F I-R O Z A H M A D
h ro/ Ahmad l ^ J S ’de Delhi’de dünyaya geldi. Delhi Üniversitesi St. Stcphen Küicjı'ndc Hindistan Tarihi eğirimi aldıktan sonra Univrrsity of London'da SOAS'ta Ortadoğu ıarihi ^ah^tî. 1 % 6 ’da yazdığı T h e Ccm m ııttee o f Union an d P rogress in Turkısh Polittcs teziyle Uıuversity ot London’da doktora derecesini elde erti, 1966-1967’de Columbia Üniversitesinde School of International Affairs’re ders verdi ve 1967’de Massachusetrs Üniversitesi nde Tarih Böiümü’nde ders vermeye başladı. Daha sonra Tufts Üniversitesi Fares Doğu Akdeniz Çalışmaları M erkezi’nde konuk öğretim üyesi ve Flcccher Okulu’nda Diplom atik Tarih konuk profesörü olarak görev yaptı. Emekli olduktan sonra Türkiye'ye yerleşen Ahmad, 2 0 0 5 ’ren itibaren Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişki ler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanlığı görevini yürütmekte olan Ahmad’in OsmanlInın son dönemi ve m odem Türkiye üzerine Türkçe’ye de çevrilen bazı eserleri şunlardır: ttt ıh a t ve T era k k i (İstanbul, 1971, 1984, 1986, 1994); T ürkiye'de Ç o k Partili Rejimin A çıklam alı K r o n o lo jisi (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976, Bedia Ahmad ile birlikte); D e m o k r a si S ü recin de T ü rkiye (Hil Yayınlan, İstanbul, 1994) ve M od em Türkiye'nin Olu şum u (Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995), (gözden geçirilmiş baskısıyla: Kaynak Yayınlat; İstanbul, 1995^. Bunların yanı sıra Türkçe’ye çevrilen bazı makaleleri İttihatçılıktan Kem alizm e (Kaynak Yayınlan, İstanbul, 1985) derlemesinde yer almıştın
1 İSTANBUL b lL C l ÜNİVERSİTEM YAYINLARI
Fe r o z A h m a d BİR KİMLİN PEŞİNDE
TÜRKİYE ( e v I r e n S e d a t C e m Ka r a d e l I İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI 154 Ta r I h 21
ISBN 975-6176-68-7 K ap ak D ahIüve Vekâleti, B a s in Y ayin G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü t a r a f in d a h F r a n s iz c a y a y in la n a n La Tü*QUI£ KEMAIİSTE DERGİSİNİN ŞU BAT 1 9 3 6 ‘OA 11. SAYISIN DA CUMHURİYETİN EĞİTİM BAŞARILARIYLA İLGİLİ YAZIDAN BİR FOTOĞRAF. 1. BASKI İSTANBUL, ARALIK 2 0 0 6 © SİLGİ İ l et İş Im G r u b u Ya y i n c i u k M ü z I k Ya p i m
ve
H a b e r AJa n s i L t d . Ş t I.
YAZIŞMA ADRESİ: İNÖNÜ CADDESİ, NO: 2 8 KUŞTEPE Ş İŞ L İ 3 4 3 8 7 İSTANBUL Te l e f o n : 02 1 2 311 6 0 0 0 • 2 1 7 2 8 62 / Fa k s : 0 2 1 2 3 4 7 1 0 11
vvww.bilgiyay.com E- p o s t a
[email protected]
Da&itim dagitimdbilgiyay.com YAYINA HAZIRLAYANLAR SACİT K U H U - A s i l Y a IKUT
Ta s a r i m M e h m e t D Iz g İ
ve
ü lu sel
Uy g u l a m a M a r a t o n O Iz o I e v I
OOz e l t I S a It K i z i u r m a k - B
ora
Bozatu
BA5K1 VE C IlT ŞEFİK MATBAASI M a r m a r a S a n a y i S i n s i M. B l o k N o : 2 91 I k It e l l I • İs t a n b u l T e l e f o n • Fa k s : 0 2 1 2 4 7 2 15 0 0 (3 Ha t )
kunbul 8rt{i University Library Cataloging-in-Pııblication Osta b o r tu l Bilfi Üniversiiesi Kütüphanesi Kataloglama Bölümü tarafından kataloglanmış!».
Ahmad, Feroz. Tüıkiye: bir kimlik arayışı / Ahmad Feroz p. cm. Includes bibliographical references and index. ISBN 975-6176-68-7 (pbk.) ı. Turkey—History—Ottoman Empire, i 288-i 9 i 8 - 2 . TurVey—History—zolh century. L Tİtle. DR440 A62419 2006
Fer o z A hm ad
BİR KİMLİK PEŞİNDE
TÜRKİYE ÇEVİREN
S
ed a t
C e m Ka r a d e l İ
içindekiler ix T e şe k k ü r xi Ö n s ö z xv T ü r k ç e B a s k ı İçin Ö n sö z ı B İR İN C İ B Ö L Ü M O sm an lılar: D ev letten İm p a ra to rlu ğ a ( 1 3 0 0 -1 7 8 9 ) 3 Osmanlı Hanedanı’mn Ortaya Çıkması 6 Ordunun Gelişimi 8 Erken Osmanlı Fetih ve Genişleme Hareketleri 12 Fatih Sultan Mehm et ve Etkisi 15 Osmanlı Mülkünün Genişlemesi 16 Kanunî Sultan Süleyman 2 1 Bir Devrim Çağı 25 Yeniçeri-UIema İttifakı 26 Artan Avrupa Etkisi
29 İK İN C İ B Ö L Ü M R efo rm d an D evrim e ( 1 7 8 9 -1 9 0 8 ) 31 Askeri Reform 36 Babıâli ve Kavalalı 38 Batılılaşm a Hareketi 39 Yeni Bir Orta Sınıfın Ortaya Çıkışı 40 Tanzimat 45 Genç Osmanlılar Hareketi 48 İflas ve Kargaşa: Osmanlı İmparatorluğu’nun Çözülmesi 50 İstibdattan Meşruiyete 53 Yükselen Gelenekçilik 59 Ü Ç Ü N C Ü B Ö L Ü M M eşru tiy et Devrim i, R e fo rm ve Sav aş ( 1 9 0 8 -1 9 1 8 ) 61 Anayasanın Dönüşü 65 Karşıdevrim 6 8 V. M ehm et’in Tahta Çıkışı 70 Balkan Savaşları ve Osmanlı Yenilgisi 75 Yenilginin Yansımaları
Vİ içindekiler
78 Alm anya’yla İttifak 8 1 Birinci Dünya Savaşfn d a O sm anlılar’m R olü
91 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kemalist Dönem (1918-3938) 93 98 104 10 7
Atatürk’ün Geçmişi ve İktidara Yükselişi Ulusal Bağımsızlık Hareketinin Doğuşu Cumhuriyetin Doğuşu Cumhuriyetçilik Kök Salıyor
115 BEŞİNCİ BÖLÜM Çok Partili Siyaset ve Demokrasiye Doğru (1938-1960) 1 1 7 İnönü’nün Cum hurbaşkanı Seçilmesi 120 12 2 12 3 12 5
Avrupa’da Savaş İkinci Dünya Savaşı Sonrası Demokrat P artin in Kurulm ası 1946 ve 1950 Seçimleri
12 7 13 1 138 140
Soğuk Savaş ve Türkiye’ye Etkileri İç Siyaset Ekonomik Endişeler Ordu Mücadeleye Karışıyor
145 ALTINCI BÖLÜM Askerî Vasiler (1960-1980) 14 7 Cunta Yönetimi 150 M illî Birlik Komitesi: Geçici Hüküm et 1 5 1 ‘İkinci Cumhuriyet’ 1 5 3 Ekonomik Reform lar *55 Değişen Toplumsal Yapılar 156 Yeni Siyasal Partilerin Kurulması 15 8 Yeni Siyaset ve Daha Geniş Dünya 159 Kıbrıs Sorunu 16 2 Siyasal Bölünme 16 5 Muhtıra Rejimi ve Sonrası, 1 971 -1 9 8 0 170 1973 Genel Seçimleri 17 3 Koalisyon Hükümeti: CH P-M SP 179 Türkiye’nin Yenilenen Stratejik önem i 180 Artan Ekonomik Sıkıntı
1 8 3 YEDİNCİ BÖLÜM Ordu, Partiler ve
Küreselleşme (1980-2006) 18 5 Siyasal Sistemin Yeniden Yapılandırılması 189 Yeni Siyasal Partilerin Kurulması 19 0 1983 Genel Seçimleri 19 2 Eski Siyasî Liderlerin Dönüşü 19 5 Ekonom ik Sorunlar Öne Çıkıyor 19 8 T ürkiye’nin Değişen Sosyo-Ekonomik Görünümü 200 Kürt Sorunu 204 Türkiye ve A ET 20 5 Türkiye’nin Siyasî Huzursuzluğu 206 Yeni Siyasî Koalisyonlar 208 Süren Siyasî İstikrarsızlık ve Ekonomiye Etkileri 2 10 Laikler ve İslâmcılar 2 1 3 A B Üyeliğinin Artan Önemi 2 2 3 A BD ile İlişkiler ve AB 226 Kıbrıs Hep Gündemde 2 3 1 K r o n o lo ji 2 3 3 O sm a n lı İm parato rlu ğu (1 3 0 0 - 1 9 2 3 ) 2 4 3 M o d e rn T ü rk iy e (1 9 2 3 -2 0 0 6 } 2 6 3 D izin
Teşekkür
B
u kitap, Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye tarihiyle uzun süreli bir ilişki sonucu ortaya çıkrı. Bir sentez çalışması olduğu
için yılJar boyu bana iJham veren akademisyenlerin, önceden düşün mediğim sorularıyla konuyu yeniden değerlendirmeye beni yönelten öğrencilerin omuzları üzerinde durmaktayım. Eser taslak halindeyken Onevvorld için onu okuyarak yararlı yorumlar yapan iki okuyucuya; Onevvorld’deki editörlerim Rebecca Clare ve Judy Kearns’e profesyo nellikleri ve sabırları için; meslektaşlarıma, özellikle de Tuhs Üniversi tesi Fares Doğu Akdeniz Araştırmaları Merkezi'nden Leı/a Favvuz'a destekleri ve cesaretlendirmeleri için teşekkür ederim. Ancak, her tur maddî hata ve atlamadan sadece ben sorumluyum.
Önsöz
O
smanh İmparatorluğu 19. ve 20 . yüzyıllarda yok olmaya yiız tut tuğunda, Osmanlılar geri dönecek bir anayurdu olmayan ender
halklardandı. Diğer imparatorluk halkları kendi anayurtlarına dön müşlerdi: İngilizler sömürgelerinden çıkmaya zorlandıklarında kemli ada merkezlerine; Fransızlar Fransa’ya; İspanyollar Ispanya'ya ve di ğerleri kendi anayurtlarına. 20. yüzyıla gelindiğinde, OsmanUtar'tn bir anayurdu yoktu; çıinkii onlar, çeşitli sebeplerle, Orta ve Iç Asya botkırlarından göç etmek zorunda kalmış ve farklı yönlere dağılmış boy lardı. Bu boylardan, aralarında liderleri Osman’dan (ölümü 1326) do layı Osmanlılar olarak adlandırılanlar da dahil olmak uzcre bir bölü mü İslâm dünyasına göç etmiş ve İslâm dinini benimsemişlerdi. Bu topluluklar kaynaştıkları topluluklar tarafından ‘ türk* oUrak adlandırılmıştı. Ancak, onlar kendilerini bağlı oklukları aşiretin başındaki reisin adına göre adlandırıyorlardı. Bu sayede ortaya Sel çuklular, Danişmentliler, Menteşeoğuİları ve Osmanlılar çık m ış
Or
manlılar, ‘T iirk’ adını, henüz boyun eğdirilmemiş ya d** ‘uygarlaşma m ış’, ancak kendi topraklarında yaşamakta olan göçebe veya yerİeşjJc, çiftçilikle uğraşan kabile grupları için kullanıyorlar, 'ime de Osnunii’
Xfi o^ so ?
İarla ilişkiye giren Venedik ve Cenova kentlerinden tacirler, sonraları da İngiliz ve Fransızlar O rm anlıları, T ü r k ’ veya lTurque’ olarak ad landırdılar. Yunan O rtod oksları, Osm aıılı yönetim ini ‘T u rk o k ra ty a (Türk yönetim i) olarak adlandırdılar. AvrupaMar ve Hıristiyanlar için, ‘T ü rk ’ kelimesi ‘M üslüm an’la eşanlamlı olarak düşünüldü; dolayısıyla da bir H ıristiyan din değiştirip M üslüm an olursa ‘Türkleşti’ diye ta nımlandı. Türkiye aynı zam anda İngilizce’de O sm anlı İm paratorlu ğu’nu ifade eden bir sözcük oldu. Örneğin Lord Byron Osm anlı Arna vutluğundan K asım 1 8 0 9 ’da annesine yazarken, “B ir süredir T ürki ye’deyim: burası (Preveze) deniz kıyısında am a Paşa’yı ziyaret etmek için A rnavutluk vilayetinin iç kesimlerine gitmem gerekti” diyordu. AvrupalıJar arasında, im paratorluk coğrafyasından bahsederken, O s m anlI’nın B alkanİar’daki toprakları için ‘Avrupa T ürkiyesi’; Anadolu ve Arap vilayetleri için de ‘Asya T ürkiyesi’ demek yaygındı. M illiyetçilik fikri Fransız Devrim i’nden sonra O sm anlı İm para torluğumda kendine bir geçit buldu. Ö ncelikle im paratorluğun gayri müslim toplulukları, sonraları da kendi ‘T ürklü kleri’, kendi dilleri ve kökleriyle ilgilenmeye başlayan bir grup Müslüm an aydın bu fikirle il gilendiler. Yine de, 1 9 1 8 ’de Birinci Dünya Savaşı’ndaki kesin yenilgi ye kadar, halkın büyük çoğunluğu çokuluslu, çokdinli bir im parator luğu sürdürmeye kararlı olduğundan, milliyetçilik sadece azınlıkların ilgilendiği bir konu olarak kaldı. Ancak topyekûn yenilgiden ve galip tarafın imparatorluğu par çalayacağı ve imparatorluğu oluşturan toplulukların kendi kaderini tayin ilkesini destekleyecekleri anlaşıldıktan sonra Osmanlılar, kendi lerinin de milliyetçilik ve ‘millet olm a 5 kavram larına dayalı bir şekilde kimliklerini belirlemeleri gerektiğini kavradılar. Milliyetçiler 1 9 2 3 ’te cumhuriyetlerini kurdukları zaman, bunu, bölgesel ve dolayısıyla da vatansever bir tanım la ‘Türkiye Cumhuriye ti’ olarak tanım layarak, ‘Türk Cumhuriyeti’ şeklinde bir etnik tanım dan kaçındılar, Yine de, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ İngilizce’de genellikle yanlış olarak ‘Republic o f Turkey* yerine ‘Turkish Republic’ ve Anka ra'daki Meclis de Türkiye Büyük M illet Meclisi anlamında ‘Grand
National Assembly of Turkcy* olarak değil, ‘Türk Büyük Millet Mec lisi’ anlamında Turkish Grand National Assembly’ olarak kullanır. Milliyetçiler, tanımlar arasındaki farkın bilincindeydiler ve kelimeleri ni dikkatle seçmişlerdi. Hatta, ‘yeni Türkiye’de yaşayan insanların, Türk, Kürt, Arap, Çerkez vd. oldukları için ‘Türkiyeli’ olarak adlan dırılması ve ‘Türk’ sözcüğünün sadece etnik ‘Türkler’i nitelemesinin üzerinde de tartışılmıştı. Türk kelimesinin İngilrereli veya Amerikalı gibi bir anlam kazandırılarak kullanılmasına devam edilmiştir. Diğer milliyetçi hareketler gibi, milliyetçiler bölge temelli Türkiye devletini yaratarak ve bunu 1923'te Lozan’da tescil ettirerek Türkiye’nin mille tini ve Türkler’i yaratmaya başladılar. 1 9 3 0 ’ların sonlarına doğru milliyetçiler, Anadolu'daki nüfusun çoğunluğu için bir kimlik yaratmak konusunda, doğuda etnik ve dille ilgili temeller nedeniyle bu süreçten etkilenmeyen Kürtler ve Orta Ana dolu’da dinsel nedenlerle etkilenmeyen Aleviler dışında, bir ölçüde ba şarılı olmuşlardır. Bu kimlik problemleri, 1961 Anayasasının yarattı ğı daha liberal siyasî ortamla su yüzüne çıkacağı 1960’lann başlarına kadar geri planda kalmıştır. Her ne kadar 1990’larda devletin, rejimin liberalleştirilmesini düşünmeye başlaması ve üyelik kriterlerine uyum için Avrupa Birliği’nin istediği reformların gerçekleştirilmesi sonucun da gelişmeler yaşanmışsa da bu sorunlar hâlâ çözülmeyi beklemekte dir. iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 12-13 Aralık 2 0 0 2 ’de Kopenhag’daki AB zirvesinde üyelik için çalışmaları sonuçsuz kalınca, bu reformları gerçekleştirmek ve uygulamak için geçmiştekin den çok daha fazla istekli olduğu izlenimi vermektedir. Boston, 2003
Türkçe Baskı İçin Önsöz
Ç
oğu yazar, eserini olabildiğince geniş bir kitle tarafından okunması am acıyla kalem e alır. Benim arzum da hep bu yönde olmuştur, jö n
T ü rk ler üzerine yazdığım doktora tezi O xford University Press tarafın dan 1 9 6 9 yılında yayınlandığında ço k az sayıda, muhtemelen bin adet basılm ıştı. O sm anlı İm paratorlu ğunun son dönem tarihiyle ilgilenen, uzm anlaşm ış kü çü k bir okuyucu kitlesine hitaben yayınlanmıştı. Birkaç yıl içinde kitabın baskısı tükendi. K itap bir daha basılmadı ve kalan k op y alar üniversite kütüphanelerinin tozlu raflarına gitti. Ancak, 1971 yılında k ita b ın İ t t ih a d v e T e r a k k i, 1 9 0 8 -1 9 1 4 adıyla Sander Yayınevi tarafınd an T ü rk çe çevirisi yayınlandı ve o zam andan beri basılmaya de* vam etti. O k u rların çoğu, ders kitabı olduğu için alan isteksiz öğrenci lerden oluşsa d a, kitap her yıl belli sayıda okuyucuya ulaşıyor. Bu be nim için gurur verici. Sonuç olarak , kitaplarım ın Türkçeye çevrilmesin den her zam an hoşn ut oldum , çünkü T ü rk okuyucuların ilgiyi canlı tu tacağı ve eleştirel bir bakış açısı sunacağını biliyorum. Son d önem O sm anlu İm paratorluğu ya da m odern Türkiye h a k k ın d a İngilizce ok u rların a hitaben yazarken, asla sadece diğer ta rih çiler ve sosyal bilim ciler tarafınd an oku nan “ tarihçilere tarih öğre
x v i turk(» baskı iç h ö n sö î
ten'’ biri olarak yazmadım. Dışarıdan bakan birisi olarak ve İlgi sahi bi okuyucuya konuyla ilgili analitik, nesnel ve -um uyorum k i - kolay okunabilir bir inceleme sunma amacını taşıyarak yazdım. Türkiye’ye dışarıdan bakan biri olarak yazmamın tek açıklam a sı, dışarıdan bakmanın değişik ve belki de çok farklı bir bakış açısı sunması olabilir. Bu noktada Nasreddin H o ca’nın ince zekâsına baş vuruyorum. Hoca birçok fıkrasında değişik benzetmeler yaparak, her şeyin dışardan farklı göründüğünü, değişik olduğunu çağrıştıran olay lar anlatır. Son olarak kitabımı sadece çevirmeyip metin içinde bazı önemli noktaları açıklığa kavuşturarak Türk okuru için anlaşılabilir hale getiren Fahri Aral ve ekibine teşekkür ederim. İstan b u l, Eylül 2 0 0 6
K ız k a r d e ş im A m e e n a için v e e r k e k k a r d e ş im F a r t d ’in (1 9 3 5 -2 0 0 0 ) an tstn a
BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlılar; Devletten İmparatorluğa : (1300-1789) ,
P»di$ah M. Metaned'in (Fatih) tahla çıkışı UWi««nome, TopVapı Sarayı Kütüphanesi).
O SM AN LI HANEDANI’NIN ORTAYA ÇIKMASI elçuklular’ın önderliğindeki T ürk boylan, 1071'den, yani İngiltere'yi N orm anların istilasının beş yıl sonrasından İtibaren, Anadolu'da kendilerine yer açmaya başladılar. Alparslan, Bizans İmparatoru Diogenes’i M alazgirt Savaşı’nda yenilgiye uğratarak Konya merkezli Selçuklu İm paratorluğum un, yani Rumî (Batı) Selçukluların temelini attı. ‘Rum’, erken dönem M üslüm anlarının Bizanslılar’ı ‘Romalı’ anlamında tanım* ladıkları kelime, Bizans ise ‘Rum\ Bizans topraklan da ‘Rum diyan'ydı. D aha sonraları bu kelime Asia M inor’ıı (Küçük Asya), bir diğer adıyla Anadolu’yu tanımlamak için kullanıldı ve günümüze kadar da Anado lu’daki Yunanlılardı tanımlamakta kullanılageldi. Selçuklu İmparatorlu ğu, her biri Selçuklu Hanedanı’nın hükümranlığını kabul etmiş olan kendi lideri, beyi tarafından yönetilen Türk boylarının bîr konfederas yonuydu. A ncak, 1 243’te Selçuklular M oğollar tarafından yenilgiye uğ ratılıp da M oğollar’m vasalı konumuna gelince, bu beyler kendi prens liklerinin -yan i beyliklerinin- bağımsızlığını ilan ermeye başladılar. O sm anlılar’m da kökeni, Selçuklular'm beyleri ErtuğruJ'a An kara yakınlarında, daha so n r a la n gü n ü m ü zdeki Eskişehir'e yakın Sö
4 bitincl bölUtn
ğüt’e kadar uzanacak topraklar bahşettiği, Selçuklular’a tâbi bir boya dayanır. Ertuğrul’un 1288'd e doksan yaşında öldüğü ve yerine oğlu Osman’ın geçtiği söylenir. O sm an’ın adı, ardılları tarafından benim senmiş ve devletlerinin adı ‘O ttom an’ olarak İngilizceleştirilm iş olan ‘Osmanlı’ olmuştur. Diğer beyler bağım sızlıklarını ilan ederlerken, O s man Bey, 1 2 9 8 ’de tahta çıkan Sultan III. K eykubat dönem inde de Sel çuklulara olan sadakatini sürdürdü. Sultan III. K eykubat’ın azledilmesiyle, Osman Bey bağımsızlığını ilan etti ve böylece O sm anlı Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. O sm an Bey’in to p rak lan Bizans’a komşuydu ve bu ona dinî savaş -y an i g a z a - yapma olanağını veriyor du. Bu sayede kendisi ve ardıllarının g a z i -y an i dinî sav aşçı- olabilm e si mümkündü ve bu sayede Anadolu’nun her yerinden kendilerine katılanlar bulabiliyorlardı. Bu, Osm anlılar’m diğer beyliklerle karşılaştı rıldıklarında sahip oldukları büyük bir avantajd ı. O sm an Gazi 1 3 2 6 ’da öldü ve yerine, aynı yıl içerisinde fethettiği, stratejik açıdan önemli olan Bursa şehrini Osmanlı D evleti’nin ilk başkenti yapan O r han Gazi (saltanatı 1 3 2 6 -1 3 5 9 ) geçti. Bu dönemde O sm anlı beyleri kendilerini eşitler arasında en seçkininden biraz daha önde gösteren ‘gazi’ unvanım kullanıyorlardı. Daha ‘sultan’ olm alarına zaman vardı. 1 3 2 6 ’ya kadar, Anadolu’da Selçu klu ların vârisi olduğunu öne süren birtakım devletler ortaya çıkm ıştı am a K aram anlılar Selçuklu ların gerçek vârisi olarak kendilerini görüyorlardı. Diğer beyler, yani Aydın, Menteşe, Saruhan, Germiyan, H am it, Teke, Karesi ve K asta monu gibi beyliklerin liderleri, bunu kabule yanaşmam aktaydılar. O ara, Osmanlılar çok küçük ve çok zayıf olduklarından, Selçukluların mirasçılığı kavgasına karışmamayı seçmişlerdi. Orhan Bey’in şansı, di ğer Müslüman beyler birbirleriyle savaşırken, zayıflam akta olan bir Bizans İmparatorluğumla komşu olup buradan yeni topraklar elde edebilmesiydi. Orhan Bey, devletini M arm ara Denizi’nin güney sahil leri boyunca genişletti ve 1 3 4 5 ’te de Karesi topraklarının büyük bir bölümünü Müslüman yöneticisinin elinden almak suretiyle Ç anakka le Boğazı’nı geçerek Avrupa yakasında genişlemeyi mümkün kıldı. 1341’de Orhan Bey Bizans’ın içişlerine, Kantakuzenos’un raki-
Osmanlı Oevteti’nln sınırlarım gen işleten Orhan Bey ya da Ortıan Gari, kendi döneminde ilk kez bir devlet yapılanınasınm oluşumuna öncülük etti. Bizans İmparatoru loannes Kantakuzerıos ila yaptofr ittifak İse OsmanlIların Balkanlar’da yayılmasını sağladı. Daha önce Yarhtsar tekfurunun ket Holophira (daha sonra Nilüfer Hatun) ile evlenen Orhan Gazi, sonradan Kantakurenosln kızı Teodora ile evlendi. Bu düğünün bir Yunan halk resmine göre tasviri.
bine karşı taht mücadelesine destek talebini kabul ederek müdahale et ti. O rhan Bey, Kantakuzenos'un tahta geçmesini sağladı ve bunun kar şılığı olarak da imparatorun kızı Theodora, Orhan’ın eşi oldu. Bundan sonra, en azından III. M urat (1 5 7 4 -1 5 9 5 arası tahtta) dönemine kadar Osmanlı sultanlarının Hıristiyan eşler alması neredeyse bir gelenek ha line geldi. O rhan Bey, o zamana kadar Çanakkale Boğazı'ndakı stra tejik Gelibolu Kalesİ’ni ele geçirmiş ve Tekirdağ’ı fethederek de M ar m ara’nın kuzey tarafındaki varlığını emniyete almıştı. Osnıanblar» bo ğazı geçerek B alk an lara doğru ilerlemeye hazırdı, Orhan Bey 1359\Ja
6 birinci bolüm
öldüğünde, devletin saha olarak temellerini kurm uş olm akla kalm a mış, buna, Batı’da ‘jan issaries' adıyla tanınan ve ‘yeni birlikler’ anla mındaki Yeniçeri kurumunu da kurmak yoluyla devletin kurumsal te mellerini de eklemiştir. İslâm dünyası köle orduları fikrini biliyordu, ancak d ev ş irm e de nilen ve Hıristiyan topluluklardan gençleri toplayarak, onları askerî ve yönetici seçkinler şeklinde eğitme yöntemi bir yenilikti. Bundan önce Osmanlılar’da yerleşik veya sürekli ordu yoktu; O sm anhlar’ın askerî gücü önderine bağlı boyların katkılarına dayanıyordu. Osm anlılar her biri kendi önderine sahip bir boylar federasyonu olduğundan, sultan hâlâ eşitler arasında en seçkininden biraz daha üstte bir yerdeydi ve kişisel yetileriyle fetih becerisine güvenmesi gerekiyordu. O rh an Bey, bu sorunu ilk önce kendisi için Türkmen aşiretlerinden bir ordu toplama yı deneyerek aşmaya çalışmıştı, ancak Türkm enler esas olarak süvari olduklarından piyade savaşının disiplinine uyum sağlayamamışlardı. ORDUNUN GELİŞİMİ 1330 yılı civarında, Orhan Bey, on iki ile yirmi yaş arasındaki H ıristi yan gençleri toplamaya, bunlara İslâm’ı benimsetmeye ve sonra da bu gençleri ‘yeni birlikler’ olarak eğitmeye başladı. Bu gençler, önce Türk çiftliklerinde Türk-İslâm gelenek ve görenekleri ile T ü rk çe’yi öğrene rek bir çıraklık dönemi geçiriyor, ardından Saray okulunda özenli bir eğitimden geçerek devletin yönetici seçkinleri arasına katılıyorlardı. Bektaşî tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli (1 2 1 0 -1 2 7 1 ), yeniçeri askerlerini kutsadığına inanıldığı için, örgüt 1 8 2 6 ’da dağıtılana kadar yeniçerilerin piri olarak kalmıştır. Bu askeri yeniliğin olgunlaşması kuşaklar boyu sürdü ve zaman la ‘devşirme’ler asker ve yönetici olarak sultanın gücünü boy liderlerininkinin karşısında artırdılar. Devşirılen bu kişiler tek bir kişiye, kendi lerinin efendisi olan sultana bağlılık duydular ve onun ‘k u l’ları, hizmet kârları oldular ki ku l kelimesi genellikle ‘köle’ anlamında kullanılır. Sultanın bunlar üzerinde ölümlerine ve yaşamlarına karar verebilme yetkisi vardı. Teoride bu devşirmelerin geldikleri toplumlardan soyut
osmanlılar: dcvttn tn ta p ifK o rtu fı (1300-1 7 ^ 1 7
lanmış olmaları ve dolayısıyla bunlara karşı bir bağlılık duymamaları gerekir. Gerçekteyse, devşirmeler arasından çıkıp da vali veya sadrazam olanlardan bir kısmının içinden çıktıkları toplumlan camiler, kütüpha neler ve köprüler yaptırarak ödüllendirdikleri görülmüştür. Yeniçeri olabilme ayrıcalığı, bu insanlardan hür bir Müslüman olarak doğacak -dolayısıyla da devşirilemeyecek- olan çocuklarına geçememekteydi. Devşirme işleminin şeriat açısından yasallığı bir tartışma konu suydu. Şeriat, İslâmî idareyi kabul eden ve 'cizye’ yani kelle vergisi öde yen gayrİ-Müslimlere ‘zimmî\ yani koruma altında kimse statüsü tanı yordu. Bunlar, kendi inançlarınca ibadet etmek ve kendi toptumlanmn kurallarına göre yaşamak hakkına sahipti. Sultanın bu insanlara her hangi bir şekilde baskı yapması ve erkek çocuklarının kendilerinden alınması hukuka aykırıydı. Ancak, bazı ebeveynler kendilerini rahat ve parlak bir geleceğin beklediğini görerek çocuklarını devşirümeleri için gönül rızasıyla teslim ediyorlardı. Büyük Osmanlı mimarı ve kendisi de bir devşirme olan Mimar Sinan’ın, kardeşinin de devşirilmesi için nü fuzunu kullandığı söylenir. Yine de şeriata bağlı olan sultan, İslâmî hu kukun uzmanları olan ulema bu konuda bir açık bulup bundan yola çıkarak eylemi yasallaştırmadıkça yasayı çiğneyemezdi. Ulema, bu so runu aşmak üzere şu yolu kullandı: Eğer sultan kendisine verilen cizye yi iade ederse, bu gayri-Müslim topluluklar artık koruma altında ol mayacaklardı ve sultan istediği kadar devşirme toplayabilecekti ki bu da sultanların yaptığı şey oldu. Bu eylem, çağdaş hassasiyetlerimize sert hatta barbarca gelebilir ama devşirme olarak toplanmak o kadar çeki ci bir uygulamaydı ki, bazen bir Müslüman aile, Hıristiyan komşula rından, kendi çocuklarını da Hıristiyan'mış gibi göstererek devşirilmeterini sağlamalarını isteyebilmekteydi! Devşirmeler Anadolu’da da görevlendiriliyorlardı ama asıl fa aliyet alanları Balkanlar, özellikle Arnavutluk, Bosna ve Bulgaris tan’dı. DevşiriJenlere bir meslek de öğretilirdi: örneğin Mimar Sinan (1490-1588) mimarlık hakkındaki bilgilerini bir yeniçeriyken öğren miş, sultanların mimarı olmadan önce yollar ve köprüler inşa ederek orduya hizmet vermiştir. Yeniçeriler çok serf hır disiplinle eğitilirdi;
S bmnci bMUm
üstlerine itaat etmek» birbirlerine karşı kayıtsız şartsız sadık olm ak ve askerlik yeteneklerini kısıtlayacak her türlü şeyden uzak durm ak bu nun esaslarıydı. Bu nedenle feodal ordulara karşı savaşırken çok bü yük bir güç oluşturuyorlardı ve dolayısıyla da Batı Avrupa ordularına karşı üstündüler. Devşirmeler, Osmanlı sistemine ‘liyakat 5 yoluyla yani hak ede rek bir yere gelme ilkesini yerleştirdiler. Devşirmeler tam am en yetenek lerine dayanılarak kabul edilirdi ve doğumun toplumdaki yeri belirle diği Batı Avrupa’nın aksine, genellikle orta halli, kırsal kökenliydiler. Devşirme usulü, özellikle de Osmanlı yönetiminin kendinden önceki yönetimden daha rahat olduğu durumlarda, fethedilen Hıristiyan top luluklarının imparatorluk sistemine eklemlenmesinde kendini kanıtla mış bir yönteme dönüştü. ERKEN OSMANLI FETİH VE G EN İŞLEM E H A R E K E T L E R İ Dönemin kaynaklarına göre, Osmanlılar, 14. ve 15. yüzyıllarda
12.000 yeniçeriden oluşan piyade, 8.000 civarında iyi eğitimli sip a h i yani süvari ve “dirlik” sahipleri tarafından sağlanan 4 0 .0 0 0 kişilik eyalet askerleri ile on binlerce başıbozuktan oluşan iyi örgütlenm iş ve disiplinli bir güce sahiplerdi. Savaşlarda tutsak alınmış Avrupalı asker ler ve paralı askerler, topçu birliklerini oluşturmaktaydı, O rh an’ın za manından beri Hıristiyan derebeyleri de hem Anadolu’da hem Avru pa’da savaşmak üzere asker vermektelerdi. 1683 kadar ileri bir tarih te, İkinci Viyana Kuşatması süresince, bir Eflâk birliği Tuna’da köprü oluşturmakla görevliydi. Sözümona ‘kutsal savaş’ı (cihad) yürüten bir Müslüman Osmanlı ordusu, Hıristiyan birlikler kullanm akta hiç sa kınca görmüyordu. Osmanlı fetihleri I. Murat (saltanatı 1 3 5 9 -1 3 8 9 ) döneminde de sürdü. 1. Murat iki cephede savaştı: Müslüman beyliklerin aralarında ki anlaşmazlıklardan yararlandığı Anadolu’da ve yine aynı şekilde da ğınık duran Hıristiyanların (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Boşnaklar ve Arnavutlar) olduğu balkanlar’da. Osmanlılar, B alk an lara birbirleriyle savaşmakta olan ve Osmanlılar’dan destek isteyen Hıristiyan yö
osmanlılar: devletten ^ ır a to - ı^ a (ıjco-^T^t 9
neticilerin çağrısı üzerine girdiler. 1361 yılında I. Murat, Ankara’yı Türkmenler’den, Edirne’yi de Bizanslılar’dan aldı ve Edirne'yi 1367’de Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olarak ilan etti. I. Murat’ın Sırp ve Balkan Hıristiyanları’ndan oluşan bir birleşik orduyu yendiği, Bulga ristan’daki Meriç Irmağı kıyılarında 1371’de yapılan Çirmen Savaş», tıpkı 1071’de Malazgirt Savaşı’nın Anadolu’ya yayılmayı mümkün kılması gibi, Balkanlar’ın fethine giden yolu açtı. Bizans imparatoru Osmanlı’nın nüfuzu altma girerken, Balkanlardaki Hıristiyan prens ler Osmanlı’nın vasalı olmayı ve sultanın metbusu olarak Osmanlı or dusunda görev yapmayı kabul ettiler. Sultan I. Murat aynı zamanda evlilikler yoluyla da topraklar el de etti. Örneğin, oğlu Germiyanlılar’dan gelin alınca, Kütahya ve altı ilçesi Osmanlılar’a çeyiz olarak verildi. Ayrıca Hamitoğulları Beyliği’nden toprak satın aldı, ancak, prensipte fetih esas genişleme yönte mi olarak kaldı. Ancak, iki cephede savaşmak zordu ve arada bir Müs lüman veya Hıristiyan güçler Osmanlılar’ı yenmeyi başarabiliyordu. Bunu fırsat bilen Balkanlardaki Osmanlı tebaası ayaklanarak I. Mu rat’ı kendileriyle savaş meydanında karşılaşmaya zorladı. Anadolu de ğil de Balkanlar Osmanlı’nm merkez bölgesi olduğundan Murat bu tehdidi çok ciddiye aldı. 15 Haziran 1389’da, I. Murat 60.000 kişilik bir ordunun başında, Sırplar, Bosnalılar, Eflâklılar, Boğdaniılar ve Arnavutlar’daıı oluşan yaklaşık 100.000 kişilik bir orduyla çarpışarak onları Kosova Savaşı’nda bozguna uğrattı. Murat’ın ordusu, Miislümanlar ve Hıristiyanlar’dan oluşan karma bir kuvvetti, içinde Bulgar ve Sırp prenslerinin yanı sıra Türkmen beylerinin birlikleri de bulun maktaydı. Sırp Kralı Lazar savaşta can verdi ve I. Murat da muzaffer ordusunu denetlemeye gittiği savaş alanında, bağlılığını bildirmeye gel miş bir Sırp askerinin suikastına kurban oldu. Sırpiar’ın bu yenilgisi Sırp şiirinde ve folklorunda efsane boyutlarına ulaştı; 19. yüzyılda bu savaş bir ulusal ilham kaynağına dönüştürülerek, bugün de olduğu gi bi, kullanıldı. Kosova Savaşı Osınanhlar’ın Balkanlardaki varlığım perçinledi ve Kosova bölgesi ise sahip olduğu maden kaynaklan ve özellikle, topçuluk için çok önemli olan kurşun ve çinko sayesinde Os-
1 0 birinci bölüm
manii ekonomisinde önemli bir yer edindi. Bu sebeple de O sm an lılar ile Habsburglar bölge için uzun süre birbirleriyle savaşm ayı sürdürdüler. Osmanlılar güçlendikçe, Bizanslılar M u rat’la sam im i ilişkiler kur mayı denediler. İmparator İonnes Palaiologos kızlarından birini I. M u rat’a gelin olarak verdiği gibi, kızlarından ikisini de M u rat'ın oğullarıy la, Bayezid ve Yakup Çelebi’yle evlendirmiştir. Bu iki şehzade G erm iyan (Kütahya) ile Karesi’ye (Balıkesir) vali olarak yollanm ış, buralarda savaş ve yönetim hakkında deneyim kazanmışlardır. M u ra t’ın en genç oğlu olan ve babasının yokluğunda Bursa’yı yöneten Savcı Bey, Bizans impa ratorunun oğlu Andronikos’la babalarını devirip tahta kendileri geçm ek üzere bir komplo kurdu. Bu komplo ortaya çıkınca Savcı Bey idam edi lirken, Andronikos’un ise Bizans töresince gözleri dağlandı. Murat’ın ölümünü takiben I. Bayezid (saltan atı 1 3 8 9 -1 4 0 2 ) Kosova’da sultan ilan edildi. İlk uygulam ası, kendi soyunun garantisi için, kardeşi Yakup Çelebi’nin katli oldu ve böylece O sm an lı’d a k a r deş katli geleneğini de başlattı. Bu uygulama şeriata karşıydı ve ancak Fatih Sultan Mehmed zamanında yasallaştırılacaktı. F a tih , eğer T anrı sultanlığı oğullarından birine ihsan ederse, bu oğulun düzenin dirliği için kardeşlerini öldürtebileceğini ilan etti. U lem a , bu uygulam ayı k a r deş katlinin devletin bekası için meşru olduğunu, uygulam anın istikrar sağladığını ve dolayısıyla devleti güçlendirdiğini savunan b ir fetva ile meşrulaştırdı. Savcı Bey sultana karşı kom plo kurduğu için k atled ilir ken, Yakup Çelebi’nin boğdurulması ve yıllar içindeki diğer kardeş katli olayları önleyici tedbir olarak gerçekleştirilecekti. Osmanlılar’ın genişlemesi Bayezid’in parlak önderliğinde devam etti ve Bayezid Anadolu’daki hükümranlığını Aydın, M enteşe, Saruhan, Germiyan ve Karaman beyliklerini yenerek güçlendirdi. 1 3 9 1 ’de İm pa rator İoannes Paîaiologos’un ölümü üzerine Bizans’ı kuşattı ve Bizans’ı kurtarmak için yola çıkan bir Avrupa haçlı ordusunu 1 3 9 6 ’da N iğbolu’da yenilgiye uğrattı. Selânik’i ele geçirdi ve Bizans kuşatm asını, ku şatmayı kaldırması karşılığında haraç alana kadar sürdürdü. 14. yüzyıl boyunca Osmanlılar egemenlikleri altına aldıkları beyliklerin gücünü beyliklerin dışından Hıristiyan gençlerin toplanm a
osmanlılar: devtftten impsratorluf» (1300-1789; 1 1
sı, sadece O sm anoğullan'na sadık olacak şekilde Müslümanlaştırılması ve eğitilmesine dayanan devşirme sistemiyle zayıflatmaya başladılar. F ak at, 15. yüzyıla varıldığında, Anadolu’da henüz bir siyasi birlik isteği veya beylikleri etkileyecek ve daha sonraları ‘milli’ bütünlük ola rak tanım lanacak bir duygu yoktu. Aslında, bu beyliklerin her biri di ğerinin büyüyen gücüne karşı kıskançlık duyuyordu ve özellikle de Osmanii H anedanı’nın artan gücü tedirginlik yaratıyordu. Anadolu, re kabet halinde olan ve komşularının genişlemelerine karşı savaşan bey liklere bölünmüştü. Anadolu’nun Bayezid’e yenilmiş ve mülksüz bırakılmış beyleri, M oğol önderi Tim ur’a Bayezid’in Müslüman yöneticilere karşı savaş açm asını engellemesi ve kendilerini tahtlarına yeniden oturtması ama cıyla başvurdular. Cengiz H an’dan beri en güçlü Moğol hükümdarı ve dünya tarihinin en büyük fatihlerinden biri olan Timur, Orta Asya’ya ve Güney Rusya’daki Altınordu’ya boyun eğdirmiş; 1398’de Hindis tan’ı ele geçirmiş; İran, Irak ve Suriye’yi işgal etmişti. Timur, Anado lu’ya geçerek 1 4 0 2 ’dekİ Ankara Savaşıyla Osmanlıiar’ı yenilgiye uğ rattı. Bayezid ele geçirildi ve sekiz ay sonra, tutsakken öldü. Tim ur’un Anadolu’ya müdahalesi kısa süreliydi ama çok önem li sonuçlar doğurdu. Osmanlı gücünü yok etmiş, Anadolu beyliklerine geçici bir hayat hakkı tanımış ve Bizans’ın ömrünü bir elli yıl daha uzatmıştı. Timur, 14 0 5 ’te Anadolu beyliklerini kendi kaderleriyle baş başa bırakarak öldü. Osmanlılar yeniden toparlanmaya çalışırken, ki min başa geçeceği Bayezid’in oğulları arasında kavgaya yol açtı ve I. Mehmed (saltanatı 1413-1421) 1413're nihayet sultan olarak tanındı. I. Mehmed, 1 4 2 1 ’deki ölümüne kadar Timur’un ele geçirdiği toprak ların büyük çoğunluğunu geri aldığı gibi Venedik saldırılarından ko runma amacıyla küçük bir donanma bile kurmuştu. Amasya sancak beyi olarak görev yapan II. Murat (saltanatı 1 4 2 1 -1 4 4 4 ; 14 4 6 -1451), Mehmed’in yerine geçti. Ancak, gücünü toplayamadan biri Bizans diğeri de Germiyan ve Karaman beyleri taraftndan desteklenen iki sultan adayıyla uğraşması gerekti. I4 2 6 ’ya gelin diğinde her iki beylik de Murat'ın himayesindeydi ve ona haraç odu-
yorJardı. Sonraları, M urat M akedonya’ya ilerledi ve 1 4 2 8 ’de stratejik açıdan önemli liman kenti Selânik’i Venediklilerden geri aldı. M urat, bundan sonra» bir yandan M acar Kralı Ja n o s Hunyadi (1 3 8 7 -1 4 5 6 ) komutasındaki Avrupalılar’a, diğer yandan ayaklanan K aram anlılar’a karşı iki cephede savaşmak zorunda kaldı. M urat K aram an’ı 1444 Temmuzu’nda yenilgiye uğrattı ama M a carlar’la on yıllık bir ateşkes imzalaması gerekti. Ardından, oğlu M ehm ed adına tahttan feragat ederek M anisa’ya çekildi. M acarlar, O sm anlıiar’ın zayıflığını hissede rek Osmanlı topraklarına girdi ve ateşkesi bozdu. Yeniçeriler M u rat’ı yeniden göreve döndürdüler ve Hıristiyan güçler 1 4 4 4 ’te V arna’da bozguna uğratıldılar. Hıristiyan güçlerin O sm an lılan Avrupa’dan çı karma umuduj 1 4 4 8 ’de büyük bir orduya kom uta eden H unyadi’nin Kosova'da yenilmesine kadar sürdü. M u rat Edirne’de öldü ve daha sonra ‘Fatih’ olarak ünlenerek II. M ehm ed (saltanatı 1 4 4 4 -1 4 4 6 ; 1451-1481) ikinci kez tahta çıktı. FATİH SULTAN M E H M E D V E E T K İS İ Mehmed’in ünü, 2 9 M ayıs 1 4 5 3 ’te Bizans’ın fethedilm esine dayanır. Bu, çok önemli olsa da, hükümdarlığında nihayet çevresindeki Anado lu beylerinin gücünü kırm a ve beylerden farklı olarak hizm etinde bu lunan, dolayısıyla kendine tamam en sadık ve hayatları konusunda tüm karar kendine ait olan devşirmelerin egem enliğini kurm ası, O smanlı tarihi açısından daha önemlidir. B öylece, sultanın gündelik işle ri ve hatta ordunun yönetimi konularını sadrazam a bırakm asıyla, O smanlı İmparatorluğu daha otokratik ve daha b ü ro kratik bir yönetim sistemine geçti. Güçlerini beyliklerle aralarınd aki ilişkilerden alan ayanlar sınıfı, siyasal etkilerinin, topraklarının ve m allarının büyük bir kısmını kaybederek tamamen devlete bağım lı hale geldiler. Belki de bu uygulama Avrupa’da olduğu gibi Saray’a k arşıt bir güç olu şturacak bir toprak sahibi soylu sınıfının O sm anlı İm p aratorlu ğ u n d a oluşm a o la sılığını engellemiştir. Sultan, zaman içerisinde kendini yönlendirecek olan sadık hizmetkârlarca desteklenen bir o to k rata d önüştü. A ncak, İslâm ideolojisi sultanın da şeriata hesap vermesini öngördüğünden,
1300-1759; 13
osmanlılar: devlenen imMratorioft* (
hür doğmuş Müslümanlar’dan oluşan ulema bağımsız bir siyasi güç olarak varlığını sürdürdü. Osmanlılar 1915’e kadar İstanbul, Dersaadet, Konstantiniye olarak da adlandırmaya devam ettikleri Bizans’ı ele geçirdikleri ve Rom a’nın görevini devraldıklarını düşünmeleri nedeniyle kendilerini bir imparatorluk misyonuna sahip olarak da gördüler. Her ne kadar şehir zorlu bir kuşatmadan sonra düşmüş olsa da, pek çok Rum Ortodoks, iki Kilise’yi birleştirerek Papalık’ın egemenliğini sağlamak isteyen Katolikler’in aksine kendi inançlarını sürdürme hakkı tanıyan Osmanlılar’ı memnuniyetle karşıladı. Sultan Mehmed, Ortodoks Kilisesİ’ne bir kelle vergisi vermesi karşılığında tebaası üzerinde tam yetki tanıdı. Er meni Kilisesi de yeni başkente taşınarak dinî ve kültürel özerklik ka zandı. Kısa süre içinde, devlet ile dinî cemaatler arasında, 18. yüzyılda m illet sistemine, yani gerçekte özerk dinî toplumlara dönüşecek olan bir ilişki kuruldu. Laiklik öncesi Osmanlı toplumunda, dinî bağlılık ki şisel bir mesele değil, toplumları ilgilendiren bir meseleydi. İnsanlar konuştukları dile veya ait oldukları etnik gruba göre değil, doğdukla rı Kilise’ye göre tasnif ediliyorlardı. Her topluluğun dinsel ve toplum sal yaşamı geleneklerine göre ayarlanıyordu ve bireyler o toplumun yasalarına uymak durumundaydı. Müslüman milleti, etnik özellikleri veya dilleri ne olursa olsun tüm Müslümanlar'ı (Türkler’i, Kürtler’i, Araplar’ı ve mühtedileri) kapsıyordu; aynısı sadece Yunanlılar için de ğil, Balkan Slavları ve daha sonraları da Arap dünyasındaki Hırıstiyanlar’ı içeren Rum Ortodoks milleti için de geçerliydi. Aynı durum Yahudi ve Ermeni toplumları için de söz konusuydu. Ancak 19. yüz yılda, milliyetçiliğin ortaya çıkışıyla milletler bir etnik renk edindiler ve Sırplar, Bulgarlar, Katolikler, Protestanlar kendi toplumsal örgütlen melerine kavuştular. Ancak, 1919’da bile Yunanlı Katolikler, Anado lu’yu işgal eden Yunan Ortodoks ordusundan ziyade kendilerini İtal yan Katolikler’e yakm hissetmekteydi. Millet sistemi, OsmanlıJar m asimilasyona yönelik bir çabaya girişmediklerini, sadece imparatorlu ğun rahat işlemesini sağlayacak pratik bir eklemlenmeye yöneldikleri ni düşündürmektedir.
1 4 E rin ci bölüm
İstanbul, 1 453’teki fetihten sonra bir dünya imparatorluğunun başkentine yaraşır biçimde yeniden düzenlendi. II. M ehm ed, tüm im paratorluktan zanaatkarlar getirterek bunları İstan bu l’un yeniden in şası için kente yerleştirdi. İstanbul’un nüfusu, özellikle 1 4 9 2 ’de Ispan ya'da yaşayan ve Yahudilerin kovulması sonrasında im paratorlukta yerleşmeleri için davet edilmeleri ve çoğunun başkenti seçm esiyle, gide rek arttı. 1500 ile 1600 arasında İstanbul A v ru p acın en önem li kent lerinden birine dönüştü; 1 6 0 0 ’de önce Paris daha sonra da Lond ra ta rafından geçilene kadar en büyük nüfusa sahip kentlerden biriydi. İmparatorluk olma yükümlülüğü, II. M eh m ed ’i aynı zam anda topraklarını her yönde genişletmeye yöneltti. G üney S ırb ista n ’daki ve Eflâk'taki Osmanlı etkisini artırdı. 14. yüzyılda güçlenm elerinden be ri, Osmanlılar için ticaret önemli olm uştu, am a İstan bu l’un fethiyle, deniz gücü ve uluslararası ticaret O sm anlı’nın hem güvenliği hem de ekonomisi için hayati önem kazandı. Venedik bir rakip haline geldi; Osmanlılar donanmalarına ve şehrin güvenliğine özen gösterm eye mecbur kaldılar. Fatih, bu düşünceyle M idilli A dası’nı ele geçirdi ve Boğazlar’ı tahkim etti. Venedik’i 1 4 7 9 ’da bir an tlaşm a im zalam aya zorlayana kadar Akdeniz’de baskı alcında tuttu . D a h a so n ra K ırım ’ı ele geçirerek Kırım T atarlan ’nı kendine bağladı ve K arad en iz’i bir O smanlı gölüne dönüştürdü. O sm anlılar’ın genişlem esi II. M eh m ed ’in 1 48 1 ’deki ölümüne kadar R od o s’a ve hatta O sm a n lıla r’ın O tra n to ’yu ele geçirdiği Güney İtalya’ya uzanan seferlerle sürdü. II. Bayezid (saltanatı 1 4 8 1 -1 5 1 2 ), kardeşi C em S u lta n ’la ( 1 4 5 9 1495) taht için mücadele etm ek zorunda kaldı. Ö n ce , y eniçerilere, bağlılıklarını sağlama amacıyla ‘cülus bahşişi* adı altın d a rü şvet verdi; sonraları bu, tahta çıkan her sultanın kabullendiği bir uygu lam aya d ö nüştü. Cem yenildi ve onu ellerinde tutm alarına k arşılık her yıl 4 5 .0 0 0 duka altını ödenen Rodos Şövalyeleri’ne sığındı. C em d ah a so n ra , on u gözaltında tutmak için Bayezid’e şantaj yapan P ap a’nm b ir tu tsağ ı o la rak öleceği Napoli’ye götürüldü. Tarihçiler, C e m ’in ta h tta h ak iddiası ve Batılı güçlerin bunu kullanm asıyla d ikkati d ağıtılm am ış olsayd ı, Bayezid’in neler yapabileceğini tartışm ıştır. İtaly a’da o d önem d e hü
osm anlılar: devletten im psnnoriuga (1300-1789) 1 5
küm süren anarşi ortamı ve Fransızların İtalya’yı 1494’te rahatça ele geçirmeleri gözönüne alınırsa, Osmanlılar İtalya’yı dize getirerek dün ya tarihini değiştirebilirlerdi. Roma’da, kentin Konstantiniye’yle aynı kaderi paylaşacağı endişesi vardı. OSM ANLI MÜLKÜNÜN GENİŞLEMESİ 15. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlılar kendilerini haraç toplayan bir im paratorluk yerine dünya ticaretine bağımlı bir devlet olarak yeniden biçimlendirmişlerdi. Cenova ve Venedik arşivlerinde yapılmış yakın ta rihli araştırmalar Osmanlılar’m bölgede ticareti çok ciddiye aldıklartnı göstermektedir. 14. yüzyıl başlarından itibaren fetihleri, ticaret açı sından bölgeden gelir getiren Gelibolu ve Çanakkale Boğazı gibi stra tejik noktaların ele geçirilmesine dayanıyordu. Osmanlılar, Temmuz 1496’da Venedik’i yendikten sonra, Venedik’i yıllık haraç vermekten muaf tuttular ama bunun yerine Venedik’in ihracatından Osmanlılar’a yüzde 4 ’lük bir vergi vermesini şart koştular; ticaret Osmanlılar için haraç kadar önemli hale gelmişti. Avrupa’da savaşmanın dışında, Osmanlılar Mtsır ile Suriye’de Memlûklar ve İran’da Safevîler gibi rakiplerin tehdidine maruz kalı yordu. Safevîler’le olan rekabet, Osmanlılar’ın Sünnî ve ortodoks İs lâm’ı ile Safevîler’in Şiî ve heterodoks İslâm’ı arasında bir ideolojik re* kabete de dönüşmekteydi. Bu uzun soluklu çekişme iki imparatorlu ğun da enerjisini tüketmekteydi ve Avrupa gücünün yükselişi karşısın da her iki devletin de göreceli gerilemesinin sebebiydi. Babası Bayezid’i deviren I. Selim (saltanatı 1512-1520), dikka tini Doğu’ya çevirmeye ve Şah İsmail’in yükselen gücünün karşısına çıkmaya mecbur kaldı. 1514’te Yavuz Sultan Selim Safevîler’i Çaldıran’da yenilgiye uğrattı ve Azerbaycan ile Güneydoğu Anadolu'yu ele geçirdi. İki yıl sonra, Selim Memlüklar’a karşı sefere çıktı ve Suriye’yi 1516’da, Mısır’ı da ertesi yıl Osmanlı topraklarına kattı. Mısır’daki tarım ve ticaret, İstanbul'a, Hindistan ve Asya’yla ticaretten elde edi len gelirlerin yanı sıra, önemli zenginlik kazandırdı. Osmanlılar ayrıca Mekke ve Medine kutsal kentlerinin koruyucusu oldular ve statüleri
dünyadaki en güçlü M üslüman devlet olarak belirlendi. Kudüs İs lâm’ın üçüncü kutsal kenti oldu ve O sm anlılar burada ticaret hayatını canlandtrmak için uğraştılar, birçok vakıf kurdular; Y avu z’un halefi Süleyman da Kudüs’ün surlarını yaptırdı, K udüs, Şam veya H alep gi bi büyük bir bölgesel başkent olm adı am a İslâm ’ın üç kutsal m ek ân ın dan biri olarak büyük dinsel öneme kavuştu. İm p aratorlu k , yüzölçü münü ikiye katlamıştı ve İslâmî unsuru Arap eyaletlerinin katılm asıy la güçlenmişti. Ayrıca, Mısır, O sm anlılar’ı K irild eniz ve H in t O k y an u sumdaki Portekizlilerle doğrudan ilişki içine sokm uştu. 16. yüzyılda, dünyadaki denge A kdeniz’den A tlan tik 'e kaydı. Kristof Kolomb’un 1 4 9 2 ’de Am erika’yı keşfi ve 1 4 9 8 ’de V asco da G ama’mn Afrika’nın güneyinden H indistan’a varan yolculuğu İslâm dün yasının önemini ortadan kaldırmasa bile zayıflattı. So nu çta A sya’yla olan ticaret tamamen bitmediyse de O sm anlı hâzinesi daha az gelir el de etmeye başladı. İmparatorluk aynı zam anda sadece sultan tarafın dan yonetilemeyecek kadar genişledi ve sorunlu olm ay a başladı; böylece sultan her gün biraz daha fazla olarak bü rokrasisine dayanm ak zorunda kaldı. Devşirme yöntemiyle yükselen erkekler de Saray ’daki kadınlar gibi daha etkili olmaya başladılar. KANUNÎ SULTAN SÜLEYM AN Sultan Süleyman (saltanatı 1 5 20-1566) belki de O sm anlı sultanlarının en ünlüsüdür. Türkler tarafından ‘Kanunî’, Batılılarca da ‘M uhteşem Süley man’ olarak tanının Süleyman, seleflerinin izinden giderek im paratorlu ğu genişletmeyi sürdürdü, 1 5 2 l’de Belgrad’ı aldı, 1 5 2 9 ’da Vıyana’yı ku şattı. Osmanlılar Kutsal Roma-Germen İm paratoru V. Kari ile Fransa Kralı l. François arasındaki Avrupa çatışmasına ak tif olarak katıldılar; Osmanlılar’m rolü, Karl’ın Martin Luther’ın Protestan reform hareketi ni yok edememesi bağlamında hayatidir. Avrupa’daki savaşlar Kaııuni'nin 1566’da Macaristan’a yaptığı bir seferi yönetirken ölmesine kadar sürdü. Ayrıca Safevîler’e karşı da savaşıp 1 5 3 4 ’te Bağdat’ı fethetmiştir. Ticaret Osmanlı ekonomisinin önemli bir parçası olm uştu; Müslim veya gayri-Müslim Osmanlı tüccarları Avrupa'da -Özellikle
osmanlılar: devletten imparstort»}* {1)00-1769: 1 7
İtalya’d a - ve Asya’da ticaret yapıyorlardı. Bunun bir sonucu olarak, 1 5 3 5 ’te Sultan Süleyman, Fransız tüccarlara ‘kapitülasyonlar’ olarak bilinen birtakım ayrıcalıklar tanıdı, imparatorluk sınırlan içinde bu lundukları sürece, Osmanlı hukuku ihlâl edilmemek kaydıyla kendi hukuklarına ve âdetlerine göre yaşayabileceklerdi. Zaman içinde bu kapitülasyonlar diğer Avrupa devletlerini de kapsadı ve Avrupa ile Osmanlılar arasında ticaretin genişlemesine yol açtı. Osm anlı donanmasının büyümesi Akdeniz’i, bölgede ticaretin güvenliğini sağlama amacıyla kontrol altında tutmak olarak açıklana* bilir. Bu am açla Kanuni Kuzey Afrika sahilinin hâkimiyetini V. K arl’dan alm ak; Cezayir, Tunus ve Libya’da Osmanlı yönetimini kur m ak üzere Barbaros Hayrettın'den yararlandı. Basra Körfe2İ’ni dene timi altında tutan Portekiz gücünü yok etmek için de önemli bir çaba ortaya konmuşsa da, 1 5 3 8 ’de Osmanlı donanması Hindistan'da Gucerat Yarım adasının güneyindeki Diu’ya kadar yaptığı Hint Şeferi’nden, Portekiz donanması karşısında tutunamayarak geri dönmüş tür. Osmanlı gemileri, Akdeniz’in daha sakin sularına göre inşa edil mişlerdi ve Portekiz kalyonlarıyla boy ölçüşemezlerdi. Belki de bu yüz den Osmanlılar, haritasını çıkarmalarına ve hakkında çok şey biliyor olm alarına rağmen Atlantik’e açılmayt denemediler. Tıpkı Doğu As ya’daki Çinliler gibi, Osmanlılar da Doğu Akdeniz’deki imparatorluk larından memnundular. Kanuni Sultan Süleyman’ın yönetimine kadar, Osmanlı İmpara torluğu, özerk sayılabilecek dinî cemaatlerden oluşan çokdinli bir çift çiler, esnaf ve zanaatkarlar toplumu üzerinde hüküm süren ve kimi za man ulema tarafından yönlendirilen bir askeri-bürokratik yönetici sı nıfça idare edilen istikrarlı bir şekil almıştı. Yönetim ve yasama erkle ri padişahta toplanmıştı ve padişaha, imparatorluk genişleyip daha bürokratik bir hal aldıkça sultanın yetkilerinden daha fazlasını ellerin de bulunduran vezirler yardımcı oluyordu. Kanuni’mn ölümünden sonra sadrazam sultanın pek çok yetkisini eline alnuya başladı ve pa dişah gitgide daha fazla Saray merkezli hale geldi. Gayn-MüsJim top lamların liderleri olarak cemaatlerinin dinî ve toplumsa! ihtiyaçlarına
18
funncı bölüm
bakan patrikler, padişahın korum asındaydılar. Farklı toplum ları asimile etmek amaçlı çalışm alar yapılm am ıştı; bu toplum lar sadece gün delik etkileşimlerin normalleşmesi ve kültürel değiş-tokuş için bir sos yal çerçeve yaratmak üzere sisteme katılm ışlardı. 19. yüzyılda milliyet çiliğin ortaya çıkmasına kadar sistem iyi işlemekteydi ve her toplumun eğer asimile edilmiş olsalardı olanak bulam ayacağı şekilde kendince yaşamasına olanak tanımaktaydı. Osmanlı yönetimi o dönem için Avrupa’yla kıyaslandığında ile riydi ve Hıristiyan köylüler O sm anlı yönetim ini kendi dindaşlarının feodal yönetimlerine kıyasla daha rahat bulm uştu. B arb ar olarak dü şündüğü T ü rk ler’e karşı hoşgörü beslem eyen M artin Luther (14831546), köylülerin vergiler daha hafif olduğu için O sm an h lar’a meylet tiğini kabul ediyordu. Osmanlı vergileri, padişah m üreffeh topraklar fethettiği sürece hafif kalmayı sürdürdü, ancak fetihler sona erdikten sonra ağırlaştı. İstanbul’un fethiyle, O sm anlılar bazı Bizans yönetim uygulama larım benimsediler. Padişah gitgide daha zor erişilir hale geldi, günde lik işleri sadrazamın başkanlığında toplanan ve diğer vezirlerden olu şan Divatı-t Hümayun'a. bıraktı. Divan-ı H üm ayun’un başlıca üyeleri Rumeli ve Anadolu kazaskerleri İstanbul kadısı, defterdar, mühürdar ve de vezir rütbesindeyse yeniçeri ağasıydı. Sonradan, şeyhülislâm ya ni en üst düzey dinî otorite, reisülküttap yani dış ilişkilerden sorumlu vezir ve donanma komutanı olan kaptanpaşa da divana eklendiler. Rütbesini belirten iki tuğ'a sahip bir paşa bir eyaletin valisi olarak ata nırken, bu eyaletler tek tuğa sahip diğer paşalarca yönetilen sa n ca k'lara bölünmekteydi. Bunun altında bir kadı ve yerel halkı temsil eden toprak sahiplerince yönetilen bölgeler, yani k a z a ' h t yer alırdı. Toprak devlete aitti ve im paratorluk ekonom isi, devletin temel gelir kaynaklar» olarak hem toprağın hem tarım üretim inin denetimi ne dayanmaktaydı. Topraklar, gelirleri m aaş olarak, yöneticiler olan beylere ve vezirlere verilen tım ar'lara ayrılmıştı. Bu tımarlar, miras yo luyla gelecek kuşaklara kalmazdı ve sahibinin ölümü üzerine bu top raklara el konabilirdi. Topraklar toprağı kontrol eden kişinin vârisle
osmanlılar: devletten im^aratortb&s It)00-t7fe» 1 9
rine geçemediğinden, Avrupa’daki gibi bir toprak sahibi sınıf oluşamadı. Te oride, köylüler, loprak sahibine haraç larını ödedikleri sürece, işledikleri top raklardan çıkarılamazlardı. Bu önlem, çiftçilere devamlılık güvencesi verdiği gibi, Osmanlı tarihinde köylü ayaklan m alarının olmamasını da açıklayabilir. Kanunî Sultan Süleyman döne mi, geleneksel olarak Osmanlı İmparatorluğu’ntın zirve noktası olarak kabul edilir. Süleyman, bir dünya im parator luğunun temellerini atan ilk on büyük hüküm darın sonuncusu olarak tanım lanır. Bu im paratorlar sadece büyük fa tihler değil, aynı zamanda topraklarını
Kanuni Sultan Süleyman d&nemınde imparatorlumun sımıUft alabildiğine genişledi. Ancak bu fetih siyasetinin bir de ekonomik yanı vardı; çünkü kimi zaman
ödünsüz bir bilgelikle yöneten yetenek
fethedilen topraklan korumak için yapılan
li yöneticilerdi. Süleym an’dan sonra
m asraflar, buralardan sağlanan gelirinden
tah ta çık an sultanların harem in zevkle
okuluna mensup bir ressam tarafından
rine savaş alanından daha fazla önem
yapılm ış portresi.
daha fazlaydı. KanunPmn Italyan Tıziano
veren, genelde beceriksiz, sıradan ve yoz ad am lar olduğu söylenir; ancak, IV. M u rat (1 6 2 3 -1 6 4 0 arası taht ta) gibi bir sultan bunların arasında istisna olarak görülür. Beceriksiz hüküm darlar, Fatih Sultan M ehm ed gibi büyük sultanların ferasetin den yoksun oldukları için, yönetim i felç edip im paratorluğu da zayıf latıyorlard ı. A ncak im paratorluk, Sokullu M ehm ed Paşa ve im parator luğu elli yıl k ad ar yöneten Köprülü ailesinden çıkan sadrazam lar gibi üsrün yetenekli devlet ad am ları veya arada bir rastlanılan IV. M u rat gi bi dirayetli su ltan lar sayesinde ayakta duruyordu. Bu açık la m a , Barı Avrupa’nın yükselişine paralel olarak O sııu n Iı’mn gerilem esine ek bir açık lam a olarak sadece bir ölçüde doğrudur ve çağ d aş ak ad em ik dünya yeni açık lam alar aram aktadır. 16. yüzyıla gelindiğind e, O sm anlı İm paratorlu ğu, hem kendi içinde hem d ışarıda.
2 0 tımni' bolum
son derece farklı bir ortamda işlemekteydi: D evlet, asıl am acı toprakla rını genişletmek olan ve dolayısıyla bir sultan-serdarın ordularına ön derlik etmesine gereksinen bir devletten ticaret ve genişlem ekte olan Av rupa gibi ekonomik konularla ilgilenmesi gereken bü rokratik bir dev lete dönüşmüştü. Osmanlılar, ne kadar yetenekli olursa olsun tek bir kimse tarafından yönetilemeyecek bir dünya im paratorluğu yaratmış lardı. İktidarın aktarılması gerekiyordu ve sultanlar, bir sadrazam ile vezirlerden oluşan bir divan, yani bir çeşit bak an lar kurulu kurmak zo runda kalmışlardı. Süleyman’ın hüküm ranlığında durum net değildi ve sultan, gücünün artmasından kıskançlık duyduğu sadrazam ı İbrahim Paşa’yı idam ettirtmişti. Ancak, halefi olan II. Selim , sadrazamına ve bürokrasisine öylesine bağımlı hale gelmişti ki sadrazam daha sonrala rı fiâbıâli diye tanınacak kendi konutunun sahibi olm uştu. Aynı sebeple, imparatorluk haremi de 16. yüzyılda bir siyasal iktidar odağı olarak ortaya çıkmıştır. Sadrazam genelde sultana, sulta nın bir yakınıyla yaptığı evlilik yoluyla bağlıydı; dolayısıyla da harem le ve haremdeki, sultanın annesi veya gözde cariyesi olan v a lid e sultan gibi güçlü kadınlarla doğrudan bağlantısı vardı. Bazen sultan reşit de ğilken tahta çıkardı ve bu sebeple sultanın annesi, hüküm dar erişkin olana kadar sürecek bir vesayetin başında yer alırdı. 16.
yüzyılın ortalarına gelindiğinde im paratorluk özellikle kârlı
biçimde, ekonomik çıkar için kullanılabilecek topraklar açısından ge nişlemesinin uç sınırlarına ulaşmıştı. Bu, O sm anlı em peryalizmi ile Is panya, İngiltere, Hollanda gibi Avrupalı güçlerin emperyalizmleri ara sındaki farktı; bu güçlerin emperyalizmdeki am açları genelde ekono mikti ve sömürgelerini sonuna kadar yağmalam aktaydılar. Osmanlılar ise, ‘emperyal aşırı genişleme’ durumunun klasik bir örneğiydiler. Or ta Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Kıbrıs’ta büyük kuvvetler ve Akde niz’de, Ege’de, Kızıldeniz’de güçlü donanm alar bulundurmaları gere kiyordu. Kutsal Roma-Germen imparatorunun ve m üttefiklerinin ya nı sıra, Osmanlılar Rusya’nın Kırım ’da yükselen gücünün yarattığı tehditle de yüzleşmek zorundaydılar. Anadolu’da Safevîler göçebe Türkmen aşiretleri arasında yaptıkları Şiîlik propagandasıyla bir teh
ûsmaniıUıı: devtetten ı^p-vsiarinl?.
21
dit unsuruydular. Tüm bunlar hazine üzerine büyük bir yük oluştur makta, Osmanlılar’ı mali yükümlülüklerini yerine getirmek için yeni yollar bulmaya zorlamaktaydı. Dış dünyada ağırlık merkezinin Akdeniz havzasından Atlantik dünyasına kaymasıyla büyük bir dönüşüm oluşmaktaydı. Keşifler ça ğıyla birlikte Osmanlılar’ın yüzyıllardır ellerinde tuttukları ticaret yol ları önemlerini yitirmiş, imparatorluğun ticaretten elde ettiği gelir azal mıştı. Ancak bu kademeli bir süreçti ve imparatorluğu hemen etkileme di. Yine de, imparatorluğun siyasal ve sosyal yapısına bağlı olarak, or tada bariz bir çözüm yoktu. Osmanlı ekonomik sistemi, Batı’mn mer kantilizminin ve endüstrileşmesinin tehdidine karşı durmaktan âcizdi. BİR D EVRİM ÇAĞI Batı dünyasında, feodalizmden ticarî kapitalizme dönüşüm, devrimle betimlenmiştİ: yükselen orta sınıflar -yani burjuvazi- siyasi iktidar için savaşmak zorunda kalmıştı. Bu, İngiltere’de 1640 ile 1688 ara sında ‘Muhteşem Devrim le sonuçlanmış, Fransa’da devrim 1789 ile 1815 arasında gerçekleşmişti. Feodal sınıfın gücüne karşı çıkacak kuvvette bir burjuvazinin olmadığı İspanya ve Rusya gibi ülkelerde devrim olmadı ve eski yönetici sınıflar iktidarda kaldılar. Bu durum Osmanlılar’da da aynıydı. Düzeni sağlayarak rüccar ve üreticilerin servet kazanmasına izin verecek kadar güçlü bir yönetimi korudularsa da bunların kendi çıkarlarını savunabilecek bir siyasi güç olmasını engellediler. Osmaniı’daki durum, tüccarların dini bağlılık üzerinden -Rum Ortodoks, Katolik, Ermeni, Yahudi ve Müslüman olarak-ay rılmış olmasıyla daha da zorlaşmıştı, çünkü tüccarlar haklarını savu nacak ortak bir grup olarak hareket edemiyorlardı. Osmanlılar, eko nomi açısından ticaretin önemini kavrasalar da hiçbir zaman sadece ticaret sınıflarının çıkarlarıyla ilgili olmadıkları gibi, ekonominin hız lı büyümesine dair bilinçli bir ilgi de göstermediler. Yine de tüketici nin hakkının koruyucusııydular; en önemli görevlilerden biri, çarşı ve pazarlarda fiyatları, malların kalitesini, ölçü ve ağırlıkları denetleye rek tüketicinin aldatılmadığmdan emin olmakla görevli nmhtesip'ri.
Bu bile, kendi özü nd e kapitaliz m in ve b ir p azar ek on om isin in ge lişm esini en gelliy ord u . Y in e de, teorid e ellerine fır sa t verilse, b ir bu rju vazi dönüşü m ünü g erçek leştirm e rolünü oyna y abilecek b irta k ım zengin tüccar lar vardı. Ö rn e ğ in , Şeytan oğlu ola rak bilinen ve say g ın bir B izans ai lesinden g elm e
b ir
Rum
tüccar,
kü rk ticareti ile im p arato rlu k ça p ın d ak i tuz tek elin d en b ir servet elde etm iş, bu sayed e O sm an lı do nan m asın a altm ış g em i donatm ıştı. A ncak, o n u n a rta n servetin den ve Vatide-i muazzama diye de bilinen Mahpeyker Sultan ya da Kösem Sultan, Osmanlı saray kadınlan arasında en İhtiraslı olarak, özellikle taht kavatan » » o d . p^tii entrikalar cevirmekie ün salmıştır. Turhan Suitan'm bir tertibi sonucunda Öldürülen Kösem Suitan’m döneminde Avrupai, bir ressam tarafından
çizilmiş gravürü.
kudretinden tedirgin Oİan III. M uracJ> onu 1 5 7 8 ’de İdam ettird i. D aha . . ^ , c ■■ başka zengin O sm a n lı s a r ra f ve tuccarları da vard ı a m a O sm a n lı yönet >
ı
,
.
ı „
t,C1 S in ,fl b u n , a t i n d e V ,e t l" V^ 3 e k ° ‘
nom inin k a ra k te rin i etk ilem esin e as la m üsaad e etm ed i. A vru p a’da bile
böyle bir değişiklik bir devrim g erek tirirk en , O sm an lı D ev leti böyiesine radikal bir siyasal ve toplum sal d önüşüm e izin v erm ey ecek kadar kuvvetliydi. Dolayısıyla, çeşitli b aşk ald ırılar old u y sa da siyasal düze nin ve bunu destekleyen toplum sal sistem in b a şın d a n , v ar o lan y ö n e tici sınıfı bir başkasıyla değiştirecek, im p arato rlu ğ a yeni bir g örünü m ve yön getirecek şiddetli bir dönüşüm geçm edi. Bu, ‘O sm anlılar etraflarında olan biteni an la m a d ı’ dem ek de de ğildi; Avrupa’da olan bitenden haberdardılar. D ev am lı o la ra k Avru pa’dan gelen bir yabancı akını vardı ve bu gelenlerden b a z ıla rı, genelde askerî a?.man olarak, burada yerleşip im p arato rlu ğ u n hizm etin e g iri yorlardı. Cenova ve Venedik gibi İtalyan kent-devletleriyle O s m a n lıc ın
osmanlılar: dtvle’ten ımpajaiartufa fıy>0‘i 7%9. 2 3
ilk günlerinden beri ticari ilişkiler vardı ve Müslüman tüccarlar da İtal yan kentlerine yerleşmişlerdi. Fatih Sultan Mehmed, sanat çalışmaları için İtalya’ya öğrenciler göndermişti ve papayla yazışmaktaydı. Sonuç olarak, Osmanlılar, yakınlarındaki gelişmelerden açıkça haberdardılar ama bu gelişmeleri kendi karmaşık, çokdinli toplumlarına uygulayamıyorlardı. Aynı zamanda, Avrupa’daki değişikliklerin kendi toplumlannı nasıl etkilemeye başladığını da kavrayamadılar, ama bu, imparator luğun ve imparatorluk yönetici sınıfının karakteriydi: tutucu ve statü koya bağlıydılar, bu yüzden bir tüccar sınıfının ortaya çıkarak devleti dönüştürüp eski yönetici seçkin tabakayı yerinden etmesine izin ver mezlerdi. Osm anhlar’da devletin ekonomik politikasını belirleyen üç il ke vardı: kent ekonomisini, özellikle de İstanbul’unkini düzenli tutarak ordunun, bürokrasinin ve Saray’ın iyi beslenmesini sağlamak; kentsel ve kırsal kesimlerden vergilerle gerekli geliri elde etmek; kentlerde ve kırsal kesimde etkin kontrollerle statükoyu sürdürmek. İspanyol impa ratorluğu da 16. yüzyılda ve daha sonraları benzer bir politika güttü, ancak imparatorluk olmasına ve büyük servetine karşın, burjuva toplumuna geçişi yapamayarak tüccar sınıflarca yönetilen bir üike olarak, Hollanda ve İngiltere gibi Avrupa devletlerinin gerisinde kaldı. Bu, ba zılarının iddia ettikleri gibi bir din meselesi (İslâmî veya Katoliklik kay naklı) değildir; Aydınlanma öncesi emperyalizminin Özünde vardıc. Ancak, Osmanlı gerilemesi sert ve hızlı bir biçimde gerçekleş m edi. İmparatorluk 17. yüzyıl boyunca kendini savunabilecek ve hat ta 1 6 8 3 ’te Osmanlı ordularım ikinci k ez Viyana’nm surlarının önüne kadar getirecek bir sefer düzenleyebilecek kadar güçlüydu. 15701 5 7 1 ’de Osmanlılar Tunus ile Kıbrıs’ı ele geçirdiler ve Avrupa güçleri bıı tehdidi güçlerini birleştirerek 1571 ’de Osmanlı donanmasını Inebahtı’da (Lepanto) büyük bir yenilgiye uğratacak kadar ciddiye aldı lar. Osmanlı İmparatorluğu'nun gücü öylesine büyüktü kı Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Sultan II. Selim’e, İnebahn’da yok edilen do nanmanın kolaylıkla yeni ve daha iyi gemilerle yenilenebileceğini bil dirdi. Ancak, yenilginin sonucunda II. Selim Venedik'le ve Kutsal Roma-Germen imparatoruyla barış antlaşması yapmak zorunda kaldı.
II.
Selim’in (saltanatı 1566*1574) yönetim ine gelindiğinde, ikti
darda, Sokullu Mehmed Paşa nın (1 5 0 5 -1 5 7 9 ) yanı sıra söz sahibi olanlar çoğalmıştı, ancak bunların hiçbiri Sokullu k ad ar büyük devlet adamı değildi. Sokullu Mehmed Paşa, B osna’nın Sok ol kasabasında doğmuş ve devşirme sisteminden yetişmişti. Bürokraside yükselerek 1 565’te sadrazam olmadan önce Süleyman’ın torunu ve II. Selim ’in kı zıyla evlenmişti. İmparatorluğu, sultan değil, 1 5 7 9 ’daki ölüm üne ka dar o yönetmişti. İran'la 1578-1590 arasındaki, Avusturya’yla 1 5 9 3 ’teki gibi ola ğan savaşların yanı sıra, Osmanlılar aynı zamanda ‘ 17. yüzyıl krizi’ ola rak tanımlanan bir sıkıntıyla da baş ermek zorunda kaldılar. Bu kriz, bi~ raraya gelmiş birtakım faktörlerin birleşmesiyle üstesinden gelinmesi ge reken zorlu bir durum olarak Osmanhlar’ın karşısına çıktı. D aha önce ki araştırmacılar, bunun, Amerika’dan gelen altın ve gümüşün Akdeniz sistemine Batı’yla olan ilişkisi sayesinde girmesi sonucunda Osmanlı ekonomisinde enflasyona ve baskıya sebep olduğunu savunuyorlardı. Hâzinenin ordu ve yönetimin masraflarını karşılam ak için daha fazla para bulması gerekiyordu. Yeni araştırmalar, nakit para ekonomisinin Balkanların ve Anadolu’nun kıyı bölgelerinin büyük bölümüne yayıldı ğını, bu sürecin 16, yüzyılda Yeni Dünya altınının gelmesiyle hızlandığı* nı ve bunun sonucunda da ticarileşmeyi artırdığını iddia etmektedir. Böylelikle vergiler mal yerine nakit olarak toplanm akta ve bu impara torluğun bazı bölgelerinde toprağı elde tutma yöntemini değiştirmektey di. Nüfus artışı ve kentleşmede yaşanan genişleme; ekonom inin para odaklı hale gelmesinin artırdığı paraya talep ve imparatorluğun kısıtlı kaynaklarına uyguladığı baskı, enflasyonist hareketi hızlandırmıştır. Devlet, Habsburglar’a ve Safevîler’e karşı sürdürdüğü yıpratıcı savaşlar için daha büyük bir askeri gücü finanse etmek zorunda kalmaktaydı ve acil bir çözüm yolu, sikkelere gümüşten çok pirinç koyarak paranın de ğerini azaltarak parayı devalüe etmekti. Bunun sonucu sosyal kargaşay dı ve 1589’da İstanbul’daki yeniçeriler ayaklanarak azalan maaşlarını, düşen yaşara standartlarını protesto ettiler. Bu ayaklanmalar, 1 5 9 2 ’de bastırılana kadar sürdü. 1 590’larda, Orta Anadolu toplumsal kargaşay
osmanlılar: d *vi*tt*r' CTpAnüûrlcfc* (ı>*V-t7
la, adını ilk isyanı başlatan dini liderin adından alan Celali İsyanları ola rak bilinen köylü ayaklanmaları aracılığıyla tanıştı. Şiddetli memnuni yetsizlik devletin otoritesini de sarsarak 1650’lere kadar sürdü. YEN İÇERİ-U LEM A İTTİFAKI Tüm bu sorunlara ve askerî gerilemelere karşın, Osmanlılar 17. ve 18. yüzyıllarda kendilerini korumayı başardılar. Bu uzun soluklu knzin en ciddi sonuçlarından biri, devlet ve toplumda herhangi bir yapısal re form olasılığının önüne geçen ulema ile yeniçeriler arasındaki bir işbir liğinin ortaya çıkmasıydı. Askerler, tam anlamıyla silah zoruyla iktida rı yönlendirirken, ulema da ideolojik meşruiyet sağlıyordu. Örneğin, Osmanlılar 1627’de bir matbaa kurmuş olan Rum roplumunun izinden gidememişti, çünkü ulema, matbaanın şeriatın ihlâl edilmesi demek ol duğunu bildirmişti. Bundan yüzyıl sonra, bîr Macar dönmesi olan İb rahim Müteferrika matbaayı kurdu, ancak bu matbaa karşıtların yo ğun tepkisi sonucunda kapatıldığı 1742’ye kadar ayakta kalabildi. Matbaanın yeniden kurulması 1784’ü bulmuştu. Bu dönemde impara torluğun sorunlarını doğru saptayan reformcular bile, sultandan Kanu nî Sultan Süleyman’ın yöntemlerini geri getirmesini istiyorlardı, çünkü Kanunî dönemi imparatorluğun zirve noktası olarak düşünülmekteydi. Durum kritik göründüğünde, tıpkı IV. Murad'ın (1623-1640 arası tahtta) döneminde olduğu gibi, güçlü bir sultan düzeni sağlayabilse de köklü reformlara girişemiyordu. IV. Murad, 1623’te kardeş katline son verdi çünkü kardeşi İbrahim, kendi dışında hayatta kalmış tek Osmanlı’ydı ve onu öldürmek hanedanın bekasını rehlikeye ata caktı. İbrahim bu nedenle Saray’da tecrit edildi ve siyasi iktidardan uzakra buhranlı bir hayata terk edildi. 1632’ye gelindiğinde, Murad devlet üzerinde denetimini sağlamıştı ve Bağdat'ı Satevîier’den alarak bir fetih politikası yürütmeye başlamıştı. İstikrarın geçici oJduğu görüldü, çünkü reşit olmayan IV. Mehmed 1648’de tahta çıktığı zaman, yeniçerilerin baskısı akındaki baş kent anarşi içindeydi, Orta Anadolu'nun büyük kısmını asi paşalar yö netiyordu ve Venedikliler Çanakkale Boğazı’m ablukaya aimışrı. An
26
l'itind bölüm
cak, 1656!da Köprülü Mehmed Paşa sadrazam olarak atandı ve ken dine tam yetki verildi. Köprülü Osmanlı liyakat sistem inin bir örneği dir; kendi yeteneği ve Saray’daki koruma sayesinde Saray mutfağında bir ümmî hassa aşçıları neferi olarak göreve başlayıp, buradan valiliğe ve daha sonra da sadrazamlığa kadar yükselmiştir. 1 6 6 1 ’deki ölümü ne kadar sadece beş yıl sadrazamlık görevinde kalabilm iştir. Kısa sü ren bu görevi boyunca, yeniçeriler ve Anadolu’daki asiler üzerinde kontrol sağlamış, Çanakkale Boğazı’ndaki Venedik ablukasını kaldırtmış ve Erde! ile Eflâk üzerindeki Osmanlı hâkimiyetini yeniden sağla mıştır. Köprülü Mehmed’in cesur politikaları, oğlu K öprülü Fazıl Ah met (1635*1676) ile Kara Mustafa Paşa (1 6 7 6 -1 6 8 3 arası sadrazam) tarafından sürdürülmüştür. Ancak, bu yılların siyasi istikrarı uzun sür memiş, Habsburglar’la 1683’teki İkinci Viyana K uşatm ası'nı da içeren uzun ve yıpratıcı savaşlar Osmanlılar’ın gerilemesini hızlandırmıştır. ARTAN AVRUPA ETKİSİ 16 995un ocak ayında imzalanan Karlofça Antlaşması, Osm anlı-H absburg ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Saldırgan rolündeyken Osmanlılar savunmacı rolüne geçmeye zorlanmış ve artık Avrupa örneğini cid diye almaya başlamışlardı. Sultan III. Ahmed (saltanatı 1 7 0 3 -1 7 3 0 ), ‘Lale Devri’ olarak bilinen dönemde reform hareketinin öncülüğünü yapmıştır ama orduya Avrupa yöntemlerini benimsetme çabaları, ulema-yeniçeri irtifakı tarafından engellenmiştir. Osmanlılar, 1 7 2 9 ’da Avusturya ve Rusya ordularının tehdidiyle karşı karşıya kalınca, mo dern savaş yöntemlerini yerleştirmek üzere Batılı uzmanlar davet etme ye başladılar. Bir Fransız subayı olan Kont Alexandre de Bonneval, Humbaracı Ocağı’nı yenileştirmek üzere İstanbul’a geldi. İşini kolaylaş tırmak için olsa gerek, Müslüman olmuş ve böylece reformlardan bir Hırısnyan’m değil bir Müslüman'ın sorumlu olmasını sağlamıştır. Ah met adını alarak, 1731’de Osmanlı hizmetine girdi ve 1 7 3 4 ’te bir aske ri mühendislik okulu kurdu. Kendine paşalık rütbesi ve ertesi yıl da ‘Humbaracı’ (topçu) unvanı verildi. Ancak reformları kok salamadı ve bir Avrupalı reformcu, Baron de Tott 1768’de İstanbul’a geldiğinde.
osmanlılar: devltntn impamoflıia (i'joo-iTtç)
27
Humbaracı Ahmet Paşa’nın çabalarının neredeyse hiçbir izine rastlaya madı; Humbaracı orduyu yenileştirmeye çalışmamış gibiydi. Baron de Tott, imparatorluk Rusya’yla savaşırken askeri re formlar gerçekleştirmek amacıyla geldi. Rus donanması I770’e gelin diğinde Ege Denizi’ne hâkimdi, Rus ordusu Osmanlı ordusunu Tuna boylarında yenilgiye uğratmış, Kırım’ı işgal etmişti. Osmanlılar o ka dar büyük bozgunlara uğramıştı ki, 17 7 4 ’te Çariçe II. Katerina’yla küçültücü bir antlaşmaya zorlanmışlardı. Küçük Kaynarca Antlaş ması, Kırım ’ı ve Karadeniz’in kuzey kıyısını Osmanlı egemenliğinden bağımsız kılıyordu. II. Katerina, ayrıca İstanbul’daki Ortodoks Kilisesi’ni himaye etme hakkına, dolayısıyla da Rusya’yı Osmanlı içişle rine karıştırma bahanesine kavuştu. Bu antlaşma, daha sonraları ‘Doğu Sorunu’ olarak bilinecek olan hareketin, yani Batılı güçlerin, Hıristiyan topluluklarını Öne sürerek Osmanlı İmparatorluğumun çokdınli karakterini sömürmesinin de başlangıcını belirler. Bunun karşılığında, Sultan I. Abdülhamid (saltanatı 1774-1789 arası tahtta) Rusya -ve daha sonra diğer Avrupa güçleri- tarafından ‘Tüm Müs lüm anların halifesi’ olarak tanındı. Antlaşmanın üçüncü maddesine göre, padişah artık Rusya tarafından ele geçirilmiş olan Kırım’daki Miislümanlar üzerinde tüm dinî yetkilerini muhafaza edecekti. Sulta nın halifelik yetkisi büyük güçlerle yapılan daha sonraki anlaşmalar da onaylanmıştır. Hilafet makamına erkinlik kazandırılması, önemli bir buluştu ve imparatorluğun gelecekteki politikaları açısından hayatiydi; muha fazakârları güçlendirmiş ve onlara reformların önüne geçmek üzere İs lâm'ı kullanma olanağı vermişti. 1258’de Bağdat, Abbasi halifeliğinin ortadan kalkmasından sonra kimi birbirinden bağımsız sultanlar hila fet unvanına sahip çıkmış, hatta 19. yüzyıl gibi erken bir tarihte bu un van I. Murad tarafından bile kullanılmıştı. Yine de, Osmanİtlar’m bu unvana önem vermesi, 1774’ten, yani II. Katerina’nın Osmanlı İmpa ratorluğumdaki Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu olduğu maka mına etkinlik kazandırılması sonraya dayanır. Buna karşılık olarak, padişahlar da Hıristiyan toplumlarda yaşayan Müslüman cemaatler
2 6 b if'-cı bûiu'n
üzerinde dinî yetki sahibi olduklarını iddia ettiler ve bunun A vrupa’yla ilişkilerinde yararlı hır araç olduğunu keşfettiler. 18. yüzyıl boyunca süren ve karşı çık an larca engellenen bölük pörçük reform hareketleri» Avrupa devletlerinin artan gücü karşısında imparatorluğun durumunu düzeltmekte âciz kaldı. K aterin a ile yapı lan antlaşma ne barış getirdi ne de R usya’nın genişlem eye y ön elik iş tahını köreltti. 1783'te Çariçe II. Katerina, K ırım H an lığ ı’m ilh ak etti, üç yıl sonra da Osmanlılar Rusya’yla yeniden savaşa girdi. III. Selim, 1789’da sorunlu imparatorluğun tahtına oturduğunda, hüküm darlığı, 1908’de devrimle sonlanacak olan im paratorluğun en uzun sürekli re form yüzyılını başlattı.
