bilinçle bilinçle yoğrulmuş yoğrulm uş algıdır - yani bir b ir “ben” ben ” ta rafından algılanan,.işte öyle... bir algıdır; o zaman ona apersepsiyorı, farkındahk deriz; ayırdına varmak gibi yani... Çünkü aslında algıladı ğım, fark ettiğim şey algıdır. Bir faTkmdalık, tamalgı, bilinçli bir algı anlamına gelir. Leibniz bize der ki, o halde farkında olmadığımız bi linçsiz linçsiz algıların algıların da olması olması lazım. lazım. Bunlara Bunlara küç k üçük ük algılar algılar denir - ve bilinçdışıdırl linçdışıdırlar. ar. Neden gerekiyor gerekiyor bu? Neden N eden bunların bun ların da olması gereki gereki yor? Leibniz iki neden sürüyor ileriye: Bizdeki farkındalıklar, yani bi linçli algılar her zaman globaldirler. Farkında, ayırdmda olduğymuz 5 her şey hep bir bütün halindedir, bütünlüktür. Bilinçli algıyla yabala dığımız her şey göreli bütünlüklerdir. Oysa mAdem ki bütünlükler var, o zaman onların parç p arçala alanm nm a da olması gerekir: gerekir: bu Leibn Leibniz’ iz’ın ın her h er zaman dikkat d ikkat çektiği çektiği bir düşünm düşünm e tarzıdır - eğer karmaşık karmaşık bir şey varsa basit bir şey de olmalı; ve I_eibniz bunu bir ilke derecesine yük seltiyor, seltiyor, ve bu kendinde kend indenn belli belli de değildir - ne demek dem ek istediğini istediğini anla anla yabiliyor yabiliyor musunuz? mus unuz? MÂde MÂdem m ki karmaşık karmaşık bir bü tünlük tün lük var, o halde ba sit bir şeyler de olmalı. Tanımsız, belirsiz bir şeyin olmadığını söyle mek istiyor Leib Leibniz niz - ve bunu bu nunn aktüel, edimsel sonsuzu sonsu zu ima etmesi de kendiliğinden belli değil. Karmaşık bir şey varsa basitin de olması ge rekir. Her şeyin sonsuzca karmaşık olduğunu düşünecek insanlar da var; onlar onl ar belirsizin, tanımsızın taraftarlarıdır; tara ftarlarıdır; ama Leibniz Leibniz - başka başka nedenlerden do layı- sonsuzun gerçek, gerçek, edimsel edimsel olduğunu olduğun u düşünüyor; düşünüyor; o halde ????’nin de olması lazım... O halde... plajda güneşlenirken de nizin gürültüsü gürü ltüsünü nü işiti işitiyors yorsak, ak, he r bir dalganın küçük küçü k algılarına algılarına da sa hip olmamız olmam ız gerekiyor - Leibniz Leibniz özetle özetle diyor ki: ki: hatta her su damlacı ğının da algısına sahip olmamız gerekiyor... Niçin? Bu mantıksal bîr * .
94
LEİBNİZ - 29 NİSAN 1980
gereksinmedir gereksinmed ir - ve ne demek d emek istediğini istediğini birazdan görec göreceğ eğiz iz.. Bütünler ve parçalar, kısımlar üstüne aynı usavurmayı Leibniz şimdi de yapıyor - bir bütünlü bü tünlü k ilkesine ilkesine başvurarak başvurarak deği değil, l, bir neden ned en sellik sellik ilkesine bağlı bağlı olarak: algıladığımı algıladığımızz her zaman bir b ir etki, bir sonuç sonuç tur tu r - öyley öyleyse se bu sonuçların nedenlerinin neden lerinin de olması gerekir. Ve Ve elbette nedenle ned enlerin rin de algılanmış olmaları gerekir, yoksa yok sa sonuçlar algılanamaz algılanamaz lardı. O zaman damlacıklar dalgayı oluşturan kısımlar, parçalar değil ler - dalgalar dalgalar da aynı şekil şekilde de denizi oluşturan oluşturan parçalar parçalar değiller - aksi aksi ne bir b ir etki, etki, bir sonu ç üreten n edenlerdir bunlar. Arada Arada büy ük bir fark fark yok diyeceksiniz; ama dikkatinizi çekerim, Leibniz’ın bütün metinle rinde birbirinden ayrı iki iddia var ki, hep ikisini birden ileri sürer: iddialardan biri nedenselliğe diğeri parçalara ilişkindir. Yani nedensonuç so nuç ilişkisi ilişkisi ve parçap arça-bütü bütün n ili iliş şkisi, kisi, işte işte o zaman... zam an... bu demektir dem ektir ki bi linçli algılarımız bilinçdışı küçük, minik algıların akıntısı içinde yıka nıyorlar. Bir Bir taraftan taraftan bu b u nu n manttken man ttken böyle olması olması lazım lazım - ilkeler ve gerek lilikler uyarınca; ama büyük anlar, deneyim büyük ilkelerin beklenti lerine uydukları zamanlar gelirler. İlkeler ile deneyim çok güzel bir yaşar r şekilde çakıştığında felsefe işte en mutlu günlerini yaşa - bu dur du r um
filozofun kişisel bir mutsuzluğu olsa bile. Ve işte o anda filozof der ki: her şey güzel; her şey işte gerektiği gibi... O halde deneyimin, yaşantı nın bana göstermesi gerekir ki, bilincimin çözüldüğü, dağıldığı birta kım koşullarda küçük algılar bilincimin kapılarım zorlasınlar ve beni işgal etsinler. Bilincim gevşediği zaman demek ki küçük algılar işgal ediyorlar ben i - ama bunlar bun lar yine de bilinçli bilinçli algıla algılarr değiller değiller - farkmdafarkmdahklara dönüşmüyorlar, çünkü bilincim ancak iyice çözülüp dağıldığı zaman bilincimi işgal ediyorlar. İşte o zaman bir küçük algılar sürüsü işgal ediyor beni. Bu küçük algıların bilinçdışı olmayı bıraktıkları an95
GİLIES DELEUZE
lamına gelmez, bilinçli olmayı bırakan benim demektir bu. Ama onla rı görm emiş, emiş, yaşamamış yaşamamış da değilim - bilinçdış bilinçdı şı bir bi r yaşanmış yaşanmışlık lık da d a var. Onları tasavvur etmemişim, algılamamışım, ama oradalar işte, kayna şıp duruyorlar orada. Hangi durumlarda olur bu? Kafama sertçe vur muşlar muşlar:: sersemlemek sersemlemek - bu Leibni Leibniz’ z’da da hep tekrarlanan bir örnektir. Sersemlemişim, bayılıyorum ve bir küçük algılar dalgaSL sarıyor beni: kafamda mırıltılar... Rousseau, Rousseau, Leibntz’ Leibntz’ıı biliyord biliyordu u - ve kafasına kafasına bir bi r darbe alıp bayıldığ bayıldığım ım hatırlıyordu - bilincim yeniden kazanmasını ve küçük algıların kaynaşmasını anlatıyor. Bu Rousseau’nun Yalnız Geze nin Düşleri adlı kitabındaki kitabındaki çok güze güzell bir m etindir - bilinc bilincine ine dön üşü üşü
nü anlatır.
.;
Düşünce deneyimlerini arayalım: bu düşünce deneyimlerini Çap manın bile bir gereği gereği yok; yok; işlerin işlerin böyle böyle olduğun oldu ğunu u biliyoruz zaten - o halde düşünceyle düşünceyle ilkeye tekabül eden ede n deneyim tipini tipin i aramalıy aramalıyız: ız: bayıl ma... Leibniz çok daha ileri gidiyor ve diyor ki: ölüm de böyle değil mi? Bu Bu tabii ki birtakım birta kım Tanrıbilimsel T anrıbilimsel sorunla sor unlarr çıkaracak, ö lü m yaşa yaşa mayı terk eden bir yaşayan varlığın hali değildir, ölüm bir katalepsidir - tam manasıyla manasıyla Edgar Poe; Poe; basitç basitçee küçük küçü k algılara algılara indirgenm e hali... hali... Ve yine... yine... bilincim bil incimii işgal işgal ettiklerim de söyleyemem; söyleyemem; aksine a ksine bilincim bilin cim yayılıyor, genleşiyor, kendine ait bütün güçlerini kaybediyor; kendi nin bilincini bilincini yitirdiği için eriyor eriyo r , - ama çok tuhaf tuh af b ir şekilde bilinçdışı bilinçdışı küçük algıların sonsuz küçük bilinçleri haline geliyor. İşte buna ölüm demeliyiz. Başka bir deyişle, ölüm bir kuşatma halinden başka bir şey değil değil - algılar algılar bilinçli bilinçli algılar algılar halinde halind e gelişmeyi gelişmeyi bırakıyorlar, küçük kü çük al gıların sonsuzluğunca kuşatılıyorlar. Ya da, diyor Leibniz, rüyasız uy kuda kud a da yığınla yığınla küçük küç ük algıcık algıcık var.. var.... Bunu sadece algıya dair mi söyleyeceğiz? Hayır. Ve burada da, işte Leibniz’ın dehası... Leibniz imzalı bir psikoloji var. Bu ilk bilinçdışı te96
LE tB Nt Z- 29 NİSAN NİSAN 198 1980
önlerinden biridir. Frend’unkiyle asla alakası olmayan bir bilinçdışı kavrayışını anlayabilmeniz için yeterince konuşmuş bulunuyorum. Bütün bunla bu nlarr F reud’ reud ’da yeni olanın ne o lduğun lduğ unu u söylemek içindi içindi:: yeni olan hiç k uşkus uşkusuz uz Freud F reud’’dan önce önce b ir çok kiş k işinin inin ileri ileri sürdü sü rdüğü ğü bilinçdışının dışının varolduğu varoldu ğu varsayımı varsayımı değildi - Freud’ Freu d’un un bilinçdış bilinçdışım kavrama kavrama tarzıydı. Oysa Freud’un takipçilerinde Leibnizcı bir bilinçdışı anlayışı na varan birtakım çok tuhaf durumlar da olmuştur. Buna birazdan değineceğim. Ama anlayın ki bütün bunlar sadece algı konusuyla sınırlanmıyor - çünk çü nkü ü Leibniz’ Leibniz’aa göre ru hun, hu n, zihnin iki temel yeti yetisi si var: var: yani yani bilinç dışı küçük algılardan kurulan bilinçli farkındalık ve Leibniz’m iştiha dediği ded iği şey şey - iştah, iştah, istek, arzu... a rzu...'Ve 'Ve biz arzularla algılardan algıla rdan yapılmış yapılmışız. ız. Oysa iştiha bilinçli iştahtır. F.ger global algılar bir küçük algılar son suzluğundan teşkil olmuşsalar, iştahlar ya da büyük, brüt iştahlar da bir b ir k ü ç ü k iştah iştahlar lar sons so nsuz uzlu luğu ğund ndan an oluşuyo ol uşuyorr olmalılar olm alılar.. Görüy Gö rüyor orsu sunu nuzz ki iştahlar küçük algılara tekabül eden vektörlerdir. Bu çok tuhaf bir bilin bil inçç hali h aline ne geliyor. Su damla da mlacığ cığın ının ın teka te kabü büll ettiğ e ttiğii deni de nizz damlac dam lacığı ığına na susamış birisinde uyanan küçük küç ük b ir iştah iştah tekabül tekab ül ediyor. Ve “Tanrım, “Tanrım, susadım, susadım” dediğimde ne yapıyorum? Kabaca beni işleyen bin lerce ve binlerce algıcığm, beni kaleden binlerce ve binlerce küçük iş tahın global sonucu so nucunu nu ifad ifadee ediyorum. Peki Peki bu da nedir? nedir? Yirminci yüzyıl başlarında şimdi unutulmuş büyük bir İspanyol Bilg ginin inin Köke ken nleri leri biyolo biy olog g - adı ad ı T u rro rr o ’ydu.. yd u.... Fransızca Frans ızca bask ba skıs ısın ında da Bil
(1914) diye yayınlanan bir kitap yayımladı. Bu kitap olağanüstüdür. Turro Tu rro diyordu ki “acıktım” “acıktım” dendiğinde dendiğin de - sadece sadece biyoloji biyoloji formasyonu na sahipti... sanırsınız ki Leibniz canlanmış... evet... Turro diyordu ki “acıktım” dediğinizde b u gerçekten global bir s onuçtu on uçtu r; o nun nu n deyi deyiş şince global bir duyuştur. Ve işte bu kavramları kullanıyor: global- açlık 97
GILLt GIL LtS S DELE DELEUZ UZE E
ve küçük özel açlıklar. Diyordu ki global bir fenomen olarak açlık is tatistiksel tatistiksel bir sonuçtur. sonuçtu r. Global bir töz olarak açlık neden ned en oluşuyor oluşuyor pe ki? Binlerce küçük açlıktan: tuz açlığından, protein açlığından, yağ aç lığından, mineral açlığından vesaire... Turro diyor ki, “acıktım” dedi ğimde kelimesi kelimesine bu binlerce özel açlığın entegralini, bütün leştirmesini yapıyorum. Küçük diferansiyeller burada bilinçli algının diferansiyelleridirler ve bilinçli algı küçük algıların bütünleştirilmesi, entegralidir. Çok güzel... Görüyorsunuz ki binlerce küçük iştah bin lerce özel açlıktır. Ve Turro devam ediyor, çünkü burada hayvansal düzlemde düzle mde yine de çok tuha tu haff bir şe şe.y daha dah a var: Hayvan Hayvan kendisine kendis ine ne n e ge rektiğini nasıl biliyoT? Hayvan duyulabilir nitelikleri görüyor, üzerine atlıyor ve yiyor yiyor onu on u - herkes herke s duyulabilir nitelikleri nitelikleri yer çünkü. çü nkü. inek yeşil yeşil yer. Yani Yani ot yemez - ama herha h erhangi ngi bir b ir yeşili yeşili de yemez; çünk çü nkü ü otun yeşilini tanır ve o yeşilden başkasını yemez. Etobur bir hayvan prot pr otei einl nler erii yiyor yiy or değild değ ildir ir - gördü gö rdüğü ğü şeyi yeme ye mekte ktedir dir,, prot pr otein einle leri ri gör gö r mez. En basit düzeyinde bile içgüdünün önümüze koyduğu problem şudur: hayvanların yaklaşık olarak kendilerine uygun gelen şeyleri ye meleri nasıl n asıl açıkla açıklanma nmalı? lı? Gerçek G erçekte te hayvanlar yemeklerinde iç ortamla ortam la rın ın dengesi için gerekli olan belli belli bir m iktar yağ, yağ, belli belli bir miktar m iktar tuz, belli bell i bir b ir mikta mi ktarr prot pr otei ein n yeme ye mekt kted edirl irler. er. Peki ama, nedir ne dir bu iç ortam ort am?? İç ortam bü tün küçük kü çük algılar algıların ın ve ve küçü kü çük k iştahlar iştahların ın ortamıdır. ortamıdır. Bilinç ile bilinçdışı arasında ne tuhaf bir iletişim değil mi? Her tür yaklaş yaklaşık ık olarak kendisine gerekeni gerek eni yiyor - sadece içgüdü düşman düşmanları ları nın hep anımsattıkları bazı trajik veya komik balalar dışında: mesela kedilerin bazen kendilerin ken dilerinii zehirleyecek zehirleyecek şeyle şeyleri ri yedikleri oluyor oluyo r - ama bu b u da o kada ka darr ende en derr ki. işte işte b u d u r içgüdü içg üdü proble pro blemi mi.. Bu Leibnizvari psikoloji küçük algıları seferber eden küçük iştah larla ilgileniyor; küçük iştah küçük algının psişik yatırımını yapıyor 98
LEI8NIZ -
29 Nİ NİSAN 1980
ve bu ne biçim bir dünya? Sır küçük algıdan ötekine geçiliyor müte madiyen - bilmeden bilm eden üstelik. üstelik. Bilindiniz Bilindiniz globa globall algılar algılar ve büyük, brüt brü t iştahl iştahlar ar düzey dü zeyinde inde işliyor işliyor - “acıktım acık tım;” ;” ama işte... işte... “acıkt acı ktım ım”” dediğimd dediğ imdee işin işin içinde bir b ir sürü sü rü başkalaş başkalaşım, ım, bir b ir sürü sü rü geçiş geçiş var; tuza duyduğum duydu ğum kü çük açlık başka bir açlığa geçiyor, küçük protein açlığına; o ise küçük yağ açlığı açlığına na - ve bütün büt ün bu karışımlar karışımlar hiç de türde tü rdeş ş değill değiller. er. Toprak Top rak yiyen çocukları ne yapacaksınız? Hangi mucizenin eseri olarak topra ğın ihtiva ettiği vitamine ihtiyaç duydukları için toprak yerler? Bu bir içgüdü meselesi olmalı. Bunlar belki hilkat garibeleri! Ama Tanrı de mek ki canavarları, canavarları, hilkat garibelerini bile bile bir uyum içinde yaratıyor. yaratıyor. ■ O halde halde bilinçdışı bilinçdışı psişik psişik hayatın hayatın statüsü nedir? Leibniz Leibniz bir ara ara Locke’un düşüncesiyle karşılaşmış; ve Locke insanın Kavrayış Gücü Üs
tüne Deneme diye bir kitap yazmıştı. Leibniz çok büyük bir ilgi duy m uştu Ix Ix>cke’a - özellikle özellikle de Locke'un bü tün tü n bütün bü tünee yanıldığım düş dü şü nüyordu. Biraz da eğlenerek İnsanın İnsanın Kavrayış Kavrayış Gücü Gücü Üstüne Üstüne Yeni Dene başlıklı kocaman bir kitap yazmaya girişti. Bu kitapta, bölümleri meler başlıklı tek tek ele alarak Locke’un budalanın teki olduğunu gösteriyordu. Bu konuda haksızdı, ama yazdığı eleştiri muazzamdı. Sonra... kitabı ya yımlamadı. Kendi hesabına çok namuslu davrandı, çünkü bu arada Locke ölmüştü. Koskocaman kitabı bitirmişti, ama bir tarafa attı, yal nızca eşine dostuna yolladı. Bütün -bunları anlatıyorum, çünkü eseri n in en güzel sayfalarında s ayfalarında şimd şimdii yalnızca İngilizcesini ngilizcesini telaffuz telaffuz edeceğim edeceğim bir b ir kelime keli menin nin kavr k avram amını ını inşa inşa etmişü: e tmişü: uneasyness... uneasyness... Bu, özetle, ö zetle, rahatsız rahat sız lık gibi bir anlama geliyor geliyor - rahatsızlık hali... hali... Ve Locke kitabında açık lamaya çalışıyordu ki psişik, ruhsal hayatın ilkesi işte buydu. Duru mun ne kadar ilginç olduğunu görüyorsunuz, çünkü böylece bütün o bana ba nall haz ha z veya m utlu ut lulu luk k arayışı arayışı m eselel es elelerin erinden den kurt ku rtul uluy uyor oruz uz.. Locke Locke kabaca kabaca diyordu diyo rdu ki, haz aradığı aradığımız mız belki doğru; mutluluk mu tluluk arıyor olma olma 99
GİLLES DELEUZE
mız mü mk ün - bü tün bun lar müm kün; ama esas esas mes mesel elee bu deği değil: l: ya şayan varlıkta bir tür tedirginlik, rahatsızlık var. Bu tedirginliğe sıkıntı veya endişe de diyemezsiniz. Locke psikolojik karakterli bir tedirgin lik mefhumu atıyor ortaya. Ne hazza, zevke susamışız, ne mutluluk açlığı açlığı çekiyoruz çekiyoruz - Locke’ Locke’un un izlenimi izlenimi o ki, her h er şeyden şeyden önce tedirginiz tedi rginiz biraz. Yerimizde duram du ram ıyoruz ıyo ruz.. Ve Leibniz, enfes b ir pasajın pasa jında da bu kav kav ram ı tercüme tercü me etmeye he r zaman zama n girişilebi girişilebileceğ leceğini ini yazıyor - ama so nuçta tercümesi de çok güç; bu sözcük İngilizcede pekâlâ işliyor, bir İngiliz hemen anlıyor ne denmek istendiğini. Biz ise “sinirli" falan diye anlardık bunu. Locke’dan nasıl ödünç aldığım ve nasıl dönüştüreceği ni görüyorsunuz: ne dir peki p eki yaşayan yaşayan varlıklardaki varlıklardaki b u rahatsızlık rahatsızlık hali? hali? Bu asla yaşayan yaşayan varlığın varlığın mutsuzluğ u değildir. Hareketsiz durâ ug un da bile, bil e, bilinçli bilin çli algısı iyi çerçeve çerç evelen lenmiş miş olsa bile, b ir şeylerin eyl erin kayna ka ynaş şıp durduğu anlamına geliyor bu: küçük algılar ve akışkan küçük algıları dü rten küçük küç ük iştahlar iştahlar - akışkan akışkan algıla algılar, r, akışkan akışkan iştahlar iştahlar kıpraşıp kıpraşıp d u r mayı hiç bırakmazlar; işte durum budur... O zaman, eğer bir Tanrı varsa varsa - ve Lei Leibni bnizz bir Tanrının varolduğu varolduğu konusunda konusu nda ikna olm uşıuuşıu bu b u
uneasirıesi bir
mutsuzluk olmaktan o kadar uzaktır ki, neredeyse
azami algı geliştirme eğilimine denktir; ve azami algının gelişmesi ise bir b ir nevi nev i psiş ps işik ik sürek sür eklil liliği iği tanıml tan ımlaya ayacak caktır. tır. Sürek Sü reklilik lilik temasıyla temas ıyla yine yin e karşılaş karşılaşıyoruz ıyoruz - yani bilincin bilinc in sonsuz son suz ilerlemesi fikriyl fikriyle.. e.... Mutsuzluk Mutsuzlu k nereded nere dedir ir peki? peki? Mesel Meselee hep he p k ötü karşılaş karşılaşmaların maların olabi olabi leceğidir. Tıpkı düşerken bir taşta olduğu gibi: sözgelimi doğru bir çizgi boyunca düşmeye meyletmektedir; ama sonra onu engelleyen, belki de parçalayac parç alayacak ak olan ola n b ir kayaya kayay a rastg ra stgeli elir... r... Bu tam ta m manasıyla man asıyla en bü b ü yü k eğim yasasına ya sasına uyan uy an b ir kazadı kaz adır. r. Ama b u en b ü yü k eğim yasası nın en iyisi olmasını engellemez. Ne demek istediğini anlayabiliyorsu nuz değil mi? 100
LEtBN LE tBNIZIZ-2 2 9 Nİ NİSA SAN N 1980
işte işte size size küçü k üçük k algıl algılar ar bakımından bakımında n tanımlanan bir bilinç bilinçdış dışıı - ve bu b u k ü ç ü k algılar hem he m sonsu so nsuzca zca k ü çü k algılar h em de bilinçli bilin çli algının diferansiyelleri... diferansiyelleri... Küçük iştahlar iştahlar ise hem he m bilinçdışı bilinçdışı iştahlar iştahlar hem de bi linçli iştahın, iştihanın diferansiyelleri... Bilincin diferansiyellerden yo la çıkan bir bi r psiş ps işik, ik, ruhs ru hsal al hayat gelişimi gelişimi var... Demek ki Leibnizcı bilinçdışı bilincin diferansiyellerinin toplamı, kümesidir. Bilincin diferansiyellerinin sonsuz toplamı, bütünüdür. Demek ki bilincin bir türeyişi vardır... Bilincin diferansiyelleri olduğu fikri temel bir önem taşıyor. Su damlacığı ve su damlacığına duyulan iştah, bütün bu özel, özgül açlık lar, susuzluklar - sersemlemelerin sersemlemelerin bir dünyası... Bütün Bütün bunlar bu nlar çok acayi acayip p bir dünya düny a resmi koyuyorlar önümüze. Çok kısa bir bi r parantez para ntez açıyorum: böyle böyle bir bilinçdışmın bilinçdışmın felsefe felsefe için de uzu u zun n b ir tarihçesi tarihçesi var. var. Kaba Kabaca ca denebilir deneb ilir ki, bu gerçekle gerçekle tam tam ına diferansiyel nitelikti bir bilinçdışmın keşfi ve teorikleştirilmesidir. Gö rüyorsunuz ki, bu bilinçdışı sonsuz küçüklükler hesabına çok yakın dan bağlı —işte bu yüzden buna psiko-matematik bir alan diyordum. Nasıl eğrin eğ rinin in diferan dife ransiye siyelleri lleri varsa bilin bi linci cin n de diferansi dif eransiyeller yellerii var. v ar. Her iki alan da, psişik, ruhsal alan ve matematiksel alan sembolize ediyor lar. Eğer meselenin gelişme çizgisini ararsam derim ki bu büyük fikri ortaya atan kişi kişi Leibniz’ Leibniz’dır dır - bu söz konu ko nusu su diferansiyel bilinçdışmın bilinçdışmın ilk dev kuram ku ram idır... Arkası gelmekte gecikmeyecektir tabii... tabii... Küçük algıcıklar ve küçük iştahçıklar temelinde kurulan diferansiyel bir bilinç dışı dışı kavrayışının kavrayışının uzu u zun n bir geleneği olmuş olm uştur. tur. Bu geleneğin geleneğin do ruk ru k nok n ok tası Fransa’da, Fransa’da, tuhaftır, tanınmam ış büy ük bir yazarladır yazarladır - Fechner adlı bir Alman post-romantiği... Teibniz’ın bir ardılıdır ve diferansiyel bir b ir bilin bi linçd çdış ışıı kav k avray rayış ışını ını geliş g eliştirece tirecektir. ktir. Peki Freud bu işe ne getirmiştir? Kuşkusuz bilinçdışını değil 101
G1U.ES d e l e u z e
çünkü bilinçdışının çok güçlü bir teorik geleneği zaten vardı. Ve Freud'da ud 'da bilinçdışı bilinçdışı algıları algıların n olmaması değildir soru n - onda bilinçdış bilinçdışı, ı, bilinçsiz bilinçs iz arzul arz ular ar bile vardı va rdır. r. Hatırla Ha tırlarsın rsınız, ız, Freu Fr eud’ d’da da tasav tas avvu vuru run n bilin bi linç ç dışı olabileceği fikri vardır; ve başka bir açıdan duygu da bilinçdışı, bilinçsiz olabilir. olabilir . O n u n kura ku ram m ı algı ve iştah iştah tartış tar tışma masın sınaa yeterinc yete rincee ce vap vermektedir. Ancak Freud’un yeniliği bilinçdışını şey gibi... kav ramasıdır - ve burada çok büy ük bir farkı farkı gerçekten açı açığa ğa vuran son derecede temel bir şey söylüyorum: Freud bilinçdışını bilinçle bir ça tışma ya da karşıtlık ilişkisi içinde kavrıyor, diferansiyel bir ilişki için de değil. Bu bilincin diferansiyellerini ifade eden bir bilinçdışı kavra yışı ile bilinçle çatışmaya giren ve karşıt olan bir bilinçdışı kavrayışı arasında muazzam bir fark vardır. Başka bir deyişle Leibniz’da Silirıç ile bilinçdışı bilinçdışı arasında arasınd a bir b ir ilişki ilişki var - yitip gitmekte olan farkların far kıyla kurulmuş bir ilişki; Freud’daysa ikisinin güçleri birbirlerine kar şıttırlar. Denebilir ki bilinçdışı tasavvurları çekiyor kendine, bilincin elinden elin den sök s öküp üp alıyor - tam anlamıyla an lamıyla iki karşıt güç gibiler. gibiler. Diyebilir Diyebilir dim ki Freud Kantla Hegel’e bağlı, bu apaçık... Bilinçdışını açık bir şekilde bir bi r irade irad e çatışması çatışması biçimine soka s okanlar, nlar, yani y ani algının diferansiyeli diferansiyeli temasından uzaklaşanlaf, Freud’un olağanüstü bir derinlikle tanıdığı ve Kant’tan Kant’tan gelen Schopenhau Schope nhauer er ekolüydü. ekolüydü . O halde ha lde Freud Fr eud’’u n orijinal liğini liğini korum ak gerekir gere kir - sadece bu k onud on udaa bazı bilinçdışı bilinçdışı felsefele felsefeleri ri nin önemli bir hazırlığı olmuştu; ama bu felsefeler asla Leibnizcı bir akıma ait değildiler. değildiler. Demek ki bilinçli algımız sonsuz sayıda küçük algıcıklardaıı kurul muş. Bilinçli iştihamız ise sonsuz sayıda küçük iştahlardan... Leibniz garip bir işlem yapıyor gibi ve kendimizi tutmazsak pekâlâ hemen prot pr otes esto to etmeye girişebiliriz girişebiliriz o n u . Ona On a diyebilir diy ebiliriz iz k i, pekâ pe kâlâ, lâ, algının algın ın nedenleri ned enleri var - mesela mesela yeş yeşil il algımın algımın ya da herhangi h erhangi bir renk algımı algımın n102 102
LEIBN’Z - 29 NİSAN NİSAN 1980 1 980
bun bu n lard la rdaa bir bi r
s ü t ü
fiziksel fiziksel titreş titr eşim im bulun bu lunuyo uyor. r. Ve b u fiziks fiziksel el titreşimle titreşimle
rin kendileri asla algılanmıyorlar. Peki Leibniz ne hakla bilinçli bir al gıdaki bu temel temel nedenlerin nedenle rin sonsuz küçük kü çük algıla algıların rın nesneleri olduğun u söylüyor, neden? Ve bilinçli algımızın sonsuz sayıda küçük algıcıklardan kurulu olduğunu, yani denizin uğultusunun algısının bütün su damlacıklarının algılarından oluştuğunu söylediğinde ne demek isti yor?
