KURAM
K a r i M a r x in Tarih Teorisi
"...felsefe a l a n ı n d a ise G.A. Cohen'in ilk kez analitik felsefenin y ö n t e m s e l ölçütleriyle t a r i h i m e t a r y a l i z i m i ı ı teınel k a v r a m l a r ı n ı ilişkilendiren Kari M a r x ' s Theory of History -A d e f e n e e - (Kari M a r x ' ı n T a r i h T e o r i s i -Bir S a v u n m a ) - isimli ç a l ı ş m a s ı t a r t ı ş m a s ı z soıı oıı yılın d ö n ü m n o k t a s ı d ı r . " Perry Andersoıı
S
TOPLAMSAL DONUŞUM YAYINLARI
ISBN
975-8269-21-6
9 78975 8 2692 1 1 >
,,
,,
Gerald
^ , A . Cohen A
S
TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM YAYINLARI
Toplumsal Dönüşüm Yayınlan: 90 Kuram Dizisi :4
Gerald A.Cohen Kari Mani'm Tarih Teorisi BİR SAVUNMA Çeviri: Ahmet Fethi
GERALD A.COHEN
İngilizce Adı: Kari Marx's Theory of History A DEFENCE Princeton University Press, 1978
1. Baskı: Toplumsal Dönüşüm Yayınları Ağustos 1998 - İstanbul ISBN : 975-8269-21-6
Kapak Ali Şimşek
KARL MARX'IN TARİH TEORİSİ BİR SAVUNMA
Genel Dağıüm: KARDAK / Narlıbahçe Sk. No:6/3 Cağaloğlu/İSTANBUL Tel: 512 31 61-Telefax: 512 45 91 Toplumsal Dönüşüm Yayınları ve 2B/Bilgi Birikim, KARDAK Eğitim ve Kültür Hizm. Ltd. Şti. Yan kuruluşlarıdır.
Çeviri Ahmet Fethi
Baskı: Kayhan Matbaacılık; 576 01 36 Cilt: Yalçın Mücellit
Ş
oomyOv YAYINLARI
V. FETİŞİZM
;.. 141
(1) Dinde ve İktisatta Fetişizm
141
(2) Fetişizmde Ne Hakikidir, Ne Sahtedir.
142
(3) Meta Fetişizmi Tanısı
;
(4) Sermaye Fetişizmi Tanısı (5) Meta Fetişizmi ve Para
148 ;
(6) Meta Fetişizmi; Din ve SiyaseL
İÇİNDEKİLER
(7) İçeriğin Kurtuluşu Olarak Kominizin VI. ÜRETKEN GÜÇLERİN ÖNCELİĞİ 7
Çeviri Üzerine Önsöz
11
I. HEGEL ve MARX'TA TARİH İMGELERİ
15
II. ÜRETKEN GÜÇLERİN OLUŞUMU
43
(1) Ekonomik Yapı ve Üretken Güçler.
43
(2) Bazı Terminolojik Konular.
53
(3) Emek Gücü
57 62
(4) Bilim (5) Daha Fazla Katalog Adayı
65
(6) Üretken Güçlerin Gelişmesi
74
III. EKONOMİK YAPI
83
(1) Üretken Güçlerde Sahiplik Haklan
83
(2) Üreticilerin Olanaklı ve Olanaksız Sahiplik Konumlan...,
86
, (3) Bağımlılık
89
(4) Proleteri Yeniden Tanımlama
91
(5) Yapısal Sınıf Tanımı
94
(6) Toplumsal Biçimleri Ayırma (7) Üretim Tarzlan
98 «...
(8) Ekonomik Değişim Türleri IV. TOPLUMUN MADDİ ve TOPLUMSAL ÖZNİTELİKLERİ
100 107 111
(1) Ayınma Giriş
İH
(2) Emek Sürecinde Madde ve Biçim
'23
(3) Kullanım Değeri ve Ekonomik Politika
127
(4) Aynmın Devrimci Değeri
130
(5) Mili Konusunda Marx'a Karşı
133
(6) Çalışma İlişkileri
137
145
(1) Giriş
150 ; 152 155 163 163
(2) Marx'ın Öncelik İddialan: Önsöz
165
(3) Marx'ın Öncelik İddialan: Önsöz'ün Dışında
172
(4) Öncelik Davası
180
(5) Güçlerin Önceliğinin Doğası
190
(6) Üretken Güçler, Maddi İlişkiler, Toplumsal İlişkiler.
196
(7) Bütün Eski Üretim Tarzlan Özünde Tutucuydu
200
(8) Ek VII. ÜRETKEN GÜÇLER ve KAPİTALİZM (1) Kapitalizmin Doğuşu
203 207 207
(2) Kapitalist Ekonomik Yapı ve Kapitalist Üretim Tarzı
212
(3) Kapitalizm ve Üretken Güçlerin Gelişimi
225
(4) Dört Çağ
230
(5) Kapitalizmin Misyonu ve Kaderi
234
(6) Sosyalizmin Önkoşulları
237
(7) Sınıflar Niçin Zorunludur VIII. TEMEL ve ÜSTYAPI, HAK ve ERKLER
240 249
(1) Üstyapıyı Saptama
249
(2) Hukuksallık Sorunu
251
(3) Mülkiyet İlişkilerinin ve Hukukun Üretim İlişkileriyle Açıklanması... 259 (4) Temellerin Üstyapıya Gereksinimi Vardır
265
(5) Ekonomik Yapı Bağımsız Olarak Gözlemlenebilir mi?
269
(6) Bir Daha Haklar ve Erkler Üzerine
271
(7) Proleteryanm Haklan ve Erkleri
275
(8) Ek
281
4t
IX. İŞLEVSEL AÇIKLAMA: GENEL OLARAK
285
(1) Giriş
-
(2) Açıklama.
285 -
287
(3) İşlev-İfadeleri ve İşlevsel Açıklamalar.
290
(4) İşlevsel Açıklamanın Yapısı
295
(5) Doğrulama.
301
Çeviri Üzerine
(6) Her İşlevsel Açıklama Doğru mudur?
302
(7) Sonuç Açıklama ve Tümdengelim-Nomolojik Mode!
309
Kitapta, ö z e l l i k l e M a r k s i s t k l a s i k l e r d e n o l m a k ü z e r e , p e k ç o k k l a s i k
315
eserden sık sık aktarmalar yapılmaktadır. Bu kaynaklardan T ü r k ç e
X. İŞLEVSEL AÇIKLAMA: MARKSİZMDE (1) Giriş
315
(2) İşlevsel Açıklamanın Kavramsal Eleştirisi
317
(3) İşlevselcilik, İşlevsel Açıklama ve Marksizm
320
(4) Ayrıntılı Açıklamalar.
322
(5) Marksçı Örnekler.
:
327
XI. KULANIM DEĞERİ, DEĞİŞİM DEĞERİ ve ÇAĞDAŞ KAPİTALİZM
-
335
yayımlananlardan yapılan aktarmalar ve göndermelerin Türkçe çevirideki yerleri g ö s t e r i l m i ş t i r . A n c a k , i l g i l i pasajlar, d a h a ö n c e y a p ı l m ı ş T ü r k ç e ç e v i r i l e r d e n o l d u ğ u g i b i a k t a r ı l m a m ı ş t ı r . Hatta b i r ç o k d u r u m d a , s ö z c ü k tercihini a ş a n t e r i m s e l farklılıklarla karşılaşılacaktır. ( B u d u r u m , o k u y u c u y a b e l k i bir ç e v i r i k a r ş ı l a ş t ı r m a s ı o l a n a ğ ı d a t a n ı y a b i l i r ) B a z e n , g ö n d e r m e y a p ı l a n i f a d e v e pasajlar T ü r k ç e ç e v i r i l e r d e b u l u n a m a d ı ; b u durum u n s ö z k o n u s u o l d u ğ u y e r l e r ç e v i r m e n n o t u olarak b e l i r t i l m e k t e d i r . Türkçe y a y ı m l a n m a m ı ş ya da yayımlanmışsa b u l u n a m a m ı ş kay-
(1) Giriş
335
(2) Değişim Değerinin Kullanım Değerine Boyun Eğdirmesi
336
(3) İleri Kapitalizmin Ayrık Bir Çelişkisi
340
(4) Mishan ve Galbraith
344
(5) Savı Gözden Geçirme
346
Y a y ı n l a r ı , 1 9 7 9 ) , y a z a r ı n b u k a y n a k t a n y a p t ı ğ ı aktarmaları T ü r k ç e ç e v i r i -
(6) Kapitalizm, Ayrık Çelişkinin Zorunlu Bir Koşulu mudur?
350
de bulmak ve göstermek olanaklı olmamıştır.
(7) Bir İtiraz
353
(8) Kapitalizmin Eğilimi ve Max Weber.
357
(9) Dolaylı Gözlem
358
EK: 1 KARL MARX ve TOPLUMSAL BİLİMLERİN SÖNÜMLENMESİ EK: II BAZI TANIMLAR AKTARMA YAPILAN ESERLER
362 :
282 292
nakların İ n g i l i z c e adları y a z ı l m ı ş , d i ğ e r d u r u m l a r d a k a y n a k l a r ı n T ü r k ç e a d l a n verilmiştir. A y r ı c a , M a r x ' ı n G r u n d r i s s e ' i o l d u k ç a e k s i k v e ç e v i r m e n ile e d i t ö r ü n yorumları kaynak m e t i n d e n ç o k daha fazla yer kapladığı için (Birikim
Ahmet Fethi
0
Y a ş a m l a r ı n ı n t o p l u m s a l ü r e t i m i n d e insanlar, v a z g e ç i l m e z v e iradelerinden b a ğ ı m s ı z olan belirli ilişkilere, m a d d i üretken g ü ç lerin g e l i ş i m i n i n belirli bir e v r e s i n e karşılık g e l e n üretim ilişkilerine girerler. B u üretim ilişkilerinin t o p l a m ı t o p l u m u n e k o n o m i k y a p ı s ı n ı , ü z e r i n d e h u k u k i v e s i y a s a l üst y a p ı n ı n y ü k s e l d i ğ i v e belirli t o p l u m s a l b i l i n ç b i ç i m l e r i n e karşılık g e l e n g e r ç e k t e m e l i oluşturur. M a d d i y a ş a m ı n üretim tarzı, g e n e l olarak t o p l u m s a l , siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullar. İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, aksine bilinçlerini b e l i r l e y e n t o p l u m s a l varlıklarıdır. G e l i ş m e l e r i n i n b e l l i bir evresinde toplumun maddi üretken güçleri m e v c u t üretim ilişkileriyle, y a d a - a y n ı ş e y i n hukuksal i f a d e s i n d e n b a ş k a bir ş e y o l m a y a n - o zamana kadar içinde hareket ettikleri m ü l k i y e t i l i ş k i l e r i y l e ç a t ı ş m a i ç i n e girerler. B u ilişkiler, üretken g ü ç l e r i n g e l i ş m e b i ç i m l e r i n d e n onların e n g e l l e r i h a l i n e gelirler. O z a m a n bir t o p l u m s a l d e v r i m çağı' başlar. E k o n o m i k t e m e l i n d e ğ i ş m e s i y l e birlikte, bütün m u a z z a m üstyapı da az ç o k hızlı bir ş e k i l d e dönüşür. Bu tür d ö n ü ş ü m l e r i değerlendirirken, d o ğ a l b i l i m k e s i n liğiyle belirlenebilen üretimin e k o n o m i k koşullarının maddi d ö n ü ş ü m ü ile insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve savaşarak ç ö z m e y e çalıştıkları h u k u k s a l , s i y a s a l , dini, estetik y a d a f e l s e f i - k ı s a c a i d e o l o j i k - biçimleri d a i m a ayırt e t m e k gerekir. N a s ı l ki, bir k i ş i y l e ilgili fikrimiz o k i ş i n i n k e n d i s i y l e i l g i l i ne d ü ş ü n d ü ğ ü n e d a y a n m ı y o r s a , a y n ı ş e k i l d e , b ö y l e bir d ö n ü ş ü m d ö n e m i n i de o d ö n e m i n kendi b i l i n c i y l e y a r g ı l a y a n l a y ı z ; aksine, bu bilinç, maddi y a ş a m ı n ç e l i ş k i l e r i n d e n , toplumsal üretken g ü ç l e r ile üretim ilişkileri arasındaki m e v c u t çatışmadan hareketle açıklanmalıdır. İçerebileceği bütün üretken güçler g e l i ş m e d e n hiçbir t o p l u m s a l o l u ş u m y o k o l m a z ; v e varlığının maddi koşulları bizzat eski t o p l u m u n rahminde o l g u n l a ş m a d a n , y e n i , daha y ü k s e k bir ü r e t i m i l i ş k i l e r i a s l a o r t a y a ç ı k m a z . B u n e d e n l e i n s a n o ğ l u ö n ü n e her z a m a n s a d e c e ç ö z e b i l e c e ğ i görevleri koyar; zira soruna daha y a k ı n d a n b a k ı l d ı ğ ı n d a , s a d e c e ç ö z ü m ü n ü n m a d d i koşulları zaten var o l d u ğ u n d a , ya da en azından o l u ş m a s ü r e c i n d e
9
olduğunda görevin ortaya çıktığı görülür. Geniş anaçizgileriyle Asyatik, antik, feodal ve modern buıjuva üretim tarzları, toplumun ekonomik oluşumunda ileriye doğru gelişen çağlar olarak tasarlanabilir. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin son antagonistik biçmidir -bireysel antagonizm anlamında değil, bireylerin toplumsal yaşam koşullarından kaynaklanan bir antagonizm anlamında antagonistik; aynı zamanda, burjuva toplumun rahminde gelişen üretken güçler, bu antagonizmin çözümünün maddi koşullarını da yaratır. Bu nedenle, bu toplumsal oluşum, insan toplumunun tarih öncesini sona erdirir. - Kari Marx, 1859
Önsöz 1. Bu kitap, tarihsel materyalizmi çekici olacağını umduğum bir biçimde sunarak savunur. Bu sunum iki kısıtlamaya saygı duyar Bir yanda Manc'ın yazdıklarına; diğer yanda, 20. yüzyıl analitik felsefesini ayırt eden açıklık ve kesinlik standardına. Amaç, geniş ölçüde Manc'ın konuyla ilgili söylediklerine uygun kabul edilebilir bir tarih teorisi inşa etmektir. Marx, aşağıda söylenenleri alışılmadık bulurdu; fakat, düşündüğü şeyin akla uygun açık bir ifadesi olarak da kabul edebilirdi diye umut edilir. Bu, kuruntulu bir umut değil. Marx, birçok düşünceyi birçok yönde geliştiren hareketli ve yaratıcı bir düşünürdü. Bütün bu düşünceleri, geliştirip güçlendirecek zamanı, ya da isteği, ya da akademik huzuru olmadı. Kimi önemli düşüncelerini kendisinin sunduğundan daha az düzensiz versiyonlarım vermek kibirli bir iddia olmaz. 2. Burada verilen yeniden inşa, teorinin oıjinal durumundan daha az belirsizdir. Bu nedenle eleştirilmesi daha kolaydır ve bundan rahatsız olmam. Fakat, önceden tahmin edip önünü almak istediğim olası bir tepki var, yani "genel bir tarihsel-felsefi teori, tarih-üstü olmaktan ibaret üstün meziyeti olan bir teori""' oluşturduğuma dair tepki. Tarihin, her hangi bir teorinin onu sunduğundan "her zaman daha zengin içerikli, daha çeşitli, daha çok yanlı, daha canlı ve daha 'incelikli""11 olduğunun bana anlatılmasına gerek yok. Aktarılan bu pasajlar, teorinin belli bir yanlış kullanımına karşı uyanlardır; fakat bazı Marksistler, genel olarak teoriden uzaklaşmalannı gizlemek için bunlan aktarır. Bunlara, Marx ve Lenin'in teoriye karşı olmadıklannı anımsatmak gerekir. 3. Louis Althusser, tarihsel materyalizme mevcut ilgiyi güçlü bir şekilde etkiledi ve bu kitapta çok fazla sözü edilmeyen Althusser'in eseri konusunda birkaç söz söylemek zorundayım. '"- Manı'tan bir Rus gazetesinin yazı kuruluna, Kasım 1877; Selected Correspondance içinde, s. 2.94. (,)
10
- Lenin, " L e f t - W i n g Communism, s. 76 (Türkçe çevirisi Sol Komünizm Bir Ço-
cukluk Hastalığı'nda bu ifade bulunamadı - ç v . )
II
Althusser'in Pour Marx'ı, Marx'ın öneminin Kapital'de ve ona hazırlık niteliğindeki yazılarında bulunacağına beni ikna etti. Bu inanç bu kitabı yazmamı sağladı ve bu nedenle Althusser'e borçluyum. Fakat, Lire Le Capital'e -Althusser ve diğerlerinin bir dizi demesi- geçtiğimde, düş kırıklığına uğradım. Fransız dilinin rie kadar incelikli ve dolambaçlı kullanılabildiğinin ötesinde, Althusser'in denemesinde çok az şey edindim. Özellikle Balibar'ın denemesi olmak üzere, diğerlerinden daha fazla hoşlandım. Fakat, Althusser'in yarattığı etki kadar yararlı olduğunu düşünmedim. Her şeyden önce, Lire Le Capital'de birçok belirsizlik buldum. Entelektüel bağlılık üzerine ısrarıyla mantıksal pozitivizmin Paris'de hiçbir zaman tutulmamış olması belki bir üzüntü konusudur. Anglofon felsefe, mantıksal pozitivizmi uzun süre önce geride bıraktı; fakat, ara vermeden uğraşmak yine de iyidir. Berraklığın değerli bir miras olduğu ve teorik bir yargının teorik bir yargı olabilmesi için kavranmasının zor olması gerektiğinin genel olarak kabul görmediği İngiltere'de Althusserçi belirsizliğin talihsiz sonuçlan olabilirdi. 4. Althussercilerden özgül doktriner farklılıklarımın burada belirtilmesine gerek yok. Epeyce çoktur. Zira, savunduğum eski-moda bir tarihsel materyalizmdir; tarihin insanın üretken gücünün artışı olduğu ve toplum biçimlerinin bu artışa olanak sağlamalarına ya da engellemelerine göre yükselip düştükleri geleneksel bir kavrayıştır. Teorinin üretim güçleri ve ilişkileri ile ilgili temel kavramları üzerinde yoğunlaşılıyor, Marx ve toplum üzerine kitaplarda olduğu gibi sınıf çatışması, ideoloji ve devlet konulan çok az tartışılacaktır. 'Teori" teriminin anlattığı eklemleme derecesinden yoksun düşüncelerle ilgili olduğu söylendiği için, kitabın büyük bir kısmı (Bölüm Il'den X'a kadar) "Marx ve Hegel'de tarih imgeleri" üzerine kısa bir özetle ilerliyor. II. Bölüm, Marx'ın ekonomik yapı dediği şeyin tek başına üretim ilişkilerinden ibaret olduğu, üretici güçlerin bunun bir parçasını oluşturmadığı iddiası üzerine karmaşık bir savla açılıyor. Bölümün daha az karmaşık olan geri kalan kısmı, üretici güçlerin ne olduğunu anlatıyor ve bunlann gelişmesinin ne anlama geldiği inceliyor. III. Bölüm, üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşturduğu ekonomik yapılar konulanyla ilgilidir. Doğrudan üreticileri emek araçlanyla ve sınıfsal üstleriyle ilişkilendiren bağlara bakıyor. IV. Bölümde, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki aynmın, 102
toplumun maddi özellikleri ile toplumsal özellikleri arasındaki daha genel bir aynmın özgül bir durumu olduğu gösteriliyor. V. Bölüm, meta ve sermaye fetişiziminin bir anlatımını ve kısmen yeni bir komünizm yorumu vermek için IV. Bölümün sonuçlannından yararlanıyor. VI. Bölüm, Marx'ın üretei güçlere açıklayıcı bir öncelik verdiğini gösteriyor ve Marx'ın bu konuda haklı olduğunu ileri sürüyor. VII. Bölüm, VI. Bölümün iddialan ile gerçek tarihin belli evreleri arasında bir bağ kuruyor. VII. Bölüme göre, ekonomik yapılar, insanın üretken gücünün genişlemesine olanak verdikleri için olduklan gibidirler. VIII. Bölüme göre ("Temel ve Üstyapı" ile ilgili), üstyapılar ekonomik yapılan pekiştirdikleri için olduklan gibidirler. Bu ifadeler, işlevsel açıklamalardır ve işlevsel açıklamalardan, genellikle kuşkulanılır. IX. ve X. Bölümler, genel terimlerle ve tarihsel materyalizme özel göndermelerle bunu savunur. XI. Bölüm, çağdaş kapitalist toplumun kimi hastalıklannı tartışıyor. Kapitalizm koşullarında kulanım değeri ile değişim değeri arasındaki ilişkinin, kapitalizm ilerledikçe özgül bir ifrasyonelliğe yol açtığını ileri sürüyor. Birinci ek, V. Bölümle ilgili bir makalenin yeniden basılmasıdır, ikincisi, bu kitapta kullanılan beş ifadeyle ilgili tanımlamalardır. 5. Bu kitabın birçok zayıflığı var. Beş dostun ilk taslak üzerinde titiz yorumlan olmasaydı, bu zayıflıklar daha çok olurdu. Danny Goldstick'e, John McMurtry'ye, Chris Provis'e, Bili Shaw'a ve Arnold Zuboffa çok çok teşekkürler. Yararlı eleştirilerde bulunan diğer dostlar Chris Boorse, Maggie Cohen, Irving Dworctzsky, Keith Graham, Colin McGinn, Jacob Meloe, Robin Murray, Bili Hart, Helle Kanger, Stig Kanger, Mendel Kramer, Jan Nerveson, Mike O'Pray, Tim Scanlon, Chuck Taylor, Richard Wollheim, Ailen Wood ve Sigurd Zienau'ydu. Katherine Backhouse ve Veryan Gilliat, el yazmalannı daktilo ettiler. Çok sabırlı ve naziktiler. Canada Councul ile British Academy, beni derslerden muaf tutarak bir yılımı bu çalışmaya harcamama olanak sağladılar. Michael Cohen ve Glanrydd'e özellikle borçluyum. Maggie, Miriam ve Sarah'a borcumu tarif edemem. Londra, Mayıs 1979.
13
#
-I-
Hegel ve Marx'ta Tarih İmgeleri Lenin, "tarihsel materyalizmin Uç kaynağı ve bileşeninin Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi" olduğunu söylemiştir/1' Bu bölüm, birinci kaynakla ilgilidir. Hegel'in tarih kavrayışım dünyâ tininin yaşamı olarak öne sürüyoruz ve Mara'ın bu kavrayışı nasıl aldığım, yapışım koruduğunu ve içeriğini değiştirdiğini gösteriyoruz. Değişik bir tarih imgesi edinen Marx bu imgeyi, sonraki bölümlerin açıklayıp savunacağı teoriye dönüştürdü. Dünya tini bir kişidir, fakat bir insan değil. Yine de, insan bize en çok ulaşabilir türden (çişi olduğu için, bunu betimlemeyle başlamak yararlı olur. Aşağıda tarif edilen resim, ortalama bir insan değil; tipik biri de değil, hatta olası biri bile değil. Bütün insanların dünyayla ilişkilenmelerinin kimi önemli yollan, bu resimde tarif ediliyor ve büyüteç altına almıyor. Resmin işlevi, açıklayıcılıktır. Geniş bir tarih vizyonunu canlandırmaya yardım eden bir arkaplandır. O nedenle buradaki insan, dünyada dolaşıp duran insandır. Bu insan hareket ettikçe, gözledikçe ve acı çektikçe, dünya kendisini ona açar ve o da, kendi taleplerini ona dayatarak, onun vasıtasıyla kendi amaçlan peşinde koşarak kendisini dünyaya açar. O insan doğayı tinselleştirir ve kendi tinine bir doğa kazır. Kayaların, çiçeklerin ve suyun nasıl bir şey olduklarım, yıldızlara ve derin vadilere nasıl bakıldığını keşfeder. Doğanın biçimlerini değiştirmeyi, öğelerini birbirine kanştırmayı ve ayırmayı öğrenir. Yaşamayı, yaşatmayı, yaşamaya izin vermeyi ve öldürmeyi öğrenir. Dünyanın görkemlerinin, çekiciliklerinin, çirkinliklerinin ve tehlikelerinin
"'-"Üç Kaynak", s. 452
15
g sini edinir. Hayatta kalmayı, gücü ve zevki güvenceye almak için ona müdahale eder. Fakat farklı bir düzenin tözünü de yaşar. Kendisiyle ilişki ve diyalog içindedir. Dış dünyayla karşılaşması ile dünyanın bir parçası olarak kendisiyle karşılaşması arasında bir karşıtlık vardır. Birinci durumda, incelediği şeyden ayrıdır; ikincisinde değildir ve incelemesi, incelediği şeyin bir parçası olmalıdır. Etrafındakileri değiştirmeden öğrenebilir; fakat onun kendi kendini keşfi, her zaman bir dönüşümdür de. Bu kendi kendini araştırma, ona daha çok kendi farkında olan yeni bir ben katarak, onu artık olduğu gibi bırakmaz. Kendi doğasını olduğu gibi korusa, onu yeniden araştırması gerekir: Nüfuz edilen doğaya, nüfiız edildiği için yeni bir doğa eklenmiştir. Onun öz-bilincini yansıtması, sürekli başarı üreten bitimsiz bir çabadır, bitişe varıldığında bitiş noktası ileri giden bir yarıştır. Ancak sürekli kazanılmakla sahip olunülur ve ancak sürekli gelişmekle kazanılır.'" Bir insanın kendisiyle ilgili inandıkları, görme çabasına eşlik eden konjonktürler de onun kendisiyle ilgili bildiği şeyleri etkiler. Kendisim emin hissediyorsa, yarı yarıya öyledir. Kendisini aşağılık bulursa, küçümsemeyi açığa çıkarır. Kendisini kırılgan sayarsa, küçük tersliklerden sarsılır. Kendisinin ne olduğunun imgesiyle yönlendirilen kendi kendisini yaratır ve bu nedenle, olduğuna inandığı şey, onun gerçekte ne olduğuna katkı yapar. İnsanın kendisini bilmesinin, hem süreçte hem üründe, ödülleri olduğu kadar acılan da vardır. Zira ben değişirken, rahatlık veren eski tarzlan, alışkanlıkların varoluş kaygısı başlar ve savunmasız bir karakter doğar. Yeniden düzenleme gerçekleşir ve yeniden düzenleme kısmi dağılma demektir. Her kısmi yeni yapı, zaman içinde ve sırası geldiğinde aşılmalıdır, diğer düşünce ve duygular tinsel statülerini kaybederler ve insan, hayvan krallığına geri çekilir. Öz-gelişme, bu geri çekilmenin tek seçeneğidir: Hareketsiz durmak olanaklı değil. Hegel'in "olumsuzun emeği" ifadesi0», bu yorucu kendi kendini
'"- Bu cümle, Kierkegaard'dan alınmıştır. Bkz. Edifying Discourses, s. 10. '*- "Phenomenology'e Önsöz", s. 390.
100
16
soruşturma ve kendi kendini değiştirme işini anlatır. Zor olduğu için emek, yıkıcı olduğu için olumsuz. Acı içinde ve evreler halinde öz-bilgiye hareket eden bir insanoğlu modeli, Hegel'in kavradığı şekliyle insan tarihinin daha kapsamlı hareketini anlamamıza yardım eder. İnsanoğlunun öyküsü, biraz önce tarif edilen özgül bireyin kahramanlıklarını bir araya toplayan aynı ilkeyle biraraya getirilir. Tarih, azametli işler ve felaketler koleksiyonu değildir. Dünya tininin öz-farkındalığındaki önce tedrici sonra ani artıştır -dünya tini teriminin Hegel'in tarih felsefesindeki kullanımını açıklamaya çalışmamız gerekir. Dünya tini kavramının kesin felsefi kökeni burada verilmeyecek."» Bunun yerine, Hegel'in kendi toplum ve tarih öğretisinde bu kavramın kullanımını nasıl savunmuş olabileceğini ele alıyoruz. Şimdi hesaba katılan ulusal karakter farklılığının, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da Montesquieu ve Almanya'da Herder gibi yazarlar tarafından vurgulandığında bir yenilik olduğunu belirterek başlıyoruz. Bir Almanın düşünce, duygu ve davranışlanyla bir İtalyandan çok başka bir Almana benzemesini bekleriz. Beklenti her zaman gerçekleşmez; fakat bu durum, "tipik Alman", "tipik İtalyan" ifadelerinin bizim için bir anlam ifade ettiği ve aynı şey olmadıkları gerçeğini değiştirmez. Farklılığı formüle etmek güç olabilir. Derinliklerini, kapsamlarını ve daimiliklerini kabul etmeyebiliriz. Bu güç görüngünün açıklamalannı göze aldığımızı varsayarak, bu ifadelerin açıklayıcılıklarına itiraz etmemiz çok olasıdır. Fakat betimleme ve açıklama görevi ne kadar korkutucu olursa olsun, hepimiz ulusal karakterlerde farklılıkların olduğunu kabul ederiz. Montesquieu ve Herder, bizim için aleni olan şey üzerinde ısrar etmeyi gerekli gördüler. İnsan olmanın farklı tutarlı yollarının varlığı ile ilgili iddiaları, Aydınlanma içinde insanı zaman ve mekan ötesinde esas olarak aynı gören ve genellemeleri, modern doğa biliminin yasaları kadar tikel çağ ve mekanlara göndermeden bağım-
"'- Konunun aydınlanı l bir anlatımı için bkz. Taylar, Hegel, birinci kısım, özellikle bölüm / / / .
t
sız olacak bir insan bilimi inşa etmeye soyunan eğilime karşıttı. David Hume: Greklerin ve Romalıların duygularını, eğilimlerini ve yaşam tarzlarını biliyor musunuz? Fransızların ve İngilizlerin mizaçlarını ve eylemlerini iyice inceleyin... Bütün zaman ve mekanlarda insanoğlu o kadar çok birbirine benzerdir ki, tarih bu tikelde bize yeni ve tuhaf hiçbir şey söylemez. Tarihin esas yararı, sadece, insan doğasının değişmez ve evrensel ilkelerini keşfetmektir. Bir seyyah "yeni ve tuhaf' bir şey anlatsa, "kendi anlatımlarını sentor ve ejderha hikayeleriyle, mucize ve kerametlerle doldurmuş olmasıyla aynı kesinlikte" hilekâr olduğunu ya da yanıldığım biliriz/" Hume'un "deneysel muhakeme yöntemlerini moral konulara sokma çabası,"<2> Hegel'i etkileyen Romantiklerin ve Montesquieu'ntin izlediğine karşıt bir araştırma programı öngörüyordu. Ayrı İlkeler etrafında örgütlenen birlikler olarak kavranan ayn ulusal kültürlere dikkat, kuşkusuz, genelleştirici bir sosyolojinin iddialarına soyutta uygundur; fakat, Hume'un kurmaya çalıştığına karşıt bir entelektüel p— :x,a oider ve Hegel'in entelektüel oluşumunun Almanya sınaa çiçeklenen bu pratik oldu, Hume'unki değilO nedenle, Hegel kendisinin icat etmediği, fakat belirleyici bir dönüşüme uğrattığı bir ulusal karakter kavrayışını kendine mal edebildi. Zira Hegel, sadece ulusun bireylerinde ve onların aracılığıyla gelişse ve sadece onlarda ve onların çalışmasında kendini gösterse de, bir ulusun karakterinin ulusun yüzeysel görünümünden fazla bir şey olduğunu düşünüyordu. Ulusun tini ya da zihni, bireysel zihinler kümesiyle ve bunların bir veçhesiyle ya da soyutuyla özdeşleştirilemez. Aksine, belli bir zamanda verili bir ulusu, o ulusun ulusal karakterine atfettiğimiz düşünce ve çalışmaları tözsel olarak açıklayan belli türden bir tin canlandırır.
'"- Enquiry Concerning Humar, Underslanding, s. 83-84. "'- Hume'un Trealise of Humarı Nalure'mm alt başlığı böyleydi.
18
Hegel, ulusal karakterin dünyasal cisimleşmesini bir bakıma aştığı düşüncesini nasıl savunmuş olabilir? Ulusal farklılıkları değerlendirmede artışın göreli yeniliği işini hafifletmiş olabilir. Ulusların karakterlerini neden gösterdiklerini açıklamak kolay değildi. Bu amaca yönelik teori, oldukça ham durumdaydı. Montesquieu, iklim ve coğrafyasına gönderme yaparak bir ulusu anlatan "ilke" dediği şeyi açıklamaya çalışmıştı. Fakat Hegel, bu ve kaba gözlenebilir değişkenlere dayanan diğer benzer anlatımların yetersiz olduklarım iddia edebildi ve tepkisi haksız değildi. Bu kitabın pek çok okuyucusu gibi ampirik kafalı kişiler, doyurucu bir açıklamalım ampirik bir açıklama olması gerektiğine a priori inanacaklardır. Hegel, a priori ampirist değildi. Bu nedenle, ulusal karakter olgularının iyi bir ampirik açıklamasının yokluğunda, uygun bir ampirik olmayan açıklamaya razı olmak gerektiğini savunabildi. Hegel'in taraftan olduğu tikel ampirik olmayan açıklama onun genel felsefesinden kaynaklanıyordu; fakat, bizzat tarihin incelenmesiyle destekleneceğini de düşünüyordu.'" Bu inceleme, zamansal olarak ardışık egemen ulusların ya da uygarlıkların karakterleri biçiminde, değerlerde, kültürde ve siyasette bir ilerlemeyi, açıklanması gereken ampirik olarak görülebilir bir gelişme çizgisini gösterecekti. Hegel'e göre, yine de olgunun hiçbir ampirik açıklanması ortaya çıkamazdı; durum, sanki bir zamanlar ilerlemenin merkezi olan uygarlığın, kendi başarılarım, gözlemlenebilir bir yolla bu ilerlemeyi daha da ileri götüren uygarlığa devretmiş gibi değildi. Çoğunlukla, sonradan gelen üstün uygarlık, sonradan gelen yükselmeden uzun süre önce gelişip gerilemiş olabilen dolaysız önemli atasından mekansal olarak uzaklaşmış olacaktır; öyle ki, "yapmak zorunda olduğumuz geçiş, dışsal tarihsel bağlantıda değil, sadece düşünce alanındadır.""' Felsefe, "aklın dUnyanın hükümranı olduğunu; bu nedenle dünya tarihinin karşımıza rasyonel bir süreçle çıktığım" kanıtlamasına karşın, "gelişmesinin rasyonel bir süreç olması, aynı zamanda dünya tarihinden bir çıkarımdır da." Philosophy of History, s. 9, 10. Burada ve kitabın tamamında, "ün", "akıl", "düşünce" vb. sözcükleri yeniden kullanırken başlangıçtaki büyük harfle yazımlarından vazgeçiyoruz. Büyük harfler, çevirmenlerin münasebetsizliğidir. Almanca yazım kuralları, sadece Hegel'in yazdıkları gibi büyük kendiliklerin adları değil, "tırnak" ve "domuz" gibi çok dünyevi kendiliklerin adlan da dahil her adım büyük harfle yazılmasını gerektirir. Almanca yazan Alman filozoflar, adlarım büyük harfle yazarak kendiliklere onurlu bir yer veremezler. Çevirmenlerin, saplantılı bir şekilde gösterdikleri şeyi yapamazlar. Philosophy of History, s. 174.
102
Yine de, ilerlemeci ardışıklığı ve bunun kurucu ulus-evrelerinin özelliklerini birşey açıklamalıdır. Ampirik olarak anlaşılamaz saydığı bu varsayılmış ampirik olguların ışığında Hegel, dünya tini kavramını önerebildi. Ulusun tini ulusun karakterini açıklar; soma tarihi kontrol eden ve ulusal tinlerin ardışıklığını yönlendiren dünya tininin gelişmesinde bir evre olarak açıklanır. İnsanlık tarihinin ilerlemeyle nitelenmesinin nedeni, dünya tininin faaliyetini yansıtmasıdır. Tutarlı ulusal karakterler, dünya tininin gerçeklenme evreleri olarak var olurlar. Hegel'in dinini ve dinle ilgili görüşlerini paylaşan birinin, dünya tini kavramını kabul etmesi için daha fazla nedeni olurdu. Hegel, Protestanlığın insan ve evrenle ilgili hakikati dile getirdiğine inanıyordu. Fakat bu dinsel inanç, Hıristiyanlığın mit ve imge örtüsü altında ifade ettiği her hakikatin, felsefe tarafından mecazsız belirtilebileceğini söyleyen akla inanca uygundu. Bu, kendini tarihte gösteren Tanrı'nın iradesi, İlahi Takdir düşüncesinin felsefi bir formülasyonuna gerek var demekti. Biraz önce tarif edildiği şekliyle tarihin gözlemlenebilir seyriyle desteklenen Hıristiyanlık ile felsefi hakikat arasındaki ilişkiye dair bu görüş, Hegel'in ampirik verileri Tanrı'nm dünyayla uğraşmasının görülebilir izleri olarak sunmasına olanak verdi. O halde, Hegel'den dünya tinine gönderme yapmanın doğruluğunu bunun genel felsefesinden kaynaklandığından habersiz birine göstermesi istenseydi ve savları bu şekilde sıralama onun pratiği olsaydı, şöyle derdi: 1. Ayrı kararlı ulusal karakterler vardır (ampirik olgu). 2. Tarihte kültürel ilerleme vardır ve uluslar bunun taşıyıcılarıdır (ampirik olgu). 3. 1 ve 2'nin hiçbir ampirik açıklaması yoktur. 4. Hıristiyan dinindeki her imge için, uygun bir felsefi hakikat vardır. Bu nedenle, 5. Faaliyeti 1 ve 2'yi açıklayan ve Takdiri İlahi'ye denk düşen (bkz. 4) bir dünya tini vardır. Dünya tininin yolculuğu, her biri o şuada dünyanın öne çıkan bir parçasında, tikel bir insan kavrayışı, o insanın kapasiteleri ve 102
sınırlılıkları, meşru umutları ve kaçınılmaz korkuları tarafından yönetilen bir uygarlıkta odaklanan bölümlere, ya da tarihsel dönemlere bölünür. Kavrayışlar, dünya tininin ulaştığı öz-farkındalık düzeyine uygundur. Bunlardan bazılarını incelemeden önce, Hegel' in genel felsefesindeki kimi konumları betimlemek yerinde olur. Bunlardan birincisi, Hegel'in kendi tarih ve toplum anlatımına soktuğu zihin öğretişidir. Hegel, özelliklerini ve güçlerini kataloglayarak değil, gelişim süreci içinde sergilenerek zihnin anlaşılabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle, zeka, irade, heyecan, duyum ve benzerlerini oldukça keyfi bir düzende nitelendirme (Gilbert Ryle' in Concept of Mind'ında olduğu gibi) yanlış olurdu. Oysa, her bilinç kipi, bütün bilincin bir evriminin içinde evrilir. Hegel'in bilgiyi inşasındaki kimi hatları göstererek açıklıyoruz. Hegel'in idrak (cognition) teorisi, üç evreli epistemolojik bir tırmanışı ön gerçek olarak kabul eder. Kalkış noktası duyumsal bilinç, varış noktası akıldır; anlama bu ikisi arasındaki yol boyunca uzanır. Bu terimler, sadece idrak biçimlerini değil, eylem ve duyguyu da kapsayan zihin ile dünya arasındaki bütün ilişki tarzlarını da adlandırır. Başlangıç konumu, herhangi bir tefekkür biçiminden önce gelen ilkel bir karşılaşmadır. Zihin, kendisini dünyadan ayrı olarak yaşamaz; şeyleri ve önünde duran şeylerdeki veçheleri ayırt edemez durumdadır. Nesnenin öğeleri kaynaşıktır ve özne onlarla kaynaşır. Anlama, çözümleme alanıdır. Özne, kendisi ile mutlak türden bir nesne arasına ayrım koyar ve nesnenin parçalarını ve özelliklerini ayırt edebilir. Eğilim, şeyleri ayrı tutmak ve onları kesinlikle ayrı bir düzende deneyip öğrenmektir. Anlama, kavrayış edinmede zorunlu bir evredir; fakat, anlamanın ayrımlarını kabul eden, ancak anlamanın yeteneklerinin ötesinde daha derin birlikleri tanıdığı için onları değişmeksizin alıkoymayan akıl tarafından aşılmalıdır. Akıl, anlamanın askıda bıraktığı entegrasyonu, bu askıda bırakmaya öncüllenen başarılardan vazgeçmeksizin ele geçirir. Zihinselin kendisini tam olarak göstermesinin evrimi gerektirdiği tezi, bireysel insan zihinlerine, bir cemaatin zihniyetine ya da kültürüne ve daha az olmamak üzere Tanrı'nın zihnine -ve varlığına- da uygulanır. 21
Hegel'e göre zihnin -herhangi bir zihnin- evriminin hedefi, kendisinden başka bir şeyle uğraşmadığı sürece olanaklı olmayan bir başarı olan eksiksiz öz-farkındalıktır. "Bir birey, eylemle kendini gerçek kılıncaya kadar ne olduğunu bilemez.""' Projeleri sürdürerek, bunlara bulaşmasının sonucunu ve doğasını algılayabilir ve böylece kendisini öğrenir; hiçbir şey yapmasaydı öğrenemezdi. Bir sanatçı, ancak resmini yapıp kendi resmi üzerinde derin düşündükten sonra ne tür bir yeteneğe sahip olduğunu öğrenir. Bir general, ancak savaştıktan ve yaptığı şey üzerinde derin düşündükten sonra nasıl bir asker olduğunu öğrenir. Kendilerini dünyada açığa vurmalıdırlar ve kendi açığa vurumlannı anlayarak kendilerini anlayacaklardır. Başka yolu yok. Fakat aynı şey uluslar için de geçerlidir. Bir cemaatin özlemleri ve sorunları, o cemaatin kendi kendini keşfetme örnekleri olarak da anlaşılır. Bir halkın tinine gönderme yapan Hegel şunu yazar: "kendi işinde, kendi tasavurunun bir nesnesini kendisine vermekle meşguldur.""' Zihnin kendisinin farkındalığına, onun kendisini kendisi olmayana yansıtmasıyla ve bunun sonucu kendisiyle ilgili idrakini onun ifadelerine yansıtmasıyla ulaşılır. Tann'nın maddi dünyayı yaratmasının nedeni budur. Yaratır; çünkü, ancak yarattığıyla kendisini bilebilir. Kendisini bilmesi için Tann'nın da meydana getirmesi ve eylemesi gerekir. Dünyayı ve insanı meydana getirir ve insanlar aracılığıyla, insanların oluşturduğu cemaatlerin içinde ve onların aracılığıyla eyler. O halde dünya tini "kendisine nesnel bir varoluş verme"lidir."' Tann tin olduğuna ve tam tinsel gerçeklik, kendi olmayanda kendini dışsallaştırma olmaksızın olanaklı olmayan öz-farkındalığı gerektirdiğine göre; Tann için kendi olmayan maddi dünya olduğuna göre, Hegel'in idealizminde en yüksek zihin biçimi, ne ise o olması için var olan maddeyi gerektirir.<4>
'"-"Gerçek", "potansiyel"e karşıttır: bkz. 13. Philosophy of History . s. 76. Lectures on the Philosophy ofWorld History, s. 64. *"- Hegel'inde Taylor'un parlak bir biçimde belirttiği bir nokta, örneğin bkz. s.109
100 22
Şimdi bu Tanrı düşüncesinin kafirane yanlan vardır; fakat Hegel'in şu şekilde ifade ettiği iyi bir soruya da uygundur: "Tann her şeye yeterliyse ve hiçbir şeyden yoksun değilse, bu kadar açıkça kendisine denk olmayan bir şeyin içine (yani, doğanın) kendini nasıl bırakır?"<" Küfre sapmamaya dikkat edip Tann'ya geleneksel kadiri mutlaklık,-alimi mutlaklik vb bolluğunu atfedersek, onun bir dünya yaratma iradesini ne açıklar? Hegel, "dünyasız Tann, Tann değildir" diye yanıt verir."' Onun yetkinlikleri ancak kendini yetkiııleştirmesiyle olur ve bu, dışsal araçsallıklan gerektiren bir süreçtir. Hiçbir zihin, bir kendini ifade etme aracı olmaksızın kendini bilmez ve Tann örneğinde araç dünyadır. Dünya tini, her birinde kendisinin daha yeterli bir farkındalığına sahip olduğu evrelerden geçer. Bu artan farkındalığın içeriğini, ileriye doğru daha yüksek kültürlerin kendileriyle ilgili ardışık kavrayışlan verir. Toplumun örtük kendi kendini algılaması, çok biçimli toplumsal yaşam görüngülerinde açığa çıkar. 'Toplumun dini, siyasi yapısı, etiği, yasası, hatta bilimi, sanatı ve mekanik becerileri, hepsi onun damgasını taşır""' 'Tikel bir dini ibadet biçiminde, alışkanlıklarda, anayasada, siyasal yasalarda -kurumlarının bütün karmaşıklığı içinde- ve tarihini oluşturan olaylarda ve işlemlerde var olan ve direnen nesnel bir dünya içinde kendini kurar.""' Dolayısıyla Hegel, ulusun ayrık ifadeleri gibi görünen şeyleri, her birinde tekil bir insanın ne olduğu düşüncesini ayırt ederek birleştirir. "Özsel kategori, birlik kategorisidir, bütün bu değişik biçimlerin iç bağlantısıdır. Komünal zihin, vatandaşların zihinlerinden ibarettir ve onlan bildirir ve komünal zihniyet dizilerinin bir tek tarihini oluşturan dünya zihnine tabidir. Tann, dolaysız bir şekilde değil ancak evreler halinde ve sadece insanların zihinlerinde kendini bilebildiği için, bir dünya tarihi olmalıdır: Tanrı'nın "öz-bilgisi ... onun in-
'"- Philosophy of Nature, para. 247, cilt I, s. 205. Philosophy of Religion, s. 200. Philosophy of History, s. 64. '«- İbid. s. 74. Ayrıca bkz. s. 53. History of Philosophy. i. 50.
sandaki öz-bilincidir ve insanın Tanrı'daki özrbilgisine ilerleyen insanın Tanrı bilgisidir."'" Şimdi Hegel, tinin kendisini bilme projesinin bitim noktasına oldukça yakın yaşıyor olmanın kendi mutlu kaderi olduğunu düşünür. Bu nedenle, insanlar tam olarak kendilerinin farkında olduklarında bildikleri şeye dair iyi bir düşünceye sahip olduğunu düşünür. Özgülleştirmek gerekirse, özgür olduklarını kavradıklarında ve sonuç olarak kendi özgürlüklerini cisimleştiren ve ifade edilmesini teşvik eden doğa ve toplumsal kurumlarla bir ilişki kurduğunda insanların kendilerini bildiklerini düşünür. Peki, Hegel'e göre özgürlük nedir? Daha soma bakacağımız güç bir pasajda yanıt verir; fakat burada, yanıtın bir tek yanı üzerinde yoğunlaşıyoruz: insanlığın özgür olduğunu kavraması, "doğa"nın hem dışsal çevreyi hem de, Hegel'e göre, biçimlendirme ve kontrol etmenin insanın kaderi olduğu bizzat insanın doğal eğilimlerini çağrıştırdığı yerde, insanlığın doğadan ayrı olduğunu ve onun üzerinde hükümran olduğunu bilmesini gerektirir. Öz-bilince ulaşma işi için vazgeçilmez olduğunu gördüğümüz tine dışsal öğe, kaba dışsalhğını yitirir ve öz-bilinç tamamlandığında insan egemenliği altına girer. Kültürlerin doğa ile zihin arasındaki ilişkiyi kavrayışları, kültürlerin faaliyetlerinde gerçekleşmesini bulan kavrayışlar, tam öz-bilince yükselmede kültürler arasındaki merkezi farklılıkları verir. "Süreçteki ilk adım, tinin doğaya bir dalışını sunar."(,) En ilk uygarlık, doğa ile sadece doğanın bir parçası olarak algılanan insan arasındaki hiçbir Özsel farklılığın farkında değildir. Konumu, yukarıyı idrakin ilk derecesini (duyusal bilinç) andırır, tıpkı bütün tarih o ilerlemenin bütününü andırması gibi. Hegel ilkel bilinci Doğu'ya atfeder; Çin ve Hindistan'da gözlemlendiğini düşündüğü (Avrupalı çağdaşları ve Marx'la birlikte) Doğu'nun ekonomisinin ve siyasi yapısının değişmeyen niteliğini, doğal gibi yaşanan toplumsal süreçlerin bitimsiz döngüsünü bununla açıklar. Rüzgardan ve dalgalardan farklı olarak bu düzenlemelerin insan kararına tabi.
of Hisıory,
s.
Mısır antikitesinin bize sunduğu temsillerden bir figüre, yani belirsiz bir biçim, yan hayvan yan insan Sfenks'e -kendi başına bir bilmecedir- özellikle dikkat edilmelidir. Sfenks, Mısır tininin bir simgesi olarak düşünülebilir. Canavar bedenden dışarı bakan insan baş, salt doğaldan çıkmaya -oradan kendini kurtarmaya ve etrafa daha özgürce bakmaya- başladığı şekliyle tini sergiler; ne var ki, zincirlerden kendini bütünüyle kurtarmadığı için doğa dayatılmış durumdadır. Mısırlıların sayısız büyük binalan, yarısı zeminin altındadır, yarısı da zeminin üstündedir... Yazılı dil hâlâ hiyeroglifiktir; temeli sadece duyusal imgedir, bizzat harf değil. O halde bizzat Mısır'ın anıtlan, Mısır'ın karakterini ifade eden bir biçimler ve imgeler çokluğunu bize verir; onlarda, kendisini bastırılmış hisseden, sadece duyusal bir tarzda kendisini dillendiren bir tini tanırız.'" Tin, phusis ile nomos arasındaki, doğal olarak büyüyen ile in-
Eski Roma'da bir yüzü öne, diğeri arkaya bakan, iki başlı kapılar tanrısı - ç v . "- Philosophy of Hisıory, s. 199.
Philosophy ofMind, para. 564, s. 298. Philosophy
dolayısıyla değişebilir oldukları bilinmediği için, kuşaktan kuşağa hiçbir yenilik olmaksızın toprak işlenir, ürün kaldırılır ve yöneticilere hizmet edilir. Elbette insanlar kuşlardan ve canavarlardan farklı olduklarını bilirler; fakat, kuşların canavarlardan farklı olduklarını da bilirler ve bu farklılıklar arasında hiçbir ayrım yapmazlar. Talihsiz Doğu'dan soma ve ikinci büyük evreden önce, Grekler, hala az çok doğaya gömülmüş durumda olan birçok âra halk incelenir. Mısır, insanların salt doğanın yaratıkları olmadığının yarı-farkındadır ve bu nedenle, kültürel eserlerinde insanları yarı-doğal gösterir. Mısırlıların, tinin tam ortaya çıkışının arifesinde çabalamakta oldukları söylenir. Hegel'in betimlemeleri uzman tarihçiden hangi takdiri alırsa alsın, derin açıklayıcıhğı yadsınamaz. Örneğin, işte Mısır'ın Janus'unun'"' sanat ve mimaride kendisini nasıl gösterdiği konusunda:
56.
100
25
san 1>uluşu ve kabulüyle var olan arasındaki Sophist karşıtlıkta açıkça belli olduğu gibi, nihayet klasik Yunanistan'da doğadan çıkışını sağlar. Yeni farkındalık, kent devletleri için bilinçli anayasalar tasarlanmasında ve Yunan heykelinde insan figürüne verilen üstün biçimde yansır. Bu, Yunanlıların tin ile doğa arasında bir karşıtlık, ya da düşmanlık sezdiklerini söylemek değildir. Aksine, dünyadaki yuvalarındadırlar ve ona ruhsallık katılması gerektiğini düşünürler. İlkel bilinç tarzı inşam salt doğal terimlerle ifade ettiyse, Yunanlılar da doğayı insan terimleriyle ifade edebildiler: Dolayısıyla doğaya sinen ve karakterleri ile serüvenleri çoğunlukla insan olan şey üzerinde modellenen tanrılarım. Tin ile doğanın, artık doğaya gömülmüş değil onun arkasında dinlenen bir tinin, bu mutlu birliğinin,, kendi sınırlan ve bedeli vardır: Tinin tam gücünü ve doğayı aşmasının tam ölçüsünü bilmemenin belirtisidir. İnsan ile doğa arasındaki dengede zihnin hükümranlığı fark edilmez. Yunan teogonilerinde'"' ilahi gücün dünyayı yokluktan yaratmayıp, mutlak bir şekilde zihinden bağımsız var olan şeyi şekillendirmesi dikkat çekicidir. Buna göre Hınstiyanlık, başlangıçta Yunan yaşamını damgalayan birlikten sancılı geri çekilme, doğal dünyadan ve kurulu toplumdan "mutsuz" yabancılaşma biçiminde, daha ileri bir bilinci başlatır. Fakat bu oniın son duruşu değildir. Zira, Hegel'de Tann öğretileri insan öğretileridir de ve eğer Hınstiyan Tann gerçekten ex nihilo (yoktan) yaratırsa, o zaman, dinin örtük öğretisi şu olur: Doğa, nihai olarak insana yabancı değildir, fakat insanlaşmaya tabidir. İnsan doğanın efendisidir; fakat bu gerçekleşmenin olgunlaşması ve kendisini pratikte oluşturması yüzyıllan alır. Geç Hınstiyan Avrupa'nın teknolojik başanlan, tinin doğaya üstün olduğuna dair insanın kazanmış olduğu farkındalığı belirtir ve doğrular. Hegel'in tarih felsefesini açıklamamız, Hegel'in metnindeki cümlelerin biraz uzağmda ilerledi. Söylenenleri Hegel'in bazı açık formülasyonlanyla ilişkilendirmenin zamanıdır.
100 '''-
Tanrıların soy kütüklerini yazan kitap -çv.
Hegel, aşağıdakilerden her birinin tarihsel gelişmeden sorumlu olduğunu söyler: Tin, akıl, özgürlük ve düşünce. Birçok yorumcu, sanki her birinin ne anlama geldiğini belirlemek hepsini aym belirsiz şeyi anlatır gibi ele almamızı gerektirecek kadar güçmüş gibi, bu zorlayıcı terimleri neredeyse birbirinin yerine kullanır. Her terimin bir şeyi, diğer üç terimin ifade ettiğinden farklı bir şeyi ifade ettiğini varsayacak ve Hegel'in Philosophy of History'sinde bunların nasıl işlev gördüğünü açıklamaya çalışacağız. (i) Tin, özgürlük ve düşünce. Tin, özgürlük ve düşünce arasındaki ilişki, sonradan açıklanacak bir tek cümlede verilebilir: Tinin düşüncesi özgürlüktür. Hegel tarihin yönetimini düşünceye atfettiğinde, kafasında geçen bu düşüncedir. "Düşünce"nin bu kullanımında, tıpkı aritmetikte şu ya da bu sayının karesi olmayan kare gibi şeyler olmadığı gibi, yalın düşünce yoktur, sadece şu ya da bu şeyin düşüncesi vardır. "Dördün karesi" ile "onaltı" ifadeleri, bir ve aym şeyi, aym sayıyı anlatır, sadece anlatma tarzlan farklıdır. Benzer şekilde, "tinin düşüncesi" ve "özgürlük" de bir tek şeyi anlatmanın iki yoludur: Tinin düşüncesi özgürlüktür. Genel olarak, rastgele bir x için jc'in karesinin ne olduğunu söyleyebiliriz: Kendisiyle çarpılan x'in ürünüdür. Bir x düşüncesinin ne olduğunu genel olarak söyleyelim. Bundan sonraki başlık altında tinin tikel düşüncesini, özgürlüğü tartışıyoruz. Hegelci söylemde x düşüncesi, Jt'in özü ya da doğasıdır"' ve At'in özü, en azından potansiyel olarak x olan şeydir: Fiilen o olmayabilir. ;t'in gelişmesi, potansiyelinin fiilileşmesidir, bir zamanlar düşünsel olarak olduğu şeyi gerçeklikte olmasıdır, jc'in üstlendiği ya da uğradığı bütün değişiklikler potansiyelinin fiilileşmesine katkıda bulunmaz; fakat salt bu tür değişiklikler için "gelişme" terimini kullanabiliriz. O halde tekrarlarsak: x için potansiyel olarak ne ise o olmak, x için kendi düşüncesini gerçekleştirmektir, artık sadece düşünce-olarak değil fiili olarak özde ne ise o olmaktır. Hegel, doğa ya da tinin düşüncesi bütünüyle gerçek değildir dediğin-
"'- Uygun metinler için bkz. Philosophy of History, s. 17. 23,40.
27
de/" tinin henüz potansiyelini gerçeğe dönüştürmediği, kendi özünü açığa vurmadığı evreye işaret eder. Bir çocuğun düşüncesi olgun bir yetişkindir, bir tohurnunki tohumdan gelişen çiçektir. Aristocu terimlerle, şeylerin kendisine doğru hareket ettiği ve kendi hareketini açıklayan biçimdir. Bu biçimi cisimleştirecek şekilde hareket eder. (Hegel, anlaşılmaz bir şekilde maddenin özünün çekim gücü olduğunu iddia eder ve herhangi bir madde parçasının kendisinin dışında bir şeye, gerçekte kendisinin dışında bir noktaya, tahminen nesneyi çeken ağırlık merkezine doğru çabaladığını savunur/21 Elbette bu çabayı sonuçlandıramaz, bir noktada ya da bir nokta olarak var olamaz; fakat bunun, bir madde parçasının ne kadar çelişkili olduğunu gösterdiği sanılır: Doğası gereği ne ise o olamaz.) Tin, tam özgürlüğe ulaştığında potansiyelini gerçekleştirir, en derin doğasını açığa vurur. Özgürlüğün tinin düşüncesi olmasının nedeni budur. Biraz soma bu özgürlük konusunda daha fazla şey söyleyeceğiz. "Düşünce"yi açıklarken, biraz daha anlatılmayı hak eden kendinden açıklayıcı olmayan potansiyellik kavramını kullandık. Fiilen y olmayan bir x'in potansiyel olarak y olduğundan söz etmek ne anlama gelir? Birçok şey anlamına gelebilir. Potansiyelliğin üç derecesi diyebileceğimiz şeye uygun olarak, bunlardan üçünü ayırt edelim. Üçüncü derece ikinciyi, ikinci derece birinciyi gerektirir. x'in düşüncesi, x'in üçüncü derece potansiyelliği olacaktır. Birinci potansiyellik derecesi. x potansiyel olarak y'dir = bazı koşullarda (ne kadar uzak olursa olsun) x, y olur. Eşdeğer bir şekilde: x'in y olacağı varsayımı, herhangi bir doğa yasasına aykırı değildir. Bu anlamda, iri bir kaya, potansiyel olarak o zamana kadar üretilen en güzel taş heykeldir. Bu, kayanın heykel olmaya eğilimli olduğunu söylemek değildir. Bunun olabileceğini, her iri kaya parçasının o zamana kadar yapılmış en güzel taş heykel olmasının olanaklı olduğunu söylemekten fazla bir şey değildir. Bu potansi-
"- Philosophy of Hisıory, s. 22. *- İbid. s. 17.
102
yelliğin en düşük derecesidir; fakat, yokluk değildir. Bir su birikintisi, taşa atfedilen potansiyellikten yoksundur. (Bilimsel açıdan daha ileri bir gelecekte, moleküler yapışma yönelik operasyonlarla bir su birikintisinin taşa dönüştürülebileceği ve böylece tanımımıza göre potansiyel olarak bir taş heykel olarak niteleneceği söylenebilir. Bu tür fızyo-kimyasal manipülasyon olanaklı olursa, olabilir. Her x'in potansiyel olarak herhangi bir y olduğu doğru olsaydı, tanıma hiçbir itiraz olmazdı.) Tin, bu ilk yavan anlamında potansiyel olarak özgürdür, fakat sadece bu anlamda değil. Bu anlamda potansiyel olarak özgür olduğunu söylemek, onun özgür olmasının olanaklı olduğunu söylemektir. İkinci potansiyellik derecesi. İyi bir bilim adamı olabileceği gibi bir suçlu da olabilir dediğimiz ciddi karakterli bir delikanlıyı düşünelim; ifadenin niyet edilen anlamında başka hiçbir şey, de olabilir kadar yerinde değildir. Delikanlının kişiliğinin her iki yönde de gelişmeye oldukça uygun olduğunu söylemek istiyoruz. Onun bir suçlu olmasının olanaklı olduğunu anlatmaktan fazlasını anlatmak istiyoruz. Onun için bir postacı olmak da olanaklıdır; fakat "bir postacı da olabilir" demeyiz, ses tonunda bu yok. Bazı normal koşullarda bir suçlu olacağım anlatmak istiyoruz: Olağan olmayan biri olmasını gerekmeyen koşullarda (elbette, koşullar olağan olmayabilir: Örneğin önce bir postacı olarak yanlış yola sapmış biri olabilir; olağan olmamayı gerektirmeyen koşullar dememizin nedeni budur -delikanlının bir postacı olması için koşullar olağan olmamalıdır). Bu normallik kavramı, basitçe olasılıklar bakımından tanımlanamaz. Onun bir postacı olmasmı sağlayacak koşullar gibi özgül koşulların geçerli olacağmı bilebiliriz. Yine de, bu nedenle onun bu ikinci anlamda potansiyel olarak biri postacı olduğunu söylemeyiz. Postacı olacağı kesin olsa bile, delikanlının postacı potansiyelliği, en düşük derecede potansiyellik olarak kalır. Üçüncü potansiyellik derecesi. Bazı koşullarda x, y olurdu -birinci potansiyellik derecesi. Bazı normal koşullarda x, y olurdu -ikinci potansiyellik derecesi. Üçüncü potansiyellik derecesinde x, bütün normal koşullarda y olurdu (birden fazla normal koşullar kümesi olabileceğine dikkat edin). Açıklama: Potansiyel olarak bir 29
çocuk olan sağlıklı bir ceninden söz ediyoruz. Onun ne olacaksa o olacağı ve hiçbir alternatifin olmadığı bütün normal koşullarda. Elbette, öyle olmayabilir; fakat bu, koşulların anormal olduğunu kanıtlardı. Eğer y, x'in üçüncü derece potansiyelliğiyse, o zaman, doğal gelişimi engellenmezse x, y olur. Normal gelişimi engelleyen anormal koşulların gerçekleşmesi, üçüncü derece potansiyelin gerçeklenmesini boşa çıkarabilir. (Böyle olabilir, fakat bu, bazı anormal koşullarda x'in bütün normal koşullarda olacağı şey olmasını dışlamaz. O zaman potansiyelini gerçekleştirirdi; fakat bu, zorunlu olarak onun potansiyeli olduğu için olmazdı.) Tinin potansiyel olarak özgür olması, özgürlüğün tinin düşüncesi olması bu yüksek derece anlamındadır. Fakat, potansiyeline ulaşmasını bloke eden engeler sorununun spz konusu olamayacağım eklemeliyiz. "Hiçbir güç, ... Tann'nın amaçlarının gerçekleşmesini önleyemez.""1 (ii) Özgürlük nedir? Bu çarpıcı Hegelci terimi gözden geçirmeye girişmeden önce, doğayı aşıp ona boyun eğdirdiğinde tinin özgür olduğunu söyledik. Ne var ki, The Philosophy of History'de özgürlüğü tanımlarken Hegel doğadan söz etmez. Şunu söyler: Tin, ... kendi içinde merkezi olan şey olarak tanımlanabilir. Kendisi dışında bir birliği yoktur, fakat birliği zaten bulmuştur; kendi içinde ve kendisiyle var olur. Maddenin kendisinin dışında özü vardır; tin, kendi kendini kapsayan varoluştur. Bu, tamı tamına özgürlüktür. Zira, ben bağımhysam, benim varlığım ben olmadığım başka bir şeye havale edilir; dışsal bir şeyden bağımsız olarak var olamam. Tersine, benim var oluşum kendime dayandığında, ben özgürüm. Tinin bu kendi kendini kapsayan varoluşu, öz-bilinçten -insanın kendi varlığının bilincindenbaşka bir şey değildir.'1' Daha önce verilen özgürlük nitelendirmesiyle ilişkilendirmek niyetiyle bu güç belirlemeleri açıklıyoruz.
'"- Leclures on the Philosophy ofWorld History, s. 67. Philosophy of History, s. 17.
100
Bir tin ya da zihin, bilinçli olan, farlyndalığı yaşayan ve bir bilinç olarak da gönderme yapılabilen bir şeydir. Şimdi, pasajın temel ve akla yakın bir öncülü şudur: Nesnesiz hiçbir farkındalık yoktur. Farkmdal^c ya da bilinç, her zaman şu ya da bu şeyin farkındalığı ya da bilincidir. Bu nedenle bilinç var oluşu bakımından birşeyle ilişkilendirilmeye bağımlıdır. Dahası, bilinç bilinçten başka bir şeyin bilinci de olabilir, bizzat bilincin bilinci de olabilir. Buna göre, bilinç varoluşu bakımından ya kendisinden başka bir şeye, ya da tek başına kendisine bağıMıdır. Fakat sadece ve sadece ikinci seçenek geçerliyse bilinç özgürdür, zira, ancak o zaman ve sadece o zaman kendisine ve sadece kendisine bağımlı olur. Dolayısıyla "özgürlük, ele aldığınız öteki şeyin ikinci bir kendi olması demektir.""' Nihayet, özgür olacaksanız, o gerçekten öteki olamaz. Özgürlüğün öz-bilinçle özdeşleşmesine bu şekilde ulaşılır. Fakat özgürlük, bilincin bilinç tarafından sınırlanması ise, özgürsüzlük bilincin başka bir şey tarafından sınırlanması olacaktır. Bu, bilinçli olmayan şey tarafından sınırlanma olacaktır ve bilinçli olmayan şey de, kesinlikle doğadır. O halde doğaya gömülme, tinin esareti anlamına gelecektir ve tinin özgürlüğü, başlangıçta ileri sürdüğümüz gibi, onun doğayı aşmasında yatar.(J> Biraz önce söylenen, daha önce söylenenle de -öz-bilincin başansı için doğa vazgeçilmez bir aracıdır- çelişmez. Tinin payma dolayımlanmamış hiçbir kendi kendini inceleme söz konusu değildir. Özgürlüğe ulaşma, tinin dışsal bir şey olarak doğada tezahürünü gerektirir; fakat özgürlüğün nihayi zirvesinde bu doğa, açık özerkliğini yitirir: Özünde zihne bağımlı olduğu görülür.'3' (üi) Akıl. Tin, düşünce ve özgürlüğü birbirine bağlayan bağlantılan ele aldık. Akıl, ele alınmayı bekliyor. Hegel, tin ile akıl arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder: Tin, öz-bilinçli akıldır, kendisinin bilincinde olan akıldır.'4' "'-Logic of Hegel. s. 49. "Zihin, doğanın ve fiziksel kiplerin (IstUne, dışsal bir nesneyle karışımın üstüne bu tırmanıştır ..." Philosophy of Mind, para 440, s. 179. Bkz. The Logic of Hegel, s. 180; Philosophy ofRighl, s. 125. '*- Philosophy of History, s. 11.
31
Tinin öz-bilinçli akıl olduğunu söylemek ne anlama gelir? Daha az gösterişli ifade etmekle düşüncenin içeriğini bozmayız. Özdeşleşme, tin ile bilinçli akılsallığın özdeşleşmesidir. Formülasyonu biraz daha düzeltirsek, Hegel'in demek istediğini yanlış anlamayız. Tin bilinçli bir şekilde akılsal olandır demek istiyordu. Hegel niçin tinin bilinçli bir şekilde akılsal olduğunu söyler? Neyin akılsal olup bilinçli bir şekilde öyle olmadığım, ya da daha gösterişli ifade edersek, neyin kendisinin bilincinde olmayan akıl olduğunu sorarak başlayalım. Yanıt şudur: Doğa. Şimdi, doğanın bilinçli olmadığı açıktır; peki, hangi anlamda akılsaldır? Hegel'e göre, yasaya tabi olduğu için doğada akıl vardır. Gezegenlerin hareketindeki düzenliliğin, davranışlarını anlaşılabilir kıldığım kabul etmek kolaydır. Hegel'e göre bu onu akılsal da yapar: Kurallara uyulur, bir tutarlılık sergilenir. Elbette burada hiçbir şey kurallara uymanın farkında değildir. Fakat bunun nedeni, doğanın akılsallığının bilinçli bir akılsallık olmamasıdır. Doğa, bilinçsiz akıldır. Aksine tin, bilinçli bir şekilde akılsaldır. Bir zihin kurallara uyduğunda, uyduğunun farkındadır. Bu nedenle, tin kendisinin farkında olan bir akılsallıktır, ya da başlangıçtaki formüle dönersek, kendisinin bilincinde olan akıldır. Daha somaki bir noktada akıl yeni bir formülle ortaya çıkar: Şimdi, özgürlük akim öz-bilincidir.'" Bu esas olarak aynı öğretidir. Tinin özsel ya da tanımlayıcı öz-niteliği olarak özgürlük: Özgürlüğün ne olduğunu söylemek, dolaylı bir şekilde, tinin ne olduğunu söylemektir. Yeni formül, doğası gereği özgür olan şeyin bilinçli bir şekilde akılsal olduğunu söyler. (iv) Tarihin Aracılığı. Tarihsel gelişmeden sorumlu olduğu söylenen kahramanlara, fikre, tine,'2' akla,"' özgürlüğe"' ve düşünceye<5) roller verebiliriz. Bu çoğulluk, belirsizliğin ya da bocalamanın kanıtı değildir. -
İh,d., s. 70. "Dünya tarihi olaylarının yönlendiricisi"dir, Philosophy of History. s 8 "Akıl dünyayı yönelir ve sonuç olarak kendi tarihini yönetti" İbid, s. 25. "Tarihin mutlak hedefi"dir. ibid.. s. 23. Dünya tarihinin "genel amacı" "tinin düşüncesin n gerçeklenmesi"dir. İbid., s. 25.
100 32
Tarih, bir yanda tin ve akim işidir, diğer yanda özgürlük ve düşüncenin. Bir açıdan akim ve tinin işi, diğer açıdan özgürlük ve düşüncenin işi olduğu için bunları böyle çiftliyoruz. Ve artık değerlendirmemiz gereken dört değil iki kahraman olduğunu biliyoruz. Zira tin, öz-bilinçli akıldır ve tinin düşüncesi özgürlüktür. Tarihsel olarak anlamlı olaylar tinin eylemleri olduğu için, tin tarihsel gelişmeden sorumludur ve tin akılsal olduğu için, tarihsel gelişme anlaşılabilir bir ilerleme sergiler. Tarih, tinin biyografisidir. Fakat, tarihin sadece bir aracısı yok, bir amacı ya da hedefi de vardır, yani aracının en yüksek derece anlamında potansiyel olarak olduğu ve gerçeklenmesinin sonunda yöneldiği şeye de sahiptir. Tin tarihin aracısı olduğunu ve özü özgürlük olduğuna göre, özgürlük, tinin düşüncesi tarihin amacı ya da hedefidir. Dünya tarihinin hedefi üç şekilde betimlenir: Tinin öz-bilinci, Tinin kendi özgürlüğünün bilinci ve tinin özgürlüğünü gerçekleştirmesi (ya da kısaca özgürlük).'" Bu üç bakış açısından betimlenen bir amaçtır. X'in uygun bir bilinci, x'in özsel doğasının bir bilincidir. Tinin Özsel doğası özgürlük olduğuna göre, onun öz-bilinci onun kendi özgürlük bilincidir ve ilk iki betimleme çakışır. Peki, özgürlüğün bilincine ulaşma, niçin bizzat özgürlüğe ulaşmaya yetsin? Özgürlük için neden sadece yeterli değil, Hegel'in de ima ettiği gibi,'1' aym zamanda zorunludur da? İşte temeldeki düşünce: Eğer bir aracı ilke olarak özgürse, özgürce hareket eder, yani sadece ve sadece özgür olduğunun farkındaysa kendi özgürlüğünü fıilileştirir. Kendimi size köle sayıyorsam, hakikatte ne kadar özgür olursam olayım, özgürce davranmam, sizin talimatlarınıza itaat ederim.'3' Tin ve insanlar, doğa gereği özgürdürler; fakat özgür olduklarını bilmedikleri sürece özgürsüzce davranırlar. Dolayısıyla, bizzat özgürlüğün gerçek-
'"- İbid.. s. 9. Bkz. İbid.. s. 18. "'- Bkz. Philosophy of Right, para. 21. s. 30.
lcşmesi için bir özgürlük farkındaliğinin başarılması gerekli ve yeterlidir. Yukardaki terim açıklamalarına dönmeden önce incelediğimiz doğanın ve insanın kavrayışları, bu gelişen farkındalığın içeriğini verirler. Bunlar, kontrol ettikleri çağın ve ulusun girişimlerini örgütlerler. Her çağdaki siyasal yaşam, ekonomik sistem, giyim tarzlan, resim stilleri -hepsi de toplumsal ve kültürel görüngülerdirinsan oğlunun tinin lütfuyla ulaştığı Öz-farkındalık düzeyini yansıtırlar, onların ve kendisinin kendi kendini anlamasının aracını oluştururlar. Fakat, zamanını doldurduktan sonra egemen motifin modası geçer, otoritesi tükenir ve eski araç esnekliğini yitirir sertleşir ve çatırdar; tini geliştiren kültür o gelişme tarafından yok edilir ve tarihsel sahneyi terk etmelidir/'» Kültürün dağılmasına tepki olarak toplumsal çatışma patlak verir ve cemaatin krizi bireyin yaşamında yeniden üretilir: Bireyin düşüncesi ve eylemi parçalanır. Uygunluklan sona eren imge ve normlan miras alır ve ya onlardan yüz çevirip hiçbir şeyliğe yönelir, ya da onlarla birlikte yaşamaya çalışır ve gerçeklenmeyeceklerini görür. Yeniden doğuş ve yenilenme zorunludur ve çoğunlukla büyük bir adamın, bir "dünya-tarihsel" figürün, bir İskender'in, bir Sezar'ın, bir Luther'in ya da bir Napoleon'un sezgi ve mücadelesiyle bağlanUlı olur. Bir düzensiz roller dünyasmda bu kişi, kendisine yeni bir rol, başkalarına yeni bir senaryo hazırlar ve böylece oyunda yeni bir perdeyi açar. Onun varlığında zamanın ve bireyin gereksinmeleri, bir kez daha biraraya gelir. Taze bir insan kavrayışının doğuşuna yardım eden bir ebedir. Sezgisi, zamanın gebe olduğunu kendisine söyler, fakat doğurttuğu şeyin tam önemini hiçbir zaman bilmez. Başlangıçta ele aldığımız kendi kendini inceleyen bireye gen dönelim. Kendisini araştırmaya girişmeden önce, bölünmemiştir. Fakat, kedisini sorgulamaya başladı mı değişik veçhelere bölünür, bir eleştirmen ve bir eleştiri nesnesi olur. Bağlı yaşamış olduğu
kendisine ait bir imgenin önemli ölçüde sınırlı olduğunu, nihai bir hakikat olmadığım gördüğü her seferinde sarsılır. Yararlı araştırmanın sonucunda bütünlük geri gelir. Tekrar birleşik bir bireydir; fakat, katlandığı öz-bölünme nedeniyle sağladığı bütünleşme daha yüksek bir düzeydedir. İnsan oğlunun yaşamı da, en geniş anlamda benzerdir, tikel insanlar düşüncesizdirler. Özne ve nesne düalizmini bilmezler ve birbirlerine sarılırlar, tnsanlar birbirlerinin yanında durduklarında, insan kendisinin yanında ve dışında durduğunda tarih başlar. Doğadan kültürün çıkması, yaşanan her alanında çarpışma eğilimini getirir. Tarih, şiddet ve gerilimle dolu olmalıdır, çünkü, kahraman bireyimiz gibi tin de "kendisiyle savaş halindedir; kendisinin en çetin engeli olarak kendisinin üstesinden gelmelidir. Doğa alanında barışçı bir büyüme olan gelişme, tinin gelişmesinde, kendisiyle şiddetli, büyük bir çatışmadır. "<" Tin, gelişmek için kendisini yaşam biçimlerine sokar ve sonradan, kendisini zorla çekip koparmak dışında, bu biçimlerden ayrılamaz. Tarihin doruk noktasında insanoğlu, kendisiyle ilgili bilmesi gerekenin ne olduğunu bilecektir. Birçok boyutta kendisini sınamış ve hedefine ulaşmış olacaktır. İnsanlar oıjinal birliklerini keşfedecek, fakat başlangıçta olduğu gibi zihinsiz ve kaba olmayacaktır. Dahası, The Philosophy of Right'de eklemlenen rol yapısı içinde her birinin kendine uygun yeri işgal ettiği düzgün işleyen bir organizmada karşılıklı birbirini besleyen parçalar gibi olacaklardır. İlkel insanların bir arada yaşarlığı, aralarında farklılaşmanın yokluğuna dayanır. Bölünme yaratan gereksinmeler ve birbirine ters amaçlar ilkel banşı bozup tarihe itkisini verdi. Derin ve derinden bağdaşır gereksinmelerin gelmesi, tarihin sonunu gösterir. Yukarda verilen epistemolojik diyalektik (duyusal bilinçten anlama yoluyla akla) bir farklılaşmamış birlik evresiyle başladı, bunu dağılma pahasına farklılaşmanın başanldığı evre izledi ve farklılığı ortadan kaldırmayan bir birliğin yeniden sağlanmasıyla, farklılaş-
'"- Philosophy of History, t. 55; ayrıca bkz. s, 73. "Dünyanın tarihi mutluluk tiyatrosu değildir. Mutluluk dönemleri, tarih içinde bulanık sayfalardır, zira bunlar uyum dönemleridir -anti-tezin askıda olduğu dönemlerdir." s, 26-27.
Philosophy of History, s. 71.