Ok u m a
ö n e r Il e r İ
Stanford J. Slıavv ve Ezel Kural Shaw, Osmanlı imparatorluğu ve M odern Türki ye: Gaziler İmparatorluğu Osmanlı imparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü, 1280-1808 (Cilt: lj, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: E Yayınlan, 1982. Hali) İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer, İstanbul Yapı Kredi Yayınlan, 2003. Leslıe P. Peirce, Harem-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu'nda Hükümranlık ve Kadınlar, çev. Ayşe Berktay, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002. Daniel Goffman, Osmanlı Dünyası Ve Avrupa 1300-1700, çev. Ülkün Tansel, İs tanbul: Kitap Yayınevi, 2004.
İKİNCİ BÖLÜM Reformdan Devrime (1789- 1908)
ffcctetö ttohmed Etendi Mbtimü'nöferı bir Hlzam-ı C*
A SK ERÎ R E F O R M Selim (saltanatı 1 789-1807) Nisan 1789’da tahta çıktığında • Fransız Devrimi başlamaktaydı. III. Selim’in imparatorluğu darboğazdaydı: Rusya’yla savaş halindeydi, Habsburglar Belgrad'ı al m ıştı, N apoleon Fransızların M ısır işgalini 1 798’de başlatmıştı, İslâm köktenciliğinin kurucuları olan Vahhabıler Hicaz’da güçlenmekte ve O sm anlılar’ı gevşek dinî uygulamaları nedeniyle eleştirmekteydiler, ayanlar da aynı zamanda Balkanlar’da huzursuzluklara neden oluyor du. Yanya’da isyan eden Tepedelenli Ali Paşa diğer ayanlar gibi bir yandan merkezi otoriteye meydan okuyor, diğer yandan özerklik -o l mazsa bağım sızlık- isteyerek padişahı mülk gelirlerinden yoksun bı rakm ak istiyordu. Ancak, devlet için tekrarlanaduran başka bir sorun, yeniçerilerin gücünün nasıl törpüJeneceğiydi. “ 17. yüzyıl krizi’’ boyun ca devşirme yöntemi düzensizlik içine girmişti. Enflasyondan ve para nın değer kaybından olumsuz etkilenen yeniçeriler, onların da maaş alabilmeleri am acıyla oğullan ile akrabalarını Yeniçeri Ocağt’na kay dettiriyorlardı. Ayrıca, birer zanaat loncasına girip bir meslek öğrene rek gelirlerini artırm a yoluna gidiyorlardı. Sonuç olarak, onları Avru-
^ 2 ıvınr' bolun*
pa’mn imrendiği, korktuğu güç yapan disiplin ve birlik ruhu ortadan kalkarak yeniçerileri sultana bir tehdit haline getirm işti. Yeniçeriler, kendi kadroları da ekonomik kriz nedeniyle şişm iş olan ulemayla itti fak içinde, konumlarını tehdit edebilecek her tür toplum sal veya aske ri reforma karşı muhalefete başladılar. Selim , hem başarıyla savaşıp hem de ayanın gitgide büyüyen gücünü kısıtlam ak am acıyla askeri re formun şart olduğuna kanaat getirdi. 1801*de, Sırp köylüleri, Osmanlı memurları ile yeniçeriler topraklarına el koydukları için ayaklandı lar. İstanbul, köylülerin mülkiyet haklarını vermeyi denediyse de bu başarılı otamadı. 1815’te Sırbistan Prensliği’ne özerklik tanındı. 1804’te Ruslar Kuzey Azerbaycan ile Erm enistan’ı ele geçirerek Ana dolu kapılarına kadar ilerlediler. Bir yıl sonra, K avalalı M ehm ed Ali Paşa Mısır’da kendi otoritesini oluşturdu ve Tem m uz 1 9 5 2 askerî dar besine kadar sürecek olan hanedanını kurdu. M ehm ed Ali Paşa, M ı sır’a 111. Selim tarafından Memlûklar’ı yok eden ve 11. yüzyıldan beri ilk defa İslâm’ın merkezine girmeyi başaran Fransızlar’ı ülkeden çıkar mak üzere gönderilmişti. Ul. Selim, bu buhranlı dönemde askerî reform ları uygulamaya koydu. İstanbul’da da etkisi hissedilen Fransız D evrim i’nden esinlene rek, yeni ordusuna ‘Nizam-ı Cedit’, yani ‘yeni düzen’ adını verdi. Fransa’dan uzmanlar çağırdı, yeni kışlalar ve talim haneler inşa ettirdi, temkinlice ilerlemeye başladı. Ancak, reform larını sürdürebilm esi için vergileri artırması gerekiyordu ve bu girişim büyük m uhalefetle karşı laştı. 1805’te yeni ordusunu Balkanlar’da oluşturm aya kalkınca, ayan sınıfı ayaklandı. İsyanı bastıramayan padişah, aynı zam anda yeniçeri lerin de kazan kaldırdığını gördü. Reformcular yalnız bırakılmışlardı ve bir kez daha yeniçeri-ulema ittifakı zafer kazanm ıştı. III. Selim, 1807’de tahttan indirildi ve Nizam-ı Cedit ordusu da dağıtıldı. III.
Selim’in genelde bürokratlardan oluşan reform cuları içinden
Dersaadet’re yeniçerilerce katledilmekten kurtulanlar, Rusçuk ayanı
i.
Alemdar Mustafa Paşa’ya (1765-1808) sığındılar. Alemdar Mustafa
*
Paşa reformu desteklemeye ve IV. Mustafa’yı (saltanatı 1807-1808)
;
tahttan indirerek Selim’i yeniden tahta çıkarmaya karar verdi. İstan-
\
1789-1908} 3 3
(«formdan devnrre (
bul’a yürüdü, ancak padişah sarayda katledilmiş olduğundan yerine II. Mahmud’u (saltanatı 1808-1839) geçirdi ve kendi de yeni padişahın sadrazamı oldu. Amacı, ayanın hak ve görevlerini yeniden düzenleyen bir sözleşmeyi sultana onaylatarak, ayan sınıfını imparatorluk sistemi ne katmaktı. Alemdar Mustafa Paşa’nın imparatorluğun ayan ve re formcularıyla görüşmelerinin sonucunda, Osmanlı’nın Magna Carta’sı olarak da adlandırılan Sened-i İttifak belgesi doğdu. Ayan bu belgeyle padişaha yasaları çiğnemedikçe bağlı kalacağını belirtiyordu. Ayan sı nıfı birlikleri desteklemeye, modern bir ordunun kurulmasına, aynı za manda kendilerine danışıldıktan sonra salınacak vergileri ödemeye ra zı oldu. Son olarak, sultan tarafından uygulanan keyfî cezaların sona erdirilmesini istediler. Sanki sonunda ayan ve bürokratlar iktidar dev şirmelerin elindeyken elde edemedikleri yetkileri elde ediyor gibi görü nüyordu. Ancak, bunun sadece göz boyayıcı olduğu ortaya çıktı, çün kü yeniçeriler yeniden ayaklanarak Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürdü ler. II. Mahmud, IV. Mustafa’yı öldürttüğü ve dolayısıyla hayattaki son Osmanoğlu olarak kaldığı için hayatını kurtarabildi. Yeniçeriler böyle* ce Sultan Mahmud’u kabullenmek zorunda kaldılar ama buna karşılık o da yeni orduyu dağıtma sözü verdi. O an için, askerî reform birkaç yıl sonra tarihi durum uygun olana kadar durduruldu. Bir ülkenin tarihinde ender zamanlarda, toplum dengesini ve statükoyu sürdüren güçler tökezleyince, tarihî rastlantılar ortaya çıkar. Savaş ve yenilgi bu tür çöküntülerin kaynağıdır ki bu, Mısır’da 1 7 9 8 ’de bu Osmanlı eyaleti Napoleou tarafından işgal edildiğinde ya şananın ta kendisidir. Napoleon Memlıiklar’ı yenmiş ve onların top lumsal gücünü yok etmişti ki bu da bir diğer toplumsal muhafazakâr lık gücü olan ulemayı korumasız ve iktidardan uzak bırakmıştı. Dola yısıyla, 1805 yılında Mehmed Ali Paşa siyasi iktidarı ele geçirdiğinde üzerinde kendi programını yazabileceği ram bir siyasi tabulı rasa elde etmişti. Rejimine gelebilecek bir tehdidi de IS ll'd e Kahire kalesinde ayaklanmacı Memlûk beylerini idam ettirerek ortadan kaldırmıştı. II. Mahmud’un saltanat dönemi 1821’de başlayan Yunan ba ğımsızlık savaşına denk geldi. 1820’de Tepedelenli Ali’nin isyanını
3 4 lkir* ; dolum
güçlükle bastırıldı, ama böylece de bölgedeki O sm anlı pozisyonunu zayıflattı ve Tuna vilâyetleri ile M ora’daki Yunanlılar bu fırsatı değer lendirip isyan çıkararak bağımsızlıkları için savaşmaya başladılar. Ye niçeriler asileri alt edemeyince, Atina Yunan ayaklanm acıların eline geçti. 1824'te II. Mahmud, M ısır'daki özerk valisi M ehm ed Ali Paşa’ya başvurdu ve modern ordusunu asilere karşı yollam asını istedi. Mehmed Ali’nin oğlu İbrahim Paşa isyanı çabucak bastırdı. Ancak bü yük güçler -İngiltere, Fransa ve Rusya- Yunanlılar’ın lehine olaya mü dahale ettiler ve Osmanlı-Mısır filosunu 1 8 2 7 E kim i’nde yakarak yok ettiler. Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açtı ve savaş 1 8 2 9 ’da imzala nan Edirne Antlaşması’yla sona erdi. Sonuçta M ahm ud, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’ya özerklik tanımaya zorlandı ve büyük güçle rin isteği doğrultusunda 1830’da Yunanistan Krallığı kuruldu. Yunan Savaşı, Osmanlı Müslümanları’na, değil düzenli bir ordu yu, Mısır valisinin örgütlediği bir modern ordunun yardımı olmaksızın başkaldırmış isyancıları bile yenemeyen yeniçerilerin yetersizliğini gös terdi. II. Mahmud için bu, tıpkı Mısır’da M em lûklar’ın yenilgisi gibi, bir tarihî tesadüftü. Yeniçeriler hem küçük düşmüşler hem İstanbul es nafının desteğini yitirmişlerdi. Yeniçeriler 1 8 2 6 ’da kazan kaldırdıkla rında, başkentte halk desteğinden yoksunlardı ve hatta ulema bile on lardan yüz çevirmişti. Hem ulema hem de esnaf Yeniçeri O cağı’nın kal dırılmasını ve yerine modern bir ordu kurulmasını memnuniyetle kar şılamaktaydı. Yeniçerilerin öldürülerek ortadan kaldırılması hareketi ‘Vaka-i Hayriye’ olarak anıldı ve II. Mahmud, yeniçeri ağası yerine bir serasker tarafından yönetilecek olan yeni ordusuna m uhafazakâr çevre lerin de desteğini almak üzere Asakir-i Mansure-i Muhammediye adını verdi. Genelde hayvan resimleri taşıyan yeniçeri flam aları, yerlerini üze rinde ay-yıldız motifi bulunan ve daha sonraları Cumhuriyet tarafından da benimsenecek olan tek bayrağa bıraktılar. II. Mahmud aynı zaman da modern üniformalar, bürokratlarca giyilecek bir frak ve yeni düze nin -yani yeni bir sınıfın yükselip, eskisinin yitm esinin- bir simgesi ola rak fesi tanıttı. 183Tde Mehmed Ali Paşa’nın izinden gidilerek impara torluğun ilk gazetesinin kurulması da toplumun modernleşmesinde
(ffomdan «vtiit» (»7891908)
35
Oevlete karşı ayaklanmaların başım çeken, başkent İstanbul’ da her türlG asayişsizliği teşvik eden yeniçeriler HI3 elim 'le II. Mahmud’un ordu içinde başlattığı yenilikten kendilerine yönelik girişimler olarak olarak gördükten sonra eylemlerini arttırdılar. Sonunda dikkatli bir politika izleyerek, ocağın üstüne giden II. Mahmud, 15 Haziran ı826’ d3 Vaka-i Hayriye diye bilinen ve binlerce yeniçerinin öldürüldüğü bir çatışma sonunda ocağı ortadan kaldırdı. Dönemin Batılı ressamlan tarafından çizilmiş bir gravürde Vaka-i Hayriye.
önemli bir adımdı. Gazete, sadece seçkin tabaka tarafından okunsa da, kamuoyu oluşumunu ve dilin gelişimini etkiledi. Yeniçerilerin desteği olmadan, ulemanın elinde reformları en gelleme gücü kalmamıştı ve dolayısıyla da reformlar hızlanmaya baş ladı. Modern yöntemleri öğrenmeleri için Avrupa’ya öğrenciler yollan dı. Aralarında Tıbbiye (1831) ve Harbıyenin de (1834) bulunduğu ye ni okullar kuruldu; tüm hükümet yapısı kurumsallaştırıldı, bürokrasi ye katıldı. Yeni ordu, geçmişle tüm bağlarını kopararak tamamen ye ni bir yöntemle eğitildi; Bektaşî tarikatı yasaklandı, böylece ordu ile din arasındaki ilişki ortadan kalkmış oldu. Osmanlı subayları, aldık ları modern eğitim ve görünümleriyle, laik ilerlemenin öncüleri oldu lar. Ulemanın malî bağımsızlığı vakıflar üzerinde denetim kurulmasıy la ortadan kalktı ve şeyhülislâm da görevini hak ederek alan bir me-
botjm
mura dönüştü. Osmanlı yönetiminin merkezi olan Dersaadet, daha sonradan nezaretlere (bakanlıklara) dönüşecek olan ve sadrazam tara fından yönetilen birtakım dairelerle (toplum işleri, içişleri ve dışişleri) modernleştirildi. II. Mahmud, Yunan bağımsızlık savaşı öncesinde Yu nan aristokrasisi ve Fener Rum tarafından yürütülen tercümanlık işle rini gördürmek üzere Müslüman çevirmenler yetiştiren bir tercüme odası da kurdurdu. Osmanlı Rumları ve Ermenileri dışişlerinin yöne timinde önemli bir rol oynamaya, elçilik yaparak hatta bir hariciye na zırı da çıkartarak devam etseler de, Müslümanlar da yabancı dilleri öğrenmeye başladılar ve bu dillerin, özellikle de Fransızca’nın öğrenil mesi, dili öğrenenleri hürriyet ve anayasacılık gibi kavramlarla yüz yü ze getirmesi bakımından radikal sonuçlar doğuracak bir gelişmeydi. III. Selim döneminde kurulmuş olan Önemli Avrupa başkentlerindeki elçilikler 11. Mahmud döneminde yenilendiler ve bu da Batı’nın bürok ratik sınıf üzerindeki etkisini artırdı. BABIÂLİ VE KAVALALI Gerek bu reformlar gerekse sonrakilerden kârlı çıkanlar, padişahın otokratık güçlerini ‘anayasal’ reformlar isteyerek örselemeye başlayan Bâbıâli’nin adamlarıydı. Tıpkı devşirme sisteminin 16. yüzyılın ikinci yarısında ön plana çıkan adamları gibi, Bâbıâli grubu da kendi iktidar taleplerini 19. yüzyılda ortaya koyuyorlardı. Osmanlı toplumunda de ğişim isteyen bir yükselen orta sınıf olmadığından, bürokratlar sultana isteklerini benimsetebilmek için Avrupa’nın müdahalesi olasılığını kul landılar. Avrupa’nın büyük güçleri -İngiltere, Fransa, Avusturya, Rus ya, Prusya; 1870 sonrasında Almanya ve İtalya- lDoğu Sorunu’nun ge lişiminde çok önemli oyunculardı. Bunlar, bağımsız bir Yunan devleti ni ortaya çıkartmışlardı ve Bâbıâli’nin, Batı dünyası dışındaki ilk başa rılı modernleşmeci olan Mısır Hıdivi Mehmed Ali Paşa’nın emellerini dizginleyebilmek için bu güçlerin desteğine ihtiyacı vardı. 19. yüzyılın ilk yansında Mehmet Ali çağdaş bir orduya ve en düstriyel ekonomiye sahip olan bir devlet yaratmıştı. Aslında Mehmed Ali’nin, II. Mahmud ve -Mısır, Ingiltere’nin Hindistan ve Doğu yolun
refor-Tidan d«vrim* (1789-1908) 3 7
da bir tehdit oluşturduğu için- İngiltere, Mısır gibi stratejik bir ülke nin güçlü bir modern devlet tarafından kontrol edilmesine müsaade edemeyeceğinden, Osmanlılar’ın ve İngiltere’nin emelleriyle çatışan bölgesel alanları vardı. Mısırlılar, 1831’de Osmanhlar’a karşı savaş açıp, Anadolu'nun içlerine ilerleyip, sadrazamın komuta ettiği Osmanlı ordusunu yenerek başkenti tehdit ettiler. II. Mahmud bu durumda R u s y a ’ya başvurmak zorunda kaldı ve çar da buna karşılık, İstanbul’u savunmak üzere deniz ve kara birlikleri gönderdi. Ancak, Ruslar’dan bir diğer Müslüman ülkeye karşı askeri yardım almayı halka kabul et tirmek İçin, şeyhülislâmdan bir fetva gerektiriyordu. II. Mahmud, bu nun sonrasında R u sy a ’y la 8 Temmuz 1833 tarihinde Hünkâr İskelesi Antlaşmasını imzaladı ki bu İstanbul üzerindeki Rus etkisinin en üst noktaya ulaştığı andı. Ancak, İngiltere ile Fransa İstanbul üzerindeki Rus nüfuzunu sineye çekmeyi reddettiler ve 1839-1841 Osmanlı-Mısır savaşından sonra müdahale ederek, Mehmed Ali’ye Suriye’yi Bâbıâli yönetimine geri verdirttıler, ama buna karşılık da Kavalalı Mehmed Ali’nin soyunun Mısır’ı yönetecek hanedan olduğunu kabul ettiler. Bu yıllarda imparatorluğun Avrupa’ya diplomatik açıdan ba ğımlılığının yanında, özellikle de İngiltere’ye olan ekonomik bağımlılı ğı da arttı. Bâbıâli, 18. yüzyılda ayanına Avrupah tüccarlara doğrudan mal satma ayrıcalığı tanımaya zorlanmasıyla beraber ekonomik teke linden vazgeçmeye başlamıştı. 1829 Edirne Antlaşması devleti yükse len kırsal burjuvazi mensupları olan Eflak ve Boğdan ayanına da ta rım ürünlerini yabancı tüccarlara devletin belirlediği daha düşük fiyat ların üzerinde ücretlerle satma ayrıcalığı vermeye zorladı. 1838 tarih li İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması, 1914’te bu kapitülasyonun kal dırılışına kadar Osmanlı iktisat politikasını oluşturdu. Bu antlaşma, o sırada ikinci sanayi devrimini yaşamaya başlamış olan İngiltere’ye önemli ticari ayrıcalıklar tanıdı; İngiltere’nin o dönemde yeni pazarla ra ihtiyacı vardı, böylece Osmanlılar’ı doğmakta olan bir endüstriyel uygarlığın ekonomik ve siyasal ağına dahil etti. Antlaşma tüm devlet tekellerini ortadan kaldırdığı gibi İngiliz tüccarlara da Osmanlı İmpa ratorluğunun I9 1 4 ’te resmen İngiltere himayesine girene kadar ismen
3 8 ıVınrı bolum
imparatorluğun bir parçası sayılan Mısır dahil her köşesinden mal al ma hakkı tanıyordu. Böylelikle, Mısır’ın devletçe yönlendirilen ekono misi de yok edildi. Gümrük harçları ithalatta yüzde 5 ’e, ihracatta yüz de 12’ye ve transit geçişlerde yüzde 3 ’e yükseltildi. Antlaşma başlan gıçta sadece İngiltere’yle imzalanmıştı ama kısa süre içinde diğer Avru pa güçlerine de aynı ayrıcalıklar tanındı. Bâbıâli ithalat vergisini 18611862 görüşmelerinde yüzde 8’e ve 1907’de yüzde 11 ’e yükseltmeyi ba şardı. Bu vergileri yüzde 4 daha artırma denemeleri umut bırakmaya cak şekilde sonuçsuz kaldı. Kısacası, konulan vergi ve harçlar endüst rileşmek için korumaya ihtiyaç duyan iç pazarı koruyamadığı gibi, 1847’den sonraki endüstrileşme teşebbüsü de büyük bir başarısızlık yaşadı ve asla tekrarlanmadı. Harç ve vergiler tek taraflı olarak İstanbul tarafından arttırılamıyor, bunun için tüm imzacıların onayını gerektiriyordu. Bu, İngilte re’nin 1809’da bir antlaşma sırasında kapitülasyonlar için zorunlu kıl dığı bir koşuldu; kapitülasyonlar artık sultan tarafından yabancılara bahş edilen haklar olarak değil, büyük güçler tarafından pazarlıkla el de edilen ve yalnızca iki taraflı antlaşmayla değiştirilebilecek haklar olarak görülmekteydi. Kapitülasyonlar ve diğer antlaşmalar, Bâbıâli üzerinde Önemli bir yük -Osmanlıtar’ın ancak 1914’te Avrupa savaş tayken üzerinden atabileceği- oldu. BATILILAŞMA HAREKETİ Osmanlı devlet adamları, Mehmed Ali’nin çağdaşlaşma deneyini yok etmek istemelerine rağmen, imparatorluğun İngiltere’nin kurduğu dünya pazarına eklemlenmesinin imparatorluk açısından kârlı olaca ğına inanmışlardı. 1824 yılında II. Mahmud, Osmanlı tüccarlarını ko ruyan ayrıcalıkları kaldırarak bunları yabancı tüccarlarla devlet koru ması olmadan rekabete zorlamıştı. Bu durum, Osmanlı ticaretini ve üretimini zayıflatmaya başlamıştır ki bu süreç 1838 Ticaret Antlaşma sıyla sona erecektir. Devletin ödediği ücretlerden daha yüksek fiyata mallarını satma olanağına kavuşan kırsal orta sınıf ticaretin liberalleş mesinden yararlandı. İthal mallan satan ve Avrupa firmaları için ara
reformdan devrim* (1789-1906) 3 9
cılık yapan tüccarlar da yine zenginleştiler. Ancak birçok geleneksel zanaat, Avrupa’dan gelen ucuz ve makine yapımı mallarla rekabete dayanamayarak yok olmaya yüz tuttu. İzmir, İstanbul, Selanik, Beyrut gibi limanlar zamanla daha da çok mal ithal ve ihraç edildikçe zengin leşti, bu, Rumlar’m âtıl bir Yunanistan’dan dinamik Osmanlı İmpara torluğuna göçüne sebep olan canlı bir ekonomik iklim yarattı. Serbest ticaretten dengesiz bir biçimde imparatorluğun Hıristi yan topluluklar» fayda sağladı, çünkü bunlar Osmanlı topraklarında yaşayan yabancı tüccarların himayesi altına alınmışlardı. Büyük güç lerin yorumuna göre, kendi dinlerinden olan kişileri himayeleri altına alarak onları kapitülasyonlardan elde ettikleri hakları paylaşan kişiler haline getirme yetkisine sahiptiler. Fransız konsoloslarının Osmanlı Katolikleti’ni, İngiltere konsoloslarının Protestanlar’ı, Ruslar’ın da Ortodokslar’t himaye altına alma hakları vardı. Yalnızca Osmanlı Yahudileri dışarıda bırakılmıştı, çünkü bir Yahudi devleti yoktu. İtal ya’nın birleşmesi sonrasında İtalyan konsolosları bazı Osmanlı Yahudileri’ne para karşılığı onları İtalyan himayesine almayı Önerdiler. Böy lelikle, Osmanlı Yahudi cemaati, yeni bir yurtsever kimlik arayışı da dahil olmak üzere Müslüman Osmanlılar’m sorunlarını içselleştirmeye başladı. Bu statüler, yalnızca Hıristiyan Osmanlı tüccarlarının daha düşük vergilerden yararlanmasına yol açmadı, aynı zamanda Osmanlı yetkililerinin -bu kişiler statüleri gereği sadece konsolosluk mahke melerinde yaslanabileceklerinden- Osmanlı hukuk kurallarını uygu layamamasını da beraberinde getirdi. YENİ BİR ORTA SINIFIN ORTAYA ÇJKIŞi İmparatorluğun ekonomik liberalleşmesi ve dünya ekonomisine ek lemlenmesi sonucunda ortaya bir ticari-endüstriyel Müslüman orta sı nıf çıkmadığı için Bâbıâli, bürokratların biçimlendirmekte olduğu ye ni devlere tamamen bağlı olacak yeni bir sınıf yaratmak amacıyla top rak sahiplerine yöneldi. 1858 Arazi Kanunnamesi, toprağın Özel mül kiyete geçişi açısından önemli bir adım oldu. Daha önceleri, 1847'de, Bâbıâli, çiftçilerin âtıl devlet arazilerine ekim yapabilmesine olanak ve
4 0 ikine bolüm
ren bir yasa çıkarmıştı, ancak bu yasa, toprağı olmayan çiftçilere ya rayacağına, ellerindekini artırmak amacıyla toprak ağalan tarafından kullanılmış ve onları daha müreffeh, siyaseten de daha güçlü kılmıştı. Aşiret hayatının sürdüğü yörelerde, araziler aşiret reisinin adına kay dedilmişti; böylece reisler toprak ağası olmuş, aşiretin üyeleri de köy lülere dönüşmüşlerdi. Bu toprak kanununun amaçlarından biri de aşi retleri yerleşik düzene geçirmekti. Toprak ağalarından çoğu, köylüle rini ortakçı olarak çalıştırmaktaydılar ki bu da toprağı işlemede yeni liklere olanak tanımıyordu. Yine de bu toprak ağalarından bir kısmı kapitalist çiftçilere dönüşerek tütün ve pamuk gibi para eden ürünler yetiştirmeye başladılar, özellikle de Amerikan İç Savaşı sırasında ve sonrasında Avrupa piyasasında ürettikleri pamuğa rağbet artınca zen ginleştiler. Bunlar, 20. yüzyılda, 1908 Meşrutiyet Devrimi sonrasında ortaya çıkan yeni orta sınıfı oluşturdular. II.
Mahmud’un 30 Haziran 1839’da ölümü sonrasında reform
lar için girişim gücü tamamen bürokratlara geçti. Mahmud’un halefi Abdülmecid (saltanatı 1839-1861) tahta çıktığında daha on altı yaşın daydı ve dönemin önemli reformcu devlet adamlarından Mustafa Reşid Paşa tarafından yönlendiriliyordu. Abdülmecid, Mehmed Ali’yle yaşanan krizin önemli bir noktasında tahta çıkmıştı ve Mustafa Reşid Paşa Abdülmecid’i, sadece reformları sürdürüp imparatorluğu çağdaşlaştınrsa Avrupa’nın, özellikle de İngiltere’nin desteğini alabileceğine ikna etti. Abdülmecit bunu destekleyince, genelde Tanzimat adıyla bi linen ve 1839-1876 arasım kapsayan bir reform dönemi başladı. TA N ZİM A T
Tanzimat, Güthane Hatt-ı Hümayunu diye bilinen bir fermanla 3 Ka sım 1839’da duyurulmuştur. Bu ferman, Müslim ve gayri-Müslim her kes için eşitlik içeren bir çağın başlangıcını; rüşvetin, yozlaşmanın ve yargılanmadan ceza görmenin sonunu öngörüyor, yani hukukun üs tünlüğünü kuruyordu. Tüm Osmanlı tebaasının hayatları, onurları ve mülkleri garanti ediliyor, padişahın buyruğuyla herhangi bir görevli nin ortadan kaldınlabıldiği ve mallarına el konulabildiği kulluk anla-
reformdan devrim# (>7ft9' i 9QS) 4 *
yışj ortadan kaldırılıyordu. Bu tür son olay 1837’de, II. Mahmud’un Pertev Paşa’yı bir Saray entrikası yüzünden öldürtmesiydi ve Mustafa Reşit Paşa bundan dersini çıkarmıştı. Kararnameyle, can ve mal gü venliği sağlanan devlet görevlileri böylece kendilerini güvence altına aldılar. İltizam men edildiyse de birkaç yıl içinde bu yasa kaybedecek çok fazla şeyi olan mültezimler tarafından sabote edilerek, uygulama imparatorluğun sonuna kadar devam ettirildi. 1839 Tanzimat Fermanı, laikleşme konusunda önemli bir adım ve imparatorluk parçalanana kadar devam edecek bir süreçti. Ferman, dinî cemaatlere ayrtcalıklar tanınmasına dayanan geleneksel millet sis temi prensibini zayıflattı, ama eşitliğin sağlanmasından memnun olsa lar da cemaatler ayrıcalıklarından vazgeçmek istemediler. Büyük güç lerden fermanın uygulamasını izlemeleri, hatta bunlardan İstanbul yö netiminin sözlerini yerine getirip getirmediğine bakmak amacıyla Osmanlı eylemlerini zımnen denetlemeleri istendi. Böylelikle, büyük güç ler, reformların garantörü oldular. Tanzimat devlet adamları, eğer pa dişah reform yolundan saparsa, onu yeniden aynı yolu izlemeye yönel tebilecek iç güçler olmadığından Avrupalı elçilerin bunu yapabileceği ni hesapladılar. Batılılaşma için baskı yapmada yabancı elçiliklerin yardımına itimat ettiler. Özellikle İngiltere Büyükelçisi Stratford de Redcliffe Canning (1786-1880) bürokrasinin Batıhlaştırılmasında önemli bir rol oynadı; hatta kimi akademisyenler, Osmanlı Batılılaşma reformcuları arasında en etkili isim olduğundan, Tanzimat Fermanı’mn büyük ölçüde onun eseri olduğunu öne sürmektedirler. İ847’dc İngiltere büyükelçisi olmadan önce diplomatik yaşamının büyük kıs mını İstanbul'da geçirmişti ve 1858'e kadar da İstanbul’da kalmış, bu rada ‘Büyük Elçi’ (Grand Ambassador) diye adlandırılarak diplomatik camianın duayeni olmuştu. Rusya'dan ve Rusya’nın Ortodoks Hıristiyanlar aracılığıyla sahip olduğu etkiden hoşlanmamaktaydu bu yüz den de Protestanlığın yayılmasını bir alternatif olarak öne sürmüştü. Aynı zamanda reformlar ve Batılılaşma için çabalarken, 1850 yılında Protestan Kilisesi’nin ve cemaatinin bir millet olarak tanınmasını ba şarmıştı.
42 •kinti bolüm
1839 Fermam’nın Mehmed Ali krizini izlemesi gibi, Islahat Fer manı da 28 Şubat 1856'd a, Paris Kongresi K ırım Savaşı sonrası Doğu Sorunu'nu halletmek için toplanırken (Şu b at-M art 1 8 5 6 ) ilan edilmiş ti. Kırım Savaşı, Bâbıâli hükümeti, R usya’nın im paratorluktaki Orto doksların koruyucusu olmasına izin verilmesi isteğinin reddi sonrasın da çıkmıştı. İngiltere ve Fransa tarafından desteklenen Osm anlılar, 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilan etmişti. İngiltere ve Fransa savaşa 1854 Martı’nda katılmış ve çarpışm alar K ırım Y arım ad ası’nda yaşan mıştı. Avusturya’nın da Rusya karşıtı ittifaka k atılm a tehdidi ve yenil me tehlikesi karşısında barış yapmayı kabul etti; Şu bat 1 8 5 6 ’da ateş kes ilan edildi ve 30 Mart 1 8 5 6 ’da Paris Barış A ntlaşm ası imzalandı. Kırım Savaşı’nın başka yerel sonuçları da oldu. Avrupa ordula rı başkent yakınlarında konuşlanınca Batı m alları ticaretin de önemli bir gelişme yaşandı. Özellikle Avrupa ile O sm anlı İm paratorluğu ara sındaki ticari iletişimde bir devrim yaratan ilk telgraf hatları da bu ve sileyle kurulmuş oldu. Modern savaşın ve Florence N ightingale’in K ı rım’daki çalışmalarının sonucu olarak 1 8 6 8 H aziran ı’nda, Kızılhaç’ın Osmanh’daki muadili olan örgüt kuruldu. Bu örgüt, önceden sadece ‘Yaralı ve Hasta Osmanlı Askerlerine Yardım C em iyeti’ olarak adlan dırılırken, Haziran 1877’de H ilali Ahmer Cem iyeti, 1 9 3 5 ’te de Kızı lay adını alarak günümüze kadar görevine devam etti. Kırım Savaşı sonunda yapılan Paris A ntlaşm ası’yla Rusya Tuna Nehri’nin ağzını ve Besarabya’nın bir bölümünü geleceğin R om an ya’sına; Kars vilâyetini Osmanlılar’a bıraktı ve aynı zam anda Osmanlı İmparatorluğundaki Ortodoksların koruyucusu olm a iddiasından vazgeçti. Karadeniz, antlaşma 1871*de gözden geçirilene kadar, taraf sızlaştırdı. Osmanlılar, Avrupa uyumuna dahil edildi, büyük güçler Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını ga ranti ettiler. Ancak, Osmanlılar bir Avrupa devleti olarak kabul edil mediler ve dolayısıyla da kendilerine eşitlik tanınm adı. O sm anlılar’ın kapitülasyonların kaldırılması istekleri kabul görmedi, çünkü büyük güçler, Osmanlı toplumu ile yasalarının Avrupalılar’ın altında yaşaya mayacakları kadar farklı olduklarını öne sürüyorlardı. N itekim , Batı-
te(owıd*fl devrime (1789190^1 ^ 3
Kınm Savaşı'nd a Ingiltere ve Fransa’yla birlikte Çarlık Rusya’ sına k ar? savaşan Osmanh Derteti galip gelm esine rağmen, ilerde maddi kayıplan büyiîk olacak ve borçlanmayı artıracak yükümlülüklerin altına girdi. Bunlar bir anlamda ilerde kurulacak Düyun-ı Umuımye’nin de habercisiydi. Savaşta Osmanlı paşalarım gösteren bir gravür.
Iılaşma ve laikleşme konularında gelişme sağlamak amacıyla, 1856 Is lahat Ferm am , 1 8 3 9 Tanzim at Fermanfnm koşullarını yineleyerek Müslüm an ve Hıristiyan kullar arasındaki eşitliği daha kesin şekilde ifade etmekteydi. Ancak, Avrupalı güçler eşitlik sorununu tamamen farklı görüyorlardı. Osm anlılar için eşitlik, tüm Osmanlı tebaasının yasalar önünde eşit olm ası, cemaatlere yönelik ayrıcalıkların din ko nularına ve millet kavramının da cen ıaat'e indirgenmesiydi. Ruslar için eşitlik, dinî cem aatlere tanınan hakların bağımsızlık mümkün ol mazsa özerklik olarak genişletilmesiydi. İngilizler için eşitlik,
B a b I
âli'nin Önerdiği gibi M üslüman ve Hıristiyan tebaaları için Osmanlı yurttaşları olarak değil, kurumsal topluluklar olarak milletler arasın da eşitlikti. Bâbıâli ayrıca toplumlar arasında anlayışı sağlayacak ve padişahın şahsına ve hanedana bağlılık üzerine bir ideoloji olan O s manlıcılığın başarısına yardım edecek eğitim kararları da aldı. 1868'de
Mekteb-i Sultaninin (Galatasaray Lisesi) açılışındaki amaç, tüm top lulukların entelektüellerini laik bir ortamda birliği destekleme amacıy la biraraya getirmekti. Başlangıçta neredeyse tüm topluluklardan tep ki almasına karşın, Mekteb-i Sultani zamanla güçlendi ve bunu başka yabancı dinî temelli kurumlar, örneğin Amerikalı misyonerlerce kurul muş olan Robert Kolej izledi. Bu kurumlar imparatorluğun kozmopo lit öğrenci grubu içerisinde Osmanlıcılığın değil ama ulusal hissiyatın güçlenmesini teşvik ettiler. 1856 Fermanı Hıristiyan nüfusun -özellik/e de Müslüman orta sınıf zayıfladıkça yükselen Hıristiyan orta sınıfın- konumunu güçlen dirdi. Hıristiyan toplulukları laikleşmişti ve böylece din adamlarının etkisi de azalmıştı. Cemaatler bireysel ‘uluslar’ın özelliklerini göster meye başladı ve kendi tarihlerini, dillerini ve edebiyatlarını keşfettikle ri bir ‘rönesans* dönemi geçirdiler. 1863’te, Ermeni toplumu kendi anayasasına ve ‘ulusal’ meclisine sahip oldu ve bu da milli özlemleri kuvvetlendirdi. 1870 Şubatı’nda Bâbıâli Fener Patrikhanesinden ba ğımsız bir Bulgar Kilısesi’nin kurulmasına izin verdi, Bulgar piskopo su (eksarh) Bulgar milletinin başı olarak atandı ve piskoposluk bir Bul gar devleti ve Bulgar bireyi yaratma çabalarına girişti. Bundan itibaren kilise törenleri Bulgarca yapılmaya başlandı, yerel lehçelerin kullanımı özellikle okullarda diJ eğitimi başladıktan sonra desteklenmedi. Müslümanlar Tanzimat reformlarının bu faydalarından hiçbiri ne sahip olamadılar. Kendileriyle ilintilendirebilecekleri bir ‘ulusal İhadethane’ yoktu, çünkü İslâm bir evrensel din olarak devam etmektey di. İktisat alanında, kollanan Hıristiyan tüccarlara karşı rekabette zor landılar. Böylelikle de artık ticaret ve üretimi bırakarak devlet memu riyetinde ve askerlikte görev aramaya başladılar. Ancak, 1 8 6 0 la ra ge lindiğinde, Osmanlı bürokratik kadroları doyma noktasına ulaşmış lardı; iş bulmak zorlaşmakla kalmamıştı, aynı zamanda yükselmek de himayeye bağlıydı. Bu yeni eğilimden etkilenenler, yani yeni entelektü el sınıf, imparatorluğun zayıflamasından ve kendilerinin kötü durum larından, Osmanlı Hıristiyanları’na verilen ödünler gerekçesiyle Tanzımat devlet adamlarını sorumlu tuttular.
rtforından d»vtrfn» (^ ty -ış c * ) 4 5
YENİ OSMANLILAR HAREKETİ Bu toplumsal memnuniyetsizlikten, Yeni Osmanlılar olarak bilinen ye ni bir hareket doğdu. Bu, rejimi eleştiren ilk modern muhalefet hare ketiydi. Yeni Osmanlılar, yüksek bürokratları, paşaları, Avrupahlan, Levantenleri (imparatorluğa yerleşmiş Avrupa kökenlileri) ve bazı Hıristiyanları ayrıcalıklı bir grup haline getirerek Müslüman nüfusu ih mal ettikleri için ikaz ettiler. Bâbıâli’yi, Avrupa’ya ekonomik ödünler verdiği ve imparatorluk ekonomisini güçsüzleştirdiği için eleştirdiler; Tanzimat reformları modern bir ekonominin doğmasını sağlamamış, Osmanlı ekonomisinin Avrupa ekonomisine boyun eğmesine yol aç mıştı. imparatorluğun bazı bölgeleri tamamıyla bir Avrupa ülkesinin ekonomisine eklemlenmiş ve İstanbul’la ilişkileri zayıflamıştı. Suri ye’nin ekonomisi Fransa’ya» Irak’ınki de İngiltere’ye kenetlenmişti; Osmanlı İmparatorluğu parçalandığında da bu bölgeler adı geçen ül kelerin mandasına verildiler. Yine de. Yeni Osmanlılar da Tanzimat döneminin bir ürünüy düler. O dönem basınının ve eğitiminin bir entelektüel sınıfın gelişimi ni sağlayan etkisiyle ortaya çıkmışlardı. İbrahim Şinasi (1824-1871) gibi aydınlar yeni fikirlerini okur yazar azınlığın okuduğu gazetelerde İfade ediyorlardı ama bu gazete yazıları şehir ve kasabaların kıraatha nelerinde herkese okunduğundan geniş bir kitleye ulaşabiliyordu. Bâbıâli buna basını sınırlamaya çalışarak ve yönetimi eleştiren her tür fikri yasaklayan yasalar çıkararak engel olmaya çalıştı. Bu da aydınla rın rejimi yıkma amaçlı gizli dernekler kurmalarına yol açtı. İsmail Paşa’nın 1867’de Mısır’ın verasete dayalı ‘hıdiv’i olarak kabul edilmesinin, Yeni Osmanlılar için Önceden hesaplanmamış so nuçlan oldu. İlk doğan erkek çocuğun tahta geçmesi kuralının kabul edilmesiyle, İsmail Paşa’nın kardeşi Mustafa Faztl Paşa dışlandı ve hem bir rejim muhalifi oldu hem de Yeni Osmanlılar’ın liderlerinden birine dönüştü. 1867 yılında Avrupa’da sürgündeyken Sultan Abdülaziz’e (1851-1876 arası tahtta) yazdığı bir mektupta anayasal monarşi yi imparatorluğun tüm sorunları için çözüm olarak gösterdi ve tüm li beral hakların tanındığı bir hükümet çağrısında bulundu. Yeni Os-
4 6 .V'U'
m anidar, devletin mutlakıyetçi bir yön etim altınd a ıslah edile m eyeceğini düşündükleri için, su ltan ın
ve
bürokratlarının
o to k ratik yönetim ini sonlandır m ak istiyorlardı. Bâbıâli, muha liflerine karşı sert tedbirler ala rak karşılık verdi; N am ık Kemal ( 1 8 4 0 -1 8 8 8 ) ve Ali Suavi (18391878)
gibi
g azeteciler
İstan
bu l’dan sürgün edildiler. İstan bul’da hüküm eti ele geçiremeyen m uhalefet Paris’te yeniden biraraya geldi ve burada Yeni Osm anhlar C em iyeti’ni kurdular ve B âbıâli’ye karşı muhalefetlerini daha uygun bir ortam d a sürdür Avrupa’ya eğitim iğn öğrenci gönderme İlk kez 1827'de tl. Mahmud'un girişimleriyle başladı, özellikle tıp ve mühendislik dallarında açılan okulların ihtiyaam karşılamak için başlablan bu çaba, Tanzimat’la blriikte artarak sürdü.
düler. Yaptıkları yayınlarda Yeni O sm anlılar defalarca sultan ile
Aralannda daha sonra sadrazam olacak Edhem
tebaası arasınd a bir sözleşme
Paşa'nın da bulunduğu ilk giden öğrenciler.
oluşturacak bir anayasa ile impa ratorluğun meselelerini tartışa cak ve yasa çık aracak bir temsilî
hükümet istediler. Halkın ekonomik hayatındaki gerilemenin ve devle tin malî durumunun üzerinde durdular ve Bâbıâli’nin büyük güçlere da yanmasından ve bunların da Osmanlı işlerine gitgide daha fazla karış masından yakındılar. Bu faktörler Müslümanlar ile gayri-M üslİm ce maatlerin arasını açmaktaydı ve her iki taraf ta gelecekten ümitvar değjldi. Onlar için çözüm, halkın katıldığı ve sultanın hukuka tâbi oldu ğu bir yönetim kurmaktı. Ancak, Yeni Osmanlılar devrim yaratacak değişiklikler istemi yorlardı. Amaçları düzeni yıkmak değil, düzeni daha kapsayıcı ve Av
3789-19081
tefotmdan devrime (
4 7
rupa’mn genişlemesine daha dayanıklı hale getirmekti. Yeni OsmanlI lar aydınlar grubuna aitlerdi ve seçkinlerden ayrı olarak hareket ede cek bir toplumsal dayanakları yoktu. Eğitimleri ve kültürleri onları köylülerden, kentlerdeki esnaf ve zanaatkarlardan ayırıyordu. Devri mi tetiklemek bir yana, gerçek değişim getirmenin tek yolunun fikirle rine sempatik yaklaşan bir hükümdarı tahta çıkarmak olduğuna kana at getirmişlerdi. Namık Kemal Osmanlı liberalizminin fikirlerini tutarlı bir şekil de ifade etmekteydi, dolayısıyla da Yeni Osmanlılar arasında en önem li düşünür olarak yer aldı ve fikirleri hem yaşamında hem de ölümün den sonra önemini korudu. Şiirleri, tiyatro oyunları, eleştiri eserleri yönetim tarafından yasaklanmasına rağmen aydınlar arasında yaygın biçimde okunmaktaydı. Hürriyet fikrini geliştirmesinin yanı sıra, do ğal haklar kavramını da» tıpkı vatan; toprağa bağlı vatanseverlik, halk egemenliği kavramları gibi -herhalde İslâm düşüncesinde ilk k ez-ta nıttı. Fikirleri arasında en etkilisi vatanseverlik/Osmanhcıhk’tı: Tüm O smanlılar’m, dinleri ve dilleri ne olursa olsun, Osmanlı Hanedam’na değil de Osmanlı vatanına bağlılık borcu vardı. Fikirleri genelde Dev rim sonrası Fransası’ndan gelmekteydi ama Namık Kemal bunları İs lâmî çevrede anlaşılabilir kılıyordu, çünkü bu fikirleri şeriatla bağdaş tırmıştı. Rousseau’nun toplum sözleşmesi kavramı, yöneten ile yöneti lenler arasında bir sözleşme oluşturan bir İslâmî sadakat yemini, yani biat olarak açıklanmıştı. Şeriat, kolayca biçimlendirilebilir ve nereden gelirse gelsin gelişmeye adapte olabilirdi. Osmanlı gerilemesinin ken dinden önceki eleştirmenlerinin aksine, Namık Kemal hayali bir şanlı geçmişe dönmenin imkânsız olduğunu, ama Batı’da halihazırda başa rıyla denenmiş anayasacılık gibi uygulamaları kabullenmenin meşru olduğunu öne sürüyordu. Avrupa’da sürgündeyken, Namık Kemal, Batı’nın o çağdaki teknolojik gelişiminin önemini kavradı. Yine de, Osmanlılar’ın maddî gelişimi ancak kaderciliği bırakıp, hürriyet ve gelişme kavramlarını ka bullendikten sonra sağlayabilecekler sonucuna vardı. Osmanlılar’ın hızlı gelişme gösterememesinin sebebi İslâm’ın bir engel oluşturntijsı
tfi
K.r.o tMj'ıu'n
değil, imparatorluğun dünya pazarının bir parçası haline dönüşmüş olması, ekonomik ve politik hayatının Avrupa tarafından yönlendirilmesiydi. Üstesinden gelinmesi gereken sorun da buydu. İFLAS VE KARGAŞA: OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN ÇÖZÜLM ESİ Yeni Osmanlılar Tanzimat reformlarının sonuçlarını eleştirirlerken, im paratorluk, Bâbıâli’nin 1875 Ekimi’nde iflas ilan etmesine yol açacak bir malî krize sürüklenmekteydi. İmparatorluk, 1854 yılında, Kırım Sa vaşı sırasında Avrupa'dan borç almak zorunda kalana dek malî açıdan borcunu ödeyebilir durumdaydı. Avrupa’dan alınan borçlar modern bir ekonominin altyapısını hazırlamak, karayolları ve demiryolları yap mak için kullanılmadı. Bunun yerine, saray gereksiz harcamalara girdi ve modern saraylar inşa ettirdi, ordu için silahlar satın aldı ve büyük bir donanma kurdu. Borç alman paranın devasa miktarları hanedan dü ğünlerine harcandı. 1880’de bir prenses öldüğünde ardında Galata bankerlerinden alınmış 16.000 altın liralık yüklü bir borç bırakmıştı. İmparatorluğun ekonomik, mali, siyasi durumu 1875 BosnaHersek ayaklanmasından kötü şekilde etkilendi. Toprak sahiplerinin sömürüsüne karşı bir köylü ayaklanması olarak başlayan olay kısa sü rede dinî ve milli motifler edinerek bir Hıristiyan Slavlar ile onların Müslüman yöneticilerinin mücadelesine dönüştü. Hareketin lider kad rosu Sırbistan’daki Slav kardeşleriyle birlik için çağrıda bulundu, bu da onlara Balkanlardaki etkisini artırmak isteyen Rusya’daki panslavist hareketin desteğini getirdi. Bu tam da Avusturya’nın çekindiği şey di, çünkü Slav milliyetçiliği Viyana’nın Ege Denizi’ne ve Selânik lima nına genişlemesini engelleyecekti. Durum, 1876 Mayıs’ında Bulgarlar bağımsızlık için Osmanlılar’a karşı ayaklandığında ve Sırbistan ile Ka radağ da savaş ilan ettiğinde daha da karmaşıklaştı. Büyük güçler ara sında çıkar çatışması yaşanıyordu, dolayısıyla da sorun diplomatik yollardan çözülemedi. Ruslar asileri desteklerken Avusturya-Macaristan ise panslavik hareketin kendi topraklarına sıçraması endişesiyle is yana karşı çıkıyordu. İngiltere Rusya’nın bölgede güçlenen etkisinin
reformdan devrim* (1789-1908! 4 9
kendi konumunu zedeleyeceğinden korkuyordu. 1870-1871 Alman birleşmesi diplomasi oyununa yeni bir aktör eklemişti ve bu oyunu da ha da zor hale getiriyordu. Osmanlılar isyanı acımasızca bastırdılar, Sırplar’ı ve Karadağlı lar’! ezdiler. İngiltere’de Liberal Parti lideri Wil!iam Gladstone Osmanlılar'm Bulgar îsyam'nı bastırması olayını, Osmanlı yanlısı Muhafaza kâr Başbakan Benjamin Disraeli’ye karşı kullandı. Gladstone Osmanlılar’ı Hıristiyan Bulgariar'a zulmeden barbarlar olarak tanımlayarak isyancılara İngiliz desteği için çağrı yaptı. Bu ortamda, Rusya 1877 Ni sanında Osmanlılar’a savaş açarak ilerlemelerini durduran uzun bir kuşatma sonrasında Plevne’yi aldı ve Rus orduları 1878 baharında İs tanbul kapılarına dayandılar. Ayastefanos’da (Yeşilköy) Rusya Bâbıâli’ye şu koşulları dikte ettirdi: Ege Denizİ’ne uzanacak, özerk, OsmanItlar’m Arnavutluk ve Makedonya’ya erişimini kesecek, genişletilmiş bir Bulgaristan; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’a bağımsızlık tanın ması; Kars, Ardahan ve Batum’un Rusya’ya bırakılması; tazminat ola rak Bosna-Hersek yönetiminin Avusturya-Macaristan’a bırakılması. İngiltere, Ruslar’ın bu nüfuz kazammım kabul etme niyetinde değildi ve bu nedenle İstanbul’a savaş gemileri gönderdi. Alman Şan sölyesi Bİsmarck, büyük güçler arası bir çatışmadan korkarak ‘güveni lir aracı’ rolü oynadı. Haziran-Temmuz 1878’de Berlin Kongresi’ni topladı ve Ayastefanos Antlaşmasını gözden geçirip, bölgede Rusya, Avusturya-Macaristan, İngiltere arasında bir denge kuran düzeltmeler yaparak Doğu Sorunu’nu çözüme kavuşturdu. Özerk Bulgaristan’ın boyutları küçültüldü; Bulgaristan’ın güneyinde Osmanlı kontrolünde ama Hıristiyan bir valinin yönetiminde Doğu Rumeli vilâyeti kuruldu. Doğu Rumeli 1885’te Bulgaristan’la birleşti. Sırbistan, Karadağ, Ro manya’nın bağımsızlıkları da Rusya’nın Kafkaslar’d.ıki kazançları ve Bosna-Hersek’in Avusturya’nın yönetimine verilmesi gibi onaylandı. 4 Haziran Kıbrıs Konvansiyonumla Osmanlılar Kıbrıs Adasr’nı, ileride Rusya’nın Anadolu’ya herhangi bir başka saldırısında koruma sağla ması şartıyla, İngiltere'ye bıraktılar. Ayastefanos’ta bırakılan diğer top raklar Dersaadet’e geri verildi. Berlin Antlaşması, ayrıta Bibıâli'ye»
5 0 ı*»wi hç>lum
büyiik güçlerin denetimi altında yaptırım getiren “ E rm eniler’in yerleş tiği vilâyetlerde ... ıslahat ve reform lar yapılm ası, bunların Çerkezler’e ve Kürtler’e karşı k o ru n m a sın ı içeren 6 1 . m addeyi de içeriyordu. Bu Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin geleceği için dehşetli so n u çlar getirecek bir şarttı. Kongre sonucunda O sm anlı İm p aratorlu ğ u , topraklarının yaklaşık yüzde 4 0 ’ını ve nüfusunun yaklaşık yüzde 2 0 ’sini (yaklaşık iki milyon Müslüman) yitirdi. Bunların ço ğu B a lk a n la r’dan İstanbul ve Anadolu’ya akın akın göç ettiler. Bu kriz ve sav aş sonu cunda İstanbul nüfusu yaklaşık olarak iki katına çık tı. İSTİBDATTAN M E Ş R U T İY E T E Ayaklanmalar ve savaş, D ersaadet’i bir ikilem içine so k tu : Balkan lardaki ayaklanmaları bastırm akta ve bu rad ak i m u arızların a karşı sa vaş açıp kazanmakta sorunu yoktu, am a büyük güçlerle nasıl başa çı kacağı konusunda bir ikilem içindeydi. R efo rm cu lar, imparatorluğun Avrupa’nın anlayış ve desteğini kazanm ak için an ay asal bir monarşi* ye, meşrutiyete ihtiyacı olduğuna k a ra r verdiler. B öy le bir rejim Padi şah Abdülaziz tahttayken m ümkün değildi ve d olay ısıy la 3 0 Mayıs 1876’da tahttan çekilmeye zorlandı, d ört gün so n ra da in tih ar etti. Büyük reformcu devlet adamı M id h a t P aşa ( 1 8 2 2 - 1 8 8 4 ) yeni sultanın yönetiminde Saray’ın yozlaşm asını d u ra k sa ta ca k ve im para torluğa mali istikrar getirecek seçilm iş bir M e c lis ’i o la n bir anayasal meşrutiyet rejimi kurulabileceğine inanıyordu. A n ca k , V. M u rad aklın dan rahatsız çıkınca tahttan indirilerek yerine II. A bd ülh am id (18761909 arası tahtta) geçirildi. II. A bdülham id 31 A ğustos 1 8 7 6 ’da tahta çıktı ve Midhat Paşa ya anayasal bir hü kü m d arlık sözü verdi. B ir an a yasa hazırlanmasını emretti, çünkü anayasal b ir rejim in Avrupa’nı» müdahalesini önleyeceğini ve im paratorluğun kendi işlerini yönetebi leceğini hesaplamaktaydı. Ancak, büyük güçler ço k ta n İstan b u l’da bir konierans düzenleyerek Balkanlar’dakî krizi ve bu nu çö z ecek tedbirle* ri görüşmeye karar vermişlerdi. Tersane Konferansı diye bilinen bu 2 3 A ralık 1 8 7 6 ’d a toplandı ve Dersaadet aynı gün anayasal rejimin başlangıcın ı ilan ederek artık
_
fffonndan do.rı.T»
çj
Tersane ya da İstanbul Konferansı diye de bilinen ve Rus, Ingiliz, Fransa, Alman büyütesileri katıldığı için Süfera Toplantısı olarak da adlandırılan gSıüşmelertn, demokrasi tarihi açısından bir başka yanı da aynı gün (23 Aralık 1876) Sultanahmet’teki Meclis i Mebusan binasında IJMeşratiyet’in top atışlarıyla ilan edilmiş olmasıdır. Mecüs-i Mebusan önünde yağmurlu bir günde toplanmış İstanbul halkını tasvir eden bir gravür.
konferansın gereğinin kalmadığını bildirdi. Ancak, büyükelçiler bunu ciddiye almayıp reddederek Bulgaristan'a ve Bosna-Hersek’e Özerklik tanıyan bir reform planı önerdiler. Bâbıâli bu planı reddedince elçiler İstanbul’u terk edeceklerini ve bu durumda Rusya’nın savaş ilan ede bileceğini bildiren bir uyarı yayınladılar. Bâbıâli, planı yeniden incele di ve yeniden reddetti, bunun üzerine elçiler İstanbul’u terk ederek du rumu muallakta bıraktılar. Başmiman Sadrazam Mithat Paşa sultan tarafından azledilip sürgüne gönderilse de, yine de anayasa deneyi de vam etti. 19 M art 1 877’de Meclis toplandı. Bunlar dolaylı, her dini topluluğun Meclis’e kendi temsilcilerini gönderdikleri; bir çeşit senato denilebilecek olan Meclis-i Ayan üyelerini de padişahın atadığı, iki tur lu seçimlerdi.
52
ikine bölüm
Mutlakıyetten meşrutiyete hızlı geçiş reform cu lar için hatırı sa yılır bir başarıydı. On yıldan az bir sürede Avrupa’da yüzyıllar almış ve Rus reformcuların bir kuşak sonra, o da devrim aracılığıyla gerçekleş tirecekleri bir değişimi başarmış gibiydiler. A yrıca, çeşitli milletlerden oluşan Meclis, süregiden kriz ve savaş karşısında şaşırtıcı bir vatanper verlikle davranıyordu. Hükümet eleştirilse de bu eleştiriler Osmanlıcı lık ve devlet kavramlarına bağlılığı ortay a koyan yapıcı, m antıklı eleş tirilerdi. Ancak, savaş Meşrutiyet yönetim inin sürm esi açısından talih siz bir gelişme olmuştu. Rusya 2 4 N isan 1 8 7 7 ’de O sm anlı Devleti’ne savaş ilan etti. Rus ordusu ertesi yıl başkente doğru ilerlerken, sultan Meclis’i kapatmak için gereken m azerete kavuştu. 1 8 7 8 Şubarı’nda, Meclis faaliyetleri durduruldu ve sonraki otuz yılda, Tem m uz 1908’de anayasanın işlerliğe kavuşturulmasına kadar, bir daha toplanm adı. Yi ne de Abdülhamid hükümdarlığı boyunca anayasaya uygun davrandı ğı kurgusunu korudu. Kendi koyduğu kanunların yeniden toplandığın da Meclis tarafından yasalaştırılacağını söyledi ve anayasal görevini yaparak Ayan Meclisi’nin üyelerini 1 8 8 0 ’e kadar atam ayı sürdürdü. Rusya’ya karşı savaş, Avrupa’nın O sm anlılar’a karşı taraflı tutumu, Balkanlardaki kriz reformcuların Avrupa’nın M ü slüm anlar’a karşı yaklaşımı konusundaki hayallerini yıktı. R eform cular, artık bir yandan Batılı fikir ve kurumlan benimserlerken diğer yandan Batılı emperya lizme karşı savaşma ikilemiyle yüz yüze kalm ışlardı. Ban’nın 19. yüzyılın ikinci yarısında dünya üzerinde kurduğu hâkimiyet, insanları Batı’ya ve Batılılaşma’ya yabancılaştırıp kendi ka derlerini kendi yöntemleriyle tayin etmeye cesaretlendirm işti. Bu Hin distan için de, Asya için de, İslâm dünyası için de geçerliydi. Namık Kemal gibi Osmanlı düşünürleri bu hareketin ön saflarındaydılar ve Abdülhamid bu eğilimi, İslâm dünyasında saygınlığını artırdığı ve mu halefetin gücünü zayıflattığı için destekliyordu. İslâm Hindistan, İran,
>
Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya’da Batı emperyalizminin baskısı al*
<
undaydı. Dünya üzerindeki Müslümanlar, Osm anlı İm paratorluğu m u dünyada Batı ya kafa tutabilecek son İslâm gücü ve Abdülhamid’i de
i j
Islâm dünyasının direnişini yöneten ‘yeryüzünün halifesi’ olarak görü-
1
ıtforffNten
(J7»> ,ysW
53
yorlardi. Sultan, Batı’ya karşı konumunu güçlendirmek üzere halifelik kurumunu ve emperyalizme karşı mücadelede siyasal İslâm’ı kullandı. Abdüihamİd bir pan-lslâmcı olarak tanımlanır, halbuki o İslâm'ı saldı rı değil savunma amacıyla kullanmak istiyordu. Bu bağlamda, İslâm birliği ve dayanışması amaçlı, kısmen başarılı olan bir çağrı yaptı, II. Abdülhamid’in politikası Alman birliğinin yükselişiyle damgalanan bir tarihi rastlantıyla kolaylaştı. Hiç Müslüman sömürgesi olmayan, dolayısıyla bir Müslüman hükümdarla dostluk kurup bunu Almanya’nın emperyalist rakipleri İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı kullanabile cek olan Alman imparatorunun desteğini kazandı. Kayzer II. Wi!helm 1898 Ekim i’nde, bunu yapan tek Batılı hükümdar olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’na bir resmî ziyarette bulundu. İstanbul’dan son ra Kudüs’e geçerek burada siyah bir atın üzerinde şehri gezdi ve Haç lıları yenmiş olan büyük Müslüman komutan Selahaddin Eyyubi’nin türbesine bir çelenk koydu. Kayser, bunun ertesinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman-Osmanlı ittifakına kadar gidecek bir ilişkinin temelle rini atarak kendini Müslüman halkların dostu ilan etti. YÜ KSELEN GELEN EKÇİLİK Osmanlıcılık ve İslâm’la kıyasladığında Türkçülük ideolojisi marjinal ve bire bir olarak Fransız Leon Cahun (1841-1900) veya Macar Armin Vambery (1 8 3 2 -1 9 1 3 ) gibi Avrupalı Türkologların eserlerini bilen küçük bir aydınlar grubuyla sınırlı kalmaktaydı. Vambery, II. Abdül hamid’in dostluğunu kazanmıştı ve muhalifler arasında onıın hafiyesi olarak çalıştığı söylenmekteydi. İstanbul’a Rusya’dan gelen Müslüman aydınların ‘Türk’ olmak konusundaki bilinçleri Osmanlı aydınlarına göre daha çok gelişmişti. Rus İmparatorluğu’nda Slavizmle günbegün karşılaştıklarından beraberlerinde milliyetçilik fikrini getirmişlerdi. İs mail Gasprinski [Gaspırah İsmail ] ( IS51-1914), Yusuf Akçura (18761935), Ahmet Agayev [Ahmet Ağaoğlu] (1868-1939) gibi öncüler Türkçülük akımına güncellik kazandırdılar. Ancak, bunlar, ymc de Türkçülüğü, Türkler çokuluslu, çokdinli bir imparatorluğu yönetir* ken, Osmanlıcılık / İslâmcılık’ın yerine koyamadılar.
54
ıkmn bolum
Berlin Kongresinin sonuçlanm asından so nra bile, büyük güçler Osmanlı İmparatorluğuma baskı uygulamayı sürdürdü ve bir yandan da bölgedeki hükümlerini güçlendirdiler. 1 8 8 1 M a y ısı’nda, Fransa İtalyan emellerini engellemek am acıyla ve B erlin ’de verilmiş olan Osmanh toprak bütünlüğünü koruma sözünü hiçe sayarak Tunus üzerin de manda yönetimi ilan etti. M ısır’ın mali so ru n ları, iflas ilanı ve or dudaki rejim karşıtı ayaklanma, Eylül 1 8 8 2 ’de İngiltere’nin müdaha lesine yol açtı; bunu izleyen işgal 19 5 4 ’e kadar sürdü. B alkanlar ve Yu nanistan’da, ulusal ihtirasları tatm in etm e çab ası devam etti. Yunanlılar’ın Girit Adası’nı elde etme çabaları 18 9 7 ’de O sm an lılarca, Osnıanlılar’ın savaş alanında kazanacağı am a barış m asasında kaybedecekle ri bir savaşa yol açtı. Büyük güçlerin m üdahalesi sonucunda padişah, Tesalya’yı bırakmaya ve G irit’te de 1 9 1 2 ’de adanın tam am en ilhakına varacak bir özerk yönetim kurmaya razı oldu. Arnavutluk ile Trakya arasındaki böige olan M aked onya üzerin de Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar ve M üslüm anlar tarafından hak iddia ediliyordu. Makedonya’nın en önemli kenti Selanik’te nüfus, 149 2 ’de İspanya’dan sürülen Yahudiler’in yerleştirilmesinden beri büyük ölçüde Yahudi olup, bunlar Osmanlı yanlışıydılar. H er m illet kendi davası uğ runa bir çete savaşına girişmişti ve bu durum yurtdtşından müdahaleye davetiye çıkarıyordu. Büyük güçler reform istediler ve Dersaadet de Hı ristiyan nüfusu yatıştıracak önlemler almayı kabul etti. A ncak, bölgede çatışan çıkarları olan Rusya ve Avusturya, Bâbıâli’nin reform önlemle rini yetersiz bularak kendi önerilerini gündeme getirdiler. 1 9 0 3 ’te, M a kedonya üzerinde yarım bir yabancı kontrolü kurmayı başardılar, ama şiddet hareketleri, toplumlar arasında geçici bir uyum sağlayan Tem muz 1908’deki İkinci Meşrutiyet’e kadar devam etti. Anadolu’daki Ermeni toplumu 19. yüzyıl boyunca bölgede gel'*
(
şen milliyetçilikten etkilenmişti. Misyonerlik faaliyetleri adeta bir kül türel yenidendoğuş tetiklemiş, klasik dil ve edebiyatın yeniden doğma-
jj
sına ve ortak toplumsal yaşamın laikleşmesine yol açm ıştı. Ermeni ay-
j
dmlan topluluk içinde hem temsilî yönetim hem de bölgede egemen aşiret ve feodal yapılardan korunmak için kışkırtmalara başlamışlardı.
j \
ff'oM io ao
‘İm*-*i'.yi't\-iUn55
Rusya, reform hareketine hâmilik yapıyordu ve Berlin Antlaşmasının 61. maddesi, Osmanlı hükümeti Ermeni isteklerini tatmin edemezse or tak harekât hakkı tanıyordu. Ermeniler kendilerini ulusal haklan için savaşa hazırladılar ve komşu Rusya’dan destek buldular. Yine de Erme ni hareketi kendi içinde bölünmüştü; bir kısım Ermeniler, Ermeni emel lerini tatmin edecek liberal bir rejimin kurulması amacıyla Jön Türkler safında mücadele edilmesi taraftarıydılar. Bunlar âyan sınıfının men suplan, genelde banker, tüccar gibi müteşebbislerdi ve küçük bir ulusal devlettense büyük bir imparatorluğun parçası olmayı yeğliyorlardı. Anadolu’da bir ulusal devlet kurmak isteyen Ermeniler çiftçiler ve taş ra tacirleriydi, kendi emellerine yardım için Avrupa müdahalesini Bal kan örneğini taklit ederek sağlamaya çalışıyorlardı. Müdahaleyi kış kırtma girişimleri, bunlar Ağustos İ8 9 6 ’da İstanbul’da bir İngiliz-Fransız ortaklığı olan Osmanlı Bankasfnı işgal ettiklerinde başarısızlığa uğ radı; büyük güçler uyum içinde hareket ve müdahale edemeyecek ka dar dağınıklardı. Sonuçta, Ermeni hareketi o an için bastırılmış oldu. Büyük güçlerin içişlerine karışmasıyla uğraşmanın yanı sıra, II. Abdülhamid kendi evini düzene sokmak amacıyla birçok alanda re formlar gerçekleştirdi. Maliye önemli bir konuydu ve Tunus, Mısır örneklerindeki gibi sonu işgale varacak bir Avrupa malî kontrolü ola sılık dahilindeydi. Dolayısıyla, Kasım 18 8 1'de sultan, Maliye Nezare tin d en bağımsız olacak ve imparatorluğun kredilerine bakacak olan Düyun-i Umumiye îdaresi’nin kuruluşunu onayladı. Düyun-i Umumiye’nin üyeleri İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya veOstnanlı Devleti tarafından atandı ve Düyun-ı Umumiye kısa süre içinde per sonel sayısında Osmanlı Maliye Nezareti'ni fazlasıyla geçti. İdare, en Önemli kaynaklardan birtakım vergileri toplayarak yabancı tahvil sa hiplerine kazançlarından pay ödüyordu. Sultan, açıkları kapatmak amacıyla yeni vergiler salsa da ne kapitülasvonlarca korunan binler ce yabancıdan ne de onların himaye ettiklerinden vergi almayı başa rabildi. Düyun-ı Umumiye İdaresinin kuruluşunun bir sonucu olarak, yabancı yatırımcılar sultanın mali rejimine ve imparatorluğun gelece
ğine daha büyük güven duydular. D olayısıyla d a, İm paratorluğa de miryolları, karayolları, maden ocakları, buharlı gem iler şeklinde bir ekonomik altyapı yaratacak ve im paratorluğu dünya pazarına daha rahat eklemleyecek yabancı yatırım lar yapıldı. A bdülham id bunun yı kıcı faaliyetlerde kullanılmasından korktuğu için telefon konusunda çok kısıtlı gelişme olsa da, hükümdarlığı süresince dem iryolu, karayo lu ve liman inşaatlarında Önemli gelişmeler yaşandı; am a bunlar bile imparatorluğun ihtiyaçlarını karşılam aya yetm edi. II. Abdülhamid tarımın önemini k avram ıştı, böylelikle özel ku rumlar kurarak gelişimini destekledi. M enafi S a n d ık la rın a 1 8 8 8 ’de Ziraat Bankası adı verilerek, kurumun örgütsel yapısı genişletildi; bu nun büyük önemi vardı, çünkü bankanın am acı çiftçi kredilerini dü zenlemek ve tefecilerin önünü kesm ekti. M aalesef sadece büyük top rak sahipleri arazilerini geliştirip güçlendirecek krediler alabildiler ve küçük çiftçiler kredi alamadıkları için eski çiftçilik yöntem lerine mah kûm kaldılar. Büyük çiftliklerde bir gelişme vardı ve sahipleri ihracat için kullanılabilecek para getiren ürünlerden tütün, pam uk, incir ve zeytin yetiştirmeye başladılar. Bunlar zenginleşerek yerel burjuvalara dönüştüler ve 1908 sonrası siyasette etkili oldular. Ticaret, tarım ürünleri ve madenlerin ihracından faydalanmaya başladı. Öte yandan, korunmayan sanayi Avrupa’dan gelen ithal ürün lere karşı rekabet edemedi. Bu sebeple, endüstri kısıtlı ve yerel Ölçek liydi; zanaatkarlar deri, cam, kumaş, kâğıt ve el dokum ası halı üreti mi gibi işler üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Sonuç o larak , O sm anlı en düstrisi azgelişmiş kaldı ve ancak Cumhuriyet dönem inde sanayileş meye yönelik Önlemler alındı. Abdülhamid’in eğitim reformları en Önemli reform lar oldu, an cak bunlar aynı zamanda rejimin zayıflamasına da yol açtı. Padişah bu reformları başlatarak adeta kendi mezarını kazdı. Böylelikle Müslüman nüfus arasında eğitim önemli ölçüde genişlerken yine de gayri-Müslimler arasındaki hıza yetişemedi. Ortaokul ve lise eğitimine önem verilir ken ilköğretim ihmal edildi, böylece de genel cehalet oranı yüksek kal dı. Ancak şehirli alt-orta sınıf üyeleri için özellikle askerî ve bürokratik
9
re'iır~ *ı> aevfiıris
'tftyvfO?
kariyer amaçlı laik eğitim, sınıf atlama aracına dönüştü. Hamidiyedönemi okulları, alt-orta sınıf mensuplarına askerî okullara girerek sınıf atlama imkânı tanıdı. Jö n Türk hareketinin pek çok iıyesi bu toplum sal sınıftan geldiler ve eğirim onlara bürokrasinin yolunu açtı. Yinede aynı sosyal sınıf içindekilerin çoğunluğu medreselerde eğitimi ve cami hocalığı gibi görevlerle ulemanın alt sınıfında yer almayı seçtiler, Laik eğitim almış subayların çoğu Abdülhamid karşıtıydı ve sultan da mek tepli -yani Harbiye’de eğitilmiş- laik subaylara karşı ihtiyatlıydı. Dola yısıyla, bu tür bir eğitim almamış, temel özellikleri Osmanlı tahtına sa dakat olan kıtada yetişip yükselmiş alaylı subaylara terfide öncelik ta nıdı. Eğitimdeki bu ikilik imparatorluğun sonuna kadar sürecek ve iki kesim -laik ler ve dindarlar- yan yana yaşayacaktı. Eğitim yeni ve potansiyel olarak devrimci hareketin katalizörüy dü. Hamidiye reformlarından önce, muhalefet mensuplan karşıt aydın lardan oluşuyordu. Ahmet Rıza (1859-1930) ve Prens Sabahaddin (1 8 7 7 -1 9 4 8 ) gibiler ve onlarla birlikte pek çok sürgündeki Jön Türk, si yasal ve sosyal sistemi kökten değiştirmek değil, onu daha kapsayıcı ve modern hale getirmek istiyorlardı. Ahmet Rıza Osmanlı içişlerine Ban müdahalesine karşı çok duyarlıydı, Prens Sabahattin ise Batı mûdahaleşini kullanarak sultanı devirip yeni bir rejim kurmak isteğindeydi. Ab dülhamid, birçok sürgünü onlara arpalıklar bahşederek satın almayı başardı; bunlar için rejime dahil olmanın anlamı bu olmuştu! Ancak, 1 8 7 0 ’ler ve 1880’lerde doğmuş, laik yeni okullarda eği tilmiş. olan alt-orta sınıf mensuplan, anayasanın yeniden yürürlüğe gir mesini sadece başlangıç olarak görmektelerdi. İmparatorluğun sadece siyasal değil, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamlarını da dönüş türmek, hareketlerinden bir devrim oluşturmak istiyorlardı. Hayret edilmeyecek biçimde, toplumsal açıdan muhafazakâr olan daha yaşlı liderler -Ahm et Rıza ve Prens Sabahattin- 1908 sonrasında sadece kı sıtlı bir rol oynadılar; Prens Sabahattin liberal muhalefetin lideri oldu. 1908’de siyasi öncelik yeni bir toplumsal sınıfa geçti ve Osmanlı tari hinde yeni bir sayfa açtı.
Okuma
ö n e r Il e r I
Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw, O sm an lı İm p a ra to r lu ğ a v e M o d e m Tiirku ye: Reform, Devrim ve Cum huriyet: M o d e m T ü rkiye'n in D oğ u şu , 1808-1975 [Cilt 2], çev, Mehmet Harmancı, İstanbul: E Yayınları, 1 9 8 2 . Niyazı Berfces, Türkiye'de Ç ağdaşlaşm a, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002. Bemard Lewıs, Modern Türkiye'nin D oğ u şu , A nkara: T ü rk Tarihi Kurumu, 1970. Donald Quataert, Osmanlı im paratorluğu 1 7 0 0 -1 9 2 2 , İstanbul: İletişim Yayınla rı, 2003.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Meşrutiyet Devrimi, Reform ve Savaş
yap,lanb'f gösteri.
ANAYASANIN DÖNÜŞÜ slında Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyıla, 1900’de değil gerçek anlamda Sultan II. Abdülhamid’in (saltanatı 1876-1909 arası tahtta) otuz yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koy duğu 23 Temmuz 1908’de girdi. Abdülhamid’in kararı imparatorluk ta büyük iyimserlik ve coşku yarattı, çünkü bu yeni donem tüm vatan daşlar için ‘özgürlük, eşitlik ve adalet’ sözü veriyordu. MüsJümanlar veya gayri-Müslim, gibi farklı emik kökenden herkes -Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar, Ermeniler, Araplar, Kürtler, Yahudiler ve Türklerde yeni anayasal dönemin beklentisiyle sokaklarda birbirlerini kucak ladılar. Bir gece içinde, basın her istediğini sansür tehdidi olmadan ya zıp basacak hale geldi; insanlar aralarında Saray hafiyeleri bulunmadı ğından emin olarak kahvehanelerde biraraya geldiler. Kasaba ve şehir lerde halk ellerinde pankartlarla, bando-mızıka eşliğinde hükümet ko naklarına yürüyerek yeni düzeni öven konuşmalar yaptı. Siyasi suçlu lar için bir af çıkarıldı; sürgündekiler Avrupa’dan, Mısır’dan ve geniş sınırları olan imparatorluğun çeşitli köşelerinden İstanbul’a dönmeye başladılar.
A
6 2
ü ç ü n c ü b ö lü rr»
Hûrriyet'in ilanı b üyük bir coşku v e g österilere n ed en old u . Devlet görevlileriyle halk arasında “ hürriyet" kavramının yorum undan dolayı anlaşm azlıklar oluyordu. Hatta kimi Osmanlı vatandaşı 'hürriyet geldi’ diyerek vergi dahi öd em ek istem iyord u ... Bu arad a san sü r de kalkmış, birdenbire yayınlanan gazete ve dergi say ısın d a artış olm uştu. Ittihadçılar ise bu coşkuyu kendilerinin iktidarı İçin kullanacaklardı. Eski bir kartpostalda K araköy’ de yapılan hürriyet gösterileri (Şerit Kutlu Koleksiyonu).
Taşrada da olay m erkezdekine denk bir coşkuyla kutlandı. Sul tanın m utlakıyetçiliğine karşı çık an çeşitli kom itelerin liderleri impara torluğa bağlılık ve yönetim le işbirliği sözü verdiler. Padişahın kendi de ğilse de danışm anları, m utlakıyetçilikten sorum lu tutuldular ve anaya sayı sorun çıkarm adan yeniden yürürlüğe koyan Abdülhamid hareke ti ele geçirmiş oldu. Anayasa taraftarı hareketin önderi durumundaki İttihad ve Terakki Cemiyeti hareketi A bdülham id’i sözünden dönerse mücadeleyi yeniden başlatm akla tehdit etti. Eski rejim çökm üş olduğu için bir yasa ve düzen eksikliği vardı. Cem iyet bu durumda kontrolü ele geçirmeyi denedi; zaten o dönemde hükümeti destekleyecek presni ve otoriteye sahip tek kurumdu. Ancak, İttihad ve Terakki Cem iyeti, her zaman için, kökleri
meşrutiyet devrimi, reform vf sa v ^ ( ı jc i ■•.<,■$ 6 3
M akedonya’da olan bir gizli örgüt olmuştu, örgütte sorumluluk kap samında ast-üst ilişkisi içinde ilerleyen bir hiyerarşi mevcut değildi. Cemiyet içerisinde kabul edilmiş bir liderlik yoktu ve bu yüzden Ittihad ve Terakki Cemiyeti kararları genel kurulun seçtiği merkez komi tesinin aldığı bir ‘liderler partisi’ olarak adlandırılıyordu. İyi tanım lanmış bir ideolojisi yoktu; amacı ‘imparatorluğu kurtarmak’ ve im paratorluğun çokdinli, çokuluslu toplumunun 20 . yüîyılda birlik içinde yaşayabilmesi amacıyla, reform yapmaktı. Osmanlı toplumu ağırlıklı olarak Müslüman olduğundan, İttihadçı liberaller anayasayı İslâm’ın devletin resmî dini olduğunu belirten 1 1 . maddesini kaldıra rak laikleştiremiyorlardı. İttihadçılar arasındaki İslamcılar, anayasa nın şeriatla uyumlu olduğunu çünkü şeriatın m eşvereft onayladığını belirtiyorlardı. Böylelikle, İttihadçılar şeriatın anayasal düzende bas kın olduğu kurgusunu öne sürüyorken, muhafazakârlar bunun böyle olmadığı iddiasmdaydı. O an içinTİttihadçılar, toplum sınıfları arasın da bir devrim yerine, yönetici seçkinler sınıfı içinde bir darbe gerçek leştirmekte başarılı olmuşlardı. Ancak bir yıl içerisinde toplumu sar san reformlar uygulamaya başladılar. Meclis’i belirlemek üzere seçim lere gidilmesini ortaya atarak ve -Müslim veya gayri-Müslim, Türk veya değil- eşrafa temsil hakkı vererek parlamento ile kabinenin top lumsal yapısını değiştirdiler. Bu eşraf da, buna karşılık olarak, yasa manın tabiatını değiştirdi. Coşkulu kutlama dönemi ağustosta sona erdi. Bunu, anayasa nın kendi durumlarını düzelteceğini düşünen işçilerin başlattığı grevler dizisi izledi. Ancak bunlar yanılıyordu, çünkü meşrutiyetçiler ekono mik düzenin disiplinli ve söz dinleyen işçilere sahip bir sosyal barış ge rektirdiği fikrindeydiler. Meşrutiyet rejimi güçlenen bir Osmanlı İmpa ratorluğumun doğal olarak kendi emperyalist emellerini baltalamaya çalışacağını düşünen dış güçleri de telaşa düşürdü. İngilizler Mısır ve Hindistan’da başarılı meşruti yönetimlerin etkisini bildiklerinden meş rutiyetçilere karşı mesafeli, yer yer tehditkâr bir tavır takındılar. Diğer güçler daha güçlü tepki verdiler. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Avusturya Bosna-Hersek’i ilhak etti, Girit Adası da \ unanisran’la bir
6 4 u fü n a i bölüff>
leşme kararını açıkladı. Bu olaylar yeni rejimin saygınlığını zedeleyen darbeler oldu. İstanbul’da Bâbıâli bürokrasisine hâkim olan liberal Ahrar Fır kası yandaşları İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne artık siyasi iktidar Sa ray’dan alındığına göre siyaset sahnesinden çekilme baskısı yapıyordu. Ancak İttibadçılar, kazanacaklarını tahmin ettikleri aralık seçimleri sonrasında daha da fazla etkili olacaklarını düşündüklerinden çekil meyi reddettiler. Müslüman toplumun alt-orta sınıfından gelen İttihat çılar kabineyi ellerine alarak ülkeyi doğrudan yönetemeyeceklerini kavradılar. Dolayısıyla, hükümeti parlamentoya hükmederek kontrol edeceklerine güvendiler. 1908 seçimlerinin sonuçları Ahrar Fırkası yandaşlarını hayal kırıklığına uğrattı ve İttihadçılar’ın tahminlerini doğruladı. İttihadçılar ezici bir çoğunluk kazanmış gibi duruyorlardı ama Sadrazam Kâ mil Paşa İttihad ve Terakki Cem iyetinin M eclis toplandığı zaman ço ğunluğa sahip olamayacağını düşünüyordu. O an için padişah anaya sal bir hükümdar gibi davranırken kabine de modern, merkeziyetçi bir yapı oluşturmak amacıyla anayasal olmayan yasaları ele almaya girişti. Amaç, büyük güçler tarafından kabul görecek ve onları kapi tülasyonları kaldırmaya götürerek denizaşırı haklarından vazgeçmeye yöneltecek bir sistem yaratmaktı. Saray kontrol altına alınmıştı, ama Bâbıâli, yani Ahrar Fırkası tarafından yönlendirilen bürokrasi, Ittıhadçılan marjinalize ederek siyasi iktidarı tekelleştirmeyi umuyorlar dı. Kâmil Paşa, bunu iktidar yapılanmasında önemli bir unsur olan Osmanlı ordusunun kontrolünü kazanarak yapabileceğine inanıyordu. Bunun sonucu olarak, Meclis’in desteğine sahip olduğu inancıyla Şubat 1909’da harbiye ve bahriye nazırlarını görevden 3 İıp yerlerine kendi adamlarını getirdi. Ancak, kendi kabinesinin üyeleri, Kâmil Paşa’nın kabinede çalışma arkadaşlarına danışmadan değişiklik yapma sı sebebiyle, istifa ettiler. Meclis, 13 Şubat’ra hareketlerinin anayasa dışı olduğu iddiasıyla Kâmil Paşa’yı sorgulamak için toplandı. Kâmil Paşa istifa tehdidinde bulundu; onun yerine Meclis güvensizlik oyu verdi ve Kâmil Paşa da kabinesi de düştü. Sabık rejime hizmet etmiş
mejrutiytt örrrtmi, refomy»viva$(ıgn&ıyLfi 65
ama Ittihadçı reform programına sıcak bakan Hüseyin Hilmi Paşa sadrazam oldu. Kâmil Paşa’nm düşüşü Abrar yandaşlan ve tüm Ittihadçı karşı tı unsurlar için büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Bunların arasında özellikle Rum Patrikliği olmak üzere Gayri-Müslim seçkinler, sultan, mürteciler ve İngiltere Elçiliği de vardı. Muhalefet îttihad ve Terakki Cemiyeti karşıtı sert bir basın kampanyası başlattı ve elçiliğin deste ğinden güç buldu. Gericiler nisanda reformlara muhalefete başlayarak İslâm’a dayalı bir birlik çağrısı yaptılar. Gazeteleri Volkan aracılığıyla Meclis’teki din adamlarına, ordudaki erlere, kentli alt sınıflara seslen* diler. KARŞI DEVRİM Ittihadçı karşıtı propagandanın bir sonucu olarak, İstanbul garnizo nunda, aralarında askerlik hizmetine alınan medrese öğrencilerinin de bulunduğu askerler 13 Nisan 1909Tda (31 Mart 1327} başkaldırdılar. Bunlar, şeriatın yeniden uygulanmasını, kabinenin azledilmesini ve ye ni rejimin özgürleştirdiği Müslüman kadınların toplumsal hayatran tecridini istemekteydi. Ittihadçı mebuslar hayatlarından endişe ederek saklanırken Hüseyin Hilmi Paşa da istifa etti. Abdülhamid duruma el koydu. Asilerin tüm isteklerini kabul etti ve ertesi gün hamilik ettiği Tevfik Paşa’yı yeni sadrazam olarak atadı. Karşıdevrim başarılı olmuş, İttihad ve Terakki Cemiyeti hezi mete uğramış gibiydi. Bu, İttihad ve Terakki Cemıyeri’nin kok salma mış olduğu İstanbul'daki durumdu. Ancak Makedonya’da durum farklıydı. 3. Ordu ve onun İttihadçı taraftarları, isyanı lanetleyerek, Saray’ı meşrutiyet yeniden kurulmazsa mukabeleyle tehdit eden bir telgraf bombardımanına tuttular. İsyanı körüklediğini iddia ettikleri bazı önde gelen Ahrarcılar’m tutuklanmasını istediler. Bu arada, meş rutiyete bağlı subaylar ‘Hareket Ordusu’ adı altında bir kuvvet oluştu rarak, başkentte düzeni sağlamak ve asileri cezalandırmak üzere Sela nik’ten yola çıktılar. H a rek e t O rd u su ’na siyasetin dışında kalan ve sert disipliniyle
3 i Maıftahi ayaklanmadan sonra Rumeli’ den H areket O rdu su 'nu n g e lm e s i üzerine, Meclls-i Mebusan ve Meclİs-İ Ayan üyeleri Meclis-i Milli adı altında Y e ş ilk ö y 'd e Y at Kullip’te ortak bir toplantı düıenledi. Toplanöya Sait Paşa (Küçük) ile Ahm ed Rıza b aşk an lık etti. Am a bu toplantıdan beklentilere rağmen İt. Abdiilhamid'in tahtan indirilm esi k a ran alın m ad ı. P a d lşa h ’ın h a li ise dal» sonra 27 Nisan'da gerçekleşecekti. Eski bir kartpostald a Y e ş ilk ö y Y a t K u lü p te S a lt P aşa ve mecBs üyeleri (Sacit Kutlu Koleksiyonu).
tanınan bir asker olan M ahm ud Şevket Paşa k o m u ta ediyordu. Kendi ne gelen ve anayasanın yürürlükte old uğun u, h er şeyin bir kez düzen yerine oturdu mu, iyiye gideceğini söyleyen heyet tarafınd an yapılan hareketten vazgeçme teklifini reddetti. B aşk en te girdi ve 2 4 Nisan’da kısa bir çatışma sonrası şehri ele geçirdi. Bu a ra d a , M eclis-i Âyan ve Meclis-i Mebusan M eclis-i Umumi-i M illi adı altın d a şehrin dışında Marmara kıyısında bir Rum köyü olan A y astefan os'ta (Yeşilköy’de) 22 Nisan 1909’da toplandı. Bunlar, m eşrutiyeti tem in at altına alarak Sultan II. Abdüihamid’i tahttan indirme k ararı a ld ılar ve bu Meclis ka rarı da şeyhülislâmın bir fetvasıyla onaylandı. İstanbul’da başarısızlık ihtim aline k arşı k arşıdevrim ciler Ada na vilayetindeki Ermeniler’i katlederek y ab an cıları m üdahaleye kıf
meşrutiyet devrim, refom « sa vıj
67
kırtm ayı planlam ışlard ı. Edirne mebusu ve katliamı araştırmaya gön derilen heyetin bir üyesi olan Hagop Babikyan Adana katliamının, karşıdevrim ciler yeni düzene ve anayasaya bağlılıkları dolayısıyla Ermenilerden nefret ettikleri İçin gerçekleştirildiğini bildirdi. Dolayısıy la, m eşruti düzeni yok etm ek istiyorlarsa Ermenileri de yok etmeleri gerekiyordu. A n ca k , katliam üzerine, Fransız savaş gemileri Mersin'e doğru yolland ıysa da, yaban cı müdahalesi olmadı. Alman ve İtalyan ittifakından so n ra Avrupa’da güç dengesi önemli ölçüde değişmişti; artık diğer büyük güçlerin onayı olmadan tek başına savaş gemisi diplom asisine girişm ek Avrupa’da barışı tehdit edebilirdi. Yeni rejim kendi adına gayri-M üslim lerle iyi İlişkiler kurmaya kararlıydı. Dola yısıyla, 5 M a y ıs’ta kabine Adana katliamları kurbanları için 30.000 liralık bir harcam ayı onayladı; 12 M ayıs’ta Meclis Adana olayları için taziyetleriııi bildiren ve tüm Anadolu vilâyetlerinde nüfusun tüm unsurları arasınd a uyum ve kardeşliği emreden bir bildiriyi kabul et ti. M iralay (albay) Ahm et Cem al Bey (1 872-1922) Adana’ya vali ola rak atand ı. C em al, önde gelen bir İttihadçı subaydı; Enver (18811 9 2 2 ) ve T a lâ t’la ( 1 8 7 4 -1 9 2 1 ) birlikte, ileriki yıllarda ülkenin iç ve dış politikasını yönlendiren “ üçlü”den biri oldu. Düzeni sağlamak am acıyla karşıdevrim cilere karşı sert önlemler aldı; Osmanlı tarihin de ilk defa bazı seçkin M üslüm an âyan katliamdaki rolleri sebebiyle asıldılar. Anayasal düzenin yeniden kurulması, ittihadçılar için hem iyi hem de kötü oldu. H er ne kadar İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin libe ral ve m uhafazakâr m uhalifleri örgütlü bir grup olarak ezilmiş olsa da bunların temsil ettikleri ruh canlı kaldı. Aynca, karşıdevrim Mahmud Şevket Paşa’nm kom utasında yenilgiye uğratıldığından, Mahmud Şev ket Paşa hüküm etteki egemen güç olarak kaldı. İttihadçılar, özellikle paşa ordunun tüm siyasi etkilerden uzak kalmasını emrettikten sonra, Mahmud Şevket Paşa’nm hükümetteki azınlık ortağı olarak kaldılar. Mahmud Şevket Paşa, 1., 2. ve 3. ordular genel müfettişi olarak atan dı ve bu onu harbiye nazırından ve kabineden bağımsız kılarak yeni rejimin diktatörü yaptı.