.
Metinler Metinlerii daha dikkatle okursanız, bu du rum ru m çok ilginçti ilginçtir... r... çünkü çün kü ilg ilgili metinler metinle r birbir b irbirind inden en farklı farklı iki iki şey şey söylüyorlar - biri açıkça basit basit leştirmek için yazılıyor, ötekiyse Leibniz’m gerçek düşüncesini aksetti riyor. İki başlık var: birinciler parça-bütün başlığı altında ve bu du rum bilinç bilinçli li algının algının he r zaman bir bütüne bütün e dair olması olması dernektir - ve bu b u b ü tün tü n algı yalnızca ya lnızca sonsuz son suzca ca küçü kü çük k parç pa rçal alan an varsaymak vars aymakla la kalmaz, bu sons so nsuz uz küçü kü çük k parç pa rçal aları arın n bizzat kend ke ndile ilerin rinin in algılanmış olduk old uklar larını ını da varsayar. O zaman işte şu formül: bilinçli algı küçük algılardan ya pılmı pıl mış ştır - b u d u ru m d a “...’ ... ’dan da n yapılm ya pılmış ıştır” tır” dediğ de diğim imde de b u “k uru ur u lu lu dur,” “...’den bileşmişim" dememle aynı şeydir. Leibniz çoğu zaman böyle söylerd söy lerdi. i. Bir Bir metin me tin parça pa rçası sı işte işte:: “Başka Başka türl tü rlü ü b ü tün tü n hiç hissedil hiss edil meyecekti ki...” ... yani bu küçük algıcıklar olmasaydı bütünün bilin cine asla vanlamayacaktı. Duyu organları küçük algıların bütünleştirilmesiyle işlerler.. Göz bir küçük titreşimler sonsuzluğunu bütünleşti rir ve o zaman bu kü çük titreşimlerden titreşimlerden glob global al bir nitelik kurar ku rar - buna yeşil derim, kırmızı derim, vesaire.., Metin çok nettir: söz konusu olan bütün-parça ilişkisidir... leibniz hızlı gitmek istediğinde böyle konuşmayı tercih ediyordu. Ama meseleleri gerçek anlamıyla açıkla mak istediğinde başka başka bir şey şey söylüyordu - diyordu diyo rdu ki bilinçli algı algı kü kü çük algılardan türemiştir, onların türevidir. Bir şeyden kuruldu, oluş tu demekle bir şeyden türedi demek aynı şey değil. Birinci durumda 103
GILLES DEUBJZE
elinizde büıün-parça ilişkisi var, İkincisinde bambaşka türden bir iliş ki var. Hangi başka tür? Türeme ilişkisi, türev dediğimiz şey... Bu da bizi biz i sons so nsuz uz küçü kü çükl klük ükle lerr hesab hes abına ına götü gö türü rür: r: bilinç bili nçli li algı k ü ç ü k algıcıklarıiı sonsuzluğundan türemiştir. O andan itibaren artık duyu organı n ın bütünleş bütünle ştiriyor olduğun oldu ğunuu söyley söyleyemem emem artık. artık. Dikkat Dikkat edin matema matema tikteki eııtegral roelhumu ikisini birleştiriyor: entegral hem bir şeyden türeyendir hem de bü bütünleştirmeyi gerçekleştirendir. Ama bu çok özel bir bütünleştirme tarzıdır; ekleyerek, toplayarak yapılan bir bü tünleştirme değildir. Yanılgıya düşmeksizin, Leibniz uyarmasa bile, son sözü söyleyenin ikinci metinler grubu olduğunu söyleyebiliriz. Leibniz bize bilinçli algının küçük algıcıklardan oluştuğunu söyledi ğinde gerçek düşüncesi düşüncesi aslında bu değildir değildir.. Öte yandan yan dan esas düşünce düşünce si bilinç bilinçli li algının küçük küçü k algıcıklardan algıcıklardan türediğidir. Ne demek bu b u “türü tür ü yor" peki? İşte Leibniz’ın başka bir metni: “Fark ettiğimiz ışığın veya rengin algıs algısı, ı, yani bilinçli bilinçli alg algıı - farkına farkına varmadığımız varmadığımız çok büyük büy ük miktarda küçük algıcıklardan oluşmuştur; ve farkına varmadığımız bir gürültü ve algısına sahip olduğumuz, ama hiç dikkat etmediğiniz bir gürültü de fark edilebilir hale gelir gelir - yani küçü kü çükk bir eklemeyle veya veya artış artışla bi linçli algı haline gelir." Simdi metnin birinci biçiminde olduğundan farklı olarak küçük algılardan bilinçli algıya tümleştirme, bütünleştirme yoluyla geçilmi yor artık; küçük algılardan global algıya küçük bir artışla, ekle geçili yor. Anladığımızı sanıyorduk, ama birdenbire her şey değişti, artık hiçbir şey anlayamaz hale geldik. Küçük bir ek, yani küçük bir algıcık daha; yani küçük algılardan global bilinçli algıya küçük bir algıcıkla mı geçiliyor? İnsan kendi kendine bu kadarı da olmaz diyebilir. O za man diğer metne geri geri dönmeye karar verilebilir verilebilir - hiç değilse değilse o daha 104
LEIBNIZ LEIBNIZ - 29 NİSAN 1980 1980
açıktı. Evet, daha açıktı, ama yetersizdi. Yeterli metinler ise yeterliler, ama hiçbir şey şey anla anlayamı yamıyoruz yoruz.. Son derecede derecede hoş ho ş bir durum du rum bu - eğer eğer yakındaki bir başka metne rastlamasaydık çok tuhaf bir halde olur duk; orada Leibniz bize diyor ki: “Aynı anda çok miktarda şeyi bir arada düşündüğümüzü hesaba katmak gerekir. Ancak biz yalnızca en ayrıcalıklı, ayırt edilmiş olan düşüncelere dikkat ediyoruz..." Çünkü dikkate değer bir şey öyle olmayan parçalardan, kısımlar dan da n oluş olu şmuş mu ş olmalıdır - Leibniz Leibniz bu noktada nok tada her he r şeyi şeyi birbirine birb irine karış karış tırmaya başlar; ama' bunu bilhassa yapmaktadır. Ondan, daha masum olmayan bizler ise “dikkate değer” terimini atak ortaya; ve biliyoruz ki “hatırı sayılır," “dikkate değer,” “apayrı” gibi terimleri her kullanışında Leibniz Leibniz aslında son derecede teknik b ir anlam yüklemektedir bunlara - ama aynı aynı zamanda her h er şey şeyii karmakarışık, karmakarışık, bulanık da kılmaktadır çünkü Descartes’tan beridir açık ve seçik diye bir şeylerin olduğu fikri genelgeçer bir hale gelmişti. İşte Leibniz araya şu "dikkate değer” teri mini sızdmveriyor sızdm veriyor - en dikkate değer, apayrı olan düşünceler düşünceler yani. yani. Apayrı olanı, dikkate değer olanı, biricik ve tekil olanı anlayın. Nedir peki pek i bu? Bilinçli Bilinçli olmayan olma yan k üçük üç ük algıcıklard algıc ıklardan an bilinçli bilinçl i global algıya k ü çük bir b ir ek sayesind sayesindee sıçrıyoruz; sıçrıyoruz; küçücük bir b ir ek... ek... O halde bu herhan herh an gi bir küçük ekleme olamaz değil mi? Bu ne başka bir bilinçli algıdır, ne de eklenen bilinçsiz başka herhangi bir küçük algıdır. Peki nedir o zaman? Ne demek istiyor Leibniz? Demek istediği'şudur: küçük algıla rınız bir b ir “sıradanlıklar” serisi, serisi, silsi silsiles lesii oluşturuy oluşturuyorlar orlar - kurallı ve du-; du -; zenli zenli denen de nen b ir seri, seri, b ir dizi... dizi... Bütün bu su damlacıklar damlacıklarıı - temel temel algı algı-cıklar, sonsuzca küçük, minik algıcıklar... Buradan denizin uğultusu dediğiniz dediğ iniz global, kapsayıcı algıya algıya nasıl geçersiniz? Birinc Birincii cevabı cevabı şuydu: şuydu: küçük kü çük b ir ekle geçerim... geçerim... Yorumcusunun Yorum cusunun ce ce vabı: Ok... tamam; bu doğru... Kimse belki de karşı çıkmaya kalkış10 5
GILLES DELEUZE
mayacaktır. Yanılmadığını, yoluna çabuk devam etmek için böyle ko nuştuğunu bilmek için bir yazan, bir düşünürü yeterince sevip tanı mak ma k gerekir... gerekir... İkinci cevap ise şu: evet, küçük bir ekle geçiyorum. Ama bu ola ğan, düzenli veya sıradan bir küçük algtcığın eklenmesi olamaz; üste lik bilinçli herhangi bir algının eklenmesi de olamaz, çünkü böyle bir durum duru m da bilincin halihazırda halihazırda orada bulund bu lund uğu nu ta baştan baştan varsaymı varsaymış ş olmamız olmamız gerekirdi gerekirdi.. Cevap Cevap şunu şunu demeye demeye varır - dikkate değer bir n ok taya yaklaşıyorum, ona komşuyum artık; demek ki bir totalleştirmeyle, tümleştirmeyl tümleştirmeylee uğraş uğr aşıyor ıyor değilim; tam aksine aksi ne bir b ir tekilleştir tekilleştir meyle, meyle, biricikle biric ikleş ştirmeyle tirm eyle uğraşıyoru uğ raşıyorum m . Algının bilinçli hale hal e gelmesi gelmes i algılanan algıla nan minik su damlacıklarının serisi biricik, tekil, dikkate değer bir ndktaya yaklaşıp yaklaşıp komş ko mşu u olduğ old uğun unda da gerçekleşiyor. gerçekleşiyor. Bu bambaşka bir bakış tarzıdır, çünkü o andan itibaren diferansi yel bir bilinçdışı fikrine yöneltilebilecek eleştirilerin büyük bir kısmı ortadan kalkacaktır. Ne demektir bütün bunlar? Orada Leibniz’ın en tamamlanmış görünen metinleri girerler devreye. Başladığımızdan be ri şu küçük unsurlar fikriyle uğraşıp durduk; ama bu da yalnızca bir söyleme biçiminden ibarettir; çünkü diferansiyel olan şey unsurlar fi lan değildir değildir - yani x’e x’e oranla dx değildir, çünkü x’e oranla dx bir hiç tir. Diferansiyel olan şey y 'ye oranla dy de değildir, çünkü o da bir hiçtir... Diferansiyel Diferansiyel olan tek şey şey dy/dx’ dy/dx’tir - yani bir bi r ilişkidir. ilişkidir. Sonsuzca küçüklerin dünyasında işte böyle bir şey iş başındadır. Tekil, biricik noktalar düzeyinde diferansiyel ilişkinin işaretinin tersine döndüğ dön düğünü ünü hatırlıyorsunuz. Leibniz Leibniz bilmeden bilmeden F reud’ reu d’aa hamile kalıyor burada. bur ada. Büyümelerin ve küçülmelerin, artmaların ve azalmala azalmala rın tekillikleri düzeyinde diferansiyel oran ya da ilişki işaret degiştiri106
LEfBNIZ - 29 NİSAN 1980
yo r - ters işareti işareti alıyor. alıyor. Algı Algı meselesinde ise ise nedir ned ir bu b u diferansiyel diferansiyel iliş iliş ki ya da oran? Neden unsurlar değil de ilişkiler, oranlardır diferansi yel olan? Bir Bir ilişkiyi ilişkiyi belirleyen şey tam da fizik fiziksel sel unsur uns urlar lar ile bedenim arasında kurulu bir ilişkidir. Fiziksel uyaranın biyolojik vücudumla ilişkisidir. Bedenimin titreşimleri ve molekülleri... O halde elinizde dy ve dx var. var. Algının diferansiyel diferansiyel ilişkisi ilişkisi iş işte bud b udur ur.. Am A m k bu b u düzeyde mi nik algıcıklardan tam manasıyla bahsetmenin olanaklı olmadığım arılı yorsunuz. Fiziksel uyarım ile fiziksel hal arasındaki diferansiyel ilişki yi artık art ık rah at raha ra hatt dy/dx dy/dx’’e aktarabilirsiniz... hiç önemli ö nemli değil.. değil.... Ama algı ancak diferansiyel ilişki ilişki bir b ir tekilli tekilliğe ğe tekabül teka bül ettiğinde, ettiğind e, ya n i iş i şaret değiştirdiğinde değiştirdiğinde bilinçli hale gelir. gelir. Mesela Mesela uyarı uya rı yeterince yeteri nce yaklaş ya klaştığında... tığında... Küçük algıcıklann sonsuzluğunun bilinçli algıya dönüşmesini sağ layan o küçük artışı tanımlayacak olan şey vücuduma en yakm olan su molekülüdür. Bu artık bir parçalar, kısımlar arası ilişki değildir; bir türev, türeyiş ilişkisidir. Tekilliğin, biricikligin yakınlarım, komşuluk bölgesin bölg esinii tanımlay tanım layacak acak olan şey uyara uy aranı nın, n, dürt dü rten en b ir şeyin biyolojik beden be denim imle le girdiğ gi rdiğii diferansiyel diferansi yel ilişkidir. ilişkidir. İşte Leibnız’ Leibn ız’ın ın hang ha ngii anlamd anla mdaa işaretlerin işaretlerin ters çevrilmesinin, çevrilmes inin, yani bilinçliden bilinçdışına, bilinçdışına, bilinçdış b ilinçdışmmdan bilince geçişlerin bir karşıtlıklar bilinçdışına değil, diferansiyel bir bilinç bil inçdı dış şına g önde ön derd rdik ikler lerin inii söyleyebileceğin söyleyeb ileceğinii görüy gö rüyor orsu sunu nuz. z. poseti setite te's 'sii sorun Freud’un po so runun unaa - mesel meselaa Young Young bağlamında bağlamında değindi
ğimde: orada tam anlamıyla Leibnizcı bir yan var; bu da zaten Fre ud’un büyük ölçüde öfkesine hedef olmuş; tam da bu yüzden, işte, Freud, Young’ın psikanalize mutlak bir şekilde ihanet ettiğini düşünü yor. Young’ Young’ınki ınki tam anlamıyla diferansiyel diferansiyel tipten bir bilinçdışı. bilinçdışı. Ve b u n u da Leibniz Leibnizcı cı bilinçdışına bilinçdışına çok ç ok bağlı olan Alman romantik rom antik geleneğ geleneğine ine borçl bo rçlu. u... .. 107
GILLES DELEUZt
Tamam. Demek ki küçük algıaklardan bilinçdışı algıya dikkate değer herhan he rhangi gi bir b ir şeyin şeyin eklenmesi eklenmesiyle yle geçiliyor geçiliyor - yani olağanların, sı radanların oluşturduğ oluşturduğu u seri bir sonraki tekilli tekilliğin ğin komş kom şuluk bölgesine bölgesine yaklaştığında; öyle ki ruhsal hayat da tıpkı matematiksel eğri gibi Sü reklinin kompo ko mpozisyo zisyonu nu adını verebileceğimiz verebileceğimiz bir yasaya yasaya bağlı... bağlı... Sürekliliğin bir kompozisyonu var, çünkü sürekli olan şey bir ürün, bir sonuçtur: bir arada mümkün oluş ve olmayış ne anlama ge lir? Dosdoğru buradan türemişlerdir; Bir arada mümkün oluşun for mülünü alalım. Dört tekilliğiyle kare örneğime geri dönüyorum. Te killiklerden killiklerden birini birini ele alın - bir noktadır no ktadır bu; onu bir çemberin çembe rin merke zi yapın. Hangi çember? Başka bir tekilliğin komşuluk bölgesine, ka dar. Başka terimlerle söylersek ABCD noktalarıyla tanımlanan kaîfcde A noktasını, çevresi B tekilliğinin komşuluk bölgesinde bulunan, ora ya kadar giren bir dairenin merkezi olarak alıyorsunuz. Aynı şeyi bu kez B için yapıyorsunuz. Bu daireler birbirlerini kesiyorlar. Böylece, tekillikten tekilliğe süreklilik diyebileceğiniz bir şeyi oluşturacaksınız. Süreklili Sürekliliğin ğin en basit örneği doğru bir b ir çizgidir çizgidir - ama tabii tabii ki doğru ol mayan çizgilerin de bir sürekliliği var. Kesişen çemberlerden oluşan sisteminizde bir süreklilik var, çünkü iki olağanlar dizisinin değerleri - A’da A’dan n B’ B’ye olanl ol anlar ar ile B’ B’d en A’ya olanla ola nlarr çakış çak ışıyorl ıyorlar. ar. İki çemb çe mberi erin n kapsadığı iki olağanlar dizisinin değerleri arasında bir çakışma varsa, o zaman elinizde bir süreklilik var demektir. Böylece sürekliliğin bir sürekliliğini oluşturabilirsiniz, oluşturabilirsiniz, mesela - bir kareyi... kareyi... Eğer tekillikler tekillikler den türeyen olağan seriler birbirlerinden uzaklaşıp ayrılıyorlarsa, o zaman da elinizde elinizde bir süreksizlik süreksizlik var demektir. demektir. O zaman b ir dünyayı oluşturan, oluşturan, k uran ur an şeyin şeyin bir sürekliliğin sürekliliğin sürek liliği olduğunu söyleyeceksiniz. Bu süreklinin kompozisyonu, inşası dır. Bir süreksizlik ise birbirlerinden ayrılmakta olan iki tekil nokta108 108
LEIBN17.. LEIBN17.. 29 2 9 NİSAN 1980 198 0
dan türeyen olağanlar serisi ya da kuralhlıklar silsilesi tanımlanabildiginde olur. Üçüncü tanım: varolan dünya en iyisi midir gerçekten? Acab Acabaa neden? Ç ünkü ünk ü bu b u azami süreklilik süreklilik sağlayan sağlayan bir dünyadır. Dör düncü tanım: bir-arada-mümkün olan ne demek? Bileşik bir sürekli likler kümesi veya bütünü. Sonuncu tanım: bir-arada-mûmkün-olmayan ne dernek? Diziler ayrıklaştığında, bu dünyanın sürekliliğiyle baş ka bir b ir dünyanın dün yanın sürekliliğini sürekliliğini birbıriyle bağdaştıramadığınızda... bağdaştıramadığınızda... Tekil liklerle bağlantılı olarak, olağanlar serileri ayrıksılaştığmda, işte o an dan itibaren itibaren aynı aynı dünyanın d ünyanın parçala p arçalann olamazl olamazlar. ar. Süreklinin psiko-matematik türden tür den bir inşa inşa kuralı var elinizd elinizde. e. Ni ye görülmü görü lmüyor yor peki? Niçin bilinçdışına bilinçdışına yönelik bir bi r araştırmaya araştırmaya ihtiy ihtiyaç aç duyuluyor? Çünkü bir kez daha tekrarlıyorum, Tann bir sapkındır. Tanrının Tan rının sapkınlığı azami süreklili sürekliliği ği içeren bir b ir dünyayı seçmiş olması dır; azamiyi hesaplayarak dünyayı seçmiştir ve azami sürekliliği içeren dünyayı varoluşa geçirmiştir; böyle seçilmiş bir dünyayı inşa etmiştir, yalnız süreklilikleri de dağıtmadan, yaymadan etmemiştir, çünkü bun b unla larr süre sü rekli klilik likler lerin in sürekl sür eklilik ilikler leridi idir. r. O nları nla rı oraya oray a buray bu rayaa dağıtmış dağıt mış tır. Ne demek peki bu? Leibniz diyor ki, dünyamızda süreksizlikler, kopukluklar, sıçramalar olduğu izlenimine sahibiz. Hayranlık verici bir terimle ter imle,, müzik mü zikte te düş dü şm eler ele r olduğ old uğuu izlenim izle nimine ine sahi sa hipp olduğ old uğum umuz uzuu söylüyor. Ama aslında böyle bir şey yok. Aramızdan bazıları insan ile hayvan arasında bir uçurum, bir kopukluk olduğu izlenimine sahip ler. Bu zorunlu, çünkü Taiırı, o aşın yaramazlığıyla ve kurnazlığıyla seçeceği dünyayı azami süreklilik biçimi altında inşa etmiştir; bu yüz den insan ile ile hayvan arasında her he r türden türde n ara düzey ve ve derece farkl farklar arıı bulu bu lunu nuyo yor. r. Ama T ann an n onları onla rı bizim biz im fark far k etmem etm emizi izi engellemeyi de ih mal etmemiştir. Gerekirse bunları kâinatımızın başka, gezegenlerine göndermiştir. Peki ama, neden? Çünkü sonuçta bu iyi bir şeydir; Do109 109
GILLKS DELEUZE
ga üzerinde hakimiyetimiz olduğunu sarıabilmemiz iyidir. En kötü hayvan ile bİ2 arasındaki o kadar geçişi görebilmiş olsaydık daha az gurura kapılırdık; ama bu gumr yine de iyidir, çünkü insanın Doğa üstünde üstünd e hakimiyet ve iktidar kurmasına olanak verir. verir. Son olarak bu Tanrının sapkın olduğundan değildir; bu Tanrının seçilmiş olan dünyaya çeşitlilik kazandırmak, bütün bir küçük farklar, yitip giden farklar sistemini gözden saklamak için oluşturmuş olduğu süreklilikleri süreklilikleri kırmayı kırmayı asla asla bırakmamasıdır. Bu yüzden yüz den duy u organımı za ve cılız düşüncemize önerdiği, tam aksine aşın ölçüde bölümlere ayrılmış bir dünyadır aksine. Zamanımızı Descartes gibi hayvanların ruhu olmadığım ya da ne bileyim mesela konuşmadıklarını söyleyerek geçiririz. Ama durum asla böyle değildir; bin bir türlü geçiş, biti.bir türlü tan ım ak vardır vardır.. Burada bir-arada-mûmkün-oluş ve bir-arada-mümkün-olmayış gi bi özgül özg ül b ir ilişkiyi ilişkiyi tutu tu tuy y oruz or uz elimizd elim izde. e. Bir kez k ez daha da ha birbi r-ar arad adaa-m m üm kün-oluşun olağanlar dizileri birbirlerine yaklaştıklarında olduğunu; yani iki tekillikten türeyen ve değerleri çakışan olağan nokta dizileri yakınlaştıklarında olduğunu bir kez daha söylüyorum; aksi halde eli mizde süreksizlik sürek sizlik vardır. Baş Başka bir dünya dü nya da mü m kün kü n iken acaba acaba T ann an n onu değil değil de de ned en bu b u düny dü nyay ayıı seçti? Leibniz’ Leibniz ’ın cevabı ceva bı b ir şahes ah eserd erdir: ir: ç ü nk ü b u düny dü nyaa matematiksel olarak azami süreklilik içeren dünyadır ve bu dünyanın m üm kün kü n düny aların en iyis iyisii olması olması sade sadece ce ve sadece işte işte bu anlamda anlamda dır. Bir kavram daima son derecede karmaşık bir şeydir. Bugünkü der si tekillik kavramı etrafında yaptık. Ama tekillik kavramı altında bin bir b ir türl tü rlü ü dil, dil , b in b ir tü rlü rl ü söz vard va rdır. ır. Bir kavra ka vram m daima daim a çoksesli çok seslidir, dir, zorunlu olarak çokseslidir. Tekillik kavramım asgari bir matematiksel no
LEİBNİZ- 29 NİSAN 1980