7A
35
mış bir birlikle son buldu. Aynı genel çerçeve, biraz önce betimlenen tarihsel diyalektikte de fark edilebilir ve modern dünya, her üç ilişki biçimini (farklılaşmamış birlik, farklılaşmış dağılma, farklılaşmış birlik) kendi içinde taşır; zira, "tin, geride bırakmış gibi göründüğü derecelere kendi şimdisinin derinliklerinde hala sahiptir. "(1) Ortaya çıkmakta olan dünyada evrelerin kopyası, Hegel' in Philosophy of Right' mm son kısmının ana alt-bölümlerinde -"Etik Yaşam," felsefi sosyolojideki denemesi- ortaya çıkar. Etik yaşam aile ile, üyelerinin birbirlerinin refahına dolaysız bir şekilde ilgi gösterdiği, heseplı avantaj bağlarıyla dışsal olarak birbirine bağlı olmadığı bir kaynaşma alam ile başlar. Herhangi bir aile üyesinin sevincini ve kederini, her bir üye aym şekilde yaşar. Ailenin karşısına konan sivil toplumdur, kendilerini ekonomik rekabet ve işbirliğine girmeye hazırlayan aile kozasından çıkan bir özerk bireyler koleksiyonudur. Bağımsızlık ve aynbk başlandır ve ortaklıklar, duygusuz sözleşmeye dayanır. Fakat sivil toplum devlete bağlıdır; yani salt siyasal kurumlara değil, en azından sözleşmeye dayalı anlaşmaların ifade edildiği ortak bir dil gerekli olduğu için onlarsız bir ekonominin olanaksız olduğu kolektif kimlik ve kültür sağlayarak ekonomik yaşamı tamamlayan, fakat ekonomik yaşamda bağımsızlığı da işler tutan bütün ulusal cemaate bağlıdır. Aile farklılaşmamış birliği, sivil toplum farklılaşma ve dağılmayı, devlet ise farklılaşmış birliği gösterir. Bu ilksel bütün, parçalanma ve yeniden birleşme ritmi, Batı düşüncesine geniş ölçüde siner. Sadece Hegel'de ve göreceğimiz gibi Marx'da değil, birçok dini öğretide, Hıristiyan masumiyet, günahkarlık ve kurtuluş üçlemesinde, Aristophanes'in Plato'nun Sympo5i'«m'undaki aşk anlatımında, kişinin genesisiyle ilgili bazı psikoanalitik anlatılarda ve -Alman tarih felsefesinin çığırını açanSchiller'in Letters on the Aesthetic Education of Mankind' mm tamamında da baskm gelir."' Kari Marx, Hegel'in felsefi ve tarihi vizyonuna yakalanan genç
Alman entelektüller kuşağından biriydi. 1840'larda, yirmili yaşında bu vizyona sığmadı. Hegel'in tarih görüşünün yanı sıra Marx'in tarih görüşünü ana hatlarıyla belirtmekle yetineceğimiz burada, Marx'ın Hegelciliğe, oradan da Marksizme geçişini anlatmayacağız. Fakat, burjuva radikal bir gazetenin mücadeleci editörü olarak toplumsal ve siyasal meselelere bulaşmasınm, toplumsal görüngülerin başlıca temeli olarak düşünce ve kültür üzerine vurgunun yanıltıcı olduğu ve gerici amaçlara hizmet ettiği sonucuna varmasına yaradığını belirtmeye değer. Hegelci tarih felsefesi sömürücü sınıf yapılarını yüceltip insan doğasmm kavramlarının gerçeklenmesinedönüştürdü ve böylece insanların, özellikle de ayrıcalıklı insanların kendileri için biçimlendirmiş oldukları imgelere haksız bir saygınlık verdi. Fakat, "nasıl ki bir bireyle ilgili fikrimiz, onun kendisiyle ilgili ne düşündüğüne dayanmazsa, bir [tarihsel] dönemi de, o dönemki kendi bilinciyle yargılayanlayız,""' hatta o döneme kendi başarılarının anlamını okuyarak ölümünü süsleyen filozofların bilinciyle de yargılayanlayız."' Marx, toplumu şekillendirenin tinsel davranışlar değil, dış koşullar, insanların sahip ya da yoksun olduğu zenginlik, zorunlu çalışma biçimleri olduğu sonucuna vardı. Çağlar, insanın kavrayışları tarafından değil, maddi amaç ve araçlar tarafından kontrol ediliyordu. Egemen çıkar ve insanların güçlükleri dünya ile ilgiliydi, ben ile değil. Tarihin ilerlemesi, öncelikle öz-bilinçte değildir: Bu ilerlemeyi arttırır, fakat sadece insanın çevresi üzerinde artan denetiminin bir fonksiyonu olarak. Bu denetimi ele geçirme çabası, insanın kendisiyle ilgili fikir edinmesini teşvik eder ve anlaşılmaz kılar. İnsanın öz imgesi bu çabaya dayanır, çaba onun öz-imgesine değil. Ruhtaki muharebenin yerini, insanlarla öğeler arasında bir muharebe, insanların arasında ve içindeki uzlaşmazlıkta kendini yemden üreten bir emek savaşı alır. Hegel'e göre tiniıı kendini da-
'"- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çv. Sevim Belli, Sol Yayınları, 1993, 5. baskı, s. 23. '*- Bir kültürün hakiki anlayışının ancak onun ana başarılarının tamamlanmasından sonra olanaklı olduğuna dair Hegel'in öğretisi için bkz. The Philosophy of Rıght'a Önsözün sondan bir önceki paragrafı. Bkz. bu kitabın sonundaki Ek: 1.
'"- Philosophy of History, s. 79. a ~ Örneğin bkz. s. 39,41.
102
37
yatma araçlarından ve olanaklarından başka bir şey olmayan biyolojik ve coğrafi koşulların, kendilerine iade edilen özerklikleri vardır. Artık insanın ve toplumun niteliği, hem başlangıçtaki şekliyle hem de üretim süreciyle sağlanan dönüşümler altında olduğu biçimiyle toplumun kendisinden geçimini sağladığı doğanın niteliğine bağlıdır. Hem Hegel hem Marx, insanlığın en ciddi ve inatçı acılarına yüzlerini çevirdiler ve bunları yorumladılar: Savaş, baskı, sömürü ve aşağılanma. Hegel, insanlığın henüz kendisini tam olarak bilir duruma gelmediğini ileri sürerek kötülükleri açıkladı ve ancak kavgayla insanların kendilerine gelebileceklerini savunarak bu kötülükleri haklı gösterdi. Marx'a göre yanıtlar başka yerdeydi, etrafındaki dünyanın insanoğlu üzerindeki egemenliğindeydi, insanların kendilerini kuşatan şeyi henüz başarılmamış yenme çabalanndaydı. İnsanlar fiziksel dünyanın efendileri oluncaya kadar, efendiköle ilişkileriyle geçineceklerdi. İnsanın şekilsiz, insan eli ve beyniyle düzenlenmemiş, şekli değiştirilmemiş çevresi -genel olarak- insana düşmandır. Çıplak insan titrer. Pek çok iklimde işlenmemiş toprağın pişirilmemiş meyveleri, insana yeterli geçimlik sağlamaz. İnsan, rahatlıkla dünyaya uyum sağlamaz. Fakat, diğer benzer talihsiz yaratıklardan farklı olarak, durumunu değiştirmeye donanımlıdır. Dünyayı yeniden meydana getirebilir ve böyle yapmakla kendisini de yeniden meydana getirir; zira dünyayı değiştirmek için kullandığı güçleri geliştirir ve bu yeni güçlerle birlikte yeni gereksinmeler gelir. "Gereksinmeler, esas olarak üretken güçlerle sınırlıdır ve sadece üretci güçlerin yanı sıra gelişirler."'0 İnsanın gücünün artması, tarihin merkezi sürecidir. Bu artışın gereği, tarihin varlık nedenini açıklar. "Yaşamlarım üretmeleri gerektiği için insanların tarihleri vardır. "<1) Hegel'e göre bilinç kendisini bilir duruma gelmek için zamana ve eyleme gereksinme duyduğundan dolayı, Marx'a göre insanlar doğaya karşı üstün gelmek için zamana ve eyleme gereksinme duyduklarından dolayı insanların tarihi vardır. ,u
- Grundrisse, s. 612. Alman İdeolojisi, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 3. Baskı, 1992, s. 49.
100 38
Bundan, doğa alışılmadık ölçüde cömert olduğunda hiçbir tarih olmaz sonucu çıkacaktır. Yeryüzü çok az insan yardımıyla yaşam gereklerini sunduğunda, doğa "çok fazla müsrif' olur; zira, "yürüme dönemindeki bir çocuk gibi insanın elini tutar." Kendisini geliştirmesi için insana hiçbir zorunluluk dayatmaz... Sanayi devriminin tarihinde ilk belirleyici rolü oynayan, insan eliyle doğal bir gücü toplumun denetimine sokma, ekonomileştirme, kendine mal etme, ya da boyun eğdirme zorunluluğudur."» Arcadia'da meyveler ağaçtan insanın kucağına düşer ve insanlar tarih yapmak zorunda o İm adıldan için tarih yapmazlar -tarih, doğaya bir ikamedir. Başlangıçta insanlar sınıfsız bir toplumda, emeklerinin sürekli dönüştürmediği doğayla ilkel bir uyum içinde eşit yaşarlar. Her iş başka biri için değil, insanın kendisini birleşik hissettiği ve birleştiği genel olarak cemaat içindir. Herkes, geri fiziksel ve kültürel koşullan paylaşır. Üretimde bir genişlemeyi ve daha enerjik bir teknolojiyi gerektiren nüfus artışıyla bu uyum altüst olur.'1' Yeryüzünün kabuğuna saldınp değiştiren aletler insan ile doğa arasındaki oıjinal bağı koparır. Artık hayvanlar sadece avlanmaz, yetiştirilir de. Sebzeler sadece toplanmaz, yetiştirilir de. Doğaya yönelik üstün duruş, üretenlerin geçimi için gerekli olandan fazla bir artık yaratır ve bu, doğa üzerinde çalışmayan, eğer iş denilecekse toplumun entelektüel ve örgütsel işlerini yerine getiren ve üreticilerden yapabildiği kadanyla maksimum çıktıyı elde etmeye çalışan bir sınıfın oluşmasına olanak verir. Bu sınıf, bir bütün olarak cemaata egemen olur, dolayısıyla bir bütün olarak cemaati parçalar. İnsanlar arasında birliğin yerini smıf uzlaşmazlığı alır. Doğadan koptuklarında başlayan bir sürecin sonucu olarak insanlar birbirlerinden koparlar. Kapitalizm insanla doğa ve insanla insan arasındaki çekişmeyi sona erdirir. İnsanların kendilerinin sayabileceği şekilde smayi ta-
Kapital, C. 1, çv. Alaattin Bilgi, Sol Yayınlan, 3. baskı, 1986, s. 525 '*- Bu, bir bakıma tartışmalı bir yüklemdir, fakat küçük bir kanıt için bkz. Alman İdeolojisi, s. 37
rih tarafından yeniden şekillendirilen doğanın fethini tamamlar. Doğa bir zamanlar insanı doğal bir düzeye indirmişti, fakat şimdi insan doğayı insani bir düzeye yükseltmiştir. Artık o kadar çok teknik ve cansız enerji elde edilebilir durumdadır ki, zahmetli çalışma ve bunun sonucu olarak bazı insanların diğerlerinin yaşamı üzerindeki denetimi işlevini yitirir, yeni bir komünizmde yeni bir insan doğa bütünleşmesi olanaklı olur ve bu, kapitalizm altmda ezilen sınıf sanayi proletaryası tarafından fiilileştirilecektir. Bazı bakımlardan diğer çağlardan daha fazla insani gerçekleşmeye düşman bir tarih evresi bu doruk noktasma öngelir. Proletaryanın ezilmesi burada ayrıntılı olarak incelenmeyecektir. Özet bir betimleme: Diğer herhangi bir üretim tarzından daha fazla [kapitalizm], insan yaşamım ya da canlı emeği ve sadece insanın kanı ve etini değil, beynini ve sinirlerini de çar çur eder. Gerçekten de, toplumun bilinçli örgütlenmesinden hemen önce gelen tarih çağında insanoğlunun geüşmesi sürdürülmüşse, bu, bireysel gelişmenin en muazzam şekilde harcanmasıyla olmuştur.1" Tam da bireyin güçlerinin bu sınırlanmasıyladır ki, yarışın gücü benzeri görülmemiş bir düzeye gelir. Fakat komünizm, kapitalizm altında insanın ulaştığı yaratıcı var oluşu insanlara sunacaktır.'" Üreticiler için yarattığı sonuçlara karşın, kapitalizmin ilerlemesi gerekiyordu; çünkü, insanın doğa üzerindeki egemenliğini genişletiyor ve böylece doğayla mücadelenin, dolayısıyla bundan türeyen smıfa karşı sınıf savaşımn sona ereceği günü yakınlaştırıyor- . du. Sadece kapitalist örgütlenmede kurtuluş için gerekli muazzam üretken güç birikimi kavranabilir ve başarılabilirdi. "Bu antagonistik evreden, insanın tinsel enerjilerine ondan bağımsız güçler olarak dini bir tanımlama verildiği evreden sakınmanın insan için olanaklı olduğundan daha fazla sakınılamaz."'" Kapitalizm devam etmeyecekti. Giderek daha fazla kendi etkili işleyişine engeller yaratacaktı. Sürekli artan ürünlerinin bölüşüm'
'"- Kapital, C. 3, çv. A. Bilgi, Sol Yayınlan, 2. baskı, 1990, s. 83. Bkz. benim "Marx's Dialectic ofLahour," s. 246. '*- "Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçlan," s. 990.
100 40
ve tüketimini düzenleyemediği için, uygulanabilir bir toplumsal düzen olmaktan çıkacaktı. Kapitalist birlik biçimi, ekonomik bir aracı olarak yumuşaklığını yitirecekti.'" Doğurduğu sınıf mülksüz proletarya kendi yaratıcısını gömüp sınıfsız bir toplum kuracaktı. Ne kadar akıldışı olursa olsun, başka hiçbir şekilde kapitalizm aşılamazdı. Zira, kapitalizmin güç verdiği üretim araçlarının sahibi sınıf kapitalizmin yıkılmasına direnecek ve barışçı görüşmeleri değil, kararlı sınıf mücadelesini ilerlemenin zorunlu şekli yapacak ölçüde yıkım ve baskı araçlarım kontrol edecekti. İlkel komünizmde cemaat vardır; fakat yoksulluk ve cehalet de vardır. Tarih, bilgiyi ve bilginin zenginlik yaratan üretim araçlarında maddileşmesini yaratır; fakat cemaati sınıflara böler, bireyin varlığını parçlar. Modern komünizm, sınıflı toplumun sağladığı yüksek maddi düzlemde orjinal birlikleri yeniden tesis eder.'" Smıf mücadelesi ve doğa ile insan arasındaki uzlaşmazlık sona erer. Marx'uı tarih kavrayışının Hegel'in kavrayış yapışım aldığını, fakat ona yeni bir içerik verdiğini söyledik. Gördüğümüz gibi Hegel için tarih, ilerleyen bilinçteki başarılarıyla kendilerini bozan kültürler biçiminde kendisine biçim veren bilincin bir genişlemesini gösterir. Aşağıdaki özet ifadelerde italik sözcükler Hegel'in tarih kavrayışının yapısmı verir: Tarih, öz-bilgide gelişen, kapsayabileceğinden daha fazla büyümeyi teşvik ettiğinde yok olan bir kültürün itkisi ve taşıyıcısı olduğu dünya tininin (ve dolayısıyla insan bilincinin) tarihidir. Bu kitabm geri kalan kısmında göreceğimiz gibi, Marx için ise önemli biçimler kültürler değil, ekonomik yapılardır ve bilincin rolünü, genişleyen üretken güç üstlenir. Yukardakiyle birlikte okunduğunda aşağıdaki cümle, iki öğretide içerik farklılığını aşan yapı özdeşliğini sergiler: Tarih, üretken güçte gelişen, kapsayabileceğinden daha fazla büyümeyi teşvik ettiğinde yok olan bir ekonomik yapının itkisi ve taşıyıcısı olduğu insan çalışmasının tarihidir.
"'- Bkz. yukarda kültürün bilinç için bir aracı olarak tarif edildiği yer. Komünizmin birkaç sentezinin ilginç bir açıklanması için bkz. Goldmann, "Socialism and Humanism," özellikle s. 41, 49.
Hegel'in tarih felsefesindeki merkezi formülasyonlar, Manc'da dönüşmüş olarak ortaya çıkar. Örneğin: ... dünya tininin, her biçime o biçimin tutabildiği kadar içeriğini verdiği muazzam dünya tarihi işini üstüne alarak, uzun zaman aralığında bu [kültürel] biçimlerden geçme sabrı vardır.'" Yukardaki şu kaynağa aittir: Içerebildiği bütün üretken güçler gelişmeden, hiçbir toplumsal düzen asla yok olmaz.'® Toplumsal düzenler (ekonomik yapılar etrafında inşa edilirler) kültürel biçimlerin yerini alır ve üretken gücün gelişmesi, bilincin gelişmesinin yerine geçer, fakat her çiftin birinci ve ikinci üyeleri arasındaki ilişki aynıdır. Fakat aym da değildir. Zira, sadece bir tarih felsefesini değil, olup bitenin uzaktan yansıtıcı bir yorumu olmayıp olup bitenin iç dinamiğini anlamaya bir katkı olan tarih teorisi demeyi hakeden şeyi de Marx'a atfedebiliriz; fakat Hegel'e edemeyiz. Hegel'in bir bütün olarak tarih ve tikel toplumları okuması, sadece bir okumadır, az çok çekici bulabileceğimiz bir yorumdur. Fakat Marx sadece bir okuma sunmaz, bir şeyin kökenini de daha kesin sunar. Üretici güç ve ekonomik yapı kavranılan (bilinç ve kültür kavramlarından farklı olarak) sadece bir görüşü açıklamaya hizmet etmezler. Tarih tarihsel ele alınmayı kabul ettiği ölçüde bir teori olan, ne hep ne hiç olan, bir tarih teorisinin öncü kavranılan olmaya da adaydırlar. Bundan sonra gelen bölümler, bir teori ya da bebeklik döneminde bilim olarak tarihsel materyalizmin parçalarım yeniden kurmaya çalaşıyor. Teoriyi önemli kılmaya yarayan görüşü akılda tutmak zararlı olmayacak.
'"- "Phenomenology'ye Önsöz". '*- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 24. Cümlenin devamı şöyledir "Yeni ve daha yüksele üretim ilişkileri, var oluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmazlar." Bu ifadeyi şununla karşılaştırmaya değer: "... hakikat, ancak zamanı geldiğinde ortaya çıkar -bu nedenle, hiçbir zaman gereğinden* fazla erken ortaya çıkmaz ve her zaman buna hazır bir halk bulur" (Phenomenology'ye Önsöz, s. 456). Hakikatin ilerlemesi ile yani, daha ileri bir kültür arasındaki birlik dikkate alındığında, bu, burada savunulan benzeştirmeyi daha da kanıtlar.
100 42
- n -
Üretken Güçlerin Oluşumu (1) Ekonomik Yapı ve Üretken Güçler Bundan sonraki bölümde derinleştirilecek olan ekonomik yapıyı ilk elde tanımlama bağlamına üretken güçlerin tanımım sokmak gelenektir. Rehberimiz olarak 1859 tarihli Önsöz'ü alıyoruz: Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, vazgeçilmez ve iradelerinden bağımsız belirli ilişkilere, maddi üretken güçlerinin belirli bir gelişme evresine uygun düşen üretim ilişkilerine girerler. Bu üretim ilişkilerinin toplamı,... bir hukuksal Ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği ekonomik yapıyı, gerçek temeli oluşturur.m Burada, ekonomik yapının (ya da "gerçek temel"in) üretim ilişkilerinden ibaret olduğu söyleniyor. Bileşimine başka bir şeyin katıldığı söylenmiyor. Tek başına üretim ilişkilerinin ekonomik yapıyı oluşturmaya yaradığı sonucunu ex silento çıkanyoruz. Bu demektir ki, üretken güçler ekonomik yapının parçası değildir. Marx'ın ifadesini dikkate alırsak, sadece üretim ilişkilerinin bir alt-kümesi olsalardı ekonomik yapının parçası olabilirlerdi. Bu öneriye karşı üç değerlendirme var. Birincisi, bir güç, ilişki değildir. Nesneler arasında duran bir şey değildir, daha çok bir nesnenin niteliğidir, ya da Marx'ın aldığı daha geniş bir kullanımında bu özelliği taşıyan, üretici gücü olan bir nesnedir ve böyle bir nesne de bir ilişki değildir.
'"- Ekonomi Politiğin Eleftirisine Katkı, s. 23.
İkincisi, üretim ilişkilerinin, gelişimlerinin belirli bir evresinde üretken güçlere uygun düştüğü söylenir. Anlaşmazlık bu sözcük etrafında döner. Yorumcular, bu sözcüğü kullanmanın, üretim ilişkileri karşısında üretken güçlerin açıklayıcı önceliği olduğunu ima edip etmediği konusunda anlaşmıyorlar. Biz, ima edilenin kesin kes bu olduğunu savunuyoruz: Tarihsel materyalizmin "teknolojik" bir yorumu denilen şeyi ileri sürüyoruz."' Fakat Y r adaki "uygun düşme" ne anlama gelirse gelsin, üretim ilişkilerinin üretken güçlere uygunluğunu üretken güçleri üretim ilişkileri kümesine dahil etmekle bağdaştırmak güçtür. Üçüncüsü, Marx başka yerlerde, IV. Bölümde bizi meşgul edecek metinlerde, üretim ilişkilerinin nitelik olarak ekonomik olduklarını, oysa üretken güçlerin ekonomik olmadığını söyler. Bundan, üretken güçlerin üretim ilişkileri türü olmadıkları sonucu çıkar. Tek başına üretim ilişkilerinin, üretken güçlerin değil, ekonomik yapıyı oluşturduğunda ısrar etmek için çok zahmet çekeriz; çünkü sergideki cümlelerin açık anlamı, diğer yazarlaruı bunlarda bulduğu şeyle bağdaşmıyor. Üretken güçleri, göreceğimiz gibi Marx'ııı çok açık bir şekilde dışında bıraktığı ekonomik yapının içine yerleştirmek alışılmış bir yoldur."' Bu kadar açık bir yanlış neden bu kadar yaygındır. Akla uygun fakat sahte bir önermenin kabulünü yansıtttığını ileri sürüyoruz; yani: (I) Eğeı üretken güçler açıklayıcılık bakımından esassa, ekono-
mik temelin (ya da tabanın) parçasıdırlar.'"' (I)'in öncesini zaten söyledik, fakat sonrasını yadsıdık, bu nedenle bizzat (I)'i reddediyoruz. Sözü edilen yanlışı yapan yazarlar, güçlerin temel olduğunu kabul ettikleri ve (I)'i kabul ederek ekonomik tabanın parçası oldukları sonucunu çıkardıkları için öyle yaparlar. Yanlış bir şekilde güçlerin temel açıklayıcı statüsünü yadsıyan diğerleri,"' doğru bir şekilde ileri sürdükleri güçlerin ekonomik tabandan dışlanmasının kendilerini desteklediğini yanlış bir şekilde sanıyorlar. Bu, aynı sahte önerme (I)'in kabulünü yansıtır. (I)'in sahteliğini açıklamak için, "temel" ya da "taban" teriminin kullanımındaki bir belirsizliği belirtmeliyiz. Eğer x, y'nin temeli ise, o zaman y, x'e dayanır. Şimdi, y'nin dayandığı şey, y'nin parçası olabilir de, olmayabilir de. Bir evin dayandığı taban - h e r durumda akla uygun olarak- evin bir parçasıdır; fakat bir heykelin üzerinde durduğu kaide, heykeliıvparçası değildir. Genelde kullanıldığı gibi, "temel" terimi, belirtilen seçenekler arasında tercih yapmaz. Aşağıdaki gibi tanımlanan iki terimi "temeli" ve "temeh" terimlerini kabul edelim: y'nin temel"idir = x, y'nin, y'nin (geri kalan kısmının) dayandığı parçasıdır; x, y'nin temeh'sidir = x, y ' y e dışsaldır ve y'nin (tamamının) dayandığı şeydir. Şimdi şunu söyleyebiliriz: Kendisi bir toplumsal görüngü olduğu için ekonomik yapı toplumsal oluşumun temelı'idir; oysa iistyapısal bir görüngü olmadığı için, üstyapının temeh'sidir. (I)'in yanlışı, üretken güçlerin toplumun temeh'si oldukları hakikatinden -üretken güçlere öncelikli açıklayıcılık önemi verme-
'"- Bkz. Bölüm IV. "'- Bkz. Acton, "The Malerialist Conception of History", s. 312, lllusiun of ıhc Epoch, s. 137-138, What Marx Really Said, s. 50; Culvez, La Pensee de KarI Marx, s. 425: Duncan, Marx and Mili, s. 289; Eagleton, Marxi.sm and Lilerary Crilicism, s. 5; McL.cllan, Kari Marx, s. 308; Mills, The Marxists, s. 82; Plamenatz, German Marxism, s. 24-25; Therborn, Scicnce, Class, and Society, s. 399. Keat ve Urry, Marx'ın ilişkiler kadar güçleri de "zaman zaman" temele dahil ettiğini söylerler, fakat hiçbir kanıt göstermezler ve gerçekte böyle bir şey yoklur (Social Theory aııd Science, s. 241).
Burada, bir şeyin hareket noktası, çıkış yeri anlamına gelen "basis" ve bir kuruluşun dayanağı anlamına gelen "foundalion" terimleri kullanılıyor. İkisi de Türkçcyc "temel" diye aktarılabilir. Ancak yazarın daha iyi anlaşılması bakımından ayrım yapmak gerektiği için, daha öııce Türkçcleştirilmiş konuyla ilgili metinlerde yapılageldiği üzere ve bu bakımdan karışıklığa neden olmamak amacıyla "basis" sözcüğünün karşılığı olarak "temel" sözcüğünü kullandım; "foundalion" sözcüğüne ise "taban" dedim -çv. (1)— Örneğin Hook, Towards Ilıe Undcrsıanding of Ktırl Marx, s. 126.
102
45
nin canlı bir yolu- toplumun temeli'i olduklan sahteliğine geçmektir. Gerçekten ekonominin tabanıdırlar, fakat ekonomik tabana ait değildirler. Temeli ile temeh arasındaki fark, (I)'in öncesinin hakikatini sonrasının sahteliğiyle uzlaştınr ve bizzat (I)'in sahte olduğunu gösterir. Önsöz'ün dışında Marx, üretken güçler "her toplumsal örgütlenmenin maddi temelidir" der.(1) Fakat bu, daha sonra gösterileceği üzere, Mara'ın maddi ile toplumsal arasına koyduğu sistematik karşıtlıkla doğrulandığı gibi, temeb'dir. Mekansal metafor kullanarak belirtirsek: Üretken güçler, ekonomik tabanın altında bulunur.'11 Ekonomik yapının toplumun temelı'i ve üstyapının 'temeb'si olması, özgül bir ekonomik yapının niçin var olduğu sorusunu dışarda bırakmaz. Bu kitapta kollanan "teknolojik" okumaya göre yanıt şudur: Üretken güçler, ekonomik yapının hiçbir parçasını oluşturmadıklan halde, niteliğini güçlü bir şekilde belirlerler. Acton'ın, Önsöz toplumsal süreçleri temel ve üstyapısal olanlar olarak ayırır şeklindeki belirlemesi,"' yukarda aktarılan cümlelerin, biraz önce tartıştığımızdan daha az popüler olan diğer bir yanlış okunmasını gösterir. Fakat, temel/üstyapı ayrımı ilk kertede süreçleri bölmez. Temel bir süreçler kümesi değil, bir ilişkiler kümesidir. Bu uygundur; çünkü temel, bir yapıdır ve ilişkileri bir yapıyı oluşturan olarak yorumlamak süreçleri öyle yorumlamaktan daha kolaydır. Bu nokta önemlidir; çünkü, belli ilişkilerin geçerli olması olgusu, belli süreçlerin gerçekleşmesi olgusundan farklı bir şekilde görüngüleri açıklar ve farklılık, yapısal kalıplarına duyarsız açıklayıcı Marksçı tezlerin eleştirilerini zayıflatır.
Aynca, Acton'ın belirlemesindeki yanılgı, Marx'a göre toplumsal her şey ya temel ya da üstyapısaldır, bu ayrımın her şeyi kapsar şeklindeki bilinen önermesidir. Marx, üretken olmayan bilmecelere neden olan bu ithamı doğrulayan hiçbir şey söylememiştir. Toplumsal olan her şeyin, ya "temel" ya da "üstyapısal" diye etiketlenmesi gerekmez. Üretken güçler ve üretim ilişkileriyle ilgili oldukça biçimsel birkaç noktayı belirttikten sonra, bunların ne olduklarım anlatmaya geçiyoruz. Hangi terimlerin üretim ilişkilerine iştirak ettiğini ve üretim ilişkileriyle nasd ilişkilendiklerini göstererek üretim ilişkilerinin ne olduklarım anlatıyoruz. Kolaylık olsun diye, sadece ikili ilişkileri ele alalım. Anlatım kolayca genelleştirilir. O halde önce terimler. Kişiler ve üretken güçler, üretim ilişkileriyle bağlanan biricik terimlerdir. Bütün üretim ilişkileri, ya bir kişi (ya da kişiler grubu) ile başka bir kişi (ya da kişiler grubu) arasındadır, ya da bir kişi (ya da kişiler grubu) ile bir üretken güç (ya da bir üretken güçler grubu) arasındadır. Başka bir ifadeyle: Bir üretim ilişkisi, en az bir kişi(ler)-terimi ile en fazla bir üretken güç(ler)-terimini bağlar, başka hiçbir terim tipini değil. Bir kişinin ne olduğunu belirtmemiz gerekmez. Fakat üretken güçler daha az tanıdıktırlar. Ne olduklarım söylemeliyiz. Aşağıdaki katalog, geleneksel olarak tanınan türden üretim ilişkilerini sıralayarak [sıralama, (5). alt-bölümde genişletilecek] üretken güç düşüncesini açıklıyor. Üretken güçler =
Üretim araçları (A Üretim aletleri +B Ham maddeler) +C Emek gücü (yani, üreten aracıların üretken yetileri: Güç, beceri, bilgi, yaratıcılık vb).
100
Kapital, C. ! , s . 372.
IB
- Krç. Plekhanov: "... sadece sıradan konuşmada, büliin toplumsal görüngülerin ilk nedeni olarak ekonomiden söz edilebilir. İlk neden olmak bir yana, bizzat kendisi bir sonuçtur, üretken güçlerin bir "fonksiyonu"dur. Monist View, s. 207. uı - "The Materialist C o n c e p l i o n of History," s. 2 1 3 .
Kataloglanan kalemler, her birinin, geniş anlamda, ürün ya^an üreten aracılar tarafından kullanılması olgusuyla biraraya getiriliyorlar. A, üreten aracıların ne ile çalıştıklarını; B, neyin üzerinde 47
çalıştıklarını ve C, A ile B üzerinde çalışmalarını neyin olanaklı kıldığım anlatır. Bir düzeneği üretken güç olarak nitelemek için, (kısmen) kullanılmasının bir sonucu olarak üretim gerçekleşebüecek şekilde üreten bir aracı tarafından kullanılmaya uygun olmalıdır ve düzeneğin üretime bu şekilde katkıda bulunması birilerinin amacıdır. Fakat, bu birisi doğrudan üreticinin kendisi olması gerekmez. Süreçten sorumlu üretici olmayan biri de olabilir. Bu nedenle, bir kişi ayakla çalışan bir değirmenin başına geçerek bir makineyi çalıştırırsa, ayakçı farkında olmasa bile, değirmen bir üretim aleti olur. Üretken güçleri şeyler üretmek için kullanılan şeyle sınırlamamız, diğer yazarların kategorinin içine yerleştirdikleri kalemleri kategoriden dışlar. Uygun yasaların, davranışların ve yönetimin üretimi arttırabildiğini söylediğinde Acton haklıdır; fakat, bu nedenle üretim araçları olarak ele alınabilecekleri sonucun çıkardığında haksızdır."' Bir 0-yapma aracı, 0 yapmak için kullanılan şeydir. Yasalar, davranışlar ve yönetim, insanlar tarafından ürün üretmek için kullanılmazlar. Olabilir ya, insanlara ürettirmek için kullanıldıklarında da, üretim araçları olmaz, üreticileri motive etme aracı olurlar. Benzer bir tutumu, sadece ve sadece -t üretim sürecini kolaylaştınyor ya da canlandınyorsa x' in bir üretken güç olduğunu savunan Vernon Venable sergiler.'2' Venable, haklı olarak, üretimdeki ilerlemeleri kolaylaştırdıklarında üretim ilişkilerinin üretken güç niteliği aldıkları sonucuna varır.'3' Üretim ilişkileri üretime uygun ya da ters olabilirler; fakat üretimde ürün üretmek için kullanılmazlar. Belli üretim ilişkilerine iştirak etmeleri, kapitalisti yatınm yapmaya ve proletaryayı daha çok çalıştırmaya itebilir; fakat, bu ilişkilerle ya da bu ilişkilerden maddi olarak hiçbir şey üretilmez. 102
'"- lllusion ofthe Epoch, s. 167. '»- Human Naıure; The Marxian View"\a 105-107. sayfalarının lam özeti budur. •»- Bu. yukarda sözü edilen ürelken güçleri üretim ilişkileri olarak ele alma hatası değil, üretim ilişkilerini belli koşullarda üretken güçler olarak ele alma aleni yanlışıdır.
Venable haklı olsaydı; bir kölenin dini, köleyi çalışmaya istekli kılacak ölçüde sefaletini telafi etmesi durumunda, bir üretken güç olurdu. Bu sonuç, Manc'ın teorisinin niyetine açıkça aykındır. Üretken güçler ile üretimin diğer gereklerini ya da itkilerini birbirinden ayırt etmeye gösterdiğimiz ilgi, Manc'ın üretken faaliyet düşüncesini, üretime olanak veren ya da yardım eden fakat kendisi üretken olmayan faaliyetten ayırmaya gösterdiği ilgiye paraleldir. Kesintisiz tarımsal emek için elzem olan güvenliği sağladıklarında askerleri üretken düşünen Nassau Senior'u eleştirmiştir. Senior'a göre, asker çifçiyi koruyarak mısır üretimine katılır. Tasarlanan örnekte, askersiz mısırın üretilmeyeceği doğru olsa da, üretimin maddi koşulları, o şekliyle tarımın koşullan değişmeden durmasına karşın, asker toz olabilir.'" Tarım için askerin varlığını zorunlu kılan toplumsal koşullardır. Vazgeçilmezliği onu üretken yapmaz; çünkü, hizmeti maddi olarak zorunlu değildir: Toprağm doğası ve toprağı işlemek için mevcut teknoloji tarafından dayatılmaz. Bir faaliyetin üretim için gerekli olması, eğer gerekliliği durumun fiziksel olgularına dayanıyorsa, o faaliyeti üretken bir faaliyet yapar. (Bu, bir faaliyetin ancak üretim için özsel olması durumunda üretken olduğunu söylemek değildir: Çoğunlukla bir şey üretmenin birden fazla yolu vardır. Mesele şudur: Eğer bir faaliyet özselse, ancak maddi olarak gerekmesi durumunda özselliği onu üretken bir faaliyet yapar.) Askerin faaliyeti, üretime olanak verir, fakat üretken değildir. Üretime itki veren faaliyet de, bu nedenle üretken değildir. Öyle olsaydı, suçlu bir üretici olurdu; çünkü,
- Theones of Surplus Value. C. 1, s. 289. Burada, özgül kapitalist üretim bakımından değil, "yalnızca (maddij emek süreci bakımından" üretken emekle ilgileniyoruz. Marı'ın iki üretken emek kavramının kusursuz bir değerlendirmesi için bkz. Gough, "Productive Labour in Marx". Marx'ın sınır çekmeye çalıştığı şeye "üretken" deme geleneğine uyuyoruz. "Üreten emek" daha iyi bir ifade olurdu. Marx'ı teyit etmenin basit yolu, her üretim-arttıran (ve bu anlamda üretken) faaliyetin üreten faaliyet olmadığını söylemektir.
49
burjuva yaşamın tekdüzeliğini ve günlük güvenliğini bozar. Böylece, yaşamı durgunluktan kurtarır ve onsuz rekabet dürtüsünün bile körleşeceği, o huzursuz gerilime ve canlılığa neden olur. Dolayısıyla üretken güçlere bir itki verir... Suçlunun üretken gücün gelişimi üzerindeki etkileri ayrıntılı olarak gösterilebilir. Hırsızlar olmasaydı, kilitler bugünkü kusursuz düzeye ulaşırlar mıydı? Kalpazanlar olmasaydı,, banknot yapımı bugünkü kusursuzluğuna ulaşır mıydı?0' Mara'ın sınırlarım çizdiği gibi, sadece üretken faaliyete maddi olarak katkıda bulunan şey bir üretken güç sayılır. Bu nedenle, kimi ürettiği sorunundan bizzat üretici güçler sorununa dönen Marx, üretimi ilerleten her şeyi, bir engeü kaldırma, üretimi daha aktifleştirme, daha hızlandırma, daha kolaylaştırma eğilimi gösteren her şeyi™ "dolaysız üretim araçları" olarak ele alma siyasetini yerer. Üretken güçler konusunda söylenecek çok şey var, fakat önce, ekonomik yapı, "üretim ilişkileri toplamı," ile ilgili başlangıç açıklamamızı tamamlamalıyız. Kişiler ve üretken güçler, üretim ilişkilerinin terimleridirler. Fakat gerçek anlamıyla bütün ilişkiler üretim ilişkileri değildir. Battersea Enerji İstasyonu bir üretken güçtür. Sizden daha büyüktür ve olasılıkla sizden daha yaşlıdır; fakat, ikinizin arasındaki ilişki üretim ilişkileri değildir. Üretim ilişkileri ya kişilerin üretken güçler ya da kişiler sahipliği ilişkisidir, ya da bu tür sahiplik ilişkilerini varsayan ilişkilerdir/31
"»- Theories of Surplus Vaiue, C. 1. s. 387-388. »- İbid., s. 292 ve krş. s. 288. •»- "On Some Criticisms" de, yanlışlıkla iş ilişkilerini de ekonomik yapıya dahil ettim. Çalışma ilişkileri, maddi üretim ilişkileridir ve maddi olduklan için, ekonomik yapının dışına düşerler Bundan böyle, "üretim ilişkileri" ifadesinin tanımlayıcı bir sıfatla birlikte kullanılmadığı yerlerde, aksi belirtilmediği takdirde, yukardaki paragrafta tanımlandığı şekliyle üretim toplumsal ilişkilerine gönderme yapılıyor.
100 50
Burada sahiplik terimiyle, hukuki bir ilişki değil, etkin kontrollerden biri anlatılmak isteniyor. Açıklamamızda hukuki dili kullanacağız; fakat belirtildiği gibi anlaşılmalıdır. Vm. Bölüm'de, etkin kontrol uzun uzadıya açıklanacak, hukuki terimler ayıklanacak ve geçici olarak hukuki dil kullanmamızın nedeni verilecektir. Temsili üretim ilişkileri: •1 nın kölesidir. 2 ... nın efendisidir. 3 . . . , . . . mn serfidir. 4 ... mn lordudur. 5 . . . , . . . tarafından kiralanmıştı. 6 yı ücretle tutar. 7 . . . , . . . ya sahiptir. 8 . . . , . . . ya sahip değildir. 9 ........ için onun emek gücünü kiralar. 10 için çalışmakla yükümlüdür. Hepsi kişilerle kişileri ilişküendirebilir (7, köleci toplumlarda kişileri ilişküendirir). 1-4 ve 9-10, sadece kişileri ilişkilendirebilir. 5-8, kişüerle şeyleri de ilişküendirebilir: İnsanlar, hem kişüeri hem de üretken güçleri ücretle tutabilir ve sahiplenebilir. Üretim üişküerinîn daha fazla betimlenmesi, bir sonraki bölüme bırakılıyor. Üretim üişküeri bir toplumun ekonomik yapısını oluşturduğuna göre, bu yapı, kişüer ve üretken güçler üzerinde (etkin) sahiplik haklarının dağılımı tarafından belirlenir. Üretken güçleri ekonomik yapıdan dışladığımız anımsanacaktır ve kişüeri de dışlayacaktık. Fakat üretim ilişkileri ekonomik yapıyı oluşturur ve güçler ile kişiler bu ilişkilerin terimleridir. Bu tutarlı bir öğreti mi? Sadece ve sadece üişküerle bağlı terimler o üişküerin oluşturduğu yapıya ait değillerse, tutarlıdır ve en makul konuşma biçimi de budur. Başka örnekler ele alalım: Bir savm yapısı üe bir köprünün yapısını. Bir savm yapısını onu oluşturan ifadeler arasındaki ilişküer,
bir köprününkini onu oluşturan kemerler, aralar vb (kısaca parçalar) arasındaki ilişkiler. İfadeler ve parçalar sava ve köprüye aittirler; fakat yapılarına ait değildirler. İfadelerinin ne olduklan bilinmeksizin bir savm yapışırım ne olduğu bilinebilir ve parçaların niteliği hakında .hiçbir bilgi sahibi olunmadığı halde bir köprünün yapışırım ne olduğu bilinebilir. Dahası, savm yapısını değiştirmeksizin oıjinal ifadeler çıkarılıp başkalanyla değiştirilebilir ve büyük dikkat gerektirmesine karşın, aym durum köprünün parçalarına ve yapışma da uygulabilir. Bu şekilde değiştirilen şey sav ya da köprüdür, onun yapısı değil. Dolayısıyla ifadeler ve parçalar, yapılara ait değildirler. (Köprü değişirse, köprü bir yapı olduğu için değişen bir yapının da söz konusu olduğu doğrudur. Fakat, köprü olan yapı, köprünün sahip olduğu yapı değildir.) Elbette, köprü (sav) parçalan (ifadeleri) olmadan bir yapıya sahip olamaz; fakat şimdilik, bunun, yapıdan dışlanmalanyla bağdaşır olduğuyla yetinmemiz gerekir. Bu belirlemeleri, ekonomik yapıya ve önu oluşturan ilişkilere genişletmekte hiçbir güçlük yok. Ekonomik yapı, ekonominin yapısıdır. Varsayalım ki, A bir fabrikaya sahiptir ve fi, bu fabrikada onun için çalışmaktadır. Şimdi, A ile B rol değiştirselerdi, ya da fi ölüp yerini, daha önce ekonomik bir rolden yoksun olan (olasılıkla yaşı küçüktü) C alsaydı, ekonominin değiştiği -birazcık- söylenebilirdi. Fakat bu değişiklikler, ekonomideki değişiklikler olsalar dahi, ekonominin yapısmda hiçbir değişikliği gerektirmez. Tekrar: Kişilersiz ve üretken güçlersiz bir ekonomi olamaz ve bunların yokluğunda ekonomik bir yapı da olamaz; fakat bunun, bunların ekonomik yapıdan dışlanmalanyla bağdaşır olduğu gösterildi.,,> (Yapı, sadece bir ilişkiler kümesi olarak değil, bir roller kümesi olarak da görülebilir.™ Bu alternatif sunumlar bağlamında belirtilen nokta şudur: Rol-sahipleri yapıya ait değildirler.) "'- Yutardaki paragrafta işlenen nokta kısaca şöyle formüle edilebilir: Bir ekonomik yapı betimlemesi, kişileri ve üretken güçleri çağrıştıran ifadeler yerjne değişkenleri kullanır. Tikel kişileri ve üretken güçleri anlatan hiçbir betimleme ya da ad içermez. Böylece düşünülen tutarsızlık doğmaz. '"- "Being. Conciousness and Rotes'da olduğu gibi. s. 90-96
102
Bu kavramsal yargılar, Marx 'm düşünme şekline uygundur Şunu söyleyecek kadar ileri gitmişti: * Toplum bireylerden ibaret değildir; bu bireylerin iştirak ettikleri bağlantılar ve ilişkiler toplamım ifade eder."> Marx'ın "toplum" yazdığı yere "toplumsal yapı" yı koymak daha iyi olurdu; akat eğer toplum bireyleri kapsamıyorsa, o hdde . fortıorı yapısı da bireylerden yoksundur Anlatımımızdan şu çıkar: Tıpkı ayn savlar ve köprüler özdeş yapılara sahip olabileceği gibi, bir ve aym ekonomik yapırun fS ı toplumlarda sunulması soyut olarak olanaklıdır -benzerlik sınırl a n ı n dışında olsa da. Ekonomik yapının toplundan kesen ö S ^ ° l a S 1 d e ğ l l C Ü r : a i z i r a ^ t ü n üretim ilişkilenOİn Z î f 1 g e r e k ^ - Ancak soyut olabilirlik birşeye y a r a m i Bir ekonomik yapıtım bir biçim olduğunu g ö n n e m ı ^ y L ı m X '
(2) Bazı Terminolojik Konular Normalde İngilizceye "productıve forces", (Türkçeye "üretken güçler , ç.n.) diye çevrilen Marksçı ifade, Produktivkrafte'dir Bu eklide çevın o kadar yerleşmiştir ki, genellikle böyle kullanırız fakat doğru bır çevm olmadığını belirtmek gerekir. İngilizces productıve povvers", (Türkçesi "üretken yetiler", ç.n.) daL doğru olurdu.- Fakat Marx'm kendisi de Fransızca y a z a r k e n "forces ductıves ıfadesınım kullanmıştır; bu nedenle, doğru olmayan çeÇ virinin güvenilir bir kaynağı var."5 '"- Grundri«e, $. 265. BconomUc yapı tipinin özdenliğine karçıt o l ^ k ; Bkz. 01. Bölüm
- Bkz. Felsefen,n Sefaleti, çv. Ahmet Kırdan. Sol Yayuıtan 4 bwk, 1992 Tm 1« , t 2I 158 M dışını yazdığı oıjınal Fram.zc. metinde "fora* n r r v H , w V " « • ' ' < *™' n 0 de "productıve forc«- ve " « ^ T J ^ ^ T ^ , « P "™'" P™duct,v«". f i l i z c e çeviri169. sayfada!**, "üreto , """ ^ T ü r t ^ "™>yU 121. ve «i nde i - • p^Z ^ f^^Vr^" T'' b i t * * -f^UefeninSefmlekuvveller tive powers"a - Urcl ken gUçler" demek İ Z ' ı ^ ' C - ' >°d«y » « - d , | , ivin ve ™k için. "productıve force.". t j^*' ** »Y™, koruler" dedik .çv.) Wtageldı«. üzere üretken gUçler". "productive powers"a "Uıeıken yeti-
53
"Üretken güçler" (productive forces), "üretken yetiler"den (productive powers) daha az doğru çeviri olmasma karşın, ikincisi Manc'ın P.roduktivkrafte olarak anlatmak istediği şeyin hepsini harfi harfine karşılamaz; zira bizzat Almancacı, Mara'ın bu terime verdiği bütün kalemleri harfi harfine karşılamaz. Ne bir üretim aleti ne de bir miktar hammadde, kesin anlamında bir üretken yetidir. Daha doğrusu, her birinin üretken yetisi, ürün yapılma ya da yapma yetisi vardır. Emek gücü, harfi harfine bir üretken yetidir, fakat diğer ikisi değü. Manc'ın yeti-anlatan terimleri hem asıl yetiler için hem bunlara sahip tikeller için kullandığı tek örnek bu değildir.(I> Produktionsmittel'ı "üretim araçlan" olarak çeviriyoruz -bizim ve en azından genellikle Manc'ın bununla anlatmak istediği şeye, üretim aletleri ve hammaddeler, harfi harfine uygun birebir bir çeviri. Fakat biz, üretken güçler üe üretim araçlan arasına kesin bir ayrım koyduğumuz halde, Manc'ın kullanımı benzer bir kararlılıkta değildir. Belki de birbirlerinin yerine kullanma niyetiyle, terimleri eşdeş kullandığı pasajlar vardır.® Eğer niyet buysa, bu şekilde "üretim araçlan"m emek gücünü kapsayacak şekilde genişletir mi, yoksa "üretken güçler"i emek gücüyle mi sınırlar konusunda, farklı metinler için farklı sonuçlan olan bir tartışma olabilir. Fakat, metinsel kaprisler ne olursa olsun, emek gücünü üretken bir güç olarak görmek için, (3). alt-bölümde verilecek güçlü bir teorik örnek vardır. Manc, bazı sanayilerde hammaddenin bulunmadığım fark ediyordu ve "emeğin nesnesi" ifadesini, hammaddeye benzer bir rol oynayan şeyi anlatmak için kullanmıştır. Maden ocağındaki demir cevherini, balıkçılıkta balığı, ağaç kesiminde bakir orman tomruklarım örnek olarak verir.® Sayılan süreçlerde belirtilen şeylerin »'- Aynı anlaşılabilir genişleme "kulamın değeri", "değişim değeri" "değer" terimlerinin kullanımında da söz. konusudur. Bkz. Ek: II. örneğin. Ücretli Emek ve Sermaye, s. 90; Grundrisse. s. 109. <*_ Kapital c 1 s. 195, 197, 198. "Emeğin nesnesi" (Object of Labour) ifadesi. Arbeitsgegensumd (kısaltılmış şekli Gegenstand) sözcüğünün karşılığıdır. Birçok İngilizce çeviri, bunun yerine, yanaş bir şekilde "emeğin konusu" (subject of labour) ifadesini kullanır. (Kapıtal'ın Türkçe çevirisinde de "emeğin konusu" ifadesi kullarfılmıştır -çv.)
100
hammadde olmadıklan konusunda haklıdır. Elbette, demir cevheri, o şekilde işlev gördüğü bir emek sürecinin söz konusu olması anlamında bir hammaddedir; fakat maden ocağında bir hammadde değildir ve Manc, emek sürecinde söz konusu malzemenin işlevi yüzünden "hammadde"yi bir emek süreciyle ilişkilendirmekle ilgilenir.® Marx, "emek nesnesi" ifadesini, sadece hammadde-olmayanla sınırlı kullanmaz. Hem hammaddeleri hem de gösterilen hammadde olmayanlan kapsayan genel bir terim olarak kullanır. Her hammadde bir emek nesnesidir; fakat her emek nesnesi, bir hammadde değildir.® Manc'm, hammadde olmayan emek nesneleri için ayri bir terimi yoktur ve bu nedenle, bunlara sadece "emek nesneleri" der. Mars, sözü edilen sanayilerde hammadde olmadığım ileri sürmede haklıdır, hakiki hammaddeleri diğer.emek nesnelerinden ayırt etme ölçütü yanlıştır: Belirttiği koşul, emek nesnesini hammadde yapmaya ne yeterlidir ne de zorunludur. Şöyle diyor: Her hammadde emek nesnesidir, fakat her emek nesnesi hammadde değildir; ancak emek aracılığıyla bazı değişikliklere uğradıktan soma hammadde olabilir.® Çalışmanın nesneye adanmış olması, Manc'a göre, o nesnenin hammadde olması için sadece gerekli değil, yeterlidir de: Eğer ... emek nesnesi... önceki emeğin süzgecinden geçmişse, ona hammadde diyebiliriz.'4'
'*— Bkz. ibid., s. 197-198. '*- B k i 195. W. 198; C. 3, s. 655; Gnmdrisse, s. 715, 726, 733. 762, 768 769Theones of Surplus Value. V. 1. s. 131. Fakat, editörlerin belirttiği nedenlerte "hammadde" ifadesinin daha geniş kullanıldığı Theories of Surplus Value, C. 2. s. 21'dekine aykırı "Hammadde" ifadesi, Rohmaterial vç Rohstoff sözcüklerinin karşılığı olarak çevrilir. Nicholaus'uı, "Rohstoff, insan emeğine tabi olmadan önceki el değmemiş durumdaki hammaddedir" şeklindeki yargısına katılmıyoruz (Gnmdrisse, s. 521). Gnındrisse'in 520. sayfasının dördüncü salınnda "hammadde" olarak çevrilen Rohstoff, el değmemiş olamaz. '•- Kapital, C. 1, s. 194-195.' '"-KapitalC. 1.. s. 194-195.
55
(Bu çıkanmlardaki "değişikliğe uğrama" ve "süzgeçten geçme" ifadeleri eşanlamlıdırlar ve harfi harfine dikkate almak gerekmez: Anlatılmak istenen, daha önce harcanan emektir.) Daha önce harcanan emek, doğal "hammadde"yi kullanıma sokmaya yeterli değildir. Demir cevheri maden ocağında hammadde değildir; fakat, taşınmadan önce madencinin "süzgecinden" geçse bile, onu fabrikaya taşıyan kamyon sürücüsünün emeği için de hammadde değildir. Ormanın bakir orman olmayıp yetiştirme olduğunda, tomruk da keresteci için hammadde değildir. Marx'ın koşulu gerekli de değildir. Hammadde olarak işlev görmeden önce birşey yapılması gerekmeyen şeyler vardır. Bir ağaç kütük, oyulan kesilmemiş bir ağaç olduğunda bile, totem yapımında bir hammaddedir.0' Aslinda, bir şey, sadece, ve sadece emek sürecinin amacı onu dönüşttirmekse, emek sürecinde bir hammeddedir. O şeyin daha önceki tarihinin, ve özellikle emek harcanmış olup olmadığının önemi yoktur. Sonuç: "Hammadde" emek sürecindeki her şeye uymaz; fakat, uygun olduğunda Manc'ın ayrım yapma çabası kusurludur. Marx, "hammadde"yi işlevsel bir terim olarak kulanmak ister, fakat nitelik olarak işlevsel olmadığı için, ölçütü uygun değildir. "Hammadde" terimini, dönüştürülmüş malzeme kadar çıkanlmış ve taşınmış malzemeyi de kapsayacak şekilde, dolayısıyla olağan anlamında değil, Manc'ın "emek nesnesi"ni kullanması gibi serbestçe kullanacağız. Manc gibi'1' biz de, taşınmış ya da çıkarılmış malzemeyi taşımacılık, madencilik vb'deki üretim araçları olarak tarif etmek doğal o İmam asma karşın, bütün hammaddelerin (Manc'ın emek nesneleri) üretim araçlan olduklarım kabul edeceğiz. Marx, öyle bir tarifin doğal olduğunu yanhş bir şekilde ileri sürmüştür:
aracı olduklarını ileri sürmek paradoksal görünebilir. Fakat şimdiye kadar hiçkimse, balık olmayan sularda balık avlama sanatım keşfetmemiştir.® Manc'm nüktesi, yanılgılıdır. Bir üretken faaliyetin her gerekli koşulu, o faaliyetin ürettiği şeyi üretme aracı olarak nitelenmez. Balık tutmak için balık kullanılmaz, ya da demir cevheri çıkarmak için demir cevheri kullanılmaz. Onlara bu süreçlerdeki üretim araçlan demek doğal değildir. Üretimin amacınım, maden çıkarımı ve taşımacılıkta olduğu gibi, bir şeyin yerini değiştirmek olduğu her seferinde sorun çıkar.® Yeri değiştirilen şeyin hammadde, dolayısıyla üretim aracı olduğuna karar verelim. Çıkanm ve taşıma işinin ürününü P-yerindeki-x olarak düşünebiliriz. Üreticiler, P-yerindeki-x'i üretmek için O-yerifldeki-x'i kullanarak 0-yerindeki-x'i P-yerindeki-x'c dönüştürürler. Bu ifade tarzı, ifadeyi oluşturan terimleri biraz geriyor, fakat zaran yok. Zararlı olan, hiçbir gerilme olmuyormuş gibi davranmaktır.
(3) Emek Gücü (5). alt-bölümde, üretken güç sayılan çeşitli malzemelerin niteliklerini ele alacağız. Emek gücünü, zaten öyle sınıflandırdık ve bu alt bölüm, bu karan savunuyor. Bir malzemenin bir üretken güç olup olmadığım belirlerken önceki sayfalarda geliştirilen üretken güçler tanımını aktarmak normaldir: Üretimde kullanılan şeylerdir. Fakat bu tanım, bir malzemenin üretken güçlük iddiasmı değerlendirmede başka nedenlere rol bırakmayacak şekilde ne kesindir, ne de yetkin. Aksine, x'in bir üretken güç olup olmadığı sorulduğunda, kavramın tarihsel mater-
... yakalanmamış balıkların, balıkçılık sanayinde bir üretim "'- Bu örnek, M a n ı n Grundrisse, s. 768-769'da yaptığı ayrımın bir hala olduğunu gösterir. Kapital, C. 1, 195-196.
100
'"- Kapital, C. 1, s. 197, dipnot 6. Bu kavramlaştırma için bkz. Kapital, C. 2, 62, 63; Theories of Surplus Value, C. 1, s. 412; Grundrisse, 533-534.
57
yalist teorideki yerini dikkate almalıyız. Teorinin özel olarak bu amaca uygun tezleri şunlardır: Birincisi, sadece *'in sahipliği (ya da sahipsizliği) toplumun ekonomik yapısında jt'in sahibinin işgal ettiği konumu tanımlamaya katkıda bulunuyorsa, x bir üretken güçtür (Bu, sadece sahipliyse x bir üretici güçtür anlamına gelmez). İkincisi, üretken güçler tarih içinde gelişirler (bkz. (6). alt-böliim). Üçüncüsü, bir toplumun kullanabildiği üretken güçlerin doğası o toplumun ekonomik yapışım açıklar (Bkz. VI. Bölüm). Dördüncüsü, üretim ilişkileri üretken güçlerin kullanımını ve gelişimini engelleyebilir, yani sınırlayabilir. Şimdi emek gücünü ele alalım. Biraz önce belirtildiği gibi, üretken güçler zamanla gelişir ve üretim ilişkilerinin niteliğini koşullarlar. Fakat, üretken güçlerin gelişmesi, çok büyük ölçüde, doğanın kontrol edilip dönüştürülme bilgisindeki artıştır ve bu, emek gücünün gelişimidir. Mam, "El değirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise sınai kapitalistti toplumu" diye yazar;'" ancak o ekonomik yapılar, salt tikel ve farklı teknik bilgi düzeylerinin kanıtını verdikleri için o üretim araçlarının varlığından çıkarsanabilir. Bütün buharlı makinalan yok edin, fakat onları yapma ve kullanma bilgisini alıkoyun, hammadde konusunda biraz şansla, kısa sürede status quo ante'yt (önceki durum) geri dönebilirsiniz. Bilgiyi yok edip makinayı alıkoyun, elinizde yararsız bir metal yığını, maddi bir nicelik, geleceğin bir andacı kalır (üreticilerin, makinanın modus operandi'sim yeniden keşfetmeye yetecek kadar becerileri kalmadığı halde, yeterli genel bilgiyle bunu yapabilmeleri, dediklerimizi doğnılamaıun bir yoludur). Üretken güçler emek gücünü kapsamalıdır; çünkü gelişmelerinin merkezi, emek gücünün gelişmesidir:
Bizzat işçilerin beceri ve bilgisinin (bilimsel güç) birikmesi birikimin başlıca biçimidir ve bu birikmiş faaliyetin mevcut nesnel koşullarının birikiminden -ki, onunla ele ele gider ve salt onu temsil eder- sonsuz derecede daha önemlidir. Bu nesnel koşullar sadece nominal olarak birikirler ve# sürekli yeniden üretilip yeniden tüketilmeleri gerekir.'" "Nesnel koşullar" üretim aletleridir, ve bilginin ilerlemesiyle birlikte üretken yetenekleri arttığı ölçüde hammaddelerdir. Üretken güçlerin gelişme kaynağının öznel olduğu, fakat belirtilen koşulların sağladığı nesnel bir aracıyı gerektirdiği söylenebilir.® Bazen üretken güç kabul edilen emek gücüyle bağlantılı iki şey üzerinde yorum yapmamız gerekir: Çalışma faaliyeti ve insan. Marx, hiçbir yerde bir üretken güçler listesi vermez ve bunları tartışmamız, kısmen dağınık belirlemelere, kısmen genel teorik ölçülere dayanır. Emek sürecinin "ilk öğeleri" dediği şeyleri listeler: 1. amaçlı faaliyet ya da işin kendisi; 2. emeğin nesnesi; 3. emeğin aletleri.® 2 ve 3'ün üretim araçlan olduğu söylenir.® Bu nedenle burada, birkaç sayfa önce yaptığımız gibi önek gücünü değil, çalışma faaliyetini üretim araçlarına ekledik. 1, 2 ve 3'ün emek sürecinin ilk öğeleri olması bir anlamda doğru olsa da, "Ük öğe", epeyce bulanık bir ifadedir. Ne olursa olsun, çalışmayı -faaliyetin kendisini- değil, emek gücünü üretken güçlerin, içine koymanın işte üç nedeni: (1) Çalışma faaliyeti, üretimde kullanılmaz: O, üretimdir. (2) Ya çalışma faaliyeti emek gücüne eklenir, ya da o emek gü-
,u
100
Felsefenin Sefaleti, s. 100.
- Theones of Surplus Value, C. 3, s. 267-268; ve kış. s. 295. "Nesnel koşullar", başka yerde "nesneleşmiş bilginin gticü" olarak tarif ediliyor (Grundrisse, s. 706). Marx, Grundrisse s. 495'te "öznel" ve "nesnel" üretken güçlerden söz eder. '»- Kapital. C. 1, s. 194; krş. Gnmdrisse, s. 691. "-Kapital.C. l , s . 197.
59
cünün yerine geçer. İkisini kapsama çok tuhaf olurdu: O halde niye sadece makineleri değil, onların eylemlerini de kapsamıyor? Demek ki, sadece ikinci seçeneğe dikkat etmek gerekir. Fakat bir üretken güç bir Produktivkraft, emek gücü ise Arbeitskraft'diT. Bu, ikinciyi (ve çalışma faaliyetini değil) birincinin bir türü olarak almak için güçlü bir nedendir. (3) Marx, ekonomi politikteki önemli kavramsal yeniliği, Smith ve Ricardo'nun teorilerini aşmasını sağlayan temel olarak gördüğü çalışma ile emek gücü arasındaki farka büyük önem verir. Zira, Marx'a göre, ayrım yapılmadığı sürece, işçilerin neden ürettikleri şeyin değerinden daha az ücret aldıklarım piyasa yasalarıyla (sadece değer olarak eşit metalann birbirleriyle mübadele edildiği yer olan piyasanın yasalarıyla) tutarlı bir şekilde açıklamak olanaksızdır: "Sadece emek-zamanı ile belirlenen değişim-değeri temeli üzerinde üretim, emeğin değişim değerinin ürününün değişim-değerinden daha az olması sonucuna nasıl yol açar?"0' Marx, sorunun terimlerinin aksine, emek (=çalışma faaliyeti), gerçekten de değer yaratan olmasına karşın, kendisinin değeri yoktur diye yanıt verir: "Emeğin değişim-değeri", anlamsız bir ifadedir.(1> Değeri olan şey çalışma değil, çalışmada harcanan emek gücüdür. Proletaryanın kapitaliste sattığı şey budur, emek değil. Fakat, eğer proletaryanın sattığı şey emek gücü ise, demek ki emek gücü onun sahip olduğu şeydir. Ne proletarya, ne de başka birisi çalışma sahibi olur: Faaliyetler, sahiplenilemezler. Fakat o zaman, çalışma bir üretken güç olamaz. Proletaryayı toplumun ekonomik yapışma uygun kılan, kendi emek gücünün sahibi olmasıdır. Bir insan, isteğinin bastırıldığı ve fiziksel bir nesne gibi kullanıldığı zamanlar dışında, bir üretken güç değildir. Naziler, insanları abajur ham maddesi olarak kullandılar ve eğer fırınları üretimi kö-
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 78. Kapital, C. l . s . 549.
100
rüklemiş olsaydı, onları araçsal maddeler olarak da kullanacaklardı. Tüyler ürpertici korkunç örnekler dışmda, üretken güç olan insanın kendisi değil, onun emek gücüdür. Üretim, insanların üretken güçleri kullandıkları, kendilerini değil takatlerini ve becerilerini kullandıkları01 isteğe bağlı bir faaliyettir. (Daha önceki sayfalarda sözü edilen ayak değirmencisi, yaptığının amacının farkında olmasa da, isteyerek değirmenin pedallarım çevirir.) Yukardaki belirlemelerin tartışmasız olmaları icap eder; fakat, Marx'a göre insanların üretken güç olduklarım gösterdiği düşünülen ve çokça aktarılan bir metin var: Ezilen sınıfın kendisini kurtarabilmesi için, o zamana kadar edinilmiş üretken yetiler ile mevcut toplumsal ilişkilerin artık yan yana var olamamaları gerekir. Bütün üretim aletlerinin en büyük üretken yetisi, devrimci sınıfın kendisidir. Devrimci öğelerin bir sınıf olarak örgütlenmesi, eski toplumun bağrında doğabilecek bütün üretken güçlerin var olmalarım gerektirir.<2) Yukardaki alıntının ikinci cümlesindeki "üretken yeti"nin, özel, hitabet gereği kullanıldığını iddia edeceğiz. Zira sınıfın kendisi, devrimci bir duruşa ulaşmasıyla olgunlaştığı kabul edilen üretken yetiler arasında olamaz. Gönderme, sınıfın ham maddeyi bir ürüne çevirme yetisinden çok, toplumu değiştirme yetisinedir. Bu metne dayanarak, Marksçı maddi emek süreci anlatımını, insanların bu süreçte üretken güç olduklan önermesine teslim edemeyiz. Zira aynı nedenle, üretim aletleri olarak da ele almmalan gerekirdi ve hiçkimse, Marx'ın emek sürecinde insanların öyle olduklarını düşündüğünü iddia etmez.
"'- Elbette kastarım ve kollarını da. Kapital, c.l. Örneğin büyiik bir ağırlığı gerektiren bir emek sürecinde olduğu gibi, bir kişinin bütün bedenini kullanabileceği doğrudur fakat kişiler kendi bedenleriyle özdeş olsalar bile, üretken güç olan şey, deyim uygunsa, kullanan olarak beden değil, kullanılan olarak bedendir. '»- Felsefenin Sefaleti, s. 158.
61
O halde, yukardaki metin, "üretken yeti" ya da "güç"ün göreü olarak teknik bir kullanımım yukarda belirtilen hitabet gereği kullanımla birleştiriyor. Benzer bir düşüncenin ifadesi olarak daha az yanıltıcı bir ifadede de "bir yanda üretken güçler, diğer yanda devrimci bir kitlenin oluşumu" olarak devrimin önkoşullarına daha önce yapılan göndermedir.'1' Burada insanlar fle onların üretken yetileri arasındaki ayrıma açıkça uyuluyor. Son olarak, Manc'ın "insanın kendisi başlıca üretken güçtür" şeklindeki iddiasını yorumlamamız gerekir.® Bağlamın incelenmesi, bunun, ısrar ettiğimiz noktayı, insanın emek gücünün üretken güç olduğu noktasını doğrulamalım bir şekli olduğunu gösterir. Hem emek gücünü hem onun sahibini üretken güçler saymak kabul edilemez; zira birincisi üretken güçtür, ikincisi değil.
(4) Bilim Emek gücü bir üretken güçtür ve emek gücünün bir boyum da, üretken bir şekilde uygulanabilir bilgidir. Bu da demektir ki, üretken kulanıma açık bilimsel bilgi bir üretken güçtür. (Bilimsel bilgiyi kullanan dolaysiz üreticinin uyguladığı şeyi anlaması gerekmez). Dahası, gördüğümüz gibi, bilginin gelişmesi, üretken güçlerin gelişmesinin merkezidir. Bu nedenle gelişmesinin daha yüksek evrelerinde üretken güçlerin gelişimi üretken bir şekilde yararlı bilimin gelişmesiyle kaynaşır. Bazı Marksistler, bilimin üretken güçlere dahil edilmesine karşı çıkacak ve bazı Marksizm eleştirmenleri de, bu konumlandırmayı kuşkulu bulacaklardır. Elbette, her bilimin üretken güçlere ait olduğunu ileri sürmüyoruz; sadece üretkenlik bakımından uygun parçalan aittirler. Yine de, bu sınıflamaya oldukça yaygın iki itirazı değOerlendirmek gerekir: (i) Bilim üstyapısal ya da ideolojiktir;
Alman İdeolojisi, s. 64; italikler benim. Grundrisse, s. 422.
bu nedenle, üretken güçlere atfedilen asli statüden yoksundur, (ii) bilim zihinseldir, oysa üretken güçler maddidir.'" Manc, sık sık "maddi üretken güçler"den söz eder ve "üretken güçler", Manc'ın bu ifade için kulandığı kısaltmadan başka bir şey değildir. İtiraz (i)'nin öncülü sahtedir: Bilim ne üstyapısaldır ne de ideolojik. Üstyapı, hukuksal, siyasal, dini ve diğer ekonomik olmayan kurumlardan ibarettir. Olasılıkla üniversiteleri kapsar, fakat bilgiyi kapsamâz; zira bilgi bir kuram değildir. Diğer yanda ideoloji de bir kurum değil, bilim gibi bir düşünceler kümesidir. Yine de bilim bir ideoloji değildir, çünkü, bilim-dışı olan ideolojinin tanımlayıcı bir özniteliğidir. Bilim, bilim-dışı ideolojik öğeleri içerebilir; fakat bunlara rağmen bilimdir, bunlara rağmen üretkenlik bakımından yararlıdır ve dolayısıyla bir üretken güçtür. Bilimin üretken yetisi ideolojik yanında değildir. İtiraz (i)'in reddi üzerine üç yorum: 1. Reddiye üstyapı ile ideoloji arasında herkesin kabul etmeyeceği bir karşıtlığı kullanır. Bu karşıtlık, ideoloji ile üstyapının ilişkisiyle ilgili diğer görüşlere uygun yeniden formülasyona elverişlidir. 2. Reddiye, bazdannın oldukça basit ve "Kuhn öncesi" bilim anlatımı olarak düşüneceği şeye dayanır. Böyle bir anlatımı savunuruz; fakat bunu burada yapmak zorunda değiliz. Burada, Manc'm uzak durmadığı ondokuzuncu yüzyıl bilim kavrayışlarına uygun olduğunu belirtmek yeterli olacak. Manc'ı anti-pozitivist bilim felsefesi (Kuhn, Feyerabend vb) saflarına koymaya yönelik son zamanların moda çabası, bütünüyle yanıltıcıdır (Bilim konusunda Manc üzerine daha fazlası için bkz. Ek: I) 3. Üstyapısal ve ideolojik görüngüler bilimsel gelişmeyi, dolayısıyla üretken güçlerin gelişmesini etkilerler. Bu nedenle, bilimi bir üretken güç olarak ele almak, tali görüngülerin asli görüngüleri
"'- Bkz. Bober, Kari Marx's Inlerprelalion of Hisıory, s. 20-21.
62
63
etkilediğini kabul etmektir. Fakat bu, tarihsel materyalizmin yaygın bir sorunudur. Teorinin asli saydığı şeyleri türev saydığı şeylerin bütün etkilerinden yalıtmanın hiçbir yolu yoktur. Belli üretim araçlarının kullanımı üzerindeki dini bir yasak, söz gelimi Hindulardaki et üretimi için sığır kullanımı yasağı, aym sorunu gündeme getirir; fakat bu nedenle sığırların üretken güç olduğu yadsınamaz. O halde, bilim üstyapısal değildir, çünkü zihinseldir; ideoloji de zihinsel olmasına karşın, bilim ideoloji değildir, çünkü ideolojik zihin faaliyeti bilim dışıdır. Ancak bu bizi itiraz (ii)'ye getirir: Zihinsel bir şey nasd maddi bir üretken güç olabilir? Bir yerde Marx şuna işaret eder: maddi (dolayısıyla zihinsel) üretken güçlerin belli bir gelişme derecesi.'" Bu fragman düşüncelerimize yardım edecektir. Marx'ın, (a) zihinsel üretken güçler maddi üretken güçlerin bir alt-kümesidir mi demek istediği, yoksa (b) zihinsel ve maddi üretken güçler farklı kümeleri oluştururlar mı demek istediği açık değildir. (a) seçeneğini alalım. Demek ki, soru şudur: Zihinsel bir şey nasıl maddi bir şeyin bir türü olabilir? "Maddi"nin karşıt anlamı "zihinsel" ise olamaz; fakat "maddi"nin karşıt anlamı bu bağlamda başka bir şeyse, olabilir. Eğer (a) okuması haklıysa burada kullanılan "maddi"nin karşıt anlamının "toplumsal" olduğunu teslim ederiz. IV. Bölüm'de açıklanan "maddi'nin bu anlamı, maddi üretken güçlerde zihinsel öğelerin varlığım olanaklı lalar. Hizmeti maddi olarak değil, toplumsal olarak gerekli olduğu için bir üretici sayılmayan daha önce sözü edilen askeri anımsayalım. Plantasyonda kaçabilecek kölelerin kapatıldığı ağılın taş duvarıyla karşılaştıralım: Maddi ve üretim için gerekli olmasına karşın, bir üretken güç olarak nitelenmez; çünkü, (üretken bir amaçla
tutulan bir akar'su yatağını tutan duvarın aksine) katkısı toplumsal düzenedir. Bir malzemenin üretken güç olup olmadığı, o malzemenin ontolojisine (nasıl bir fiziğe sahip olduğu) değil, üretimin maddi niteliği nedeniyle üretime katkıda bulunup bulunmadığına bağlıdır. Üretkenlik bakımından uygun bilimsel bilgi, yerine getirilecek maddi görevle ilgilidir ve bu nedenle, üretken bir güçtür. Diğer yanda, eğer fragmanın (b) okuması doğruysa, demek ki, maddi üretken güçlere ek olarak zihinsel üretken güçler de vardır ve o zaman da, itiraz (ii) çöker; zira öncülü şuydu: Bütün üretken güçler maddidirler. Kısaca ve o pasajda Marx ne demek istemiş olursa olsun, Mara'ın sistematik olarak yaptığı gibi, maddi'yi toplumsal'm karşısına kayduğumuzda, elbette terimin alışılmış anlamında maddi olmamalarına karşın, zihinsel üretken güçleri maddi diye sınıflayabiliriz.
(5) Daha Fazla Katalog Adayı Önceki sayfalarda verilen üretken güçler listesi eksiksiz midir? O listede bir yeri hak eden dört kalemi şimdi ele alacağız: Araçsal maddeler, binalar, mekanlar ve geçim araçları. A r aç sal Maddeler Bu malzemeyi tartışmaya giriş yolu olarak, hammaddeler ile üretim alatleri arasındaki farkla ilgili bir sözcük. Ayrım yeterince açıktır; fakat, doğru ifadelendirilmesi, ele avuca gelmez.'" Birkaç sayfa önce, birincisinin üreticinin üzerinde çalıştığı şey, ikincisinin üreticinin kendisiyle çalıştığı şey olduğunu söyledik; fakat bu önermeler, kendilerine verdiğimiz ağırlığı taşımayacaklardır: Çömlekçi kuşkusuz kille çalışır, lamba ayağı yapıcısı tornayla. Bu
"'- John Stuart Mill'in, Principles of Polilical Economy, Kitap I, Bölüm II, paragraf 4'te, sürekli düzene sokma çabalarına dikkat edin.
"'- Grundrisse, s. 502.
100
65
*
olaylarda önermeler, okuyucunun birkaç sayfa önceki kullanımlarında kavradığı şekilde kullanılmıyorlar. Fakat bu durum, önermelerin istenilen ayrımı vermediklerini gösterir. Hammadde ile üretim aletleri, ancak üretim sürecinin niyet yapışma göndermeyle doyurucu bir şekilde ayırt edilebilir. Üretimin amacı aleti değil, hammaddeyi değiştirmek olmasından ötürü hammadde aletten farklıdır (maden çıkarımı ve taşımacılıktaki hammadde bakımından, değişiklik yer değişikliğidir). Herhangi bir üretim sürecinin seyri içinde, kısmen süreçten bağımsız olarak kısmen süreçten ötürü ikisi de değişir, fakat, üretim aletini değiştirmek sürecin amacı değildir.'1' Üretici, bir ingiliz anahtarının ağız genişliğini ayarlarken yaptığı gibi, elbette üretim aletinde bir değişikliği niyet edebilir, fakat böyle bir değişiklik, söz konusu amacın hizmetinde olacaktır: Üretim aletlerinde niyet edilen değişiklikler, hammaddelerdeki değişiklikleri etkilemek için gerçekleşir. Hatta alet, sürecin seyri içinde, önceki biçimine geri dönüşü dışlayacak şekilde kasten yemden biçimlendirilebilir, fakat yine bu değişiklik de, hammaddeye yapılacak şeyin dayattığı bir değişiklik olacaktır. Yeniden biçimlendirme hareketi, pekâlâ ayrı bir üretim süreci olarak düşünülebilir, bu durumda, esas süreçte alet olan şey, bu ikinci süreçte hammadde ve ardından da ürün olabilir. Yine, burada da, ayrı bir üretim sürecinin söz konusu olduğu yargısını haklı çıkaran niyet yapısıdır. Verili bir nesne ya da malzeme niceliği bir süreçte hammadde, başka bir süreçte alet olarak işlev görebilir*1' ve üretim araçlarının bir kısmının ya da tamamının hem alet hem de hammadde olduğu durumlar olabilir; zira, birbirine sürterek iki kaba taştan iki düzgün taş yapıldığında olduğu gibi, hem her birini değiştirmeye hem de
'"- Marx, Kapital, C. 1, s. 219'da ve Grundrisse, s. 298-299'da ham madeler ile aletler arasındaki ayrımı tanımlamaya çalışır. m - Krş. Kapital, C. l . s . 198.