V. MEHMED’İN TAHTA ÇIKIŞI V. Mehmed olarak bilinen Mehmed Reşat (1844-1918) 1909’da Abdülhamid’in yerine geçti. Abdülmecit’in (1839-1861 arası tahtta) oğ luydu ve ideal meşrutî hükümdar olarak görülüyordu. Tahta çıktığın da altmış beş yaşındaydı; siyasi tecrübe ve kişisel hırstan yoksundu. Dolayısıyla, îttihad ve Terakki Cemiyeti çevresine adamlarını yerleşti rerek Saray’da etkisini korurken, hükümetin her dediğini yapmaya ha zırdı. Hüseyin Hilmi Paşa yine sadrazam olarak atandı, ancak kabine* sinde bir tek İttihadçı yer almıyordu. Toplum, alt-orta sınıf mensupla rını kabinede görmeye hazır değildi. İttihadçılar bir yasayı değiştirerek mebusların -kendi mebuslarının- çeşitli bakanlıklara müsteşar olarak atanmasını sağlamayı denedi. Böylelikle kabinenin işleyişini etkileyebi leceklerini umuyorlardı. Ancak Meclis anayasanın 67. maddesini de ğiştirmeyi reddetti ve İttihadçılar uygulamaya ters olarak üyelerini doğrudan kabineye sokmaya zorlandılar. Maliyeci ve Selanik mebusu Mehmed Cavit (1875-1926) Haziran 1909’da maliye nazırı oldu ve ilerleyen yıllarda önemli bir rol oynadı. Ağustosta belki de İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli ve örgüte hâkim üyesi olan ve 1917 de sadrazam olacak Mehmed Talât, eski rejimle yakından ilişkilendirilen Ferid Paşa’nın yerine dahiliye nazırı olarak atandı. İttihadçılar artık kabinede rahattılar ama Meclis’teki konumla rı zayıftı. Cemiyet kendi platformundan seçilmiş ama kendi istekleriy le çelişir şekilde oy kullanan mebuslar üzerinde disiplin sağlayamıyordu. Bu arada, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin bir siyasi parti olmadığı nı, dolayısıyla parti disiplinine sahip bulunmadığım belirtmekte fayda var. İttihad ve Terakki Cemiyeti, birbiriyle rekabet eden ve genelde de çatışan çıkarlara sahip bir hareketti. 1909 Mart’ında İttihad ve Terak ki Cemiyeti bir meclis grubunun veya bir ‘parti’nin kurulmasını kabul ederek disiplin sağlamayı umdu. Ancak fikir işe yaramadı ve cparti’ye bağlı mebuslar 67. maddenin değiştirilmesine karşı oy verdiler. Şubat 1910’da bir hizip İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden ayrılarak Ahali Fır kası m kurdu ve yekvücut cemiyet efsanesini ortadan kaldırdı. Mahmud Şevket’in gözetimi altında siyasi faaliyetler tarafsızlaş*
meşrutiye! devrim, reform v* »ava} (190e ı?* î) 6 9
tı. Ahrarcılar gözden düştü ve bir süre için gölgede kaldı. Itrihadçılar, her ne kadar Mahmud Şevket reform ve modernleşme programlarım benimsemiş olsa da, paşanın kıdemsiz ortakları olarak çalışmaya zor landılar. Bu arada, Ahrarcılar yaralarını sararak, kendilerim yeniden düzenlediler ve Kasım 1911’de, imparatorluktaki tüm İttihad ve Te rakki Cemiyeti karşıtı grupların bir ittifakı olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurdular. Başarısızlığa uğrayan karşıdevrim sonrasında, reformcular mec liste muhalefetsiz kalmışlardı ve bu sayede önemli yasaları kolaylıkla geçirebiliyorlardı. Bunların üç amacı vardı: birincisi, 1908 Temmuzu’ndan beri ortaya çıkan gelişmeleri anayasaya aktarmak; İkincisi, im paratorluğu ve imparatorluğun idari mekanizmasını modernleştirip bü tünleştirmek; üçüncüsü, büyük güçlerin hoşlanacağı yasalar çıkararak yabancıların imparatorluk hukukundan muaf tutulmasına yol açan du rumu ortadan kaldırıp, bu devletlerin kendilerine tanınmış olan kapitü lasyonlardan vazgeçmelerini sağlamak. 1909 anayasa değişiklikleri yet kiyi padişahtan alarak bunu yasama organına ve hükümete devretti. Yalnız, imparatorluğu modernleştirme amaçlı reformlar Türk olmayan gayri-Müslim nüfus arasında önemli ölçüde rahatsızlık yarattığı gibi Arnavutluk’ta da büyük isyanlara yol açtı. Yine yönetimin kapitülas yonların kaldırılmasına yönelik çabaları da başarısızlıkla sonuçlandı. Büyük güçler direnerek herhangi bir tavizden kaçındıkları gibi, ayrıca Bâbıâli’den yeni tavizler istediler. Bunun sonucunda, imparatorluk, İs tanbul yönetimi Eylül 1914’te Avrupa’daki savaştan yararlanarak kapi tülasyonları kaldırana kadar, bir yan sömürge halinde kaldı. Bu süreç te, kapitülasyonlar reformları engellemekte, Osmanlı egemenliğini ve bizzat modern, bağımsız bir devlet kavramını zedelemekteydi. Tüm zorluklara karşın, reformlar, özellikle de Cavit Bey’in İdaresinde malî rejim reformları, önemli değişimler yarattı. 1909*da 148 milyon lira olan gelirler 1910’da 184 milyona yükseldi. Bugünkü IMF’ııin bir ön cülü olan Düyun-ı Umumiye İdaresi bile rejimin idari başarılarım öv güyle karşıladı. Anadolu’da, hatta yasaların pek geçmediği Doğu\la bi le, şartlar önemli ölçüde ilerlemişti. İngiltere elçilik maslahatgüzarı, Van
vilâyetinde anayasa sonrasında şartların iyileştiğini, köylülerin artık Kürt aşiretlerinin saldırılarından bile k ork m ad ık ların ı, siyasi sebeplerle tutuklanmadıklarını ve hüküm et yetkilileri ile jandarm aya barınak te min etmek zorunda kalm adıklarını belirtm ekteydi. Reformlara ve gelişen şartlara rağm en, bir ölçüde Mahmud Şev ket Paşa’nın kaprisli tavırları, bir ölçü d e de İttih ad ve Terakki Cemiye ti içindeki görüş farklılıklarından doğan hizipler yüzünden epeyce faz la bir siyasi gerginlik vardı. 1 9 1 0 -1 9 1 l ’de anlaşm azlık öylesine arttı ki, 10 Şubat 1 9 1 1 ’de Talât Bey dahiliye nazırlığı görevinden istifa etmek zorunda kaldı ve yerini daha ılım lı o lan H alil B ey ’e (Menteşe) bıraktı. Bu tür ödünler siyasi istikrar doğurm adığı gibi, İttihad ve Terakki, meclisin kontrolünü de kaybetti. Siyasi durum , İtaly a’nın Osmanlı İm paratorluğuma savaş ilan etmesi ve 2 9 Eylül 1 9 1 1 ’de Libya’da Trablusgarp’a saldırmasıyla daha da ağırlaştı. D ah a ö n ce R om a büyükelçi si olan ve Hilmi Paşa’dan sonra sadrazam lığa atan an İbrahim Hakkı Paşa, istifa etmek zorunda kaldı, yerine seksen yaşına yaklaşan Meh med Sait Paşa sadrazam oldu. M ahm ud Şevket Paşa ile İttihad ve Te rakki Cemiyeti, savaş sebebiyle, özellikle de İtalyanlar bazı Ege adala rını işgal ederek Çanakkale Boğazı’nı ablu kay a aldıktan sonra, büyük prestij kaybına uğradılar. Bunun üzerine İttihadçılar, hazır hâlâ impa ratorlukta kendi isteklerini yaptırabilm e güçleri varken, M eclis’in dağıtılmasını ve 1912 ilkbaharında erken seçim lere gidilmesini kararlaş tırdılar. 1912 seçimleri, İttihadçılar güç kullanm a ve hile yoluna gittik lerinden ‘sopalı seçimler’ diye bilinir. İttihadçılar bu seçimlerde, Make donya’daki destekçilerini yitirme pahasına da olsa, büyük bir başarı el de ettiler. Yine de İttihadçılar iktidarın tadını uzun süre çıkaramadılar. 1912’nin temmuz ayında, kendilerine H alaskar Z ab itan Grubu adını veren ve 1908 darbesini yapan ekibi hatırlatan bir askerî grup, hükü mete bir ültimatom vererek Mehmed Sait Paşa’yı istifaya zorladı. BALKAN SAVAŞLARI VE O SM A N LI Y E N İL G İSİ Halaskar Zabitân Grubünun iktidara getirdiği liberal yönetim (21 Temmuzdan 29 Ekim 1912’ye kadar Ahmet M u htar Paşa kabinesi,
rneyu«
’.v/v. -ttffi "J\
28 Ekim 1912'den 2 3 O cak 1 9 1 3 ’e kadar da Kâmil Paşa kabinesi), Ittihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı olduğu gibi İttihad ve Terakki’yi yok etmeye de kararlıydı. Liberallerin daha fazla zamanları olsaydı ve büyük güçlerden, özellikle de İngiltere’den Balkan Savaşı sonrasında yeterli destek görselerdi, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni yok ederek, ye nilgiden sonra ayakta da kalabileceklerdi. Sırbistan, Karadağ, Bulga ristan, Yunanistan’dan oluşan Balkan irtifakı, Osmanh’daki siyasi an laşmazlıklardan ve İtalya’yla süregiden savaştan faydalanarak 1912 Ekim i’nde O sm anlılar’a saldırdılar. Birkaç hafta içinde Osmanlı ordu su bozguna uğratılm ış ve Balkanlar kaybedilmişti. 9 Ekim’deçatışm a ların başlamasından ön ce, İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grev, Avam K am arası’nda “Ç atışm alar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bü yük güçler statükoda herhangi bir değişikliğe izin vermeyecektir” açık-
Osm anlı ordusu b aşlangıçta umutla girdiği Balkan Harbi'nde tauguna uğramaya basayınca» y iu lerce y ıl sü regelen Rumeli ve B alkan lard aki egem enlisi sarsılmaya ve çökmeye banladı, t e Çöküşün so n u n d a d oğu p, yaşadıktan topraklan terketmek zorunda kalan ınsanlann yaşadıktan bugün bile kucaktan, ku şağ a aktanlan ve toplumsal hayata yansıyan etkiler y ara» . Savaş sırasın d a g ö ç ed en Halkı gösteren eski bir kartpostal (Sadt Kuttu Koleksiyonu).
lamasında bulunmuştu. Ancak, bu tür açıklam alar, Osmanlı bozgunu sonrasında çabucak unutuldu. Bulgar ordusu kasım ortalarında İstan bul'un hemen dışındaki Ç atalca’da durduruldu ve 3 Aralık 1912’de bir ateşkes antlaşması imzalandı. 1 9 1 3 ’ün ocak ayında Londra’da gö rüşmelere başlansa da, Bâbıâli Edirne kentini vermeye ve Ege adaların dan vazgeçmeye yanaşmadığından görüşm eler sonuçsuz kaldı. Edirne, Bizans’ın fethinden önce imparatorluğun başkentiydi, bu nedenle, Osmanlı için moral bir güce ve İstanbul’un savunması açısından da haya tı öneme sahipti. Kâmil Paşa ordudaki m uhalefet tarafından sıkıştırılmış oldu ğundan, Edirne’nin ve Ege adalarının verilmesinde herhangi bir so rumluluk almak istemiyordu. D aha savaşta çarpışm am ış olan subaylaı; zaferin çarpışmaların sonunda elde edileceğini düşünerek yeniden savaşmak istiyorlardı. Basın da teslimiyete karşıydı, İttihad ve Terak ki ise toplumsal direnişi desteklemekteydi. 13 O ca k ’ta, büyük güçler yeniden İstanbul’u Edirne’yi verme ve adalar sorununu da kendilerine bırakma konusunda zorladılar. Güçler, yeniden çatışm a çıkarsa impa ratorluğun daha da büyük tehlikelerle karşılaşabileceğini, barışın imzalanmasından sonra da Osmanlıların büyük güçler’ın ‘maddî ve ma nevi’ desteğine ihtiyaç duyacağını İstanbul’a bildirdiler. Bu tür bir des tek sadece Bâbıâli Avrupa’nın sözünü dinlerse mümkün olacaktı. An cak, Avusturya ve Rusya Osmanlı direnişini, İrtihadçılar’m Edirne’nin başkentin savunmasında hayati önemi olduğu ve teslim edilemeyeceği fikrine dayanarak desteklemekteydi. K abine bir karara varamadan Ittihadçılar, Kâmil Paşa’yı Bâbıâli Baskını diye bilinen bir eylem sonu cunda, silah zoruyla istifaya zorlayarak 2 3 O cak 1 9 1 3*te iktidarı ele geçirdiler. Talât, bu eylemle ya milletin onurunun kurtarılacağı veya o yolda perişan olunacağını, savaşın devamını istemediklerini ama Edir ne’yi elde tutmaya kararlı olduklarını söylüyordu. Edirne’nin elden çı karılması kesinlikle söz konusu olamazdı. M ahm ud Şevket Paşa yeni, ılımlı bir kabine kurdu. Talât, Cavit ve Enver beyler gibi önde gelen İt* tihadçılarm kabinede yer almaması dikkat çekiciydi. Mahmud Şevket Paşa ise en baskın siyasi kişi olarak kaldı.
mesuliyet deıMmi, rstam*t vm%
73
Yeni kabinenin durumu kritikti. Hâzinenin boş olmasının yanı sıra Balkan devletleri de görüşmelerden çekilme ve çarpışmaya baba ma tehdidinde bulunuyorlardı. Siyasal belirsizlik gözönüne alındığın da İttihadçılar, Ali Kemal ve Rıza Nur gibi önemli muhalefet liderleri* ni satın alıp bunları arpalık mahiyetinde Avrupa’ya göndererek muha lefete karşı uzlaşmacı bir siyaset izlemeye başladılar. 3 Şubat'ta ateşkes sona erince çatışmalar yeniden başladı. Bâbıâli, büyük güçlerin müda halesini İstediyse de Avrupa’nın işe karışmasından önce Edirne’nin ve rilmesi gerektiği yanıtını aldı. Şubat sonunda Edirne düşmek üzereydi ve hükümet Prens Sabahattin’i sadrazam yapma amaçlı bir liberal dar beyi engellemek üzere önlemler aldı. Ancak, darbe İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni de radikalleştirmişti. O dönemin insanları, İttihadçılar’ın nasıl 1870 Fransız Komünü’nü taklide başladığını ve Edirne’nin nasıl OsmanlIlarda Alsace-Lorraine’in karşılığı olduğunu fark ettiler. Edir ne, altı aylık bir kuşatma sonrasında, 26 Mart’ta düştü ve bu durum İttihadçılar’ı, Osmanlı’nın ikinci başkentini çarpışmadan verme ayıbı nın yükünden kurtardı. Yine de İttihad ve Terakki Cemiyeti bir mik tar prestij yitirdi. Görüşmelere yeniden başlandı ve Bâbıâli'ye bu kez Kâmil Paşa kabinesine Önerilenlerden çok daha kötü şartlar önerildi. 23 Ocak 1913 darbesinden sonra Kâmil Paşa, Lord Kitchener’la İstanbul’daki durumu tartışmak üzere Kahire’ye gitmişti. Kitchener’a ‘Kâmil Paşa’nın halihazırdaki Türk hükümetinin uzun süre dayanacağını sanmadığı ve de kendine çok yakın gelecekte bir diğer devrim olasılığı yönünde bir duyum geldiği' söylenilmişti. Kâmil Paşa daha sonra ‘eğer İtilaf Devletlerinin, Özellikle de İngiltere’nin desteği’ olursa İstanbul’da iktidara gelme arzusunu belirtmişti. Grey'in ‘Türki ye’deki yönetim açısından uygun bir yabancı kontrolünün kurulup ku rulamaması sorununu’ değerlendirmesini istedi. ‘Bu rür bir yaklaşım Türkiye’yi yok olmaktan korumanın tek yoluydu, Kâmil Paşa da bu görevi üstlenmeye gönülden razıydı. Tabii İngiltere ve itilaf Devletleri’nin bu yabancı kontrolünü empoze etmesi gerekiyordu, çünkü bunu kendi başına ortaya atmayı başaramazdı. Ancak, eğer onlar böyle bur siyaset güderse, memnuniyetle yardımcı olurdu.’
74
ttÇıincu bOİUHI
İttihadçılar bir k o m p lo d an şü phelen d iler ve Kâmil Paşa İstan bul’a döndüğü 2 8 M a y ıs’tan itib aren fiilî ev hapsinde tutuldu. İstanbul muhafızı Ahmed C em al Bey a n ıla rın d a ‘P aşanın İstanbu l’a dönüşü, is yanın çıkm ak üzere olduğunun en kesin deliliydi’ diye yazar ve Mah mud Şevket P aşa’y ı, ‘[K âm il P aşa] İstan b u l’a cesedinizin üzerinden sadrazam yapılm ak üzere getirild i. P aşanın gelişi ayaklanm anın hemen olacağının gizli bir işaretid ir’ diye ik az ettiğini belirtir. Gerçekten de 11 H aziran’da, Edirne’nin k ay bın ın İttih a d çıla r’ın prestijini zedelediğine kanaat getiren liberaller, M eh m et Şev k et P aşa’yı öldürdüler ama ikti darı ellerine geçirem ediler. K o m p lo o rta y a çık arıld ı, kısa sürede muha lefet safdışı bırak ılarak O sm an lı ta rih in d e yeni bir sayfa açıldı. 3 0 M ayıs Lond ra A n tla şm a sın a kadar, Enez-M idye hattının batısındaki tüm top raklar gibi Edirne de B u lg arlar’a bırakıldı. 23 O cak darbesinin kahram an ı Enver Bey prestij kaybettiği gibi İttihad ve Terakki C em iy etind ek i k on um un d an da oldu ve Ali Fethi Bey [Okyar] (1 8 8 0 -1 9 4 3 ) genel sekreter seçildi. M ah m u d Şevket Paşa suikastından sonra İttihadçılar nihayet iktid ara hâkim di. M ısırlı bir prens olan ve aynı zamanda hariciye nazırlığını da elinde tutan Sait Halim Paşa (1 8 6 3 -1 9 2 1 ) tarafından kurulan k ab in e, hâlâ ılım lıydı. Kabinenin am acı, bir Arap sadrazam ın yanı sıra bir L ü bn anlı Hıristiyan olan Sü leyman el-Bustani ile D aşnak m illiyetçi hareketi m ensubu Oskan Efen d inin de katılımıyla A rap vilâyetlerinin ve Erm eni toplum unun gönül lerini almaktı. Kabinede Rum bakan o lm am ası, B alkan Savaşı’nııı Yu nan milliyetçiliğini güçlendirdiğinin ve a rtık R um toplum unun güveni lir ve Osmanlı cam iasının parçası olarak görülm ediğinin bir işaretiydi. Kabine ayrıca Talât Bey (dahiliye), H alil Bey (M enteşe) (Şûrayı Devlet başkanı), İbrahim (adliye) ve Şükrü Bey (m aarif) beyler gibi önde ge len İttihadçılar’ı da kapsıyordu. H üküm et m uhalefete karşı sert ön lemler aldı ve 3 0 0 ’den fazla m uhalif tedbir o larak Karadeniz limanla rına sürgüne gönderildi. Sultanın bir akrabası olan D am at Salih Paşa gibi birtakım komplocular asılarak idam edildiler. Balkanlardaki müttefikler arasındaki ayrılıklar sonunda savaşa yol açtı. 28 Haziran 1 9 1 3 ’te Bulgaristan Sırp ve Yunanlılar’a saldırdı»
m e jru tiy tt
’ t ' ı r y* s v /V j
75
11 Temmuz'da Rom anya Bulgaristan’a savaş açtı; ertesi gün Osman.li!ar durumdan yararlanarak Balkan devletlerinden bağımsız olarak sa vaşa katıldılar. Trakya’yı savunmasız bulan Osmanhlar, kısa süre öncc kaybetmiş oldukları topraklan geri almaya başladılar. Bir irade-i şaha ne eskiden im paratorluk topraklan olan yerlerin ele geçirilmesini buyu rurken, basın da zafer sarhoşu Yunanlılar almadan Edirne’nin zapt edilmesini istiyordu. Ancak kabine, Londra Antlaşmasının ihlali duru munda büyük güçlerin müdahale ihtimali endişesi yüzünden bölün müştü. İttihadçılar, 2 3 O cak darbesinin sebebinin Edirne olduğunu be lirterek eylem istiyor ve kenti almadıkça İttihad ve Terakki Cemiye ti’nin yönetimde bulunmasına dair manevi hakkın elden gideceğini söy lüyorlardı. 2 2 Temmuz’da, devrimin beşinci yıldönümünden bir gün önce, Enver Bey ordunun başında Edirne’ye girdi ve İttihadçılar, sözle rinde durarak kaybettikleri prestijin bir kısmtm geri kazandılar. Yaban cıların baskı ve vaatlerine karşın Bâbıâli Edirne’yi geri vermemekte ıs rar etti. Seçim bölgesi Edirne olan Talât Bey, basına ‘Osmanlı vatanse verliği artacak gümrük vergileri karşılığı satılık değildir... Edirne ancak bizim kenti savunmak için son askerine kadar kendini feda etmeye ha zır olan sadık ve cesur ordumuzun kam pahasına satın alınabilir’ açık lamasını yaptı. Büyük güçler-İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macarİstan ve İtalya- İstanbul’a karşı ortak bir cephe ortaya ko yamadılar. İtalya Türk taraftarı bir tutum sergiledi; öte yandan Alman büyükelçisi Berlin’den talimat almadığını belirtti. Sofya tek başına kal mıştı ve İstanbul’la doğrudan müzakerelere girmesi gerekti. Sonunda. 29 Eylül'de Osmanhlar ile Bulgarlar arasında bir antlaşma imzalana rak -Edirne ve Dim etoka’yı da kapsayarak-Doğu Trakya Osınanlılar’a bırakıldı. Antlaşma, ayrıca gelecekte çok ağır sonuçlan olacak olan oufus mübadelesi hakkında maddeler de içermekteydi. YENİLGİNİN YANSIM ALARI Balkan Savaşı’nın ağır yenilgileri, İttihadçılar arasında bir kendinden şüphe ve kendini dinleme dönemi başlattı. Balkan irtifakına hemen tes lim olmaya razı olmasalar da büyük güçlerin emri vakılerine kur*ı da
ha uysaldılar. Osm anlı kurum lanın çağdaşlaştırm ak için de yabana uzmanlığının gerekli olduğuna karar verdiler. Dolayısıyla da ekim ayında, Bâbıâli Alm anya’y a bir antlaşm a imzalayarak Osmanlı ordu sunu modernize edecek askerî heyetin görevlerini belirledi. Ingiltere heyetine başkanlık eden Amiral Lim pus’a göre, İngiltere'yla imzalanan deniz kuvvetleri hakkındaki antlaşm a donanm ayı yeniden yaratacak ve daha da önemlisi, im paratorlukta ağır sanayii başlatacaktı. Ahmet Cemal Bey, Sir Henry W ilson’a T ü r k le r askerî eğitmenlerini [yani Almanlar’ı] değiştiremezler [am a], geri kalan tüm konularda, mâliyede, yönetimde, donanm ada, yalnız İngiltere’nin rehberliğini arzu ederler’ diyecekti. Ancak İngilizleş O sm an lılar’ı k an atlan altına alarak Ruslar’ı dışlayacak durumda değildiler ve bunun Avrupa güçler dengesin deki etkilerinden korkuyorlardı. 1 91 3 ’ün haziran ayında, R uslar büyük güçlerin büyükelçilerine Osmanlı Ermenilerinin mağduriyetlerinin karşılanm asını, tıpkı Lübnan Örneğinde olduğu gibi Doğu A nadolu’daki Ermeni vilâyetleri diye bili nen vilâyetlerin bir Hıristiyan vali yönetim ine verilmesini önerdi. Tem muzda Bâbıâli, Osmanlı nüfusunun isteklerini dinlemek amacıyla Yüz başı Deedes ile üç M üslüm an’dan oluşan bir heyet gönderdi. Bu arada, dürüstlüğü ve adaletiyle tanınan Albay H aw ker Erzurum, Trabzon ve Van jandarmasının başına getirildi. Adliye N ezaretinde danışmanlık yapmış ve imparatorluğu gayet iyi tanıyan K ont O strorog’a göre, ‘Er meni sorununun doğrudan ve etkin yollarla çözülmesi gerektiğinden ha berdar olan Türkler, Ermeni reformunu İngiltere kontrolü altında ger* çekleştirmeye istekliydi. Sırf diplomatik sebepler bile planın gerçekleşilrilmesini engelledi’. Şubat 1914’te Bâbıâli büyük güçlerin Doğu Anadolu’yu her bi ri küçük, tarafsız devletlerden seçilmiş bir genel m üfettişe sahip olacak altı bölgeye ayırma önerisini kabul etti. Genel m üfettişler etkili yöne tim için gerekti reformlarla görevlendirilecekti. A ncak, yabancı deneti mindeki bu reformlar, gazeteci Ahmet Emin Yalm an’ın izlenimlerine göre, ‘Doğu 5orunu jargonunda kesip atmaya bir girizgâhtı. Türk ege menlik haklarının devamı kurgusu, her hal ve şartta, bir uyutucu mal*
m evaiiyet devrimi, reform w » v a ş ‘a ^ oiıçta, " fj
zeme’ demekti. Nisan 1914’te, Rus ajanlarınca kışkırtılan Kürt aşiret leri Bitlis Ermenileri’ne saldırınca, Bâbıâli bölgeye asker gönderdi ve Ermeni topluluklarına kendilerini savunmaları amacıyla silah dağıttı. Bir Ermeni gazetesi, gericilere karşı kenti savunmak üzere Osmanlı yö netiminin silah dağıtacak kadar kendilerine güvenmesini övdü. Aslın da, Bitlis Ermenilerinin silahlandırılması, Ittihadçı devletin zayıflığını gösteriyordu; bu, devletin Doğu Anadolu’daki tebaasını koruyamaya cağının, yani her modern devletin en temel görevini yerine getiremeye ceğinin, samimi bir itirafıydı. Ancak, isyankâr Kürtler daha sonra or taya çıkabilecek şiddet olaylarının önüne geçilmesi amacıyla cezalandı rıldılar. Mayıs ayında, on bir kişi suçlu bulunarak idam edildi ve ceset leri herkesin görmesi amacıyla kentte teşhir edildi. Temmuzda reform programının ilerleyebilmesi için Meclis, iki genel müfettiş ve bunların emrindeki kişiler için 40.000 sterlinlik bir harcamayı onayladı. Osmanlıların Balkan Savaşı süresince ve sonrasında diplomasi alanında dışlanmasından beri İttihadçılar Avrupa’daki iki bloktan bi riyle ittifak kurmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Bu ya İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan Üçlü İtilaf olacaktı veya Almanya, Avus turya ve İtalya’dan kurulu olan Üçlü İttifak. İttihadçılar Üçlü İtilah tercih ederek sırasıyla İngiltere, Fransa ve Rusya’ya yanaştılar, ancak bunların her biri tarafından geri çevrildiler. Almanya da Balkan Savaşindaki Osmanîılar’ın başarısızlıkları sonrasında İstanbul’la bir ittifa ka girmekte aynı derecede kararsızdı; Osmanlılar hem askeri hem dip lomatik bir yük olmaya adaydı. Ancak Haziran İ 9 l4 ’te Avusturya-Sırbistan savaşının çıkmasından sonra, Berlin, bir Osmanlı işbirliğinden kazanacağı şeylerin kaybedeceklerinden daha fazla olduğunu hesapla dı, Berlin ancak savaşa gireceğinden kesinlikle emin olduğu zaman İs tanbul’a yöneldi. 28 Temmuz’da Berlin, Bâbıâli’ve, “sadece Bâbıâli or dusunu sadece savaş durumunda Alman askeri yönetimine bırakır" ve Rusya savaşa düşman kuvvet olarak katıldığı takdirde Osmanlılar Al manya'nın yanında yer almayı kabul ederlerse, Rusvayn karşı Osmanh toprak bütünlüğünü koruma garantisiyle kesin irtifak antlaşması şartlan önerdi. Alman imparatoru, Osmanlı İmparatorluğu nu ve ha
lifeliği. İngiltere’ye karşı cihad ilan etm enin tem eli olarak gördü. Nite kim büyükelçisine İn g ilte re ’nin suratından H ıristiyan barışçıllığı mas kesi apaçık yırtılmahdır... T ürkiye ve H in d istan ’daki konsoloslarımız, ajanlarımız ve diğerleri, tüm M ü slüm an âlem ini bu tiksindirici, yalan cı ve vicdansız millete karşı vahşice ay ak lan m ak üzere tutuşturmalıdır; çünkü biz ölümcül yaralar da alsak en azından İngiltere de Hindistan’ı kaybedecektir' diye yazıyordu. ALMANYA’Y LA İT T İF A K Gizli ittifak 2 Ağustos 1 9 1 4 ’te im zalandı. B âb ıâli, ask erî heyete ‘savaş yönetiminde etkin kontrol’ konusunda güvence vererek Osmanlı ordu sunu bu heyete bağladı. Alman tarihçi Fritz F isch er’e göre, ‘ittifak bir yandan Cihad’a yol verecek pan-İslâm ist hareketi serbest bırakmak içindi. ... Türkiye böylece A lm anya’nın savaş stratejisinde ikili bir rol üstlendi: Rusya’nın K aradeniz’de ve Batılı m üttefikleriyle iletişimini sekteye uğratan Boğazlar’ın koruyucusu rolü ile aynı zamanda Rus ya’nın güney kanadına karşı süreğen bir tehdit oluşturup bu şekilde In giltere’nin en kolay incinebilir iki noktasına, H indistan ve M ısır’a sal dırı için bir sıçrama tahtası oluşturm a rolü’. İttihadçılar, Almanya’yla ittifakı im paratorluğu Avrupa emper yalizminin hırsından korum ak için bir sigorta anlaşm ası olarak gördü ler. O dönemdeki çoğu gözlemci gibi savaşın kısa süreceğini ve Alman hamileri tarafından kollanacakları bir m üzakereli antlaşm ayla bitece ğini düşündüler. İngiltere’nin Osm anhlar için İngiltere tersanelerinde inşa edilmiş iki savaş gemisine el koym a k ararı, ülkenin genel hissiya tında derin izler bıraktı ve Almanya’nın im paratorluktaki konumunu güçlendirdi. İngiltere filosu, İstanbul savaşa katılm adan çok önce Boğazlar’ı ablukaya almaya başlamıştı. Kabine buna 3 Ağustos'ta sıkıyö netim ve seferberlik ilan ederek karşılık verdi. T alât Bey, seferberliğin savunmaya yönelik bir önlem olduğunu; İngiltere ile Fransa Osmanlı toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunm ası için ayrı ayrı ga ranti vermeleri, ayrıca kapitülasyonların kaldırılm asını kabul etmeleri durumunda Bâbıâli’nin savaş sonuna kadar tarafsız kalacağını açıkla*
me*rutîyel Evcim i, reform v t
{ ly A ı^ .î:
79
dı. Londra ve Paris bunu yapmaya isteksizdi; İtilaf Devletleri'ni bir arada tutan en önemli unsurlardan biri de Osmanlı topraklanmn bö lünüp paylaştırılması sözüydü. Seferberliğin ekonomik sonuçları, özellikle de tarımda, çok cid di oldu. On sekiz ile kırk yaş arası erkekler tam da hasat zamanı aske re çağrıldılar ve kadınlar onların işlerini üstlenmek zorunda kaldı. Ül kenin zaten kötü durumda olan mâliyesi de olumsuz bir şekilde etkilen di ve hükümeti Berlin’in avucuna daha da fazla itti. 10 Ağustos’ta iki Alman savaş gemisinin, Goeben ve Breslau’nun Marmara Denizi'ne sı ğınmaları, özellikle de önceden İngilizler tarafından kontrol edilen Osmanlı donanmasına karşı* Almanlar’ın elini daha da güçlendirdi. Osmanlı kabinesi gemilerin silahsızlandırılmasını önerdi. Ancak İstan bul’daki Alman büyükelçisi Baron von Wangenheim böyle bir önlemi almayı reddetti ve Osmanlılar gemileri geri çevirirlerse Ruslar’a katıla rak imparatorluğu parçalama tehdidinde bulundu. Kabine bu tehdit üzerine başka bir önlemi, Almanlar’ın gemileri Osmanlılara satnğı kur gusunu tercih etti. îttihadçıiar çekingen mizaçlı insanlar değillerdi ve bu olayı büyük güçlere karşı ellerini güçlendirmekte kullandılar. Eylülde kapitülasyonları tek taraflı olarak ve diplomatik protestolara karşın lağvettiler. Aynı zamanda, Bulgaristan ve Romanya Üçlü İttifak tarafın dan ikna edilmedikçe savaşa girmeyeceklerini ifade ederek tarafsızlıkla rını vurguladılar. Eylül 1 9 1 4 ’teki Marne Muharebesinin Fransa’nın ba şarısıyla sonuçlanması, îttihadçıiar arasındaki tarafsızlık yanlılarım güçlendirdi. Fransa’daki başarısızlıktan sonra Alman Genelkurmay'*, savaş planlarında önemli değişikliklere gitmek ve Rusya’ya karşı bir “yerinde tutm a” operasyonu yapmak zorunda kaldı. Bu, Osmanlılar'm Kafkaslarda Rusya’ya karşı bir cephe açmasını gerektiriyordu. Bu an dan itibaren, Bâbıâli’ye karşı baskı günden güne arttı; hükümet aln haf talık seferberliğin malî sıkıntısını hissetmeye başladıkça Berlin de BabI âli’nin para ihtiyacından yararlandı. Almanya, Amiral Wilhelm Souchon yönetime getirilip Amiral Limpus yönetimindeki İngiltere heyeti geri çağrılınca, Osmanlı donanmasını da cıimden kontrol eder hale gel di. 1904’ten beri Osmanlı Gümrük, sonra da Maliye nezaretlerinde da
n ışm an lık y a p m ış o la n Richard Crawford
da istifa edince, Alman uzmanlar Osmanlı Devleti’ni fiilen ele geçirdiler! A m erikan elçisi, *... Almanya’nın Türk donanm ası üzerinde büyük etkisi var; askerî heyetleri fiilen Türk ordusunu yöne tiyor. Ayrıca von der G oltz [Golç Paşa] ile büyükelçileri de kabineye danışmanlık ya pıyor’ diye yazıyordu. 2 7 Eylül 1 9 1 4 ’te Cavit Bey, günlü ğünde ‘Eminim ki Almanya biz savaşa gire ne kadar bize h iç para vermeyecek’ diye an latıyordu. Berlin’e ülkenin darboğazda ol duğu anlatıldı ve ekimde, Osmanhlar sava Almanya güttüğü siyaset gereği
şa girerse devamının da geleceği vaadiyle
Osmanlı Devleti üzerindeki
kredinin ilk bölümü geldi. 2 9 Ekim’de, En
emellerini gerçekleştirmeye doğru
ver Paşa’nm da desteğiyle, Amiral Souchon
adımlar atarken, özellikle orduya tilkim olmayı planladı. Mahmud
Karadeniz'deki R us gemi ve limanlarına
Şevket Paşa, Mahmud Muhtar Pa$a,
saldırdı, böylece Osm anhlar saldırgan taraf
Enver Bey gibi subaylan da saflanna (ekti. Resimde Osmanb ordusunda hizmet veren Baron von der Goltz (Golç Paşa) (Sacit Kutlu Koleksiyonu).
haline geldiler. Olayın zamanlaması Alman stratejisi tarafından belirlenmişti. Alman lar, Polonya’ya karşı daha yeni bir saldın başlatmışlardı ve Rus güçlerinin Kırım ve
Odesa bölgesinde bağlı kalmasını istiyorlardı. Karadeniz olayından son ra, Ruslar Kafkaslar’da bir saldırıya geçmek zorunda kaldılar ve Avru pa cephelerindeki birliklerini buraya yönlendirdiler. Osmanlılaruı sava şa girmesi Ortadoğu’da, özellikle de Osmanlılaruı tarihi bir hak iddiası na sahip olduğu Mısır’daki İngiliz güçleri üzerinde benzer bir etki yap tı. Rusya, İngiltere ve Fransa Bâbıâli’ye savaş ilan ettiklerinde Osmarıl1* lann bu güçlere karşı cihat ilan etme olanağı doğdu, tüm Müslümanlar’ro sultan-halifenin düşmanlarına karşı savaşmasının kutsal bir görev olduğu duyuruldu. Amaç, sömürgelerdeki M üslüm an halkları ayaklan dırmak ve yurt içindeki Müslüman askerleri de motive etmekti.
mt>>(A>Vtt dtvriiffl. («fa»"»
itSJVSJ (l90&-'.9lS 8 ı
Almanya’nın stratejik ihtiyaçlarınca yönlendirilerek Osmanlılar 1914’ün aralık ayında büyük bir saldırıya geçti. İngilizler buna Çanak kale Boğazinın uç tabyalarını bombalayarak karşılık verdi; bu İstan bul'da büyük endişeye yol açtığı gibi, hükümetin Anadolu’da Kon ya’ya veya Trakya’da Edirne’ye taşınması tartışmalarını başlattı. Sarı kamış taarruzu, kış ortasında böyle bir saldırıya hazır olmayan Osmanlı ordusu için bir askeri facia oldu. Bronsart von Scellendorff’un kurmay başkanı olduğu ve Enver Paşa tarafından yönetilen ordunun büyük bir bölümü yok oldu ve Enver 1915’in ocak ayında İstanbul’a yıkılmış bir adam olarak döndü. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLILAR'IN ROLÜ Osmanlıların savaşı iki temel aşamaya bölünebilir: Kasım 1914’ten Rusya’da devrimin başladığı Mart 1917’ye kadar olan ‘kriz ve canlan ma yılları’ olarak nitelendirilebilecek süre; Mart 1917’den Ekim 1918’e kadar süren ‘umutların belirmesi ve yenilgi’ dönemi. İlk aşama* nın büyük kısmında, imparatorluğun durumu genelde istikrarsızdı. 1915’te İngiltere ve Fransa tarafından Rusya üzerindeki baskıyı azalt mak ve Güney Rusya’ya Karadeniz üzerinden bir ikmal yolu açmak amacıyla başlatılan Çanakkale seferi, imparatorluğun yaşamını tehdit ediyordu. Ocak 1915’e gelindiğinde durum İttıhadçılara ayrı bir barış antlaşması yapmayı düşündürecek kadar tehlikeli olmuştu. İngiltere'ye bu teklifle yanaştılarsa da geri çevrildiler. Dış tabyalara yönelik ilk bü yük bombalama 19 Şubat 1915’te başladı. İtilaf güçlerinin Çanakkale Boğazinı geçerek başkente varabileceği korkusu o kadar fazlaydı ki, İttihadçılar Anadolu ve Trakya’ya çekilerek mücadeleye oralardan de vam etme hazırlığına giriştiler. Mart ayına gelindiğinde durum çok umutsuzlaşmışti ama Fransız savaş gemisi Bouvet 18 Mart günü boğa zın girişinde batırıldığında İttihadçılar’ın morali yükseldi. Churchill'ın Çanakkale Boğazı’nı denizden bombardımana tutması, esasında Yu nanistan ve Bulgaristan'ı İtilaf Devletleri safında savaşa sokmaya yö nelik siyasi bir harekâttı. Hattâ, Churchill bombardımanın başkentte ki Rum ve Ermeniler’in ayaklanmasına yol açacağını, İngiliz propa
8 2 uzuncu bölüm
ganda m etinlerinde ‘O sm anlı Y ah u d ileri’nin etkisi altındaki ateistler ve m asonlar’ o larak tan ım lan an İttih a d çıla r’a karşı bir M ü s lü m a n ha reket başlatacağını um m aktaydı. İn g ilizle ş İttih ad ve Terakki Cemiye* ti’nin Prens Sab ah attin önderliğind eki lib eral m uhaliflerinin ftrsat bul dukları anda hüküm eti devirm ek için bir d arbe yapacakları fikrine gü veniyorlardı. D olayısıyla, îttih a d çıia r iki ceph ede savaşmanın yanı sı ra içeride de bir darbe ihtim aliyle uğraşm ak zorunda kalacaktı. Diğer cephelerden gelen haberler de aynı d erecede cesaret kırıcıydı: Mayıs 1 9 1 5 ’te Doğu A nadolu’ya ilerleyen R u s güçleri Tutak, Malazgirt ve Van'ı ele geçirm iş, büyük bir kış taarru zu için hazırlık yapmaktaydılar. İngilizler’in Irak ’taki ilerleyişi, 3 H az ira n ’da K u t’ül-Amare’yi almala rıyla devam etti. Ö te yandan O sm a n lıla r M ısır’da herhangi bir varlık gösteremediler. T üm bu nlar yetm ezm iş g ibi, o zam ana kadar tarafsız kalmış olan İtalya’nın da İtilaf D ev letleri’ne k atılacağı düşünülüyordu. A nadolu’daki R um ve E rm en i gru plarının tehciri ve katliamları işte tam da bu sırada başladı, O sm an lılar R u m ve Ermeniler’in düş manla işbirliği yaptığına inanm ışlardı. O sm an lı M eclisi M art 1915’te oturumlarına ara verdiğinde, kabine 2 7 M ay ıs 1 9 1 5 tarihli bir kanunı muvakkat yayınlayarak E rm en iler’in, daha so nra da Rumlar’ın, sa vaş bölgelerinden düşm ana yardım edem eyecekleri bölgelere yerleşti rilmesini istedi. 1 9 1 8 ’de im zalanan ateşkesin hem en ertesinde, Osmanlı M eclisi’ndeki Rum tem silciler B atı Anadolu Rum roplumıına karşı uygulanan başka yerde iskân politikasınd an General Liman von Sanders’i ve Alman ordusunu sorum lu tuttular. Sadrazam sürülme ola yını kendine sorduğunda von Sanders ‘Bu sürgünler durdurulsaydı, Türk ordusunun güvenliğini garanti edem ezdik’ diyerek savaş sırasın da askerî ihtiyaçların siyasi etm enlerin önüne geçtiğini vurguladı. Ay rıca, Alman G enelkurm ayının kendinin R u m lar’ın Ayvalık bölgesin den atılmasına yönelik uygulamasına tam am en katıldığını iddia etti. Bu politika, katliamlara ve gayri-M üslim ler için büyük acılara yol aç* tı. Ancak, K ö ln iscb e Z eitım g'un 1 9 1 5 -1 9 1 6 yıllarında Osmanlı İmpa ratorluğu muhabiri olan Dr. H arry Stürmer, T w o W ar Years iti Cons* tantinople (İstanbul’da İki Savaş Yılı) adlı anı kitabında (Londra.
nejrutrre? devrimi, tefem w s»va}
83
1917, s. 5 9 -6 1 ) ‘Tehcir 1916 yazında Ermeni Patrikliğinin düşüşii sonrasında seyrelmeye başladı ve Aralık 1916’ya gelindiğinde önceden askerlikten muafiyet vergisini vermiş olanların toplanmasıyla birlikte neredeyse durdu’ diye yazdı. Durum, 1917'de Rusya’da devrim olma sından sonra yine kötüleşti. Burada belirtmek gerekir ki, devlet tarafından desteklenen ide oloji pan-İslâmizm ve O sm anlıcılıktı; genelde belirtildiği gibi Türk milliyetçiliği değildi. İttihadçı çevrelerde artan bir milliyetçi bilinçlen me vardı ve bu, bir Rusya Türkü olan Yusuf Akçura’nın çevresinde toplanmış T ü rk Yurdu grubunda kendini ifade ediyordu. Ancak bu grup düşüncelerini çok açık ifade edebilse ve özellikle basında sesi çok duyulsa da, hükümet politikasında, özellikle de dış politikada hükü-
Anadolu'da Ermenilere yönelik tehcir ve katliam oiaytan Doğu cephesinde Rujlara, Irakta Ingillzlere karşı alınan yenilgiden sonra başladı. Gerekçe ise Ruslarla işbirliği yapbfclanru inanılan Ermenilerin savaş bölgelerinden uzaklaştırılmasıydı. O yıllaıdaKİ amele taburlarında Crmentfet
8
« jı^ıiK'i l'olum
met ideolojisi üzerinde etkisizdi. Bunun sebebi sadece kısmen pragmatikti ve daha çok hem yönetici seçkin sınıfın hem de seferberlikte olan genel halk kitlelerinin bilinç düzeyiyle ilgiliydi. İmparatorluktaki hal kın büyük kısmı Müslüman’dı ve henüz simgeleri olmayan milliyetçi lik yerine din» dayanışma isteğinden daha kolay etkileniyorlardı. Hali felik ve saltanatı kuşaklardır birleştirmiş olan Osmanlı Hanedaninın sahip olduğu karizma da dinî çağrıları kolaylaştırıyordu. Ayrıca, İslâ mî dayanışma çağrısının sadece Arap taşrası ve Kuzey Afrika’da değil, aynı zamanda İttihadçılar ve Almanlar’ın düşmanlarına karşı ayaklan malar çıkmasını umdukları Iran, Afganistan ve Hindistan’da da etkili olması beklenmekteydi. 1915’in ikinci yarısı boyunca askerî durum umut verici değildi. Çanakkale saldırısının başarı ihtimali ve bir İngiliz-Fransız işgali teh didi başkentin üzerinde asılı kaldı, bir Bulgar saldırısı ihtimali ile de derinleşti. Hariciye Nazırı Halil Bey [M enteşe], anılarında ‘Bulgarlar bize çarpıştığımız dönemde arkadan saldırsalardı ... Gelibolu’daki du rumumuz felâket olurdu’ diye yazıyordu. Eylül ayında durum o kadar kötüydü ki İttihadçılar Bulgaristan’ı Üçlü İtilaf*a katılmaktan vazge çirmek için Sofya’nın istediği toprakları vermeyi kabul ettiler. Bu, Bal kanlarda güç dengesini değiştiren bir olay, savaşta bir dönüm noktası olarak görüldü. Sonrasındaki Sırp-Bulgar savaşı, Sırplar’ın yenilgisiyle sonuçlandı ve Berlin ilk kez İstanbul’a doğrudan bir karayolu bağlan tısı kurabildi. Ayrıca Çanakkale seferi de İtilaf Devletleri açısından ba şarısızlığa uğruyor gibi görünüyordu. 1916’nın ocak ayında, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadasindan çekilmeye başladılar. Çekilme haberi gelir gelmez başkentte Ittihad ve Terakki Cemiyeti tarafından şenlikler düzenlendi. Ancak ba sında ‘Büyük Zafer’ olarak anılan bu olayın kalıcı önemi, Osmanlı/Müslüman moral değerlerine getirdiği canlılıktı. Tek bir darbeyle Balkan Savaşlarının travması da beraberinde getirdiği aşağılık komp* leksiyte birlikte ortadan kalkmıştı. O sm anlılar yüz yıldır başkentlerini tehdit etmekte olan İngiltere donanmasını (ve ordusunu) yenerek nihaî bir zafer kazandıklar» kanısındaydılar. Ayrıca içinde bulundukları itti
(re jru ity e l d e v n tri. rd » ™ «
(ıy> .-i)-.3ı « 5
fakta üstlerine düşenden fazlasını yerine getirdiklerini, Almanlar'ın da bunu görüp ödüllendirmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak, İngiltere’nin Gelibolu’dan çekilmesi krizi sona erdirme di; kriz yeni bir şekle büründü. Ocak 1916’da Kafkaslar’daki Rus or dusu yeni bir saldırıya geçerek 16 Şubat’ta Erzurum’u ele geçirdi ve Anadolu yolunu açtı. Nisan ayında Trabzon düştü, temmuzda ise Er zincan. Erzurum’un düşmesi öncesinde General Falkenhayn, müttefik lerinin, özellikle de Türkiye’nin endişe verici durumuna dikkat çekti ve ülkenin ‘uzun süre ayakta kalamayacağını, daha şimdiden barış İmza lama isteği gösterdiğini’ belirtti. Ne tuhaftır ki, bu Anadolu kentlerinin düşmesiyle beraber İttihadçılar için barış ihtimali azaldı. 1916’daki Osmanlı savaş hareketleri içinde, Osmanlı ordusunun İngiltere öncü kuv vetlerinden Irak’taki Kut’ül-Amare kentini alması ve General Townshend ile ordusunun teslim olması, tek parlak noktaydı. Ancak, bu za ferden sonra gelebilecek herhangi bir kutlama, yerini kısa süre içinde umutsuzluk ve öfkeye bıraktı, çünkü İttihadçılar Haziran 1916 sonla rında Hicaz’daki Arap ayaklanmasının haberini aldılar. Anadolu ve Arap vilâyetlerinde kaybedilen topraklar gözönüne alındığında, bunlar geri kazanılmadan barış imzalamak mümkün değildi. Eylül 1916’da hem Almanlar hem Osmanhlar, birinden birinin topraklan düşman iş gali altındayken barış antlaşması imzalamamaya söz verdiler, lttihadçtlar artık Almanya’ya her zamankinden de fazla bağımlıydılar. Bu du rum, Osmanlı birliklerini, Anadolu kısmen Rus işgalindeyken, Avrupa sahnesine yollama kararında görülebilirdi. Bâbıâli, eğer zafer kazanıla caksa bunun Avrupa savaş alanlarında kazanılacağının farkındaydı. Genel kriz 1917’de de derinleşerek sürdü. Savaşın devamının ya rattığı yük, ancak tarafsız bir Washington’ın arabuluculuğuyla yapıla cak bir barışla kaldırılabilirdi. Ne var ki, İngiltere ile Fransa, Rus ve İn giliz orduları Anadolu ile Arabistan’da ilerlemeyi sürdürür ve her geçen gün daha az direnişle karşılaşırken Başkan Wilson'm barış önerilerini reddettiler. 1917’ye gelindiğinde Osmanhlar en az 300.000 kayıp ver mişti ve çok düzensizdiler. Ancak Rus ilerlemesi de yavaşlamıştı. Bunda kötü iletişim, savaş yorgunluğu ve devrimci hoşnutsuzluk da rol oynadı.
86
uçünfu bolum
Mart 19 1 7 ’de Rusya’da devrim olmasa, Osmanlılar Rus ilerlemesi kar şısında çökebilirlerdi. Çarın mutlakıyetçi rejiminin çöküşü kendi de çök me noktasındaki İttihadçı rejime hayata yeniden başlama şansı verdi. Paşalığa yükseltilmiş olan Talât Bey, 3 Şubat 1917’de Sait Ha lim Paşa’nın yerine sadrazam oldu. Ancak, tükenmiş bir devletin iç çe lişkilerini düzeltme adına pek de bir şey yapamadı. Rusya’daki devrim erken bir barış umudunu yeşertirken, hâlâ zafere inanan Berlin’deki generalleri korkutuyordu. Enver Paşa bunlara Osmanlılar’ın savaşa devam edecekleri garantisi verdi. 6 N isan’da Washingron’ın Alman ya’ya savaş ilan etmesi ve Bâbıâli’nin de Alman baskısı altında ABD’yle ilişkileri koparması, moral bozucu bir darbe daha oldu. Ber lin, İstanbul’dan Alman denizaltıları İngiltere’yi dize getirene ve onurlu bir barışa ikna edene kadar dayanmasını rica etti. Savaş yorgunlu ğunun bir sonucu olarak, Enver tarafından yönetilen savaş grubu gü cünü kaybetti ve siyasal güç yeniden İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin diğer hiziplerine kaydı. Enver Paşa’ya İttihad ve Terakki Cemiyeti içe risinde Mustafa Kemal’le aynı düşünceleri paylaşanlardan biri olan Fethi Bey [Okyarl gibi bazı rakiplerince meydan okundu. Artık, Os manlıcılık ideolojisi yerine “Türk Anadolu milliyetçiliği”nden de bah sediliyordu. Yine de Osmanlıcılık/pan-İslâmizm hâkim esas ideoloji olarak kaldı. Rusya’daki durum 1 9 1 7 yılı boyunca kötüleştikçe Osmanlılar 1915’ten beri Rus işgalinde olan bölgeleri geri aldılar. Özellikle Bâbıâli Avusturya’yı desteklemek için Galiçya’ya birlikler gönderdikten sonra imparatorluğun kaybettiği toprakları geri almasına yol açacak bir onurlu barıştan yana umutlanan İttihadçı basın artık ne pahasına olursa olsun barıştan bahsetmiyordu. Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nden ve İtilaf Devletleri’nin her an gerçekleşebilecekmiş gibi duran yenilgisinden sonra, İttihadçılar’ın savaştan beklentileri arttı. Hükü met Mısır’ın, Arap vilâyetlerinin, ve Kıbrıs’ın Osmanlılar’a geri veril mesini isterken pan-Türkçü basın da Kafkaslar’a bakarak Rusya, İran ve hatta Afganistan’ın Türk/Müslüman halklarının birliğinden bahset meye başladı.
r ayottygl Jc.r.mi. ,-<‘orm y
fcjeS-vH . 8 7
İttihadçılar kendilerini potansiyel bir bölgesel büyük güç ola rak, ‘Ortadoğu’nun Japonyası’ olarak görmeye başladılar. Buna da yanarak, imparatorluğun bölgedeki jeopolitik konumunun güçlü bir donanmaya sahip olmast gerektirdiğini düşünerek, İstanbul'un Almanlar’ın ele geçirdiği Rus Karadeniz filosundan aslan payını alması gerektiğini öne sürdüler. Bu kişisel değerlendirme Alman emperyalist amaçlarıyla ve yaratacağını düşündüğü yeni dünya düzeninde impa* ratorluğa biçtiği rolle çatışıyordu. Ancak, ülkenin yürekler acısı ekonomik durumunda bir deği şiklik olmamıştı. Yiyecek ve yakıt bulmak neredeyse imkânsızdı; baş kent halkı büyük sıkıntıda olsa da direnişe geçer şekilde örgütleneme mişti. Mazine boştu, Ekim 1917’de hükümet Almanlar’m Düyun-i Umumiye’deki mevduatına karşılık olarak 50 milyon liralık para bas tı. Bolşevikler ile Almanlar arasında Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması İttıhadçılar’ın savaşa girme kararının haklı çıktığım gösterir gibiydi. Yalnız toprak kazanmakla kalmamış aynı zamanda Kafkaslar’da ‘bizle kuzeydeki Rus etki alanı arasında bir kale duvarı gibi duran’ bir güvenlik bölgesi de edinmişlerdi. Osmanlı etkisinin ar tışı, artık tamamen Almanlar’a bağımlı olduklarından, İttihadçılar’m sürdüremeyecekleri bir aldatmacaydı. 1917 başlarında yaşanmış olan savaş yılgınlığı ve moral bozuk luğu, 1918’de Alman saldırısının başarısızlığının ertesinde sonrasında İttıhadçılar’ı yeniden etkisi altına aldı. Başkenti doyurabilme sorunu her zamankinden daha kuvvetliydi. Temmuzda başlayan İngiliz hava saldırıları, moral bozukluğunu ve barış arzusunu arttırdı. Gün geçtikçe İttihad ve Terakki Cemiyeti içindeki sivil unsur kuvvet kazandı. Askeri ve posta sansürleri sonrasında siyasi sansür de II Temmuz 1918”de kaldırıldı. Sultan Mehmed Reşat’ın 3 Temmuz 1918’deki ölümü, tahta Ittihadçı karşıtı VI. Mehmed’i [Vahdettin] (sallanan 1918-1922) çıkar dı. Yenİ padişah hemen anayasal otoritesini ilan etti ve İttihadçılar m atadığı yaverlerini kendi adamlarıyla değiştirdi. Eylül başında, Berlin İstanbul halkının duyurulabilmesi amacıy la borç vermek zorunda kaldı. İmparatorluğun durumu o kadar ko-
tüydü ki, Talât Paşa durumun vahametini anlatabilmek amacıyla Ber lin’e gitti. İstanbul’a dönerken de Bulgar Çarı Ferdinand’ı görmek üze re Sofya’ya uğradı. Ancak, Bulgaristan barış görüşmelerine başlamayı düşündüğü için bu ziyaret iptal edildi. Böylelikle, Talât Paşa, savaşın Osmanlılar için sona erdiğinin, jttihadçılar’ın da İttihadçılık ve Almanlar’la ittifakla lekelenmemiş bir hükümete yer açması gerektiğinin ayırdına vardı. Talât 8 Ekim ’de istifa etti ve yerine Ahmet İzzet Paşa geldi. M edis’te savaşa devamın yararsızlığı hakkında konuşulduktan sonra hükümet barış görüşmelerine başlamaya karar verdi ve 30 Ekim 1918’de Mondros M ütarekesini imzaladı. İşte bu olay, Osmanlı İmparatorluğu için Birinci Dünya Savaşfnın bittiğine bir işaret oldu. Savaş yenilgiyle sona ermişti, ama on yıllık Meşrutiyet yönetimi, özellikle de savaş yıllarında, Osmanlı toplumunu değiştirmişti. Savaş, îttihadçıiar için, toplumsal olan her şeyi ve bizzat toplumu belirlemişti. Dinamikleri gereği savaş, tüm diğer toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel süreçleri boyunduruğuna ala rak en kapsamlı olay haline gelmiş ve doğrudan ya da dolaylı olarak toplumun her bireyini etkilemişti. Ancak savaşın bu özelliği bizleri farklı gruplar ve kişilerin de etkilendiği gerçeğini görmezden gelmeye yöneltmemeli: çoğunluk için yıkımı temsil eden şeyler bazı Müslümanlar için bir nimet olmuştu. Bunlar, zenginleşerek yeni bir işadamı sını fı, doğmakta olan bir burjuvazi oluşturdular. Bu ‘yeni sınıfın doğuşu, belki de on yılın en önemli gelişmesiydi. Anayasanın yeniden yürürlüğe konması sonrasında, kimi aydınlar Osmanlıların kapitalizmi kurup kendi burjuvazilerini yaratmadıkça 20. yüzyılda hayatta kalamayacaklarını gözlemlediler. Bunu gerçekleş tirmek İttihadçılarm temel görevlerinden biri haline geldi. İttihad ve Terakki Cemiyeti bir ‘milli ekonomi’ kurulması kampanyasına impa ratorluk çapında küçük ticarî işletmeler ve bankalar açarak önderlik etti; böylece, yeni rejimle arasında çıkar birliği olan bir küçük çekir dek grup oluşturdu- Eylül 1914'te kapitülasyonlar kaldırılınca büyük toprak sahipleri ürünlerini -buğday, pamuk, tütün, vb.- doğrudan Al man ve Avusturyalılar’a satarak zenginleşti. Bu tür insanlar, Sevr Ant-
mtyutryef devrmi.
rtbmve « v t j (ıjflO-işrtj 8 9
laşması’nın yerine getirilmesini önleme amacıyla savaş sonrasında or taya çıkan milliyetçi hareketin belkemiğini oluşturdu. Oluşan burjuvazinin yanı sıra, savaş, aynı zamanda savaş üreti mi amacıyla Alman gözetiminde kurulmuş fabrikalarda sınırlı bir işçi sınıfını da yarattı. Zanaatkarlar, gönderildikleri Almanya’daki fabri kalarda çıraklık ederek modern üretim teknik ve becerilerini öğrendi ler. Bunlar sadece yeni beceriler değil, aynı zamanda yeni bir siyasi bi linç de kazandılar; hatta içlerinden bazıları 1918 sonlarında Alman ya’da patlak veren komünist devrime bile katıldılar. Meşrutiyet döneminde, özellikle de savaş sırasında, kadınlar da önemli bir rol oynadılar. Kadınları toplumun en karanlık bazı uy gulamalarından kendilerini kurtarmalarını teşvik eden birtakım ka dın dergileri yayımlandı. Kadınlara kendilerini eğitmeleri, aile ve top lum içinde aktif bir rol oynamaları öğütlendi. Çağdaşlaşmacılarm or tak görüşü, eğer kadınlar eşit ortaklar olarak toplumda yer almaya caklarsa Osmanlı toplumunun çok yavaş ilerleyeceği yönündeydi. 1912 Balkan Savaşı’yla başlayarak kentli kadınlar önce hemşirelik yapmaya, sonra da telefon santrallarında Hıristiyan kadınların yerini almaya başladılar. Köylü kadınlar hep tarlada çalışmışlardı ama er kekleri askere alınıp cepheye yollanınca daha da fazla çalışmaya baş ladılar. Kadınlar yeni Türkiye yaratılırken kritik bir rol oynamayı sür dürdüler. Özetle, Meşrutiyet dönemi Osmanlı halklarının, özellikle de kendilerini Osmanlı yerine Türk olarak görmeye başlayanların zihni yetini değiştirdi. Yazar Vâlâ Nurettin, devrimin kırk altına yıldönü münde şöyle yazıyordu: “Eğer Türkler İkinci Meşrutiyet dönemim ya şamasaydı, vatan ve millet kavramları yaygınlaşamayacaktı. Memle ket ve halk padişahın malı olarak kalacaktı. Halk, hâlâ Haşmetmeapları en iyisini bilir; onun hikmetinden sual olunmaz’ diye düşünecekti. Bu şartlar altında bir milli mücadele mümkün olmazdı. Büyîik ihtimal le bugün ortada bir Türkiye Cumhuriyeti olmaz ve Türkiye Ortado ğu’da ancak bir krallık olabilirdi.”
O k u m a ö n c r Il e r İ
Feroz Ahmad, ittih a t v e T e r a k k i: 1 9 0 8 - 1 9 1 4 , çev. N ııran Yavuz, İstanbul Kaynak Yayınları, 1995. Feroz Ahmad, '‘O sm anlı İm paratorluğu’nun Sonu” , M arian Kent (der.) Osmanlı İm p aratorlu ğ u n u n S on u v e B ü y ü k G ü ç le r , İstanbul: Tarih Vakfı Yun Yayınla rı, 199 9 , s. 6 -3 5 . Feroz Ahmad, “W ar and Society under the Young T urks, 1 9 0 8 -1 9 1 8 ”, The Mo dern M tddle E asty Albert H ourani, Philip K houry vc M ary Wılson (der.), Berkeley ve Los Angeles: University o f C aliforn ia Press, 1993. Aykut Kansu, 1 9 0 8 D ev rim i, İstanbul: İletişim , 2 0 0 1 . Aykut Kansu, P olitics in P o st-R ev o lu tio n a ry T u rkey, 1 9 0 8 -1 9 1 3 , Leiden: Brill,
2000 . M . Naim Turfan, J ö n T ü rklerin Y ü kselişi, çev. M ehm et M orali, İstanbul: Alkım, 2005.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kemalist Dönem (1919 - 1938)
i9 3 o ’lu yıllarda DahiUye Vekâleti Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından çtkanlan Lo Tur q u t K am dU ste dergisinin kapağı.
A T A TÜ R K ’Ü N G E Ç M İŞ İ VE İK TİDARA YÜKSELİŞİ
O
sm anlı İm paratorluğu, savaşın sonunda bitkinlikle çökmüş, eski yönetici seçkin tabakanın, halife olan padişahın başta kalması
şartıyla galiplerin yönetim ini kabul etmişti. Ancak, Jön Türkler döne mi tüm eksiklerine rağmen bir Müslüman, seçkin-karşıtı ve yeni can lanan bir burjuva sınıfı yaratmıştı ki, bunlar haklannı korumak ama cıyla savaşm aya, yeni bir vatanseverler ülkesi kurmaya hazırdı. Bu grubun üyeleri, Trakya ve Anadolu’da, Müslümanlar için galip devlet lerden ‘ad alet’ isteyen M üdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurdular. Bunlar, yerel isteklere aracılık eden yerel Örgütlerdi, çünkü henüz ortada ne bir ‘ulus’ kavram ı ne de bu ‘ulus’un yerleşeceği bir toprak kavramı vardı. 14 M ayıs 1 9 1 9 ’da Batı Anadolu’da İzmir’e çıkan Yunan güçleri, kısa sürede ‘ulusal’ hale dönüşecek daha yaygın bir direniş hareketinin et keni oldu.
1 9 3 4 ’te A tatürk soyadını alacak olan Mustafa Kemal
(1 8 8 1 -1 9 3 8 ) Anadolu Müslümanların! harekete geçirmekte ve direni şi örgütlem ekte hayati bir rol oynayacaktı. M ustafa Kemal, kozmopolit bir liman kenti (ve günümüzde Yu nanistan’ın ikinci büyük kenti) olan Selanik’te J881 yılında, orra ha!-
94
dördüncü bölüm
lı bir ailede doğdu. A lt-orta sın ıfa m ensup M üslüm an gençlerin fırsat kısıtlılığı gözönüııe alınd ığ ın d a, M u stafa ya dinî bir eğitim alarak din adamı o lacak , yani ulem a sınıfın a girecek ya da askeri bir eğitim ala caktı ki bu herhalde M ü slüm an bir erk ek ço cu k için modern bir eği tim alm anın ve toplum k atm an ları arasın d a yukarıya doğru tırman manın en kolay yoluydu. Ham idiye ordusu, m ektepli ve alaylı subaylardan oluşuyordu. M ektepliler m odern ask erî o k u llard a eğitilip çağd aş savaş yöntemleri ni genellikle yaban cı a sk erî d an ışm an lard an öğreniyordu. Bunlar ayrı ca, vatanseverlik ve m illiyetçilik, özgürlük ve kardeşlik, hukukun üs tünlüğü gibi laik kavram ları, yani k ısaca Fransız devrim geleneğinden doğan fikirleri öğreniyorlardı. A laylılar ise, sultan-halifeye ve onun temsil ettiği kurum lara bağlılıkları nedeniyle, öğrenim ve eğitimden ge çirilmeksizin kıtalarda yetiştirilen su baylard ı. Bunlar, geleneklerine bağlıydı ve anayasal devrim sonrasın d a ortay a çık an fikirlerin yetişti rilme tarzlarına ters düştüğü fikrindelerd i. M ek tep li subaylar, ordunun omurgasını oluşturan ‘aydın’ kişilerdi ve İttih ad çılar’ın reformlarını destekliyorlardı. A ncak, bunların ço ğu 1 9 0 8 ile 1 9 2 2 arasında impa ratorluğun girm ek zorunda kaldığı savaşlarda ölm üşlerdi ve gerek or du içerisindeki gerekse İttih adçı ve K em alist hareketler içerisindeki re formcu unsurlar, bu ölüm lerle zayıflam ıştı. M ustafa, Selanik’te askerî ortaokula girdi ve buradan 1895’te Manastır’daki askeri liseye ve 1 8 9 9 ’da da İstanbul’daki Harp Okulu’na ilerledi. 1 9 0 2 yılında teğmen rütbesini aldı ve H arp Akademisi’ne devam etti. Buradan 1 9 0 5 ’te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olduktan sonra Şam’daki 5. Ordu’ya atandı. M u stafa Kem al Suriye’de ordu içi siyaset te etkin hale geçerek yönetime karşı m uhalefet hareketlerinde yer aldı. Ancak, Abdülhamid yönetimine karşı asıl muhalefet Makedonya’da, ît' tihad ve Terakki Önderliğinde yoğunlaşıyordu, ö y le ki Ekim 1907’de Se lanik’teki 3. Ordu karargâhına atandığında, hemen hareketle ilintilenebilmişti. Bu durum, 1 9 0 8 Temmuzu’nda anayasa yeniden yürürlüğe ko nulup İttihad ve Terakki Cemiyeti (İttihad ve Terakki Partisi) birdenbire iktidar olduğunda Mustafa Kemal’in kendini içinde bulduğu konumdu.
keıriiirst
Uyi^-ı-jjî
95
Mustafa Kemal İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ana kadrosun da yer almadı; subayların politikayla ilgilenmesine karşıydı. 1909 Xisanı’nda karşıdevrimi bastıran Mahmud Şevket Paşa’nın yönetiminde ki Hareket Ordusu’na bir kurmay subay olarak dahil oldu. Sonralan askerî meselelerle ilgilendi, konuyla ilgili yabancı yayınları izledi ve ba zı talimnameleri T ürkçe’ye çevirdi. 1910 Eylülü’nde Fransız ordusu* nun tatbikatlarını izlemek i'ızere görevlendirildi ve sonraki yıl binbaşı rütbesine terfi ettirildi. İtalya 1911 Eylülü’nde Osmanlı’nın Trablus eyaletini -günümüzdeki Libya’y ı- işgal ettiğinde, yerel Arap güçlerini bir gerilla savaşı için örgütlemek üzere bölgeye gönderildi. 1912-1913 Balkan Savaşı’na ise ancak Osmanhlar bozguna uğratıldıktan sonra katıldı. Edirne’nin Bulgarlar’dan geri alınması, İttihad ve Terakki Ce miyeti tarafından en parlak ışıklarından biri olarak hazırlanan Enver Bey’in prestijini güçlendirdi. Bir Osmanlı prensesiyle evli olan Enver Bey, 1 9 1 4 ’ün ocak ayında harbiye nazırı olarak atanmasının ertesinde orduyu, yeni taktiklerden kopuk kalmış Abdülhamid dönemi paşala rının çoğunu tasfiye ederek gençleştirdi. Bu arada, 1913 Ekim’inde, gözde bir İttihadçı subay, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nde Enver Bey'tn rakibi ve M ustafa Kem al’in düşündeşi olan Ali Fethi [Okyar] Sofya’ya büyükelçi olarak atandı ve Mustafa Kemal’i askerî ataşe olarak yanı na aldı. Bunlar çok Önemli atamalardı; çünkü Bulgaristan’ın çıkacak bir savaştaki konumu İstanbul için birinci derecede Önemliydi ve bü yükelçi ile askeri ataşesinin raporları İttihadçı hükümet için hayatiydi. Mustafa Kemal, Sofya’da gerçekleşmekte olan modernleşmeden etki lendi ve bu deneyim ileride Türkiye cumhurbaşkanı olduğunda fikirle ri üzerinde etkili olacaktı. Osmanhlar, Birinci Dünya Savaşı’na 1914 Kasımt'nda girdiler ve İtilaf Devletleri 1 9 1 5 ’in ocak ayında Gelibolu Yanmadası’nı bom balamaya başladı. O dönemde kaymakamlığa (yarbaylığa) yükselmiş olan Mustafa Kemal, Gelibolu’da 19. Tümen’e komuta ediyordu. Mustafa Kemal burada başarılı bir komutan olarak ün saUrken, ülke de İstanbul’un kurtarıcılarından biri olarak tanındı. Arıburnu’ndaki Müttefik ilerlemesini durdurmakta ve daha sonrada Aııafartalar gru
9 6 dördüncü bölüm
bu k o m u ta n ı o la r a k h a y a t i r o lle r o y n a d ı. 1 H a z ir a n
1915’te miralay,
lığa (alb a y) terfi etti. A r a lık a y ın d a G e l i b o l u ’d a n İstan b u l’a gitmek üzere a y r ıld ığ ın d a k a t k ıla r ın ın İttih a d ç ı y ö n e tim ta ra fın d a n takdir edi lip ö d ü lle n d irile c e ğ in i d ü ş ü n ü y o r d u ; a n c a k bu gerçekleşm eyecekti. İttih a d çıla r s a d e c e d a v a la r ın a t a m a m e n b a ğ lı s u b a y la r a Önem veriyordu ve M u s t a fa K e m a l b u n la r d a n b iri d e ğ ild i.
Yine de, 1 9 1 6 ’da m irlivalığa (tuğgeneral) yükseltilerek Ruslar’ın işgalindeki D oğu A nad olu ’da cepheye gönderildi. Ağustosta Bit lis ve M uş vilâyetlerini R u slar’dan geri aldı, an cak M u ş’un kurtarılma sı geçici bir süre için oldu. Y in e de M u sta fa Kem al çevresinde karizmatik bir lider, başarı gösteren ve girdiği her savaşı kazanan bir komu tan olarak ün saldı. M u stafa K em al yeni görevler alm aya -Suriye’de 2. ve 7. ord u la r- devam etti; bu görevlerde, geri çekilm ek zorunda kaldı ğı hallerde bile, başarılı oldu. O sm an lı ordusunun Almanlar tarafın dan Berlin’in istekleri doğrultusunda yönlendirilm esinden rahatsızlık duyuyordu. 1 9 1 3 ’te A lm an askerî heyeti O sm anlı ordusunun başına getirildiğinden beri durum buydu. 1 9 1 7 E kim i’nde M u stafa K em al Suriye’deki görevlerinden ayrı larak İstanbul’a döndü. Enver P aşa’nın A lm an yanlısı politikalarına muhalif bir kişi olarak , İttihad ve T era k k i Cem iyeti karşıtı olan tahtın vârisi Şehzade Vahdeddin tarafınd an çıktığı resm î Almanya gezisine davet edildi. Kem al ile Vahdettin birbirleriyle iyi anlaştılar ve bu son raları -V ahd ettin’in 1 9 1 8 Tem m uzu’nda tah ta çıkm ası sonrasındaMustafa K em al’i, ateşkesten sonra A nad olu ’daki birliklerin terhisini denetlemekle görevlendirdiğinde yararlı oldu. 1 9 1 8 Ağustosu’nda Ke mal, ikinci kez Suriye’de 7 . O rd u ’nun başına getirildi. İngiltere’nin ilerlemesini durduramasa da düzenli bir ricatın gerçekleşmesini sağla dı. Artık savaş yeniden hareketlenem eyecek şekilde kaybedilmişti ve Osmanlılar İtilaf Devletleri’yle Ekim 1 9 1 8 ’de savaşın sona erdiğini belgeleyen bir ateşkes antlaşm ası im zalam ak zorunda kaldılar. Musta fa Kemal, 13 Kasım’da İstanbul’a döndü. İttifak Devletleri (İngiltere ve Fransa) yendikleri Osmanlılar’a is tedikleri şartlan kabul ettirebileceklerini ve imparatorluğa bir koloni
'«rrtaüst dön»»
‘■'SM -Vj'jH)97
muamelesi yapabileceklerini düşündüler. Daha savaş sürerken araların da Osmanlı İmparatorluğu’nu bölen gizli antlaşmalar imzalamışlardı. Her ne kadar bu antlaşmalar Rusya’daki devrimden sonra geçerlilikle rini yitirmişlerse de yine de yeni şartlar altında uygulanacaklardı. Ken di açılarından, Osmanlılar anormal bir durum yaşıyordu; yenilmiş ve gidecek ‘anayurt’tan yoksun bir imparatorluk milletiydiler. İspanyollar Ispanya’ya, İngilizler İngiltere’ye, diğerleri kendi anayurtlarına çekil mişlerdi; ancak Osm anlılar nereye gidebilirdi? İç ve Orta Asya’dan Türk boyları olarak gelmişler ve Normanlar’ın İngiltere’yi işgalinden sadece beş yıl sonra, 1 0 7 1 ’de Küçük Asya’da kendilerine yer açmışlar dı. Avrupa tarafından, Asya’dan gelen ve Avrupa’da, Anadolu’da, Ara bistan’da topraklar “ele geçirmiş”, ama oralarda bulunmaya hakkı ol mayan fatihler olarak görülüyorlardı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın baş larında Avrupa’dan ve Birinci Dünya Savaşı ile de Arap topraklarından çıkarılmışlardı. Küçük Asya’yı -y a da Anadolu’yu- ellerinde tutuyor lardı ama bu toprakları isteyen başkaları -Yunanlılar, Ermeniler ve Kürtler- vardı. Osmanlılar, Wilson Prensipleri diye bilinen On Dört Madde’nin kendilerini de hem Türkler hem Müslümanlar olarak kap sadığını, dolayısıyla çoğunlukta oldukları topraklar üzerinde kendi ge leceklerini belirleme hakları bulunduğunu düşünüyorlardı. Ancak, du rum böyle değildi. 1 9 2 0 Ağustosu'nda imzalanan Sevr Antlaşmasının koşullarına göre, Osmanlılara Anadolu’nun sadece bir parçası düşmek teydi. Başkan W ilson’dan sultanın Türkiye'si ile Ermenistan arasındaki sınırı belirlemesi istendiğinde, Wilson Anadolu’nun, Trabzon, Erzin can, Erzurum, Muş ve Van illerinin de dahil olduğu 103.600 knrlik bölümünü Ermeniler’e bırakmıştı. Ermenistan Cumhuriyeti kendini Akdeniz’e bağlamak üzere Güneydoğu Anadolu’dan da toprak talep etmekteydi yani Ermenistan Anadolu’nun üçte birini kapsayacaktı. Osmanlı İmparatorluğumun çöküşü ve önde gelen Ittihadçı li* derlerinin Avrupa’ya kaçışları sonrasında ülkenin yönetimi yeniden padişahla Saray’ın eline geçmişti. Başlangıçta, Mustafa Kemal İstanbul odaklı, ülkenin bağımsızlığını genelde diplomatik yöntemlerle sağlaya cak bir strateji izleyebileceğini umdu. Sultanın böyle bir hareketin li
9 8
d o rd u n c j Oülum
deri olması ve Kemal P aşa'n ın da sav aş k abin elerin de harbiye nazın olarak önemli bir rol oynam ası b ek len iy o rd u . Bu tür bir strateji yüriişeydi -k i İtilaf D evletleri’niıı, ö zellik le İn g iltere’nin tutum u yüzünden yürümezdi- O sm anlı k u ru m lan ağı içerisin d e sü rdürülecek, dolayısıy la da radikal ve laik bir p ro g ram yerine su ltan a bağlı ve siyaseten mu hafazakâr bir program a sahip o la c a k tı. Askerî şöhreti ve İttih ad çılar’a k arşı old uğu bilinm esine karşın, Mustafa Kemal’e kabinede bir görev verilm edi ve kısa süre içerisinde Saray’la ilgili olarak hayal k ırıklığ ın a uğradı. V ahdeddin, kendine veri len kısıtlı iktidarı korum ak için İn g iltere’n in isteklerini yerine getirme ye gönüllü görünüyordu. Bu sırad a, J ö n T ü rk le r dönem inde siyasi vç ekonomik iktidarı tatm ış olan yerel seçk in ler yerel ölçekli Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kuruyorlardı. Bu cem iy etlerin ilklerinden bir tanesi Karadeniz kıyısında, T ra b z o n 'd a , Pontu s R u m C u m h u riy etin in oluştu rulmasına karşı kurulmuştur. ULUSAL B A Ğ IM S IZ L IK H A R E K E T İN İN D O Ğ U Ş U Saray, İngiltere’nin de on ayıyla M u sta fa K e m a l’i A n ad o lu ’daki 9. Or du’ya, m ütareke sonrasında silah b ıra k m a m ış O sm a n lı güçlerini silahtan arındırmak am acıyla m üfettiş o la ra k a ta d ı. İsta n b u l’dan deniz yo luyla ayrılarak m odern T ü rk tarih in d ek i d erin d en sarsıcı bir olay olan İzmir’in Yunanlılar tarafın d an işgalin den d ö rt gün so n ra , 19 Mayıs 1 9 1 9 ’da Samsun lim anına vard ı. M u sta fa K em a l birlik leri silahsızlan dırmak yerm e, k om utanlarla g ö rü şerek A m a s y a ’da o rta k bir direniş genelgesi yayınladı. Saray on u h arcam ay a k a lk ın c a da görevinden isti fa etti. Sonrasında M iıd afa-i H u k u k örg ü tleri o n u n çevresind e toplan dılar. Bu tür örgütlerin k on greleri 1 9 1 9 ’da E rz u ru m ’da (2 3 Temınuz17 Ağustos) ve Sivas’ta (4 -1 1 Eylül) y ap ıld ı ve her seferin d e Kemal Paşa’yı kongre başkanı o la ra k seçtiler. A ra lık ay ın d a M u sta fa Kemal, Anadolu’nun m erkezindeki A n k a ra ’ya taşın d ı ve bu kenti ulusal dire niş hareketinin m erkezine d önü ştürdü . Burada, İngilizce’ye n a t io n , m t i o n a l ve n a t io n a lis t olarak çevri len Türkçe m illet, m illi ve m illiy e t ç i terim leri h ak k ın d a birkaç şey soy-
Mustafa Kemal, Anadolu’y a geçtikten sonra “ birlikleri silahsızlandırmak* yerine yerel snfl ondefter ile komutanlarla görüşerek, direniş karannı uygulamaya başladı. Amasya Tamiıri'nden soma düzenlenen Erzurum Kongresi, İstanbul hükümetini tedirgin etmişti. Ardından yapılan Sivas Kongresi öncesinde ise şehrin İşgal edileceği söylentileri yaygınlaştı. Buna rağmen başarıyla tamamlanan Sivas Kongresi, ilk kez Heyet-! TemsÜiye İmzalı yayınladığı bildiride ulusal çıkarların savunulması isteniyordu. Sivas KongTesİ’nde Mustafa Kemal, Mazhar Müfit (Kansu), Bekir Sami (Kundoh). Rauf Bey (Orbay). Hüsrev Bey (Gerede). Ruşen Eşref (Onaydın) ve diğer delegelerle bitikte.
lemek gerekir. Bu kelimeler, bağımsızlık savaşı boyunca ve sonrasında, milliyetçiden çok vatanperver, dışlayıcıdan çok bütünleştirici anlamlar da kullanılmışlardır. Bu terimler Anadolu’nun tüm İslâmî unsurlarını -Türkler’i, Kürtler’i, Çerkezler’i, Araplar’ı ve LazlarV kapsıyordu ve her birinin kendi benlikleri vardı; Mustafa Kemal, 1919’un ekim ayın da, Misak-ı MıHı'nm buna göre belirlendiğini belirtmişti. Dinleyicileri ne, ‘Efendiler!’ diye başlayarak anlatmıştır, ‘Bu hudut sırf askeri müla hazat ile çizilmiş bir hudut değildir, hudud-ı millidir. Hudud-ı milli ol mak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu hudut dahilinde tasavvur edilme sin ki, anasır-ı İslâmîye’den yalnız bir cins millet vardır. Bu hudut dahi linde Türk vardır, Çerkez vardır ve anasır-ı saire-i İslâmîve vardır. İşte
1 0 0 dördüncü bölüm
bu hudut memzuc bir halde yaşayan, bütün maksatlarını, bütün manasiyle tevhid etmiş olan kardeş milletlerin hudud-ı millisidir.’ Milli Mi sak, yeni devletin sınırlarını belirliyordu. Sınırlar, 1913 yılında Balkan Savaşt’ndan sonra imzalanan ve Osm anhlar’a Balkanlar’da toprak ve ren barış antlaşmaları ile Ekim 1918 ateşkesinin sınırlarına dayanarak belirlenmişti. Milli M isak’ı 17 Şubat 1 9 2 0 ’de tamamıyla kabul eden son Osmanlı Meclisi’nde, bundan iki gün sonra Türk ve
kavram
ları tartışılmış ve T ürk kavramının tüm farklı Müslüman unsurları içi ne kattığına karar verilmişti. Hatta, bazı mebuslar Osmanlı Yahudileri’ni de Türk kavramı içine katmışlardı. Mustafa Kemal bu fikirleri 1 Mayıs 1920’de tekrarlıyordu: ‘Burada maksut olan ... yalnız Türk de ğildir. Yalnız Çerkez değildir. Yalnız Kürt değildir. Yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmîye’dir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiği emeller, yalnızca bir unsur-ı İslâm'a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmîye’den mürekkep bir kitleye aittir.’ Osmanlı veya Kemalist vatandaşlık anlayışı asla etnik olmamış tır. Osmanlı kimliği, etnik köken veya dinden bağımsız olarak hacıedan etrafında odaklanmıştı; Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, hanedana itaat ettikleri ve zaman içinde gelişmiş olan kültüre bağlı kaldıkları sürece Osmanlı sayılırlardı. Aynı şekilde, Türk vatandaşlığı da Misak-ı Milli tarafından tanımlanmış, oluşan devletin sınırları içe risinde yaşamaya (doğmaya değil, yaşamakta olmaya) dayanmaktay* dı. Kurtuluş Savaşı boyunca, gayri-Müslimler de (Rum ve Ermeniler) kendi devletleri için savaştıklarından din önemli bir rol oynadı; yalnız ca Osmanlı Yahudileri milliyetçilere katıldılar. Doğum prensibine gö* re, Mustafa Kemal’in Meclis’teki düşmanları, onu yeni Türkiye sınır* ları içerisinde beş yıl yaşamadığı için seçilme hakkından bile mahrum edilmesi için uğraştılar, çünkü artık yeni Yunanistan’ın bir parçası olan Selanik’te doğmuştu. İngilızler, milliyetçi meydan okumaya İstanbul’u işgal ederek kar şılık verdiler. İstanbul Meclisi son olarak 18 Mart 1920’de toplandı ve İngiltere’nin eylemini kınadıktan sonra belirsiz bir süre için oturumları
nı erteledi. Padişah 11 Nisan’da Meclis’i feshetti ve böylelikle uzun sü redir sultanın Müttefiklerin tutsağı olduğunu iddia eden Ankara milli yetçilerinin meşruluğuna katkıda bulunmuş oldu. Yine de, milliyetçiler, özellikle de Saray, milliyetçileri zındıklar olarak tanımlayan ve mümin lerin görevinin onları öldürmek olduğunu belirten bir fetva yayınladık tan sonra, sultanın taraftarlarına karşı bir iç savaş ilan etmek zorunda kaldılar. Milliyetçiler buna karşılık olarak Ankara müftüsüne, halifenin gâvurların elinde esir bulunduğunu ve onu kurtarmak için savaşmanın müminlerin görevi olduğunu söyleyen bir karşı fetva yayınlattılar. 1920 ilkbaharı milliyetçiler için en tehlikeli dönemin başlangı cına işaret eder. Bu dönemde Saray’la ve yabancı güçlerle bir ölüm ka lım mücadelesine giriştiler. Yunan güçleri Batı Anadolu'yu 1919’da iş gal etmişti, temmuz ve ağustos aylarında Bursa ve Edirne’yi de işgal ederek ilerlemeye devam ettiler. Ertesi yıl, padişah, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’m imzalayarak Anadolu’nun önemli bir kıs mını Yunanistan’a Ermenilere ve Kürtlere bıraktığı gibi Milletler Ce miyeti tarafından Fransız mandasına verilen Suriye’ye de toprak vere cekti. İstanbul bile Boğazlar’ı yönetecek bir uluslararası komisyona bı rakılıyordu. Milliyetçiler Türk-Müslüman devletinin hayatta kalmasının tehlikede olduğuna inandılar. Bu tehdit. Yunan ordusunun haziranda yem bir saldırı başlatarak Kütahya ile Eskişehir’i aldığı ve Ankara’nın ulaşım hatlarını tehdit ettiği 1921 yılma da yansıdı. Ağustos ayında as kerî durum o kadar ciddileşti ki BMM, başkomutan olarak Mustafa Kemal Paşa’ya askerî konularda otoritesini kullanması için yetki ver* di. 13 Eylül 1921’de Sakarya Savaşinda elde edilen başarı milliyetçi hareket içindeki rakiplerine karşı Kemal Paşa’nın elini güçlendirdi. Bu konuda doğru fikirler yürüten akademisyenlere göre, Mustafa Ke mal’in yenilmesi durumunda yönetim rakiplerinden biri olan ve mü kemmellik seviyesinde bir askeri kimliği bulunan Kâzım Karabtrkır Paşa'ya geçecekti. Sakarya Savaşı Mustafa Kemal’in kariyerinde ve bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktası oldu. Mareşalliğe terfi ettirilerek
1 0 2 tfOrcJoncü b o lü m
kendine A tatü rk so y ad ın ı aldığı 1 9 3 4 y ılın a k ad ar kullandığı Gazi un vanı verildi, B üyük g ü çlere k arşı k on u m u da kuvvetlendi. M o s k o va’yla T ü rk -R u s sınırını belirleyen bir a n tlaşm a im zaladı; İngilizler de Akdeniz’deki M a lta A d a sı’n d a tu ttu k la rı -İttih a d ç ı ve milliyetçi-tutukluları serbest b ıra k tı. O n bir ay so n ra , 1 9 2 2 A ğustosu’nda, Musta fa K em al Yunan h a tla rın a k arşı b ir genel sald ırı başlatarak Yunan or dusunu 2/3 E ylül’de teslim o lm ay a zo rla d ı. M illiy etçi güçler 9 EylüPde İzm ir’e girdiler ve 11 E k im ’de M u d an y a M ü tarek esi imzalandı. Ulusal Kurtuluş Savaşj k azan ılm ıştı; şim di sıra yeni kurulacak devletin ve toplum un nitelikleri h a k k ın d a m illiy etçilerin kabu l edeceği bir uzlaş ma bulm aktı. İngilizler fark ın d a olm ad an m illiyetçilerin işini, barış şartlarını görüşm ek için hem İstan bu l hem A n k a r a ’dan heyetler çağırarak kolay laştırdı. İngilizler m illiyetçileri d ağıtacağ ı yerde, on ları birleşmeye ve kararlı davranm aya itti. M illiy etçiler A n k ara hüküm etinin yeni Türki ye’nin tek meşru o to ritesi old uğunu ön e sürdüler. İstan bu l’da ise aslın da padişahın yönetim ind e d evam ı benim seyen b ir m uhafazakâr olan General R efet Bele, su ltan ı h ü küm etin i d ağ ıtarak milliyetçilerin izin den gitmeye ikna etm eye çalıştı. E ğer b aşarılı olsayd ı milliyetçilerin pa dişahlığı nasıl olu p da k ald ırab ilecek lerin i tahm in etm ek zordur. An cak , Vahdeddin R efet B ele’nin ön erisin i red detti ve 1 K asım ’da Ankara’da B M M bu na, 16 K asım 1 9 2 0 ’ den beri sultan ın hükümetinin bit işlevi kalmadığını öne sürüp pad işahlığı k ald ırarak karşılık verdi. Bu andan itibaren, İstanbul d a, tüm diğer taşra g ib i, A nkara’dan yöneti lecekti. Vahdettin, 17 K asım 1 9 2 2 ’de b ir İngiliz savaş gemisiyle ülke den kaçtı; ertesi gün M eclis A bd ülm ecit E fen d i’yi ülkenin yeni halifesi olarak seçti. M eclis padişahlığı kaldırm ıştı am a halife m illiyetçi hareket için de de halk arasında da büyük popüleritesiyle destek görmeye devam ediyordu. M ustafa Kem al P aşa’nın durum u güvende olm aktan çok uzaklı. Bazı milletvekilleri, onun M eclis’e seçilm esini, seçim yasasını değiştirip yalnızca, seçim bölgelerinde beş yıldan fazla bir süre otur muş olan kişilerin seçilebilm esini sağlayarak önlem eye çalışıyorlardı.