aygıt sayesinde yakalayabilirsiniz ancak: sıradan veya düzenli noktala ra karşıt olarak tekil noktalar —ve bu da psikolojik tipten bir düşün me düzeyinde... Nedir bir sayıklama, kekeleme; nedir bir fısıltı, bir söylenti, vesaire... Ve felsefenin düzeyinde, özellikle Leibniz vakasında şu bir-arada-mümkün olmanın inşa edilmesi... Bu matematiksel bir felsefe değildir; ne de orada matematik felsefe haline geliyordur; ama felsefi bir kavramın içinde, zorunlu olarak onu sembolize edecek bin bir b ir türd tü rden en düze dü zenn zoru zo runl nluu olarak ola rak vardı va rdır. r. O n u n felsefi felsefi bir kafası, m ate at e matik bir kafası ve düşünce yaşantısmı tadan bir kafası vardır. Ve bu bü b ü tün tü n kavra ka vraml mlar ar için doğr do ğrud uduu r. Birinin dikk di kkati atini ni b u tuha tu haff çifte yö yö nelttiği gün felsefe için gerçekten büyük bir gün olmuştur; ve işte fel sefede yaralım diye buna diyorum. Özellikle Leibniz şu meseleyi orta ya attığında: tekillik, tekil olan —işte yaratma edimi tam da budur; özellikle Leibniz bize tekil olanı basitçe evrensel olana karşı sürmenin haklı olmadığını söylediğinde. Bu konuda konuşan matematikçilerin ne dediklerini duymak çok daha ilginç olurdu: onlara göre, kendileri ne sakladıkları nedenlerden dolayı, tekil olan, evrenselle ilişkisi hala mından değil, sıradan, olağan veya düzenli olanla ilişkisi bakımından düşünülmelidir. Leibniz bu noktada matematik filan yapıyor değildir. Daha çok ilham kaynağının matematik olduğunu, ama onun bundan felsefi biT teori tesis etmekte olduğunu söylerdim —tanı tamına radikal olarak yepyeni olan topyekûn bir hakikat kavrayışı; yepyeni, çünkü bu şu anlam an lamaa geliyor: doğr do ğruu ve v e yanlış ya nlış meselesine meseles ine o kad k adar ar kula ku lakk asma as ma yın; düşüncenize ne doğrudur ne yanlıştır sorusunu yöneltmeyin, çünkü düşüncenizde yanlış veya doğru olan her şey, çok daha derin bir b ir şeylerd eyl erden en çıkageliyor. Bir düşüncede önemli olan dikkate değer noktalar ile olağan, sıra dan noktalarda. Her ikisi de lazımdır: düşüncenizde yalnızca tekil, bi tti tt i
G1LLES DELEUZE
ricik noktalar varsa, elinizde meseleyi ötelere taşımak için bir metodu nuz yok demektir; yani sıfıra sıfır... Elinizde sadece olağan noktalar varsa o zaman başka bir şeyler düşünmeye girişseniz daha iyi olur. Ve kendinizi ne kadar dikkate değer addediyorsanız dikkate değer nokta ları o kadar az düşünebiliyorsunuz demektir. Başka terimlerle söyler sek, tekilin tekilin düşünülm düşünülmesi esi dünyanın düny anın en e n alçakgönüll alçakgönüllü ü düş d üşüncesidir üncesidir düş dü şünürü ün ürü n zorunlu olarak alçakgönü alçakgönüllü llü olduğu yer işte işte bu dur, du r, çünkü düşürür olağanlar serisi üzerinde bir çıkmadır, bir uzamadır; ve dü şünce de, bizzat, evet, düşünce de tekilliğin unsuru içinde patlak ve rir, ki bu tekillik unsur uns uru, u, işte, işte, kavramdır... kavramdır... t
112
6 MAYIS 1980
Geçen defa bir arada mümkün olmanın, bir arada mümkün olma manın ne anlama geldiği sorusu üstüne tartışmamızı bitirmiştik. Bu iki ilişki neydi? Bir arada mümkün olma ilişkisi, bir arada mümkün olmayış ilişkisi... Nasıl tanımlayacağız bunları? Bunun karşımıza bir sürü problem çıkardığım ve bizi sonsuz kü çüklükler analiziyle, özet bir halde olsa, uğraşmaya sevkettigini gör dük. Bugün büyük bir üçüncü başlık açarak Leibniz’ın ilkeleri ne ka dar yeni bir tarzda düzenleyebildiğim, hatta gerçek ilkeler yarattığını gösterece göstereceğim. ğim. İlkeler yaratmak pek alışık alışık olduğumu olduğu muzz bir b ir dur d urum um değil değil.. Bu üçüncü büyük bölüm Leibniz’m mümkün okunmalarından biridir - adına “ilkel “ilkelerin erin türelimi" diyece diyeceğim ğim.. .... b u da kendind en belli bir du ru m değil. değil... .. Leibniz' Leibniz'da da o kad ar büyük b ir ilkel ilkeler er bolluğu vardır ki - mütema mü tema diyen ilkeler çağırarak, ihtiyaç hissettiğinde, onlara eskiden bulunma yan adları adlar ı verir. İlkelerinin içinde içinde"" yolum uzu bulm ak için Leibnizc Leibnizcıı tümdengelimin tümdeng elimin nasıl ilerlediğini yeniden keşfetmem keşfetmemiz iz gerekiyor. gerekiyor. Leibniz’m alelacele onayladığı ilk ilke özdeşlik ilkesidir! Bu asgari dir, kabul ettiği asgari çıkış noktası. Nedir bu özdeşlik ilkesi? Her ilke dır. Bir şey, şeydir. Bir şey ne ise odur. Daha şimdi bir b ir sebe se bept ptir. ir. A, A ’dır.
den Birazcık ilerledik. Bir şey ne ise odur; A, A ’dır demekten demekten birazcık daha iyidir, niçin? Çünkü özdeşlik ilkesinin yönettiği alanı işaretle mektedir. Eğer özdeşlik ilkesi “bir şey ne ise odur” kılığında ifade edi l i r
GtLLES 0ELEU7.E
lebilirse bu özdeşliğin şey ile ne olduğu arasındaki özdeşliği görünür kılacaktır. Eğer özdeşlik şey ile şeyin ne olduğu arasındaki ilişkiyi düzenli yorsa - yani şeyin şeyin şeyle şeyle özdeş oldu ol duğu ğunu nu ve şeyin şeyin kendi ken di kendiyl ke ndiylee özdeş olduğunu, o halde, şey nedir peki diye sorabilirim artık. Şeyin ne ol duğuna hemen herkes şeyin özü, aslı dernektedir, özdeşlik ilkesinin özlerin kuralı olduğunu söylerdim bu noktada. Özlerin kuıalı ya da aynı anlama gelmek üzere, mümkün olanın kurak. Gerçekten, imkan sız denen şey aslında çelişkili, çelişik olandır. Mümkün olan ise, özdeş olandır. Öyle ki, özdeşlik özdeşlik ilkesi ilkesi bir bi r sebep, bir b ir ratio olduğu ölçüde peki pek i ama, am a, hangi han gi sebep? sebep ? Hangi Ha ngi ratio? Bu özlerin ratio’sudur, sebebidir - Latinlerin Latinlerin ya ya da yüzyıllar yüzyıllar önce ortaçağların ortaçağların terminolojisinde.söylen terminolojisinde.söylen diği gibi: ratio essendi... Bunu tipik bir örnek olarak ele alıyorum, çün kü belli bir terminolojik kesinliğe sahip değilseniz felsefe yapmak çok zordur, bu meseleye boşver diyemezsiniz, ama bunu elde etmeyi asla başaram başaramayacağ ayacağınızı ınızı da kendin ken dinize ize söylemeyin söylem eyin asla... Bu tam anlamıyia anlam ıyia piyano piyan o gamları gam larına na eşde eşdeğer ğerdir dir,, t ğ e r kavram kav ramlar ların ın kesinliği kesi nliğini ni tam tamına tam ına bilmiy bil miyorsa orsanız nız - yani büyü bü yükk mefh me fhum umla ların rın anlamım anla mım... ... işte işte o zaman zama n h er şey çok zordur. Bunu bir temrin olarak yapmakta yarar yar. Filozofla rın kafalarında kafalarında kendi gamlarının barındırm aları çok. çok. normaldir norm aldir - zi hinsel bir piyano gibi... Kategorilerin ezgisini çeşitlemek gerekir. Fel sefenin tarihini atıcak filozoflar yapabilirler; fakat heyhat, bu işi felsefe profesö pro fesörler rlerii ele aldılar ald ılar ve bu hiç de iyi b ir d u ru m değil, değil , çünk çü nküü onlar on lar bu b u tarihi tar ihi bir bi r inceleme incele me malzemes mal zemesii haline getir ge tirdile diler, r, bir bi r etüd et üd,, bir bi r incele incel e me, bir gam meselesi değil... Leibniz hakkında ne zaman bir ilkeden bahset bah setsem sem iki ayrı ayr ı formü for müll sunacağım sunac ağım.. Vülger Vülg er b ir formü for mülasy lasyon on ve bil bil gince b ir formülasyon... Bu ilkeler bakımından bakım ından çok iyi bir yol - felse felse-. fe-öncesi ile felsefe arasında; felsefenin felsefe-öncesine ihtiyaç duydu114
LEİBNIZ-6 MAYIS 1980
gu o dışsallık ilişkisi çerçevesinde, İşte özdeşlik ilkesinin vûlger, sıradan formûlasyonu: şey şeyin ne olduğudur; şey ile özünün, aslının aynılığı, özdeşliğidir. Daha şimdi den, de n, vülger formülasyon form ülasyon çerçevesinde bile içerilen, içerilen, ima edilen pek pe k çok şey bulunduğunu görebiliyorsunuz. Ve işte özdeşlik ilkesinin bilgince formûlasyonu: analitik olan her önerme doğrudur. Nedir peki analitik bir bi r önerme öne rme?? Analitik b ir öneı ön eım m e yükle yü klem m ile özne öz nenin nin aynı, özdeş özd eş ol o l dukları bir önermedir. Analitik bir önerme doğrudur: A, A'dır ve ve bu doğrudur. Leibniz’m formüllerinin ayrıntılarına inildikçe bilgince formûlasyon mûlasyon tamamlanabilir tamamlanabilir bile. bile. Analiti Analitikk olan her he r önerme önerm e doğru do ğrudu durr iki durumda, iki halde; ya karşılıklılık bakımından ya da dahil etme, kapsama, içerme bakımından, işte karşılıklılık önermesine bir örnek: üçgenin üç açısı var. Üç açıya sahip olmak, işte üçgenin ne olduğu tam da budu b udur, r, ikinci durum duru m : içerme.. içerme.... Üçgenin Üçgenin üç ke na n var. var. Gerçek Gerçek ten üç açıya sahip kapalı bir şekil üç kenara sahip olmayı içerir, kap sar, kuşatır. Karşılıklılığa dayalı analitik önermelerin bir sezgi nesnesi oldukları, içermeye dayalı analitik önermelerin ise kanıtlama, yani is pat pa t nesne ne snesi si oldukla oldu kları rı söylenmeli. Demek ki, özdeşlik ilkesi, yani özlerin ya da mümkün olanın kura lı - yani yani ratio essendi... Peki ama, bu neye cevap vermektedir? Özdeş lik ilkesi hangi çığlığa cevap veriyor? Leibniz’da özdeşlik ilkesine teka bü b ü l eden ed en,, patetib pa tetib,, tutk tu tkuu lu bir bi r çığlık var - nede ne denn hiçbir hiç bir şey değil de herhangi bir şey? Bu işte ratio esse essend ndi’ i’nin nin çığlığıdır - olma sebebinin sebeb inin çığlığı... Özdeşlik olmasaydı, yani şeyin şeyin ne olduğuyla özdeşliği olmasaydı, o zaman hiçbir şey olmazdı. İkinci ilke: yeter neden ilkesi. Bu bizi varoluşlar alanı diye saptadığımız bir alanın tümüne gön deriyor. Yeter neden ilkesine tekabül eden ratio artık ratio essendi, öz115
<3ILLES.DEl.HJZE
lerin sebebi ya da olma sebebi değildir. değildir. R alio acistendi, varolma sebebi dir. Artık A rtık şu soruyu sor uyu sormuyoruz: sormuyo ruz: ned n eden en bir b ir şey şey de hiçbir şey değil çü nkü nk ü özdeşlik özdeşlik ilkesi ilkesi en azından azınd an herhangi herhang i bir şey şey olduğunu, o lduğunu, yani öz deşin olduğunu bize garantilemişti. Artık şunu sormamıza gerek yok: neden herhangi bir şey şey de hiçbir şey şey değil değil - artık şun şun u soruyoruz: ni çin bu da diğeri değil. Bunun vülger, sokaktaki insana uygun ifadesi nasıl olur? Gö rdük rdü k ki her h er şeyin şeyin bir sebebi var. Her şeyin şeyin bir sebebi ol ması mas ı lazım. lazım. Peki bilgince, bilginler için ifadesi nasıl nasıl olacak? olacak? Görülüyo G örülüyorr ki, görünü gö rünüş şte özdeş öz deşlik lik ilkesinin tümüyle tümü yle dışındayız. dışındayız. Niçin? Niçin? Çünkü Çün kü öz deşlik deşlik ilkesi şey şey ile şeyin şeyin ne oldu ol duğu ğunu nun n aynılığıyla, özdeşliğiyle özdeşliğiyle ilgiliy ilgiliy di, ama şeyin varolup varolmadığı konusunda hiçbir şey söylemiyordu. Şeyin varolup varolmadığı onun ne olduğundan bütünüyle kırklı bir b ir soru so rund ndu u r. Mesela te t e k boyn bo ynuz uzlu lu atın at ın varolm var olmadı adığın ğınıı biliyo bil iyorum rum,, ama tek boynuzlu atın ne olduğunu söyleyebilirim, öyleyse bize varolanı düşündürecek bir ilkenin mutlaka olması lazım. Peki ama, “her şeyin bir b ir sebebi sebeb i var" v ar" gibi g ibi belli bel li belirsiz, belirsi z, gevşek gevşek b ir ilke nasıl n asıl bize biz e varol va rolan anıı düdü şündürebilecek? işte bize bunu açıklayacak olan tam da bilgince formülasyondur. Bu bilgince formülasyon Leibniz’da şöyle ifade edilir: her yükleme, yani bir özneye herhangi bir şey atfeden her yargı faali yeti yeti - mesela mesela “gök mavidir” mav idir” dediğimde dediğ imde göğe göğe maviyi maviyi atfederim, yani yüklerim... evet her yüklemenin şeylerin doğasında yatan temeli var dır. İşte buna ratio eriştendi denir. Her yüklemenin şeylerin doğasında bir temeli olduğunu daha iyi anlamaya çalışalım. Bu şu demektir: bir şeye dair söylenen her şey, bir şeye dair söylenen şeylerin toplamı o şeyle ilgili yüklemlemeden baş kası değildir... Evet, Evet, bir şeye şeye dair d air söylenen söylen en her h er şey şeyin şeyin mefhu m efhumun munda da dahildir, oradadır, orıun içinde içerilmiştir. İşte yeter neden ilkesi budur. du r. Görüyorsunuz ki biraz biraz önce pe k masum gibi gibi görünen o formül . 116
LEİ LE İBNİ BN İZ-6 Z- 6 MAYIS 1980 198 0
her yüldemlemenin şeylerin doğasında bir temeli olduğu formülü, ol duğu gibi, kelimesi kelimesine kabul edilirse, çok daha garip bir for müle dönüşüyor: bir şeye dair söylenen her şey şeyin mefhumunda, kavramında içerilmiş, kapsanmış, kuşatılmış olmalıdır. Peki ama, bir şeye eye dair da ir söylenen her he r şey şey - nedir ned ir bu? Her şeyde şeyden n önce özdür. Ger Ger çekten, özü şeye dair söylenir. Ama işte, bu düzeyde, yeter neden ile özdeşlik arasında hiçbir fark kalmazdı. Ve bu da normaldir, çünkü yeter neden özdeşlik ilkesinin bütün kazanımlannı devralmıştır: ama ona bir şey daha ekleyecektir... bir şeye dair söylenen sadece şeyin özü, aslı değildir, ona ili iliş şkin ya da ait a it olan bü tün tü n etkilenmelerin, etkilenm elerin, olay olay ların toplamıdır. O halde şeyin mefhumunda içerilen sadece özü değildir, şeyle ilgi li, şeyin başına gelen en küçüğüne kadar bütün etkilenimler, bütün olaylardır - en ufağına ufağına varıncaya kadar. Dem ek ki şeye şeye doğru olarak yüklenebilecek her he r şey şey şeyin m efhum efh umund undaa içerilmiş içerilmiş olmalıdır. olmalıdır. Görmüştük: Rubicon ırmağını geçmek -ister kabul edin ister et meyin- Sezar mefhumunda içerilmiş olmalıdır. Olaylar, sevmek, nef re t etmek gibi gibi etkilenmeler - bunların bun ların hepsi bu duygulanımları duygulanımları yaş yaşa yan öznenin melhumunda içerilmiş olmalıdırlar. Başka terimlerle söy lersek her bireys bireysel el melhum - ve varolan varolan tam da d a nesne, yani bireysel bireysel bir b ir m efhu ef hum m un tekab tek abül ül ettiği ettiğ i şeydir... eydi r... evet, h er bireysel birey sel mefh me fhum um d ü n yayı ifade ifade eder. İşte yeter yete r neden ned en ilkesi ilkesi büdu bü du r. Her He r şeyin şeyin bir sebebi var, bir b ir şeye olup ol up bilen bil en,, b ir şeyin eyi n uğrad uğ radığı ığı her he r şeyin, ezeli-eb eze li-ebedi edi olarak olar ak şe yin bireysel bireysel mefhum me fhum unun içinde içinde bulunm alıdır anlamına anlamına gelir. gelir. Yeter neden ilkesinin nihai formülasyonu son derecede basittir: doğru olan her önerme analitiktir; doğru olan her önerme, mesela gerçekten vuku bulmuş ve bir şeyle ilgili bir olaya bir şeyi atfeden her önerme önerm e - evet işte, işte, doğrud doğ rudur ur ve olayın, olayın, şeyin şeyin mefhum me fhumunun unun içinde ha117 117
GIUES DfcltUZE
zır bulunuyor olması zorunludur. Ned N edir ir b u yepy ye pyen enii alan? ala n? Bu sons so nsu u z anali an alizin zin alan al an ıdır ıd ır;; ama am a aksi ak sine ne,, özdeşlik ilkesinin düzeyinde sadece sonlu analizlerin alanındayız. Olay ile olayı içeren bireysel mefhum arasında sonsuz bir analitik iliş ki olacaktır. Kısacası, yeter neden ilkesi özdeşlik ilkesinin tersi, karşı lığıdır - yalnız, peki am a, bu terste ne o lup lu p bitmiştir? bitmiştir? Karş K arşılı ılıklı klı olan olan radikal ölçüde yeni bir alanı iş işgal etmek tedir - yani varoluşların, varoluşların, varo lanların alanını... Peki bu alan nedir? Bu, sonsuz analizin alanıdır; oy saki özdeşlik özdeşlik ilkesi ilkesi düzeyinde düze yinde aksine sadece sonlu analizlerin alanında bu b u lu n u y o r d u k . Olay Ola y ile olayı olay ı iç i ç ere er e n bire bi reys ysel el m efh ef h u m aras ar asın ınd d a son so n suz su z bi b i r anal an alit itik ik ilişki ilişki olac ol acak aktır tır.. Kısacası Kısac ası y eter et er n e d e n ilkesi ilk esi özde öz deş şlik li k ilkesi ilk esi nin karşılığıdır karşılığıdır - ama bu b u karşılıklı karşılıklı olan ilkede ne olu p bitiyor peki? peki? Karş Karşılık ılıklı lı ilke ilke radikal radik al ölçüde yeni bir alanı fethetmekted ir - yani varo luşların, varolanların alanını. Yeter neden ilkesini elde etmek için öz deşliğin formülünü ters çevirmek yeterlidir. Yeni bir ilkeyi, varoluş larla ilgili yeter neden ilkesini elde etmek için özlerle ilişkili olan öz deşlik formülünü tersine çevirmek yeterlidir. Bunun çok da karmaşık bi b i r iş olmad olm adığ ığım ım sana sa nabi bili lirs rsin iniz iz.. Ama b u m uazz ua zzam am ölçü öl çü d e k arm ar m aşık b ir şeydir - neden?. Karşılıklı Karşılıklılık, lık, yani te rs çevirerek çev irerek karşılık karşılık dü şürm ür m e an cak analizi sonsuza kadar götürmeyi bilirsek mümkün olacaktır da ondan. Oysa sonsuz analiz mefhumu, sonsuz analiz kavramı mutlak olarak orijinal bir mefhumdur. Bu işin yalnızca Tanrının sonsuz olan kavrayış gücü içinde olup bittiği anlamına geliyor bütün bunlar? Kuş kusuz hayır. Bütün bunlar bir tekniği, diferansiyel analiz ya da sonsuz küçüklükler hesabı tekniklerini kuşatmaktadır, gerektirmektedir. Ve üçüncü ilke: Karşılık gelene karşılık gelenin, tersin tersinin ilk ilkeyi vereceği doğra mudur? Bundan emin değiliz. Her şey duruma göred ir - o k adar çok bakış açısı açısı vardır ki. Yete Yeterr nede n ilkesinin ilkesinin form
r
LEİBNIZ- 6 MAYIS 1980
mülasyonlarmı çeşitlendirmeye çalışalım. Yeter neden ilkesi konusun da, söylemiştim, söylemiştim, b ir şeyin baş b aşına ına gelen, ba şından ınd an geçen h er şey o şeyin şeyin birey bi reysel sel m e fhu fh u m u n d a içeril içe rilmi mişş olm ol m ak z o run ru n d a d ır - b u ise sonsu son suzz analizi gerektirir. Bu ise şu demektir: olup biten her şey,- tek tek her
.V
şey için bir bi r kavram vardır. Bu nun üze rinde epeyce ısrar etmiş etmiştim tim Leibniz için önemli olan, ünlü bir ilkeyi ele alma tarzı değildi asla. Ak sine, sine, o asla asla bu n u istemiyo istemiyorr - bu duru m da sorun nedenselli nedensellikk ilkes ilkesin inee varırdı yoksa. Leibniz her şeyin bir sebebi var dediğinde bu asla her şeyin bir neden i var dem ek değildir. Her şeyin şeyin bir nedeni neden i var - bu şu anlama gelir: A, B'ye gönderir; B, B, Cye gönderir, vesaire... Her şeyin bir b ir seb se b ebi eb i var va r ise bizz bi zzat at nede ne dens nsel elli liği ğinn bile b ir sebe se bebi bi olm ol m ası as ı gere ge rekt ktiği iği ne gönderiyor - başka başka b ir deyiş deyişle A ile B arasındaki ilişkinin şu ya da bu b u biçi bi çim m de A m e fhu fh u m u n d a içeril içe rilm m iş, iş, kaps ka psan anm m ış olm ol m ası as ı gere ge rekt ktiğ iğin inii söylüyor. Aynı şekilde B ile C arasındaki neden olma ilişkisinin de B’nin mefhumunda içerilmiş olması gerekiyor. Demek ki yeter neden il kesi nedensellik ilkesinin aşılmasıdır, işte bu anlamda nedensellik il kesi, yeter nedeni değil zorunlu nedeni ilan etmekle kalmaktadır. Ne denler sadece kendilerine gönderen zorunluluklardır ve yeter neden leri varsayarlar. Öyleyse yeter neden ilkesini şöyle ifade edebilirim: her şeyin bir kavramı kavram ı vardı va rdırr - hem şeyi şeyi hem he m de başka başka şeylerle ilişkilerini, ilişkilerini, nedenle ned enle ri ve sonuçlan ya da etkileri de dahil olmak üzere kapsayan bir kavra mı vardır. Her şey için bir kavram olması kendiliğinden besbelli olan bir b ir şey deği de ğild ldir ir ama. am a. Çoğu Ço ğu insa in sann bir bi r kavr ka vram amaa sahi sa hipp olm ol m am anın an ın tam ta m da varoluşa varoluşa ait olduğ unu un u düşünecek düşünecektir. tir. Her şey şey için için bir kavram - peki bu b u n u n ters te rsin inee çevr çe vrilm ilmiş iş hali ha li ne n e olabi ola bilir? lir? T ersi er sini ninn asla aynı ay nı anlam an lamaa gel meyeceğini anlayın. Aristoteles’in yalnızca karşıtlar tablosuyla ilgili es ki bir mannk kitabı vardır. Çelişik, çelişkili olan nedir? Karşıt nedir? 119 119
İ3.