100 66
her birini diğerini değiştirmek için kullanmaya niyet edilmiştir. Böyle bir durum, sergilediği karşılıklılığa duyarlı niyet ölçütünü geçersiz kılmaz. Şimdi, çekim örneği yakıt olan araçsal maddelere dönüyoruz. Yakıt, doğası gereği malzeme ya da maddedir; fakat bu durum, onu terimin uygun işlevsel anlamında hammadde yapmaz: Yakıt olarak kullanıldığında hammadde olarak kullanılmaz. Ürün yakıttan meydana gelmeyip, interalia, yakıtın eyleminin bir sonucu olduğuna göre, yakıt bir üretim aletidir (aynı şey, makina yağı için de geçerlidir). Yakıtı kül ve gaza dönüştürmek üretimin amacı değildir. Üretken bakış açısından yakıt ne kadar yavaş değişirse o kadar iyidir. Ham madde için tam tersi geçerlidir: Ne kadar hızlı değişirse o kadar iyidir. Verimli üretim şu oram maksimize eder: Hammaddenin değişme oram Yakıtın (ve genel olarak aletlerin) değişme oram"' Manc, Cherbuliez'in "kömür, odun, yağ ve don yağı"m "araçsal maddeler" olarak betimlemesini kabul ettiğinde, kendisini en iyi ifade eder.(I) Fakat emek süreciyle ilgili kendisinin en resmi anlatımındaki kullanımı daha az doyurucudur: "Yardımcı hammaddeler"den söz eder ve boya malzemeleri (ki, ürüne girerler) gibi bu tanımı hak eden malzemelerin yanı sura, gres yağı gibi hak etmeyen malzemeleri de sıralar.'3' Fakat, Manc'ın bocalamasına karşın, araçsal maddeler, hammaddelerle değil kesinlikle üretim aletleriyle birlikte, bizzat kendisinin arzuladığı işlevsel emek süreci betimlemesine uygundur. Yakıt, yüksek fırınlarda olduğu gibi, sadece ham maddeyi ısıt-
"'- Bu iddia sadece geniş anlamda doğrudur, fakat geniş anlamda doğruluk burada işe yarayacak. "•- Grundrisse, s. 680 (bu bağlamda odun bir yakıt olarak düşünülüyor). '*- Kapital, C. 1, s. 197; krş. s. 219; Theories of Surplus Vale, C. 1, s. 135-136.
mak için kullanılmaz. Üreticileri sıcak tutmak, soğuk ve neme duyarlı üretim araçlarını korumak için de kullartılır. Bu son kullanımında yakıt, şimdi ele alacağımız binalara benzetilebilir. Binalar Binalardan, içinde üretimin sürdüğü binaları ve diğer kapalı mekânları anlıyoruz. Binaların farklı üretken amaçlar için farklı yararlan vardır: Bu durum, üretimde kullanıldıktan kuralım destekler. Bir bina sahipliğinin, ekonomik-yapısal bir konumun işgal edilmesini gerektirdiğini ve binaların üretken değerinin sınai tarih içinde geliştiğini belirterek, onları üretken güçler sayıyoruz. Alışdmış rollerinde binalar, üretim aletleridirler. Bir bina hem hammadde hem üretim aleti olarak işe yarayacak şekilde tasarlanabilse de, binalar normalde hammadde değildir. Mağara insanlan, içinde oturduklan mağaraların duvarlarından aygıtlar yonttular, herhalde yontma işini yaparken kuru kalmak için. Marx, binaları üretim aletleri olarak sınıflandırdı. İngilizce yazarken, "aletler, makinalar, binalar gibi üretim aletlerinden söz eder'" ve Kapital'de, üretim aletlerinin Almanca karşılığı olarak kullandığı Arbeitsmittel başhğı altında da benzer bir liste vardır.® "Makiııayı, binalan, emek aletlerini, her türden kontaynerleri" de sabit sermaye öğeleri olarak tarif eder ve Marksçı sabit sermaye, kapitalist mülkiyette üretim aletidir/3»
•Mekanlar Mekan ifadesiyle, içerdiğinden soyutlanmış düşünülen tikel bir 100 m
- Ücret. Fiyat ve Kâr. çv. Erdoğan Başar, So! Yaytnlan, 2. Baskı. 1966, s. 50.
'»- Kapital. C. I, s. 219. <*- Theories of Surplus Value, C. 1, s. 246. Bu son alınlıda "emek aletleri" ve "binalar", binalar emek aletler, olmayacak şekilde, ayrı ayn görünürler, fakat aynı nedenle, makinalar da değildir. Buradaki "emek aletleri". Arbeirsmittel'den (üretim aletleri) daha dar bir sınıflama olan Arbeitsinstrumente'nin karşılığıdır. Bir yerde Manc. fabrikanın, en iyi dunımda "sınırlı bir ölçüde" bir Produktionsinstrument olduğunu söyler (Kapital. C. 3, s. 761 (Türkçe çeviride böyle bir ifade bulunamadığı gibi, yazarın verdiği İngilizce kaynağın gösterilen sayfasında da böyle bir ifadeye rastlanmadı -çv.)
mekan hacmini anlatmak istiyoruz. Bir arazinin sahibi bir toprak niceliğinin sahibidir, fakat aynca toprağm doldurduğu uzayın da sahibidir. Birisini elde tutarken diğerini yitirmesi olgusu bunu gösterir. Toprağı herhangi bir derinlikte kazınıp taşınabilir, oysa mekan üzerindeki haklan devam eder. Ya da, bu haklar kendisinden alınıp, mekanın maddi içeriği başka yerde kendisine verilebilir. Mekanı maddesiyle birlikte satabilir, ya da mekanı koruyarak maddeyi satabilir. "Arazi" terimi, bir arazi sahibinin sahip olduğu iki şeyi, hem toprağı hem mekanı kapsar. Mekan, üretken güçler kümesine üyeliği hak eder. Mekan sahipliği, kuşkusuz ekonomik yapıda bir konum verir. Bir mekan parçası içeriksiz olduğu zaman bile, üretken bir şeyle doldurulabilir, ya da üreticilerin üzerinden geçmesi gerekebilir olduğu için ekonomik bir güç yaratabilir. Boş bir alanın sahibi olan kişi, alanın diğer tarafına geçmeniz gerektiğinde ve altından tünel kazarak, üstünden uçarak, ya da etrafında dolaşarak geçmeniz mümkün olmadığında, hesaba katılması gereken biridir. Bu nedenle, ekonomik yapı anlatımımıza göre, mekan bir üretken güce benziyor. Peki üretimde kullanılıyor mu? Üretken güçlerden beklendiği gibi, zaman içinde üretkenlikte gelişiyor mu? Kullandıyor mu? Üretken sürece başlamak için vazgeçilmezdir;0» fakat, herhalde bu yeterli değil/» Daha uygunu şudur: Bir mekan parçası, biçimi ya da konumu nedeniyle üretkenlik bakımından az çok yararlı olabilir. Dikdörtgenler ve daireler farklı üretken kullanımlara uygun düşerler ve bir enerji kaynağına bitişik bir mekanın üretken kapasitesi, eğer varsa içeriği ne olursa olsun, bundan etkilenir. Mekan az çok yararlı olabildiğine göre, kullanılıyor sayılır. Kuşkusuz, maddi gereçlerden ve emek gücünden farklı olarak, kullanılıp tüketilmez ve yeniden üretilmesi ve bakılması gerekmez. Ancak, mutlak güvenilirliği, kullanıldığını yadsımak için zayıf bir neden görünüyor.
'*-- Theories of Surplus Value. c. 2. s. 245. Birkaç sayfa önce aktardığıma balık konusundaki Marx gibi. sofizmden kaçınmahyız.
69
Mekan gelişir mi? Üretken güçlerin geliştiği tezi, küresel olarak ele alınabilir; ,bu nedenle, her tip üretken gücün gelişmesini gerektirmez. Yine de, mekanın gelişmesine benzer bir şey gerçekleşir. Bir kere, üretme yeteneğini genişleten -sadece ele geçirilen maddi içerik nedeniyle değil- yeni mekanların fethi söz konusudur. Ayrıca, genel olarak mevcut üretim araçlarının iyileşmiş kulanımında olduğu gibi, üretken yetinin gelişmesi sayılan mevcut mekanların iyileşmiş kullanımı da söz konusudur [Bkz. alt-bölüm (6)]. Örnek: Tarlaların verim arttırıcı yeniden parsellenmesi ve makinalann verimlilik arttırıcı yeniden konumlanması. (Burada tarlanın yeniden parselenmesi, mülkiyet haklarının yeniden tahsisi değil, tarımın maddi profilinin yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Bkz. Bölüm VI). O halde, mekanlar kataloga girme hakkım kazanıyorlar. Fakat hammadde değildirler ve sanki üretim aletleriymiş gibi de davrananlayız. Bu nedenle, ayrıca sözü edilmeleri gerekir.
Geçim Araçlan Üretim sürecine korunak oldukları, ya da başka şekilde, üretim sürecinin pürüzsüz işlemesi için maddi olarak gerekli oldukları sürece binalar üretim araçları olarak, sınıflandırıldı. Fakat, üreticinin giysisi de, en azından belli süreçlerde, benzer bir işlev görür. Çelik işçisinin yüz maskesi ve bu şekilde özel olarak dizayn edilmiş her şey bir üretim aleti sayılmalıdır. Maddi nedenlerle (toplumsal örf ve adetlerle ilgili nedenlere karşıt olarak) çıplak olarak rahatlıkla yürütülemeyen bir emek süreci, elbisenin üretim aracı olarak değerlendirilmesini gerektiren bir emek sürecidir. Tüketici olarak insana hizmet ettiği kadar üretici olarak insana da hizmet eden tek eşya elbiseler değildir. Diğer tüketim araçlan da, en başta da yiyecek, değerlendirilmeyi ister. Tüketiminin ne kadar üretken olabileceğini etkileyen yiyecek kalitesi, kuşkusuz, tarihte belli noktalarda iyileşmiştir. Bir tarihçi, geç ortaçağ dünya102
smda gerçekleşen yiyecekteki değişikliklerin, üretimdeki büyük ilerlemelerin sorumlusu olduğunu düşünüyor. "Ortaçağ," diye yazıyor, "fasulye ile doluydu."0' Çağdaş dünyanın birçok kesimindeki "gıda karşı üretkenliği çevrimi" denilen şey, üretken uygun beslenmeye kanıttır. Marx, yiyeceğin üretim araçlarına aitliğini sık sık yadsır. Yadsıdığım ileri süreceğiz ve daha soma yadsımasını açıklayacağız. Önce geleneksel tanımlandığı şekliyle genel olarak üretim süreci içinde, sonra bizzat emek gücünün üretiminde yiyeceğin üretim aracı olarak statüsünü tartışacağız. Bir makineyi çalışır durumda tutmak için kullanılan sıvı ve katı makina yağlan üretim araçtandırlar ve çalışma sırasında ya da kısa bir dinlenme arasında tüketilen kahve ya da öğlen yemeği de benzer bir işlevi yerine getirir. Salt işçilerin keyfi için pişirildiğinde kahve üretim aracı değildir: Fabrika duvarına yapılan bir resim, ya da hoş bir müzik gibi, çalışma yeteneklerine karşıt olarak çalışma isteklerini sürdürme aracıdır. Canlı kalmalarına yardım ederek yeteneğe de katkıda bulunur ve bu kapasitesiyle, makinalann çalışmasına yardım eden maddelerle bir tutulabilir.'11 Bu nedenle, emek gücünün eylemini sürdürmek için alınan yiyeceği, o eylemin ürettiği ürünün üretim aracı olarak alıyoruz. Şimdi de tipik olarak işin dışında tüketilen ve bizzat emek gücünü yaratan (ya da yemden üreten) yiyeceği ele alalım. "Bir tüketim biçimi olan beslenirken insan kendi bedenini üretir", dolayısıyla emek gücünü.'1' Yiyecek tüketiminin amacının emek gücünü üretmek olup olmadığımı sormamız gerekir. Aşağıdaki örneği ele alalım. Bir insan '"- Lynn White, Jr., Medieval Technology and Social Changt, s. 76. Çalışma yeteneği ile çalışma isteği arasındaki önemli farkı, ikisinde de artış vaadinde bulunan çalışanları ucuza besleme kumpası Luncheon Vouchers'ın proınosyonculan anlamış: "Bir işveren olarak, elbette, personelinizden en düşük maliyette en yüksek verimi almak istersiniz. Louncheon Vouchers, sağlam bir iş teklifidir. Çalışanların takdir edeceği bir ikramiye ve iyi (>ir öğleden sonra çalışması için sağlam bir temel olan bir öğle yemeğine teşviktir." (Quality renkli gazete eki, çeşitli tarihler). '*- Grundrisse, s. 90.
71
baltayla sürekli bir kütüğe vuruyor ve sonuç olarak ağaç kıymıkları üretilir. Bu işi aylaklık olsun diye, sadece zaman geçirmek için yapıyorsa, o zaman kıymık üretilmesine karşın, kıymık üretmek adamın amacı değildir ve baltası bir üretim aracı gibi işlev görmez; ancak kıymıkların ürün kabul edilmesi durumunda görürdü. Şimdi, yiyecek tüketildiğinde emek gücü üretilir, fakat yiyenin amacı emek gücü üretmek olması gerekmez. Yiyenin amacı emek gücü üretmek olmadığı ölçüde, yeme eylemi, yiyeceğin üretim aracı olduğu bir üretim süreci değildir. Fakat insanlar sadece yemek için çalışmayıp çalışabilmek için de yedikleri sürece, o ölçüde, nerede alınırsa alınsın, yiyecek emek gücünün üretim aracı olarak sınıflandırılabilir. Yiyeceği yiyenin dışındaki kişilerin amaçlarının dikkate alınması gerektiğini anımsadığımızda, mesele daha da karmaşıklaşır. Ölmek isteyen ve çalışmaya devam edebilmesi için yemeye az çok zorlanan bir köle tarafından alındığında, yiyecek kuşkusuz bir üretim aracıdır. Kapitalist, işçinin kapitalistin kendisine verdiği ücret karşılığında edindiği mallarla kendisini yeniden üretmesini istediği ölçüde, işçinin tüketim araçlarının statüsü konusunda yargıda bulunmak güçleşir. Marx, çifte koşulan bir beygire verilen otu üretim aracı sayar"1 ve o ot ile aym zamanda tüketilebilen o beygirle çift süren kişinin öğle yemeği arasında hiçbir fark yoktur. Yine de, "... geçim araçları emek sürecinin bir parçasını oluşturmaz'™ dediğini görüyoruz. Tutarsızlık sadece görüntüdedir. Marx'ın belirlemesi, emek sürecinin özgül kapitalist anatomisi sunulurken yapdan bir belirlemedir. Bizim burada yapmakta olduğumuz gibi, toplumsal biçiminden bağımsız olarak üretimin maddi karakterini tartışmıyor.01 Kapitalizm altında üretim araçları tartışmasız sermayeyle satın alınır; oysa geçim araçları ücretlerle mübadele edilir ve aktarılan be-
"'-Kapital, s. 197. "Results of lmmediate Process of Production, s. 1004 (Gösterilen kaynak "Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları" Kapital'in İngilizce baskısında -Harmondsworth, 1976- bir bölüm başlığıdır. Türkçe çeviride böyle bir başlığa, ya da bölüme rastlanmadı -çv.) '*- Bu aynmın ayntısı için bkz. Bölüm IV, alt-bölüm (2)
100
lirlemeye egemen olan bu toplumsal farklılıktır. Bu nedenle ana konusunun dışma çıkan ve maddi damardan konuşan Marx, aym sayfada, yukarıda verilen anlatıma tam uygun geçim araçlarının tüketimi, buharlı motorun kömürü, çarkın yağı, beygirin otu tüketmesi ve çalışan kölenin bütün özel tüketimleri gibi, fiilen bir emek süreci olayından başka bir şey değildir.0» şeklinde bir ifadeye izin verir. Emek gücünü eylemü tutmak için alman yiyecek yakıta benzetüebilir ve dolayısıyla, özgül bir araçsal madde türü sayılabilir. Fakat yiyecek sadece yakıt değildir; çünkü, bizzat emek gücünün yaratılmasında, ürünün bileşimine girer, dolayısıyla hakiki bir hammadde gibi işlev görür. Mutfak gereçlerinden başka, emek gücünün üretiminde alet olarak iş gören bir şey varsa, o da, el, diş vb'dır (sindirim organları değil; çünkü, Yoga'nın marifetini gözardı edersek, yiyecek, yiyenin boğazından geçtikten sonra, niyet ortadan kalkar). Buna göre, bu alt-bölümdeki değerlendirmeler ışığında, aşağıdaki gözden geçirilmiş üretken güçler kataloğunu öneriyoruz,(,) belli geçim araçları üretim aletleri ve hammaddeler arasında kabul ediliyor. Ü r e t k e n g ü ç l e r = Ü r e t i m araçları - Ü r e t i m aletleri ( a l e t l e r , m a k i n a l a r , binalar, a r a ç s a l m a d deler) + Hammaddeler + Mekanlar + Emek gücü
'"- "Results of lmmediate Process of Production, s. 1004. aynca bkz. tbid. s. 983-984, 989; Grundrisse, s. 675, 693; Theories of Surplus Value, C. I, s. 390. '*- Geniş kabul gören Stalin'in verdiği katalogun eleştirisi için bkz. Shaw, "Productive Forces and Relations of Production," s. 32 vd.; üretken güçleri listelemeye çalışmak, onların doğasını kavramamaktır şeklindeki Althusserci görüşün kavramsal ve metinsel reddi için bkz. ibid., s. 57 vd.
73
t
(6) Üretken Güçlerin Gelişmesi Bir toplumun üretken yetisi, optimal kombinasyonda çalışan üretken güçlerinin yetişidir. Üretken güçlerin gelişmesi, bu yetinin büyümesidir. Dolayısıyla, üretken güçlerin gelişme düzeyinin standardı, üretkenlik dereceleridir. Başka bir ifadeyle. Emeğin üretken gücünün artması, sadece, daha fazla ürün elde etmek için daha az doğrudan emeğin gerekli olması demektir/" Üretim araçlarının üretkenliğini iyileştirmenin iki yolu ayırt edilebilir. Birincisi, verili üretim araçlarının yerini daha üstünlerinin alması söz konusu olur. Diğeri ve ondan farklı olarak, eldeki üretim araçlarının iyileşmiş kullanımı söz konusu olur.® Eldeki üretim araçlan, sadece iyileşmiş kullanımın yanıt verdiği ilke yeniyse, üretken güçlerin bir gelişmesi sayılır. Uzun süreden beri biliniyorsa, o zaman iyileşmiş kullanım, mevcut üretken yetinin bir uygulanmasıdır, yani o bilgi üretken yetinin bir genişlemesi değildir. Hesaba katılan, fiilen yapılana fiilen harcanan emek miktan değil, belirtilen ürünleri yapmak için ne kadar emek miktarının harcanması gerektiği ya da gerekeceğidir. Bir şeyin üretilmemesi, ya da üretilenin, kullanılabilir teknik ve kaynaklara göre verimsiz bir şekilde üretilmesi olgusu, üretken güçlerin geÜşme düzeyine aykırı değil. Üretim ilişkileri üretken güçleri "kösteklediğinde", sadece gelişmelerini engellemez, optimal kullanımlarım da engeller. Fakat, optimalın altında kullanma, üretken güçlerin yetisinin olası çıktıdan çok fiili çıktıya göndermeyle ölçülmesi durumunda olacağı gibi, üretken güçlerin gelişme düzeyinde bir düşmeyi gerektirmez. (Dolayısıyla, bizim üretkenlik kavramımız, emeğin farklı
Grundrisse, s. 831 ca krş. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 433-434. M ant, "yeni kullanım değerlerinin keşfi" ile "bilinen kullanım değerlerinin yeni bir kullanımTnin keşfini ayırt eder. Üretim araçlan kullanım değerleridir ve burada işaret ettiği üretim araçlarıdır (Theories of Surplus Value, C. 3, s. 440).
100
toplumlardaki fiziksel üretkenliğini karşılaştırırken iktisatçının ku1 andığı kavramdan farklıdır. Bizim anladığımız üretkenlik, toplumsal sınırlamalardan suyutlanmış şekilde mevcut araç ve bilgiyle bu anlamda üretkenliğin yükselebileceği maksimumdur.)*" Şimdi, üretkenlikte bir artış, şu bölmenin değerinde bir artış olarak tanımlandı: Ürün büyüklüğü Bu ürünü üretmek için gerekti dolaysız emek miktan Doğrudan emek, ürünü yapma araçlarım üretmeye harcanan zaman da dahil, üründe harcanan kişi-saat sayısıdır. Göreli olarak sorunsuz bir nosyondur.® Fakat kesirin payım ele almak çok kolay değil. Burada "büyüklük" ne anlama gelebilir? Ürünün kimliği değişmez olduğunda sorun yok; çünkü, o durumda "daha fazla ürün" basit bir düşüncedir. Eğer aym zamanda daha fazla, ya da daha az zamanda o kadar p ürünü üretilebilirse, o zaman, p ürünüyle ilgili üretkenlik açıkça yükselmiştir. Fakat tarihsel materyalizm, üretken güçlerin bir bütünlük olarak tarih içinde geliştiğini ileri sürer ve dolayısıyla, toplumlann üretken yetilerini, ayn ayn tekil ürünler bakımından değil, toplam olarak karşılaştırmamızı emreder. Bu, sorun yaratabilir. Elbette, eğer Sİ 'de üretilebilen her şey 52'de de üretilebilir ve 52'deki her şey de S/'dakinden daha az zamanda üretilebilir olsa, o zaman, üretkenliğin 52'de daha yüksek olduğunu iddia etmek için ortak bir ürün büyüklüğü ölçüsüne gerek duymayız.® Fakat, 52'deki güçlerin bazı ürünler bakımından S/'dekilerden üstün, bazı ürünler bakımından daha az yetili olduğunu varsayalım. O za- Bizim üretkenlik anlayışımız, bazı iktisatçıların ifadeyi kulandığı şekliyle, "tekniklerin en iyi uygulanması" tarafından da belirienmez, zira bunlar, burada konu dışı olan faktör fiyatları tarafından koşullandırılırlar. Bkz. Şalter, Productivity and Technical Change. ">- Burada kalifiye emeği basit emeğe "indirgemeye" gerek olmadığına dikkat edin: Bu konu, şu andaki tartışmanın dışındadır. Böyle bir yargının örneği için bkz. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 43; ve kr Dobb, Welfare Economics, s. 29.
75
100
man, 57 ile 52 arasında global bir üretkenlik karşılaştırması nasd yapabiliriz? Belli durumlarda, biraz önce saptanan karşılaştırma tipi, ortak bir ürün büyüklüğü ölçüsü olmadan yine de olanaklı olacaktır. O halde, hem 57 'de hem 52'de her üreticinin üretken bir şekilde çalışabileceği zaman uzunluğunun günde 12 saat olduğunu varsayalım: Marjinal ürün, bu noktanın ötesinde negatiftir. Sadece üç ürünün, p,q ve r ürünlerinin var olduğunu düşünelim. Sİ 'de bir birim p üretmek 3 saati, bir birim q üretmfek 4 saati ve bir birim r üretmek 5 saati alıyor. 52'de ise, bir birim p üretmek 2 saati, bir birim q üretmek 3 saati ve bir birim r üretmek 6 saati alıyor. O zaman, 52, p ve q bakımından daha fazla, r bakımından daha az üretkendir. Bununla birlikte, S2'de, birer birim p, q ve r üretildiğinde 12 saatin sadece 11 saatinin kullanıldığına dikkat edin. Diyelim ki, geriye kalan saat r üretmeye ayrıldı: O zaman, o saatte bir miktar r üretildiği sürece, bir ürünün birimleri ile diğer ürünün birimleri arasında herhangi bir oran belirtmemiş olsak bile, 52'nin global olarak 57'den daha üretken olduğunu söyleyebilirdik. Yukardaki örnekte, sadece çalışma saatlerinin belirtildiği gibi ayrılması durumunda, en azından bir ürün bakımından 57'in üretkenlik açısından 52'den üstün olduğunu varsayıyoruz. Fakat, genel durum şöyledir: Sİ, bazı şeyleri (hatta pek çok şeyi) S2'den daha üretken bir şekilde üretebilmesine rağmen, eğer Sİ 'de üretilebilir kişi başma ürün kolisi karşılığında, her ürünün en azından 5/'deki bir ürüne denk olduğu bir koli üretilebilirse ve en azından bir ürünü daha büyükse, 52 toplam olarak açık bir şekilde daha üretken kalır. Fakat, biraz önce açıklanana benzer prosedürler, bütün kavranabilir durumlarda açık sonuçlar vermez ve 57'de üretilebilen bir ürün 52'de kesinlikle üretilemez olduğunda, uygulanamaz. Hangi evrenin daha üretken olduğunu halletmek için, ayrı tür ürünlerin karşılaştırmalı nicelik büyüklüklerini belirleme yöntemine gerek duyacağımız durumlar tasarlanabilir. Fakat Marx'ın kendisi, böyle bir yöntemin kullanışlı olmadığını ima eder:
Farklı üretim alanlarındaki üretkenlik karşdaştırıhrsa, bu sadece göreli yapılabilir. Başka bir ifadeyle, keyfi bir noktada, örneğin, kendir ve ketenin değeri, yani bunlarda cisimleşen emekzamanının bağlaşık nicelikleri 1:3 olduğu zaman, başlanır. Bu oran değişirse, o zaman, bu iki farklı tip emeğin üretkenliğinin değiştiğini söylemek doğrudur.'" Bu görüş, başka şeylerin yanında, s alanındaki üretkenliğin t alanında olduğu kadar yüzde jc yükseldiğini ya da düştüğünü söylememize izin verir, fakat alanları kesen doğrudan üretkenlik karşılaştırmasını yasaklar. Yukarıdaki metinde Marx, doğru karşılaştırmalarının uygulanabilirliğini yadsımayla ilgilenir ve toplumların göreli üretkenlik güçlerini değerlendirmek için herhalde gerekli de değildir. Burada kaba karşılaştırmalar yapdacak. Peki bu bile nasıl yapılabilir? İki farklı tür ürün derlemesi, her derleme kendi içinde ve derlemeler arasında büyüklük açısından amaca uygun şekilde karşdaştınlmaz. Elbette, oylumlarım ve ağırlıklarım belirtebiliriz; fakat bu büyüklükler arasındaki oranlan konu dışı kalır. Kaba karşılaştırma değerlerimizi bulacaksak, ürünlerin nicelikleriyle nedensel olarak bağlantılı bir şeye bakmalıyız. Doğal bir öneri şudur: İnsan gereksinmelerini karşılama, insan refahına katkıda bulunma kapasitelerini değerlendiririz. Eğer s toplumunun güçleri, t toplumundan daha fazla kişi başma gereksinme tatmini üretebilir durumdaysa, s'nin üretkenlik bakımından daha güçlü olduğu sonucuna varabiliriz. Bunun sadece kaba bir standart verdiğini okuyucuya söylemeye gerek yok. İşin içine giren birçok güçlük geçerliliğini tehlikeye sokar. Birincisi, insanların gereksinme duydukları ya da istedikleri - Theories of Surplus Value. C. 2, s. 85. (Marx, cn azından bir emek tipinin üretkenliğinin değiştiğini söylemeliydi). Marx, burada geniş dünya-tarihsel anlamında üretken güçlerin gelişmesiyle ilgilenmez. Krş. ibid., s. 110 vd.
77
şeyler, tarih içinde değişmez değildir. Değişmez olsaydı, -diğer güçlükleri bir tarafa bırakarak- iki toplumdaki düşkınklıklannm karşıhştırmalı bir ölçüsü konusunda yargıda bulunabilir ve daha mutlu olanın üretkenlik bakımından daha güçlü sayabilirdik. Fakat, gereksinmelerin tarih içinde genişlediği ve nitelik değişikliğine uğradığı Marksçı bir ısrardır ve üstelik sağlam bir ısrardır. Bu, gereksinmeleri karşılama kapasitesini uygun bir ölçü olmaktan çıkarmaz; fakat pratikte uygulanmasını güçleştirir. İkincisi, fiili üretim değil, üretilebilir olanın hesaba katıldığını anımsayalım. Bir toplumun kaynaklan, halkının refahı balonundan yanlış tahsis edilmiş olabilir. Örneğin, silah üretimine aynlan kaynakların başka amaçlara yöneltilmesi durumunda ne kadar gereksinmenin karşılanacağını söylemek kolay değil, fakat bilmemiz gereken bir şeydir. Üçüncüsü, bir toplumdaki bütün hoşnutluklar ve düşkınkhklan, o toplumun ürettiklerine ya da üretmediklerine atfedilemez. Salgın bir hastalıktan,(I) ya da kötü hava koşullarından,® ya da evlilikteki istikrarsızlıktan kaynaklanan üzüntülerin suçu, yetersiz üretken yetiye kolayca yüklenemez. Dahası, neyin üretken güçlerin niteliğinden kaynaklandığını neyin kaynaklanmadığını söylemek de her zaman kolay değildir. Üretken güçlerin verimli kullanımı, aile yaşamı üzerinde mutsuz sonuçlar doğman bir iş değişikliğini gerektirirse, bu durum, üretken güçlerin refaha katkı kapasitesini düşürür mü? Demek ki, gereksinmelere gönderme bizi doğru yöne bakmaya yöneltir; fakat orada gördüğümüz şey bazen köşeli olmaz. Sorunun boyutlan abartılmamalıdır. Amacımız, tarihe uygulanabilir bir teori inşa etmektir. Tarihin seyri, birçok olabilirliği gerçekliğe dönüştürür, fakat bütün olabilirlikleri değil; o nedenle, bazı zor karşılaştırmalan pratikte yapmak zorunlu olmayacak. Aynca, "'- Genel olarak zayıf bir tıbbi bakım düzeyine karşıt olarak
teorinin iddialan, büyük olsa da sınırsız değildir. Bu, kavramsal sorunun pratik önemini biraz daha azaltır. Şimdi bu iki noktayı geliştiriyoruz. Çağdaş Birleşik Devletler'in üretken güçlerinin, ortaçağ İngiltere'sinin üretken güçlerinden daha ileri olduğunu güvenle söylemek mümkündür. Yine de, gereksinmeler, zevkler ve fırsatlar o kadar çok değişmiştir ki, o zaman üretilen birçok şey şimdi üretilmiyor. Bu, göründüğü gibi bir güçlük değil; çünkü, mesele bir iirünü üretmenin ne kadar zaman aldığı değil, ne kadar zaman alacağıydı: Üretilmemiş ürünler hesaba girebilir. Fakat, üretilmemiş ürünleri yapmak için gerekli becerilerin ve/veya gerekli hammaddelerin artık var olmadığı yerde, sorunlar ortaya çıkar. (Gerekli üretim aletlerinin yokluğu bağımsız bir sorun değildir. Eğer bulunamıyorlarsa, bunun nedeni, onlan yapmak için gerekli becerilerin, ya da hammaddelerin ya da ikisinin bulunmamasıdır.) Yitirilmiş bir becerinin nasd tekrar kazanılacağı bilinse, sorun hafifler; çünkü, o şeyi üretmek için gerekli toplam zamana, o beceriyi öğrenmek için gerekli zamanı ekleyebiliriz. Fakat, gerekli bilginin yitirilmiş olduğunu ve yeniden keşfi konusunda hiçbir fikrin olmadığım varsayalım. O zaman sorun yerinde durur; fakat fiili tarihle ilişkisinde elzem değildir. Bilginin gelişimi aslında o kadar kümülatiftir ki, yitirilmiş bilginin ortaya koyduğu güçlükler büyük önem arzetmez. Bilgiyle bağlantılı sınırlılıklar söz konusu olduğu sürece, Birleşik Devletler, söz gelimi Nötre Dame Katedralinde bulunan türden renkli camlar gibi eriminin ötesinde kalan belli ürünler hariç, ortaçağın üretebildiği her şeyin daha fazlasını üretebilir. Öyleyse, her şeyi hesaba katarak Birleşik Devletler'in ortaçağın sahip olduğundan daha üretken yetiye sahip olduğu sonucuna varabiliriz. Gereksinme kavramını ele almak kolay değil; fakat, o türden renkli camların elde edilemezliğinin bunaltıcı bir düş kırıklığı yarattığım savunmak da zordur. Araştırma (hem yatay hem dikey) yeni kaynaklan kullanıma hazır hale getirdiğinde ve çalışılması daha kolay ve bu nedenle
m
- İklim ve coğrafi özellikleri üretken güçlerden ayırmak güç olmasına karşın: Bkz. Bl. IV s.96-97
78
79
ürüne çevrilmeleri için daha az zaman isteyen yeni yaratılan maddeler kullanıldığında hammadde arzı gelişir.'" Fakat bilgiden farklı olarak hammadde, ne yazık ki birikmez ve verili ürünler için maddelerin seyrek olduğu ya da artık var olmadığı gerçek durumlarla yüz yüze kalırız. Sorundan kaçmak için, üretkenliğin yalnızca bir bilgi meselesi olduğuna hükmedebiliriz; böylece uygun soru her zaman şöyle olur: Büinen verili olması durumunda, gerekli hammadde elde olsaydı p üretmek ne kadar zaman alırdı? Fakat bu işe yaramaz. Zira, üretken güçlerin geüşme düzeyinin ekonomik yapının biçimini belirlediği söyleniyor ve ekonomik yapı, olgusallığa bu kadar karşıt bir şeye duyarlı olmaz. Üretilmesi olanaklı olan şey tarafından belirlenir, hakiki olmayan bir şey hakiki olsaydı üretilmesi olanaklı olacak şey tarafından değil. Eğer "kaynak krizi" bazılarının dediği kadar ciddiyse,(,) bu durum, işgününün önemli derecede azalmasına dayanan komünizm biçimlerinin gerçekleşmesine gerçek bir tehdittir; zira bu komünizm biçimleri, astronomik derecede yüksek üretken yeti düzeylerini gerektirir. Demek ki, üretken yetinin düzeyi tek başma bügiyle saptanamaz. Şimdi teorinin iddialarım anımsayalım; zira, sadece bu iddialarla bağlantı içinde üretken yetiyi değerlendirme ölçütlerine gereksinmemiz var. Üretken güçlerin gelişme düzeyi, onlarla birlikte var olan ekonomik yapının doğasmı açıklar şeklindeki tezden biraz önce söz ettik. Böylesi açıklamalar mevcut üretken yetinin hem niteliğine hem niceliğine dayanır. Yani, sadece ne tür üretken güçlerin elde olduğuna değil, üretken güçlerin verdiği üretken yetinin büyüklüğüne, standart bir ölçüsünü bulmaya çalıştığımız büyüklüğe de dayanır. Ekonomik yapı, yetiyi cisimleştiren olanaklardan soyutlanarak alman üretken güçlerin yetişme göndermeyle ikinci biçimde açıklandığı sürece, açıklama için esas mesele, gücünün
"'- Hammaddelerde üretkenlik artırıcı değişiklikler için bkz. Theories of Surplus Value, c. 3, s. 445. Bu konuda kısa yorumlar için bkz. Bl. XI, alt-bölüm (9).
100
80
yettiği artık üretiminin miktarıdır. Bu bağlamda artık üretimi, doğrudan üreticinin vazgeçümez fiziksel gereksinmelerini karşdamak, emekçi sınıfı yeniden üretmek için gerekli olanın ötesindeki üretimdir.'" Gelişme düzeyi kavramının açıklayıcı rolü dikkate alındığında, üretken güçlerin gelişmesi, olanaklı kıldıkları artıktaki büyümeyle saptanabilir ve artık da, üreticilerin hayatlarını idamesi için gerekli çalışma zamanı çıkartıldıktan sonra geriye kalan gün miktarıyla saptanabilir. (Kullanılabilir artık zamanının ne kadarının, fiilen üretime aynldığı önemli değil). Bu saptamaların, soyut üretkenlik çözümlemesinde doğrulanmaları yoktur, fakat, teorinin gereksinmelerine hizmet ederler. O halde, karşılaştırmalı üretkenlik kavramına mussallat olan güçlüklerin birçoğunun teorik olarak geçersiz olduğu anlaşılıyor. İki gelişme sahnesini, Sİ ve 52'yi ele alalım. Varsayalım ki, Sİ 'de vazgeçilmez geçim araçlarını üretmek tüketici başına günlük üç saati alıyor ve geri kalan zamanda, belli miktarda lüks mallar üretüebiliyor. 52'ye gelince "gerekli emek" iki saate düşmüş; fakat geriye kalan zamanda (ki diğerinden bir saat fazladır) Sİ 'deki lüks mallardan birinin dörtte üçü üretilebiliyor, diğer tür lüks mallar üretilemiyor. SI ile 52 arasında üretken yetide artma mı olmuştur, gerileme mi? Soyut olarak soruya yanıt verilemez ve kuşkusuz, kesin yanıt vermenin hiçbir aracım geliştirmemişiz. Fakat teorik olarak merkezi bir anlamda, gerçekten de artma olmuştur.
"'- Diğer önemli fakat farklı artık kavramları: (1) Üreticilerin tarihsel olarak gelişmiş gereksinmelerini karşılamak için gerekli olanın ötesinde üretim (Bkz. Kapital, 18$-187); (2) üretici olmayan sömürücünün kendine mal ettiği üretim.
-IIIEkonomik Yapı (1) Üretken Güçlerde Sahiplik Hakları Bir toplumun ekonomik yapısı, bütünsel üretim ilişkileri kümesidir. Üretim ilişkileri, hukuksal sahiplik ilişkileri değil kişiler ve üretken güçler üzerinde fiili güç ilişkileridir. Fakat, üretim ilişkilerini sahiplik ilişkileri olarak temsil etmek gelenektir*" ve şimdi sahiplik kavramının kimi özelliklerim belirterek ekogomik yapı anlayışımızı derinleştiriyoruz. Bir nesneye sahip olmak, o nesnenin kullanımı ve durumu hakkında bir dizi hakkı kullanmaktır. ("Hak" ifadesini geniş anlamda, Hohfeld'in iddia ettiği gibi, herhangi bir hukuksal avantajı, ayrıcalığı ve dokunulmazlığı kapsayacak şekilde kullanıyoruz).1" Haklar, nesnenin niteliğiyle ve geçerli hukuksal sistemin doğasıyla sınırlıdır. Tipik sahiplik haklan şunlardır: Bir o nesnesini kulanma hakkı; o'nun kullanımıyla üretilen geliri alma hakkı; başkalarının o'yu kullanmasını önleme hakkı; o'yu yok etme hakkı; o'yu devretme hakkı vb. Bir kişi bazen bu haklardan bazılarına sahip olur bazılarına Olmaz ve hangi haklar kümesinin sahipliği oluşturmaya yeterli olduğunu belirlemek için hukukçulara gerek duyulabilir. Bu soruya yanıt, hukuk tarihi için önemli olsa da, bizim amaçlarımız bakımından önemsizdir. Yasa, bir binanın sahibinin, binayı o anda kulanmakta olan uzun süreli kiracı değil tam iyelik hakkım elinde tutan
"'- Üretim ilişkilerinin hukuksal tarifinin d işarda bırakıldığı Bl. VlII'de verilen nedenlerle MarVın kendisinin de yaptığı gibi. Bkz. Fundamenıal Legal Conceplions, s. 71.
83
olduğunu ilan edebilir. Burada sorun, sahipliğin kendisi değil, sahipliğin öğeleridir. Bu öğeler, sözü edilen haklardır ve bütün paradigmatik sahiplik durumlarını belirten o mülkü üzerinde bazı haklara sahip olduğu sürece o'nun sahibine (bir sahiplik biçimine) * diyeceğiz. Bugün, bireysel kapitalistlerin kendi holdingleri üzerinde bir zamanlar sahip olduklarından daha az hukuksal takdir hakları vardır. Sahibi olduklan şey üzerinde çok az haklan vardır ve bizim dilimizle, daha az ölçüde yaptıklan şeyin sahibi olduklan söylenebilir.'" O nesnesi üzerindeki haklar, bir çok kişiye dağılmış olabilir. X'in o üzerinde r hakkı, y'nin 5 hakkı olabilir: Tam iyelikli kişi, kiracının tek başma sahip çıktığı o'nun gelir konusundaki tam iyeliğini devretme hakkına sahip olabilir. Ya da, kişiler bir binaya ortak sahip olduklarında olduğu gibi, hem x'in hem y'nin o üzerinde r hakkı olabilir. Böylesi durumlarda her birinin o nesnesine kısmen sahip olduğundan söz edebiliriz. Aynca, kişiler bir binanın sahipliğini paylaştıklan hakle tamamına ortak sahip olmadıkları zaman olduğu gibi, o nesnesi, x'in bir kısmı üzerinde y'nin diğer kısmı üzerinde haklan olacak şekilde bölünmüş olabilir: Örneğin, birisi en üst kata diğeri en alt kata sahipse. Burada, her birinin o'nun bir kısmına sahip olduğunu söyleyebiliriz. O halde, bir şeye kısmen sahip olmayı onun bir kısmına sahip olmaktan ayırt ediyoruz. Bu dört olasılık yaratır: 1. x, o'nun tamamına bütünüyle sahiptir. 2. x, o'nun tamamına kısmen sahiptir. 3. x, o'nun bir kısmına bütünüyle sahiptir. 4. x, o'nun bir kısmına kısmen sahiptir. Son üç koşulu pratikte ayırt etmek çoğunlukla güçtür. Eğer ben, binanın üzerinde gündüz haklara sahipsem ve siz de geceleyin sa-
hipseniz, her birimiz binanın (zamansal) bir kısmına mı sahibiz, yoksa her birimiz ona kısmen mi sahibiz? Sahipliğin 2 ya da 4'teki biçimlerden birindeki gibi olması çoğunlukla önemlidir, fakat hangisinde olduğu önemli değil. O nedenle, üç seçeneği de belirsiz bir şekilde kestiğini kastederek jr'in o'nun birazına sahip olduğunu söyleyeceğiz. Dahası, l'in kısaltması olarak "X, o'nun tamamına sahiptir" diyeceğiz ve verili bir o bakımından 1 ila 4'ten hiçbirine uymayan bir x'in o'nun hiçbir şeyine sahip olmadığından söz edeceğiz. Köle sahibinden farklı olarak manor-beyi, kendisine bağlı üreticinin emek gücünün sadece birazının sahipliğine sahiptir. Sadece zamanın bir kısmı için serfe emek ğücüyle ne yapacağım söyleme hakkı vardır. Proleterden farklı olarak serfin, kendi emek gücü üzerinde sadece bir kısım haklan vardır; fakat proleter de kullandığı üretim araçlan üzerinde hiçbir hakka sahip değilken, serf birazına sahiptir. Lord, ona ait toprak parçasına el koyamaz; oysa proleterin kaybedecek hiçbir üretim aracı yoktur. Doğrudan üreticilerin sahiplik konumlarım şöyle tablolaştırabiliriz: TABLO: 1 Kendi Emek
KÖLE SAHİPTİR SERF PROLETER BAĞIMSIZ ÜRETİCİ
Kullandığı Gücünün
hiçbir kısmına
Üretim
Araçlarının
hiçbir kısmına
birazına
birazına
hepsine
hiçbir kısmına
hepsine
hepsine
Tablo, üç bağımlı üreticiyi'" ve bir bağımsız üreticiyi veriyor. Biri kendi emek gücünün ve üretim araçlarının hiçbir kısmına, birazına ya da tamamına sahip olabileceğine göre, değerlendirilecek toplam dokuz durum vardır. Diğer beşine dönüyoruz.
Bundan kapitalist sınıfın üretim araçları üzerinde daha az denetime sahip olduğu sonucu çıkmaz. Bireysel kapitalistin denetiminde bir azalma, bir sınıf olarak kapitalistlerin, örneğin devlet eliyle artan deneüminden kaynaklanabilir. Örnekleme için bkz. Kidron, Western Capitalism, s. 9-11. Krş. Alman İdeolojisi, s. 387-388 (Alman İdeolojisinin Türkçe çevirisinde bu sayfalar çevrilmemiştir -çv.)
'"- "Bunlar, üç büyük kölelik biçimidir": Engels, "Ailenin. Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni," Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, çv. Mihri Belli ve diğerleri. Sol Yayınlan, 1979 içinde, s. 404.
102
85
(2) Üreticilerin Olanaklı ve Olanaksız Sahiplik Konumları Tablo: 1 'de dikkate alınmayan beş kombinasyon: TABLO:2
(5) SAHİPTİR (6) " (7) «• (g) «• , 14 (9)
Kendi Emek Gücünün
Kullandığı Üretim Araçlarının
hiçbir kısmına birazına hiçbir kısmına birazına hepsine
hepsine hepsine birazına hiçbir kısmına birazına
Bu konumlardan hangileri makuldur? Djırum (5), tutarsız bir haklar kümesini tarif ediyor. Zira, (5)'in belirttiği gibi eğer x, kullandığı bütün üretim araçlarının tek sahibiyse, başka bir kişinin yönlendirmesi ya da müdahalesi olmadan onları kullanmaya yetkilidir. Ancak, (5), x'in kendi emek gücünün tasarrufu üzerinde hiçbir yetkisinin olmadığım da belirtiyor. Demek ki, onun emek gücüyle ilgili söylenen şey, onun üretim araçlarıyla ilgiü söylenenle bağdaşmıyor. [Durum (7)'yi ele aldığımızda görüleceği gibi, bir üreticinin kendi emek gücüne sahip olmaması, kendi üretim araçlarının bir kısim sahipliğini elinde tutmasıyla bağdaşır.] (5)'in olanaksızlığı tuhaf görünebilir; çünkü (5), kendi emek gücünün tamamına sahip, fakat hiçbir üretim aracına sahip olmayan proleterin ayna-imgesidir ve proleter de, olanaksız değil, fiilidir; Fakat, bu şemalarda emek gücünün rolleri ile üretim araçlan arasında gerçek bir denksizlik vardır. Proleter, toplumun genel yasalarını ihlal etmemek kaydıyla, emek gücüyle istediğim yapabilir ve onun sözleşmeli rızası olmadan onun emek gücüyle hiçbir şey yapdamaz. Elbette, istediği her üretim aracıyla çalışamaz, fakat bu durum, genel olarak yasadışı davranışın dışlanmasından kaynaklanır. Denklik bakımından, (5)'te tarif edilen kişi, üretim araçları üzerindeki varsayüan sahipliği nedeniyle, yasa çerçevesi içinde o 102
araçlarla istediğini yapabilir; ancak, genel bir yasa olmayıp onun tikel durumunun hukuksal bir özelliği gereği onlarla istediği gibi çalışması yasaklanmış olması bu durumu dışlar. Kendi emek gücünün sahibi olmazsa, kendi üretim araçlarının tamamına bütünüyle sahip olamaz. Dunım (6), (5)'teki aynı nedenle olanaksızdır. Emek gücüne kısmen de olsa başka birisi sahipse, bir insan üretim araçlarının sınırsız kullanımına sahip olamaz."' Diğer yanda, durum (7) tutarsız değil. Bir insanın emek gücünün bütünüyle başka birinin emrinde olması, kullandığı üretim araçlarında bazı haklan elinde tutmasıyla bağdaşır, örneğin onlan satmaya ya da kiralamaya yetkili olabilir. O halde, bu olanaklı bir durumdur; fakat bundan sınırlı bir çıkan vardır. (7)'yi, kullandığı üretim araçlarının (birazına) kısmen sahip bir köleden fiilen ayırt etmeyecektir. Örneğin: Başka birinin emek gücüne tam sahiplik, emekçinin kendi emek gücünü kullanmasının karşılığını vermeden emek gücünün kullanımını yönlendirme hakkım gerektirir. Standart olarak, yabancı sahip, emekçiden çalışmaya devam edebilmesi için hayatta kalmasını isteyecektir, bu nedenle, vazgeçilmez geçim araçlarım almaşım gerçekten sağlayacaktır. Şimdi varsayın ki, kullandığı üretim araçlan kendisine ait olduğu için, bir bedel alma hakkı vardır. O zaman efendi, bedava ona verdiği geçimliği, emekçinin üretim araçlarının "sahibi" olarak aldığı miktar oranında azaltabilir. Demek ki, emekçinin konumu fiilen köleninkinden üstün değildir.'2' (Kuşkusuz, efendinin geçimlik oram düşürmesi gerekmez, fakat biz üretcilerin hak olarak elde ettiği ve üretici (7)'nin efendinin oram düşürmesi karşısında hiçbir hakkı olmadığıyla ilgileniyoruz. Şuadan kölelerin efendileri, hayatta kalmalan için gerekli olandan fazlasını da kölelerine verebilir.)
"'- üretim araçlarının fiziksel niteliği, kendi emek gücüne sahip olmaması hususu, üretim araçlarını engelsiz kullanmasının önünde engel oluşturmayacak şekildeyse. Örneğin, günde bir saat geceyarısından sonra başka birinin hesabına çalışmakla yükümlüdür ve uygun üre tim araçları gündüz kullanılabilir. "'- üretim araçlarının kira maliyetinin, her zamanki geçimlik oranını aştığı bir durumda, yukardaki akıl yürütme geçerli değildir.
87
*
Durum (8)'de, üretici kendi emek gücünün birazına sahip, üretim araçlarının hiçbir kısmına sahip değildir. Bu üreticinin kısmen köle, kısmen proleter tarzında özgür olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin: Günün ya da ydın belli bir süresi için, belirli bir kişi hesabına çalışmakla yükümlüdür; fakat geri kalan zamanda da, emek gücünü, eğer bulursa kimi isterse ona satabilir. (8), toprağım (üretim araçları) yitirmiş fakat bazı geleneksel yükümlülüklerine devam eden serfler anlamında, serf üe proleter arasında olası bir geçiş biçimidir. Durum (9), kullandığı üretim araçlarının birazına sahip bir proleteri, ya da kullandığı üretim araçlarının tamamına sahip bağımsız bir artizanı ya da köylüyü tarif eder. Birinci seçeneğe alt-bölüm (4)*de bakacağız. Böyle bir üreticinin fiili konumu, bağımsız ile proleter arasındaki bir süredurumun bir noktadadır (aşın uçlan dışlamadan). Tablo: 1, sadece merkezi durumlan sergiler ve o halde bile, oldukça idealdirler. Gerçek tarih, önemli gölgeler ve anlamlı ara durumlar sergiler. Bütünüyle efendisinin tasarufunda olan bir köle düşüncesi, nadiren örneklendirilir. Eski zamanlarda köleler kendi mülklerine -kendilerinin kullandığı üretim araçlarından tamamen ayn- sahip olabüiyor, ticaret yapabiliyor ve özgürlüklerini kazanabiliyorlardı.'" Gelişmiş Roma Hukuku, köleyi hemen hemen Tablo: l'de sunulduğu gibi tanımlıyordu;'2' fakat kölenin hukuku fotoğrafı, gerçekliğe bütünüyle uymuyordu."" Herhalde tek "hakiki" köleler, kadırga köleleri ve benzer mahkum emek olmuştur. Serilere gelince, önemli ölçüde farklı biçimlerde kendi emek güçlerinin üzerinde yetkiden yoksundurlar. Lordun sahip olduğu hakimiyet angarya, ayni ödemeler, para rant, tekelleşmiş gereçler için (beyin değirmeni gibi) yapılan ödemeler v e / v e y a törensel geçici ödemeler
Bkz. Fınley, The Ancienl Economy, s. 64. Bkz. Grundrisse, s. 245. "Sahiplerinin bir maldan başka bir şey değilmiş gibi davrandığı kara bahtlı bireysel köleler vardı; fakat bir bütün olarak köle nüfusa, böyle basit bakıldığı hiçbir toplum bilmiyorum." Finley, The Ancienl Economy, s. 67.
100 88
biçimini alabilir. Bazı yükümlülükler bireysel olarak serilerin üzerindedir, bazdan ortaklaşa beylerini geçindiren köylü topluluğu üzerindedir. Proleterler, (9)'u tartışırken gördüğümüz gibi, artizanlara karışırlar ve artizanlar birçok bağımsızlık tarz ve derecesinden yararlanırlar. Yıldan yda bütün ürününü bir tek tüccara satan zanaatçının, gerçekte hukuken olduğu kadar bağımsız olması olası değildir ve köylüler değişik bakımlardan ve derecelerde bağımsız olablirler. Tablo: 1, bağımlı üreticiler kümesi içinde köleleri, serileri ve proleterleri ayırt etmeyi murat etmektedir. Aynca, köleye ve serfe atfettiği özellikler, bu statülerin işgal ettikleri yer açısından yeterlidir, fakat bir kişi, proleter olmadan kendi emek gücüne sahipken kullandığı üretim araçlarının hiçbirine sahip olmayabilir. Yüksek ücretli mimarların işlerinde kullandıklan aletlerin sahipleri olmalan gerekmez; fakat proleter değildirler. Tablo: 1, x bağımlı bir üreticiyse ve de kendi emek gücünün sahibi olduğu halde, üretim araçlarının sahibi değilse, onun bir proleter olduğunu söyler. Kademelendirme, bağımlı üreticiler kümesi içindedir. Peki, bir bağımlı üretici nasd bir şeydir?
(3) Bağımlılık Bakımhlann amirleri vardır ve köle, serf ve proleter örneklerinde bunlar. Tablo: l'in "hiçbir kısmına" ve "birazına" sırasına koymakla üreticilerden esirgediği haklan kullanan efendi, bey ve kapitalisttir. Üç tip doğrudan üreticimize bağımlılık statüsü vermeyi haklı gösteren en az üç olgu var: (1) Hepsi, kendileri için üretim yapmayıp başkaları için üretirler. Amir onların ürettiği ürünü kontrol eder; onlar, çoğunlukla hiçbir şey üretmeyen amirin ürününü kontrol etmezler. (Efendi ve kapitalist, bütün ürünün dolaysız alıcısıdır; oysa bey, ürünün artık kısmım alır.) (2) Üretim sürecinde, çoğunlukla amirin otoritesine tabidirler, amir onların otoritesine tabi değildir. (Otorite doğrudan kullanılabilir, ya da bir gözetmene havale edilebüir).
(3) Yaşamları amirleriyle ilişkilere bağlı olduğu sürece, amirlerden daha yoksul olma eğilimindedirler. Her üretici olmayan, her , üreticinin aldığından daha fazla üretimin meyvelerini alır. Bazı Marksistler, gelir farklılıklarının ve servetin sınıfların oluşumunda temel bir rol oynadığını yadsırlar. Fakat gelir ve servet, üretken güçler üzerindeki hakimiyeti yansıtabilir ve bu hakimiyete dönüştürülebilir. Sonuç olarak, Marksçı yöneten ve yönetilen sınıflar ayrımında gelir ve serveti hesaba katmak uygundur. Marksist olmayanlar, ayncalıkhlarla bağımlı olanlar arasında karşılıklılık bulmaya alışmışlardır. Lordun aldığı erzak karşılığında koruma sağladığı; kapitalistin aldığı kâr karşılığında, maddileşmeme riskini üsüendiği söylenir.'1' Eğer durum buysa, bu olgular, ileri sürülen anlamda bağımlılığı ortadan kaldırmaz, aksine daha da pekiştirme eğiliminde olur. Bir karşılıklılık olduğu ölçüde bağımlılık ortadan kalkmaz, bağımlılıkta bir adalet olur. Bağımlılığın üç özelliği Tablo: 1 'de gösterilen sahiplik ilişkileriyle nasd bağlantdandınlıyor? Ük iki durumda yanıt oldukça açıktır. Köle ve serfte bulunmayan kendi emek güçleri üzerindeki haklar, üç özellik olacak şekilde bu haklan kullanan amirlere verilir. Elbette, hizmet sunulan kişinin hizmet sunan kişiyi bağımlılaştıramaması temelinde, yılda (söz gelimi) bir günlük angaryayla sınırlı bir tür minimal "serflik" olabilir. Fakat, bu kadar hafif bir yükümlülük altındaki bir kişi, ancak Tablo: l'in ukalaca okunmasıyla serf olarak nitelenir. Proleterin durumu farklıdır. Hiçbir amirin, onun emek gücü üzerinde hakkı yoktur. Üretim araçlarından yoksun olan proleter, pazarlıktaki konumu işçinin bağımlılığıyla sonuçlanan koşullan dayatmasına olanak veren bir kapitalisüe anlaşarak yaşamını sürdürebildiği için, bağımlılığı ortaya çıkar. Proleterler sendikalaşarak pazarlık konumlarını ve bağımlılığın her üç boyutundaki alın yazılarım iyileştirirler. Bağımlılıktaki azalma tözsel olduğunda, proleter statüde bir gerilemeden de söz edebiliriz. Öz-güveni artan işçi-
"'- Bu. kapitalistin işçinin emeğinin karşılığında ücret verdiğini iddia etmekten daha iyidir. İşçiler, hu ücretlerin ödeme araçlarını üretirler
100 90
ler, üretim araçlarının kontrolünü sermayeden zorla almaya başlamak için artan pazarlık güçlerim kullanabilirler, ancak bu, dolaysız ekonomik ilişkinin dışında siyasal bir eylem olmadan sosyalist bir ekonomiye gaçişin olanaklı olduğunu söylemek değildir.
(4) Proleteri Yeniden Tanımlama Tablo: 1, sadece varyantlan ve ara durumlan atlamakla kalmaz, biraz önce belirtildiği gibi merkezi durumlan da idealleştirir. Tablo, proleterin kendi emek gücünün tamamına sahip olduğunu ve hiçbir üretim aracına sahip olmadığım söylüyor, fakat bu betimlemenin ikinci kısmı her zaman doğru değildir. İki karşı ömek: (1) Schwartz, bir giyim fabrikasında kesici olarak çalışıyor. îşi, kumaş toplarını kalıplara uygun kesmektir. Bazı kesimler, Schvvartz'in almaya gücü yetmediği bir makineyle yapılıyor. Bazı kesimler de Schwartz'a ait makasla yapılıyor. O hşlde Schwartz'ın kullandığı üretim araçlarından hiçbirine sahip olmadığı doğnı değü(2) Schvvartz'in kayınbiraderi Weiss, makinacı olarak bir ceket fabrikasında çalışıyor. Çeketleri kendisine ait bir makinada dikiyor. Makinacılan işe almanın bir koşulu da fabrikaya bir makina getirmektir.(,) Başka üretim aleti de kulanmıyor. Dahası, kumaş ve iplik ucuzdur, bu nedenle Weiss, kendi hammaddesini satın alıp ceketleri evde dikebilir durumdadır. Primafacie, Weiss, proleterlerin hiçbir üretim aracına sahip olmadıklan şeklindeki Marksçı teoriye sadece bir karşı ömek sunmaz, bir paradoks da sunar. Zira Weiss gibi bir makin acının durumu, genelde, patronunun dikiş makinalarım sağladığı (bakımım, vb yaptığı) birinden daha iyi değildir. Açıkça Weiss bir proleterdir, fakat üretim araçlarına da sahiptir ve üretim araçlarına sahip olması onun için daha kötüdür. Sahip olmak zorunda kalmamayı isteyebilirdi. Eğer zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yoksa, sahip olduğu dikiş makinesi de bu zincirlerden biridir. "'- Bu kural, erken Kuzey Amerika giyim sanayinde geçerliydi ve son derece can sıkıcıydı
r
Schwartz ile Weiss, hukuksal sahiplik ilişkilerinin fiili kontrol ilişkilerinin zayıf bir kılavuzu olduğu durundan temsil ederler. Bu karşı örnekler, de jure durumlar ile de facto durumlar arasında tutarsızlık olabilirliğini istismar eder. Üretim ilişkileri ile bunların hukuksal ifadeleri arasındaki bağlantılar, Bölüm VIITde ayrıntılı olarak belirlenecek. Mevcut sorunu çözerkeh, o tartışmanın bir kısmım vaktinden önce açıklıyoruz. Mara'm bir zamanlar bağımsız olan bir dokumacımıı bir tüccara tedrici tabi olmasını betimlediği bir pasaj vardır. Dokumacı, başlangıçta karşılıklı yarar koşuluyla tüccara kumaş satar ve hiçbir anlamda tüccarın nüfuzu altında değildir. Fakat ansızın kötü koşullar çıkagelir ve dokumacı, tüccarın müşteriliğine bağımlı hale gelir. Sonunda tüccar, dokumacının hammaddesini sağlar ve dokumacının ürününü satır, almaktan çok, ona fiilen ücret öden [onun] emeğini satın alır ve önce ürün olarak malım ve hemen ardından da alet üzerindeki sahipliğini -üretim maliyetlerini ortadan kaldırmak için sahiplik hayaline olanak tanımazsa- alıp götürür/" "Sahiplik hayaline" izin verilirse, dokumacının durumu Schwartz ile Weiss'in durumuna denk olur. Schwartz ile Weiss, bir fabrikada başkalarıyla birlikte çalışırken, dokumacı evde çalışır; fakat bu önemli fark burada ihmal edilebilir. Şimdi, dokumacının, Schvvartz'ın ya da Weiss'in (bazı) üretim aletlerine sahip olmasına izin vermekle kapitalistin ııasıi kazançlı çıktığım görmek kolaydır. Fakat yine de, sahiplik neden "hayalidir? De facto kaybolan nedir? lÖnce, makasa sahip olan Schwartz'ı ele alalım. Malzemeyi gereği gibi kesmesi için makas kendisine .yeterli değil. Satın alamadığı bir kesme makinesine de gereksinmesi var. Dolayısıyla, sahibi olduğu ve kulandığı üretim aracı olmasına karşın, makas, bir kapitaliste bağımlılık dışında üretken bir şekilde kullanabildiği bir üretim aracı değildir.
Weiss, Schvvartz'ın aşamadığı koşulun üstesinden gelir. Fabrikada yaptığı ceket dikme işini kendi başma yapabilir. Uygun kesilmiş malzeme dışında sadece makinesini eve götürmesi ve dikmesi gerekir. Fakat kendisini bir kapitaliste bağımlılıktan kurtarması için kendi makinesinin sahipliğinden yararlanamaz. Çünkü, evde hiç denecek kadar az miktarda üretim yapabilir ve kapitalist fabrikalarla rekabet etmesine olanak tanıyacak ticari bağlantdara giremez. Üretim araçlarına sahiptir ve kapitalist ilişki dışmda ceket üretebiliyor, fakat, kapitalist kalkan altında yapmadığı sürece, kendi üretim araçlarıyla yaptığı şeyle yaşayamaz. (Kendi toprağı üzerinde kendisi için ürettikleriyle geçinen serfin tersine). Doğrudan üreticiler kendi üretim araçlarından yoksun kaldıklarında proletaryanın oluştuğu geniş anlamda doğrudur. Fakat üretim araçlarından yoksunluk, geleneksel olarak savunulduğu kadar proleter statü için özsel değildir. Bir proleter , kendi yaşam araçlarını elde etmek için emek gücünü satmalıdır demek daha iyidir. Üretim araçlarına sahip olabilir; fakat, bir kapitalistle sözleşme yapmadan geçimini sağlamak için onlardan yararlanamaz. Şimdi de, proleterin kendi emek gücünün "hayali" sahipliğinden fazla bir şeyi olup olmadığını ele alalım. Proleterin üretim araçlan sahipliği, 'bir kapitalistin hizmetine sunmadıkça onun için fazla değeri olmadığı için, hayali sahipliktir. Kendi emek gücünü de satmalıdır. Hem Weiss'in makinası hem de Schwartz'm emek gücü, şu ya da bu kapitalistin emrine verilmelidir. O halde, emek gücü sahipliği neden eşdeğerde hayali değildir? Çünkü, işçinin makina sahipliği tesadüfidir; oysa emek gücü sahipliği tesadüfi değil. Kapitalist makina sağlayabilir ve uygun bulursa sağlayacaktır da. Eğer makinaya sahip olmaktan geri duruyorsa, kendisine fazla yaran dokunmadığı içindir. Fakat emek gücü konusunda böyle bir tercihi yoktur. Emek gücünü kiralamak yerine, ona sahip olamaz. Kölelerden ya da köleleşmiş proleterlerden emek gücünü edinemez. Bu durum, ara sıra tasadüfi sahip oldukları üretim araçlarından elde edemedikleri avantajlan işçilere sağlar. Bu, kendi emek güçlerinin sahibi olmaları gerçeğim gösterir.
"'-Grundrisse, s. 510.
92-
93
(S) Yapısal Sınıf Tanımı Son alt-bölümdeki tartışma, proleter, kendi yaşam araçlarını elde etmek için kendi emek gücünü satması gereken bağındı üreticidir şeklindeki öneriye yol açtı. Bu tanım, bu çabşmada onarmaya kalkışmayacağımız kusurları barındırıyor. Fakat, doğru bir tanım olduğunu kabul ediyoruz. Sınıfı, sınıf üyelerinin ekonomik yapı içindeki konumlarına, bu yapı içindeki fiili hak ve görevlerine gönderme yaparak tanımlıyor. Bir kişinin sınıfı, mülkiyet ilişkileri ağı içindeki nesnel yeri dışında hiçbir şeyle belirlenmez -böylesi yerleri çıplak bir şekilde saptamak ne kadar güç olursa olsun. O kişinin bilinci, kültürü ve siyaseti, o kişinin sınıf konumunun tanımına girmez.01 Gerçekten de, sınıf konumunun bilinç, kültür ve siyaseti güçlü bir şekilde koşulladığına dair Marksçı tezin tözsel niteliğini korumak için bu dışlamalar gereklidir. Yapısal sınıf kavrayışı, doğrudan üretici tipleri arasında önemli ayrımlara olanak tanır. Marx'ı toplumun anatomisini keşfettiğini iddia etmeye götüren şey, onun yapıyı ve yapının önemini algüamasıydı. Edvvard Thompson, katı yapısal proletarya tanımlamalarına karşı durma önerisinde bulundu. Bu alt-bölümde öğüdünü reddediyoruz. Fakat kendisine atfedeceğimiz yanlışlar, muhteşemliği tartışma konusu olmayan tarihsel yazdan için geçerli değildir. Önemli bir hakikat, onu yanlış anlaşılmış bir yapısal düşünce reddine iter ve bir tarihçi olarak onun eserini biçimlendiren yanlış kavrama değil, hakikattir. Thompson'm uyarısı birkaç yerde bulunabilir. The Making of the English Working Class'a Önsöz'den aktarma yapıyoruz: ... bazı insanlar ortak deneyimlerin (miras alman ya da paylaşılan) sonucu olarak, kendi aralarında ve çıkarları kendilerinkinden farklı (ve çoğunlukla karşıt) olanlara karşı kendi çıkarlan-
100
"'- Davranışı bile. tanımın özsel bir parçası değildir.. Bkz. les," IV. ve V. Bölümler.
"Being, Consciousness and Ro-
nın kimliğini hissettiklerinde ve eklemlediklerinde sınıf meydana gelir. Sınıf deneyimi, geniş ölçüde, insanların, içinde doğdukları -ya da gönülsüz girdikleri- üretken üişki tarafından belirlenir. Sınıf bilinci, bu deneyimlerin kültürel terimlerle ele alınma tarzıdır... Deneyim belirlenmiş olarak ortaya çıkarsa da, sınıf-bilinci çıkmaz. Benzer deneyimleri yaşayan benzer meslek gruplarının tepkilerinde bir mantık görebiliriz; fakat, herhangi bir yasayı öngöremeyiz. Sınıfın bilinci, farklı yer ve zamanlarda aynı biçimde doğar, fakat hiçbir zaman tıpkısının aynısı şeklinde değil. Bugün, sınıfın bir şey olduğunu varsayma yönünde her yerde hazır ve nazır bir dayanılmaz istek vardır. Kendi tarihsel yazdannda Mars'ın anlatmak istediği bu değildi; yine de, yanlışlık son moda "Marksist" yazım çok kirletiyor. "O şeyin", işçi sınıfının, neredeyse matematiksel olarak tanımlanabilen -üretim araçlanyla belli bir ilişki içinde bulunan bu kadar insan- gerçek bir varoluşa sahip olduğu varsayılır. Bir kez bu varsayddl mı, "o şey" kendi konumunun ve gerçek çıkarlarının doğru bir şekilde farkında olması durumunda "o şeyin" sahip olması gereken (nadiren sahip olur) sınıf bilincini çıkarsamak olanaklı olur.01 Yorumlar: (i) Bu pasajda, doğru bir öncülden haksız bir sonuca ilerleyen bir sav var. Doğru öncül: Bir yanda üretim ilişkileri ile diğer yanda bilinç, siyaset ve kültür arasındaki bağlantı basit değildir. Bu bağlantıda mantık vardır, fakat yasa yoktur. Sonuç: Sınıf yalnızca bir üretim ilişkileri meselesi değil, bunlardan kaynaklanan kültür ve siyaseti de içine alır. Sınıf, üretim-ilişki-
Making of the English Working Class, s. 9-10
95
leri-tanımlı gruplar üzerinden bir kendini-yaratma sürecini kucaklar. Savın özet bir yargısı: Üretim İlişkileri, sınıf bilincini mekanik olarak belirlemez, (p) Bu nedenle: Sınıf, salt üretim ilişkileri bakımından tanımlanamaz. (q) P doğrudur, fakat bundan q çıkmaz. (Olasılıkla "matematiksel olarak" olmasa da) az çok bir kesinlikle sınıfı tanımlama özgürlüğümüz var ve bu durumda, Thompson'm yapmak zorunda olduğumuzu söylediği gibi, bir sındın kültür ve bilincinin üretim ilişkileri içindeki nesnel konumundan çıkarsanabileceğini ileri sürmeden bunu yapabiliriz. Thompson'm tasarladığı muhalif, Thompson'm kendi eiiştirisinin düştüğü yanılgıya düşer. O da, p doğruysa g'nun da doğru olduğunu zanneder. P'nin yadsınmasını q'nun yadsınmasına dayandırmasının ve yapısalcı bir öncül üzerine mekanik bir Marksizm dikmesinin nedeni budur. Muhalifin yanlış bir öncülden geçerli sonuçlar çıkardığına dair Thompson'm ileri sürümü haksızdır. Sınıfın üretim ilişkileri tarafından oluşturulduğu "bir kez varsayddı mı", tarihsel sürecin açık uçlu dramasından kaçış olmadığı konusunda yanılıyor. Güçlük, Tmohpson'ın masum olduğunu çürütemediği muhalifin öncülünde değil, bu öncülle yürüttüğü telaşlı akıl yürütmesindedir. Thompson'ın hareket nedeni, hiçbir itirazımızın olmadığı p üzerinde ısrar etmektir. Fakat, yanılgılı bir şekilde, yapısalcı bir sınıf tanımını kabul eden ve dolayısıyla q'y\ı reddeden birinin, bu nedenle p'ye karşı suç işlediğini zannediyor. Böyle düşünmek için iyi bir neden yok. (ii) Sergideki ikinci paragrafta Thompson, "üretim araçlarıyla belli bir ilişki içinde bulunan bu kadar insan" ifadesini kullanır. Kavramın ifade ettiği tutarlılık ve yaran kabul etmelidir zira birinci paragrafta, bu tür ortak ilişkilerin, onun tarafından gruplandın96
lan insanların kültürel ve siyasal gelişmeleri üzerindeki güçlü etkisini kabul eder. O halde, kavramda yanlış bir şey yok ve "smıf', geleneksel yapısal öneride, uzun ifadenin sadece bir kısaltmasıdır. Bu nedenle, Thompson, en fazla iyi bir kavram için yanlış bir sözcüktür diyebilirdi. Fakat bu görüş için hiçbir neden görmez. (iii) Yapısalcı sınıf tanımı lehine henüz olumlu konuşmuş değiliz. Sadece, Thompson'ın onu reddinin, kötü temellendirildiğini gösterdik. Şimdi yapacağımız gibi, onun kolladığı alternatif tanımlan ele almaya geçtiğimizde, sav daha olumlu olur. Aslında neyi kolladığı açık değil; fakat, metni en azından iki öneri taşır görünüyor. Daha özgül olan ikincisi yorum {iv} 'te ele alınıyor. Birinci alternatif, üretim ilişkisi topluluğunu sınıf oluşumu için gerçekten gerekli, fakat yetersiz görmektir. Bu nedenle gruplaşmış insanlar, ortak koşullarının ve çıkarlarının bir bilincini geliştirdiklerinde sınıf oluşur. Peki, (henüz) kendisinin bdincinde olmadığında benzer üretim ilişkileriyle birbirine bağlı insanlar kümesi nedir? Marx, tam da Thompson'm otorite kabul ettiği tarihsel yazıda buna "kendinde smıf' der.(,) Eğer Thompson haklı olsaydı, Onsekizinci Brumaıre'deki Fransız köylüsü, bir sınıf olarak değerlendirilemezdi. Bu tuhaf bir sonuçtur ve onlan "Fransız toplumunun en kalabalık sınıfı", Luois Napoleon'un iktidarının sınıf temeli olarak niteleyen Marx'ın çizgisine hemen hemen hiç uymaz.(1) Kesinlikle bir sınıfın kendi bilincinde olması gerekmediği içindir ki, "kendinde smıf' ifadesi kullanılmıştır. Thompson, "hangi koşullarda işçi sınıfını aktif bir tarihsel özne olarak saptayabiliriz?" diye soruyor. Duyarlı bir yanıt ve bu ya'"- "Kendisi için sınıf'a, yani diğer sınıflara karşıt bir sınıf olarak kendi bilincinde olan ve buna uygun hareket eden sınıfa karşıt olarak. Bu ayrım Onsekizinci Bnımaire'den alınmıştır ve Felsefenin Sefaleti'nde de benzer bir ifadede bulunur (s. 157). Ayrıca şu ifadeleri karşılaştırın: "... proletarya, ancak kendisini ayrı bir siyasi parti olarak oluşturmakla bir sınıf gibi hareket edebilir" ve "işçi sınıfının, egemen sınıfların karşısına bir sınıf olarak çıktığı ve dışardan baskıyla onları zorlamaya kalkıştığı her hareket, siyasal bir harekettir" (Lahey Kongresi Kararları, s. 291). Dikkat edin, siyasal düzeye çıkmadığında bir sınıf olarak hareket edemeyen proletaryadır, işçi sınıfıdır. Onsekizinci Bnımaire, s.
97
nıtın parlak bir açıklaması olan bir kitap verir. Fakat göze çarpan bir soru var; yani, "ne sebeple işçi sınıfının üyeleri, o sınıfın üyeleri sayılırlar?" Geleneksel yanıt yapısaldır ve sağlamı da odur. Birinci soruyla ilgili konular, Thompson'm ikinciyi ele alışını deforme etmiş. (iv)"Farklı bir alternatif sınıf kavrayışı da, Thompson'm sınıfın "bir şey" olduğunu yadsımasıyla ilgilidir. Bu, saşdacak bir iddiadır. "Üretim araçlarıyla belli bir ilişki içinde bulunan bu kadar insan" bir şeyi ifade etmez mi? X'in bir şey olduğunu yadsımak, verili bağlamda şeyliğin karşısına konulacak bir kategori varsa anlamlıdır. Eğer Thompson'ın sunduğu bir karşıt varsa, o da olma ya da süreç kategorisidir. Bir sınıfın ne olduğu söylenecekse bu söylenir, bir şey olduğu söylenmez diye deri sürüyor. Fakat bu tarz konuşma, anlamsız derecede paradoksaldır. Bir sınıf, bir kültürel ve siyasal oluşum sürecinden geç er demek daha iyi d e p mi? Bu süreç nasd olabilir? (v) "İngiliz İşçi Sınıfının Meydana Gelişi" (Making of the English Working Class) iki anlamda alınabilir. İngiliz işçi sınıfını bir zamanlar olmadığı şey haline getirmeye işaret edebilir: Belirli siyasal eğilimleriyle kendinin farkında bir grup haline. Ya da, İngiliz işçi sınıfım, bîr sınıf olmayıp sadece "üretim araçlarıyla belli bir ilişki içinde bulunan bu kadar insan"dan meydana getirmeye işaret edebilir. Yapısal sınıf tanımını reddettiğine göre, Thompson kitabının adıyla ikinci anlamı kastediyor. Fakat yapıya karşıtlığı temelsizdir ve başlığı belirtilen birinci anlamda alırsak kitap bir şey yitirmez.
(6) Toplumsal Biçimleri Ayırma "Sosyalizm", "kapitalizm", "serflik", "kölelik" -bu ifadeler, "toplumun ekonomik gelişmesi"ndeki evreleri belirtirler ve Manı'a göre ekonomi toplumun merkezi olduğu için, bunlan toplumsal biçimler olarak da tarif eder."1 Peki, hangi ilkeye dayanıla'"- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 24.
98
rak toplumsal biçimler ayırt edilir? Örneğin, kapitalizmin farklı evreleri birkaç toplumsal biçim midir, yoksa bir biçimin varyasyonlan mıdır? Bizim desteklediğimiz yanıt, toplumsal biçimleri ekonomik yapı tipleriyle bağmtdandınr. O halde, hangi tip ekonomik yapıların ayırt edilmesi gerektiğini belirtmeliyiz. Bir toplumun ekonomik yapısı, o yapı içinde bulunan bütün üretim ilişkileri kümesidir. Kavramın çıplak mantığı söz konusu edüdiği sürece, bir ekonomik yapı oldukça heterojen bir üretim ilişkileri koleksiyonundan ibaret olabilir. Toplumu çıplak, eşit ve istikrarlı bir şekilde köleler, seriler, proleterler ve elbirliği emekçileri kümelerine bölen, bu ilişki türlerinden hiçbirinin geri kalanlar üzerinde hakimiyet kurmadığı bir toplum düşüncesini dışlamadık. Ne var ki, bunu tasarlayabilsek bile, asla gözlemleyenleyiz. Zira sosyo-ekonomik tutarlılıktan yoksundur. Gerçek ekonomik yapdar tutarlılığa sahip olduklan için, tarihte sergilenen ekonomik yapı tipleri, sadece tasarlanması olanaklı olan tiplerin bir alt-kümesidirler. Gerçek ve kararlı ekonomik yapılarda, doğrudan üreticileri bağlayan bir tek üretim ilişkisi türü hakimdir ve bu, aşağıdaki belirlemelerin varsaydığı bir önermedir: "Üretimin toplumsal biçimi ne olursa olsun, emekçüer de üretim araçlan her zaman toplumdaki faktörler olarak kalırlar. Fakat birbirinden aynlmalan durumunda, bu faktörlerden biri sadece potansiyel olarak öyle olabilir. Üretimin devam etmesi için, birleşmeleri gerekir. Bu birliğin gerçekleştiği özgül biçim, toplum yapısının farklı ekonomik çağlarım birbirinden ayırır. Şimdiki [kapitalist] durumda, özgür işçinin kendi üretim araçlarından aynlması, verili kalkış noktasıdır.. . <ır "Özgür işçinin kendi üretim araçlarından aynlması" - Tablo: 1 'de yazılan yapılı proleter nitelemesini özetleyen ifade: Onun "özgürlüğü", kendi emek gücünün sahibi olmasıdır, "ayrılma"sı kendi üretim araçlarına sahip olmamasıdır. Demek ki, metin, Tablo: 1 'de yapılmaya çaltşddığı gibi, toplumsal biçimleri (dolayısıyla
"'- Kapital, C. 2, s. 47.
99
"toplum yapısının ekonomik çağlarım") üretim ilişkileri gereğince ayırmayı öneriyor. Doğrudan üreticileri bağlayan üretim ilişkisinin tekil bir toplumsal oluşumda geniş ölçüde değişmeyeceğine dair varsayıma ("özgül biçinie göndermeyle gösterilen) dikkat edin: Kölelerden, serilerden ve proleterlerden oluşan düzensiz bir karışım olmaz. Aynı şekilde, saf kölelere dayanan, ya da üreticilerinin tamamı proleter olan toplumlar da bulamayız. Bu nedenle, doğrudan üretcileri bağlayan hakim ilişkiden söz etmek gerekir."' Bu nedenle, doğrudan üreticilerin üretken güçlerle ilişki türü ne kadarsa o kadar ekonomik yapı tipi vardır diyoruz. Marksçı bakış açısından, toplumsal biçimler, içlerindeki hakim üretim ilişküerine göre ayrılan ekonomik yapı tiplerine göre ayırt edilir ve birleştirilirler.