Kemalizm, modemizmin yeni bir toplumla hızla bütünleşmesi için her türlü aracı kullandı. Kumlan resmi siyasal partinin ismindeki "halk" terimi saltanata, eski dikene kar>ı otan herkesi kapsıyordu. Bunun için “ ilim " hayattaki en gerçek yol gösterici olarak tanımlanırken, laiktik devletçe denetlenen bir kavram haline getirildi. Devletin yeniden yapılanmasında önemli bir adim olan TBMM'nln açıldığı 2 3 Nisan 19 20 'd e eski meclis binasının balkonunda Mustafa Kemal askeri birlikleri sebmlaıken.
Bu, Mustafa Kemal’i, yeni Türkiye’nin sınırları dışında doğmuş oldu ğu ve Türkiye’nin hiçbir yerinde sürekli olarak beş yıl oturmadığı için saf dışı bırakacaktı. Ancak, değişiklik önerisi komisyonda geri çekildi. Mustafa Kemal tecrit edilmiş olduğunu ve destek alanını geniş letmesi gerektiğini fark etti. Bunun sonucunda, kendi siyasi partisini, daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak olan ve eski rejim karşıtı herkesi temsil eden Halk Fırkası’nı kurdu. Halk terimi sosyal sı nıflarından bağımsız olarak eski düzene karşı olan herkesi kapsıyordu; temel görevleri eski düzeni ve onun temsilcilerini alt etmek ve ‘halkın devleti’ni kurmaktı. Kemalistler karşıtlarına bu anlamda ideolojik sa vaş açtılar ve Mustafa Kemal konuşmalar yaparak ve basına beyanat lar vererek mesajını tüm ülkeye yaydı. Mustafa Kemal’in liderliği aynı zamanda bazı muhafazakâr si lah arkadaşlarının da tehdidi altındaydı. Bunlar uzun yıllardır tanıdı ğı, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir ve Retet Bele gibi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kahramanca çarpışmış ama eski me$runyet
1 0 4 «forıİuTKU i’ Olufn
düzeniyle gelmiş olan ılımlılık ve meşruluğu kullanmak isteyen kişiler di. Monarşi, büyük ölçüde padişahın taktik hatası sonucunda kaldırıl mıştı ama bu kişiler halifenin yeni Türkiye’yi cumhurbaşkanı olarak yönetmesinde bir engel görmüyorlardı. Bunlar, tıpkı kendilerinden ön ceki îttihadçıiar gibi, Türkiye’nin önceden bir sultan-halife, şimdiyse bir cumhurbaşkanı-halife tarafından, aşağıdan saldırılmayacak ama yukarıdan kolayca yönlendirilebilecek bir sembolik makam tarafından yönetilebileceğine inanıyorlardı. Öte yandan, Kemalistler ise, toptan bir toplumsal, ekonomik ve siyasi dönüşüm istiyorlardı. Devleti artık geleneksel toplum kuralları ve sembolleriyle yönetmek istemiyor, Tür kiye’yi 20 . yüzyılda hızla ilerletecek yeni, laik bir ideoloji yaratmak is tiyorlardı. Kemalistler, B atin ın materyalizmini, teknolojisini, modem silahlarını, fikirleriyle beraber benimsemek, böylelikle toplumu, keli menin en geniş anlamında, dönüştürmek istiyorlardı. Bu, dinin devlet ten ayrıldığı değil, devletçe kontrol edildiği bir laik toplum yaratmak demekti. Onlar için çağdaşlık ekonomik ve toplumsal boyutlarla bir likte siyaseti ve kültürü de içeren geniş bir bütünlüktü. Geleneksel, ata erkil toplumlarını kökten ıslah ederek hem çağdaşlığı hem çağdaşlaş
mayı başarmak istiyorlardı. 1923 sonrası Kemalizm’in siciline bakarsak rejimin gelenekse cilikten baş döndürücü bir hızla modernliğe doğru ilerlediğini görürüz. Hükümet demokratik olmayabilirdi ama en azından yeni-ataerkil pa dişahlık da değildi. Kemalistler, laikliği yani dinin devletten ayrılması ilkesini değil, devletçe denetlenen İslâm’ı getirdiler. İslâm’ı, reform programlan ve devrimlerinı, gerektiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı ta rafından meşrulaştıracak şekilde kullanmaya niyet ettiler. Bilgi ve bi lim, ‘hayatta en hakiki mürşit’ olarak tanımlanmaya başladı. Şehir ka dınları da bir modernleşme rejiminde bir şekilde çağdaşlaşmadan ya rarlanmaya başladılar. CUMHURİYET İN DOĞUŞU 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması, yeni Türkiye’yi ve s ı n ı r l a r ı n ı ta nıdı; Kemal Paşa’mn prestijini artırdı. Bu antlaşmayla Türkiye, bağım*
sizliğim uluslararası alanda kabul ettirdi. O dönemde Asya ve Afri ka'da sadece bir avuç bağımsızmış gibi görünen devlet vardı; geri ka lanların tümü emperyalist güçlerin sömürgeleri veya mandalarıydı. Af rika’da Habeşistan {bugünkü Etiyopya), Batı ve Orta Asya’da İran ve Afganistan, Güneydoğu ve Güney Asya’da da Tayland ve Çin vardı. Habeşistan 1935’te bir İtalyan sömürgesi oldu; İran 1941'de Rusya ve İngiltere tarafından işgal edildi ve ondan sonra sadece sözde bağımsız lığa sahip oldu; Afganistan İngiltere Hindistant ile Sovyet Orta Asyasr arasında tıpkı Tayland’ın İngiltere Hindistanı ile Fransız Hindiçini (bugünkü Vietnam) arasında olduğu gibi bir tampon bölge oldu; Çin Japonya tarafından İşgal edildi. İşte bu ortamda sadece Kemalist Tür kiye 1923 sonrasında tam bağımsızlığını koruyabildi. Mustafa Kemal, Ağustos 1923’te yeniden Meclis başkanı seçil di ve ekim ayında Meclis, Ankara’yı yeni devletin başkenti yapan, İs tanbul'u halifelik merkezi olarak bırakan bir önergeyi kabul erti. Bu, muhafazakârlara indirilmiş önemli bir darbeydi, çünkü kaleleri olan İstanbul’u siyaset hayatından çıkarıyor ve siyasetin ağırlık merkezini Anadolu’ya çekiyordu. 29 Ekim 1923’te Meclis bu olumlu siyaset or tamında ve muhaliflerine karşı bir yasal darbe niteliğinde, Türkiye’nin bir cumhuriyet olduğunu ve Mustâfa Kemal’in de cumhurbaşkanlığım ilan etti. Cumhuriyet ilan ederek Kemalisder, eski düzenin çağdaşlaş madığı ve hiyerarşisi yerine çağdaşlık ve eşitliğe bağlılıklarını bildiri yorlardı. Eski düzenin temelleri üzerinde durduğu vq 1924’te Terakki perver Cumhuriyet Fırkası’nı kuracak olan birçok milliyetçinin halife yi cumhurbaşkanı olarak tutmak istedikleri hiyerarşi ve geleneği red dediyordu. İstanbul, aynı zamanda çoğu mensubunun -Washington’ın Türkiye’yi tıpkı Filipinİer’de yaptığı gibi çabucak 'medenileştireceği’ni düşündüklerinden- Amerikan mandasını tam bağımsızlığa tercih etti ği yükselen burjuvazinin de yuvasıydı. Milliyetçiler bu fikirle ters düş tüler ve TBM M milliyetçi güçler tarafından ekimde yeniden ele geçiril miş olan İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi gönderdi. İstanbul muhalefeti hükümetten halifeliği tüm İslâm dünyası ta rafından sayılan bir kurum, Türkiye’nin etkisini geniş topraklara ya
10 6
yacak bir tür İslâm Papalığı olarak korum asını istedi. Ankara buna muhalifleri tutuklayıp, 3 M art 1 9 2 4 ’te hilafeti kaldırarak ve Osmanlı Hanedanı üyelerini sürgüne göndererek karşılık verdi. Bu olay Ata türk’ün ölümüne kadar sürecek bir seferberliğin -ülkede çağdaşlığın ve laikliğin yerleştirilmesi seferberliğinin- başlangıcı oldu. Mustâfa Kemal’in liderliği ordunun bağlılığı konusunda kuş kuları olduğu sürece tem inatstz kaldı. O rd u , Kurtuluş Savaşı’m ka zanmıştı ve halk içinde büyük prestije sahipti. Artık bir mareşal olan Mustafa Kemal pek çok subayın desteğine sahipti. Ne var ki, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi paşalar da, benzer şekilde Birinci Dünya Savaşandaki başarılı k om utaları ve ulusal mücadeledeki kat kıları nedeniyle aynı durumdaydılar. Ü stelik, bunlar Osmanlı geçmi şinin bazı geleneksel sem bollerini savundukları için, gelenekçi unsur lar, özellikle de İstanbul’daki eski seçkinler grubu ve burjuvazi tara fından destekleniyorlardı. Kem al P aşa, bunların ordudaki etkilerini Meclis’ten asker kişilerin aynı zam anda milletvekili olamayacağını öngören bir yasa geçirterek zayıflattı. Yasa yürürlüğe girdikten sonra muhafazakâr muhalefet açığa çık tı ve 1 9 2 4 K asım ı’nda Mustafa Ke mal’in Halk Fırkası’na bir rakip o larak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kuruldu; M ustafa K em al’in partisi de buna adının başına Cumhuriyet kelimesini ekleyip adını C um huriyet H alk Fırkası yapa rak karşılık verdi. Kürt aşiretleri Şeyh Sait liderliğinde 19 2 5 Şubatı’nda ayaklanmasaydı, Kemalistler’in Terakkiperver Cum huriyet Fırkası’nın meydan okumasıyla nasıl başa çıkacakları belli değildi. Partiyi kapatıp liderle rim siyasetten uzaklaştırabilecekler miydi? M u stafa Kem al’in böyle bir risk alabileceği şüpheliydi, çünkü Terakkiperver Fırka liderlerine ordu içinde biiyiık destek vardı. Kürt ayaklanm ası Terakkiperver Cumhuri yet Fırkasının kapatılması ve tüm m uhalefetin ezilmesi için uygun ze mini yarattı; aynı zamanda da rejime Şapka Kanunu, tekke ve zaviye lerin kapatılması, yem Medenî Kanun ile Ceza Kanunu’nun yürürlüğe konması gibi radikal, Türkiye’ye çağdaşlık getiren ama muhafazakar ların karşı çıktığı reformlar yapma olanağı verdi. Ancak, Kürt ayaklan-
kem»lhl
'ty.-,
107
ması aynı zamanda bir otokrasinin oluşumuyla sonuçlandığı gibi ilk çok partili siyaset denemesinin de sonunu belirledi, Ordu kaynaklı bir tepkiden çekinen Mustafa Kemal, Terakki perver Parti paşalarına karşı ılımlı davranarak onları ne idam ettirdi ne de hapse attırdı. Ancak eski İttihadçılar’a karşıysa o kadar ılımlı de ğildi. 1926 Haziram’nda İzmir’de kendini öldürmeye yönelik bir plan ortaya çıkarılınca tutuklamalar ve eskinin önde gelen dört İttihadçı’sının asılmasına kadar varan olaylar yaşandı. Verilen bu cezalan Mus tafa Kemal’in yönetimine karşı açık muhalefete son verdi. CUMHURİYETÇİLİK KÖK SALIYOR Yeni rejim sonunda güvendeydi; eski rejim, milliyetçi muhafazakâr ları ve eski İttihadçılanyla birlikte yenilmişti. 1926'ya gelindiğinde, Mustafa Kemal, insan suretlerinin simgelenmesinin günah olarak düşünüldüğü İslâmî toplumun anlayışına aykırı bir uygulamayla İs tanbul’da heykelini diktirecek kadar kendinden emindi. Ertesi yıl, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında, partisi nin kongresinde Biiyük Nutuk'unu okudu, bu yolla Kurtuluş Savaşı’mn hangi zorluklarla dövüşülüp kazanıldı ğının yorumunu yaptı. Rejim daha öz* güven sahibi oldukça, Türkiye’yi daha I da laikleştirip çağdaşlaştırmak için j adımlar atıldı. 1928’de devletin dinini Islâm olarak belirleyen madde kaldırıl j dı. Latin alfabesi, Arap afabesinin yeri ne konuldu ve bu Osmanlı geçmişiyle büyük bir ayrılığa yol açtı. Eski yazı bi lenler bir gecede okuma yazma bilmez hale geldi ve işlerinden olmamak için en kısa sürede Latin alfabesini Öğren meleri zorunlu oldu. Kentlerde okur
Cumurtyttcoh «»»«i*» Uru iafcMecm
Altı Ok, CHP'md 1931’4* yapılan Üçüncü Kuruitty'ııtda devftün *tHMt ve dtğişmez' prensipten oteftk açıklanarak, kabul edildi. Su ilkeler 1937’de Aruyasa'nm ikinci nudâcsine de konularak, nk paıti ddmminin «a beliıgfn $<«(£$< olan ‘ devlet ve parti bütünleşmesi" bir anlamda tescil «MdL 0 dönemin bir parti ysyımıtfe Alo Ok.
1 0 8 dörduncu bölum
yazarlık oranı arttı ve yeni yazıyla eğitilen yeni bir nesil, yeni ideolo jiyle büyüdü, 1 9 3 0 ’a gelindiğinde, M ustafa Kem al Paşa kendini bir kez daha çok partili sistemi denemek isteyecek kadar güvende hissetti. İ924'teki ilk deneme kendi yaptığı bir şey değil, rakiplerinin onun liderliğine meydan okumak için ortaya çıkardıkları bir uygulamaydı. Bu kez, ar kadaşı Fethi (Okyar) Bey’den Serbest Cum huriyet Fırkasını kurması nı ve Cumhuriyet Halk F ırk asin a sadık bir muhalefet yapmasını iste di. Ancak, Mustafa Kemal ülkedeki havayı yanlış hesaplamıştı ve yeni partinin benimseneceğini, kendi partisinin ise kabul görmeyeceğini sezememişti. Parti mitinglerinde Serbest F ırka taraftarları ile jandarma arasında çatışmalar yaşandı ve seçimlerde hile iddiaları ortaya atıldı. Dolayısıyla kasım ayında, M ustafa K em al’in yakın bir arkadaşı olan, Fethi Bey, Mustafa Kemal’e açıktan meydan okum aya zorlanmaktansa partisini feshetme kararı verdi. Aralık 1 9 3 0 ’da yaşanan ‘M enem en Olayı* Serbest Fırka’nın po pülerliğinden daha sorunlu çıktı. Taşra kasabası M enem en’de bir tari kat şeyhi, kışkırttığı bazı kişilerle birlikte, şeriatın ve hilafetin yeniden kurulması için halka ayaklanm a çağrısında bulundu. Halkın desteğini sağlaması ve hareketi bastırm ak için gönderilen mangaya komuta eden yedek subayın başının kesilmesiyle olayın boyutu büyüdü. Bu olay, reformların sığ, köksüz tabiatını gözönüne serdi ve reformların kendiliklerinden toplumda kök salam ayacağının işaretini verdi. Bun lar, ancak halka izah edilerek, halkın onayı ve desteği sağlandığı süre ce köklü hale gelebilirlerdi. A ncak, reform larının ülkenin çıkarına ol duğunu düşünen Kemalistler, bunları taşrada açıklam ak için bir şey yapmamışlardı. Reformlardan ellerine henüz bir kazanım geçmemiş ve tüm dünyayla birlikte 1 9 3 0 ’ların Büyük Buhran'ını yaşamakta olan halk yığınları hâlâ bağlı bulundukları geleneklerde ve geçmişin sem bollerinde teselli buluyorlardı. Fethi Bey önderliğindeki Serbest Fırka modern bir lider ve modern fikirler sunmuştu. A ncak Menemen’deki kalabalık Mustafa Kemal'in Cumhuriyet T iırkiyesi’ne kesinlikle yakış tırmadığı gelenekçi, karanlıkçı fikirlere m eyletmişti. Kemalistler bu
109
olayla sarsıldılar ve devrimin halkı çağdaşlığa itecek, vatanseverliği dî nin yerine koymalarına sebep olur şekilde desteklerini kazanacak bir ideolojiye ihtiyacı olduğuna karar verdiler. Kemalizm/Atatürkçülük olarak bilinen ideoloji bu tartışmanın sonucuydu. Partinin üçüncü kurultayında, 1931’in mayıs ayında açık lanan altı ‘temel ve değişmez ilke’den oluşuyordu: cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık. Bu ilkeler. Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okuna, ambleminin sembollerine dö nüştü ve 1937 yılında da anayasaya eklemlendi. Ancak, bunların yo rumları akıcı ve pragmatîk kaldı; büyüyen burjuvazinin ihtiyaçlarına göre değişti. Cumhuriyetçilik konusunda ödün yoktu çünkü bu, Osmanlı hanedanının yeniden kurulması ve sultan-halifenin dönüşü demek ola bilirdi. Ancak, milliyetçilik kucaklayıcı -kökenden ziyade daha çok bölgeye bağımlı- kaldı. Mustafa Kemal’in 1933 tarihli özlüsözü kNe mutlu Türk’üm diyene’, Almanya ve İtalya’nın faşist rejimlerinde re vaçta olan doğum, kan veya etniklik fikrine tersti. Yeni Türkiye’nin sı nırlarında yaşayan herkes kendine ‘Türk’ diyecekti. Bu, vatanseverle rin milliyetçilik yorumuydu. Öte yandan, Avrupa’nın faşist rejimlerin ce etkilenmesi olası pan-Türkizm taraftarları, milliyetçiliğin dogmatik, etnik ve dile dayalı Tanımlarına eğilim gösterdiler. Bu iki yorum arasın daki mücadele günümüze kadar devam etti. Atatürk» bir milliyetçiden daha çok bir vatanseverdi. Devletin dinden ayrılmasından çok devle tin dinî konuları kontrol etmesi olan laiklik de aynı şekilde yoruma açıktı; kimileri liberal bir tavır sergilerken kimileri ise aşırı bir görüş le, İslâm’dan tamamen kaçınan bir tavır sergilediler. Londra’da yayım lanan T he Times gazetesi, 14 Mayıs 1938’de Türk büyükelçisinin Londra Ritz Hotel’de Peygamber’in doğumu onuruna bir toplantı dü' zenlediğini bildiriyordu ki, bu Kemalist militanlık veya dogmatizmin bir işareti olmaktan çok uzaktı. Türkiye, 1932 Temmuzunda Milletler Cemiyetine üye oldu w saldırganlığa karşı ‘ortak güvenlik’ ilkesine destek verdi. Daha önce den -1 9 2 9 'd a - savaşı bir ulusal siyaset unsuru olarak reddeden Fran-
1 1 0 ııu rtlu m 'j boluTi
sı/.-Amerika» B rian d -K ello g g P a k tı T ü r k iy e B üy ü k M illet Meclisi tara fından on anm ıştı. 1 9 2 8 ’de İta ly a ’yla b ir tarafsızlık antlaşması imza lanmış ve 1 9 3 0 H a z ira n ı’nd a Y u n a n is ta n 'la uzlaşm a ‘cihanda sulh’ is teğini perçiniem işti. A n ca k , A ta tü rk ’ün o r ta k güvenlik için desteği ke lim elerden ötey e g eçti. C em iy et H a b e ş is ta n ’a İtaly an saldırısı karşısın da yaptırım lar uygu layınca, her ne k a d a r R o m a yönetim i Türkiye için bunalım yılları o la n 1 9 3 0 ’lard a ö n em li b ir tic a re t o rtağ ı olsa da Anka ra İtalya'yla ticaret y ap m am ay a k a r a r verdi. K em alistler, M u sso lin i ve H itle r g ib i d ik tatö rlere boyun eğme politikası güden B a tı’yı e le ştiriy o rla rd ı. A ta tü rk sald ırı tehdidini Bo ğazladı yeniden sila h lan d ırm ak için d estek b u lm ak ta kullandı. 1936 Tem m uzu’nda im zalan an M o n tr e u x S ö z le şm e si, T ü rkiy e’nin Batili güçler tarafından ilk kez eşit o la r a k g ö rü lm esi a çısın d an önemliydi ve ülkeyi Lozan A n tla şm a sın ın g etird iğ i b ir d iğ er k ısıtlam adan kurtarı yordu. Sözleşm e, İspanya İç S a v a şı’m n ç ık ış ıy la aynı zam ana denk gel di ve A tatürk bir kez d aha o r ta k g ü ven liğ i d estek led i. Eylül 1937’de, Akdeniz devletleri N y o n K o n fe r a n s ın d a b u lu şa ra k ‘ İtalyan korsanlığ fn ı kınadılar. İnönü h ü k ü m etin in d eğil de A ta tü rk ’ün kişisel talimat larıyla hareket eden T ü r k d eleg asy o n u , İn ö n ü h ü küm eti R om a’nm bu hareketi kışkırtıcı bu lacağ ı en d işesiy le k a rşı ç ık m a sın a rağm en, İngiliz ve Fransız gem ilerine A k d en iz’de İta ly a n sald ırg an lığ ın ı önleme ama cıyla T ürk deniz üslerini k u llan m a izni verd i. Her ne kadar M o sk o v a ’y la sam im i ilişk iler T ü rk dış politikası* nın temel taşı olarak kaldıysa d a, A n k a ra d ü n y an ın en büyük deniz gü cü İngiltere’nin dostluğunun değerini an la d ı. E ylü l 1 9 3 6 ’da, Kral VIII. Edward’ın gayriresm î ziyareti b ir d evlet ziy areti m uam elesi gördü ve Atatürk kralla birçok kez fo to ğ ra f ç e k tird i. K ra lın T ü rk iy e ziyareti ül kenin Londra’da uluslararası siy asette ö n em li b ir fa k tö r ve denkmiş gi bi muamele görmeye layık olduğu fik rin i verd i. A ta tü rk ’ün yabancı de mokrasilere daha yakın o lm a
isteği iç p o litik a d a d a etkili oldu.
CH P’nin, rejim e bir 'faşist ren k ’ k attığ ı sö y len en m ııtlak ıy etçi ve devlet çi genel sekreteri R ecep Peker’in görevd en el çek tirilm esin e yol açtı. A tatürk faşist d ik tatö rlerin sald ırg an p o litik a la rın a karşı çık
»M
mayı sürdürdü. Basın, Eylül 1938 ta rihli ve İngiltere ile Fransa’nın Çekos lovakya'yı H ıtler’e bıraktığı Münih Antlaşm asına eleştirel yaklaştı. Ken di ulusal kurtuluş mücadelelerini ha tırlayan gazeteciler, Çekoslovaklar Alman işgaline karşı savaşsalardı, ba ğımsızlıkları olm asa da en azından ulusal saygınlıklarını koruyacaklarını yazarak, hayıflandılar. 1 9 3 0 ’lu yıllar da Atatürk’ün yatıştırm a politikaları na muhalefet ettiği o kadar az rastla nan bir durumdu k i, İngiliz yazar George Orw eIl, “ 1 9 3 5 -1 9 3 9 yıllan ara sında faşizme karşı savaşta hemen her müttefik m akbul görülürken, solcular kendilerini M u stafa K em al’i överken 1938 d oktorlarının
Atatürk. Cumhuriyetin 15. yılında sağb|tfti İyice yitirmeye başlamıştı. Hatta
buldular” diye yazdı.
Cumhuriyetin 15. yıl kutlamalın im
E k im i’ne gelindiğinde, rap o rların a
dayanan
resmî bültenler A tatü rk’ün çok hasta olduğunu belirtiyordu. 2 9 Ekim ’deki
katılamamış, ardından ita TBMtt’ nin açlışında açı? konulması başveUl Celal Bayar tarafından okunmuştu. Oysa hafit, beş yıl önceki 10. yıl kuttamalanne damgasını vuran ve MilD Mücadek'yi kendisiyle
p a rtisin in
uhdesine alarak, bir
Cumhuriyet’in on beşinci yılı kutlama
bakıma savaş arkadaşlarım dışlayan
törenlerine katılam ay acak kadar has
AMuA'u okuyan Mustafa Kemal'i afyonlu. Son yıllarında hastı ve yorsun t o t û t .
taydı. T ürkiye Büyük M illet M eclisi’nin
yeni
y asam a
yılı
1 Kasım
1 9 3 8 ’de a çıld ı^ n d a cum hurbaşkanının konuşması başbakan Celal Bayar tarafından okundu. D okuz gün sonra, 10 Kasım 1938’de ülke Ata türk’ün öldüğünü öğrendi. Türkiye Cum huriyetı’nin cumhurbaşkanı olarak geçirdiği on beş yıl içinde A tatürk yeni bir kimlik edinmiş ve kendi kendine yeterli ve bağımsız bir m illet yaratm ayı başarmıştı. Bir ülkeyi yarı heodal* kırsal temellerinden çağdaş bir endüstri ekonomisine dönüştürme projesini
1 1 2 ■icı'duncu bölüm
başlatmıştı. Tüm ulusun enerjisi yurt içinde gelişmeye odaklanmışken Türkiye’nin dış politikası da statükoyu korumak üzerine kurulmuştu. 1923’te Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye kibrit gibi basit bir şeyi bi le üretemez durumdaydı. Ancak, 1930’ların ortalarına gelindiğinde, fabrikalar tekstil ürünleri, şeker, kâğıt ve çimento üretiyordu; bir İngi liz firması demir-çelik sanayiini kurma aşamasındaydı. Demiryolları gi bi yabancı sahipli işletmeler, her ne kadar ‘kamulaştırma’ yerine ‘dev letleştirme’ terimi seçilmiş olsa da, devlet tarafından satın alınıp kamu laştırılmıştı. Daha çok demiryolu hatları kurularak bunlar ulusal de miryolu ağına bağlanmıştı; bunun amacı da ulusal bir pazar yaratmak tı. Türkiye artık kendi kendini doyurabiliyordu ve bazı ürünlerini de Avrupa’ya ihraç ediyordu. Yine yeni doğmakta olan tekstil sanayimde kullanılan yün ve pamuk gibi hammaddelerde de Karadeniz madenle rinden gelen kömür konusunda olduğu gibi kendine yeterliydi. 1920’lerin ortalarında, Yunanistan’la nüfus mübadelesinin son rasında, tesisatçılık veya kunduracılık gibi en basit teknik işler bile Türkler tarafından yapılamıyordu, çünkü bu tür işler gayri-Müslimlerin tekelindeydi. Ancak birkaç yıl içinde ‘yeni T ü rk ’ modern bir toplu mun gereksindiği demiryolculuktan banka memurluğuna kadar tüm işleri becermeyi öğrendi. Aynı zamanda kadınlar da profesyonel işler de, tekstil tezgâhlarında ve sekreter olarak çalışıyorlardı. Atatürk 1930’Iarın diktatörleri gibi değildi. Nutuklar atıyordu ama bunlar asla Hıtler veya Mussolini’nin yaptıkları gibi önceden ayarlanmış geniş topluluklara karşı olmuyordu. İnsanları yönlendirme amacıyla hareketlendirmek veya bu amaçla onları güçlendirmek değil onlart bir kalıba sokmak istiyordu. Kaybedilen toprakları geri almak veya fütuhata girişmek gibi bir amacı olmadığından, halkı reformları nı kabul etmeye iknaya çalışıyordu. Devrinin liderlerinin aksine karizması toprak fethetme sözüne dayanmıyordu. Programı genelde içişle rine yönelikti ve Cumhuriyetin tek toprak kazanımı 1938’de o dö nemde Fransız mandası altındaki Suriye’den H atay’ın alınmastydı. Ancak, 1926’da petrolüyle birlikte Musul’u İngiltere kontrolündeki İrak a bırakması gerekmişti. Toplumu ise hiçbir zaman örneğin Gene-
Şemail»
’i'îış '.jjÇj U 3
rai Franco’nun 1936 sonrasında Ispanya’da yaptığı gibi gelenekse! toplumsal kanaatler ve sembollerle yönetmedi. 20. yüzyılın gerekleriy le örtüşen yeni bir ideoloji ve sembol yaratmayı seçti. Her ne kadar li beral demokrasiyi sonradan kendi radikalliğini frenleyici olarak görse de, bir muhafazakâr olmadığından ne laik modernizmden ne de libe ral demokrasiden çekindi. Toplumu sınıflar temelinde ve stnıf çatışma sına dayalı olarak incelemesiyle Marksizm Kemalizm’e bir alternatif oluşturuyordu ve Mustafa Kemal bununla yüzleşmeyi reddetti. Her ne kadar yaşamı boyunca bunların hepsini tam olarak kullanmadıysa da, Atatürk siyasi partiler, sendikalar, hür bir bastn, ifade özgürlüğü gibi liberal kurumlann mantığını kabul etti. Rejimin varsa yımı ise bu kurumlann Türk toplumu gerekli gelişim aşamasına geldi ğinde kullanıma sunulacağı şeklindeydi. Atatürk 1938 Kastmt'nda öl düğünde, Cumhuriyet döneminde yetişmiş yeni nesil, bildikleri her şe yin onunla birlikte öldüğünü düşündü. Birçok kişi için Atatürksüz bir Türkiye düşünmek imkânsızdı, çünkü o yeni Türkiye’yle, Cumhuri yetle eşanlamlı hale gelmişti. Bu sebeple, Atatürk’ten sonra gelen yöne ticiler, olgunlaşma dönemine girmiş olan bir ülkeyi yönetebilmek için kendi otoritelerini kurmak gibi zor bir görevle karşı karşıya kaldılar. O k u m a O n e r Il e r I
Andrew Mango, A tatü rk: M o d em Türkiye'nin Kurucusu, İstanbul: Rerazı* 2004. Ali Kazancıgil ve Ergun Özbudun, Atatürk: Founder o f a Modem Süte, Londra: Hurst, 1981.
Çok Partili Siyaset ve Demokrasiye Doğru ( 1 9 3 8 -1 9 6 0 )
Dem okrat Parti'nin seçim kam p an yasın d a kulland ığı Selçu k NUlâr’ ın yap tığı seçim afişi.
İNÖNÜ’NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ tatürk’ün ölümü sonrasında iktidarın devri sorunsuz yaşandı, öte yandan Cumhuriyet Halk Parrisi içindeki her tür liderlik çanşroası halkın gözünden saklanmıştı. Böylece, 11 Kasım'da Türkiye Büyük Millet Meclîsi oybirliğiyle İsmet İnönü’yü ülkenin yeni cumhurbaşka nı olarak seçti. İnönü’nün seçimi, Atatürk ile İnönü arasında bir çekiş me olduğu ve Atatürk Celal Bayar’ı İnönü’nün yerine başbakan aradı ğı, İnönü’nün başa geçmede atlanılacağı düşünüldüğü için, birçok göz lemciyi şaşırttı. Hatta bazıları Atatürk'ün Çankaya Koşkü’ndekı Cum hurbaşkanlığı kütüphanesinde olduğu söylenen gizli vasiyetnamesinde ‘Benden sonra Mareşal Fevzi Çakmak cumhurbaşkanı olsun’ diye yaz dığını ortaya attılar. Durum böyle olsa bile Atatürk’ün arzusu göz ar dı edildi ve İnönü, 1923’ten beri Genelkurmay başkanı olan Fevzi Çakmak’ın da desteğiyle Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı seçildi. İs met İnönü gözden düşmesine karşın parti mekanizması üzerindeki et kisini korumuş ve böylece seçilmesini garantilemişti. Ancak, Ata türk’ün çapında olmadığından halka karşı konumu zayıftı. Bu sebep le, aralık ayında CHP’nin olağanüstü kurultayı toplanarak Atatürku
A
118
v^jıncı bölüm
‘ebedi şef’, İnönü'yü de daim i ‘m illi şe f' ilan etti. Bu değişiklikler İnö nü’nün, yurtta ve yurtdışm da k on u m u n u güçlendirm ek amacıyla Na. zi Almanyası ile faşist İta ly a ’da geçerli o lan liderlik esaslarına gıpta et tiğini de düşündürm üştü. Avrupa’daki gerilim ler ve savaş o lasılığ ı karşısında, İnönü Ata türk ve Kem alizm k arşıtlarıyla u z laşarak y u rtta bir siyasi uyum sağla dı. Atatürk dönem inde sürgünde y a şa y a n la r T ü rk iy e’ye dönerek yeni den siyasette a k tif hale geldiler. Aynı zam an d a, M eclis’ten 18 Ocak 1 9 39'd a M illi K oru nm a K a n u n u ’nu g eçirterek hüküm ete ekonomiyi yönlendirmek am acıyla geniş y etk iler ta n ıd ı. Ertesi hafta, liberal ve devletçilik karşıtı bir p o litik acı o la n C elal B ay ar başbakanlıktan istifa etti, yerine içişleri bakan ı ve C H P genel sek reteri olan Dr. Refik Say dam getirildi. Bunun ard ın d an , p arti genel sekreterliği ile içişleri ba kanlığı görevleri birbirind en ay rıld ı ve bö y lelik le C H P ’nin 1930’ların ortasında bürokrasi üzerinde ku rm u ş old uğu k on trold en vazgeçtiği iz lenimi yaratıldı. Bu bir y an ılsam ay d ı, çü n k ü partinin devlet üzerinde ki etkisi güçlü kaldı; sadece p o litik a cıla rın bireysel etkisi azaldı. Man 1 9 3 9 ’da genel seçim ler y ap ıld ığ ınd a, 4 2 4 m illetvekilinin olduğu bir M ed is’te 125 yeni sim a vard ı; A ta tü rk ’e y ak ın bazı kişiler seçilmemiş, öte yandan Fethi O kyar, K âzım K a ra b e k ir, H ü seyin C ah it Yalçın» Refet Bele, Ali Fuat C ebesoy gibi A ta tü rk ’e rak ip ve m uhalifleri Meclis’e girmişti. Aynı zam anda, A ta tü rk ’ün 1 9 M a y ıs 1 9 1 9 ’da Samsun’açıkışı ilk kez kutlandı ve A tatü rk so nrası rejim in de Cum huriyet’in kuru cusunu onurlandıracağı im a edildi. B u k u tla m a ‘G en çlik Bayramı’ ola rak tanımlanmaya ve her yıl k u tlan m ay a başlan d ı. İnönü rejimi liberalleştirm eyi sürdürerek m ayısta Fethi Okyar ı adalet bakanı olarak atadı ve 2 9 M a y ıs’ta M eclis’te, hükümete sadık bir muhalefet olacak olan bir ‘müstakil grup* kurulm asına izin verdi. Ancak bu kâğıt üzerinde bir reform du, çünkü grup m uhalefet rolünü ciddiye al mayarak, savaş sırasında çık acak ve bütünüyle antidem okratik yasaya ses çıkarmayarak hükümetin dilediği gibi h arek et etm esine izin verdi. Cumhurbaşkanı İnönü’nün tem el görevi ülkesini dünya krizin de sağ salim yönlendirmekti. K endisini hâlâ kendini A tatü rk’ün kariz-
İsmet İnönü hiçbir zaman M ustafa Kemal gibi karizmatik bir kişilik kazanmadı. Atatürk'ün wva$ arkadaşlarıyla hesaplaşm aya girdiği dönemlerde ise uolan bitenleri" bazen seyrederek bazen de farklı biçimlerde müdahil olarak, Mustafa Kemal’le birlikte oldu. İnönü’nün yafamı boyunca sadık kaldığı ilkelerin b aşta geleni her şeyin üstünde, "devlete sadakaTb, Bu ise devtetie. partim bütünleşmesiydi. Kendisine partisi tarafından verilmiş olan "inilti şe fliğ i her zaman tçtertUde benimsedi. İnönü» "milU ş e f li ğ i yıllannda büstünü yapan heykettraş Kenan Yontnnfla.
matık liderliğinin ertesinde bir biçimde kanıtlaması gerekiyordu. 1920’lerin başından I 9 3 7 ’ye kadar Atatürk’ün sağ kolu da olsa ne ya ratıcı ne de dinamik olduğu düşünülüyordu. Hitler’in kom utanlarına Atatürk’ün ölümünden sonra Türki ye’nin akıl fukarası kişiler tarafından yönetileceğini vurguladığı söyle nir. Atatürk sonrası Türkiye’ye yüklenme politikasına bakılırsa Stalin’in de aynı kanıda olduğu var sayılabilir. Ancak, ikisi de yanılıyor du. İnönü ihtiyatlı bir adamdı, Cumhuriyetin geleceğini yanlış tarafa oynayarak tehlikeye atmak istemiyordu; Birinci Dünya Savaşı’mn anı ları o kuşağın aklında hâlâ tazeydi ve İttihadçılar’tn düştüğü hatayı tekrarlamak iyi olmazdı. Böylece, 1939 Eylülü’nde İkinci Dünya Sava şı başlayınca, İnönü, her ne kadar Türkiye mayısta İngiltere’yle, hazi randa da Fransa’yla dostluk ve karşılıklı yardım antlaşmaları imzala mış olsa da, tarafsız kalmayı seçti. Türkiye'nin isteği üzerine Fransa
1 2 0 hcşimi bdlüm
Hatay’ı Ankara’ya devretti. 23 Ağustos 1 9 3 9 Alman-Sovyet Paktı fa şist tehdide karşı üç taraflı bir İngiliz-Fransız-Sovyet garantisini im kânsız kıldı. Türkiye bu noktadan itibaren tarafsızlık konusunda da ha da fazla kararlıydı. AVRUPA’DA SAVAŞ Ankara, Avrupa’daki savaşı iki tarafın da açık bir galibiyet kazanma masını ve Avrupa'ya hükmetmemesini um arak yakından izledi. Müt tefikler’in zaferi M oskova’nın lehine olurken M ihver Devletleri’nin ga libiyeti de Doğu Akdeniz’de İtalyan egemenliği demekti. O dönem için Türkiye’nin dış politikası iki taraf arasında gidip gelen dış ticareti ta rafından yönetilirmiş gibi duruyordu. 18 H aziran 1 9 4 1 ’de, Almanya Rusya’yı işgal etmeden üç gün önce, T ürkiye Alm anya'yla bir saldır mazlık paktı imzaladı. Rusya’nın işgali A nkara’ya nefes alma fırsatı tanıdı, çünkü halihazırda Bulgaristan ve Y u nanistan’ı işgal altında tu tan Almanya, Sovyetlerle savaşırken bir de T ü rkiy e’yi işgal edemezdi, Türkiye’de çoğu kişi Hitler’in R usya’yı kısa bir savaş sonunda alt ede rek İngiltere ve Fransa’yı barışa zorlayacağını düşünmekteydi. Sonuç ta, Ankara, 1942 yazında eğer Rusya yenilirse Almanya saflarında sa vaşa katılacağını ilan etti. Savaş, tarafsızlık ve seferberlik, ekonom inin 1 9 3 0 ’larda elde et tiği ne kadar kazanım varsa hepsini zayıflattı. H üküm et 1 9 4 0 ’ın ocak ayında, istifçiliğin, vurgunculuğun ve savaşın çıkışından beri süren yokluğun önüne geçmek am acıyla, M illi K orunm a K anunu’nu yürür lüğe koymak zorunda kaldı. Temel ihtiyaç maddelerine narh uygulan maya başlandı ve kiralar Nisan 1 9 4 0 seviyesinde donduruldu. Çalış ma günü günde üç saat uzatıldığı gibi birçok işyerinde haftalık tatiller de kaldırıldı. Dolaylı vergiler şeker, çay, ulaşım gibi temel gereksinim lerde önemli Ölçüde artırıldı. A lm anlar’ın R usya’daki başarısı ülkede ki ırkçılara kendi azınlıklarım taciz etme cesareti verdi ve bu öyle bir o ölçüye ulaştı ki Kasım 1 9 4 2 ’de M eclis, kötü bir iz bırakan ve tartış* malı gelir vergisi yasasını, Varltk V ergisi'ni çıkardı. Verginin görünür deki amacı savaştan kazanç elde eden işletmelerden 3 6 0 milyon dolar
çok M
v* 4e«nottf».*»
livğf*'\->’ %vvi»v 1 2 1
civarında para toplamaktı ama vergiler vergi mükellefinin zenginliğine değil dinine göre belirlenmekteydi. Müslümanlar, gayri-Muslımler, ya bancılar ve 17. yüzyılda İslâm’ı benimsemiş bir Yahudi topluluğu olan ‘dönme’ler için ayrı ayrı listeler vardı. Bu vergiler sonucunda pek çok gayri-Müslim varlıklarını (gayrimenkuller, fabrikalar, vb.) satmak zo runda kaldı ve bunlar yeni Müslüman burjuvazisi tarafından piyasa değerlerinin çok altında fiyatlarla, bu sınıfı hem zenginleştirecek hem de hükümetten yabancılaştıracak şekilde satın alındı. Neyse ki Alman ordusunun Şubat 1943’te Stalingrad’da teslim olması sonrasında azınlıklar üzerindeki baskı azaldı ve durum Ber lin’in aleyhine dönmeye başladı. Bir ay sonra, bir Türk Yahudisi olan Avram Galante Meclis’e seçilirken, Alman yanlısı gazeteci Yunus Nadi [Abalıoğlu] koltuğundan oldu. Bunlar, İnönü’nün Almanya’ya kar şı sürdürmekte olduğu iyi niyetli tarafsızlıktan vazgeçerek Müttefikle* re doğru kaydığının işaretiydi. Eylül 1943’te Doğu Anadolu’da bir ça lışma kampına gönderilen Varlık Vergisi kurbanları affedildi ve Mart 1944’te de vergi kaldırıldı. Alman para ve propagandasıyla destekle* nen ve hükümet çevresinde bile etkili olan ırkçı pan-Türkist hareket sonunda yasaklandı ve kovuşturulmaya başlandı. 1944 Mayısı’nda li derleri mahkemeye çıkarıldı ve bizzat İnönü pan-Türkizmı 19 Mayıs Gençlik Bayramı konuşmasında suçladı. Duruşma ancak 1947’de, So ğuk Savaş döneminde, artık düşman Almanya değil Moskova’yken so nuçlandı. Sanıklar beraat ettikleri gibi bir de yıkıcı bir ideolojiye, yani komünizme karşı çarpışan vatanseverler olarak övüldüler! Panturkizm, uluslararası siyaset oyununda kullanılacak bir araç olmuştu. Savaş sona ererken, İnönü rejimi kendini iç karartan bir durum da buldu. Türkiye’deki insanların büyük çoğunluğu zorluk içindeydi. Piyasada, tüm temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı vardı. 1942’nin ocak ayında ekmek karneye bağlanırken tarım ürünlerinin zorla toplanma sını öngören bir yasa da çıkarılmış, bürokrasi hariç tum sınıflar rejim den yabancılaştırılmıştı: işadamları birkaç Müslüman'ı zenginleştiren ama devletin ne kadar mutlakıyerçi olabileceğini de gösteren keyîı ge lir vergileri nedeniyle; toprak ağalan ile köylüler tarım vasahn vc tan*
1 2 2 bejıncı bölüm
darmarun sert, keyfî tutum u yüzünden; k entli kitlelerse kendilerini aşı rı çalıştırıp az maaş veren ve kend ilerini a ç bırak an çalışm a yasaların dan dolayı bu durumdaydı. İKİNCİ DÜN YA SAVAŞI S O N R A S I İsmet İnönü M ü tte fik lerin faşizm k arşısın d ak i zaferinin bir sonucu olarak dünyanın köklü bir şekilde d eğiştiğini fark etti ve yurtta bir par lama olmadan kendinin de durum a m ü d ahale etm esi gerektiğini gör dü. 1 Kasım 1 9 4 5 ’te, m evcut siyasal sistem in yeni o lu şm akta olan ka pitalist ve dem okratik dünya düzenine p a ra le l b ir uyum am acıyla dü zeltileceğini açıkladı. T ü rk siyasal sistem i bir m u h alefet partisinden yoksundu ve o da böyle bir partiye izin v erecek ti. F aşistlerin yenilgisi nin Türkiye’de de tek parti idaresini z a y ıfla tm a sın ın y anı sıra iç unsur lar da tek partinin varlığını tartışılır. A sk e rî-b ü ro k ra tik seçkinler, top rak sahipleri ve yükselen burjuvazi arasın d ak i işbirliği Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Kemalist rejim in ilk d ön em in in b a şa rıla rın a yol açmıştı. Rejimin kendi başarısı hem kentsel hem k ırsal k a p italizm in gelişmesi, bu irtifakı eritti ve burjuvazi ile to p ra k a ğ a la n sistem e artık tahammül etmek istemiyordu. Ayrıca, ek o n o m i bü yük bir serm ay e girişine muh taçtı ve bu ise sadece A m erika ta rafın d an sa ğ lan ab ilird i. Washington ise kendince devletçilik karşıtı güçleri ve serb est p iy asa oluşum unu ce saretlendiriyordu. T ü rkiy e’de, so ru n y aln ız C H P içind eki liberal ve devletçi güçler arasındaki bir çatışm ay la çö z ü le b ilird i; sistem i liberal leştirmek bir yana, devletçiler devlet ü zerind eki h âkim iyetlerini daha da artırmak istiyorlardı. Ocak 1 9 4 5 ’te toprak reform u ta sa rısı ü lk ed ek i düşünce sahip lerini iki kutba ayırdı. D evletçiler to p rağ ın yenid en dağıtılm asın ı, top rak ağalarının siyası ve iktisadi güçlerini k ırm a k , T ü rk iy e ’yi Balkan devletlerine benzer bir bağım sız küçü k to p ra k sah ip leri cumhuriyetine dönüştürmek istiyordu. T oprak K anu nu o la r a k b ilin en tasarı yasalaş sa da, CHP, O cak 1 9 4 6 'd a D em o k rat P artİ’nin k u ru lm asın a yol açacak şekilde parçalandı. K urucularının tüm u -iş a d a m ı ve ban kacı Celal Bayar; bir bürokrat olan R efik K o raltan ; bir p ro fesö r o la n Fuat Köp~
fok partili siyas*) «
demoiu asiye
'-.jy i. 19^
1 2 3
rulü; bir toprak ağası olan Adnan M enderes- CH P’nin saygın üyele riydi. Bunlar çok partili bir siyasal sistemin kurulması, demokrasinin uygulamaya geçirilmesi ve özel mülkiyet hakkının çiğnenmemesi çağnsmı yaptı. M uhaliflerden üçü C H P ’den ihraç edildi, Bayar ise istifa etti. Muhalifler ihraç kararına D em okrat Parti'yi (DP) kurarak ve Tür kiye’nin siyasal yaşam ında yeni bir sayfa açarak cevap verdiler. DEMOKRAT P A R T İN İN K U R U L M A SI Başlangıçta D em okratlar da C H P ’den ayrılan kişilerce kurulmuş bir diğer sadık muhalefet gibi görüldüler. Ne de olsa tüm kurucu üyeleri uzun zamandır tanınan, köklü Kemalistlerdi ve yönetimdeki partiyle neredeyse aynı siyasal ve ekonom ik programı sunuyorlardı. Mahmud Celal Bayar siyasi anlam da borçlarını da ödemişti. Bursa’nın bir kö yünde 1 8 8 3 ’te doğmuştu. 1 9 0 3 ’de Deutsche Orient Bank’ın Bursa şu besine girdi ve İttihad ve T erak k i’nin aktif bir üyesi oldu. Osmanlı İm paratorluğu 1 9 1 8 ’de çöktükten sonra, Bayar İzmir yöresinde Milli Mücadele’yi örgütledi. 1 9 2 3 ’te de İzmir milletvekili olarak Meclis’e se çildi ve 1924 kabinesinde m übadele, imar ve iskân vekili oldu. Musta fa Kemal’in güvenini kazanarak kısıtlı olan özel sektörü yönetmekle görevlendirildi. 1 9 2 4 ’te, ekonom ik değişim motorlarından biri ve ha len ülkenin en Önemli ekonom ik kurumlarından biri olan Tiirktye İş Bankası'ıu kurdu. Bayar, 1 9 3 2 ekonom ik krizinde iktisat vekilliğine getirildi ve 1 9 3 7 ’de, İnönü’den görevi devralarak Atatürk’ün son baş bakanı oldu. İnönü cum hurbaşkanı seçildiğinde Bayar başbakanlıktan istifa etti ve sonrasında bakanlık görevi almadı. Siyaset sahnesine bir kez daha 1 945’te C H P ’nin m uhalif kanadının lideri olarak çıkacaktı. Mustafa İsmet İnönü de B ayar’ınkine benzer bir sosyal geçmiş ten gelmekteydi. 1 8 8 4 ’te doğmuştu, kendi sınıfından gelen birçok genç gibi askerî eğitim aldı. Bu, on a Müslüman gençlere çok az olanak su nan bir toplumda sınıf atlam a zemini hazırlayan modern bir eğirim görme imkânı sağladı. 1 9 0 6 ’da yüzbaşı rütbesiyle Harp AkademiS|nden mezun olarak imparatorluğun çeşitli yörelerinde hizmet verdi. Kurtuluş Savaşı’nda 1921 yılında soyadını da aldığı İnönü Savj$jan'nı
12 4
besinci bölüm
kazandı. İnönü, Kemal Paşa’nın sadık bir destekçisi oldu. Lozan Kon feransına barış antlaşmasını müzakere edecek Türk delegasyonunun başında gönderildi ve zeki bir müzakereci olarak ün saldı. 1920’ler ve 1930’lar boyunca başbakanlık yaptıysa da 1937’de istifaya zorlandı. Parti-devlet bürokrasisinin önemli isimlerinden biri oldu, dolayısıyla da Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olmaya uygun bir isimdi. Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi savaştan uzak tuttu ama ‘milli şef’ unvanıyla baskıcı bir yönetim uygulaması yüzünden kitlelerce benimsenmedi. 1 9 4 5 ’e gelindiğinde, İnönü dünyada yaşanan deği şimi görme basiretini gösterdi. Tek parti rejiminin ayrıştırılmasında ve -bu ille de demokrasi demek olmasa d a- çok partili rejimin kurulma sında liderlik etmesi gerektiğine karar verdi. Atatürk’ün ölümü sonrasında Türkiye’deki hava değişmişti ve yeni Türkiye’nin kurulmasında bu kadar hayati bir rol oynayan partiye artık güvenilmiyordu. CHP artık Türkiye’yi savaş sonrası yeni dünya düzeninde yönetebilecek durumda değildi. Başlangıçta Halk Partililer ülkedeki değişimin farkında değillerdi ve yeniden popülerlik kazanmak için yapmaları gereken tek şeyin birkaç yeni reform olduğunu düşündü ler. Demokrat Partililer de aynı Kemalist felsefeyi, belki ufak bir vurgu lama dışında savunuyordu. CHP’nin onlardan beklediği ise resmî mu halefet gibi davranarak hükümetin meşruluğunu güçlendirmeleriydi. Başlangıçta halk bile Demokrat Parti’yi ciddiye almadı, çünkü progra mı CHP'ninkinden pek de farklı değildi. Ssonuçta, anayasa tüm partile rin Kemalizm’in akı okunu benimsemesini gerektiriyordu. Ama De mokratlar bu ilkeleri yeni koşullara göre yorumlayacaklarını ve amaç larının Türkiye’de demokrasiyi geliştirmek olduğunu iddia ediyorlardı. Müdahaleci devleti sınırlamak, bireysel hak ve özgürlükleri geliştirmek istiyorlardı. Demokratlar, siyasi inisiyatiflerin halktan gelmesi -parti ve ya devletten gelmemesi- gerektiğini öne süren popülistlerdi. Tıpkı Jön Türkler dönemindeki liberaller gibi özel teşebbüs ile birey adına konu şuyorlardı. Kısa süre içinde kentli nüfusun eğitimli kesiminden gazeteci ler ve akademisyenlerin yanı sıra burjuvazi ile entelektüellerin çoğunlu ğunu taraflarına çektiler. Toprak ağalarının desteğine zaten sahiplerdi.
çok partili siyaset vs tffr-oiM îV f» .v ^ ju
-.gteı
«5
Halk Partililer nihayet toplumda kendilerine ve partilerine kar şı
husumet hissettiklerinde partiyi ve toplumu liberalleştirmeye basa
dılar. İnönü ‘milli şef’ ve ‘CHP’nin daimî başkanı’ sıfatların» bıraktı, partinin her dört yılda bir genel başkan seçmesine razı oldu. Ancak halk bunları göstermelik değişiklikler olarak gördü. Haklıydı da, çün kü İnönü parti genel başkanlığından uzaklaştırıldığı 1972 yılına kadar görevini korudu! CHP’deki radikaller partilerinin köylüleri, işçileri, ortakçı köylüleri, zanaatkarları ve küçük esnafı saflarına çekip DP’yi de büyük toprak sahiplerinin ve büyük işverenlerin partisi olarak tec rit edecek bir ‘sınıf partisi’ olmasını istiyorlardı. Ancak bu statü deği şikliklerine rağmen CHP’de muhafazakârlar egemendi ve CHP her in san için her şeyi ifade eden bir parti olarak yoluna devam etti. Bu yıızden de CHP birçok grubun desteğini yitirdi ve Türkiye'nin azgelişmiş bölgeleri olan Doğu ve O rta Anadolu’daki taraftarlarının desteğine güvenmeye zorlandı. 1946 VE 1950 SEÇİM LERİ İnönü, Demokratlar örgütlenmeye ve gerçek bir seçim tehdidi olmaya başlamadan önce, 1947 yerine 1 9 4 6 ’da erken seçime gitme karan al dı. Ama Bayar, yasalar daha demokratik hale getirilmezse DP'nin se çimleri boykot edeceğini söyledi. DP’nin boykotu iktidarın meşruiye tini zedeleyeceğinden İnönü DP’yi yatıştırmak üzere bazı antidemok ratik yasalarda değişiklik yaptı. Seçim Kanunu değiştirildi ve tek dereceli seçim getirildi. 1908’den sonra seçimler iki kademeliydi; seçmen ler yerel olarak temsilcilerini seçiyor, bunlar da parti listesinden mecli se girecek adayları belirliyorlardı. Bu arada üniversitelere idari Özerk lik tanındı ve basın yasaları da serbestleştirildi. Demokrat Partililer, ülkede örgütlenmelerini tamamlamadıkları için 1946 seçimlerinde başarılı olamayacaklarını biliyorlardı: bürokra si onlara düşmandı ve seçmenler de çok partili sistemin devam edip et meyeceğinden emin değildi. Böylelikle 1946 seçimlerindeki CHP başa rısı sürpriz olmadı: CHP 465 Meclis sandalyesinden 395’im .ılırken DP*de -fesat ve devlet baskısı karışmış bir seçim için iyi sayılabilir h*f
12 6
b e ş in o btHüm
sonuç o la ra k - 66 sandalye kazandı. A ncak siyasi atmosfer zehirlen m işti; bu da ülkenin siyasi yaşam ına zarar verici bir etki yapmaktaydı. 19 4 6 seçim lerinden sonraki dönem ço k partili sistemin kurulması açı sından çok önem liydi. C H P içindeki tutucular ile radikaller arası çatış ma sürdü, ancak 12 Tem m uz 1 9 4 7 ’de yayımladığı beyannameyle Cum hurbaşkanı İnönü tutucuların yanında yer alarak radikalleri za yıflatmış oldu. Sonuçta D em ok rat Parti üzerindeki baskı gevşedi ve bunlara tam hareket hürriyeti ve iktid ar partisiyle eşitlik tanındı. İnönü, liberal önlem ler alarak partisinin önünü açmayı umu yordu. Ekonom i ihtiyatlı bir şekilde serbest piyasaya açıldı; devalüas yon yapıldı, ithalat im kânları kolaylaştırıldı ve bankalara altın satma imkânı tanındı. Bu önlemler, geçinm e indeksinin 1 9 3 8 ’deki 100 sevi yesinden 1 9 4 6 ’nın ağustos ayında 3 8 6 ,8 ’e ve devalüasyon sonrasında da 4 1 2 ,9 ’a yükselmesiyle enflasyonun başlam asına yol açtı, tş çevrele ri bu değişiklerden cesaret aldılarsa da seçm enler daha da yabancılaş tı. Bayar, hükümete karşı ekonom ik hoşnutsuzluktan yararlanabilece ğini fark etti. İnönü güçlü bir laiklik savunucusu olsa da hükümetin okullarda din derslerini yeniden başlatm asına izin verdi. Din konusun daki ödünlerin hem D em okrat P arti’yi hem de ondan kopan tutucu ve daha da geniş dinî özgürlükler isteyen m uhaliflerin 1 9 4 8 ’de kurduğu Millet Partisi’ni köşeye kıstıracağı düşünülüyordu. İnönü, Kemalist ideolojinin üç temel taşını -devletçiliği, devrimciliği ve laikliği-bıraka bilirmiş, hatta İslâm ’ı kucaklayabilirm iş gibi görünüyordu. Bu reform ların tamam lanm ası sonrasında H alk Partililer 195 0 yılında, gelecek seçimlerde kazanacakları başarıdan ve D em okrat Parti’nin gündem dı şı kalacağından o kadar emindiler ki, yeni parlamentoda bir muhale fet olsun diye DP’ye birkaç sandalye bile önerdiler. İnönü’nün genel hissiyata hoş görünme siyaseti ve ekonomiyi açması, seçmenler nezdinde partinin itibarını güçlendirmek adına çok az şey başardı. 14 Mayıs 1 9 5 0 ’de genel seçim yapıldığında, CHP’ye kahredici bir darbe indirdiler ve D em okratlar’» ezici bir çoğunlukla ik tidara getirdiler. Demokrat Partililer, yirmi yedi yıllık Cumhuriyet Halk Partisi
ç o k p a n ıt '
v<>
s
iktidarında çekilm iş olan a cıların top lu m sa! hafızadaki yermı istismar etmişlerdi. Seçm enlere İnönü ik tid ard a kaldığı sürece hiçbir şevin de ğişmeyeceği söylenm işti; A tatü rk değil de İnönü tek parti mutlakıvetçiliğinin sembolü olm uştu. D em o k ra t P artililer, ayrıca T ürkiye’nin so runlarından devleti değil partiy i so ru m lu g östererek bürokrasinin des teğini de kazanm ışlardı. B ü ro k ra sin in desteği veya kesin tarafsızlığı o l masaydı DP k azan am ay ab ilird i, çü n k ü T ü rk halkı, bürokratlardan hem çekiniyor hem de o n la rın izinden gidiyord u. R esm î görevliler ik tidar partisine çalışm ay ın ca seçm en ler bu nu fark etti, yüzde 9 0 o ranın daki katılımlı seçim de o y la rın yüzde 5 3 'ü n ü alan D em okrat Parti p ar lamentoda 4 0 8 sandalyeyle ezici b ir çoğu nlu k sağladı. Cumhuriyet Halk Partisi oyların hatırı sayılır yüzde 4 0 ’lık bir kısm ını alsa da M ec lis’e 69 sandalyeyle g irebild i; b u nu n seb ebi C H P ’nin kazanan -h e r şe yi-alır ilkesini seçim sistem in e y erleştirm iş olm asıydı ki bu ilke geç mişte partinin yararına olm u ştu . D em o k ra tla rın 1 9 5 0 seçim zaferi o dönem de de, günümüzde de bazı akadem isyenlerin vu rg u lad ığı g ibi, m odern T ürkiye tarihinde bir dönüm noktası o la ra k g örü ld ü . İk tid ar partisi seçm enin iradesini kabul etmişti ve bu da d e m o k ra tik sü reç için , kom ünist otoriterlik ile ‘hür dünya’ arasınd a b ir ça tışm a n ın o rta y a çık tığ ı o dönem de, önemli bir ileri adım o la ra k g ö rü lü y o rd u . A slın a bak ılacak olursa, T ü rk i ye’deki değişiklik göründ üğü k a d a r d ram atik değildi. DP tarafından temsil edilen siyasi güçlerin siy aset alan ın a girdiği doğruydu ama ik ti dara geldiklerinde tıpkı C H P ’nin de y ap m ış olduğu gibi aynı aracı, k ı sıtlayıcı 1924 A n a y a s a sın ı k u llan m ak tay d ılar. 19 5 0 'lerin büyük deği şimi, sömürgelerin b ağ ım sızlaşm ası sü reci ve Soğuk Savaş aracılığıyla geldi; bunlar doğal o la ra k T ü r k iy e ’deki hayatı da etkiledi.
SOĞUK SAVAŞ V E T Ü R K İ Y E 'Y E E T K İL E R İ İkinci Dünya Savaşı so na erd iğin de, M ü ttefik ler -İn g iltere ve Sovyetler Birliği- Avrupa’yı etki a la n la rın a ay ırıyord u . Stalingrad M uharebe si’nde Almanya yenilene k ad ar T ü rk iy e B erlin ’e karşı ılımlı bir ta ra f sızlık sergilemekteydi. Stalin g rad so n rasın d a T ü rkiy e M ü ttefiklen des
12 8
b«$mci bölüm
teklemeye başladı. Stalin, C h u rch ill’le ‘Boğazlar meselesini Ekim 1 9 4 4 ’te M oskova’da, sonra da Şu bat 1 9 4 5 ’te Y alta’da gündeme getir mişti. M üttefikler sorunu tartışm ayı, T ü rk iy e’yi niyetlerinden ve ba ğımsızlığına tem inat verdiklerinden h ab erd ar etmeyi kabul etmişlerdi. Yakın zamanda açılm ış Sovyet arşivleri bize gösteriyor ki, Türkiye xMayıs 1945 gibi erken bir tarih te M o sk o v a ’ya bir karşılıklı dostluk antlaşması önererek, Stalin’in anlad ığı k ad arıy la m üttefiki İngiltere’yi dışlama eğiliminde olduğu m esajını verm işti. T ü rk çekingenliği olarak gördüğü şeyden cesaret alan Stalin , haziran ayında sözlü olarak Türk Boğazları nda bir üs ve Ç arlık R usyası tarafın d an 1 8 7 8 ’de elde edilip 1 9 2 2 ’de Lenin tarafından A tatü rk ’e b ırak ılan K ars ile Ardahan’ın ia desini istedi. Denir ki, Stalin B o ğ azlar’a yalnızca bir Sovyet güvenliği meselesi olarak değil, bir prestij m eselesi o la ra k da bakıyordu. Kızıl Ordu’nun başarılarından etkilenen T ü rk iy e’nin bu istekleri kabul ede ceğini, böylece W ashington ve L o n d ra’yı da bir ‘o ld u b itti’ karşısında bırakacağını düşünüyordu. So n rad an , D ış İlişkiler K om iseri Vyaçeslav Molotov, Stalin’in oyunu ab artarak oynadığını ve 1 9 4 5 ’te haddinden fazla saldırgan davrandığını itiraf ed ecekti. M o lo to v , Sovyet istekleri nin zamanlamasının kötü ve gerçekçi olm adığını belirtir. 1 946 yılında hatasını gören M oskova T ü rkiy e’den isteklerind en vazgeçti. Yakın dö nemde yapılan Am erikan akadem ik araştırm aları, K asım 1 9 4 5 ’te sü resi dolan 1 9 2 5 tarihli Türk-Sovyet D o stlu k A n tlaşm asın ın yenilen mesi konusunda bir Sovyet talebi bu lunm ad ığını, sadece öneriler ve şartlar getirildiğini söylem ektedir ki, bu ön eri ile talepler arasında çok önemli farklar vardır. T ürk Dışişleri B akam H aşan Saka bile ancak, Sovyet diplomatik girişim belgesini görüp de T ü rkiy e toprakları üze rinde bir Sovyetlerin üs talebi olm adığını gördüğünde rahatlamıştı. M oskova ile W ashington arasındaki Y u nanistan, Türkiye ve İran üzerindeki Soğuk Savaş krizi T ü rk iy e’yi önem li bir bölgesel kuv vet haline getirdi. Kriz aynı zam anda T ru m an yönetim inin yeniden si lahlanma tasarısını Kongre’den geçirebilm esini
sağladı. Washing-
ton’da Sovyetler’le başa çıkm ak üzere iki yaklaşım vardı: Dışişleri Ba kanlığı Sovyet meydan okum asını genelde siyasi ve iktisadi olarak gö-
çok partili siyaset w » T O r K , , . ^ rj
İsmet Inönü’ niln geliştirdiği demokrasi kavramı, özgürlüklerle temellendirilmiş bireyin kişisel tıaklanna dayalı bir yapılanmadan çok; “ çok partili rejim" diye adlandınlacak yüzeysel siyasal düzenlemelere dayanıyordu. İnönü, “ tek parti diktatörtfiğp'nün toplumda yaratmış olduğu olumsuzlukları bilmiyor değildi. Ama yine de halkın yıllardır (ektiği a o ve baskıların yaratacağı sonuçlan tahmin edem edi. Oysa halk 14 Mayıs seçimlerinin ardından kendisin "Gitti İsmet, açıldı kısm et..” diye uğurlayacaktı. İnönü Mayıs 1950’ de seçim konuşmasında.
rüyordu, dolayısıyla da buna en iyi siyasi ve iktisadi yollardan karşılık verilebileceğini düşünüyordu. Pentagon ise Sovyet tehdidinin öncelik le askerî olduğunu ve bir ittifaklar sistemiyle karşılanabileceğini düşü nüyordu ki, bu Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütii’nün (NATO) kuru luşu için atılan ilk adım oldu. A BD ’nin Türkiye’yle ilişkilerinde Penıagon’un yaklaşımı ağır bastı. Soğuk Savaş iklimi Türkiye’nin Washington’la ilişkisini hızlan dırdı. Her iki taraf da Türkiye’nin hızlı ekonomik gelişme için yaban cı sermaye yatırımına ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Bu» sadece Türki ye Batı’ya katılır ve Ortadoğu’da Batı çıkarlarına hizmet ederse ger çekleşebilecekti. Stalin’in Türkiye’ye karşı zorbalık taktikleri, Washington’la yakınlaşmayı, özellikle de komşu Yunanistan'da iç savaş çıkması sonrasında, kolaylaştırdı. Dost bir Türkiye Washington için önemli bir değer halini aldı, bu yüzden de ülke 1947’nin Truman Doktrini ve Avrupa ekonomisinin düzeltmeye yönelik MarshalJ Planı içinde yerini aldı. Cumhuriyet Halk Partisi içerisindeki devletçi hizip sonunda 1947’de Başbakan Recep Peker'in istilasıyla yenildi ve bu
*30
öîjinri bölüm
noktadan sonra iki parti de Batı’ya istikrarlı bir Türkiye imajı vermek için iki tarafın da desteklediği bir ortak politika geliştirdi. Ankara Batı’yla ilişkisinden hoşnut değildi. Batı Türkiye’yi bir Sovyet saldırısına karşı koruma konusunda bir vaatte bulunmuyordu, oysa 1949’da NATO’nun kurulması sonrasında Ankara Sovyetler Bir liğiyle bir savaş durumunda Batı’mn yardımına geleceğine dair bir ga ranti istiyordu. VVashiııgton bu tür bir taahhütte bulunma konusunda çekimserdi. Pentagon, Türkiye’nin bölgede bir Sovyet saldırısı tehdidi ni önleme amacıyla hızla modernleştirilen ordusunu kullanmaktan ve Türkiye’de bombardıman üsleri bulundurmaktan memnundu. Ancak, İnönü Washington,dan sadece ekonomik ve askerî yar dım değil, sağlam bir taahhüt de istiyordu. 1 9 4 0 ’ların sonlarına doğ ru, Ankara siyaset çevrelerinde, savaş sonrası dönemde güncelleşmiş bir kavram olan ‘bağlantısızlık’ tartışılıyordu. Nisan 19 4 9 ’da dönemin dışişleri bakanı Necmettin Sadak Washington’ı ziyaret ettiğinde, Dışiş leri Bakanı Acheson onun Amerikan güvencesi verilmezse Türkiye’nin tarafsızlığı yönündeki tavrına hayret etmişti. Amerikan diplomatları ve askeri yetkilileri Türkiye’nin bir tarafsızlık konumu isteyebileceğin den ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki yatırımlarını değerlendiremeyeceğinden korkuyorlardı. Türkiye’nin hatırı sayılır pazarlık konumu yine de Washington’dan hiçbir ödün almaya yetmedi ve İnönü görüşmelerde ilerleme sağlayamadı. 1950 Mayısfnda DP iktidara gelince aynı siyaseti izle* diyse de onların girişimleri de ciddiye alınmadı. Türk birliklerinin Ko re Savaşı’na katılmaları ve Türkiye’nin Washington’ın Sovyetler Birliği’ne karşı güttüğü ‘kuşatma politikasfna kattlması da bir fark yarat madı. Artık cumhurbaşkanı olan Celal Bayar 1951 Şubatı’nda Ameri kan büyükelçisini kabul ettiğinde ABD-Türkiye ilişkilerinden kişisel hoşnutsuzluğunu ifade ederek Sovyetler Birliği’yle bir savaş durumun da tarafsız kalmabileceğini ima etti. Bu, istenen etkiyi yarattı. İngilte re’nin itirazına rağmen (İngiltere, Türkiye’nin üyeliğini Ortadoğu’da etkin olmasıyla sınırlamak istiyordu), hem Türkiye hem de Yunanistan Şubat 1952’de NATO’ya tam üye oldular. Türkiye NATO’ya üye ol
duktan sonra tüm dış politika seçeneklerinden vazgeçerek örgüte ta mamen bağımlı hale geldi. Atatürk’ün bir daha Türkiye ve Rusya’nın asla düşman olmamasını isteme siyaseti de tıpkı Türkiye’nin artık Or tadoğu’nun bir parçası olmadığı yönündeki Kemalist jeo-strateji dü şüncesi gibi terk edildi. NATO içinde Türkiye, 1955’te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan Bağdat Paktı’yla vücut bulan Batı ile Ortadoğu arasında bir köprü kurulması rolünü üstlen di. Türkiye’nin iddia edilen rolü Sovyetler’in yayılmasını önlemekti ama ülke aynı zamanda Mısır lideri Nasır önderliğindeki Arap milli yetçiliğine karşı da yönlendirilmişti. Washington pakta katılmasa da paktın arkasındaki maddî ve manevi destek olmayı sürdürdü. Bağdat Paktı Türkiye’yi bölgedeki muhafazakâr rejimlerin lideri haline getirir ken NATO ile Ortadoğu arasında bir bağ da oluşturdu. Ancak, bu ay nı zamanda Ankara’nın, özellikle Birleşmiş Milletler içinde, yükselen Üçüncü Dünya’dan tecrit edilmesi de demekti. İÇ SİYASET Demokratlar iktidara geldiklerinde ülkede büyük umutlar yarattılar. Otoriter tek parti rejimini sona erdirmiş, ülkeyi demokratik biçimde yönetme, çağdaşlaşma ve refah getirme sözü vermişlerdi. Aslına bakı lırsa, iktidar partisi muhalefet arasında gerçek bir ideolojik fark yoktu: her iki parti de modern, müreffeh bir Türkiye yaratma çalışmalarına gönül vermişti. Demokratlar, 1948’de CHP’li bir siyasetçi tarafından ortaya atılmış olan Türkiye’yi bir ‘küçük Amerika’ yapma ve ‘her ma hallede bir milyoner’ yaratma sloganlarını kullanıyorlardı. Muhalefet kendilerinin de paylaştığı bir görüşe karşı çıkamazdı; onlar sadece bu hedeflere ulaşma yöntemleri açısından farklılık gösteriyorlardı. Belki de Demokrat Partililer ile Halk Partililer arasındaki temel farklılık bu partilerin Türkiye’yi geliştirme eyleminin hızıydı. Seçim leri çok büyük bir çoğunlukla kazanan Demokratlar, halkın program larının arkasında durduğuna inanıyorlardı. ‘Çoğunlukça demokra sice, yani sandıktaki sonuçtan aldığı güçle çoğunluğun ne isterse ya pabileceğine inanıyorlardı. Dolayısıyla da eleştiriye ve programlarını
1^2
beşinci bSÜbn
gerçekleştirmekle aralarına girecek hiçbir engele tahammülleri yoktu. Kemalizm ideolojisine, zamanın gereklerine göre yorumlanıp uygu lanması kaydıyla katılıyorlardı. Kemalizm ’in altı okla formüle edilen bazı ilkelerinin amaçlarına ulaştığını ve gözden geçirilmesi gerektiği ni düşünüyorlardı. Örneğin, Türkiye’nin artık korum acı bir devlete ihtiyacı yoktu; böylelikle serbest girişim çağında devletçilik ilkesi ar tık gereksizleşmişti. Demokratlar kendilerini toplumlarmı anlayan ve halk için en iyi nin ne olduğunu bilen toplumsal mühendisler olarak görüyorlardı ki bu, Kemalist ‘Halk için, halka rağmen’ düsturuyla uyumluydu. CHP’nin Türkiye’nin kuruluş yıllarında çok büyük bir hizmet gerçek leştirdiğini ama artık anakronizme düştüğünü, halkla ve ihtiyaçlarıyla temas halinde olmadığını düşünüyorlardı. Muhalefetteki CH P’nin, do layısıyla artık resmî muhalefet rolünü oynayarak Türk ekonomisi ve toplumu Demokrat Parti tarafından dönüştürülürken seyretmesini isti yorlardı. Demokrat Parti’den daha fazla din özgürlüğü isteyerek ayrılan bir hizbin 1948’de kurduğu Millet Partisi’ne gelince, onlar da artık ge reksizdi, çünkü DP dinî faaliyetleri serbestleştirecek, Türk halkının ma nevi ihtiyaçlarını karşılayacak yasalar çıkaracaktı. 16 Haziran 1950’de, iktidara geldikten yaklaşık bir ay kadar sonra, ezanın yeniden Arapça okunmasını mümkün kılan bir yasa çıkardılar, çünkü ezan Haziran 1941'den beri Türkçe okunmaktaydı. Demokratlar ayrıca anayasa met ninin dilini de Osmanlıca’ya yaklaştırarak Atatürk döneminin güncel lenmiş Türkçe’sinden uzağa çektiler ve Türkiye’nin Osmanlı geçmişiyle yakınlaşmaya başladılar. Hâkim olmaya başlayan Soğuk Savaş ve antikomünizm havasında, soldaki tüm partiler yasadışı ilan edildi, bunların önemli üyeleri ya hapsedildi ya da sürüldü. Komünist bir şair olan Nâ zım Hikmet ülkeden kaçıp Sovyet blokunda yaşamak zorunda kalırken, solcu yazar Sabahattin Ali, CHP iktidarının son yıllarında devletin istih barat birimlerinin içinde olduğu iddia edilen tertip sonucunda bir ka çakçı tarafından öldürüldü. 1950’dekı seçim başarıları Demokratlar’! halkın kendi program larını desteklediğini, kendilerinin de her dört yılda bir karşısına çıka
çok partili s>vas*t «
demolırastvf dafcn ;v,ı%-; * «
>33
cakları ‘milli irade’yi temsil ettiklerini düşünmeye yöneltti. Bu sebeple» ne muhalefeti ne de muhalefetin eleştirilerini ciddiye aldılar. Demokrat Parti yönetiminin ilk yıllarında Avrupa’da Türk mallarına artan rağbet ve Kore Savaşfnm yarattığı gelişimin sonucu olarak ülke hızla büyuyormuş gibi göründü. Ayrıca, Marshall yardımı da ülkeyi Batı’ya açtı. Türkiye, Başbakan Adnan Menderes ( t 899-1961} tarafından yönetiliyordu. Cum hurbaşkanı Celal Bayar onu daha deneyimli, ente lektüel Fuat Köprülü’ye (1 8 9 0 -1 9 6 6 ) tercih ederek atamıştı, çünkü Menderes hem daha genç bir kuşağa mensuptu hem de savaş sonrası Türkiye için güçlü bir önseziye sahip olduğuna inanılıyordu. Pamuk yetiştirilen Batı A nadolu’nun Aydın yöresinden zengin bir roprak sahi bi aileden geliyordu. M enderes Kem alist dönemde olgunlaşmış ve 1930’da Ali Fethi’nin (O kyar) Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda siyase te atılmıştı. Parti kapandığında C H P ’ye girmiş ve 1945'te toprak refor mu yasa tasarısına karşı çıkanlara katılmıştı. Sonra, CHP’den ihraç edilmiş ve Dem okrat P arti’nin kurucularından biri olmuştu. Menderes, siyasi iktidarın T ürkiye’nin hızlı büyümesi için ge rekli araç olduğunu düşünüyordu. Antidemokratik yasaları değiştir meye veya D em okratlar’ın muhalefetteyken bir ara istedikleri gibi ta rafsız bir yönetim kurmaya ayıracak zamanı yoktu. ‘Partiler üstü’ cumhurbaşkanı ilkesinden yola çıkan Celal Bayar DP başkanlığından istifa edince M enderes parti başkanı seçildi. Ancak bu göstermelik bir davranıştı, Bayar partiyle, tüm bağlarını kesemeyecek kadar yakından ilgiliydi. Başka alanlarda, D em okrat Parti hükümeti 1930larda İtal ya’dan alınmış olan Ceza K anunu’na sıkıca sarılarak ve Soğuk Savaş döneminin buz gibi atm osferine uygun bir şekilde uygulamaları daha baskıcı yaptı. Ayrıca, Halk Partililer de partinin malvarlıklarına eî konması tehdidiyle baskı altında tutuldular. Menderes’in konumu 1954 yılındaki seçim zaferinden sonra kö tüleşti. Bu sırada Türkiye bir refah dönemindeydi ve ülkede bir umut havası vardı. Seçmenler ekonomik büyümeden faydalanmış ve hoşnut luklarını, ülkeyi açan, onu daha az bürokratik yapan yönetimi destek leyerek göstermişlerdi. D em okrat Partililer devler arazilerini bazı top
134
be$inci bölüm
raksız köylülere dağıtmış, ABD’den tarım makineleri ithal ederek çift liklerde makineleşmeyi başlatmış, dolayısıyla da üretimi artırmışlardı. Osmanlı döneminde kurulmuş olan Ziraat Bankası, çiftçilere kredi ve riyordu, devlet de aynı zamanda buğday ve pamuk üretimini sübvanse ederken tarım ürünleri için depolama imkânlarını da artırıyordu. Ha va, 1950lerin ilk yarısında çiftçilerden yanayken aynı zamanda Kore Savaşı yüzünden oluşan talep sayesinde dünya buğday fiyatları alışıl madık derecede yükselmişti. Sonuç olarak, kırsal kesim, özellikle de bü yük çiftçiler, kazançlıydı ve DP’ye oy vermekten memnundu. DP’yi siyasal liberalleşme vaat ettiği için desteklemiş olan kentli aydınlar, üniversiteler ve müteşebbisler hayal kırıklığı içindeydi; parti nin iktidar hırsı onları hayallerinden uyandırmıştı. Tek parti dönemin den kalma kurumlarla demokrasinin ve çok partili siyasetin yaşayama yacağım gördüler. 1924 Anayasası ve Ceza Kanunu gibi yasalar çağdışıydı ve 20. yüzyılın ikinci yarısındaki Türk yaşamına uygun hale geti rilmeleri gerekiyordu. DP hükümeti böyle ayrıntılarla ilgilenmiyordu. Menderes, gücü arttıkça eleştirileri görmezden gelmeye başladı ve ken di partisi içindeki demokrasiyi boğdu. Muhalefetteyken Demokrat Par ti tek parti döneminde kendilerine tanınmayan grev hakkını tanıyacağı vaadiyle sayıca az olan işçi sınıfının desteğini kazanmıştı. Menderes’e bu söz hatırlatıldığında ‘Türkiye’de grev mi olurmuş? Ö nce biraz ikti sadi ilerleme sağlayalım da bu konuyu sonra düşünürüz’ şeklinde cevap verdi. Bu cevap demokrasiye yaklaşımını özetliyordu; o an için demok rasinin ekonomik gelişme sunağında kurban edilmesi gerekiyordu! Seçimlere dayalı güçlerine rağmen, Dem okratlar kendilerini gü vensiz hissetmelerine neden olan bir aşağılık duygusuna sahiptirler Seçmenlerin desteğini sağlama bağlamışlardı ve artık iktidardaydılar ama devletin aygıtlarının -bürokrasinin, yargının ve ordunun- arkala rında olduğundan şüpheliydiler. Bu kurumlar Cumhuriyet Halk Parti si tarafından yaratılmışlardı ve dolayısıyla da muhalefete sadık olduk ları konusunda kuşku vardı. Bu durum özellikle hâlâ askerî unvanıyla, İsmet Paşa olarak bilinen, İsmet İnönü’ye bağlı olduğu düşünülen or du için geçerliydi. Demokrat Parti 1950’de seçimi kazandığında -son-
rasında generaller harekete geçm eyince yerini büyük bir ferahlamaya bırakan- bir askerî darbe söylentisi vardı. Yine de Menderes ordunun üst kademelerinde bir tasfiyeye gitti ve İnönü’ye sadık olduğu düşünü lenleri emekliliğe sevk ettirip yerlerine sadık Demokrat Partilileri getir di. Bazı valiler ve önemli bürokratlar için de aynı uygulamaya gitti. De mokratlar ‘paşa faktörü’ olarak adlandırılan ve înönü muhalefet liden olduğu sürece iktidarda rah at olam ayacakları fikrine dayalı mantıksız bir korkuya kapılm ışlardı. ‘Kurnaz tilki’ olarak adlandırılan İnö nü'nün tüm sorunlarının kaynağı olduğuna ve Cumhuriyet Halk Par tili muhalefetin onsuz etkisiz kalacağına inanmışlardı. Halk Partililer de bu masala inanıyorlardı; öyle ki 1 9 5 4 yılında İnönü yetmiş yaşında olmasına karşm parti içinden onun yerini alacak bir lider çıkmadı. İnö nü 1950’de partisi seçimi kaybettiğinde siyaset yaşamından çekilseydi Türkiye’nin tarihi farklı bir yön alabilirdi. Menderes ve Demokrat Par ti belki kendini daha güvende hissedip muhalefete karşı daha dürüstçe ve hakça davranabilirdi. CH P içinde de yeni bir liderlik kadrosu olu şur, parti kendini yenileyerek zam anın gereklerine uyabilirdi. İnönü partiyi yönettiği müddetçe herhangi bir değişiklik düşünmek imkânsız dı; o, geçmişten kalm a bir simgeydi ve altında yeni hiçbir şeyin yetişe* meyeceği devasa bir gölgesi vardı. D em okratlaş on yıllık iktidar dö nemlerinde ‘paşa faktörü’yle hesaplaşm akta başarısız olmuşlardı. Menderes M ayıs 1 9 6 0 ’ta yönetim e el koyan askeri cunta tarafından asıldıktan sonra, A nkara’da anlatılan bir fıkr? vardı: Menderes cennete gider ve bir gün A tatürk’le karşılaşır, Atatürk ona Türkiye’de ki siyasi hayatı sorar. M enderes bunun üzerine Atatürk Öldükten son ra memleketin başına gelenleri bir bir sayıp döker ve son olarak ken di idamını anlatır. Sonra da ‘Kısm et, paşam ’ der. Atatürk, ‘Hayır Ad nan’ der, ‘kısmet değil, İsm et!’ Menderes’in demokratik olmayan yönetimi sadece Cumhuriyet Halk Partisi ve ‘paşa faktörü’yle açıklanam az. Kendini ne kadar güven likten uzak hissetse de muhalefetin zayıf ve düzensiz olduğunu, kendi ne endişe edecek hiçbir etkisi olmayacağını biliyordu. Mendert-s'ın si yasi endişesi kendi partisinin yapısı üzerine kuruluydu. Demokratlar
1 3 6 beştnd bölüm
DP döneminde Cumhurbaşkanlığı makamı tarafsız olm ak bir yan a tam am en partizanca bir anlayışla yürütüldü. Gerçi Bayar gösterm elik olarak DP b aşkanlığından istifa etmişti ama her fırsatta partisinin “ C u m h u ıb aşk an r gib i davranmaktan d a çekinmiyordu. M enderes v e B ayar bir yurt gezisinde.
asla muhalefetteyken göründükleri kadar hom ojen değillerdi. Partinin tavanı Cumhuriyet H alk Partisi muhaliflerinden oluşuyordu ama taşra daki desteğinin çoğu parti O cak 1 9 4 6 ’da kurulduktan sonra siyasete gi renlerden gelmekteydi. Bunlar jandarm anın köylerdeki sert davranışını hatırlıyorlardı ve İnönü ile C H P’ye karşı dolaylı bir nefretleri vardı. Ço ğunun gözünü intikam isteği kor etm işti ve partilerinin, iktidarda olsa lar bile, CHP’ye karşı sert davranmasını istiyorlardı. Bunlar liderlerini İnönü’yle birlik olup dolap çevirmekle itham ediyordu, hatta bunlar dan bir bölümü 1 9 4 8 ’de D em okrat Parti’den ayrılıp M illet Partisi'ni kurmuşlardı. İktidardayken, bu kişiler M enderes’i C H P’den farklı ol mamak ve neredeyse aynı programı sunm akla suçladılar. Menderes partisinin taşra kongrelerinde defalarca bu tür eleşti rilerle karşılaştı. Kısa sürede parti içi m uhalefetin meclisteki muhale-
çok partili tiyastt ve
'-tV--' / W
137
ferten çok daha zorlu olduğunu kavrad ı. D em okrat Parti muhalifleri ni CHP’ye karşı sert ön lem ler alarak yatıştırabileceğim biliyordu. &u politika, hüküm etin C H P ’ye ve üniversiteler iic basın gibi kurumiara karşı çıkardığı an tid em ok ratik yasaları kısm en açıklar. Menderes böy lelikle m uhaliflerinin gönlünü alm ış olabild i am a aynı şekilde en babın dan beri D P ’yi siyasal serbestleşm e sözüne güvenerek destekleyen libe ral aydınların desteğini de k ay b etti. Aydınlar, sayıları az olsa da düşün celerini rahatça açıklayabiliyor, üniversitelerde, basında ve mesleki ku ruluşlarda seslerini d uyurabiliyordu. D em okrat Parti hükümetinin si vil toplumu d em okratik özgürlükleri artırarak güçlendirmesi gereki yordu, bunları k ısıtlay arak baltalam ası değil. A ncak, Menderes’in ba sına, muhalefete ve üniversite özerkliğine karşı aldığı tedbirler, onun daha hür ve d em okratik bir T ü rkiy e fikrini benimsemediğini gösteri yordu. İktidarın O ca k 1 9 5 4 ’te m u h alif M illet Partisi’ni kapatabilmesi parti siyasetinin ne k ad ar kırılgan olabileceğini gösteriyordu. M enderes 1 9 5 4 seçim başarısıyla değişti. Hem halktan aldığı oy hem m eclisteki tem silci sayısı arttı. H alk öyle inandığı için doğru po litikaları seçtiğine k a n aat getirdi; artık 1 9 4 6 ’dan beri Demokrat Parti’yi desteklemiş o la n ve partiye sem pati duyan gazetecilere bile danış maya gerek duym uyordu. H ü küm et üzerindeki tek etkin denetim mec listeki güçlü m uhalefetti. Cum huriyet kurulduğundan beri Türkiye Bü yük M illet M eclisi devletin en güçlü kurumuydu. M illi egemenlik Meclis’e devredilmişti ve M eclis üyeleri arasından cumhurbaşkanım seçiyordu. C um hurbaşkanı başbakan ı atıyor, başbakan kabinesini mil letvekilleri arasından kuruyordu. M illetvekillerinin, seçildikleri bölge yi değil milleti temsil etm eleri bekleniyordu. 192 4
A nayasası’na göre, meclis yasaları çıkarıyordu ve bu ya
saları gözden geçirecek bir üst meclis veya anayasaya uygunluklarını denetleyecek bir anayasa m ahkem esi yoktu. Sadece cumhurbaşkanının yasaların yürürlüğe girm esini veto etm e hakkı vardı araa o da ikndar partisiyle tarafsız davranam ayacak kadar yakın ilişkiler içindeydi. Güçlü bir m uhalefet partisinin yokluğunda hükümet, kendi partisini hizada tutabilirse, her istediğini yapabilirdi. 1954 sonrasında Mende
I 3 8 beşinci b6lQm
res’in başlıca tasası bu oldu, çünkü siyasi sorunlarının çoğunluğu par tisi içinden çıkıyordu. Serbest girişimcilik ile siyasal liberalizm i savunan Dem okrat Parti liberalleri hükümetin ekonom i üzerinde devlet kontrolü ve siya sal etkinlikleri engelleme siyasetine şiddetle karşı çıktılar. Böyle davra nan liberal Dem okrat Partililer ya istifa ettiler veya partiden ihraç edildiler. Bunlar arasında Aralık 1 9 5 5 ’te H ürriyet P artisi’ni kuran Fevzi Lütfü Karaosm anoğlu gibi önde gelen D em ok ratlar da vardı. Menderes tamamen partisinin meclis grubuna bağlı hale geldi ve ken di dışında tüm kabinenin yeni bir kabine kurulm ası am acıyla istifası nı kabul etti. Bu siyasi m anevrayla m eclis, hüküm eti yönetecek veya partiyi bir arada tutacak bir başkasının olm adığını itiraf etmiş oldu. Sonrasında Menderes meclis grubuna büyük alçakgönüllülük ve say gıyla davrandı. E K O N O M İK E N D İŞE L E R 1 9 5 5 ’ten sonra ekonom ide başlayan gerileme T ü rk siyasal yaşamında da etkili olmaya başladı. M aalesef 1 9 5 0 ’lerİn başındaki ekonom ik mu cize zayıf temeller üzerine dayanıyordu ve yıkılmaya mahkûmdu. Besin maddeleri ve pamuk üretimindeki artış, yeni tarım tekniklerine değil, ekili alanın büyümesine bağlıydı. 19 5 4 ’e gelindiğinde, ekonom i dur gunluk belirtileri göstermeye ve büyüme hızı düşmeye başladı. Katla nan enflasyon 1 9 5 6 -1 9 5 9 yılları arasını kapsayan dönemi belirledi; fi yatlar her yıl yüzde 18 arttı. Bu arada ekonom inin büyüme hızı sıradan bir oranda, yüzde 4 ’te kaldı ki, bu yüksek nüfus artışıyla ancak başa baş gidebiliyordu. Ekonomi yapay bir artış yaşam ıştı ve kendine yeter li bir gelişmenin izleri görünmüyordu. Sürekli artan enflasyon, memur ve işçilerin yaşam standartlarına zarar veriyordu. Subaylar bu durum dan bire bir etkileniyor ve düşen yaşam standartları yüzünden meslek lerinin prestij kaybetmesine içerliyorlardı. Artık orta sınıf ailelerin kız larıyla evlenemedikleri için ve bu ailelerin kızlarını yükselen işveren sı nıfına vermeyi tercih etmelerinden yakınıyorlardı. Bu önemli siyasal so nuçları doğurdu ve 196 0 darbesine yol açan faktörlerden biri oldu.