CîtLLES DELEUZE
Bağı Bağıml mlıı nedir ne dir vesaire. vesaire. Karşıt Karşıt söz konu ko nusu su olduğun oldu ğunda da mesela bunl bu nlar ar çe lişik lişik diyemezsiniz diyemez siniz - gelişigüzel gelişigüzel konuş konu şamazs am azsınız ınız öyle. Burada ters ter s ya da karşılıklı karşılıklı kelimesini çok kesinleş k esinleştirmeden tirmeden kullanıyorum. kullanıyorum . Her şeyin bir kavramı var dediğimde -ki bu, yine hamlatayım, hiç de kesin değil dir—varsayalım ki... bunu kabul ediyoruz... Ancak bu noktada “tersin den,” “karşılıklıdan” artık kaçamam. Nedir karşılıklı olan, karşılık ge len ilke peki? Kavramın teorisini yapmak için kuşların şakımasından yeniden yo la çıkmamız çıkm amız gerekecek. gerekec ek. Çığlıklar ile ile şarkıla şarkılarr - alarm çığlıkları, açlık çığlıkları ve sonra... kuşların şarkıları. Ve akustik olarak çığlıklar ile şarkılar arasındaki farkın ne olduğu açıklanabiliyor. Aynı şekilde, dü şünce düzeyinde de düşünce çığlıkları ve düşünce şarkıları vardı?: -Bu çığlıklar ile bu şark şarkılar ılarıı nasıl nası l ayırt ayır t edeceğiz? edeceğiz? Bir felsefenin felsefenin nasıl bir b ir şar şar kı gibi geliştiğini, felsefi şarkıyı bir tür çığlık olan bazı koordinatlara, sûregiden çığlıklara bağlayamazsak anlayamayız. Çığlıklar ve şarkılar - bu çok karmaş karm aşık ık bir şeydir. şeydir. Müziğe Müziğe dönersek, dönersek , aklıma hep gelen bir örnek örn ek - Berg Berg’’in iki büyü bü yükk operası... İki İki büyük büy ük ölüm ölü m çığlığ çığlığıı var bunl bu nlar ar da - Maria’nı Maria’nınn çığlığı ve Lulu’n Lulu’n u n çığlığı çığlığı.. H er ikisi de ölü ö lüm m çığlığı çığlığı bunla bu nların rın.. Ö lürk lü rken en şarkı ark ı söylenmez söyl enmez - ama yine yin e de ölün öl ünün ün etrafı etr afında nda şarkı söyleyen biri var yine de: ağıt yakan kadın. Sevdiğini kaybeden kişi şarkı söylüyor. Ya da çığlık mı anyor ne, bilmiyorum işte... Woyzeck’de çığlık bir sirendir. Müziğe sirenler koyarsanız aslında koyduğunuz şey bir çığlıktır. Çok ilginç... Oysa iki çığlık asla aynı tip ten değil -akustik olarak dahi aynı değil- yükseğe tırmanan bir çığlık var; yeri traşlayan bir çığlık var. Ve sonra bir şarkı... Lulu’nun büyük dostu, ağlayan kadın, ölümü şakıyor... Bu tam anlamıyla fantastik bir şey. Berg’in Berg’in imzasıyla. Bir filozofun filozo fun imzası da - diyor diy orum um ki aytıı şey ey dir. Büyük bir filozofsa son derecede soyut sayfalar dolusu yazı yaza 120
LEİBN1Z-6 MAYIS 1980
bilir pekâlâ pekâ lâ - ama am a orad or adaa çığlık attığı am tespit tes pit edemediğ edem ediğiniz iniz için so yuttu yu tturr bunlar. bu nlar. Aşağı Aşağıdan dan yükselen bir çığlık çığlık var - korkut kor kutan an bir b ir çığl çığlık ık.. Ve işte yeter nedenin şarkısına dönelim: “Her şeyin bir sebebi var" bir şarkıdır. Bir melodidir ve armoniye uydurulabilir. Bir kavramlar ar monisi. Ama aşağıda, ritmik çığlıklar: hayır, hayır, hayır... Yeter neden ilkesinin şarkılı formülasyonuna geri dönüyorum. Bir felsefe yanlış icra edilebilir. Bir felsefeyi yanlış söyleyen insanlar; onu çok iyi biliyor bil iyorlar lar - ama am a ağızların ağızl arında da bu felsefe felsefe ölü ö lüpp gidiyor. gidiyo r. Hiç dur d urm m adan ad an k o nuşulabilir. Yeter nedenin şarkısı: her şey için bir kavram olmalı. Kar şılığı ne bunun? Müzikte geriye doğru serilerden bahsedildiği olur. “Her şeyin bir kavramı var”m karşılığını, tersini arayalım. Tersi işte şudur: udur : her he r kavram için tek ve biricik bir şey. ey. Ned N eden en b u öner ön erm m e “h e r şey için b ir kavra ka vram m var"m var" m lersidir? lers idir? Farzedin ki bir ka na m ın kendine tekabül eden iki şey şeyii olsun olsun - o zaman bir kavramı olmayan bir b ir şey şey olacakt olacaktır. ır. O zaman da d a yeter neden n eden ilke ilkesi si su ya düş dü şer. “Her He r şey şey için bir bi r kavram kav ram var” v ar” diyemem. H er şey şey için için bir b ir kav ram yar dediğimde zorunlu zorun lu olarak bir bi r kavramın tek ve biricik bir şey şeyii olduğunu da d a söylüyorumdur söylüyorum dur - çünkü çünk ü eğer bir kavramın kavramın tekabül etti ettiği ği iki şey varsa kavramı olmayan bir şey olacaktır ve o durumda “her şey için bir kavram var” diyemeyeceğim artık. Öyleyse yeter neden ilkesi nin doğru tersi, karşılığı Leibniz’da şöyle dile getirilecektir: her kav: ram için tek ve biricik bir b ir şey şey.. Bu b ir karşılıkl karşılıklılıktır ılıktır - anlamı bakımın dan eğlenceli bir şey. Ama böyle bir karşılıklılıkta yeter neden ve di ğer ilke, yani her şey için bir kavram ve her kavram için tek ve biricik bir şey... ötekin öte kinii de söylem söy lemed eden en b unla un lard rdan an birin bi rinii söyleyemem. söyleyeme m. Karş Karşı lıklılık lıklılık mutlak olarak olar ak zorunl zor unludu udur. r. İkincisini kincisini bilmiyorsam ilkini de yık mış olurum. oluru m. Yeter nedenin özdeşlik ilkesinin karşılığı, tersi olduğunu söyledi121
GÜ.1ESDELEU7.E
gimde bu aynı anlamda değildi, çünkü eğer özdeşlik ilkesinin nasıl ifade ifade edildi edildiğini ğini hatırl hatırlarsan arsanız ız - yani he r analitik analitik önerm enin d oğru ol duğunu... ve bunun karşılığım alıyorum ve yeter neden ilkesini elde ediyorum —yani doğru olan her önerme analitiktir... Burada hiçbir zorunlulu zoru nlulukk yoktur. Pekâl Pekâlââ analitik analitik olmayan olmayan başka başka doğru önerm eler de vardır diyebilirdim. Dolayısıyla Leibniz özdeşliği tersine çevirirken, özdeşliğin karşılığını alırken bir darbe vurmakta, meseleyi zorlamak tadır. tadır. Bu darbeyi yapıyor, çünk çü nküü elinde bu nu n araçları, yolları yolları var yani bir çığlık atmıştır Leibniz. Kendi başına tam bir sonsuz analiz yöntemi yaratmıştır. Başka türlü bunu yapamazdı. Oysa yeter nedenten henüz admı koymadığım üçüncü ilkeye ge çişte karşılıklılık mutlak olarak zorunludur. Ama bunu keşfetmek^gerekiyordu. rekiyordu . “Her kavram için tek bir bi r şey, şey, yalnızc yalnızcaa tek bir b ir şey” şey” - ne de mektir bu? Burada iş tuhaflaşıyor, anlamaya çabalamak gerek. Bunun anlamı m utlak olarak özdeş iki iki şeyin şeyin olamayacağıdır olamayacağıdır - ya da h er fark son tahfilde kavramsatdır, kavramlar düzeyindedir demektir bu. De mek ki, eğer elinizde iki şey varsa iki kavramınız da olması gerekir, yoksa elinizde iki şeyiniz yok demektir. Bu ne demek peki? Mutlak olarak özdeş iki şey şey yok - kavram mı? O n e peki? peki? Bu demektir ki bir biri bi riyl ylee aynı, ay nı, özde öz deşş iki su dam da m lası la sı yok; yo k; özde öz deşş iki ik i ağaç a ğaç yapr ya prağ ağıı yok. yo k. Le ibniz bu k onuda on uda çok ço k yetkindir yetkin dir - ilkesini ilkesini çıl çılgı gınc ncaa kullanıp d uru r. Bize Bize der ki siz, herhalde iki su damlasının aynı, özdeş olduklarına inanı yorsunuz değil rni? Ama buna inanmanızın nedeni analizi yeterince ileriye götürmemiş olmanızdır. Bunlar aynı kavrama sahip olamazlar. Burada Burada duru m son derecede derecede ilginçt ilginçtir ir,, çünk ü bütü n klasik klasik mantık, öy le tiptend tip tendir ir ki, bize bize kavram ın doğası itibariyl itibariylee sonsuz bir şeyler çoğul çoğul luğunu içerdiğini, kapsadığım söyler. Su damlası kavramı bütün su damlalarına uyg ulanır. Leibni Leibnizz de r ki, elbette... elbette... ama am a kavram ın analizi analizi 122
,
LEİBNİ LEİBNİZZ- 6 MAYIS 1980 198 0
ni bell bellii bir bi r noktad a, sonlu so nlu bir anda and a kestiğiniz, kestiğiniz, bloke ettiğiniz ettiğiniz için için böy böy le; le; eğer analizi sürdürseydinfa öyle öyle bir b ir an gelecekti gelecekti ki, ki, kavramlar ka vramlar aym olmayı artık bırakacaklardı, işte bu yüzden koyun kuzusunu tanır. Bu Leibnizin verdiği bir örnek: koyun kuzusunu nasıl tanır? Çoğu kişi kavramıyla diye düşünür. Küçük bir kuzunun başka bir bireysel kav ramla aym kavramı olmaz - işte işte bu yüzden yüz den kavram bireye bireye kadar, kad ar, baş ba ş ka bir küçük kuzuya kadar gider. Nedir bu ilke peki? Kavram başına tek ve biricik bir şey var demektir. Leibniz buna ayırt edilemezler il kesi adını veriyor. Bu ilkeyi şöyle ifade ediyoruz demek ki: kavram baş ba şına ın a tek b ir şey ya da fark fa rk so n tahl ta hlild ildee kav k avra ram m sald sa ldır. ır. Kavramsal olmayan fark yoktur. Başka terimlerle söylersek, iki şey arasında bir fark ayırt ediyorsanız kavramda muhakkak bir fark olma sı gerekir. Leibniz bu ilkeye ayırt edilemezler ilkesi adını veriyor. Ve eğer buna bir sebep, bir ratio atfedeceksem o ne olur? Hissediyorsu nuz ki bütün bunlar sonuçta şu anlama geliyor: sadece ve sadece kav ram larla bilinebilir. bilineb ilir. Başka Başka terimlerle anlatırsak , ay ırt edilemezler ilkes ilkesii ba b a n a öyle geliyo gel iyorr ki, ki , ü ç ü n c ü sebe se bebe be,, rntio’ rntio ’ya tek te k abül ab ül e diy di y or - ratio cognoscendi, bilme sebebi olarak sebep.
Böyle bir ilkenin sonuçlarının ne olabileceğini görelim şimdi. Bu ayırt edilemezler ilkesi ilkesi eğer doğruysa - yani he r fark kavramsal kavramsal ise, ise, kavramsal olmayan fark yok demektir. İşte bu nok tada Leibni Leibnizz bizden muazzam, yenilir yutulur olmayan bir şeyi kabul ermemizi istemekte dir. Sırayla gidelim. Kavramsal olmayan, başka tipten ne tür fark ola bilir? bil ir? H em en g ö rüyo rü yo ruz: ru z: sayısal say ısal farkla far klarr var. va r. Mesela b ir s u daml da mlas asıı d i yorum —iki damla... üç damla... Damlaları sayarak ayırt ediyorum. Yalnızca sayıyla. Bir kümenin unsurlarını sayıyorum... bir, iki, üç, dört... bireyliklerini ihmal ederek onları sayılarıyla ayırt ediyorum, iş te bu en klasik ilk ayrım biçimlerinden b iridir - sayıs sayısal al ayrım. ayrım. Ve Ve 123
GİLLES DELEUZE
ikinci bir ayrını a yrını tipi: tipi: size size diyorum diyor um ki şu sandalyeyi sandalyeyi alın - nazik biri çı kıp sandalyeyi alıyor ve diyorum ki: yok onu değil, şunu... Bu defa da burad bu radaa-şşimdi im di tipin tip inde denn b ir nıekânsalnıekâ nsal-zanıa zanıansal nsal ayrım ayrı m söz konu ko nusu sudu dur. r. Ş u an burada bu rada olan bir şey ve o an orada olan başka başka bir şey. ey. Son olarak da şekil ve hareket ayrından var: üç açısı olan bir çau ya da başka bir şekil. Bunların uzam ve hareket ayrından olduğunu söyleyeceğim. Uzam ve hareketi Bütün bunların Le.ibniz’ı ayırt edilemezler ilkesini kullanarak son derecede ilginç ve eğlenceli bir uğraşıya nasıl götürdüğünü anlayabili yorsunuz, yorsun uz, değil değil mi? Önce bü tün tü n bu kavramsal kavramsal olmayan olmayan ayrımların ayrımların ve gerçekten de bu aynmlar kavramsal değüdirler, çünkü aynı kavrama sahip olsalar da iki şey sayılarak ayırt edilebilir... Su damlası Kav ramım yerine tespit edip diyorsunuz ki: birinci su damlası, ikinci su damlası... Bu aynı kavramdır. Birinci var, ikinci var... Burada biri var, orada öbürü. Hızlı giden biri var, yavaş giden diğeri. Neredeyse kav ramsal olmayan ayrımların hepsini tamamladık. Ama Leibniz geliyor ve sakince sakince bize diyor diyo r ki: Hayır, hayır hayır... Bunlar yalnızca yalnızca saf görü gö rü nüşlerden nüşlerden ibaret - tümüyle fark farklı lı bir doğaya doğaya sahip olan bir farkı farkı ifa ifade de etmenin geçici yollarından ibaret hepsi... bu esas ayrım sadece ve sa dece kavramsaldır. Eğer iki su damlası varsa aynı kavrama sahip ola mazlar. Bu kadar önemli olan bir şeyi... neyi söylüyor bize? Bu birey leştirme, leştirme, bireyleri bireyleri ayırt ayırt etme problem lerinde önemlidir. Çok ünlü ün lü bir örnek: mesela Descartes bize diyor ki cisimler kendi aralarında şekil leri ve ve hareketleri bakımından ayırt edilirler. edilirler. Çoğu düş dü şünür ün ür buna bu na say gı göstermiş göstermiştir. tir. Kartez Kartezyen yen formülde - yani harekette harekette neyin ko rund ru nd u ğunu ğu nunn formülünde: mv - kütleyl kütleylee hareketin çarpımı... evet... evet... tümüyle cisimlerin birbirlerinden şekil ve hareketleriyle ayırt edildiği bir dün.ya görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır bu. Ama işte Leibniz geliyor ve diyor 124
LE IBMI IB MI22-6 6 MAYIS MAYIS 1980 1980
ki: Hayır. Bütün bu kavramsal olmayan farklara kavramsal farkların tekabül etmesi lazım. Bu ayrımlar kavramsal farkı son derecede eksik tercüme ediyorlar. Bütün bu kavramsal olmayan farklar zeminde ya tan kavramsal bir farkı eksik anlatıyorlar. Leibniz bir fizik meselesiyle uğraşmaya dalıyor burada. Bir cismin şu ya da bu sayıda olmasının, bur b urad adaa ve şimdi im di olması olm asının nın,, şu şu ya da b u şekle, ekle , şu ya y a da d a b u süra sü rate te sahip sahi p olmasının bir sebebini bulması gerekiyor. Descartes’ı eleştirirken hızın saf bir göreli olduğunu söylerken yaptığı işte budur. Descartes yanıl m ıştır ıştır - tümüyle tüm üyle göreli olan ol an bir b ir şeyi şeyi ilke yapmıştır. yapmıştır. Öyleyse şekil şekil ile hareketin daha derin bir şeye doğru aşılmalan gerekir. Bu otıyedinci yüzyıl felsefes felsefesii için içi n muaz m uazza zam m bir şey olacaktır. Bu muazzam şey uzamda yer tutan bir töz olmadığı ya da uzamın bir b ir töz olamayac olam ayacağıdır. ağıdır. Uzam Uz amın ın saf fenom fen omen en oldu ol duğu ğudu dur. r. Daha Da ha derin de rin bir bi r şeye gönde gön derdi rdiğid ğidir. ir. Uzamın Uza mın bir bi r k a v ran ra n ır olmad o lmadığı, ığı, kavr ka vram amın ın t ü müyle başka bir doğada olduğudur. Demek ki şekil ve hareketin daha derin der in bir şeyde eyde bir b ir sebebe sebebe sahip olmaları gerekiyor - bu noktadan nokta dan iti iti bare ba renn uzam uz am asla yeterli yete rli olmayac olm ayacaktır. aktır. Bunun Bu nun yepyen yep yenii b ir fizik olması olmas ı bir b ir tesa te sadü düff değil de ğildir dir - Leibniz “kuvvetl kuv vetler er fiziğini’' fiziğini’' teped tep eden en tırnağa tırna ğa yeni yen i den yaratmıştır. Kuvveti bir taraftan şekille, diğer taraftan hareketle karşıllaş karşıllaştırmaktadır tırmaktadır - çünkü çü nkü şekil ekil ve uzam kuvvetin görünüş görün üşlerinden lerinden baş ba şka b ir şey değildirle değil dirler. r. Doğru Do ğru olan ola n kavra ka vram m kuvvett kuv vettir. ir. Uzam Uz am diye bir kavram yoktur, çünkü esas kavram, yani doğru kavram kuvvettir. Kuvvet Kuvvet uzam içinde şeklin şeklin ve harek h areketin etin sebebidir. s ebebidir. tik bakışta sadece teknik bir meseleymiş gibi görünen o işlemin önemi burada b uradann gelir - Leibn Leibniz iz demekted dem ektedir ir ki, harekette korunan korun an şey şey mv değil değil mv2 mv2’dir. dir . Hızın kareye yükseltilmesi yükseltilm esi kuvvet kuv vet kavram kav ramının ının tercü mesidir. Yani her şey değişmiştir. Ayırt edilemezler ilkesine cevap ve ren şey fizik olmuştur. Benzer ve özdeş iki kuvvet yoktur ve uzamda
GIUJES DELEUZE
şekil ya da hareket olan her şeyi açıklayacak olan doğru ve gerçek kavramlar, kuvvetlerdir. kuvvetlerdir. Kuvvet hareket değildir, hareketin sebebidir. Dernek ki kuvvetler fiziğini fiziğininn tep eden ed en tırnağa tırn ağa yenilenmesiyle karşı karşı karşıyayız karşıyayız - ama aynı zamanda geometrinin de... kinetiğin de... Ûyle ki... hızın karesinin alınması alınması (mv (mv22) bir kuvvetler ku vvetler form ülüdü ülü dür, r, hareket harek et formülü fo rmülü değil değil.. B u - . nu n ne kadar esas esaslı lı bir yenilik yenilik olduğun oldu ğunuu görüyorsunuz. g örüyorsunuz. Tartışmanın tümünü özetlemek için şekil ve hareketin kuvvete doğru aşılmaları gerektiğini de söyleyebilirim. Sayının kavrama doğru aşılması gerekir. Mekân ve zamanın da kavrama doğru aşılmaları ge rekiyor. ^ Ama işte, ufak ufak dördüncü bir ilke daha ufukta görünmektedir, işte bu, Leibniz’ın süreklilik yasası adını verdiği ilkedir. Neden yasa diyor? işte bir problem, size. Leibniz süreklilikten, temel bir ilke ad dettiği ve en büyük buluşlarından olan süreklilikten bahsettiğinde ar tık ilke terimini kullanmıyor, yasa diyor. Bunu açıklamak gerekecek. Eğer süreklilik süreklilik yasasınm yasasınm sıradan sıradan formiilasyonunu formiilasyonunu ararsam - bu çok basit: bas it: doğa do ğa sıçra sı çrama malar lar yapm ya pmaz az.. Sürek Sü reksiz sizlik lik,, kesik ke siklil lilik ik y o k tur. tu r. Ama b il il ginler için formülasyona gelince, gelince, iki tane var: iki nede ni istediğiniz istediğiniz ka dar b irbirine yanaştır yanaştırın ın - o noktaya kad ar ki sonsuzca sonsuzca azalan bir ay ay rımdan başkası başkasıyla yla ayırt ayırt edilemesinler edilemesinler birbirlerinden birb irlerinden - ama bakın bak ın şu şu işe ki sonuçlar, yani etkileri yine aynı kalacaktır. Neyi hedeflediğini hemen söylüyorum... Descartes’ı tabii ki. Hareketin iletimi yasalarında bize biz e n e anlatılır anla tılır?? işte işte iki ik i d u rum ru m : aynı ay nı küde kü deye ye ve aym ay m hıza hız a sahi sa hipp iki ik i ci sim karşılaşırlar; ya da iki cisimden birinin daha büyük bir kütlesi ya da daha büyük bü yük bir hızı vardır - ve öıekini alır götürü r. Leibniz Leibniz diyor ki, bu böyle olamaz. Niçin? Elimizde nedenin iki durumu var. Nede n in birinci durum u: aynı aynı küdeye ve aym aym hıza sahip iki dsim dsi m . Nedenin 126
LEİBNİ LEİBNİZ -6 - 6 MAYIS MAYIS 19B0 19B0
ikinci durumu: farklı kütlelere sahip iki cisim. Leibniz der ki, arala rındaki farkı farkı sonsu sonsuza za kadar azaltın azaltın - nedenlerde bu iki durum un bir birl bi rler erin inee yakla ya klaş şm asını ası nı sağlayın..sağlayı n..- O ysa ys a bize bi ze söyl sö ylen eniy iyor or ki, ki , iki ik i sonu so nuçç birb bi rb irle ir leri rin n d en tüm tü m üyle üy le farklı far klıdı dır: r: biri bi rinc ncis isin inde de iki ik i cisim cis im çarp ça rpış ışıp ıp geriye geriy e sıçrarlar; İkincisinde İkincisindeyse yse cisimlerden biri ötekini kendi y önünde önün de sü s ü rükleyip götürür. Nedenlerde bir süreklilik kavranabilirken sonuçlar da, etkilerde bir süreksizlik^var. Farklı kütlelerden eşit küdelere ancak süreklilikle geçilebilir. Demek ki nedende mümkün bir süreklilik ol dukça olgularda bir süreksizlik olması imkansızdır. Bu Leibniz’ı hare ketin çok önemli bir fiziksel analizine zorlar: hareket fiziğinin yerine kuvvetler fiziğini getirerek. Bunu hafızanızı tazeleyin diye söylüyo rum. Ama aym ilkenin ikinci bir bilginc bilgincee formülasyonu var - ve bunu bu nu n önceki formülasyonla aynı şey olduğunu anlayacaksınız: bir durum veriliyse o durumun kavramı karşıt bir durumda tamamlanır, biter. Bu sürekliliğin en saf ifadesidir. Mesela bir durum var, verili-harekel diyeli diyelim; m; harek et kavramı k arşıt arşıt du rum da sona ere r —yani —yani dinginlikte. dinginlikte. Dinginlik Dinginlik sonsuzca sonsuzca kü çük çü k h arekettir. Bu sonsuzca küçük süreklilik süreklilik il il kesinde görd üğüm üğ üm üz bir şeydi şeydi.. Ya da sürekliliğin sürekliliğin m üm kün kü n en e n son bil gince formülasyonumm şu olduğunu söylemiş oluyorum: bir tekillik, tekil bir şey verili olduğunda sonraki tekilliğin komşusu olana dek tüm bir olağanlar serisine boyunca uzanır. Buna da süreklinin bileşim yasası deniyor. Bunu daha önce konuşmuştuk. Ama tam bittiğini düşünürken, işte size çok önemli bir problem daha. Bir şey beni ilke üç ile ilke dört arasında bir çelişki olduğuna ileri ileri sürmeye d ürtü yo r - yani ayırt edilemezl edilemezler er ilkesi ilkesi ile ile süreklilik süreklilik il il kesi arasında. İlk soru şu: Nerede çelişki var? İkinci soru: Leibniz’ın bu b u r a d a hiçb hi çbir ir zam za m an b ir çeliş çeli şki görm gö rmem emiş iş olması. o lması. İşte bakı ba kın, n, sevdiği 127
1