(7) Üretim Tarzları Şimdiye kadar, Marx'ın yazılarında çokça tekrarlanan "üretim tarzlan" ifadesinden sakuıdık. Bunun yerine ekonomik yapıyı tartışmayı tercih ettik, ikisi arasındaki farklılıklar ve bağlantdar nelerdir? Bir üretim tarzı, bir ekonomik yapıyla özdeş olamaz; zira bir tarz, bir yapma şekli ya da usulüdür,'1' bir ilişkiler kümesi değü. Ekonomik yapı, bir üretme şekli değil, içinde üretmenin gerçekleştiği bir güç çerçevesidir. Yapı ile tarz arasındaki bağıntdar ne olursa olsun, bir değildirler. Üretim tarzı, bir üretme şeklidir. Fakat şekilleri farklılaştırma -
«"- Marx'ın "hakim" sözcüğünü niyel edilen anlamda kullanışı için bkz. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 419-420. Hakimiyet kavramı, burada yapabildiğimden daha fazla açıklanmayı hak ediyor. Daha fazlası için bkz. Grundrisse, s. 106-107. Ya da, gerektiğinde bir süreçtir: Marx, bazen, Produktionsweise'nin açık eşanlamlısı olarak Produklionsprozess'ı kullanır, örneğin, Theories of Surplus Value, C. 3, s. 491'de. •Tarz" sözcüğünün diğer bir yakın eşanlamlısı da, birleşik bir öğeler kümesinden çok (güneş sistemi, ya da ulus-devlet sistemi gibi), bir prosedür ya da modus operandi -çalışma biçimi- anlamında (örneğin, rotasyon sistemi, kıdem sistemi) "sistem" sözcüğüdür.
100
mn birçok şekli vardır. Benim yürüyüş şeklim, başka bir yola saptığım ya da adımlarımı farklı attığım için, ya da siz yapmazken ben durup, bakıp, dinlediğim için sizinkinden farklı olabilir. "Yemek pişirme şekli", kulandan malzemelere, haşlamaya karşıt olarak kızartmaya, İtalyan usulü pişirme yerine Yunan usulü pişirmeye vb. işaret edebüir. Toplumsal biçimleri, onların üretme şekillerine ya da tarzlarına göre saptayacak biri, ilgili şekillerin hangi boyuta ait olduğunu göstermelidir. Marx "üretim tarzı"yla ne demek istedi? Okuyucunun kullanıldığı bağlamdan anlamım çıkaracağuıa güvenerek terimi değişik biçimlerde kullanır. Ayrık durumlan kesen belirsiz kullanım, tekil durum üzerine yorumun güç olması durumunda bir kusurdur ve Marx'taki "üretim tarzı" için bu pek geçerli değil. Fakat Marx, ifadeyi özgürce kullandığına göre, Marksistler merkezi tezlerin ifadesinde bu ifadeyi açıklamadan kullanmamalıdırlar. Aslında, Marx'ta, "üretim tarzı" ifadesinin (i) maddi tarz, (ii) toplumsal tarz"' ve (iii) karma tarz dendebilecek şeylerle ilgili üç anlamı vardır. (i) Maddi tarz. Bu, insanların kendi üretken güçleriyle çalışma şekli, içine girdikleri maddi süreç türleri, aralarındaki uzmanlaşma ve işbölümü biçimleridir. Çevrili alanlar parça çiftçiliğinin yerini aldığında, motorlu tezgah el tezgahına üstün geldiğinde, daktilo tüy kalemi kapı dışan ettiğinde, maddi üretim tarzında bir değişiklik var demektir. Burada "tarz", "teknik"le neredeyse aynı anlama gelir ve Marx, kapitalist üretimin kökeniyle ilgili aşağıdakileri yazdığında terimi bu anlamda kullanıyordu: Bizzat üretim tarzı bakımından, dar anlamında manifaktür, en ilk evrelerinde lonca el zanatlarından güçlükle ayırt edilir."'
"*- (i) ile (ii)'yi ayırmak için kullanılan terimlerin niteliği, IV. Bölümün sonuçlan okunduğunda daha açık olacaktır. Kapital, C. 1, s. 336 ve krş. s. 323-324; Grundrisse, s. 586. 'Tarz"ın maddi kullanımlan için bkz. Mant'lan Annenkov'a 28 aralık 1846 tarihli mektup, K. Mant-F. Engels, Felsefe incelemeleri, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 3. baskı, 1979, s. 176-181; Theories of Surplus Value, C. I, s. 389, C. 3. s. 383.
101
Kapitalist ilişkiler lonca ilişkilerinin yerini alır, fakat emek sürecinin fiziksel niteliği (henüz) dönüşmemiş olduğu için üretim tarzı değişmez. Bu nedenle, emeğin proleterleşmesi, ifadenin bu ilk anlamında kapitalizm öncesi üretim tarzının varlığım sürdürmesiyle bağdaşır ve başlangıçta onunla birlikte gider. Toplumsal biçim farklılıklarına karşın, Sovyet kolektif tarımı ile Amerikan "tarım işletmesi", benzer yöntemler ve üretim aletleri kullanarak toprağı sürüyor, tohumu ekiyor ve hasadı biçiyorlarsa, aynı maddi üretim tarzım sergilerler. (ii) Toplumsal tarz. "Üretim tarzı" ifadesinin ikinci bir kullanımında Marx, üretim sürecinin toplumsal özniteliklerini belirtmek için ifadeyi kullanır."' Burada üretimin üç boyutu söz konusudur: Amacı, üreticinin artı emeğinin biçimi ve üreticileri sömürme araçlan (ya da sömürü tarzı). Üretimin amacıyla ügili olarak, kullanım için üretim Ue değişim için üretimi ayırt edebiliriz. Kullanım için üretimde, ürün ister üreticinin kendisi tarafından ister başkası tarafından tüketdsin, tüketilmeye giderken pazardan geçmez. Ürününü satmayan kendi kendine yeterli köylü, bunun açık bir örneğidir; fakat bir bey ya da vekili serfin sunduğu şeyi tükettiğinde de, kullanım için üretim vardır. Tıbbi hizmetlerin hastalara satılmayıp tüketim noktasında parasız olduğu bir şemaya göre tıbbi hizmet üretimi, başka bir örnektir. Değişim için üretimde, ürünler takas edilir ya da satılır. Burada da, değişim-değeri için üretim üe mübadale-değeri için değil değişim için üretimi ayırt edebdiriz. Eşit bir değer ikamesi düşüncesinin uygulanmadığı ve taraflardan her birinin kendi ürününün karşılığı olarak özgül bir kullanım değeri istediği düzenli takas, değişim-değeri için olmayan değişim için üretimi gösterir. Değişim-değeri için üretimde, üreticinin ya da onun sömürücü amirinin elde edebildiği kadar yüksek getiri elde etmeye çalıştığı ve maksimum değişim-değeri için üretim derülebdecek durum üe, fazlasının lüzumsuz olacağı sınırlı bir değişim-değeri elde edilmeye çalışıldığı durumu karşı karşıya koyabiliriz. Örneğin, Kapital, C. 3. s. 704-714; Theories of Surplus Value. C. 1, s. 390, C. 3, s. 270.
102
Son olarak, maksimum değişim-değeri için üretim de, sermaye birikimine hizmet eden ve etmeyen olarak ayrılır. Sadece kendini geçindirmeyi amaçlayan kendi işinde çalışan bir meta üreticisi kendi mallan için maksimum değişim-değeri elde etmeye çalışabilir, fakat kendi üretim araçlarının bakımı ve yenilenmesi için gerekli olandan fazla kazancı kişisel tüketimine ayırabilir. Sermaye biriktirmeye girişmeyecektir. Diğer yanda, gerçek kapitalist bir süreçte, fazla değer sürekli daha fazla değer elde etmek amacıyla kullanılır. Yukardaki ayrımlar şöyle tablolaştırdıyor: TABLO 3 ÜRETİM
f
i
Kullanım için
Değişim için
I
I
Değişim değeri için değil
Değişim değeri için ı
i
V
Maksimum değişen değeri için değil
f
Sermaye birikimi için değil
Maksimum değişim değeri için
Sermaye birikimi için değil
Elbette, üretimin amaçlan üe üretken güçler üzerindeki sahiplik hakları arasında yakın bağlantılar vardır. Kapitalist üretim tarzı, yani sermaye birikimi için üretim üe üretim dişkileri gereğince ta103
nımlanan kapitalist ekonomik yapı arasındaki bağ VII. Bölümün (2). alt-bölümünde tartışılacak. Üretimin toplumsal tarzının diğer iki yanı da, artı-emeğin aldığı biçim ve sömürü tarzıdır. Marx, birincisini o kadar önemli görüyordu ki, bazen, toplumsal biçimlerin buna göre ayrılmasını öneriyordu: Toplumun çeşitli ekonomik biçimleri arasındaki özsel fark, örneğin köle emeğine dayalı bir toplum Ue ücretli emeğe dayalı bir toplum arasındaki fark, her bir durumda artı-emeğin fiili üreticiden, emekçiden çıkarılma biçiminde yatar.® Artı-emeğin biçimi, söz konusu toplumun tezahür şeklidir. Kölecilikte, kölenin ürününün kölesinin bakımını yaptıktan sonra efendinin elinde kalan kısmı olarak görünür. Kapitalizmde, bir değişim-değeri niceliği olarak tezahür eder; artı-emek, yatırılan sermayenin kân kılığında ortaya çıkar. Serflikte, biçimler çeşitlilik gösterir. Üreticinin, zamanın bir kısmında "hiçbir karşdık almadan feodal lordun malikanesinde" çalıştığı ve Manc'ın "emek rant" dediği biçim merkezi önemdedir/0 Bu, gerçeğiyle görüntüsü arasında hiçbir ayrımın olmadığı en açık artı-emek tezahürü biçimidir.® Sömürü tarzına, ya da üreticiyi artı emek yaratır duruma getirme yollarına geliyoruz (artı-emeğin biçimi ne olursa olsun). Kapitalistin proleteri sömürmesini olanaklı kılan nedir? Proleterin, kendisinden artı-emek çıkardacak koşullarda bir kapitalistle sözleşme yapmaya zorlayan üretim araçlarından yoksunluğu. Burada sömürü emek sözleşmesiyle başlayıp ilerler ve bu nedenle "değişimle dolayımlanmış"tır.(J) Diğer yanda, kölecilikte ve serflikte, üreticinin sömürücüye emek gücü satışı yoktur. Sömürü, "ekonomi dışı baskımla gerçekleşir.® Sömürünün "temeli", şiddet (tehdidi) ve ideoloji bileşimiyle güvenceye alman "toplumun bir kesiminin diğer
kesimi üzerindeki zoraki hakimiyetidir"."' Tablo: 1 'de tarif edilen üretim ilişkileri ile sömürü tarzlan arasında açık bir bağlantı vardır. Ücretli işçi kendi emek gücünün sahibi olduğu için, emek gücünü geri çekmesi durumunda şiddetle tehdit edilemez; fakat üretim araçlarından yoksun olduğu için, böyle bir tehdide gerek yoktur: Açlığın acısıyla emek sözleşmesi yapmak zorundadır. Kölelik ve serfliğin üretim İlişkileri, üreticinin emek gücü üzerinde amirin otoritesini kapsar ve amir, bu otoriteyi kullanarak üreticiyi sömürür. Şimdi, bu her iki temel sömürü tarzının herhangi bir artı-emek biçimine eşlik ettiği düşünülebdir. Bir üretici, bir ücret karşılığı çalışıp artı değer üretmeye zorlanabilir. Tam burjuva özgürlüğe sahip mülksüz bir adam, düzerdi olarak belli bir miktar saati başka üretim araçlarıyla kullanacağı üretim araçlarının sahibine çalışması koşuluyla, ya da ürettiği şeyin belli bir oranım kullandığı üretim araçlarının sahibine vermesi koşuluyla (yarıcılıkta olduğu gibi), kendisine üretim araçlan kullanımını sağlayacak bir emek sözleşmesi yapabdir. Standart tarihsel dişkiler şunlardır: Değer biçiminde olmayan artıklı ekonomi-dışı sömürü tarzı; ve değer biçiminde artıkh emek sözleşmesiyle dolayımlanmış sömürü. Fakat istisnalar da vardır ve bunlar, farklı artık biçimi ve sömürü tarzı kavramlanm düzenli bir şekilde biraraya getiren en iyi Marksist yazılarda bile olduğu gibi, apaçık şeylermiş gibi alınmamalıdırlar. Son olarak, serfin sömürülme tarzı üe ügili bir söz. Manc'ın konuyla ilgili en çok bdinen belirlemeleri, belirsizlikten muaf değildir/1' Genellikle şöyle yorumlanırlar: Köylü ailesinin geçim-üreten mallara fiili zilyetliği veriliyken, artık aktarımı zoraki olmalıdır; zira, ücretli emekçiye karşıt olarak köylü, yaşamak için kendi emek gücünü başkalarına devretmesi gerekmez/3' '"- Theories of Surplus Value, C. 3, 400. Artı emek biçimlerinin "ekonomi-dışı zor biçimleri" olarak yanlış tarifi için bkz. Anderson, Passages from Antiquity to Feudalism, s. 147 ve Lineages of the Absolutist State, s. 401. Aynca bkz. Hindess ve Hirst, Pre-Capitalist Modes, s. 221. R. H. Hilton, The Transition from Feudalism to Capitalism'e "Giriş," s. 14 ve Krş. "Kapitalisin: What's in a Name?" s. 151. n.
'"- Kapital, C. 1, s. 2 3 3 . '"- Kapital. C. 3, s. 694. Bkz. Ek: I. '*- Theories of Surplus Value. C. 3, s. 400. '*- Kapital, c. 3. s. 695.
100
105
Peki, sözü edilen fiili sahiplik hangi anlamda verilidir? İfade, serfin kendi beyine karşı yükümlülüklerini yerine getirmesindeh bağımsız olarak kendi toprağmm güvenli denetiminde olduğunu ileri sürüyor. Ne var ki, bu gerçek değil; çünkü, doğrudan üretici, kendi kişisel toprak parçasının sahibi değü, zilyedidir.1" O Çapraktan yararlanma haklan, yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlıdır: Hak ve yükümlülükleri, Hilton'ın ima ettiğini tersine, bir tarafın diğerini açıklamadığı bir sentez oluşturur. Serf, kendisine ait küçük toprağı kontrol ettiği için yükümlülükler zorla ona yüklenmez: Yükümlülükler toprakla birlikte gelir. Daha önce bağımsız olan köylülerin serilere dönüşmesi, başka bir konudur.'1' Elbette, köylü kendi geçim araçlarının güvenli denetimi içinde olması nedeniyledir ki, bey için çalışmaya zorlanması gerekmiştir: Emek gücünü satmasına gereksinimi yoktu. Fakat sertleşme süreci, köylünün kendi toprak parçası üzerindeki denetimini dokunulmadan bırakmaz. Hilton formülasyonu (ki, Marksistler arasında tipiktir) sertlik yapışma tarihsel oluşumunun bir özelliğini yersiz atfetmektedir. (iii) Karma tarz. Maddi tarz, insanların üretken güçlerle çalışma şeklidir; toplumsal tarz ise, üretimin amacım, artı emek biçimini ve sömürü tarzım kapsar. Son olarak, Mars'ın "üretim tarzı" kavramım, üretimin işleyiş şeklinin hem maddi hem toplumsal özniteliklerini,'3' "bütün teknik ve toplumsal konfigürasyonu"nu'4' anlatacak şekilde kapsayıcı bir biçimde kollandığım belirtiyoruz.
,u
- Kapital, C. 3, s. 697 ve krş. s. 700-701. - Mant'ın bunları ayrıştırması açık değildir, Bkz. Kapital, C. 3, s. 694-695. Theories of Surplus Value, Ç. 3, s. 491. Marn, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı' mn önsözünde "tarz" ifadesini karma biçimde kullanıyor olabilir (s. 21-26). Hindess ve Hirst'e göre, "bir üretim tarzı, üretim ilişkilerinin hakimiyetinde yapdanan üretim-ilişkileriyle üretim güçlerinin eklemlenmiş bir belişimidir" (Pre-Capitalist Modes of Production, s. 9) dolayısıyla, bizim kullandığımız anlamda bir karma biçimdir, fakat özel tçorik özellikleriyle. Yazarların ayrıntılı tartışmalarında bu saptamaya sadık kaldıklarına rastlamadım. -- Kapital. C. 2, s 407. a
102
(8) Ekonomik Değişim Türleri Her toplumun bir ekonomisi, bir ekonomik yapısı ve bir toplumsal (ya da ekonomik) biçimi vardır. Bunlar arasındaki farklılıklar, ekonomik değişim türlerinin sergilenmesiyle açıklanacak, (i) Ekonominin yapışım değiştirmeyen ekonomideki değişikliklerle, (ii) ekonominin yapışım değiştirip toplumsal biçimini değiştirmeyen değişikliklerle ve (iii) toplumsal biçim değişikliklerini ele alıyoruz. (Hakim üretim ilişkileriyle aynştınlan ekonomik yapı tipleri ile toplumsal biçimler arasında alt-bölüm (6)'da koşullan saptanan bağmtıyı anımsayın). Ekonomide yapı-değiştirmeyen değişiklikler. Bir önceki bölümde bunlardan söz edildi. Orada, ekonomik yapının tam bir tarifi, ekonomik yapının çeşitli sahiplik konumlarım kaç insanın doldurduğu belirtiliyor; fakat, hiçbir ad verilmiyor: Tikel kişiler ve üretken güçler belirtilmeden geçiliyor. Bu demektir ki, ekonomik yapıda herhangi bir değişiklik olmaksızm kişiler ve üretken güçler yer değiştirebilir: Belli türden ekonomik değişiklikler ekonomik yapıtım tam tarifini değiştirmez. Tom için çalışan Harry Dick için çalışmaya başlar ve Dick'in işçisi John da Tom'un hizmetine girerse, ekonomik yapıda bir değişiklik olmaz. Ergenlik çağma ulaşma ve emeklilik ya da hastalık nedeniyle kişilerin ekonomiye giriş ve çıkışlan, ya da -daha anlamlı bir örnek olarak- sayısal olarak dengeli firmaların bir sanayiye giriş ve çıkış hareketleri de ekonomik yapıda bir değişikliğe neden olmaz. Aym ağa bağh aym sıklıkta tekrarlanan aynı ilişkiler söz konusu olduğu sürece, ekonomi içindeki hareketlüiğe rağmen ekonomik yapıda hiçbir farklılık olmaz. (ii) Ekonomik yapıda tip-değiştirmeyen değişiklikler. Fakat gerçekte, dinamik olmayan kapitalizm öncesi toplumda bile, sadece ekonomi değü ekonominin yapısı da sürekli değişir. Üretim ilişkileri kümesi değiştiğinde yapı değişir; fakat, aym üretim ilişkileri hakim kaldığı sürece aym ekonomik yapı tipi varlığım sürdürür. İki tür tip-değiştirmeyen ekonomik yapı değişikliği ayırt edüebilir. Her iki tür değişikliğin de makul bir zaman dilimi içinde gerçekleştiğini göreceğiz. Birinci tür: Çeşitli Uişkilerin tekrarlanma sıklığı değiştiği için 107
ekonomik yapı değişir. Üreticilerinin yüzde üçünün serf olmayıp köle olduğu serfe-dayalı bir toplumla başlayabiliriz. Kölelerin oranı yükseldiğinde ya da düştüğünde ekonomik yapıda bir değişiklikle karşı karşıya kalırız ve serf ilişkisi hakim kaldığı sürece bu, tip-değiştirmeyen bir değişikliktir. Diğer örnekler: Çok sayıda proleterin dükkancı sınıfına girmesiyle birlikte küçük burjuvazinin sayısı kabanr.® Ya da, kapitalist toplumdaki üretim araçlan sahiplerinin sayısı azalır. Bu sermayenin merkezileşmesi demektir ve eğer sayısal değişiklik büyükse, bu "rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçiş" sayılabilir.. Doğrudan üreticiler proleterler olarak kaldıklan için bu, bir tek toplumsal biçimin tarihi içinde gerçekleşir: Dolayısıyla, ekonomik yapının tipi değişmeden kalır. İkinci tür tip-değiştirmeyen yapı değişikliği, çeşidi sahiplik konumlarını işgal edenlerin sayısıyla değil, bu konumların aynntdı inşasıyla ilgilidir. Para rant emek rantın yerini aldığında, serflik yapının tipi olarak kalmasına karşın, serf toplumunun ekonomik yapısı değişir. Kapitalizm altında grev hakkına üişkin yasalar benzer önemdedir. Proleterin emek gücü sahipliğinin doğasını ve kapsamını değiştirir. İşçi haklan çizelgesi değişir. Bir yanda proletaryayı fiilen köleleştirmediği, ya da diğer yanda proletaryayı üretim araçlanyla fiilen donatmadığı sürece bu değişiklik, toplumsal biçimde hiçbir değişikliğe yol açmaz. (iii) Toplumsal biçim değişiklikleri. Bu, bir hakim üretim ilişkisi başka birinin yerini aldığı için ekonomik yapı tipinin değiştiği devrimci durumdur. O halde, ekonomik yapı hareket ve sürece ilişkindir; fakat yapının kendisini bir süreç olarak ifade etmek, hem yapı kavramma hem de tarihsel materyalizmin niyetine aykırı hareket etmektir. Tarihteki yaygın harekete bağlılık ekonomik yapıyı bir süreç olarak resmetmeyi gerektirir diye idda ettiğinde Raymond Williams yanı"'- Küçük burjuvazinin yapısal tarifi: Kendi emek gücünün sahibidir, fakat kendi emek gücünü başkasına satmaz. Üretim araçlarına sahipse, o zaman, çalışmadan yaşamını sürdürmesini olanaklı kıldığı ölçüde çalışmaz. Bu nedenle, bir başkası için çalışmak zorunda olmasa bile, çalışmak zorundadır. Böyle tanımlanan küçük burjuvazi içinde, başkalarının emek gücünü kiralayanlar ile kiralamayan/arı ayırt, edebiliriz.
108
lıyor.® Ekonomik yapı sürece tabidir; fakat bu onu bir süreç yapmaz. Daha tutarlı olmasına karşın, benzer bir çizgide Edward Thompson da, bizzat ekonomik temel ya da yapı kavramını reddeder. "İnşaat mühendisliğinden kaynaklı bu metafor ... çatışmanın akışkanlığım, değişen bir toplumsal sürecin diyalektiğini tarif etmeye yetmez."® Bu, temelin bir süreç olduğunu söylemekten daha iyidir; fakat yine de doğru değü. Her şeyden önce Manc metaforu açıkça tanımlamıştır: Temel, üretim ilişkilerinin toplamıdır ve başka yerde Thompson'm kendisi de üretim ilişkisi kavramım kabul eder. Dahası, yapı kavramıyla bir sürecin tarif edilmesi amaçlanmadığı, bu kavramı kullanmanın süreçlerin varlığını olumsuzlamadığı açıktır ve bizzat toplum yapısının toplumsal süreçlerin değiştirdiği şeyler arasında olduğunu görmek önemlidir. Yapı kavramının elde tutulmasının gerektiren başka bir neden de şudur: Bazen, biZzat ekonomik yapıya başvurarak görüngüleri açıklamak uygun olur. Liberalizm ideolojisinin ortaya çıkışı ve gücü, herhalde, kısmen kapitalizmin dinamiğinden değü, kapitalizmin kalıcı yapısal gereklerinden kaynaklanır: Manc'ın görüşü kesildikle buydu.® Yapıyı terk edersek, farklı açıklama türlerini birbirine kanştırabiliriz.
'"- "Base and Superstructire", s. 6. - "Peculiarities of the Engilish", s. 35.
ra
'*- "Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Benlham" üzerine ünlü pasaj, (Kapital, C . l , s. 191) genel olarak kapitalist üretim ilişkilerine uygun bir ideolojiyi tarif eder.
102
IV Toplumun Maddi ve Toplumsal Öznitelikleri(<> (1) Ayrıma Giriş Birçok kez, fazla açıklama yapmadan toplumun maddi ve toplumsal öznitelikleri ayrımım ima ettik. Toplumun maddi temeli ile ekonomik tabanım karşı karşıya koyduk ve birincisinin toplumsallığım yadsıdık. Tarım için askeri korumayı önemli kılanın maddi koşullar değil, toplumsal koşullar olduğunu belirttik. Zihinsel olmasına karşın bilimsel faaliyeti maddi kabul eden bir anlayışı ileri sürdük ve bu iddiayı besleyecek bir maddilik açıklamasını vaat ettik. Üretim araçları ile tüketim araçları arasındaki toplumsal farklılığın, bunlar arasında hiçbir maddi aynlık yaratmadığım gösterdik. Üretimin maddi tarzı ile toplumsal tarzım karşüaştırdık [Bölüm m, alt-bölüm (7)] Marx, sık sık, bir toplumsal ya da ekonomik"' karakteristik olan şey ile olmayan şeyi ayırt etmeye çalışır: (1) Bir zenci bir zencidir. Sadece belli ilişkiler içinde bir köle olur. Bir pamuk eğirme makinesi bir pamuk eğirme makinesidir. Sadece belli ilişkiler içinde bir sermaye olur. Bu ilişkilerden kopanldığmda artık o sermaye değildir, tıpkı kendi başma altılım para olmaması gibi.., (î ' '•*- Bu bölüm okunmadan Ek:II okunursa iyi olur. '"- Bu bölümdeki toplumsal karakteristik ekonomik bir karakteristiktir ve Manc'ı izleyerek, "ekonomik" ile "toplumsal"ı az çok birbirinin yerine kullanacağız. Bu biçimde kullanım için bkz. Grundrisse, s. 141, Theories of Surplus Value. C. 3, s. 429. Ücretli Emek ve Sermaye, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 7. baskı, 1992, s. 35 (Bizim burada "belli ilişkiler içinde" olarak çevirdiğimiz "in Certain relations" ifadesini Sevim Belli "belirli koşullar altında" olarak Türkçeleştirmiş -çv.)
İH
(2) Makina, sabanı çeken öküzden daha fazla bir ekonomik kategori değildir. Makina, salt bir üretken güçtür. Makina uygulamasına dayanan modern atelye bir toplumsal üretim dişkisidir, ekonomik bir kategoridir.(1> (3) Toplum bakış açısından ne köleler vardır ne de vatandaşlar, ikisi de insandır [demek bir yandgıdır]. Üstelik toplumun dışında öyledirler. Bir köle ya da bir vatandaş olmak toplumsal belirlenimlerdir, A insanının B insayıyla ilişkileridir. A inşam genel olarak bir köle değüdir. O, toplumun içinde ve toplum yüzünden bir köledir... Kapitalistler ile işçiler arasındaki fark, aslında sadece toplumun bakış açısından vardır.'21 (4) ... sermaye bir şey değil, bir şeyde tezahür eden ve bu şeye özgül bir nitelik veren toplumun belirli bir tarihsel oluşumuna ait belirli bir toplumsal üretim dişkisidir. Sermaye, maddi ve üretilmiş üretim araçlan toplamı değildir. Sermaye, daha çok, kendi başına altın ya da gümüşün para olmasından daha fazla kendi başına sermaye olmayan sermayeye dönüşmüş üretim araçlandır. Toplumun belli bir kesimi tarafından tekelleştirilen üretim araçlandır.. .
'"- Felsefenin Sefaleti, s. 121. "•-Grundrisse, s. 265. Kapital, C. 3, s. 715-716.
100
1. Marx, sermayeyi, köleleri vb birbirinden uzaklaşan iki yoldan tarif eder. Bir yanda, sermayenin bir makina gibi bir şey olmayıp bir ilişki olduğunda ısrar eder; diğer yanda, onun bir şey olmasına, örneğin belli ilişkiler içine sokulmuş bir makina olmasına izin verir {Bkz. (1), (4)}(,) Bir köle, beüi üişldler içinde bir insandır; bununla birlikte, bir köle olmanın onun kendisinin değü bizzat ilişkilerin bir özniteliği olduğunu da ileri sürer {(1), (3)}'2' Kapitalist ilişkide™ üretim aleti olan modem atelyenin, bu ilişki olduğu söylenir (2). Bu iki konuşma biçimi bağdaşmaz. X (değişmeyen sermayenin bir kısmı, bir köle), hem (i) y (üretim aracı, bir insan) üe z (bir kapitalist, bir köle sahibi) arasında bir ilişki, hem de (ii) y'nin z üe ilişkisi sayesinde olduğu şey olamaz. Sadece ikinci formülasyon doğrudur. Bir koca, evlüikle bir kadınla ilişkilenen bir insandır: Aym zamanda bir evlilik ilişkisi de değüdir. Bir koca olmak, o adamın bir özniteliğidir, bu ilişki sayesinde sahip olduğu ve genelde ilişkisel bir özniteliği biçimleyen bir özniteliğidir. Benzer şeküde, sermaye olmak ve köle olmak, üretim araçlarının ve insanların rasyonel öznitelikleridirler. Daha da özgül olarak, toplumsal ilişkilerle ügüi özniteliklerdirler; oysa üretim aracı olmak ve bir adam olmak öyle değddir. İkincder toplumsal biçimden bağımsız olarak öyledirler. Düşünce olarak toplumsal biçimi deneyimden çıkann, bu öznitelikler varlığını sürdürür. O halde, (4)'e rağmen, değişmeyen'41 sermaye bir şeydir, yani
'"- Krş. Ücretli Emek ve Sermaye, s. 35-36, "sermaye, bir toplumsal üretim ilişkisidir" ifadesiyle başlayıp, "yeni üretime hizmet eden ürünler"i "sermaye" olarak tarif eden ifadeyle biten paragraf. Ayrıca bkz. Grundrisse, s. 86; Theories of Surplus Value, C. 3, s. 272. '*- Bu, her şeyden önce, çoğunlukla kısaltılmış bir şeklinde formüle edilmiş notlardan alman metnin (3)'ün ukalaca bir okunması olarak düşünülebilir. Fakat Marx, sermayenin bir ilişki olduğunu açıkça söylüyor ve burada köle olduğu söylenen şey, bununla aynı değerdedir. Ayrıca bkz. paranın bir ilişki olduğunun söylendiği Grundrisse, s. 514. Belirleyici bir toplumsal ilişkiler bütünü olmadan hiçbir para olmaz, fakat bu durum parayı bir ilişki yapmaz. '*- yani, metin (2)'de kullanıldığı gibi. "Atelye" sözcüğü, genelde bir üretim aletleri kümesini anlatır ve terimin kullanılmasıyla hiçbir tikel toplumsal karakter ima edilmez. Fakat, buradaki "modem atelye" ifadesiyle özel olarak kapitalist atelye anlatılmış olmalı. '*- Bütün sermaye değişmez değildir. Fakat üretim araçlan sermaye olduklannda değişmeyen sermaye olurlar (Emek gücü sermaye olduğunda da değişen sermaye olur).
113
belli bir toplumsal nitelik alan bir şeydir. (4)'e rağmen, bir üretim araçları kümesidir. Zira, (4)'ün de söylediği gibi, eğer sermaye, sermayeye dönüşmüş üretim araçlarıysa, o zaman, bir kez dönüştükten sonra, bunlar, üretim araçları, bu şeyler sermaye olurlar. 2. Soruna biraz daha yalandan bakalım. Tercih ettiğimiz söylemde Marx, kapitalistin kontrolündeki üretken güçlerin sermaye, efencülere tabi insanların köle olduklarım kabul eder. Fakat, bu nedenle toplumsal biçim alan bazı bakımlardan toplumsal olmayan niteliği de göstermek ister. Bu amaçla, birçok ifade kullanır. Toplumsal biçimle ilişkilendirilen tariflere "S", diğer tariflere "M" diyelim. İşte Marx'ın kullandığı bazı ifadeler: M, sadece belli ilişkiler içinde S'dir (1), (3). M, S-meydana getiren ilişkilerden koparılan S değildir (1). M, genel olarak S değüdir (3). M, kendi başına S değildir (4). M, sadece toplumsal bakış açısından S'dir (3).m Ük iki ifade uygundur, fakat sonraki ikisi yamltıcı olabilir; zira, Marx'ın çıkarmaya yöneldiği sonucu, Af'nin S olmadığı sonucunu, örneğin üretim araçlarının hiç sermaye olmadıkları sonucunu gösterirler. Beşinci ifadede de bir belirsizlik var. Benim sağımda olan bir nesne, sizin solunuzda olabilir; fakat, bir bakış noktası ima edilmezse, sağda ya da solda olduğu söylenemez. Yalın bir şekilde sağda olamaz. O halde, eğer M sadece toplumsal bakış açısından S ise, Af'nin yalın S olmadığım düşünebiliriz. Fakat "bakış açısı" ifadesinin geçerli anlamında bir şey, herhangi bir bakış açısından ne ise odur. Diyelim, ben bir komiteye başkanlık yapıyorum. O zaman, biyolojik karakteristiklerim sayesinde değil, atamayla ilgili toplumsal bir sürecin sonucu olarak ben başkanım. "Başkan," toplumsal bakış açısından bana uygundur denilebilir. Fakat bu, organizma olarak benim başkan olmadığım anlamına gelemez. Üretim araçlarının kapitalist statüsünü ya da bir adamın köle statüsünü ayırt etmek için toplumsal bakış açısına gereksinimimizin olması
(I)- Maddi bakış açısına karşıl olarak toplumsal bakış açısı.
100
olgusu, üretim araçlarının sermaye olmadığı ya da adamın bir köle olmadığı anlamına gelmez. Bîr şeye her bakış noktası, ayrı bir öznitelikler kümesini açığa vurur, fakat o şey hepsine birden sahiptir. Biçiminden söyutladığımız maddesinin bakış açısından bir heykeli düşünür ve onu, neden yapddığını belirterek o soyutlama altında tarif edersek. Fakat yapddığı şey şimdi heykel biçimine sahiptir. Hem maddi hem biçimsel karakteristikleri vardır. İnsanlar ve üretken güçler için de durum böyledir. Maddi ve toplumsal karakteristikleri vardır ve hiçbir toplumsal karakteristik, heykelin biçiminin maddesinden çıkarsanmasından daha fazla maddi karakteristiklerinden çıkarsanamaz.(l> Marx"m yineleyip durduğu nokta şöyle ifade edilebilir: M (ya da S), onu M yapmak için gerekli ve yeterli olan şey sayesinde S değildir. Bir adam ya da köle, onu bir adam yapmak için gerekli ve yeterli olan şey sayesinde bir köle değildir. Bir üretim araçları kümesi ya da değişmeyen sermayenin bir kısmı, onu bir üretim araçları kümesi yapmak için gerekli ve yeterli olan şey sayesinde değişmeyen sermaye değildir. Zira, insan ya da üretim araçları olarak tariflerinden çıkarsanamayan toplumsal ilişkilere giriş, daha ileri tanımları uygulamak için gereklidir. Yine de verili bir insan bir köle olabilir, üretim araçları sermaye olabilir Dolayısıyla, bir makinanm toplusal ilişkiyle ilgili ve ekonomik öznitelikleri genellikle vardır; fakat, bunları ihmal etsek bile, onun bir makina olduğunu kabul etmemiz önemlidir. Öyleyse, Marx'la birlikte üretken güçlerin doğaları gereği, ya da "kendi başlarına" ((4)), ya da "genel olarak" ((3)) toplumsal olmadıklarını söylersek, bundan onların toplumsal olmadıkları sonu-
"'- Burada ve aşağıdaki satırlarda "çıkarsama". "doğru bir tümdengelim/i çıkarım edimi" anlamında kullanılıyor. Sadece ve sadece "p"yi ileri sürüp "q"yu yadsıyan kendi kendisiyle çelişirse. "q" "p"den doğru bir şekilde çıkarsanabilir. O halde, "onun konuk odasında bir müzik aleti var" ifadesi, "onun konuk odasında pahalı bir piyano var" ifadesinden çıkarsanabilir. Başka şekilde ifade edersek, ikinci ifade birincisini gerektirir. Bütün iyi çıkarımlar tümdengelimi! değildir. İyi bir tümdengelimli olmayan çıkarım örneği, "onun konuk odasında pahalı bir piyano var"dan "onun çok düşük bir geliri yoklw"adır Çok düşük bir gelir, pahalı bir piyanonun varlığıyla mantıksal olarak bağdaşır olduğuna göre. çıkarım tümdengelimli değildir. Fakat pahalı bir piyanonun çok düşük bir gelire eşlik etmesi olası olmadığı için. iyi bir çıkarım olarak kalır.
115
cunun çıkmasına izin vermemeliyiz, zira öyledirler. Şeylerin bazı öznitelikleri bütünüyle toplumsaldır, bazdan ise bütünüyle maddidir; fakat ilgilendiğimiz şeylerin her iki türden öznitelikleri vardır. 3. Alıntı (3)'te Mara, bir insanın diğer insanlarla ilişkileri sayesinde olduğu şey toplumsal bakış açısından ne ise o olduğunu deri sürerek, "toplumsal belirlenimlere, A insanının B insanıyla ilişkilerine işaret eder. Fakat bu her zaman öyle değddir. Geliştirmekte olduğumuz ayrım bakımından, insanlar arasındaki bazı ilişkiler toplumsal değü, maddidir ve Marx bunu kabul eder. Aşağıdaki erken ifade, onun maddi ve toplumsal üretim ilişkileri arasında yapacağı ayrımın habercisidir: Yaşamın üretimi, insanın hem çalışarak kendi yaşamım hem de yavrulayarak körpe yaşamı üretmesi, ... ikili bir ilişki olarak görünür: Bir yanda doğal bir ilişki olarak, diğer yanda toplumsal bir ilişki olarak."' Bir kadın bir erkekle cinsel ilişkiye girdiğinde körpe yaşama hamile kalınır. Bu cinsel ilişkinin doğal terimlerle bir tarifi, sadece doğal organizmalar olarak onlara ait olan öznitelikleri öne çıkarır. Şimdi bu doğal ilişki bir toplumsal ilişki çerçevesinde, oynaşma, evlüik, ergenlik vb çerçevesinde gerçekleşir, fakat fiziksel öznitelikler, onun toplumsal niteliğini açığa vurmaz. Mal üretimi de yalnızca bir toplumsal süreç değüdir. Doğal ya da maddi bir süreçtir de, insanın "doğayla alışverişidir de.(2> İnsanların üretimdeki bazı üişkderi de, nitelik olarak maddidir. Eğer siz de ben, bir nesneyi her birimiz bir ucunda tutarak taşıyorsak, taşıma işinin gerçekleşmesi sayesinde maddi bağlantılar kuranz. Seninle koordineü bir şekilde güç sarfedip vücudunu hareket ettiririm ve bizim fiziksel etkileşimimiz, işimizi bize bildiren otorite yapısından aynlabilir. Emek sürecimizin maddi karakteristikleri, birbirimize karşı, ya da başkalarına karşı işgal ettiğimiz toplumsal rolleri açığa vurma?.
Toplumsal gelişimin bütün evrelerinde üretim süreci, yalandan bağlantılı olmalarına karşın farklı olan iki faktörün, teknik ve toplumsal koşulların sürekliliğine, insan de doğa ve insan üe insan arasındaki kesin ilişkiye dayanır."' Bu ifade, ınsanlan doğayla Uişkilendiren teknik ya da maddi koşulların, tam anlamıyla alındıklarında, insanlar arasındaki ilişkileri kapsamadığım ima eder. Fakat, maddi koşullar toplumsal üişkderi kapsamadığı halde, insanlar arasındaki bütün ilişkiler toplumsal olmadığı için insanlar arasındaki bazı ilişkileri kapsar. Maddi durumu toplumsal durumdan nasd ayırabiliriz? Şu ölçütü almaya çalışalım: Bir tarif, sadece ve sadece kişdere -tanımlanmış ya da tanımlanmamış- diğer insanlar karşısında hak ve yetkiler*" vermeyi gerektirirse toplumsaldır. Bu öneri, daha az rafinedir; fakat, üretken güçlerin (üretken güçler olarak) ve üretim ilişkilerinin (üretim ilişkileri olarak) tariflerini istenüen şekilde sınıflandırır, zira üretim ilişkileri belirtilen gereklere sahiptir, üretken güçler ise değildir. Bu ölçüte göre, toplum için yaşamsal olan birçok olgu, toplumsal değd, doğal ya da maddi olgulardır. Örnekler: Büyük miktarda demir cevherinin elde edüebüir olması, demiryollarının toprağı yanp geçmesi, kullanılan elektrik, emek gücünün tarıma ayrılan kısmı. Manc, buna gelişmiş bir toplumun "ekonomi dışı" olgusu der; bu toplumda: insanın bütün zamanım Zorunlu gereksinmeleri üretmek için harcaması gerekmez, geçim için gerekli emek zamanının üstünde ve ötesinde kendisine ait serbest zamanı vardır, dolayısıyla "'- Sermaye Birikimi, çv. Tayfun Ertan, Alan Yayıncılık, 1986, s. 24. '"- Hak ve yetkiler Bölüm VIH'de ayırt ediliyor.
"'- Alman İdeolojisi, s. 51. '»-Kapital, c. 3. s. 713.
100
Alt-bölüm (6), maddi üretim ilişkileri ile toplumsal üretim ilişkileri arasındaki ayrımın ve Manc'ın bu ayrıma bağlılığının daha tam bir anlatımım veriyor. İnsanlar arasında maddi ilişkiler var olduğu için, Rosa Luxemburg'un başka bakımdan değerli olan cümlesinin buna yakın anlamı yanıltıcıdır:
116
bu serbest zamanı artı emek için de kullanabilir.'" Serbest zamanı o şekilde kullanabilmesi maddi ortama aittir; fakat öyle kullanmak zorunda olup olmaması,-kimin için ve ne ölçüde öyle kullandığı toplumsal ortamın olgularıdırlar. Kendisinden toplumsal biçimini çıkarsayamadığımız bir toplumun tam maddi bir tarifini tasarlayabiliriz -"sosyo-nötral" bir tarif. Bu tarif, kişilerin maddi yeteneklerini ve gereksinmelerini, bu insanların kullanabildiği kaynak ve olanakları, bilimsel bilgilerini aynntüandıran geniş bir bilgi verecektir. Fakat, sahiplik biçimlerinin, hak ve görev dağılımının, toplumsal rollerin sözü edilmeyecektir. Bu toplumsal tasvirini Max Weber'inkiyle karşüaştıralım. Weber, bir eylemi (kabaca) öznel amaçlı bir davranışın paçası olarak nitelemekle başlar. Sonra toplumsal eylemi, öznel amacı "başkalarının davranış mı hesaba katan ve dolayısıyla bu seyir içinde yönlendirilen" eylem olarak tanımlar."' Weber'in tanımına göre toplumsal olan birçok eylem, burada maddi olarak değerlendirilecek; zira, sadece ve sadece öznel amacın içeriğinde toplumsal hak ve yetkilere bir gönderme görünürse, başkalarım gözeten öznel amaçlı eylemi toplumsal sayabiliriz.(J) Sizinle bir nesne taşıdığım sürece, yaptığım şey toplumsal değildir. İşi bir anlaşma gereği olarak ya da sizin otoriteniz altında yaptığım sürece, toplumsaldır. Ne var ki, sadece eylemlerle değil, bir toplumun ya da tdplumia ilgili olguların karakteristikleriyle de ilgileniyoruz. Weber'in kendisi de, çözümlemesini eylemlerden öteye, başkalarını gözeten türden öznel amaçların "tezahürleri olarak değerlendirilebilir" olduk-
Grundrisse, s. 641; ve bkz. Kapital, C 1. s. 526-527; Theories of Surplus Value, C. 2, s. 406. '*- Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çv. Özer Ozankaya. imge Kitabevi, 1995, s. 11. Bir öznel amaç (arifi, söz gelimi, "... a yapmak" biçimini alır ("X, a yapma özne! amacındadır"da olduğu gibi). Bu tarif, sadece ve sadece bağlantılı eylem-tarifl, bu durumda "... a yapar," yukarda verilen ölçüte göre toplumsalsa, toplumsaldır. (Öznel amaçlar, toplumsal tariflere sahip olduklarında içerik olarak toplumsaldırlar).
100
lannda toplumsal saydığı "istatistiksel birbiçimlilikler"e genişletir. Şöyle yazar: Anlamlı'" görüngülerin istatistikleri olduğu gibi, tamı tanıma aym anlamda, ölüm oranlan, bitkinlik görüngüleri, makinalann verimliliği, yağış miktan gibi anlamdan yoksun süreçlerin istatistikleri de vardır. Fakat, sadece görüngüler anlamlı olduklarında sosyolojik istatistiklerden söz etmek uygundur. Suç oranlan, meslek dağılımı, fiyat istatistikleri ve ekili alan istatistikleri gibi durumlar bunun örnekleridir. Doğal olarak, tarımsal ürün istatistiklerinde olduğu gibi, her iki bileşeni de içeren birçok durum vardır.'1' Burada Üstelenen Weberci tarzda toplumsal olmayan görüngüler, bizim kavrayışımızda maddidirler. Ya onun toplumsal dedikleri? Suç oranlan toplumsaldır; çünkü suçlar haklan ihlal eder. Bir sonraki paragrafta ileri sürüldüğü gibi, meslek dağılımı belirsizdir. Fiyat istatistikleri toplumsaldır, zira, fiyatlar mübadele oranlandır ve mübadele de, mallarda sahiplik haklarım gerektirir. Ne kadar toprağa arpa ekildiği, ne kadarına çavdar etkildiği toplumsal değildir, fakat arpa ve çavdar tarlalarının sahiplik biçimi toplumsaldır. Toplumsal ilişkileri maddi bir tariften çıkarsayamamıza karşın, genel ya da teorik bilgi sayesinde âz çok gevenle anlayabiliriz. Bir adamın başkalarının ayaklarım örten ayakkabdar yaptığım söylemek, onu sadece maddi olarak tarif etmektir, fakat, bu adamın bir ayakkabı hırsızı değü, malzeme tedarikçüeri ve müşterilerle yerleşik ilişküeriyle bir toplumsal rolü üstlenen ayakkabıcı olması çok olasıdır. O halde, hem maddi hem toplumsal meslek dağüımlan vardır ve neredeyse eşbiçimlidirler. Ayakkabı yapan bir adamın maddi faaliyetinden bir ayakkabıcı olarak onun toplumsal rolünü çıkarma, genel kabul gören bügiye dayanan açık bir sonuç çıkarmadır. Fakat genel kabul gören bügi olmayan Marksçı teori, el değirmeninden feodal toplum ve buharlı
"'- "anlamlı" = (kabaca) "öznel amaçlı". '*- Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, s. 26.
119
e
makineden kapitalist toplum sonucunu çıkarmak gibi çok daha hırslı sonuçlar çıkarması gerekir.01 Buradaki maddi olgulardan toplumsal olgularî çıkarma, feodal ve kapitalist ilişkilerin kendi teknolojilerine uygun oldukları iddiasına dayanır. (Üretken güçler el değirmeni evresindeyse, göreli olarak gelişmemişlerdir^ Emeğin çok büyük bir kısmı tarımsaldır ve bu durumda kapitalist dişkder olası değddir). Maddi tarif, bir toplumun esas doğasını yakalar. Elbette "doğa"nın bu anlamında doğa, toplumsal biçimler içinde ve bu biçimlerin bir sonucu olarak değişen tarihin bir ürünüdür.'2' Toplumsal örgütlenme halindeki insanlık,, kendi çevresini ve bizzat kendi doğasını değiştirerek, çevresine müdahale eder; zira, bu karşı karşıya gelme seyri içinde kendi yetilerini ve gereksinmelerini geliştirir. Üretken güçlerin gelişmesi, doğanın dönüştürülmesinde ifadesini bulur ve sosyo-ekonomik yapılar, içinde bu gelişmenin derlediği biçimlerdir, "gelişme biçimleridir.(,) İklim ve coğrafya koşullarım dikkate alan Mars ve Engels şun' lan yazdılar: Tarih yazımı bu doğal temelerden ve tarihin seyri içinde insan eyleminin bu temellerde yaptığı değişikliklerden hareket etmelidir.'4' Doğal temelin değiştirilmesi, elbette, onun maddi niteliğim ortadan kaldırmaz. Bir toplumun insan eliyle değiştirilmemiş coğrafyasıyla ilgili olgular, o toplumun üretken yeterlilikleriyle ilgili olgulardır. Nehirlerin dağılımı, sulama ve taşıma olasılıklarını koşullar. Potansiyel tarımsal çıktı, toprağm doğasına bağlıdır. Yüksek yerlerde bazı hayvanlan yetiştirmek uygun değddir ve yel değirmenleri her iklimde olanaklı değddir. Üretken güçlerin dışsal gelişmesi -emek gücünün gelişmesine Felsefenin Sefaleti, s. 100. •*- Bkz. Alman İdeolojisi, s. 48. '*- Ekonomi Politiğin eleştirisine Katkı, s. 23. '*- Alman ideolojisi, s. 37.
100
karşıt olarak- yeni bir coğrafyanın, yeni bir maddi çevrenin dayatılmasıdır. Bu iddiaya direndirse, olacaklan düşünün. Bir ırmağın burada varlığı, hiçbir hesapta toplumsal olgu değddir. Yine de, örneğin ticaret yollarını koşullayarak büyük bir toplumsal öneme sahip olabilir. Toplumsal önemi olan maddi bir olgudur. Doğanın seyri içinde ırmağın yönünün değiştiğini varsayalım. Irmağın bu (yeni) akış yönü, hâlâ fiziksel bir olgudur. Şimdi, insanların öznel amaçlı eylemleriyle değişikliğin meydana geldiğini varsayalım. Irmağın akış yönü fiziksel bir madde olarak-kalır mı? Bir kanal inşa edilirse, bu durum, sadece maddenin daha köklü yeniden düzenlenmesi değil mi? Bir makina, maddenin hareketli parçalarından oluşan bir kümeden, çevrenin yapay bir şekilde tasarlanıp kurulmuş bir parçasından başka nedir? Kolay adımlarla, sofistike bir ekonominin bütün üretken fabrikasını insan eliyle dayatılmış bir coğrafya olarak görebiliriz. Üretken güçlerin gelişmesinin, ya da insan gücünün ve maddi uzanımlarının verdi bir düzeyinde, belli bir üretim ilişkileri kümesi, ya da beUi bir toplumsal biçim, bu gücün kulamlmasına ve daha da geliştirilmesine uygun bir çerçevedir. Fakat, insanla doğa arasındaki ilişkinin ve insanların toplumsal ilişkilerini belirleyen kendi aralarındaki maddi ilişkderin mevcut durumunu toplumsal biçimden her zaman soyudayıp sergdeyebdiriz. Maddi gelişme, tarihteki sürekliliği sağlar: Birbirini izleyen her kuşağın, yeni üretim için hammadde hizmeti gören ve bir önceki kuşak tarafından edinilen üretken güçlerin sahibi olarak kendisini bulması basit olgusu nediyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık doğar; insanın üretken güçleri ve dolayısıyla toplumsal ilişkileri geliştikçe giderek daha fazla bir insanlık tarihi olan bir insanlık tarihi şekillenir."' İnsan ile doğa arasındaki ilişki, toplumsal biçimle "dolayımlanır":'2' Toplumsal biçimin dışmda gerçekleşmez. Sosyo-nötral te-
'"- Felsefenin Sefaleti, s. 165. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 378.
121
rimlerle tarif edilen doğanın gelişmesi, bu nedenle bir soyutlamadır. Fakat, teorik açıdan önemli bir soyutlamadır. Zira, toplumsal kurumların merkezi özellikleri, doğanın dönüştürülmesine katkılarıyla açıklanır. Üretken yeti toplumsal olarak gelişir; fakat nitelik olarak doğaldır. Toplumsal olarak beslenmesine karşın bilimsel bilgi bile, özel insanların doğal bir yetişidir.'" Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasında bilinen ayrımın, Mars'ta, doğa ile toplum arasında bir karşıtlıklar kümesi olduğunu ileri sürüyoruz. Yorumcular, Marx'ın "maddi"yi "toplumsal" ya da "biçimsel"in karşıtı olarak ne kadar sık kullandığım, "toplumsaT'ın karşısında "doğal"ın nasd "maddi"nin yarımda yer aldığım, maddi olarak tarif edüen şeyin nasd bir biçimin "içeriği" sayddığını belirlemeyi başaramamışlardır. (Maddi söz dağarcığının diğer terimleri "insan", "basit" ve "gerçek" terimleridir, "tarihsel" ve "ekonomik" terimleri ise "toplumsal"a eşlik eder). Bu karşıtlıklardan ve tanımlamalardan çıkan sonuç şudur: Toplumun maddesi ya da içeriği, biçimi toplumsal bir biçim olan doğadır. Marx'm materyalizmi, belki birkaç şeydir, fakat maddi gelişmeye hizmet eden toplumsal tarih açıklaması, kesinlikle bu şeylerden biridir.(,) Marx'ın üretken güçleri temel aldığım fark eden bazı Marx eleştirmenleri, onu, toplundan maddi olarak değil toplumsal biçimlerine göre sınıflandırmaya geçtiğinde tutarsızlığa düşmekle suçlarlar. Gellner, Birleşik Devletler'in neden "alitierine göre (sınai üretim) değü de mülkiyet biçimine göre (kapitalizm)" sınıflandınldığını sorar.'3' Soru aldatıcıdır. Kendilikleri çoğunlukla içeriklerine göre değil, biçimlerine göre sınıflamak uygundur ve biçimsel sınıflama, mevcut durumda doğrudur; zira üretken güçlere göre ayırma, toplumsal tipleri vermez.
(2) Emek Sürecinde Madde ve Biçim Fiziksel olarak bakıldığında üretim, toplumsal biçiminden soyulmuş görünür ve "emek sürecim verili toplumsal koşullar altında aldığı biçimden bağımsız olarak incele"yen Kapital'in ilgili bölümünde böyle tarif edilir.'1' Toplumsal yanıyla üretim "maddi üretim"dir ve bu kapitalist ya da başka bir üretim biçiminin içeriğidirVe bu içerik, bütünleştiği biçimden soyutlanarak betimlenebilir. O halde Marx'ın çarpıcı bir şekilde toplumun bütün evrelerinde, yani tarihsel niteliği olmaksızın gerçekleşen, lütfen insani, genel olarak üretim süreci"' dediği şeyi gözlemleyelim. Demek ki, toplumsal biçimden bakarsak, toplumsal biçimden kavramsal olarak ayn birşeyi fark ederiz: Doğayla insani -burada toplumsala karşıt olarak- etkileşim, yani maddi üretim. Toplumsal biçimle hiçbir ilişkisi olmayan maddi üretim şudur: İnsanların doğayla alışverişini sağlayan, sadece her toplumsal biçimden ve iyi tanımlanmış nitelikten yoksun olmakla kalmayıp, toplumdan bağımsız, bütün toplumlardan uzak çıplak doğal varoluşu içinde büe, hâlâ toplumsal olmayan genel olarak insanın toplumsallaşmış insanla ortak olduğu yaşamın bir ifadesi ve doğrulanması olan insanın genel olarak üretken faaliyeti.'4' Toplumsal insanın doğayla ve toplumsal olmayıp "lütfen, insan" olan diğer insanlarla ilişkileri vardır. Maddi üretim, toplumsal bir biçime bürünmedikçe tarihte gerçekleşmez; zira, "toplumsal olmayan insan", eğer var olduysa, tarih başladığında ortadan kaybolur. O halde, saf maddi süreç, "üretimin herhangi bir fiili tarihsel evresini tanımlamayan soyut bir
'"- Bkz. Grundrisse. s. 700. Krş. Lange, Political Economy, C. t, s. 47; Goldstick. "On Üıc Dialectical Unily of the Concept of Matler," s. 76. '*- Thought and Change. s.. 132-133.
'"- Kapital, C. I , s . 193. '*- Grundrisse, s. 304. Marx, toplumsal özelliklerinden soyutlanmış üretime işaret ettiği için "maddi" sözcüğünü vurgular. '*- Grundrisse, s. 320. ("lütfen" ifadesi İngilizce yazılmış). Kapital, C. 3, s. 716.
100
123
kavrayış"tır.® İçerik biçimsiz var olamaz, fakat bu onun önemini azaltmaz. Üretim sürecinin içeriği sır değil. Ne görünüyorsa odur ve doğasını açığa çıkarmak için hiçbir bilime gerek yok. Bu durum, onu incelemeye değmez kılmaz, fakat her inceleme de bilim değüdir. Sadece gerçeklik görüntüyle gizlendiğinde bilim gereklidir.® Aslında Marx, bir içerik incelemesi, bir sınai teknoloji tarihi incelemesi yapmak ister.® Bu inceleme, iktisat büimine ait olmazdı; zira, "ekonomi politik teknoloji değildir."® Ekonomi politik, nitelik olarak gizemleştirüen ve ancak teoriyle nüfuz edüebüen toplumsal biçimi inceler.
ği", -ilerde Bölüm V'te tartışılacak- metalann içeriği olan "kuüanım-değerlerinden kaynaklanmaz."® Maddi bir süreç olarak emeğin ürünü, bir kullanım değeridir. Toplumsal bir süreç olarak emek ürününün niteliği, toplumsal biçime göre değişir. Kapitalizmde bir değişim değeridir: Ayn bir üretken faaliyet olarak fiziksel yanı dikkate alınırsa terzilik işi, ceket üretir, ceketin değişim değerini değü. Genel terzilik olarak değil, soyut evrensel emek olarak değişim değeri üretir ve bu soyut evrensel emek, terzinin yaratmadığı bir toplumsal çerçeveye aittir.® Değiştin değeri, ürünün "an toplumsal", dolayısıyla "doğal olmayan" bir özniteliğidir, oysa kullanım değeri doğal ve toplum-altıdır. "Kuüanım değeri, şeylerle insanlar arasındaki doğal dişkiyi ifade eder," oysa değişim değeri "şeylerin toplumsal varoluf«"dur.® Maddi olarak kavrandığında emek süreci, toplumsal olmaktan çok insanidir, dolayısıyla ürünü de; o nedenle,
O nedenle, içeriği anlamak için bilimin gerekli olması bir yana, Manc "m "doğal yasalar" dediği içerikle ügili temel hakikatler her çocuğa malumdur. Çocuklar bilir ki, "farklı gereksinmelere uygun ürün kütlesi, toplumun farklı ve nicelik olarak belirli toplam emek kütlesini gerektirir."® Bu, toplumsal bir yasa ya da bir iktisat olgusu değildir. Bunun verili bir toplumsal biçimde kendim ifade şeklini inceleyen ekonomi politiğe önseldir: Kapitalizmde bu şekü, değer yasasıdır. Fakat, "hiçbir toplum biçimi, ... şu ya da bu şeküde toplumun emrinde olan çalışma zamanının üretimi düzenlemesini önleyemez."® Emeğin sadece kendi geçim araçlarının değü, üretim araçlarım da üretmek zorunda olması olgusu da, benzer şeküde, "özgül bir biçimin sonucu" değü "doğal bir gereklilik"tir.® İnsanlık durumunun bu hakikaderi toplumsal bilimin sınırlan dışında kalır; zira, ne toplumsaldırlar ne de bilimseldirler. Biçimin gizini çözmek için bdim gereklidir. Bu yüzden, "metalann mistik nitli-
Kullanım değerinin üretken emeği somuttur, ya da nitelik olarak farklılaşmıştır: Terziliktir, dokumacılıktır, madenciliktir vb. Değişim değerinin üretken emeği ise soyuttur, toplumun toplam emeğindi özeüiksiz bir oranıdır.® Kuüanım değerlerinin toplamı toplumun somut ya da maddi zenginliğidir; oysa değişim değerleri bütünü -toplumsal olarak görülen aym toplam- soyut ya da toplumsal zenginliktir."'
'"- Grundrisse, s. 88. Bu tez, Ek: l'de açıklanıp inceleniyor. '*- "Danvin ilgimizi doğa teknolojisi tarihine çekmiştir... insanın üretken organlarının, her toplumsal örgütlenmenin maddi temeli olan organların tarihi eşdeğer bir ilgiyi hak etmiyor mu?" Kapital, C. 1, s. 386, dn. 4, italikler benim. Grundrisse, s. 86. '*- Manı'tan Kugelman'a, 11 Temmuz 1868, Selected Correspondence, s. 196. Marx'tan Engels'e, 8 Ocak 1868, Selected Correspondence. s. 187. Vurgulara dikkat edin. n - Kapital, C. 3, s. 694.
'"- Kapital, C. 1, s. 86. Critigue of Political Economy, s. 36 (Türkçe basımı Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'da bu pasaja rastlanamadı -çv). •»- Theories of Surplus Vaule, C. 3, s. 296. Krş. Grundrisse. (Berlin), s. 899, 909. Grundrisse. s. 872. Sayfa 680'de kullanım değeri ile değişim değeri içerik ve biçim olarak ayırt ediliyor. '*- Marx, daha önceki iktisatçılan emeğin bu iki biçimde kavranabileceğim belirtmemiş olmalanndan ötürü eleştiriyordu (Bkz. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 67 vd.) Somut emek ile soyut emek ayrımının felsefi bir değerlendirmesi için bkz. "Manc's Dialectic of Labour," s. 256-249. M -Kapital, C. 1,52-53.
100
125
değişim değeri, değerin toplumsal biçimini ifade eder ... kullanım değeri ise, değerin ekonomik biçimim ifade etmez.®
Kapitalizmle birlikte üretim araçlarının, cansız emeğin, canlı emeğe baskın geldiği bilinen bir Marksçı düşüncedir. Marx'ın iki anlamda, bizzat kendisinin ayırdığı maddi ve toplumsal anlamda bunu niyet ettiği ise daha az bilinir. İlgili metinler, üretimin sermayenin "biçimsel" ve "gerçek" hükmü altına girişini betimler. Sermaye üretim araçlarının denetimini ele geçirir ve emek gücü, ancak sermayeye devrinden sonra üretken bir şekilde işlev görebilen bir meta halini alır. Fakat, emek gücünün bağımsız işlev görememesinin iki boyutu vardır. Birincisi, Mars'ın "salt biçimsel", yalnızca bir ekonomik biçim meselesi, dediği emeğin sermayeye başlangıçtaki bağımlılığına karşılık gelir. Üretim araçları sermayeye dönüşmüştür, fakat maddi emek süreci hâlâ değişmemiştir. "Bireyin çalışma tarzı, büyük ölçüde değişmemiştir.""' Hükmü altına girişin biçimsel olması, emekçinin gerçekten sermayenin hükmü altına girmediği anlamıma gelmez: Maddi biçimde gerçekten hükmü altına girmediği anlamına gelir. Emekçinin faaliyeti, artık sermayenin genişlemesine hizmet eder --cansız emek toplumsal anlamda canlı emeğe egemendir. Biçimsel hükmü altına girme, biçim işçi sermayeye bağımlılık dışında maddi olarak etkili olmayacak kadar içeriği geliştirdiği gerçek hükmü altına girmeye yol açar. Bu durumda becerileri o kadar yok olmuştur ki, sadece kapitalistin makinasıyla üretebilir, kendi denetimindeki aletlere hükmetmek yerine, makinanm hareketlerini izlemek zorundadır. "Doğası itibariyle, bağımsız harhangi bir şey yapmaya uygunsuz" hale gelir.® Fakat yine de, saf biçimsel - kapitalist üretimin hem daha az gelişmiş evresine hem de daha çok gelişmiş evresine ortak genel biçimi- bakış açısından bile, .... üretim araçları emekçiye bağlı görünmez, emekçi üretim araçlarına bağlı görünür;'31 çünkü, emekçinin rolü üretim araçlarının genişlemesini arttırmaktır. Bu nedenle kapitalizmin bütün evrelerinde, "'-Kapital,C. l , s . 374. '*- Kapital. C. 1, s. 375; italikler benim. '*- Theories of Surplus Value. C. 1. s. 390. Krş. Kapital, C. 1, s. 323-324.433-434
100 126
emek araçlarını kullanan işçi değildir, aksine işçiyi kullanan emek araçlarıdır; ne var ki, bu tersine işleyiş ilk kez sadece fabrika sisteminde teknik ve açık bir gerçeklik kazanır.'" Üretim ve ürünün maddi ve toplumsal yanlan arasındaki aynmı, Manc'ın ayrıntdı bir şekilde ele aldığı kapitalist toplum açısından saptadık. Çoğunlukla ve haklı olarak "doğal ekonomiler" denilen kapitalist-öncesi üretim sistemlerine bu ayrımın uygulanamayacağı düşünülebilir.™ Ne var ki, doğa ile toplum arasındaki bölünmeyi kapitalizm keskinleştirse de, daha önceki biçimlerde de vardır. "Öşür" terimi, doğal bir kullanım değeri olarak değil, toplumsal niteliği sayesinde serfin ürününün bir kısma karşılık gelir. Kapitalizm öncesi durumda ürünün biçimi, ürün üzerinde bir hak iddiasına kaynaklık eden toplumsal rol tarafından belirlenir. Bütün mallar tarafından sergilenen ve bütün mallan sistematik bir karşılıklı ilişki içine sokan değişim değeri gibi tekil bir biçim yoktur. Madde ile biçim arasındaki ilişki, kapitalizm öncesi üretimdekiyle aynı olmayabilir, fakat bu ayrım ona da uygulanmalıdır ve uygulanır.
(3) Kullanım Değeri ve Ekonomi Politik , Ekonomi bilimi, toplumsal biçimi açığa vuran ekonomik yasalan ve olguları inceler. Buna göre, "kullanım değeri olarak kulamm değeri, belirli ekonomik biçimden bağımsız olduğu için, ekonomi politiğin araştırma alanının dışında kalır.""' Kullanım değerinin tüketimi, "doğal niteliği içinde bireyin kendi bireysel gereksinmesinin bir nesnesiyle ilişkisinden başka hiçbir şeyi ifade etmeyen salt fiziksel yaranın tüketimidir.""' Bu ifade, diğer şeyler yanında, toplumsal olarak yaratılan ge-
Kapital, C. 1, s. 435, italikler benim. Krş. Kapital, C. 2, s. 126. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 42. '*- Grundrisse, s. 274.
reksınmeleri de kapsar. Örneğin, bir insanın sadece belli kökü normlarına bağlı, bir toplumda ortaya çıkan deodorant gereksinmesine uygulanabilir. Bu gereksinme, köken olarak (kısmen) toplumsaldır, faka| maddi türden belli bir sıvıya duyulan gereksinmedir de. Toplumsal genesisinden soyutlayıp, sonucu insanla doğa arasındaki bir ilişki olarak ifade edebiliriz/" Toplum, insan doğasını sürekli değiştirir ve bir deodorant istemi bir insanın doğasının bir parçası olabilir. Kullanım değeri, metanın tözü® ve sermayenin bedenidir.® Ekonomi poütik, içeriği, tözü ya da bedeni değü, bunların aldığı toplumsal biçimi, değişim değerini ve sermayeyi inceler. "Maddi yan", "üretimin birbirinden çok farklı çağlarının ortak yanı" olabilir ve "ekonomi politiğin dışına düşer": Ekonomi politik disiplini söz konusu olduğu sürece, beylik laflar kuüanım değerini nitelendirmeye yarar.® "Kuüanım değeri olarak" kullanım değerini ele almak ekonomi politiğin ötesinde olgu halde, gerçekten ekonomik olgularla ilişkili olduklarında maddi olgular ekonomi politiğin ilgi alanına girerler. Bu nedenle, sadece tüketimde önemli, "dolayısıyla ekonomik ilişkinin dışında" olduğu için,® iktisatçının metanın tözünü ihmal edebüeceğini söylemesine karşın, Marx bunu, tüketimi "ekonomik sürece giren" emek gücünün kullanım değeri meselesi içinde niteler/" Emek gücünün fiziksel üretkenliği ekonomik bir büyüklük olan artı değer oranını sınırlar; çünkü, artı değeri yaratan artı emek için kullandabilir zaman, işçinin kendisini ne kadar hızlı yeniden üretebüeceğine bağlıdır. Diğer yanda ekonomik temelli kâr dürtüsü, maddi üretkenliği teşvik eder. Ve ekonomik zorlamalar, hangi '"- lan Gough, bu soyutlamanın tutarlılığından kuşkulanır, fakat biz savunacağız. Bkz. lan Guogh. "Mara's Theoriy of Productive Labour," s. 60-62. m -Grundrisse, s. 301. '*- Grundrisse, s. 646. '*- Grundrisse, s. 852-853. Grundrisse, s. 208. Grundrisse (Berlin), s. 970; Ayrıca bkz. Theones of Surplus Value, C. 2, s. 488-489 ve"ekonomik görüngüleri belirleme bakımından kullanım değeri çözümlemesinin ne kadar önemli olduğunun bir başka örneği" için bkz. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 252.
128
kullanım değerlerinin üretildiğim belirlemeye yardım eder: Ekonomik esinti planlı vazgeçme politikasının maddi sonuçlan vardır. Mârx, kullanım değeri de değişim değerinin birbirine geçirilişine duyarlıydı ve "buna göre kullanım değeri, bugüne kadar iktisatta oynadığı rolden çok daha fazla önemli bir rol oynar" diyordu/" iktisatçının kuüanım değerine ügisi, kullanım değerinin ekonomi politik alanından dışlanmasıyla tutarlıdır. İktisatçı, üzerinde entelektüel hükümranlık kuramadığı ekonomik olmayan olguların ekonomik anlamlarının ayırdına varır. Fizikçilerin ve mühendislerin inşaat malzemeleri konusunda keşfettiklerini kendine mal etmek zorunda olan miman, ya da boya, mermer vb hakkında birşeyler bilmek zorunda olan plastik sanatiar tarihçisini düşünün.® Mermer, heykelin içeriğidir, heykeltraşın biçimlendirdiği malzemedir. Manc, Rıcardo'yu, kuüanım değerinin programatik bir dışlanmasını -başaramadığı ve baş atmadığı- üan etmesinden ötürü sık sık eleştirmiştir.® Fakat bir keresinde de Ricardo'yu, gereksiz yere maddi mülahazalara girmekle suçlamıştır. Suçlama haksızdır ve hem ayrıntıda hem ilkede Marx'm kendi görüşleriyle Çelişir. Ricardo, o zaman bir veri olarak alman kâr oranının düşüşünü, toprağın marjinal verimliliğinin varsaydan azalmasına başvurarak açıklamış ve bu temelde, kâr oranında sürekli bir düşüşü öngörmüştür. Sünni gübredeki daha deri gelişmeleri hesaba katmadan öyle düşünmüştür ve daha sonralan yazan Manc, organik kimyadaki derlemelerin Ricardo'yu yalanladığım ilan edebilmiştir. Organik kimyanın konuyla ilgili ölduğu açıktır. Ne var ki, Manc, Ricardo'yu sedece fiziksel olarak olanaklı olan şeyle ilgili haksız bir kötümserliğe yapışıp kalmasından ötürü değd, fiziksel bir öncülü kâr oranı tartışmasına sokmasından ötürü de eleştirmiştir. Ricardo'nun "iktisattan organik kimyaya kaçmasindan yakınmıştır.®
'"-"Marginal Notes on Wagner," s. 52. Bu, Mani'm benzetmesidir, Grundrisse. s. 174. "»- Grundrisse. s. 267, 320, 646-647. '*- Grundrisse. s. 754
129
Bu son eleştiri, sadece ekonomik süreçlerin açıklamaları ilke olarak bunları belirleyen fiziksel süreçlerden soyutlanmaları gerektiğinde kabul edilebilirdir. Fakat Manc'ın kendisi, verimülik farklılığının ekonomik önemini kabul etmiş ve rant tartışmasında buna büyük önem vermiştir. Ricardo'nun organik kimyaya kaçışma gelince, Marx'ın kendisi "Almanya'daki yeni tanm kimyacılığına, özellikle bütün iktisatçdann toplamından bu bakımdan çok daha önemli olan Lebig ve Schönbein'e" işaret etmiştir."' Ne olursa olsun, Manc'ın kullanım değeri ve iktisat üzerine daha çok düşünülmüş ifadeleri, ekonomik sava maddi mülahazalan sokmaya yönelik ilke itirazlarım dışarda bırakır: Her şeyden önce, her çözümlemede kullanım değerinin, önvarsayılan tözün ne ölçüde ekonomi ve ekonomi kategorilerinin dışında kaldığı ve ne ölçüde içinde girdiği gösterilmelidir.'2'
(4) Ayrımın Devrimci Değeri Toplumun maddesi ile biçimi arasındaki aynm teorik olarak yararlıdır, fakat devrimci bir kapitalizm eleştirisini beslemeye de hizmet eder. Kapitalist ekonomik biçim içinde gerçekleşen maddi süreç üzerinde yoğunlaşmakla, sermayenin maddi servet yaratmanın vazgeçilmez aracı olma iddiasmı geçersizleştirir. İçerik ile biçimin birbirine kanştınlması, fiziksel üretim ve maddi büyümenin sadece kapitalist yatınmla sağlanabileceğine dair gerici yanılsamayı destekler. Kapitalistin rolü savunularak "birileri fınans, birileri de iş sağlamak zorundadır" denildiğinde, üretimin maddi gereklilikleri ile bu gereklilikleri karşılamanın özgül bir toplumsal tarzı birbirine karıştırılıyor ve böylece eleştiriye karşı bir kanıt sağlanmış oluyor. "Aptal iktisatçı"nın kafasında, ... "genişletilmiş yeniden üretim, aynlmaz bir şekilde ... birikimle, bu yeniden üretimin ka-
pitalist biçimiyle bağlantılıdır."'" Eleştiri, sermaye birikimi ile onun fiziksel temeli, "ekonomik biçimi bir tarafa" bıraktığımızda kendini açığa vuran "yeni üretim araçlarının basit oluşumu" arasında bir ayrımı gerektirir.'2' Marx, burjuva ekonomi politiğini kapitalist biçim ile bu biçimin temelindeki maddeyi akılsızca ya da kurnazca birleştirmekle suçlamıştır. Yararlı maddi nesneler olarak üretken güçler kullanım değerleri kümesine aittirler; bu nedenle salt üretken güçler olarak düşünüldüklerinde "toplumsal çerçeveye ait değildir"ler. "Sermaye, toprak ve emeği" üretimin üç faktörü olarak alan "Üçlü Formül" bu hakikati ihlal eder. Zira, "toprak" ve "emek" "toplumsal biçimle bir ilişkisi olmayan" maddi faktörleri anlatır,'1' oysa "sermaye," üretim araçlarının tarihsel bir evrede aldığı kapitalist biçimi anlatan toplumsal bir ifadedir. Üçlü Formüle karşı çıkarken Marx, "gerçek [yani maddi] emek süreci" ile burjuva iktisatçının emek sürecinden ayıramadığı "toplumsal üretim süreci"ni karşdaştınr.'4' İktisatçının yarulgısı, zaman zaman söylendiği gibi, kapitalizmi tek olanaklı ekonomik biçim sayması değildir. Kuşkusuz başka biçimlerin de olduğunu bilir. Hatası, daha çok, bizzat kapitalizmde içerik ile biçimi ayırt edememesidir ve bu yanılgı iktisatçının açıkça çıkaramadığı şu sonucu besler: Biçim içerik kadar ebedidir; üretim her zaman üretim araçlarını gerektirdiği için, her zaman sermayeyi de gerektirir.'5' İktisatçı, üretim konusunda tarihsel olarak özgül olmayan söyleme dalmakla da hata yapmaz. Manc'ın kendisi de bunu yapar ve yerinde bir tutumdur. Fakat iktisatçı, "sermaye"yi üretim araçlanyla eşanlamlı kullandığında yaptığı gibi, bir toplumsal biçime özgü kavramları bu söylemin içine taşır. Burjuva savununun daha vulger biçimlerinde kapitalist, sadece sermaye sağlamak için değil, girişimi idare etmek için de gerekli Theories of Surplus Value, C. 3, s. 272. Kapital, C. 3, s. 745. '»- Kapital, C. 3, s. 715 vd. Krş. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 453. '*- Kapital, C. 3, s. 116-1 \T. Theories of Surplus Value. C. 3, 322, 327-328. '"- Grundrisse. s. 85-86
Marx"tan Engels'e. 13 Şubat 1866. Grundrisse, s. 268.
130
131
dir. Bir itiraz şudur: îdari işlev devredüebilir, fakat herhangi biri gerekliyse, bu, devreden değd devredüendir.(,) Dahası, yöneticinin görevinde madde de ilgili olan de biçimle dgdi olan ayırt edüebilir. Üretimi örgütlemek birincisine, işçderi gözeüemek, çalışmalarım sağlamak ikincisine aittir. İşçderi gözetleme hizmetine yapdan ödemeler üretimin "faux frais"sini,'*' maddi zorlamaların değü uzlaşmaz toplumsal ilişküerin yarattığı maliyetleri oluşturur.'1' Ayrıca eşyaların hakiki ve sahte dolaşım maliyetleri de ayırt eddebilir, birincisi, taşıma masrafları gibi maddi mallar üzerinden dolaşım maliyetleridir, ikincisi ise, banka hesaplan ve tüccarların aldığı karşılık gibi metalar üzerinden dolaşım maliyeüeridir.'3' Toplumsal düzenlemeler fiziksel gereklilikleri değiştiremezler, fakat toplumsal düzenlemeler değiştirilebilir. Toplumsal düzenlemeler düzenledikleri gerekliliklerle birbirine karıştırıldığında, gerekliliklerin değişmezlik niteliğini paylaşır gibi görünürler. Sofistlerin doğa üe inanç arasına koydukları ayrım, her toplumsal eleştirinin temelidir ve Mara'ın ayrımı bunun bir gelişimidir. Bunda her zaman bir çıkar gizli olduğu için ısrarlı olmak gerekir, zira, î
burjuva üretim tarzı ve buna karşılık gelen üretim ve bölüşüm koşulları tarihsel kabul edüdiği andan itibaren, bunlan üretimin doğal yasaları gibi görnie yanılsaması ortadan kalkaf ve yeni bir topluma, kapitalizmin sadece bir geçiş olduğu yeni bir ekonomik oluşuma kapı açüır.<4) Doğal kaynakların gelecekteki arzı sorununun bir maddi bir de ekonomik yanı vardır. Kapitalizmin partizanları, güçlüğü sorunun maddi yanma indirgerler, tatsız gerçekliklere tahammül edemeyen solcular ise, bunu bütünüyle kapitalist toplumsal biçime atfederler. Sorunun her ikiyanına da önem yerilmesi gerekir. Enerjinin sonlu bir arz olması, komünizmin bde karşı karşıya kalacağı maddi bir n
- Üretken olmadıktan halde zorunlu olan ikinci maliyetler -çy. Kapital, C. 1. s. 208-209. • »- Kapital, C 1, s. 346; Theories of Surplus Value, C 3, s. 3 5 8 , 4 9 7 ^ 9 8 . •»- Grundrisse, «. 524-525, ^ 8 , 6 2 4 - 6 2 6 , 631-633,658-659. «- Theories of Surplus Value, C. 3, s. 429.