, Vf^ ,
ç o k partili sry a je i «•
H üküm etin T ü rk lirasını aşın değerli tutm a politikası yüzünden ya bancı para sıkıntısı da vard ı. 1 9 5 8 d e valüasyonuna kadar, 1 d o ların gerçek değeri 10 lira civ arın d ay k en , 1 d olara 2 ,8 0 lira paritesi k oru n m u ştu . Bunun sonucunda, ith alat hü küm et ta ra fın dan desteklendiği için ço k ucuzken; öte yandan ihraç m alları y an ın a y ak laşılmayacak k ad ar p ah alıyd ı. Bu p o litika büyük ölçek te y ozlaşm ay ı cesa retlendirdi; eğer bir işad am ın ın siyasi bağlantıları varsa ço k ucuza döviz alabilir ve ith alattan büyük kâr elde edebilirdi. Bu dönem de servetler o lu şurken hazine parasız kaldı. Seçim ler y a p ılm ası g erek tiği tarihte, 1 9 5 8 ’de yapılsayd ı D e m o k ratların nasıl bir so n u ç eld e ed ecek le
DP’ nirı uyguladığı ekonomik pofitjka
rini bilem iyoruz. M en d eres e k o n o
19 50 'lerin sonuna doğru sm n döviz ffyiO
minin 1 9 5 8 ’de d ah a da körü d urum da o lacağ ın ı
d ü şü n erek
seçim leri
Ekim 1 9 5 7 ’ye ald ı. B öy le de olsa 1 957 seçim leri D P ’m n gerilem esine
v e faiz hadterine bağl) olarak dıralm tyı d* beraberinde getirdi.
B u is e
bankalar
tasfiyeye, şirketleri de iflasa zorluyordu. A n cak durgunluk e s a s olarak halka yanndL Yoklııklar beraberinde kuyruktan da getirmişti. 50'li yıllarda bir g a r kuyruğu.
işaret etti; C u m h u riy et H a lk Partisi’nin sandalye sayısı 3 1 'den 178*e çık tı. D em okratlar hâli olaylara hâkimdi am a daha p o pülist bir yöntem le, dinin siyasete alet edildiği bir politika güd üyorlardı. Bu, özellikle M enderes İT Şubat 1959’da Londra’da Gatvvick H a v a a la n ı yakınlarınd a bir uçak kazasından kıl payı kurtulduktan so n ra böyle oldu. M enderes'in on dört kainin öl düğü kazadan k u rtu lm asın ı, yandaşları bir mucize olarak niteleyerek sömürdüler ve M en d e res’i T anrı tarafınd an daha yüce bir emele hik met etm ek için seçilm iş b ir k ad er adam ı olarak gösterdiler.
1 4 0 beşinsl bölüm
1 9 5 7 seçimleri döneminde D em ok rat Parti artık ekonomiyi kontrol edemiyordu. M enderes, kısa vadeli bir sorunla karşılaştığını, politikalarının sonuçlarını alm ak için sadece zam ana ihtiyacı olduğu nu düşünüyordu. Yardım için B a tı’ya döndü ve Tem m uz 19 5 8 ’de Was* hington, Türkiye’nin 4 0 0 m ilyon dolarlık borcunu konsolide etme amaçlı 3 5 9 milyon dolarlık bir krediyi onayladı. M enderes buna kar şılık ekonomiyi ‘dengelemek’ üzere, 1 doları 2 ,8 T L ’den 9 ,0 2 TL’ye yükseltmeyi kabul etti. Stabilizasyon program ı beklenen etkiyi yapm a dı, dolayısıyla da 1 9 5 9 E kim i’nde M enderes yeni m alî krediler arayı şında Amerika’ya gitti. A ncak, Eisenhow er yönetim i para desteği ver meyi reddetti ve Menderes T ürkiye’ye eli boş döndü. Bunun ardından, Soğuk Savaş düşmanının kredi vermeye daha yatkın olup olmadığını denemek amacıyla Temmuz 1 9 6 0 ’ta Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmeye karar verdi. Ama, Menderes M o sk o v a’yla aradaki çitleri tam ir etme ye çok geç zamanda karar vermiş ve bu ziyaret gerçekleşemeden ordu Menderes’i devirdi. O R D U M Ü C A D E L E Y E K A R IŞ IY O R 19 5 7 seçimleri sonrasında siyasi gerilim artm ıştı. M uhalefet çok daha güçlüydü ve etinde kullanabileceği kozlar vardı, am a M enderes’i genel seçimde yenmek dışında hükümeti düşürebilme olanağına sahip değil di. Menderes, otoritesini ‘V atan Cephesi’ adı verilen ve kendini eleşti renleri tecrit edip muhalefeti silahsız bırakm ayı am açlayan bir ulusal cephe kurarak iyice güçlendirmek istedi. Cepheye k atılm ak istemeyen ler ‘yıkıcı’ olarak tanım lanarak, katılanların adları devlet radyosundan duyuruldu. ‘Vatan Cephesi’, birlik getirm ek yerine siyasal yaşamı ku tuplara böldü. Bu siyasal manevra işe yaram ayınca, D em okratlar bu kez de Nisan 1 9 6 0 ’ta bir askerî darbe planlam akta olduğunu iddia et tikleri, muhalefetin ‘yıkıcı faaliyetlerini soruşturm ak am acıyla bir ko misyon kurdular. Ankara’da ülkenin başka kentlere de yayılan öğren ci gösterileri başladı. Sıkıyönetim ilan edildi am a bir işe yaram adı. So nunda, 24 Mayıs 1 9 6 0 ’ta, Menderes kom itenin çalışm alarını tamam ladığını ve 1 9 6 0 Eylülü’nde erken seçimlere gidileceğini açıkladı. An
çoK partili s r / s f.ff v f
‘.-A,-,
<*(*,
}^ ]
cak bu açıklam alar ço k geç k alm ıştı. D em okrat Parti yönetiminden *oyutlanmış subay grupları 1 9 5 7 ’den beri Dem okrat Parti yonetiımm sonlandırma planları yapm aktayd ılar. 2 7 M ayıs’ta müdahale ettiler ve Demokrat Parti hüküm etini devirdiler. Silahlı K u v v etler’de refo rm ,
D em ok rat Parti programının
önemli temellerinden biriydi. 1 9 4 7 ’de Trum an D oktrini’nin açıklan masıyla birlikte P entagon h âlâ Birinci D ünya Savaşfndan kalma anti ka silahlarla m ücehhez bu ordu ya m odern silahlar vermeye başlamış tı. Türkiye 1 9 5 2 ’de N A T O ’ya üye olu nca m odernizasyon daha da hız landı. M enderes, gerekli yeniden yapılanm ayı sağlam ak amacıyla emekli albay Seyfi K u rtb ek ’i m illi savunm a bakanı olarak arayınca as kerî reformu destekliyor görünm ü ştü. K u rtbek ’in yeniden yapılanma planı genç subaylar arasın d a popülerdi am a yaşlı subaylar, özellikle modern savaş tekniklerini uygulayam ayacakları gerekçesiyle erken emekli edileceklerinden endişe eden generaller durumdan rahatsızdı. Hâlâ davranışlarında Prusya hiyerarşisini barındıran ordunun yaşlı kuşağı daha genç su bay larla yetkiyi paylaşm a fikrine içerliyordu. G e neraller reform lara karşı ç ık a ra k K u rtbek ’in bir darbe hazırladığı de dikoduları yaydılar. M en d eres bu na reform ları erteleyerek karşılık ver di ve Kurtbek de reform ların ın rafa kaldırıldığını hissederek Temmuz 1953’te istifa etti. M enderes için, T ü rk Silahlı K uvvetleri’nin yeniden düzenlenme si bir öncelik değildi. M ev cu t durumu korum aktan ve yüksek rütbeli subaylarıyla ters düşm em ekten m em nundu. İçlerinden en önde geleni Pentagon’da iyi tanınan O rgeneral Nuri Yam ut olm ak üzere bazı önemli generalleri partisine kazandırm aya çalıştı. Menderes böyle yüksek rütbeli subaylar D em o k rat Parti yandaşı olunca, İnönü taraf tarı generallerden gelecek bir tehditten m uaf olacağını düşunüyordu. Ordu için harcam a yapm ak D P ’nin öncelikler listesinde yoktu, çünkü Menderes T ü rk iy e’nin kısıtlı kaynaklarını ekonom ik gelişmeyi hızlandırmak için altyapıya, yol ve fabrika yapımına aktarmayı tercih ediyordu. Ülke zaten m illi gelirine oranla pek çok N ATO ülkesinden fazla askerî harcam a yapıyordu. Bu harcam alar 1 9 5 0 ’deki
milyon
1 * 2 beşinci bölüm
dolardan 1 9 5 3 ’te 381 milyon dolara yükselerek önem li bir oranda art mıştı. Türkler, N A T O ’ya girdiklerinde ülkenin askeri harcamasının azalacağını, çünkü N A T O 'nun bunu destekleyeceğini düşünmüşlerdi. Durum böyle değilken, M enderes’in, katlanan enflasyon oranlarıyla başa baş gidebilmesi için asker m aaşlarını artırarak bütçeden daha faz la para harcam aya hiç niyeti yoktu. Askeri reform harcam aları, bütçe daha büyük bir artı verene kadar beklem ek durumundaydı. Türkiye N A T O ’ya katıldığında, ordu için daha fazla kaynak harcamakla kalmadı, aynı zam anda ordunun karakteri de Önemli Öl çüde değişti. Subaylar yeni teknoloji ve savaş yöntem leriyle karşılaşır larken, aynı zamanda ideolojik olarak da bölgesel sınırlı vatanseverli ğin yerine Soğuk Savaş’ın kom ünizm karşıtlığını koyarak daha koz mopolit oldular. H ayat tarzı kendi ülkelerindekinden çok farklı olan diğer NATO ülkelerine eğitim için gönderildiler. Yeni bir dünya görü şü ve Türkiye’de reform yapma isteği edindiler. Politize olarak çevre lerindeki siyasal çekişmeden rahatsızlık duymaya başladılar. N ATO üyeliği, subaylar arasındaki ayrım ı hem siyasal hem teknolojik açılar dan derinleştirdi. D em okratlar generalleri öyle başarıyla yanlarına çekmişlerdi ki, alt rütbeli subaylar gizli planlarına k atılacak tek bir ge neral bulmakta bile zorlandılar. 1 9 5 0 ’lerde T ürkiye’de Silahlı Kuvvet ler rütbe ve ekonom ik durum açısından bölünmüştü. Subaylar arasındaki rahatsızlık 1 9 5 0 ’lerin ortasından başlaya rak artan enflasyon, siyasi istikrarsızlık, kentlerdeki genel memnuni yetsizlik havası üzerine kurulmuştu. Genelde alt-orta sınıftan oldukla rından, iktidar partisinin serbest piyasa felsefesinin tehdidi altındaki sınıflarının şikâyetlerini paylaşıyorlardı. Bu tür insanlar, T ü rk toplumuna kimliğini kazandıran ahlâkî ve geleneksel değerlerin eriyişine üzülüyordu. DP bu değerleri zenginlik ve gösterişi yücelten kaba mad decilik uğruna zayıflatıyordu. 1 9 6 0 cuntasının radikal üyelerinden O r han Erkanlı darbeden bir süre sonra kendini şöyle ifade ediyordu: 1954’ten sonra iktidarda bulunmuş olan zümre, milletin bütün haklarını çiğnedi. Milleti aldattı. Memleketi iktisadi ve sosyal alan-
ço k
siy aset / e
4 o | r ; !•.?)&■• y t a
* 4 î
da bir felâkete sürükledi. Manevi değerler unutuldu vc unutturuldu. Devlet kurumu, tam bir parti kurumu haline getirildi Memle kette tek organize güç olan Türk Silahlı Kuvvetlendin her vesiley le gururu kırıldı; tarihinin en asıl mirası olan üniforma taşıyanları utandıracak hale getirildi (Cumhuriyet, 20 Temmuz 1960». Ordudaki h oşn utsu zlu k, o dönem in partılerarası çekişmesini yansıtarak siyasal bir hal aldı. Su bay lar T ü rk iy e’nin sorunlarını CH P muhalefeti ve basın tarafın d an yansıtıldığı şekilde görmeye başladılar. Darbeden sonra kendileri için kabu l edilebilir olan çözüm len de D e mokrat Partİ’ye m u h alif ay d ınlard an aldılar. Subaylar arasında sadece Alparslan Türkeş ve O rh an E rk an lı gibi birk aç kişi T ürkiye'nin gitm e' si gereken yön konusunda aydınlard an farklı düşünüyordu. Buniat da Nâsır’m M ısır’ı, Suriye, Irak ve P akistan gibi 1 9 6 0 ’larda tümü askeri rejimle yönetilen ülkelerd e gördü klerinden etkilenm iş olabilirlerdi. Ancak Türkiye’de ordu içi hiyerarşi iyi yerleşm işti ve radikaller kısa süre içinde üst rü tbeli su bay lar tarafın d an kenara irildi. Bundan son ra, 20. yüzyılın sonuna kadar, T ü rk siyasal gündem ini bunlar belirle yecekti. Ok u m a Ö n e r I l e r I
Kemal Karpat, Turkey's Politics: the Transittin to a Multi-party System, Pnnceıon, 1959. Bemard Lewis, M odem Türkiye’nin Doğuşu, Ankara: Türk Tarihi Kurumu, I9"ö. Cem Eroğul, “Çok partili sistemin kuruluşu”, Irvin Cemil Schick ve Ertuğrul A h met Tonak, Geçiş D önem inde Türkiye, İstanbul: Belge, 1990.
ALTINCI BÖLÜM A skerî Vasiler ( 19 6 0 -19 8 0 )
2 7 M a y ıs ‘ta n s o n r a y a p ıla n b ir g ö s t e r iy e k a t ıla n s u b a y la r .
CUNTA Y Ö N E T İM İ 950 M ayısı’ndaki seçim zaferi so nrasın d an ç o k , 2 7 M ayıs 1 9 6 0 as
1
kerî darbesini takip eden sü reç, T ü rk siyasal, toplum sal ve ekono
mik hayatında yeni bir dönem başlatm ıştır. A skerî cunta yönetimini oluşturan 38 subaydan ço k azı T ü rk iy e’nin siyasi geleceğine dair bir öngörü sahibi o la ra k göreve gelm işti. D ah a sonraları bir neo-hışist partinin liderliğini yapacak olan A lbay A lparslan Türkeş {1 9 1 7 -1 9 9 7 } gibi kimileri kendilerine a it rad ikal gündem lere sahiptiler. Ç oğu, ülke nin siyasetini günün şartların a göre düzenlem e gayretlerinde entelek tüel sınıfı takip etti. Cuntanın am açları, 2 7 M ay ıs 1 9 6 0 sabahı radyodan darbeyi açıklayan konuşmada a çık lan d ı: Aziz Vatandaşlar; Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıvto Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır Bu hareli ta, Silahlı Kuvvetlenmiş partileri içine düştükleri uzlaşıru* durum dan kurtarmak ve partiler ustu tarafsız bir idarenin oerjrct ve h-*-
1 4 8
.litıncı bölüm
kemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır Girişilmiş olan bu te şebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildin İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmeye ceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa ol sun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş ka nunlar ve hukuk prensipleri esasına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletten, aynı soy dan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden bir birlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımı zın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zarurî görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sığınma larını rica ediyoruz. Şahsî emniyetleri kanun teminatı altındadır Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensipleri’ne tamamıyla riayettir. Atatürk’ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibi bayrağımızda Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sa dığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız, C EN TO ’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Tekrar ediyoruz düşüncemiz 'Yurtta sulh, cihanda sulh‘tur.
Su bay ların ço ğ u ‘ad il ve h ü r’ seçim ler y a p ıld ık ta n so n ra k ışla la rın a d önm ek ve ik tid arı yenid en p o litik a c ıla r a b ıra k m a k istiyord u. A n cak , o n la ra ak ıl verm ek üzere k im i h u k u k p ro fe sö rle ri çağ rıld ığ ı za m an , planları değişti. M illi B irlik K o m ite s i’ni o lu ştu ra n 3 8 su bay , o r dudaki geniş b ir hizipler k o a lisy o n u n u tem sil etm ek tey d i. K om iten in bu k a d a r geniş olm asın ın seb eb i o rd u için d ek i b irç o k gizli h izb in d a r beye katıld ığını iddia etm esi ve tem sil ed ilm ek istem esiy d i. C u n tan ın d ışında bıra k ıla n la r kü serek ord u içind e istik ra rsız lık d o ğ u rm a k ta y d ı lar ve so n ra k i üç yıl içinde kendi d arb elerin i y ap m ayı d eneyeceklerd i.
Milli Birlik Kom itesi’nin kendine ait bir planı olmadığından akademisyenlerden fikir alarak yeni anayasayı hazırlam ak amacıyla bir komisyon kurdular. H ukuk profesörü ve İstanbul Üniversitesi rek törü olan Sıddık Sami O n ar kom isyona başkanlık ediyordu. İktidarı askerler ele geçirmişti ama 2 7 M ayıs hareketini bir devrime, bir ‘ay dınlar devrımi’ne dönüştürenler entelektüellerdi. O n ar komisyonunun
Ordu içinde gfclî Örgütlenmeler 1951 yılına kadar uzanır. Bu yıllarda Faruk Ateşdaijt, Muzafler öfdağ. Orhan Erkan lı, Ahmet Yıldız, Sezai Okan, Orhan Kabibay vb. gene subaylar gizi 5rg39er kurdu. Generallerin bunlara katılması ise daha sonradır. Cemal Gürsel ise Kara Kuvvetini Komutanı olduktan sonra Binbaşı Sadi Koçaş’ın aracılığıyla “Faik Bey” takma adıyta örgüte girtk. Glirsel, Bayar'ın arkasında bir birliği denetlerken. (Bu fotoğraf feroz Ahmad'a bir görüşme sırasında Celal Bayar tarafından veribni$ıic
o rta y a k o y d u ğ u fik ir le r o r ijin a l d e ğ ild i, b u n la r, te k p a rti d ö n e m in d e » m ira s k a lm ış
k u ru m la rla
d e m o k ra sin in
s a ğ la n a m a y a c a ğ ın ın ortaya
çık tığ ı 1 9 5 0 ’le r in o r t a l a r ı n d a n b e r i e t r a f t a g e z in e n fik irle rd i. D e m o k rat P a rti’n in o t o k r a t i k y ö n e t i m i n e k a r ş ıl ık m u h a le fe t ik tid a ra g eld ik le rin d e h a n g i r e f o r m l a r ı y a p a c a k l a r ı n ı t a s a r l a m ı ş t ı . C u m h u r iy e t H a lk P a rtisi a n a y a s a y ı d e ğ i ş t i r m e y e v e ü s t m e c li s i n ç ı k a r ı l a n k a n u n la r ı g ö z d en g e ç ir e b ile c e ğ i ik i m e c lis li b ir p a r l a m e n t o k u r m a sö z ü v e riy o rd u . C H P ’ Iıle r b ir d iz i s ö z v e r m i ş l e r d i ; b u n l a r , y a s a l a r ı n y a s a llığ ın ı d e n e tle y e c e k b ir A n a y a s a M a h k e m e s i , p a r l a m e n t o n u n te k p a rti su ltan ın d a o l m a m a s ı iç in n is p i t e m s il, s e n d i k a l a r iç in g r e v h a k k ı; d e v le t m e m u rları için s e n d i k a l a ş m a h a k k ı , a n t i d e m o k r a t i k y a s a l a r ı n y ü r ü r l ü k t e n k a l d ı rılm ası, t a r a f s ız b ir b ü r o k r a s i n i n k u r u l m a s ı n a d a ir sö z le rd i.
1 5 0 «İtmcı bSlüm
O nar kom isyonu, bu fikirlerin çoğunluğunu benimsedi; ayrıca Dem okrat Parti’nin, anayasaya ve basın, ordu, üniversiteler gibi diğer kurumlara saygısız davranm ası sebebiyle m eşruiyetini kaybettiğini de ileri sürdü. Dolayısıyla cunta tarafınd an görevden alınm aları gayet ya saldı. Böylece profesörler cuntayı m eşru kılarak iktidarda kalmasını sağladılar. M İLL Î B İR L İK K O M İT E S İ: G E Ç İC İ H Ü K Ü M E T Darbeyi m eşrulaştırdıktan sonra, kom isyon M illi Birlik Komite* si’nden yeni seçim lere gitm eden, iktid arı sivillere devretmeden önce, yeni bir devlet yapısı ve kurum lar oluşturm asını istedi. Yeni bir ana yasa, yeni bir seçim yasası, T ü rk iy e’yi d em o kratik dünyada konum landıracak yeni kanunlar ve kurum lar istedi. M illi Birlik Komitesi, Haziran 1 9 6 0 geçici anayasasıyla m eşrulaştırılan bir geçici hükümete dönüştü. Yasama görevini doğrudan, yürütm e gücünü de aynı zaman da M illi Birlik K om itesi başkanı da olan devlet başkam nın atadığı ka bine aracılığıyla yerine getiriyordu. Sadece yargı cuntadan bağımsız çatışmaktaydı. M illi Birlik Kom itesi içinde büyük ölçüde hizipçilik vardı. Orge neral Cemal Gürsel (1 8 9 5 -1 9 6 6 ) kom ite başkanı, devlet başkam , baş bakan ve başkomutan olarak seçilm işti; çünkü herkes tarafından sevi len ve hırsı olm ayan bir kişiydi; böylece de hiziplerin üzerinde kalmış tı. İktidar için rekabet eden iki hizip vardı: Ilım lılar O n ar komisyonu nun raporunu onaylıyor ve iktidarı sivillere devretmek istiyordu, radi kaller ki, bu grupta Albay Türkeş ve çoğunlukla alt rütbeli subaylar vardı, bunlar iktidarı elde tutm ak ve T ü rk devletî ile toplumunu Profe sör O nar’ın önerilerinin çok ötesinde bir şekilde değiştirmek istiyordu. Bir ‘yeni kültür’ ve Nâsır’ın M ısır’ına benzer şekilde partilerin olmadı ğı bir popülist siyaset sistemi yaratm aktan bahsediyorlardı. Hizipler arası tartışma ılım lıların radikallerden ondördünün ayağını kaydırıp bunların çoğunu yurtdışına, elçiliklere sürdükleri 13 Kasım’a kadar sürdü. ‘O ndörtler’in tasfiyesi radikallerin kolektivist tavırlarından hazzetmeyen burjuvaziyi memnun ederken görevdeki
genç subaylar ile a sk e rî ö ğ ren cileri ra h atsız etti ve ordu içinde istikrar sızlık yarattı. 1 9 6 0 d a rb esin e k a tıla n a m a M illi Birlik Kom itesi bünye sinde yer b u lam ay an b a z ı su b a y la r y en id en p lan lar yapmaya başladı lar. Bunlardan biri o la n T a lâ t A ydem ir, ilki 21/ 22 Şubat 19 6 2 'd e, »kincisi de 20/21 M ay ıs 1 9 6 3 ’te o lm a k üzere iki başarısız darbe girişim in de bulundu. A rtık ta b a n d a n g elm e a s k e r î d arbe d önem i bitm işti. 2 7 Mayıs 1 9 6 0 d a rb esi, T ü r k o rd u su n u n hiy erarşisi dışında yapılan ilk ve son darbe o la ra k k ald ı.
İKİNCİ C U M H U R İY E T ’ Ordu içinde etkili o la n b ir g ru p su bay , aşağ ıd an , ‘em ir-kom uta zinciri’nin dışından gelen b ir d arb e o la sılığ ı tehlikesini görerek buna karşı tedbirler aldı. B u n lar 1 9 6 1 ’d e Silah lı K u vvetler Birliği adı altında bir leştiler. Silahlı K uvv etler B irliğ i, o rd u d ak i tüm rü tbeleri kapsadığı gibi tüm hareketleri g ö z lem ek tey d i. K ısa sü re içind e, Silahlı Kuvvetler Bir liği, siyasi iktidar için d ek i söz sa h ib in e ve yeni anayasanın güvencesi ne dönüştü. Bu a ra d a , yeni b ir a n a y a sa hazırland ı ve 9 Temmuz 1961’de oya su nu ld u. Yeni a n a y a sa k ay ıtsızlık la karşılandı ve yüzde 4 0 civarında b ir k esim a n a y a sa y a k a rşı o y verdi. İnsanlar, yeni seçim kanununun getirdiği n isb î tem sil sistem in i ve d olayısıyla çok partili bir parlamentoyu d estek lese d e , C H P ’nin ve tek parti yönetim inin dönü şünden k orkm ak tayd ılar. 1 9 6 1 A n ay asası, 1 9 2 4 A n a y a s a sı’nd an fark lı özellikler taşıyor du. Artık iki m eclisli b ir p a rla m e n to v ard ı; M ille t M eclisi d ört yılda bir nispî tem sil esa sın a g ö re seçilen 4 5 0 m illetvekilinden oluşuyordu. Üst meclis Se n a to ise ü çte biri iki y ıld a b ir yenilenen ve altı vılhk d o nemler için salt ço ğ u n lu k esa sın a g ö re seçilen 1 50 senatörden olunu yordu. M illi Birlik K o m ite si’n in tü m üyeleri yaşam boyu senatör o la rak atandılar ve c u m h u rb a şk a n ı d a o n b e ş k o n ten jan senatörü atadı, iki meclis b ir ara d a to p la n d ığ ın d a T ü rk iy e Büyıık M illet Meclisi (TBMM) o rta y a çık ıy o rd u . T B M M , cu m h u rb aşk an ın ı yedi yıllık bir dönem için ve ü çte ik ilik b ir ço ğ u n lu k la , üyeleri arasından seçıum tu. Cemal Gürsel, İkinci C u m h u riy et’in ilk cu m h u rb aşk an ı o Ja r jk icçıkii
15 2
altıncı bölüm
Başbakanı atadı, o da kabinenin geri kalanını belirledi. Kabine, Meclis’e karşı sorumluydu. Anayasa Mahkemesi, İkinci Cumhuriyet’in en tartışmalı kurumlarından biri olarak ortaya çıktı. Yasaların anayasaya uygunluğu nu değerlendirerek, birçok yaptırımı, m uhafazakâr hükümetlerin tep kisini çekerek, geri gönderiyordu. Yeni anayasada belirtilen düşüncc, ifade, üye olma, basın özgürlükleri de en az yeni kurumlar kadar önemliydi. Devlet; ekonomik gelişmeyi sosyal adalet yaratacak, birey lerin mal sahibi olup miras bırakabilmesini sağlayacak, çalışma ve ya tırım özgürlüklerini mümkün kılacak yaptırım lar aracılığıyla ‘sosyal ve ekonomik haklar’ sözü veren bir ‘sosyal devlet’e dönüşmüştü. Yüksek rütbeli komutanlara da hükümette bir rol verilmişti. 3. madde, 'kanunla belirlenmiş bakanlar, Genelkurmay başkanı ve ordu temsilcileri’nden oluşan Milli Güvenlik Kurulu’nu (M G K ) ortaya çı kardı. Kendi de emekli bir general olan cumhurbaşkanı veya yoklu ğunda başbakan Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık edecekti. Kuru lun görevi, ‘milli güvenlik ve koordinasyon konularında’ kabineye yar dım etmekti. ‘Milli güvenlik’ kavramı o kadar geniş ve o kadar çok şe yi kapsayabiliyordu ki, generaller hükümete her konuda müdahale edebilirdi. Mart 1 9 6 2 ’de M G K 'nın yetkileri daha da artırıldı ve Genel kurmay başkanı, 1 1 0 . madde kendini başbakana sorumlu kıldığı için milli savunma bakanından fiilen bağımsızlaştı. Silahlı Kuvvetler özerkliğe kavuşmuş ve siviller tarafından yeni kurdukları düzenin ortakları, koruyucuları olarak görülüyordu. Gene raller kısa sürede Türkiye'nin siyasi ve sosyo-ekonom ik hayatının ha yati bir parçası oldular. Subayların maaşları ve yaşam standartları enf lasyondan etkilenmeyecekleri bir biçimde önemli oranda artırıldı. Emekli generaller ya büyükelçi olarak yurtdışına yollandı veya kurum ve bankalara yönetici olarak atandı. Böylelikle sisteme katılmış olu yorlardı! Ordu 1961’de iş ve sanayi dünyasına da girdi, Ordu Yardımlaş ma Kurumu (OYAK) kuruldu. Bunun sermayesi, subay ve astsubayla rın maaşlarından yapılan yüzde 10 ’luk bir kesintiden sağlandı ve eko
ır.tr-
CVÎ.»'
1 5 3
nomideki en kârlı girişim lere yatırıldı. O Y A K , sivil yöneticiler ve te k nokratlarca yönetilen ayrı bir şirket oldu am a \ iıllı Savunma Hak in lığı’na bağlandı. M ensuplarına kredi ve k âr payı em ekli ıknm ıycv: verdiği gibi asker ailelerine ‘O rdu P azarı’ o larak adlandırılan süper marketlerde (O R -K O ) ucuz fiyata satış yaptı. Bu hizm et, enflasyon-, karşı bir diğer önlemdi. O Y A K zam an içerisinde o kadar genişleyerek dallanıp budaklandı ki, günüm üzde oto m o tiv sanayim den sigortacılık ve bankacılığa kadar neredeyse tüm sektörlerde faaliyette bulunmak ta, zaman zaman da devlet ve özel sek törle birlikte ‘ekonom inin üçün cü gücü’ olarak adlandırılm aktadır. Her ne kadar geçm işe ait gelenek korunsa da ordu, ‘m illet’ ve ya ‘Kemalizm’ gibi soyut kavram lar yerine filizlenen kapitalizm in k o ruyucusu oldu. En önem li görev istikrarı korum ak ve istikrar tehditle karşılaştığı zaman, tehdit nereden gelirse gelsin, m üdahale etm ekti. Bununla beraber, generaller sistem i tehd it ettikleri için sol hareketler den hoşlanmıyorlardı am a eğer sistem e tehdit sağ gruplardan gelirse onlara da eşit derecede tepkiyle yaklaşıyorlardı. Serbest piyasa ek on o misi ilkesini paylaştıkları partilere hoşgörülü olsalar da kendilerim hiç bir partiye veya lidere sürekli biçim de bağlam adılar; artık partiler ve liderler generallerin gönlünü alm aya çalışıyordu. EKONOMİK R E F O R M L A R Milli Birlik Komitesi D em o k rat P arti iktidarının on yılından kalm a si yasal sorunları çözerken, ekonom i için de yeni tem eller ortaya koy maya mecbur oldu. D em okratlar, gelişm e yerine büyüme getirmiş, ge lişigüzel bir ekonomi p olitik ası uygulam ışlardı. M illi Birlik Komitesi ise hem gelişme hem büyüm e getirecek bir program benunsedı. Bu önemli görevi başarm ak için, temel ödevi ekonom iyi be$ yıllık plan lar dahilinde denetlemek o lan D evlet Planlam a T eşk ilirı'm {DPT» kurdular. Devlet Planlam a T eşkilâtı, Eylül 1 9 6 0 ’ra kuruldu ve yem anayasada da yer aldı. Bu, başbakan ın başkanlık ettiği, dola>ısıy!a da iktidardaki partiden etkilenen bir danışm a kuruluydu. Ayrıca, beş v»Il*k planın yürürlüğe girm eden ön ce hûkiim ec ve M eclis tarahnüan
altıncı bölüm
onaylanması gerekiyordu; dolayısıyla da tüm planlama süreci tama men siyasi ve ideolojik hale geldi. Çok partili sistem yerine konduk tan sonra ortaya çıkan koalisyonlar ve Demokrat Parti görüşündeki hükümetlerin iktidarında 41. maddenin hükmü kalmadı. Bu madde, ‘İktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenlenir’ sözü veriyordu. Bu tür sözler siyasi açıdan etkili ol maya başlamış Türkiye’nin yeni doğmakta olan iş / sanayi çevreleri ne uymuyordu. 1961 Anayasası’nda söz verilen ‘sosyal devlet’ yerine, işçileri kontrol edip disiplin altına alacak bir devlet İstiyorlardı. Tür kiye’nin gelişmişlik seviyesinde bir ülke İçin grev hakkının ya da top lu sözleşmenin bir lüks olduğunu düşünmekteydiler. O an için, serma ye ve işçi sınıfı bir arada yaşamaya zorlanmışlardı ama bu bir arada yaşam Mart 1971’de, ordu sorunu sermayenin lehine çözmek üzere müdahale ettiğinde sona erecekti. Bu arada, beş yıllık plan 1963’te uygulamaya kondu ve Türki ye daha önceden ithal etmekte olduğu malların üretimine dayalı hızlı bir endüstrileşme yoluna girdi. Otomobil, buzdolabı, radyo vb. mallar genelde Ford veya Philips gibi yabancı firmalarla işbirliği içinde üreti liyordu; Türk sermayedarları, dünya pazarlarında rekabet edebilecek yeni, orijinal mallar yaratma riskini alabilecek girişimciler değillerdi. Onların derdi çabuk yoldan kâr elde etmekti. Bu nedenle Kamu İkti sadi Teşekküllerinin (KİT) yeniden yapılanarak yetkin rakipler olma sına izin vermediler. Devletin, karma ekonomilerde olduğu gibi, özel sektörü sübvanse etmesini istiyorlardı. Toprak reformu yapılmamıştı, çiftlik gelirlerinin vergilendirilmesi yoktu, verimliliği artıracak önlem ler de söz konusu değildi. Ancak, her iki sektörde de yapısal reformla rın yapılmasına karşın, KIT’lerin yüzde 7 ’lik büyüme hedefiyle örtüşmesi, ekonomi büyüttü. Dünya ekonomisi, tıpkı 19 5 0 ’lerde olduğu gibi buna elverişliydi. ‘Ekonomik mucize’sini yaşayan Almanya’dan Türk işçilerinin emek gücüne ihtiyaç vardı. İşçi ihracı Türkiye’ye iki yönden yarar sağlamaktaydı; hem köylüler topraklarından ayrıldığın dan, hem de göçmen işçiler ailelerine havale ettikleri parayı Alman
nk*A,nt*f ‘■lz*r, .ı0*i
markı olarak yolladıklarından döviz açısından. T ürk ekonom isi kısa süre içinde bu işçi dövizlerine bağım lı hale geldi. Ancak planlamaya rağmen, ekonom ik genişleme dengesiz kal dı. Tarım sektörü plancıların um dukları hızda büyümeyi başaram ad ı kentsel sektör ise hızlıca* am a endüstri üretiminden ziyade inşaat ve hizmet sektörlerinde büyüdü. Kısıtlı ihracat gelirleri karşısında ek o n o mi Avrupa’daki Türk işçilerinin tasarruflarına bağımlı hale geldi. N i tekim 1970’lerin başında Avrupa ekonom isi bir düşüş eğilimine girin ce, bunun Türkiye üzerindeki etkisi ciddi olacaktı. Planlamacılar Türkiye’nin ekonom isini ve toplum sal yapısını birkaç yıl içinde dönüştürmeyi başarm ışlardı. Türkiye artık 1 9 5 0 ’lerde olduğu gibi devletin işlettiği küçük bir endüstri sektörü dışında ağırlıklı olarak tarıma dayalı değildi. 1 9 6 0 ’lan n sonuna gelindiğinde, artık ortada gayri safi milli hâsılaya (G SM H ) tarım kadar katkıda bu lunan dinamik bir özel endüstri sektörü vardı. H atta 1 9 7 3 ’te endüstri tarımı geçecekti. DEĞİŞEN T O P L U M S A L Y A P IL A R
Anadolu’dan gelen köylüler büyük şehirlerin içinde ve çevresinde ku rulan gecekondu mahallelerinde yaşam aya başlayınca, gelişen endüst rileşme kentleşmeye yol açtı. 1 9 6 0 ’lara gelindiğinde, yeni anayasanın tanıdığı haklar sayesinde sınıf bilincine sahip bir lider kadro önderli ğinde rahat hareket edebilen, siyaseten a k tif, küçük bir işçi sınıfı var dı, İşçiler toplu sözleşme ve grev hakkı elde etm işlerdi, am a onları sendikal düzeyde tutucu bir kuruluş olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş)
temsil ediyordu. T iırk-İş 31
Tem m ıu
1952’de bir federasyon ve birkaç işçi sendikasının biraraya gelmesi ve ABD’nin tanınmış işçi kuruluşu A FL -C IO 'nun yönlendirmesiyle ku rulmuştu. Ne var ki, bu kuruluş ‘siyaset dışı' kalarak ‘partıierustu bir çizgi’ izledi. Sonunda 13 Şubat 1 9 6 7 ’de T ü rk -İş’ten ayrılan birkaç sendika biraraya gelerek Türkiye Devrimci İşçi K onfederasvonu’nu (DİSK) kurdu. DİSK, Türk-İş gibi sadece ekonom ik haklar peşinde koşmuyor, siyasi talepler de Öne sürüyordu. Kurucuları arasında
I 5 6
-iMicı bt>Hbn
DİSK’li sendikacıların da bulunduğu Türkiye İşçi Partisi (TİP) de DİSK'i destekliyordu. 1960’lar boyunca burjuva sınıfı da hem sayıca hem de kendine güven açısından gelişmişti. Geçmişte, amaçlarına erişmek için tama men iktidardaki partiye güvenen burjuvazi 1971’de, o günden bu dö neme Önemli bir siyasi rol oynamış olan kendi baskı grubunu, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’ni (TÜSİAD) kurdu. Pazara daha fazla mal çıkınca satın alma kalıpları da değişti; 19 5 0 ’lerde radyonun, 1970’lerde televizyonun piyasaya girmesi de toplumsal ve siyasal ha yatları dönüştürdü. Hem radyo hem televizyon -yayınlarıyla seçmen lere doğrudan ulaşabildikleri için - kısıtlı olanaklara sahip küçük bo yutlu partilerin başarılan açısından çok önemliydi. Yabancı sermayeyle ortaklıklar kuran büyük şirketlerin tekel leşme süreci, rekabet edemediklerinden yerel ve çok daha küçük ölçek li İşletmelere zarar vermeye başladı. Bu da İflaslara ve milyonların ge çimim tehdit edecek şekilde binlerce atölyenin kapanmasına sebep ol du. Bu arada, yeni tüketim kalıpları da enflasyona yol açtı; daha yük sek maaş ve ücret isteği yarattı. Türkiye’nin ekonomisinde ve siyase tinde yaşanan tüm bu değişiklikler Milli Birlik Komitesi’nin çok parti li politikayı yeniden başlattığı 1961’den beri istikrarsız giden siyasi du rumu daha da kötüleştirdi. 1961 Anayasası, Türk halkına Cumhuriyet’in kuruluşundan beri yaşadıkları en büyük siyasi özgürlüğü sunmuştu. Yeni devlet bir ‘sosyal devlet’ olarak tanımlanıyor; hiçbir zaman düşünülmemiş top lumsal haklar veriyor, üniversitelere özerklik ve Öğrencilere dernek kurma hakkı, işçilere grev hakkı tanıyordu. Bu siyasal özgürlük orta mında, işçiler ve solcu aydınlar bir sosyalist partiyi, Türkiye İşçi Partisi’ni kurmak üzere biraraya geldiler ve geçmişte Kemalizm çerçevesin de dönen siyaset hayatı tartışmalarına bir ideolojik alternatif sundular. YEN İ SİYASAL PA RTİLERİN K U RU LM A SI
1961 Anayasası ile yeni yasalar siyasal, yapıyı değiştirdiyse de temelde ki yapılanma aynen kaldı. Demokrat Parti kapatılmış, anayasayı ihlâl
gerekçesiyle yargılanan liderleri hapse atıl mlş ve üç bakan -B aşb ak an M enderes, M aliye Bakanı Polatkan, Dışişleri Bakanı Z o r lu- idam edilmişti. D em okrat Partililer ise halk arasında sevilmeye devam ediyordu. 1961’de kurulan Adalet Partisi (AP) d e bu oy bankasına güveniyordu. 1961 seçim lerin de Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Parti si (YTP) birlikte oyların yüzde 4 8 ,5 ’ıni k a zandı (sırasıyla yüzde 3 4 ,8 ve yüzde 13,7). İnönü'nün CHP’si oyların yalnızca yüzde 36,7’sini aldı ki bu sonuç, gerek oy gerekse Meclis’teki sandalye sayısı olarak hükümeti kurmak için yetersizdi. Generaller, bir ‘yeni DP’ tarzı hükümete izin verm eyeceklerin den, İnönü’den Kasım 1 9 6 1 ’den 1 9 6 4 ’e k a dar ülkeyi yönetecek üç koalisyon hüküm e tinden birincisini kurm asını istediler. Bu yıllarda siyasal istikrarsızlık vardı ama koalisyonları bir arad a tutan yalnızca askerî müdahale tehdidiydi. A dalet Partisi,
Süleyman Demircim » y ttll yaşamda fırfciı poılicfcri bulunmaktadır. “Dün dündür, bugün de bugün" gibi Dtoıtatt'e özgü deyişler, siyasal rakipten tarafından eleştirilse de aslında bir poGtik ustalığı da rçfod* banndtnnaktadK. (Feroz Ahmad Koleksiyonu)
özellikle Süleyman D em irel yönetim inde güçlendi ve Kasım 19 6 3 yerel seçim lerinde en başarılı parti oldu. Üçün cü İnönü koalisyonu 12 Şubat I 9 6 5 ’te güvenoyu alamadığı için çek;!;n ce, Demirel iktidarı devralm aya hazırdı. Son koalisyonun başında Ai' listesinden seçilm iş bir bağım sız m illetvekili vardı, dolayısıyb Demirei zaten temsilen yönetim deydi. K o alisyonu n görevi Türkiye’yi iv> se çimlerine taşımaktı ve bıı seçim ler A dalet P a rtisin i ıktid -.'a getirip ül keye istikran sağlamış gibi oldu. Adalet Partisi Şu bat 1 9 6 1 ’de kurulm uştu ve başlangıçta, ordunun güvendiği Ragtp G üm iişpala adlı bir em ekli general taralından yönetili yordu. Ondan 'yeni D em o k ratlar') hizada tutm ası bek'enivord*!. l^ı>4 Haziranı’nda öldüğünde, parti yerine en ihtilafsız adayı. Sı ev m a r. D e-
158
altıncı bolüm
mirel’i seçti. Demirel bir mühendis ve teknokrattı; Milli Birlik Komitesi tüm Demokrat Parti üst kadrosunu tasfiye ettiği için liderliğe gelebilmiş ti. Mütevazı bir kırsal geçmişi olduğundan sıradan insanlarla, özellikle de onu kendi yetenekleriyle sivrilmiş biri olarak gören gecekonduda ya şayan Anadolu’dan kentlere göçmüş kesimlerle ilişki kurabiliyordu. YENİ SİYASET VE DAHA G EN İŞ DÜNYA 1960’ların siyaset yaşamı önceki on yıllara göre çok değişikti. Ülke si yasileşmiş ve 1961 Anayasası ideolojik tartışma için yeni bir çerçeve oluşturmuştu. İlk kez olarak, ülkenin geleneksel siyasetine, özellikle dış politika konusunda meydan okuyan bir sol ortaya çıkmıştı. Ülke artık kendini tecrit edilmiş olarak görmüyor ve insanlar, özellikle öğ renciler, küçük kasabalarda bile kolaylıkla bulunabilen yeni solcu Marksist literatürü takip edebiliyor, dünyada neler olup bittiğinden haberdar olabiliyorlardı. Bu eğilimlerden rahatsız olan muhafazakâr güçler sola karşı, mücadelelerinin M oskova’nın komünizmine karşı ol duğunu belirterek, örgütlenmeye başladılar. Türkiye’deki siyasal olaylar Soğuk Savaş’tan ve Ortadoğu’daki olaylardan etkileniyordu. Washington’daki siyaset üreticileri Ortado ğu ve Asya’da milliyetçiliğin yükselişini dikkatle izliyor ve milliyetçili ğin Batı çıkarlarına en az komünizm kadar büyük bir tehdit olduğunu düşünüyorlardı. Bunun sonucunda
Am erikan yönetim i Kasım
1958’de, İslâm’ın milliyetçilik ve komünizme karşı bir panzehir olarak kullanılabileceğini öngören bir iç hizmet belgesi -5820/1 numaralı Ulusal Güvenlik Kurumu [NSA] belgesi- yayınladı. 196 0 sonrasında birçok Türk milliyetçisi ABD politikalarını ve kendi hükümetlerinin bunlara gözü kapalı uyumunu eleştirmeye başlamışlardı. Milli Birlik Komitesi Türkiye’nin NATO’ya bağlılığım tekrar tekrar bildiriyordu, Sovyet nükleer tehdidine rağmen Ekim 1962 Küba Füze Krizi’nde İnö nü Washington'm yanında yer almıştı. Ancak Türkler, Kennedy yöne timinin Moskova’yla pazarlığında Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden vazgeçtiğini öğrendiler. Kısa süre sonra açıklandı ki, Sovyetler’le savaş durumunda NATO plancılarına göre İstanbul ve Batı Anadolu dışın-
da katan Anadolu’nun büyük kısm ı feda edilebilirdi! T û rL i)c r,^ ilişkileri gündelik po litikan ın b ir p arçasın a dönüşm üştü. KIBRIS SO RU N U Yunanistan’la 1 9 6 3 -1 9 6 4 kışınd a y aşanan K ıbrıs sorunu, olayı
m ü ;*
bir noktaya taşıdı. G eçm işte M en d eres hüküm eri, Kıbrıs Rum çi hareketi İngiltere’den bağım sızlık ve Y u n an istan ’la birlenme E led i ğinde soruna karışm ıştı. B u nu n üzerine b aşta, T ü rkiye ve -ad a nüfusu nun yüzde 2 0 kadarını o lu ş tu ra n - K ıb rıs T ü rk leri Ingiltere'yi vc mc% cut durumun korunm asını destekledi. A n kara 1 9 5 5 ’tc İngiltere'nin et kisinin azaldığı sırada, İngiltere’den adayı 1 8 7 8 ’de alm ış olduğu Türk ler’e geri vermesini istedi. H em İngiltere hem de T ü rkiye, K ıbns Rum İan’nın İngiliz yönetim ini T ü r k yön etim in e tercih edeceğini düşünüyordu!. Rumlar bu öneriyi kabu l edilem ez buldu. Bu önerinin kabul edil meyeceğini bilen A n kara, 1 9 5 7 ’de tak sim önerisinde bulundu ve bu konuda baskı yaptı. 1 9 5 9 ’da ta ra fla r uzun görüşm eler sonrasında. Kır Kıbrıs Cumhııriyeti’nin ku ru lm asında ve K ıbrıs T ü rk le n ’nin anayasal haklarının İngiltere» Y u nanistan ve T ü rk iy e garantörlüğü altmd/. olma sı üzerinde anlaştı. 15 A ğustos 1 9 6 0 ’ta , bir K ıbrıs Rum asıllı başkan (Başpiskopos M akario s) ve b ir K ıb n s Tü rk asıllı başkan yardımcısı (Dr. Fazıl Küçük) önderliğinde K ıb rıs Cum huriyeti ortaya çıkıı. Başkan M ak ario s iktid ar paylaşım ı öngören anayasayı uygula namaz buldu. İngiltere, Y u nanistan ve T ü rkiye tarafından garanti adi len 1960 Antlaşması tarafın d an kısıtlanm ayacağını belirtti. 1 9 6 S sonlannda adadaki iki toplum arasın d a şiddet olayları başladı ve 1 1 Mart 1964’te İnönü, derhal ateşkes o lm azsa garantörlerden biri o h
v tek
taraflı müdahalede bulunulacağı tehdidinde bulundu. M akarios lnt>nü’nün notasını reddetti am a Öte yandan T ü rk bölgelerinden kuşatma kaldırıldı ve esirler salıverildi. Türkiye’de m illiyetçi duygular harekete geçmişti. Toplumda Türk tezinin adil olduğu inancıyla, ask erî m üdahale için bü>uk destek vardı. Ocak 1 9 6 6 ’da, A BD B aşk anı Jo h n s o n tarafından Başbakan İnö nü'ye Haziran I 9 6 4 vte gönderilm iş bir m ektubun açıklanması ülktf ;a
ı6o 4ftı*cı böfüm
1968 dünyada olduğu gibi Türkiye'de de toplumsal hareketlerin, gençlik eylemlerinin yükseldiği bir yıl oldu. He var W, Türkiye'de eylemlerin anti-emperyallst karakteri hemen biçimlenerek, antlAmerikan niteliğe büründü, Resimde 1969’da ABD 6. FUosu’ na karşı yapılan bîr mitingten görünüm (İstanbul Bilgi üniversitesi Yayınlan Arşivi).
pında infiale neden oldu. Mektupta, İnönü’ye Türklerin Washington tarafından sağlanmış silahlan ABD onayı olm adan ku llan am ayacağı söyleniyor, NATO’nun da ‘eğer Türkiye, NATO müttefiklerinin tam onay ve bilgisi dışında Sovyet müdahalesiyle sonuçlanacak bir adım atarsa, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin yardımına gelmeyeceğini’ belirten bir uyarı da yapılıyordu. Bunu Amerikan karşıtı gösteriler izledi, 1 9 6 8 ’de doruğa çıkan gençlik olaylarından sonra Amerikan 6 . Filosu’nun Türk limanlarına gelmesi fiilen imkânsızlaştı. Olaylar değişik gösterilerle 12 Mart 1971 askeri müdahalesine kadar sürdü. Milliyetçiler ile solcular, bağlantısız bir Türkiye için çağrıda bulunmaya başladılar ve hatta hükümet bile dışişleri bakanlığından ülkenin dış ilişkilerini mevcut dünya şartlarına
g ö re
gözden geçirmesini istedi. Uzun süren değerlendirm eler s o n ra m
da dışişleri bakanlığı, o sıralar bir ortak pazar vc siyasal birlik ma sürecindeki Avrupa’ya daha fazla yakınlaşm ayı önerdi. Türk* O nelkurmayı, Kıbrıs gibi ‘ulusal ç ık a r’ durum larında kullanılm ak u^ert* NATO’dan bağımsız bir bölüm oluşturm aya karar verdi. Amerikan karşıtlığı toplum u m u hafazak âr sağ ve bazen n eo K emalist olarak adlandırılan milliyetçi ve radikal bir sol olarak kutupla ra ayırdı. Sol ABD’yi, T ü rkiye’nin bağım lı hale geldiği kapitalist dün yanın lideri olarak görüyordu. Bunlar, T ü rk iy e’nin 1919'd an bu şana tarihini emperyalizme karşı bir bağım sızlık m ücadelesi -pad işahın s a dece iktidarda kalabilm ek uğruna vazgeçm eye hazır olduğu bağım sız lığın mücadelesi- o larak görüyorlardı. O n lara göre İkinci Dünya S a vaşı sonrasında hem C H P hem DP, T ru m an D o k triııi’ni ve Morshall Planfnı kabul ederek, N A T O ’ya ve B ağdat P aktı’na katılıp, TürkiyeV. Batı’nm bir uzantısına dönüştürerek K em alizm 'e ihanet etmişlerdi. Son olaylar bu tür bir siyasetin milli çık arlara karşı olduğunu göster mişti. Dolayısıyla bu politikanın bırakılm ası gerekliydi. Üniversiteler deki öğrenci topluluklarının, T ürkiye İşçi P artısi’nin ve sendikaların eleştirisi bu yöndeydi. Cum huriyet H alk Partisi bu radikal fikirlerin bir kısmından etkilenmişti ve bunlara ‘ortan ın solu' olarak adlandırı lan bir siyasi duruş ve ‘Bu düzen değişm eli’ sloganını benimseyerek karşılık verdi. Sağ ise bu radikal m illiyetçi fikirlerden irkildi, bunların kom ü nizm propagandası olduğunu söyleyerek karşı çıkıp, saldırdı. 1^ 58‘de MSA dokümanının öne sürdüğü gibi ‘kom ünizm in panzehiri’ olarak İslâm'a yöneldi. 1 9 6 2 ’de kurulan Kom ünizm le M ücadele Derneği İs lâm’ı sola karşı bir silah olarak kullandı. Bu eğilim, milliyetçilik ve ko münizmle savaşmak am acıyla D ünya İslâm Birliği adında bir orgutun kurulduğu Suudî A rabistan’dan gelen para yardım ının cesaretlendir mesiyle, 1960*lar boyunca devam etti. Hızlı sanayileşme ile birlikte, yerel zenaat ve ticarete zarar veren tekellerin büyümesi gibi gelişmeler karşısında, kendilerine destek sağlayabilm ek am acıyla Türkiye'nin u ş ra alt-orta sınıf mensuplan da İslâm ’ı kullandılar.
1 9 6 5 ’te iktidara gelen Adalet Partisi’nin bu yeni güçlerle baş et mesi gerekiyordu. Oysa önderi Süleyman Dem irel, A BD ’yle ilintilendirilen kapitalizmin yeni yüzünü temsil ediyordu. £isenho\ver bursuyla ABD’de bir yıl geçirmişti ve sonrasında da Türkiye’de iş yapan bir ço kuluslu Amerikan inşaat firmasında çalışmaya başlamıştı. Demirel’in kendi de politikaları da bundan ötürü hem soldan hem de onu bir ma son olarak tanımlayan dinci sağdan gelen saldırılar için kolay bir he def oluşturuyordu. 1 9 6 0 la rın sonlarında DemirePin durumu fiilen sa vunulamaz olmuştu. Kjbrıs sorunu ise Kıbrıs Türklerı kendi bölgele rinde kuşatma altında yaşar veya İngiltere’ye ya da Avustralya’ya göç ederken çözülmeden duruyordu. Öğrenciler ve işçiler daha militanlaşmıştı; Amerikan karşıtlığı, Amerika Birleşik Devletleri'nin Vietnam’a müdahalesi. Nisan 19 6 7 ’de Yunanistan’da yaşanan ‘Albaylar Darbesi’ ve Haziran 3 9 6 7 Arap-İsrail Savaşı’yla artm ıştı. Bu son iki olay, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğini güçlendirirken Türkiye’nin bölgedeki rolünü de zayıflatmıştı. İşçiler ile sermaye arasındaki çatışm a, özellikle Paris’teki öğren ciler ve işçiler neredeyse bir devrim gerçekleştirmeyi başardıktan son ra, gitgide kötüleşmişti. Bu olaylar Türkiye’yi etkiliyor, bir yandan so lu cesaretlendirirken, diğer yandan da hükümete karşı potansiyel teh ditleri ortaya çıkarıyordu. Daha 19 6 7 ’de bazı işçi sendikaları iktidar lardan yana ve ‘politik olmayan’ Türk-İş’ten ayrılarak ‘devrimci’ ola rak tanımladıkları kendi konfederasyonlarını D İSK ’i kurmuşlardı. Türk-İş’in, gayriresmî olarak Adalet Partisi’yle ilişkileri vardı, bu da hükümete ve işverenlere işçileri denetleme şansı tanıyordu. Hükümet ve işverenler, işçilerin militanlığından, onların uysal Türk-İş’e rağmen güçlenmelerinden endişe ettiler. Sendikaların denetimini kaybettikleri ni gördükleri zaman, çok geç olmadan harekete geçerek yeniden bu denetimi ele almaya karar verdiler. SİYASAL BÖLÜNM E Solcu saldırıların yanı sıra, hükümetin sosyo-ekonomik gelişmelerin etkisiyle parçalanan bir siyasal sağla da uğraşması gerekti. Anadolu
163
çapında geleneksel orta sınıf tarafından işletilen kıiçuk öl^cklt işletme lerin İstanbul-Marmara yöresinde küm elenm iş büyük, koznv»poî« s-,r ketlerin rekabetine dayanması m üm kün değildi. Bunlar, I)t-mır«:> »r* kendilerine ihanet ettiğini ve büyük holdingleri d e s te k le d im . . i . yordu. Bu da bu grubun 1 9 6 9 seçimleri sonrasında Adalet Partisinden ayrılarak partinin seçmen gücünü azaltm asıyla sonuçlandı. Seçmen kütlesi Alparslan Türkeş’ın neo-faşist
M illiyetçi
H areket
Pam-.>
(MHP) veya CHP’den ortanın solu program ına karşı çıkarak aynl.m Profesör Turhan Feyzioğlu’nun kurduğu Güven Partisi (<»P/, Profesör Necmettin Erbakan’ın M illi N izam Partisi (M N P ) veya AP’den a\nîan muhaliflerin oluşturduğu D em okratik Parti (DP) gibi kiıçuk, sağcı par tilere yöneldi. Türkeş hem tekelci kapitalizm e hem kom ünizm e karşı olduğunu söyleyen bir aşırı m illiyetçiydi, Feyzioğlu basitçe ortanın sa ğındaydı ve sundukları Dem irel’den çok da farklı değildi, Erbakan ser maye tekellerini Hıristiyan/Yahudi B a tin ın uşakları olarak tanım layan İslâmî’ jargonu kullanıyordu. Türkeş ve E rb a k a n ’ın partileri ancak ilerde 1990’larda seçim başarısı bulabildiler; o zam ana kadar Adalet Partisi’ne bir alternatif değil am a 1 9 7 0 'le rin koalisyon hüküm etlerin de yararlı birer ortak oldular. A ncak o an için sağdaki bölünm e sıvası istikrarsızlığın baş faktörü haline gelm işti. 1970’lerin ballarına gelindiğinde» T ü rk iy e’deki durum parlam a ya hazır hale gelmişti. Ö ğrenci ve işçi m ilitanlığı, toplum sal ve ekono mik değişiklikler, büyüyen politik çatışm a ve dünyanın durumu tehlike li bir durum yaratmıştı. O rtada bir ‘yükselen um utlar devrim i' vardı; toplumun çoğunluğu için gerçekleşm eyen umutlar. 1 % 0 ’lar boyunca işçi transfer eden ‘Alman ekonom ik m u cizesin in sona erm esiyle birlik te başlayan yaygın bir işsizlik vardı. İş ve eğitim çevreleri gençlere veterli yer açamazken hızlı bir nüfus artışı yaşanıyordu. Gereğinden kala balık okullar ve üniversiteler hem sol hem de sağ için militan bulm.ı yerleri olarak idealdi ve bu gençler 12 M art 1971 askerî müdahalesine yol açan istikrarsızlığın meydana gelmesinde hayati bir rol oynadılar Demirel M eclisteki durumu 1961 seçim yasasıyla getirilmiş olan ‘milli bakiye sistemini M art 1 9 6 8 ’de kald ırtarak kontrol etmeyi dene
l 6 ^ altmcı btilüm
di. Bu sistem Türkiye İşçi Partisi’nin 1 965 seçimlerinde 14 sandalye sa hibi olmasına olanak tanırken» partinin temsilcileri de muhalefette önemli bir yer edinmişlerdi. Değişiklik durumu farklılaştırdı ve 1 9 6 9 ’da TİP mecliste sadece iki sandalye kazanabildi. Partinin lideri Mehmet Ali Aybar meclisi ‘Yeni kanun geçerse, memleketteki huzur suzluk yeni bir seviyeye yükselir... demokrasinin başına gelenlerden siz sorumlu olursunuz’ şeklinde uyardı. Artık mecliste memnuniyetsizliği ni açıklayamayan sol, İşçi Partisi yıkım ve şiddeti teşvik etmese de, hın cını sokağa taşıdı. Sol, Demirel’in M eclis aracılığıyla reform ve iktidar yolunu kapadığına inanıyordu. Bir kısım sol için tek çare, ‘milli demok ratik devrim’ fikrine sıcak bakan radikal subaylarla ortak gerçekleştiri lecek bir askerî darbeydi. Başka bir grup ise daha da militanlaşarak Maoculuğu ve Latin Amerika gerillalarının fikirlerini de benimsedi. Demirel, M eclis’te temsil edilen solu zayıflattıktan sonra, DİSK’i ve temsil ettiği siyasi işçi sendikalarını yok etmeye ve Türk-İş’i güçlen dirmeye girişti. Hükümetin sendikalar, toplu sözleşme ve grev yasala rında yapmak istediği değişiklikler, işçilerin özgürce sendika seçimini engelliyor, bir sendikanın ülke çapında faaliyet göstermesi için o işko lunda işçilerin üçte birini örgütlenmesini öngörüyordu. Bunun DİSK’i ortadan kaldıracağı düşünülüyordu. 15/16 H aziran 1970’te sadece DİSK üyeleri değil, genelde işçiler, yasaya karşı protestolara başladılar ve İstanbul'dan İzmit’e kadar olan tüm bölgede gösteriler yapıldı. Yet kililer İstanbul Boğazı’ndaki karşılıklı vapur seferlerini, olayların İstan bul’un Avrupa yakasına sıçramasını engelleme amacıyla iptal ettiler. Sağcılar gösteriyi ‘devrimin kostümlü provası’ olarak tanımladı, göz lemciler, siviller huzur ve düzeni sağlayamadığı için askerlerin müdaha le edeceğini düşündü. Demirel ise pek bu kadar liberal ve özgürlükçü bir anayasayla ülkenin yönetilemeyeceğinden yakınarak anayasanın değiştirilerek daha otoriter yapılması gerektiğini öne sürüyordu, Generaller, solun radikal subaylarla ilişkisinden haberdarlardı. Her ikisi de 1963’te kurulmuş olan M illi İstihbarat Teşkilâtı ve Aske ri İstihbarat, ordudaki komploları köstebekleri sayesinde biliyordu. 1970‘te 56 general ve 516 albay emekli edilince, basın orduda tasfı-
yeden söz etti. ‘E m ir-k om u ta z in ciri'n İn d ışın d ak i su baylard an hsr müdahale tehdidi vardı ve g en era ller b u n lard an ö n ce davranarak kendi reform p ro g ram larını u y g u lay ıp ra d ik alleri bastırm aya k a r ır vermişlerdi. 1971 başında T ü rk iy e tam b ir k a rg a şa içind ey d i. So L u m ilitan öğrenciler bankaları soyuyor. A m e rik an ask erlerin i k açırıy or ve Ame rikan hedeflerine sald ırıyordu . M H P ’ye bağ lı n eo -faşıst m ilitanlar olan Bozkurtlarda hüküm eti eleştiren p ro fesö rleri h ed ef alıyordu. D ev am lı bir grev hali vardı ve 1 O c a k ile a sk erlerin m ü d ah ale ettiği 12 M art 1971 günleri arasında k ay bed ilen işgünü d ah a ön cek i her yıldan daha fazlaydı. İslam cılar daha sald ırg an h ale gelip A ta tü rk ’ü ve K em alizm ’i reddederek orduyu g aley an a g etiriy o rd u .
8 M art’ta, durum u k o n tro l ed em eyen D em irel kendi parti gru bunun desteğini yitirdi. B u o lay , ask erî m üd ahaleyi tetıkled i; g eneral ler kendi partisini bile desteğini ala m a y a n D em irel’in gitm esi gerekti ğine kanaat getirdiler. D o la y ısıy la, 1 2 M a r t ’ta beş önem li general - G e nelkurmay başkam ve K a ra, H a v a , D en iz, Ja n d a rm a kuvvetleri k om u tanları- Cum hurbaşkanı C evd et Su nay ile M eclis ve Sen ato başkanlarına birer muhtıra sundular. Bunlar, h ü k ü m etin istifasını ve güçlü, gü venilir, anayasaca belirlenm iş refo rm ları uygulam aya m uktedir yeni bir hükümetin kurulm asını istediler. D em irel, kerhen istifa etti ve bu istifa, Türkiye’yi zor günlerde y ö n etecek an ti-d em ok ratık ünlemleri geçirecek bir ‘partiler üstü’ h ü küm etin kurulm ası yolunu açtı. MUHTIRA R E JİM İ V E S O N R A S I, 1 9 7 1 - 1 9 8 0 Önceleri birçok kişi 12 M a rt d arbesinin 196 1 A nayasası’nı destekleyen radikal, reformcu subaylarca yapıldığını düşündü. M u htıras Demirel hükümetini Türkiye’deki ‘an arşi, kard eş kavgası ve so sy oek o n o m ik Huzursuzluk’ dolayısıyla suçluyor, -d e m o k ra tik ilkeler çerçevesinde ku rulmuş ve Kemalist fikirlerden esin len en - anayasa tarafından tasarlan nıış reform yasalarını yürütecek bir hüküm et kurulm asını isnvurdu. Ancak, öncelik 'asayişin ve düzenin sa ğ la n n u sı’na verıinıeindt yebu da solu ezmek dem ekti. T ü rk iy e İşçi Partisi -lu le rk ri konnsîîsM
ı66 ■ııiıncı t'niüm
propaganda ve Kürt ayrılıkçılığını desteklemekle suçlanarak- muhtıranın yayınlandığı gün kapatıldı. D ev-G enç’e (Türkiye Devrimci Genç lik Federasyonu * TD G F) bağlı tüm gençlik örgütleri kapatıldı. Üniver sitelerde sol eğilimli dernekler, Türkiye Öğretm enler Sendikası’nm ve DİSK’in şubeleri polisçe arandı. Bu arada, M H P ’nin gençlik kollan olan Ülkü Ocakları solculara karşı gönüllü milis gibi davrandı. Sola karşı bu saldırının amacı, işçileri sindirm ek ve sendika militanlığını durdurmaktı. DemireFin istifasından sonra, yeni cunta eline yeni geçirdiği ik tidarı nasıl kullanacağı konusunda kararsızdı. Yunan albayların dene yimi onları iktidarı doğrudan ele alm aktan alıkoyuyordu, bu nedenle partilerüstü bir sivil hükümet ve m uhafazakâr bir meclisle çalışmaya karar verdiler. 1961 Anayasası’nı Türkiye için bir lüks olarak tanımla yan Profesör Nihat Erim’de, hem AP’nin hem de CH P’nin kabul ede ceği bir siyasetçi kimliği bulundu. 1 9 4 0 ’larda CH Pli olsa da Profesör Erim önce Demokrat Parti’yle, ardından da Adalet Partisi’yle uyum içinde çalışabilmişti. Hırslı bir adamdı ve orduyla işbirliği yapmaya bir hayli istekliydi ki, bu onun hayatına mal olacak, I 9 8 0 1de Devrimci Sol tarafından öldürülecekti. Erim on dört üyesini Parlamento dışından seçtiği teknokratlar dan oluşan ve generallerin önerdiği reformları gerçekleştirecek bir ka bine kurdu. Bakanların bazıları Dünya B ank asın d an (Atilla Karaosmanoğlu), OYAK’tan (Özer Derbil), Türkiye Petrolleri A .O ’dan (İhsan Topaloğlu) ve K IT ’lerden (Şinasi Orel) geliyordu. Bunlara ek olarak reform karşıtı olmakla tanınan bakanlar vardı am a bunlar mecliste destekleniyorlardı. Şöyle bir bakıldığında Erim kabinesi demokratik reformları yapacak bir hükümet gibi durmuyordu!. İlk olarak ve öncelikle, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından gerçekleştirilen terör salgınıyla başa çıkması gerekti. Bazı ları bu saldırıların arkasında ordudaki muhalif subayların olduğunu iddia etti, bazıları ise tıpkı ABD’de FBI’ın Weathermen radikal solu ve Kara Panterler’e sızmış olması gibi, saldırıların sol gruplara sızmış is tihbarat ajan-provokatörlerince kışkırtıldığım öne sürdü.
k»
12 Mart darbesinden sonra Başbdkanbğa getirilen Prof. Nihat Erim, hırstı bir politikacıyd»Polltikaya çok genç yaşta atılan, Haşan Saka kabinesinde Nafia velöB olan Erim, 1961 Anayasaa'n “ lüks” diye nitelerken, çok önceleri söylediği "gerekirse hürriyetlerin üstünü şalla Brttrtr’ sözleriyle de tanınmıştır. Erim (ortada) ı s Mart’ m teknokrat kabinesinde Sadi Koçaş ve Atilla Karaosmanoitu ile birlikte.
Devlet, bu duruma Türkiye’nin altmış yedi ilinden on birinde sı kıyönetim ilan ederek ve acımasız baskı uygulayarak karşılık verdi, An kara ve İstanbul’u da kapsayan kentsel Türkiye’de ve Kürt milliyetçili ğinin merkezi olan Güneydoğu’da, sıkıyönetim ilan edildi. Siyasi yjşam tamamen felç oldu; meslek kuruluşları ile sendikaların tüm toplantı ve seminerleri yasaklandı; iki gazetenin yayını geçici olarak durduruldu ve kitabevlerine yetkililerin belirlediği kitapları satmamaları emredildi. Neo-faşist sağ yayınlar etrafta serbestçe dolaşmaya devam ettiler. İki önde gelen gazeteci, Türkiye İşçi Partisi eski milletvekili Çetin Altan ve radikal bir Kemalist olan İlhan Selçuk tutuklanarak işkence gördüler; bu, aydınlara karşı yaklaşan sert önlemlerin bir habercisiydi. 17 M ayıs’ta İsrail’in İstanbul başkonsolosu Etrainı Elrom’ım
1 6 8 .ıH-'in hn.jrn
kaçırılm ası baskıyı daha da a rtırd ı. A skerî rejim k ışk ırtılm ıştı ve so la karşı acım asız tedbirler uygu layarak k arşılık verdi ve iktid ar sıkı yönetim yetkililerinin eline geçti. Y aşar K em al ve F a k ir B ayku rt gibi ünlü yazarların da a ra la rın d a bulunduğu yüzlerce kişi gözaltına alındı. İşkence olağ an laştı; artık bilgi alm ak am acıy la değil, siyasi m ahkûm lara siyaseti b ıra k tıra ca k k ad ar d irençlerin i k ırm ak üzere kullanılıyordu. N e var ki b ask ı, E lro m ’u k u rtarm ay a yetm edi; hatta belki de yetkililerin İsta n b u l’da ev ev bir aram a em rettik leri 2 1/22 M ayıs gecesi öldürülm esini hızlan dırm ış bile olabilir. Sıkıyönetim al tında siyası baskı, so nraki iki yılın gündem ine yerleşti ve hiç kalk madı. H üküm et, sağın ülkenin sorun ları için suçladığı 1961 Anayasası’nda değişiklikler yaptı. Fiilen devlet ve toplum daki her kurum değiş tirildi: sendikalar, basın, radyo ve televizyon, üniversiteler, Danıştay, Anayasa M ahkem esi, M eclis, Senato ve Yargıtay. 1 9 6 1 A nayasası’nın güvence altına aldığı liberal hak ve özgürlüklere set çekilerek, Nihat Erim ’in deyişiyle ‘12 M a rt öncesi dönem e geri dönm e ihtim ali’nin o r tadan kalkm ası sağlandı. Toplum için 1 9 6 0 ’ların dem okratikleşm e ha reketi çok m asraflı hale gelirken, liberal 1 9 6 1 Anayasası da kapitalizm yolunda hızlı ilerleme isteyen b ir ülke için ço k büyük bir lüks oldu. Değişiklikler, kam uoyunda tartışılm adan ve tüm partilerin des teğiyle yapıldı. Yalnızca 1 2 M a rt öncesinde T İP ’ten ihraç edilmiş ve bağımsız bir milletvekili ola rak m eclise girm iş olan M eh m et Ali Aybar, meclîste durumu şu sözlerle eleştirdi: ‘A nayasa değişiklik önerileri, şimdiki dem okratik anayasam ızın tem el ilkesine ters düşer; amaçları sosyalizmi ezmektir, bu ise d em okratik rejim anlayışıyla bağdaşmaz.’ Erim de buna şöyle katıldı: A nayasa sosyalizm e kapalıydı am a sosyal demokrasiye değil. M eclis ve Senato, otuz beş değişiklik maddesi kabul etti, anaya saya dokuz yeni geçici madde ekledi. T ü rk Devleti artık bir ‘sosyal devlet’ değildi ve herhangi türden bir sosyal adalet kurm a iddiasından vazgeçmişti. Dem irel, gerçek reform lar yapm a fırsatı ortaya çıktığın da, AP'li bakanları kabineden çekerek bir hüküm et krizi yarattı. O,
ileriye bakıyordu. A skerî rejim geçiciydi ve D cm ıreh n kazamruvı amaçladığı seçimleri y ap tırarak iktidarı partilere devredecekti. Dolayı sıyla partinin halk tab an ın ı ay ak ta tu tm ak ve sadece hıiyuk şirketlere yarayacak reform lara destek o lm am ak lazımdı. Ekonom ide reform için uğraşan on bir refo rm cu b ak an , A ralık 19 7 1 'd e kabineye Demjrel’in eski maliye bakanı ata n ın ca sonunda reform olasılığının kalm a dığını anladılar. Durum u protesto ederek istifa ettiler ve Erim de onla rı izleyerek istifa etm eye m ecb u r kaldı. İkinci Erim kabin esi (1 1 A ralık 1 9 7 1 - 2 2 M ayıs 1972) DemırePin desteğine m u h taç olduğu için h içb ir reform cu yasayı geçireme di. Anayasa değişiklikleri d ışın d a, yoğun A m erikan baskısıyla alman haşhaş ekiminin yasaklan m ası k a ra rı hariç, Erim pek bir şey yapama dı ; bu karar da 1 9 7 3 ’te p artilere d ayalı siyaset yeniden haşlayınca ip tal edildi. Sonraki iki k a b in e - F e r it M elen ve N aim Talu kabınelerıülkeyi Ekim 1 9 7 3 seçim lerin e k a d a r idare etm eyi am açlayan geçici hükümetlerdi. Bu d önem d e top lu m sal ve ekonom ik sorunlar çözüle medi ve Türkiye sıkıy ön etim le iç içe yaşam aya devam etti. Ancak, se çim vaadiyle ülkedeki hava değişm eye başlam ıştı. 1 9 5 0 ’den beri Türk seçmenleri seçim leri, kendi um u tların ı ve mem nuniyetsizliklerini be lirtmek açısından, ç o k ciddiye alm ıştı. 1 9 7 3 seçim lerinden önce, Parlamento'daki p artiler C u m h u rb aşk an ı Cevdet Sunay'ın halefini seç mek durumundaydılar. 1 9 6 0 ’tan beri cum hurbaşkanlığı asker-sivı! ilişkileri arasında arabu lu cu lu k yap m ış ve cum hurbaşkanın adı hep generallerce belirlenen ask er k ö k en li biri olm uştu. Cum hurbaşkanı nın iki meclis tarafın d an seçim i bir form alite o larak görülm ordu. Sanay’ın görev süresi 1 9 7 3 M a r tı’nda sona erdiğinde, generaller, Meclis’in Genelkurmay B aşk am O rg en eral Faru k G ü rler'i seçeceğini umu yorlardı. Gürler em ekli olm uş ve seçilebilm ek am acıyla Cum hurbajkanlığı kontenjanından S e n a to ’ya girm işti. A ncak, Parlam entodaki en büyük iki partinin genel b a şk an ları Dem irel ve Ecevir işbirliği yap mayı reddettiler. Uzun tartışm alar son rasınd a, generaller siyasetçilere. Silahlı Kuvvetler tarafın d an kabu l edilebilir olm ası L ıy Jıy la . kend» cum hurbaşkanlarını
s e çm e le rin i
söy led iler.
Sonunda,
t» Nisan
170
-alımcı bolum
1 9 7 3 ’te, Parlam ento em ekli oram iral Fahri K o ru tiirk 'ıı T ürkiye’nin altıncı cum hurbaşkanı o la rak seçti. K oru tiırk bir askerdi ve partiler den bağım sızdı, am a k ozm op olit ve liberal o la ra k tanınıyordu; üste» lik Devlet G üvenlik M ah k em eleri’nin kurulm asına karşı çıkan bir se natördü. O nun seçilm esi, Silahlı K uvvetler’e ters bir yanıt olarak gö rüldü.
1973 GEN EL SEÇİM LERİ 1 9 7 3 yazma gelindiğinde, ortam b ir genel seçim için hazırdı. Devlet si vil toplum güçlerine karşı kuvvetlendirilm işti. Ü niversitelerdeki ve fab rikalardaki m uhalifleri ezm ek için m ekanizm alar hazırdı. Ancak sol, bu değişikliklere bir cevap o la ra k , yeni genel başkanı Bülent Ecevit yö netim inde bir sosyal d em okrat partiye dönüşm üş olan C H P ’nin etra fında toplandı. Sosyal dem okrasi ise 1 9 7 0 ’lerde önem li bir İdeoloji olarak kendini duyurm aya başlam ıştı. N e var ki, ilerde 12 Eylül 1 9 8 0 ’de gerçekleşecek askerî darbeden de kısm en sorum lu bir düşün ce olacaktı. C H P ’nin sosyal d em okrasisi, T ürkiye İşçi P artisi’nin Temmuz 1971 ’de kapatılm asıyla oluşan boşluğu kısm en doldurdu. Cumhuriyet H alk Partisi, 1 9 6 0 ’ların ortasınd a ‘ortan ın solu’na kaym ış, partinin sağ kanadı da 1 9 6 9 seçimi sonrasında partiden ayrılm ıştı. 1971 müda halesi, partiyi, askerî rejim i destekleyip desteklem em e konusunda da ha da bölm üştü. İsmet İnönü, E rim ’in yanında yer alırk en genel sekre teri Bülent Ecevit E rim ’e karşı çık a ra k istifa etm işti. O noktad a Ecevit’in siyasi geleceği karanlık görünüyordu am a halkçılığı öne çıkara rak, partinin eski ‘halka rağm en halk için’ sloganıyla özetlenen seçkin* ciliğinden vazgeçmesini istedi. Ecevit’in bu halkçı tavrı karşılık buldu ve partinin taşra teşkilâtlarından destek görm eye başladı. Bu eğilim den telaşlanan İnönü 1 9 7 2 ’nin m ayıs ayında olağanüstü bir kurultay toplayarak Ecevit’le yüzleşti. R akibini alt edeceğinden emin olan İnö nü, partisinden kendisi ile Ecevit arasında seçim yapm asını istedi. Ç o ğu kışının beklemediği şekilde, parti Ecevit’e oy verdi ve İnönü 8 Mayıs’ta parti başkanlığından
istifa etti. A tatü rk ’ün öldüğü Kasım
J938’den beri bu görevdeydi, Ertesi hafta kurultay Ecevit'i, artık sos yal demokrat olan C H P ’nin yeni genel başkanı olarak seçti. 1973
seçimleri tıim ülkede büyük um utlar doğurdu. Partilerin,
özellikle de C H P’nin nasıl sonuç alacağını kestirmek zordu. Adalet Partisi ise DemirePin partisi üzerindeki denetimini koruduğu ve par:', askerî yönetim dönem inde gücünü gösterdiği için kazanmaya en yakın aday gibi duruyordu. Ecevit önderliğindeki C H P henüz denenmemişti ve İnönü’nün Kasım 1 9 7 2 ’deki C H P ’den ve milletvekilliğinden istifa» partiyi daha da yıpratm ış görünüyordu. Sağın küçük partileri -D e m o k ra tik Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Güven Partisi (Tem m uz 1 9 7 2 'd e Cum huriyetçi Partiyle birlet tikten sonra Cum huriyetçi Güven P a rtisi)- bir tehdit olarak algılanmı yorlardı. M ayıs 1 9 7 1 ’de kap atılan M illi Nizam P artisin in devamı ola rak İslamcılar tarafından Ekim 1 9 7 2 ’de kurulan M illi Selâmet Partısi’nin de (MSP) sesinde ne yapacağı bilinm iyordu. L973'te, M SP, tekelleşm enin yükselişine ve yabancı sermayeye bağımlılığa karşı çık a ra k , selefinden daha ciddi b ir imaj ortaya koy maktaydı. Parti başkanı N ecm ettin E rbakan ağır sanayi ve faizsiz ban kacılık gibi İslâmî esaslara dayalı bir ekonom i istiyordu. Siyasal İslam cılar, kendilerine bir ‘İslâm î sosyalizm ' (bu kelimeyi asla kullanmasalar da) havası vermeye çalışıyorlard ı çünkü bu seçmenlere ‘İslâmî koktendincilik’ten daha yakın gelebilirdi. N itekim propagandası o kadar başarılıydı ki, MSP, 1 9 7 3 ’te C H P ve A P’nin ardından üçüncü parti ol du. Bundan sonra, siyasal İslâm ’ın ve yükselen karşı-seçkinlerin tehdi di, daha fazla ciddiye alınm ak durum unda kaldı. Seçim sonuçları son derece manidardı; CHP'nın zaferi bir sürpnz olmuştu, ama sağ, düşünüldüğünden daha fazla bölünmüştü. AP’nin oy lan 1969’daki yüzde 4 6 ,5 ’ten yüzde 2 9 ,8 ’e düşmüştü ve bu, ovlarm sı rasıyla yüzde 1 1 ,9 ve yüzde 11,8'in i almış olan Demokratik Parti ile Milli Selâmet Partisi’nin işine yaramıştı. Güven Partisinin oyları azal mıştı, MHP’deyse yüzde 0 ,0 4 ’lük mütevazı bir artış vardı. CHP’nin zaferi pek çoklarını şaşırttı, ancak parti yeterli oy alarak tek başına iktidar olam adı. Ecevit oyların yüzde 3 3 .3 ’ünü alarak 1S.5
1 7 2
«litren b rln m
sandalye kazanm ıştı, oysa kabineyi kurm ak için 2 2 6 sandalyeye ihtiyacı vardı. Yine de hu büyük bir geliş m eydi, parti 1 9 6 1 ’den beri bu kadar başarı gösterem em işti. Yeni sosyal d em o krat kim lik faydalı olm uştu ve C H P oyları bu kez geleneksel kalesi olan geri kalm ış D o ğ u ve O rta Ana d olu’dan değil, T ü rkiy e'n in ilerici sanayi bölgesinden alm ıştı. Parti, sosyal dem okrasiyi geleceğin ideolo jisi o la ra k algılayan kentlere göç m üş kişilere çekici geliyordu. O y la r ın
y a k la ş ık
yüzde
6 0 ’ını to p la m ış o la n sağ cı partiler, h ü k ü m et k o n u su n d a an laşam ad ı lar. D o la y ısıy la , hü küm eti kurma görevi E c e v it’e verildi. Ö n ce, hü k ü m eti laik sağ cı p artilerle -A P ve
Necmettin Ertakan, sürekli fırsatlar ü/erine dayalı bir politikayla öne çıkan, hükümet olm ak için her yolu d eneyen bir politikacı
D e m o k r a tik
P a r t i’y l e -
ö n e rd i
ö n e risi
am a
kurm ayı
reddedildi.
E cev it d ah a so n ra M illi Selâmet P artisi lideri N ecm ettin E rb ak an ’ı
olarak tanındı. Odalar Birliği b aşkanlığından
çağ ırd ı ve ön erisi k abu l edildi. Her
parti başkanlıklarına kadar uzanan süreç
iki parti de ‘dar g elirli’yi tekeller
İçinde hep bu kişiliğini kanıtlayan olayların içinde olan lıb ak an , CHP-MSP koalisyonunda
den k o ru m ay a k ararlıy d ı ve sosyal
b aşbakan yardımcısıyken.
a d a le tli
k a lk ın m a d a n
yanaydı.
H er ikisi de d em o krasi ile temel hak ve özgürlüklere in an d ık ları idd iasm d aydılar. K ültü rel değerler konusundaki an laşm azlık ların ı o a n için su m en a ltı etm eye karar ver diler. Ö rneğin, H alk P a rtililer sosyal d em o k ra t Avrupa fikrin i uygu lam ak isterken İslam cılar bu nd an tedirgind i!