GIUESDELEUZE
miz ve ve derin ölçüde ölçüde hayranlık hayran lık duyduğumuz duyduğu muz b ir filozo filozoff ve metinleri metinle ri bi ze çeliş çelişkil kilii geldiği geldiği için için rahatsız rah atsız oluyoruz olu yoruz - ve o kendisine kendis ine sorulacak sorulac ak olan bu şeyi görmüyor bile. Eğer varsa çelişki nerede peki? Ayırt edi lemez lemezler ler ilkesi ilkesine ne geri dönüyo dön üyorum rum - her fark fark kavramsaldır, kavramsaldır, aynı kavra ma sahip iki şey şey yoktur. yoktur . Sınır durum du rum da diyebilirdim diyebilirdim ki, her h er şeye eye belir be lir lenmiş bü fark, yalnızca belirlenmiş değil kavramda tayin edilebilir bir b ir fark tekabül teka bül ediyor. ediyo r. Fark Fa rk yalnızca yalnız ca belirl be lirlenm enmiş iş veya beli b elirli rli olmakla olmak la kalmaz, bizzat kavrama atfedilebilir. Aynı kavrama sahip iki su damla sı yoktur yok tur - yani bir, bir , iki diye diye saydığım saydığım var, kavramda kavra mda içerilmiş içerilmiş olmalı dır. Kavrama atfedilmelidir. Öyleyse her fark kavrama atfedilebilir bir fark olmalıdır. Peki süreklilik ilkesi ne diyordu bize? Şeylerin hep yi tip giden, kaybolmakta olan farklarla işlediğini. Sonsuzca küçük fark lar,yani atfedilemeyen, tayin edilemeyen farklar. Artık iş korkunç hale gelmeye başlıyor. Her şeyin atfedilemez fark larla işlediği söylenebilir mi gerçekten? Ve bunun üstüne her farkın kavrama kavram a atfedildiğini atfedil diğini ve atfedilebileceği nasıl na sıl söylenebilir? Ah işte! işte! LeLeibniz çelişkiye mi düşüyor? Süreklilik ilkesinin ratio’sunu arayarak belki biraz bir az ilerleyebiliriz ilerleye biliriz - ç ü n k ü ilk üç ilken ilk enin in h e r biri bi ri için bir ratio bulabilm bula bilmiş iştim tim.. Özde Öz deşşlik özün öz ün sebeb seb ebii ya d a ratio essen essendi; di; yete y eterr nede ne den, n, varolma sebebi veya ratio existendi\ ayırt ayırt edilemezler, yani bilme sebe fiendi, bi veya ratio cognoscmdi; süreklilik ilkesine gelince, o da ratio fiendi, yani oluş sebebi... Şeyler süreklilikle olurlar hep. Hareket dinginlik olur, dinginlik hareket olur vesaire. Bir çokgenin kenarlarını çoğaltır sanız sanız daireye daireye dön d önüş üşür ür vesaire. vesaire. Bu olma olma sebeplerind sebe plerinden en ya da b ir varol Ratio tio fiendi'nin bir ilkeye ma sebebinden çok farklı bir oluş sebebidir. Ra ihtiyacı vardı, o da süreklilik ilkesidir. Peki süreklilik ile ayırt edilemezleri nasıl, bağdaştıracağız? Dahası onlan bağdaştırma tarzımızın aynı zamanda şunu da başarması gere 12 $
LEIBN1Z - 6 MAYIS 1 SSO
kiyor: Leibniz’ın ikisi arasında bir çelişki görmemekte haklı olduğunu da... Burada bir düşünme deneyi yapacağız. Şu eski önermeye dönü yorum: Her bireysel mefhum bütün dünyayı ifade eder. Âdem dünyayı ifade eder, Sezar dünyayı ifade eder, hepimiz dünyayı ifade ediyoruz. Bu çok acayip bir formüldür. Felsefede kavramlar birer kelimeden ibaret değildirler. değildirler. Büyük B üyük bir fels felseefi kavram her h er zaman karmaşıktır karmaşıktır bir bi r önerm ön erm e ya da önerm ön ermee işlevidir. işlevidir. Felsefi Felsefi gram gr amer er alıştırm alıştırmaları aları yapm ya pmak ak gerek. Ve felsefi gramer şuna dayanır: verili bir kavram var, hadi fiili bu b u lun lu n bakalı ba kalım. m. Eğer Eğ er fiili bulmazs bulm azsanı anızz onu on u dina di nam m ik b ir hale getire g etireme mez z siniz. O zaman onu yaşayamazsınız demektir bu. Kavram her zaman bir b ir hare ha reke ketin tin,, b ir düş dü şünce ün ce hare ha reke ketin tinin in öznesid özn esidir. ir. Bir tek hare ha reke keti ti h e saba katmak yeterlidir. Felsefe yapıyorsanız sadece harekete bakın; ama bu özel özel bir hareke h arekett tipidir - düşünc düşüncenin enin hareketi. hareketi. Fiil Fiil hangisidir hangisidir?? Bazen filozof bunu açık açık söyler, bazen söylemez. Leibniz söyleye cek mi bakalım? bakalım? Her bireys bireysel el mefhum dünyayı düny ayı ifa ifa ediyor - burada bura da bir fiil fiil var: ifade etmek... etmek.. . Peki ne demek dem ek bu? İki İki şey-d şey-demek emektir tir - sanki sank i iki hareket hareke t aynı anda an da varmış va rmış gibi... gibi... Leibniz bize aynı anda şunları demektedir: Tanrı günahkâr bir Âdem yaratmadı, Âdem’in günah işlediği dünyayı yarattı. Rubicon ır mağını aşan Sezar’ı yaratmadı; Sezar’ın Rubicon ırmağım geçeceği dünyayı yarattı. Demek ki Tanrının yarattığı dünyadır, dünyayı ifade eden bireysel mefhumlar değil. Leibniz’m ikinci önermesi: dünya sadece kendini ifade eden birey sel mefhumlarda varolur. Eğer bir bireysel mefhuma öteki karşısında ayrıcalık tanırsanız... evet bunu kabul ederseniz, o zaman birbirini ta mamlayan iki okumanın ve kavrayış ediminin aynı anda ortaya çıka cağını görürsünüz. Neyin iki kavramşı? Dünyayı ele alabilirsiniz, ama bir kez daha da ha,, düny dü nyaa kend ke ndii başına, başına, kend ke ndii içinde içind e varol va roluy uyor or değildir değil dir 129 129
Jl
î
GILLESDELEUZE
ancak on u ifad ifadee eden mefhumlarda vardır. Ama b u soyutl soyutlamayı amayı yapa bilir, bil ir, düny dü nyay ayıı ele alabilirsi ala bilirsiniz. niz. Peki Pe ki ama, am a, o n u nası na sıll ele alırsınız? alırs ınız? Kar maşık maşık bir eğri olarak ele alırsı alırsınız. nız. Karmaşık Karmaşık bir eğrinin e ğrinin tekü te kü noktalan nok talan vardır, vard ır, sıradan, olağan nok talan tala n vardır. Tekil b ir nokta, nok ta, başka başka bir b ir tekil tekil noktanın yakınına varıncaya kadar olağanlar serisi üzerinde uzatılır, vesaire vesaire vesaire. vesaire... .. veeg ve eg riyi riy i öyle öyle kurarsınız kurars ınız ki k i sürekli süre kli olur - tekilli tekilliklerin klerin olağanlar serisiyle uzatılması yoluyla. İşte böyle. Leibniz’a göre dünya işte budur. Sürekli dünya tekillikler ile düzenliliklerin, kurallıbklann bir b ir dağıl da ğılımıd ımıdır ır ve b u n lar la r tam ta m d a Tanr Ta nrın ının ın seçtiği seçtiğ i topla top lamı mı,, küme kü meyi yi oluşturu oluştururlar rlar - yani yan i azami sürekliliği sürekliliği sağlayanı. sağlayanı... .. Böyl Böylee bir bakışta bakışta ka lırsanız dünya süreklilik yasasıyla düzenlenmiştir, çünkü süreklilik tam d a tekillerin kendilerine bağlı olağanlar olağanlar serileri boyunca boyunc a uzadıkla rı bir bileşimdir. bileşimdir. Dünyanız D ünyanız kelimesi kelimesine üzerind e tekillikler tekillikler ile ile kurallılıklann yer aldığı bir eğri olarak şekillenmiştir. İşte bu sürekli lik yasasına boyun bo yun eğen eğe n ilk bakış açısıdır. açısıdır. Ama iş işte, bu dünya ken di başına başına varolmaz, varolmaz, sadece sadec e bu dünyayı dünyay ı ifa ifa de eden bireysel mefhumlarla varolur. Bu bireysel bir mefhumun, bir monadın, mon adın, yani her birinin birini n küçü k üçük k sayıda belirli tekilli tekillikleri kleri kuşattığı kuşattığı an lamına gelir. Küçük sayıda tekillik içeren... Bu küçük tekillikler mik tarı... Bireysel mefhumların ya da monadlarm dünyaya bakış açıları olduklarım hatırlarsınız. Bakış açısını açıklayan şey özne değildir; öz neyi açıklayan bakış açısıdır. Dolayısıyla şunu sormak zorunlu: bu ba kış açısı da nedir? Bir bakış açısı şununla tanımlanır: dünyanın oluşturduğu eğri üze rinde az sayıda tekillikler. Bireysel bir mefhumun temelinde yatan şey işte budur. Sizinle benim aramızdaki fark... işte... sizin bu uydurma eğrinin üzerinde şu ya da bu tekilliklerden, benimse öbür şu ya da bu tekilliklerden kurulmuş olmamızdır. Ve bireylik dediğiniz şey belli bir 130
İ-EİBNİZ - 6 MAYIS 1980
bakış ba kış açısı o luş lu şturd tu rduk ukla ları rı ölçüd ölç üdee b ir tekillikler tekil likler kom ko m pleksi ple ksidir dir.. Dünya nın iki hali vardır. Gelişmiş bir hal... [Bandın [Bandın sonu] sonu ]
13Î
20 MAYIS 1980
Leibniz üstüne bu diziyi mutlaka yaklaşmak istediğim bir proble mi ortaya atarak bitirmek istiyorum. Ta baştan beri sorup durduğum şu soruya geri dönüyorum: yani nedir bu ortak duyunun felsefeye da ir k urm uş olduğ old uğu u o çok yaygın imge imge?? - Sanki fels felsef efee içinde filozofl filozofla a rın asla hemfikir olamadıkları bir tartışma yeriymiş gibi... Sanki bir nevi felsefe atmosferi var ve orada insanlar tartışıyorlar, aralafinda kavga edi ediyo yorla rlaT T - öte yandan yand an hiç değils değilsee bilimde nede ne den n bahsedildiğini herkes biliyor, anlıyor... Bir de bize deniyor ki, filozofların hepsi her zaman aynı şeyleri söylüyorlar, hepsi ya aynı fikirdeler ya da hep kar şıt şeyler söylüyorlar. Çok belirgin birkaç örneği Leibniz’ia ilgili olarak ele ele almak almak isterim. isterim. Ne demektir demek tir bu - iki iki filozof filozofun un aynı fikirde fikirde olmama sı? Bazı disiplinleri kateden bir hal olarak polemik mi? Felsefede bilimdekinden ya da sanattakinden daha fazla polemik olduğuna inan mak için hiçbir nedenim yok. Bir filozofun başka bir filozofu eleştir mesi ne manaya gelir? Nedir bu eleştiri işlevi? Leibniz bize bu örneği sağlıyo sağlıyor: r: filozofların filozofların şu şu ya da b u filozofun karş karşıtlaşması ıtlaşması ne demektir? demek tir? İşte Leibniz ile Kant arasında birinci karşıtlık —bilginin bakış açı sından. Leıbniz’ı konuşturacağım. İşte Leibnizcı bir önerme: bütün önermeler analitiktirler ve bilgi yalnızca analitik önermelerle işlemek tedir. tedir. Analiti Analitik k b ir önermenin, önermen in, önerme deki iki terimde n birinin öteki ö teki nin kavramında içerilmiş olduğu önerme olduğunu hatırlarsınız. Bu fels felsef efii bir formüldü form üldür. r. Bu düzeyde düzeyd e bir şeyi tartış tartışmaya maya gerek g erek olmadığını şimdiden hissedebilirsi hissedebilirsiniz. niz. Niçin? Niçin? Çünk ü o m d a ima edilen bir şey şey,, 132
LElBN LEl BNtZtZ-20 20 MAYIS 1980
yani bilginin belli bir modeli vardır. Önceden varsayılan... ama bilim lerde de hep önceden varsayılan bir şeyler vardır... önceden varsayılan belli bell i bir bi r bilgi kavra ka vramı mı vard va rdır ır - yani ya ni bilm bil m ek kavr ka vram amda da içerilmiş içeril miş olanı keşfetmekıir. işte bu bilginin bir tanımıdır. Bilginin bir tanımına sahip olmakla olmakla yetinilmektedi yetinilmektedirr burada bura da - ama neden ned en bu da başka başka bir şey de ğil? Öte taraftan Kant çıkagelir ve der ki. sentetik önermeler de vardır. Senteti Sentetikk bir ön ermenin ne olduğunu görüyorsunuz - terimleri terimlerinden nden biri bir i ötek öt ekin inin in kavr ka vram amınd ındaa içerilmiş içeril miş olmayan b ir önerm öne rme. e. Bu b ir çığlık mı? Bir önerme mi? Leibniz’a karşı çıkarak, hayır der; sentetik öner meler olduğunu ve bilginin yalnızca sentetik önermelerle olduğunu söyler. Aralarındaki karşıtlık topyekûn gibidir. Bu noktada aklıma binler bin lerce ce soru so ru geliyor. Tartışmak Ta rtışmak ne demek? dem ek? Kim K im haklı, hak lı, kim ki m ne üzer üz erin in de haklı? Tartış Tartışmak mak nedir? Kanıtlanabi Kanıtlanabilir lir mi - b u karar ka rar verilebilir verilebilir önermelerden mi? Söyleyeceğim şey tam da Kamçı tanımın ilgiye de ğer olduğu -çünkü eğer kazarsanız o da belli bir bilgi kavrayışı ima etm ekted ek tedirir- ve bu bilgi kavrayışının kavrayışının Leibniz’ Leibniz’m m kinden kin den çok ç ok farklı oldu old u ğu da görülür. Bilginin yalnız sentetik önermelerle yürüdüğü söylen diğinde -yani terimlerinden biri ötekinin kavramında içerilmeyen önermelerce yürüdü söylendiğinde- o zaman iki terim arasında bir sentezin varlığı söz konusu demektir. Bunu diyen biri bilgiye Leibniz gibi bakamaz artık. Aksine bize bilmenin asla bir kavramda içerilmiş olan ola n bir b ir şeyi keşfetme keşfetmekk olmadığını olmad ığını söyleyecektir; bilme b ilmekk başka başka bir bi r şey şeyii onaylamak onaylamak üzere bir kavramdan k avramdan zorun z orunlu lu olarak dışarı dışarı çıkmak demek tir. Bir kavramdan dışarı çıkma eylemine sentez denir. Kavrama hep başka başka başka başka şeyleri bağlamaya, bağlamay a, atfetmeye, atfetm eye, başka başka şeyleri eyle ri onaylamaya denir de nir sentez. Başka Başka terimlerle söylersek bilmek her h er zaman b ir kavramı kavramı terk etmek, bir kavramın dışına çıkmaktır. Bilmek aşmaktır. Burada 133 133
G1LLES DELEUZE
ne tür bir oyun oynanmakta olduğunu anlayın. İlk kavrayışta bilmek bir b ir kavr ka vram amaa sahi sa hipp olm ol m ak ve bu kavram kav ram da içeri içe rile lenn b ir şeyi keş ke şfetme fet mek k tir - burada bilginin bilginin modelinin modelinin çok özel özel bir model, tutkun un ya da al gının modeli uyarınca uyarın ca anlaşıldığım anlaşıldığım söyleyebil söyleyebilirim. irim. Bilmek, Bilmek, sonuçta sonu çta bir şeyi algılamaktır; bilmek kavramaktır -ve bu bilginin pasif bir modeli d i r - bir sür s ürüü faal faaliy iyet et ona bağlı olsa olsa bile... bile... ikinci durumdaysa, tam aksine bilmek başka bir şeyi onaylamak üzere kavram ın dışına dışına çıkm aktır —bu —bu bir “edim-bilgi" modelidir. İki önermeme geri dönüyorum. Sanki hakemmişiz gibi bakalım. Karşımızda iki önerme var ve kendimize soruyoruz; Neyi seçiyorum? Öncelikle “Bu konud kon udaa karar ka rar verilebilir mi?” dediğimde... dediğim de... Bu ne ^anl ^anla a ma gelebilir? Bu belki de meselenin bir olgu sorusu olduğu anlamına gelir. Birine ya da öbürüne hak veren olguları bulmak gerekiyordun Elbette mesele bu değildir. Felsefi önermeler belli bir tarzda olguların doğrulamasıyla yargılanamazlar. İşte bu yüzden felsefe iki soruyu hep bir b irbb irin ir indd e n ayır ay ırm m akta ak tadı dırr - ve özellikl öze lliklee Kant b u ayrım ay rımıı y enid en iden en ele alacaktır. Bu ayrımın Latince bir formülü var; quidfacti: olgu nedir? Ve quid juris ju ris:: hakk ha kkıı nedi ne dir? r? Ve eğer eğ er felsefenin felsefe nin h u k u k la b ir alıp alı p verece ver eceği ği vars va rsaa bu b u tam ta m da h u k u k sal sa l sor s orul ular ar adı ad ı veri v erileb lebile ilece cekk so s o rula ru larr so s o ruy ru y o r olm ol m asın as ın,, dandır. Karşıtlık içindeki iki önermenin, Leibniz’ın önermesi ile Kant’mkinin bir olgu cevabıyla yargılanamaz olması ne anlama geli yor? Bu, aslında bir problemin olmadığı, çünkü hep sentez fenomeni olan fenomenlerle karşılaştığımız anlamına geliyor. Gerçekten de bü tün zamanımı, en basit yargılarımda bile, sentezler işleterek geçirmek teyim. teyim. Mesela Mesela bu doğru çizgi çizgi beyazdır diyorum d iyorum . Burada doğru çizgide, doğru çizgi kavramında içerilmiş olmayan bir b ir şeyin eyi n varlığın varl ığınıı onayla ona ylama makta ktayım yım.. Niçin? Bütün Bü tün doğ do ğ ru çizgiler çizg iler beyaz bey az
LE13N1Z- 20 MAYIS 1980 1980
değildir de ondan. Bu doğru çizginin beyaz olması hiç kuşkusuz ya şantıda deneylenm iş bir karşılaş karşılaşmadır madır - bu nu önceden söyley söyleyemez emez dim. Demek ki deneyimde beyaz olan doğru çizgilerle karşılaşıyorum. Buna sentez denir; böyle bir senteze a posteriori diyeceğiz -yani de neyde verilmiş verilmiş olan. Demek D emek ki olgusal olgusal sentezler sentezler v ar d ır- ama bu soru nu çözmüyor. N eden? Çok basit basit bir ned enden ende n dolayı; dolayı; bir bi r bilgi bilgi kurm a dığı, getirmediği için. Bu bir deney protokolüdür. Bilgi ise deney pro tokolleri oluşturm oluşturm aktan bambaşka bambaşka b ir şeydir. Ne zam za m an biliri bil iriz? z? Bir ön erm er m e h u k u k e n k en d ini in i ortay or tayaa k o y d uğu uğ u n da biliyoruz. Bir önermenin hakkım tanımlayan şey nedir? Evrensel ve zorunlu bu hakkı tanımlar. Doğru bir çizginin bir noktadan ötekine en kısa yol öldüğünü söylediğimde hukuksal bir önerme ileri sürmek teyim. Niçin? Çünkü eğer gerçekten doğruysa en kısa yol olduğunu bil b ilm m ek için içi n b ü tü n d o ğ ru çizgile çizg ileri ri tek te k tek te k ölçm öl çmem emee g ere er e k yok. yo k. Bütü Bü tün n doğru çizgiler önceden, a priori - yani deneyden bağıms bağımsız ız olarak olarak bir noktadan ötekine en kısa yoldurlar, yoksa onlara doğru çizgi dene mezdi. mezdi. O halde diyebi diyebilir lirim im ki önerme bu duru m da bir bilg bilgii önermesi dir. Doğru bir çizginin en kusa yol olduğunu bilmek için deneyi bekle mem, aksine deneyi belirlerim; çünkü bir noktadan ötekine en ltısa yol deneyimde bir doğru çizgi çizmemin yordamıdır. Bütün doğru çizgiler zorunlu olarak bir noktadan ötekine en kısa yoldurlar. Bu bir bilgi bilg i öner ön erm m esid es idir ir,, pro pr o tok to k ol değil. Mesela şu ö nerm ne rm eyi ey i ele alalım ala lım - bu a priori bir önermedir. Leibniz ile Kant’ı ayıran çizginin bu olduğunu
söyleyebilir miyiz sonuçta? Yani bu analitik bir önerme midir, yoksa sentetik sentetik bir önerme mi? Kant çok basit basit bir şey şey söylüyor; söylüyor; bu zorun zor un lu olarak a priori sentetik bir b ir ö n erm er m ed ir - nede ne den? n? Ç ü n k ü d o ğ ru b ir çizgi çiz ginin nin b i r n o k tad ta d a n diğe diğ e rine en kısa yol olduğunu söylediğinizde doğru çizgi kavramının, dışı135 135
GILİES DEİEUZE
na çıkıyorsunuz, dışına taşıyorsunuz. Peki ama, bir noktadan ötekine en kısa yol olmak bir doğru çizgide içerilmiş değil mi? Leibniz’ın bu nu onaylayacağı onaylayacağı besbelli besbelli - evet, içerilmiş içerilmiştir. tir. Kant ise ise hayır, diyor, diy or, doğ do ğ ru çizgi kavramı Ûklitçi tanımına göre bütün noktalarında ex aequo, hep aynı olan çizgi demektir. Bundan bir noktadan diğerine en kısa çizgiyi türetemezsiniz. Başka bir şey söyleyebilmek, onaylayabilmek için kavramın dışına çıkmanız gerekiyor. Ama henüz ikna olmuş deği liz. Kam niye böyle diyor? Sanıyorum Kant şöyle bir cevap verirdi: Bir noktadan noktad an ötekine en kısa kısa yol yol bir karşılaş karşılaştırma tırma içeren bir kavramdır kavram dır en kısa çizgi ile diğer çizgilerin, kırık ya da eğri çizgiler arasında yapı lan bir karşılaştırma. Bir karşılaştırmayı, doğru çizgi ile eğriler abasın daki bir ilişkiyi örtük olarak kabul etmeden, doğru bir çizginin bir noktadan noktad an ötekine en kısa yol olduğun oldu ğunuu söyleyemem. söyleyemem. Kant a göre bu bu durum işin içinde bir sentez olduğunu söylemek için yeterlidir; eğri çizgi kavramına ulaşmak üzere doğru çizgi kavramının dışına çıkmaya zorlanıyorsunuz ve bütün söylediğiniz doğrıi çizgiler ile eğri çizgiler arasındaki arasın daki bir bi r iliş ilişki dolayısıyladır.. dolayısıyladır.. Bu b ir sentezdir, sente zdir, öyleyse öyleyse bilmek bilm ek sentetik bir işlemdir. Leibniz böyle bir şeyden rahatsız olur muydu? Hayır, elbette doğ ru bir çizginin iki nokta arasındaki en kısa yol olduğunu söylediğiniz de zihninizde elbette eğri çizgi kavramının da bulunması gerektiğini söylerdi. Ama Leibniz diferansiyel hesabın yaratıcısıdır ve buna göre doğru bir çizgi eğrilerin sının olarak tasarlanır. Sınıra doğru bir süreç vardır. Buradan Leibniza şu tema doğmaktadır: bu analitik bir ilişki dir, ama bu sonsuz bir analizdi analizdir. r. Doğru Doğru çizgi çizgi eğrinin eğrinin sınırıdır - nası nasıll dinginlik dingi nlik hareke har eketin tin sınırıysa öyle, öyle, ilerleyebiliyor muyuz muy uz acaba? Ya Ya işin işin içinden çıkamayacağız ya da ikisi aslında aynı şeyi söylüyorlar. Peki eğer aynı şeyi söylüyorlarsa söylüyorlar sa söyledikleri söyledikle ri nedir? Bu şu şu anlama gelebil gelebilir: ir: 13 6
LEİBNtZ - 20 MAYIS 1980
I