128 132
olgudur. Fakat kapitalist ekonomi biçimi sorunu daha da ağırlaştırır. Manc'ın devrim teorisi doğa de toplum arasındaki ayrımdan yararlanır. Herhangi bir zamanda "maddi bir sonuç, bir üretken güçler toplamı, doğayla tarihsel olarak yaratılmış bir dişki" vardır"' ve toplumsal biçim tarafından ve içinde yaratılan bu maddi toplam onu içeren toplumun kabına sığmadığında devrim zamanı gelir. Madde biçimi parçalar: Emek süreci sırf insanla doğa arasında bir süreç olduğu ölçüde, sürecin basit öğeleri bütün toplumsal gelişme biçimlerine ortak kalır. Fakat bu sürecin her özgül tarihsel biçimi, sürecin maddi temeüerini ve toplumsal biçimlerini daha da geliştirir. Belli bir olgunluk evresine ulaşddığında, özgül tarihsel biçim gereksiz hale gelir ve daha yüksek bir biçimin yolunu açar. Böyle bir krizin geliş anı, bir yanda bölüşüm ilişkileri ve dolayısıyla kendilerine uygun özgül tarihsel üretim tiişktieri biçimleri üe diğer yanda üretken güçler, üretken yetiler ve bunların aracdarının gelişmesi arasındaki çelişki ve uzlaşmazlıklarda ulaşılan derinlik ve genişlikle belli olur. O zaman üretimin maddi gelişmi üe toplumsal biçimi anısında bir çatışma baş gösterir.® Bu çatışmada maddi gelişim üstün getir ve toplumsal biçim "ıskartaya çıkar."
(5) Mili Konusunda Marx'a Karşı John Stuart Mili, toplumsal yapıdan bağımsız olduğunu iddia ettiği üretim ile toplumsal olarak belirlenmiş gördüğü bölüşümü ayırt etmiştir. Manc, üretimin maddi öznitelikleri kadar toplumsal öznitelikleri de olduğunda ısrar ederek Mili'i eleştirmiş ve onu bunlan birleştirmekten kaynaklanan muhafazakarlıkla suçlamıştır. Mill'in üretim ile bölüşüm arasında koyduğu ayrımın, Manc'ın
" - Alman İdeolojisi, s. 64. Kapital, C. 3, s. 774.
ekonominin toplumsal-altı ve toplumsal boyutları araşma koyduğu ayrıma benzediğini Ueri süreceğiz. Marx ile Mili farklı terimler kullanırlar; fakat bu, Manc'ın ağır eleştirisini haklı çıkarmaz. Marx, Mill'in üretimle ilgili olguların "fiziksel" olduklarına, oysa bölüşümün insani kftrumlan yansıttığına dair görüşünü aktarır.'" Marx, üretim Uişkileri ile bölüşüm üişkilerinin bir tek madalyonun iki yüzü olduğuna itiraz eder: Kimin üretken güçlere sahip olduğu, kimin hangi ürünü elde ettiğini belirler. Fakat Mili, "üretim koşullan" ifadesiyle açıkça Manc'ın da fiziksel gördüğü teknik koşüllan kasteder. Ve Mill'in cömert bölüşüm kavramı üretken güçlerin sahiplik biçimini de kapsar, dolayısıyla Marx'ın toplumsal üretim ilişkilerini bastırmaz. Marx aşağıdaki ifadeyi yazamazdı; fakat, Mill'in bununla niyet ettiği şey, özünde Manc'ın görüşlerine uygundur: Üretim yasalarından farklı olarak bölüşüm yas alan, kısmen insani kurumlarla ilgili yasalardır: zira herhangi bir toplumda zenginliğin bölüşüm şekli, geçerli kural ve kullanımlara bağlıdır.'" Peki Mili, üretimi fiziksel olarak tarif etmeye çalışırken, toplumsal açıdan özgül terimleri çaktırmadan tarifin içine sokmaz mı? Marx öyle olduğunu savunur. Şöyle der: Mül'de, üretim ... tarihten bağımsız ebedi doğal yasalar tarafından yönetilirmiş gibi sunulur ve aym zamanda, burjuva ilişkiler, toplumun yadsınamaz in abstracto doğal yasaları olarak el altından es geçilir.'1' 4
Mill'in Manc'ın işaret ettiği bölümünde' ' bu suçlamanın hiçbir temeline rastlamıyoruz. Mill'in "sermaye"yi, Manc'tan farklı olarak, tekbaşına üretimin maddi gereklerine işaret etmek için kullandığı doğrudur. Fakat, "sermayenin, kapitalist denilen bir kişi tara">- Grundrisse, s. 832. MM, Principles. s. 21. "- Grundrisse. s. 87. '*- Yani. Principles'in birinci bölümü: Bkz. Grundrisse. s. 86.
128 134
fından temin edilmesi zorunlu olarak gerekmediği"ni açıkça belirtir.'" Sermaye'ye toplumsal anlam yüklendiği Manc'ın terminolojisinde bu bir çelişki olurdu. Mill'in "sermaye" ifadesini kah toplumsal olarak kah maddi olarak kullanarak oyun oynadığını ima eder; fakat bu doğru değil. ("Sermaye, geniş ölçüde, Manc'ı üzen kısır bir belirsizlikle kullanılmışsa, Manc'ın ona saf toplumsal bir anlam vermesi kadar Mill'in de onu fiziksel bir göndermeyle sınırlama hakkı vardı. Ve son aktarılan ifade, terimin bu şekilde kullanımında Mill'in ideolojik amaç gütmediğini gösterir.) MUl'i eleştirdikten soma Marx, nesneler üzerinde fiziksel denetim anlamında mülkiyetin sürekli gerekliliğinden kapitalist mülkiyetin sürekli gerekliliği sonucunu çıkarma yanılgısını sergüemeye geçer ve Mill'i bu yanılgıya düşenler arasında sayar.'2' Fakat Mill'in kendisi, kapitalist özel mülkiyetin ortadan kalkışım öngörür. "Çalışan smıflar"a işeret eden Mili şunlan söyler: Çalışan sınıflar, nihayi durumlan olarak ücret karşılığında çalışma koşulundan sürekli memnun kalmayacaklardır. İşte hiçbir çıkan olmaksızın emir üzerine ve başkasının kân için çalışmak -bir tarafın olabildiğince çok istediği diğer tarafın olabildiğince az ödediği düşmanca bir rekabet tarafından belirlenen emeğin fiyatı- ücretler yüksek olduğu zaman bile, hizmet ettikleri kişilerden doğal olarak daha aşağı olduklarını artık düşünmeyen eğitimli zekaya sahip insanlar için tatmin edici bir durum değüdir.'1' Burada Mili, ücretli emeğin ortadan kalkışını öngörür. (Alıntının yapıldığı bölümün başlığı şöyledir: "Toplumun kiralama ve
'"- Mili, Principles, s. 59. İşçi sınıfının ilk savunucularından John Bray, "sermaye" terimini Mill"in kulandığı gibi kulanarak aynı noktayı belirtir: "Üreticinin etkinlikleri için özsel olan kapitalist değil sermayedir sermaye ile kapitalist arasında, fiili kargo İle kargo belgesi arasındaki kadar fark vardır." (Labour's Wrongs and Labour's Remedy, s. 59). Marx, Theories of Surplus Value, C. 3, s. 322'de bu yargıyı över ve ifadeyi eleştirmez. '*- Grundrisse, s. 87-88. "•- Mili, Principles. s. 766.
*
hizmet ilişkisini kullanmama eğilimi")"' Doğrudur, meta üretiminin ötesine bakmıyordu. Üretim araçlarının tamamen toplumsadaşmasını değil, kapitalist firmaların yerini kooperatif girişimlerinin aldığı bir piyasa ekonomisinin kalıcılığını tasarlar. Fakat bunun nedeni, Manc'ın açıkladığı gibi herhangi bir yandgıya düşmesi değddir. Bu nedenle, Manc'ın maddi ile toplumsalı birbirine kanştırmaya karşı uyansımn uygun bir hedefi olmaktan öte, bizzat Mili'in kendisi benzer bir uyanda bulunur. Üretim üzerindeki fiziksel kısıtlılıklar üretimin çağdaş piyasa çerçevesinden ayn tutulmalıdır; çünkü, toplumun düzenlemeleri mübadeleye dayanmasaydı ya da buna izin vermeseydi, üretim koşullan ve yasalan, olduklan gibi olurlardı."' Bu düzenlemelere bağlı olan şeyi bunlardan bağımsız olan şeylerle kanştırmanın iki yandgıya yol açtığım ekler ve sözünü etttiği yandgdardan biri Manc'm da vurguladığı yanılgıdır: Bir yanda ... ekonomi politikçder ... kendi konularının salt zamansal hakikatlerim konunun kalıcı ve evrensel yasalan arasına koyarlar, diğer yanda ... birçok kişi... toplumun mevcut oluşumundan kaynaklanan geçici olaylari (nüfusu sınırlama gerekliliğinin dayandığı olaylar gibi) -ki, yeni bir toplumsal düzenlemeler sistemi şekillendireceklerin bunlan bir tarafa bırakma haklan vardır- Üretimin kalıcı yasalan olarak yanlış anlar.0' Manc'ın izleyicileri, Manc'm eleştirdiği her kesin isnat edddiği gibi suçlu saymamalıdırlar.
'"- 3. baskıyla (1852) birlikte bölüm şöyle sonuçlanır (ufak değişikliklerle): "Efendiler ve çalışanlar ilişkisinin bir ya da iki biçimde ortaklıkla tedricen aşılacağından fazla kuşku duyulamaz: Bazı durumlarda emekçilerin kapitalistle birleşmesi biçiminde, bazı durumlarda ve olasılıkla sonunda bütünüyle, bizzat emekçilerin birleşmesi biçiminde." s. 769. Mili, Principlcs, s. 455-456.
128
136
(6) Çalışma İlişkileri "Çalışma ilişkileri" ifadesinden, daha önceki sayfalarda toplumsal dişkderden ayırt edden maddi üretim ilişkilerini anlıyoruz. Birbirlerine ve başkalarına karşı kullandıklan hak ve yetkderden soyutlanmış olarak kavranan, üreticderi maddi üretime girmeye zorlayan ilişkiler vardır. Sven de Lars'ın birlikte düzenli bir şekilde testereyle kütük kesmeleri maddi bir olgudur. Bu şekilde ilişkilenmeleri, kavramsal olarak üsdendikleri toplumsal rollerden bağımsızdır. Birlikte kütük kesmelerine rağmen, köle, serf, proleter, sosyalist üretici ya da bağımsız odun müteahideri olabilirler. Bir üretim biriminde çalışma dişkderine ek olarak, üretim birimleri arasında da maddi ilişkder vardır."' Demek ki, A tarafından üretilen ayakkabıların, A bir çörek yediğinde tükettiği buğdayı üreten C'nin giydiği bir gömleği üreten fl'nin ayaklarım koruması, bu maddi bağlantdan dolayımlayan toplumsal mekanizmalar ne olursa olsun (piyasa, plan, gelenek vb), maddi bir olgudur. Manc, (1) Ekonomik yapı, üretim ilişkderinin toplamıdır der. Dolayısıyla, eğer (2) çalışma ilişkderi (maddi) üretim ilişkileriyse, bundan şu sonuç çıkar: (3) Çalışma ilişkderi ekonomik yapıya aittir ve sonuçta nitelik itibariyle asli olarak toplumsaldırlar. Fakat bu sonuç, bu bölümün temel savunusuyla, yani maddi olan özniteliklerin ve ilişkilerin toplumsal olmadıklan savunusuyla çelişir. O halde, ya (l)'den ya da (2)'den vazgeçilmeli. Tutum (2) savunulucak. "Çalışma" ile "üretim"in kavramsal benzeşikliği, çalışma dişkderinin üretim ilişkderinin bir türü olduğunu doğrular ve böyle düşünmek için güçlü metinsel dayanaklar vardır. Bu nedenle, değiştirilmesi gereken (l)'dir. Dolayısıyla, ekonomik yapı anlatımımızda sahiplik ilişkderi, hükmünü yitirir.
"'- Krş. Kapital, C. 1, XIV. Bölüm, 4. kesim, "işyerinde işbölümü" ile "toplumda işbölümü" ayrımı.
Sonuç: Çalışma ilişkileri üretim ilişkileridir; fakat, Marx'ın 1859 tarihli önsözüne karşın, bütün üretim ilişkileri ekonomik yapıya ait değildirler: Önerme (1), Manc'ın kendisinin maddi ve ekonomik karakteristikleri ayırmasıyla bağdaşmaz. Ekonomik yapıyı oluşturan üretim ilişkderine üretimin toplumsal ilişkileri diyoruz, çalışma ilişkileri ise üretimin maddi ilişkileridirler. Sıfatların teorik motivasyonları açıklanmalıdır. İşte, çalışma ilişkilerinin üretimin maddi ilişkileri olarak saptanmasının daha fazla metinsel dayanağı: 1. Manc, "maddi üretim ilişkderini bu dişkderin tarihsel ve toplumsal beürlenimleri"yle birbirine kanştıran iktisatçdan eleştirmiştir.'" Başka türlü böyle bir birbirine kanştırma olamayacağına göre, toplumsal olmayan üretim ilişkderini kabul etmiştir. Burada "maddi üretim ilişkderi" olarak işaret edilen şeyin tek mantıklı adayı, çalışma ilişkileri kümesidir, doğa üzerinde ortaklaşa ya da ayn ayn çalışan ve karşdıklı olarak birbirlerini donatan fiziksel varlıklar olarak insanlar arasındaki bağlantılardır. 2. "Kullanım değerinin, toplumsal bakış açısından değd maddi bakış açısından ürünü anlattığım gördük. Bu açıdan, aşağıdaki ifadede çalışma ilişkileriyle -bu adla olmasa bile- ile kullanım değeri üretiminin aynı çizgide oluşu, çalışma ilişkilerini maddi saymayı destekler: Her türden farklı üretken faaliyetin toplamı olarak işbölümü, kullanım değeri üreten emek olarak toplumsal emeğin fiziksel yanlarının toplamını oluşturur.'1' 3. Manc, maddi ilişkileri üretken güçlerle de eşleştirir ve bu, maddi ilişkderin, iddia etiğimiz gibi, çalışma ilişkileri olduğunu, üretken güçlerin kullanıldığı dolaysız bağlantı olduğunu gösterir. Şuna dikkat çeker:
ilişkiler, maddi ve bireysel faaliyetinin içinde gerçekleştiği tek zorunlu biçimlerdir.'" Birinci cümle, üretken güçlerin topumsal ilişkilerin temeli olduğunu ima eder, ikincisi maddi ilişkilerin "bütün ilişkilerin" temeli olduğunu söylüyor. "Bütün ilişkileri", maddi olmayan, yani birinci cümlenin "toplumsal ilişkiler"ini de kapsamalıdır. Demek ki, maddi çalışma dişkderi, ekonomik yapmm alt tabakası olarak üretken güçlerin yanı başma uygun düşer. Sonuncu ifadeye karşın biz, bizzat çalışma ilişkilerinin üretken güçler olmadığım savunuyoruz. Çalışma ilişkderinin ekonomik yapıya dahil olmadığını kabul eden başkalan, bu nedenle bunları üretken güç olarak sınıflandırırlar. Bunu desteklemek için de, Manc'm verimli işbölümü sayesinde üretken yetinin yükselmesinden söz ettiği metinleri aktarırlar. Kavramsal alanda bir şeyin üretken güç olduğunu, fakat bizzat çalışma ilişkisi olmadığını kabul ediyoruz. Bizim anlatımımızda, emeği örgütleme şekilleriyle ilgili bilgi üretken bir güçtür, idari emek gücünün bir parçasıdır; fakat bu bdgi uygulandığında kurulan ilişkiler üretken güç değildir. Bir ilişkiler kümesi için hazırlanan taslağı bizzat dişkilerin kendisinden ayırt etmek gerekir ve üretken güç olan birincisidir. Görevleri belli bir biçimde dağıtma ilkesi üretimde kullanılır ve bunun bdgisini içeren emek gücünün sahibi onun sahibidir. Açıklandığı şekliyle görevler bölündüğünde girilen ilişkiler ne kullandır ne de sahiplidir. Üretimin maddi ilişkilerinin üretken güç olmadığına dair ısranmız, VI. Bölüm altbölüm (6)'da sorunu teorik kuüanım açısından ele aldığımızda daha az ukalaca görünecektir.
İnsanın üretken güçleri ve dolayısıyla toplumsal ilişkileri gelişmiştir. .. Maddi dişkderi bütün ilişkilerinin temelidir. Bu maddi •"-Kapital. C. 3. s. 728. '*- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 67 ("fiziksel"i ben italik yaptım)
128
138
'"- Mant'tan Annenkov'a, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti, s. 165 içinde. (Burada toplumsal biçimler yoktur).
I - VFetişizm (1) Dinde ve İktisatta Fetişizm Bir şeyi fetiş haline getirmek ya da fetişleştirmek, o şeye kendi başma sahip olmadığı güçleri vermektir. "Fetiş" terimi, dinle ilgili söylemden kaynaklanır. Dini fetişizmde bir düşünce faaliyeti, kültürel bir süreç, bir nesneye açık bir güç verir. Düşünme şeyleri öyle yapmadığına göre, dini fetiş zihinsel olarak ona verilen gücü gerçekte kazanmaz. Fakat bir kültür bir nesneyi bir fetiş haline getirirse, o kültürün üyeleri o nesneyi güçle donanmış gibi algüar duruma gelirler. Yanlış bir şekilde o nesneye atfedilen şey, onun aslında varmış gibi yaşanır. O halde fetiş, kendisini hakikatte yoksun olduğu bir güçle donanmış gibi gösterir. Gerçek dünyada gücü yoktur, dini dünyada, bir yanılsamalar dünyasında gücü vardır. Marx, ekonomi alanında birçok fetişi saptar. Meta fetişi en ünlüsüdür, fakat sermaye fetişizmi de bir o kadar önemlidir. Ekonomik fetiş, kısmen dini fetişe benzer. Bir anlamda1" yoksun olduğu bir güçle donatılır; oysa dini fetiş basitçe güçten yoksundur. (J) Ekonomik fetişteki güç görüntüsü, bir düşünce sürecinden değil, bir üretim sürecinden kaynaklanır. Meta toplumunda üretimin örgütlenme şeklinden kaynaklanır. "Meta üretiminden ayrılamaz"01
- Anlam alt bölüm (2)'de saptanıyor: Gücü vardır, fakat asli değildir. — Özgül durumlar hariç, örneğin idolleştirilmiş bir nesnenin kaidesinden düşmesi durumunda çıldıracaklarına inanan müminleri varsayalım, tdolun düşmesi durumunda çıldırmaları olasıdır. a - Kapital, C. 1, s. 88. m
141
ve meta üretimi açıkça kavrandığı zaman bile varlığım sürdürür: Anlama, piyasa ekonomisinin algdandığı "sisi dağıtmaz.""' Sahte görüntü, daha çok bir serap gibi (ve halisünasyondan farklı olarak) dışsal dünyaya konumlanır. Ekonomik fetişizmde, gerçeklik ile görüntüsü arasında bir uçurum vardır. Zihin fetişi tescil eder. Dini fetişizmde olduğu gibi yaratmaz. *
(2) Fetişizmde Ne Hakikidir, Ne Sahtedir Metalar değişim değerine sahiptir ve sermaye üretkendir. Fakat bu güçler, sadece maddi üretim sürecinin lütfuyla onlara aittirler. Yine de, bundan bağımsız olarak asü gibi görünürler. Bu görüntü fetişizimdir. Dini fetişin, sahipmiş gibi göründüğü gücü yoktur. Ekonomik fetişin vardır. Yandsama, aslında maddi üretim tarafından kendisine verildiği halde, bu güce asli olarak sahip olduğuna daifdir. Bir meta üretmek için geçen zaman, metanın değişim değeri biçimini alır.'2' Üretim araçlarıyla çalışan insanların üretkenliği sermayenin üretkenliği biçimini alır. Biçimler görünürdür, fakat çalışma faaliyetindeki temelleri görünmez. Toplumsal biçimler, maddi içeriği gizler. Ürünlerin değişim değerine sahip olması, alt bolüm (3)'te göreceğimiz gibi, emeğin örgüüenme şeklinin bir sonucudur ve bir ürünün ne kadar değişim değerine sahip olduğu, ona ne kadar zaman harcandığına bağlıdır. Fakat değişim değeri, emekteki maddi temelini aşar ve bizzat metanın tözünden kaynaklanır gibi görünür. Metanın gerçekten değişim değeri vardır, fakat onu üreten emekten değil, metanın kendisinden kaynaklanıyor gibi görünür. Değişim değeri, bir şeyin toplumsal ilişkisel bir özniteliğidir ve fetişizm,
"'-Kapital. C. I. s. 89. '*- Marx'ın fetişizm öğretisinin bir kısmı emek değer teorisini varsayan terimlerle ifade edilir. Bu. değeri üretimin maddi koşullarına temellendiren tek teori değildir ve fetişizm öğretisinin büyük bir kısmı, değer oranlarının yalnızca emekle değil teknik olarak belirlendiği Sraffa'nın teorisi gibi rakip bir maddi teori içinde dc ifade edilebilir. Bizim açıklamamız, genel olarak maddi ve özel olarak emek-teorik değer anlatımını ayırt etmeyecek.
128
bunun kişiler arasındaki maddi ilişkilerdeki kaynağım örter. Meta fetişizmi öğretisini şöyle özetleyebiliriz: 1. Kişilerin emeği şeylerin değişim değeri biçimini alır. 2. Şeylerin değişim değeri vardır. 3. Bu değere kendi başlarına sahip değildirler. 4. Buna kendi başlarına sahipmiş gibi görünürler. 5. Değişim değeri ve buna eşlik eden yaruisama sürekli değil, belirli bir toplum biçimine özgüdür. Sermaye fetişizmini betimlemek için, fiziksel üretim ile değer üretimi ayrımına gereksinmemiz var. Fiziksel üretim, üretim araçlarım kullanan insanların kullanım değerlerini değişim değerlerine dönüştürmesidir. Artı fiziksel üretim, üreticilerin geçimi ve tüketilen üretim araçlarının yerine konması için gerekli olan miktarı aşan fiziksel üretimdir. Fiziksel üretim evrenseldir; artı fiziksel üretim sadece ilkel toplumda olmadığından evrensele yalandır. Değer üretimi, ürünün sadece kullanım değeri değil değişim değerinin de bulunduğu piyasa ekonomüerine özgüdür. Değer üretimi, değer olarak ürün ürütmektir. Artı değer üretimi, üretken süreçte kullamlan değerden daha fazla değer üretimidir. Şimdi sermaye iki kat üretkendir. Birincisi, mali bir getiri sağladığı için değer üretkendir: Piyasaya sürülür ve artı değer eklenmiş olarak geri gelir. Fakat artı değer, artı fiziksel ürünün yaratdmasmı yansıtır: Sırf üretken süreç tüketilenden daha fazla kullanım değeri yaratığı için değişim değeri genişler. Sermaye fiziksel olarak da üretkendir. Zira emek gücünde (değişen sermaye olarak) ve üretim araçlarında (değişmeyen sermaye olarak) cisimleşir ve fiziksel çıktıyı üreten bunların, dolayısıyla sermayenin etkinliğidir. Sermayenin fiziksel üretkenliği, bu şekilde cisimleşmesine dayanır. Yine de her iki anlamda sermayenin üretme gücü, emek sürecine borçlu bir yeti gibi değil, onda asli olarak var olan bir yeti gibi görünür."' Meta fetişizminde iki evreyi gördük: (1) Değişim değerinin *"- Örneğin bkz. Grundrisse, s. 745, 758.
143
maddi temelinden ayrılması; (2) değişim değerinin metanın tözüne atfedilmesi. Sermaye fetişizminin iki evresi daha incelikli ayırt ediliyor. Birincisi, üretkenlik maddi üretimdeki temelinden ayrılır ve bizzat değişim değerine, sermayeye atfedilir. Soma, üretkenlik gerisin geri sermayenin fiziksel cisimleşmeleri olarak emek gücüne ve üretim araçlarına havale edilir. Sermayenin cisimleşmeleri olduklarından dolayı üretkenmiş gibi görünürler; oysa.gerçekte, sermaye onlarda cizsimleşmiş olmaktan ötürü üretkendir.'" Sermaye fetişizmi öğretisinin özeti: 1. Fiziksel olanaklarla etkili olan insanların üretkenliği sermayenin üretkenliği biçimini alır.3' 2. Sermaye üretkendir. 3. Kendi başına üretken değddir. 4. Kendi başına üretkenmiş gibi görünür. 5. Sermaye ve ona eşlik eden yanılsama sürekli değil, belirli bir toplum biçimine özgüdür. Sermaye fetişizmi, yukarda sanayi sermayesine, emek gücünde ve üretim araçlarında cisımleşen sermayeye gönderme yapılarak açıklanıyor. Fetişleşmiş algıda, sanayi sermaye ona can verdiği için üretir, oysa gerçeklikte sermayenin yaşamı, bütünüyle fiziksel üretime bağlıdır. Yine de sınai sermaye fetişizmi, hakiki rolünün tersine dönüşüne karşın, maddi üretime bir rol verir. Faiz getirerek üretimin müdahalesi olmadan kendi başına genişliyor gibi görünen faiz getiren sermayenin fetişizminde sermaye fetişizmi, daha yüksek bir evreye ulaşır. "Sermayenin emekle ilişkisi tamamen gizlenir"® ve "kapitalist üretim sürecinin sonucu" olan artı değer, "-üretimden ayrılmış olarak- bağımsız bir varoluş kazanır."® Marx'a göre "bazı vulger iktisatçılar," bütün kapitalistler sermayelerini borç verseler ve hiçbirisi üretken bir şeküde kullanmasa bde faizin çoğalmaya devam edeceğini zanneder.
'"-Theories Kapital, a - Theories Kapital.
of Surplus Value, C. 3, 264, 274. C. 1, s. 620-624; Theories of Surplus Value, c. 1, s. 389. of Surplus Value, C. 3, s. 489. C. 3, s. 345
128
Faiz ödemesi, aslında üretimin yarattığı artı değerden çıkar: Kâr ve faiz, artı değerin ayrı ayn kapitalistlere katkıda bulunan kısımlarıdır. Fakat fiziksel üretimden faize giden yol o kadar dolambaçlıdır ki, burada "artı değer üretimi," sermayenin "salt gizemli bir özniteliği olarak görünür.""' Her şeyden önce, sınırlı bir zaman için üretim dolayımı olmadan faizin çoğalması olanaklıdır. (Fabrikası çalışmayan bir sınai kapitalist, faiz ödemelerini hâlâ karşılayabilir). Gelişmiş kapitalizmde, sermaye neredeyse her zaman bir para yekünüdür, ya da borç verilmesi kendisinden daha fazla getiri getiren kullanım değeri olmayan bir kendiliktir. Borç verilen paradan kazanç elde etmek, kapitalizm öncesi zamanlarda hoş karşılanmazdı ve öyle görünüyor ki, ana para tohum arzı gibi maddi olarak üretime katkısı görülebden bir kullanım değeri olduğunda faiz getiren sermaye ilk kez hoş karşdanmıştır.® Faiz fetişizmi, ana para maddi olarak cisimleştiğinde sınırlanır.
(3) Meta Fetişizmi Tanısı Meta fetişizmi, kendilerine bağışlanan emekten ayn olarak ürünlerin kendi içlerinde ve kendilerinin değerine sahip olma görüntüsüdür. Metalar niçin fetiştir? Metal arın değerini meydana getiren emek niçin öyle görünmez? Metalarm fetiş olması, kullanım değerleri olmalarından kaynaklanmaz. Bütün ürünler kullanım değerleridir; sadece meta olarak üretildiklerinde fetiştirler. Fetiş nitelik, metal arın belli miktarda ve belli türden bir emeğin ürünleri olmaları olgusundan kaynaklanmaz. Son olarak, meta üretiminin sadece maddi üretim değil, bir toplumsal biçim içinde üretim de olması olgusuna da dayanmaz. Her üretim toplumsal bir biçim içinde gerçekleşir.®
Kapital, C. 3, s. 538. Bkz. Plekhanov, The Monist View, 77; Weber, General Economic History, s. 201; Mandel, Marxist Economic Theory, s. 100. '*- Bu paragraf, Kapital, C. 1", s. 86-87'deki uzun bir pasajın özelidir.
145
Bir toplumsal biçim olduğu için değil, toplumsal biçim özel bir biçim olduğu için gizem ortaya çıkar. Muamma, "açıkça bizzat bu biçimden kaynaklanır.""' "Önemli olan, içinde emeğin toplumsal niteliğinin oluştuğu özgül biçimdir."'1' Üretimin toplumsal niteliği, bizzat üretimde değil, sadece mübadelede ifade edildiği için giz ortaya çıkar. Ürün, bir meta olarak tezahüründen önce toplumsal biçimden yoksundur. Tek başma meta biçim, piyasa toplumundaki üretici birimlerini bağlantdandınr. Diğer ekonomilerde bu birimlerin emekleri, başından itibaren, gelenekle, talimatla ya da planla entegre haldedirler: Üreticiler olarak, birbirleri üzerinde ya da genel olarak toplum üzerinde haklan zaten vardır. Meta üretimimde böyle bir bütünlük yoktur: Üreticiler, mübadele yoluyla, üreticiler olarak değil pazarlamacılar olarak sadece dolayındı bir şekilde ilişkilenirler. Metalar dolaysız bir şekilde toplumsaldırlar, üreticilerin ilişkileri ise, sadece dolaylı bir şekilde öyledir. Böylece toplumsal biçim üretken içerikten yabancdaşır ve ona egemen olur. Şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler, doğrudan toplumsal ilişkilerden yoksun kişiler arasındaki maddi ilişkilere başlan gelir.0' Sanki ürünleri nedeniyle insan emeğinin değeri varmış gibi görünür, oysa gerçekte kendilerine emek verildiği için ürünlerin değeri vardır. İnsanlar, ilişkilendikleri ye dolayısıyla üreticiler olarak yaşamlarım düzenleyen değerin yazan olduklarının farkında değildirler. Bu nedenle, şeylere geçmiş olan kendi güçlerinden oldukça özgül bir anlamda yabancılaşırlar. Mars, piyasa toplumunu, üretimi dolaylı bir şekilde toplumsal ve bu nedenle de Robinson Crusoe'nun doğayla ilişkisi kadar saydam olan toplumsal biçimlerle karşılaştırır, ilkel komünizmi, ataerkil kabiledeki üretimi, feodalizmi ve üreticilerin gelecekteki özgür birliğini örnek verir. Ataerkil toplumda ürün, "aile ilişkisinin özgül toplumsal izini" taşır:'4' Başından beri öyle düzenlenmiştir, öyle
düzenlendiği bilinir ve bazı aile üyeleri ya da bir bütün olarak aile tarafından tüketilmek üzere sadece öyle düzenlendiği için üretilir. Aynısı, mutatis mutandis, bütün meta üretimi olmayan üretimler için geçerlidir: "Emek harcarken bireyler arasındaki toplumsal ilişkiler ... karşılıklı kişisel üişkiler olarak görünür ve emek ürünleri arasındaki toplumsal ilişkiler kılığına bürünmez.""' İnsanlar arasındaki düzenlemeler, ya da bir görev bağı sayesinde, ürün dolaşıma girmeden önce toplumsal olarak döllenir. Fakat meta üretiminde ise, sadece meta biçiminde dolaşıma girdiği sürece toplumsal bir nitelik gösterir. Tek başma gizemli değişim değeri dağınık üreticileri birleştirir. Üretim, ab initio (başlangıçta) toplumsal olmadığında, insanların arkalanndaki emeklerim ilişkilendirmek için yarulsamalı bir piyasa gerekli olur.
p
Feodal Toplum
Komünal Toplum
metalann muammalı "bağımsızlık" dünyası üretim dünyası
P
1
t
/> î ir
p
i
M "•-Kapital, C. l . s . 86-87. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 47. Kapital, C. l . s . 87-88. '*- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 48.
146
M
Piyasa toplumu
Kapital, C. I , * 93.
147
M
tp
Farklılıklar diyagramda gösteriliyor. M'ler insanlardır, F'ler ürünler.- Paralel çizgiler, insanlar arasında var olan ve sayesinde ürünlerin el değiştirdiği bağlan temsil eder. Oklar, ürünlerin insanlar arasındaki hareketini gösterir. Önce, belirli kişilerin diğerleri üzerindeki geleneksel hak iddialarıyla feodal toplum gösteriliyor. (Tepedeki figür, ürünlerin kendisine gittiği, fakat karşılığında üreticilere herhangi bir şey arzetmeyen feodal beydir.) İkincisinde, her kesin bir ürün kütlesine katkıda bulunduğu ve ondan pay aldığı komünal üretimle karşı karşıyayız.(1> Son olarak, "saf atomik" üyelerinin dizisel bağlantısızlık içinde olgu, sadece ürünlerin mübadelesi yoluyla ilişkilendiği piyasa toplumu. Diyagram, meta üretimine özgü dünyaların kopyalarım resmediyor. Meta fetişizminin açıklaması şudur: Eğer birleştirilmesi gereken öğeler (burada üreticiler) başlangıçta ayrılarsa, yabancılaşmış bir düzlemde, yanılsamalı biçimler içinde dolaylı bir şekilde birleştirilirler. Birleştirilmesi gereken şeydeki bölünme, ikilemeye yol açar: Parçalı öğelere vekaleten bir uyum kazandırmak için ikinci bir dünya yükselir. (Altbölüm (6), bu açıklama şeklinin Marx'ın diğer düşüncelerindeki örnekleri gösteriyor).
(4) Sermaye Fetişizmi Tanısı Mars'ta meta fetişizminin nedeni konusunda bütünlüklü bir anlatım gördük. Tek ifadeyle, üretici olarak üreticiler arasında toplumsal bağlantı yokluğudur. Marx'ın sermaye fetişizmi ile ilgili açıklaması daha karmaşık bir dokumadır. İşte bu dokumanın birkaç ipliği: 1. Kapitalizmde üretim, kendi koşullarını geliştiren ve başından sonuna kadar bunu düzenleyen bütünüyle sermayeye bağımlıdır. Üretim araçları sadece sermaye olarak elde bulunabilir*2' ve emek
gücü sadece (değişen) sermaye olarak etkin olabilir. Böylece kapitalist üretici (ya da "imalatçı"*") gibi, üreticiler onun "sermayeyle birleştirilmiş" aletleri gibi görünür.'2' Sermaye bütün üretim sürecine hükmettiği için, bu sürecin gücü sermayenin gücü gibi görünür. Başlangıçtaki biçimsel tabi kılma evresinde131 ... bizzat emek gücü ... bu kapitalist ilişkinin dışında bağımsız bir güç olarak güçsüz olacak, bağımsız üretme kapasitesi yok olacak şekilde değiştikçe, [bu fetişizm} daha da gerçek [hale gelir].(<> Birçok emekçinin bir araya toplanmasından kaynaklanan fazla üretken yetinin sermayeye hiçbir maliyeti olmadığı için ve ... bizzat emekçi, emeği sermayeye ait olmadan bu yetiyi geliştirmediği için, bu, doğa tarafından sermayeye bahşedilmiş bir yeti -sermayeye içkin üretken bir yeti- gibi görünür.'" Bu indirgenmiş koşulda işçi, yetiyi sermayesiz kullanamaz, bu nedenle onun yetisi sermayenin yetisi gibi görünür. 2. Sermayenin üretkenliği, doğası gereği üretken olan maddi öğeye, emek gücüne, hükmetmesine bağlıdır. Yine de, bir girişimde yaratılan artı değer miktarı bütünüyle emek gücüne (makinalara, hammaddeye vb karşıt olarak) yatırılan sermaye miktarına bağlı olmasına karşın, girişimi büyüten artı değer miktarı, üretimin bütün faktörlerine yatırılan toplam sermayeyle orantılıdır."* Emek yoğun sanayilerin daha yüksek bir kâr-yaratma oram vardır, fakat diğer saniyelerle aynı kân-kendine maletme oranına sahiptir. Rekabet, eşitieyici artı değer akışını üretim araçlarına daha büyük yatı,u
Üretim araçlarının ortak sahipliğine dayalı işbirliği toplumunda üreticiler kendi ürünlerini mübadele etmezler, üründe kullanılan emek burada ürünlerin değeri, ürünlerin sahip olduğu maddi bir nitelik olarak görünür, çünkü kapitalist toplumun tersine bireysel emek dolaylı bir biçimde değil, toplam emeğin ayrılmaz bir parçası olarak dolaysız bir şekilde var olur. "Critu/ur of ıhe Golha Programme, s. 22-23. Krş. Grundrisse, s. 171-173. Grundrisse. s. 822.
148
- Tuhaf bir anlam dönüşümüyle (sermaye fetişizmini açıkça gösteren), şimdi hiçbir şey yapmadığı yada en azından kendi elleriyle hiçbir şey yapmadığı sürece imalatçıya imalatçı deniliyor. "- Grundrisse. s. 1 267,297-298, 308. '*- Bkz. IV. Bölüm, emeğin sermayeye biçimsel ve gerçek tabi kılınması Theories ofSurplus Value, C. 1, s. 391 "'-Kapital, C. l , s . 347. '*- Kapital, C. 3, II. Kısım; Theories ofSurplus Value. C. 2, X. Bölüm.
149
nm yapan sanayiler yönüne teşvik eder. Fakat, kâr-yaratma yatağı ile kâr-çoğaltma yatağı arasındaki teorik olarak geçerli bu ayrım, gerçekliğin yüzeyinde derin düşünceli olmayan gözleme görünmez. Bu nedenle, kapitalistin kazandığı kâr miktarını belirleyen şey, yani kapitalistin toplam sermayesi kân da yaratıyor gibi görünür; dolayısıyla, tikel olarak emek gücüne yatırılan sermaye değil, genel olarak sermaye üretken görünür."' 3. Ticari sermaye (üretime karşıt olarak ticaretle uğraşan tüccarın sermayesi) toplam artı değer fonuna katkıda bulunmaz; fakat rekabet, sanayi sermayesiyle aynı kazancı elde etmesini sağlar. Bu durum, genel olarak sermayenin üretken olduğu, sanayideki fiili üretimin sadece bu yetiyi hayata geçirme aracı olduğu izlenimini kuvvetlendirir.® Faiz alanın ellerinde ve ticarette maddi üretim olmadan üretir gibi göründüğü yerde sermayenin üretken olmasının nedeninin maddi üretim olamayacağım sanmak doğaldır.® 4. Emeğin sadece değişen sermaye olarak yaratıcı göründüğünü belirttik. Dahası, ürün değerinin sadece bir kısmım, ücret olarak avans verilen miktara eşit kısmım yaratıyor gibi de görünür. Görü' nüşte işçi, sadece kendi varoluşunu yeniden üretmek için gerekli olan kısmım değil, emeğinin tamamının karşılığım alır. Dolayısıyla, "ödenmeyen kısım, zorunlu olarak emekten değil, sermayeden, sermayenin değişen kısmından değil bir bütün olarak sermayeden kaynaklanır görünür."*'"
(5) Meta Fetişizmi ve Para Kapitalist toplum niteliği niceliğe dönüştürür. Her toplum, birbirleri için özgül, nitelik olarak farklı maddi hizmetlerde bulunan birbirine bağımlı bir üreticiler kümesini kucaklar. Fakat bir meta ekonomisinde bu karşılıklı birbirinin gereksinmesini giderme, anGrundrisse, s. 684,759, 822; Theories ofSurplus Value, C. 3. s. 482-483. Grundrisse, s. 632, 662. '*- Faiz fetişizminin sanayi sermayesi fetişizmini nasıl takviye ettiği konusunda bkz. Theories ofSurplus Value, C. 3, s. 478,492-493. '*- Marx'tan Engels'e 30 Nisan 1868. Selected Correspondence, s. 191, 192. Sorunun bu yanı Ek: I'de daha ayrıntılı açıklanıyor.
150
cak ürünler değişim değeri toplamları olarak niceliksel bir ifadeye ulaştıkları sürece gerçekleşir. Kulanım değerinden ayrılan değişim değeri olan para, üreticilerin yabancılaşmış dolayımını kusursuz hale getirir. "Metanın değişim değerinin parada bağımsız bir varoluş üstlenmesi olgusu" üreticiler olarak üreticilerin bağlantısızlaşmasını yansıtır. Bağlantılanmaları için, Özel bireyin belirli, tikel emeği, kendi karşıtı olarak, eşit, zorunlu genel emek ve bu biçimde toplumsal emek olarak tezahür etmelidir.® Toplumsallık sadece "bu biçimde" salt ürüne harcanan emeğin niceliğini temsil eden emeğin ürününün para değerinde görünebilir. Yine de, "sırf bireyler, kendi toplumsal ilişkilerini bir şeyde cisimleştirmekle kendi toplumsal ilişkilerinden yabancılaşmış olduktan için para toplumsal bir özniteliğe sahip olabilir."® Meta öncesi toplumda insanların, birbirlerine karşı üstlendikleri roller nedeniyle başkalan üzerinde haklan vardır. Parayla dolayım gereksinimi, doğrudan toplumsal bağların gücüyle ters orantılı olarak değişir: Değişim aracı ne kadar az toplumsal güce sahipse ... bireyleri birbirine bağlayan cemaatin, ataerkil ilişkinin, antikite cemaatinin, feodalizmin ve lonca sisteminin gücü o kadar büyük olmalıdır. [Piyasa toplumunda] her birey, bir şey biçiminde toplumsal güce sahiptir. Şeyi bu toplumsal güçten soyarsanız, onu kişiler üzerinde uygulamalan için kişilere verirsiniz.® Burjuva devrim, insanın insana dolaysız bağımlılığını ortadan kaldırır. Sırf x, x olduğu y de y olduğu için x'in y'yi yönlendirmesine olanak sağlayan feodal kısıtlamalar son bulur ve emir alan emirleri kabul edeceğini sözleşmeyle saptadığı durumlar hariç, hiçbir emir geçerli değildir. Burjuva ideolojisi, eski bağların yok '"- Theories of Surpulus Value, C. 3, s. 130. Krş. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katla, s. 48-50. '"-Grundrise, s. 160. . '*- Grundrisse. s. 157-158.
131
I olmasını göklere çıkarır; fakat "bireylerin görünüşteki karşılıklı İyeni] bağımsızhğı, ürünler içinde ya da aracıbğıyla genel ve karşılıklı bir bağımlılıkla tamamlanır.""' Şeylerin egemenliği, burjuva özgürlüğün fiyatıdır. Yine de, "Şeyi bu toplumsal güçten soyarsanız, onu kişiler üzerinde uygulamaları için kişilere verirsiniz." Bu cümle, piyasanın bastırılmasının kapitalist eşitsizliğe kafayı takmış sosyalistlerin vaat ettiği eşitliğe değil, siyasal tiranlığa yol açacağına dair burjuva iddiayı destekler görünüyor. Marx, üretken gelişmenin bolluktan uzak evreleri bakımından bu iddiaya sempatiktir (Bkz. Bölüm VII, altbölüm (6)) Fakat sanayinin çok yüksek evrelerinde "bazı kişder "topluluğun gücü"nü başkaları üzerinde kullanmayacaklardır.
(6) Meta Fetişizmi, Din ve Siyaset Meta fetişizminin açıklanması şöyleydi: Birleştirilmesi gereken öğeler dolaysız bir şektide birleştirilmediklerinde, ikili bir yandsama dünyasıyla ab extra birleştirilirler. Bu anlatımı sunarken Marx, çok daha önceleri dine uyguladığı bir tam biçimini ekonomik alana taşıyordu. Feuerbach Üzerine Dördüncü Tezi şöyledir: Feuerbach, dinsel kendi kendine yabancılaşma olgusundan, dünyanın dini ve dünyevi dünyalar olarak iktieşmesi olgusundan hareket eder. Çalışması, dini dünyayı dünyevi temeline oturtmaya dayanır. Fakat dünyevi temelin kendi kendinden kopup bağımsız bir alem olarak kendini bulutlara yerleştirmesi, sadece bu dünyevi temeldeki çatlaklar ve öz-çelişkderle açıklanabilir."' ilkel dünyadaki bölünme, kendinden yandsamah, birinci dünyayı maskeleyen ikinci bir dünya üretir. Feuerbach, dinin köklerini yaşamda arar; fakat sadece ve sadece gerçek yaşamda çatışma sözkonusu olduğu sürece dinin ortaya çıktığını göremez: Gerçek dünyadaki bölünme, bu dünyanın dini bir dünya olarak yeniden üretilmesi açısından gerekli ve yeterlidir. "'- Kapital, C. l , s . 123. '*- Alman İdeolojisi, s. 21.
152
Feuerbach, Marx'ın daha soma klasik ekonomi politiğe yöneltiği övgü ve kınamayı hakeder. Klasik iktisatçdar, değişim değerinin emek zamanındaki kaynağını (az çok) farketmişlerdir. Fakat Feuerbach'ın atladığına benzer bir şekdde, s uf emekçder parçalandıkları için emek zamanının değişim değeri biçimi almaşım kabul edemezler."' Aksine, bu görünümün emek zamanının doğası gereği olduğunu sanmışlardır."' Feuerbach ve klasik iktisatçılar, dinin ve değişim değerinin "yüzeysel değer" gibi ele alınmamasını öneriyorlardı. Görüngülerin öfcerk olmadıklarım ve bu nedenle "inananlar"a üstün olduğunu biliyorlardı. Ekonomik örnekteki inananlar, dindarlar gibi yanılsamayı bağımsız gerçeklik gibi ele alan vulger iktisatçdardır. Birkaç sayfa önceki beş özet ifadeyi anımsayın. Marx, bunların hepsindeki hakikati bilir. Klasik iktisatçdar beşinciyi değerlendiren mezler ve dördüncü ifadenin yanıtı olduğu soruyla dgdenmezler. Vulger iktisatçılar birincinin farkında değillerdir ve bu nedenle üçüncünün cahili ve dördüncüde sözü edilen görüntüye aldanırlar. Bddikleri tek hakikat da ikincisidir. Vulger ekonomi tek başına değeri şeylerin aslı haline getirir: Emeğin toplumsal niteliğinin tersine dönmüş bir biçimde -şeylerin "özniteliği" olarak- kendini "göstermesi", toplumsal bir dişkinin şeyler arasında (ürünler, kullanımdaki değerler, metalar arasında) bir ilişki olarak görünmesi özel mübadeleye dayalı emeğin karakteristiğidir. Fetiş-tapıcımız bu görüntüyü gerçek bir şey olarak kabul eder ve şeylerin değişim değerinin şeyler olarak şeylerin öznitelikleri tarafından belirlendiğine ve bütünüyle şeylerin doğal bir özniteliği olduğuna iıianır.1™ "- Bkz. Ekonomi Politiğin Elejtirisine Katkı, Giriş bölümü. Bir benzemezlik de vardır; çünkü, Feuerbach dinin bertaraf edileceğini umuyordu, oysa klasik iktisatçılar değişim değerini değişmez düşünüyorlardı. Yine de Feuerbach, dini özgül bir toplumsal gerçeklikle bağlantılı görmemekle onlara benziyordu. Bu nedenle, salt entelektüel eleştiriyle dinin kovulacağım düşünüyordu. Theories of Surplus Value, C. 3. 130. Mam, kuşkusuz burada çok ileri gider. Ne kadar vulger olursa olsun herfıangi bir iktisatçının değeri salt fiziksel olarak kavradığı kuşkuludur. Vulger iktisatçı (örneğin, Theories of Surplus Value'de Marx'ın tartıştığı Samuel Bailey), herşeyden önce. değer yaratımında talebin rolünü vurgular ve ne kadar yetersiz ve tek taraflı olursa olsun, değeri insanla ilişki içine sokar.
153
Vulger iktisatçı, kapitalistin kendi iş pratiğinde kulandığı kavramları kabul eder ve onlan sistematikleştirir. Temeldeki gerçeklik iş pratiğiyle alakasız olduğu için -kapitalisti ilgüendiren şey değerin kaynağı değil, değerin bir kısmım nasıl ele geçireceğidir- vulger iktisatta buna değinilmeden geçilir. Klasik ekonomi politik yüzeydeki kategorilerin altına nüfuz eder; fakat bu kategorilerin ötesinde bulunan şeyin doğal ve kaçınılmaz olarak onlarda ifade edildiğini düşünür. Böylece, "ilke olarak sadece gürüntülere tapan vulger iktisatçılara yüzeysellikleri için güvenli bir hareket temeli" sunarak,'" vulger kalkışa zemin hazırlar, insanlar arasındaki bir ilişki, emeklerin mübadelesi, sadece şeyler arasında bîr ilişki, emek eşdeğeriiği, olarak kendini gösterir. Emekçilerin mübadelesini insanlar arasındaki ilişkinin sadece geçici bir biçimi olarak kabul etmemekle klasikler, vulgerlerin insanlar arasındaki ilişkiden bütünüyle vazgeçmelerini teşvik ettiler. Marx, üreticiler birbirlerinden ayrıldıklarında değişim değerinin zorunlu olarak topluma egemen olduğunu savunur. İktisatçılar -klasik ve vulger- sadece üretim bölündüğü için değişim değerinin egemenlik kazandığını görmezler ve bu nedenle, değişim değirmin, paranın ve sermayenin toplumsal düzeni düzenlemediği alternatif bir ekonomiyi kavrayamazlar. Son olarak, Fransa'da Proudhon ve İngiltere'de Gray gibi küçük burjuva sosyalistlerini düşünün. Özelleşmiş üretimi korumayı, fakat değişim değeri ve sermayenin hakimiyetini de ortadan kaldırmayı isterler. İşte parayı ortadan kaldırıp bunun yerine, üreticiler parçalanmış kaldıkları sürece paranın bütün özelliklerini kazanacak olan emek makbuzlarını geçirme yönündeki aptalca şemaları. Boş önerileri, "malların meta olarak üretüeçeği, fakat meta olarak mübadele edilmeyeceği" bir programdan ibarettir. Ancak bizzat üretimin kendisi kökünden değiştirildiğinde, birleşmiş insanların ortak girişimi olduğunda değişim değerinin egemenliğinden kaçmanın olanaklı olduğunu takdir etmezler. Bölünmenin ikilenmeye yol açtığma dair son açıklamamız devletle ilgilidir. The Jewish Question'& göre, insanlar gerçek yaşam'"- Kapital. C. 1, s. 551; Krş. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 501.
154
larrnda çatışma içinde olduklarından ötürü, biçimsel eşit vatandaşlar olarak ideal ve sahte bir yaşamda dayanışmak zorundadırlar. Devlet, aşılması gereken ikinci ve yanılsamalı toplumdur: Gerçek bireysel insan soyut vatandaşı kendi içine emdiğinde; bireysel bir insan olarak günlük yaşamında, işinde ve ilişkilerinde bir tür-varlık olduğunda; toplumsal gücü siyasal güç olarak kendisinden ayırmayacak şekilde İçendi güçlerini toplumsal güçler olarak kabul edip örgütlediğinde insanın kurtuluşu tamamlanacaktır.'" The Jewish Question, tarih-öncesi materyalisttir. Aldatıcı topluluk olarak devlet ile bir smıf egemenliği organı olarak devletin, zaman zaman yan yana eşit önemde ele alındığı Alman ideolojisi, bir geçiş metnidir. Fakat siyasal üstyapı ile ilgili olgun düşüncenin bile meta fetişizmiyle bir benzeşimi vardır. Beş ifade şöyle uyarlanıyor: 1. Sırnf uzlaşmazlığı siyasal çatışma biçimini alır. 2. Özel olarak siyasal çatışma vardır. 3. Siyasal çatışma, özerk değil türevdir. 4. Ne var ki özerk görünür. 5. Siyasal çatışma, devlet ve bununla bağlantılı yanılsamalar değişmez değil, sınıflara bölünmüş toplumlara özgüdür. Çok fazla aktardan erken bir mektubunda Marx, sınıfların ve smıf çatışmasının tarihin belirli bir arahgıyla sınırlı olduğunun belirleme onurunu kendisine ayırarak, burjuva tarihçüeri sınıf mücadelesinin önemini keşfetmekle onurlandırmıştır.® Bu durum, değişim değerinin nasıl "sadece üretimin gelişmesinin tikel, tarihsel evreleriyle bağlantılı" olduğunu anlamayan Ricardo'nun ötesine geçen kavrayışına paralellik gösterir.
(7) İçeriğin Kurtuluşu Olarak Komünizm Fetişizm kapitalizmi korur. Toplumsal biçim, içeriğin enerjisini '"- "On ıha Jewish Question," (Yahudi Sorunu Üzerine) s. 31. '*- Marx'lan Weydemcycr'e, 5 Mart 1852; Marx-Engels, Seçme Yapıtlar 1,-çv. Muzaffer Erdost vd.. Sol Yayınları. 1976, s. .637.
131
yere kendine mal ettiğinde, kendisini bizzat içerikle aynı, "basitçe insani", ebedi gösterir. Bu durum, "Üretimin maddi ilişkilerini bunların tarihsel ve toplumsal belirlenimleriyle dolaysız birliği"ni gören iktisatçıların söyleminde yansımasını bulur.
Tam da ürünlerin ya da bireyin faaliyetlerinin toplumsal güçlerim şeylerin biçiminde koruyup sergileyecek şekilde değişim değerine, paraya ilk dönüşümünün zorunluluğu iki şeyi kanıtlar: (1) Bireylerin artık sadece toplum için ve toplum içinde ürettiklerini; (2) üretimin dolaysız bir şekilde toplumsal olmadığını, emeği kendi içinde bölüştüren bir birlikten fışkırmadığım. Bireyler, enselerinde bir kader gibi etkili olan toplumsal üretimin hükmü altına girer, fakat toplumsal üretim, bireylerin hükmü altına girmez, ortak servetleri olarak bireyler tarafından yönetilmez.(4) Komünizmde bireyler, hakkıyla kendilerinin olan fakat toplumsal yapıda pıhtılaşmış gücü yeniden kazanırlar. Kullanım değeri değişim değerine üstün gelir ve "maddi üretim süreci, sefil ve antagonistik biçiminden kurtulur."® Değişim değeri galip gelmeden Kapital, C. 3. s. 728. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 273-274. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 259. ı Grundrisse, s. 158. Grundrisse, s. 705-706
156
önceki rejimde olduğu gibi, insanları birbirine bağlayan ekonomi dışı zor da artık yoktur. Sadece gönüllü birliktelikler içinde "bireyliklerin özgür bir gelişimi" vardır*" Zira komünizm, "bireylerden bağımsız herhangi bir şeyin var olmasını olanaksız" kılar.® Burada insanların ve üretken yetilerin birleşik bir kurtuluşu savunulur. Tarihsel olarak dönüştürülmüş doğayı denetleyen bireyler üstün gelir ve biçimin hükümranlığı sona erer. Fetişizm, kapitalizmle desteklenen üretimin gelişmesine ödenen bedelin bir kısmıdır. Fetişizmle biçim sadece içeriğe egemen olmakla kalmaz, onu anlaşılmaz da kılar. Komünizm biçime boyun eğdirip maddeyi özgürlüğüne kavuşturduğunda, anlaş ılmazlık ortadan kalkar ve insanın kendi kendini anlaması için bilime artık gerek kalmaz.® Biçim içeriği geliştirdiği için egemen olur: Doğayı dönüştürmek toplumun işlevidir. Bundan doğa bir kez geliştirildi mi toplumsal olarak şu sonuç çıkar mı? Komünizm sadece biçimi meddeye tabi kılmayıp onu ortadan kaldırır mı? Komünizm biçimsiz midir? Yanıt karmaşıktır. Kuşkusuz komünizm maddenin biçim tarafından büzülmesine son verir. Maddi yanı -kullanım değeri, üretken güçler, birey lerözgür bırakır. Peki toplumsal bir biçimi yok mudur? Toplumsal biçim, kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir yapıdır. Biçimin topyekün yok oluşu, böyle anlaşıldığında ütopyacı bir fikirdir. "İnsanlar herhangi bir şekilde birbirleri için çalıştıkları andan itibaren, emekleri toplumsal bir biçim alır'™ ve komünizmde de insanlar birbirleri için çalışır. Fakat biçimin kapsamında bir daraltılması ve biçim ile madde arasındaki ilişkide bir değişiklik -bunlar ütopyacı fikirler değildin Komünizm azalan bir işgünü vaat ettiğine göre, ekonominin alanını daraltır. Ekonominin biçimi ve insan yaşamındaki ağırlığı adım adım azalır. Ekonomik bölgenin dışındaki faaliyetlere gelin-
m
Grundrisse, s. 706. - Alman İdeolojisi, s. 96. Bkz. Ek: I. Kapital, C. l . s . 87.
131
ce, bir biçimi olan herhangi bir şeye karşıt olacak kadar kendiliğinden bir şey gibi görünen "insan enerjisinin özgür gelişimi" olarak betimlenir.<,> Fakat herhalde gerçek durum şöyledir: Komünizmde ekonominin hem içindeki ve hem de dışındaki faaliyet yapışız değildir, fakat öneceden yapılandırılmış da değildir. Ona hiçbir toplumsal biçim dayatılmaz; fakat bir biçimi vardır. Şöyle söylenebilir: Biçim, artık sadece bizzat madde tarafından yaratılan sınırdır. Komünizmin sergilediği yapı, üyelerinin faaliyetlerinin ana çizgilerinden başka bir şey değildir, üyelerinin kendilerini uydurmaları gereken bir şey değildir. Bu bulanık ifadeler, işbölümünün ortadan kaldırılması düşüncesinin ihmal edilmiş bir yanına dikkat çekilerek açıklanacak. Komünizmde devletin sönümlendiği bilinir. Fakat emekli olması gereken tek yapı devlet değildir. Toplumsal yapı da yavaş yavaş kaybolacaktır. Bireylerin zorunluluktan kurtulmuş birlikleri, toplumsal yapıdan özgürleşmeden daha az yeni bir toplumsal yapıdır: Proleterler için ... varoluşlarının, emeklerinin koşullan ve bununla birlikte modem toplumu yöneten bütün varoluş koşullan rastlantısal bir şey, ayn ayn bireyler olarak kontrol etmedikleri ve hiçbir toplumsal örgütlenmenin bireylere denetleme yetkisi vermediği bir şey olmuştur.'1' Kurtuluş içeriğin serbest kalmasını ve üretken yetinin sınırlanmamış fışkırmasını gerektirir: \
... işbölümü çerçevesi içinde kalan daha önceki devrimler yeni siyasal kurumlara yol açmak zorundaydılar; ... işbölümünü ortadan kaldıran komünist devrim önünde sonunda siyasal kurumlan da ortadan kaldırır; ve son olarak ... komünist devrim "toplumsal açıdan üstün zekalı yaratıcı bireylerden oluşan top"'- Kapital, C. 3, s. 720. '"- German Ideology, s. 94. (Türkçe yayımlanan Alman İdeolojisi, orjinal kitabın sadece "Feuerbach" bölümünü kapsamaktadır. Bu nedenle, bu kitapta Alman İdeolojisi'inden yapılan aktarma ve göndermelerin bir çoğu Türkçe- metinde bulunmamaktadır. Bu durumlarda orjinal kaynak referans gösterilecektir -çv.)
128 158
lumsal kurumlar" tarafından değil, üretken güçler tarafından yönlendirilecektir.'" Ortadan kaldırılması toplumsal yapının bastınlmasıyla çakışan bir işbölümü okumasına gereksinmemiz var. Şimdi bunu yapmaya çalışacağız. Marx, Alman İdeolojisi'nin ünlü bir pasajında işbölümünün yok olacağı kehanetinde bulunmuştur. Daha sonra, ekonomik amaçlara uyarlı bir faaliyet olarak bizzat emeğin sönümlenmesi şeklinde ifade ettiği inancının'2' bu erken kehanete eşlik edip etmediğini bilmiyoruz. Aşağıda anahatlan çizilen dikkat çekici çeşitlikte faaliyetin üretimi mi oluşturduğu yoksa üretimin dışmda mı gerçekleştiği açık değildir. Bu soruya verilen yanıt ne olursa olsun, pasaj biçimin bastırılması düşüncesini açıklar: ... iş dağılımı var olur olmaz, her insanın kendisine dayatılan ve kaçınamayacağı tikel, özel bir faaliyet alam olur. O, bir avcıdır, balıkçıdır, bir çobandır, ya da bir eleştirel eleştirmendir ve yaşam araçlarım kaybetmek istemiyorsa öyle kalmak zorundadır; oysa hiçkimsenin bir tek özel faaliyet alanının bulunmadığı, fakat herkesin istediği herhangi bir dalda becerdi olabildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler ve böylece, benim için bugün başka bir şey yarın başka bir şey yapmayı, hep avcı, balıkçı, çoban yada eleştirmen kalmam gerekmeden, canımın istediği gibi sabahleyin avlanmayı, öğleden sonra balık tutmayı, akşamlan hayvan bakmayı, akşam yemeğinden sonra da eleştiri yapmayı olanaklı kılar.(3) Burada M ara, gelecek toplumdaki faaliyete -çalışma olsun ya da olmasın- üç istenir özellik atfeder. Birincisi, kişi sadece bir tek faaliyete teslim olmaz, ikincisi, birçok faaliyetinden herhangi birini sabit bir toplumsal yapıdaki bir rolle ilişkilendirmez. Üçüncüsü, yaptığı şey yapmak istediği şeydir. Burada incelenmesi gereken ikinci özelliktir. '"-German İdeology, s. 416 (Tırnak içi ifade Max Stirner'dan aktarılıyor). Bkz. Kapital. C. 3, s. 720-721. '*- Alman İdeolojisi, s. 55-56.
Komünist insan, "hep avcı, balıkçı, çoban yada eleştirmen kalması gerekmeden" avlanır, balık tutar, koyun güder ve eleştiri yapar. Aktardan ifadenin, faaliyetlerde çeşitlilik ile ilgili başlangıçtaki iddiayı tamamladığım ileri sürüyoruz. Bu insan, avlanmasına, balık tutmasına ve eleştiri yapmasına karşın, ardışık bir şekilde bir avcı, balıkçı ve eleştirmen değildir. Zira o insan, bu faaliyetlerin hiçbirinde, sadece o an için oİsa bile kendisini bir avcı vb. olarak tanımlayabilecek şekilde bir rol yapısı içinde bir konuma girmiyor. Açığa çıkarmaya çalıştığımız düşünce, herhalde aşağıdaki pasajda daha açıktır:
ve "kendileri olarak" kendileriyle yüzleşmelerini istiyordu. Zira kururçdar "toplumsal faaliyetin sabitlenmesini,, kendimizin ürettiği şeyin bizim üzerimizde nesnel bir güç olarak pekişmesi"ni temsil eder."' Manc'ın özgürce birleşmiş bireylerinin bir toplum biçimini değil topluma bir alternatif oluşturduğunu söylemek büyük bir abartma olmaz.
... toplumun komünist örgütlenmesiyle birlikte, sanatçının bütünüyle işbölümünden kaynaklanan yerel ve ulusal darlığa bağımlılığı ve aynı zamanda sanatçının belirli bir sanata, sayesinde sadece bir ressam, bir heykeltraş vb olduğu sanata, tam da mesleki gelişiminin darlığını ve işbölümüne bağımlılığını yeteri ölçüde ifade eden faaliyetinin adına bağımlılığı yok olur. Komünist bir toplumda resamlar yoktur, en fazla diğer faaliyetlerin yanı sıra resim yapmakla da uğraşan insanlar vardır.'" Son cümlenin "Komünist bir toplumda tam gün ressamlar yoktur, en fazla yarım gün ressamlar vardır." dediğini yadsıyoruz. İnsanlar resim yapar; fakat zaman zaman da olsa "ressam" statüsü kazanılmaz. Rollerin ortadan kaldırılması, özen gerektiren bir reçetedir, fakat Marx bunu geleceğin toplumuna dayatır. Bireyin topluma tam bir emilmesini amaçladığına dair serzeniş, Manfın amacının tersini ifade eder. Modem çağda "... sade bir insan sıradan bir rol oynarken, bir general ya da bir bankerin büyük bir rol oynamasından yakınmakla,'2' sade insandan başka bir şey olan bütün rollerin üstesinden gelen on parmağında on marifet bulunan bir insandan etkilenmez. Kurumların dolayımı olmadan, bireylerin birbirleriyle
"'- German Ideology, s. 431-432; italikler benim. '»- Kapital, C. 1, s. 59. Krş. Grundrisse, s. 248
128
160
"'- Alman İdeolojisi, s. 56.
w -VIÜretken Güçlerin Önceliği (î) Giriş Bu bölümde, Manc'ın üretken güçlere açıklayıcı öncelik verdiğini gösteriyor ve fiden öyle yapmanın kimi nedenlerini açıklıyoruz. Bu görevler, temel bir ayrıma uyularak ayn ayn yerine getiriliyor: Marx'm güçlere öncelik verdiği tezi, güçlerin ilksel oldukları tezinden farklıdır. Bu hakikati öne çıkarmaya değer; çünkü Marksistlerin, birinci iddiayı, ikinci iddianın fazüetleriyle ilgili kavrayışlarına göre değerlendirme alışkanlığı vardır. Bu prosedür, sadece Manc'ın konuyla ügüi tutumunun doğru olduğu peşinen varsayılırsa, sağlamdır. Bizim de ileri süreceğimiz gibi, bu öyle olabilir, fakat bir varsayım olarak kabul edüemez. Marksist düşüncede zaman zaman örtük olan başka bir ilke daha da kabul edüemezdir: Mani'm konuyla ilgili her düşüncesi açıkça doğrudur ilkesi. Bu ilke, sadece bir varsayım olarak değü, mudak bir şeküde kabul edüemez. Bu bölümde savunulan öncelik, üretken güçlerin üretim üişkilerine, ya da bu ilişkilerin oluşturduğu ekonomik yapıya önceliğidir. Öncelik tezi şudur: Bir üretim ilişkileri kümesinin doğası, bu ilişkilerin kucakladığı üretken güçlerin gelişme düzeyiyle açıklanır (tersinden çok daha geniş ölçüde)."' Açıklayıcı bağm tam yapısı altbölüm (5)'in konusudur. Mars'ta karşılaştığımız şekliyle öncelik tezi, gelişme tezi denilecek ikinci tezle bağlantılıdır. Buna uygun olarak, aşağıdaki iddia "'- Bu türden niteleyici ifadeler, öncelik tezinin ileri sürüldüğü her seferinde böyle anlaşılmalıdır.
163
çıttiyle ilgileneceğiz:
(a) Üretken güçler, tarih boyunca gelişme eğilimindedirler (Gelişme Tezi). (b) Bir toplumun üretim ilişkilerinin doğası, o toplumun üretken güçlerinin geüşme düzeyiyle açıklanır (uygun Öncelik Tezi). (a), (a)' üretken güçler tarih boyunca gelişmiştir'dan hem fazlasını hem azım söyler. (a), (a)'den fazlasını söyler; çünkü, (a) gelişmeye evrensel bir eğilim yükler. Güçler, bağlantısız nedenler toplamı yüzünden gelişmiş olabilir ve bu, gelişmenin güçlerin doğası olmasını gerektiren (a)'yı değil, (a)"nü kanıtlamaya yeter. Diğer yanda, (a) güçlerin her zaman gelişmesini, hatta asla gerilememesini gerektirmez: Koşullar eğilimin gerçekleşmesini engeUeyebdir. Öncelik tezi ((b)), üretken güçlerdeki değişikliklerin üretim dişkderindeki değişikliklere neden olduğunu ima eder. Ne var ki, üretken güçlerdeki kimi değişiklikler, kapsam olarak bu sonucu doğuramayacak kadar sınırlı olur. Üretim ilişkilerinde bir değişikliğin olabilmesi için üretken yetinin ne kadar artması gerektiğine dair genel bir yargıda bulunmak da olanaklı değildir. Bunun yerine, üretim ilişkderinin üretken güçlere bağımldığımn dinamik yanım şöyle formüle edebdiriz: Herhangi bir üretim ilişkileri kümesi için, kucakladıkları üretken güçlerin bu ilişkilerde bir değişiklik için yeterli bir daha fazla gelişme ölçüsü vardır ve bu daha fazla gelişme gerçekleşme eğilimindedir. Fakat gelişmenin ne kadar geniş olması gerektiği, duruma göre değişir. İddianın mantıksal yapısı, onu, bütün sıvıların bir kaynama noktası vardır, bütün duygulu organizmaların bir ağrı eşitleri vardır vb gibi hakikaderle eşleştirin Bunlar, belirttiklerin evrenselliklerin hassas düzeylerinin değerini belirtmezler ve aym durum, bizim benzer formülasyonumuz için de geçerlidir. Üretken gücün gelişme düzeyleri arasında hem niceliksel hem niteliksel farklılıklar vardır. Eğer L düzeyi, Af düzeyinden daha yüksekse, o zaman, (Bölüm II, altbölüm (6)'da benimsenen öçüte göre), L düzeyindeki artık üretimi M düzeyindekinden daha fazladır. Fakat bu niceliksel farklılık, nitelik olarak farklı türden iki 128
üretken bilgi ve kaynak düzleminde meydana gelir. O halde, üretim ilişkileri üretken gücün gelişme düzeyleriyle açıklanır dersek, buna, açıklamanın bazen gücün katışıksız niteliğine, bazen niceliksel cisimleşmesine, bazen de ikisine ait olduğunu eklemek gerekir.
(2) Manc'ın Öncelik iddiaları: Önsöz Gelişme ve öncelik tezleriyle dgdi kimi savlar altbölüm (4)'te verilecek. Bu ve somaki altbölümde Manc'ın bunlara bağlılığının kesin kanıtlarım veriyoruz. 1859 tarihli Önsöz'le başlıyoruz ve kolaylık olsun diye, Önsöz'deki kimi cümleleri numaralandırarak veriyoruz: 1. ... üretim dişkderi ... maddi üretken güçlerin ... belirli bir gelişme evresine karşılık gelir. 2. Gelişmelerinin belli bir evresinde toplumun maddi üretken güçleri o zamana kadar içinde hareket ettikleri ... mevcut üretim dişkderiyle çatışma içine girerler. 3. Bu dişkiler, üretken güçlerin gelişme biçimlerinden onların engeUeri haline gelirler. .4. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar [ekonomik yapıda bir değişikliğe neden olur](1) 5. İçerebileceği bütün üretken güçler gelişmeden hiçbir toplumsal oluşum yok olmaz... 6. Varlığının maddi koşullan bizzat eski toplumun rahminde olgunlaşmadan, yeni, daha yüksek bir üretim ilişkisi asla ortaya çıkmaz. Bu cümleler, gelişme tezine bağldığı gösterir. Bu şekilde ifade eddmez; fakat, Manc'ın üretken güçlerine yinelenen göndermesinden bu çıkar. Hiçkimse, Manc'ın, kendisinin de kabui edeceği gibi üretken güçlerin gelişme eğilimi göstermediği durumlara karşıt olarak gelişme eğilimi gösterdiği durumlarla ilgilendiğini düşünemez. Ele aldığı konu, bir bütün olarak tarihin yönüdür ve üretken
'"- Köşeli parantez içindeki ek. burada aktarılmayan bir sonraki cümlede anlatılandır
165
güçlerin tarih boyunca gelişme eğiliminde olduğunu açıkça varsayar ve gerçekten de öyledir. Uygun öncelik tezine gelince, 1. cümlede zaten yansıtddığım kabul ediyoruz. Marx, üretim Uişkileri üretken güçlere karşılık gelir dediğinde, biricisinin ikincisine uygun olduğunu anlatmak ister ve ona daha ileri bir düşünce atfedebiliriz: Üretken gelişmeye uygun olduklan için, ilişkiler olduklan gibidirler. Yine de birçok kişi şunu söyleyecektir: Sorun "karşdık gelmek" (entsprechen) fiilinin anlamıyla ilgilidir: X, y'ye karşılık gelirse y de x'e karşılık gelir, dolayısıyla ilişkiler güçlere karşılık gelirse, güçler de ilişkilere karşılık gelmelidir. Bunlar doğruysa, ileri sürülen ilişkilerin güçlere karşılık gelmesi, hiçbir şekilde önceliği ima etmez ve bizim Marx yorumumuz yanlıştır. Fakat doğru değiller. Karşılık gelme her zaman simetrik değildir. "Futboldaki goller beyzboldaki sayıya karşılık gelir"de olduğu gibi bazen simetriktir; fakat, "karşılık gelme"nin kabaca "nedenini açıklama" anlamına geldiği "sinirsel bozukluk yaşamın baskılarında artışa karşılık gelir"de olduğu gibi bazen de simetrik değildir. Biraz önce karşıt bir görüş <çin ileri sürdüğümüz kötü bir savm reddiyle bizim kendi yorumumuzun doğruluğu kanıtlanmaz. 1. cümledeki "karşılık gelmek" fiiliyle gösterilen ilişkinin, simetrik olmaktan çok tek yönlü olduğunu göstermemiz gerekir. 1. cümle Önsöz'ün geri kalan kısımdan yalıtılıp alındığında simetrik okuma belki mümkün olabilir; fakat Önsöz'ün tamamım okursak mümkün olmaz ve bizim okumamızın doğru olduğu görülür. (i) l'i izleyen cümle -yukarıda aktarılmıyor- toplumsal bilinç biçimlerinin ekonomik yapıya "karşılık geldiğini" belirtir, l'deki "karşılık gelmek"le ilgili simetrik görüşün savunucusu, yorumunu sözcüğün bu ikinci kullanımına da genişletip, savunma pahasına en akılalmaz bir şekilde iki ardışık cümlede temelden farklı bir içerikle kulanddığmı ileri sürmelidir. Fakat bu kabul edilemez. Zira, Önsöz'ün soması toplumsal bilince türev bir rol verir"1 ve 1. cümleden somaki cümleye bu rolü vermenin özet bir ifadesi olarak almak makuldur.
(ii) 2, 3 ve 4. cümleler üretken gelişmenin güçler de ilişkiler arasında, ilişkilerin dönüştürülmesiyle gerilimin güçler lehine çözüldüğü bağdaşmazlıkla sonuçlandığım söyler. Peki neden güçler karşısında ilişkiler başlan gelmez? Çünkü ilişküer güçlere karşılık gelmelidir: Fakat, "karşılık gelmek" bizim önerdiğimiz gibi alınırsa bu iyi bir yanıt olur. Bu noktada birileri şunu söyleyebilir: l'in "karşılık gelme "si gerçekten tek yönlü olduğu halde Marx, 1. cümle öyle demese de, ilişkilerin güçler üzerinde karşı yönde epeyce etkide bulunduğunu da savunmuştur. Bizim yorumladığımız şekliyle bile, tek başma alındığında l'in, üretim ilişkderinin geüştiği ve gelişirken üretken ilişkilerde değişikliklere neden olduğu anlamında, paralel karşıt iddialarla bağdaşır olduğunu teslim ediyoruz. Ne 1 ne de diğer eserlerdeki benzer pasajlar üretim ilişkilerindeki bütün değişikliklerin üretken güçlerin hareketine yanıt olduğunu belirtir. Dahası, üretken güçlerdeki değişikliklerin kaynağı hakkında fazla bir şey söylemezler ve dolayısıyla bu kaynak, en azından bazı durumlarda üretim ilişkileri içine konumlandınlabilir. 1. cümle ve ona akraba diğer cümleler, soyut olarak düşünüldüğünde, güçler ile ilişkiler arasında hiçbir tarafa öncelik vermeyen bu zik zak "diyalektiğe" yer bırakır ve bu geniş ölçüde kabul görür. Yine de, varsayılan tersinden hareketi üeri süren hiçbir genellemeye külliyatta rastlanmaz. Eğer Marx, her iki taraf üzerinde de eşit ağırlıkta iki yönlü bir etki düşünmüşse, genelleme yaptığında neden ısrarla sadece bir yöne dikkat çekmiştir? Teorik özedemelerinde neden sık sık üişkilerin güçlere karşılık gelmesine işaret eder de asla karşıtına işaret etmez? (Marx, birçok yönde ilişkilerin güçleri koşulladığını kabul eder ve bunun öncelik tezine etkisi altbölüm (5)'te ele alınacak). Şimdiki savımız şudur: Manc'ın genel ifadeleri her zaman güçlere öncelik verir.
"'- "İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, aksine bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır" ve "bilinç, maddi yafamın çelişkilerinden hareketle açıklanmalıdır.