'• * »
* '• .
m
KOALİSYON H Ü K Ü M E T İ: C H P -M S P Sonuçta, C H P -M SP koalisyon u siyasi oportünizm sayesinde kuruldu ve aynı neden yüzünden de so n a erdi. H er iki lider de kendilerini meş rulaştırmak zorundaydı ve bunun en iyi y olu , özellikle partisi 1971'd e yasaklanan E rbakan için hüküm et olm ak tı. Yine de koalisyonun ku rulması, üç aylık hararetli bir pazarlık süreci sonrasında O cak 1 974'te gerçekleşti. Koalisyon ne iş dünyasını ne de generalleri telaşlandıran ılımlı bir program sundu; yine de sağ, hüküm etin siyasal suçlular için genci af, sendikaların yitirdiği hakların geri verilm esi ve askeri rejimin açtığı yaraların iyileştirilm esini içeren önerilerine karşı çıktı. Sağ, progra mı Batı’da ekon om ik sıkıntı yüzünden işsizliğin arttığı bir dönemde anarşiye bir çağrı o la ra k suçladı. Ecevit liderliğindeki koalisy on u n kurulm ası ‘B ozkurtlar’ tara fından başlatılan siyasi şiddetle dam galandı. Siyasi terör, Türkiye’de hayatın bir parçasına d önüşm üştü, öyle ki, şiddet 1 9 7 0 ’ler boyunca yoğunlaşarak Eylül 1 9 8 0 ask erî d arbesinin gerekçesini oluşturacaktı. 1971 darbesi Öncesinde sol terörizm devrimi teriklem ek am acıyla ta sarlanmıştı. Buna k arşılık, sağ terörizm in am acı ise ülkenin moralini bozup bir belirsizlik ortam ı y ara ta ra k , sıkıyönetim yasalarının ve as kerî düzenin kitlelerce benim senm esini sağlam aktı. Demirel muhale fette, hem tahrik edici hem de korkutucuydu. Bülent Ecevit’e genelde, 1973’te CIA destekli bir d arbe sonrası öldürülen Şili lideri Ailende'den yola çıkarak ‘Büllende’ diyor ve E cev it’in de A llende’nin sonunu pay laşabileceğini ima ediyordul Koalisyon hüküm eti 7 Şu bat 1 9 7 4 ’te güvenoyu aldıktan sonra seçim kampanyası sırasında verdiği sözlerini yerine getirmeye koyul du. Haşhaş ekimi serbest bırakıldı, yüzlerce siyasi tutuklunun salıveril mesini sağlayacak bir a f kanunu çıkarıld ı. Ecevit'in, özellikle Kıbrıs'ta Başkan M akarios’a karşı yapılan bir darbe sonrasında orduya müda hale emri vermesi sonrasında kazandığı büyük sevgi, koalisyonda ger ginlik yarattı. 15 Temm uz 19 7 4 ’te, Atina cuntasından aldığı emirle ha rekete geçen Kıbrıs Rum M illi M u hafız Kuvvetleri, hükümeti devire
rek yönelimi ele geçirdi. Ingiltere T ürkiye’yle ortak harekâta girişme yi reddedince, Ankara, 1 9 6 0 antlaşm asının garantörlerinden biri ola rak tek başına müdahale kararı aldı. T ürk birlikleri adaya 2 0 Temmuz’da çıktılar ve 14 Ağustos’ta ikinci bir saldırı başlatarak adanın yüzde 4 0 ’ını ele geçirdiler. Artık ortada K ıbrıs’ın fiilî bir paylaşımı var dı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler zaten Ege Denizi’ndekı karasuları üzerine bir tartışm a dolayısıyla gergindi. Kıbrıs olayıyla bir likte ilişkiler daha da bozuldu, bugün de konuya görüşmelerin düzen li şekilde devam etmesine rağmen diplom atik çözüm bulunamamıştır. Türkiye’de Ecevit bir anda kahram an oluverdi ve Erbakan’la arasındaki gerilim o kadar arttı ki, 18 Eylül’de Ecevit istifa etmeye ka rar verdi, çünkü yeni seçim lerin partisini iktidara getireceğinden emin di. Ancak, sağ partiler seçim Önerisini eğer seçim yapılırsa bunun ken dileri için intihar olacağını bildiklerinden kabul etmediler ve seçim ya pılmadı. Ecevit krizi 241 gün boyunca hükümetin olmadığı bir durum yarattı. Bir geçici hükümet güvenoyu almayı başaramadı ve Demirel sonunda, 31 M art 1 9 7 5 ’te, ‘M illiyetçi Cephe’ olarak bilinen sağcı bir koalisyon kurmayı başardı. M illiyetçi Cephe Adalet, M illi Selâm et, Cumhuriyetçi Güven ve Milliyetçi H areket Partilerinden oluşuyordu ve mecliste Demokratik Parti’den ayrılan bağımsızlar tarafından da destekleniyordu. MHP, li deri Türkeş’in başbakan yardımcısı olduğu koalisyona neo-faşist bir bava veriyordu. ‘M eclis’te Dem irel, sokakta T ürkeş’ sloganını yaygın laştıran Bozkurtlar, seçim kuvvetlerini zayıflatm ak üzere sosyal de mokratlara sataşıyorlardı. Devrimci Sol ve Devrimci Yol gibi örgütler etrafında örgütlenen aşırı solcu güçler de buna karşılık vererek karga şaya katıldılar. Demirel koalisyonunun kurulması, bir erken genel seçim olası lığım ortadan kaldırdı ve koalisyon üyeleri bu fırsatı devleti kadrolaştırm akta kullandılar. Adalet Partisi basım kontrol etti; M HP ve MSP eğitimi alarak m ilitanlarını kontrol ettikleri okul ve üniversitelerden yetiştirmeye başladı. Bunun yanı sıra Güm rük ve Tekel Bakanlığımı kontrol etmeleri de kendi hareketleri için dışarıdan silah getirtebilirle-
^
'.■¥*
.• * *
Bülent Etevit Türkiye'nin siyasal yaşamında hep dürüstlüğün sembolü olagelmiş, gözünde özellikle bu kişilisiyle öne çıkmış bir politikacıdır. CHP içinde Erîm’e ve İnönü'ye mücadelesi de hep bu çerçeve İçinde gelişti. CHP Genel Başkanı olduğu yıllarda “tmek D» v+it Değerdir* yazıl pankartın atanda
le rin i s a ğ l ı y o r d u . S a ğ m i l i t a n l a r , l i d e r l e r i i k t i d a r d a k i k o a l ı s \ v?nda o ld u ğ u , o n la r ı k o r u y u p k o l l a d ı k l a r ı v e s i y a s i r a k i p l e r i n e d eh şet s a lm a la r; ■ n ı s a ğ la d ığ ı i ç i n , k e n d i l e r i n i a r t ı k d e v l e t i n b i r p a r ç a s ı o la ra k g u r .n o r la rd ı. S a d e c e C H P t o p l a n t ı l a r ı n a d e ğ i l , a y n ı z a m a n d a A lc u lc r •?*• K urt le r’e d e C H P ’ y i d e s t e k l e d i k l e r i , l a i k o l d u k l a r ı ve k e n d i l e r i c
'rekı v i:?Je v > .2 f dan yaklaşık olarak yüzde 4 4 ’e yükseldi. A P'nin ov oranı da > yiude 3 0 ’dan yüzde 4 0 ’a çıkark en sağın küçük partilerinin .■>> vraıtU ' rı azaldı. 1970’lerin ortasına doğru* snnki iki partili bir sisteme bir gidiş vardı. Bu şartlar altında oyları bölen kuçtik partiler hır ef*vn seçimden kaçınmak istiyorlardı, bunun için de M illivctçı c epfıe
»7* jK ın o
bölüm
yonunu, seçim öncesi partilerini güçlendirmeye çalışırken devam ettir meye kararlıydılar. Siyasi şiddet 1 9 7 6 ’da da devam etti, Demirel sıkı yönetim ilan etmeyi önerse de laik ordudan korkan İslamcı ortakları tarafından reddedildi. M H P’nin şiddeti körüklediği herkesin bildiği bir gerçekti ama partinin başkam başbakan yardımcısı olduğu için hiç kimse bir şey yapamıyordu. 19 Mayıs 1 9 7 6 ’daki Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları son rasında Türkeş’in başını çektiği bir tür faşizm korkusu başlamjştı. De mirel bile endişelenmiş ve kendini aşırı sağdaki ortaklarından kurtar mak için seçim yapılmasını kabul etmeye karar vermişti. Anayasaya göre seçimlerin Ekim 197 7 ’de yapılması gerekiyordu ama nisan ayın da AP ve CHP birlikte hareket ederek seçimlerin 5 Haziran 1977’de yapılması yönünde oy verdi. Seçim kararı açıklandıktan sonra siyasi şiddet arttı ve 1 Mayıs 1977’deki İşçi Bayramı kutlamalarında doruk noktasına ulaştı. İşçiler, ‘yükselen faşizm dalgası’na karşı dev bir miting düzenlemişlerdi ve her şey silah seslerinin duyulmasıyla panik çıkıp 3 4 kişinin ölmesi ve yüz lerce insanın yaralanmasına kadar sükûnet içinde gitti. H alk, 1 Mayıs katliamının, seçmenlerin gözünü korkutm ak için devletin içindeki sağ cı güçler tarafından düzenlendiğine emindi. A ncak, beş hafta sonra se çimler yapıldığında, seçmenlerin gözünün korkmadığı görüldü. Seçime katılan seçmen sayısı 1 9 7 3 ’ten yüksekti (yüzde 66 , 8 ’e karşılık yüzde 72,4) ve AP’nin oyların yüzde 3 6 ,9 ’unu kazandığı seçimlerde CHP oy ların yüzde 41 ,4 ’ünü aldı. İslamcıların oyları düştü, sadece neo-faşist MHP Meclis’tekı sandalye sayısını 3'ten 16’ya çıkarabildi. Şiddet ve devlet olanaklarını kullanmak etkili olmuştu. Bu kez, Ecevit bir CHP hükümeti kurmak için ihtiyacı olan 226 sandalyeden 13 eksiğine sahipti. Bir azınlık hükümeti kurdu ama güve noyu alamadı; 21 Temmuz 19 7 7 ’de Dem irel, TÜSÎAD başta olmak üze re tüm iş dünyası bir CHP-AP koalisyonu isterken, ikinci Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. İş âlemi güçlenip, düşüncelerini çok daha ra hatça ifade edebilse de, hâlâ partilere siyasetini dikte ettiremiyordu. Se çimler istikrar sağlamayı başaramamıştı; siyasal hayatta kutuplaşma hız
177
kazandı ve siyasal şiddet durmaksızın devam etti. İkinci MC hükümeti, 11 Aralık 1977 yerel seçimleri sonrasında Demirel güvenoyu alamayın ca, ideolojik farklılıklar yüzünden dağıldı. Ilımlılar AP’den istifa ettiler, çünkü parti radikallerin elinde rehin kalmıştı. Ertesi hafta Ecevit, AP’den istifa eden bağımsızlar ve Cumhuriyetçi Güven Partisi nden mu hafazakârlarla bir koalisyon kurdu. Bu tür bir koalisyon reformlar ger çekleştirmek üzere kurulmamıştı ve kısa sürede CHP’nin seçmen deste ğini zayıflattı; Ecevit için muhafazakârlarla ortak bir hükümet kurmak, neredeyse 1974’teki istifası kadar büyük bir siyasi hata olmuştu. Reformları uygulamadaki başarısızlığının yanı sıra Ecevit aynı zamanda aşayiş ve düzeni sağlamayı da başaramamış ve 1978’in ilk on beş gününde otuz siyasi cinayet işlenmişti. Temmuzda polis olaylarla başa çıkamayınca Ecevit, sıkıyönetimin yakın olduğunun ilk işareti olarak, jandarmadan yardım istedi. Sağ, önde gelen aydınları hedef al maya başladı ki, bunların en önemlisi 1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi’nin öldürülmesiydi. İpekçi hem demokrasi yanlısı liberal gazetecilerin en önemlilerinden biri, hem de kendi de kariyerine gazeteci olarak başla yan Başbakan Ecevit’in yakın bir arkadaşıydı. Her zamanki gibi çok az sağcı tutuklandı. İpekçi’nin katili ise yakalandıktan sonra askerî ha~ pisaneden kaçıp, tüm dünyada Mayıs 1981’de Papa II. Johannes-Paulus’a suikast teşebbüsünde bulunan, Türk olarak küresel anlamda kötü bir şöhret kazanacak olan Mehmet Ali Ağca idi. Bozkurtlar laik oldukları ve CHP’yi destekledikleri için bu kez de Alevi toplumunu hedef aldılar. Aleviler, Malatya’da (Nisan 1978.1, Si vas’ta (Eylül 1978) ve Bingöl’de (Ekim 1978) saldırıya uğradı. Şiddetin amacı Aleviler’in iktisaden ortadan kaldırılmasıydı. Meclis’te muhalefet sıkıyönetim uygulanmasını istiyordu, Ecevit ise mevcut yasaların daha kesin olarak uygulanmasıyla sorunu çözebileceği düşüncesiyle bu konu da çekimserdi. Ancak, 22 Aralık’ta, küçük bir Anadolu şehri olan Kah ramanmaraş'taki Aleviler’in örgütlü şekilde katledilmeye başlanması, planlarını değiştirdi. Bozkurtlar bir gün önce silahlı saldın sonucu olan iki sol görüşlü öğretmenin cenaze töreninde ‘Komünistlere ve Aleviler’e cenaze töreni yok, bunların namazı kılınmaz’ diye bağırarak olaylar bu-
ı Mayıs İşçi Bayramı ilk kez 19 76 ’da büyük bir mitingle Taksim M eydan t'nd a kutlandı. A ncak bir yrt sonraki kutlama, sorumluian bugün dahi ortaya Çfkaniam ayan bir p ro v o k asyo n so n u cu n d a kana bulandı ve 3 4 kişi yaşamını yitirdi. Ondan sonra her 1 M ayıs’ ta Türkiye toplu m u y ıllar ön ce yaşanan kanlı olaytann korkulu hayaletiyle yaşayacaktı.
yüdü, sonuçta 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 2 0 0 ’den fazla ev ve iş yeri tahrib edildi. Hava Kuvvetleri jetleri ve bir m ekanize birlik sükûne ti sağlamak üzere bölgeye gönderildi ve 2 5 A ralık 'ta E cevit on üç A na dolu kentinde sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. T erö rü engellem e yi başaramaması, seçmenler nezdinde oy kaybetm esinin ön em li bir se bebiydi. Ancak» şiddet sıkıyönetim döneminde de devam etti. M u hale fet Ecevit’in generallere koşullar dayattığını, bu yüzden de generallerin teröristlere karşı başarılı olamadıklarım öne sürüyordu. Y in e de gene raller artık Doğu Anadolu'nun Kürt nüfuslu bölgelerini kon trolleri altı na almışlar, 1979’daki 1 Mayıs gösterilerini yasaklam ayı başarm ışlardı. Bu önlemler, EcevırVolan desteği daha da azalttı ve 14 E kim 'd e kısmî
* * *79
Senato ve bazı bölgelerde araseçim yapıldığında, CH P oylan düşerken AP oyları her iki seçimde de arttı. Y ine yüzde 7 3 ’lük yüksek bir katılım oranı vardı; her şeye rağm en seçm enler yine de oy sandığına güveniyor' iardı. Yenilgisinin ardından Ecevit 1 6 E kim ’de istifa etti. Halk bir üçün cü Milliyetçi Cephe hüküm etini taham m ül edilemez bulduğundan De mirel, burjuvazinin E cevit'le bir ‘büyük koalisyon’ kurma isteğin» red dederek, 12 K asım ’da bir azınlık hüküm eti kurdu. Sağın desteğiyle D e mirel 25 Kasım 1 9 7 9 ’da güvenoyu aldı. T Ü R K İY E 'N İN Y E N İL E N E N S T R A T E JİK Ö N E M İ Türkiye’nin stratejik ön em i 1 9 7 8 / 1 9 7 9 İran İslâm Devrimi ve Sovyetler’in 1979 A ralık ay ın d a A fg an istan ’a m üdahalesiyle büyük ölçüde değişti. B atı’nm T ü rk iy e’de istik rarlı bir rejim e ihtiyacı vardı. Bun» si yasi partiler başaram ıyor, belk i generaller bunun üstesinden gelirdi... Aralık 1 9 7 9 ’a gelindiğinde generaller b ir sonraki müdahalelerinin za manlamasını ve ta b ia tın ı ta rtışm ay a başlam ışlardı. H er şeyden önce» politikacılara işlerini düzene k o y m aların ı söylem eyi kararlaştırdılar. Eğer terörizmi ve kan d ök ü lm esin i önlem ek isteselerdi, 12 Eylül 1980’den çok daha ö n ce m ü d ahale etm eleri gerekirdi, endişeleri daha çok İran’daki gelişm eler ve So vy etler B irliğ i’yle ‘ikinci Soğuk Sav aşın çıkması üzerineydi. D a h a N isan 1 9 7 9 ’da T h e Guardian*\x\ Brüksel muhabiri ‘Şaşırtıcı o lm ay an bir şekilde, T ü rkiy e ... artık sadece (NATO ’daki] güney k a n a t için değil tüm Batı için hayati bir stratejik öne me sahip g örü lm ek ted ir’ diye yazdı. A n cak , siyası kargaşa içindeki Türkiye, yeni so ru m lu lu k ların ı yüklenm ekten âcizdi. O cak 198 0 ’de. yeni A BD -Türkiye Sav u n m a ve İşbirliği A n tlaşm asın ın şan ları sonuç landırılırken, D em irel, T ü rk iy e ’nin Ege D en izı’ndeki haklan tanınm a dan, ileride T ü rk üslerinin Acil M ü d ah ale G ücü tarafından kullanıl masını veya Y u n an istan 'ın N A T O ’nıın politik kanadına dönüşünü k o laylaştırmayı reddetti. \Vashington, D em irel yönetim inde Türkiye’nin kendine biçilen bölgesel rolü oyn ay am ay acağ ın a karar verdi. Vtasfıington’a göre bunu sadece ask erler yapabilird i. Generaller, Ege hava sahası konusunda Yunanistan lehine D ışıf
l 8 o altıncı bolüm
lerı Bakanhğı’na bile haber vermeden tek taraflı tavizlerde bulundular ve marna Savunma ve İşbirliği Antlaşmasının imzalanmasıyla, Ecevit’in ‘çok boyutlu’ dış politika fikri bırakılarak, Türkiye kendini Batı'ya endeksledi. Demirel ayrıca, terörün sadece soldan kaynaklandığı nı, çünkü Bozkurtlar’m komünizmle savaşta devletin müttefikleri ol duğunu söyleyen generallere terörizmi ezmede tam yetki tantdı. Ancak generaller günde yaklaşık yirmi can alan şiddete son vermeyi başara madılar. Bitmeyen şiddet askeri müdahale için ortam hazırladı; pek çoklan generallerin darbesini ülkeyi pençesine almış olan anarşi ve ka ostan kurtuluş olarak memnuniyetle karşıladı. ARTAN EKONOMİK SIKINTI Terörizmin yanı sıra ekonomi de sadece askerlerin sağlayabileceği bir sıkı disiplin ve toplumsal barış ortamına ihtiyaç duyuyordu. 1970’ler boyunca, tüm koalisyonlar, Ecevit 1978/1979’daki iktidar döneminde konuyla uğraşmaya zorlanana kadar, ekonomiyi gözardı etmişlerdi. Bu dönemde birbirini izleyen hükümetler döneminde dünya çapında bir kötüye gidişin yanı sıra, 1974 petrol fiyatları şoku, 5 Şubat 1975 Ame rikan ambargosuyla ve Kıbrıs müdahalesinin ardından gelen Avrupa kaynaklı kısıtlamalarla uğraşmak zorunda kalmışlardı. Kuzey Kıbrıs'ın askerî olarak elde tutulmasının getirdiği maliyet ve Kıbrıs Türk hükü metine verilen yardımlar ekonomiye önemli bir yük getirmekteydi. Bir gözleri seçimde olduğundan tüm siyasi partiler, popülist politikalar iz lemiş, her sektörde kamu parasıyla sübvansiyonlar dağıtmış, böylece yüksek istihdam oranlan ve ekonomik büyümeyi cesaretlendirmek iste mişlerdi. Bütçe açıklarını kapatmak için borç para alıyorlardı. Sonun da, Ecevit Uluslararası Para Fonu’yla (IMF) masaya oturmak ve ekono miyi kurtarmak için IMF’nin sert koşullarını kabul etmek zorunda kal mıştı. Ancak hem IMF hem de TÜSİAD, kemer sıkma programının uy gulanabilmesi için Ecevit’in vermek istediğinden daha fazla ödün isti yorlardı. Sonunda Ecevit, ihracatı cesaretlendirmek amacıyla yurt için de tüketimi sınırladı ve tüm bunlar Ekim 1979 Senato seçimlerinde des teğini zayıflatarak, Ecevit’i istifaya zorladı.
Ekonomi, A m erikan desteği sayesinde, İran Devrimi sonrasında düzelme belirtileri gösterdi. Dem irel azınlık hükümeti, ekonom ik d anış man olarak atanan Turgut Ö zal ö n derliğinde IM F’nin program ını uygu ladı. Özal, siyasetin 2 4 O cak 1 9 8 0 ’de uygulamaya soktuğu ekon om ik ö n lemlere engel olduğunu düşünen bir teknokrattı. Türk lirası yüzde 4 8 ,9 oranında devalüe edildi ve -p e tro l ve petrol ürünleri, çim ento, şeker, kâğıt, kömür, sigara ve alkollü içkiler d a h ilneredeyse tüm ürünlerin fiyatları tü ketimi azaltmak am acıyla hızla arttı. Amaç, yurtiçi tüketim yerine ihracata dayanan yeni bir ekonom i y aratm ak tı. Türkiye kapitalist dünyanın ve kü reselleşmenin içine açıkça ve hızla atılmıştı. Özal’ın ekonom i program ı ise büyük toplumsal ve ekonom ik k arga şa yaratacak bir dönüşümün başlan gıcıydı. Özal reçetesinin başarısı için generallerden partilere dayalı politi
19 7 9 ’d a ikinci pefrol kriz diye adlandın*» o lay, petrol fiyatlarından yeni artışlar* yolaçö. Ekonomi duraklayarak «nfasyoft hırlandı ve ardından yokluklar başladı. Başta petrol ürünleri olmak üzere yag. şek er gibi temel gıda maddeleri butonm e oldu. 70 ‘ U yıllann sonunda bir lü p ftr kuyruğu (Yapı Kredi Yaymlan'nm
kanın beş yıl süreyle askıya alınm ası nı istedi. İşte 12 Eylül 1 9 8 0 askerî darbesi de ona tam bunu sağladı. Ge neralle^ siyasal sistem için yeni tem eller hazırlamak üzere Türk halkını siyaset dışı bırakarak uzun vadeli istikrar sağlamayı planladılar Geçmişte 1971’in kısıtlam aları yetersiz kalm ıştı. Ülke politikacıların kohnemiş tutumlarından bıkm ıştı ve askerlerin yönetime el koymasını ka bule hazırdı. Demirel terörizmi durduram adı, çünkü azınlık hükümeti' ni sağlama almak üzere M H P ’ye ihtiyacı vardı ve İslamcılar da jy n ı se
1 8 2 auıncı b&um
beple hoş görülmeliydi. Generaller müdahaleye hazırdılar ve tarih 11 Temmuz olarak saptandı. Ancak Ecevit'in Demirel hükümetini bir gen soruyla devirememesi darbeyi erteletti. Generaller tam da Ecevit’in yap mayı beceremediği şeyi yaparmış gibi görünmek istemediler. Ancak, ağustosta Ecevit ve Erbakan, DemirePin (ve generallerin) djş politikası na ilişkin bir gensoru önergesi verilmesi konusunda anlaştılar ve 5 Eylül’de DemirePin dışişleri bakanı Hayrettin Erkmen istifaya zorlandı. Ertesi gün, Konya’da düzenlenen bir ‘Kudüs’ü K urtarm a’ mitingi, bu mitingde laik devlete hakaret edildiği için, generalleri hiddetlendirdi. Demirel’e karşı başka gensoru önergeleri de vardı ama 9 ve 10 EylüPde Meclis're yeterli çoğunluk sağlanamadığından bunlar işleme konulamadılar. Siyasal hayat felç olmuştu. 12 Eylül 1980’de generaller duruma müdahale etti ve ülkeyi rahatlatarak iktidara el koydular. Okum a
ö n e r Ii e r
I
Feroz Ahmad, The Turkish Experitnent in D emocracy: 1950-1975, London: Hurst, Boulder, Co!o.: Westvtcw Press, 1977. Margrer Kruhenbuhl, Political Kidnappittgs in Turkey, 1971-1972, Santa Monica, Cal.: Rand, 1977. Jane Cousins, Turkey: Torture And Political fersecution , Londra: Pluto Press, 1973. George Harris, Turkey: Copittg with Crisis, Boulder, Colo.: Westview Press, 1985. Roger Nye, “CivÜ-Miliıary Confrontation in Turkey: the 1973 Presidenöal Election”, International Journal o f Middle East Studies, sayı 8, no.2, Nisan 1977, s. 209-28. William Hale, Türkiye'de Ordu ve Siyaset: 1789'datt Günümüze, çev. Ahmet Fet hi, İstanbul: Hil Yayınlan, 1996.
YEDİNCİ BÖLÜM Ordu, Partiler ve Küreselleşme
(1980-2006)
I
i
t
i
SİYASAL SİSTEM İN YENİDEN YAPILANDIRILMASI ürkiye’de çok az insan iktidarı ele geçiren generallerin niyetlerin
T
den haberdardı. Generaller, devlet ile onun vatandaşlarım sosyal
bölünme ve ekonomik çöküşten korumak, politikacılar ile siyasi par tilerin sorumlu oldukları anarşi ve şiddetten kurtarmak için müdahale ettiklerini belirtmişlerdi. Ayrıca devlet otoritesinin de tarafsız bir şekil de tekrar inşa edileceği sözünü vermişlerdi. Bunun için de, başkanlığı nı dönemin Genelkurmay başkanı Kenan Evren’in üstlendiği ve kuv vet komutanlarının da katıldığı Milli Güvenlik Konseyi’ni (MGK) kur dular. MGK, hangi yolu seçmeleri gerektiğini bilemeyen Silahlı Kuv vetlerin diğer yüksek rütbeli komutanları için sadece bir cepheydi. Her zaman olduğu gibi ılımlı ve sertlik yanlısı komutanlar görevdey diler üstelik sertlik yanlıları sıkıyönetimden, kanun ve düzenin yeniden kurulmasından sorumluydular. Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komuta nı Orgeneral Necdet Üruğ, kendi alanında isteklerini kabul ettirebilen sertlik yanlısı komutanlardandı. Fakat, bu hizipleşmeler generallerin bağlı bulundukları sıkı hiyerarşi prensiplerinden dolayı hiçbir zatnan topluma yansımadı. Generallerin hepsi, Atatürk’ün 1938 yılındaki
1 8 6 l'»ı1!nd bö'üm
ölümünden bu yana hâlâ Cumhuriyet ideallerine sadakat anlamında Kemalizm’i desteklemeye kararlıydılar. Sertlik yanlısı generaller bu iç tartışmayı kazanırken, M G K de yeni bir anayasa, eskilerin yerine yeni siyasetçiler, hatta seçimlerde yarışacak, ordunun kendi siyasi partisinin de yer alacağı yeni bir siyasal sistem kurmaya karar verdi. Asıl amaç ları, 1961 Anayasası’nın getirmiş olduğu liberal rejimi kesinlikle par çalamaktı. M G K işe anayasayı askıya alıp, P arlam ento’yu feshederek; par tileri kapatıp liderlerini de gözaltına alarak başladı. İşçi sendikalarının faaliyetleri de tıpkı Barolar ve Tabip Odaları benzeri meslek odaları nın faaliyetleri gibi askıya alındı; grevler yasadışı ilan edildi ve grevde ki işçilere işlerine dönmeleri emredildi. İşverenler, yapılanları yeni bir ekonom ik yapı oluşturulma yolunda atılan adım lar kabul ederek al kışladılar. Siyasi bağlantıları nedeniyle kendilerinden şüphelenilen ye rel yöneticiler, belediye başkanları ve valiler görevden alınarak yerleri ne askerî personel yerleştirildi. 16
Eylül’de, Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren cuntanın,
gelecek askerî müdahaleleri gereksiz kılm ak üzere toplumun siyaset dı şında tutulması planım açıkladı. Evren, T ü rk toplum yaşamının nere deyse her alanında radikal yenilik sözü verdiyse de dış politikayı ve -o ara 2 4 O cak 1 9 8 0 programıyla yeniden yapılandırılma aşamasında ola n - ekonomiyi dikkate almadı. Emekli oram iral Bülend Ulusu yöne timindeki yeni kabine 21 Eylül’de açıklandı: Bakanların çoğu bürokrat, profesör, emekli subaylardı ve Demirel döneminde ekonomiden sorum lu olan Turgut Özal da kabinede görevini korumaktaydı. Özal, Dünya Banlcası’nda çalışmış ve Batı’daki finans çevreleri ile Türkiye’deki iş çevrelerince tanınan bir isimdi. Cunta ekonomiyi idare için ona güveni yordu. Rejim , ayrıca, İran Devrimi ve Sovyetler’in Afganistan’a müda halesi sonrasında Washington için hayati olarak addedilen Batı yanlısı bir askerî ve dış politika benimsedi. Ulusu hükümeti, Amerika’nın teş vikiyle, Yunanistan’ın N A TO ’nun askeri kanadına dönüşü hakkmdaki vetosunu karşılık beklemeden kaldırdı. Çünkü Yunanistan, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs müdahalesi sonrasında askerî kanattan ayrılmıştı.
ofdm, paftü*T * ♦
1*9*6-
137
Cunta, siyasal hayatın yeniden inşasına öncelik veriyordu. Buna da -sosyalistler, kom ünistler aşırılar, sosyal dem okratlar, sendikacılar, örgüt olarak DİSK hatta T ürk toplum unun en seçkin aydınlarından oluşan Barış Derneği üyeleri d a h il- 'soPun her türünü ezmekle badadı. Cunta kendisi gibi ‘T ürk-İslâm sentezi’ ideolojisini benimsediği halde MHP’yle bağlantılı aşırı sağı da ezm işti. O an için cuntanın temel gö revi ‘terörle mücadele’ idi. Bunu, binlerce tutuklam a ve gözaltı takip et ti; Batfda rejimin şanına leke süren işkence, yaygın ve sistemli bir hal aldı. Fakat cunta, Am erikan desteğine ve stratejik önem ine dayanarak, buna pabuç bırakmadı ve acım asız baskı ve şiddet devam etti. Kendince bir düzen kuran M G K , Ekim 1 9 8 1 ’de, yeni bir ana yasa hazırlaması am acıyla bir D an ışm a Kurulu atadı. Bu sırada, siya si partileri ortadan kaldıran ve m alvarlıklarına el koyan bir yasa da kabul edildi. Kasım da, Y üksek Ö ğretim K anunu’yla (YÖ K ) eğitim, ‘miliiyetçi-muhafazakâr’ ellere teslim edildi ve liberal Öğretim üyeleri 1402 sayılı yasayla üniversitelerden atıldı. O cak 1 9 8 2 ’de, M G K , ana yasa taslağında değişiklik yaparak bunu referandumla halka sunduk tan sonra siyasal hayatın yeniden başlangıcı için takvimi açıkladı. Halk anayasayı kabul edecek olursa, seçimler yeni siyasi p ar tiler ve seçim yasaları çerçeve sinde 1983 sonlarında yapılabi lecekti. Evren’in açıklam ası son rasında kamuoyunda bir tartış ma yaşandı ve aydınlar norm al siyasal yaşama dönüşü bekle meye başladılar. Bu eğilimle Te laşlanan generaller,
12 Şubat
1982’de yayımlanan bir yasayla eski politikacıların kamuoyuna
1 2 Eylül 19 8 0 d a rb e » factliM e 19 6 1 Anayasa»'**» getirm iş olduğu nisbl özgürlük ortamını 4e$nıd«ii yönelm iş bîr hareketti. Cuntanın lâlen Orgeneral Kenan Evren ise özgürlük kaışıo.
ve ytaeys**
yönelik siyasi tartışm alara gir
bilgisiyle öne çıkarken; asken' yöntemlerin to^ iu m da u ygu lanab ileu ğim sam yoıdu. Sunun tepfeiBMİ*
melerini yasakladılar. Bunu tu-
yarattığı zaraıfer is» (ok büyâk oto*.
1 8 8 yedinci böllim
tuklam aiar takip etti ve eski başbak an lard an Bülent Ecevit yargılana rak hapsedildi. Bu durum , ülkenin hâlâ sıkıyönetim de olduğuna dair açık bir uyarıydı. 1 7 Tem m uz’da açıklanan anayasa taslağında bütün güçler dev let başkanlığı m akam ında toplanm ıştı. D evlet başkanı parlamentonun tıkandığını düşündüğünde parlam entoyu feshedip genel seçim karan alabilir, ülkeyi kararnam elerle yön etebilir ve fiilen Anayasa Mahkeme si üyelerinin tüm ünü atayabilirdi. Bir başk anlık konseyi, yani yeni bir kimlik altında gizlenmiş M G K , devlet başkam na danışmanlık yapa caktı. Diğer hüküm lerle de basın özgürlüğü ve sendikalar dizginlenmiş o lacak tı. Bu, aslında ‘özgürlüksüz d em okrasi’ anlam ına geliyordu. Anayasa taslağının siyasi hüküm leri, kam u oyu nd aki tartışm alar sonra sında daha da sık la ştırıld ı. 1 9 E k im ’de cu n ta, yasa ve anayasa değişik liklerini veto etm e yetkisi vererek devlet başkanın ın gücünü artırdı. Da ha sonraları bu referandum a sunuldu. B unların yanında, cumhurbaş kanına, askerî hâkim ve yüksek dereceli m em urları seçme, genelkur may başkanını atam a (kendi atadığı başbak an la istişare sonucunda) ve M G K ’yi toplam a ve buna başk anlık etm e yetkileri de tanındı. Yeni anayasa 7 K asım ’da halk tarafınd an on ay lan acak olursa, Orgeneral Evren otom atik olarak yedi yıllığına cu m h urbaşkan ı, M G K ’deki diğer dört general de danışm anları o lacak lard ı. Son olarak , yeni anayasa, cum hurbaşkanı tarafınd an im zalan acak em ir ve kararnam elere karşı herhangi bir yasal hareketi hüküm süz hale getiriyordu. Yeni kanunlar 1 9 8 0 P arlam entosu’nun tüm üyelerini beş yıllığına, siyasi parti liderle rini de on yıllığına her türlü siyasi faaliyetten uzaklaştıracaktı ve yeni siyasi partilerin kurulm asına, çoğu üyeleri eski partilerden geliyorsa izin verilm eyecekti. A m aç, yeni ve ‘tem iz’ politikacıları sisteme kazan dırm aktı, ancak bunun gerçekleşm esi old ukça zor hatta imkânsızdı. A nayasa taslağı eleştirilere m aruz k alınca cunta taslak hakkındaki her türlü tartışm ayı yasakladı, Evren’e taslak lehine propaganda yapma yetkisi verildi. Seçm enler, sivil düzene dönüşün tek yolunun be nimsemedikleri bir anayasaya ‘evet’ oyu vermek olduğunu anladılar. Bu yüzden anayasaya ezici bir oran la -yü zde 9 1 ,3 7 geçerli oyla-lehte
ordu, part'tet ve V j/ e s **'*}'**
7r<*>'- 1 « 9
oy verildi. Generaller bunu yine de rejime güven oyu olarak algıladı lar. Böylece, toplum tarafından en az -ta k lit etmeye çok uğraştığıAtatürk kadar benimsendiğine inanan Kenan Evren 9 Kasım 1982’de Türkiye’nin yedinci cum hurbaşkanı oldu. YENİ SİYASİ PA R T İLE R İN K U RU LM A SI Anayasayı meşrulaştıran generaller, kendi felsefelerine sadık olacak si yasetçilerin arayışına girdiler. 12 Kasım’da Devlet Başkanı Evren, her şey yolunda gidecek olursa, yeni seçimlerin Ekim 198 3 ’te yapılacağını ilan etti. Generaller, bir ‘devlet partisi’ kurma çabasına girişti ve bu par tinin başına ılımlı başbakan Bülend Ulusu yerine Turgut Sunalp getiri lince, sertlik yanlıları savaşı kazanmış oldular. Yeni siyasi partiler yasa sı, 24 Nisan 1 9 8 3 ’te yürürlüğe girdi, ertesi gün de M GK, siyaset yasa ğını kaldırdı. Yeni siyasetçiler, M G K tarafından herhangi bir sebepten dolayı veto edilebiliyordu. Böylece yeni partiler de ‘ 12 Eylül rejimi’ ola rak bilinen sürecin mirasını kabul etmek zorunda kalacaklardı. 1983 baharında kurulan siyasi partilerin sadece üç tanesi siya* seten uygun bulundu. Bunlardan biri, İsmet İnönü’nün oğlu olan Pro fesör Erdal İnönü’nün kurduğu Sosyal Demokrasi Partısi’ydı (SODEP). Parti eskiden C H P ’ye ve sola oy vermiş seçmenlerce destekleni yordu. İkinci parti olan Büyük Türkiye Partisi, Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin geçici başkanlı haliydi. Generaller Büyük Türkiye Partisi’ni kapattılar ve SO D E P ’in adaylarını seçimlere katılamamaları için veto ettiler. Bu iki partinin yaşamalarına izin verilmiş olsaydı, sağ lam bir ‘iki parti’ sistemi yeniden kurulabilirdi. Fakat generaller yeni bir siyaset kurmak ve yeni politikacıları görmek istiyorlardı» bu parti ler ise geçmişi temsil ediyorlardı. Üçüncü siyasi parti, Turgut Özal ta rafından kurulan A navatan Partisi’ydi (ANAP). Özal, partisinin ne sağ ne sol olduğunu, 1 9 8 0 darbesi öncesindeki siyasi eğilimlerin hepsini temsil ettiğini öne sürüyordu. Emekli orgeneral Suııalp 'devler parosı’ Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin başkamydı; İsmet İnönü'nün ozei sek reterliğini yapmış olan Necdet Calp ise, dağılmış olan CFiP’den kalan siyasi boşluğu doldurma maksadıyla kurulan Halktı Parti'nin ba*ka-
19 0
yedinci bölılm
nıydı. Generaller» Sunalp ve C aİp’ın 12 Eylül felsefesine bağlı yeni si yasetçiler olabileceklerini hesapladılar. Ö zal da siyaseten önemsiz bir partinin başında kalabilirdi; ne de olsa 1 9 7 7 'd e İslam cı Milli Selâmet Partisi’nden aday olup seçilem emiş başarısız bir politikacıydı. Seçilmiş olsaydı, generaller tarafından o da veto edilirdi am a Amerikan desteği ve müdahalesi Ö zal’ı vetodan kurtardı. Seçim kampanyası 16 E k im ’de başladı ve hem Sunalp’m hem de Calp’ın partilerinin mitingleri halkın ilgisini çekm ekten uzak kalıyor du, çünkü her ikisi de halkla yakınlık kuram ayan liderlerdi. Seçmen ler, basitçe, bir askerin ya da -N e cd e t C alp g ib i- eski bir kıdemli bü rokratın ülkeyi dem okrasiye götürebileceğine inanmıyordu. Sunalp, öncelikli bağlılığının devlete, sonra dem okrasiye ve daha sonra da par tiye yönelik olduğunu ifade etm işti. B unların karşısında, Özal, liberal ve devletçilik karşıtı bir im aj veren, dem okrasiye hızlı bir dönüş vaat eden tek adaydı. Seçmenler, sanki 1 9 8 2 ’de Ö zal’ın zorlanarak istifa et mesiyle sona eren ve binlerce İnsanın tasarruflarını kaybettikleri ‘ban kerler skandalı’nda Ö zal'ın rolünü unutm uşlardı. Fakat, generaller Ö zal’ın kazanacağını hiç tahm in etm edikleri gibi, partisinin emekli ge neral Sunalp’m partisiyle birleşmesini bile istiyorlardı! 1983 G E N E L SE Ç İM L E R İ Generallerin açık desteğine rağmen -k im b ilir belki de bu destek yü zünden- Sunalp kaybetti ve Özal 6 Kasım seçimlerinden galip çıktı. Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) oyların yüzde 4 5 ,1 4 ’ünü alırken Calp'ın Halkçı Partisi oyların yüzde 3 0 ,4 6 ’sını topladı, Sunalp’m Mil liyetçi Dem okrasi Partisi yüzde 2 3 ,2 7 ’lik bir yiızdeyle üçüncü oldu. Oy kullanmayanlara uygulanan 1 0 .0 0 0 T L (yaklaşık 2 5 ABD doları) civa-
j
rında bir ceza sayesinde yüzde 9 2 ,3 0 ’luk rekor bir katılım gerçekleşti. Yine de, bu zater Ö zal’ın konum una m eşruluk kazandırmadı; çünkü iki gerçek partinin -S O D E P ve Büyük T ürkiye P a rtis ib in - seçimlere
1
karılmasına izin verilmemişti. Bu nedenle, ertesi yıl yapılacak olan ye-
j
rei seçimler ANA P’ın kendini ispat etmesi için uygun bir zemindi.
;
ü z a l, SO DEP ile Büyük Türkiye Partisi yerine kurulan Doğru Yol Par-
j
tisi’ni çok ciddiye aldı ve bu partiyi k azanm ak için kayırm acılık av an tajlannı kullandı. K a y ırm a cılık , kurulu sistem in simgesi olmu>rn. Özellikle, fon sistem i, y asam ay a karşı yürütm eyi güçlendirmek ıçm oluşturulmuştu. Bu ‘fo n ’lar, ne M e c lis’in ne de M aliye Bakanlığt'nm kontrolünde olan b ü tçe dışı değerli birer finans kaynağı idiler. Özal yerel seçim leri k azand ı am a oy oranı yüzde 4 5 ’ten yüzde 41’e geriledi. M illiy etçi D em o k ra si Partisi ile H alkçı P arti’mn oyları sonlarını işaret eder şekilde yüzde 1 0 ’a düştü. M erkez-sol SO D E P At merkez-sağ D Y P, M e c lis’e girem em elerin e rağm en m uhalefeti oluştur dular. Bu durum , a n ca k 1 9 8 7 ’de y ap ılacak olan genel seçim lerde dü zeltilebilecekti. Bu sıra d a , Ö z a l, m ecliste ciddi bir rak ibi olm adan y ö netmeye devam ed iyordu . Ö zal kendi hü küm etinin ideolojiye dayan mayan bir birlik o lm a sıy la öv ü n en bir fayd acıyd ı. ANAP, parçalanm ış partilerin hiçbirinin d evam ı o lm a m a sın ın yanı sıra tum bu partilerdeki iyi unsur ve fikirleri b ira ra y a g etireb ilm iş b ir partiydi. Adalet Parti si kadar m u h afazak âr, g e le n e k se le le r k ad ar İslam cı, neo-faşıstler k a dar milliyetçi, sosyal ad alete o la n in an cın d an dolayı da C H P kadar o r tanın soluydu. A slında A N A P m u h afazak âr, d em okratik olm ayan, ser best piyasaya ve küresel d eğerlere bağlı bir partiydi. Partinin liderliği ni ve politikalarını so rg u lay an lib eraller ise partiden ayrılm ak zorunda bırakılmışlardı. Turgut Ö z a l, k a n u n ve düzeni generallere bırak arak ekonom iye odaklandı. G en erallerd en beş yıllık bir "sosyal barış’ dönem i -p ro te s to ve grevlerin o lm a y a cağ ı bir d ö n e m - y aratm aların ı istedi. Sosyal de mokratlar ise S O D E P ve yeni k u ru lan D em ok ratik Sol Parti (DSP) o l mak üzere ikiye b ö lü n m ü şlerd i. A N A P ’a rakip o la ra k sadece Doğru Yol Partisi k alm ıştı. A N A P, T urgu t Ö z a l'm kardeşleri K orkut ve Yu suf’un, eşi Sem ra’nın da a k tif k atılım larıy la bir tür aile kunununa d ö nüşmüştü. T ü rk iy e ’de o lu ştu rm ak istedikleri sistem içm , Amerika'Mı ‘Reagan devrim i’ni y aşam ış g en ç p arlak kişileri partiye aldılar. Tıpkı A m e rik a ’d ak i m u h afazak ârların ‘sessiz çoğunluğun sesi* olmaları gibi, Ö zal da ‘o rta d ıre k ’tn sesi olduğunu iddia em . Ekonom ik ve sosyal sınırların k a ld ırıla ra k T ü rk iy e için daha parlak ve zengin bir
1 9 2 yedinci b(MOm
gelecek oluşturulacağına dair verilen sözler toplum un hayal gücüne hi tap ediyordu. ‘İş yapan’ hükümeti sayesinde T ürkiye’nin çığır açan* büyük güç haline gelecek olan bir ülke olacağını vaat etti. Ancak ya saklı parti liderleri Ö zal’a meydan okum akta gecikmedi. Süleyman Dem irel’in Doğru Yol Partisi, N ecm ettin E rbak an’ın Refah Partisi, Al parslan Türkeş’in M illiyetçi Çalışm a Partisi. Ö te yandan Halkçı Parti ve SO D EP de birleşmiş, solun ana partisi olarak Sosyaldemokrat Halkçı P artiy i (SHP) oluşturm uşlardı. D okuz partiden oluşan sağ her zamankinden daha fazla bölünm üş durumdaydı. Sağın başlıca partile ri, şimdilik, A navatan ve Doğru Yol partileriydi. ESK İ SİYASİ L İD E R L E R İN D Ö N Ü ŞÜ T urk siyasetinin 1 9 8 6 ’daki ana konularından biri de eski siyasiler üstündeki yasağın kaldırılm asıydı. D em irel, liberal sağda popülerliğini arttırarak, ANAP’m seçm en desteğini yıpratıyordu. Kamuoyunun baskısı karşısında Ö zal, rakiplerinin siyasi haklarının iadesi için referan dum kararı verdi. Ö zal ‘hayır* oyu için dinam ik bir kampanya içine gi rişse de halk 6 Eylül 1 9 8 7 ’de hakların iadesi yönünde oy kullandı. Ya saklı siyasiler, generallerin en radikal tedbirlerini atlatarak sonunda yeniden siyasete dönmüşlerdi. A ncak Ö zal, D em ırel’in toparlanması na vakit vermeden genel seçim lere gidilm esine karar verdi. 29 Kasım 1 9 8 7 ’de Ö zal’ın seçim yasasında yaptığı değişiklikler sayesinde ANAP oyların yüzde 3 6 ,2 9 ’unu ve M e c lis te k i sandalyelerin de yüzde 6 4 ,9 ’unu, yani 2 9 2 sandalye kazandı. 1 9 8 3 ’te oyların yüzde 45^14’ü sadece 211 sandalye getirm işti. D em irel, yeni Özal hükümetini ‘seçim yasası hüküm eti’ olarak tanım ladı ve hüküm et halkın gözündeki meş ruiyetini kaybetti. Özal artık parıltısın] da kaybetm iş ve 1 9 8 8 Mart f ndaki yerel seçim lerin sonucuna bak arak bir sonraki genel seçimleri kazanam ayacağını anlam ıştı. 1 9 8 3 ’ten itibaren dört yıllık dönemde ANAP’a olan ilgi azalm ış, kayırm acılığa rağm en A N A P'ın oylan yüz* de 4 5 ’ten yüzde 2 2 ’ye düşmüştü. Ağustos 1 9 8 8 ’de, Özal kasım ayında bir erken genel seçim yapılm asını önerdi. Referandum la reddedilen bu karar Ö zal’ın prestijinin daha da azalm asına sebep oldu. Demokratik
sürecin ilerletilmesiyle ilgili hiçbir şey yapmıyordu ve askerî yönetim den devralman anridemokratik ya saların değiştirilmesi için girişimde bulunmuyordu, Sendikalar Kanu nu, Yüksek Öğretim Kanunu, Se çim ve Siyasi Partiler, Basın, Ceza kanunları ile T R T ’nin yönetimiyle ilgili kanun değişmedi.
D ahası,
‘Özal hanedanı* adıyla anılan yol
Turgut ö z a l pragm atlk bir poİUfcacTy&
suzluk grubu, şöhretine zarar veri
B aşb ak an olduktan sonra te n d is m t ı a m t
yordu. Bunun üzerine Ö zal, 1 9 8 9 Kasım’ında görev süresi dolacak
ekonom iye odaklayarak, “ kanun v * d fe erf* g en erallere bıraktı. Renkli bir Idşi&t» sahi» ö z a l, rahat d avran ıştın 4e farfcto bif siyasi
olan Cumhurbaşkanı Kenan Ev
kişföt
rendin yerine geçmeyi düşünmeye başladı. Partisinin M eclis’te yeterli oyu vardı ve Önemli olan da buy du. 31 Ekim günü, muhalefetin boykotuna rağmen, partisinin oyları sayesinde Özal, Türkiye’nin sekizinci cumhurbaşkanı seçildi. Cumhu riyet tarihinin ikinci sivil cum hurbaşkanı olarak 9 KasınVda göreve başladı. Özal’ın yoldan çekilm esiyle, ANAP içinde İslamcılar ile Milli yetçiler tarafından oluşturulan ‘Kutsal İttifak’ için artık parti kontro lünü ele geçirme yolunda bir engel kalmamıştı. ö z a l’ın cum hurbaşkanlık dönemi (1 9 8 9 -1 9 9 3 ), siyasi kararsız lık dönemi olarak anıldı. Yeni başbakan Yıldırım Akbulut, cumhur başkanının kuklası olarak ülkede pek saygı görmüyordu. Muhalefet, bir sonraki seçimleri kazanır kazanm az Ö zal’ı cumhurbaşkanlığından indireceğini açıkladı. Güneydoğu’da giderek büyüyen Kurt ı»yanL 1990 başlarında A nkara ve İstanbul’daki siyasi cinayetler, İslamcıların seslerinin yükseJmesi karşısında yeni bir askerî müdahaleden söz edil meye başlanmıştı. M artta, T Ü SİA D siyasi istikrarın sa ğ la n m a ama cıyla yeni bir seçim yasasının hazırlanmasını ve seçimlere gkitimesmı önerdi, ancak eski cum hurbaşkanı Kenan Evren, Genelkurmay ba>k.ı nıyla görüşmek üzere A nkara’ya gelince sıyası tansiyon vükseidı. ^ Nî-
san'da hükümet, orduya ve polise olağanüstü yetkiler veren anti-terör yasasını çıkararak bu duruma karşılık verdi. Tem m uz ayının sonuna doğru M G K , Güneydoğu’daki sekiz ilde ilan edilen olağanüstü halin dön ay daha uzatılmasını sağladı. Haftalar sonra, 2 Ağustos İ 9 9 0 ’da Irak ’ın Kuveyt’i işgali, T ü r kiye’nin durumunu da dramatik bir şekilde değiştirdi. Siyasi kriz o an için unutuldu. Türkiye, uluslararası bir krizin ortasında, özellikle bir yıl önce yıkılan Berlin D uvarfnın ardından diğer ülkeler karşısındaki konumunu tekrar belirleyebilirdi. Sovyet tehdidinin ortadan kalkm a sıyla stratejik önemini kaybeden A nkara, K örfez Krizi ve O rta As ya’daki Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuşm asıyla yeniden Önem kazandı. Özal, kabineyi atlayarak baba Başkan Bush’un politi kasını destekledi. Ö zal, Amerika ve Avrupa’nın istekleri doğrultusun da hareket etmekle Türkiye’nin kazanacağını düşünüyordu. 7 Ağustos’ta, Irak’tan Akdeniz’e uzanan petrol boru hattını kapatan Ankara, yabancı askerlerin de Türkiye topraklarında konuşlanm asına izin ver di. Ancak, ÖzaPın hiç kimseye danışmadan yürüttüğü politikasına karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Torum tay, 3 A ralık’ta is tifa etti. Askerler, ÖzaPın ‘korkakça ve çekingen’ olarak adlandıraca ğı, ihtiyatlı bir yol izlemesini tavsiye ettiler. Yine de, Torum tay’ın isti fası Özal’ı biraz dizginledi ve daha güvenli, daha az m aceracı bir yol izlemesine yol açtı. Özal, Irak’ın parçalanacağı ve bir K ürt federasyo nu kurulacağına inanmış gibiydi. Ö zal, bu nedenle General Torumtay’dan Musul ve Kerkük’ü alabilm ek için olası bir işgalde ne kadar asker kaybedileceğini sordu ancak otuz-kırk bin kadar askerin kaybe dileceğini öğrenen Özal işgal fikrinden vazgeçti. Körfez Krizi, 16 O cak 1 9 9 1 ’de savaşın patlam asına sebep oldu. 28 O cak’ta ateşkes ilan edildi. İraklı Kürt mülteci akını, Kürt isyanını ve ekonomik durumu daha da ağırlaştırmıştı. Sonuç olarak, ANAP’ın konumu DemirePin Doğru Yol Partisi tarafından da zayıflatıldı. Bu arada ANAP, milliyetçi-dınî hizbi ortadan kaldırarak konumunu güç lendirmesi ve Özal’ın yerini doldurması ümidiyle M esut Yılm az’ı par ti başkanı seçti. Yılmaz, kırk beş yaşında, Ankara Siyasal Bilgiler Fa
« d n , £ )* * ;!« y? h j t M ' u t f f t 'i>*A rsA ,
m
kültesi m ezunuydu. Yıldırım Akbulut'un tersine modern, kozmopolit, pragmatik bir im aja sahipti. Yabancı dil olarak da Almanca biliyordu. Partinin gittikçe azalan itibarını yeniden kazandırabilecek bir lider profili çizm ekteydi. B aşbakan Yılmaz, ekonomi daha kötüye gitmeden yapılacak olan seçim lerin parti için daha büyük bir şans vaat ettiğim düşündü. Bunun üzerine M eclis genel seçimin 2 0 Ekim 199l*de yapıl* ması için oylam aya gitti. Seçim ler, Y ılm az adına pek de iyi sonuçlanmadı: Demirel’in D YP’si 1 7 8 sandalyeyle birinci parti olurken, ANAP sadece 115 san* dalye ve Erdal İn ö n ü ’nün SH P ’si de 88 sandalye kazandılar. Necmet tin E rb ak an ’ın R efah Partisi ise neo-faşistlerle kurduğu seçim ittifakı sayesinde 6 2 sandalye elde etti. Bu ittifakın ömrü de çok uzun olmadı. Ö zal’sız A N A P hayatta kalmayı bilmiş ve 19 6 0 ’lardan beri sağın esas lideri olan D em irel ise sonunda yerine kavuşmuştu. Aralarında ideolo jik olarak hemen hem en hiç fark olmamasına rağmen sağın iki parti si, güçlü bir hüküm et oluşturm ak adına da olsa birlenemediler. Birlene rek bir koalisyon oluşturm anın ANAP’a vereceği zaran hesap eden Yılmaz, m uhalefette kalm ayı tercih etti. Bunun üzerine, Demirel Ka sım 199 1 ’de, SH P ile bir koalisyon oluşturdu. Oysa 1970lerde Demi rel, Ecevit’le böyle b ir koalisyonu reddetmişti. DemireMnönü kabine si yüzde 4 8 o y desteğine ve m ecliste 2 6 6 sandalyeye sahipti. Teorik olarak hüküm et, T ü rk iy e’nin problemlerine çözüm getirecek kapasite de, istikrar sağlayacak güçteydi. Üzerinde önemle durulması gereken problem ise ekonom iydi. E K O N O M İK S O R U N L A R Ö N E Ç IK IY O R Türkiye’nin ek on om ik gelişimi 1 9 5 0 ’lerden beri birkaç radikal aşama dan geçmiştir. Ülke 1 9 5 0 ’lerde yaşanan bir on yıllık plansız ekonomi sonrasında ithal ikam eci sanayileşme modelini İ9 6 0 ‘l*uve I97l)1erdc başarıyla uygulam ış ve ürettiği mallar için bir iç pazar yararahılm»şti, ancak bu m allar dünya piyasalarında rekabet edemediği için ihracat olanağı bulam adı. R ek ab et edebilmek için sendikaların disipline so kulması ve işçi ücretlerinin düşürülmesi gerekiyordu. Tum buni&nn
1 9 6 vedıno Mitim
parlamenter siyaset ve 1970’lerin koalisyon hükümetleriyle yapılması olanaksızdı. Dolayısıyla, 1980’lerin askerî rejimlerinin temel görevle rinden biri parlamenter siyaseti sonlandırmak iken bir diğeri de ‘ulus lararası piyasa güçleri’ ve küreselleşme etkisinde bir ekonomik gelişme temeli oluşturmaktı, Türkiye daha üretken olmak ve rekabet edebil mek üzere işçilerine daha düşük ücretler ödemek zorundaydı. Hükümete küresel piyasaya girebilmek için birtakım hayati deği şikliklere gitmesi önerildi. Bunların arasında devletin, ülkenin altyapısı nı hazırlamak, yollarını, iletişimini ve enerji gereksinimlerini karşılamak üzere barajlarını kurmak amacıyla 1930’lardan beri hayati bir rol oy nadığı üretimden çekilmesi vardı. Başka gereklilikler kamu iktisadi ku ruluşlarının özelleştirilmesini, özel sektörün ve yabancı yatırımcıların üretim sürecinde başrol oynamasını içermekteydi. Devletin aynı zaman da, korunan sanayi dallarından korumayı kaldırması lazımdı, çünkü devletçilik karşıtlarına göre bu dallar zayıf ve verimsizdi, tüketicilere ka litesiz ve pahalı ürünler sunmaktaydılar. Oysa kaliteli mallar ihraç edi lebilir ve böylece ülkeye, çok ihtiyaç duyulan döviz kazandırılabilirdi. Bu politikaların sonuçlarından biri, her zaman dengesiz olage len gelir dağılımının daha da bozularak zenginleri daha zengin eder ken, orta ve alt sınıfları iyice zayıflatması olmuştu. Dünya Bankası’na göre, Türkiye en kötü gelir dağılımına sahip yedi ülkeden biriydi. Türk iktisatçılarına göre, 1980-1986 yılları arasında ücretlerden özel sektö re 30 trilyon lira transfer edilmişti. DPT, on yıl içerisinde Türkiye GSMH’si içinde ücretlerin oranının 1977’de yüzde 36’dan 1987’de yüzde 18’e gerilediğini hesapladı. Halkın çoğunluğunun acı hissetmesine (bir sosyal güvenlik ağı olmadığından) karşın 1980’lerin ekonomi politikaları dikkate değer sonuçlar doğurdu. Enflasyon düştü, döviz ve yabancı mallar bulunma ya başladı. Karamsar geçen 1970’lerin sonlarından sonra, ülkedeki ha va ferah ve iyimserdi. Basın bir 'İhracat mucizesi’nden bahsediyordu, çünkü 1979’da 2,3 milyar dolar olan ihracat rakamları, 1988’de 11,7 milyar dolara yükselmişti. Bu ‘mucize’nin bir sebebi, savaşan taraflar dan her ikisinin de Türk mallarına ilgi gösterdiği 1980-1988 İran-Irak
onlu, paıtita*
r’ststVtyr*Ştpâ*-■"***' 2 9 7
Savaşı’ydı ve bir süre için Türkiye'nin Ortadoğu’ya olan ıhracan ana pazarı olan Avrupa’ya ihracatını geçmişti. Ekonomide yozlaşma, bu yıllarda, devletten teşvik alabilmek için firmaların ‘hayalî ihracata gi rişmeleri çerçevesinde, salgın hale getirmişti. ihracat teşvikleri, Anadolu’daki küçük işletmelerin zararına Türkiye’nin batısındaki büyük holdinglerin işine yarıyordu, oysa bu küçük işletmeler arasında birleşmeler başlamış ve İstanbul ile Marma ra bölgesinin büyük kapitalist iştirakleriyle rekabet edebilecek hol dingler ortaya çıkartmıştı. Bu işletmeler ‘Anadolu kaplanları’ olarak biliniyor ve bunlar TÜSİAD gibi kurumlara muhalif olan Erbakan’m Refah Partisi’ni destekliyorlardı. Anadolu Kaplanları, Müstakil Sana yici ve İşadamları Derneği’ni (MÜSİAD) kurdular: kısaltmadaki ‘M’nin aslında ‘Müslüman’ kelimesi için kullanıldığı bilinmekteydi: ‘Müstakil’ laikleri kandırmak amacıyla oradaydı. Bu arada, Koç ve Sa bancı gibi holdingler de büyüyerek, Türkiye’nin kendinin yatırıma ih tiyacı varken Balkanlar, Rusya ve Sovyetler Birliği’nin dağılması son rasında Orta Asya Türk cumhuriyetlerine yatırım yaparak, ‘küresel et ki’ diye adlandırılan konuma erişmişlerdi. 1992 yazında, Cumhurbaş kanı Özal, Karadeniz devletleri arasında işbirliğini sağlamak üzere bir konferans düzenledi. Bu aslında, Türkiye özaf’ın istediği türden bir rolü oynamaya yetecek kaynaklara sahip olmasa da iyi bir fikirdi. Bu, ‘ekonomik Darwinci!ik’ zamanıydı -en sağlam oJan ayakta kalabilir di; küçük veya zayıf olanlar ya orradan kalkıyor ya da şirket birletme leri aracılığıyla yutuluyorlardı. Türkiye, İran’daki devrim (1978-1979) ve Sovyetler’in A/gam»' tan’ı işgali (1978) sonrasında ‘İkinci Soğuk Savaş’ta stratejik bir değtf halini almıştı. 1981 ’de Yunanistan’da Andreas Papandreu’nun sosya list partisinin muhafazakârların neredeyse elli yıl süren iktidarını sonJandırarak seçimleri kazanması, Türkiye’nin Amerikan politika belir leyicileri gözündeki değerini artırdı. Özal, kendi politikalarının Turla* ye’ye -kendi sözleriyle- ‘köşeyi döndürdüğünü’, ‘çağ atlattığını* ye Türkiye’nin ‘Batı Asya'nın Japonya’sı’ olma yolunda ilerlediğini belirt ti. Ancak tüm bunlar bir aldatmacaydı, çünkü sanayi vaorımJarı asim-
19 8
yedinci bolum
da hizmet sektörüne oranla azalmıştı ve bu da -e n iyi tabirle değişken bir endüstri olan - turizmi temel bir döviz kaynağı yapmıştı. Zenginleşenler girişimciler değil rantiye sınıfıydı. Sözde ekonom ik mucize ser-
;
vis bedeli hükümet için bir kâbusa dönüşmüş olan devasa bir dış borç
'
tarafından karşılanmıştı. Öte yandan Türkiye’nin borçlarını 1 9 9 5 ’e
1
kadar ödemesi düşünülüyordu ama sonuçta bunu da yapamadı. 2 0 0 2 ’de bile bunları ödeyememişti. Ankara Ticaret O dası, bir araştır-
!
masında son yirmi yıl içinde ülkenin faiz olarak ülkenin ekonom ik ge-
j
leceğini tehdit edecek kadar büyük rakamlar ödediğini hesapladı. TÜ RK İYE'N İN DEĞİŞEN SO SY O -E K O N O M İK G Ö R Ü N Ü M Ü Bununla birlikte yine de, Türkiye’nin toplumu ve ekonom isi Özal dö-
•
neminde dönüşüme uğradı. Türkiye, hükümetten isteklerde bulunup
j
bu isteklerin gerçekleştirilmesini sağlayacak kentli nüfusun onda biri ne hizmet veren bir tüketim toplumu oldu. Her ne kadar medya -ö z e l-
i
likle de televizyon- reklamları tüketim mallarını en fakirlere kadar ge tirse de, yeni zenginler için her şey mevcuttu! O tom obiller -özellikle de ithal otomobiller- birer statü simgesi oldu; tıpkı sanat eserleri, antika lar ve eski kitapların oldukları gibi. Yine de, durmadan artan pahalı lık yüzünden nüfusun ücret ve maaşla geçinen büyük çoğunluğu zar zor geçinmeyi başarıyordu. İşe girme ölçütleri de değişiyordu: Üniver site mezunlan artık düşük maaşlarla devlet kurumlannda çalışm ak de ğil, maaşların yüksek olduğu ve gelecekten umut vaat eden özel sek törde, özellikle de yabancı firmalarda çalışmak istiyorlardı. Üniversi teler bu yeni müşteri kitlesine hizmet edip özel sektörün aralıksız ola rak ihtiyaç duyduğu şirket müdürleri yetiştirmek üzere özelleştirildi. Bu sınıf için geçerli dil İngilizce’ydi ve Türk basınında bu işler için ve rilen ilanlar bile -çoğunluğun bilmediği- İngilizce olarak veriliyordu. Turgut Özal, yorucu geçen Ortaasya T ürk cumhuriyetleri turu dönüşünde, 17 Nisan 1993’te öldü. 16 M ayıs’ta M eclis tarafından se çilen Süleyman Demirel, Özal’ın yerine cumhurbaşkanı oldu. Demirel, eğer Doğru Yol Partisi yönetimini partiye tanıttığı Tansu Çiller’e verir se parti üzerindeki kontrolünü sürdüreceğini düşünmüştü. Parti baş-
i
Ordu, M i t t i * ' **. W
r-.jao
J
kanlığı için Çiller ilk akla gelen seçim değildi, çünkü partiye yem ka tılmış ve görece gençti, üstelik ortada daha eski ve liderlikte daha id dialı birçok kişi vardı. A ncak, Çiller genç, kadın, çekici, rakiplerine karşı daha iyi eğitim li olm a avantajlarına sahipti. Sadece bir iktisatçı değildi, aynı zam anda İngilizce ve Almanca’yı akıcı konuşuyordu. K ozm opolit bir görüntüsü vardı ve B atiy ı iyi tanıyordu. Dünya çapın da seçm enler genç, dinam ik liderleri tercih eder gibiydiler ve Türkiye de buna bir istisna oluşturmuyordu. Genç bir Mesut Yılmaz ANAP’ı Ö zal’dan devralm ıştı ve İnönü’nün SHP’si de, İnönü Eylül 199,Vre İnö nü’nün yerine daha genç bir lideri, M urat Karayalçın’ı seçmişti. Bir ka dını D Y P ’nin başına seçmek ve böylece gelecek seçimlerde partinin du rumunu iyileştirm ek siyaseten de anlamlıydı. Rakiplerinin niteliklerine karşı koyabilecekti; özellikle de seçmenlerin yarısını oluşturan kadın lar arasında. İş dünyasının Çiller’e verdiği açık destek de yadsınamaz dı. Üstelik, Ç iller’in muhtemel başarısı, ilham için geçmişe bakarmış gibi duran İslâm dünyası içinde ileriye bakan bir Müslüman ülke ola rak T ü rkiy e’nin B a tid a k i im ajını da güçlendirecekti. Çiller, kam uoyu gündemine
1980’lerin sonlarında Turgut
Ö zal’ın ekonom i politikalarını eleştirerek girdi. İş âleminde elde ettiği destek onun Süleym an Dem irel’in çevresine iktisadi konularda bir da nışman olarak girm esini sağladı. Siyasete girmeden önce Amerika'da New H am pshire ve Connecticut üniversitelerinden aldığı derecelerle İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesinde ekonomi dersi vermekteydi. Boylece, parti kongresinde erkek rakiplerini alt etti, partinin lideri ve Tür kiye’nin İlk kadın başbakanı oldu. Ç iller’in SH P ’yle kurduğu koalisyon hükümetine 25 Haziran 1 9 9 3 ’te güvenoyu verildi ve Çiller ülkenin kaderini ellerine aldı. Ko alisyondaki küçük ortak olarak SHP, sağcı bir liderin siyasetini destek lediğinden sosyal dem okratların ülkedeki imajı sarsılmaya başladı. Sosyal d em okratların program ı, sisteme meydan okumaya yctmeyecek kadar çekingen am a ülkenin iş dünyasının tutucularınca kabui edile* meyecek kadar da gözü pekti. Hızlı bir büyüme üzerine kurulu prog ram 1 9 9 0 ’larm ekonom ik kriziyle başa çıkmaktan âcizdi. Dohytsıyİa
2 0 0 Ycd’IKİ bölüm
Çiller’in programının karşısında hiçbir engel yoktu. Başarısı, T ü rk i ye’nin ekonomi, Avrupa Birliği’ne girmek ve Kürt sorununun sonlandırılması gibi birçok sorununa yanıt bulmasına bağlıydı. Türkiye, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) isyan başlattığı Ağustos 1 9 8 4 ’ten beri sı kıntılı günler yaşıyordu. Bu savaş yılda yaklaşık 7 milyar dolara patlı yordu. Muhafazakârlar savaşa bir çözüm bulamazlarsa, İslam cılar ke narda onlara meydan okumak üzere bekliyorlardı. KÜ RT SORUNU Bugünkü şekliyle Kürt sorunu, 1960lard a Doğu halkının daha geniş kültürel özgürlük isteyip devletin asimilasyon politikasını sorgulam a ya başladığı yıllarda ortaya çıktı. Kürtlerin istekleri, A nkara’nın özel likle çok partili siyaset döneminde göz ardı ettiği, bölgenin geri kalm ış lığı üzerinde odaklanıyordu. Demokrat Parti tarafından desteklenen serbest piyasa ekonomisi büyük toprak ağalarına, aşiret reislerine ve varlıklı köylülere yaramıştı. Köylülerin kendi topraklarını ekmeyi ba şaramadığı ve bundan ötürü buraları satıp, ırgat oldukları bu dönem de, topraksızlık daha da arttı. İsyanın başladığı 1 9 8 4 yılında yapılan bir araştırma, Diyarbakır’daki köylü ailelerinden yüzde 4 5 ’inin ve Urfa’dakilerin yüzde 4 7 ’sinin toprağı olmadığını gösteriyordu. Özel sek tördeki sınaî üretimi dünya piyasalarına mal yollanacak lim anlara ya kın olan Batı Anadolu’da yoğunlaşmıştı. Sonuçta, Doğu ve Güneydo* ğu’da yüksek derecede işsizlik vardı ve insanlar -K ü rtler ve T ü rk lergenelde ‘feodal’ olarak tanımlanan koşullarda yaşıyorlardı. 1960’larda Kürt aydınları, Türkiye İşçi Partisi ve ortanın solun daki Cumhuriyet Halk Partisi aracılığıyla çabalarını sürdürürlerse mü cadelelerinde başarılı olacaklarını düşündüler. Ancak, Türk siyasal eliti, özellikle de askeri kesim, ordunun devlete karşı her türlü başkaldı rıyı bastıracağını ve bunun ‘ayrılıkçılık’ ve bölücülük olduğunu düşü nerek bir siyasal çözümü desteklemeyi reddettiler. 1 9 2 0 ’deki ölü do ğan Sevr Antlaşmasından beri Türkler, hep Sevr kompleksiyle yaşıyor lardı. Bu siyasal elit, Batı dünyasının milliyetçiler karşısında yenildiği ni hiç unutmadı. Bunlara göre Batılılar, 1 9 2 0 ’de uygulatamadıkları
ordu.
w ig re M fle y *
«6 ; 2 0 1
koşulları şimdi bir Kürt devleti kurdurma ve Ermenilere toprak talebi şeklinde sürekli dayatıyorlardı. Başlangıçta, yönetimde söz sahibi olanlar Kürt başkaldırısını askerî yöntem lerle çözülebilecek Önemsiz bir iç sorun olarak gördüler. 1 9 8 0 ’lerde ise generaller daha sert bir tutum aldılar ve 1983’te Türk çe dışında herhangi bir başka dilin kullanımım yasaklayan bir yasa çı kardılar. Bu yasa, yalnızca çocuklarına Kürtçe isim vermeleri engelle nen K urtler’e uygulandı ve Kürrler genelde Doğu’da güvenlik güçleri nin bakısına m aruz kaldılar, ö z a l bu sorunla siyasi olarak ilgilenmeyi denedi am a ilerleme sağlayamadı: Dille ilgili yasayı yürürlükten kal dırdı; hatta kendinin ‘yarı Kürt’ olduğunu iddia edecek kadar ileri git ti am a yine de bir sonuç alamadı. Durumla alay edercesine, Meclis’te özellikle SH P ’liler arasında birçok Kürt milletvekili vardı ki, bunlar kurdukları K ürt partisi genel seçimlere kanlamayınca bunlar da Mec lisle girm ek için SH P ’ye katılmışlardı. 1 9 9 1 ’deki K örfez Savaşı ve Saddam Hüseyin’in yenilgisi sonra sında durum ço k değişti. Kuzey Irak özerkleştirildi, Iraklı Kürtler’e bölgenin kon trolü verildi ve bunlar Batılı güçler tarafından korunma ya başlandı. PKK Kuzey Irak’tan modern silahlar edindi ve gerilla kuv vetleri yerine düzenli bir ordu gibi davranmaya başladı. PKK militan ları, yaptıkları bir eylem sonrasında Iraklı Kürtler’in kontrolündeki bölgeye çekilebiliyor, bu da Türk ordusunu PKK üslerini yok etmek am acıyla düzenli şekilde Irak topraklarına girmeye zorluyordu. Ayrıca PKK, A nkara’yı sıkıştırm ak amacıyla Kürtler’i kullanan İran, Suriye ve Yunanistan gibi komşu devletlerce de destekleniyordu. 1980’İerde PKK M ark sist bir örgüt olduğunu iddia ederken, Sovyetler Birligi’mn çöküşü sonrasında İslâmî jargon kullanmaya başladı. Sorun, aynı za manda uluslararası boyuta taşındı ve yabancı sivil toplum kuruluşları mücadeleyi izlemeye ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kürt halkının insan haklarım ihlâl etm ekle suçlamaya başladılar. Siyasetçiler mücadeleyi yumuşatmaya çalışırlarken* ordu vc aşı rı sağ gerilimi tırmandırdı. 1992’de Başbakan Demirel, hukumederm genelde inkâr etmeyi seçtiği ‘Kürt gerçeğini tanıdıklarını açıklayacak
2 0 2 yedinci bOlttm
kadar ileri gitti. Aralık 1 9 9 4 ’te Türkiye’nin Washington büyükelçisi W asbington P o s ft e k i bir başyazıyı yanıtlarken, Kürtler’in Türkiye’de var olan yirmi altı ernik topluluktan sadece biri olduğunu belirtti. Bun lar azınlık değil, ülkenin ortak sahipleriydi. ‘Türkiye’deki etnik farklı lık Birleşik Devletler’dekine benzemektedir.1 Bu açıklam a, Türkiye’de resmî erkânın bir bölümünün, aşırı sağın dışlamacı milliyetçiliğini bıra karak içselleştirici bir milliyetçilik/vatanseverlik anlayışına yöneldiğini düşündürtıiyordu. İki hafta sonra basın, Başbakan Tansu Çiller’in Ata türk’ün ünlü özdeyişi ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’nin ‘Ne mutlu T ürki ye vatandaşıyım diyene’ şekline dönüştürülmesini önerdiğini yazıyordu. Ancak bu tür fikirlerin, askerî harekâta ve ekonom ik yıkıma; her yıl binlerce can kaybına sebep olan ve 1992 sonrası artan doğuda ki çatışmaya etkisi yoktu. Öyle görünüyordu ki bu çatışm anın sürme sinden kazançlı olanlar vardı ve savaştan çıkarı olan bu güçler çatış manın bitmesini istemiyorlardı. Ordu, bölgede çeyrek milyon asker görevlendirdiği gibi, Kürt aşiretlerinden PKK’yla mücadele için silah landırılan ve böylece hem para hem de ‘iş’ sahibi olan korucuları da harekete geçirmişti. PKK’nın yerel destek bulamayarak ‘sudan çıkmış balığa’ dönmesi için köyler boşaltılıp yıkılmıştı. Böylesi köylerden yaklaşık iki milyon göçmen Anadolu şehirlerine yerleşti. Daha şanslı olanlar, PKK adına bir lobi oluşturdukları ve onun adına ajitasyon yaptıkları Batı Avrupa’ya kaçtılar. Mart 199 3 ’te PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından ilan edi len tek taraflı ateşkes, operasyonları yoğunlaştırarak artık isyanın kö künü kazıyabileceklerim düşünen generaller tarafından bir zayıflık işa reti olarak algılandı. Bunun üzerine Kuzey Irak’a O cak 1994 ve M art 1995’te harekât düzenlediler ama sonuca ulaşamadılar. İsyan, bir yan dan her yıl binlerce can almaya devam ederken, bir yandan da T ü rk i ye’yi Batı’dan soyutluyordu. İlımlı Kürt siyasetçilerin siyasi partiler kurarak, seçimlere katılarak ve Meclis’te dertlerini anlatarak siyasal sürecin bir parçası olmalarına da izin verilmedi. Halkın Emek Partisi (HEP) Temmuz 1993’te, tıpkı sonraki benzerleri gibi, Anayasa M ah kemesi tarafından kapatıldı. Sonuçta Mayıs 1 9 9 4 ’te HADEP (Halkın
Dem okrasi Partisi) bunun yerine geçti. Bu partilere mensup milletve killeri ‘bölücü faaliyetler’ yaptıkları gerekçesiyle siyasal çozıime kapı lar kapatılarak hapsedildi. 1 9 9 0 1 a r boyunca Kürtler’e Avrupa desteci artarak devam ederken yarım milyon civarında evsiz barksız kalmı> Kürt de A vrupa'ya yayıldr. 1 9 9 8 H aziraninda Dortmund’daki bir Kürt m itingine, bir eski Danim arka başbakanı, bir eski Yunan bakan ve Yeşiller Partisi katıldı. Sonuçta, PKK askerî açıdan yıprandıkça dip lom atik açıdan güç kazandı. A nkara, 1 9 9 8 ’in ekim ayında Suriye hükümetini, Abdullah Ö calan ’ı ve P K K ’yı Suriye'den sınırdışı etmeye zorladı, sonunda Ocalan’ı Şubat 1 9 9 9 ’da Kenya N airobi’ de yakaladı. Öcaian yargılandı ve 2 9 H aziran 1 9 9 9 ’da idama mahkûm edildi. Ceza uygulanmadı, çünkü Ankara kararın Avrupa İnsan H akları Mahkemesi tarafından değer lendirilmesini bekledi. O zam ana kadar Avrupa Birliği (AB) Kürt da vasına sahip çık m ıştı ve A nkara’dan, Türkiye AB’ye üyelik konuşma ları için değerlendirilm eden önce idam cezasının kaldırılmasında, K ürtler’e K ü rtçe eğitim ve iletişim hakkı tanınmasında ısrar etti. 2002 yılında bu iki kon u koalisyon hükümetinde ayrılık yarattı ve koalisyo nun geleceğini tehd it etti. P K K ’ya karşı savaş, T ürkiye’de ‘derin devlet’ olarak bilinen devlet unsurları ile yasadışı unsurlar -veya ‘mafya’- arasındaki gaynresmİ ittifakı da ortaya çıkard ı. Bu, çoğu zaman hasında üstü kapalı olarak söz edilen bir ilişki olsa da, ‘Susurluk O lay i olarak bilinen. Ka sım 1 9 9 6 ’daki bir trafik kazasıyla açığa çıktı. Temmuzda bit gazeteci, bir röportajd a devletin bir çete olm ayı bırakıp, hukukun üsrunlüğüou kabul etmesini istediğini söylem işti. Bir Mercedes Bahkesir-fstaabul yolunda bir kam yona çarpıp dört yolcusundan üçü öldüğü zaman, bu gazeteci haklı çık tı. Ölenler, 1970'lerd e solcuların katledilmesi olayla rına karışm ış bir neo-faşist m ilitan ve artık devletle çalışan h r suçlu olan Abdullah Ç a tlı, kız arkadaşı, İstanbul emniyet müdür yardmKBi ve devlet güvenliği meseleleriyle uğraşan Htiseym Kocadağ’dı. Yarak olarak kurtulan kışı, P K K ’ya karşı koruculuk hareketinde ver alan bir Kürt aşiret reisi ve Tansu Çiller'in DYP'sının üyesi ve aynı «urcıaad*
2 0 4 yedinci bölüm
Urfa milletvekili Sedat Bucak’tı. Devlet görevlileri, suçlular ve neofaşistler arasındaki gizli anlaşma, ordunun solu ezmek am acıyla bir itti faka giriştiği 1 9 7 0 ’lerde başlamıştı, Bu tür bir dayanışma, 1 9 8 0 darbe sinden sonra gereksiz hale gelmişti ama suçluların ‘hayalî ihracat’ ve kaçakçılıktan elde ettikleri paralarla devlete sızarak görevlileri satın al maları Özal döneminde yeniden canlandı. Bu işbirliği, daha sonra PKK’ya ve diğer ‘devlet düşmanlan’na karşı kullanıldı ve bu yüzden de işledikleri suçlar cezasız kaldı. Olay ülkede büyük infial yarattı ve Türkiye siyasetinde bir di ğer dönüm noktası olarak görüldü. Ancak, yıllar içerisinde olaya çok fazla bürokrat ve politikacı karışmış olduğundan, ciddi bir sonuç elde edilemedi. Bununla birlikte, kamuoyu tüm açıklam alara karşın süregiden, devlet ile suçlular arasındaki suç ortaklığından artık haberdardı. Türkiye’nin önünde halledilmesi gereken daha önemli sorunlar var gi biydi ve bunların belki de en önemlisi AB’yle ilişkilerdi. T Ü RK İYE VE AET Türkiye, Washington’ın önderlik ettiği Batı dünyasına İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra katıldı. Truman Doktrini, Marshall Planı ve N ATO bu ilişkiyi güçlendirerek, Türkiye’nin Batı güvenlik düzenlemelerinde ki yerini garantiledi. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) şekillen diği 1950’lerde, Ankara, Yunanistan’ı takip edip ekonom ik sistemin bir parçası olmak amacıyla AET’ye katılmak üzere başvurdu. 1 9 6 4 ’teki Kıbrıs olayları sırasındaki ‘Johnson mektubu’ sonrasında, Türkiye ABD bağlantısından soğuyarak ve kendini daha fazla Avrupa’nın bir parçası olarak görmeye başladı; Avrupa, artık Türk malları için önem li bir pazar ve yatırım malları için bir tedarik merkezine dönüşmüştü. Yaklaşık olarak üç milyon kişi veya başka bir ifadeyle Türkiye nüfu sunun yaklaşık yüzde 5 ’i kadar Türk işçisi Avrupa’ya göçtükçe bağlar daha da sıkılaştı. Ankara AET’yle Ortaklık Antlaşması’m 19 6 3 ’te im zaladı. Ancak, Temmuz 1980’de Türkiye’den Yunanistan’la bir arada tam üyelik için başvurması istenildiğinde, Başbakan Süleyman Dem i re! AET karşıtı İslâmcılar’ı memnun etmek ve zayıf azınlık hükümeti
ın }j, Mnttof w»
tr# »
m*>2 0 5
ne desteklerini sağlam ak üzere başvuruyu erteledi. Türkiye treni kaçı rırken, Yunanistan, A E T ’ye ertesi yıl katıldı. O zamandan ben, Türki ye’nin A E T ’ye -so n ra k i adıyla Avrupa Birliği’ne- katılma çabalan ba şarısızlık ve hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Ancak 1 Ocak 1996’da yü rürlüğe giren G üm rük Birliği Antlaşması Türkiye’nin sözde ‘piyasa güçleri’ne cam bağımlı halde küreselleşme dünyasına girişir» belirledi G üm rük birliğiyle, T ürkiye en iyi pazarlık şansını kaybetti, artık AB, A nkara’ya tam üyelik için müzakere takvimi vermeden Önce şanlar öne sürebilecekti. T Ü R K İY E ’N İN SÎYA Sİ H U Z U R SU Z L U Ğ U Türkiye’nin siyasi huzursuzluğunun kökleri ve birçok buna bağh som* nu çözem em esi, 12 Eylül 1 9 8 0 darbesi sonrasında kurulan siyasal re jim le bağlantılıdır. Generaller, eski siyasetçileri yasaklayıp yeni kurum lar oluşturarak tüm sistem i siyaset dışında tutmayı başardılar. Eski siya setçiler Dem irel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in haklan 1987 referandu muyla iade edilene kadar ülkenin tüm siyasal dokusu değiştirilmişti. M erkez sol ile m erkez sağ parçalanmıştı ve sistem dışı partiler, örneğin İslam cılar ve neo-faşistler, kritik bir rol oynamaya başlamıştı. Bu yıllar da, Türkiye, hem m erkez sol hem merkez sağ tarafından onaylanan kü reselleşme dünyasının bir parçası olmuştu, dolayısıyla da sosyal demok rasi sadece ismi konm uş bir sosyal demokrasiydi. Söylemleri bir yana bırakılacak olursa partiler arasında ciddi bir fark kalmamışa; btı amk ideolojinin ölümüydü. Ve bu sebeple de farklı partilerden sosyal densakratlar 1 9 9 0 ’lar boyunca D Y P ’yle ortak hükümetler kurabilmişlerdi. Turgut Ö zal N isan 1 9 9 3 ’te ölünce, Demirci'm cumhurbaşkanı olma kararı, partisi için bir felâketin habercisi oldu. Tansu Çiller lider liğinde parti hızla geriledi, bunun sonucunda da Refah Pamsı 24 Ara lık 199 5 seçim lerini oyların yüzde 2 1 ,3 8 ’i ve 158 sandalyeyle kland ı. O sıralarda Ç ille r’in sırf oylarını artırabilmek içi» İranla savaşa girmeyi bile düşündüğü söyleniyordu! Seçim lerin sonunda Doğru Yol’un oyları yıUdc i'M iTe ve >**dalye sayısı da 1 3 5 ’e düşrii; ANAP’ın d ı oyları vii/de
ve \iec-
2 0 6 vedıncı bblüm
lıs’tekı sandalye sayısı 132 oldu. Merkez sağ partiler oyların yaklaşık yüzde 4 0 ’ını ve toplamda 2 6 7 sandalye kazanmışlardı. Belki birleşebilseler istikrarlı bir hükümet kurabilirlerdi ama liderler arasındaki çekiş me yüzünden bu söz konusu değildi. Sosyal dem okratlar da oyların yaklaşık yüzde 2 5 ’ini kazanmışlardı -D SP yiizde 14,64 ve C H P yüzde 1 0 ,7 1 - fakat onlar da liderler arası çekişme yüzünden birleşemiyorlardı. Diğer partiler meclise girmek için gereken yüzde 10’luk barajı ge çememişlerdi. Bir koalisyon hükümetinin kurulması yine zor görünüyordu. İs lamcılar bunu başaramadı ancak Çiller de merkez sağı kendi liderliğin de birleştirmeyi denese de o da başarısız oldu. Aslında, Çiller’İn yeter siz liderlik vasfı yüzünden DYP de dağılıyor, muhalif hizip D em okra tik Türkiye Partisi’ni (DTP) kuruyordu. Siyasetçiler kendi aralarında kavga ederken, basın Hakkâri’de halkın karınlarını çöplüklerden do yurduğunu yazmaktaydı. PKK’ya karşı savaş yüzünden yoksulluk da yanılmaz boyutlara ulaşmıştı. YENİ SİYASİ KOALİSYONLAR Sonunda, uzun süreli başarısız pazarlıklar sonrasında, M art 1 9 9 6 ’da Mesut Yılmaz, ANAP ve DYP’nin yer aldığı, Ecevit’in Dem okratik Sol Partı’sinin de desteklediği ‘Anayol’ azınlık koalisyonunu kurdu. Yeni ko alisyonun İsrail tarzı dönüşümlü başbakanlık modeli vardı; Yılmaz 1996’da, Çiller 1997’de başbakan olacaktı. Hemen akabinde, Erbakan, Tansu Çiller’İ yolsuzluk iddialarını araştırma tehdidiyle sıkıştırmaya başladı. Bir erken seçim uman ve kendi seçmenine yaranmaya çalışan Erbakan, laiklere karşı da kışkırtıcı açıklamalar yaparak İran’ın İslâmî devrimini övdü ve zor ama kaçınılmaz olacağını iddia ettiği bir devrim sözü verdi. Bir İslâm birliği kurmadan önce İslâmî bir N A TO , bir İslâmî ortak pazar, hatta UNESCO’nun da bir İslâmî versiyonunu kurma çağ rılarında bulundu. ‘Anayol’ azınlık hükümeti herhangi bir şey gerçekleştirmek için çok istikrarsız bir yapıya sahipti. 1996’nın mayıs ayı sonlarında Anka ra’ya gelen bir IMF heyeti, hükümeti devasa bütçe açığı yüzünden her
wdu.
x
2VJ
an gerçekleşebilecek bir ekonomik kriz konusunda uyardı. Bu arada Refah Partisi M esut Yılm az hakkında gensoru Önergesi verdi. Kabine içindeki gerginlikler de devam ediyordu. Sonunda Mesut Yılmaz 6 Haziran’da istifa etti. Kurulması altmış gün süren hükümet sadece doksan gün dayanabilm işti. Buna çok az kişi şaşırmıştı. Yine pek çoklan Erbakan’ın bir sonraki koalisyona dahil edilmesini, yoksa ülkenin bir erken seçim e gitm esi gerektiğini de düşünüyordu. İş çevreleri de İslamcı bir katılım gerçeğini kabul etmişlerdi; ancak bîr sonraki koalisyonun Tür kiye’yi yeni bir seçim yasasıyla bir erken seçime götüreceğini umuyor lardı. Siyasi istikrarsızlık iktisadi istikrarsızlığa yol açmıştı ve bunun sona ermesi lazım dı, aksi takdirde gözlemciler, yine askerî müdahale ve parlam enter demokrasi için ‘erken bir son’ tahmin ediyorlardı. Anado lu Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, insanlar siyasetçilere, yerel yöneticilere, özel sektöre, üniversitelere, lMF’ye ve medyaya gü venlerini yitiriyorlardı; sadece orduya olan güven artmaktaydı. Yılm az’ın istifasından üç gün sonra, Refah Partisi Meclisten Tansu Ç iller’in bu kadar büyük bir serveti, bu kadar kısa bir sürede nasıl yaptığının araştırılm asını istedi. Çiller kürsüde yükselen ‘koktendıncilik’ dalgasına karşı kendinin laik Türkiye’nin kalesi olduğunu açıkladı ve İslam cılarla asla bir ittifaka gitmeyeceğini belirtti. Ancak E rbakan’m şantajına boyun eğdi ve kendine karşı soruşturmaların dondurulması kaydıyla bir koalisyon oluşturmayı kabul erci. Her sı* manki fırsatçı E rbakan bunu kabul etti ve Erbakan’m başbakanlığın daki ‘R efah y ol’ koalisyonu 2 9 Haziran 1996’da ilan edildi. E rb a k a n ’ın başbakanlığı daha başından beri laik güçlerden tep ki gördü. Ülkenin büyük holding sahipleri tarafından tekelleştirilmiş olan basının çoğunun saldırısına hedef oldu. Erbakan, bu ulkçkfe da ha önceden ekonom ik ilişkileri geliştirme amacıyla gitmiş diğer başba kanların izinden ilerlese de, ağustostaki İran ve diğer İslâm ülkderiııe yaptığı gezilerden dolayı eleştirildi. Generallerin ağırlıklı olduğu aylık Miili Güvenlik Kurulu toplantılarını ve -İsrail'le gelişen ilifkücrg&ipolitikaları kabul etmek Erbakan için sıkımı kavuağı olda. Basuv ekimdeki Libya ziyaretinde Albay Muammer KaddaS Türkfft’nil*
2 0 8
ypdînci bbllim
Kürt politikasını eleştirip azarlayınca, Türk basını E rbakan’ı yerden yere vurdu. Sinirler o kadar gerilmişti ki basın -h atta M esut Yılm az bi le- darbe duyumlarından bahsediyordu. Ancak, Libya T ürk müteah hitleri için önemli bir pazardı ve müteahhitlerin sözcüsü, ödenmeyen alacaklara ve Erbakan’ın gezisi sonrasında yaşanan tartışm alara rağ men kuruluşunun bu ülkede yeni projeler istediğini belirtti: ‘Milyarlar değerinde bir pazarı kaybetmek istemiyoruz.’ SÜREN SİYASİ İSTİKRARSIZLIK VE E K O N O M İY E E T K İL E R İ Zaten kötü durumda olan ekonomi, siyasi istikrarsızlık yüzünden problemler yaşadı. Ortada bir sermaye kaçışı vardı ve ülkede özellikle yabancı sermaye yatırımı yoktu. İktisatçılar, 70 milyar dolarlık Türk sermayesinin Batfda yatırıma dönüştürülmek üzere kaçtığını hesapla dılar; 45 milyar doların İsviçre’de olduğu sanılmaktaydı. 199 5 Eylülü’ne kıyasla 1996’da aynı dönemdeki yabancı yatırım yüzde 6 3 ora nında yani 67 milyon dolar azalmıştı. Merkez Bankası 1 9 9 6 ’da, hükü met konusundaki belirsizliğin sonucunda ekonominin daha fazla açık vereceğini öngördü. 1996’da cari işlem açığının 199 5 ’teki 2 ,3 milyar dolar seviyesinden 6-7 milyar dolara yükseleceği, 1 9 9 5 ’te G SM H ’nin yüzde 6,5’ini oluşturan kamu sektörü borçlarının da G SM H ’nin yüz de 9-10’una yükseleceği tahmin ediliyordu. Yıl sonuna kadar Türk li rası, dolar karşısında yüzde 65 değer yitirmişti; bu değer 1 9 9 5 ’te yüz de 35’ti. 1995’te bir dolar 59.500 lirayken, liranın değeri giderek düş tü ve bir doların karşılığı 107.500 liraya yükselirken, yeni binyıl ba şındaki dört yılın sonunda bir dolar 1 milyon 700 bin lira oldu. Erbakan askerî marşlarla karşılandığı partisinin kongresinde generallerle ilişkilerini düzeltmeyi denedi. Müslüman ve laik Türki ye’yi Batı’dan uzaklaştırmaya çalıştığını inkâr ederek, Türkiye'nin sa dece kendi bağımsız dış politikasını izlediğini iddia etti. H atta, İslâmcılar laik ve İslamcı karşıtı Cumhuriyet’in kurucusuna karşı kin besle diklerinden, muhalefetteyken yapmadığı bir şeyi yaparak Anıtkabir’i ziyaret etti. Basın, hükümetin, Islâmcılar’ın yabancı ve Türk kültürü ne ters bulduklarından aykırı baktıkları baleye ve operaya ayrılan öde-
ordu, garttft; y»
209
neğin yüzde 129 artırıldığını belirtti. Erbakan’ın çeşitli ülkelere yaptı ğı yurtdışı gezileri, özellikle de İran gezisi, Washington’ı rahatsız etmiş ti, Erbakan A BD ’nin gönlünü almak istiyordu. Sonuçta, Aralık 1996’da devlet bakanını Washington’a, ‘dostumuz Amerika'ya kendi mizi daha iyi anlatabilmek amacıyla' gönderdi; Fehira Adak’sn önem li konuları tartışm ası, işbirliğini artırması ve Amerikan politika belir leyicilerinin kuşkularını gidermesi bekleniyordu. E rbakan’ın laikleri ve ABD’yi memnun etme çabalan; partinin artık ılımlı olan yönetimi ile seçimleri kazanmak için dayanağı olan militan destekçileri arasındaki geniş uçurum nedeniyle, her İki cephe de de başarısız kalmaya mahkûmdu. Liderlik kadroları Anadolu bur juvazisinin -A nadolu kaplanlarının- 1980lerden beri elde ettiği ka zançlar sayesinde ılımlı ve merkezci oluyordu; ‘kaplanlar’ küreselleş menin faydalarından yararlanmak istiyordu ve bu ise yalnızca partile ri iktidardaysa mümkündü, ö te yandan, partinin alt kadroları bu yıl lar süresince yalnızca ekonomik zarara uğramış ve isteklerinde radikal kalmıştı. Erbakan radikalizme sahte bir bağlılık göstermeye devam ederken, İslâm î ortak pazar ve NATO’dan ve G-7 olarak bilinen Batı lı zengin devletlerin dışında onların etkisini azaltmak amacıyla kuru lacak bir İslâmî G -8 ’den bahsetmekten memnunluk duyuyordu. 1 9 9 7 Şu batın da, Ankara’nın Sincan ilçesinin Refah Partili bele diye başkanı, Kudüs’ün İsrail’den kurtarılması çağrısı yapmak üzere bir ‘Kudüs Gecesi’ düzenledi. İran büyükelçisi çağrılmıştı, büyükelçi la iklik karşıtı beyanlarda bulunarak Türkiye’de İslâmî hukukun kurul masını istedi. Aynı anda dinleyici grubu da İsrail’e karşı silahlı müca delede bulunan iki İslâmî grup olan Hamas ve Hizbullah lehinde gös teri yapmaktaydı. Türkiye’deki laik güçler başkente bu kadar yakın bu miting yüzünden çileden çıktılar ve generalle^ bir uyan olarak Sincan'a tanklar yolladı. Belediye başkanı tutuklandı, İran büyükelçisi istenme yen kişi (persona non grata) ilan edildi ve Refah Partısi’ne karşı bir so ruşturma başlatıldı. Refah Partisi, generallere İslâmî hareken engelle mek için bir bahane yarattı ve onlar da bu hrsan kullanarak yumuşak veya ‘postmodern darbe’ denebilecek bir eyleme gınşrikr.