Leibniz’ın sonsuz anali 2 adım verdiği şey Kant’m sonlu sentez dediği şeydir. Birdenbire her şey bir sözcük meselesine dönüyor. Bu pers pektif pek tiften ten bakınca bak ınca,, bu safhada... safh ada... bir bi r doğa doğ a farkı ayırt ayır t etmek etm ek konu ko nusu sund ndaa hemfikir olduklarım söyleyebiliriz. Birincisi sonlu analiz ile sonsuz analiz arasında, İkincisi analiz ile sentez arasında. Yani aynı kapıya çı kıyorlar: Leibniz’ın sonsuz analiz dediğine Kant sonlu sentez adını ve riyor. Görüyorsunu Görüy orsunuzz - sağduyunun sağduy unun fikri fikri şun şunu u gösteriy gösteriyor: or: felse lsefi bir tar tışma sonuca erdirilemez, çünkü hem kimin haklı olduğuna karar ve remiyoruz hem de kimin haklı olduğunu bilmenin hiçbir önemi yok, çünkü hepsi aynı şeyleri söylüyor. Matta sağduyu şu sonuca da vardırabilir bizi: tek iyi felsefe benimkidir. İşte size trajik bir hal. Çünkü eğer sağduyu felsefenin amaçlarını felsefenin bizzat yapamadığı kadar gerçekleştirebiliyorsa felsefe yapmak için kendimizi neden yoralım ki? Peki o zaman? O halde bir çatallarıma arayalım burada, çünkü l.eibniz ile Kant arasındaki arasınd aki bu ilk büyük büyü k karşıtlık karşıtlık - şimdi bize bize apaçık geliyorsa geliyorsa... ... acaba bu b u aslında aslın da daha da ha deri de rin n b ir karşıtlığa karşıtlığa doğr do ğru u aşıldığı aşıldığı için içi n değil mi? Ve Ve bu bu daha derin karşıtlığı göremezseniz hiçbir şeyi anlayamazsınız... Bu da ha derin de rin ikinci ikinci karşıtlı karşıtlık k nedir? Leibniz' Leibniz'ın ın büyük büyü k b ir önermesi olduğu nu görmüştük -ayırt edilemezler ilkesi adı altında- yani her fark son tahlilde, kavramsaldır, kavramdadır. Her fark kavramın içindedir. Eğer iki şey farklıysa yalnızca sayılan bakımından, şekilleri ve hare ketleri bakımından farklı değildirler; kavramlarının da aynı olmaması gerekir. Her fark kavramsaldır. Bu önermenin, Leibniz’ın önceki öner mesinin varsaydığı bir şey olduğunu görebiliyorsunuz, değil mi? Bu noktada nok tada haklıysa - eğer h er fark far k kavramsal ise, bilginin kavramı anali analizz ederek edinileceği de apaçıktır, çünkü bilmek farkları ayırt ederek bil137
OILLES DELEUZE
mektir. Demek kİ eğer bütün farklar son tahlilde kavramsaL iseler, bi ze farkları farkları ayırt ayır t etmeyi öğretecek olan şey şey kavramın kavra mın analiz edilmesidir - ki bu na d a bilmek diyoruz. Bunun Leib Leibni niz’ z’ıı ne k ada r ileri ileri düzeyde düzeyde bir b ir m atem at em atik at ik uğraşısın uğ raşısınaa ittiği ittiğ i gö rülü rü lüy y o r - şekill ek iller er aras ar asın ında daki ki,, sayılar say ılar arasındaki bütün farkların kavramlardaki farklara bağlı olduklarını göstermesi göstermesi gerekiyordu. Peki bu tamam da, Leibniz'ın ikinci önermesine karşı Kant’m orta ya attığı önerme neydi? Burada da çok eğlenceli bir durumla karşı karşıyayız. Kant son derecede ilginç bir önerme atıyor ortaya: Eğer dünya kendini size nasıl sunuyor, iyi bakarsanız göreceksiniz ki dün ya birbirine indirgenemez iki
iü t
belirlenimden kuruludur: önce hep
bir b ir şeyin eyi n ne o ldu ld u ğ u n a iliş ili şkin olan ol an kavr ka vram amsa sall beli be lirl rlen enim im ler le r v a rdır rd ır hatta bir kavramın bir şeyin ne olduğunun tasavvuru, temsili olduğu nu bile bile söyleye söyleyebil bilir irim. im. Eliniz Elinizde de bu belirlenimlerden belirlenimlerden pe k çok var -m e sela aslan kükreyen bir hayvandır- ve işte bu kavramsal bir belirle nimdir. Ve sonra tümüyle başka türden belirlenimler vardır. Kant bu rada en önemli kozunu oynamaktadır: demektedir ki, bunlar artık kavramsal değil, mekânsal-zamansal belirlenimlerdir. Ne demek peki bu b u m ekân ek ânsa sall-za zam m ansa an sall beli be lirl rlen enim imle ler? r? Bir şeyin ey in b u ra d a ve şimdi im dide de o l ması, sağda ya da solda olması -bir mekânı şu ya da bu tarzda işgal ediyor olm ası- bir m ekânı tanımlaması, tanımlaması, zaman içinde sürmesi... Ve iş iş te, kavramların analizini ne kadar ileriye götürürseniz götürün, salt kavranılan inceleyerek bu mekânsal-zamansal belirlenimler alanına asla varamayacaksınız. Kavram analizinizi isterseniz sonsuza kadar sürdürün, kavramın içinde size şunu anlatacak hiçbir belirlenim bula mayacaksınız: mayacaksınız: bu şeyin sağda m ı, yoksa solda mı olduğu... oldu ğu... Acaba ne demek istiyor? Kendi ileri sürdüğü örnekler ilk bakışta oldukç old ukçaa ikna ikn a edici. edici. Mesela Mesela iki el. Herkes He rkes bilir b ilir ki iki el tam aynı çizgile çizgile 138
LHİBNIZ-20 MAYIS 1960
re, gözeneklerin eşit bir dağılımına sahip değildir. Aslında birbiriyle özdeş iki el yoktur. Ve bu Leibniz’ın üzerinde durduğu noktadır işte: eğer iki şey varsa kavramları bakımından farklı olmaları gerekir, işte bu b u o n u n ayır ay ırtt edi e dile lem m ezle ez lerr ilkesi i lkesi... ... Kant ise diyoT ki, bu dediğin pekâlâ mümkün, ama bunun hiçbir önem i yok. Bunun dikkate d ikkate değer h içbir tarafı tarafı yok. yok. Tarnş T arnşmalar malar hep şu şu doğru do ğru bu yanlış diye diye geçmez - bu nu n ilgi ilgiye ye değer bir taraf tarafıı var mı, yoksa herkesin bildiği bir banallik mi diye de geçer. Mesela delinin du rum u b ir olgu olgu sorusu değildir değildir - aynı zamanda zamanda tju tjuid juris de bir so rudur. Deli yanlış şeyler söyleyip duran biri değildir. Mutlak olarak delice delice teoriler icat eden bir sürü sür ü m atematikçi atematikçi var. Deli Delice ce teoriler teoriler - ni çin? Yanlış ya da çelişkili oldukları için mi? Hayır, muazzam bir mate m atik aygıtını evirip çevirebildikleri çevirebildikl eri için daha dah a çok - mesela özellik özellikle le hiçbir ilgiyi gerektirmeyen önermelerle uğraşıp durdukları için. Kant, Leibniz’a şöyle demeye cesaret edebilirdi: iki el ve gözenek lerinin, çizgilerinin dağılımı konusunda anlattıklarınızda dikkate de ğer hiçbir şey şey yok - çünk ü quid ku ken kavraya kavrayabili bilirsi rsiniz niz bunu, quid juris, juris , hu kuken olgusal olarak değil: aynı kişiye ait, tam taırnna aynı çizgilere, göze neklere nek lere sahi sahip, p, iki eli kavrayabilirsiniz. kavrayabilirsiniz. Bu man m annk nken en çeliş çelişkili kili değil - ol gusal olarak böyle iki el varohnasa bile. Ama Kant diyor ki... çok ama çok ilginç bir durum var burada: analizinizi ne kadar uzağa götürür seniz götürün, bu iki el özdeştirler, ama bakın şu işe ve hayranlık du yun ki bu iki el yine de üst üste konulamazlar. Bu ünlü bir paradoks tur, üst üste konulamayan, örtüşmeyen özdeş nesneler paradoksu... Mutlak olarak özdeş iki eliniz var, tam bir hareket serbestisi kazan mak için onları kesiyorsunuz, ama onları birbiriyle örtüştüremiyorsunuz - üst üste üste koyamıyorsunuz. koyamıyorsunuz. N eden peki? peki? Üst üste koyamıyor koyamıyorsu su nuz diyor Kant, çünkü bir sağ el var bir de sol el. Geriye kalan bütün 139
GILLES EELEUZE
bakım ba kım larda lar dann m utla ut lakk olarak ola rak özdeş özde ş olabil o labilirle irlerr - ama bir bi r el hep he p sağ el, diğer el hep sol el olarak kalacaktır. Bu demektir ki kavrama indirgenemeyecek mekânsal bir belirlenim vardır. Ellerinizin kavramı kesin likle özdeş olabilir, ama analizi istediğiniz kadar uzağa götürün, yine biri sağ el diğer diğ erii sol so l el e l olara ola rakk kalaca kal acaktır ktır.. İkisini kisi ni üst üs t üste üst e asla koyama koy amaz z sınız. İki şekli nasıl, hangi şartlarda üst üste koyar, örtüştürürsünüz? Şekillerinkirıe ek bir boyutu daha mekâna katmanız şartıyla bunu ya pabilir pab ilirsini sinizz ancak an cak,, iki ik i düz dü z şekli üst üs t üste koyab koy abili iliyo yors rsun unuz uz,, ç ü nkü nk ü uza uz a yın üçüncü bir boyutu var. iki hacimli, yani üç boyudu şekli ancak dördüncü bir boyutunuz varsa üst üste örtûştürebilirsiniz. Demek ki uzayın düzeninde indirgenemez bir şey var. Ve aynı durum zaman için için de geçerlidi geçerlidir: r: zamanın zam anın düzenind düz enindee de indirgenemez indirgenem ez bir şey şey vâtdır. Öyle Öyleyse yse kavramsal farkların analizini analizini ne kada k adarr uzağa uzağa götürürseniz g ötürürseniz gö türün kavramların dışında ve kavramsal farkların ötesinde hep bir fark yine de olacaktır - işte işte bunlar bun lar mekânsal-zamansal mekânsal-zaman sal farklardır. Burada Kant rakibi karşısında daha güçlü bir hale gelmiyor mu? Doğru çizgi örneğine dönelim. Sentez fikrinin Leibniz'da basitçe bir sözcük, bir terminoloji meselesine indirgenemeyeceğini fark edeceğiz. Analiz-sentez farkındafarkında- kalsaydık kalsa ydık hiçb h içbir ir şeyi şeyi çözemeyecektik. çözem eyecektik. Meselenin basit bir sözcükler üstüne tartışma olmadığını görmeye çalışıyorduk. Kant şunu demektedir: Analizde ne kadar ileri giderse niz gidin, indirgenemez bir zaman ve mekân düzeniyle karşılaşacaksı nız - ve bunu bu nu kavram düzlemin d üzleminee indirgeyemezsiniz. indirgeyemezsiniz. Başk aşka bir bi r deyiş deyişle, mekân ve zaman birer kavram değildirler. İki tür belirlenim vardır: kavram belirlenimleri ve mekânsal-zamansal belirlenimler. Doğru çiz gi bir noktadan ötekine en kısa yoldur derken Kant ne söylemek iste mekledir? Bunun B unun sentetik se ntetik bir b ir önerm ön ermee olduğ o lduğunu unu.. Söylemek Söylemek istediği istediği şu şu-, dur: Doğru çizgi elbette kavramsal bir belirlenimdir, ama bir nokta 140
LEÎUNtZ- 20 MAYIS 1380
dan diğerine en kısa yol asla kavramsal bir belirlenim değildir, me kânsal-zamansal bir belirlenimdir. Bu ikisi birbirlerine indirgenemez; bir b irin indd en ötekin öte kinii asla türetem türe temezs ezsiniz iniz.. Demek Dem ek ki ikisi arası ara sınd ndaa bir bi r sen sen tez vardır. Ve bilmek nedir? Bilmek kavramsal belirlenimlerle mekânsal-za mansal belirlenimlerin sentezini yapmaktır. İşte Kant böylece mekân ve zamanı kavramın, mantıksal kavramın ellerinden söküp almakta dır. Bu işlemi bizzat kendisinin estetik diye adlandırması sadece bir tesadüf mü peki? Estetiğin en kaba düzeyleri bakımından bile:., yani en iyi bilinen sözcükle “sanat teorisi”... mekân ile zamarun mantıksal kavramların elinden alınmaları estetik adı verilen bütün o disiplinin temeli değil midir? Şimdi, bu ikinci düzeyde Kant’ın sentezi nasıl tanımlayacağını gö rebilirsiniz. Diyecektir ki sentez kavramlara indirgenemez bir şeyi onaylamak için her türden kavramın dışına çıkmamdır. Bilmek bir sentez yapmaktır, çünkü zorunlu olarak kavranı-dışı bir şeyi onayla mak ma k için bü tün kavramların dışına dışına çıkmaktır. Bir kavram olarak doğ ru çizgi çizgi - dışına dışına çıkıyorum... çıkıyorum... bir b ir noktadan nok tadan ötekine en kısa yoldur... yoldur... kavram-dışı mekânsal-zamansal belirlenimdeyim artık... Bu ikinci Kant önermesi ile ilki arasmda ne fark vardır? Kant’ın getirdiği ilerle m e karşısında karşısında hayranlık h ayranlık duymamak duym amak imkansız. imkansız. Kaht’ Kaht’m ilk tanımı - bil mek me k sentez sentez-- yapmaktır... yapm aktır... sentetik önerm öne rmeler eler 'yayınlamaktır... 'yayınlamak tır... işte işte Kant’m bu ilk önermesi şuna indirgenebilirdi: Bilmek demek kavram dan dışarıya çıkarak kavrama dair onda içerilmemiş olan bir şeyi söy lemek demektir. Ama bu düzeyde Kant’ın haklı olup olmadığını he nüz nü z bilemem. Leib Leibni niz. z. gelirdi ve sonsuz son suz analiz analiz adına derd d erdii ki -v e zaten zaten diyordu ki- bir kavrama dair onayladığım her şey kavramın içinde olacaktır. Peki şimdi daha derin ikinci düzeye geçelim: Kant artık bil 141 141
GILLES DELEUZE
menin bir şeyi kavrama dair onaylamak için kavramın dışına çıkmak olduğ unu söylemiyor söylemiyor artık - bu başka başka bir kavram olu rdu yalnızc yalnızca.. a.... Bilmenin bir kavramdan bütün kavramlardan çıkmak için çıkmak ve o kavrama dair genel olarak kavrama indirgenemez olan bir şeyi onay lamak olduğ unu söylüyor. söylüyor. Bu çok daha ilginç bir önerm edir. Ama yine sıçrıyoruz geriye? Buna karar verebiliyor muyuz peki? Biri iri bize bize he r farkın son tahlilde tahlilde kavramsal oldu ğun u söylüyor - bu duru m da bir kavram hakkında kavramın düzleminden fark farklı lı bir şey şeyii asla söyleyemiyor, onaylayamıyorsunuz. Diğeriyse şunu diyor: iki tür fark far k var - kavramsal farklar ve mekânsal-zamansal farklar; öyle öyle ki bil mek demek kavramm dışına bütün kavramların dışma çıkarak o kav rama ram a dair kavram sal, olmayan bir şeyi şeyi onaylamaktır. Ve bu şey hiçbir hiçb ir kavrama indirgenemez, yani mekân a ve zamana aittir. aittir. Bu noktad a işin işin içinden he nüz çıkamamış olduğ um uzu fark ediyo ruz, çünkü Kant, görülüyor ki, yumuşak bir tavırla... ve bunu hemen söylemek zorunda hissetmemiş olacak ki, kendini, yüz sayfa kadar ile ride söyleyecek. söyleyecek... .. evet, evet, Kant artık kavramsal belirlenimlerle belirlenim lerle ilişkili ilişkili ola rak mekânsaL-zamansal belirlenimlerin indirgenemezliği tezini ancak bir bi r d arb ar b e yapa ya para rak, k, işi işi oldu ol dukç kçaa zorla zo rlaya yara rak k yapa ya pabil biliyo iyor. r. İleri ler i s ü rdü rd ü ğ ü önerm enin anlamlı olabil olabilmesi mesi için için mekânın mek ânın ve zamanın geleneksel geleneksel ta nım ım topy ekü n değiştirmiş değiştirmiş olması olması gerekiyordu. gerekiyordu. Bu ko nu da dah a d u yarlı bir hale geldiğinizi umarım. Kant mekâna ve zamana tümüyle yepyeni bir belirlenim vermektedir. Peki ama, bu da ne demek olu yor? Kant-Leıbmz karşıtlığının üçüncü kanadma geliyoruz böylece. Leibniz önermelerinin ve Kant önermelerinin birbirinden alabildiğine farkh iki mekân-zamanda cereyan ettikleri görülmezse bu karşıtlığın hiçb ir ilginç yanı olmazdı. Baş Başka b ir deyiş d eyişle, le, Leibniz’ Leibniz’m m anladığı - b ü 142 142
LEIBN1Z-20 MAYIS 1980
tün bu m ekân ve zaman belirlenimleri belirlenimleri kavramsal kavramsal belirle belirlenimler nimleree ind ir genebilirler dediği mekân-zaman değildir Kant'ınki. Kant’ın mekânzamaıanda mekân-zaman belirlenimleri mutlak olarak kavramsal düz leme indirgenemezler. Basitçe gösterilmesi gereken şey işte buydu; bur b urad ad a artı ar tık k düş dü şünce ün ce g ü cün cü n ün sını sı nırl rlar arın ının ın ve terc te rcih ihle leri rini nin n oldu ol dukç kçaa zorlanmaya başladığını hissediyorsunuz, değil, mi? Çok uzun, ama çok uzun zaman boyunca mekân şöyle tanımlandı - bir bi r arada varoluş va roluşlar lar düzlemi olarak... şu şu ya da bu şekilde... şekilde... bir arada varoluş varolu şların ya da aynı and alıkların b ir düzeni. Zaman ise ardışıklıkla ardışıklıkla rın düzeni, düzlemi olarak tanımlandı. Peki ama, Leibniz’ın bu çok es ki zaman ve mekân tanımlarını en uç noktasına kadar vardırması ve bir bi r tü r m u tlak tl ak form fo rmüla ülasy syon onaa kavu ka vuş şturm tu rm ası as ı b ir tesa te sad d üf m üydü üy dü?? Leibniz ekliyor ve bunu biçimsel olarak yapıyor: mekân mümkün bir ara da varoluşlar düzlemidir; zaman ise mümkün ardışıklıkların düzlemi dir. Mümkün sözcüğünü katarak neden mutlağa doğru itiyor peki? Çünkü bütün bunlar onun bir-arada-mümkün-olma ve dünya teorile rine göndermektedir. İşte böylece eski mekân ve zaman kavrayışını yakalıyor ve kendi sistemi için ondan faydalanıyor, ilk bakışta bu hiç de kötü görünmüyor tabii: gerçekten, neredeyse bir refleks gibi bana, zaman işte ardışıklıklar düzenidir, mekân ise bir arada varoluşlar dü zenidir zenid ir dendiğ d endiğinde inde —b —b ir incelik var herhalde... herha lde... ve bu da az şey şey değil. değil... .. Peki Kant’ı bunda rahatsız eden neydi acaba? Bu tartışma onun en gü zel sayfalarım sayfalarım oluşturu oluşturu r. Diyor ki, asla ve asla... asla... Kant diyor ki, öyle öyle de de ğil... diyor ki bir taraftan mekânı bir aradalıklarm düzlemi olarak ta nımlayıp öte taraftan zamanı bir ardışıklıklar, art arda gelişler düzeni diye tanımlayamam. Niçin? Çünkü her şeyden önce, bu zamana ait bir şeydir... Bir arada varolma, kelimesi kelimesine... zamana ait bir şey dir... Başka bir deyişle bir aradalık zamanın bir tarzıdır. Zaman öyle 143 143
GILLES DELHJZE
bir b ir biçi bi çim m dir di r ki, içinde içi nde yalnızca yalnız ca ardış ard ışık ık olanl ola nlar ar değil, değil , olanl ola nlar ar da akıp ak ıp geçiyordur. geçiy ordur. Baş Başka terimlerle söylersek bir b ir arada arad a varoluş ile aynı andaa ndalık zamanın bire r tarzıdır. tarzıdır. Uzun bir süre sonra ünlü bir teori, aynı-andahk, eşanlılık teorisi doğacağ doğacağınd ındaa - ki bun un temel temel yanlarından yanlarından biri aynı-anda aynı-andahgı hgı temelin temelin de zaman terimleriyle düşünmek olacaktır... Görecelik teorisini icat edenin eden in Kant olduğun oldu ğunu u söylemiyorum söylemiyorum asla asla - böyle bir formülün... bize anlaşılır bir şeyler söylüyorsa eğer, bir zamanlar Kant doğmamış ol saydı anlaşılmaz kalacağım söylemeye çalışıyorum. Kant aynı-andalığın mekâna mekâ na değil zamana ait olduğu old uğunu nu bize söyleyen söyleyen ilk kişidir. kişidir. Bu daha şimd şimdiden iden kavramların k avramların düzeninde düze ninde bir bi r devrimdir. Baş Başka bir deyişle Kant zamanın üç tarzı olduğunu söyleyecektir: zaman geçtikçe orada kalan şeye süreklilik diyor; zamanda art arda gelenlere... işte yalnızca onlara... ardışıklık adım veriyor; ve zamanda bir arada varo lana aynı andalık ya da bir b ir arada a rada varoluş diyor. Zamanı ardışıklıkların düzeniyle tanımlayamam, çünkü ardışıklık zamanın tarzlarından yalnızca biri... ve bu tarza diğerleri önünde bir ayrıcalık tanımam için hiçbir neden yok. Ve aynı zamanda başka' bir sonuç daha: mekânı bir arada varolanların düzeni diye de tanımlaya mam, mam , çü nkü bir aradakk mekâna ait deği değildi ldir. r. Eğer Kant zaman ile mekânın klasik tanımım benimsemiş olsaydı -ya -y a ni bir arada varolanlar varola nlar ile ile ardışıklık ardışıklıklarlar- Leibniz Leibniz’’ı eleştiremezd eleştiremezdii yapamazdı ya da bunun dikkate değer hiçbir tarafı olmazdı... evet T.eibniz’ ibniz ’ı eleştirmezdi, eleştirmezdi, çü nkü nk ü eğer mekânı mekân ı bir arada varolanların varola nların düzeni, düze ni, zamanı ise ardışıklıkların düzeni diye tanımlarsam o zaman apaçıktır ki, zaman da mekân da son tahlilde kavramın düzeninde dile getirile bilecek bilec ek b ir şeye gönd gö nder erm m ek zoru zo rund ndaa kalacak kala caklardı lardır. r. Mekânsal Mek ânsal-zam -zamanansal farklar ile kavramsal farklar arasında hiçbir fark kalmayacaktır o 14-1
LEIBNIZ - 20 MAYIS 1980
zaman. Gerçekten de ardışıklıkların düzeni varlık sebebini art arda gelenlerin düzeninde bulur, bir aradalıkların düzeniyse varlık sebebi nin bir arada varolanlarda bulur. Bu durumda son söz olarak bütün farklar kavramsal fark olurlar. Kant bize başka ve yeni bir mekân ve zaman kavrayışı önermeseyd i Leibniz’ın Leibniz’ın mutlağa kadar kad ar ittiği ittiği klasik kavrayışlardan kavrayışlardan kopamazdı. k opamazdı. Bu kavrayış hem en acayip hem de en alışıldık olanıdır. Mekân nedir? Mekân bir biçimdir. Bu onun bir töz olmadığı ve tözlere göndermedi ği anlamına gelir. Mekân mümkün bir aradalıkların düzenidir dedi ğimde bu bir aradalıklar düzeni s on tahlilde tahlilde bir arada varolan şeyl şeyler erle le açıklanacaktır. Başka terimlerle söylersek, mekânsal düzlem sebebini mekânı mekân ı doldura dold uran, n, işga işgall eden şeylerin eylerin düzleminde bulmalıdır. Kant çı çı kıp mekân b ir biçimdir dediğinde dediğinde - yani bir bi r töz değildir değildir dediğinde dediğinde bu mekânın kendisini dolduran şeylere göndermediği anlamına gelir. Pe ki bu biçim nasıl tanımlanacak? Bize diyor ki o dışsalhğın biçimidir. Dışarıda olmanın biçimidir. Dışımızdan bize ne geliyorsa, bize dışarı dan ne olup biliyorsa biliyorsa - tamam... tamam... ama yalnızc yalnızcaa bu değil: değil: bu aynı za man da öyle öyle bir biçim ki k endine dışsal dışsal olan h er şey şey de o biçimde olup biliy bi liyor or.. Burada Burad a gelen ge lenek ek içind içi nden en dışarıy dışarıyaa b ir sıçram sıç ramaa yapa ya pabil biliyo iyorr a rtık rt ık Kant. Gelenek mekânı hep paries extra partes, mekânın bir parçası hep diğer parçasının dışındadır diyerek tanımlamıştı. Ama mekânın karakterlerinden yalnızca biri olan bu tanımı, işte bakın Kant alıp me kânın özü haline getiriyor. Mekân dışsallığm biçimidir; yani bize dışa rıdan gelen he r şeyin şeyin geliş geliş biçimidir - ama aynı zamanda kendine dış dış sal kalan her şeyin geliş biçimidir de... Mekân olmasaydı dışsallık ol mazdı. Ş imdi zamana zamana sıçrayal sıçrayalım: ım: Kant Kant simetrik b ir tanım verecektir verecektir - di yecektir ki bize, zaman içsellik biçimidir, içselhğin biçimidir. Ne de 145 145