128
167
Önsöz'ün 1. cümlesinin, kısmen 2, 3 ve 4. cümlelerde geliştirilen anlamda, öncelik tezine (tez (b)) bağlılığın tezahürü olarak alınabileceği sonucuna varıyoruz. 5 ve 6. cümleler daha fazla açıklama verir. 2 ila 6, öncelik tezinin çok katı bir biçimini anlatır -burada, üretken güçlerin üretim ilişkilerini aşırı kesin bir yönetimi ileri sürülür ve öncelik tezini savunmaya geçtiğimizde (altbölüm (4)'te) Önsöz'ün belirttiğinden daha gevşek bir versiyonu bizi meşgul edecek. Fakat şimdi, önce 2 ve 4'ten soyutlanmış olarak, sonra onlarla birlikte 5 ve 6. cümleleleri inceleyeceğiz. 5 şunu söyler: İçerebileceği bütün üretken güçler gelişmeden hiçbir toplumsal oluşum yok olmaz. .. Toplumsal oluşumlar, kendi üretim ilişkilerinin yaptığına uygun üretken gelişmeye izin verirler ("içerirler"). Öyleyse 5'i aşağıdaki gibi yeniden yazalım: Hiçbir ekonomik yapı (üretim ilişkileri kümesi), içerebildiği bütün üretken güçler gelişmeden asla yok olmaz... (5'in eşi 6'da, "üretim ilişkileri"nin, 5'in lafzı dikkate alındığında, tam da "toplumsal oluşum"u bulabileceğimiz yerde ortaya çıktığına dikkat edin.) Şimdi, "bir ekonomik yapının içerebileceği bütün üretken güçler" ifadesi, çok açık bir şekilde, o yapıyla bağdaşır maksimum verimlilik düzeyine bir referanstır. (Aktarılan ifadeyi, kelimesi kelimesine belli sayıda üretken güçleri anlatır anlamda almak hatalı olurdu). Dolayısıyla 5 şunu söyler: bir ekonomik yapı yok olursa, onun üretkenlik potansiyeli gerçekleşmiştir. Tarihinin bir noktasında ölü bir ekonomi biçimi, o biçimde bir ekonominin olabileceği kadar üretken açıdan güçlü olmuştur. Şimdi 5. cümlenin iki hatalı ele alınışı anlatılacak. Birincisi, onu bir hakikatçılik içinde önemsizleştirmektir; ikincisi ise, fiilen olduğundan daha büyük göstermektir. 128
Bir şey yok oluyorsa, herhangi bir şeyi başaramıyacak kadar zayıf bir konumdadır ve 5'in en zayıf okunması, onu bu sıradan hakiki genellemenin bir ömeği olarak alır. Bu görüşe göre 5, ekonomik yapı yok olduğunda güçleri daha fazla geliştiremez (yok olan olduğu için) demekten fazla bir şey söylemez. Bir bakıma daha güçlü bir okuma, ekonomik yapının, yok olmaya başlamadan önce -olasılıkla hemen önce- üretken güçleri zaten daha fazla besleyemez durumda katılaşmış olduğunu söylerdi. Fakat bu bile çok zayıftır. Bir insan, ölümünün arifesinde daha fazla gelişemez durumdaysa, bundan, onun bütün yetilerinin o sırada çözülmüş olduğu sonucu çıkmaz; benzer şekilde, bir ekonomik yapının, üretkenliği kendisi için olası maksimum yüksekliğe ulaşmamışken taşlaşmaya uğraması düşünülebilir. 5, böyle bir durumun tarihte fiilileşmediğini söyler. Çok yüzeysel okumalar bir tarafa bırakılırsa, 5, hem güçlü hem zayıf yorumlara açık kain. Diyelim ki, Fransız feodalizminin en parlak üretken döneminde ekilen tohum miktarının altı katı verim normaldi'" (Tek başma tahıl üretkenliği, sanayi öncesi toplumun üretken yetisini belirlesin). 5'in güçlü bir yorumuna göre, 5, bu üretkenlik düzeyine yakın bir şeyin genel olarak feodal biçimin olası en yüksek düzeyi olduğunu ima eder; öyle ki, başka bir faodalizm, söz gelimi 1:10'luk bir girdi/çıktı oram gösterirse, Fransız feodalizmi potansiyeline ulaşmamıştır ve Fransız örneği 5'i yalanlar. 5'in daha zayıf ve daha makul yorumuna göre ise, feodal Fransız toplumunun olası maksimum üretkenliği genel olarak feodal biçimle değil, feodal biçimin özgül Fransız çeşidiyle belirlenir. Bölüm III, altbölüm (6)'nın terimleriyle, tikel bir feodal toplumun potansiyel maksimumu belirlenirken yalnızca bütün feodalizmlere ortak hakim feodal ilişki değil, onun ekonomik yapısının daha özgül özellikleri de hesaba katdır. O halde, diğer feodalizmlerin Fransız feodalizmini geçmesi olgusu, 5'i yalanlamaz. 5'in önemsizleştirici anlatımlarını reddettikten sonra, şimdi, görünenden daha az iddialı kimi yanlarım gösteriyoruz. '"- Bu yaklaşık rakam, Bloch'un French Rural History"sinden çıkarılmıştır, s. 25-26.
169
Birincisi, 5'in, bir ekonomik yapı giderse ondan daha iyisini temsil eden biri yerine geçer demediğine dikkat edin. 5, gerilemeye -yerine daha geri birinin geçtiği üretkenliğinin zirvesine ulaşmış bir ekonomik yapıya- izin verir. ikincisi, 5, kendi tersim gerektirmez; yani, "içerebileceği bütün üretken güçler gelişirse bir ekonomik yapı"nın yok olmasını gerektirmez. Kendi maksimumuna ulaşmış, fakat kendisini o noktaya getiren ekonomik biçimin içine kilitlenmiş bir toplum 5'i yalanlamaz. Bu nedenle 5, fosilleşme denilebilecek şeye izin verir. Marx, olasılıkla fosilleşmeyi Hint uygarlığına atfetmiştir ve tarif ettiği örneğin kendisine çıkardığı güçlük ne olursa olsun, 5. etimle ile oldukça tutarlıdır.® 6. cümle şunu söyler: Varlığının maddi koşullan bizzat eski toplumun rahminde olgunlaşmadan, yeni, daha yüksek bir üretim ilişkisi asla ortaya çıkmaz. Burada "maddi" ifadesinin Bölüm IV'te açıklandığı anlamda kullanıldığım kestiriyoruz.® Böyle ise, 6, üretkenliğin gerekli bir gelişme düzeyi, eski ekonomik yapı içinde güçlerin ulaştığı gerekli gelişme düzey olmadan daha yüksek bir ekonomik yapıya geçilemeyeceğini söyler. "Maddi koşuüar" ifadesi, gereksiz bir fazlalık olarak, yani "koşullar" sözcüğünün eşanlamlısı olarak alınırsa, 6 değersizleşir, zira
Bkz. Kapital, C. 1, s. 372. Mant'ın, Hindistan'da, maksimum üretkenliğine ulaşılmamı; bir ekonomik biçime hapsedilmiş gelişmeye karşıt olarak burada tanımlanan fosilleşmeyi ayırt edip etmediği açık değildir. Her iki kavrayış da, biraz sonra tekrar döneceğimiz 2 ila 4. cümlelerle tutarlı olmasa da. S. cümleyle tutarlıdır. Bu. bir kestirimdir ve "maddi" ifadesinin Önsöz'deki diğer kullanımlarıyla desteklenmiyor. Sözü edilen maddi koşulların gerekli bir Üretkenlik düzeyini de kapsadığı kesindir, fakat Marx, feodalizmdeki tüccar sermayesi ve kapitalizmdeki kooperatif fabrikalar gibi, daha yüksek üretim ilişkilerinin embiriyonik biçimlerinin eski düzende tohumlanmasını da düşünmüş olabilir. Diğer yanda, 6'daki "maddi koşullar"la ilgili sınırlı yorumumuz Kapital'deki şu pasajla uyumludur (iii, 2S4): 'Toplumsal emeğin üretken güçlerinin gelişmesi sermayenin tarihsel görevi ve doğrulanmayıdır. Farkında olmadan daha yüksek bir üretim tarzının maddi koşullarını böyle yaratır." (3. cildin Türkçesinde ve Progress Pubiishers'ın yayımladığı (Moskova 1966) lngilizcesinde bu iki cümleye rastlanmadı - ç v . )
128 170
o zaman Marx, başka herhangi bir şey gibi yeni bir ekonomik yapının da sadece olanaklı olduğunda ortaya çakacağını söylemekten fazla bir şey söylememiş olur. Sadece mucizeleri yadsımış olur, yeni üretim ilişkilerinin tözsel önkoşullarım belirtmiş olmaz. Diğer yanda, 5 gibi 6 da, kendi tersini gerektirmez ve ilk bakışka görünenden daha azmi söyler. 6'nın tersi şöyle olur: "Yeni ve daha yüksek bir ekonomik yapı için yeterli' üretken güçler gelişmişse, o ekonomik yapı ortaya çıkar." 6'nın söylediklerine karşın, bunun evrensel olarak doğru olması gerekmez. 6, tarihsel düşük yapmalara izin verir. O halde, 5 ve 6'nm gerektirmediği birçok önemli tez vardır. "Fakat bunlan 2, 3 ve 4. cümlelerle birleştirdiğimizde durum değişir; 2-6 karışımı gerçeken çok güçlü öğaştidir. Üretim ilişkilerinin üretken güçleri engellemeye başladığı ve 2'de işaret edilen evre, 4'e göre peşinden bir devrimin geldiği evredir. Fakat 5'ten biliyoruz ki, bir devrim olursa, üretken güçler, eski ekonomik yapıyla tutarlı maksimum düzeye ulaşmış demektir. Bu, tam gelişmiş bir ekonomik biçimin fosilleşmesini dışarda bırakır. Devrimin daha yüksek bir ekonomik yapı kurduğunu vareayabildiğimize göre, gerileme de yasaklanır. Bundan, 6'nm biçimsel olarak' izin verdiği düşük yapmaların gerçekleşmemesinin garanti edildiği sonucu çıkar -bu akıl yürütme altbölüm (8)'de inceleniyor. (Bir toplumsal devrim çağına işaret eden 4. cümleyi yanlış ele aldığımıza dair itirazda bulunulabilir, Güçler ile ilişkiler çatışma içine girdiğinde ortaya çıkan şey kısacık bir dönüşüm değil, olasılıkla yüzyıllarca süren uzun bir geçiş dönemidir. Fakat bu durum, yukardaki belirlemelerde sadece önemsiz değişiklikleri zorunlu kılar. Geçici fosilleşme ve geriye çekilmelerin olanaklı olduğunu ifade eder. Yeni toplumun gelmesi gecikebilir ve bazı geri adımlar söz konusu olabilir; fakat önünde sonunda gelmek zorundadır.) Önsöz'ün savunduğu geniş bir tezler kümesini açığa çıkarmanın bir aygıtı olarak 5. ve 6. cümlelerin kendi başlarına neyi gerektirmediğini göstermeye çalıştık. Önsöz, birçok iddiada bulunur, (a) ve (b) tezlerini savunmaya geçtiğimizde, ayırt ettiğimiz bütün iddi-
alan desteklemeyi umut etmemeliyiz. Örneğin, kazara daha uzun ömürlü olmuşlarsa feodal ilişkilerin gerçekte olduğundan daha yüksek bir üretkenlik göstermiş olabileceklerini yadsımayı istememeliyiz. Daha az üretkenlik potansiyelleri gerilemelerini kısmen açıklar; fakat bundan, Önsöz'ün ileri sürdüğü gibi, yok olmadan önce bu potansiyeli fiilileştirmek zorunda oldukları sonucu çıkardmamahdır. (3) Marx'ın Öncelik İddiaları: Önsöz'ün Dışında Demek ki, en azından 1859 tarihli Önsöz'de Manc, (a) ye (b) tezlerini kabullenir: Üreten güçlerin gelişmesi sistematik olarak ilerler ve üretim dişkderi bu gelişmeye uyum gösterir. Fakat bazılan, tarihsel materyalizmin bu versiyonuna sadece Önsöz'de rastlandığını düşünür. Bu nedenle, şimdi, diğer eserlerden, Önsöz'deki bakış açısının Manc'm olgun düşüncesindeki kalıcılığını kanıtlayan pasajlan sergdiyoruz. Daha soma terk edilen bir söz dağarcığıyla ifade edilmesine karşın, öncelik tezine bağhlık Alman İdeolojisi'nde (1846) uç verir. Özellikle Alman İdeolojisi'ne özgü önde gelen terimlerden biri, alışılmış biçimde "ilişkiye geçme biçimi (ya da tarzı)" olarak, ya da yanlış bir şekilde "ticaret (yapma) tarzı" olarak çevrilen Verkehrsform terimidir. Verkehrsform, sonradan daha iyi tanımlanan "üretim ilişkileri" teriminin habercisidir, "insanlarca ulaşdabilen üretken güçler toplamı toplumun doğasını belirler""' demliyor ve bu, Verkehrsform'un Önsöz'ün 2 da 4. cümlelerini işaret eden güçlere diakronik bağımlılığı şeklinde açıklanır: ... bir engel haline gelmiş olan daha önceki bir karşılıklı ilişki biçiminin yerine, daha gelişmiş üretken güçlere ve dolayısıyla bireylerin daha gelişmiş öz-faaliyet tarzına uygun yeni bir karşılıklı ilişki biçimi -daha soma kendisi de bir engel haline gelip yerini başka birine bırakacak bir biçim- konulur."'
Üretim ilişkilerinin kendilerini üretken güçlere uyarlama eğilimi, fetihler soması ile dgili bir çıkarımı gerektirir: ... ele geçirilecek daha fazla bir şey olmadığında, üretmeye koyulmamariız gerekir... Bu üretme zorunluluğundan ötürü, oraya yerleşen fatihlerin benimsediği topluluk biçimi, hazır bulduklan üretken güçlerin gelişme evresine karşılık gelmek zonındadır; ya da başlangıçta bu olanaklı olmazsa, üretken güçlere uygun olarak değişmek zorundadır."' Konu, Felsefenin Sefaleti'nde de (1847) ele alınır. Burada "karşılıklı ilişki biçimi" ve "topluluk biçimi" ifadeleri, "üretim ilişkderi" ve "toplumsal ilişkiler" ifadelerine yol veriyor ve ikisinin üretken güçlere bağımlılığı açık seçik belirtilir. Örneğin: üretken güçlerin içinde geliştiği ilişkder ... insanların ve onların üretken güçlerinin belirli bir gelişme düzeyine karşılık gelir. Burada "karşılık gelme"nin tek yönlü olduğunu biliyoruz; zira cümle şöyle devam eder: ... ve insanların üretken güçlerindeki bir değişiklik, zorunlu olarak, onların üretim ilişkilerinde de bir değişikliğe neden olur.0' Soma, kötülüğüyle ünlü bir doruğa ulaşan pasaj var: Toplumsal ilişkiler, üretken güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretken güçler kazanırken insanlar, kendi üretim tarzlarını da değiştirirler; kendi üretim tarzlarını değiştirirken, geçimlerini sağlama yollarım değiştirirken, bütün toplumsal ilişkilerini de değiştirirler.0' El değirmeni, size feodal beyli toplumu, buharlı değirmen ise sınai kapitalisti toplumu verir."' Sidney Hook, son cümlenin üretken güçlerin hükümranlığım ileri sürmediğini söyler: '"-Alman İdeolojisi, s. 101. Felsefenin Sefaleti, s. 111. '"- Buradaki "üretim tara", herhalde maddi tarzdır. Fakat burdaki tarz ne anlama gelirse gelsin, cümle, üretken güçlerin üretim ilişkilerine önceliğini formüle eder. Felsefenin Sefaleti, s. 100.
"'- Alman İdeolojisi, s. 51. •"-Alman İdeolojisi, s. 98
128
173
Man, teknolojik gelişimin toplumun gelişmesinin bir göstergesi olarak işe yarayabileceğini sık sık söylemiştir; fakat bu, toplumsal değişimin nedeni ya da bağımsız değişkeni olarak teknolojinin gelişmesine bakmamız gerektiğini söylemekten bütünüyle farklı bir şeydir.'1' Hook, "x size y'yi verir" ifadesinin salt göstergesel bir bağlantıyı belirtmek için kullanılabileceğini iddia ettiğinde haklıdır: Bu ifade, y'nin Jt'le açıklandığım her zaman ima etmez. "Açgözlülük, psikolojisi size kapitalist toplumu, sadakat ve onur psikolojisi feodal toplumu verir" diyenin, davranışların ekonomik sistemleri doğurduğunu sanması gerekmez. Fakat, değirmenlerle ilgili belirlemelerden önce gelen cümle, cümlenin "göstergesel" yorumunu yalanlar. İzleyen cümle de yalanlar: "toplumsal ilişkilerini maddi üretkenliklerine uygun olarak kuran ... insanlar ..." Güçlerin önceliğine kuşkudan uzak aym bağlılık Manc'ın P. V. Annenkov'a 1846 tarihli mektubunda da var: ... insanların toplumsal tarihi, ister bilincinde olsunlar ister olmasınlar, asla onların bireysel gelişmelerinin tarihinden başka bir şey değildir. Maddi ilişkileri, bütün ilişkilerinin temelidir.® Yeni üretken yeteneklerin kazanılmasıyla birlikte insanlar kendi üretim tarzlarım ve üretim tarzlanyla birlikte, sadece tikel bir üretim tarzına uygun ilişkiler olan bütün ekonomik ilişkilerini değiştirirler.® ... insanlar kendi üretken güçlerini geliştirirken, yani yaşarken, birbirleriyle belli ilişkiler geliştirirler ve ... bu ilişkilerin doğası, bu üretken güçlerin değişmesi ve büyümesiyle birlikte değişmeye mahkumdur.® "'- Towards the Undcrstanding of Kari Marx, s. 126. Felsefenin Sefaleti, s. 165. Felsefenin Sefaleti, s. 166. Felsefenin Sefaleti,,s. 168.
128
Komünist Manifesto, üretken güçler ile üretim ilişkileri arasındaki ilişki konusunda, esas konusu bu ilişkilerin belirlediği sınıf çatışması tarihi olduğu için, hiçbir genel yargı sunmaz. Yine de, öncelik'öğretisi anlatıya uygulanır: ... tarım ve imalat sanayinin feodal örgütlenmesi, tek sözcükle feodal mülkiyet ilişkileri, hali hazırda gelişmiş bulunan üretken güçlerle artık bağdaşmaz hale geldiler, bir o kadar «agel haline geldiler. Kırılmalıydılar, kınlddar.® Ve model kendisini tekrarlıyor: Toplumun elindeki üretken güçler, artık burjuva mülkiyet ilişkilerini daha da geliştirme eğiliminde değildir, aksine, kendilerini engelleyen bu ilişkiler için gereğinden fazla güçlü hale gelmişlerdir...® O halde, önceki gibi, üretim ilişkileri kırılabilir, kırılmalıdır ve kınlacaktır: "Proleterlerin ... kazanacaktan bir dünya var."® Yine Manifesto'dan: Burjuvazi, üretim aletlerini, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bütün toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz.® Üretken güçleri değiştiren şey, dolayısıyla üretim ilişkilerini de değiştirir -bu, üretken güçlerin üretim ilişkilerine hakimiyetini gösterir. Ne var ki, burada üretken güçleri değiştiren şey burjuvazidir ve bunu yapmaksızın "var olamaz"larsa, bunun nedeni sadece, üretim ilişkilerindeki mevzilenmeleri olabilir. Ücretli Emek. ve Sermaye (1849), üretim ilişkilerinin üretken güçler tarafından belirlenmesi ile askeri ilişkilerin yıkıcı güçler trafından belirlenmesi arasında bir benzeşme önerir:
'"- K. Mam - F. Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çv. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, 2. baskı 1991, s. 116. "- Manifesto, s. 117. Krş. Engels, "Komünizmin İlkeleri," soru: 13, ibid. s. 194. '"-Manifesto, s. 157. '*- Manifesto, s. 113.
175
Üreticilerin birbirleriyle girdikleri toplumsal ilişkiler, faaliyetlerini değiş tokuş etme ve tüm üretim eylemine katılma koşulları* doğal olarak, üretim araçlarının niteliğine göre değişiklik gösterir. Yeni bir savaş aletinin, yeni bir ateşli silahın icat edilmesiyle birlikte, ordunun bütün iç örgütlenmesi zorunlu olarak değişmiştir; bireylerin bir ordu oluşturup bir ordu gibi hareket etmek için içine girdikleri ilişkiler ve farklı orduların birbirleriyle ilişkileri değişmiştir. Demek ki, maddi üretim araçlarının, üretken güçlerin değişmesi ve gelişmesiyle birlikte, bireylerin içinde üretim yaptıkları toplumsal ilişkiler, toplumsal üretim ilişkileri de değişir, dönüşür.<" Altbölüm (5)'te bu benzetmeye daha yalandan bakacağız. Yukarda verilen pasajlar 1840'lann pasajlarıdır, fakat, aşağıdaki özetlerin de kanıtladığı gibi, daha sonraki temel yazılarda da benzer bir bağlılığa rastlanır: Son kertede topluluk ve topluluğa dayanan mülkiyet, çalışan öznelerin üretim güçlerinin gelişmesinde özgül bir evreye indirgenebilir.. .<2) Belli bir noktanın öteside, üretken güçlerin gelişimi sermaye için bir engel haline gelir -ve bizzat kapitalist ilişkinin kendisi» emeğin üretken güçlerinin gelişmesi önünde bir engel haline gelir ... bu noktaya ulaşmışsa, zorunlu olarak sermaye ... bir engel olarak uzaklaştırılır.'3' Teknoloji, insanın doğayı ele alış tarzım, yaşamım sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açığa çıkarır, dolayısıyla insanın toplumsal ilişkilerinin oluşum tarzını ... ortaya koyar. ..(4) ... verili bir üretim biçimine içkin antagonizmlerin tarihsel ge*"- Ücretli Emek ve Sermaye, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 7. basım, 1992, s. 35. Grundrisse, s. 495. "»- Grundrisse, s. 794. Kapital, C l , s. 386-387, dn. 4.
176
lışımi, bu üretim biçiminin çözülüp yerine yeni bir biçimin kurulmasının tek yoludur.'" ... üretim koşullarının sahiplerinin doğrudan üreticilerle doğrudan ilişkisi ... doğal olarak her zaman, emek yöntemlerinde ve dolayısıyla emeğin toplumsal üretkenliğinde belirli bir evreye [karşdık gelir]'2' ... ulusların (ekonomik) ilişkileri ve sonuç olarak toplumsal, moral ve siyasal durumları, üretimin maddi güçlerindeki değişiklikle birlikte değişir.'3' Yorumcuları, Marx'ııı üretken güçlere öncelik verdiğini yadsımaya götüren bu metinleri bilmemeleri değildir. O halde bu yaygın isteksizliğin nedeni nedir? Birinci neden, tarihsel kayıtların öncelik tezini desteklemediğine dair inancın yanı sıra, bu bölümün başmda açıkladığımıza benzer varsayımlarda bulunma eğilimidir. İkinci neden, görünüşe göre üretim ilişkilerinin üretken güçlerin gelişimini kontrol ettiğini gösteren karşıt metinlerin -birisini Manifesto'dan biz aktardık- bilinmesidir. Öncelik tezine karşı duruşun bu nedeni altbölüm (5)'te ele alınacak. Üçüncü neden, öncelik tezinin insanlığa yakışmaz, dolayısıyla Marx'a atfedemeyeceğimiz bir görüş olarak görülmesidir. Bu çizgidekiler, tezi "teknolojik determinizm" olarak damgalar14' ve tezin, makinayı ve onunla bağlantılı insan-altı güçleri tarihin aracıları olarak sunmasından yalanırlar. Teknoloik görüşte, insan dışı, insanlara rağmen egemen olur. Bu değerlendirme, gerçekte ve Marx'ın kavrayışında, üretken Kapital, C. I . s . 499. Kapital, C. 3, s. 695. Theories ofSurplus Value, C. 3, s. 430. •"- Teknolojik determinizm, herhalde iki şeydin Teknolojiktir ve deterministtir. Teknolojik olmayan bir determinizm ve deyim uygunsa, teknolojik bir determinizm-olmama düşünülebilir. Bizim tarihsel materyalizm versiyonumuza teknolojik denilebilir; fakat determinizm konusu bu kitapta tartışılmayacak. Bu konuda bir belirleme önemlidir Tarihin seyri ve daha özel olarak sosyalist devrimin geleceği. Marx a göre. kaçın,lmazsa, insanların yaptıklarına rağmen değil, rasyonel insanların yapmak zorunda oldukları şey nedeniyle kaçınılmazdır
177
güçlerin gelişmesi ile insan yeteneklerinin çoğalması arasındaki kapsayıcı çakışmayı değerlendirme başarısızlığını sergiler. Güçlerin gelişmesinin esasında insanın emek gücünün bir zenginleşmesi olduğunu fark ettiğimizde, teknoloji üzerine vurgu insan dışı görüntüsünü yitirir. Üretken yetinin gelişmesi, "bireylerin öz-faalıyet tarzı"nda bir ilerlemedir. İnsanların gelişmesiy le el ele gider. İnsanları köleleştirme kapasitesi, öncelikle maddi güçlere değil, toplumsal ilişkilere aittir: Maddi gelişmeyi engellediklerinde engel haline gelen üretim ilişkileridir. Abartılı bir şekilde belirtirsek: İnsanlar kendi kapasitelerinin kölesi olamayacakları için, üretken güçler insanları köleleştirmez. Bu abartmadır, çünkü bu arada, üretken güçlerin güçleri oldukları, insanlara egemen olabilecekleri anlamı vardır ve Mara'da öyle der: işbölümü tarafından belirlendiği şekliyle farklı bireylerin işbirliği yoluyla ortaya çıkan çok katlı üretken güçler, işbirlikleri gönüllü değil doğal olarak gerçekleşmiş olduğu için bu bireylere kendi birleşik güçleri olarak değil, kendileri dışında var olan, kökenini ve amacını bilmedikleri ve bu nedenle de kontrol edemedikleri, aksine insanların irade ve eylemlerinden bağımsız olarak özgül bir dizi evre ve aşamalardan geçen, hatta insanların bu irade ve eylemlerini yöneten yabancı bir güç olarak görünür.'" Tarih insan gücünün gelişmesidir; fakat tarihin gelişme seyri, insan iradesine tabi değildir. Bu, insan-dışı bir şeyi tarihin merkezine oturtmak değildir. Kuşkusuz, "insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar" anlamını niteler, fakat, doğrusunu söylemek gerekirse, komünizmle birlikte gelecek "toplumun bilinçli örgütlenmesine" ulaşıncaya kadar, iyi ya da kötü, tarihin seyri insan iradesine tabi olmadan ilerleyecektir. Bazı Marksistler, üretken güçlerin ve üretim ilişkilerinin tarihteki rolü ile ilgili çetrefil sorundan kaçıp, tarihin "motoru"nun sınıf mücadelesi olduğunu ileri sürerler.
Marx'a göre, belli başlı toplumsal dönüşümlerin dolaysız açıklamasının çoğunlukla sınıflar arası savaşta bulunduğu doğrudur. Fakat toplumsal değişimle ilgili temel açıklama bu değil. Kısmen benzer devletlerarası savaşı ve bunun açıkladığı şeyi nasü açıkladığım düşünün. Savaş ve savaşın sonucu, büyük ölçüde, ülkeler arasındaki sınırların Avrupa haritasındaki yerini belirlemiştir. Fakat bu sınırlan açıklamak isteyen biri, hasım orduların çeşitli zamanlardaki göreli askeri güçlerini zikretmekten ibaret bir yanıta razı olmaz. Güçlünün niye güçlü zayıfın niye zayıf olduğunu bilmek ister. Sınıf mücadelesinin açıklayıcı gücü de benzer şekilde sınırlıdır. Burjuvazi, burjuva öncesi egemen sınıflara üstün geldiğinde ve bu nedenle kapitalizm gelişir, ve proletarya burjuvaziyi yenilgiye uğrattığında ve bu nedenle, sosyalizm inşa edilmeye başlanır. Peki başarılı sınıf niçin başarır? Marx, yanıtı üretken güçlerin niteliğinde bulur. "Belirli üretken güçlerin uygulanabildiği koşullar, toplumun belirli bir sınıfının egemenlik koşullandır."® Bir dönem boyunca yöneten, ya da çağ değiştirici bir çatışmadan muzaffer çıkan sınıf, verili zamanda üretken güçlerin gelişmesini yönetmeye en uygun, en yetenekli ve en eğilimli sınıftır. Bu nedenle Marx, egemen bir sınıfın sadece kendi çıkarlarım değil, kendi çıkarlanyla birlikte bir bütün olarak insanlığın çıkarlarını öne çıkarmasına -yönetiminin zamanı geçinceye ve kendisi gericileşinceye kadarsık sık izin verir ve ilgili çağın üretken gereklilikleri üzerine kunılmayan bir sınıf üstünlüğü açıklaması vermez. Karakteristik bir ifade: Hayvan ve bitki kıratlığında olduğu gibi insan kıralhğmda da türün çıkarları, her zaman, bireylerin çıkarlan pahasına öne çıkarlar, çünkü türün bu çıkarlan sadece belli bireylerin çıkarlarıyla çakışır ve bu ayncahklı bireylerin gücünü oluşturan da bu çakışmadır.® Aiman İdeolojisi, (Türkçe basımında bu cümleye rastlanmadı (İngilizce kaynakta s 85) -ev) Theories ofSurplus Value. C. 2. s. 118.
'"-Alman İdeolojisi, s. 56.
128
179
Marx'da üretken güçlerin önceliğine karşı bilinen bir savı Vernon Venable açık bir şekilde belirtir1. ... tarihsel materyalizmin teknolojik yorumunu daha da çürütmek gerekliyse, Marksçı devrimci buyruğun, dünya işçilerini enerjderini mevcut üretim aletlerine karşı değd, içine hapsedildikleri toplumsal ilişkilere karşı yöneltmeye çağırdığına işaret etmek yeter. Kapitalist üretim tarzından sosyalist üretim tarzına geçiş, kapitalist tekniklerin namusluca korunmasını gerektirir; rafa kaldırılan şey, bu üretim aletlerinin meyvelerinin kişisel maledilmesine olanak sağlayan toplumsal ilişkiler kümesidir. Değişme, teknikleri değiştirmek değil, tekniklerin mevcut özel sahipliğinin yerine kamu sahipliğini geçirmek -teknik değil toplumsal bir mesele- eşlik eder.(,) Fakat Marx, işçderden toplumsal değişime neden olmalarım ister, toplumsal değişimi açıklayan şeye değd. Toplumsal değişimi açıklayan şey zaten vardır ve ona çağrısına kulak verileceğine dair inancı bu verir -eski düzenin üretken yaratıcılığının tükenmesi, yeni bir düzen kurmaya yeterli üretkenliğinin varlığı.® Devrim, üretken güçlerde bir değişikliğe değil, Venable'm söylediği gibi toplumsal ilişkilerde bir dönüşüme dayanır. Fakat üretken güçlerin genişlemesi engellendiği için devrim gerçekleşir. Devrimci toplumsal değişimin işlevi, üretken güçlerin önünü açmaktır. Üretken güçlerin gelişimi üzerinde yoğunlaşmakla tarih uyumlu bir öykü halini alır. Tarih, olasılıkla gerçekten uyumlu değüdir; fakat Marx, uyumlu olduğunu düşünüyor ve maddi gücün gelişmesinin bunu böyle yaptığını söylüyordu.®
(4) Öncelik Davası Marx'ın geüşme ve öncelik tezlerine bağldığı bu kadar. Şimdi "'- fluman Nature: The Marxian
V I > H \ S.
95.
<•>_ Melodramatik terimlerle: "Tarih yargıçtır -infaz memurlanysa proleterlerdir." People's Paper'ın Yıldönümünde Konuşma, s. 360. (3) Annenkov'a Mektup, 28 Aralık 1848, Selected Correspondence, s.30-1
180
daha tehlikeli ve belki de daha çügınca bir işe, yani, tezlerin doğru olduğunu düşünmek için kimi nedenleri bir araya getirme işine geçiyoruz. Sadece kimi nedenleri ve bu nedenler, farklı okuyuculan farklı biçimde etkileyecektir. (a) teziyle, gelişme teziyle başlıyoruz: Üretken güçler tarih boyunca gelişme eğilimdedir, (a), aşağıdaki gibi savunulucaktır. Önce, öncülleri insan doğasının iki kalıcı olgusu olan bir savı ve insanoğlunun tarihte karşı karşıya kaldığı durumla dgüi bir olguyu ana hadanyla belirüyoruz. Savm vardığı sonuç şudur: Üretken güçlerin geüşme yönünde sistematik bir eğilimi vardır. Fakat savm belinden zayıflık!an vardır. Bununla birlikte, çarpıcı bir tarihsel veriyi gündeme getiriyoruz: Toplumların, nadiren üstün üretken güçlerin yerine geri üretken güçleri geçirmesi. Bu veri, bir bakıma dolaylı bir şeküde, bir savı yeniden tartışmaya açmak için kuüandıyor. Geüşme tezinin savunusu inandıncı değd, fakat sağlam bir yanı olabilir. Bazı Marksistler insan doğasma yaptığımız göndermeye şaşacak ve insan doğasıyla ilgiü varsaydan olgulan tarihsel materyalizmin lehine savm kaynağı olarak kullanma niyetimiz karşısında dehşete düşeceklerdir. İnsan doğası, diyeceklerdir, tarihin seyri içinde değişir: Tarihin seyri de dgili muhakemenin dayandırılacağı bir tek insan doğası yoktur. Tarihsel olarak değişmeyen bir insan doğasının varlığını yadsımak Marksist bir gelenektir. Bu nokta, tarihsel olarak kesin bir davranış kalıbını seçip (çoğunlukla hoş olmayan bir kalıbı), buna bir insan doğası atfeden ve buradan, bu kalıbın her toplumda ortaya çıkacağı, ya da sadece aşın tiranlıkla ortadan kaldınlacağı sonucuna varan muhafazakarlara karşı savunulur. Fakat, buna yanıt olarak, kısan doğasının sürekli hiçbir olgusu bulunmadığım iddia etmek gerekmez. Yapılması gereken tek şey, muhafazakarların vurguladığı tikel özeüiğin bunlardan biri olduğunu yadsımaktır. İnsan doğasmm kalıcı olgularının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Zira insan, belirü bir biyolojik yapısıyla, binyıllarca süren tarih boyunca kimi merkezi yanlarının hemen hemen hiç evrilmediği bir memelidir. Kuşkusuz, bu memelinin doğasmm bir olgusu 131
da, mükemmel beyninin, onun, kendisini ve kendi çevresini dönüştürmesini olanaklı kılmasıdır -ancak, biyolojiden tarih ve toplumla ilgili sonuçlar çıkarmaınn sınırları vardır. Fakat kimi sonuçlar çıkarmak da olanaklıdır ve son cümlede bir iki sonuç çıkardık. İnsan doğasınıh tarih içinde değiştiği önermesi, "insan doğası"nın önemli bir anlamında önemli ölçüde doğrudur; fakat, eşit ölçüde önemli ve belki de aym anlamda, insan doğasının değişmez özelliklerinin bulunduğu da doğrudur. Genel bir insan doğasının varlığını yadsıyan Marksistler; insanların içinde yaşadıkları toplumun yapışma nasd bağındı olduklarını ilan ederler: Toplum şöyle şöyle ise, kişilik ve davranış da böyle böyle olacaktır. Peki, verili bir toplum biçimin insanların davranışlarım belirli bir şekilde biçimlendirmesi için insanların bir doğasının bulunması gerektiğini kabul etmeleri gerekmiyor mu? Yanıt şöyle olabilir: 'Temeldeki" doğanın kendisi geçicidir, daha öceki tarihten miras kalmıştır. Fakat, karmaşık bir katmanlar ve tabakalar resmi gibi bir şeyin bir yerlerinde biyolojinin katkısı kabul edümelidir. Tarihsel gelişimin açıklanmasında insan doğasının uygunluğuna karşı ileri sürülen ayn bir sav da şudur: Kendisi değişen bir şey, değişimi açaklayamaz."' Fakat savm öncülü değersizdir. Yemek pişirmenin bilinen yollarından biri, ısıtıcı bir öğenin değişmeyen bir ısıda sürekli uygulanmasıdır. Her gün aym eksersiz bir cılızı bir atlete dönüştürebilir, vb. Şu sonuca vanyoruZ: Şimdi sunmaya başlayacağımız (a) lehine savm kusurları ne olursa olsun, bütün zaman ve mekanlarda insanların aynı olmasıyla Ugili iddialara dayanması, bu kusurlardan biri değildir. Geüşme tezinin kabulünün bir ölçüsü, üç olgu üzerine düşünmeyle harekete geçirilebilir: (c) İnsanlar, tanımlanabilir bir yanıyla, bir bakıma rasyoneldirler. (d) İnsanların tarihsel'2' durumu, kıtlık durumudur. '"- Örneğin bkz. Plekhanov. The Monist View. s. 45. Burada kullanıldığı şekliyle "tarihsel", doğanın çok "cömert" olduğu durumlan dışlar.
(e) İnsanlar, kendi durumlarım iydeştirmelerine olanak tanıyan türde ve derecede zekaya sahiptirler. İsteklerini nasıl tatmin edeceklerini büen rasyonel varlıklar, bu istekleri tatmin etmenin araçlarım ele geçirip kulanma eğilimindedirler. Bu bakımdan -ve burada uygun olan da bu yöndür- insanlar, bir ölçüde rasyoneldirler. İşte kıtlıktan anladığımız: İnsanların istekleri ve dışsal doğanın niteliği nedeniyle, zamanlarının ve enejilerinin büyük bir kısmını yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya harcamadıkça, kendi başına bir amaç olarak gerçekleştirilmeyen çalışmaya girişmedikçe insanlar isteklerini tatmin edemezler. Tarihsel olarak çeşitli içerikleri ne olursa-olsun insan gereksinmesi, desteklenmemiş doğa tarafından nadiren iyi karşılanır. Bazı memelüer, gereksinim duydukları şeyi kolayca elde ederken, bazdan için yaşam sonsuz bir geçim mücadelesidir. İnsanlar, bazı özgül durumlar dışında, kendi çevrelerini kendilerine uygun şekilde yeniden biçimlendiremedikleri sürece şansız memeliler arasındadırlar, (e)'den ötürü, kendi çevrelerini kendilerine uygun hale getirirler. Daha az zekaya sahip memeliler, her kuşak kendisinden önceki kuşağın başanlan üzeride yükselerek, kendi doğal ortamlarım toptan iydeştirme yeteneğinde değildirler. (e), insanların yaptıklan şey üzerinde düşünmeye ve daha üstün yapma yollarım ayırt etmeye eğilimli olduklarım söyler. Bilgi genişler, genişlemesi bazen üretken kullanıma açık olur ve öyle olduğu görülüyor. Rasyonellikleri ((c)) ve kötü durumlan ((d)) veriliyken, bilgi kendilerine genişleyen üretken güç olanağı sunduğunda onu almaya eğilimli olacaklardır; zira almamak irrasyonel olurdu. Kısaca, geüşme tezini doğnılamamn bir nedeni olarak şunu belirtiyoruz: Genişleme tezinin doğru olmaması, insan rasyonalitesine zarar verir. Sav taslağımızın iki geniş boşluğu var. Birincisi, (d)'nin insanın maddi sorununun, diğer insan sorunları ve çıkarlanyla karşdaştırıldığmda göreli büyüklüğünü ve çözümündeki çıkan açığa vurmamasıdır. Herhalde, belü kültürel ve toplumsal iyelikler, insan refahı hesabıyla epeyce maddi fedakârlığa değer. Geüşme tezinin yanlışlığının rasyonelüğe zarar verip vermeyeceği, potansiyel olarak çatışan insan çıkarlarının karşılaştırmalı önemiyle ilgili bir yargıyı gerektirir. 183
Diyelim ki, doğru yargı bizim durumuzu destekler. Sav, ciddi biçimde eksik kalır. Zira, toplumların, rasyonalitenin insanları tercih etmeye yönelttiği şeyi ortaya çıkarma eğiliminde oldukları pek belli değil. Aklın gösterdiği ile toplumun yaptığı arasında bir gölge var. Gölgenin gereğinden fazla uzun olmadığım göstermek için daha ileri değerlendirmelere gerek var. Tarihsel materyalizm, egemen sınıflarla bir'bütün olarak insanlık arasında kaba bir çıkar çakışmasını savunarak, aklın gerekleri ile tarihin fiili eğilimi arasındaki boşluğu doldurur. Fakat, geüşme tezi, tez (a), lehine mevcut savı onarmanın bir aracı olarak bu iddiayı kullanmak sorundan kaçmak olur; çünkü iddia, öncelik teziyle, tez (b) yakından bağlantılıdır ve (b) lehine savın bir parçası olarak kullanmak niyetindeyiz. O halde, gelişme tezi lehine savımız eksiklidir. Yine de, toplumların nadiren verili bir üretken güçler kümesi yerine daha geri birini geçirmeleri olgusu açıklanması gereken bir olgudur -ve burada genel savdan, tarihin kayıtlarına geçiyoruz. Bu geniş genellemeye belli istisnaların teorik sonuçlan yoktur. Doğal afetler üretken güçte gerilemeye neden olabilir; fakat tarih teorisinin bunlan ele alması beklenmemelidir. Tarihin seyrini etkileseler bile, "şans" dalgalarının lehine ya aleyhine yasa koyamaz. Kristallerin nasd biçimlendiğiyle ilgili bir anlatım, işlem kaplamım şiddetle sarsıldığı durunlan hesaba katmaz. Benzer şekilde tarihsel teori de, normal durumlan kavramakla yetinmelidir. Biraz sonra bu konuya tekrar döneceğiz. Geniş genellememiz, işlerin normal gidişinde iyi üretken güçler daha az iyilerini üretmez şeklindedir. Açıklamanın bir kısmı, süredurumdur. İnsan yaşamındaki hemen hemen her şeyde olduğu gibi, miras alınan üretken güçlere de kısmen akla uygun olmayan güçlü bir bağlılık vardır. İnsanlar alıştıklan şeye uyarlanırlar. Yine de, üretken güçler çoğunlukla yerlerini daha iyilerine bırakırlar. Bu nedenle süredurum, çoğunlukla bariz ilerleme karşısında geri çekilme yokluğunu kendi başma açıklayamayacak kadar seçici değildi. Bu noktada, gelişme tezi lehine başlangıçtaki savımızın öncülleri (c) ila (e) ifadelerini anımsayalım. Bunlar etrafında inşa ettiğimiz savdaki iki boşluğu fark ettiğimizde, bu ifadelerin açıklayıcı 128
erimine olan inancımız zayıflamıştı. Bu boşlukların oylumunu kestirmek, dolayısıyla (c) ile (e) ifadelerinin ağırlığını değerlendirmek güçtü. Fakat dikkat edin; (c) ile (e) gerçekten önemli kabul edilirse, vurgulamakta olduğumuz üretken güçte belirgin bir gerileme yokluğunun üstün bir anlatımını bize verir. Gerilemenin enderliği ile ilerlemenin sıklığı arasında sözü edilen çelişkiyi açıklamaya yardım ederler, (c) ile (e) ifadelerinin korktuğumuzdan daha fazla ağırlığa sahip olmalarına izin vermenin nedeni budur. Fakat bit kez buna izin verildi mi, esas savla ilgili uzak durduğumuzdan daha iyimser bir görüşe sahip olabiliriz, (c) ile (e) önerilen şekilde onarıldı mı, gelişme tezi lehine iyi bir sav sağladıklarını söylemeye yeniden hak kazanırız. Kısaca; Esas savın öncülleri belirgin gerileme yokluğunu açıklamaya yardım ettikleri için, bunlan, gelişme tezinde formüle edilen ilerleme eğilimini ileri sürmenin lehine bir sav olarak kullanmanın nedeni var.'" „ Kapitalist topluma özgü üretken güçlerin kesintisiz gelişmesini bir bütün olarak tarih için ileri sürmüyoruz. Bunun yerine, doğanın kötü koşullan bağlamında rasyonellik ve zekadan kaynaklanan sü-, rekli bir üretken ilerleme eğilimini öngörüyoruz. Eğilimin farklı zamanlarda az çok dramatik sonuçlan vardır. Sanki üretken güçte gerileme bir anlamda her zaman bir seçe-
"'- Son iki paragraftaki savın, burada açıklanması gereken karmaşık bir yapısı var. İlgili önermeler şöyledir: (p) Üretken güçler nadiren geriye doğru giderler ( "geni} genelleme") (q)lnsan toplumunda süredurum vardır. (r) (c) ile (e) ifadelerinin önemli açıklayıcı ağırlıkları vardır. (s) Üretken güçler çoğunlukla ileri doğru hareket ederler. (a) Üretken güçler tarih boyunca gelişme eğilimindedirler (gelişme tezi). (Dikkat edin; (s), (a) ile aynıdeğildir. (s), (a)'dan ayırt edilen (ay nün bir gereğidir.) Sav, şöyle ilerler: 1. (p) doğrudur. 2- (q). (p)'nin lam açıklaması olsaydı, (s)'nin yanlış olmasını beklerdik. Fakat, 3. (s) doğrudur. Dolayısıyla, 4
5. 6. 7. 8.
(i), (p)'nin tam açıklaması değildir. (r) doğru olsaydı, (p), tek başına (q)'dan daha iyi açıklanırdı. Dolayısıyla, (r)'nin doğru olduğunu düşünmek için iyi bir neden var. Fakat, (r) doğruysa, esas savı kabul etmek için de iyi bir neden var'. O halde. O savı kabul etmek için iyi bir neden var.
185
nekmiş, fakat aklın üstünlüğü nedeniyle nadiren tercih edilirmiş gibi ilerledik. Şimdi, daha ilkel üretken güçlere geridönüşün çoğunlukla teknik açıdan olanaksız olduğunu ekleyebiliriz. Tarım, çiftçiye makina, gübre Ve hayvan yemi sağlayan kent sanayine bağlandıktan sonra, sanayi öncesi tarım ve hayvancılığa geri dönerek insan yaşamım sürdürmek olanaksız, ya da fiilen olanaksız hale gelir.(l) Daha da önemlisi: Artan üretkenlik, sadece o günkü gereksinmeleri daha kolay karşılamakla kalmaz, eski araçların karşılayamadığı yeni gereksinmeler de yaratır. "Buhar makinesinin keşfinden önce insanlar onsuz yapabiliyordu. Şimdi bu artık olanaklı değil."01 Örneğin: Demiryolları kullanıma girdikten soma, kısmen bir süre sonra at nüfusunun azalması ve at arabası yapımı, at bakımı vb becerilerin ortadan kalkması nedeniyle, kısmen de demiryollarının getirdiği artan hareketlilikten vazgeçmenin çok zor olması nedeniyle, atlı taşımacılığa geri dönmek zordur. Ne var ki, gerçekte durgunlaşabilir olsalar da, doğal afetler dışında, üretken güçlerin geriye gitmediğine dair genellemenin istisnaları vardır. Örneğin, Roma İmparatorluğu'nun gerilemesine, Avrupa'nın üretken güçlerinde kayda değer bir aşınmanın eşlik ettiğinden kuşku yok Önce, emperyal düzenin çöküşü, ürünlerin uzun mesafeli mübadelesi için yaşamsal olan güvenliği zayıflattı ve bu durum, ulaşılan işbölümünün sürdürülmesine ve dolayısıyla, ancak bu işbölümüyle ürün verebilen beceri ve tekniklerin aktanlmasına karşı etkide bulundu. Bir tarih teorisinin anormal durumlara yanıt vermediğini belirttik; fakat normalliğin ölçütünü saptamadık. Yıkıma neden olan bir deprem açıkça anormal bir durumdur; fakat Roma'nınkine benzer birçok durum konusunda karar vermek zordur ve böyle bir karar vermek için bir normallik ölçütüne gerek var. Başka bir alana kısa bir bakış, gerekenin ne olduğunu gösterecektir. Normal bir şekilde işleyen sağlıklı bir organizma kavramımız '"- Grundrisse, s. 527-528. "'- Engels, "1891 Sosyal Demokrat Proğram Tasarısının Eleştirisi," Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C. 3, çv. Mihri Belli, Sevim Belli vd. Sol Yayınlan, 1979. s. 523 içinde.
186
var. Organizmanın uygun işlev görmesini inceleyen fizyoloji, bozuk işleyişlerin nedenlerini ve seyrini araştıran pataloji bilimine katkıda bulunur, fakat ondan farklıdır. Fizyoloji, böbreğin ne yaptığını söyler. İfadelerinin tahmini içeriği vardır, fakat açık seçik bir şekilde değil. Kuşkusuz, bu ifadelerin doğruluğu, insanlardaki böbrek hastalğı vakalanyla birlikte değişmez. Şimdi, normal bir organizma kavramıyla karşılaştınlabilir normal bir toplum kavramı tasarlay abilseydik, o zaman, tarihsel teori ile tarihsel patolojiyi ayırt edebilir ve gelişme tezini bir hipotez olarak tarihsel teorinin içine sokabilirdik. Uygun bir toplumsal normallik kavramı inşa etmek olanaksız değil, fakat burada yapılmaya girişilmeyecek Kuşkusuz, üretken güçlerini arttırma eğiliminde olmasını normal bir toplumun tanımlayıcı bir özniteliği yapamayız; zira o zaman, konumuzla ilgili merkezi hipotezimizin, kapsamına koyduğumuz sınırlamalarla doğruluğu garanti edilirdi. Aynı nedenle, toplumun üretim ilişkilerinin kendi üretken güçlerine uyarlanması da (Mara'ın metaforuyla yeni toplumun "doğum sancı"lannın bir parçası olarak, bozuk uyarlanmaların normal olduğu devrimci dönemler dışında) normal bir toplumun tanımlayıcı Özelliği olamaz. Öncü tezlerimizin rehberliği altında konumuza bir sınır çekmeye çalışacağız; fakat, kısır bir döngü olmaksızın kendi içlerinde ve kendi başlarına bunu sağlayamazlar. Son olarak, normal bir toplum kavramının, sağlıklı bir organizma kavramından daha az açık ve daha az kolay uygulanacağım beklemeliyiz. Tarihin konusunun çok tanımlanmış kavramlaşturnalara direndiğini unutmamalıyız. Alman İdeolojisi' inde Marx ve Engels, salt yerel kaldıklarında üretken başanlann kırılgan olduklarım söylerler; zira, yerel kaldıklarında, barbar halkların ani saldınlan, hatta olağan savaşlar gibi salt rastlantılar, üretici güçleri ve gereksinmeleri gelişmiş bir ülkeyi yeniden sıfırdan başlamak zorunda bırakmaya yeter."'
Alman İdeolojisi, s. 80.
128 186
Bu pasaj, "rastlantı" diye adlandırdığı şey nedeniyle, bir normallik düşüncesi önerir; zira, rastlantı olaylar, tanımı gereği, işlerin normal gidişini kesintiye uğratır. Öneri şöyledir: Bir toplum, hem doğayla hem de diğer toplumlarla belli bir denge ilişkisi içinde durduğunda o toplumun koşudan normaldir. Fakat uygun dengeyi tatmin edici bir kesinlikle saptamak çetin bir görev olur. Roma örneğine dönersek, üretken gerilemesi barbar istilasına atfedddiği sürece, Roma örneğinin tarihsel materyalizme bir meydan okuma olarak gücünü yitireceği yargısına varabdiriz. Fakat Roma'nuı yozlaşmasının "içsel" nedenleri de vardı ve gerçek sorun, "içsel" ve "dışsal" faktör nosyonlarını gerekli bir kesinlikte saptamaktır."' Uygun tezin önceliğine dönüyoruz; yani, (b) Bir toplumun üretim dişkderinin doğası, o toplumun üretken güçlerinin gelişme düzeyiyle açıklanır. (b) lehine birinci nokta şudur: Verili bir üretken güç düzeyi, sadece belli tipte, yada belli tiplerde ekonomik yapılarla bağdaşır. Örneğin kölelik, bilgisayar teknolojili bir toplumdaki üreticderin genel koşulu olamaz; çünkü, o teknolojiyi çahştırabden üreticderde olması gereken kültürel düzey, onlan kölelik statüsüne isyana yöneltirdi. Verili üretken güçlerle bağdaşır ekonomik yapdann kapsamı ne kadar geniştir? Bu soruya tam bir yanıt veremeyiz;"' fakat, verili üretken güçlerle bütün ekonomik yapılann olanaklı olmadığı açıktır. . Güçlerin önceliğini kabul eden bazı Marksistler, sorunu güçlerin üretim ilişkilerine dayattığı kısıdamayla eşitlemekle yetinirler. Fakat bu doyurucu değil. Zira kısıtlama simetriktir. Yüksek teknoloji köleliği dışlıyorsa, kölelik de yüsek teknolojiyi dışlar. Güçlerin önceliğini kanıtlamak için, karşılıklı kısıtlamaya bir şey daha eklenmelidir. "'- Bazı Marksistlere göre (Bkz. de Saint Crobc. "Kari Marx and the History of Classical Anliquity") İmparatorluğun iç bozulması yoğunlaşmış sınıf mücadelesini yansılıyordu; fakat, bunun bizim yorumumuza uygun tarihsel materyalizmi doğrulayıp doğrulamadığı açık değil. Bizim yorumumuza göre, sınıf mücadelesi üretkenliğin gelişmesini geçici olarak gerçekten de engelleyebilir; fakat Roma'nm sergilediği kadar uzun bir gerilemeye neden olmaz. "'- Kısmi bir yanıt için bkz. Bölüm VII.
188
Gelişme, tezi ((a)), gerekli tamamlamayı verir, (a) ve kısıdama olğulan ortak temelinde (b)'yi savunabiliriz, (a), üretken güçlerin gelişme eğdiminde olduğunu söyler. Güçlerin yeterli gelişimiyle birlikte kısıtlamalar nedeniyle, eski ilişkiler artık güçlerle bağdaşmaz. Ya üretken gelişmeyle birlikte geride kalmaksızın değişmiş olacaklardır, ya da -teorik olarak saptanmış seçenek- güçlerle ilişkiler arasında "çelişki" olacaktır. Çelişki söz konusu olursa, üretim ilişkilerinin değiştirilmesiyle çözülecektir. Zira aksi takdirde, (a)'ya göre sonsuza kadar engellemenin olanaklı olmadığı daha deri üretken gelişmeyi engelerdi. (Pürüzsüz birlikte derleme yerine geride kalma ve çelişkinin söz konusu olduğunu kanıtlayan (a) ve kısıtlama olgulan değddir. Bu deri iddia, mevcut düzeni desteklemekle çakışan çıkarlara, düzeni sonsuza kadar sürdürmeye yetecek kadar güçlü olmayan -(a)'nın ısran- çıkarlara dayanır.) Bu, üretken güçlerin önceliği lehine savımızı tamamlar. İnandıncı olmasa da, ikna edici olduğunu umuyoruz. Olasılıkla buna en umut verici direniş hattı, üretim ilişkderi için bir gelişme tezi önermek, yani, üretim dişkderinin, tarih boyunca, fakat kendi içderindeki üretken güçlerin büyümesinden ötürü değü, belirli bir yönde değişme eğdiminde olduklanna dair bir iddia olacaktır. Ne var ki, böyle bir iddiayı sağlam bir temele oturtmanın son derece güç olacağım ileri sürüyoruz. Üretken güçlerin önceliği lehine öne çıkardığımız ve insan rasyonalitesi ve zekası gibi genelliklere dayanan savm, Manc öncelik tezini öncelikli olarak ele almış olsaydı onun konuyu savunma şekliyle ortak yanlan olur muydu diye merak edilebilir. Marx, inandığı öncelik tezini açıkça anlatmaya koyulmadığı halde, konuyla ügüi bir tutumu açığa vurur ve bu, bizim ana hatlarını çizdiğimiz sava uygundur. Temel sorun uygarlığın meyveleririden, kazanılmış üretken güçlerden yoksun kalmamak olduğuna göre, bunların içinde üretilmiş bulunduklan geleneksel biçimler yok edilmelidirler."'
'"- Felsefenin Sefaleti, s. 111.
189
... ulaşılmış bulunan sonuçlardan yoksun kalmamak ve uygarlığın meyvelerini yitirmemek için, karşılıklı ilişki tarzları kazanılmış üretken güçlere artık karşılık gelmediği andan itibaren, bütün geleneksel toplumsal biçimlerini değiştirmek zorunda kalırlar.0» Bu anlar, Manc'ın sık sık söylediği gibi, ilişkilerin engeller haline geldiği anlardır ve güçleri köstekledikleri için, kınlacaklardır. Peki, kıtlık karşısında daha fazla derleme fırsatını yitirme pahasına ilişkilerde ısrar etmenin irrasyonel olmasından ötürü değüse, ilişkilerin güçleri sınırlaması olgusu ilişkilerin akibetini niçin önceden bddirsin? Kapitalist sistemin, ulaşılması kaçınılmaz "belli bir noktadan sonra her rasyonel derlemeyi"01 yasaklamasından ötürüdür. Marx bu öğretiyi, sadece gelecekteki sosyalizme geçişe değü, 17. yüzyd İngdiz Devrimi gibi daha az küresel görüngülere de uygular. Bu bölüm, sınıf çatışması düzeyinde incelemeyi gerektirir. Fakat, gördüğümüz gibi Manc, üretken güçlerle uyum içinde yürüdüğü için bir sınıfın güç kazandığım ve güce sahip olduğunu savunur. Elbette, İngiliz Devrimini yapan burjuvaziyi düşünür, fakat bu, devrimin temel açıklaması olarak sunulur: ... ayncahklar, lonca ve korporasyon kurumlan, ortaçağın düzenleyici rejimi, yalnızca edinilmiş üretken güçlere ve daha önce var olan ve bu kurumların içinden çıktıklan toplumsal koşullara karşdık gelen toplumsal ilişkilerdi. Korporasyonlar ve düzenlemeler rejiminin koruması altında sermaye birikti, denizaşın ticaret gelişti, kolonüer kuruldu. Fakat eğer insanlar, çatısı altında bu meyveleri olgunlaştıran biçimleri alıkoymaya kalkışsalardı, bu meyvelerden yoksun kalmış olacaklardı.® (5) Güçlerin Önceliğinin Doğası Güçlerin ve ilişkilerin birbirlerini etlrilemelerinin çeşitli biçim"'- Marx"taıı Annenkov"a, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti, s. 165 içinde. Kapital. C. 1 . . s. 492. '»- Mara'tan Annenkov'a, 28 Aralık 1846, Felsefenin Sefaleti. S. 165-166 içinde.
128
lerinin tam bir taksonomisini sunmayacağız. Bunun yerine, aralarındaki teorik olarak merkezi bağlantı, güçlerin önceliğinin doğasını niteleyen bağlantı olduğunu kabul ettiğimiz şeyi tarif etmeye geçiyoruz. Hiçbir koşula bağlı olmayan ifadeyle başlıyor ve sonra bazı güçlükleri ele alıyoruz. Güçlerin niteliğinin, işlevsel olarak ilişkilerin niteliğini açıkladığım savunuyoruz. (İşlevsel açıklama, tartışmalı bir prosedürdür. IX. ve X. bölümlerde savunuluyor). Savunulan açıklamalar şu biçimi alır: Üretim ilişkileri t zamanında R türden üretim ilişkileridirler; çünkü, R türden üretim ilişkileri, üretken güçlerin t zamanındaki gelişme düzeyi veriliyken, t zamanındaki üretken güçleri kullanmaya ve geliştirmeye uygundur. (Bazı durumlarda, biraz farklı bir şema daha uygundur). İlişldler istikrarlı bir şeküde devam ettiklerinde, güçlerin gelişmesini teşvik ettikleri için öyledirler tlişküer devrimcileştirüdiğinde, artık güçleri kollamadıklan için eski ilişküerin varlığı son bulur ve bunu yapmaya uygun olduklan için yeni ilişkiler ortaya çıkar. Işlevsizleşen ilişldler, değiştirilmeden önce bir süre direnirler. Bu süre içinde, ilişüerin niteliği, güçlerin gelişmesinde geçmiş bir evreye uygunluklanyla açıklanır (ve yukarda italik olarak verilenden farklı bir şema uygulanır: Gerekli şemayı elde etmek için, "uygundur'^ "uygundu" olarak değiştirin ve ikinci üe üçüncü "/"leri "t-ri" olarak değiştirin). Bu nedenle, ilişldler güçlerin gelişmesine uygunsa, güçlerin gelişmesine uygun olduklan için vardırlar, ilişkiler güçlerin gelişmesine uygun değilse, yalan geçmişte öyle olduklan için vardırlar. (Sonraki belirlemelerde, ikinci, ya da işlevsizleşme durumu, iktisadı açıklama nedeniyle ihmal edilecektir). Artık anlaşılmış olmalı, üretim ilişküeri üretken güçlerin gelişmesini koşullar şeklindeki önerme, güçlerin ilişkileri belirlemesinin en önemli şekli olarak Ueri sürdüğümüz şeyle sadece bağdaşmakla kalmaz, onun tarafından gerektirilir de. ilişkilerin güçler üzerindeki etkisi, öncelik tezi okumamızda vurgulanır. İlişkilerin doğasını, neden neyseler o olduklarım açıklayan bu etkidir. İlişkiler farklı olsaydı, güçler geliştikleri gibi gelişmezlerdi, fakat ilişki191
lerin farklı olmamasının nedeni de budur -çünkü verili türdeki ilişkiler güçlerin gelişmesine uygundur. Kendilerini kucaklayan ekonomik yapıriın doğasını açıklayan bir üretken güçler kümesinin özniteliği, o doğanın yapısı içinde gelişme eğilimleridir. Bir bakıma naif bir öykü, önerilen açıklama modelini aydınlatmaya yardım edecektir, Daha iyi geçinmeyi arzulayan üyelerinin geçimlik düzeyde eşit yaşadığı üretkenlik bakımından zayıf bir toplum tasarlayalım. İçlerinden biri, sulama amacıyla yararlandıkları ırmağın kıyısına yapılacak bir ayak değirmeninin toprağa su akışım arttıracağım, toprağın verimini fazlalaştıracağını ve dolayısıyla refahı geliştireceğini düşünür. Düşüncesini topluluğa açar, topluluk etkilenir ve bir grup aygıtı tasarlayıp inşa etmekle görevlendirilir. Irmak kıyısında uygun bir yere tesis kurulur, topluluğun bütün üyelerinin katıldığı bir denemeyle tesis denenir. Değirmenin düzerdi kullanımının getireceği yararları doğru bir şekilde kavrarlar ve çalışacak gönüllü adamlara gerek vardır. Fakat hiçkimse gönüllü olarak öne çıkmaz: Toplumda hiçkimsenin hoşlanmadığı bir iştir. Okuyucunun kestirmesine bıraktığımız nedenlerle, herkesin zamanıma bir kısmını değirmeni çalıştırmaya ayırması da uygulanabilir değildir. Birçok tam gün değirmenciye gerek vardır. Görevlilerin kurayla belirlenmesmde anlaşılır ve kura çekilir Ne var ki, iş o kadar sevimsizdir ki, katı bir denetim olmaksızın işin etkili bir şekilde yerine getirilmeyeceği belli olur. Bu rol için aday kıtlığı çekilmez ve bir yolla birkaç kişi bu göreve seçilir. Eşitlikçi olan bir toplulukta giderek bir sınıf yapısı doğar (denetçiler, çiftçiler, değirmenciler), ilişkiler değişmiştir, çünkü başka türlü güçler gelişmemiş olurdu ve ilişkiler değişmiş olduğu için güçler ilerlemiştir denilebilir. Fakat, cümlenin ikinci kısmına rağmen, güçlerdeki değişikliğin ilişkilerdeki değişiklikten daha temel olduğu açıktır: Yeni ilişkiler üretken ilerlemeyi kolaylaştırdığı için ilişkiler değişir. Öykü, Marksçı tarih teorisinde güçlerin sahip olduğu öncelik tipini aydınlatır. Ekonomik yapıların üretken güçleri geliştirmesi çıplak olgusu, üretken güçlerin önceliğine zarar vermez; çünkü güçler, gelişmeyi 192
teşvik etme kapasitelerine uygun yapılan seçerler.'" Gelişme, uygun ekonomik yapı türüne bağlıysa, hangi anlamda güçlerin gelişmesi birincildir? Şu anlamda: Uygun ekonomik yapının, güçlerin geüşme gereklerine yanıt olarak var olması anlamında. Diyelim ki, güçler t zamanında L düzeyindedirler ve sadece ve sadece t zamanı ile t + n zamanı arasında R ilişkileri egemense, güçler t + n zamanında daha yüksek M düzeyine gelişeceklerdir. Bundan, güçlerin L'den Af ye gelişip gelişemeyeceğinin, güçlerden bağımsız olarak ekonomik yapının niteliği tarafından kararlaştırıldığı sonucu çıkmaz. Zira, R ilişkileriyle bir toplumun t zamanından t + n zamanına kadar var olması, t zamanında L düzeyinde olan güçlerin bir sonucu olabilir: Ve öncelik tezinin öne sürdüğü de budur. Güçler, sadece uygun ilişkiler içinde gelişirler, fakat, gelişip gelişmeyeceklerinin güçlerden bağımsız olarak ilişkilerin niteliği tarafından belirlendiği yanlıştır, çünkü güçler ilişkilerin niteliğini belirler. Öncelik tezi, üretken ilerleme için belli bir ekonomi biçimi gereklidir şeklindeki hakikatle bağdaşır. Plekhanov, "her verili toplum için, tarihinin her verili döneminde, üretken güçlerinin daha da gelişmesi, söz konusu dönemdeki koşulları tarafından belirlenir" diye iddia ettiğinde,® üretim ilişkileri ne durumda olursa olsun daha fazla gelişmenin güvencede olacağım varsaymış ve varsaymak zorunda kalmış olamaz. Şimdi bazı güçlükler. Bir bakıma belirsiz bir şekilde, güçler ilişkilerin niteliğini açıklar dediğimizde, ilişkilerin bütün özelliklerini değil bazı özelliklerini açıkladıklarım anlatmak istiyoruz, örneğin, feodal bey ile köylüler arasındaki kesin hak dağılımım açıklamaksızm ekonominin neden serf-tabanh olduğunu açıklayabilir. Bütün görüngüler, az çok özgül bir şekilde betimlenebilir ve bir görüngüyle ilgili açıklama, nasıl betimlendiğinden bağımsız olarak, sınırlı bir şekilde özgül betimlemeye bağlı olarak başanh ya da başansız olur.® Bir tü(U - Güçler, yapılan nasıl seçer? ilgili tartışma için bkz. Bölüm: X. '"- The Monist View, s. 166. "'- Krş. Bl. XI.
193
rün neden kamuflaj geliştirmiş olduğunu açıklayan genetik ve çevresel değerlendirmeler, kamuflajın neden kırmızı ve yeşil benekli olduğunu açıklayamayabilir. Kazanın salı günü patlaması olgusunu açıklayan şey -salı günü vana kırıldı- kazanın sah gtinü saat 5:30 patlaması çok daha özgül olgusunu açıklayamayabilir. El değirmeni, belli bir toplumun neden feodal olduğunu açıklayabilir; fakat, üretken güçlerle ilgili olgulardan başka bir şeyle açıklanabilen, haracın neden ayni değil de emek şeklinde ödendiğini açıklamaya yetmeyebilir. İlişkilerin güçlerle açıklanmaları, güçlerin ilişkilerin hangi özelliklerini açıkladığına bağlı olarak, az çok etkileyici olur. Fakat açıklama gücündeki bu değişkenlik, güçlerin ilişkelere önceliğim azaltmaz. Kendi başına, ilişkilerin, önceliklerini tersine çevirecek şekilde güçleri etkilediğini göstermez. Kamuflajh bir tür aynı çevrede farklı bir kamuflaj, ya da kamuflaj yerine saldıraya yönelik bir koku geliştirmiş olabilirdi; fakat bu, türün çevreyi etkilediğini göstermez. Bu nedenle, benzer şekilde, güçlerin önceliği, güçlerin ilişkilerin bütün özelliklerini açıklamaması koşulundan doğrudan doğruya etkilenmez. 'Yine de, daha ileri imaları nedeniyle ilişkilerin bütün özelliklerini açıklamama olgusu güçlerin önceliğini biraz azaltır. Uygun bir örnekle soruna biraz daha yakından bakalım. Diyelim ki, belirli bir gelişme düzeyindeki bir toplum için ikisi de olanaklı olan iki tip kapitalist ekonomik yapı var. Her biri üretken ilerlemeyi teşvik edecekti; fakat biri demiryolu inşasını kollarken, diğeri, bunun yerine motorlu araç imalatım teşvik ederdi. (Bunun nedeni, demiryolunu geliştirmenin daha büyük sermaye gerektinnesi ve birinci yapıda daha büyük bir servet merkezileşmesinin bulunması olabilir) Birinci tip ekonomik yapıya RF yapısı, ikincisine CF yapısı diyelim. Üretken güçlerin mevcut gelişme düzeyi, RF ile CF arasında seçim yapmaz. îkisi de, başlangıçta eş oranlarda, fakat farklı yönlerde üretken güçte büyümeyi kolaylaştıracaktı: RF ya da CF'nin egemen olmasına göre, farklı araştırma şekilleri, farklı kaynak kulanımlan, vb. ortaya çıkacaktı. Elde olanın RF olduğunu varsayalım. O zaman, gördüğümüz gibi, aynı üretken gelişme düzeyinde farklı bir yapının -burada CF- elde
edilmiş olması öncelik teziyle bağdaşır. Fakat, örneğimizde olduğu gibi, ortaya çıkmamış olan yapının daha fazla üretken ilerlemenin doğasını farklı bir şekilde etkilediğini varsayalım. Bundan, ilişkilerin, güçleri, aksi durumda olabilecekten farklı kıldığı sonucu çıkardı. Peki, bu durum güçlerin önceliğini ne kadar azaltır? Etkinin farklılığı niteliksel olduğu sürece -demiryollanndan çok karayollan, kömür madenlerinden çok petrol kuyulan, petrokimya teknolojisinin gelişmesi- üretken güçlerin gelişme düzeyine dayanan üretim ilişkilerinin üretken güçlerle açıklanmasına, o düzeyin gerçeklendiği tikel toplamdan suyutlanmış olarak saf niceliksel anlamda, dokunmaz. Bu nedenle, örneğin, buıjuvazi ile proletarya arasındaki ilişkilerin kimi yanlan, gelişme derecesinin cisimleşme şeklinden bağımsız olarak, genel olarak üretken güçlerin gelişme derecesini yansıtır. Dolayısıyla, üretim ilişkileri üretken güçleri burada etkileyecek olsa da, bu durum, yine de ilişkilerin güçlerle açıklanmasını etkilemez. Fakat, üretim ilişkilerinin üretken güçlerle birçok açıklanması, güçlerin salt niceliksel düzeylerine değil, özgül niteliklerine de bağlıdır. O halde, demiryollarına girişildiğine göre, motorlu araç üretiminin hakim olması durumunda olamayacak kadar güçlü bir sermaye merkezileşmesi eğilimi olacağım varsayabiliriz. Fakat, ekonomik yapının üretken güçlerle açıklanmayan özellikleri nedeniyle demiryolu seçeneği tercih edilmişti. O halde burada, ekonomik yapının üretken güçler tarafından belirlenmesindeki gevşeklik, salt kendi başlarına üretken güçlerin üretim ilişkilerinin ilgili özelliklerini açıklamalan ölçüsünde, bir değişiklikle sonuçlanır. Son olarak, iki olası yapıdan hangisinin fiili olacağının niceliksel bir farklılık da yaratmasının olası olduğu kabul edilmelidir: CF'deki daha fazla üretken ilerlemenin tamı tamına RF'de olduğu kadar hızlı gerçekleşmiş olacağım varsayamayız. Yine de, güçlerin düşiik düzeyden yüksek düzeye doğru gelişme seyrinin ekonomik yapı tarafından kesilemeyeceğini, fakat seyir oranının, kısmen, güçlerin üzerinde eksikli bir denetime sahip olduğu ekonomik yapı özelliklerine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Ne kadar hızlı büyüyecekleri güçlerde yazdı değildir: Ekonominin niteliği, özerk bir şe-
128
195
kilde'" bunun saptanmasına katkıda bulunur. (Fakat, güçler üzerindeki kuvvet, burada üretim ilişkilerinin sınırlı oluşunu teslim eder. Üretken gelişmenin hızı, sonsuz bir şekilde hızlandınlamaz ya da yavaşlatdamaz.) Özetlemek için, ilişkilerin güçleri koşullamasının birkaç yanım belirtiyoruz. Birincisi, üretim ilişkderi güçlerin gelişmesini teşvik eder; fakat, sunduğumuz şekliyle öncelik tezi bunu gerektirir: Gelişmeyi teşvik ettiklerinde ve bu nedenle ilişkiler vardır. İkincisi, gelişmenin aldığı tikel yolu belirlemeye yardım ederler ve bu durum, alınan yolun üretim ilişkderinin özediğini açıklayan özellikleri üretim ilişkderinin üretken güçlerle açıklanmayan özelliklerini yansıtması Ölçüsünde, güçlerin bağımsız açıklama gücünü sınırlandırır. Son olarak, ilişkder üretkenliğin gelişme oranım etkder ve bu da, üretken güçlerin önceliğini niteler. Bu nitelemelere karşın, nasd ki türlerin çevreyi etkilemesine rağmen, bir bütün olarak çevrenin niteliğinin bir hayvan türünün niteliğine hükmettiği söylenebilir, aynı şeküde, kolayca kanıtlanmasa da, bir bütün olarak üretken güçlerin üretim ilişküerine hükmettiği yine de ileri sürülebilir.
(6) Üretken Güçler, Maddi İlişkiler, Toplumsal İlişkiler Mant ın Ücretli Emek ve Sermayemde, silahlanma ve askeri örgütlenme üzerine yorumu (birkaç sayfa önce aktanlan), üretken güçlerin üretim ilişküerini açıklama şekliyle ilgili anlayışımızı geliştirecektir. Aktanlan pasaj, orduların yıkıcı güçlerini maksimize etme ve bu amaca göre örgüdenme eğiliminde olduklarım varsayar. "Yeni bir savaş aletinin, yeni bir ateşli süahın icat edilmesiyle birlikte, ordunun bütün iç örgütlenmesi zorunlu olarak değişmiş" olmasının nedeni budur. Bir ordunun "iç örgüdenmesi"nin iki boyutunu ayırt edebiliriz. Ordunun piyade tüfeklerinden makinalı tüfeklere geçtiğini ve her makineli tüfek için üç askerin görev yapması gerektiğini varsaya-
lım. Bu durumda, topçuluk için her üçlünün bir topla görevli olduğu üçer kişilik gruplara bölünme verimli olacaktır; oysa daha önce bir tüfek için bir adama gerek vardı ve üçer kişilik gruplara aynlmak için hiçbir neden yoktu. Bu, teknik örgütlenmede bir değişikliktir. Fakat otorite yapısında da bir değişikliğe neden olabilir. Üçlüden birini onbaşı yapıp, ona diğer iki kişi üzerinde bellli haklar vermek gerekli olabilir -tüfekli durumda, bu kadar alt düzeyde hiyerarşik ayrıma neden yoktu. Onbaşılar atanırsa, otorite ilişkileri yıkım araçlarında bir gelişmeye yanıt olarak değişir ve bu yıkım araçlarının otorite yapısı üzerindeki etkisi bu araçların gerektirdiği yeni teknik ilişkilerle dolayımlanır. Yıkım güçleri teknik örgütlenmeyi ve dolayısıyla otorite yapışım belirler. Üretimin toplumsal ilişkilerinin üretken güçler tarafından belirlenmesinde, çoğunlukla birbiriyle bağlântdı karşdaştınlabilir iki evre vardır. Yeni üretken güçler yeni maddi üretim ilişkileri gerektirebilir'" ve bu maddi ilişkiler de, üretimin yeni toplumsal ilişkderini, yeni otorite biçimlerini ve hak dağılımım gerektirir. Erken ortaçağda kuüamlmaya başlanan ağır puüuk (ya da carruca), bir örnektir. Kuüamlmaya başlanmadan önce tipik olan küçük toprak parçalan üzerinde bu puüuğu kulanmak olanaksızdı. "Eski kare biçimli tarlalar, yeni puüuğa uygun değüdi: Puüuğu verimli bir şeküde kullanmak için, bir köyün bütün topraklan, dar uzun şeritler halinde sürülen geniş, çitsiz 'açık tarlalar' şeklinde yeniden düzenlenmeliydi."® Değişen üretim aracı, toprağı sürmede işbirliğini de gerekli hale getirdi. İşbüliği maddi üretim ilişkderinin bir çeşididir, fakat yerleşmesinin toplumsal sonuçlan vardır: Ortaklaşa işlenen açık tarlalar oluşturmak için, toprağın küçük bloklar ya da şeritier halinde sahiplik haklan ortadan kaldırılmalıydı.®
m
"'- Özeri bir şekilde: Ekonominin gelişme hızının neden belirli bir oranda olduğunu açıklayan özellikleri, güçlere başvurularak açıklanmaz.
- Bkz. Felsefenin Sefaleti, s. 121. Whhe, Mtdieval Technology and Social Change, s. 44. '* White, Medieval Technology and Social Change, s. 54. White'ın camıca değerlendirmesi, "Technical Determinism" adlı çalışmasında Hilton'ın sert ve inandırıcı eleştirisine konu olmuştur, fakat, kısmen hayali de olsa, örnek yararlıdır, ayrıca bkz. Postan, Medieval Economy and Society, s. 46-48.
128
197
*
İki-evreli belirlenimin (üretken güçlerden maddi ilişldler yoluyla toplumsal ilişküere) başka bir örneği de, emek gücünün kullanım hakkıyla ügilidir. Doğrudan üreticilerin hareketini sınırlayan iskan kanunu, sanayi devriminin meydana getirdiği yeni koşulların dayandmaz baskısı [tarafından aşındırddı]. Geniş ölçekli üretim için emeğin serbest dolaşımı mutlak zorunluluktu. îskan kanunu sürekli ihlal edildiği için yeni sanayiler geüşebümiştir.'" Üretken güçler, emeğin daha büyük yığılmasıyla "geniş ölçekli üretimi" ve dolasıyla yeni maddi üretim ilişkilerim talep etti. Bu da, o zaman yadsınan "emeğin serbest dolaşımı"m, hareket hakkını gerektirdi. Kanun hareketi yasakladığı için, ihlal edüdi, ihmal edüdi ve sonunda ıskartaya çıkarıldı ve enkazı üzerinden yeni toplumsal üretim ilişkileri biçimlendi. Özgül olarak toplumsal değişim, üretimin toplumsal ilişkilerindeki değişimden ibarettir. Fakat işlevi maddi ilişkilerde ve üretken güçlerde değişimi teşvik etmektir. Örneklerimizde zamanı geçmiş sahiplik ilişkileri, üretken güçlere uygun maddi çalışma üişkilerinın oluşmasını bloke ederek üretken güçleri engeller. Hem Acton hem de Plamenatz, gösterilen açıklama ardışıklığının birinci evresinin -maddi çalışma üişküerinin üretken güçler tarafından belirlinmesi- olanaksızlığım Ueri sürerler. İş ilişküerinin, üretken güçlerdeki değişikliklerin bir sonucu olarak değişmeyecek kadar üretken güçlerle yalandan bağlantılı olduklarım varsayarlar. Yeni çalışma ilişkilerinin, yeni üretim araçlarının kullanılması için iyi bir ortam oluşturdukları için benimsendiklerini göremezler. Acton'ın kastettiği anlamda "teknolojik değişim, insanın çalışma biçiminde değişiklikleri gerekli lalar"® şeklindeki yargı yanlıştır; zira, çalışma şeklinde değişiklik olmadan teknolojik değişimin gerçekleşeceğini anlatmak ister. Henüz bir üretim sürecinde kullanılmamış yeni üretim araçları için bu açıkça yanlıştır. Fakat, "tekno-
Mantoux, The Industrial Revolution, s. 434. "On Some Critısisms." s. 143-144.