2 1 0 yedinci bttUim
LAİKLER VE İSLÂMCILAR Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 günü Erbakan başkanlığında toplandı. Siyasi İslâm’ın Kürt milliyetçiliğinden bile daha tehlikeli ol duğu ilan edildi ve Erbakan yirmi maddelik bir önlem planını kabul et mek zorunda kaldı. Program, siyasal İslâm'ın etkisini, destekçilerini devlet mekanizmasından uzaklaştırmak ve generallerin 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ‘sol ideolojiler’in yayılmasının önüne geçebilmek için yaygınlaşmasına onay verdikleri imam-hatip okullarını engelle mek amacıyla tasarlanmıştı. Ağustosta zorunlu temel laik eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran bir yasa kabul edildi. Bu yasanın amacı siya sal İslâm’ın Türk alr ve alt-orta sınıf gençleri üzerindeki etkisini azalt maktı. Bu önlem, tüm Türkiye’de gösterilere sebep oldu, çünkü halkın belli kesiminin, çocuklarının kendi yönlendirmeleri doğrultusunda eği tim görmesini engelliyordu. Başbakan Erbakan’m konumu savunulamaz hale geldi ve 18 Haziran 1997'de istifa etti. Umudıı, Cumhurbaşkanı DemirePin Tan su Çiller'i başbakan ataması ve Refahyol hükümetinin devam etmesiy di. Fakat, Demire! görevi Çiller yerine Mesut Yılm az’a verdi ve Refah Partisi hakkında soruşturma açıldı. İslâmcılar partilerinin kapatılaca ğını anladılar ve böylece 1997’nin aralık ayında, Recai Kutan liderli ğinde Fazilet Partisi (FP) adında yeni bir parti kurdular; ocak ayında Anayasa Mahkemesi Refah Partisi’ni kapatarak, mallarına el koydu ve Erbakan ile partinin önde gelen yöneticilerine beşer yıllık siyaset yasa ğı getirdi. Her İslamcı parti kapatıldığında, halefi daha ılımlı ve daha az İslamcı olduğunu iddia ediyordu. Nitekim 1998 M ayısı’na gelindi ğinde Kutan, Erbakan’ın sert İslamcılığını terk etmiş ve artık NAT O ’dan çıkmaktan, İslâmî bankacılığı yerleştirmekten bahsetmez ol muştu. Islâmcılar’ın da orta yolcu politika hayatına katılmaya hevesli olduklarının bir gösterisi olarak, Atatürk’e saygılarını sunmak için Anıtkabir’e de gitti. Tüm bunlara rağmen, Fazilet Partisi de Haziran 2 0 0 1 ’de Ana yasa Mahkemesi tarafından kapatıldı, özellikle türbanı teşvik etme kampanyasıyla laik devlete karşı çıkma olayında oynadığı rol için kök-
on Jy. p a'îıtfr v» « / » s M f p »
nc*.. 211
tendinciliğin bir merkezi olarak tanımlandı. Temmuzda Erbakan taraf tarları Saadet Partisi'ni kurarken, ağustosta Fazilet Partisi içindeki re formcular» laik olduğunu iddia ettikleri Adalet ve Kalkınma Pamsi’ni (AKP) kurdular. A ncak, partinin lideri, İstanbul eski belediye başkam, halk arasında din kışkırtıcılığı yapmak ve laiklik ilkesini çiğnemek su çuyla hapse girm iş olan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan kısa süre de en popüler lider oldu ve anketler partisinin bir sonraki seçimleri ka zanacağını gösterdi. M esut Y ılm az’ın liderlik ettiği ve DSP ile DTP’nin de katıldığı koalisyon, Kasım 1 9 9 8 'e kadar sürdü. Yılmaz, muhalefetin yolsuzluk ve ‘m afya'yla ilişkilerini sorguladığı bir gensoru sonrasında istifa etti. Koalisyon hükümeti temmuzda seçimlerin 2 5 Nisan 1999’da yapılma sına karar vermişti. A ncak, yolsuzluk iddialarıyla zedelenmemiş ender siyasetçilerden Ecevir, 11 O cak 1 9 9 9 ’da bağımsızlarla, ülkeyi seçime taşıma görevini üstlenen kendi koalisyonunu kurmayı başardı. 15 Şubat’ta PKK lideri Abdullah Ö calan’ın Kenya’da ele geçirilmesi, ülkede ki havayı değiştirdi ve milliyetçilerin bir sonraki seçimlerdeki şansım artırdı. T ürkiye’de esmeye başlayan milliyetçi hava, Nisan 1999 seçim lerinde neden D em okratik Sol Parti ile Milliyetçi Hareket Partisinin en fazla oy aldığını açıklar. Sonuçlar bir siyasal deprem olarak görül dü: DSP ve M H P kazananlar olurken ANAP, DYP ve CHP yıkıldılar. Türkiye aşırı sağa yönelmişti. Her ne kadar İslâmcılar’ın oyları 1995’teki yüzde 19 seviyesinden yüzde 15,94’e düştüyse de, yerel se çimlerde çok başarılı olarak Türkiye’nin büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını kazandılar. Kürt yanlısı parti HADEP ise ulusal düzey de başarısız oldu am a Güneydoğu Anadolu’da Diyarbakır, Bingöl» Hakkâri, Siirt ve Şırnak kentlerinin belediye başkanlıklarını kazandı, Sonuçlar, M H P ’nin hükümete katılması durumunda çatışmanın ku tuplaşacağını gösteriyordu. Ecevit kendini ateşli bir milliyetçi olarak yeniden yaratmış ve solculuğunu bir kenara bırakmış, ote yandan MHP aşırı ınıliıyetçıİiğini ön plana çıkarm ıştı. Ecevic'in seçim başarısı solun başarısı değddt»
212 yedinci bflliım
Ecevit artık 1970’lerde yaptığı gibi sistemi değiştirmekten bahsetmi yordu; kendini Avrupa’daki solcu eğilimle de özdeşleştirmiyordu. Merkez sağ-ANAP ve DYP- çökmüşlerdi, çünkü seçmenler artık bu partiler ile liderleri hakkıııdaki yolsuzluk iddialarından ve bunlar ara sındaki didişmeden bıkmışlardı; ya İslâmcılar’a veya 1 9 9 9 ’da olduğu gibi milliyetçi sağa oy veriyorlardı. Seçmenlerin Çiller ve Yılm az’a kar şı öfkesi MHP’nin başarısını getirmişti. Bir sonraki koalisyon kurulduğunda, bunun görünüşte merkez solda yer alan DSP’den, merkez sağdaki ANAP’tan ve aşırı sağdaki MHP’den oluşması sürpriz olmadı. Hükümetin temel sorunu ekono miydi ve Ecevit, 30 Mayıs’ta ‘Ekonomimiz ciddi bir sorunla karşı kar şıyadır. Siyasal istikrarsızlık, dünya krizi ve 3 0 milyar dolar düzeyin deki dış borç ödemesi Türk ekonomisinin bir darboğaza girmesine ne den olmuştur. Ekonomiyi en kısa sürede canlandırmak zorundayız* di yordu. Teşhis başarılı görünüyordu, bu arada koalisyon İstikrar ve bir arada çalışma arzusu vaat ediyordu. İş dünyası hükümeti destekler ken, generaller de orduyu güçlendirmeye yöneldi. Silah sanayiine yatı rım yapılmasını istiyorlardı. Bu alandaki teknolojiyi ise İsrail’in sağla ması bekleniyordu. Gelecek on yıl içinde 150 milyar doların üzerinde yatırımla Türkiye bölgedeki en önemli askerî güç olacaktı. Türkiye’nin AWACS uçakları ve 561 helikopteri olacak, bölgedeki en büyük filoyu oluşturacaktı. Türkiye’nin ABD’deki büyükelçisi Baki İlkin silah atom larıyla ilgili bir soruya, ‘Ordumuzu daha büyük hareket kabiliyetine ve acil müdahale kuvvetlerine sahip olması için yeniden yapılandırıyoruz. Balkanlar’da, Kosova’da, Gürcistan’da iç sıkıntılarla, Kafkaslar’da krizlerle çevrilmiş durumdayız ve Irak’taki gelişmeleri izliyoruz’ ceva bını verdi. Yılların politikacısı Hüsamettin Cindoruk ise bunu ‘Türki ye askeri cumhuriyet görüntüsünden kurtulamadı’ diye tanımlıyordu. 17
Ağustos ve 12 Kasım 1999 meydana gelen depremler, Tür
kiye’nin ekonomik planlarını sekteye uğrattı. Devletin bu trajediye tepkisi o kadar sönük kaldı ki, insanlar depremlerin Türkiye’nin siya sal yaşamında bir dönüm noktası olduğuna inandılar. Sivil toplum fe lâkete enerjik bir biçimde karşılık verip, kendine yeterli ve iddialı hale
onlu,
wrtfl»T se
k u ırs« « *y **
gelirken, devlet zayıfladı. Fakat işin böyle gitmeyeceği anlatılıyordu; bunun üzerine devlet kendini yeniden güçlendirdi. Ama yine de hükü metin depremin yarattığı zararı karşılamadaki girişimleri zayıf kaldı. Bu arada belki ‘deprem diplomasisinden kaynaklanan, iki dışişleri ba kanı arasında bir dostluk yaratan Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişme olumlu bir sonuç doğurmaktaydı. Ancak iki hükümet arasındaki asıl sorunlar -E g e anlaşmazlığı ve K ıbrıs- halledilmeden kaldı. Üç partili koalisyon iyi çalışıyormuş gibi görünüyordu; ancak ortaklar Dem irel’e, döneminin bittiği 5 Mayıs 2000’den sonra İkinci bir dönem cumhurbaşkanlığı verecek şekilde Anayasa’yı değiştirme ko nusunda anlaşamadılar. Ancak aynı partiler Anayasa Mahkemesi Baş kam Ahmet Necdet Sezer’i Türkiye’nin onuncu cumhurbaşkanı olarak seçme konusunda ise görüş birliğine vardı. Sezer, Kürt hakları ve siya sal İslâm gibi konularda fikir özgürlüğü sunmak amacıyla 1982 Ana yasasının değiştirilmesi taraftan bir liberaldi. Serbest fikirliydi ve çoğu zaman kendini seçen partileri memnun etmeyen tutumlar takındı. 2001 Şu batın da, bu nitelikleri başbakanla bir kavgaya sebep olduTbu da Cumhuriyet tarihinin en ciddi ekonomik ve siyasal krizine yol açn. AB Ü YELİĞ İN İN A RTAN Ö N EM İ Avrupa Birliği’ne girmek hükümetin görevi olmuştu. Ekim 1999’da bir AB komisyonu, ‘Kopenhag Kriterleri’ olarak bilinen ve ekonomide re formu, insan hakları ve azınlıkların yani Kürtler’in korunmasını da içeren kriterleri yerine getirmek şartıyla Türkiye’nin üye adayı olarak değerlendirilmesini önerdi. Ayrıca koalisyon hükümeti IMF'nin yüzde 25 enflasyon oranını düşürmek ve bütçe açığını küçültmek için askeri harcamalarda kısıntı öngören acı reçetesini de kabul etti. Üç ortak, idam cezası konusunda harekete geçmek için önce Avrupa İnsan Hak ları M ahkemesi’nin Ö calan davastndakı kararını beklemeyi kararlaş tırdı. M HP lideri Bahçeli, partisindeki muhalefete ve Öcaian’ın damı na yönelik isteklere rağmen, Ecevit’in düşünce biçimini benimsemişti. Ancak, 21 Ekim 'de akademisyen-gazeteci Ahmet Taner Kışlalfmn öl dürülmesi demokratikleşmeye ve Avrupa’yla yakınlaşmaya bir darbe
2 1 4 yedinci bslüm
olarak düşünüldü. Geçmişte buna benzer cinayetler işlenmiş ve katil leri hâlâ yakalanamamıştı. AB’nin üyelik için koşullarını kabul etme konusu, liderlerin feda-
ı
karlıklarına rağmen koalisyonu böldü. Güçlü bir hükümet, AB bunları
j
istediği için değil, ancak reformlar Türkiye’yi demokratik bir topluma
■
dönüştüreceği, modern dünyayla aynı düzeye getireceği, toplumsal barış sağlayacağı gerekçeleriyle reformları uygulardı. Ancak, Türkiye’de böy le bir hükümet yoktu. Ülke, daha 1996’da üyelikle birlikte gelen önemli getiriler olmadan Gümrük Birliği’ne katılırken önemli özverilerde bulun muştu ki, üyelikte ki, o yüzden bu kadar hayatiydi. Anketler; halkın yüz de 60-70’inin AB’ye katılmaktan yana olduğunu ama Avrupa’nın Müs lüman Türkiye’ye bakışı konusunda karamsarlık taşıdığını gösteriyordu. Bir ‘Hıristiyan kulübü’ hiç Müslüman bir ülkeyi üye olarak kabul eder miydi? Buna askerlerin yanıtı değişiyordu: Bir emekli general AB üyeliği nin Türkiye tarihine karşı olduğunu, Kemalist devrimle çatıştığını söyler ken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu ‘AB’ye katılmak bir je opolitik ihtiyaçtır’ şeklinde görüş bildiriyordu. Generaller, AB’nin ordu nun Avrupa’da olduğu gibi sivillerin denetimine girme İsteğine karşıydı lar. Başbakan Ecevic bu nedenle TÜSİAD’ın Milli Güvenlik Kurulu’ndaki generallerin rolünü ortadan kaldırmak veya azaltmak yolundaki Öne risini reddetti. Büyük sermaye AB’ye katılmaktan yanaydı. Büyük serma yenin politik lobisi olan TÜSİAD da Türkiye’nin küresel pazarda reka bet edebilecek firmalara ihtiyacı olduğu inancından yola çıkarak banka ların ve şirketlerin birleşmeleri gerektiği konusunda ısrarcıydı. Ecevit’İn başbakanlığındaki koalisyon, hiç yoktan bir fırtına patlayıp Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi ortaya çıkana kadar, son beş yılın en uzun ve istikrarlı hükümeti olarak yirmi bir ay sürmüştü. 19 Şubat 2001’de Ecevit Cumhurbaşkanı Sezer’le, Sezer’in kendini kabinedeki yolsuzlukları görmezden gelmek ve soruşturmala rı engellemekle suçlayınca, bir kavgaya girişti. İddiaya göre koalis yonda yolsuzluk yaygındı ve kendisi yolsuzluğa bu laştırılm ayacak olan Ecevit, kabinesinde yolsuzluğa karışmış bakanlara göz yumuyor du. Başbakan toplantıdan ‘Bu ciddi bir krizdir’ diyerek öfkeyle ayrıl-
ordu, panter v t
'v»8o y vS ,,
« S
dı. Sözleri finans piyasalarında bir hareketlenme yalattı ve koalisyo nun dağılacağından endişe eden yatırımcılar yüzünden birkaç dakika içinde hisse senetleri yüzde 7 değer kaybetti. Faiz oranları neredeyse yüzde 3 .0 0 0 arttı ve M erkez Bankası yatırımcılar liradan kaçıp dolar ve euro’ya yatırım yaparken yaklaşık -döviz rezervlerinin beşte biri o la n - 5 milyar dolar kaybetti. Bu, yatırımcıların yatırımlarım alıp da ha güvenli piyasalara kaçm alarını sağlayan düzenlemelerin bir sonu cuydu. T ürkiye’nin m alî durumu bir süredir zayıftı ve Ecevit’in sözle ri zaten kopacak olan fırtınayı tetiklemişti. Kasım 2 0 0 0 ’de A nkara’ya 11,4 milyar dolar vermiş olan IMF duruma yeniden müdahale etti ve Dünya Bankası başkan yardımcıla rından Kemal Derviş, ekonomiden sorumlu bakan olarak, iktisadi ve malî reformları denetlemek üzere Türkiye’ye gönderildi. Hükümet Türk Hava Yolları, Petrol Ofisi, PETKİM , BOTAŞ, Vakifba.nk, TEDAŞ ve T E K E L gibi işletmelerini özelleştirmeyi kabul etti. Tüm bu özelleştirmelerden, eğer alıcı bulunabilirse, 10 milyar dolar civarında bir gelir bekleniyordu. Devam eden ekonom ik krizin, Ocak 2 0 0 0 ’de başlatılan istikrar programının ve IM F reçetesinin daha şimdiden toplumun büyük kesi mi üzerinde olumsuz etkileri olmuştu. Genel durum bu yeni krizle da ha da kötüleşti. İlaç firmaları Türkiye’ye ilaç ithalatını kestikleri için insanlar ilaçsızlıktan ölüyorlardı. Fabrikalar kapanıp durduğundan büyük işsizlik vardı ve küçük işletmeler, sıkı krediler, enflasyonu dü şürmek amacıyla yavaşlayan üretim ve yüksek vergiler arasında sıkışıp kalmışlardı. Bazı M H P ’li bakanlar ekonomik reformların uygulanmasını en gelleyince, işlerin yürümesi için Dünya Bankasinın baskı uygulaması ge rekti. Durumdan endişeli olan Milli Güvenlik Kurulu, ekonominin daha da kötüleşmesi durumunda bir toplumsal patlama olasılığını değerlen dirdi, Daha şimdiden zenginlerin savurganlığını eleştiren, ‘Yağmacılar burada, işçiler nerede?’ ve ‘Patronlar burada, işçiler nerede?' gibi slogan ların duyulduğu gösteriler düzenleniyordu. Ortada» koalisyonun krizi atlatamayacağı ve yeni seçimler için bir geçici hükümet kurulacağı soy-
lentiİeri dolaşıyordu. Sonuçta, 16 Temmuz’da Ecevit, geçici teknokratlar hükunıeti söylentilerinin demokrasiye güveni zedelediği ve piyasanın ko alisyonun IMF reformlarını uygulama becerisine olan güvenini sarstığı uyarısında bulundu. Ertesi gün, Kemal Derviş’e ve IM F reformlarına iti raz eden MHP’li Ulaştırma Bakam Enis Öksüz istifa etti. Türkiye’nin ekonomik sorunları için kısa vadeli bir çözüm yok tu, insanlar protestolarına ve acı çekmeye devam ettiler. Piyasalar ye niden düşmüş ve Amerikan doları 1,5 milyon lira seviyesine çıkmıştı. Asgarî ücretin 100 milyon lira olduğu ortamda, sendikalar dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının işçileri yoksulluk içinde yaşamaya zor layarak 797 milyon liraya çıktığını hesapladılar. Kasım ayında Türki ye’nin her yanından işçiler Ankara’ya yürüyerek ‘İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve savaş’ı protesto ettiler. Başbakanlık konutunun önünde üç çocuk annesi bir kadın ‘Açlıktan ölüyorum’ diyerek kendini yaktı. Kasım ayında hükümet ekonominin durumuyla ilgili bir rapor yayın ladığında, sekiz ay içinde 14.875 işyerinin bir milyon kişiyi işsiz bıra karak kapandığı görüldü. Aileler bölünüyordu ve suç oranı yükselmiş ti. Sendikaların araştırma raporu ayrıca zengin-fakir gelir dağılımı far kının büyüdüğünü, fakirleri ve işsizleri koruyacak bir sosyal güvenlik ağı olmadığını da gösteriyordu. 11 Eylül 200l'de New York’un İkiz Kuleler’i ile Pentagon’a ya pılan saldırılar, birdenbire Başkan Bush’un ‘teröre karşı savaş’ında Tür kiye’nin rolünü güçlendirdi. Türk hükümeti savaşa tereddütsüz katıldı ve Washington tarafından daha fazla krediyle ödüllendirildi. Türki ye’ye iyileşme programına destek olarak acilen ek bir 13 milyar dolar verilecekti. Ankara üslerini ve hava sahasını Amerikan askerî araçları na açtı, Ecevit ‘Amerika’nın Usame bin Ladin’e yönelik ikna edici ka nıtlar bulması bizi de ikna etmiştir’ açıklamasını yaptı. Hükümet, özel kuvvetlerden 90 kişilik bir birliği Afganistan’a göndermeyi kabul etti ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem ‘Bu sadece ABD’nin savaşı değil, Türki ye’nin de savaşıdır. ... Bu İslâm’a karşı bir savaş değil; terörizmin dini veya coğrafyası yoktur’ açıklamasını yaptı. Ecevit ‘Dost ve müttefik ül kelerin Türkiye’nin öneminin farkına vararak’ kredi başvurulan zama
217
nı geldiğinde ‘Türkiye'nin gereksinimlerini gözönüne alrraUn’nı isıed». Bu sırada, koalisyon A B’yi memnun etmek için reformlara de vam etmeye çalışıyordu. M eclis, toplum u liberalleştırmcye yönelik amaçlı otuz dört anayasa maddesi değişikliğini öngören bir paketi ete alıyordu; ancak idam cezasının kaldırılması, Kürtler’e yayın hakkj ve Kürtçe eğitim, generallerin ülke siyasetindeki gücünün kısılması gibi nazik konularda anlaşm a sağlanam adı. Mesut Yılmaz ve kabinedeki liberaller bu konuları desteklerken, Devlet Bahçeli’nin başında, bulun duğu M HP ve birçok general bunlara karşıydı. Liberaller, Türkiye’nin AB’den başka alternatifi olm adığını iddia ediyorlardı ancak Bahçeli ve aşırı sağ, idam cezasının kaldırılm ası, Kürtçe yayın ve eğitim gibi ko nuların Türkiye’nin bütünlüğüne karşı Türkiye’deki sözde AB yanlısı lobi ve AB görevlileri tarafından desteklenen bir komplo olduğu gerek çesiyle AB’ye karşı çıkıyorlard ı. B ahçeli’nin Anadolu’daki alt-orta sı nıf oylarından yana endişesi vardı, bunlar küreselleşmeden zarar gö rüp M H P ve İslam cılar gibi radikallere oy vermişlerdi. Bahçeli sonra ki seçimde de bunların oylarını garantilem ek istiyordu. Siyasal ve ekonom ik hayat, yetmiş yedi yaşındaki Ecevit 4 Ma yıs 2002 ’de aniden h astalan arak hastaneye kaldırılınca, olumsuz şekil de etkilendi. Ecevit’in hastalığı, görevden ayrılıp ayrılmayacağı, yerine kimin geçeceğiyle ilgili spekülasyonları bir kriz yaratn ve piyasalar bu na büyük bir düşüşle karşılık verdi. Ecevir 17 M ayıs’ta yeniden hasta neye kaldırıldı am a istifasının koalisyonun dağılmasına, erken seçim lerle tam ülke ekonom iye ve A B ’ye girmeye odaklanmışken bir siyası krize sebep olacağı endişesiyle istifa etmedi. Koalisyon felç olmuştu. Üç parti de erken seçim durumunda yüzde 10 barajını aşamayacakla rını ve parlam ento dışı kalacaklarını biliyordu. Kamuoyu araştırmala rı, İstanbul’un eski İslam cı belediye başkanı Recep Tayvıp Erdoğan'ın liderliğinde yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Parnsi’nin (AKPl erken seçim lerde favori olduğunu gösteriyordu. Bu dönemdeki tek parlak olay, haziran ayında T ü rk M illi Futbol Takım ının Diinya Kupası’nda yarı finale kadar çıkm ası ve kupayı kazanacak olan Bre»L ya’ya yenilerek üçüncü olm asıydı.
2 l 8 yedinci bolum
7Temmuz’da Devlet Bahçeli'nın 3 Kasım’da bir erken seçim ya pılmasını istemesi krizi tetikledi. Ertesi gün Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ve yine DSP’den üç bakan daha istifa ettiler. Başka bakanların ve milletvekillerinin istifaları, Ecevit eğer koalisyon M eclis’te çoğunlu ğa sahip olmazsa istifa edeceğini açıklayana kadar, devam etti. Dışiş leri Bakanı İsmail Cem de kabineden istifa edince, İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan’ın liderlik yapacağı ve ülkeyi merkez sağ partilerin (ANAP ve DYP) desteğiyle yönetecek yeni bir siyasi parti ku rulacağı söylentileri ortaya çıktı. Yeni parti aşın milliyetçileri saf dışı bırakarak AB’yi 12 Aralık 2002 Kopenhag zirvesi öncesinde tatmin edecek reformları gerçekleştirecekti. Ancak, 16 Ağustos’ta Ecevit, isti fa etmeyerek ülkeyi bir erken seçime taşımayı kabul etti. DSP muhalif leri iktidarı ele geçirerek AB ve IMF yanlısı bir koalisyon oluşturma manevralarında başarısız oldular. İstifa ederek gemilerini de yakmış lardı ve seçimlerde mücadele edecek yeni bir parti kurmaktan başka seçenekleri yoktu. Eski dışişleri bakanı İsmail Cem’in lideri olduğu Yeni Türkiye Partisi (YTP) 22 Temmuz’da kuruldu. Ancak, üçlünün en önemli ismi olan Kemal Derviş kendini partiye adamaktan vazgeçince, yeni parti yi güçsüz ve renksiz bırakn. Derviş, ağustosta istifa edip, merkez sağ dan da unsurlarla solda bir birlik gerçekleştirmeyi denedikten sonra, CHP’ye katıldı. Gelecek seçimlerde tek başına iktidara gelebilecek, 1990’lar boyunca Türkiye’yi rahatsız etmiş politik ve ekonomik kriz leri bitirecek politikalar uygulamaya muktedir bir hükümet çıkarta cak, ‘çağdaş sosyal demokrasi’ adını verdiği bir hareket yaratmak is tiyordu. Derviş, böyle bir hareketi oluşturmayı başaram ayınca YTP’nin de Türkiye’deki tüm partiler gibi başarısız olacağını gördü. Dolayısıyla da başarı şansı olan tek merkez sol partiye, CH P’ye katıl dı. Anketler, Deniz Baykal yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nın yüzde 6 ve AKP’nin ise yüzde 20 civarında oy alacağını öngörü yorlardı. Baykal 1999 seçimlerinde Parlamento’ya girmeyi başaram a mıştı ve 2002’de de bunu yapabileceği kuşkuluydu. Ancak, Derviş CHP’ye katıldıktan sonra kurulu düzenin medyası Derviş’i ve CHP'yi
Vü'j,
p i r it i * v t
'vt&i
j - ıs t '
**9
olabilecek en fazla şekilde desteklemeye başladı ve partinin muhtemel oy oranı ‘Kemal Derviş fak tö rü ’ sayesinde yüzde 6 ,9 ’dan yüzde 14, Ve çıktı. Öte yandan, A K P’nin oy oranı da yüzde 2 5 ’e yükselmişti, Bu gerçekle karşılaşınca, 18 EylüPde, iş dünyası adına konuşan TÜSİAD Başkanı Tuncay Ö zilhan, özellikle de Kemal Derviş ekonominin ba şında olursa, bir C H P-A K P koalisyonunu tercih ettiğini belirtti. Bu, burjuvazinin umuduydu: 3 Kasım seçimleri iki partili bir koalisyon oluşturacak ve böylece C H P de AKP’li ortaklarının ‘aşırıcı, îslitn ci eğilimlerini kontrol edebilecekti. 3 K asın id ak i seçim sonuçları büyük bir sürpriz yaram, çünkü AKP seçimlerden yüzde 3 4 oy ve hükümet kurmaya yeten sayının üze rinde, 3 6 3 sandalyeyle çıkm ıştı. Cumhuriyet Halk Partisi oyların yüz de 19’unu alarak 1 8 0 sandalye kazanm ıştı ve tek muhalefet partisiydi. Diğer partilerin tüm ü yüzde 10 barajının altında kalmışlardı ve dola yısıyla da ıMeclis’te temsil edilm iyorlardı. Seçmenler, sanki eski partJ li derleri Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Necm ettin Erbakan, Mesut Yıl maz ve Tansu Ç iller’i bir kenara atm ış gibiydi. İşadamı Cem Uzan'ın yeni kurduğu G enç Parti bile oyların sadece yüzde 7 ,2 ’sinı almıştı. Uzan’ın kampanyası profesyonel d an ışm an lara düzenlenmiş^ miting lerinde halka bedava konserler verilmiş, yiyecek dağıtılmış, Uzan’ın sahip olduğu medya kuruluşlarında çok propagandası yapılmıştı. AKP’nin ve lideri R ecep Tayyip Erdoğan’ın başarısının ardında ne yatıyordu? Eğer seçim sonuçlarına bakacak olunursa, seçmenler ye ni bir lider istiyorlardı am a yeni bir parti istemiyorlardı; dolayısıyla Erdoğan bu vasfa uyuyordu. Rakiplerinin çoğunun aksine sistemin içinden gelmeyen yeni rür bir liderdi, İstanbul’un kabadayılarıyla unlu bir semti olan K asım paşa’dan, mütevazı bir geçmişten geliyordu, çağ daş bir eğitime sahip değildi, bildiği bir yabancı dil yoktu. Ancak, ken dim İstanbul belediye başkanı olarak ve işlerin yapılmasını sağijvan bir siyasetçi kimliğiyle kanıtlam ıştı -v e bu arada dolar milyoneri oldu ğu söyleniyordu. Partinin sembolüydü ama tek lideri değildi, kurulu düzen tarafından baskı ve soruşturm alara uğruyordu. AKP’nin kökleri siyasal İslâm'da da olsa, liderlerinin çoğu iner-
2 2 0 yedinci bolüm
keze kaymış ve partilerinin, tıpkı Avrupa’daki H ıristiyan d em okratlar gibi Müslüman demokrat olduğunu ve laik dem okratik olduğunu be lirtmişlerdi. Kamuoyu araştırmaları, partinin desteğinin yüzde 51 kır sal, yüzde 49 kentsel ve destekçilerinin genelde erkekler olduğunu gös teriyordu. Ev kadınları (yüzde 17) AKP’ye oy verirken kentli çalışan kadınlar AKP’ye uzak duruyorlardı. AKP, kısa süre önce kurulan S a adet Partisi’nin aksine önceki İslamcı partilerin bir devamı değildi. Seçmenler, Türk siyasal İslâm’ının en önemli lideri N ecm ettin Erbakan FP’yi desteklemek için çok uğraşsa da, bu partiye sadece yüzde 2 ,5 oy vererek partiyi dışladılar ve bağımsız aday olan E rbakan da M eclis’e giremedi. AKP Anadolu’da ortaya çıkan m uhalif eliti temsil ediyordu ve sonunda iktidara gelmişti. Bu yüzden İstanbul’da yayım lanan S a b ah gazetesi, seçim sonuçlarını ‘Anadolu ihtilâli’ başlığıyla duyurdu. Parti hâlâ İslâmcılar’ın desteğine dayanıyordu, ancak sadece yüzde 2 2 ’lik bir azınlık şeriat isterken bunların yüzde 4 3 ’ü şeriata kar şıydı. Genelde şeriat korkusu toplumun yüzde l ’ine düşmüştü. AKP oylarının yüzde 2 7 ’sini FP’nin tabanından, yüzde 2 2 ’sini de diğer par tilerden aldı. Partinin geniş bir tabanı vardı ve onu ‘siyasal İslâm ’ın partisi olarak tanımlamak da, ‘tepki oyları aldığını’ söylem ek de yan lıştı. Süregiden ekonomik krizden, devasa işsizlik oranlarından, yükse len fiyatlardan endişeli seçmenler, güvenlerini İstanbul’u düzgün idare edebilmiş bir lidere emanet etmişlerdi, şimdi de Türkiye çapında da ya pabileceğini düşünüyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan hapis cezası nedeniyle milletvekili o la madığından Abdullah Gül 16 Kasım 2 0 0 2 ’de başbakan olarak atandı. Gül, Anayasa değiştirilip Erdoğan yerini alana kadar em anetçi başba kan olarak görüldü. Abdullah Gül 1950’de Kayseri’de doğmuştu. İstanbul Üniversitesi’nden bir iktisat doktorası vardı ve İngiltere’de okum uştu. İktisat dersleri vermiş ve 1991 ’de Refah Partisi’yle siyasete girmeden Önce Su udi Arabistan’da İslâm Kalkınma Bankası’nda çalışm ıştı. 2 0 0 1 Ağustosu’nda AKP’nin kurucu üyelerinden biri olmuştu. Belki de karizmatik Erdoğan’dan daha fazla deneyimli bir kişiydi.
™
2Zt
v- o vv> ; *
Gül hü küm eti, K ıb rıs’ın birleşmesi am açlı G enel Sekreter Kofi Annan’ın adıyla a n ılan B ir
K9«o«K rom*»
*i 1
leşmiş M illetler P lan ı; b aşk a bir tarih verilm eden
ö n ce
A ralık
2 0 0 4 ’te A n k ara’nın insan h ak ları karnesinin gözden g eçirile ceği AB üyelik so ru n u ; I M F ’yle müzakereler ve T ü rk iy e ’nin de vasa borcu; yurtiçind e ek o n o m i nin sorunları ve bu na bağlı işsiz lik ve yoksu llu k; insan h ak ları ve işkence; tü rb an kon usu ve ge nerallerin uyarısı; Irak ile A B D arasında
R ecep T ayyip Erdoğan’ın y ü t o e i jj, partisi AK^nm yü zd e j 4 gibi bir o y oranıyla seçimi ye n i v e faiklı görünüm e sahip bir tideft* ; kimi zam an rejimin klasik söylentinin dışına da çık sa, yin e de “ sistem in içinde* kalan b*/ sfyasai kuruluşun b aşarısı olarak değerlendirildi. Zamanla Türkiye’ nin siy a sa l yaşam ında abşd m şın d«şmda
(ABD’nin yoğun b ask ısıy la T ü r
bir ü slup geliştiren Erdoğan, bu yaroyU d e f t ik
A m e rik a n
o la s ı
"
sa v a ş
kiye
b ir
x tW n ı
tepkilere de m anı? k a t t.
b irlik le rin e
Irak’a geçiş hak k ı ta n ım ıştı) gibi b irço k g irift sorunla karşı karşıyaydı. Bu muazzam so ru n lar halledilm eyi bekliyorlard ı. Hüküm et ihtiyadı başladı. M ec lis’i ve k ab in ey i k o n tro l etseler de devleti, yani orduyu ve bürokrasinin tüm ün ü, k o n tro l etm ed iklerini biliyorlardı. Bu iki partili M e c lis oluşum unun 1 9 5 0 ’lerdekine benzer bir si yasal durum y aratm ası da m üm kündü. Bu ise Dem okrat P artinin Meclis’te ezici b ir ço ğu nlu ğa sah ip olm ası yüzünden her istediğini ya pabileceğini iddia ettiği bir ‘çoğu nlu kçu d em okrasi’ ortam ının oluşmasıydı. Bu, D em ok rat P a rti’yi d em okrasi dışı davranışlara yöneltmiş ve Mayıs 1 9 6 0 darbesin i hazırlam ıştı. A n cak , A K P geçm işten ders alm ı şa benziyor, bu yüzden m u h alefete ve halkın çoğunluğunu oluşturan laik kesime karşı soru m lu lu k içinde davranm ası gerekir. Ayrıca seç* inenlerin yüzde 4 5 ’i, yüzde 1 0 ’luk seçim b arajı nedeniyle temsil bile edilemediğinden hü küm etin m eşruiyetini zayıflatm aktadır. Başbakan G ül durum un farkınd a görünüyordu. Basma ilk açık lamasında ‘Gizli bir gündem im iz yok. Şeffatlığı ve sorumluluğu garan
2 2 2 yedinci btMnv
tilemek için uğraşacağım. ... Hiçbir sürpriz yapmayacağız. ... Seçkinci değiliz. Halk çocuklarıyız, halkın orta ve fakir kesimlerinden geliyo ruz. Önceliğimiz bu kesimlere biraz rahatlama sağlamak. Çok çalışa cağız. Öncelikle Devlet Güvenlik Mahkemeleriyle ve gözaltı süresiyle ilgileneceğiz’ diye konuştu. Ancak Abdullah Gül, Erdoğan’ın Meclis’e seçilmesi, başbakan ve parti lideri olabilmesi için Anayasa değişikliği yapılmasına kadar bekleyen emanetçi başbakan olarak görüldü. Dünya, Erdoğan’a sanki eş yöneticiymiş gibi davranıyordu. Erdoğan, dünyada çeşitli yerlere ger çek lider gibi görüldüğü ziyaretler yaptı, açıklamalarda bulundu. Ati na’yı, Kopenhag’ı, New York’u, \Vashington’ı, Moskova’yı ve Davos’u ziyaret etti; tüm bu yerlerde protokolle, kırmızı halıyla karşılandı. Ana yasa değişikliği Ocak 2003’te kabul edildi ve Erdoğan 9 Mart’ta Siirt ara seçimiyle parlamentoya girdi. Abdullah Gül 11 Mart'ta istifa etti ve Cumhurbaşkanı Sezer Erdoğan’ı yeni başbakan olarak atadı. Bu arada, 1 Mart’ta Türkiye’nin kurulu düzeni, Meclis Irak sa vaşında kuzeyden bir cephe açmak amacıyla Anadolu’da 62.000 Ame rikan askerinin konuşlanmasına yönelik hükümet Önerisini reddedin ce, hükümette bir sarsıntı yaşandı. Muhalefetle ortaklık içerisinde yiiz kadar iktidar partisi milletvekili tezkereye ret oyu verdi. Bu oy büyük bir sürprizdi, çünkü bir ay kadar Önce, 6 Şubat’ta Meclis ABD güçle rine Türkiye’deki üslerini modernize etme ve Kuzey Irak’a ağır malze me taşıma izni vermişti. Neredeyse herkes -medya, büyük iş çevreleri, generaller, siyasetçiler- Türkiye’nin ABD önderliğindeki koalisyonun aktif bir üyesi olacağını düşünüyordu. ‘Ödüller’ oldukça dikkate de ğerdi: kriz içindeki ekonomiyi ayağa kaldırmak için Amerikan malî yardımı, düşük faizli, uzun vadeli krediler; savaş sonrası Irak’m inşa sından alınacak işler ve savaş sonrası Irak’ta söz sahibi olmak gibi. Hükümetin yenilgisi iktidar partisinin derinden bölünmüş olduğunu gösterdi. Seçmenler, AKP’yi seçerek, eski siyasal kurumların çoğunu bir kenara itmiş ve Anadolu’nun bağrından bir yeni liderler nesline yol açmışlardı. Önceki parti yönetimlerinin aksine, AKP liderinin dediğini yapan, sıkıca kontrol edilen ve seçkinlerce yönlendirilen bir parti de
A i
ırd j. p w > ı y
w
r ^
“»
rv.A:
223
ğildi. Kamuoyunun fikrine duyarlıydı ve savaş karşıtı gösterilerin ret oyunda önemli bir rolü olmuştu. Bazı Türkler’in belirttiği gibi, bunun sonucunda demokrasi kavramı değişmişti. ABD İLE İLİŞKİLER VE AB Washington ile ilişkileri düzeltmeye dönük girişimlerinde Türkiye pek başarılı olamadı. Meclis Türk hava sahasını ABD’ye açmak konusun da anlaştı ve Türk askerinin Irak’a gönderilmesinde ise tartışmalar ya şandı. Ancak halk arasında Amerikan askerlerinin Irak a karşı sava şında Türkiye’nin üs olarak kullanılmasına izin verilmediği için Bush hükümetindeki şahinlerin Türkiye’yi cezalandırmak istediği yönünde bir şüphe hâkimdi. Ayrıca bu güvensizliğe dair daha derin bir açıkla ma da mevcuttu. Soğuk Savaş’ın ardından iki ülkenin çıkarları değiş mişti. Ankara, ABD’nın Kuzey Irak’ta Kürtlerin özerkliğine verdiği destek konusunda endişeliydi, çünkü böyle bir durumun Türkiye'deki Kürtler arasında ayrılıkçı eğilimleri besleyeceğini düşünüyordu. 4 Temmuz 2 0 0 3 ’te yaşanan Süleymaniye olayı da Türkiye’nin korkula rını doğruluyordu. Kuzey Irak’taki Amerikan kuvvetleri Türk öze! kuvvetlerinden 1 1 kişiyi, başlarına çuval geçirerek ve küçük düşürerek tutukladı. Ankara Washington’a nota verdi ve Türk subaylar serbest bırakıldı. Fakat Türk-Amerikan ilişkileri zarar görmüştü ve Pentagon yanlısı generallerin dahi “Amerikan kibiri” olarak tanımladıkları bu durum karşısında Amerika’yla ilişkiler soğudu. Süleymaniye olayının öncesinde bile hükümet AB’ye giriş müza kerelerine Türkiye’yi hazırlamak konusunda ordunun desteğini kazan mıştı. 30 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan, hükümetinin AB yolundaki ka rarlılığını vurguladı, ve “halkımıza ve ülkemize borcumuzdur," dedi. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükamt, ordunun AB için desteğini tekrar teyit etti ve “bu Atatürk'ün yoluydu ve biz de AB’ye karşı olamayız,” dedi. İki gün öncesinde Milli Güvenlik Konse yi insan haklarını ihlal eden yasaları değiştirmek ve Kûrtçenin özel ka nal yayınlarında kullanılmasına izin vermek konusunda anlaşmış ve AB’nin bazı taleplerini karşılamıştı. Ticaret, sanayi ve işadamları or-
224) yedinci bolüm
gürleri hükümete destek olmak için basında tam sayfa ilanlar vererek “6. uyum paketini ve Türkiye’nin AB üyeliği için atılacak tüm adımla* rı destekliyoruz”, dediler. Temmuz ayının başlarında Dışişleri Bakanı Londra'daki Royal İnstitute of International Affairs’e hitaben Türki ye’nin AB tarafından belirlenen Kopenhag kriterlerini karşılamak için kararlı ve devamlı bir reform programı uygulayacağını beyan etti. Da ha sonra yine Temmuz ayında “Turkish-US Relationship: Prospects and Perils” başlıklı bir konuşmayla muhafazakar düşünce kuruluşu [think-tankj Washington İnstitute of Near East Policy’ye hitap etti. Partisinin yönetimi altında eski elitlerin artık iktidarda olmadığını ve Türkiye’nin dışında bulunanların yeni bir ülkeyle karşı karşıya oldu ğunu belirtti. Reformlar siyasal manzarayı değiştiriyor ve daha de mokratik bir hale getiriyordu. AB’ye katılmak hükümetin gündeminin en üst sırasındaydı ve AB’nin diğer itirazlarını karşılamak üzere yedin ci reform paketinde MGK reforma tabi tutulacaktı. Türk-Amerikan ilişkileri konusunda ise çaba göstereceklerdi, çünkü her iki ülke de mokrasi, özgürlük ve piyasa ekonomisi gibi ortak değerler üzerine ku rulmuştu. Aslında Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkileri birbirini ta mamlar nitelikteydi. Meclis, 7. reform paketini muhalefet ve TÜSİAD'ın desteğiyle 31 Temmuz’da geçirdi. MGK’nın yapısı değiştirilmişti. Genel Sekreter bazı güçlerini kaybetmişti ve Başbakan tarafından atanacak, ataması da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanacaktı. Konsey her ay yerine iki ayda bir toplanacaktı ve sadece tavsiye niteliğinde kararlar çıkartabi lecekti. Askeri harcamalar sivil teftişe açık olacaktı. AB paketin geç mesinden memnun oldu, ancak diğer reformlar konusunda olduğu gi bi Türkiye’nin katılımıyla ilgili kararı vermeden önce yasaların nasıl uygulandığını görmek istedi. Kuvvetli ordu kıırumunun etkisi bu re formlarla azaltabilmiş miydi? Çoğunlukla bu reformların etkili oldu ğu konusunda bir görüş birliği olsa da, bazıları ordunun hâlâ istihba rat etkinliklerinin ve dolayısıyla devlet içinde bir devlet olan, siyasi otoritenin kontrolünün dışında ve hiçbir üst otoriteye karşı sorumlu olmayan “derin devletin” kontrolünü elinde tuttuğuna işaret ediyor-
otdu. CrS't'*' jp
:*&j jrf.*-. » 5
du. Başbakan Erdoğan'a ordunun rolüyle ilgili bir soruya, oldukça muğlak bir şekilde kağıt üzerinde N A TO ve AB standartlarıyla bir t.ır* olmadığı şeklinde cevap verdi. Washington ile ilişkilerdeki gerginlik devam etti ve 7 Kasım'da Irak yönetimi Türk askerlerinin topraklarına girmesini reddedıncc Anka ra Irak’a asker gönderme kararını rafa kaldırdı. Karara kuzeydeki Kürtler ve güneydeki Şiiler karşı çıkmıştı. Sünni üçgeni olarak bilinen bölge de bile, Felluce’nin valisi Türk askerlerinin işgalci olarak görüleceğim açıkladı. Bu koşullar altında Washington> Kürt müttefiklerine daha faz la güvenmeyi tercih ederek A nkara’nın kararını memnuniyetle karşıladı. 15
Kasım’da İstanbul’da gerçekleştirilen ve iki sinagogu, İngil
tere konsolosluğunu ve bir İngiliz bankasını hedef alan intihar eylem leri Türkiye'yi terörizme karşı bir cephe olarak Avrupa’ya daha fazla yakınlaştırdı. İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Ja ck Straw ve dönemin Al man Şansölyesi Gerhard Schröder, T ü rklen n saldırıları Türkiye’nin 11 EylüPü olarak tanım lamasıyla T ürkiye’yi hızla A B’yle bütünleştirmek ten söz etmeye başladılar. A nkara, AB ile giriş müzakerelerinin açmak ve Avrupa ve Ortadoğu arasında bir köprü olm ak konusunda daha da istekliydi; ki bu rol Soğuk Savaş’ın başlangıcından bu yana Avrupa’nın ve özellikle de İngiltere’nin T ürkiye’nin oynamasını istediği bir roldü. Bu yüzden Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Türkiye'ye res mi ziyarette bulunması siyasi açıdan önemliydi. 6 Ocak 2 0 0 4 ’te Turkiye’ye gelmeden önce Esad T ürk gazetecilere geçmişteki sorunları ge ride bırakmak istediği konusunda güvence verdi (Hatay’ın 1939'da Türkiye’ye katılmasını kastediyordu) ve Türkiye-Suriye sınırım bir kardeşlik sınırı olarak tanım ladı. T ürkiye’nin AB'ye üyeliğinin Suri ye’ye de faydalı olacağını, Suriye’yi A B ’nin sınırına getireceğini söyle di. Dahası, ne Türkiye ne de Suriye Irak bölünmesini ve bir Kurt dev letinin kurulmasını istiyordu. Yıl boyunca AB ile müzakerelere yönelik kampanya ivme ka zanmaya devam etti. Generaller K ıbrıs’ı yeniden birleştirmeye donuk Annan planı çerçevesinde çalışm ayı kabul ettiler ve Erdoğan da plumn tüm koşullarını 30 O c a k ta kabul etti. Kıbrıs'ın 1 M ayıs'u A BŞc ka
226 yed••-•vi bolüm
tılabilmesini sağlamak için Kofi Annan’a adanın her iki tarafında refe randum yapılması için tam yetki verildi. Ocak ayının sonunda Erdoğan’ın ABD ziyareti Türk-Amerikan ilişkilerindeki bazı çatlakların üzerini Örttü. Dışişleri Bakanı TürkAmerikan ilişkisinin artık sadece stratejik olmadığını, insan hakları ve demokratikleşmeye dayandığını belirtti. Türkiye’de bu durum, A nka ra’nın bölgede “ılımlı bir İslâm ülkesi” rolünü oynayarak demokratik “Büyük Ortadoğu Projesi” için bir model olup olmayacağı sorusunu gündeme getirdi. Birçok kişi bu rolün, İslâm dünyasında Amerikan he gemonyasını tesis etmek için Ankara’ya verdiği bir görev olduğunu dü şünüyordu. Fakat generaller ve entelektüeller Türkiye İçin “ılımlı İs lâm” fikrini reddetti. Ülke aynı anda hem İslâmi hem de laik olamazdı.Erdoğan da aynı fikirdeydi ve Türkiye’nin laik ve sosyal bir devlet olduğunu, laik bir devlet içinde de İslâmi bir devlet olamayacağını be lirtti. Başkan Bush’un “Büyük Ortadoğu Projesi” ve Türkiye’nin bu projedeki rolü tartışılmaya devam etti. 28 Mart 2004 yerel seçimleri iktidar partisinin konumunu güç lendirirken muhalefetin konumunu zayıflattı. AKP’nin oy oranlan yaklaşık rakamlarla yüzde 34’ten yüzde 4 3 ’e yükselirken, CH P’nin oy ları yüzde 19’dan yüzde 15’e geriledi. Hatta seçimin öncesinde, med ya muhalefetsiz bir iktidar sorununu tartışıyordu. Sorun seçimden sonra daha ciddi bir hal aldı. Fakat araştırmacılar Türkiye’yi gerçekte kimin yönettiğine, seçimlerin iktidarı kazanan partiye verip vermediği ne veya hükümetin devleti gerçekten kontrol edip etmediğine dair önemli sorular sordu. Başbakanlığının ilk dönemlerinde Erdoğan’ın partisinin iktidar olduğunu ama muktedir olamadığnı söylemesinden bu soruları her zaman anladığı belli oluyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi devletin kontrolünü kazanmaya çalışıyordu ve yavaş yavaş bu nu başarabilecek gibi görünüyordu. KIBRIS HEP GÜNDEMDE 24 Nisan’da Kıbrıs’taki referandumlarda Türk toplumu adanın birleş mesine yüzde 65’lik bir oranla evet derken, Rumlar yüzde 7 6 ’lık bir
ordu, M ' r ; * '
**
s*, 22J
oranla birleşmeyi red detti. B u d u ru m A B k arşısın d a A n k ara'n ın elim güçlendirdi, fakat hü k ü m et A B k rite rle rin i k a rşılay ab ilm ek için v id a l a r geçirmeye devam e tti. 2 6 E y lü l’de M e c lis ceza y a n s ın d a A B « a n
dartlarına ulaşm ak için k ap sam lı refo rm la rı ta m a m la d ı. Yasanın vak. laşık 350 maddesi d eğiştirilerek son d ö n em lerin en rad ikal va.sa d e r i şikliği yapıldı. Yeni y asad a işk ence ve n am u s cin ay etlerin e karşı a p r cezalar, yolsuzluğa k arşı d ah a sert y a p tırım la r ve ifad e özgürlüğü azc rinde daha az k ısıtlam a bu lu n u y ord u . Z in a y ı yasad ışı saym ava y ön e lik yasa üzerindeki ta rtışm a A vru pa’d a T ü rk iy e n in laikliğim k o ru m a ya dair kararlılığı k on u su n d a şü p he u y an d ırd ı. Y aygın bir desteğe ra ğ men AB’nin itirazlarını g id erm ek için y asad an vazgeçildi. Ekim avında AB Komisyonu T ü rk iy e ’nin siy asal k riterleri yerine getirerek üyelik önündeki ilk grup engeli başarıy la aştığ ın ı ifad e etti ve katılım m üza kerelerinin başlam asını ön erd i. N ih a y et 1 7 A ra h k ’ta A B T ü rk iy e’nin üyeliğini koşullu o la ra k kabu l etti ve k atılım m ü zak erelerin in açılış t a rihi olarak Ekim 2 0 0 5 ’i belirled i.
Liberal basın görüşmelerin “ yeni bir Avrupa ve yeni bir Türkiye” yaratacak uzun bir yolculuğun başlangıcı olarak gördü. Ama aynı za manda, bazı Avrupa ülkelerinin sürekli olarak Türkiye’nin karşılaması m istedikleri talepler ortaya atarak Türkiye'nin yolunu tıkamaları nede niyle milliyetçi bir tepki de ortaya çıktı. Bu nedenle muhalefet parrsleru özellikle de CHP sosyal dem okrat kimliğini korumak yerme ınıHivetçı ve muhafazakar bir kimliğe bürünüyordu. AKP de partinin başörtüsü nü üniversiteler gibi kamusal alanlarda serbest bırakma ve Imam-Hanp liselerinden mezun olanlar için daha fazla iş olanağı yaratma konuiannda hayal kırıklığına uğrayan radikal İslamcı kanadını yabacilattıran kendi politikalarından etkilendi. Diğer yandan, Türkiye'deki laik «üç ler Erdoğan’ın parti yandaşlarını bürokrasi kademelerine doldurup dev lette kadrolaşmaya giderek, toplumu îslâmlaştırmaya donuk gı/i» bir gündemi olduğundan korkuyorlardı. Erdoğan’ın Aralık 200> re .ılki>i satışlarına kısmi bir yasak getirmesi de bu korkuy u pekiştirdi. Sezer’in dönemi 2 0 0 7 ’de bittiğinde, mevcut mtxl«>ın Erdugau * yeni Cumhurbaşkanı olarak seçeceğine ilişkin tartışmalar Utk «juçîcn
2 2 8 yedinci bolüm
harekete geçirdi. Çıkış yolu olarak da AKP'yi böyle bir çoğunluktan yoksun bırakacak bir erken seçim yapmaktı. Erdoğan ise erken seçim düşüncesini değerlendirmeyi reddetti. Vatan gazetesi tarafından yapı lan bir ankette (17 Ocak 2006) AKP’nin % 2 9 .9 ’luk bir oy oranına ulaşacağı saptandı; bu oran da Cumhurbaşkanını seçmek için yeter sizdi. CHP’nin % 14, DYP’nin % 13 ve M H P’nin % 11,5’lik bir oy oranı yakalayacağı tahmin ediliyordu. Haziran ayında Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, iktidar partisine karşı sağ ile solu birleştirerek bir koalisyon oluşturmayı amaçlayan bir kampanya başlattı. Bu kam pan ya prensipte hoş karşılansa da, hiçbir parti lideri katılmayı kabul et medi ve “küçük havuzda büyük balık” olarak kalmayı tercih etti. Bugün, Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, siyasal yaşam ku tuplaşmış ve gergin bir hal almaktadır. Erdoğan partisinin gerilimi dü şürecek bir aday göstereceğini açıkladı ama şimdiye kadar böyle bir taahütte bulunmadt. Aynı zamanda hükümetinin reform programında bir gevşeme olmadığını söyledi, ancak partisi, sağın sürekli olarak ya zarların görüşlerini Özgürce söylemelerini taciz yoluyla engellemek için kullandığı 301. maddeyi değiştirmeyi başaramadı. Ağustos 2006’da gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırması yeni bir mecliste en az dört partinin yer alacağını ve hiçbir partinin bir ko alisyondan kaçınmak için gerekli olacak % 4 0 ’lık orana ulaşamayaca ğım gösterdi. AKP’nin % 30 civarında oy toplayacağı ve bunun da AKP’yi, DYP gibi bir sağcı partiyle koalisyon kurmaya zorlayacağı tahmin ediliyor. Ancak Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse AKP’de, da ha önce Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığına yükseldiği dönemde ANAP’ta, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olduğunda ise D Y P ’de görülen türden bir gerileme yaşanacağı düşünülüyor. Bununla birlikte, Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı seçilmesi de sivil-asker iliş kileri açısından iyiye işaret değil. Büyükanıt çeşitli meselelerde daha sert bir tutum benimseyen bir şahin olararak tanınıyor; aynı zamanda katı bir laik ve Özellikle köktendinci tehdidin bu kadar büyük olduğu bir dönemde ordunun gerici İslamcı hareketlerle mücadele etmesinin anayasal bir görev olduğuna inanıyor.
O 'i J j,
ti'.*"*' ,*
<
■/.’• 229
Ok u m a O n e r I l e r I
Metin Heper, Ayşe Öncü ve Heinz Kramer (der.), T u rkey a n d îh e W est, i.o*vJra: 1 B Tauris, 1993, Tosun Arıcanlı ve Dani Rodrik, T h e P o litical E c o n o m y o f T u rkey: D eb t, A d ’utîmeni and Sustainability. Londra: Macmillan, 1990. Jenny White, Islamist M obilization in Turkey, Seartie: Umversity o f Vashingron Press, 2002. Sencer Ayata ve Ayşe Güneş Ayata, “Religious Communıties, Secubrısm and Scturity in Turkey", N eıv Frontiers in M id d le E ast Security , der. Lenere Marrm, New York: Palgrave, 2001, s. 107-26. Sencer Ayata ve Ayşe Güneş Ayata, “Ethnicity and Securiry Probiems m Turkey ', Neıv Frontiers in M iddle E ast Security, der. Lenore Martın, NVw York: Palşrave, 2001, s. 127-50.
Osmanlı imparatorluğu (1300-1923) 10 7 1 1095
Malazgirt Savaşı sonunda Anadolu’nun kapılan Türklere açıldı. Birinci Haçlı Seferi.
1207 12 19
Selçuklular Bizans egemenliğindeki Antalya'yı ele geçirdiler. İran’ ı İstilaya başlayan Moğollar, fethettikleri İran'da 1256 yılmdan 13 3 6 yılına kadar hüküm sürecek olan llhanlı Oevleti’ni kurdular ve
12 6 1-13 0 0
Anadolu'ya yöneldiler. Batı Anadolu'da Menteşe, Aydın, Saruhan. Karesi ve Osmanlı beylik leri kuruldu.
Osman Gazi (1268-1326) Orhan Gazi (1326 -1359) 13 2 6 1331 13 3 6
Bursa fethedildi ve Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti oldu. İznik (Nikaia) fethedildi. İran'daki Moğol devleti sona erdi.
1345
Karesi Beyliği topraklarının büyük bölümünün fethi OsmanlIlara Av rupa yolunu açtı.
13 5 4
Gelibolu ve Ankara ele geçirildi.
I. Murat (1359-138 9) 13 6 1 13 6 3 -136 5 *371-1373 13 8 5 13 8 6 1389
Edime (Adrianopolis) fethedildi ve sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’ nin ikinci başkenti oldu. Güney Bulgaristan ve Trakya'ya doğru genişleme. Bizans’a karşı Çirmen Zaferi ile Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyeti ta nındı. Sofya fethedildi. Karamanogullan yönetimindeki Konya fethedildi. Kosova Savaşı (20 Haziran) sonucu Balkan ittifakı yenilgiye uğradı.
I. Bayezid (Yıldırım), (1389*1402) 1396 Niğbolu (Nikopolis) Savaşı’yla Haçlılar bozguna uğradı. 1402 Ankara Savaşı’yla Beyazit’in imparatorluğu Timur tarafından yıkıldı. 140 2-1413 Fetret Devri: Beyazit'in oğullan arasında yaşanan ve I. Mehmed’in ik tidarı ete geçirmesiyle sonuçlanan iç savaş. I. Mehmed (14 13-14 2 1) İç savaştan sonra yıkılan devlet düzenini yeniden kurdu.
2 3 4 toonotolr
n. Murat II (1421*1444 / 1446-145*) 1423-1430 Selânik’i ele geçirmek için yapılan Osmanlı-Venedik savaşları. 1425
İzmir ele geçirildi ve Batı Anadolu yeniden fethedildi.
1439 1444
Sırbistan ilhak edildi. Varna Savaşı: Osmanlılar Balkanların kontrolünü yeniden kazandılar.
1448
İkinci Kosova Savaşı
II. Mehmed
(Fatih) (1444-1446 / 14 5 1- 14 8 1)
1453
İstanbul’un fethi.
1459
Mora fethedildi.
1461
Trabzon Rum İmparatorluğu ortadan kaldırıldı.
1463-1479
Osmanlı-Venedik savaşları.
1467
Karamanoğulları Beyliği ele geçirüdî.
1475
Kırım'daki Ceneviz kolonileri ele geçirildi.
II. Bayezid (14 81-1512) 1485-1491 1493
Mısır’ daki Memlûk Devleti'yle savaş. Ispanya'dan kovulup OsmanlI'ya sığınan Yahudiler, önce İstanbul d a
1499-1503
Venedik'le savaş.
ha sonra da Selanik’te matbaa açtılar.
1. Selim t (Yavuz) (1512-1520) 15 14
Safevî hükümdarı Şah İsmail Çaldıran Savaşı'nda bozguna uğratıldı.
1516
Doğu Anadolu ve Suriye ele geçirildi.
1517
Mısır’ ın fethi Mekke şerifi Osmanlı egemenliğini kabul etti.
I. Süleyman
(Kanunî/Muhteşem) (1520-1566)
15 2 1
Belgrad ve Rodos (1522) fethedildi.
1526
Mohaç Savaşı sonunda Macaristan Osmanlı vesayetine girdi.
1529 1534 1 5 3 7 15 4 0
Birinci Viyana Kuşatması. Safevî yönetimi altındaki Tebriz ve Bağdat ele geçirildi. Venedik’le savaş.
153 8 15 4 1
Portekizlilere karşı Hindistan’ da Diu Adası civarında deniz savaşı. Macaristan ilhak edildi.
1553-1555 1565
Safevîler'le savaş. Malta kuşatması.
*35
II. Selim (15 6 6 -157 4 ) 1567
Ermeni toplum u m atbaa kurdu.
1569
Tunus'un fethi v e ticareti geliştirm ek amacıyla fran sa’ya k a ^ ’ lıa syonlar verildi.
15 7 1
Kıbrıs fethedildi, aynı yıl Inebahtı Savaşı'n d a Osmartf» donarn*.a*
157 3
Venedik v e Kutsal Roma-Germen Imparatortuğu’yla banş yap^c*-
bozguna uğradı.
III. Murat ( 15 7 4 -15 9 5 ) 1578-1590
Azerbaycan ilhak edildi.
1580
Ingiltere’ye k apitü lasyon lar verildi.
158 4-1592
D evalüasyon v e büyüyen nüfus baskısı enflasyon v e sosyal ya yol açtı. İstanbul’ d a 15 8 9 yılında 'Beylerbeyi Vakası’ diye ad s^ d ınlan Yeniçeri İsyanı çıktı.
1593
Avusturya’ya karşı s a v a ş.
III. Mehmed ( 15 9 5 -16 0 3 ) 159 8
A n ad olu'da bir Cetalî isyanı çıktı; 16 . yüzyılın başlannda patlak veren
1603
Avusturya’y a karşı yapılan Haçova Meydan Muharebesi güçlükle ka
bu isyanlar 1 7 . yüzyıl ortalarına kadar sürdü. zanıldı. 1603-1639
Osmanlı-lran savaşları.
I. Ahmet (16 0 3 -16 17 ) 1606
Avusturya’ yla barış yapıldı.
1609
A n adolu'daki Celalî Isyanları’ nı bastırmak için girişimlerde butafruitfu.
16 12
Hollanda’ya kapitülasyon imtiyazı verildi.
II. Osman (16 18 * 16 2 2 ) 1618
İran’la yapılan barış sonucunda Osmanlılar Azerbaycan’ı kaybetti.
1621
Lehistan üzerine sefer (Hotin Seferi) düzenlendi.
16 22
Genç Osman öldürüldü.
I. Mustafa ( 16 1 7 - 1 6 18 / 1 6 2 2 - 16 2 3 ) IV. Murat (16 2 3 -16 4 0 ) 1623
Kardeş katlinin son u ; Şehzade İbrahim Osmanlı Hanedan»*'*r, ^ y a t ta kalan tek şehzad esiyd î. Hanedanın geleceği tehMu?ve jw ö # n d e « İdam edilm edi, ancak sarayd a kapatıldığı mahbesinde s e V 1.*? bir yaşam sürdürm esine izin verildi. Safievfler Bağdat^ «Je geçı>3»-
'3 6
kroneloiı
1624-1628
İstanbul ve Anadolu'da isyanlar.
16 27
Osmanlı Rumları matbaa kurdular.
16 37 1638
Don Kazakları Karadeniz'de bulunan Azak Kalesi’ ni ele geçirdiler. Osmanhlar Bağdat’ı Safevîler'den tekrar geri aldılar.
İbrahim (1640-1648) 1642
A2ak Kalesi tekrar ele geçirildi.
1645-1669
Osmanlı-Venedik savaşları. Girit Seferi.
1648
Sultan İbrahim öldürüldü.
IV. Mehmed IV (1648-1687) 1648-1651 1649-1655
Devlet yönetimi IV. Mehmed’ in babaannesi Valide Kösem Sultan'ın elinde. İstanbul'da anarşi; yeniçeriler İstanbul'u kontrol ederken âyan da Anadolu'yu kontrol altına aldı. Kösem Sultan öldürüldü. Venedik’ in Çanakkale Boğazfm ablukası devam etti.
1656-1661
İmparatorlukta düzeni yeniden kuran Sadrazam Köprülü Mehmed Pa şa dönemi.
1661-1676 1663
Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa dönemi. Osmanlı-Avusturya Savaşı.
1669
Venedik'le barış antlaşması imzalandı. Girit Adası OsmanlIlara geçti.
1672*1676
Lehistan'la (Polonya) yapılan savaşlarda, 16 7 2 'd e Bucaş (Buczacz), ı676 ’da da Zuravno (2orawno) antlaşmaları imzalandı.
1676*1683
Sadrazam Kara Mustafa Paşa dönemi.
1677-1681
Ukrayna'nın ele geçirilmesi amacıyla Rusya’yla savaş.
1683
İkinci Viyana Kuşatması.
1684
Avusturya. Lehistan ve Venedik, Osmanlılara karşı Kutsal Ittifak’ı oluşturdular.
1686
Budin düştü. Rusya ittifaka katıldı; Venedikliler Mora'yı işgal ettiler.
1687
İkinci Mohaç Savaşı; İsyancı askerler IV. Mehmed’ i tahttan İndirdiler.
II. Süleyman (1687-1691) 1688
Avusturya Belgrad’ı ele geçirdi.
1689 1689-1691
Avusturya'nın Kosova'ya ilerlemesi; Ruslar Kırım'da. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı; reformlar gerçekleştirdi ve 1690 yılında Belgrad’ ı Avusturya'dan geri aldı.
II. Mustafa (1695-1703) 1696
Rusya Azak Kaİesi’ni ele geçirdi. OsmanlI’ nın Macaristan’da karşı sal dırısı.
r£ _
1697
Zenta'da Osmanlı bozgunu.
1697-1702
Am cazade Hüseyin P a şa ’ nın sadrazamlığı.
1699
Karlofça A n tlaşm asıyla Osmanlı-Avusturya arasındaki ilişkide b *rd $' nüm noktası gerçekleşti. Artık Osmanlılar savunm aya geçtiler v e Av rupa tehlikesini ciddiye alm aya başladılar.
1700
R usya'yla barış yapıldı.
170 3
Askerlerin isyanı sonucu II. M ustafa tahttan indirildi.
III. Ahmet (Lale Devri) ( 17 0 3 - 17 3 0 ) 1709
Osmanlılar İsveç Kralı XII. KarPın (Demirbaş Şar!) sığınma teklifini Ka bul etti.
17x1
Rus Çan I. Petro (Büyük) Prut Savaşı'n d a bo2guna uğratıldı. Bu a/a da, Mısır v e 5 uriye eyaletlerinde isyanlar çıktı.
17 13
Rusya’yla yapılan antlaşm a sonunda Azak Kalesi geri alındı.
1714 -1718
Venedik ve Avusturya’ yla yapılan savaşlar sırasında Belgrad kaybe
1718 -1730
Damat İbrahim P a şa ’ nın sadrazam lığı.
1718
Avusturya ve V enedik'le Pasarofça Antlaşm ası imzalandı.
dildi.
17 2 3 -17 2 7
Osmanlı-lran Savaşı.
17 2 7
Macar asıllı İbrahim Müteferrika ilk matbaayı kurdu. Ancak, muhafa zakârların tepkisi nedeniyle m atbaa 17 4 3 yılında kapandı ve 178 4 yı lında tekrar açıldı.
172 9
Kont Alexandre d e B onneval [Humbaracı Ahmet Paşa} İsimli bir Fran sız subayı, Osmanlı ordusunun Humbaracı Ocağı’ nı modernleştirmesi İçin İstanbul'a d a vet edildi.
1730
Patrona Halil İsyanı: III. Ahmed tahttan indirildi ve la le Devri sona erdi.
I. Mahmud (17 3 0 -17 5 /1) 1730 -1736
İran’ la yapılan s a v a ş sonucu Azerbaycan kaybedildi.
1736 -1739
Rusya v e Avusturya’yla s a v a ş.
1739
Rusya v e Avusturya’yla yapılan ban ş antlaşm ası sonucu Belgrao g e ri alındı.
1740
Rusya’ya karşı Osm anlı-lsveç ittifakı.
1743-1746
Osmanlı-lran Savaşı.
III. Osman (17 5 4 -17 5 7 )
U a n o 'd i'
III. Mustafa (1757*1774) 1768-1774 Osmanlt-Rus Savaşı. 1768 Baron de Tott Osmanlı ordusunu modernleştirmek için İstanbul’ a geldi. 1773
Mısır isyanı.
I. Abdülhamid (1774*1799) 1774 Ruslar karşısında bozguna uğrayan Osmanlı Devleti Küçük Kaynarca Anttaşması'nı imzaladı. Kırım ve Karadeniz’ in kuzey kıyıları bağımsız lık kazandı. Çariçe Katarİna İstanbul’ daki Ortodoks Kİlisesİ’ nİn koru 1783
yuculuğu hakkını elde etti. Rusya Kınm Hanlığı’nı ilhak etti.
1784
Matbaa tekrar açıldı.
1787 1788
Rusya’yla savaş. İsveç Rusya’ya savaş İlan etti.
H1. Selim (1789-1807) 1769 Fransız Devrimi. 1792 1798-1801
1801 1804 1805 1807
Yaş Antlaşması imzalandı. Napoleon, Osmanlı eyaleti Mısır'ı İşgal etti. 11. yüzyılda başlayan Haç lı Seferlerimden beri ilk kez Önemli bir Islâm toprağı bir Hıristiyan güç tarafından işgal edildi. 1815 yılında özerklikle sonuçlanacak Sırp Isyanı’ mn başlangıcı. Rusya, Ermenistan ile Kuzey Azerbaycan’ ı ilhak etti. Mehmed Ali Paşa Mısır eyaletinde vali olarak göreve başladı. Böyle ce, 1952 yılına kadar sürecek bir hanedan kurulmuş oldu. lll. Selim gericiler tarafından öldürüldü ve reform programı da yeni çeri İsyanı sonucu sona erdi.
IV. Mustafa (1807*1808) II. Mahmud (1808-1839) 1808 Padişah ile âyan arasında Sened-i İttifak imzalandı. 1812 Bükreş Antlaşması. 1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı’nın başlangıcı. 1826 II. Mahmud, Yunan ayaklanmasını bastırmada başarısız olan ve zayıf lığı ortaya çıkan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırdı; bundan sonra ye ni bir düzen kurmak İçin reformlar gerçekleştirdi, 1828 Rusya, Osmanlı Devleti’ ne savaş açtı.
«•M M -
*
y/tr-^7.
V
1829
Rusya ile Edime Anlaşm ası imzalandı. Büyük güçler Yunar KraHjğs'rt
1832
Mehmed Ali P a şa ’ nın kuvvetleri Konya’ da yapılan savaşta OsmaHu
kurdular. ordusunu yendiler. 1833
İstanbul’da Rusya’ nın etkisini zirveye çıkaran Hünkâr İskete* A-.tiay
1838
Ingiliz-Osmantı ticaret sözleşm esi (Baltatimanı Antlaşması) «mparator-
ması İmzalandı. lukta serbest ticaret düzenini başlattı. 1839
Nizip Savaşı. II. Mahmud’ un ölümü.
AbdOlmecit (18 39 -18 6 1) 1839
Tanzimat Fermanı olarak da bilinen Gülhane H attı Hümayunu Via re
1853-1856
Osmanlı, Ingiltere ve Fransa ile Rusya arasında Kırım Savaşı.
1856
Islahat Fermanı ilan edildi. Paris Antlaşm ası. Sultan, ‘Avrupa siy asal
1858
İmparatorluktaki özel mülkiyeti tanıyan ara2i kanunnamesi yürürlüğe
form programı yürürlüğe kondu.
kültürel ve ekonom ik yörün gesi’ ne girmeye zorlandı. girdi. AbdÖlaziz (1861 - 1676 ) 1868
Kızıl Haç’ ı model alan Osmanlılar Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ni kurdular.
1870
Rum Ortodoks K ilisesin d en bağım sız olan Bulgar Kilisesi’nin kurul
187$
6 Ekim: Osmanlı m âliyesi iflasını istedi.
1876
Tahttan çekilm eye zorlanan Sultan Abdülaztz intihar etti.
İstanbul’ da G alatasaray Lisesi açıldı. masına padişah tarafından izin verildi.
II. Abdülhamid (1876*1909) 1876
3 1 A ğ u stos: Ruh sağlığı bozuk olduğu ilan edilen Sultan V. Murat'ın yerine Abdülham id tahta geçti. Büyük güçlerin temsilcileri, Osmanfc İmparatorluğumda yapılacak reformları görüşmek için İstanbul'da Tersane Konferansı’ m düzenledi. 2 3 Aralık 18 7 6 tarihinde ilk anaya sa ilan edildi.
1877
19 Mûrt: Osmanlı parlam entosu toplandı. 2 4 N isan: Rusya, 18 7 5 yılında B alk an lard a başlayan isyanları destek lem ek için O sm anlı'ya sa v a ş ilan etti.
*878
Şu bat: A n ayasa rafa kaldınldı. 3 Mart: Rusya’yla yapılan s a v a ş A yastefanos Antlaşması V a sona er di. Osmanlı Devleti büyük tavizler verm ek zorunda kaldı.
2*0
k r o n o lo ji
Haziran: Ayastefonos Antlaşm ası Berlin Kongresi’nde yeniden göz den geçirildi ve Osmanlılar lehine değiştirildi. 18 8 1
Osmanlı mâliyesini yeniden düzene koym ak için Düyun-ı Umumiye
1885
Bulgaristan Doğu Rumeli eyaletini ilhak etti.
1897
Girit isyanı sonucu çıkan savaşta Yunanistan mağlup edildi.
İdaresi kuruldu.
1898
18 Ekim’ de Alman imparatoru II. VVilhelm'in ziyareti başladı. İmpara tor kendisini M üslüm anların dostu olarak ilan etti.
1908
Çıkan askerî isyan sonucu 23 Temmuz günü anayasa yeniden yürür
1909
İttihad ve Terakki Cemiyeti’ ni ortadan kaldırmak için 13 Nisan (31
lüğe kondu. Mart) günü düzenlenen ayaklanm a başarısız oldu. Adana'da Avrupa m üdahalesi sağlam a amacıyla Ermeniler katledildi. Abdülhamid taht tan indirildi. V. Mehmed (Reşat) (19 09 *19 18) 1 9 11 19 12
Trablusgarp’ta İtalya’yla savaş. İttihad ve Terakki Cemiyeti’ nin liderlerine karşı muhafazakâr askerî müdahale başarısızlıkla sonuçlandı.
19 12 -19 13
Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti hezimete uğradı.
19 13
îttihadçıiar 23 Ocak günü iktidarı ele geçirdiler.
191A
Nisan ayında hükümet, yerel Kürt aşiretlerinin saldırılarından korun maları için Bitlis vilâyetindeki Ermeni topluluğuna silah dağıttı ve a s kerî birlikler gönderdi. Temmuzda. Meclis ‘ Ermeni’ vilâyetlerinde reform yapacak olan Avrupalı genel müfettiş ile maiyetinin m aaş v e harcamalan için 40.000 sterlinlik Ödeneği onayladı. 2 A ğustos: Avrupa’ da savaşın başlam asından sonra Almanya’yla giz li antlaşma imzalandı.
19 15
Yıl içinde gerçekleşen Gelibolu harekâtı v e Rusların Doğu Anadolu’yu işgali Osmanlı İmparatorluğumun varlığını tehlikeye soktu. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında savaştan sonra Osmanlı Devleti’ nin nasıl paylaşılacağını belirleyen gizli antlaşm alar imzalandı.
19 16
Haziran: Hicaz’ da Arap isyanı başladı; Ingilizler Filistin ve Irak'a iler
19*7
Rusya’ da Mart ve Kasım devrimleri Osmanlılar üzerindeki baskıyı azalttı.
19 18
y o Ekim: Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında ateşkes antlaş
ledi.
ması İmzalandı.
0
cr-.a ,-... •T
.5<:»1
i'; $ £ »
2^1
V). Mehmed (Vahdettin) (19 18 -19 2 2 ) 1919 26 Morf: Italyanlar Yunanlılar”dan Önce davranıp Antalya’ya asker ç ı kardılar. 1 5 M oy/s:
Yunan ordusu İzmir'i işgal etti.
19 M ayıs: Mustafa Kemal Sam sun’ a çıktı ve Kurtuluş S a v a ş a n b aş langıç işaretlerini verdi. 28 Haziran: İşgallere karşı direnişi örgütlemek için Balıkesir Kongre si düzenlendi. Bunu diğer bölgesel kongreler (23 Temmuz'da Erzu rum ve 4 Eylül’ de Sivas) takip etti. Erzurum v e Sivas k o n g r e le r d e delegeler, Anadolu’ nun Türkler’ e ait olduğu konusunda anlaştılar 1920
18 Mart: Osmanlı Parlamentosu İstanbul’ da son defo toplandı ve İn giliz faaliyetlerini protesto ettikten sonra süresiz olarak ertelendi. 2 3 Nisan: Ankara’ da açılan Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'i b aş kan seçti. to Ağustos: Anadolu’yu parçalayan Sevr Antlaşması imzalandı. Milli yetçile re reddedilen bu antlaşm a hiçbir zaman yürürlüğe konmadı.
1921
20 Ocak: Millet Meclisi Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nu kabul ederek ye ni devletin kuruluşuna işaret etti. 16 Mart: Milliyetçiler Sovyetler Birliği’yle dostluk antlaşması imzaladı.
1922
9 Eylül: Milliyetçiler Yunan ordusunu bozguna uğrattıktan sonra ızmir'e girdiler. 1 Kasım: Millet Meclisi saltanatı kaldırdı ancak halifelik kurumu de vam etti. Son Osmanlı sultanı Vahdettin bir İngiliz savaş gemisiyle ül keden kaçtı.
Türkiye C um huriyeti (1 9 2 3 -2 0 0 6 ) 1923
S N isan: M ustafa Kem al Halk Fırkası’ nın kuruluşunu ilan etti. P a r t in adına daha son ra ‘Cumhuriyet* kelim esi de eklendi. Cumhuriyet Hask Fırkası (CHF) oldu. 2ii Tem muz: Lozan Antlaşm ası imzalandı v e Türkiye Devleti 1 3 Ekim : Ankara yeni Türkiye'nin başkenti ilan edHdi. 2 9 Ekim : Türkiye Cumhuriyeti kuruldu v e M ustafa Kemal cumhufbaşkanı seçildi.
1924
3 Mart: Halifelik kaldırıldı v e Osmanlı hanedanı yurtdtşma sü ^ ıd o Bu, m uhafazakâr m uhalefet için bir yenilgiydi. Devlet, Örgütlü Isilm't kontrol etm eye başlad ı. 37 Kasım : M ustafa Kem al’e muhalifler. Terakkiperver Cumhuriyet f«fkası'nı kurdular.
1925
i Ş u b a t: Şeyh S a it önderliğindeki Kürt aşiretleri Cumhuriyet rejimine karşı ayaklandılar. 3 Haziran: T erakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve muhalefet dağıtıldı. B öylece M ustafa Kem al, devleti ve toplumu laikleştirmek için radikal reform programını başlatabildi. 2 5 K asım : Fes ya sak lan d ı v e ‘Şa p k a Kanunu' yürürlüğe girdi. 3 0 K asım : T e k k e v e zaviyeler kapatıldı. 1 7 Aralık: Sovyet-TUrk Dostluk Antlaşm ası imzalandı (19 35 yılında yi nelendi).
1926
37 Ş u b a t: Kadınlara eşit m edenî haklar veren laik Medenî Kanun yü
*927
2 8 Ekim : Cum huriyetin ilk nüfus sayımı gerçekleştirildi (13,6 miiyon).
1928
10 N isan: ‘ Devletin dinini’ Islâm olarak belirten madde anayasadan
rürlüğe girdi. Bunu takiben 1 Mart günü Ceza Kanunu kabul edildi.
çıkarıldı. 1 Kasım : Latin alfabesinin kabulüyle Cumhuriyet, kültürel ve entelek tüel Osmanlı geçm işinden ayrıldı. 1 930
3 Nisan: Kadınlara yerel seçim lerde oy verme hakkı tamnd». 12 A ğu stos: M ustafa Kemal Serbest Cumhuriyet Fırkası'nm kuruluşu na izin verdi, ancak parti taşkınlık hareketlerine mesnet olmaya baş layınca 17 Kasım tarihinde feshedildi. 2 3 Aralık: Türkiye’ nin batı bölgesinde bulunan Menemen'de Istâmcf kalkışma bir asteğm enin (Kubilay) öldürülmesiyle sonuçlandı. Su olay, rejimin ideolojisini tekrar gözden geçirmeye sevk etti.
19 3 1
10 -18 M ayıs: CHPnin kurultayında ‘ altı ok\ [cumhuriyetçilik, /niîöyet* çilik, halkçılık, laiklik (din üzerinde devlet kontrolü), d evletçik « kitapçılık] rejimin ideolojik programı olarak kabul edildi.
k ro n o lo ji
1932
19 Şubat: Rejimin ideolojisini ülke genelinde yaym ak ve öğretmek için Halkevleri kuruldu. 6 Temmuz: Türkiye Milletler Cemiyeti’ ne katıldı ve Batı’yla yeniden birleşti. 26 Eylül: Yeni ulusun dilini Arapça ve Farsça’ dan arındırmak üzere Bi rinci Türk Dil Kurultayı toplandı.
1933
30 Ocakı Hitler Almanya’da iktidara geldi.
1934
9 Şubat: Türkiye, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan Balkan Paktı’nı imzaladılar. jo
Haziran: Iran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye’ye geldi.
2 î Haziran: Soyadı Kanunu kabul edildi. 26 Kasım: Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal’e, Atatürk soyadını verdi; paşa, bey, hanım, gazi gibi tüm Osmanlı unvanlarını ve rütbe lerini kaldırdı. 5 Arolık: Türk kadınlarına milletvekili seçm e ve seçilme hakkı tanındı. 1935
25 Ocak: İstanbul’daki Ayasofya Camii restore edildi ve müze olarak açıldı. 2 Ekim: Mussolinî’ nin Habeşistan’ ı işgali üzerine Türkiye Batı Anado lu’ya yönelik Italyan planlarına dair kaygı duym aya başladı. 7 Kasım: SSCB İle Türkiye arasındaki Dostluk ve Saldırmazlık Antlaş ması on yıllığına yenilendi.
1936
8 Haziran: Lokavt ve grevleri yasaklayan, taraflar arasındaki sorunla rı zorunlu olarak tahkim yoluyla çözen yeni İş Kanunu kabul edildi. 17 Temmuz: Ispanya’da iç savaş; Türkiye, cumhuriyetçileri destekledi. 20 Temmuz: Türkiye’ nin Boğazlar*! silahlandırmasına olanak tanıyan Montreux Sözleşmesi imzalandı. 2 5 Ekim: Roma-Berlin ortaklık antlaşm ası İmzalandı. 25 Kasım: Almanya İle Japonya arasında Komünist En ternasyon ali
1937
karşı bir antlaşma imzalandı. 5 Şubat: Anayasanın ikinci maddesi ‘Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır' şeklinde yeniden dü zenlendi. Mart-Eylül: Kürt aşiretlerinin İsyanı bastırıldı. Moyıs: Fransa, Hatay’ın ayrı bir statüye sahip olmasını kabul etti. 5 Temmuz: Türkiye Hatay’ ı kendisine katmak için harekâta başladı. 8 Temmuz: Türkiye, Afganistan, Iran ve Irak’ la Sadabat Paktı’ m im zaladı. 1 Kasım: Atatürk İsmet İnönü'nün yerine Celal Bayar*ı başbakan ola rak atadı. Bu gelişme, CHF içinde devletçilere karşı bir hareket ola rak görüldü.
*45
1938
10 K asım • Uzun süredir devam eden hastalığı so n ra * Atatürk 11 Kasım : İsmet İnönü oybirliğiyle cumhurbaşkanı seçildi. 26 Aralık: Cumhuriyet Halk Partisi’ nin olağanüstü kurultayında Atatürk partinin ‘kurucusu v e ebed î lideri’ , İnönü ise 'milli ş e f ilan edikîi. 2 8 Aralık: İnönü Atatürk ve Kemalizm’e karşı muhalefetle uziaş*ra politikasını ortaya çıkardı.
19 39
12 Ocak: Mart 19 2 5 tarihinden beri Atatürk'ün dışişleri bakanı oUn
;
v e Ingiliz dostu olarak tanınan Tevfik Rüştü Aras, Londra büyükelçi-
j
ligine atandı. 1 S O cak: Çıkarılan Mitli Korunma Kanunu hükümete ekonomiyi dü zenlem ede büyük yetkiler verdi. j6 M art: Genel seçim ler sonucu birçok sadık Kemalist Meclis dışı ka lırken, bir grup esk i m uhalif de M eclis'e girdi. 8 M ayıs: Alm anya’yla bir ticaret antlaşm ası İmzalandı. t2 M ayıs: Ingiltere ile Türkiye Akdeniz bölgesindeki olası bir savaş veya çatışm a olasılığına karşı karşılıklı yardım v e dostluk deklarasyo nu imzaladı. 2 9 M ayıs: İnönü M edİs’te muhalefet olarak hareket edecek Müstakil Grup’ un oluşum una İzin verdi. 2 3 Hoziran: Türkiye İle Fransa saldırmazlık antlaşm ası imzaladı; Fran sa Hatay’ ın Türkiye’ye verilm esini kabul etti; 29 Haziran günu Haîay Türkiye’ye katıldı.
|
2 3 A ğ u stos: Alm an-Sovyet Paktı imzalandı. Türkiye için bu p akt ola-
:
sı bir faşist saldın tehlikesine karşı üçlü garanti olasılığının sona er-
j
diği anlam ına geliyordu.
i
1 Eylül: Almanya Polonya’yı işgal etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı.
|
Türk dışişleri bakanı görüşm e için M oskova’ya gitti, ancak hiçbir te-
;
minat alam adı. Ingiltere ile Fransa Almanya’ya savaş ilan ederken,
i
Türkiye tarafsızlığını duyurdu.
i
17 Ekim: Türk hükümeti, M oskova'nın 19 36 Montreux Sözleşmesi’ ni
, j
değiştirm e arayışında olduğuna inanıyor. 19 Ekim: On b eş yıl sürecek lngiliz*Fransız-TQrk Karşılıklı Yardım ve
j j
ittifak Antlaşm ası Ankara’da imzalandı. ı Kasım: Cumhurbaşkanı İnönü, Türkiye'nin tarafsız kalacağını itan eder-
} |
*940
ken, Ingiltere ve Sovyetler Birliğiyle dostluklarının süreceğim belirtti. Ş u b a t: Stokçuluğu ve vurgunculuğu önleme amacıyla çıkarılan
\
‘ Milli Korunma Kanunu' uygulamaya konuldu,
j :
2 8 Ekim: Faşist İtalya Yunanistan’a saldırdı. Türkiye'nin desteğ' Ingifctere açısından çok daha hayati hale geldi. Bu arada. Hitier îurkiye’Rin
i
aleyhine olacak ödünler vererek Statin’i elde etmeye çaliŞfvordu.
onolw
1941
28 Şubat: Hitler İnönü'ye yazdığı mektupta, Türkiye’ nin çıkarlarının Avrupa’da yaratmakta olduğu ‘ yeni düzen’ İçinde bulunduğunu be lirtti. Mektup Ankara’ da olumlu karşılandı. 24 Mart: Türk-Sovyet Karşılıklı Tarafsızlık Deklarasyonu imzalandı. 18 Haziran: Almanların Balkanlar*! ele geçirmesi sonrası Almanya’yla bir saldırmazlık paktı imzalandı. 22 Haziran: Almanya Rusya’ya saldırdı. Bu durum, Almanların Anado lu'yu işgal edeceği korkusunu azaltırken, pan-Türkçü aktiviteleri can landırdı. 26 Haziran: Ezanın Arapça yerine Türkçe okunmasını öngören kanun kabul edildi. Kanun 16 Haziran 19 5 0 tarihinde yürürlükten kaldırıldı. 9 Ekim: Berlin’ le ilişkileri tekrar yakınlaştıran Türk-Alman Ticaret Ant laşması imzalandı. Daha sonraki aylarda. Türk generalleri Almanlar'ın misafiri olarak Rus sınırında bulunan Doğu Cephesî’ ni dolaştılar. 7 Aralık: Japonlar Pearl Harbor*da bulunan ABD Pasifik Donanma sına hava akını düzenledi. Bunun sonucunda ABD sava şa katıldı. Hitler 11 Aralık günü Amerika Birleşik Devletleri’ ne s a v a ş ilan etti.
1942
11 Kosım: Alman ilerleyişinin cesaretlendirmesi sonucu hükümet, Türki ye'deki gayri-Müslimlere karşı ayrımcılık yapan Varlık Vergİsİ’ ni çıkardı.
1943
2 Şubat: Uzun süren kuşatmanın ardından Alman ordusu Stalîngrad’da teslim oldu. Bu gelişme, hem savaşın hem de Türkiye’nin iç ve dış politikasının dönüm noktalanndan birini teşkil etti.
1944
j 7 Mart: Varlık Vergisi yürürlükten kaldırıldı. 18 Mayıs; Hükümet, siyasi değişimini gösterm ek için Sovyet karşıtı Türkçüler hakkında soruşturma açmaya başladı.