GILLES DELEUZE
mek bu peki? İlk olarak, bize içerden gelen, içimizden bize olan de mek. Ama yalnızca bu değil. Şeyler zamanın içindedirler. Bu onlann bir b ir içselliğe sah sa h ip oldu ol duk k ları la rın n ı ima im a ed er. er . Z aman am an şeyin k en d inin in in için iç inde de olma tarzıd ır demek ki. Yine sıçrayıp yaklaşnrmalar yaparsak, çok sonraları zaman felsefe leri çıkacak ortaya, hatta zaman felsefenin ana problemi haline gele cek. Ama uzun bir sûre boyunca hiç de böyle olmamıştı. Klasik felse feyi feyi alırsanız alırsanız elbette za man problemiyle problem iyle çok ço k ilgilenen ilgilenen filozof filozoflar lar olm uş uş tu r - am a bun lar biraz b iraz tu haf filozofl filozoflar ardır dır.. Neden karşımıza karşımıza Azi Azizz Augustinus’ gustinu s’un un zaman zam an üzerine un utulm az dedikleri sayfal sayfaları arım m çıkarıp du rurla ru rlarr ki? Klas Klasik ik fels felsef efenin enin ana pro blem i uzam , yayılım yayılım prob lem idir ve tam da düşünce düşünce ile uzam arasında arasında iliş ilişkini kinin n ne oldu ğud ur - öyle yle ki d ü şünce mi dediniz, o halde o mekânda yer tutan bir şey değildir de mektesiniz. Ve klasik denen felsefenin buna tekabül eden bir probleme büyük bir bi r önem ön em atfettiğ atf ettiğii de d e iyi b ilin il inir ir - d üşünce üşün ce ile u zan za n ım birliğ bir liği, i, birl bi rleşme eşme s i- özel özel biçimi biçimi altında altında ise ruh ile ile vücud vü cud un birliği birliği.. Bu demek ki d üşün cenin ken dine en ayan beyan beyan gözükene, yani cismani dünyaya bakışı bakışı dır. Belli bir tarzda bazL kişiler modem felsefeyi bir tür problematik değişimind değişiminden en başlatırlar başlatırlar - burad bu rad a düşünc düşüncee zamanla yüzleş yüzleşmeye meye koyu k oyu larak uzamı bir kenara bırakmıştır. Düşünce ile zaman arasmdaki iliş ki problemi felsefeyi ziyaret etmeyi, uğraştırmayı asla bırakmamıştır. Sanki düşüncenin yüzleştiği esas şey mekânın, uzamın değil, zamanın biçim biç imiy iym m iş gibid gib idir. ir. Kant şu tür bir devrim yapmıştır: mekân ile zamanı kavramın dü zeninde n söküp almış almıştır, tır, çünkü mekâna ve zamana zamana m utlak olarak ye ye n i iki belirlenim kazandırm kaza ndırm ıştır ıştır - dışsallık dışsallık biçimi biçim i ve ve içsellik içsellik biçimi... biçimi... 146
l-EİBNIZ - 20 MAYIS 1980
Leibniz orıyedinci yüzyıl sonu onsekizirıci yüzyıl başında yaşadı; Kant onsekizinci yüzyılda. Aralarında çok büyük bir zaman farkı yok. Ne olup bitmiştir peki? Her şeyi hesaba katmak gerekir: bilimlerdeki baş kalaşımlar, Newtoncu denen bilim, siyasal olaylar... Kavramların dü zeninde bu tür bir değişim olduğunda toplumsal bakımdan hiçbir şe yin' olup bitmemiş olduğuna inanılamaz. Diğer şeyler arasında Fransız Devrimi de olup bitmiştir. Başka türden bir rrıekân-zaman mı ima edi yordu, bilemeyiz. Günlük hayatın uğradığı değişimler olmuştur. Fel sefi kavramlar düzleminin bunları kendi tarzında, dalı.» önce olabilse bile ifade ifad e ettiğ et tiğin inii kabu ka bull edeb ed ebili iliriz riz.. Bir defa daha Leibtıiz ile Kant arasındaki bu ilk karşıtlıktan yola çıktık ve ded ik ki bu kon uda karar verilemez. verilemez. Leibniz’ Leibniz’ın ın önermesi ile ile bilg bi lgin inin in sen se n te tik ti k öner ön erm m eler el erle le işled işlediği iği öner ön erm m esi es i ara a rasm sm da terc te rcih ih yapa ya pam m ı yorum . Demek D emek ki gerilememiz gerilememiz gerekiyordu, ilk gerileme gerileme - elimde yi yi ne birbirlerine antitez oluşturan iki önerme daha var: her belirlenim son tahlilde tahlilde kavramsaldır - ve Kantç Kantçıı önerme: kavram ın düzlemine indirgenem eyecek mekânsal-zamansal belirlenimler var. Daha da geri leyerek bir önvarsayım önvarsayım tü rü de keşfedil keşfedilecekti ecektirr - yani Leibni Leibnizz-Kant Kant karşıtlığı mekânın ve zamanın asla aynı tarzda tanımlanmadıkları öl çüde herhangi bir anlam taşır. Mekânın bizi dışarıya açan şey olduğu fikri fikri son derecede ilginçtir - klasiklerden hiçb iri böyle böyle bir şey şey asl aslaa de mezdi. mez di. Bu daha dah a şim şimdid diden en mekânla me kânla varoluşsal varoluşsal b ir ilişkidir ilişkidir Mekân bize bize dışarıdan gelen biçimdir. Mesela şiir ile felsefe arasındaki ilişkiyi arı yorsam - b u neyi ima edecektir? Açık Açık bir mekânı, açık bir uzayı ima ima edecektir. Eğer mek ânı b ir dışsallı dışsallık k ortam ı diye tanımlarsanız tanımlarsanız bu açık açık bir b ir m ekân ek ân olac ol acak aktır tır,, kıvr kı vrım ımlı lı değil. deği l. Leibniz Leib nizcı cı m ekân ek ân ya da uzay uza y ise kıvrımlı bir m ekân dır - bir arada varolanların düzlemi. Kant’ın Kant’ın biçi biçi miyse bizi açan b ir biçimd biç imd ir - bizi x’e x’e açan bir bi r biçim; patlayıp patlayıp fiş fişkırkır14/
GİLLES DEIEUZE
malann biçimin biçiminde. de... .. Ş imdiden imdiden roman tik bir mekân dır bu. Esteti Estetik k bir me kând ır, çünkü k avram ın mantıksal düzleminden sıyrıl sıyrılmış mıştır tır - ro mantik bir mekan ya da uzam, çünkü bu. patlayışların, fışkırmaların mekânıdır. Bu açığın, açılmanın uzayıdır. Ve en geç dönem dön em filozofla filozoflarında rında - Heidegger g ib i- açıklık açıklık temasına adanmış büyük bir şarkı görüyorsanız... göreceksiniz ki Heidegger bu Açık mefhumunu Alman romantizmine borçlu olan Rilke’den devral mıştı. Aynı zamanda şairler açıklığı ritmik değer ya da estetik değer halinde icat etmişlerdi. Yine aynı zamanda biiim adamları onu bilim sel bir uzam olarak icat ettiler... Geldiğimiz bu noktada kimin haklı kimin haksız olduğunu söylemek son derecede zordur. Belki Kant’ın bize biz e dalı da lıaa yakı ya kın n o ldu ld u ğ u söyle söy lene nebi bilir lir.. M ekân ek ânda da olm ol m a, m ek ân d a ye r t u t ma hallerimize bakılırsa bakılırsa bu daha iyiymi iyiymiş ş gibi gel geliyor iyor - m ekân ekâ n benim ben im açılma açılma biçim imdir. Peki Peki bu b u yüzden yüz den Leibni Leibniz’ z’ın ın aşıl aşılmış mış old uğ un u söyle yebilir miyi miyiz? z? Ama bu o ka dar da r basit değil.. değil.... Ve dördüncü bir nokta. Ancak yeni olan bir şeyin en uç noktasın dadır ki... felsefede... bir şey gerçekleşebilir... Sonuçta kendim en uç noktasına kadar götürmek hiçbir yazarın yapacağı iş değildir. Kant’ın en u ç nok tasına varmış varmış olan olan kişi kişi Kant değildir değildir - Alman roman tizmi nin büyük filozoflarının hep post-Kantçı olduklarını bir düşünün. Kant’ Kant’ı en uç noktaya kad ar eriştirmek eriştirmek isterken şu tu ha f du rum a dü şen işte işte on lârdır: lârd ır: Leibniz’ Leibniz’aa geri dön mek... me k... [Bandın sonu] Kant Kant felsefesi felsefesinin nin hem klasik de ne n fels felsefe efeyle yle hem de Leibniz'ın Leibniz 'ın fel fel sefesiyle ilişkili olarak getirmiş olduğu derin dönüşümleri arıyorum. Mekân-zamanla ilgili ilk değişimi gördük, ikinci bİ b İT dönüşüm de var - b u kez fenomen kavramıyla kavramıyla ilg ilgil ili. i. Bunun ilkinden nasıl türediğini göreceksiniz. Uzun bir süre boyunca fenomen neye karşıt olarak dü 14S
LEIDNIZ-20 MAYIS 1980
şünülmüştü? Ve ne demektir bir fenomen? Fenomeni çoğunlukla gö rünüş diye tercüme ederler. Görünüşler... Ve görünüşler... mesela nedirle r - duy ulu r olan şeylerdir şeylerdir görünüşler... görünüşler... duyu labilir, hissedilebil hissedilebilir ir görünüş. Ya peki görünüş neden ayırt edilir? Oz denen mefhumla bir çift oluşturur. Görünüş özün karşıtıdır. Ve Platonculuk görünüş ile özün bir ikiliğ ikiliğini ini geliştir geliştirmiş mişti ti - duyulabilir gö rünüş rünü şler ile ile düş dü şünü lebi lir özler... özler... Buradan ço k ün lü b ir kavrayış kavrayış doğacaktır: doğacaktır: İki İki dünya dü nya oldu ğu kavrayış kavrayışı.. ı.... İki d ünya m ı var yani - düşünüle düşünüle bilir dünya ile duyula bil b ilir ir düny dü nya? a? D uyu uy u orga or ganl nlar arım ımız ız ve v ü c u d u m u z y ü zü n d e n b ir g ö rü nüşler dünyasına mahkum muyuz gerçekten? Kant Kant fenomen sözcüğünü kullanır - ve okuyucu bu sözcüğü sözcüğü Kant Kant kullandığı zaman eski görünüş mefhumu gibi anlarsak hiçbir şeyin yürüm ediği izlenimine izlenimine kapılır. kapılır. Yürümez - ve belki fenomen fenomen dü zeyin de. de. de zam an ve mekâ n için olduğu kad ar önemli bir dev rim mi m i söz söz konusudur yoksa? Kant fenomen sözcüğünü kullandığında ona çok daha şiddetli bir anlam yükler: bu bizi özden ayıran, ayrı düşüren gö rünü rü nü ş değildir - beliriş beliriştir, belirme dir. Beliri Beliriş ş, belirdiği belirdiği ölçüde ö lçüde belire nin boy göstermesi, kendini göstermesidir. Bu neden dosdoğru ilk devrime bağlanıyor? Çünkü belirdiği haliyle beliren dediğimde... bu “haliyle” ne demek oluyor? Belirenin zorunlu olarak mekânda ve za manda belirmek zorunda olduğu demek oluyor. Bu doğrudan önceki tezlere tezlere sıkı sıkıya sıkıya yapışmaktadır yapışmaktadır.. Fenomen şu dem ektir - mekânda ve zamanda beliren şey. Bu artık duyulabilir, hissedilebilir görünüş de ğildir - mekânsal-zamansal beliriş beliriştir. tir. Bunların Bunların hangi bakım dan aynı şey olmadıklarım bize gösterecek olan nedir peki? Eğer belirişin ilişki içinde old uğu eşini eşini ararsam... G örd ük ki, gö rünüş rün üş özle özle iliş ilişkil kiliydi iydi - o kadar ki be lk id e iki dünya vardı, görünüşler görünüşler dünyası ve özler dünya sı... Peki ama, beliriş acaba neyle ilişki içinde? Beliriş koşulla ilişkili. 149
GILLES DELEUZE
Beliren herhangi bîr şey onun belirişinin koşullan plan koşullar altın da belirir. Koşullar belirişin belirmeyi yapma lıalidir. İçinde belirenin, belirdi beli rdiği ği koş ko şullar ul lardı dırr bunl bu nlar ar.. Nasıl görü gö rünü nüşş öze gön g önde deriy riyors orsaa beliriş de belir be lirm m enin en in koş ko şullar ul ların ınaa gönd gö nder erir. ir. Bazılarıysa Bazılarıysa beliriş beliri şin anlama anla ma g ö n d er er diğini söyleyeceklerdir. Buradaki çift - beliriş belir iş ve belirişin belirişin anlamı anlam ı çifti çifti dir. Fenomen arnk özüyle ilişki içinde bİT görünüş olarak düşünül müyor müy or - koşuluyla koşuluyla ya da anlamıyla ilişki ilişki içindeki bir beliriş b eliriş olarak d ü şünülüyor. ünülü yor. Yeni Yeni bir kasırga kasırga daha: sadece tek tek bir dünya dün ya var artık - be lirenle ve belirenin anlamıyla kurulan... Beliren şey artık görünüşün ardındaki özlere göndermeyi bırakıyor, belirenin belirmesini koşul landıran koşullara göndermeye başlıyor. Öz yerini anlama bırakıyor yani. Kavram artık şeyin özü değildir, belirişin anlamıdır. Anlayın ki bu felsefede felsefede yepyen yep yenii b ir kavrayı kav rayışştır - felsefenin yeni b ir disip di siplin lin ola rak, yani fenomenoloji olarak belirlenmesi işte buradan yola çıkacak tır... Fenomenoloji fenomenleri özlere gönderen görünüşler olarak de ğil, belirişler olarak, koşullara ya da bir anlama gönderen belirişler olarak ele alan disiplin olacaktır. Fenomenoloji istediğiniz kadar bol sayıda anlam alabilir, ama ama hiç değilse değilse altta böyle böyle bir birlik yatmaktadır yatm aktadır —ve — ve ilk büy bü y ü k anın an ını, ı, tam ta m da fenom fen omen enin in anlam an lamını ını değiş değ iştird tirdiği iği ölçüd ölç üdee fenomenoloji yapmaya aday olan Kantla yaşamıştır... Kant fenomeni böylece b ir görü gö rünü nüşşler disipl dis iplini ininin nin değil, b ir fenome feno meııolo ııolojinin jinin nesnes nes nesii kılmıştır. Fenomenolojinin özerk bir disiplin olarak geliştiği ilk büyük an ünlü bir metnine Ruhun Fenomenolojisi başlığım veren Hegel ola caktır. Oysa bu sözcük oldukça tuhaftır. Adeta bir ucubedir. Ruhun Fenomenolojisi tam da iki dünyanın ortadan kalkışını ilan eden büyük kitaptır - bund bu ndan an böyle artık tek bir dünya vardır. Hegel’ Hegel’in in formülü şudur: Perdenin gerisinde görecek hiçbir şey yoktur. Felsefi bakımdan bu, bu , feno fe nom m enin en in ard a rdın ında da bir bi r öz saklayan sakla yan b ir görü gö rünn ü ş olmama olma ması sı dem de m ekek ıso
LEIBN1Z - 20 MAYIS 1980
tir; fenomen belirişinin koşullarına gönderen bir beliriştir. Tek bir dünya vardır. Felsefenin teolojiyle son bağlarım kopardığı an işte budur. Fenomenolojinin Fenome nolojinin ikinci anı Husserl’inkidir Husserl’inkidir - o da fenomenolojiy fenomenolojiyii bir bi r beliriş be liriş ve anlam anla m teorisiyle yenileyecek yeniley ecektir. tir. Fenomen Fen omenolojiye olojiye özgü, fefenomenolojiye ait bir mantık biçimi icat edecektir. Tabii ki mesele bun bu n dan da n daha da ha karma kar maş şıktır. ıkt ır. Size a şın ölçü öl çüde de basitleş basi tleştirilmi tirilmiş ş b ir şema sunmaktayım: Kant o basit görünü görü nüş ş ve öz karşıtlı karşıtlığından ğından kopa k oparak rak belibeliriş-belirişin koşullan ya da beliriş-anlam çiftlerim temellendiren kişi olmuştur.. olmuştur.. Ama Am a bir şeyden topyekûn topye kûn ayrılmak, kopabilmek kop abilmek çok ama çok zordur. Kant yine de o eski karşıtlıktan bir şeyi saklıyordu. Onda biraz bir az tuh tu h af b ir şey vardı: vard ı: fenome feno men n ile kend ke ndind indee şey arasın ara sında da ayrım... ayrım.. . Kant’taki fenomen-kendinde şey... bu eski görünüşten bir şeyler hâlâ saklamaktadır. Ama Kantta gerçekten yeni olan yön başka bir mef humlar çiftine, beliriş-belirme koşullan çiftine dönmüş, olmasıdır. Ve kendinde şey asla bir belirme koşulu filan değildir. Bundan tümüyle farklı bir şeydir. Ve ikinci bir düzeltme daha yapalım: Platon’dan Leibniz’a dek bize basitçe görünüşler var, özler var demekle kalmıyor lardı. Dahası, Platon’ Platon’da da bile bile çok ç ok ilginç bir mefhum mef hum ortaya çıkar çıka r - iyi iyi temellenmiş görünüş dediği şey, yani tamam, öz bizden saklanıyor, ama görünüş yine de onu bir biçimde ifade ediyor. Görünüş ile öz arasındaki ilişki çok karmaşık bir ilişkidir ve Leibniz bu ilişkiyi çok ama çok ilginç ilginç bir yöne doğru dürtmeye çabalamış çabalamıştır tır - yani bunu bu nun n için bir semboller teorisi, sembolizasyon teorisi icat edecektir. Leibniz’ın sembolizasyon teorisi tek başına Kantçı devrimi hazırlamıştır. .Fenomen özü sembolize eder. Bu sembolizasyon ilişki artık görünüş üz ilişkisi değildir. Devam etmeye çalışayım.. Fenomenin kavranışı düzeyinde yeni bir ısı
G1LLES DEIEUZE
altüst oluştur bu. Bunun hemen mekân-zamanın altüst oluşuna hangi bakı ba kım m dan da n dos d osdo doğr ğruu bağlana bağ lanacağını cağını görü gö rüyo yors rsun unuz uz.. Hiç değilse öznellik özn ellik düzeyinde temel temel bir altüst oluş söz konusudur konu sudur.. Burada da hikâye pek tuhaf, pek eğlencelidir. Ne zaman çıkar or taya bu öznellik mefhumu? Leibniz ldasik felsefenin önvarsayımlarmı deha-delilik karışımı yollardan, en uç noktaya kadar iter. Leibniz’mki gibi bir bakış açısından çok fazla bir seçim şansı yoktur zaten. Bunlar yaratımın filozoflarıdır. Ne demektir bir yaratım felsefesi? Bunlar te oloji olojiyle yle belli bir ittifak ittifak içinde olan filozofla filozoflardır rdır - o kadar kad ar ki, ateist bile olsalar ya da ne kadar ateist olsalar da, Tanrıdan geçecektir yollan. Bu kuşkusuz O’nun adım anmış olma düzeyinde değil. Teolojiyle ittifak ları öylesinedir ki, şu ya da bu biçimde Tanrıdan çıkacaklardır yola. Yani bakış açıları temelinde yaratılışçıdır. Ve yaratılışçı olmayan filo zoflar bile - yani yan i yaratılışla yaratılışla ilgilenmeyen ya da yaratılış yerine yeri ne başka başka bir b ir sözc sö zcük ük koy k oyan anlar lar bile b ile yar y arat atım ım kavra ka vramın mınaa bağlı bağ lı ola o lara rakk yaratıl ya ratılış ışaa k a r şı savaş savaşlar larım ım yürütmüş yürütm üşlerdir. lerdir. H er dur d urum um da çıkış noktala no ktalann sonsuzdu sons uzdur, r, sonsuzluktur. Filozofların sonsuzdan yola çıkarak düşünmeye giriş melerinin çok masumca bir hali v a r d ı — —ve ve sons so nsuz uzuu dosd do sdoğ oğru ru kabu ka bul l lenmiş olarak başlarlardı. başlarlardı. Sonsuz, vardı... vardı... her yerde vardı sonsuz Tanrıda ve dünyada... Bu, sonsuz sonsu z küçük kü çüklükler lükler analizi analizi gibi şeyler şeyler yapa bilmele bilm elerin rinii sağlıyo sağ lıyordu. rdu. Sonsu So nsuzd zdan an başlay başlayara arakk düş dü şünm ün m enin en in masu ma sumc mcaa bir b ir biçi bi çim m i - b u yaratılm yara tılmış ış bir düny dü nyaa deme de mekti. kti. Çok Ço k uzakla uz aklara ra kada ka darr vav arabiliyorlardı, ama asla en uç noktaya kadar değil... Öznellik... Bu yönde ilerleyebilmek, itmek için bütünüyle farklı bir küme gerekir. Ne kada ka darr ileriye gider gid erler lerse se gitsinler, gitsi nler, acaba nede ne denn öznelliğ özn elliğin in keş k eşfin finde denn yola çıkarak en uç noktaya kadar vardıramıyorlardı işi? Descartes kendine ait bir kavram icat etti —ünlü Cogito... yani öz nelliğin ya da düşünen öznenin keşfi... düşüncenin bir özneye gön 152 152
LEİBNIZ- 20 MAYIS 19B0
derdiğinin keşfi. Düşünen bir özne fikrini... bir Yunanlı bununla ne den bahsedildiğini bahsedildiğini bile bile anlayama anlayamazdı.. zdı.... Leib Leibni nizz unutmayacaktır bunu bu nu Leibnizcı bir öznellik vardır. Ve modem felsefeyi genellikle öznelliğin keşfi diye tanımlarlar. Çok basit bir nedenle bu öznellik keşfini en uç noktaya kadar vardıramıyorlardı - çünkü çünk ü bu öznelli öznellik, k, araş araştırmaları tırmaları ne kadar uzağa götürülürse götürülsün, olsa olsa yaratılmış bir şey olarak konacaktı - tam da şu şu nedenle: nedenle: Çünkü Ç ünkü onların sonsuzluğu düşünme düşünme tarzları çok masumcaydı. Düşünen özne, sonlu bir özne olduğu için yaratılmış, Tanrı tara fından yaratılmış biri olarak düşünülebilir. Özneye taşınmış düşünme yalnızca yaratılmış bir özneye ilişkinmiş ilişkinmiş gibi düşünü düşünüleb lebilir ilir - ne anla anla ma geliyor peki bu? Düşünen öznenin bir töz olduğu, bir şey olduğu anlamına anlam ına geliyor... geliyor... Yani Yani bir Res.. Res.... Bu uzamda yer tutan tu tan bir şey şey değil Descartes'ın dediği gibi, düşünen bir şey... Bu uzamda yer tutmayan, yayılmayan bir şey; ama yine de bir şey... yani bir töz... ve yaratılmış bü b ü tün tü n şeylerle eylerl e aynı ay nı statü st atüye ye sahip: sahip : yaratılm yara tılmış ış bir bi r şey, yaratılm yara tılmış ış b ir t töz... Bu mu engelliyordu acaba onları? Bana diyeceksiniz ki işin çözü mü o kadar da zor değil, düşünen özneyi Tannntn yerine koymaları yeter. Ama yerleri böyle değiştirmek hiçbir işe yaramaz, çünkü o za man da sonlu düşünen özneleri yaratan .sonsuz bir düşünen öznenin yaratısına başvurmak yine gerekecektir ve birinciler yine yaratılmış tözler tözle r olarak kalacaklardır. Yani Yani hiçbir hiçb ir şey şey kazanmış kazanmış-- olmuyoruz. olmuyo ruz. De mek ki bu filozofların gücü, yani sonsuzun işlevi bakımından düşün menin bu masumca tarzı onları öznelliğin kapısına kadar götürüyor, ama kapıyı açıp içeri girmelerini girmele rini engelliyordu. Kant’ın Descarıes’tan koptuğu yer neresi? Kantçı Cogito ile Kartez yen Cogito arasındaki fark nedir? Kant’ta düşünen özne bir töz değil dir - düşüne düşünenn şey şey olarak belirlen belirlenmiş miş değildir. değildir. O bir saf biçimdir - be be 153 153