128
lojik değişim"i, basitçe tam verimlilikle kulanılmadıklan için, yeni aletlerin kulanıma girmesiyle sınırlarsak da yanlıştır. Acton şöyle akd yürütür:'" Bir toplumun taşımacılığının, tek kişinin kullandığı kürekli boüarla yapddığını ve bu botların yerini, iki kişinin kullandığı uzun kanoların aldığım varsayalım. Acton'a göre, böyle bir kano iki kürekçiyi gerektirdiği için bunu icat etmek, iki kürekçi için bir şey icat etmektir ve dolayısıyla, kürekli botların yerine kanoları geçirmek, deniz taşımacılığında iki kişilik deniz taşımacılığına geçmektir. Üretken güç kullanılmaya başlanır başlanmaz, gerekli çalışma biçimi onunla birlikte ortaya çıkar. Aşağıdaki öykü Acton'ı yalanlar. Kano, tek kişüik deniz taşımacılığım güçlü bir şeldlde destekleyen kürekli bot toplumunda icat edilir. Bunun nasıı yapıldığı önemli değü; fakat zihnimizde canlandırmak açısından, güçlü bir denizci kahramanlığı ideolojisinin var olduğunu ve işbirliğine dayanan denizciüğin kadınsı görüldüğünü varsayalım. Kültür, botiann şeklinde ve büeşiminde yeniüğe hoşgörülüdür; bu nedenle kanoların gelişine izin verir: Daha kolay yapddıklan için, bodan inşa için gerekli sert ağaçlar tükendiği için, ya da daha zarif olduklan için kanolara geçilir. İdeoloji o kadar güçlüdür ki, bir kanoyu yürütmek için birden fazda kişinin gerekli olmasını yasaklar. Dolayısıyla, bir tek kişi tarafından yürütüldüklerinde büe kanoların botlara üstün olduğunu varsaysak da, kanolar verimsiz bir şekilde kulanılır. Bu nedenle, teknolojideki bir değişiklik, üretim üişüerinde kastedilen anlamda bir değişikliği gerekli kılmaz. .Kuşkusuz, toplumun ideolojisinde rahat ya da sıkıntılı uyarlanmalarla gelecekte iki kişilik kanoların olacağmı umabiliriz. O zaman, iki kişinin kullandığı kanolann öne geçmesi, işlevsel açıdan açıklanacaktır. Acton'm görüşü, iki kişinin kuilandığı kanoya geçişin aniden gerçekleşmesini gerektirdiği için, bunu anlaşılmaz kılar. Kanoyu yürütme şekli rasyonel olduğu için iki kişinin kullanması beklenir ve insanlar bir bakıma rasyoneldirler. Üretken güçler ile maddi çalışma üişküeri arasındaki bağlantı oldukça derindir, fakat Acton'm önerdiği kadar basit değü. Plamenatz, farklı bir yoldan Acton'la aym sonuca vanr. Maddi '"- lllusion of the Epoch, s. 161. Burada Acton'ın örneği basitleştirilmiştir.
199
çalışma ilişkilerinin üretken güçleri engelleyebileceğini yadsır, fakat örneğimizde, kanonun bir kişi tarafından kullanılması tam da bunu yapar. Plamenatz'ın yanılgısı, şunları yazmakla başlar: Marx, üretim (ya da sık sık belirttiği gibi "üretim güçleri") üretim ilişkilerini belirler. "Üretim" ile "üretken güçler" i eşanlamlı ele almak zararsız görünebilir ve bazı bağlamlarda öyle de olur; fakat üretim, herşeyden önce, süreç olmayan güçlerin kullanıldığı bir süreçtir® ve Plamenatz'ın savının iki kategorinin birbirine kanştılması üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Zira şöyle devam eder: "Üretimin gerektirdiği ilişkiler" -maddi çalışma ilişkilerine bu adı verir- "üretim değiştikçe değişmek zorundadırlar ve bu nedenle çok zor engel haline gelebilirler." Bu ne kadar doğru olursa olsun, Plamenatz'ın sandığı gibi, maddi çalışma ilişkilerinin üretken güçleri engelleyip engelleyemediği sorununu çözmez.®
(7) 'Bütün Eski Üretim Tordan Özünde Tutucuydu' Daha önceki sayfalarda Manifesto'dm yapılan aktarmayı anımsayalım: "Burjuvazi üretim aletlerini sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz." Burjuvazi, genel olarak ekonomik yapı içindeki mevzileriyle tanımlanan bir insanlar kümesidir, üretken güçleri devrimcileştiren bu mevzidir: Rekabet, bir yenilenme politikasını dayatır. Kapitalist üretim ilişkileri, sonuç olarak, üretken güçlerin gelişmesine fevkalede bir itilim verir. Fakat bu, eklemlediğimiz şekliyle üretken güçlerin önceliği teziyle bağdaşmaktan fazla bir şeydir. Teze yalandır; zira, kapitalist ilişkilerinin işlevinin, üretken güçte artışı teşvik etmek olduğunu ileri sürüyoruz.
ıu
- "Üretim", bir sürecin sonucunu, yani üretim sürecinin sonucunu da anlatabilir, fakat Plamenau, bizzat surecin kendisini anlatmak için kullanıyor olmalı. Man and Society, C. 2, s. 279-280.
200
Marx, daha önceki hiçbir egemen sınıfın ve daha önceki hiçbir üretim ilişkileri kümesinin benzer bir şekilde üretkenliğe itilim vermediğini savunur. Daha önceki egemen sınıflar, bazı üyeleri başka türlü yapma eğiliminde olsalar da, sınıf olarak, maddi üretim tarzını iyileştirmek de dahil, değişimden sakınırlar. Bu nedenle Marx, üretkenlik bakımından devrimci burjuvaziye karşıt olarak kapitalist olmayan egemen sınıflara "tutucu" der.® Bundan, kapitalizm öncesi çağlarda gerçekleştiği kadarıyla üretkenlikte böylesi artışlara, en azından önemli bir anlamda o zamanın egemen üretim ilişkilerinin yol açmadığı sonucu çıkar. O halde, kapitalizm öncesi toplumlar, ifade ettiğimiz şekliyle öncelik tezine bir sorun çıkarır gibi görünüyor. Kapitalizm, bu tezin çiiriitülmesinde en çok başvurulan toplumdur, ne var ki, tez işlevsel bakımdan yorumlandığında, kapitalizm tezin en iyi örneği gibi görünür. Mara'ın kapitalizm öncesi ilişkilerle ilgili kavrayışına uyum sağlamak için, altbölüm (5)'teki başlangıç formülasyonlanm açıklamamız gerekir. Doğru anlaşıldıklarında, burjuva olmayan egemen sınıflarla ilgili söylenenlerden zarar görmezler. Önce bazı benzeştirmeler. Birisi anayasal rnonarklann demokrasiyi geliştirdiğini iddia ederse, çeşitli biçimlerde® belirtirsek şunlara inanması olasıdır: Bir toplumda anayasal bir monarkın varlığı o toplumda demokrasiyi geliştirir. Bir toplumun anayasal bir monarkı bulunduğunda o toplumda demokrasi gelişir. Bir toplumda anayasal bir monarkın var olması olgusu, o toplumdaki demokrasiyi geliştirir. Bu kişinin, anayasal rnonarklann içinde olduğu bir faaliyetin, '"- Kapital, C. 1, s. 497. Bu biçimler eşit derecede iyi değildir; fakat, bunların faziletlerim yargılamanın yeri burası değil. Okuyucu, bir tek düşüncenin nasıl çeşitli biç.mlerde ifade edildiğini anlayacaktır.
131
»nesi bile, mevcut olduğu dönemde güçlerin gelişmesi için optimal olabilir.
yani demokrasiyi geliştirme faaliyetinin bulunduğuna inanması gerekmez. Şöyle bir düşünceyi savunabilir: Anayasal monarklar demokrasiyi geliştirse de, herhangi bir anayasal monarkın demokrasi düşmanı olması olasıdır, ya da anayasal monarklann demokrasiyi geliştirmesinin nedeni, anayasal monarklann demokrasi düşmanı olma eğiliminde olmalandır. Aynı şekilde: Bir "minimal devlet"in ekonomik kalkınmayı teşvik ettiğine inanan biri, o devletin ekonomik kalkınmayı teşvik etme faaliyetine katddığına inanmaz. Onun görüşü, devletin böyle bir faaliyetten uzak durmasının ekonomik kalkınma için iyi olduğu yönündedir. Verili bir zamanda var olan ilişkilerin, o sırada ulaş tıklan düzey veri alındığında güçlerinin gelişmesi için en uygun ilişkiler olduğunu söylüyoruz. Bu, ilişkilerin ve bu ilişkilerin güç verdiği sınıfın güçlerin gelişmesini teşvik etmesini gerektirir, fakat, Marx'ın kapitalizm öncesi ilişkiler ve sınıflar hakkında söyledikleriyle bağdaşır bir anlamda. Söz konusu ilişkilerin varlığı, falan sınıfın iktidarda oluşu, ilişkiler ve sınıf gelişmelerine birçok engel çıkarsa da, güçlerin gelişmesine en uygunu olabilir. Kapitalizm öncesi ilişkiler, sadece üretken güçlere doğrudan bir itilim verememelerinden ötürü değil, bu ilişkiler içinde gerçekleşen ilerleme, kapitalizmdekiyle karşılaştırıldığında çok yavaş olmasından ötürü de tutucudur. Ne var ki, kapitalizm üretken güçlerin daha hızlı gelişmesini feodalizmden daha fazla teşvik etse de, kapitalizmin değil feodalizmin egemen olması gerektiği bir zamanda güçler için en iyisinin feodalizm olması doğruluğunu koruyabilir. (Spor arabalan jiplerden daha hızlıdırlar, fakat arazide jipler daha hızlıdır.) "Üretim ilişkileri, üretken güçlerin gelişme biçimleridir" gibi cümlelerde olduğu gibi "gelişme biçimleri" ifadesinde, kapitalist ve kapitalist öncesi ilişkiler arasındaki karşıtlıkla bağlantılı bir belirsizlik var. Gelişme biçimleri, üretken güçlerin geliştiği biçimler olabilir, ya da farklı bir şekilde, bizzat bu biçimler aracılğıyla olmasa da, üretken güçlerin içinde geliştiği biçimler olabilir. Bütün ilişkilerin birinci anlamda gelişme biçimleri olmadığım anlayabiliriz. Fakat, içindeki güçlerin gelişme aracı olmayan bir ilişkiler kü-
p R türden bir ekonomik yapı yok olur. q R türden bir ekonomik yapı maksimum üretkenlik potansiyelini fiilileştirmiştir. r S türden bir ekonomik yapı ortaya çıkar. s S türden bir ekonomik yapının ortaya çıkması için yeterli üretkenlik R türden bir ekonomik yapının içinde gelişmiştir. (S'nin, /?'den daha yüksek bir ekonomik yapı türü olduğu fark edilecektir: "Daha yüksek" demekle Marx neyi kastetmiş olursa olsun, tf'den daha yüksek ve 5'den daha düşük T türden bir ekonomik yapı yoktur).
128
203
(8) Ek İşte, 1859 tarihli Önsöz'ün 5 ve 6. cümlelerinin gerektirdiği ve gerektirmediği şeyle ilgili daha tam bir rapor. Her biri, örtük bir şekilde biçim olarak varsayımsaldır. Biçimi açık hale getirirken, 5 ve 6'nın formülasyonlanm alıyoruz: 5a Bir toplumsal oluşum ortadan kalkarsa, o zaman içerebildiği bütün üretken güçler gelişmiştir. 6a Yeni, daha yüksek ilişkiler ortaya çıkarsa, o zaman, varoluş larının maddi koşullan eski toplumun rahminde olgunlaşmıştır. Kolaylık olsun diye, cümleleri terminolojik açıdan birbirine uyumlu hale getirirerek yeniden yazıyoruz: 5b Bir ekonomik yapı ortadan kalkarsa, o zaman, maksimum üretkenlik potansiyelini fiilileştirmiştir. 6b Yeni ve daha yüksek bir ekonomik yapı ortaya çıkarsa, o zaman, ortaya çıkması için yeterli üretkenlik yerini aldığı ekonomik yapı içinde gelişmiştir. Küçük bir yapay yön değişikliği yaparsak, 5b ve öb'nin öcesi ve soması şunlardır:
p, q, r ve s'ye, kendisi dışındakderden hangisinin 5b ile 6b'nin tam gerçeğini verdiğini sorabiliriz. Bundan oniki koşullu önerme çıkar. (Yazıyla formüle edilmiş koşudu önermeleri çözerken, önce ile sonrayı doğru ilişkiye sokmak için fiti zamanlarında ve tanım edatlarında ufak tefek değişiklikler yapmak bazen gereklidir) (1) p ise q. EVET. 5b'nin söylediği budur. (2) r ise 5. EVET. öb'nin dediği budur. (3) r ise p. EVET. S türden bir ekonomik yapı ortaya çıkarsa, R türden bir ekonomik yapı geçip gitmiş olmalı: Mars'ın R'den daha düşük bir ekonomik yapıdan S'ye "sıçramalar"ı dışladığım kabul edebiliriz. (4) r ise q. EVET. S ortayaçıkarsa, R maksimum üretkenliğine ulaşmıştır ((4), (1) ve (2)'den çıkar) (5) q ise p, HAYIR. Bir ekonomik yapı, maksimum üretkenliğine ulaşmış olsa bde varlığım sürdürebilir. Buna fosilleşme dedik. (6) s ise r. HAYIR. S yapısı için yeterli üretkenlik, onun ortaya çıkmasını garantilemez. Buna düşük yapma dedik. (7) p ise r. HAYIR. Bir ekonomik yapı, yerine daha üstün biri geçmeden yok olabilir. Geriye düşme dediğimiz şey bunu gösterir. (8) p ise s. HAYIR. R, S'nin ortaya çıkması için yeterli üretkenliği geliştirmeden yok olabilir. (9) s ise q. HAYIR. R potansiyel üretkenliğine ulaşmamış olsa da S için yeterli üretkenliğe /?'de ulaşılabilir. (10) q ise r. HAYIR. R üretkenlik potansiyelini S ortaya çıkmadan fiildeştirebilir ((3)'ten ve (5)'in yadsınmasından bu çıkar). (11) p ise s. HAYIR. R, S için yeterli üretkenliği geliştirmeksizin üretkenlik potansiyeline ulaşabilir ((l)'den ve (8)'in yadsınmasından bu çıkar). Böyle bir durumda, S hiçbir za128 204
man ortaya çıkmayacaktır, çünkü, R zaten kendi potansiyeline ulaşmışken üretkenliği daha fazla geliştiremez. (12) s ise p. HAYIR. R, S için yeterli üretkenliği geliştirebilir; fakat yine de R ortadan kalkmayabilir ((l)'den ve (9)'un yadsınmasından bu çıkar). 2, 3 ve 4. cümleler 5 ve 6. cümlelere eklendiğinde durum köklü bir şeküde değişir. Fosüleşme ve geriye düşmeyi dışarda bırakırlar; bu nedenle (5) ve (7) şimdi doğrulanır. Bu, (8), (10) ve (ll)'in doğrulanmasını gerektirir. O halde, sadece (6), (9) ve (12) yadsınıyor. Fakat bunlardan herhangi biri doğrulanırsa, 2, 3 ve 4. cümlelerin zorunlu kıldığı düzeltmelerle diğer ikisinin de doğrulanması gerekir. (9) üzerinde yoğunlaşabiliriz. 2 ila 6. cümleler, (9)'un yadsınmasının gerektirdiği gibi, /î'nin maksimum üretkenliğinin S için gerekli minimumdan daha büyük olmasma izin vermelerine karşın, S için gerekli minimuma ulaştıktan sonra, R'nin o anda henüz ulaşmamış sa kısa sürede kendi maksimumuna ulaşmasını gerektirir; çünkü 2 üa 6 kesintisiz üretken gelişmeyi ima eder. O halde, S için gerekli olana ulaşmak de /î'nin doruğu arasında küçük bir zaman aralığına izin verecek şekilde değiştirilen (9) doğru olacak ve benzer şekilde değişikliğe uğratdan (6) de (12) onu izleyecektir. 1859 tarihli Önsöz, önemli ölçüde kapsayıcı bir iddialar kümesi geliştirir.
*
-VIIÜretken Güçler ve Kapitalizm Üretken güçlerin önceliği öğretisinin önemli bir talebi de şudur: Kapitalist ekonomik yapı, (a) üretken güç var olan yapdar içinde ötesine geçemeyeceği bir düzeye ulaştığı zaman ve bu nedenle ortaya çıkar; (b) üretken gücün daha da gelişmesi için optimal olduğu sürece ve bu nedenle varlığını sürdürür, (c) üretken gücün daha da gelişmesi için optimaldir.((c), (b)'nin basit bir sonucudur). Altbölüm (1), Manc'ın bizzat kendisinin kapitalizmin doğuşu ile ilgili anlatımında (a)'yı doğruladığım gösterir. Altbölüm (2)'de kapitalizmin doğasıyla ilgili bir tartışmadan sonra gelen altbölüm (3), (c)'nın doğruluğunu savunur, (c)'nin savunulduğu durumlar dışında, (b) uzun boylu ele alınmayacaktır. Marksçı soy kütüğüne karşıt olarak (a)'nın tarihsel doğruluğu da gösterilmeyecek. Altbölüm (4) ve (5) kapitalizmi üretken gücün dünya tarihsel gelişimi perspektifine yerleştirir. Altbölüm (6) ve (7), sınıfsız bir toplum kurmanın önkoşulhuıyla ilgilidir.
(1) Kapitalizmin Doğuşu Kapital'in birinci cildinin VIII. kısmı, kapitalizmin genesisinin "klasik örneği"ne, Büyük Britanya'daki doğuşuna ayrılmıştır. Manc, üretim araçlarına sahip kapitalist bir sınıfın emek gücünden başka hiçbir şeye sahip olmayan bir proletaryayla nasd karşdaştığını sorar. "Gizli" yanıtı, az çok bağımsız köylülüğün topraktan koparılmasında bulur. Köylülüğün mülksüzleştirilmesi çeşitli biçimlerde, fakat en başta da çevirme yasalanyla başanldı; düşük 207
emek gerektirmesiyle birçok durumda koyun yetiştiriciliğim tarımdan daha kârlı hale getiren yün ticaretinin çiçeklenmesi de dahil, yeni ticari olanaklar bu yasaları büyük ölçüde motive etti.0' Gelişen tarım teknikleri de mülksüzleştirmeyi teşvik etti.® Daha az çiftçi gerekli hale geldi ve gereksiz fazlalık haline gelen köylüler mülksüzleşti. Köylüler, düşkünleşip akbabalaştılar. "Kanlı yasalarca kovalandılar ve sonunda fabrika ağıllarına dolduruldular. Marksçı tarih yazımının bu önemli seriminin öncelik teziyle çeliştiği sık sık söylenir. İşte iddialardan biri: Feodal üretim ilişkilerinin gerilemesinin yeni üretken yöntemlerin gelişmesini nasıl olanaklı kıldığım açaklamak, Kapital'in birinci cildinin önemli bir kısmım kaplar. Kapitalizme özgü üretim yöntemleri önünde bir engel halini alan feodal mülkiyet ilişkileri daha uyumlu diğer ilişkilere yol açtığı için, kapitalizme özgü üretim yöntemleri feodal toplumun rahminde doğup sonra tedricen onu kapitalist bir topluma dönüştürdüğünden kuşku yok. Marx'ın dönüşümü betimlediği şekliyle, kapitalist üretim yöntemleri, sadece feodal mülkiyet ilişkileri başka ilişkilere zaten yol verdiği için ortaya çıkabildi. Engeller kırılana kadar, engelleri kıracak kol ve bacaklar yoktu."' Marx'ın kapitalizme geçişle ilgili anlatımının, üretim ilişkileri üretken güçlerdeki gelişmeye yanıt olarak değişir şeklindeki teziyle çeliştiği sonucuna varmamız bekleniyor. Plamenatz'a yanıt vermeden önce, VIII. Kışımın sertliğin yokoluşuyla ilgili olmadığını bilelim. Anlatı, "sertliğin pratik olarak ortadan kalkmış" olduğu ve "nüfusun çok büyük bir çoğunluğuMarx, Kapital c . l , s : 7 3 4 ® Mandel, Marxist Economic Theory, s.l 17 *»- Piarnenatt, Man and Society, C. 2, s. 282-283. Plaroenatz, birinci cildin tikel bir bölümünden bahsetmez, fakat VIII. kesimi kastediyor olmalı. Aşağıdaki az çok Alıhusşerci savla karşılaştırın: 1. Biçimsel boyun eğdirme, kapitalist üretim ilişkilerinin tesisidir. 2. Gerçek boyun eğdirme, kapitalizme özgü üretken güçlerin tesisidir. 3. Biçimsel boyun eğdirmeyi gerçek boyun eğdirme izler. Bu nedenle,
nun," sözleşmeli olmayan yollarla kendilerinden bir artık elde edilen "özgür köylü mülk sahipleri" olduğu ondördüncü yüzyılın sonlanyla başlar."' Sertlikten yaygın küçük mülk sahipliğine geçişin tarihsel materyalizmin genel tezleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı sorulabilir. Ancak, VIII. Kısım bir sonraki değişimle, küçük mülk sahipliğinden kapitalizme geçişle ilgilenir. Serf-sonrası proleter-öncesi üreticilerin proletaryaya dönüşümünü hikaye eder. Plamenatz'ın bir iddiası varsa, o da bu betimlemenin üretken güçlerin hükümranlığıyla çeliştiğidir. Çelişmediğini göreceğiz. (l)Üretim ilişkilerinin, üretken güçlerin kullanımım ve geliştirilmesini engellediklerinde gidici oldukları söyleniyor. Fakat her engelleme, zaten var olan güçlerin engellenmesi değildir. Örneğin kapitalist deprasyon fabrikayı ve emek gücünü boş bıraktığında var olan güçler engellenir. Fakat ilişkiler yeni güçlerin oluşumunu ve/veya üretken alana girişini bloke ettiklerinde engelleme gerçekleşir. Plamenatz'ın son cümlesi "engelleme" metaforunu gereğinden fazla ileri götürür, zira, ikinci türden engelleme, bağlanmış "kol ve bacaklar" meselesi, ilişkisel bağlardan boşalan mevcut güçler meselesi değildir. Aksine, yeni güçlerin oluşmasma izin vermedikleri için, üretken gücün büyümesine izin vermedikleri için ilişkiler kırılır. VIII. Kışımı okuduğumuz şekliyle, kapitalizm öncesi ilişkiler Plamenatz'ın sözünü etmediği mevcut güçleri kullanamamış, fakat yenilerinin oluşmasını da yasaklamışlardı. "Engelleme" metaforuna takılan Plamenatz, ikinci türden blokajı düşünmemiş. (2) Köylülüğün haklarından yoksunlaşmasmm daha üstün toprak işleme yöntemlerinin keşfiyle, dolayısıyla kırsal kesimde üretken gücün artışıyla hızlandığını belirttik. "Marx'ın dönüşümü betimlediği şekliyle" -burada bunun dışında hiçbir şey söz konusu değil- küçük mülk sahibi köylü yeni tarım tekniklerinden yararlanmayı ve daha da geliştirmeyi engellemiştir. Mevcut yapı, "tam da doğası gereği",
4. Kapitalist üretim ilişkileri, öncelik tezinin savunduğu gibi üretken güçlerin gelişmesine bir yanıt olarak doğmadı. öncüller (1-3) doğrudur; fakat, sonucu desteklemediklerini göreceğiz
208
Kapital. C. l , s . 733.
209
emeğin toplumsal üretken güçlerini, emeğin toplumsal biçimlerini, sermayenin toplumsal yoğunlaşmasını, büyük çaplı hayvancılığı ve [o sırada çocukluk aşamasında olan] bilimin ilerici uygulanmasını [dışlamıştır]."' Bireysel köylüler taze üretken güçleri ele geçirip kontrol edemezdi. Kapitalist öncesi ilişkiler, sınai üretkenliğini de köstekliyordu. Topraktaki küçük mülk sahipliğinin paraleli, sınai gelişmenin ilk evrelerinde vazgeçilmez bir çerçeve olan kentlerin lonca yapısıydı.® 7an«*tlrar becerileri burada gelişip güçlendi. Fakat belli bir noktada lonca tarzı daha fazla ilerlemeyi engeledi. Ulaşabileceği maksimum üretkenliğe ulaşmıştı. Zira, "küçük ölçekli tarım" gibi "zanaat emeği" de bir maddi servet stoku oluşturmaz. İkisi de, "sadece küçük miktarda bir artı ürüne izin verir, ürünün büyük çoğunluğunu yiyip tüketir."™ İleri hareket, artık, lonca kurallarına aykırı olan emeğin hareketliliğini ve kolektifleşmesini gerektiriyordu. Teknikler geliştikçe emeğin yeni işlere geçmesi gerektiği için hareketlilik, gelişmiş olanaklar çok şarjda inşam biraraya toplayan üretim birimlerini talep ettiği için kollektifleşme gerekliydi. Birimlerin küçük tutulması tonca örgütlenmesinin esasıydı ve loncalar, bir tek ustanın çalıştırabileceği emekçilerin sayısını çok küçük bir azami rakamla sınırlayarak bir zanaatçının kapitaliste dönüşümünü zorla önlemeye çalıştı/4' Bu nedenle bizzat kentli emeğin kendisi, eski toprak sahipliği ilişkilerinin gelişmiş bir tarıma mahkum olması gibi loncaların da mahkum olduğu üretim araçları yaratmıştı.'" Üretken gücün gelişimi, hem kentte hem kırda ciddi bir şekilde engelleniyordu. Sonuç çatışma ve mücadele oldu: Kapital, c. 3. s. 708. Grundrisse, s. 4 9 9 , 6 5 0 Grundrisse, s. 506. dn. Kapital, C. l . s . 322. <"- Grundrisse, s.508
128
toplumun bağrından yeni güçler ve tutkular filizlendi; fakat eski toplumsal örgütlenme bunlan engelleyip baskı altına aldı. Yok edilmeleri gerekiyordu, edüdiler.'" ve kapitalist bir toplumsal örgütlenme onun yerini aldı. Marx, tarihin olgularım zorluyor olabilir. Böyleyse, Mara'ın bu olgulan sokmaya çalıştığı kalıbı, contra Plamenatz, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'ya Önsöz sağlar. (3) Plamenatz'm önemsemediği üretken güçler, elbette "kapitalizme özgü" değildi. Ulaşılmış bir kapitalist toplumu düşündüğümüzde akla gelen teknoloji değildi. Fakat öncelik tezi, kapitalizme özgü güçlerin, kapitalizmden önce geldiğini söylemez. Belirmeye başlayan güçlerin kapitalist öncesi ilişkiler içinde kullanılamadığını ya da geliştirilemediğini ve üretken ilerleme için kapitalist bir yapının zorunlu olduğunu savunur. "Değişmiş bir üretim tarzı biçimi ve üretimin maddi güçlerinin gelişmesinde belirli bir evre", kapitalizmin oluşumunun "temeli ve önkoşuludur;"0' fakat bu evre, elbette, kapitalizmin güçleri o noktaya getirmesini gerektirecek kadar yüksek değildir. Güçler, "sadece emeğin sermayeye biçimsel boyun eğmesi gerçekleşecek kadar gelişmiş olması gerekir."'3' Marx'ın grosse Industriew dediği şeyin güçleri kapitalizmin kaynağında vardı sonra, 1859 tarihli Önsöz'e göre, dışarı fırlar fırlamaz, güçsüzleşmeye başlamış olacaktı. Doğuş ve pekişme dönemi, tamamlayacağı "tarihsel görevler"i olmayacaktı. Tamı tamına "kapitalizme özgü" güçler en fiili güçler olduklan zaman, kapitalizm gerilemeye başlar. Dev sabit sermaye kümelenmeleri şeklinde tezahür eden gerçek boyun eğdirme tamamlandığında, kâr oranında düşme eğilimi daha şiddetli bir şekilde kendini dayatır ve çöküşten kurtulma çok zordur ve sürüncemede kalır.® m
-Kapital, C. l . s 781. Theories ofSurplus Value, c. l , ı . 389. '*- "Results of the Immediate Process of Production," s. 1064 (Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçlan: Kapital'in birinci cildinin İngilizce baskısında -HarmoDd ?worth, 1976 (Türkçeye İngilizceden çevrilen: Lawrence and Wishart, Î971)- bir bölümün başlığıdır -çv.) '*- "büyük ölçekli sanayi" anlamına gelir; fakat Kapiıal'm birçok çevirisinde, nedensiz bir şekilde "modem sanayi" olarak çevrilmiştir. '*- Bkz. Grundrisse. s. 679, 703,719.
211
Daha önce söyledik: Üretken güçlerin açıklayıcı önceliği, kapitalist üretim ilişkilerinin kendi gelişmelerini teşvik etmesine 13in verir: Kapitalizm, üretken güçte büyümeye itilim verdiği için vardır. Şimdi şunu ekleyebiliriz: Güçlerin önceliği, kapitalist ilişldlerin kapitalizme özgü üretken güçlerden önce gelmiş olmasını kabul eder. Emeğin sermayeye biçimsel boyun eğişinin gerçek boyun eğişten önce olmuş olması, öncelik öğretisine uygundur. Öncelik, gelişmiş güçlerin kapitalist ilişkilerin doğuşunu desteklemiş olmasını ve üretken güçleri geliştirdikleri için kapitalist ilişkilerin canlı kalmış olmasını gerektirir. Tarihsel kayıtlar bu yargıya meydan okuyabilir; fakat, öncelik teziyle tutarlı olan KapitaTın birinci cildinin VTII. Kısıntından bunu çıkardık.
(2) Kapitalist Ekonomik Yapı ve Kapitalist Üretim Tarzı Kapitalist bir ekonomik yapı, doğrudan üreticderi özgür emekçüerden oluşan bir ekonomiyi büdirir: Bu özgür emekçiler proletaryayı oluştururlar. Tarihsel materyalizme göre, üretked güç mütevazi bir düzeye ulaştığı zaman ve bu nedenle bu yapı ortaya çıkar ve bu gücü daha yüksek düzeylere çıkarmaya tek uygun yapı olduğu için varlığım sürdürür. Kabaca konuşursak: Bir yanda küçük mülk sahipliği altında olası maksimum düzeyde üretken güç, diğer yanda buharlı motor de genelleşmiş bdgisayar kullanımı arası bir düzey kapitalizm için gerekli ve yeterlidir, çünkü yalnızca kapitalizm üretken gücü mütevazi ölçülerde yüksek bir düzeyden çok yüksek düzeylere geliştirmeye uygundur/" Düşük düzeylerde kapitalizm devam edemez, çok yüksek düzeylerde ise yararlılığını yitirir. (d) Kapitalist yapı, üretken gücü belirtilen düzeylere geliştirmeye uygun olduğu için ortaya çıkar ve varlığım sürdürü tezi, daha zayıf
'"- Ne kadar yüksekliğin "çok yüksek" sayılması gerektiği, tartışılması gereken bir konudur, burada çok kesin olarak saptamamızın nedeni budur
128
212
(e) Kapitalist yapı, üretken gücü belirtilen düzeylere geliştirmeye uygundur tezini gerektirir, fakat bu tez tarafından gerektirilmez. (e) tezi de (f)Başka hiçbir yapı benzer şekilde uygun değüdir tezinden farklıdır. Altbölüm (3)'te, (d) yararına (e) ve (f)'yi savunuyoruz, (d)'yi gerektirdiği için (e)'yi savunuyoruz, (d), (f)'yi gerektirmez; fakat, (f) doğru olmadıkça (d) akla uygun olamayacağı için (f)"nin savunulması gerekir. Rakip bir ekonomik biçimin üretken derlemeyi eşit derecede iyi teşvik etmesi durumunda, kapitalizmin üretken derlemeyi belirtilen düzeylere çıkarma eğiliminin, onun o düzeylerde varoluşunu açıklaması olası değd. Altbölüm (3), sadece sermaye birikimi için üretimin üretken güçlerin mütevazi düzeylerden çok yüksek düzenlere gelişmesini teşvik edeceğini savunuyor. Bu, kapitalist yapı içinde üretimin sermaye birikimine yönelik üretimle çakıştığı varsayımına dayanarak, hiçbir şekdde kendinden kamdı olmayan ve açıklayıp savunmaya geçeceğimiz bir eğilime dayanarak, (e) ve (f)'yi kanıtiar. Eşit ölçüde standart, fakat mantıksal olarak farklı iki Marksçı kapitalist toplum tanımı vardır. Bu tanımlardan herbirini tatmin e d e n şeyin neden diğerini de tatmin ettiğini göstermemiz gerekir. Birinci tanım, bizim de toplumun bu biçimini saptamak için kullandığımız kapitalizmin yapısal özniteliğini açıklar. Kapitalizmin hakim üretim ilişkisine başvurarak kapitalizmi tanımlar: Kapitalizm, doğrudan üreticilerinin kendi emek güçlerinden başka hiçbir üretken güce sahip olmadığı bir toplumdur. Özgür emek, serf ya da köle benzeri yüklerden özgür, üretim araçlarından özgür (yoksun) emek ekonomisidir. Bu, yapısal tanımdır. Alternatif, ya da tarzsal tanım, kapitalist üretimin içinde gerçekleştiği yapıya değü, kapitalist üretimin amacına işaret eder. Kapitalizmi, üretimi sermaye birikimine hizmet eden bir toplum ola-
rak tanımlar. Kapitalizm altında üretimin hedefi, daha fazla değişim değeri üretmek için değişim değerini kullanmak, ve daha da fazla değişim değerini üretmek için eklenen değişim değerini kullanmaktır... Yapısal tanıma giren toplumlar neden tarzsal tanımı da karşdar? Şu iddiaların geçerliliği nedir: (g) Üreticder özgür emekçderse, üretim sermaye birikimi içindir. (h) Üretim sermaye birikimi içinse, üretcüer özgür emekçilerdir. Burada, olduğu gibi, ekonomüerin tamamı için deri sürüldüklerinde, bir tarihsel olgu sorunu olarak (g) ve (h) doğrudur. Büyük üretici kütlesinin özgür emekçüerden oluştuğu her yerde, genel olarak üretim sermaye birikimi içindir, ve üretimin ana gövdesini bu amaçta olduğu her yerde, doğrudan üreticüerin büyük' bir çoğunluğu özgürdür. Fakat, özgür emek de sermaye birikimi arasındaki olgusal bağıntı, göreti olarak rastlantısal olabilir. Birşey beklemenin az çok gerekli olduğunu deri sürmemiz gerekir. (g) üe başlıyoruz: Üreticiler özgür emekçilerse, üretim sermaye birikimine hizmet eder. önce, bütün bir ekonomiden daha küçük birimler için (g)'nin yanlış olduğu tarihsel örnekleri aktarıyor ve bütün bir ekonomi (hayaü) için (g)'nin yanlış olduğu tarih dışı fakat açıkça olanaklı bir durumu betindiyoruz. Fiili örneklerin, neden bütün bir toplumun tipiği olamayacağım ve tarih dışı örneğin neden salt imgesel olması gerektiğini açıklamamız gerekir. Roma lejyonlarının paralı askerleri birinci örneğimizi oluşturur. Marx, kendilerini kiralayanlara değişim değeri üretmedikleri için, ücretli emek olarak kullanılmayan "ücretli emek"i [=özgür emek] temsti ettiklerini söylediğinde,H) özellikle onlardan söz etmeseydi, paralı askerler uygun örnek olurdu. Bu belirleme, Mani'm (g)'ye bağlılığım kanıtlar: Sadece faaliyetieri değişim değerini arttırdığında özgür üretcder, özgür emekçder olarak çalıştırılırlar. Standart istihdamlarının neden bu olduğunu soruyoruz.
Grundrisse. s. 529.
128 214
Bizzat kapitalist toplumda her özgür emek, sermaye birikimi için kiralanmaz. Manc, kapitalistin kansına giysi yapmak için çalıştırdan proleter kadın terzilerini ömek gösterir. Kadın terzi, değişim değeri değd kuüanım değeri artsın diye tutulur."' Son, olarak, hepsi de konut kuüanımının yanı sıra, emeklerinin ürünlerinden bir lasmuu, söz getimi belli oranda tahıl ve eti, kendilerine ödeyen toprak ağalan için çalışan bir özgür üreticder toplumunu tasarlayalım. Ürünün bir kısmım toprak ağası ve aüesi tüketir, bir kısmı yeniden üretimi karşılamak üzere ayrılır, geri kalan emekçüere bölüştürülür. Hiçbir şey pazarlanmaz; dolayısıyla mübadele için, değişim değerini arttırmak için hiçbir şey üretilmez. Yine de işçüer özgürdür. İstedikleri toprak ağasıyla sözleşme yapabilirler.® Örnekler biraz sonra ayrıntılı incelemeye tabi tutulacak Önce, (g) lehine bir savm taslağı: 1. Bir özgür emekçinin emek gücü, bir metadır. 2. Dolayısıyla, emek özgürse, bir emek pazan vardır. 3. Emekgücü dışındaki mallar için de pazarlar olmadığı sürece, bir emek pazarının, emek gücünün alım-satımı pratiğinin varlığı genel olarak doğru olamaz: Emek özgürse, meta üretimi iyice yerleşir. 4. Emek özgür ve meta üretimi iyice yerleşmişse, üretim birimleri arasında rekabet vardır. 5. Üretim birimleri arasında rekabet, bir sermaye birikimi politikası dayatır: Elindeki değiştin değerini arttırma eğiliminde olmayan bir birim, rekabette üstün gelme kaynaklarından yoksun kalacaktır.
,n
- Theories of Surplus Value. C. 1.1. 159; Grundrisse, s. 466; "Resulü," s. 1041. '»- Kapitalizm Öncesi toplumda "her yerde ara sıra karşılaştığımız gündelikçi enıekçi"yle karşılaştırın. Grundrisse, s. 465. Yukarda tasarlanan fantazide görüngü tek Ülk değil, evrenseldir. (g). gerçeklikte tek tük olmak zorunda olduğunu ima eder. Bu nedenle, "...bu özgür işçilerin sayı olarak arttığı her yerde ... eski üretim tarzı -komünal, ataerkil, feodal v b - dağılma sürecinde, gerçek ücretli emek öğeleri hazırlık sürecindedir." Grundrisse, s. 469. Bu bağlamda "gerçek ücretli emek", tanımı gereği, değişim değerini genişletmeye hizmet eder. Bkz. ibid. s. 465.
6. O halde, emek özgürse, üretim sermaye birikimine hizmet eder ((g) tezi). 3, meydan okunması en olası öncüldür. Yine de, genel olarak kullanım değerlerine aym muameleyi göstermedikleri halde, kendi emek güçlerine, ya da başkalarının emek güçlerine bir meta muamelesi yapan insanlar tasarlamak kesinlikle güçtür. Tarihsel gerçeklikte, gelişmiş bir emek pazarı, hiçbir zaman meta üretiminin kurulmasından önce gelmez. Hayali tarımsal ekonominin gerçek dişiliği için ileri sürdüğümüz sav, 3'e desteği güçlendirir. Fakat önce, paralı asker de kadın terziden kurtulmak gerekir. Zorunlu olarak istisnadırlar. Paralı asker, üretim yapmadığı ve bir toplumun ücretle geçinenleri genelde üretici olmak zorunda oldukları için istisnadır. Kadın terzisi üretim yapar ve hiçkimsenin sermaye arzının arttırmasına yardım etmez; fakat ona verilen gelir, gerçek kapitalist üretimden elde edilir, bu nedenle, özünde asalak bir örnektir. Fantazi örneğe geliyoruz. Toplumun nasd gelişme eğiliminde olacağım soralım. Doğrudan üreticder, bol paylı iyi çalışma koşullan isteyecek, toprak ağalan ise, adelerinin tüketiminde minimum fedakarhğı gerektiren iyi işçiler bulmaya çalışacaklardır, tşçüer için rekabet eğilimi doğacak. Pay, et ve tahddan ibarettir ve başlangıçta, ex hypothesi, aralarında ticaret olmadığı için, bütün çifçiler ikisini de üretir. Fakat, talul ve et üretiminde "göreli bir avantaj'^ sahip çiftlikler, sırf daha fazla pay sunmak ve böylece iyi emeği diğer çiftliklerden uzaklaştırmak için, ürünleri trampa etme eğiliminde olacaklardır. Böyle bir ticaretin yeteri ölçüde gelişmesiyle birlikte, değişim değeri stokunu genişletmeyi gözeten bir üretim norm halini alacaktır. O halde, başlangıçta betimlendiği şekliyle imgesel toplum kararsızdır. Sermaye birikimine yönelik bir eğilim, kısa sürede ortaya çıkacaktır."' Genelde ve diğer tür durumlarda benzer nedenlerden ötürü, sermaye birikimi olmaksızın özgür emeğin varlığım sürdüremediğini savunuyoruz. (Alternatif bir se'"- Feodal manorların değişim değeri üretmeye başladıklarını göstermek için paralel bir sav sö2 konusu değil. Zira. serf toprağa bağlı kaldığı sürece emek arzı garantidir ve diğer manorlardan becerili serfleri çekmek olanaksızdır.
128 216
naryoda toprak ağalan, geleneksel, yerleşik bir yaşamı tercih etmenin dışında emek hareketliliğini sınırlama hüesine başvurabilirler. Böylece ya kapitalistçe üretim paüayacak, ya da emeğin özgürlüğü aşınacaktır.) (h)'ye geliyoruz: Üretim sermaye birikimi içinse, üreticiler özgür emekçilerdir, yani, üretim araçlarından yoksun emek gücü sahipleridir. Manc'ın (h)'ye bağlılığının bir örneği: Sermaye kavramı, emeğin nesnel koşullarının ... emeğe karşı bir kişilik kazanmasını, ya da aym anlama gelmek üzere, işçüerin kişiliğinden başka bir kişiliğin özniteliği olarak yerleşmelerini ima eder. Sermaye kavramı, kapitalisti ima eder."' Sermaye, kendi kendini büyüten değişim değeridir. Manı, kapitalistlerle özgür emekçderi birbirine bağlayan kapitalist üretim ilişkilerini "ima ettiğini" söyler. İmanın, dolayısıyla (h) tezinin tanım gereği doğru kabul ettiğini gösterebüen bir belirleme de ekler: "Sermayenin varlığından söz etmek ... sadece ... emeğin özgür [olduğunu] ... söylemenin başka bir şeklidir.'™ Ne var ki, (h)'nin tanım gereği doğru olmadığım da bilir, zira, özgür olmayan emeğin, bir ekonominin emeği büyük ölçüde özgür olan kesimlerinde sermaye birikimine hizmet edebileceğini kabul etmeye geçer. Amerikalı köle sahipleri, değişim değerini büyütmeyi amaçlıyorlardı ve Manc, proleterlere angaje olmasalar da onlan "kapitalist" kabul etmeye hazırdır. "Özgür emeğe dayalı bir dünya pazarında anomalder"di.<3) Sırf istisna olduğu için iç savaştan önce Güney olanaklı oldu. Ancak ne ise o olabilirdi: Normal bir kapitalist ekonomik yapı içinde aykın bir oluşum. Bu kez açıkça bütün bir ekonomi bakımından (h)'nin başka bir doğrulanması: Ulusal ölçekte ücretli emek (ve sonuç olarak kapitalist üretim ,u
- Grundrisse, s. 512. Bizim değerlendirmemiz, pasajın bağlamı incelendiğinde görüleceği gibi, son cümlenin sıradan bir cümle olmadığını varsayar. Gerçekte, (h) tezinin özet bir ifadesidir. '*- Grundrisse, s. 513. Sermaye sözcüğü dışında italikler benim. Grundrisse. s. 513. Kış. Theories of Surplus Value, C. 2, s. 302-303
tarzı), sadece işçilerin kişisel olarak özgür olduğu yerde olanaklıdır.'" Marx'ın kullandığı şekliyle "ücretli emek" genellikle "özgür emek"tir de; fakat bu pasaj istisnadır.® Burada ücretli emek, parasal karşılık alan özgür ya da başka türlü örnektir. Eğer burada ücretli emek tanım gereği özgür olsaydı, cümle, parantez içine alinin kısım dışında, alelade bir hakikat, niteleyici "ulusal ölçekte" ifadesi ise, açıklanamaz bir biçimde gereksiz fazlalık olurdu. Marx, kölelerin ücret alabileceğini kabul ediyor; fakat, üreticilerin büyük kütlesinin ücret alan köleler olabileceğini yadsıyor. Cümle, .sözdizimsel olarak karmaşıktır ve söylediği şeyi, anlambilimsel açıdan eşdeğer şu yeniden yazımda anlatmak daha kolaydır: "Ücretli emek ulusal ölçekte egemense, o zaman özgür emek de egemendir, dolayısıyla hakim üretim tarzı kapitalistse (üretim sermaye birikimine hizmet ediyorsa), üreticiler (genel olarak) özgür emekçilerdir." Noktalı virgülden sonrası (h) tezidir. Manc'ın (h)'ye desteği bu kadar açık. (h)'ye potansiyel meydan okumaları, özgür emek olmaksızın değişim değerini büyütmek için üretim örneklerini ele almaya geçiyoruz. Bu durumların, zorunlu olarak imgesel, istisna, ya da geçici olduklarım göstermeliyiz. tik meydan okuma, başlangıçta basit meta üretiminin olası bir çeşidi gibi görünen şeyden gelir. Basit meta üretiminde üreticiler, kendi işlerinde çalışan pazar mübadelecileridir. Kendi üretim araçlarına sahip oldukları için özgür emekçiler değildirler. Yine de, sermaye birikimi için üretim yapamazlar mı? Basit meta üretiminin, hiçbir zaman gerçekte bütün ekonomiyi nitelememiş olması burada önemdi değil.® Önemli olan şudur: Genel ve dahası değişim değerini büyütmeye yönelik olsaydı, hızla kapitalist meta üretimine dönüşürdü. Üreticiler arasındaki rekabette, bazıları zenginleşecek, bazdan ise bunu başaramayıp başaranlar için çalışır duruma Theories ofSurplus Value, C. 3, s. 431; italikler benim. <*- Bağlam, aylan kutanımı açıklar. Marx, özgür emek ve para alan kölelerden oluşan ücretli emekten söz eden Richard Jones'ı değerlendiriyor. Bkz. Catephores ve Morishima, "Is there an 'Historical Transformation Problem'?" s. 314-315.
2/8
düşecektir. Basit meta üretiminin gerçekte var olduğu yerlerde olan tam da budur. Bir "toplumsal farklılaşma süreci"® basit meta üreticileri kümesini basit burjuvaziye ile basit proletaryaya ayırır. Demek ki, basit meta üretimi (h)'nin reddini desteklemez ve dikkatimizi, sınıf bağımlılığıyla sermaye birikimi için üretimle sınırlayabiliriz. Sora: (h) doğru mudur? Sınıfın proleter olup olmaması önemli midir? Bu nedenle, üreticilerin özgür olmadığı sermaye birikimi için üretim örnekleriyle hesaplaşıyonız. Böyle bir örnek zaten ortaya çıktı: Kölelerin değişim değeri üretmesi. Marx, bunu esas olarak ikincil saymıştır; fakat John Hicks'e göre, erken Avrupa kapitalizmine kölelikten çok özgür emeğin eşlik etmiş olması salt tesadüftü: 'Temel potansiyel köle kaynağı, güneyden ve doğudan Islamın askeri gücü tarafından bloke edildiği" için, sahip olunacak köle yoktu.® Ondördüncü ve onbeşinci yüzyd Doğu Avrupa'sındaki "ikinci kölelik", diğer varsayımsal karşı-ömeğimizdir. İddia edildiğine göre,® batıya tahıl ihracıyla bağlantılı artan ticari baskılara ve olanaklara yanıt olarak feodal yükler köylülüğe dayatıldı. Bu anlatıma göre, Üretim daha fazla değişim değerine yönelik oldukça ve bu nedenle emek daha fazla özgürsüzleşti. Bu nedenle, Almanya'ya özel gönderme yaparak yazan Engels, "kapitalist dönem, kendisini kırsal kesimlerde, serflerin angarya emeğine dayalı geniş ölçekli tarımsal sanayi dönemi olarak ilan etti" der" -kapitalist üretimin ücretli emeği gerektirdiğine dair tarihsel materyalizmin, özel olarak da (h) tezinin, savunduğu çıkarımlarla açıkça çelişen bir formülason. Son olarak, sınai bir yerleşimde ve topyekün toplumsal ölçekte sermaye birikimi için üretimle ilişkilenmiş bir özgür olmayan emek biçimim tasarlayalım. Burada, erken sınai Güney Galler'in demircileri bir model işlevi görebilir. Yaşamlan bakımından işverenlerine bağlıydılar, dolayısıyla eğitim maliyetleri karşüanıyorİfade Dobb'undur Capitalism, Development and Plaruıing, s. 12. A Theory of Economic History, s. 134. Bkz. Anderson, Passages from Antiçuity lo Feudalism, s. 258 (19). '*- "The M a n , " s. 177.
219
du.'" Bu durumun, bir sınai toplumu kesen genel bir durum olduğunu düşünelim. Bu örneklere karşın, serflik ve köleliğin, ilke olarak sermaye birikimi için üretime karşıt olduklarım deri süreceğiz. Önce tarımsal serfliği ele alalım. Toprak sahibi serf, kontrol ettiği üretim araçlarıyla ürettiğini tüketerek kendi emeğinin meyveleriyle geçinir. Alıa ya da satıcı olarak, büyük ölçüde pazar mübadelesinden uzak durur. Dolayısıyla, ürettiği şeyin çoğu pazarlatımaz; mübadele için üretim ve a fortiori değişim değerini çoğaltma için üretim, sadece sınırlı bir ölçüde olanaklıdır. Toprak beyi, pazar işlerine, dolayısıyla değişim değeri peşinde koşmaya daha . fazla bulaşmış olabilir; fakat serfin kendi kendine yeterliliği, değişim değeri için üretimi genişletmeye bir engel oluşturur. Burada, basitçe küdesel bir pazar yoktur. Peki, ya "ikinci serflik"? Perry Anderson'ın konuyla ilgili izleyeceğimiz anlatımına göre, yanıtlanacak bir durum yok: îhraç pazarının, Elbe'in doğusuna serfliğin dayatılmasında temel olduğuna dair görüşü çürütür.™ Örneğin, doğudaki smıf mücadelesinde köylülüğün göreli açık konumuna karşıt olarak -Anderson'ın alternatif vurgusu budur- şiddetli bir değişim değeri amacıyla olmuş olsa ikinci serflik (h) tezini zora sokar. Anderson'a göre, doğuda köylülüğün serfleşmesi, bölgedeki kentlerin zayıflığına dayanıyordu. Dayatmalarla karşdaşan batılı köylüler kentlere kaçabiliyordu; fakat doğudaki taydaşlarının böyle bir sığmağı yoktu/" Doğudaki kentli burjuva sınıf gücünü yitirmişti® ve batıyla tahıl ticaretini feodal toprak beyleri yürütüyordu.® (O halde, bir ölçüde değişim değeri için üretime eştik eden Ashton, The Industrial Revolulion, s. 112. '»- Bkz. Passages, s. 258-259 ve krş. Leneages of the Ahsolutist State, s. 196-197. Passages. s. 252-253. Fakat, bu karşıtlık konusunda, "Rise of Serf dom in Eastern Europe" da (s. 833) Blum'un da ulaştığı kuşku için bkz. Bnuıner, "Agrarian Class Structure,"s. 54-56. (Anderson'ın Blum'un kusursuz makalesiyle ilgili "çekinceleri" -bkz. Passages, s. 255(14)- açıkça temelsizdir): (4)- Bkz. Blum, "Rise of Serfdom in Eastern Europe," s. 834. örneğin, "Polonya'da soylu sınıf, doğrudan yabana tacirlerle iş yapan yerel antrepoları keser." Passages. s. 254, ayrıca bkz. s. 259-260. (Anderson, önemli bir dış ticaretin varlığını kabul eder, fakat serfliğin dayatıİmasının açıklanması açısından önemini yadsır. Zaten serf olanların sömürillmesinde artışa katkısı olduğunu kabul eder.)
128
serflıkle karşılaştığımız sürece, ticaret yerel butjuvaziyi kapsamaz ve daha standart bir kapitalist yol izleyen uzak bölgelerle ticarettir: (h) tezine karşı bir sav olarak ikinci serfliğin reddi için başka bir neden.) Sınai yan-serflik farklı bir sorunu öne çıkarır; çünkü burada emekçi, tükettiğim üretmez: Ergen Galli demircder demirle geçinmiyorlardı. Bazı bakımlardan kölelere benziyorlardı; zira ürünlerinin tamamı sömürücünün eline geçiyordu ve kölelere benzedikleri ölçüde, kölelik tartışmasına dolaylı bir şeküde ilişkdenirler. Köle olmayan serf-benzeri nitelikleri, yükümlü oldukları dökümhanede ömür boyu demirci olarak kalma hakkına sahip olmaları olgusunda yatar: Bu karşılıklılık kölelikte yoktur. Kısmen aşağıda serflik ele alınırken sıralanan nedenlerden ötürü, kısmen de gelişmekte olan bir kapitalist ekonomi girişimcderin üreticdere ömür boyu sözleşme teklif ederek kâr elde etmelerini olanaksızlaştıracak kadar akışkan olması nediyle, toplumsal ölçekte sınai yan-serfliğin sermaye birikimi için üretimle bağdaşmadığı anlaşılacaktır. Bu ölçüde açıklanan değerlendirmeler, sermaye birikimi üe köleliğin biraradahğına karşı bir durum yaratmaz. Kölenin ürününün tamamı, ürünün tümünü pazarlayabden ve köleye geçim aracı olarak kuüanacağı bir ücret veren bir efendiye aittir. Bu nedenle, bütün ürünlerin bir pazardan geçmesi ve dahası sermaye birikimine hizmet etmesi kölelikle bağdaşır görünür. Güney Birleşik Devletler'de köleliğin kapitalist niteliğini kabul eden ve yerel ölçekte ücret alan köleleri uygun bulan M a n i gördük. Değişim değerini büyütmek için üretim bağlanımda kölelik neden genel olamaz? Emek değer teorisine dayak ünlü bir sav yanıt verir gibi görünebilir. Sermaye kavramım kendi kendim büyüten değişim değeri (M - C - M') olarak açıklayan Manc, zor ya da dolandıncılığm yokluğunda değişim değerinin artmasının nasd olanaklı olduğunu sorar. Kuüamlması sahip olduğundan daha fazla değişim değeri yaratan bir metamn bulunması gerekir diye yanıt verir. Soma, proleterin emek gücünü istenen meta olarak saptar. Emek gücü, özgür üretici tarafından zamansal pakeüer halinde, yeniden üretim maliyetierine denk, dolayısıyla değerine denk bir meblağ ödeyen kapi221
talist işverene satılır. Piyasa adaleti gözetilir; fakat emek gücünün değeri, ürettiği şeyin değerinden daha azdır ve bu nedenle kapitalist, kendi değişim değeri stokunu büyütür. "Oyun, sonunda meyvesini vermiştir."0' Fakat, emek değer teorisi doğru olsa bile, bu akıl yürütme, kendi kendini büyüten değişim değeri olarak sermaye tanımından türetilen bir özgür emek olarak kabul edilemez.™ Zira, Mars'ın tarif ettiği şekliyle emek gücü satışının iki özelliği, sava yabancıdır. Birincisi, emek gücünün sadece sınırlı bir dönem için kiraya verilmesini gerektiren hiçbir neden yoktur: Kapitalist, emek gücünün süresiz iyeliğini elde edebilir. İkincisi, emek gücü satıcısının, emek gücünü içinde barındıran kişi olmasını geiektiren hiçbir neden yoktur: Satıcı, bizzat üretici yerine, ona sahip başka biri de olabilir. Kısaca, emek değer teorisi, sınai sermaye dolaşımında "LF'nin0* bir kölenin emek gücü olamamasını gerektirmez. Emek gücünün değeri, yine de, onun geçimini sağlayan şeyi üretmek için gerekli emek miktarım yansıtır ve bu miktar, yerine getirdiği miktardan yine az olur ve böylece sermaye birikimine olanak tanıyabilirdi. Hiçbir soyut kanıt, kölelik ile değişim değerini büyütmek için üretimin eğilim olarak karşıt olduğunu göstermez. Bununla birlikte, plantasyon kapitalizminin zorunlu olarak kölelikten kaynaklanmadığı, fakat "kölelik üzerine aşılandığı'*4' konusunda Marx'la hemfikiriz. Fakat Hicks, kapitalizmin köle temelinde ilerlemiş olabileceğini düşünür. Niçin yanılıyor? Değişim değerini büyütmek için üretim niçin köle emeğine aykırıdır? Bir bakıma Marksist bir tat veren ve Max Weber'in soruya ya-
•»- Kapital, C. 1, s. 210 ve krş. Grundrisse, s. 463-464. Mani'm bu amaçla akıl yürütme niyetinde olduğunu söylemiyoruz. Onun anacı, tanım gereği bütün insanların tam liberal özgürlüğe sahip olduğu ve hukuksal aitler olarak karşılandığı, dolayısıyla köleliğin dışlandığı burjuva toplumda değişim değerinin büyümesine olanak veren bir meta bulmaktır. Tam da değişim değeri için üretimin sadece bir burjuva toplumda norm olacağım göstermeye çalıştığımıza göre, burjuva toplum varsayımını atmamız gerekir. İtalik yazılanlar,
128
nıt olarak vermiş olacağı bir neden, değişim değeri için üretimi etkileyen belirsizliğe, üretilenin satılmaması tehlikesine dayanır: Tam da pazar başarısız olduğu anda insan sermayesi daha fazla tüketir ve ihsan sermayesinin bakım masrafı, makinalardaki sabit sermayenin bakım masrafından çok farklı bir meseledir/" Fakat bu yetersiz görünüyor. Kesin anlamında kölelikte sömürücü, boş bir köleyi geçindirme zorunda değildir. Denilebilir ki, sömürücünün, köleyi tekrar çalıştırabileceği piyasanın canlanmasına kadar beslemekte bir çıkan olacak; fakat., sıradan kapitalistin de özgür emekçinin yaşamım sürdürmede benzer bir (zayıf) çıkan vardır, fakat yine de, piyasa canlandığında taze emek kiralama umuduyla onu serbest bırakır, ve kapitalistik köle sahibi de benzer şekilde, işler iyileştiğinde, kötü zamanlarda fazla köleleri daha az sarsıntı geçiren başkalarına satarak kazandığı fonlarla yeni köleler satın alabilir. Kuşkusuz, köle bir dezavantaj olabilir, belirtilen değişikliği idare etmek güç olabilir: Koşullara bağlıdır. Fakat, böyle hiçbir koşul, sermaye birikimi ile köleliğin birlikteliğine karşı bir ilke nedeni olamaz. "Varoluş riskinin özgür işçilere geçtiği koşullara ... karşıt olarak" bir kölenin ölümünün telafi edilemez bir kayıp olacağına dair Weber'in iddiası için de benzer çekinceler geçerlidir. Normal bir (harfi harfine) doğal fire oram varsayılırsa, bu noktanın hiçbir önemi yoktur ve konu bir sorun ortaya çıkarırsa, bir şekilde birisi, uygun bir sigorta işi kurmakta gecikmeyecektir. Bizim kölelik ile değişim değerini büyütmek için üretim arasındaki çelişkiyle ilgili savunumuz, piyasa kaprislerine dayanmaz. Bunun yerine, kapitalist üretimin üretken gücün önemli ölçüde gelişmesini gerektirdiği ve daha da güçlendirmeye yöneldiği olgusunu temel alıyoruz.0' Dolayısıyla, eğer köleliği yüksek ve yükselen üretken güç düzeyleriyle birarada tutmak güçse, sermaye birikimiyle de kolayca uyuşmayacaktır ve göstermemiz gereken budur. Kölelik ile sofistike, gittikçe iyileşen üretken güçlerin birbirini dışladığım düşünmek için birçok neden var. IU
- General Economic History, s. 105. '*- Bu iddialar, altbölüm (3)'de açıklanıyor.
223
Birincisi, emek gücü biçimini alan kapitalizmin gereksinim duyduğu öngörü alışkanlığını ve kalifiye ustalığı kölenin yetenekleri olarak kavramak güçtür. Bu yeteneklerin gerektirdiği eğitim ve bunlarla bağlantılı kişisel değer duygusu köle statüsünde bir araya gelemez. Marx, köleliğin sadece "en kaba ve en ağır, kabalıkları ve hantallıkları nedeniyle kırılıp dökülmeleri güç araçlar"ın kullanılmasıyla bağdaştığım üstüne basa basa belirtir.0' Bu, kapitalizmin zorunlu bir başlangıcı olan artizanlığa uygun bir teknoloji değüdir ve kapitalizm bir kez yerleştirken sonra, değişim değeri peşinde koşma evrensel amacından kaynaklanan üretken güçlerin hızlı gelişmesine izin vermez. ikincisi, kölelerin sadece beslenip barındırılması yetmez, sıkı bir şeküde denetlenmelidirler de: Özgür işçüerden daha fazla gözetim altında tutulmalıdırlar. Bu durum Adam Smith'i, görünüşte ucuz olmasına karşın köle emeğinin "nihayetinde en pahalı" emek olduğu yargısında bulunmaya iter.® Kuşkusuz abartılı olabilir; fakat, kölelerin ürettiği artığın tatsız masrafları olduğunu anlatmak ister. Üçüncüsü, artan üretkenlik, er geç üreticiler arasında tüketim standardının yükselmesine de yol açar ve bu durum, süren kölelikle uzlaştırmanın güç olduğu gelişmiş bir öz-farkındalığa ve öz-güvene itilim verir.® Üçüncü savdaki artan üretkenliğin sözü edden yanı, üretkenliğin katışıksız oylumu, ya da niceliksel düzeyiydi. Fakat, hem üretim birimleri içinde hem de emek gücünü kesen emekçüerin artan iç bağlantdarım kapsayan üretimin maddi ilişkilerinin bir sonucu "'- Kapital, C. l . s . 212, dn. Eski Roma'da birçok becerili kölenin bulunması olgusu Marx'ın ifadesini yalanlıyor görünebilir. Daha yakından bir inceleme tersini gösterir. Biçimsel yasal statülerine karşın becerikli kölelerin, pratikte, kölelik kavramının izin verdiğinden daha fazla özerklikleri vardı. Dahası ve tarımdaki kölelerden farklı olarak, kendi kazançbMyla kendi özgürlüklerini satın alabiliyorlardı ve özgürlüklerini elde etme beklentisi olmasaydı, becerilerini eksiksiz kullanmazlardı -ve özgürlüğünü satın alma, açık nedenlerle, kendi kendini sürdüren bir köle toplumundaki kölelerin kaderi olamazdı. Bkz. Fini ey, The Ancsent Economy, s. 64-65, 76. a - The Wealth ofNations, s. 365. Karşılaştırabilir iddialar için Bkz. reddettiğimiz türden Webervari savlanda içeren "Results," s. 1030.
224
olarak bu düzeye ulaşılır -böylece dördüncü değerlendirmemize geliyoruz. Kapitalist ekonomilere özgü olan işçi sınıfının sendikalaşması, sözü edden maddi dişkderle bağlantılı baskdarı ve olanakları yansıtır. Tanım gereği sendikalaşmanın dışlandığı varsayımsal köle kapitalizminde bu baskı ve olanaklar tümden yok olmazdı. Her olasılıkta, kölelik koşuluna karşı başardı isyanlara yol açardı. Webervari savlar, varsaydan yararsızlığı köleleşmiş üreticderin kapitalistine bağlar. Bizim vurgumuz ise, bizzat üreticüerin bilinç ve iradeleri üzerinedir. Kapitalizm de gelişmiş üretken güçlerle çalışan uysal köleler arasında hiçbir bağdaşmazlık olmazdı: Yirminci yüzyılın kötü ütopya fantazderi, içten tutarlıdır. Fakat, gelişmiş üretken güçlerle kölece uysallığın birliğim başarmak güçtür. Şimdi, bir anlamda tarihin de yargısı olan Mars'ın, Güney'deki plantasyon kapitalizmi zorunlu olarak ikincd bir görüngüydü şeklindeki yargısın imzalayabiliriz. Plantasyon kapitalizmi, değişim değerini büyütmek için üretimi genelleşmiş köleliğe aykırı hale getiren üretken güçlerin hızla gelişimini yansıtan, büyüyen ve genişleyen bir tekstü ürünleri pazarına dayanarak gelişip serpilmiştir.
(3) Kapitalizm ve Üretken Güçlerin Gelişimi >
"Ücretli emeğin genel varlığı, üretken güçlerin ücretli emekten önce gelen evrelerdekinden daha yüksek bir gelişme düzeyini gerektirir;"*" zira, "genel olarak ücretli emek, üretken güçlerin gelişimi, önemli bir zaman miktarı boş kalacak kadar zaten gelişmiş olduğu yerde başlar."0' "Ücretli emek," Manc'ın kapitalist ekonomik yapıya verdiği addır.® Bu nedenle, kapitalist ekonomik yapının, ancak üretken güç zaten oldukça.gelişmiş olduktan sonra ortaya çıkabdeceğini ileri sürüyor. Altbölüm (l)'de, Manc'ın, kent loncalarında ve küçük ölçekli tarımdaki bireysel üreticilerin çabâlanyla ortalama yüksek düzeye ulaşddığını düşündüğünü gördük. "'- Grundrisse, s. 893. Grundrisse, s. 64İ. Bkz. Theqries of Surplus Value, C. 1, s. 200.
225
Peki, kapitalist yapı üretken gücün bu önsel gelişimini niçin gerektirir? Altbölüm (2)'in sonuçlarıyla açıklayabiliriz. Ortalama yüksek bir gelişim evresine ulaşıncaya kadar üretken güç ancak yavaş ve dağınık bir şekilde artabilir. Sürekli hızlı ilerleme için, üretkenlik, yeni üretim araçlarının düzenli oluşumuna izin verecek bir artığı sağlayacak kadar büyük, olmalıdır: "Sadece belli bir üretkenlik derecesine ulaşılmış olduğunda, ... [üretilmiş olanın] giderek artan bir kısmı yeni üretim araçlarım üretimine ayrılabilir."0» Şimdi, "yeni üretim araçlarının üretimine ayrılan giderek artan bir kısım"dan sözetmek, salt maddi dil kullanmaktır. İfade, maddi bir betimlemedir, fakat anlattığı şey, sermaye birikiminin toplumsal sürecinin maddi yanıdır. Değişim değerini arttırmak için değişim değerini kullanmak, sadece anlatılan maddi süreç sayesinde mümkündür. Fakat bu maddi süreç, "sadece belli bir üretkenlik derecesine ulaşılmış olduğunda" gerçekleşebilir. O halde, sermaye birikimi için üretim, bu üretkenlik derecesine ulaşılmayı beklemelidir. Altbölüm (2)'de, kapitalist bir ekonomik yapı içinde üretimin sermaye birikimine boyun eğeceğini gördük: (g) tezi buydu. Demek ki, üretken güç, adamakıllı büyük boyutlarda oluncaya kadar kapitalist yapı doğamaz. Kapitalist sürecin yatırım gerekleri, bu evreye ulaşılmadan kapitalist üretim ilişkilerinin tam ortaya çıkışıra dışlar. Kapitalizmin, üretken gücün sürekli büyümesine izin veren bir teknolojiyi gerektirmesi olgusu, büyümeyi en iyi besleyenin ekonomik yapı olduğunu kanıtlamaz. O şuadaki üretken güçlerin gelişmesine uygun olduğu için kapitalist yapı egemendir şeklindeki tez -bkz. (d) tezi- savunulurken bunun gösterilmesi gerekir. Şunu ileri sürmeliyiz:® (i) Üretken güçler sistematik olarak ilerliyorsa, ekonomik yapı kapitalisttir.® Grundrisse, s. 707. '*- (i) ve (j), sırasıyla (0 ve (e)'ııin tekrarıdır. m - Sosyalizm ve komünizm, (i) tezinin kapsamından dışlanıyor.
226
(j) Ekonomik yapı kapitalistse, üretken güçler sistematik olarak derler.® Alkbölüm (2), sadece ve sadece üretimi değişim değerini büyütmeyi amaçlıyorsa bir toplumun kapitalist bir ekonomik yapıya sahip olduğunu kanıtladı. Sadece ve sadece üretim, soyut servetin maksimizasyonuna uyarlandığı zaman, doğrudan üreticiler özgür emekçilerdir. Öyleyse, (i) ve (j) kapitalist ekonomik yapıyla ilgili olmalarına karşın, bunları savunurken, kapitalizmin yapısal öznitelikleri kadar tarzsal özniteliklerinden de yararlanmaya hakkımız var. Tarzsal ve yapısal tanımlar, ilerdeki savlarda çeşitli biçimlerde gerekli olacaklardır. (i) ile başlarsak, kapitalist olmayan ekonomik yapılar sistematik üretken gelişmeyi teşvik etmezler şeklindeki önermenin eşdeğeri olduğunu fark ederiz, (i) lehine iki sav sunulucak. Birincisi, kapitalist olmayan egemen sınıflar, üretken güçlerin olağanüstü gelişimini teşvik etme eğilimde değildirler. İkincisi, üretken güçlerin büyük bir gelişimi, doğrudan üreticiler arasında özgürsüzlükle bağdaşmaz. Birinci sav: 1. Kapitalist olmayan ekonomik yapılarda emek özgür değildir. Aksine, "dolaysız zorunlu emek"tir:® Üreticiler, emek pazarında yapdan sözleşmenin bir sonucu olarak değil, gönüllü olmayan bağlarla kendi sömürücülerine bağlıdırlar. 2. "Bu durumda," yani üreticiler özgür emekçiler değilse, üretim değer birikimi için olmaz (altbölüm (2)'nin (h) tezi budur) ve zenginliğin tek amacı "zevk" olur.® Sömürücü, kulanım değerinden ötürü üreticinin artığını ister. 3. Dolayısıyla, sadece sınırlı bir artık elde etmekle yetinir, çünkü, kullanım değeri miktarının insani olarak isteyebileceği ve fiilen yararlanabileceği bir tavanı vardır:
(j). durgunluk ya da kriz içindeki kapitalizm için elbette yanlıştır. Uygun bir zaman aralığı ima ediliyor. Grundrisse, s. 326. '*- Grundrisse. s. 326.
227
... şurası açıktır ki, ürünün değişim değerinin değil kullanım değerinin hakim olduğu toplumun verili bir ekonomik oluşumunda, artı emek, az çok verili bir istekler kümesiyle sınırlı olur ve burada, bizzat üretimin [sisteminin] doğasından sınırsız bir artı emek açlığı doğmaz.'" 4. Sadece "belli miktarda yararlı ürün"0' isteyen sömürücünün, giderek daha fazla ürün üretmenin araçlarım, yani oldukça gelişmiş ve iyileşen üretken güçleri teşvik etmekte hiçbir çıkan yoktur. 5. Bu nedenle, "evrensel sanayi, dolaysız egemenlik temelinde açılamaz":'" Kapitalist olmayan bir ekonomik yapıda, üretken güçler sistematik bir şekilde ilerlemez. 6. Öyleyse, "toplumun üretken güçlerinin gelişmesi için sermaye, özsel bir ilişkidir" -Marx'ın (i)'yi savunma şekli.<4) 3. adım, en kınlgan adım gibi görünüyor. Sömürücü, örneğin çok sayıda piramit isteyemez mi, kütlesel ölçekte bir artı emek açlığına cisimleştirecek bir arzuda bulunamaz, mı? Mare, herhalde şöyle yanıtlardı: Bu, "verili istekler kümesi"ni ölçüsüzleştirirdi, fakat yine de sonlu kalırdı. Yanıt zayıftır; çünkü, (a) sömürücü, istediği piramitlerin sayısına sınır koymayacak kadar kendini ululayan biri olabilir ve (b) ölümlüdür ve ölümü üzerine, ona tabi üreticiler henüz kendisi için birşey inşa etmedikleri ve çok sayıda piramit isteyebilecek bir varisin denetimine geçeceklerdir: Büyük fakat sınırlı bir bitimsiz açlık ardışıklığı, sınırsız bir açlıkla aym etkiyi gösterecektir. Bunlar tutarlı olasılıklardır, fakat, savm ana çizgisini yok etmezler. Çünkü, birincisi, ileri sürülen tez şöyledir: Kapitalist olmayan biçimler, üretken gelişmeyi sistematik bir şekilde ilerletmezler ve eğer kapitalizm dışında "bizzat üretimin [sisteminin] doğasından sınırsız bir artı emek açlığı" doğmuyorsa, tez doğrudur. Betimlediğimiz durumlarda, daha fazla üretme dürtüsünü ekonomik sis-
m
-Kapital, C. Kapital, C. Grundrisse, '*- Grundrisse,
l . s . 250. l . s . 250. s. 326. s. 325.
228
tem dayatmaz: Aksine, tikel insanların motivasyonundan kaynaklanır. İkincisi, düşünülen ölçüsüz arzulan bulunan kapitalizm öncesi egemenlerin, bu arzularım üretkenliği geliştirmek için kaynak ayırma yönetimiyle birleştirmeleri olası değil.'" Eldeki emek arayla, tutumlu değil, cömert olmak isterler. Piramitleri inşa etmek için çok sayıda insanın gerekmesi, muhteşemiiklerinin bir parçasıydı. İnşalan için muazzam bir çaba gerekli olmasaydı, önemlerini büyük ölçüde yitirmiş olurlardı. Yüksek üretken gelişme ile özgürsüz emeğin birliğine karşı ileri sürdüğümüz daha önceki savlar, (i)'yi doğrulamanın başka bir temelini oluşturur. Eğer o savlar sağlamsa, üretken güçler kapitalist olmayan sınıflı toplumda sadece sınırlı ölçüde ilerleyebilir. (i)'nin tersten okunuşu (j). daha doğrudan gösterime elverişlidir. (j). kapitalizmin üretken gücün olağanüstü genişlemesine yol açtığım söyler, (j) lehine bilinen Marksist sav, emek değer teorisine dayanır;® sonuca varmak için özsel değil. Karşdaştırmalı değişim değeri büyüklükleri neyi açıklarsa açıklasın, sermaye kârının kaynağı ne olursa olsun, değişim değeri, rekabette yok olma pahasına kapitalist firmanın elde etmeye çalışmak zorunda olduğu şeydir. Fakat, yeteri ölçüde kullanım değeri üretilmezse, değişim değeri birikmez. Üretkenliği geliştirme olanaklan bulunmalı ve ele geçirilmeli, bu nedenle üretken güçler sistematik bir şekilde ilerler. Firmanın mecburiyeti para kazanmaktır; fakat, sadece üretilmesi ve rekabet nedeniyle, olabildiğince uzmanlıkla üretilmesi gereken şeyleri satarak bunu yapabilir:
'"- "... eskiler, artı ürünü sermayeye dönüştürmeyi asla düşünmediler. Ya da en azından çok sınırlı bir ölçüde." Theories of Surplus Value, C. 2, s. 528. "- Savın emek-teorik versiyonu şöyledir. Değişim değeri üretmini arttırmak için, artı emek miktarını arttırmak zorunludur. Başlangıçla "mutlak artı değer" arttırılarak bu başanlır Gerekli emek zamanı miktarı sabit kalır, artı emek zamanı işgünü uzatılarak ve emek daha sıkı çalıştırılarak ("emeğin yoğunlaşması") artoniır, böylece kapitalist saat başına her işçiden daha fazlasını alır. Sonunda, mutlak artı değer daha fazla arttırılamaz hale gelir ve sabit bir işgününde artı emeğin gerekli emeğe oranını arttırarak "göreli artı değer"i arttırmak zorunlu olur. Bu, gelişmiş, üretkenliği arttıran teknolojiye geçişi gerektirir. Emek-teorik öncüllere gerek yok. Artan değişim değerinin artan üretimi gerektirmesi, dolayısıyla üretimde kullanılan araçların geliştirilmesini talep etmesi yeter.
229
,
... bütün kapitalist üretimin amacı kullanım değeri değd, değişim değeridir. Dolandırıcılık bir tarafa bırakılırsa, değişim değerini arttırmanın üretimi arttırmanın dışında hiçbir yolu yoktur. Üretimi arttırmak için, üretken güçleri geliştirmek gerekir... Daha fazla mal üretmek, asla burjuva üretimin amacı değüdir. Aksine, onun amacı daha fazla değişim değeri üretmektir. Kendisine rağmen üretken güçlerin ve malların gerçek genişlemesine neden olur."'
Öyleyse, tam da egemenlerinin kulanım değerine göreü olarak ilgi göstermediği ekonomi, diğer sınıflı toplumlardan daha fazla kuüanım değeri ve daha fazla kullanım değeri üretme kapasitesi üretir/1' Şu sonuca varıyoruz: Kapitalist ekonoriük yapı ve sınıflı yapılar arasında yalnızca kapitalist yapı, üretken gücün sürekli gelişmesine itilim verir/"
(4) Dört Çağ Alt-evreleri ve geçiş biçimlerini saymazsak, "toplumun ekonomik oluşumunda" üretken gücün ayn gelişim düzeylerine karşılık gelen dört çağı ayırt edebiliriz: TABLO: 4 Ekonomik Yapının Biçimi
Üretken Gelişme Düzeyi
1. Sınıf öncesi toplum
artık yok biraz1 artık, fakat 3'ten daha az. az çok yüksek artık, fakat 4'ten daha az kütlesel artık
2. Kapitalist suııf öncesi toplum 3. Kapitalist toplum 4. Sınıf sonrası toplum
Birinci çıkanm açıktır. Marksçı tanıma göre sınıflı bir toplum, üretenlerden ve üretmeyenlerden oluşan iki gruba bölünür. Üret"*- Grundrisse (Berlin), s. 804. Bu "paradoks" XI. bölümde açıklanıyor. Daha fazlası için bkz. Grundrisse, s. 224, 234-235, 341, 770; Grundrisse (Berlin), s. 890; Theories of Surplus Value, C. I, s. 270, 282.