1945
7 Mayıs: Almanya teslim oldu. 7 Hoziron: Bir grup Cumhuriyet Halk Partisi üyesi siyasi liberalleşm e nin uygulanması için bir önerge verdiler. Aynı gün, M oskova Kasım ayında sona eren Dosttuk Antlaşması’ nın yenilenmesi için Türk-Sovyet sınırında değişiklik yapma ve Boğazların ortak savunulması şart larını öne sürdü. 7 Temmuz: işadamı Nuri Demirağ Milli Kalkınma Partisi’ ni kurdu. 6 Eylül: Hükümetin ekonomi politikasını liberalleştirmesi yönünde baskı yapmak amacıyla bir ABD Kongre heyeti Türkiye’yi ziyaret etti. 21 Eyliih Adnan Menderes ile Fuat Köprülü CHP'den ihraç edildiler. i Kosım: Cumhurbaşkanı İnönü ciddi bir muhalefet partisinin oluşu mu çağrısı yaptı. 3 Aralık: 28 Eylül günü CHP milletvekilliğinden istifa eden Celal B a yar. yeni bir parti (Demokrat Parti) kurmak için CHP üyeliğinden de istifa etti.
4 Aralık: Hükümete yönelik eleştirilerde bulunan Tan gazetesi. dev let görevlilerinin örgütlediği bir kalabalık tarafından tahrip Olayın gerçekleştiği tarihte İstanbul sıkıyönetim altındaydı. 7 O cak: Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat K'oçrjlü tarafından Demokrat Parti kuruldu. 5 -7 N isan: So vyet baskısına karşı Türkiye’ye desteğinin bir sembolü olarak, ABD M issouri zırhlısı İstanbul’u ziyaret etti. 5 Haziran; İki dereceli seçim yerine tek dereceli seçime izin veren ya sa yürürlüğe girdi. 2 1 Tem muz: DP’ nin örgütlenm e fırsat bulamadan ve devlet aygıtlar»nın baskısı altında düzenlenen erken genel seçimler, CHP’ nin zaferiy le sonuçlandı. 2 2 A ğ u sto s: Türkiye, Sovyetler’ in Boğazların savunm a» içm müşte rek hareket etm e teklifini reddetti. 4 Aralık: Sıkıyönetim altı ay daha uzatıldı. 1 2 M art: S o v yet saldırganlığına karşı Türkiye ile Yunanistan’a ABD desteğini öngören Truman Doktrini İlan edildi. Türkiye, Soğuk Sav a ş ’a girdi. 1 2 Tem muz: İnönü kendisini tarafsız bir cumhurbaşkanı ilan etti ve DP'nin meşruluğunu destekledi. Sertlik yanlısı Öaşbakân Recep Peker ise 9 Eylül günü istifa etmek zorunda kaldı. 1 A ğ u sto s: Soğuk S a vaş devam ettiği sırada ABD başkanı Kongre’yi Türkiye’ nin tümüyle silahlandırılmasının Ortadoğu açısından önemE olduğu yönünde bilgilendirdi. 9 Mart: Türkiye ve Iran İsrail’ i tanıdı. 14 M ayıs: Demokrat Parti genel seçimleri ezici bir çoğunlukla kazan dı ve Adnan M enderes 22 Mayıs günü yeni hükümeti kurdu. 2 5 Temmuz: Demokrat Parti Kore’ye asker göndermeye karar verdi. 18 Şu ba t: Türkiye ile Yunanistan NATO’ya üye oldular. 2 Mart: NATO Başkomutanı General Eisenhovver Türkiye’ye geldi. 2 9 M ayıs: İstanbul’ un fethinin 500. yıldönümü kutlandı. İlk defa oiarak yapılan bu kutlama, Kıbrıs nedeniyle Yunanistan’la artan gerilim ve neo-Osmanlıcılığa yönelik bir değişimdi. 2 M ayıs: Genel seçimler sonucu Demokrat Parti büyük bir zafer ka zandı. Bu sonuç, partinin halk tarafından onaylandığını gösterirken, partinin baskıcı tavrı da bu sebeple arttı. 2 0 A ğustos: İngiltere egemenliğindeki Kıbns’ın bağımsızlığı ve Yuna nistan'la birleşmesini desteklem ek amacıyla Atina’da dev bir miting düzenlendi. 28 Mayıs günü Başbakan Adnan Menderes. Yunaristan’ ın Kıbrıs’ ı hiçbir zaman elde edemeyeceğini iian etti.
24 Şubat: Irak ile Türkiye arasında Bağdat Paktı imzalandı. Iran, Pakistan ve Ingiltere de daha sonra pakta katıldı. Demokrat Parti, Türkiye’nin bölgede Batı'mn lehine önemli bir rol oynadığına inanryor. 6/7 Eylül: İstanbul ve İzmir’ de hükümet tarafından kamuoyunun Kıb rıs konusundaki duyarlılığını göstermek amacıyla desteklenen Yunan karşıtı şiddet eylemleri gerçekleşti. Kontrolden çıkan olaylar hükümet için büyük sıkıntılar yarattı. 29 Ekim: İsrail birlikleri Süveyş Kanalı’ na doğru saldırıya geçti. 31 Ekim'de Ingiltere ile Fransa kanalın kuzey kısmını işgal altına alarak olaya müdahale etti. 3 1 Ekim: Macaristan’da Sovyet egemenliğine karşı ayaklanma çıktı. 27 Ekim: Demokratlar erken genel seçimleri kazandılar, ancak bozu lan ekonomi ve Başbakan Menderes’ in gittikçe artan antidemokratik davranışları nedeniyle oy oranı sarsıcı bir oranda düştü. 26 Mayıs: Hükümete karşı komplo kurdukları gerekçesiyle dokuz or du mensubu hakkında dava açıldı. Bu olay. Silahlı Kuvvetler içinde ki siyasi uyuşmazlığın ilk işaretiydi. 14 Temmuz: Irak’ta gerçekleşen askerî darbe sonrası monarşi yıkıldı ve Bağdat Paktı sona erdi. Pakt daha sonra CENTO (Central Treaty Organization (Merkezî Antlaşma Örgütü]) adını aldı. 20 Temmuz: Beyrut’a çıkarma yapan ABD deniz piyadeleri Türki ye’deki İncirlik’! (is olarak kullandılar. 8 Ağustos: Hükümet gerçekleştirilen devalüasyon sonucu Türk lirası nın değerini yüzde 321 oranında düşürdü. IMF'nin istikrar programı yürürlüğe kondu ve 359 milyon ABD doları kredi alındı. 17 Şubat: Başbakan Adnan Menderes Kıbrıs'la ilgili olarak düzenle nen bir konferansa katılmak üzere gittiği Londra'da uçağı düştü. Menderes'in kazadan sağ olarak kurtulması bir mucize olarak görül dü ve itibarını artırdı. 19 Şubat: Türkiye, Yunanistan ve Ingiltere arasında imzalanan Lond ra Antlaşmasıyla 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti için ilk adım atıldı. 3 1 Temmuz-. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’ na üyelik için baş vuruda bulundu. 28 Nisan: Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirilen öğrenci olaylarına karşı sıkıyönetim ilan edildi. Ordu siyasi arenaya girdi ve hükümet her türlü siyasi Faaliyeti yasakladı. 27 Mayıs: Ordu bir darbeyle DP hükümetine son verdi ve Milli Birlik Komitesi (MBK) olarak adlandırılan bir cunta aracılığıyla ülke yöneti
mine devam edildi. DP 2 9 Eylül günü kapatıldı v e üyeien a ra y a n / , ihlâl ettikleri gerekçesiyle m ahkem e önüne çıkarıldı. 1 3 Kastım
S iya sal İktidarın sivillere tekrar iadesine karşı çıkan
MBK’ nin on dört radikal üyesi tasfiye edildi. 2 1 Ş u b a t Adalet Partisi kuruldu. Bunun yanı sıra kurulan 1 0 parti 2 s Mart günü siyasi ya şam a tekrar b aşlam ak için hazırlıklara başladılar. 11 Temmuz: 9 Temmuz’d a gerçekleştirilen referandumun ardından y e ni liberal a n ayasa MBK tarafından kabul edildi. 16 *17 Eylül: MBK, Adnan M enderes, Fatin R. Zorlu, Haşan Polatkan’ ı astı. Askerler M enderes’ i, etkisini yok etm ek am acıyla idam etti. 15 Ekim: Yapılan g en el seçim ler, 19 6 5 yılına kadar bir dizi değişik ko alisyon hükümetlerinin oluşturulm asına neden oldu. Bu tarihte yap ı lan seçim lerde çoğunluğu kazan an A dalet Partisi ise kabineyi tek b a şına kurdu. 2 1/2 3 Ş u b a t: 19 6 0 rejiminin sonuçlarından rahatsız olan genç su bay' ların darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 20 /21 M ayıs: Talât Aydem ir'in ikinci d arb e girişimi d e başansızlıkla sonuçlandı ve bu sefer asılarak idam edildi. 4 Haziran: ABD B aşkanı lo h n so n B aşb a k an İnönü'ye gönderdiği m ektupta, e ğ e r Türkiye K ıb rıs'a m üdahaled e bulunursa ve bu yü z den M osko va’yla karşı k arşıya g e lirse NATO'ya güven m em esi konu sunda uyardı. K ıbrıs'ta iki toplum arasın d a m eydan a gelen şiddet, 19 5 9 Londra A n tla şm a sın ın koşullarını felç etti. Bunun yanı Sıra, lohnson m ektubu. Özellikle 1 3 Ocak 19 6 6 tarihinde kam uoyu tara* fından öğrenildikten so n ra , T ü rk iye'd e anti-Am erikan tepkileri bü yüdü. 3 0 Haziran: 2 8 Kasım 19 6 4 tarihinde AP gen el başkanlığına seçilen Süleym an Demirel, CHP tarafından benim senen ‘ ortanın so lu ’ politi kasını ‘komünizme giden bir yol* olarak tanım ladı. Sa ğ ve sol arasın daki kutuplaşm a keskinleşti. 10 Ekim: Genel seçim leri kazanan A dalet Partisi, koalisyon hükümet leri dönem ine son verdi. 2 0 Aroiık: So vyetler Birliği Dışişleri 8ak an ı A lek sey Kosigir. Türki y e'y e yaptığı ziyarette 19 6 5 yılından beri iş ilişkilerinin geliştiğini belirtti. 2 0 2 1 N ison: Yunanistan’d a Albaylar Cuntası iktidarı ele geçirdi ve demokratik hüküm ete son verdiler. ABD uzun süre sadece Türki ye'deki üslere bel bağlam ak zorunda kalm aktan kurtuldu. 5 Haziranı İsrail ile Arap devletleri arasın da gerçekleşen Attı Gün S a vaşı, İsrail'in ezici zaferiyle sonuçlandı.
I
O KCoMoji
29 Kasım: Türkiye ile Yunanistan’ ın savaşmaları, Türkiye'nin müda hale tehdidiyie karşı karşıya gelen Rum güçlerinin Kıbns'ta bulunan Türk köylerinden (ekilmesi üzerine önlendi.
1968
29 Moyıs: Fransa’da general De Gaulle, 1 3 Mayıs’tan beri Paris’ i fel ce uğratan öğrenci gösterilerini dağıtmak için parlamentoyu feshetti. Fransa öm efi, Türkiye’deki sol görüşlü öğrencileri etkiledi ve daha militan hareket etmelerine yol açtı. Öğrenciler NATO’ya ve Türkiye’nin A8D'yle ittifakına karşı gösterilere başladılar. 15-24 Temmuz: ABD 6. Filosu’ nun İstanbul lim am ’ nı ziyaret ettiği günlerde gösteriler yapıldı ve sık sık şiddet olaylan meydana geldi. 20 Ağustos: Sovyetler Birliği ‘Prag Bahan’ na son vermek amacıyla Çe
1969
koslovakya'yı işgal etti. Sovyet müdahalesi Türkiye'deki solu böldü. 16 Ocok: Orta Doğu Teknik üniversitesi’ ni ziyareti sırasında ABD Bü yükelçisi Robert Komer’İn makam arabası Ankara'da öğrenciler tara fından yakıldı. Bu olay, artan şiddetin bir işaretiydi. Sağ kesimde, Al bay Alparslan Türkeş'in neofaşist partisi 'komandolar' olarak adlan dırdıkları kişileri eğitiyorlar. 16 Şubat: ABD 6. Fllosu'na karşı İstanbul'da yapılan gösteriye polisin yardımı ile sağcı militanlar saldırdı. ‘ Kanlı Pazar* olarak adlandınlan bu olay sonucu iki genç öldü, yaklaşık İki yü2 kişi de yaralandı. Gençler arasındaki şiddet 12 Mart 19 7 1 askerî müdahalesine kadar sürdü.
1970
26 Ocok: Konya'dan bağımsız milletvekili olarak Meclis’e giren Nec mettin Erbakan, Milli Nizam Partisi’ ni kurdu. Bu parti, Türkiye’ nin b a tısındaki büyük kuruluşlar ve tekellerin yükselişi nedeniyle sıkıntı içindeki Anadolu'nun düşük orta sınıfını temsil eden ve siyasal Is lâm'ı kullanan ilk paıti oldu. 15/16 Haziranı İşçilerin İstanbul'da gerçekleşen kitlesel ve kanlı gö s terileri sıkıyönetim ilanına neden oldu. 28 Ağustos: Devalüasyon sonucu Türk lirasının değeri yüzde 66 ora nında düşürüldü. Bu durum, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kri zi yansıtıyordu. 28 Aralık: Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay başkanlığındaki Milli Güven lik Kurulu, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından sunu lan ve Silahlı Kuvvetlerdeki huzursuzluğu belirten mektubu tartışmak için toplandı.
19 71
12 Mart: Askerler Başbakan Süleyman Demirel'e muhtıra verdiler ve onu istifaya zorlayarak hükümetin dizginlerini ellerine aldılar. Türki ye 1973 yıkma kadar ‘ partiler üstü’ bir kabine tarafından yönetildi27 Nisam On bir ilde ilan edilen sıkıyönetim sonrası, özellikle sola karşı, bir terör dönemi başladı.
25»
14 M ayıs: Otuz üç yıl sonra ism et İnönü CHP’ nin liderliğinden çekil di ve yerine Bülent Ecevit seçildi. 6 N isan: Siyasi partilerin ordunun adayını seçmeyi reddetm elerin ardından, emekli oramiral Fahri Korutütk altıncı cumhurbaşkanı seçikti 14 Ekim-. Genel seçim ler sonucu hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadı. Uzun pazarlıklar sonucu, Ecevit’ in CHP’ si v e Erbakan’ ın MSP’si ara sında bir koalisyon anlaşm asına vanldı. 2 5 Ocak 1974 günü oluşan hüküm etle İslamcılar ilk defa siyasi iktidara ulaştılar. 15 Tem m uz: Kıbrıs Rum Milli Muhafızlarının Başpiskopos Makarios'a karşı bir darbe düzenlemeleri Türkiye'nin garantör devlet olarak Kıb rıs'a m üdahalesine neden oldu. Türk ordusu ağustos ayından gerçek leştirdiği ikinci ask erî operasyon sırasında ada üzerinde kontrolünü genişletti. 1 7 Eyiöl: Gördüğü ilgi nedeniyle seçimi kazanacağını ve CHP’nin tek b aşın a iktidara geleceğini düşünen Ecevit, başbakanlıktan istife etti. S a ğ a partiler erken genel seçime gitmeyi reddettiler ve Prof. Sadi İrm ak'a geçici bir hükümet kurdurdular. 1 3 Ş u b a t: Kıbns T ürk feri kendi devletlerinin kuruluşunu açıkladılar. 3 1 Martı Islâmcı MSP ve neofaşist MHP tarafından desteklenen ve merkez sağd a yer alan Demirel'in başbakanlığındaki İlk Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu. Koalisyon ortaklarının sağcı militanlan ko ruduğu bu dönem de gençlik gruplan arasındaki şiddet artt». 5 Haziran: Ecevit’ in CHP’si genel seçimlerden birinci parti olarak çık' tı, ancak tek başına hükümeti oluşturabilmek için yeterli çoğunluğu elde edem edi. Kurduğu hükümet 3 Temmuz günü Medis’te güveno yu alamadı ve Ecevit istifa etti. 2 1 Temmuz: Demirel, merkez sağ. İslâmcılar ve neofaşJstlercfen olu şan ikinci Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. 3 1 Aralık: Partiler arası atışmalar ve iç çekişmeler sonucu koalisyon dağıldı. 1 7 Ocak: Ecevit’ in bağımsız milletvekilleriyle beraber kurduğu httümet, bağımsız bakanlar arasındaki yaygın yolsu2luk nedeniyle leke lenirken, gençlik grupları arasındaki şiddet ve ülkedeki istikorstzbk yaygın duruma geldi. 2 Ekim: N eofaşist Milliyetçi Hareket Partisi, şiddetin durdurulması için askerî müdahalenin gerekli olduğunu savunarak sıkıyönetim ilan edilm esi çağrısında bulundu. 9 Ekim: Türkiye İşçi Partisi üyesi yedi kişi Ankara'da ölduıüttö. Sa sın sürekli olarak suikasta uğrayan liberal akademisyenlerin hatwto* rini verirken, failleri nadiren yakalanıyordu.
<2
5979
•-fonoloji
ı6 Ocak: İran’ da gerçekleşen devrim sonrası şah ülkeyi terk etti ve şubat ayında ülkeye geri dönüş yapan Ayetullah Humeynî Is lâm Devrimi liderliğini eline aldı. Siyasilerin gerçekleşm esini s a ğ layamadığı istikrarlı bir Türkiye Batı için şimdi çok daha kritik ha le geldi. 14 Ekim: Artan şiddet olayları ve sağ kesimin saldırıları sonucu siya si konumu zayıflayan Başbakan Ecevit’ in Cumhuriyet Senatosu s e çimlerinde desteği azaldı ve Ecevit istifa etti. Süleyman Demirel AP
1980
azınlık hükümetini kurdu. 2 Ocak: Generaller partiler arasında ulusal birliğin kurulması için hü kümete bir uyarı mektubu verdi. 24 Ocak: Hükümet Türk lirasının değerini yüzde 33 düşüren radikal bir deflasyonist ekonomik program ilan etti. Program Türkiye’yi kü reselleşme yönünde ilerletmeyi tasarlıyordu ve otoriter bir rejimin a l tında uygulandı. 19 Temmuz: Eski başbakan Nihat Erim düzenlenen suikast sonucu öl dürüldü. 12 Eylül: Ordu, ülkede meydana gelen anarşiyi bitirmek ve devlete güç kazandırmak gereğini Öne sürerek yönetime el koydu. Milli Gü venlik Konseyi kuruldu ve sıkıyönetim ilan edildi. 21 Eylül- Emekli oramiral Bülend Ulusıı'nun başbakanlığında bir hü kümet kuruldu. Siyasi yaşam sona ererken gözaltına alınan bazı par ti liderleri tutuklandılar, yargılandılar ve hapse atıldılar.
1981
29 Haziran: Liberal 1961 anayasası yerine yeni ve otoriter bir an aya
1962
7 Kasım: Yeni anayasa halkoylsmasına sunuldu ve oyların yüzde 91,3‘ünü alarak kabul edildi.
sa yazılması amacıyla askerler bir Danışma Meclisi kurdular.
19 Kasım: Kenan Evren Türkiye Cumhuriyetinin yedinci cumhurbaş kanı oldu. 1983
3 Mart: Danışma Meclisi yeni Siyasi Partiler Kanunu’nu hazırladı ve onay için generallere gönderdi. Mayıs ayında, ‘yeni partiler1 ortaya çıkmaya başladı ve bazılarına askerler tarafından eski partilerin uzan tısı olduktan gerekçesiyle izin verilmedi. 6 Kasım: Genel seçimleri kazanan Turgut özal’ ın Anavatan Partisi 13 Aralık tarihinde göreve başladı. Yeni hükümet, 24 Ocak 1980 tarihin de başlatılan ekonomi politikasını sürdürdü, özal, düzeni sıkıyöneti me dayanarak yürütmeye devam etti. J 5 Kasım: Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti kuruldu. Ancak sadece Tür kiye tarafından tanındı.
*53
6 Eylüh Yapılan halk oylam ası son u cu , yasak lı otan « k i parti M
e
rinin yen iden siy a s e te katılm alarına izin verildi. Demirci v e Ecevit v e killeri tarafından o lu şturu lan partilerinin b a şın a geçtiler. 2 9 K asım : Ö zal, rakiplerinin Ö rgütlenm esine fırsat verm em ek am acıy la erken gen el seçim e gitti. Seçim leri d ah a az bir çoğunlukla k l a n dı ve 2 1 Aralık günü yeni k ab in esin i kurdu. 2 6 Mart: Yolsuzluk v e h em seçm en le r hem d e özel sek tö r tarafından hoş k arşılan m ayan e k o n o m i p o litik ası so n u cu Özal'ın partisi yerel s e çim lerde b ü yü k bir o y k ayb ın a u fr a d ı. \7 A ğ u sto s : G en elku rm ay B a şk a n ı N ecip T o rum tay, 19 8 4 yılında ayaklan m a b a şla ta n K ürdlstan İşçi P a r t is in e (PKK) k arşı to p yeku n s a v a ş İlan etti. 3 1 Ekim : Kenan Evren’ in g ö re v süresin in d o lm asın dan son ra Turgut Özal Türkiye'nin sekizin ci cu m h u rb aşkan ı seçild i. Onun yerine b a ş b a kan o lan Yıldırım A k bu lu t, Ö zal’ ın o to ritesin e sa h ip değildi v e ANAP b u n d an b ö yle d ü ş ü ş e geçti. i8 A robk: A v ru p a T opluluğu K o m isyo n u . T ürkiye'nin AB üyeliği b a ş vurusun u reddetti. 2 A ğ u sto s : Jra k ’ ın K u veyt’ i işg a li u lu slarara sı b ir krize n ed en oldu. Türkiye, ö z a l'ın lid erliğin d e ABD B aşk a n ı B u sh 'u n ko alisyo n u n a k a tıldı. BM ’ nin Irak’ a k arşı u ygu lad ığ ı am b argo Türkiye ekonom isi için yıkıcı bir etk iye n ed en oldu . Yine de Özal, S o ğ u k S a v a ş son rası d ü n yad a T ürkiye'nin yerini o lu ştu rm a ya çalıştı. N isan: B aşlattıkları ayak lan m an ın b aşarısız o lm asından sonra Saddam H üseyin’ in birliklerinden kaçan Iraklı Kürtler Türkiye'ye sığın d ı lar. Bu durum , Türkiye’ d e b ü yü k bir mülteci soru nu yaşan m asın a n e den oldu . T ürkiye'deki üsleri kullan an ABD. Fran sa ve Ingiltere, Ku zey Irak’ ta bir gü ven lik b ö lg e s i olu şturd ular. ıt N isan: M eclis, hüküm etin terörle m ü cad ele y a sasın ı yürürlüğe s o k tu. Anti-dem okratik o larak k ab u l edilen y a s a sayesin d e hüküm et, çok gen iş gü çler e ld e etti. 1 5 H aziran: M esut Yılm az A n avatan Partisi'n in yeni genel başkanı s e çildi. 2 3 Ha2İran günü yeni kabineyi olu şturan Yılm az'ın, partiye genç v e m odern bir görü n üm v erm esi um uluyordu. 2 0 E kim : G en el seçim leri S ü le y m a n D em irel’ in D oğru Y o l Partisi k a z a n d ı. D em irel m erke2 s a ğ d a y e r ala n A n av ata n P artisi yerine m erkez s o ld a y e r a la n S o s y a ld e m o k r a t Hatkçı Parti’ yte k o alisyon yap tı. 7 Aralık: B a şb a k a n Sü leym an Demirel. ‘Türkiye’ nin Kürt realitesini t a nıdığım ’ belirten önem li bir açıklam a yaptı. Her yıl yüzlerce can a ve
Şî. t .
yaklaşık 7 milyar ABD dolarına mal olan Kürt isyanına siyasi bir çö 1993
1994
1995
1996
züm bulmayı umuyordu. *7 Nisan: Cumhurbaşkanı Turgut Özal altmış altı yaşında kalp krizin den öldü. 16 Mayıs: Süleyman Demirel Türkiye’nin dokuzuncu cumhurbaşkanı seçilirken, partisi güçlü bir liderden yoksun kaldı. 13 Haziran: Doğru Yol Partisi'nin genel başkanlığına seçilen Tansu Çiller, Türkiye'nin ilk kadın başbakanı oldu ve SHP*yle bir koalisyon hükümeti kurdu. 27 Kasım: Türkiye ile İsrail, Suriye destekli terör gruplarına karşı İs tihbarat toplamak amacıyla işbirliğine karar verdiler ve bir memoran dum İmzaladılar. Bu gelişme, daha geniş bir İlişkinin işaretiydi. 26 Mort: Yerel seçimlerde ani bir çıkış yapan siyasal Islâmcı Refah Partisi üçüncülüğe yükselirken, İstanbul ve Ankara belediye başkan lıklarını kazandı. 5 Nisan: DYP-SHP koalisyonu yeni bir ‘istikrar paketTni açıklarken. Türk lirasının değeri yüzde 38 düşürüldü ve fiyatlar da yüzde 100 art tı. Ekonomi yeni krize girdi. Enflasyon 1994 yılında yüzde 148 yükse lerek rekor kırdı. 14 Temmuz: Başbakan Tansu Çiller'in malvarlığını usulsüz bir şekilde elde ettiği iddiaları üzerine, Meclis tarafından soruşturma başlatıldı. Bu gelişme koalisyon ortaklan arasında gerilime neden oldu. 1 Ocak: Milliyet gazetesi Başbakan Tansu Çiller’in Atatürk'ün ünlü ‘Ne mutlu Türk’üm diyene' sözünü 'Ne mutlu Türkiye vatandaşıyım diye ne' şeklinde açıklayan sözlerine yer verdi. Çiller’in sözleri Türkiye’nin kimlik konusundaki bakış açısında meydana gelen değişimi yansıtı yordu. 16 £uöaf: Sosyal demokrat partiler CHP ile SHP, CHP çatısı altında birleştiler. 20 Mart-. Aftan PKK saldırıları sonrası Türk ordusu, 35.000 kişilik bir askerî gücii PKK kamplarını yok etmek üzere Kuzey Irak’a gönderdi. 23 Temmuz: Meclis, siyasi yaşamı daha demokratik hale getirmek amacıyla anayasada yer alan on beş maddede değişiklik yaptı. 20 Eylül: Koalisyon çÖktU ve 24 Aralık tarihinde erken seçime gidildi. 1 Ocok-. Avrupa Birliği İle Türkiye arasında 6 Mart günü yürürlüğe gi recek olan Gümrük Birliği antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, Türki ye'nin ekonomi politikasındaki büyük dönüşümü ve küreselleşmeye doğru yeni bir adımı işaret ediyordu. 6 Mort: ANAP-DYP koalisyonu (Anayol), partiler arasında haftalar sü ren görüşmeler sonucu oluşturuldu. Ancak, ANAP Genel Başkanı Me
!u "k ıy *
!y'itynı» 255
sut Yılmaz ile DYP Genel Başkanı Tansu Çiller arasındaki geçimsi*»»* nedeniyle İstikrar sağlanamadı. 6 Haziran: Mesut Yılmaz istifa etti ve Çiller'in malvartığıyfa iigiö ola rak Meclis soruşturması açılması talebinde bulunan fstâmeı parti lide ri Necmettin Erbakan’ın yolunu açtı. 29 Haziran: Erbakan ve Çiller, haklarındaki yolsuzluk soruşturmaları nın rafa kaldırılmasına karar verdikten sonra Refah Partisi ile DYP arasında bir koalisyon (Refahyol) kurulduğunu ilan ettiler. 3 Kosım: ‘Susurluk Kazası’ olarak bilinen bir trafik kazası, Türkiye'nin siyasi yaşamında ‘derin devlet’ olarak adlandırılan ve İdarî atanında ki geniş yozlaşmayı ortaya çıkaran bir skandala neden oldu. 1997
28 Şubat: Generallerin egemen olduğu Mitli Güvenlik Kurulu, Erba kan önderliğindeki hükümete İslâmî faaliyetleri -özellikte üniversite lerde başörtüsü giyilmesini- kısıtlaması yönünde tavsiyede bulundu lar. Bu karar daha sonra ‘ 28 Şubat Süreci’ olarak adlandırılacaktı. 18 Hoziron: İlımlı görünme çabalarına karşılık Erbakan, hükümetten istifa etmeye ve Tansu Çiller’İn başbakanlığında koalisyona devam etmeye karar verdi. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı Süleyman De mirel ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz*! yeni bir koalisyon oluştur ması için görevlendirdi. Yılmaz. Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Par*
1998
tisi’yle (DSP) koalisyon gerçekleştirdi. 16 Ocak: Anayasa Mahkemesi, laiklik ilkesini İhlâl ettiği gerekçesiyle Refah Partisi’nin kapatılmasına ve Necmettin Erbakan’a beş yıl sürey le siyasi faaliyet yasağı uygulanmasına karar verdi. İslâmcılar, parti nin kapatılma olasılığına karşı 17 Aralık 1997 tarihinde Fazilet Parti* sî’ni kurmuşlardı. 21 Nisan: Siyasi Islâm’a yönelik sürekli eleştiriler sırasında. Refah Partisi’ nin üyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1997 yılında yaptığı bir açıklamayla İslâm’ı kendi çıkar larına alet ettiği ve dinî kışkırtıcılık yaptığı gerekçesiyle on ay hapis
*999
cezasına çarptırıldı. 26 Kasım: Başbakan Mesut Yılmaz, mafyayla bağlantısı olduğu yö nündeki suçlamalar sonrası istifa etti. 11 Ocak: DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, ülkeyi nisan ayında yapı* lacak erken genel seçimlere götürmek üzere bir hükümet kurdu. 15 Şubat: PKK lideri Abdullah öcalan Nairobi’de yakalandı ve Tu/kiye’ye getirildi. Bu olay Ecevit için bir zafer olurken, hükümet Kurt is yancılara karşı ‘zafer ilan etme’ imkânı elde etti, öcalan 29 Haziran günü idam cezasına çarptırıldı, ancak 2002 yılında ölüm cezasının kaldırılmasının ardından cezası müebbet hapse çevrildi.
2000
200 1
j 8 Nisan: Genel seçimleri Ecevit'in DSP'si ve aşırı sağcı Milliyetçi Ha reket Partisi kazanırken, merkez sağ partiler çöktü. 2 Mayıs: Islâmcı milletvekili Merve Kavakçı'nın, yemin töreninin yapı lacağı Meclis salonuna siyasi Islâm'ın sembolü olan türbanla girmek istemesi yeni Meclis’te tepkilere yol açtı. Kavakçı’nın milletvekilliği daha sonra. İçişleri Bakanlığı*™ aynı zamanda ABO vatandaşı olduğu yönünde bilgilendirmediği gerekçesiyle düşürüldü. 3 Moyıs: Hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, MHP ve ANAP'la 26 Mayıs günü koalisyon oluşturdu. İdeolojik zıtlıkları olma sına rağmen, koalisyon hükümeti şaşırtıcı bir biçimde uzun ömürlü oldu. 17 Ağustos: Türkiye’nin kuzeybatı bölgesinde meydana gelen büyük deprem sırasında devletin yüz binlerce insana yardım sağlama konu sunda başarısız olması, insanların devlete olan güvenini sarstı. 13 Ekim: Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye'nin AB üyeliği için aday ülke olarak değerlendirilmesini tavsiye etti. Bununla birlikte Türki ye'nin ‘ Kopenhag Kriterleri' olarak adlandırılan ve insan haklarını, azınlıkların korunmasını, ekonomik reformu içeren uzun bir ödevi ta mamlaması gerekiyor. 17 Ocok: İstanbul’da yapılan operasyon sonucu Hizbullah hareketinin önemli liderlerinden bazıları vurularak, bazıları da sağ olarak ele ge çirildi. Ülke geneline yayılan operasyon, "derin devlet’in düşmanları na karşı mücadelede bu örgütü kullandığı yönünde şüphelere yol aç tı. Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türk Silah lı Kuvvetleri’nin PKK’ya karşı mücadelede Hizbullah eylemlerini des teklediği yönünde basında çıkan haberler kesin bir dille yalanlandı. 5 Mayıs: Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen liberal bir reformist ola rak tanınan Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, Demi rci'den sonra Türkiye'nin onuncu cumhurbaşkanı seçildi. 19 Şubat: Yolsuzluk iddiaları üzerine Başbakan Ecevit’in Cumhurbaş kanı Sezer İle yaptığı ağız kavgası büyük bir ekonomik krizin yaşan masına neden oldu. Borsa düştü, faizler yükseldi ve Merkez Bankası döviz rezeıvlerinin beşte birini kaybetti. i Mart. Dünya Bankası’nda görevli Kemal Derviş, ekonomiden sorum lu devlet bakanlığı görevine getirildi. Bu atamayla yabancı yatırımcı lara güven vermek amaçlanırken, Den/iş Türkiye'nin ekonomisini kü resel eğilimle aynı yöne yerleştirecek önemli reformları yürürlüğe koydu. 2i Haziran: Anayasa Mahkemesi, İslâmî köktenciliğin merkezi olarak tanımladığı Fazilet Partisi'ni kapattı.
l û r t û j* Carr>ur»f*Tı
m e*'
257
2 1 Temmuz: Siyasi İslam cılar Fazilet Partisi'nin devam ı olarak Sa ad et Partisi’ni kurdular. 14 Ağustos: Fazilet Partisi’ nin ılımlıları Recep Tayyip Erdoğan liderli ğinde Adalet v e Kalkınma Partisi’ ni kurdular. Parti kendisini fazilet Partisi'nin devam ı olarak d eğ il laik ‘M üslüm an dem okratlar1 olarak tanımladı. u Eylül: New York. VVashington v e P en n sylvan ia’ d a m eydan a gelen ı ı Eylül saldırılan ve ABD B aşkan ı B ush’ un 'terörizm e karşı s a v a ş ' İla nı Türkiye’yi birdenbire ‘stratejik bir varlık* ve IMF kredilerini hak eden bir ülke haline getirdi. Şubat: IMF. Tüıkiye’y e 9 m ilyarlık kısm ı hem en olm ak ü2ere üç yıl için 16 milyar ABD d o lan kredi verm e ko n u su n da an laştı. 4 M ayıs: B aşb a k an Ecevit h a sta n e y e kaldırıldı. H astalığı siyasi bir kri ze neden oldu. İstifa e d ip e tm eyec eğ i v e y a yerin e kimin geçeceği ko nusunda yapılan sp ek ü lasyo n lar b o rsayı olum suz etkiledi. îo
M ayıs: Kem al D erviş, erken gen el seçim e gidilm esi durumunda
Türkiye'nin siyasi g ele ceğ i üzerindeki belirsizliklerin son a ereceği y ö nünde açıklam a ya p tı. Onun bu sözleri 3 Kasım erken gen el seçim le rinin yapılm asına yo l a ç a c a k politik m anevranın başlam asın a neden oldu. 2 9 M ayıs: TÜSİAO g a ze telere verdiği tam s a y fa ilanlarla, ölüm ce z a sının kaldırılm ası, eğitim . Kürtçe yayın d a dahil olm ak üzere AB y ö nünde acil reform lar yap ılm ası çağrısı yaptı. 7 Temmuz: Partisinin yerine Doğru Yol P a rtisin in k o alisyon a alınabi leceğinden çekinen b aşb ak an yardım cısı v e MHP lideri Devlet B ah çe li, 3 Kasım günü seçim yap ılm ası için çağrı yap tı. Ecevit ile Yılmaz er ken seçim e karşı çıkarken. D erviş v e T ürkiye’nin büyük kapitalistleri ülkede hüküm sü ren belirsizliğin seçim lerle son u çlanabileceğine in a nıyordu. Demokratik S o l P a rti'd e d ev am ed en istifalann ardından, koalisyon M eclis'te çoğu n lu ğu k aybetti v e 1 6 Temmuz günü Ecevit kasım ayında ülkeyi seçim e götürm e kararı aldı. 3 A
3 Kasım: Gene! seçimler sonucu Adalet v e Kalkınma Partisi yüzde 34,3 oy oranıyla Medis'te 363 sandalye elde ederek, 1987'd en beri tek başına İktidar olan ilk parti oldu. Yüzde 19,4 oy oranıyla 17 8 san dalye alan CHP muhalefet olurken, diğer partiler yüzde ıo ’ luk seçim barajına takılarak Meclls’e giremedi. 16 Kasım: Cumhurbaşkanı Sezer hükümeti kurması için AKP'li Abdul lah Gül'ü görevlendirdi; Gül’ ün oluşturduğu hükümet 18 Kasım günü cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Gül. 28 Kasım günü programı nı sundu ve güvenoyu alarak görevine başladı. 19/24 Aralık: Meclis, Recep Tayyip Erdoğan'a seçimlerde aday olma. Parlamentoya girme ve başbakan olma imkânı sağlayan anayasa d e ğişikliklerini kabul etti. 26 Ocok: Ülke genelinde büyük çapta savaş karşıtı gösteriler düzen lendi. Nüfusun yaklaşık yüzde 85-çıo'lık bir bölümü ABD’ nin Irak'a müdahalesine karşı çıkıyordu. 1 Mort: Meclis, Türkiye'ye 62.000 ABD askerinin konuşlanmasına izin veren ve Kuzey Irak sınırını operasyona açan tezkereyi reddetti. ABDTürkiye ilişkileri karıştı. 9 Mort: Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçildi; Başbakan Gül 11 Mart günü istifa etti ve Erdoğan yeni başbakan olarak atandı. t$ Mort-, ABD Başkanı Bush’un Saddam Hüseyin'e verdiği ültimato mun süresi doldu ve ABD önderliğindeki koalisyon güçleri Bağdat’ ı bombalamaya başladı. 20 Mart: Ankara Türk hava sahasını ABD uçaklarına açmaya razı oldu fakat Washington ile ilişkiler zarar görmüştü. Pentagon’ daki yeni mu hafazakarlar Türkiye'yi ve generalleri cezalandırmaya kararlıydılar. 9 Nisan: Amerikan kuvvetleri Bağdat'ın kontrolünü ele geçirdi. 22 Mayıs: Generaller hükümetin AB’ye katılma planına destek verdi. 28 Moyıs; MGK. insan haklanna dair AB kriterlerinin yerine getirile bilme» için terörle mücadele yasasının değiştirilmesini ve Kürtçe y a yına izin verilmesini kabul etti. Eski bir Kürt milletvekili reformları, Kürtler üzerindeki elli yıllık yasağın sonu ve "Kürt realitesinin tanın ması olarak değerlendirdi. 4 Temmuz: Kuzey Irak’taki Amerikan kuvvetleri, Türk özel kuvvetlerin den 11 kişiyi, başlarına çuval geçirerek ve küçük düşürerek tutukladı. Ankara VVashington'a nota verdi ve Türk subaylar serbest bırakıldı. Fa kat Türk-Amerikan ilişkileri zarar görmüştü. 1 Mart'taki oylamanın mi sillemesi olarak görülen bu olay stratejik işbirliğinin sonu oldu. 2 2 Temmuz: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül zarar gören ilişkileri tamir etmek için ABD* ye ziyarette bulundu.
w»***
ü»»ywcW 2 5 9
29 Temmuz-. AB kriterlerini yerine getirmek İçin Meclîs yeni ‘ reform paketleri" geçirdi. Temel amaç generalleri dizginlemek ve MCK'yı medenileştinnçkti. 11 Eylül: Dışişleri Bakanı Gül MGK reformunun AB'nin tüm itirazlara* karşıladığım iddia etti. 7 Kasım: ABD. Ankara’ya Irak'ta Türk askerine İhtiyacı olmadığım bil dirdi ve böylece Temmuz'da başlayan görüşmeler sona erdi. 15 Kasım : İstanbul’daki intihar eylemleri iki sinagogu. Ingiliz Konsoloşluğunu ve İngiliz Bankası HSBC’nin binasını tahrip etti, onlarca ki şi öldü. O gün. ‘Türkiye’ nin n Eylülü* olarak tanımlandı. Türkiye de artık Islâmcı terörün bir kurbanıydı. 6 Ocak: Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad Ankara’ya geldi. Her iki ta raf da ilişkileri düzeftmek istiyordu ve Ankara, Avrupa'nın aldığı po zisyona yakınlaşmaya çalışıyordu. 2 3 Ocok: MGK toplantısı sonucunda generaller Türkiye'nin Kıbrıs'ı ye* niden birleştirmeye dönük Annan planı çerçevesinde çalışmayı kabul ettiler. 3 1 Ocak: trdoğan’ m ABD ziyareti sonunda Dışişleri Bakanı Gül Türk* Amerikan If/şfcisimn artık sadece stratejik olmadığını. insan haklat) w demokratikleşmeye dayandığını belirtti. Basında bu durum, Anka ra'nın bölgede “ ılımlı bir İslâm ülkesi' rolûnii oynayarak demokratik “ Büyük Ortadoğu Projesi” için bir model olup olmayacağı sorusunu gündeme getirdi. 2 2 Mart: Ankara'nın bölgede “ ılımlı bir Islâm iilkesi’
olup almadığı
tartışmalarına cevaben. Erdoğan Türkiye'nin laik ve sosyal bir devlet olduğunu, laik bir devlet içinde de Istâmi bir devlet olamayacağını belirtti. 2 8 Mart: Yerel seçimler Adalet ve Kalkınma Partisi'nin konumunu güçlendirirken muhalefetin konumunu zayıflattı. AKP*nin oy oranlan yaklaşık rakamlarla yüzde 34'ten yüzde 43*0 yükselirken. CHP’nin oy ları yüzde 19'dan yüzde ts’e geriledi. 24 Nisan: Kıbrıs’taki referandumlarda Türk toplumu adanın birleşme sine yüzde 65’ lik bir oranla evet derken, Rumlar yüzde 76‘ lık bir oranla birleşmeyi reddetti. Bu durum AB karşısında Ankara’m e&ni güçlendirdi. 2 7 Eylül: Kadın haklan ile ilgili AB kriterlerini sağlayabilmek içirt zi nayı yasadışı saymaya yönelik yasadan vazgeçildi. 6 Ekim: AB Komisyonu Türkiye’ nin siyasal kriterleri yerine getirerek üyelik Önündeki ilk grup engeli başarıyla aştığını ifade etti ve kanlım müzakerelerinin başlamasını önerdi.
. 'O k ı o n o lo f ı
2005
2006
17 Arolık: AB Türkiye'nin üyeliğini koşullu olarak kabui etti ve katı lım müzakerelerinin açılış tarihi olarak 3 Ekim 2005’i belirledi. 25 Mayıs: Hazar Ceyhan boru hattının açılışı Bakü’de törenle yapıldı. Artık, Hazar petrolü Avrupa’ya Rusya'yı atlayarak Azerbaycan Türkiye ve Gürcistan üzerinden gönderilebilecekti. Boru hattı Türkiye için "Avrasya seçeneğini” ortaya çıkardı. 29 Mayıs: Fransa’daki referandumda AB Anayasası % 45 oranındaki “evet" oylarına karşılık % 55 oranındaki “ hayır” oylarıyla reddedildi. Bu durum, Türkiye’ nin A6 hayallerine bir darbe olarak değerlendiril di, ancak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “ Bu referandumun Türki ye’yle doğrudan bir bağlantısı yok. Müzakerelere başlamamız İçin hiçbir engel yok," dedi. 10 Ağustos: Başbakan Erdoğan, Kürt sorununun, diğer sorunlar gibi demokratikleşmeyle birlikte Cumhuriyet ilkeleri ve Anayasa çerçeve sinde çözülebileceğini söyledi. 3 Ekim.- Türkiye, on-on beş yıl sürmesi beklenen, AB ile katılım müza kerelerine başladı. Ama basın “AB ile yeni hayat" sözlerine yer verdi. 16 Aralık: Orhan Pamuk, tüm dünyanın gözü önünde, 301. madde da yanak alınarak Türklüğü aşağılamaktan yargılandı. Birkaç gün sonra Devlet Bakanı Ali Babacan, Pamuk davasıyla Türkiye'nin imajının le kelendiğini söyledi. Ancak 21 Aralık'ta Adalet Bakam Cemil Çiçek 301. maddeyi değiştirmeye yönelik bir plan olmadığını açıkladı. 2006’da bu maddeden birçok yazarın yargılanmasına devam edildi. 17 Ocak: Vatan gazetesinin düzenlediği ankete göre partilerin olası bir seçimde alabilecekleri oy oranları şöyieydi: AKP % 29,9. CHP % 14,4. DYP % İ3,6 ve MHP % 11,5. 19 Ocak: Erdoğan, “ Erken seçim olmasını beklemeyin,” dedi. 26 Ocak: Radikal, ordunun Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasının önünde bir engel görmediğini bildirdi. 12 Nisan: Bir Harp Akademisi konferansında Cumhurbaşkanı Sezer şöyle konuştu: “ Köktendincilik tehlikeli boyutlara ulaştı ve Türki ye’nin bu tehdite karşı tek güvencesi laik düzendir”. >6 Moyıs: Danıştay hakimlerine yönelik saldırıda Yücel özden'in öl dürülmesi. Türkiye siyasi hayatında AKP hükümetini devletin Silahlı Kuvvetler, yargı ve üniversiteler gibi laik kurumlarıyla karşı karşıya getiren bir dönüm noktası oldu. 5 Haziran: TÜSlAO Başkanı Ömer Sabancı, Türkiye’nin yeni Cumhur başkanının tüm taraflann işbirliğiyle. müzakereler yoluyla seçilmesi ni talep ederek yeni Cumhurbaşkanının Erdoğan olmaması gerekti ğini ima etti.
türtrçe 'onNjry*'ı
26i
2 3 Hoziron: Rahşan Ecevit, gelecek seçimlerde AKP'ye kar* Solu ye Sağt birleştirmeye yönelik başarısız bir kampanya başlattı. 2 8 Haziran: Başbakan Erdoğan, muğlak bir ifadeyle, yeni Cumhurbaş kanının, çeşitli STÖ’lerin fikrine başvurduktan sonra AKP mectfs gru bunun oylarıyla seçileceğini ve bu makama geldiğinde bütün ideolo jik önyargılardan uzak birinin olacağını açıkladı. Daha sonra 5 Temmuz'da, dindar bir müslümanın devlet başkam olmasını kimsenin en gellememesi gerektiğini söyledi ve kendisinin önümüzdeki yıl Cum hurbaşkanlığına aday olması konusunda açık kapı bıraktı. 2 8 Temmuz: Genelkurmay Başkanlığı, Korgeneral Altay Tokafm ken di komutası altında askerlerin Güneydoğu Anadolu’da bombalama eylemleri gerçekleştirdiğine dair sözleri Üzerine soruşturma başlattı ğını duyurdu. 1995 ve 1998 yıllan arasında PKK'ron Türkiye karşı» ey lemlerinin doruk noktasında olduğu bir dönemde Güneydoğu Anado lu'da görev yapan Tokat şu anda muhalefetteki Milliyetçi Hareket Partrsİ'nin bir üyesidir. 1 Ağustos: Orgeneral Yaşar Büyukanıt, daha ılımlı selefi Hilmi Örkök'Un yerine Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Büyükamt, Türki ye’nin Avrupa Birliği müzakereleri de dahit olmak üzere çeşitli mese lelerde daha sert bir tutumu savunan bir şahin olarak tanınıyor. Ka tı bir laik ve askeriyenin siyaset üzerinde etkili olmasından yana. Biiyükanıt İslâmi gericilikle mücadele etmenin ordunun anayasal görevi olduğunu ve köktendinti tehdidin daha önce hiç bu kadar büyük ol madığını söyledi. Genelkurmay Başkanlığı'na atanması, sivil-asker İlişkilerinin gelecek dönemde sorunsuz olmayacağını gösteriyor.
Dizin JI Eylül 98»216, 2 5 7 ,2 5 9 1960 darbesi 138 1961 anayasası 252 Abbasi halifeliği 27 Abdülaziz 5 0 ,2 3 9 Abdülmecid 40 Abdülmedt 40, 68, 102, 23 9 Adak, Fehim 209 Adalet Partisi 157, 162, 163, 166, 171, 174, 189, 249 Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 211, 217-222, 226-228, 258-261 Adana 6 7 ,2 4 0 katliamları 67 AET 204, 205 Afganistan 84, 86, 105, 179, 186, 2 1 6 ,2 4 4 Afrika 16 Ağca, Mehmet Ali 177 Ahmet İzzet Paşa 88 Ahmet Rıza 57 Akbulut, Yıldırım 193, 195, 233, 253 Akçura, Yusuf 53, 83 Akdeniz 14, 16, 1 7 ,2 1 , 24, 97, 102, 1 10,194, 245 bölgesi 245, Doğu 1 7 ,1 2 0 , 162 Alemdar Mustafa Paşa 32, 33 Alevi 177 Ali Fethi Bey 74 Ali Kemal 73 Alman 49, S İ, 53, 67, 75, 77, 78-80, 82, 86, 87, 8 9 ,9 6 , 111, 120, 121, 1 5 4 ,1 6 3 , 240, 245, 246 Almanca 195, 199 Almanya 36, 53, 55, 75-80, 85, 89, 9 6 ,1 0 9 ,1 2 0 , 121, 1 2 7 ,1 5 4 ,2 4 0 ,
2 4 4-246 Aİtan, Çetin 167 Amasya 11, 98, 99 Amerika 16, 24, 122, 130, 131, 140, 162, 186, 191, 194, 199,209, 2 1 6 ,2 2 3 , 246 Amerika Birleşik Devletleri (ABD} 86, 129, 130, 134, 155, 158-162, 166, 1 7 9 ,1 9 0 , 204, 209, 212, 2 1 6 ,2 2 1 -2 2 6 , 246-259 Kongresi 128, 246, 247 Anadolu Batı 82, 93, 101, 133, 158, 200, 233, 234, Doğu 76, 77, 96 ,1 2 1 , Güneydoğu 97, 211,261 anayasa 46, 51, 63, 64, 69, 70, 94, 124, 132, 137, 151, 165, 186, 1 8 8 ,2 1 7 ,2 4 0 ,2 4 9 ,2 5 2 , 258 anayasa mahkemesi 137 anayasa taslağı 188 anayasal devrim 94 Anıtkabir 208, 210 Ankara Savaşı 11, 233 Annan, Kofı 221, 226 Antalya 233, 241 anti-emperyalist 160 Arabistan 85, 161,220 Arap 13, 16, 61, 74, 84-86, 95, 97, 99, 107, 131,162, 240,249 dünyası 13, eyaletleri 16 Arapça 1 3 2 ,2 4 4 ,2 4 6 ArapUr 13 Aras, Tevfik Rüştü 245 Arnavutluk 7, 49, 5 4 ,6 9 Asia Minör 3 asimilasyon 200
A»>.» 15-17, 52, 97, 105, 158, 197 ataerkil 104 Atına 34, 173,222,247 Avrupa Birliği (AB) 200, 203-205,213, 214,217,218, 221,223-225, 227, 253-261, Ekonomik Topluluğu 204, 248, 253, Batı 8, 19, 202 Avustralya 162 Avusturya 24, 26, 36, 42, 48, 49, 54, 63, 72, 77, 86, 235, 236, 237 Aybar, Mehmet Alı 164, 168 Aydın 4 ,1 0 ,1 3 3 ,2 3 3 Aydınlanma 23 ayrımcılık 246 Azerbaycan 15, 32, 235-238,260 azınlık 67, 121,176, 179,181,202, 204,206,220,252 Babikyar., Hagop 67 Bağdat 16, 25, 27, 131, 161, 234-236, 248,258 Bahçeli, Devlet 217-219 Bakii 260 Balkan Savaşları 84, 240 Balkanlar 5,7-9, 24, 31, 32, 48, 50, 52, 54, 71,74, 100,197,212, 233, 234, 239, 246 Barbaros Hayrettin 17 Basra 17 başörtüsü 227, 255 Batı dünyası 21, 36, 200, 204 Batı emperyalizmi 52 Batılılaşma 41, 52 Batum 49
Baykal, Deniz 218 Baykurt, Fakir 168 Bele, Refet 102, 103 Belgrad 1 6 ,3 1 .2 3 4 , 236, 237 Berkes, Niyazi 58 Berlin 49, 54, 55, 75, 77, 79, 80, 84, 86, 87, 96, 127, 194, 240, 246 Berlin Antlaşması 49, 55 Berlin Duvarı 194 Berlin Kongresi 49, 50, 240 birey 124, 152 Birinci Dünya Savaşı 95, 97, 106, 119,141 Birleşmiş Milletler (BM) 131, 148, 253 Bitlis 77, 240 Bizans 3-5, 9-13, 18, 22, 72, 233 Bizans İmparatoru 3-5 Boğdan 37 Bosna Hersek 7, 24, 48, 49, 51, 63 Bölgesel kongreler 241 Brüksel 179 Bucak, Sedat 204 Bulgar 9, 44 ,4 9 , 72, 8 4 ,8 8 ,2 3 9 Bulgarca 44 Bulgaristan 49, 51, 63, 74, 75, 79, 81, 84, 88, 95, 120, 2 3 3 ,240 burjuva 23, 93, 156 Bursa 4, 10, 101, 123, 233 Bush, George W. 194, 216, 223, 226, 253, 257, 258 bürokrasi 35, 64, 118, 121,227 bütçe 142, 191,206,213 Büyük Türkiye Partisi 189, 190 büyüme 138, 153, 154, 199 hızı 138
Batur, M uhsin 2 5 0
Bayar, Celal Mahmud 111, 117, 118, 122,123,130,133, 244,247 Baycıitl 10, 11,14,15, 233,234
Calıfornia 90 Cebesoy, Alı Fuat 103, 106, 118 Celali İsyanları 25
2 6 5 Cem, İsmail 216, 218 Cem Sultan 14 cemaat 43 Cemiyet 6 2 ,6 3 , 6 8 ,1 1 0 Ceneviz 234 Cenova 15, 22 Cezayir 17 CHP 1 1 0 ,1 İ7 , 118, 122-127, 131133,135-137, 143, 149, 151, i 57, 1 6 1 ,1 6 3 , 166, 170-173,
Deedes (AJbay)76 Dcmi/ağ, Nuri 246 Demirel, Süleyman 157, 162, 189, 192, 198, 199, 2 2 8 , 2 4 9 ,2 5 0 , 2 5 2 -2 5 4 demokrasi 5 1 , 124, 170, 172, 177, 188-191, 2 0 7 , 2 1 8 , 1 21, 2 23, 25 7 Demokrat Parti 170, 254 demokratikleşme 168 demokratlar 123-127, 131-136, 138-
175-179, 189, 1 9 1 ,2 0 6 ,2 1 1 , 140, 142, 153, 157, 1 8 7 ,2 0 6 , 2 1 8 ,2 1 9 , 226-228, 2 4 6 -2 4 9 , 2 51, 220, 2 48, 257 254,2 5 7 -2 6 0 deniz gücü 14 C1A173 derebeyler 8 cihâd 8, 78 derin devlet 2 0 3 , 2 24, 2 55, 256 cihat 80 Derviş, Kemal 2 15, 2 1 6 ,2 1 8 , 219, Cindoruk, Hüsamettin 212 2 5 6 ,2 5 7 Connecticut 199 devalüasyon 126, 235, 2 4 8 ,2 5 0 Crawford 80 cumhuriyetçi 244 cunta 1 3 5 ,1 4 7 ,1 5 0 ,1 6 6 ,1 8 7 ,1 8 8 ,2 4 8 çağdaşlaşma 38, 131 Çanakkale Boğazı 5 , 1 5 , 2 5 , 2 6 , 70, 8 1 ,2 3 6 çatışma 3 5 ,6 6 ,7 1 ,7 2 , 113, 117, 162, 163, 245 Çatlı, Abdullah 203 Çerkeı 99, 100 çeıe 54, 203 Çiller, Tansu 198, 2 0 2, 203, 2 05, 206, 207, 219, 254, 255 Çin 105 Çinliler 17 çokuluslu 53, 63 Danışma Meclisi 252 Daniel, Goffman 28 Danimarka 203 darbeler 64
devletçilik 1 0 9 ,1 1 8 , 122, 132, 190, 196, 243 devrim 21, 22, 4 2 ,4 6 , 52, 57, 5 8 ,6 3 , 7 3 , 83, 8 6 ,9 4 , 1 6 2 ,1 6 4 , 197, 2 0 6 , 252 devrimci 5 7 , 85, 162 devşirme 6, 7 , 11, 24, 31, 36 dış borç 198, 212 dil 4 4 , 5 4 , 1 9 5 ,1 9 8 Dimetoka 75 * din 2 3 , 35, 43, 4 4 , 65. 9 4 , 100, 126, 132, 2 1 1 ,2 4 3 adamları 44, 65 dinsel 1 3 ,1 6 dirlik 8 Diu 17, 234 divan 20 Diyanet İşleri Başkanlığı 104 Diyarbakır 200, 211 dogmatik 109 dolar 120, 1 9 6 .2 0 8 ,2 1 2 .2 1 5 ,2 1 6 , 219
Duıuııuad 20.) Dostluk 128. 243, 24 4 . 246 dostluk antlaşması 128, 241 döviz 139, 1 5 5 .1 9 6 , 1 9 8 ,2 1 5 , 256 Dünya Bankası 166, I $6, 196. 215, 256 dünya ekonomisi 39 Ecevit, Büfem 170, 173, 175, 188, 2 1 9, 2 2 8 ,2 5 1 ,2 5 5 , 256 Edime 9, 1 2 ,3 4 , 37, 6 7 , 72-75, 81, 95, 101, 233, 239 Edime Anılaşması 34, 3 7 Edward, Grcy ] 10 Ege 20, 2 7 , 4 8 ,4 9 , 70, 72, 174. 179, 213 adalan 72, Denizi 2 7 , 4 8 ,4 9 , 174, 179
Erdoğan, Recep Tayyip 2 1 1 ,2 1 7 , 219, 2 2 0 ,2 5 7 , 258 Erim, Nihat 166, 1 6 7 ,1 6 8 , 252 Erkanlı, Orhan 143 Ermeni 1 3 ,2 1 ,4 4 , 50, 5 4 ,5 5 ,6 1 ,6 6 , 74-77, 81-83, 9 7 , 100, 23 5 , 240 Ermenistan 32, 9 7 , 238 Erzurum 7 6 ,8 5 , 9 7 -9 9 , 241 Esad, Beşıf 259 Eskişehir 3, 101 eşitlik 4 0 ,4 2 , 4 3 ,6 1 , 126 eşraf 63 Etiyopya 105 emik 1 3 ,6 1 . 100, 1 0 9 ,2 0 2 köken 6 1 , (0 0 euro 215 Evren, Kenan 185-1 8 7 , 18 9 , 1 9 3 ,2 5 2 , 253
egemen 54, 255 egemen güç 67 egemenlik 137
faiz 139, 198 Farsça 244
egıum 35, 4 3 ,4 6 , 5 6 , 5 7 , 94, 123,
faşist 109, 11 0 , 1 18, 14 7 , 1 6 3 ,1 6 5 ,
142,
1 6 3 ,1 8 7 ,2 0 3 ,2 1 7 ,2 5 7
ekonomi 88, 122, 138, 153, 154, 171, 1 8 0 ,1 8 1 ,1 9 5 .1 9 6 , 19 9 , 200, 2 0 8 .2 2 1 ,2 4 6 , 2 4 8 ,2 5 2 -2 5 4 ekonomik
167,
1 7 4 ,1 7 6 .2 0 3 .2 4 5
faşizm 122, 176 Fatih Sultan Mchmed 10, 1 9 , 23 Fazıl Ahmet, Köprülü 236 FBI 166
büyüme 134, 180, gelişim 195,
feodal 8 , 18, 5 4 , 112, 200
gelişme 129, 1 3 4 ,1 4 1 ,1 5 2 ,1 9 6 . haklar 152, 155
Ferdinand (Bulgar Çarı) 88 Ferıd Paşa 68
emek 154
Fevzi Çakmak 117
emperyalist 5 3 , 63, 8 7 , 105
Filipınler 105
endüstrileşme 38, 154 Ene* 74
Filistin 240 Ford 154
enflasyon 138, 142. 181, 1 9 6 ,2 1 3 , 2 3 5 ,2 5 4
François 1. 16
oranı 2 1 3 Enver Bey 7 4 , 7 5 , 8 0 , 95 Erbıkan, Necmettin 163, 1 7 1 ,1 7 2 , 1 9 2 ,2 1 9 ,2 2 0 , 255
Franco 113 Fransa 1 6 ,2 1 , 3 2 , 3 4 , 3 6 , 3 7 ,4 2 - 4 5 , 5 3 -5 5 , 7 5 ,7 7 - 8 1 , 8 5 , 9 6 , 111, 119, 1 2 0 ,2 3 5 ,2 3 9 ,2 4 0 ,2 4 4 , 2 4 5 , 2 4 8 , 2 5 0 , 2 5 3 ,2 6 0
Fran sa K ra lı 16
Habeşistan 1 0 5 , 1 1 0 , 2 4 4
F ra n sız 1 5 , 1 7 , 2 6 , 3 1 , 3 2 , 3 9 , 5 1 , 5 3 , 67, 73, 8 1,8 4 , 94, 95, 10 1,10 5 ,
H acı Bekte? 6 H a ç lı Seferi 2 3 3
110 , 112 , 12 0 ,2 3 8 ,2 4 5
H a ç lıla r 2 3 3
D e v rim i 3 1 , 3 2 , 2 3 8
H A D EP 2 0 2 ,2 11
F ra n sız ca 3 6
H a le p 16
G a la ta 4 8
halifelik 2 7 , 5 3 , 1 0 5 , 2 4 1 H alil Bey 7 0 , 7 4 , 8 4
h a life 9 3 , 1 0 2 , 10 4 , 1 0 5 G a la ta sa ra y 4 4 , 2 3 9 gecekondu 15 5
H am as 20?
G e lib o lu 5 , 1 5 , 8 4 , 8 5 , 9 5 , 9 6 , 2 3 3 ,
h a r a ç 1 0 , 1 1 , 1 5 , 19
240 gerilla 9 S , 201
Haris, George 1 8 2 Havvker (Albay) 76 hayat hakkı 11
Germ en 16 , 2 0 , 2 3 , 2 3 5
H ıristiy a n 5 - 1 0 , 1 2 , İ S , 2 6 , 2 7 , 3 9 , ,
gelir dağılım ı 1 9 6 , 2 1 6
G erm iyan 4 , 10, 11
4 3 , 4 4 , 4 8 , 49, 7 4 , 7 6 , 7 8 , İ9 ,
Girit Adası 5 4 . 6 3 , 2 3 6 . 2 4 0
1 6 1 1 1 4 .2 2 0 ,2 3 8
göç 5 0 , 7 1 , 1 6 2 , 172
Hıristiyan güçler 9 , 1 2
göçmen 1 5 4 ,2 0 2
Hindistan 1 5 - 1 7 , 3 6 , 5 2 , < 3 , 7 S, 94,
işçi 154 grev J 3 4 , 1 4 9 , 15 4 -1 5 6 , 164, 165 hakkı 134, 149, 154-156 Grey, Sir Edward 71 G SM H 155, 196, 2 0 8 gü< 8, 12, 1 3 ,2 1 , 3 2 , 3 9 , 4 1 ,6 5 , 67, 7 0 , 8 4 , 8 6 , 8 7 , 143, 192, 194, 2 0 3 .2 1 2 , 2 2 6 , 23 8 , 252 Gül, A b d u llah 2 2 0 , 2 2 2 , 2 5 8 ,2 6 0 Gümrük Birliği 20 5 , 2 1 4 , 254 Güney Asya 105 Güney İtalyj J4 Güney Rusya 11 ,8 1 Guocydoğu Asya 5 2 Gürcistan 212, 260 güven 5 6 , 107, 136, 1S6, 189, 207, 256 güvenlik 87, 109, 110, 152. 2 0 i , 204, 253
234 Hint 16, 17 Hitler, Adotf 1 10-11 2 ,119,120, 244246 hiyerar|i6J, 1 0 5 ,1 4 3 ,1 8 5 HizbuJlah 2 0 9 ,2 5 6 hizipçilik 150 hizmet sektöre I9B
Hollanda 20, 23, 5 5 ,2 3 5 H ü n iy et 4 7 , 6 2 , 69, 138
» ?
Hüseyin, Şaddan) 201, 25$ IM F 69, 180, IS t , 206, 207. 2 1 3 , 215, 216, 218, 221, 248, ’ i ? İrak 11 ,4 5 ,5 2 ,8 3 , â j, 113, 131. 143, 194, 196, 201, 212.2212 2 3 .22S, 2 4 0 ,2 4 4 , 24S. 253. 258, 25**
Iraklı 194, 201.25.» haber 180
-
Hüseyin Hilmi Paja 65, 68
»21
. , T J ; D " , :
i'
İbrahim Paşa 20, 34, 237 iç savaş 1 0 1 ,1 29, 233, 244 ideoloji 43, 86, 104, 109, 113, 170 ideolojik 15, 2 5 ,1 0 3 ,1 3 1 , 142, 154, 156, 153, 177,243 ihracat mucizesi 196 İkm ci Dünya SavJfi 127, 204, 245 iktidar 20, 21, 33, 36, 64, 9 4 ,1 2 6 , 1 31,134, 135, 137, 142. 151, 159, 162. 164, 168. 171, 180. 222, 226, 228, 258 iktisadi 122, 128, 129, 142, 196, 199. 207,215 tikin. Baki 212 İngiliz 37, 4 9 ,5 1 ,5 5 , 80, 81, 84, 87, 1 02,110, 1 1 1 ,120,159, 225, 2 3 9 ,2 4 1 ,2 4 5 , 259 İngilizce 98, 198, 199 M t c r e 3, 20, 21, 23, 34, 36-45, 48, 49, 53-55, 6 5 ,6 9 , 7 1 ,7 3 , 75-86, 96-98, 100, 105, 110, 111, 113, 119, 120, 127, 128, 131, 159, 162, 174, 220. 225, 235, 239, 240, 245, 247,248, 253 İnönü hükümeti 110 İnönü, Erdal 189, 195 İnönü, İsmet 123 iman hakları 201, 213, 221, 223, 2 26,256, 258,259 İpekçi, Abdi 177 İran 1 1 ,1 5 . 24, S2, 84, 86, 105,128, IH , 179,181, 186, 196,197, 2 0 1 ,2 0 5 ,2 0 6 ,2 0 7 , 209,233, 235, 237, 24 4 ,2 4 7 ,2 4 8 , 252 ıskan 82, 123 Ulam 226,259 İslâm 6, 12, IS, 16,31, 3 2 .4 4 ,4 7 , 5 2 ,5 3 ,6 3 ,6 5 , 100,104-107, 109,121, 126. 158,161, 1.71, 1 7 9 ,1 8 7,199,206,207, 208,
2 1 0 ,2 1 3 ,2 1 6 ,2 1 9 , 2 2 0 ,2 3 8 , 243, 255, 256 dünyası 6 ,5 2 , 105, 199, köktenciliği 31, ülkeleri 207 İslamcı 227, 228, 259 İslâmî devrim 206 İsmail Paşa 45 İspanya 21. 54, 97, 110, 113, 234, 244 İç Savaşı 1 tO Ispanyol 23, 97 İsrail 162, 167, 2 0 6 ,2 0 7 , 2 0 9 ,2 1 2 , 247-249, 254 İstanbul Konferansı 51 istihdam 180 istikrar programı 215, 248 İsveç 237, 238 İsviçre 208 İşçi Partisi 156, 161, 164-167, 170, 200, 2 5 1 ,2 5 3 işçi sendikaları 162, 164, sınıfı 35, 43, 46, 5 6 ,5 7 , 89, 94, 123, 134, 142, 154, 155, 163, 187, 203, 217, 257 işsizlik 163, 2 0 0 ,2 1 5 , 2 16, 220 işveren 138 İtalya 14 ,1 5 , 23, 3 6 ,5 5 ,7 0 ,7 1 ,7 5 , 77, 82, 9 5 ,1 0 9 , 110, 118, 240, 245 İtalyan 19, 22, 39, 54. 67, 70, 105, 1 1 0 ,1 2 0 ,2 4 1 , 244 İtilaf Dcvletlcn 7 3 ,7 9 , 81, 82, 84, 86, 95, 96. 98, 240 İzmir 39. 93, 9 8 ,1 0 2 , 107. 123, 234, 2 4 1 .2 4 8 iznin 164 Iznik 233 Japonlar 246 Japonya 105, 197, 244 Jüpiter 158
kabine 64 , 67 , 68, 72, 74, 75, 82, 138, 169, 186, 195, 250, 252 Kafkasiar 4 9 , 80, 85, 86, 87, 212 Kahire 3 3 , 73 kamusal alan 227 Kantakuzenos 4, 5
kırsal 8, 23, 37, 38, 112, 122,134 geçmiş 158, keçim 23, 134 Kışlalı, Ahmet Taner 213 Kızıl Haç 239 Kızıldeniz 16, 20 Kilise 13, 44 kimlik 39, I I I , 172, 188,254 koalisyon hükümetleri 163, 196 Kocadağ, Hüseyin 203 Kolomb, Kristof 16
kanun 40, 82, 148, 151, 164, 185, 1 9 1 ,1 9 3 , 246 Kanuni Suttan Süleyman 1 6 -2 0 ,2 4 , 25 kapitalist 40 , 161, 181, 197, 257 koloni 96 kapitalizm 168 komünist 89, 127, 165, 187 kapitülasyonlar 17, 3 8 , 69, 88, 235 komünizm 121, 132, 142,158, 163, Kara Panterler 166 249 Karadeniz 1 4 ,2 7 , 4 2 , 74, 78, 80, 81, Konya 3, 182,233, 239,250 87, 98, 112, 197, 2 3 6 ,2 3 8 Kopenhag 213, 218, 222, 224,256 Karaman 10, 11, 12 Karamanlılar 4, 12 Kora İtan, Refik 122,247 Kore 247 Karaosmanoğlu, Atilla 167 kardeş katlı 10, 25 Kore Savaşı 133,134 Karesi 4, 10, 233 Korutürk, Fahri 170, 251 karma ekonomi 154 Kosova 10, 2 12,236 Kars 42 , 49 , 128 Kosova Savaşı 9,1 2 Katolik 13, 21 kozmopolit 9 3 ,1 6 3 ,1 7 0 ,1 9 5 Katoliklik 23 köle 6 Kavaklı, Merve 256 Köprülü, Fazıl Ahmet 236 Kavalaiı Mehmed Alı Paşa 32-34, 36, Körfez Krizi 194 2 38, 239 Körfez Savaşı 201 Kayseri 220 Kral, Edward VIII 110 Kemal, Yaşar 168 krallık 89 Kemalist ideoloji 126 Kudüs 16 ,5 3 , 182, 209 Kemalizm 103, 104, 109, 113, 118, Kurtbvk, Seyfi 141 124, 132, 153, 156, 161, 165, Kurtuluş Savaşı 100, 102, 103, 106, 1 8 6 ,2 4 5 1 0 7 ,12 2.123, 241 Kenya 2 0 3 ,2 1 1 Kutan, Rccai 210 Kıbrıs 20, 2 3 .4 9 , 86, 1 5 9,161, 162, Kutsal Roma Germen imparatorluğu 173, 174. 180, 1 8 6 ,2 0 4 ,2 1 3 , 1 6 ,2 0 ,2 3 5 221, 2 25. 2 26, 235, 247-252, 259 Kuveyt 194, 253 Kırını 14, 20, 27, 28. 48, 80, 234, Kuzey Afrika 1 7 ,2 0 ,5 2 , 84 2 36, 238 Kuzey Irak 201, 202, 222. 223, 254, Savaşı 4 2 , 4 3 , 2 3 9 258
Kutu D'S
L o z a n A n t la ş m a s ı 1 0 4 , 1 1 0 , 2 4 3
A'ttfuk Asya 3 ,9 7
L ü b n a n 74, 7 6
Küçük Kaynarca 2 7 ,2 3 8 Macar U, 25,53,237
Küçük, fa a l 159
Macaristan 16,49,75,234,236,248
Kürdıstan 253 küresel 1 7 7 ,1 9 1 ,1 9 6 ,197,214 pazar 214 küreselleşme 1%, 205 Kürt 100,16 6 ,1 6 7 ,1 7 5 ,178,193, 194,200,201,210,211,213, 225,253-255,25S, 260 Kurt aşiret 70,77,106,202,203, 240,243, 244 Kürtçe 223 Kürtler 13,50,61, 77,97,99,200203.213,217,223,253,258 Kütahya 9, 10,103
Makedonya 12,49,54,65,94 Malta 102,234 Manastır 60,94 Manisa 12 Marksist 158,201 Marksizm 113 Maman Denizi 79 Marshall Planı 130,161,204 Martin Luthcr 16, İS Medinç IS medrese 6 S medy,ı 198,219,222,226 Mehmed 1 .11,2J3
Ladin, Bin Usamc 216 laik 35, 44,57,94,98,104,113, 172, 175-177, 1*2,2Ö7'2Îİ,22Ö, 22 i, 226-228,243, 244,2j7, 259-26İ laikleşme 4 i, 43 iaik/ılclOJ, 109,126,211,243,255 Latin 107, 164,243 Latin Amerika Î64
Mehmed II. 2,10-14,19,23,234 Mehmed 111. 2JS Mehmed IV. 236
Mehmed Pjjj, Köprülü 19,23,24, 26,236 Mehmed V. 68, 87,240 Mehmed VI. 87,241 Mekke IS, 234 Meriç 9
Uhisian 235,236 tenin, Vîadimır ffjç 128 tibrraJ 29, 55, 57, 64, 70, 73, 82,109, 113,118, 122, 126,137,138, 164,168, 170, 177, 186,187, 1 9 0 ,1 9 2 , 227, 2 49, 2 5 1 ,2 5 2 , 2 5 6 aj’dmJar 337 liberalleşme 134, 246 Libya 17, 70,
9 S, 207, 20$
tundra 14, 71, 74, 75, 79, 82, 109, H 0 , 113, 128, 159, m , 224, 2 2 9 ,2 4 5 , 2 4 8 ,2 4 9 Los AngeJ» 90
Merkez Bankası 208, U S, 256
,
Meşrutiyet 40 Sİ, 52., 54, 59, 60, 63, 88} S9 Mısır
15,
16,3İ, 32-34, 36-38, 45,
5 4 , 55, 61, 63, 78, 80, 82, 86, 131, 143 150,234, 237,238
.
Mısırlı 37, 74 14 milis 166 Mıdi//i
m ilitan 163, i 65, 2 0 i, 203,209, 250 millet i 3, 4 1 41, 54, 89, 98-100. 112,
153 M jU cıkr Cem iyeti 109, 2 4 4
milli gelir 141 mitli mücadele 89 milliyet 18, 159, 243 Milliyet 254 milliyetçi 7 4 , 8 3 , 8 4 , 89, 9 8 ,1 0 0 -1 0 2 , 105, 107, 159, 161, 187, 191, 1 9 4 ,2 1 1 ,2 1 2 , 2 27, 244 Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 163, 1 7 1 ,2 1 1 ,2 5 1 ,2 6 1 milliyetçilik 4 8 , 5 3 , 8 3 , 8 6 , 9 4 ,1 0 9 , 158, 1 6 1 ,2 0 2 , 211 modernleşme 6 9 ,1 0 4 Moğollar 3 ,2 3 3 Mohaç 2 3 4 , 236 monarşi 45 , 50, 248 Mora 34, 234, 2 3 6 Moskova 1 1 0 ,1 2 0 , 121, 128, 140, 158, 2 2 2 , 2 4 5 , 2 46, 249 Mustafa Kemal Atatürk 86 93, 102, 103, 1 0 5 -1 1 3 ,1 1 7 -1 1 9 , 123, 124, 1 2 7 ,1 2 8 , 1 3 1 ,1 3 2 , 135, 148, 1 6 5 ,1 7 0 ,1 8 5 ,1 8 9 ,2 1 0 ,2 2 3 , 2 4 1 ,2 4 4 , 24 5 , 254 Mustafa, Fazıl 236 mülk 31 mülkiyet 32 mülteci 194, 253 Münih Antlaşması 111 Müslüman 4 , 7, 8 , 1 1 , 1 3 , 1 6 , 21, 23, 26 , 27, 36, 37, 39, 4 3 -4 5 . 48, 52, 53 , 54 , 5 6 , 6 1 , 63-65, 67, 76, 78, 80, 82, 84, 86, 88, 9 3 , 94, 97, 100, 1 0 1 ,1 2 1 ,1 2 3 . 1 9 7 ,1 9 9 , 208, 2 14, 2 20, 2 38, 2 4 0 ,2 5 7 âlemi 78 müttefikler 74 Nairobi 2 0 3 , 255 Namık Kemal 46, 4 7 , 52 Napoli 14
N a s ır 131
NATO 129, 130, 131, 1 4 1 ,1 4 2 , 1 4 * 158. İ60, 161, 179, 186,204, 2 06, 2 0 9 ,2 2 5 , 247, 2 4 9 ,2 5 0 neofaşist 147, 1 6 3 ,1 6 5 ,1 7 4 ,1 7 6 , 203, 2 50, 251 New Hampshire 199 New York 216, 222, 229, 257 nüfus artışı 1 3 8 ,1 6 3 nüfus baskısı 235 Orhan Bey 4-6 Orta Anadolu 25 Orta Asya 11, 9 7 ,1 0 5 , 197 O na Asya 97 orta sınıf 21, 36, 38, 40, 44, 56, 57, 6 4 ,6 8 , 9 4 ,1 3 8 ,1 4 2 ,1 6 1 ,1 6 3 , 210, 250 Ortadoğu 80, 8 7 ,1 2 9 ,1 3 1 ,1 5 8 ,1 9 7 , 225, 226, 247, 259 Ortodoks 1 3 ,1 5 , 21, 27, 41, 238, 239 Orwell, George 111 Osman I. 4 ,1 4 ,2 3 3 Osman 11. 235 Osman III. 237 Osmanlı Bankası 55 Osmanlı donanması 17 Osmanlı hanedanı 109 Osmanlı İmparatorluğu 12, 19, 23, 27, 28, 42, 45, 50, 52, 54, 58. 61, 77, 88, 90, 97, 2 33,240 Osmanlı toprakları 12, 15, 39, 79 Osmanlı Yahudılen 82, 100 Otranto 14 oy verme 134 oy verme hakkı 243 Ocalan, Abdullah 202, 203, 211, 255 özal, Turgut 181, 186,189. 191. 193, 198, 199, 205, 2 2 8,152, 253. 254
özel mülkiyet 123,239 özerklik 13, 31, 32, 34, 43, 51, 156 özgürlük 61, 9 4 ,1 5 6 , 1 8 7 ,2 0 0 ,2 2 4 Pakistan 1 3 1,143, 248 Papa 1 3 ,1 4 ,1 7 7 Paris 14, 42, 46, 7 9 ,1 6 2 , 239, 250 parlamento 6 3 ,1 4 9 ,1 5 1 ,2 1 7 parti disiplini 68 PehJevi, Şah Rua 244 Pennsylvania 257 Pentagon 1 2 9 ,130, 141, 216, 223, 258 petrol fiyatları 180,181 piyasa 121, 153, 196,205, 224 piyasa ekonomisi 224 PKK 200, 201-204, 206, 211. 253, 254-256,261 pohs 177 Polonya 80, 236, 245 Ponrus Rum Cumhuriyeti 98 popülist politika 180 popülist siyaset 150 Portekiz 1 6 ,1 7 posanödem 209 Prag 250 Princeton 143 Protestan 16,41 protesto 2 4 ,1 6 9 ,2 1 6 , 241 Prusya 36, 141 radikal 2 2 ,3 6 ,9 8 , 10 6 ,1 4 2 ,1 4 7 , 1 6 1 ,1 6 4 ,1 6 5 .1 6 7 ,1 8 6 , 192, 1 9 5 ,2 0 9 ,2 2 7 ,2 4 3 ,2 4 9 ,2 5 2 radikal sol 166 Rıza, Ahmet 57 risk 106 Rodos 14, 234 Roma 1 5 ,7 0 ,1 1 0 , 244 Roman 42
Romanya 34, 49, 75, 79, 244 Rum 3, 13, 21, 2 2 ,2 5 , 36, 39, 61, 6 J, 6 6 ,7 4 , 8 1 ,8 2 , 9 8 ,1 0 0 ,1 5 9 , 173, 226, 2 3 4 ,2 3 9 , 2 50, 2 5 1 ,2 5 9 Rumeli 18, 49, 66, 7 1 ,2 4 0 Rus 27, 36, 37, 49, 51-53, 76-78, 80, 82, 85-87, 96, 102, 237, 238, 246 Rtısbr 32, 37, 39, 43, 48, 4 9 ,7 6 , 79, 80, 96, 236, 238 Rusya 20, 21, 26, 2 7 ,2 8 , 31, 34, 37, 41-43, 4 8 ,4 9 , 51-55, 72, 75, 778 1 ,8 3 ,8 6 , 9 7 ,1 0 5 ,1 2 0 ,1 3 1 , 1 9 7 ,2 3 6 ,2 3 7 , 238, 239, 240, 2 4 6 ,2 6 0 sadrazam 7, 17, 20, 24, 26, 36, 46, 65, 68, 70, 73, 74, 86 Safevî 234 Samsun 9 8 ,1 1 8 , 241 Saruhan 4, 10, 233 Seanle 229 seçimler 70, 118, 125, 148, 157, 187, 1 9 0 ,2 1 5 ,2 4 5 , 247, 249, 251, 258 Selanik 10, 12, 39, 48, 54, 68, 93, 94, 1 0 0 ,2 3 4 Selim 115, Selim II 2 0 ,2 3 , 24, SeLim III 2 8 ,3 1 ,3 2 , 3 5 ,3 6 ,2 3 8 sendikalar 1 1 3 ,1 4 9 , 1 5 5 ,1 6 4 ,1 6 6 , 168, 1 8 8 ,2 1 6 serbest piyasa 122, 126, 142, 200 serbest ticaret 239 sermaye 1 2 2 ,1 2 9 ,1 5 4 ,1 6 2 , 208, 214 sermaye kaçışı 208 sığuuna 148, 237 suuf 19, 36, 3 9 ,4 4 , 56, 57, 68, 88, 1 1 3 ,1 2 3 ,1 2 5 ,1 5 5 , 1 6 1 ,1 9 8 ,2 1 0 bilinci 155 Sırbistan 14, 32, 34, 48, 49, 71, 234 Sırp 9 ,3 2 , 74, 238
Sivas 9 8 ,2 4 1 sivil toplum 137, 201
180, 1 8 7 ,2 4 8 , 250, 2 5 1 ,2 5 2 Şilt 173
siyasal sağ 162 siyasal yaşam 1 2 3 , 1 3 8 , 140» 175, 1 8 7 ,2 2 8
taciz 120, 228
siyaset 6 4 , 7 3 , 8 0 , 9 4 , 1 0 5 , 1 07, 109,
Tanzimat (Fermam) 40, 41, 43
1 2 1 ,1 2 7 , 1 3 0 , 1 3 5 ,1 5 5 , 1 5 6 ,
Tanzimat reformlan 44-4 6 ,4 8
1 5 8 ,1 6 9 , 1 8 1 , 186, 1 8 9 , 196,
tanm 15, 18, 56, 1 2 1 ,1 3 4 ,1 3 8 ,1 5 5 Tayland 105
2 0 0 , 2 0 5 , 2 1 0 , 261
Tanrı 1 0 ,1 3 9
siyası partiler 1 1 3 , 1 8 0 ,1 8 8 , 1 8 9 ,2 0 2
cek parti 1 2 2 ,1 2 7 ,1 3 1 , 134,149,
Slav 48
151 tekelci 163
Sofya 7 5 , 8 4 , 8 8 , 9 5 , 2 3 3 Soğuk Savaş 127, 1 28, 1 2 9 , 132, 133, 1 4 0 ,1 4 2 , 1 5 8 ,1 7 9 ,1 9 7 , 2 23, 225, 247, 253
terör 1 6 6 ,1 7 3 ,1 9 4 , 250, 254 terörizm 173 The Guardian 179
sosyal güvenlik 1 9 6 , 216
Theodora 5
sosyalist 156
Ticaret Odası 198
sosyalizm 171
ticaretin genişlemesi 17
sosyoekonomik 1 5 2 ,1 6 2 , 165
Timur (Moğol Ö D d e ri)ll TİP 1 5 6 ,1 6 4 ,1 6 8
Sovyet 1 0 5 ,1 2 0 ,1 2 7 - 1 3 0 ,1 3 2 ,1 5 8 , 1 6 0 ,1 7 9 ,1 9 4 , 2 4 3 , 2 4 5 -2 4 8 ,2 5 0 Sovyetler Birliği (SSCB) 1 2 0 ,1 2 8 ,
Tokat 261 Topkapı 2
1 3 0 ,1 3 1 , 140, 1 5 8 ,1 6 0 , 179, 1 86, 1 97, 2 0 1 , 2 4 1 , 2 4 4 ,2 4 5 ,
toplu sözleşme 4 7 ,1 5 5 ,1 6 4 toplumsal
2 4 7 , 2 49, 2 5 0
hareketler 160, yapı 155 Trablus 95
sömürge 69 Stalin, V. Joseph 1 2 8 ,1 2 9 , 245 Stanford 28, 5 8 suç 2 0 4 ,2 1 6 Suriye 11, 1 5 ,3 7 , 9 4 ,9 6 , 1 0 1 ,1 1 2 , 1 4 3 , 2 0 1 ,2 0 3 , 2 2 5 , 2 3 4 , 237, 2 5 4 ,2 5 9 sünni 225 Süveyş Kanalı 248 Şah İsmail 15, 234 Şam 16, 94 Şeriat 7 , 2 2 0 şeyhülislâm 37 şiddet 5 4 , 7 7 , 1 5 9 ,1 7 3 ,1 7 6 - 1 7 8 ,
Trablusgarp 240 Trabzon 76, 85, 97, 9 8 ,2 3 4 Trakya 54, 7 5 ,8 1 ,9 3 , 233 TRT 193 Tuna 8 ,2 7 , 34, 42 Tunus 1 7 ,2 3 , 5 4 ,5 5 ,2 3 5 Turhan Suitao 22 tüketim malları 198 Türk asıllı 159, delegasyonu 110,124. iyçi 154, 155 .2 0 4 Türkçe 6, 95, 98, 132, 246 Türkiye Büyük Miller Meclisi (TBMM) 103, 105,151
274
4® »
Türkiye Cumhuriyeti 89, 111, 243, 252 Türklet 1 3 ,1 6 , 18, 53, 5 5 ,6 1 , 7 6 , 89, 90, 93, 97, 98, 99, 112, 1 2 4 ,1 4 2 , 1 5 8 ,1 6 0 ,2 0 0 , 22 3 , 22 5 , 23 3 , 241
Washing(on 8 5 , 8 6 , 1 0 5 ,1 2 2 , 12813 1 , 158, 160, 1 79, 18 6 , 2 0 2 , 2 0 4 , 2 0 9 , 2 1 6 , 2 2 2 -2 2 5 , 2 2 9 , 2 5 7 , 258 yabana 2 2 , 3 6 -3 9 , 4 1 , 4 4 , 5 4 -5 6 , 6 7 , 7 3 , 7 6 , 9 4 , 9 5 ,1 0 1 , 1 1 0 ,1 1 2 ,
Ukrayna 236
15 4 , 15 6 , 1 71, 1 9 4 - 1 9 6 ,1 9 8 ,
ulema 7 ,1 3 ,1 7 , 2 J , 34, 94
2 0 1 ,2 0 8 ,2 1 9 ,
256
ulu$ 9 3 ,1 7 7 ,1 9 6
yabancı dil 3 6 , 2 1 9
ulusal mücadele 106
yabancı sermaye 17 1 , 2 0 8
Uluslararası Para Fonu 180
Yahudi 13, 14, 2 1 , 3 9 , 5 4 , 6 1 ,1 0 0 ,
uluslararası ticaret 14
1 2 1 ,1 6 3 ,
234
UNESCO 206
Yarhisar 5
uyum 6 , 54, 55, 6 7 ,1 1 8 , 1 2 2 ,1 6 6 ,
yatırım malları 2 0 4
ücret 1 5 6 ,1 9 8
yeni dünya 8 7 ,1 2 4 Yeni Osmaolılar 4 5-48
Uçıincü Duaya 131
yeni teknoloji 142
ülke 23, 3 7 ,6 4 , 95, 1 0 2 ,1 1 0 -1 1 3 ,
yeniçeriler 7 ,1 2 ,2 4 - 2 6 , 3 1 - 3 5 ,2 3 6
224
Yeşiller Partisi 203
1 3 0 ,1 3 1 ,1 3 3 ,1 3 4 ,1 4 7 ,1 5 4 , 1 5 7 ,1 5 9 ,1 6 4 ,1 6 8 , 1 6 9 ,1 8 0 ,
yoksulluk 2 0 6 ,2 1 6 , 221
1 8 2 ,1 8 8 ,1 9 0 ,1 9 2 ,1 9 9 ,2 1 1 ,
yolsuzluk 2 0 6 , 2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 4 , 21 6 ,
2 1 4 ,2 1 7 ,2 1 8 ,2 2 4 , 2 44, 2 48, 252, 255-257 üniversiteler 1 3 4 ,1 3 7 ,1 5 0 , 163, 168, 227
2 5 1 , 255 Yunan 5 ,1 3 , 3 3 ,3 4 , 3 6 ,9 3 , 101, 1 0 2 ,1 6 6 ,2 0 3 ,2 1 3 , 2 3 8 ,2 3 9 , 2 4 1 ,2 4 8 Yunan Bağımsızlık Savaşı 238
Van 6 9 ,7 6 ,8 2 , 97
Yunanistan 3 4 , 3 9 , 6 3 , 7 1 , 100, 101,
Varlık Vergisi 120, 121, 246 Varna 12, 234
110, 1 1 2 ,1 2 0 , 128, 129, 131,
vatan 47, 61, 89 vatandaşlık 100
2 0 1 ,2 0 4 , 2 0 5 , 2 40, 2 4 4 , 2 45, 2 4 7 -2 4 9 , 250
\fenedik 1 1 ,1 2 , 14, 1 5 ,2 2 -2 6 , 234, 235-237 vergi 15, 3B, 55, 6 2 ,1 2 1 Vietnam 1 0 5 ,1 6 2 Viyana 8 ,1 6 , 23, 26, 48, 234, 236 Volkan 65
159,
16 2 , 174, 179, 18 6 , 197,
Yunanlı 13, 54 Yunanlılar 3 , 8, 13, 3 4 , 5 4 , 7 4 , 75, 9 7 , 98, 241 zenginlik 1 5 ,1 4 2 Ziraat Bankası 5 6 , 134