GILLES GILLES DH .HJZE
liren her şeyin belirmesinin biçimidir. Başka terimlerle anlatırsak, o mekân me kânda da ve zamanda b eliren her h er şeyin şeyin belirişinin belirişinin koşuludu koşuludu r. İşte yine b ir kasırga... kasırga... Kam düş dü şün cen in mekâ m ekâ n ve zamanla yeni bir ilişkisini ilişkisini bulmaya girişiyor. girişiyor. Saf biçim, biçim , boş bo ş biçim, boş bo ş form... form ... - bu rad a Kant muhteşemdir: bunun en zavallı düşünce olduğunu söylemeye kada ka darr vardırır vardı rır işi. işi. Yal Yalnı nızz bu yine de herh angi ang i bir b ir şeyi şeyi dü şün m en in ko şuludur. “Düşünüyorum” mekânda ve zamanda beliren herhangi bir şeyin düşünülm düşünülm esinin k oşulud oşulud ur - ama kendisi b ü tü n beliriş belirişleri leri ko şullan dıran boş bir formadan, biçimd en öteye öteye bir şey değildir. Bu çok sert, çölleşmiş çölleşmiş b ir dün yadır. yad ır. Çölleşmektedir Çölleşmektedir b u dünya. dünya . Boşalmakt Boşalmaktadır. adır. Kaybol Kaybolan, an, yitip yitip giden şey, şey, Tanrının , sonsuzluğ un yaşadığı yaşadığı dü ny adır ad ır insanların insanla rın dünyası olm uştur uştur arlık. Kaybolan, Kaybolan, yaratılış yaratılış pro blem idir yerini roman tizmin p roblemine bırakarak... bırakarak... yani temellendirme, temel temel prob pr ob lem le m ine in e b ırak ır akar arak ak ... T em elle el lend ndir irm m e y a d a temel tem el atm at m a prob pr ob lem le m i... i. .. Şimdi artık kurnaz, püriten, çöle çekilenlere özgü bir düşünce başla yacaktır ve şunu sorup duracaktır: tamam dünya var ve beliriyor bize - peki ama, on u nasıl, nasıl, neyin neyin üstü nde nd e temellendi temellendireceğ receğiz? iz? Yaratılış sorusunu kovduk, şimdi karşımıza temellendirme proble•mi çıktı. Gerçekten Tanrının söylemini tutmuş olan bir filozof varsa o Leib Leibniz niz’’dır. Ş imdi artık filoz filozof of modeli kah ram andır, and ır, temel atan, kuran ku ran bir bi r kahr ka hram am an. an . V arol ar olan an b i r d ü n yad ya d a tem te m el atan, ata n, düny dü nyay ayıı y arat ar atan an d e ğil... Kurucu, temel atan kişi, mekânda ve zamanda belirenlerin koşul larını koşullandıran kişidir. Burada her şey birbirine bağlı, tvlekân-zaman mefhumunun değişmesi, özne mefhumunun değişmesi... Saf bi çim olarak düşünen özne artık belirdiği haliyle dünyayı ve belirdiği gibi dünyanın bilgisini temellendirme ediminden başka bir şey olma yacaktır. Bu yepyeni bir girişimdir. 15 4
LEHİNİZ - 20 MAYIS 1980
Geçen yıl klasik sanatçı san atçı ile rom ro m antik an tik sanatçıyı sanatçıy ı ayırt etme}1 etme}1! dene d ene miştim. Klasik ve barok aynı girişimin iki kutbudur. Klasik sanatçının mekânları, ortamları organize eden ve bir bakıma Tanrının konumun da olan biri olduğ unu söylemiştim söylemiştim - bu yaratmaydı... yaratmaydı... Klasi Klasik k sanat sanatçı çı mekânları, ortamları organize ederek ve bir yerden ötekine geçmeyi asla bırakmayarak, aslında yaranma yeniden başlayıp durmaktaydı. Havadan yere inerdi, yer ile suyu ayı nrdı nrd ı birbirinde n. Bu tam d a Tan rının yaratma sırasındaki işiydi. Sanki Tanrıyla bir tür bahse girmiş lerdi: onun kadarını yapacaklardı ve... işte buydu klasik sanatçı... ro mantik sanatçı ise ilk bakışta biraz daha az deliydi; derdi temel atmakn; düııya değil, yeryüzüydü onun problemi... topraka... meselesi bir yer, biT ortam değil bir araziydi... Yeryüzünün merkezini bulmak için arazisinden çıkmak, ter k etmek, yollara yollara düş dü şmek me k - işte işte temel atmak buy b uy d u. R oman om antik tik sanatç san atçıı yaratm yar atmay ayıı bıra bı rakı kır, r, red re d d e d e r , ç ü n k ü o n u n çok daha kahramanca bir görevi görevi vardır - ve bu kahramanca görev te mel atmakur. Onun sorunu arak yaratmak veya ortamlar değildir — arazimi, toprağımı terk ediyorum... İşte onun görevi buydu... Empedokles... Temel ise dipsiz olandadır. Schelling'in bütün Kant-sonrası felsefesi bu tedirginlik verici kavramın etrafında döneT durur —temel, dip, derinlik - temel atma atma ve dipsiz dipsizlik. lik... .. Lied Lied hep b udu r: kahram anın uğradığı bir arazinin, arazinin, bir toprak parçasının parçasının tasla taslağıdı ğıdırr - ve sonra k ah raman çekip gider: yeryüzünün merkezini aramaktadır çünkü; kaçar gider, gide r, çöllere çekilir... Yeryüzünün Yeryüzün ün şarkısı. şarkısı. Mahler... Arazinin şarkıcığı arkıcığı ile ile yeryü zünün, zünü n, to prağın türkü tür kü sü arasındaki o gergin karşıtlı karşıtlık... k... Bu müzikal arazi-yeryüzü çifti felsefedeki fenomen-befiriş ve belirişin rişin koş k oşulları ulları çiftinin çifti nin tam karşılığıdır. karşılığıdır. Peki ama, neden ne den yaratılış yaratılışın ın ba kış açışım terk ettiler? Acaba neden anık kahraman yaratan biri değil de tem el atan biri - ve acaba nede ne den n son söz b u bile bile deği değil? l? Eğer Ba Batı ı»
G1LLES DEIEUZE
düşüncesinde’kendini Tanrı yerine koymak ve yaratma terimleriyle düşünmek bir süre söz konusu olduysa, meselenin nüvesini burada aramak lazım. lazım. Kahraman Kahramanca ca dü şünm enin imgesi - pek i bu bize hâlâ hâlâ uyuyor mu ki? Bütün bu işler çoktan bitti. Ben’in biçiminin düşünen tözün tözü n yerine konu lmasının lmas ının büyük b üyük önem ini anlamaya anlamaya çalış çalışın. ın. Düş D üşünen ünen töz daha henüz Tanrının bakış açısıydı: sonlu bir tözdü elbette, ama sonsuzun bir işlevi olarak, yani Tanrı tarafından yaratılmıştı. Oysa Kant düşünen öznenin bir şey olmadığım söylediğinde aslın da yine yaratılmış yaratılmış bir şeyi şeyi anlıyordu b unda un dan; n; bu mekând me kând a ve zamanda bel b elir iren en h e r şeyi ko şu llan ll an d ıra ır a n b ir b içim iç im di - yani ya ni tem elin el in biçim biç imiy iydi. di. Ne N e yap y apıy ıyor or Kant Kan t böyle b öyle?? Sonlu, Son lu, biti bi tim m li Ben’i Ben’i ilk il k ilke ilk e hal h alin inee getiriyo geti riyor. r. *3t Bunu yapması dehş d ehşetli etli bir iştir iştir - titretiyor titretiy or insanı... Kant’ K ant’m m hikaye hikaye si büyük ölçüde Reforma bağlıdır. Sonlu Ben gerçek temeldir. Bakın işte, görün... ilk ilke sonluluk oluyor. Klasikler için sonluluk sadece bir b ir so n u çta çt a n ibar ib aret etti ti - sons so nsu u z b ir şeyin ey in sın sı n ırla ır lan n dırı dı rılm lm ışıydı. ışıyd ı. Yarau Ya raulm lmış ış dünya son lud ur diyordu klasikl klasikler er - çün kü sınırlandırıl sınırlandırılmış mıştır tır.. Sonlu Ben Ben dünyayı ve dünya nın bilgisi bilgisini ni temellendirir, çün kü kendisi belire ni oluşturan temelin zaten ta kendisidir. Sonsuzun ve sonlunun ilişki leri tümüyle tersyüz olmuştur. Artık sonlu sonsuzun bir sınırlandırıl ması olmayacaktır olmayacaktır - sonsuz so nlunun nlun un bir aşıl aşılması ması olacaktı olacaktır. r. Oysa Oysa an cak sonlu kendini aşabilir. Kendini aşma mefhumu böylece felsefede şekillenmeye başlar. Bütün Hegel felsefesini katederek Nietzsche’ye kad ar varacaktır. varacaktır. Sonsuz artık sonluluğun sonlu luğun aşılmasından, aşılmasından, sonluyu aşma aşma eyleminden ayırt edilemez, çünkü yalnızca sonluluk, yalnızca sonlu ken dini din i aşabil aşabilir. ir. Diyalekti Diyalektik k den en şey bütünüyle bütün üyle işte işte bud ur: sonsuzu son suzu n bir b ir işlemi işlemi —ki böyle bö ylece ce so s o n s u z so n lu n u n , son s on lulu lu luğ ğ un kend ke nd ini in i aşm aşm a ta r zı haline dönüşecektir... Dünyayı temellendirerek, yeryüzüne temel atarak... Bakın iş işte, sonsuz sonsu z so nlu nu n edimlerine b oyun oy un eğiyor.. eğiyor.... 156
LEIBNIZ - 20 MAYIS 1980
Buradan neler çıkageliyor peki? Fichte’nin, Kant’ın Leibniz karşı sında yürüttüğü bu polemik hakkında önemli bir sayfa yazısı var. tşte bak ba k ın Fich Fi chte te bize bi ze n e diyor diy or:: A, A’dı A’dırr diye di yebi bilir lirim im,, ama am a b u sadec sad ecee bir bi r hi hi po p o tezd te zdir ir,, hipo hi pote teti tikk b ir öner ön erm m edir ed ir.. Niçin? Niçin ? Ç ü n k ü rek varsayar. Eğer A var va r ise ise A,
A ’dır tabii...
“A var”ı
gözardı ede
Ama hiçb ir şey şey yoksa A ar
tık A değil demektir. Bu çok ilginç, çünkü neredeyse özdeşlik ilkesini bile bi le darm da rm adağ ad ağın ın etm et m ekle ek le uğra uğ raşşıyor ıy or... ... Ö zdeş zd eşlik lik ilkesi ilk esinin nin hipo hi pote teti tikk bir kuraldan ibaret olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak en büyük temasını temasın ı ortaya atıyor: Hipotetik Hipotet ik yargıyı aşara aşarakk “tetik “tetik”, ”, adım verdiği yargıya varm ak. Teze eze varm var m ak için i çin hipotezi hipo tezi aşmak.... aşmak.... Nede Ne denn A, A, A ’dır? A'd ır önermesi Çü nkü A var ise ise bunu bu nu n n edeni eden i tam da... son tahlilde tahlilde A, A, A'dır önermesi
ne bir b ir ilk ilke ilke ne de sonlu bir ilkedir - yani bir amaç bile bile değildi değildir. r. Da ha derin de rin bir yere yere,, gönderir gönd erir bizi: bizi: yani A, A, A’dır, A’dır, ama am a yalnızc yalnızcaa d üşünül üşün üldü dü ğü için demeliyiz. Başka bir deyişle düşünülen şeylerin özdeşliğini te mellen diren şey düş dü şün en öznenin özne nin özdeşliğid özdeşliğidir. ir. Ama dü şünen üne n öznenin özn enin özdeşliği sonlu Ben’in özdeşliğinden başkası değildir. Demek ki birin ci ilke A, A’dır değildir; Ben eşittir Ben olmalıdır. Alman felsefesi ki taplarım bu sihirli formülle doldurup taşıracaktır: Ben eşittir Ben... Peki Peki bu formül niye bu kad ar acayipt acayiptir? ir? Çünkü bu sentetik bir özdeş özdeş liktir - burada bura da sonluluğu n sentezi sentezi denebilecek denebilecek bir sentez .vardı .vardır. r... .. yani düşünen öznenin, ilk Ben’in, mekânda ve zamanda beliren her şeyin biçi bi çim m inin in in...... n e olur ol ursa sa o lsu ls u n Ben Ben’im Ben’imdi dir. r. işte böyl bö ylec ecee so n lu Ben’in Ben’in özdeşliği Tanrının sonsuz analitik özdeşliğinin yerini almaktadır. iki temel nokta üstünde durarak bitiriyorum: bugün Leibnizcı ol mak ne anlama gelebilir? Kant’ın toptan yeni bir kavramsal kümeyi mutlak olarak yaratmasi... Bunlar tümüyle yepyeni felsefelerin kav ramsal ramsal koordinatlarıdırlar. koo rdinatlarıdırlar. Ancak bu yeni koordinatlarda Kant aslında bir bakıma her şeyi ye157
GİI1ES DELEUZE
nilemiştir nilemiştir - ama gün ışığı ışığına na çıkardığı birç ok şey henü z aydınlatılma mışın. Mesela fenomenin kendisi ile belirdiği hali ile belirmesi arasın da hang ha ngii kesin ilişki ilişki vardır? Yeniden alıyorum: Düşünen Ben, sonlu Ben fenomenin belirişini koşullandırıyor. Fenomen ise mekânda ve zamanda beliriyor. Bu nasıl mümkündür? Bu koşullandırma ilişkisi de nedir? Başka bir deyişle... bu b u b elir el iree n h e r şeyin ey in belir be liriş işin inii ko şulla ul land ndır ıran an bilgi bilg i biçi bi çim m idir id ir.. Peki ama, am a, bu b u nası na sıll m ü m k ü n d ü r - k o şulla ul land ndır ırıl ılan an ile k o şu l aras ar asın ınd d aki ak i ilişki ilişki ne türd end ir? Kant bura da aptallaşıyor aptallaşıyor gibidir. Bu Bu bir akıl meselesidir di yerek kapatıyor. Soruların quid juris düzeyine yükseltilmesi gerektiğini gerektiğini fa ctum um dediği onca savunan Kant bakın işte bizzat kendisinin bir fact dediğ i şeye
baş ba şvu rm ak z o r u n d a kalıyo kalı yor: r: sonl so nlu u Ben işte işte böyle oluşuy ol uşuyor or... ... o n u n için iç in be b e lire li ren n , on a beli be lire ren n belir be liriş iş k oşullar oşull arın ınaa u y u y o r - ayne ay nen n o n u n k en d i düşüncesinin istediği gibi... Kant koşullandırılan ile koşul arasındaki bu b u u y u m u n an cak ca k şöyle açık aç ıklan lanab abile ilece ceği ğini ni söylü söy lüyo yor: r: Yetile Ye tilerim rimizin izin b ir uyumu, armonisi var... yani pasif duyarlığımız aktif düşüncemizle uyum içinde... Ne yapıyor bu Kant? Bu çok tutkusal, patetik bir şey. Sıramıza sa n n bir T an n ko yuyor taşımamız taşımamız için için.. Bu uyum iı garantil garantile e ye n nedir? Bizz Bizzat at kendisi ken disi söylüyor: söylüyor: tabii ki T an n fikri. fikri. Kant-sonraşı filozoflar ne yapacaklar peki? Post-Kantçılar her şey den önce K ant’ın ant’ın bir b ir dahi d ahi oldu o ldu ğu nu söyleyece söyleyecekle kler; r; ama yine yine de koşul koşul ile koşulland koşullandırılan ırılan arasında dışsal dışsal bir bi r ilişkide ilişkide kalamıyoru z işte, işte, çün ç ün kü eğer bu olgusal olgusal iliş ilişkide kide kalırsak - yani koşullandırılm koşullandırılmış ış ile ko şul ara sındaki uyumla yetin irsek ... ve ve bu böyle böyle.. .... o halde bu u yu mu garanti lemek için için bi r T anny ı yeniden canlandırmam ız gerekecekt gerekecektir. ir. Kant hen üz dıştan dıştan ko şullandırmanın bakış açısında açısında kalıyor - bir gelişmenin, genesis’in bakış açısına henüz varamıyor. Belirişin koşulla rının aynı zamanda belirenin genetik unsurları olduklarım göstermek 158
LrİBNIZ - 20 MAYIS 1980
de gerekirdi. Peki ama, bunu göstermek için ne yapmak gerekir? Kant’m Kant’m bir b ir kenara k enara bıraktığı Kant devrimle devri mlerinde rinden n birini ciddiye almak lazım lazım - yani sonsuzun sonlulug un k endini aşağı aşağı ölçüde eylemi eylemi oldu ğu fikrini... Kant bunu bir kenara atmıştı, çünkü sonsuzun belirsize indirgenm esiyle yetinmişti. yetinmişti. Sonsuzun Sonsu zun klasiklerinkinde n farklı farklı b ir kavranışına kavranışına varm ak için son suz un güçlü bir anlam da sonsuz olduğ unu göstermek gerekir. gerekir. - ama bu haliyle hal iyle sons so nsuz uz ken ke n d ini in i aşan aşan son so n lu d em ek tir; ti r; ve k e n d ini in i aşarken aşark en sonlu belmişler dünyasını oluşturur. Bu doğup gelişmenin, genesis’in bakı ba kış ş açısı aç ısını nı k o şu lun lu n bakı ba kış ş açısın açı sının ın yeri ye rine ne koym ko ymak aktır tır.. Ama Am a b u n u y ap mak Leibniz’a dönmek demek. Ama tabii ki Leibrıiz’mkilerden başka temeller üzerinde. Post-Kantçılann iddia ettiği bütün unsurlar bir genesi nesis’ s’ii oluş olu şturm ak üzere görünü gö rünü şte Leibniz’da Leibniz’da m evcuttur evc uttur.. Bilinc Bilincin in dife ransiyeli ransiyeli fikri. fikri... .. o an bilincin b ir bilinçdışında bilinçdışında yıkanması gerekiyor ve düşüncenin kendisinin bile bir bilinçdışı olduğu fikri... Klasiklere göre d üşünceyi üşünceyi aşan aşan bir tek Tanrı vardır. Kant Kant ise ise diyecekti diyecekti ki, d üşün üşün ce sonlu Ben'in biçimi olarak var. Burada sanki düşünceye belirenin diferansiyellerini içeren bir düşünce-bilinçdışına başvurmak gereki yor. Başka bir deyişle, koşulun işlevi olarak koşullandırmanın çıkagel mesini, genesis’ini işletecek bir bilinçdışına. İşte bu Fichte’nin büyük görevi olacaktı olacaktı - sonrad an başka başka temeller üzerinde Hegel Hegel tarafından tarafından ele alınarak... Görüyo Gö rüyo rsunuz rsun uz k i herk es'sın ır d uru m da hep Leibniz Leibniz’’la karş karşıl ılaş aşıyor ıyor.. Ya biz? biz? Ç ok sular ak tı kö pr ün ün alanda alan dan. n. Yani Yani fel felse sefe feyi yi kavramlar ya ratma faaliyeü diye tanımlıyorum. Kavramlar yaratmak... bu aynı za manda sanatsal bir yaratıcılıktır. Ama her şey gibi kavram yaratmak da başka başka yaratma tarzlarına tekabül ed erek yapılabi yapılabilir. lir. Hangi anlamda kavramlara ihüyaç duyarız? Kavramlar maddi varlıklardır. Sanki ruh159
GİU.E GİU.ES S DELEUZE DELEUZE
sal hayvanlar gibidirler. Kavramlara bu tür çağrılar nasıl çıkarılıyor? Eski kavramlar ancak yeni kavramsal koordinatlar dahilinde iş gör mek üzere işe çağrılırlar. Felsefi bir duyarlık biçimi vardır: bir kav ramlar kümesinin tutarlılığını değerlendirme sanatı olarak... Yürüyor mu? Nasıl işliyor? Felsefenin geriye kalan şeylerin tarihinden ayrı bir tarihi yok. Kimse, ama kimse burada aşılmış filan değildir. Yaratıyor sanız yaratuğınız şey bakımından asla aşılmazsınız. Peki ama bizim bu b u g ü n k ü çağda çağ daş ş felsefem felse femizd izdee n e ler le r o lu p bitiy bit iyor or?? İn anıy an ıyo o rum ru m k i filozof filoz of artık artık ken dini temel temel kura n romantik bir kahram an olarak olarak görmeyi bı bı rakmış. Kaba Kabaca ca “bizim “bizim modernliğimiz” mod ernliğimiz” diye diye adlandırabileceğimiz bug ün kü durumda en temel şey. Romantizmin bizim için böyle bir başarısızlığa uğrayış uğray ışıdır. ıdır. Hölderlin Höld erlin ve Novalis bizim için işlemiyorlar işlemiyorlar artık - veya ancak yeni koordinatların çerçevesi dahilinde işleyebiliyorlar. Kendi mizi kahraman saymayı bıraktık. Filozofun ve sanatçının modeli artık asla asla - düny anın bir eşdeğeri eşdeğerini ni yarat yaratmaya maya soyunan bir sanatçının sanatçının mo deli... artık asla Tanrı değil; bir dünya temellendirmeye çalışan bir kah ram an değil - b u da artık art ık başka başka b ir şey haline geldi.. geldi.... Paul Klee’ Klee’-nin küçük bir metni var. Orada önceki ressamlarla kendisinin farkım nasıl gördüğünü anlatmaya çalışıyor. Artık motife doğru gidemeyiz. Bir tür akış var ve bu akışın büklümleri, dönemeçleri, bükülüşleri var... Ve Ve son ra akış artık oralard an geçmiyor. Resmin koordina koo rdina tları ar tık değişti. değişti. Leibni Leibnizz - sonsuz analiz analiz demek tir... tir... Kant - sonlulug un büyük, dev • sentezi demektir. Varsayalım ki bugün bir sintetayzırlar çağındayız: bu b u bile bil e başka b aşkad d ır.. ır ....
160
d iz in
Apollodoros, 55
Heidegger, Martin, 148
Arist.oteles, Arist.oteles, 10, 10, 30, n 9 Me Metafi tafizi zikk, 30 30
Hölderlin, Friedrich, 160
Augustinus, Augustinu s, Aziz, Aziz, 20,146
James, Henry, 37
Beckett, Samuel, 39
Kam, Immanuel, 10,17, 29, 57, 61, 79, 102,132-9,140-9,150-9, 160
Berg, Alban, 120
Borges, Jorge Luis, 57, 58
Ficciones [Yolları Çatallanan 57 Ba Bahçe], 57
Kierkegaard, Sören, 8,19,87
Descartes, Rene, 7,10,13,19, 20, 80,105, 110,124-6, 152,153
Lawrence, David Herbert, 57
Klee, Paul, 160
Leibniz, Gottfried Wilhelm, Evrensel Ruh Üstüne Tartışmalar, 34 34
Empedokles, 155
Mo Monadoloj loji, 44 Özgürlüğe Dair, 35, 49, 60, 62 Tuhaf Tuhaf Bir Düşünc üşünce, e, 22
Fechner, Gustav Theodor, 101 Fichte, Johann Gottlieb, 157,159 Fıeud, Sigmund, 29,97,101,102, 106, 107
Locke, John, 99,100
İn İnsanın Kavrayış Gücü Üstün tüne De Deneme, 99 99 İns İnsanın Kavrayış Gücü Üstüne Yeni Denemeler, 99
Hege Hegel,l, Georg Wilhelm Friedrich, Friedri ch, 28,102, 150, 156,159
Ru Ruhun Fenomenoloji lojissi, 150 161 161
GİLLE5 DEUEUZE
ftousseau* ftousseau* Jean-Jac Jean -Jacque ques, s, 96 Madam Prenant, 15
Yalms Gezenin Düşleri, 96
Mahler, Gustav,.155 Merleau-Ponty, Maurice, 61
Schell Schelling ing,, Friedrich W îllıe!m . Josep Jo sep h von, 155
New N ewto ton, n, Isaac, Isaac , 65, 66, 81
Schopenhauer, Arthur, 102
Nie N ietz tzsc sche he,, F rie ri e d ric ri c h , 9, 16, 16, 36, 38,
Spinoza, Benedlct de, 7, 20, 57, 62
49, 57, 156 Turro, Ramon, 97,98 Ök lid, 79 79
Bilginin Kökenleri, 97
Pascal, Etierme, 22, 61,62
Voltaire Vo ltaire,, 75
Platon, 9,15.1
Vuillemin, 82
Poe, Edgar Allan, 96
Cebirin Felsefesi, Felsefesi, 82
Poincare, Henri, 91,92 Poncelet, Jean-Victo r, 72 72 Rilke, Raıncr Ma ria, 148 148
W eierstrasse, Kari, 82 82
^
I
.