128
meyenlerin yaşaması için, üretenlerin kendi gereksinmelerinden fazla kuüanım değeri üretmeleri gerekir: Zahmet çekmeyen sınıfın geçimi iÇin bir artık olmalı. Dolayısıyla, üretken güç bir artık yaratmayacak kadar düşük olduğunda sınıflar dışlanır. Bir miktar artık olduğu sürece sınıflı toplum olasıdır, fakat artık küçükse, o toplum henüz bir kapitalist sınıflı toplum olamaz: İşte ikinci çıkarım. Peki, üretken gelişmenin ikinci evresinde niçin sınıfların olması gerekiyor? Sonı, altbölüm (7) de açıklanıyor. Yeni üretken güçlerin sürekti kuüanıma sokulması ve böylece düzenli kapitalist yatının için zorunlu olan az çok yüksek artık bundan sonra gelir. "Diğer herhangi bir üretim tarzı" gibi, [kapitalizm de] verili bir toplumsal üretken güçler düzeyini ve tarihsel önkoşulu olarak bunların gelişme biçimlerini gerektirir"® ve gördüğümüz gibi bu, çözülen feodalizm ve feodalizm-sonrası geçiş toplumunda küçük ölçekli sanayinin ve tarımın onlan getirdiği düzeydir. Küçük üretim, kendi başına ilerleme yeteneğinde olmayan daha fazla üretken ilerlemenin koşuUaruu yaratır. O zaman, gelişme devam edecekse kapitalizm zorunludur ve kapitalizmin doğuş nedeni, Manc der, budur. Tek başına kapitalizm, 3. üretkenlik düzeyinde gelişmeyi derletebiliyorsa, bundan sosyalizmin yapamayacağı sonucu çıkar. Sosyalizmin üretkenlik önkoşulu, yaşamın, zamanın ve enerjinin büyük bir kısmım zevk almadan zorunlu amaçların araçlarım üretmeye ayırmayı artık doğru olmaktan çıkaracak kadar büyük, kütlesel artıktır. Kapitalizmin misyonu, kendisini yıkıp sosyalizme yol vereceği bu bo.üuk evresine insanlığı taşımaktır. Marx, yukarda oluşturulan toplumsal biçimlerin dört parçalı bölünüşünü ve bunlar de üretken gücün ayn gelişme düzeyleri arasındaki koşuüü eşleştirmeyi kesinlikle kabul ederdi. Fakat, özellikle kölelik ve serfliğin en belirgini olduğu büyük bir biçim çeşitliliğini kapsayan kapitalist-öncesi sınıflı toplumda olmak üzere, Tablo: 4'te verilenlerden daha ince yapısal ayrımlar yapardı. Yine de, Manc, hangi kapitalist-öncesi sınıf yapısının mevcut olduğunun Kapital, C. 3. s. 770.
231
egemen üretken güç düzeyi gereğince açıklanabdeceğini zanneder miydi? Üretken güçteki değişiklikler, kapitalist-öncesi sınıflı toplumdaki yapısal farklılıkları açıklamazsa, bu durum, sunduğumuz şekliyle tarihsel materyalizmi ne kadar Ciddi sıkıntıya sokar? Yorumlamayla dgdi soruya yanıt vermek kolay değü. Manc'ın konuyla ügüi tutumu açık değü; zira, kanıtlar aksine işaret eder. Bir yanda, onu üretken gücün geüşmesine başvurarak Tablo: 4'te gözden geçirilenlerin ötesindeki toplumsal değişimleri açıklamak zorunda bırakan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'ya hırslı Önsöz var. Kabaca konuşursak, kölelik ve serflikle nitelenen "antik" ve "feodal" toplum, 1859 tarihü Önsöz'da Ueri sürülen teorinin örnekleri arasındadır."' Bu teori anti^ ve feodal tarzların ayrı ayn eükedenmesi dikkate alınırsa, Marx, serflik kölelikten daha yüksek üretken güç gerektirir ve antik dünya, üretken gücü sadece serfliğin daha ileriye götürebileceği bir noktaya kadar geliştirirdi ve serfliğin üstün gelme nedenim de açıklayan budur şeklindeki tartışmalı tezlere bağlıdır. Diğer yanda, Marx'm başka yerlerde kölelik ve serflik üzerine sayısız belirlemelerinde, Önsöz'ün vaadini karşılayan hiçbir girişim görülmez. Önsöz'den oldukça farklı olarak serfliğin genesisine askeri faktörlerin katkısını belirtir42' ve arkaplanın bir parçası olarak üretken güçlere bir gönderme olmasına karşın, kölelikte bilinenden daha gelişmiş nitelikte olduklarım iddia etmez.® Bir yerde kölelik ile serfliğin kökenlerini birleştirir: îkisi de, üreticüer kendilerinin üretim araçlarıyla birlikte ele geçirildiklerinde doğar.'4' Doğrudan üreticinin ekonomi-dışı zora tabi tutulduğu toplumlar olarak ikisini yapısal bakımdan da birleştirir. "Sınai toplumun tam gelişmiş temeü ile ataerkil koşul arasında, birçok ara evre, sonsuz nüanslar" olur dediğinde,'1" her nüansın, tamı tamına Önsöz'ün anıu
- Sınıflandırılması güç "Asyatik üretim tarzı"nı tartışmayacağız. Bkz. Shavv'ın aydınlatıcı yaklaşımı, "Productive Forces and Relatioııs of Production," s. 326-335 ve Anderson'ın kavrama yönelik kusunuz eleştirisi, Lineages of the Absolutist State, s. 462-4%. Alman İdeolojisi, s. 40; Grundrisse, s. 165; Kapital. C. 1, s. 743-746. '*- Alman İdeolojisi, s. 40. '*- Grundrisse, s. 491. Grundrisse, s. 193
128
lamında, farklı bir üretken güç düzeyine karşdık geldiğini düşünemez. Son olarak Grundrisse'de, Önsöz'de sıralanan bölümlemelerden çok Tablo: 4'tekine benzer bir tarih dönemseüeştirmesi dener: Kişisel bağımldık ilişkileri ... ilk toplumsal biçimlerdir ... Nesnelere bağındık üzerine kurulan kişisel bağımlılık, ikinci büyük biçimdir ... Bireylerin evrensel gelişimine ve toplumsal zenginlikleri olarak kendi komünal, toplumsal üretkenliklerine bağımlılıklarına dayanan özgür bireysellik, üçüncü evredir. İkinci evre, üçüncünün koşuüanm yaratır.'" Burada sınıf öncesi toplum, ya atlanmıştır ya da, başlangıçta hiyerarşik olmayan özgürlük dışı karşılıklı bağlantdar biçimini alan "kişisel bağımlılık ilişküeri" içinde kavranmıştır. Kapitalist-öncesi sınıf tarihinin "sonsuz nüanslar"ı, ardışıklıkları üretken gücün düzeyinde bir dizi yükseüşi yansıtan üretim ilişkileri kümeleri olarak teorUeştirilmeye direnirler. Fakat, bizim güçlü teknolojik yorumumuza göre bunun tarihsel materyalizme verdiği zarar, ilk bakışta görünenden daha küçüktür: 1. Kendi başma alındığında ve 2. evredeki varyandann açıklamalarıyla tamamlanmadığında Tablo: 4, toplumsal gelişmenin seyri üe ilgili tözsel tezleri cisimleştirir. Örneğin, her kapitalist-öncesi sınıflı toplumun, verili zamanda olası artık sınırlı olduğu için öyle olduğundan, artık az çok yüksek olduğunda ve bu nedenle kapitalizmin doğduğundan söz etmek küçük bir iddia değü. 2. Tablo: 4'te, ekohomik yapı tipleri, üretken gücün niceliksel düzeyleriyle bağlantılıdır. 2. evredeki niceliksel düzeyler, ekonomik yapıda sergüediği değişiklikleri açıklamaz: Geçişler, bir yapı üretken güçleri geüştirdiği sürece varlığını sürdürür ve derlemelerini daha fazla teşvik edemeyeceği yüksek bir düzeye getirdiğinde gider şeklindeki ilkeye uymaz. Fakat, ekonomik yapdann üretken güçlerin niceliksel karakteristikleri gereğince açıklanmaları, bu. nedenle dışlanmaz. Kullandabdir türden üretken kolaylıklar üişkileri kontrol edebilir -niceliksel gelişme düzeyleri kontrol etmese de.
'"-Grundrisse, s.
158.
233
Örneğin, büyük ölçüde aynı üretken güç düzeyinde bulunan farklı tarım toplumları, farklı türden sulamalara gereksinim duymuş olabilirler ve bu durum, ekonomik yapıda sergiledikleri farklılıkları açıklamaya yardım edebilir.
(5) Kapitalizmin Misyonu ve Kaderi Kapitalizm, benzersiz bir şekilde, üretken gücü 2. düzeyin tepesinden alıp 4. düzeyin dibine getirebildiği için doğar ve varlığım sürdürür. Bu ilerlemeyi sağlarken, sınıfsız bir toplumun maddi koşullarım döşer. 'Toplumsal emeğin üretken güçlerinin geliştirilmesi sermayenin tarihsel görevi ve haklılığıdır. Daha yüksek bir üretim taranın koşullarım, farkında olmadan bu şekilde yaratır.""' Bu koşullar hazır olduğunda, kapitalizm haklılığı artık kalmaz, artık kalıcı değildir. Rasyonelliğim yitirir, insanın daha ileri gelişmesine bir "engel" haline gelir. 'Toplumsal zenginlikle ve üretim güçleriyle lonca sistemi, serflik ve kölelikle aynı ilişkiye girer ve bir engel olarak kaldırılması gerekli olur."® İnsanoğlu kitlesi için özgürlüğü türün maddi yeniden üretimiyle bağdaşır duruma getirmiş olmakla "tarihsel yazgısını tamamlamıştır."® Sonra kendisini "salt bir tarihsel zorunluluk olarak," buıjuva ideolojisinin ilan ettiği gibi "hiçbir şekilde üretimin mutlak bir zorunluluğu olarak değil, üretken gücün belirli bir tarihsel kalkış noktasından ya da temelden gelişimi için bir zorunluluk olarak" kendini açığa vurur.(4> Elbette, sağlıklı döneminde bile kapitalizm, sürtünme ve çırpınmadan muaf bir ilerlemeyi yönetmez. Kapitalist rasyonalite ile üretken rasyonalitenin çakışması, eksiklidir: Kârlı olmadıkça emek-tasarruf mekanizmaları uygulanmaz; genel ileriye hareket durgunluk ve israf dönemleriyle lekelidir. Fakat, çarpılmalar ve yalpalamalar, kapitalizmin, kendi zamanında üretken gelişmenin en iyi reçetesi olması olgusunu ortadan kaldırmaz.
'"- Kapital, C. 3. s. 229 ve bkz. Theories ofSurplus Value, C. 2. s. 405. Grundrisse, s. 749. m - Grundrisse, s. 325. Grundrisse, s. 831-832. Bu metinle ilgili daha fazla tartışma için bkz. "Mam's Dialectic of Labour," s. 254
234
Üretken güçlerin geliştirilmesi kapitalizmin amacı değil, sadece değer biriktirme aracı olmasından ve bu aracın "sınırlı amaçla, mevcut sermayenin kendi kendini büyütmesiyle sürekli çatışma içine girmesi"nden ötürü, kapitalizmin eğilimi ile maddi ilerleme arasında bir uzaklaşma vardır. Kapitalizmin yapısı, bazen, "tarihsel görev "ini yerine getirmesini engeller. "... üretkenliğin gelişimini engellediği her seferinde, kendi misyonunun tersine gider" ve bu "ihanet" miktar olarak arttıkça "gittikçe yaşlandığım ve zamanım doldurduğunu gösterir." "Belli bir nokta"da, sosyalist bir toplum kurmaya yeterli bollukta üretkenliğe ulaşılır ve kapitalist deprasyon daha da şiddetlenmeye başlar. O zaman, toplumun üretken gelişmesi ile üretim ilişkileri arasında kendini keskin çelişkilerle, krizlerle ve kasılmalarla gösteren giderek artan bir bağdaşmazlık [söz konusudur]. Sermayeye dışsal ilişkilerle değil, onun kendini koruma koşulu olarak sermayenin şiddetli parçalanması, çekilip daha yüksek bir toplumsal üretim durumuna yol açması yönünde sermayeye verilen öğüdün en çarpıcı biçimidir. -Doğal olarak öğüde uymaz ve proleter devrimle görevden alınması gerekir. "İnsan faaliyetinin aldığı son kölelik biçimi, bir yanda ücretli emek diğer yanda sermaye, bir deri gibi soyulup atılır."® Sosyalizm olanaklı olduktan sonra, kapitalizmin haklılığının artık kalmadığım, artık kalıcı olmadığım söyledik. Sosyalizm olabilirliğinin kapitalizmin haklılığını ortadan kaldırmasının nedeni açıktır. Peki, kapitalizmin sosyalizme geçişe izin veren bir teknolojiyi yaratmış olduğu zaman, neden onun özellikle şiddetli krizlere maruz kaldığı zamandır? Yanıt şu değildir: Kapitalizm ne kadar çok zayıfsa sosyalist devrim o kadar çok gerçekleşebilirdir ve krizleri en derin olduğu zamanlar kapitalizmin zayıflığının en büyük
Kapital, C. 3, s. 232. '*- Grundrisse, s. 749.
235
e
olduğu zamandır. Zira, kendi başına zayıf bir kapitalizmin olanaklı kıldığı şey, sosyalizmin inşası değil, kapitalist sistemin potansiyel olarak tersine çevrilebilir yıkımıdır: Anü-kapitalist devrim vaktinden önce olabilir ve bu nedenle sosyalist amacım başaramayabdir. Başarılı bir devrimi olanaklı kılan, yeteri ölçüde gelişmiş üretken güçlerdir. Sorun, gelişmiş üretken güçlere ulaşmanın neden kapitalist sistemin işleyişindeki sert "çelişki" ve "kasılmalar'la çakıştığıdır. Mani'm kapitalist kriz öğretisinin yorumu, burada haüedüemeyecek tartışmalı bir konudur. Fakat, sorumuza yanıtı gözeterek Marx'ın bir "yıkdış" teorisyeni olduğunu varsayarak başlayalım. Yıkılış teorileri farklı versiyonlarda olurlar,1fakat biz şöyle birini kastediyoruz: Eğer kapitalizm devam ediyorsa, o zaman belli bir noktada,-salt ekonomik nedenlerle, kalıcı bir duraklama noktasına gelir: Çevrimin eskisi gibi devam etmesi ekonomik olarak olanaksız olur ve yinelenen hiçbir "carüanma"nın izlemediği son kez büyük bir "çöküş" olur. (Kapitalizmin, varlığını sürdürürse yaşayacağı nihayi krize düşmeden önce gidebüeceği kabul ediliyor). Böyle bir teori, sorumuza yanıt vermeyi kolaylaştırmaz. Zira, şimdi de şunu sormak zorundayız: Sosyalizmi gerçekleşebilir kılmaya yeterli üretkenliğin son krizden önce birikmesini sağlayan nedir? Kapitalizmin yıkılışını garanti eden yasalarla ona tanınan zaman miktan, neden gerekli üretken gücü üretmeye yeterli olsun? Bize göre Manc bir yıkdış teorisyeni değddi; kapitalizm bir kez tam biçimlendikten soma, maruz kaldığı her krizin kendisinden önceki krizlerden daha kötü olacağını savunuyordu.® Fakat güçler, kendilerinin durağanlaştığı krizleri de kapsayan dönemler içinde ilerler. Bu nedenle, verili bir krizden önce, daha önceki krizlerden önce olduğundan daha güçlüdürler. Demek ki, bir kriz ne kadar çok şiddetliyse, derlemesini engellediği güçler o kadar çok gelişmiştir. Dolayısıyla, krizler gittikçe daha kötüleştikçe (fakat gittikçe
İyi bir açıklama için bkz. Sweezy, The Theory of Capitalist Development, XI. ve XII. bölümler. Bkz. Hovvard ve King, The Poiilical Economy ofUarx, s. 220-221.
128
236
kötüleşmeleri nedeniyle değd), sosyalizmin gerçekleşebilirliği de giderek artar. De facto, son depresyonun çevrimde bir tıkanmanın olduğu zaman gerçekleşmesi ve güçlerin sosyalist bir yapıyı kabul etmeye hazır olması ve proletaryanın yeterli bilinç ve örgüdülükte olması dışında,® ekonomik olaraik tescd edilmiş hiçbir nihayi yıkılış yoktur. Dolayısıyla, yıkdış kavramı halledddikten sonra, kapitalizmin en kötü krizi gerçekleştiğinde kararlı bir sosyalist toplum kurmaya yeterli üretkenliğin hazır bulunması olgusundan anlaşdmayacak bir yan yoktur.
(6) Sosyalizmin Önkoşulları Bir bütün olarak insanoğlunun özgürlüğü özgürlük karşıtına tercih etmesi banal fakat önemli bir hakikattir. Tarihin, insanoğlu kitlesinin alışılmış koşulu olan esarete karşı bu kadar çok sınıf mücadelesi kaydetmesinin nedenini kısmen bu açıklar. Kendileri için ve başkalan için çalışmaya zorlanddar, kendi yeteneklerini geliştirme fırsatım fazla bulmaddar. Egemen bir sınıfa tabilikleriyle özgür olmayan bu insanlar, "kendi başına bir amaç olan" ve gelecekte serpilip gelişmesi planlanan "insan enerjisinin gelişimi"nden de dışlandılar.® Sınıflara bölünmüş toplum tarihinde bazı özgürlükler kazanılmıştır; fakat sadece "mevcut üretken güçler tarafından ... dayatıldığı ve izin verildiği ölçüde."® Özgürlüğün genişlemesi, daha fazla geüşmeleri özgürlüğü genişletmeksizin olanaklı olmadığı zaman üretken güçler tarafından dayatılır, fakat genişleme mevcut düzeylerinin izin verdiğinden daha büyük olamaz. Serbest zaman, ayncalıkh insanların özel malı olmuştur ve yüksek kültür, egemen sınıfın muhitinde geüşip serpilmiştir. 2. ve 3. üretkenlik dezeylerinde uygarlık, ancak köklü eşitsizlik sürdürülürse üerleyebilir:
'"- Üçüncü koşul bütünüyle bağımsız değil. Kapitalizmin bozuklukları ve liretken güçlerin gelişimi proletaryanın militanlığına itilim verir. '»- Kapital, C. 3, s. 720. '*- Alman İdeolojisi, s. 475.
Çalışan sınıfın sadece bir destek temeli olarak işlev gördüğü sınıfın içinde insan kapasitelerinin özgürce gelişebilmesi için, emek kitlesinin kendi gereksinmelerinin kölesi olması ve kendi zamanının efendisi olmaması zorunludur. Çalışan sınıf, diğer sınıfın taplumsal gelişmeyi temsil edebilmesi için, gelişme yoksunluğunu temsil eder.(,) Üreticiler, "destek temeli"dirler. Kendileri gelişmemiş olan üreticiler, boş zamahlı bir sınıfın çevresinde insan ruhunun çiçeklenmeşini olanaklı lalan maddi bir artık yaratır. Zira, sınıflı bir toplumun kültürel üretimi, sınıf bağlantılarıyla sınırlı olsa da, en yüksek insan yeteneklerinin bir ifadesi olarak kalır.® Tarihi sanat ve düşünce eserleri, tek değerleri sınıf egemenliğini sürdürmeye yardım etmek olan bir ideolojik araçlar kümesi değildir ve proletarya geleneksel kültürü kovmaz. Her bireyin, tarihsel olarak miras alınan kültürde -bilim, sanat, karşılıklı ilişki biçimleri- gerçekten korunmaya değer olanı sadece korumakla yetinmeyip, egemen sınıfın bir tekeli olmaktan çıkarıp bütün toplumun ortak mülkiyetine çevirmek ve daha da geliştirmek için yeterli boş zamana® sahip olacağı bir gelecekte maledilip yaygınlaştırılır. Burjuva çağda, kültürün muhafızlığını kapitalist sınıf üstlenir ve Marx, buna uygun olarak, sermaye ile uygarlık arasında belli bir kaynaşmanın bulunduğunu kabul etmeye hazırdır.'4' Fakat kapitalist gelişme, kültürel demokrasinin temellerini de atar. "Emek toplumsal olarak geliştiği ve bu nedenle zenginliğin ve kültürün bir kaynağı haline geldiği oranda, işçiler arasında yoksulluk ve sefalet, işçi olmayanlar arasında zenginlik ve kültür gelişir;" fakat
"mevcut kapitalist toplumda, işçileri bu toplumsal musibeti kaldırmaya zorlayan ve olanak tanıyan maddi vb koşullan da sonunda yaratmıştır.""' Kapitalizmin üretken başansı, bizzat üreticilerin uygarlığa katılmalarına izin veren bir artık yaratmaktır. Üretken güçlerin geçmiş gelişimi, sosyalizmi olanaklı, gelecekteki gelişmeleri ise zorunlu kılar. "Kapitalist üretim, genel olarak emeğin üretken güçlerini yeterince yüksek bir düzeye zaten geüştirmemiş"se,® hiçbir sosyalist devrim başardı olmaz. "Dolaysız sonuçlan ne olursa olsun zamanından önce devrim girişimleri, kapitalist toplumun restorasyonuyla sonuçlanacaktır. "Mutlak bir şekilde gerekli" kütlesel üretkenlik "pratik öncülü" olmadan, "kıtlık" sadece "genelleştirilmiş" olur. Egemen sınıfa boyun eğdirilebilir, .fakat bunun sonucunda ortaya çıkan "sefalet" içinde, çalışan niifus sosyalist bir uluslar topluluğu kuramaz. "İhtiyaçlar için bir mücadele" boy verecek ve "bütün eski kirli işler, zorunlu olarak yeniden üretilecektir."® Gelişmiş bir teknolojinin sosyalist başarının özsel bir önkoşulu olduğuna inanan Marx, göreli kıtlık ve sınai olgunlaşmamıştık temelinde "sosyalizm inşa etme" girişimleri konusunda kötümser olurdu. Fakat, yüksek teknolojinin sosyalizm için sadece zorunlu değil yeterli de olduğunu ve kapitalizmin bu teknolojiyi kesinlikle yaratacağım düşündüğü için, sonal tutumu iyimser olurdu. Bu yüzydda toplumlar, kendi üretken güçleri Manc'ın zorunlu ilan ettiğinden geri olduğu bir sırada kapitalizmin pençesinden kurtuldular. Fakat bunun, Manc'ın tutumunun kötümser yanım çürütüğü açık değil. Zira, hem insani bakımdan hem de "dar ekonomik" bakış açısından önemli yanlanyla kapitalizme üstün ekonomiler kurmalarına karşın, bu toplumların sosyalizmi başanp başar-
"'- Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, çv. M. Kabagil, Sol Yayımlan, 3. baskı, 1989, "'- Theories ofSurplus Value, Kautsky baskısı. Stuttgart, 1905, C. 3, s. 111-112; aktaran A. L. Hanis, "Utopian Elements in Manı's Thought." s. 88 içinde. •»- Bkz. Theories ofSurplus Value. C. 1, s. 285'te "özgür nıhsal UretinTe önemli bir gönderme. Engels, "Konul Sorunu" Seçme Yapıtlar, C. 2, çv. Sevim Belli vd„ Sol Yayınlan, 1977, s. 373 içinde. Bkz. Grundrisse, s. 634.
238
'*- Theories ofSurplus Value, C. 2, s. 580. '*- Alman İdeolojisi, s. 57. M a n , ileri ekonomileri de içine alan geni} bir devrimci dönüşüm bağlamında gerçekleşmesi koşuluyla, verili bir ülkede düşük bir üretken temel üzerinde sosyalist devrime izin verir. Bu dunım, burada tartışılmayacak olan, Bolşeviklerin yoldan sapıp sapmadık!an sorununu karmaşıklaştınr.
239
t
madıklan, ilk elde tartışmalıdır. Dahası, bu toplumlar, karakteristik olarak başka yerlerde geliştirilmiş daha deri teknolojiyi alıyorlar ve bu nedenle, gerçekten sosyalist olduklan kabul edilse bde, kötümser tezin karşı örnekleri olarak nitelenemezler. Marx'ı kesinlikle çürütecek şey, üretiminin ana gövdesi tarımsal kalan kuşkudan uzak sosyalist bir toplumdur. Mara'ın zamanından bu yana biriken deneyim, yeni umutlan ve endişeleri haklı kılıyor. Şimdi, onun iyimser olduğu yerde daha az umutlu, kötümser olduğu yerde daha az umutsuz olabiliyoruz. Mani'm kaçınılmaz olduğunu düşünür gibi göründüğü gezegenin kaynaklarının astronomik üretkenliğe izin vereceğinden artık emin olamıyoruz; fakat böyle bir üretkenliğin insanın bir kurtuluş koşulu olduğu aşikar olmaktan uzaktır.®
(7) Sınıflar Niçin Zorunludur? Mam, üretken gelişmenin 3. evresinde sosyalist denemenin başarasızhğa mahkum olduğunu düşündüğüne göre, üretken gücün 4. düzeye gelişimini sosyalizmin yönetemediğini savunuyor olmalı: Bu, sınıflı toplumun yerine getireceği bir görevdir.® "Üretken güçlerin bu gelişimini ve artı emeği elde etmek için, kâr eden sınıfların ve çöken sınıfların var olmalan zorunluydu."® Sosyalizmin maddi temelini kurmak için, kapitalizm tarafından tamamlanan uzun bir smıf eşitsizliği sıkıntısı gerekir ("Antagonizm yoksa, derleme de yok"""). Peki niçin böyledir? Bir sınıf diğerini baskı altına almadan, ortak bir zahmet toplumunda üretken güçleri geliştirme yükünü pay-
<"_ Daha fazlası için bkz. XI. bölüm, altbölüm (9). •»- Burada ileri sürülenler, sosyalizmin/komünizmin, birincisinin ikincisinin temelini hazırladığı iki evresinin (Marx'ın "komünizmin" "daha geri" ve "daha yüksek" evreleri dediği ve daha sonra "sosyalizm" ve "komünizm" olarak yeniden şekillendirilen) bulunduğunu yadsımak olarak anlaşılmamalı. 4. üretkenlik düzeyi, daha geri evre başlamadan önce ulaşılması gereken düzeydir. a - Felsefenin Sefaleti, s. 89. Felsefenin Sefaleti, s. 56.
128
laşmak neden olanaklı olmadı? Bu bölümün geriye kalan kısmı bu sorunun tartışılmasıyla dgilidir. Şunu bilmek istiyoruz: Neden (k) üretken gelişmeyi 4. evreye getirmek için sınıfsal baskı gereklidir. Üretken güçlerin geüşmesi üzerindeki etkisinden tamamen ayn olarak 2. ve 3. üretken evrelerde sınıfsal baskı zorunluysa; bu dönemdeki sınıfsal baskı, özellikle, (k)'run söylediği gibi sadece üretken ilerleme için değü, bizzat toplumsal düzenin kendisi için de zorunluysa, o zaman (k) bir sonuç olarak ortaya çıkar; çünkü, minimum bir toplumsal düzen olmadan üretken derleme olanaksızdır. Dolayısıyla, (m^nin doğruluğunu kanıtlayan ne olursa olsun (bir fark varsa o da), (k)'rnn bir açıklamasını oluşturacağıdır: (m) üretken gelişmenin 2. ve 3. evresinde sınıfsal baskı toplumsal düzen için zorunludur. Daha üeri gitmeden, (k) ve (m)'deki iki ifadenin, "sınıfsal baskı" ve "zorunludur" ifadelerinin açıklanması gerekir. Sınıfsal baskı üe sınıfsal bölünmeyi birbirinden ayırt edelim. Sınıfsal bölünmeyi elde etmek için, toplumun üretenler ve üretmeyenler olarak bölünmesi yeterüdir. Böyle tanımlanan sınıfsal bölünme, bir grubun diğerine tabiliğinin olmamasıyla mantıksal olarak bağdaşır. Diğer yanda sınıfsal baskı ise, üreticüerin üretici olmayanlara bağındı olduğu antagonistüc bir ilişkiyi gerektirir. (Bu tanımlamalar, sadece tartışmayı geliştirmek amacıyla sunuluyor), "Zorunludur":-Burada kuüanddığı şekliyle ifade, (k) ve (m)'deki derleme ve düzen bakımından sınıfsal baskının işlevselliğini ifade eder. X, y'nin kaçındmaz bir sonucu ve bu anlamda onun için zorunlu olabilir; fakat (k) ve (m)'de "zorunlu" bu şeküde kullanılmaz. Bu bağlamda, y için zorunluysa, y'yi meydana getirmeye hizmet eder ve bu hizmet olmaksızın y olanaksızdır. Motonı çalışmadıkça bir buharlı gemi hareket etmez ve o da bir dümen suyu yaratmadan hareket etmez. "Zorunlu" sözcüğünün bu kulanımında sadece birinci koşul, geminin hareketi için zorunludur. (k) ve (m) ile ilgili bu açıklamalar ışığında, Mani'm birinciye 241
bağlı olduğu açıktır; fakat ikinciyle ilgili görüşleri konuşunda fazla kanıt yok. Bundan sonrasına, Freud'ün düşüncesine uzanan (m)'nın savunma-artı-açıklanmasını inşa ederek başlıyoruz. Sonra, (m)'yi gerektirmeyen ve Engels'ten alınan farklı bir sınıf anlatımını sunuyoruz. Ondan sonra, (m)'nin, dolayısla (m)'nin Freudçü anlatımının doğruluğundan kuşkulanmanın nedenlerini açıklıyoruz, (m)'den vazgeçmeye karar veriyor ve (m)'ye dayanmayan bir (k) açıklaması sunuyoruz. (m) lehine aşağıdaki sava benzer bir şey bazı post-Freudian Marksistleri cezbetmiştir. Sav, 4. evrenin altodaki bütün üretken düzeylerin kıtlık düzeyleri olması olgusuyla başlar. 4 öncesi toplum, üyelerinin (en azından) büyük bir kitlesinin özlem ve ihtiyaçları yadsınırsa kendini yeniden üretebilir. Emek süreci, maddi nedenlerden ötürü, nitelik olarak zahmetli, nitelik olarak uzundur. Çok az asli ödül yaratır ve görünenin ötesindeki güdüler dışında hiçkimse sürece katılmaz. "Sermaye, [işçiyi] çalıştırmadan ona ödeme yapmaya istekli olsaydı, memnuniyetle pazarlığa girerdi"*" ve proleter-öncesi emekçiler de benzer teklifleri memnuniyetle kabul ederlerdi. O halde emek, sürekli acı veren bir doyum ertelemeyi emekçilere tarihsel olarak dayatmıştır ve insanlar, bütünsel çıkarları öyle gerektirdiği zaman bile, sürekli acı veren bir doyum ertelemeyi kolayca kabul etmeyecek şekilde oluşmuşlardır: Kısaca belirtirsek, uygarlık düzenlemelerinin sadece belli bir zor derecesiyle sürdürülebilir olması olgusundan sorumlu yaygın iki insan karakteristiği vardır -yani, insanların çalışmadan kendiliğinden hoşlanmaması ve tutku lan karşısında hiçbir savın işe yaramaması.® Çalışma itici olduğu zaman, insanlar çalışmaya irilmelidirler. Öyleyse, 2. ve 3. üretkenlik düzeylerinde bazı insanlar, diğer insanların çalışmasını denetlemesi gerekir. Bu nedenle, bu düzeyler-
Grundrisse, s. 462.. Freud, "The Fırture of an lllusion," s. 7.
de, çalışanlar ile çalışmayıp başkalarının çalışmasını sağlama alanlar arasında bir ayrım zorunludur. (m) lehine bu Savın, zorunluluğunu (m)'nin ileri sürdüğü ilişkinin, salt sınıfsal bölünme ilişkisi değil, sınıfsal baskı ilişkisi olması gereğim karşıladığına dikkat edin. Zira, üretmeyen grup üreticileri denetleyip zaptetmeli ve dolayısıyla yönetmelidir. Sınıfsal bölünmenin başka işlevleri de bulunduğuna dair anlatımla bağdaşmasına karşın, Freudçü anlatımda sınıfsal baskı zorunlu olduğu için sınıfsal bölünmenin zorunlu olduğu söylenebilir. Sınıfların işleviyle ilgili rakip bir teoriyi de Engels verir. Engels, basit el emeğinden yükümlü olan kitleler ile emeği yöneten, ticareti ve kamusa] işleri yürüten ve daha somaki bir evrede sanat ve bilimle uğraşan az sayıda ayncalıkh kişi arasında ayrım yapar. Fakat bu "büyük işbölümü"nün temeli, Freudçü anlatımda olduğu gibi, toplumsal denetim sonınu değildir. Aksine: Gerçekten çalışan nüfus, kendisine toplumun ortak işlerine -emeğin yönetilmesi, devlet işleri, hukuksal meseleler, bilim, sanat vb- bakacak kadar zaman kalmayacak kadar kendi zorunlu emeğiyle uğraşmak zorunda kaldığı sürece, bu işleri idare etmek için fiili çalışmadan muaf özel bir sınıfın sürekli var olması gerekir.® Bir Engels eleştirmeni şunu kabul edebilir: Kıtlık, doğrudan doğruya maddi nedenlerden ötürii, en azından insanların çoğunluğunun üretici olmasını sağlar. Fakat, neden herkes değil de sadece bir çoğunluğun üretmesi gerekir diye sorabilir: Sınıfsal bölünme niçin zorunludur? "Gerçekten çalışan nüfus'ün çizelgesi, neden, toplumun ortak işleri"ne katılmalarına zaman buakmayacak şekilde oldu? Her kesin çalışması, her birinin fiilen yaptığından bir bakıma daha az çalışması ve çalışmanın herkese yayılmasıyla her üreticin kazandığı zamanın kolektif öz-yönetime ayrılması neden
'"- Anti-Dühring, çv. Kenan S o m a , Sol Yayınlan, 2. baskı, 1977, s. 298-299.
242
243
olanaklı değildi? Sınıfsal bölünme gereğini ortadan kaldıran bir rotasyon sitemi niçin olanaklı olmadı?0' Engels, bu sorulara yanıt vermez; fakat kendi payına yanıtlaması zor da değil. Eleştirmenin önerisi, gerçekte mantıklı değü. Yönetsel görevler belü bir eğitimi ve günlük işlerden uzak durmayı gerektirir; çalışmadan arta kalan zaman miktarı henüz çok sınırlı olduğu için, ikisini de kideler yapamaz. Rotasyon fikri de, serbest zaman kuüanımındaki açık "ölçek ekonomderi"ni gözardı eder. Engels, sınıfsal bölünme zorunluluğunun iyi bir anlatımını vermiştir. Peki, yöneticder, zorunlu olarak ayn bir grup olsalar da, neden halk denetimine tabi tutulamadılar? Freudcü görüşte bunun dışlanmasının nedeni açıktır; fakat Engels sınıfsal baskıyı nasıl açıklıyor? Bunu açıklamaya girişir ve açıklaması, (m) önermelini desteklemez. Zira, üreticUerin başkalarına bağımlılığını kaçınılmaz gösterirken, bunun yerine getirdiği hiçbir işlevi belirtmez. Sınıf yapısını amaç itibariyle ab initio baskıcı olarak yorumlayan Freudçü anlatıma karşıt olarak Engels, sadece yönetici tabaka kendi konumunu "kendi çıkarına, çalışan kitlelere giderek daha fazla emek yükü dayatmak için" kullandığında ve bu nedenle, durumun öyle olduğunu görür.0' Engels 'te boyun eğdirme, sınıfsal bölünmenin rasyonatitesi değil, sonucudur: "Sınıflara bölünmenin temelinde, işbölümü yasası y a t a r . O zaman, bir sınıfın başka bir sınıf tarafından baskı altına alınması, teknik olarak zorunlu farklılaşmayla bağlantılı kaçınılmaz bir maliyet olur. (m)'nin söylediği gibi, kendisi topluma bir katkıda bulunmaz. Şimdi, her şeye rağmen, (m)'nin doğru olup olmadığını sormamız gerekir. Sınıfsal baskı, 2. ve 3. üretkenlik düzeylerinde toplumsal yapılan gerçekten de karakterize etmiştir; peki toplumsal düzen için gerekli miydi? '"- Freudçü görüşte, rotasyon psikolojik kısıtlamalarla çatışırdı. Üreticilerin bağımlı durumda tutulması gerekir ve boyun eğdiren ile boyun eğdirilelim zihniyeti bir tek kişide birleştirilemez. m - Anti-Dühring, s. 299. **-- Anti-Dühring, s. 445.
244
(m)'ye, dolayısıyla (m) lehine Freudçü sava iki itirazı tartışacağız. Birinci itiraz, (m)'nin Marksist bir savunucusunun kabul etmekle yükümlü olduğu öncüüere dayanır. İkinci itiraz, Marksizmle bağlantılı değü. Birinci itiraza karşı durulabilir; fakat ikincisi kararlı görünüyor. 2. ve 3. evrelerde olanaklı sınırlı artık nedeniyle bu evrelerde sınıflar gerekliyse -zorunlulukları lehine Freuçü savm başlangıcı buydu-, hiç artığın olmadığı 1. evrede sınıfsız toplum nasıl mümkün oldp? (m), üretken güçlerin en düşük gelişme düzeyinde ilkel komünizmin hakimiyetini onaylayan Marksizme nasü uydurulabilir?
Manc'ın ilkel komünist insan tarifi sorunu çözer: ... eski toplumsal üretim organizmalan ... ya ilkel kabüe topluluğu içinde birleştiği ahbaplanyla göbek bağım henüz kesip atmamış birey olarak insanın olgunlaşmamış gelişmesi, ya da doğrudan tabiyet ilişkileri üzerinde kurulur.'" Bu betimlemede ilkel insanlar, ayn çıkarlan bulunan bireyler olarak kendüerinin bilincinden yoksundurlar ve bu nedenle, toplumsal düzeni tehdit edecek şelrilde bireysel arzuların peşinde koşma eğiliminde değüdirler. Bir grubu bastırma gereği henüz ortaya çıkmamıştır. Aynı düşünceyi farklı bir şeküde belirtirsek: Topluluk, bir egemen sınıf olmaksızın kaba bir totaliterianizmie kendi üyelerini şuurlar ve bastırır. En başta iç ticarete ititim veren kabtieler arası ticaretle bireyselleşme başladığı zaman, sınıflar sadece maddi olarak olanaklı olmakla kalmaz -ticaretle bağlantdı artık nedeniyle- toplumsal düzen bakımından zorunlu da olur. "Göbek bağı" psikolojisi, sınıfsal baskıyı gereksizleştirir. Bu psikoloji aşüdıktan sonra, "doğrudan [yani, pazarla dolayımlanmamış] tabiyet iüşküeri" üstün gelir ve 2. toplumsal evre başlar. O halde, Manc'm betimlediği şekliyle ilkel komünizm, 2. ve 3. evrelerdeki sınıfsal
"'- Kapital, C. I, s. 94-95.
245
baskı zohınluluğuyla ve bu zorunluluğun Freudçü açıklamasıyla bağdaşır."' (m)'ye karşı daha önemli bir sava geliyoruz. Sav şöyledir: Kapitalizm öıı^esi tarihin uzun aralıklarında, üreticiler kümesi içinde bazen büyük bir bölümü oluşturan kendi kendini yöneten köylüler ve artizanlar olmuştur. Sınıflı toplumlarda çalışırlar; fakat, devletin ya da yerel kodamanların topladığı düzenli ya da düzensiz vergiler yoluyla sömüriilürler. Maruz kaldıkları baskının doğası, egemen sınıfı, üreticilerin emeklerine onların kendi başlarına başaramadığı bir disiplin veren sınıf gibi sunmayı güçleştirir. Yazgıları çalışmak olanlar ertelenen doyum sorunuyla karşdaşırlarsa, bu üreticilerin sorunu egemen sınıfların yardımı olmadan çözeceklerini kabul etmek gerekir. Dikkat çeker ölçüde bireyselleşmişlerdir: "Göbek bağıyla" topluluğa bağlı olduklarını söyleyemeyiz. Tersine: Tarihsel köylülükteki bireyselleşme, ya da topluluksal bağlantı yokluğu, bir ölçüde, otoriteye tabiyet ölçüsüyle ters orantılı olarak çeşitlilik gösterir. Dağlık bölgelerdeki kendi kendine bağlı çobanlar, ovadaki daha topluluksal çifçilerden, olasılıkla güvenlikten ötürü, daha az yabancı denetim altında olmuşlardır.® Alçak arazilerde çifçilik yağmacılığa daha fazla açıktır ve üretici, gerçek ve Chicago anlamında, beslediği yöneticiden koruma alır. Sınıf yapısı ile ertelenen doyum sorunları arasında bir bağlantı varsa, bu, yukarda belirtilen basit bir bağlantı değildir. Yukarda formüle edildiği şekliyle Freudçü (m) savunusu reddedilmelidir, (m) lehine alternatif bir sava da'kalkışmayacağız. Ondan bağımsız olarak (k) lehine bir savunma inşa edilecek. Marx'ın bolluktan bu yana sınıfsal baskının toplumsal düzen için gerekli olduğuna ((m) tezi) inanıp inanmadığıyla ilgili belirsizliği ifade ettik ve bu iddiadan vazgeçmeye karar verdik, (k) lehine, (toplumsal düzen için değilse) toplumu üretken gelişmenin 4.
Sınıfların işlevi ile ilgili anlatımı ve ilkel komUnizmin, düzenlenmesi gereken "ortak işledi bulunduğunu kabul edişi dikkate alındığında, Engels ilkel komünizmle nasıl başa çıkardı? İşlerin, özel bir sınıfın yürütmesini gerektirmeyecek kadar karmaşık ve geniş olmadığını söylemesi gerekirdi. '*- Bkz. Kosminsky, Studies in ıhe Agrarian Hisıory ofEngland, s. 144 ve Anderson, Passages From Antiquity, s. 155. Bu noktaya önce Eileen Power işaret etmiştir.
128
evresine getirmek, sosyalizmin başlayabileceği küüesel artığı yaratmak için sınıf baskısının gerekli olduğu önermesi lehine Manc'ta hangi Savlan bulabiliriz? Kapitalist olmayan sınıflı toplumun bu kadar büyük" bir artık yaratmayacağı daha önce ileri sürüldü. Bu nedenle (k), kapitalist sınıflı toplumun sosyalizmden önce gelmesi gerektiğini ima eder. Marx, sadece "kapitalistin işçi üzerindeki egemenliği"yle, der, tek başına özgür insan toplumunun maddi temelini oluşturabilen toplumsal emeğin acımasız üretken güçleri ... çoğunluğun zararına zorla yaratd[acaktır]
247
Fakat Marx'ın, kapitalizmin sosyalizmden önce gelmek zorunda olduğuna inanması için başka nedenleri de vardı. Şimdiye kadar sadece sosyalizmin niceliksel önkoşulunu, kütlesel bir artığı, hesaba kattık. Fakat niteliksel önkoşulları da vardır ve bunların da, Marx'a göre, kapitalizm tarafından yaratılması gerekir. Kapitalizm işçi smıfmı kolektifleştirir ve onu kırsal ve zanaatçı "ahmaklığı"mn darkafaldığından kurtarır. İşçi sınıfı içinde bir iç yapışkanlık ve sofistikasyon yaratır ve bu olmadan, sanayinin demokratik öz-yönetimi güç olurdu. Modern "kolektif emekçi"nin meydana gelmesi için kapitalist başlangıç zorunludur. Dahası, kapitalizm altında servet yoğunlaşması, üretim araçlarının üreticiler tarafından kolektif maledilmesinin görece kolay başarılması anlamına gelir ve sermayeye karşı mücadele, işçi sınıfım kesen bir birliği şekillendirir -sosyalizmin siyasal başarısı için istenen bir durum. Manc'ın düşüncesinde hem niceliksel hem de niteliksel koşullar önemliydi. Sosyalist dönüşüm "kapitalist üretim altında üretken güçlerin gelişmesinden ve bu gelişmenin meydana geliş biçim ve araçlarından doğar" dediğinde,(,) "biçim ve araçlar"ın emeğin kolektifleşmesini kapsadığım, fakat genel olarak üretken güçlerin gelişmesinin ayrı bir koşul olarak öne çıkanldığım kestirebiliriz. Emeğin gerekli toplumsallaşmasına ek olarak, Engels'in toplumun "ortak işleri" dediği şeye tam katılımı olanaklı kılan işgününde bir azalma olabilirliği, özseldir. Bizim sorunumuz, sınıfların neden zorunlu olduğuydu, ya da üretken güçleri 4. düzeye getirmek için neden zorunlu olduklanydı. Sınıfların nasd olanaklı olduğu sorunu farklıdır. Herhangi türden bir artığın elde edilebilir olması durumunda maddi olarak olanaklıdır. Fakat, başka bakımlardan nasd olanaklı olduklarım da sorabiliriz: Üreten sınıfa boyun eğdirme nasd başanhr ve sürdürülür? Yanıt, bu kitapta geliştirilmeyecek olan bilinç ve üstyapı teorisinde yatar. Fakat üstyapının Marksçı mimarideki genel konumu, bundan sonraki bölümde araştınhyor.
- vın-
Temel ve Üstyapı, Hak ye Erkler (1) Üstyapıyı Saptama Ol. Bölüm, ekonomik yapıyı, bir üstyapının üzerinde yükseldiği "gerçek temeP'i inceledi. Ekonomik yapının üretim ilişkilerinin toplamı olduğu söylendi ve bunlar, geçici olarak, kişilerin üretken güçler üzerindeki haklan olarak anlamlandınldı. Haklar dilinin değiştirilmesi gerektiği uyarısında bulunduk ve bu bölümün bir amacı da, farklı bir fiili erkler diline neden yol açması gerektiğini ve nasd yol açabileceğim göstermektir. Manc, kesin bir üstyapı çizgisi çizmemiştir. İdeolojiyi kapsıyor mu? Kapsamadığım varsayacağız; fakat bu karar fazla belirleyici olmayacak ve üstyapı ile ilgili söylediklerimizin çoğu ideoloji için de geçerli olacak. Üstyapıyı, en başta hukuksal sistem ve devlet olmak üzere, ekonomik olmayan kurumlar kümesi olarak alıyoruz."1 Esas konumuz, devlet olarak devlet değil, hukuk olacak. Klasik ve sonraki Marksizmde iki ayn "üstyapı" tanımı gizlidir: (1) Üstyapı = Bütün ekonomik olmayan kurumlar. (2) Üstyapı = Nitelikleri ekonomik yapının doğasıyla açıklanan ekonomik olmayan kurumlar. Birinci tanımda, özel olarak Marksist terimler yer almaz. İkincisi, Marksist teorinin bir kavramı olan ekonomik yapıya gönderme yaptığı için daha teoriktir. "'- 1859 tarihli Önsöz'de ilk kez sözü edildiğinde üstyapının "hukuksal ve siyasal" olarak tarif edilmesi ilginçtir.
"•- Kapital. C. 3, s. 235.
128
249
Hangi tanım seçilirse seçilsin, tözşel iddia kabaca şöyledir: (3) Ekonomik olmayan kurumların niteliği, büyük ölçüde ekonomik yapının doğasıyla açıklanır. Tanım (l)'e göre (3) şöyle olur: (3)1 Üstyapının niteliği, büyük ölçüde ekonomik yapının doğasıyla açıklanır. Tanım (2)'ye göre (3) şöyle olur: (3) u Ekonomik olmayan kurumlar, büyük ölçüde üstyapısaldırlar. Bazen olduğu gibi, örtük bir şeküde her iki tanım da kullanılırsa, (1) üe (2)'nin kesişiminden (3)'ü türetmek kolay olduğu için, (3) doğal olarak doğru görünecektir. Fakat, gerçekte (3) doğal olarak doğru değildir ve bu nedenle, tanımlardan sadece birini benimsemek gerekir: Terimlerin çokkatlı tanımlanyla teorik zaferler kazanılamaz. Daha teorik ikinci tanımı tercih ediyoruz. Dolayısıyla bize göre tözsel iddia (3)"'tür ve tözsel soru da şudur: Ekonomik olmayan kurumlar ne ölçüde üstyapısaldırlar? Şu değil: Üstyapı ne kadar ekonomik olarak açıklabiür? Birinci tanımda büyük bir yanlışlık yok; fakat İkincisi daha elverişli görünüyor. O halde, diyelim ki, birisi güçlü anti-Marksist görüşler savunuyor ve ekonomik olma-1 yan kurumların ekonominin niteliğini hemen hemen hiç yansıtmadığım düşünüyor. O zaman birinci tanım onu, üstyapı ekonomik temelden büyük ölçüde bağımsızdır demeye zorlar ve bu tuhaf bir ifade olur, zira o zaman bir üstyapıdan söz etmenin alemi nedir? İkinci tanıma göre ise muhalif, kendi görüşlerine daha uygun olarak, ekonomik olmayan kurumların tözsel olarak üstyapısal olduklarını yadsıyabilir. İkinci tanımın kendine özgü kibarlığı vardır: Tarihsel materyalizm eleştirmenlerinin kendi karşıtlıklarım daha açık formüle etmelerine olanak tanır.
(2) Hukuksalhk Sorunu Bu altbölümde, tarihsel materyalizmin karşısına çıkan ve "hukuksallık sorunu" denüebilecek bir güçlüğü çözmeye kalkışacağız. Sorun: Eğer ekonomik yapı mülkiyet (ya da sahiplik) dişlilerinden ibaretse, açıkladığı varsayılan hukuksal üstyapıdan nasd ayırt eddebilir?® Zira, İnsanların mülkiyet ilişküeri, onların hukuksal ilişküeri alanına aittir: Mülkiyet, her şeyden önce hukuksal bir kurumdur. Tarihsel görüngüleri anlamanın anahtarı insanların mülkiyet ilişkilerinde aranması gerekir demek, bu anahtarın hukuk kurumlarında olduğunu söylemek anlamına gelir.® Ne var İri, Plekhanov'un da kabul ettiği gibi, Her şeye rağmen hak haktır, ekonomi ekonomidir ve iki kavrayış birbirine karıştırılmamalıdır.® Peki, ekonomik yapı hukuksal terimlerle tanımlandığında, nasd birbirine karıştın lamazlar? Bir eLouominin yapısı, bir sahiplik ya' pısı olduğuna (ya da en azından kapsadığına) göre, hukuksal terimlerle böyle bir tanımlama zorunlu değü mi? Tarihsel materyalizm, aşağıdaki dört konuma da görünüşte bağlıdır, fakat, üçünden fazlası tutarlı bir şeküde savunulamaz: (J4) Ekonomik yapı üretim ilişkilerinden ibarettir. (5) Ekonomik yapı, üstyapıdan ayndır (ve onun açıklayıcısıdır). (6) Hukuk, üstyapının bir parçasıdır. (7) Üretim Uişküeri, hukuksal terimlerle (yani, mülkiyet gereğince, ya da -Bölüm Hl'te olduğu gibi- üretken güçler üzerindeki haklar gereğince) tanımlanır.
'"- Soruna yakın zamanlarda yapılan bir gönderme için bkz. Nozick, Anarchy, State and Ulopia. s. 273 ve sorunun daha geniş ele alınışı için bkz. Plamenatz, German Mantism, Bölüm II, altbölüm I. Plekhanöv, The Monist View, s. 35. '*- The Monist View, s. 173.
128 250
(5) üzerine yorum; Parantez içindeki ifade, konumlar arasında tutarsızlık yaratmak için oraya konmuyor. Sadece üretim ilişkilerinin hukuksal ilişkilerden ayn olduğunu değil, hukuksal ilişkderin üretim ilişkderiyle açıklandığım da göstermek için cümleye dahd ediliyor. Tutarlılığı sağlamak için, konumlardan birinden vazgeçilmelidir. Üretim ilişkileri ilk tanıtddığında kullandığımız hukuksal terimleri elemenin araçlarını sağlayarak (7)'den vazgeçeceğiz. O terimleri kullanmak uygundu; fakat özsel değddirler. Hukuksallık sorununu çözme seyri içinde niçin uygun olduklarım belirteceğiz. Bağlantılı iki parçası bulanan sorun, (i) Mani'm üretim ilişkilerini nitelemesindeki hukuksal terimlerin hukuksal olmayan bir yorumunu formüle etmek ve bunu, (ii) mülkiyet ilişkilerini üretim ilişkilerinden ayn ve onlar tarafından açıklanan olarak mtarlı bir şeküde sunabdecek şekilde yapmaktır. Çözümümüz şöyle derüyor: Önce, sahipüği haklan kıülanma meselesi olarak sergüiyoruz. Sonra, her sahiplik hakkı için, "uygun bir erk" diyeceğimiz şeyi farmüle ediyoruz. Daha sonra, benzer şeküde mülkiyet ilişküerine "uygun gelen" üretim ilişkilerini betimüyonız. Son olarak da (altbölüm (3) ve (4)'te), bu şeküde saptanan üretim üişküerinin, mülkiyet ilişkilerinin açıklayıcısı olarak nasd sunulabdeceğini gösteriyoruz. Birinci adım Bölüm HTte atddı. Mam, üretim ilişküerini nitelediğinde "mülkiyet", "sahiptir" vb terimlerini kuüanmasına karşın, bunlardan vazgeçmenin uygun olduğunu düşünüp, yerlerine, sahiplerin tipik olarak kuüandığı hak türlerinin çeşitü kombinasyonlarından söz ettik. Ekonomik yapıyı geçici nitelememizdeki tatsız kavram, hak kavramıdır. Şimdi, "z yapma hakkı" biçiminde herhangi bir ifadeyi, "hak" sözcüğünü kaldınp yerine "erk" sözcüğünü koyarak, bir erki anlatan ifadeye dönüştürebiliriz. Eğer x'mp erki varsa ve p erki r hakkına denkse, kabaca konuşursak,'" onun sahip olduğu erkin içeriği
"'- Kabadır; çünkii (a) bir tek hakka denk olan birden çok erk olabilir ve (b) haklardan farklı olarak erkler, derece bakımından değişirler.
253
r hakkının içeriğiyle aynıdır diyebiliriz; fakat onun r hakkına da sahip olduğu sonucunu çıkaramayız. Erklere sahip olmak, bu erklerin denk olduğu haklara sahip olmayı gerektirmez; haklara sahip olmak da bu haklara denk erklere sahip olmayı gerektirmez. Sadece meşru bir erkin sahipüği, denk olduğu hakkın sahipüğini gerektirir ve sadece etkin bir haklan sahipüği kendi dengi erkin sahipüğini gerektirir. Denilebilir ki, z yaprtia erki, z yapma hakkınız etkin olduğunda, z yapma hakkına ek olarak sahip olduğunuz şeydir ve z yapma hakkı, z yapma erkiniz meşru olduğunda, z yapma erkine ek olarak sahip olduğunuz şeydir. Bu, bir insanın sahip olduğu etkin bir hakka denk bir erkinin olamayacağı anlamına gelmez. Örneğin: Bir adamın seyahat etme hakkı vardır, fakat bir serseri çetesi istemez. Onu seyahat etmekten alıkoyacaklardır Ve zayıf olan meşru otorite tarafından kısıtlanmayacak kadar güçlüdürler. Fakat adamın kendi emrinde, hareketini bloke eden çeteyi yenebilecek durumda olan güçlü bir çetesi var. Seyahat etme hakkı etkin olmasa da, adamın seyahat etme hakkı ve seyehat etme erki vardır. "Erk"i şöyle kuüanıyonız: Bir adam, sadece ve sadece, "yapabiür"in normatif olmadığı yerde z'yi yapabüir durumdaysa, z yapma erki vardır. "O, z'yi yapamaz," o, z yapıyor olsa büe doğnı olabildiği zaman, "yapabilir" normatif olarak kuüandır -"yapabilir"in hukuksal ve moral kullanımlarının mantıksal bir özelüği. "Yapabilir"in normatif olmadığı yerde, "o, z yapıyor", "o, z yapabilir"i gerektirir.'" Normatif kullanımlar dışlandıktan soma bde, "yapabilir"i kullanma koşullan esnek kalır ve bu durumun, erk derecelerini tartıştığımız altbölüm (6)'da açıklanacak programımız için kimi anlamlan vardır. Esnek olmasına karşın, etkin hak kavramı açıktır. Erk kavramımız aym derecede esnek olacak ve sonuç olarak, üretim ilişkileri ve ekonomik yapı kavramlarımız da öyle olacaktır, zira sonuncu ikinci gereğince, ikinci ise birinci gereğince tanımlanıyor. 333
"'- Burada koşul yerine gelmediği için değil, şans eseri z'yi yapma, doğru anlamında z yapma erkinin kanın olmadığı için. şans eseri z'yi yapma durumlarını gözardı ediyoruz.
#
Şimdi, denk geldikleri haklarla birlikte ekonomik yapıların betimlenmesiyle Ugih kimi erkleri sıralıyoruz': 1. Üretim araçlarını (ya da emek gücünü) kulanma hakkı 2. Üretim araçlarını (ya da emek gücünü) esirgeme hakkı 3. Başkalarının üretim araçlarını (ya da emek gücünü) kullanmasını engelleme hakkı 4. Üretim araçlarını (ya da emek gücünü) yabancılaştırma hakkı
Üretim araçlannı (ya da emek gücünü) kullanma erki Üretim araçlannı (ya da emek gücünü) esirgeme erki. Başkalarının üretim araçlannı (ya da emek gücünü) kullanmasını engelleme erki Üretim araçlannı (ya da emek gücünü) yabancılaştırma erki
4. denklik bir kanşıklık yaratır: Erkin tarifi, hukuksal "yabancılaştırma" terimini kapsıyor. Sağ taraftaki ifade, bir haktan çok bir erki anlatır;"' fakat, esasmda hukuksal terimlerle tarif edilen bir erktir. Hukuksalhğı üretim ilişkilerinden çıkarmayı amaçladığımıza göre, hukuksal bir şekilde belirtilmiş erklere razı olamayız. Çözüm, yabancılaşma kavramında kapsanan haklan aşağıdaki gibi konumlandırmak ve çevirmeye devam etmektir: Yabancdaştırmak, başka birinin bir nesne üzerinde şimdi benim sahip olduğum haklara sahip olmasını düzenlemektir.® Bu nedenle, yabancılaştırma hakkı, üzerinde ... düzenleme hakkıdır. Üzerinde ... düzenleme hakkına denk erk, başka birinin bir nesne üzerinde şimdi benim sahip olduğum erklere sahip olmasını düzenlemektir. Şimdi, yabancılaştırma erki yabancdaştırma hakkına, düzenleme erki üzerinde ... düzenleme hakkına denk olsa da, yabancdaş"'- Bir ki}i, örneğin, mülkünü salması durumunda ölümle tehdit edilirse, erk olmaksızın yabancılaştırma hakkına sahip olur. Irkçı gruplar beyaz bir adamı evini beyaz olmayan birine satmamaya zorladığında, mülkünü yabancılaştırma hakkına, denk olan bütün erkler eşlik etmez. Kolay okunabilsin diye, "başka birinin bir nesne üzerinde şimdi benim sahip olduğum haklara sahip olmasını düzenlemek" ifadesi, sonraki üç cümlede "üzerinde ... düzenlemek" olarak kısaltılacaktır.
254
tırma erki, başka birinin bir nesne üzerinde şimdi benim sahip olduğum erklere sahip olmasını düzenleme erkiyle aynı değildir."' Bir tek hakkın, ona denk birden fazla erke sahip olabilmesi, "denk erk" tanımının salt sözdizimsel niteliğinin bir sonucudur. "Denk erk" tanımına göre aşağıdaki sav geçersizdir: P erki, r hakkına denktir Q erki, s hakkına denktir R hakkı = s hakkı. Bu nedenle P erki = q erki'2' Tariflerindeki hukuksal terimlerle erkler, kusursuzca uygun ve gerçekten de oldukça ilginç erklerdir;0' fakat böylesi hiçbir erk, tarifleri hukuksal terimlerden muaf olan bir erkle asla aynı değildir. Fakat birinci türden erkler, ekonomik yapının bileşenleri olarak kabul edilemez ve bundan böyle, erklerden söz ettiğimiz zaman, tanımlan hukuksal terimlerden yoksun olun erkleri kastedeceğiz. Artık, üretim ilişkileri tarifinden hukuksal terimleri çıkarmalım bir yoluna sahibiz. Tıpkı erklerin haklara denk olması gibi mülkiyet ilişkilerine denk rechtsfrei (haktan muaf) üretim ilişkilerini inşa edebiliriz. Yöntemin kullanımım göstermeye geçiyoruz. Yöntemin sunduğu rechtsfrei üretim ilişkileri nitelemesi, Mars'ın üretim ilişkileri konusunda hukuksal bir söz dağarcığı kullanarak ileri sürdüğü dikkatli iddialan değiştirmezse, yöntem işe yarar. Bölüm m Tablo l'de olduğu gibi hukuksal terimlerle tarif edilmiş, ideal-tipik köleyi ideal-tipik proleterden ayırt eden, zıt üretim ilişkilerini ele «alalım. (Burada sadece ideal tipleri düşünüyoruz. Altbölüm (7)'de gerçekliğe yaklaşıyoruz). İkisi de hiçbir üretim
'"- MUlkiyet transferinin hukuken yasak olduğu yerde, birinci erke sahip olunmaksızın ikincisine sahip olunabilir (Dikkat edin: yabancılaştırma erki, başka birinin bir nesne üzerinde şimdi benim sahip olduğum haklara sahip olmasını düzenleme erkiyle Özdeştir). öncüllerden, p erkinin s hakkına ve q erkinin r hakkına denk olduğu sonucu çıkar. Hak tarifleri nediniyle haklara denk olsalar da, erkler hak tariflerine değil taklanı denktirter. '*- Böylesi erteler, Hohfeld'ın yetkiler dediği (hukuksal tasaruflar olan ve bu nedenle, bizim kullandığımız anlamda erk: olmayan) haklara denktir, zira, hukuksal tasanıfların dağılımını değiştirecek şekilde (hukuksal olarak) davranabildiğim zaman, Hohfeldçi yetkiye sahibim.
333
aracına, sahip değil. Man, proleter kendi emek gücünün sahibi olduğu halde kölenin kendi emek gücünün sahibi olmamasına işaret ederek ikisini ayrıştırır. Köleden farklı olarak proleterin kendi emek gücünü esirgeme hakkı vardır. Programımız, şöyle tercüme etmemizi emreder: Proleterin kendi emek gücünü esirgeme erki vardır, oysa kölenin yoktur. îtiraz: Kölenin bu erkten yoksun olduğu söylenmesinin nedeni, çalışmaması durumunda öldürülmesinin olası olması ve kesinlikle ölecek olmasıdır. Fakat, benzer bir kader esirgeyen proleteri de bekler; zira geçim araçlarım yitirir. Dolayısıyla, proleter de emek gücünü esirgeyemez. Bu nedenle, kölelerin ve proleterlerin üretim ilişkileri tarifleri, programımıza uygun olarak hukuksal terimlerden anndınldıklarında, artık zıt olmazlar. Yanıt: Esirgeyen kölenin öldürülmesinin olası olması proleterin olmaması doğrudur, fakat biz bu farklılığa dayanmayacağız. Esirgeyen proleterin öleceğim kabul ediyoruz. Fakat, ölüm korkusu olmadan, kendi emek gücünü, mevcut işvereni de dahil, verili bir kapitalistten esirgeyebilir durumda olabileceğine dikkat edin. Köle, kendi emek gücünü tikel efendisinden esirgeyemez ve yaşar. Proleter, kendi emek gücünü tikel bir kapitaliste değil, şu ya da bu kapitaliste sunmaya mecburdur. Hayatta kalmak istiyorsa, emek pazarında kendisini kapitalist sınıfa sunmak zorundadır ve bu sınıfa hizmet etmek zorundadır. Bu, Mani'm sık sık kullandığı ifadeye oldukça uygundur: Proleter, herhangi bir verili kapitalist değil, bir bütün olarak kapitalist sınıf tarafından sahiplenilir.® Bu konumun hukuksal-olmayan denk ifadesi doğrudur. Bir tek önemli örnekte programın uygulanma şekli budur. Örnekten örneğe temeli dışında programın geçerliliğini göstermek olanaksızdır; fakat oldukça genel uygun sonuçlar çıkaracağım teslim ediyoruz. Şimdi iki itiraz ele alınacak. (1) Engels'in düşüncesine aşina bir eleştirmen, üretim ilişkileri-
nin hukuksal kavrayışının yerine, Engels'in, olasılıkla Marx'ın onayıyla, Arıti-Dühring'de. mahkum ettiği "zor teorisi"ni(" geçirmiş olmamızdan yakınabilir. Yakınmanın adresi yanlıştır; zira, bizim üretim ilişkileri tanımımız, kucakladıktan erklerin nasıl elde edilip sürdürüldüğünün koşullarını belirlemez. Nasıl elde edilip sürdürüldüğü sorusuna yanıt, zorun yanı sıra, ideoloji ve hukuku da işin içine sokar. Program, üretim ilişkilerinin ne olduklarını söyler, neyin onlan sürdürdüğünü değil. Fark, altbölüm (4)'te açıklanacak; fakat aşağıdaki karşılaştırma, itiraza yanıtımızın özünü açığa vurur. Bir toprak parçasına yasadışı konan biri, onun adına yasadışı zor kullanan uşaklan yardımıyla ve/veya toprağma kanşanların ebedi cehennem ateşine mahkum olacağına dair bir söylence yayarak arazisini koruyabilir. Konducunun, arazisi meşru otoriteler taralından korunan benzer bir toprağın yasal sahibiyle ortak birşeyleri vardır. İkisinin de kendi arazilerim kullanma erkleri vardır. O üretim ilişkisindeki konumunu sürdürmek için birinin zor (ya da söylence) kullanması, diğerinin ise hukuka dayanması, her iki durumda da ilişkinin içeriğinin bir parçası değildir. Bu karşüaştırma, "zor teorisi"nin bir çeşidim savunmadığımızı gösterir. (2) Programımız içsel olarak sağlam olsa bile, Marx'm üretim ilişkileri düşüncesinin bir açıklaması olarak yanıltıcı görünebilir; zira Soru yerinde duruyor: Üretim Uişkilerini neden hukuksal terimlerle tarif etti? Yanıt: Çekici hiçbir alternatif yoktu. Sıradan dil, üretim ilişkilerini rechtsfrei bir şekilde tarif etmek için gelişmiş bir aygıttan yoksundur. Mülkiyet ilişkilerini tarif etmek için zengin bir kavramsal sistemi vardır. Erk sözdağarcığının yoksulluğu ve erkler ile haklar arasındaki yapısal benzeştirmeler dikkate alındığında, erkleri tarif etmek için hak-anlatan terimleri özel bir anlamda kullanmak uygundur. Kavramsal olarak daha az kesin olmasına karşın, bizim oldukça karışık programımıza benzer birşey kurmaktan kesinlikle daha uygundur. Marx, hukuksal terimleri hukuksal olmayan anlamlarda düzenli
Grundrisse, s. 464; Kapital, C. 1. s. 178-185; "Reults," s. 1032; Theories ofSurplus Value. C. 1, s. 229, 349; Engels, Komünizmin İlkeleri, Sonı 7.
333
256
"'- İkinci Kısım, 2, 3 ve 4. bölümler. Krş. Alman İdeolojisi, s. 357.
0
olarak kullanmıştır. Aleni örnekler: "Gerçekte, ya da hukuken bizzat toprağı işleyenin mülkiyeti" olan üretim araçlarına"' ve "önce fiden, sonra hukuken de ... doğrudan üreticinin mülkiyeti haline dönüşen" üretim aletlerine® işaret eder. "Mülkiyet" hukuksal bir 'terim olduğuna göre, gerçekte toprağı işleyenin olan, fakat hukuksal olarak onun olmayan mülkiyetin olamayacağı deri sürülebilir. Bu sav, bütünüyle skolastiktir. "Hukuksal olmayan mülkiyet", her halde bir contradictio in adjecto'âaı. Manc'ın bu ifadeleri kullanımında hiçbir kavramsal karışıklık izi yoktur. İfade ediş şekli vecizliği başarır ve bizim programımız, onun aldatmak istediği şeyin, sözü biraz uzatma pahasına, bütünüyle itiraz edilemeyecek şekilde ifade eddebdeceğini gösterir. (Elbette, kimseye bizim programımızı benimsemeyi, ya da hukuksal terimleri hukuksal olmayan anlamlarda kullanmaktan imtina etmeyi öğütlemiyoruz. Sorun, bunlardan vazgeçdebüeceğidir, vazgeçilmesi gerektiği değü). Üretim ilişküeri, bazen, daha soma kazanacakları hukuksal onay olmadan kurulur. Fetihçi bir ordu, hiçbir yasal ya da diğer hukuksal dayanağı olmayan bir dizi karar dayatarak yenden köylülüğü yeni üretim ilişküerine sokabilir, üişküer belli bir dönem devam ettikten sonra, olasılıkla hukuksal yetki desteğini kazanacaklardır. Fetihten somaki iki evre, üretim ilişküeri ile tipik olarak -zorunlu olarak değü- onlara eşlik eden mülkiyet ilişküeri arasındaki aynmı örnekler. Fakat Grundrisse'den bir pasaj, yaptığımız ayrımın bir reddi olarak alınabilir: Burjuva iktisatçıların, modem polis altında üretimi sürdürmek, örneğin sopa-hukuku altında sürdürülenden daha iyi olduğuna dair anlaşılmaz bir fikirleri vardır. Sopa-hukukunun da hukukolduğunu ve daha güçlü olanın hakkının, kendüerinin "hukukun üstünlüğü" altında büe başka biçimlerde var olmaya devam ettiğini unutuyorlar.® 259
">- Kapital. C. 3. s. 596 ve bkz. s. 694. '»- Kapital. C. 3, s. 700. •*- Grundrisse. s. 88.
Sopa-hukuku da hukuksa, fetihten sonrası de dgüi betimlememizde yanlış bir şey var gibi görünüyor. Görüntü, aldancıdır. Marx, kapitalist toplumda "daha güçlü olarım hakkının başka biçimlerde var olmaya devam ettiğini" söyler. Açıkça, kendi uygar çağmda büe, hukuksal haklar gereğince tarif edüebüir mülkiyet üişküerinin temelinde, bizim erkler, Manc'ın, belki de yersiz bir şeküde, "daha güçlü olanın hakkı" dediği şeylerin var olduğunu anlatmak ister. "Daha güçlü olarım hakkı" burjuva hukuksal biçimin içini dolduran gerçek içeriktir ve bu nedenle, "sopa-hukuku" içerik olarak burjuva hukuktan farklı değüdir. Manc, kuşkusuz, inceltilmiş hukuksal durum de hukuksal olarak azgelişmiş durumu bir araya getiriyor; fakat benzeştirmesi zaman olarak geriye doğru gider. Erklerin açıkça görünür olduğu "sopa-hukuku" toplumu, hakların erkleri perdelediği toplumu aydınlatır: Ve tersi. Manc'm tutumunun çözümlememizle çelişmesi bir yana, iddia ediyoruz, açıklar.
(3) Mülkiyet İlişkilerinin ve Hukukun Üretim İlişkileriyle Açıklanması Üretim üişküerinin rechtsfrei tariflerini edindiğimize göre, bu şeküde tarif edüen üretim üişküerinin mülkiyet üişküerini açıkladığının nasd söylenebüeceğini göstermeüyiz. Bu altbölümde, daha genel terimlerle altbölüm (4)'te tartışdan açıklama bağlantısını örnekliyoruz. Bağlantı örnekleri, şimdiye kadar üretim ilişkileriyle mülkiyet üişküerini hassas bir şeküde ayırt etmekle ügüenmediğimiz için açıkça olmasa da, daha önceki bölümlerde göründüler. Örneğin, Mantoux'nun tarif ettiği şekliyle iskan kanununun çöküşünü anımsayın (Bölüm VI). Bu süreçte, açıkça iki evre vardı. Önce, emeğin hareket etmesine için veren üretim ilişküeri yasadışı bir şeküde biçimlendiği için, kanun ihlal edildi. Soma kanun kaldırddı; böylece haklar de erkler, de jure (hukuksal) durum üe de facto (fiüi) durum, mülkiyet dişküeri üe üretim ilişkileri arasında uygunluk yeniden kuruldu. 333
Genel açıklayıcı tez şudur: Verili mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkilerinden ötürü sahip oldukları niteliğe sahiptirler ve mülkiyet ilişkileri bu nitelikleriyle üretim ilişkilerini desteklerler. Bu nedenle, mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkilerinde değişimi kolaylaştırmak, ya da Mantoux örneğinde olduğu gibi resmileştirmek için değişirler. Üretim dişileri, üretken güçler uygun kullamlabilsin ve/veya geliştirilebilsin diye değişir, mülkiyet ilişkileri ise, üretim ilişkilerinde gerekli değişimlere izin vermek ya da değişimi stabilize etmek için değişir. Mantoux örneğinde olduğu gibi, bazen ekonomik değişim hukusal değişimden önce gelir, bezan tersi geçerli olur ve bazen de değişimler eşzamanlı derler. Fakat her durumda, tarihsel materyalizm böyle savunur, mülkiyet ilişkileri, üretim ilişkilerdeki değişimin (ki üretken güçlerin gelişmesini yansıtır) hizmetinde değişir. Aşağıda dört tip durum örneklendirilecek: I. T zamanında koşullar, mevcut hukukun yasakladığı üretim ilişkilerinin oluşmasma uygundur. Uyulması durumunda hukuk üretken güçleri engelleyeceği için, t ûet + n arasında ihlal edilir. T + n'de hukuk değişir ve böylece mülkiyet ilişkileri de üretim ilişkileri arasındaki uyum yeniden sağlanır (Mantoux örneği buraya aittir). n. I'de olduğu gibi, koşullar o sırada yasaklanan üretim ilişkilerinin Örgütlenmesinden yanadır. Fakat bu durumda hukuksal sistem, kendisine rağmen üretim ilişkilerinin oluşmasma izin vermeyecek kadar güçlüdür. Dolayısıyla, hukuk er geç değişir ve böylece yeni üretim Uişkderi kurulabilir. ni. I ve n. tiplerde hukuk değişene kadar, yeni üretim ilişkileri yasadışıdır. m. tipte yeni üretim ilişkileri, hiçbir yasa kendilerini yasaklamadığı için, hukuku ihlal etmeyecek biçimdedir. Ekonomik değişimi daha güvenli hale getirmek için yeni yasalar yine de gereklidir ve sonunda çıkarılırlar. IV. I ila III. tiplerde, şu ya da bu noktada hukuk değişir. IV'te ise, hukukta hiçbir değişiklik gerçekleşmemesine karşın, mülkiyet dişldleri değişir. Tarih bu modellerin örnekleriyle doludur ve çoğunlukla çok 260
katlı şekillenme vardır: Karmaşık bir geçişte, bazı yeni erklerin yasadışı kullanıldığına, bazılarının hukuktaki değişimi beklediğine rastlarız. Sırf hukuku ihlal etme yeteneği ve isteği toplumda eşitsiz dağddığı için, aym hukuksal değişiklik tipik olarak hem kazandmış erkleri resmileştirir hem de yemlerinin oluşmasına olanak verir. Bu nedenle, lonca sisteminin gerileme seyri içinde, bir tek ustanın çalıştırabileceği kişi sayısını sınırlayan yönetmelikler, hukuksal engeller kaldınlana ve yerel planda gerçekleşen genelleşene kadar, bazı yerlerde ihlal edüdi, bazı yerlerde homurtuyla kabul edildi.'" Demek ki ömek tiplerimiz, tarihsel gerçeklikte birbirine karışır; fakat, hakim yanlarıyla şu ya da bu tipte olan örnekleri yine de aktarabiliriz. I'in oldukça açık üç örneği: Erken Avrupa burjuvazisi, kısmen, ait oldukları feodal beylerden kaçıp talikim edilmiş kentlere yerleşen sertlerden oluşmuştur. Hukuksal konuşursak, serf yükümlülüklerini kendileriyle birlikte îaşıddar. Fakat gerçekte ise, zaman zaman kanlı savaşlarla da olsa, kendilerini eski görevlerine çağıran beylere karşı direnebildile'r. Hukuk aksini söylediği zaman bde, "kent havası inşam özgürleştirir." "Fakat olgu bir hakka dönüştürülmeliydi"® ve olması zorunlu olan oldu. Sonra ' meşrulaştırma, sadece meşru olmayan bur hareketi onayladı."® 1563 tarihli tngiiız Ustalar Tüzüğü» inter alia, ailesi belli bir ekonomik düzeyin altında olan erkeklerin giyim sanayine girişini yasakladı. Erken mamfaktüriin gelişmesine neden olmadı ve bazen yasal yetkililerin görmezlikten gelmesiyle de, büyük ölçüde kötüye kullanddı. Sonunda, 1694'te, tatsız madde yürürlükten kaldırıldı ve "bu, bir tekstil işçüeri proletaryasının de facto olduğu kadar dejure da var olmasına olanak tamdı."®
'»- Bkz. Alman İdeolojisi, s. 80-82. '*- Pirenne, Economic and SociaI Hislory ofMedieva! Europe, s. 51. Weber, The City, s. 108. '*- Hill, Reformation to /nduslrial Revolulion, s. 139.
333
Yaklaşık bir yüzyıl sonra, bu proletarya sendikalar kurmaya başladı ve işçi sınıfının gücünün gelişmesini ve kullanılmasını önlemek için tasarlanan Birlik Kanunu'na rağmen grevler oldu. Yaptıkları bir hakka dönüşünceye kadar işçder yasadışı birlikler kurdular ve grevlere gittder. Kendi emek güçleri üzerinde etkin bir denetim kurdular ve bu durum, mülkiyet ilişkilerinde değişikliklere yol açtı: îngütere'de birlik, bir Parlamento Kanunuyla onaylanmıştır ve ekonomik sistem Parlamentoyu bu hukuksal onayı vermeye zorlamıştır... Modem sanayi ve rekabet ne kadar çok gelişirse, birliği öne çıkaran ve güçlendiren o kadar çok öğe vardır ve birlik, günlük dayanışmayla kazandan ekonomik bir olgu halini alır almaz, çok geçmeden hukuksal bir olgu olmaya mahkumdur."» n, tipin saf bir örneğini bulmak güçtür; zira, hukuksal değişikliğe yol açan aynı baskının, yasadışı bir beklenti yaratması olasıdır. Yine de, aşağıdaki pasaj bir ömek olabilir: S tu artların restorasyonundan sonra, toprak sahipleri, herhangi bir hukuksal formalite olmadan kıtanın her yerinde etküi olan bir gasp hareketini hukuksal araçlarla gerçekleştirdder. Toprağın feodal kullanım haklarım kaldırdılar, yani,' devlete karşı bütün yükümlülüklerinden kurtuldular ... [ve] ... yalnızca feodal iyelik hakkına sahip oldukları mülklerde modern özel mülkiyet hakkım kendileri için hakldaştırdılar/2' İngiliz toprak sahipleri, kıtadaki kuzenlerinin yasasız ulaştığı bir sonucu elde etmek için yasayı kullandı. Uzun tarihsel bakış açısında araçların farklılığı önemini yitirir. Büyük toprak beylerinin, köylülüğü mülksüzleştiren toprak çevirmeleri haklılaştırmak için kulandığı "az çok makul hukuksal hüeler"e Manc'ın yaptığı gön,u
- Felsefenin Sefaleti, s. 155. <*- Kapital, C. I, s. 739. Krş. Weber'in, Fransa ve Almanya'da köylülüğün feodal yüklerden kurtuluşundaki farklı hukuksallık derecelerini değerlendirmesi (General Economic History, s. 87).
262
dermeyi düşünün."' Hdenin hukuksallık derecesi, ürincti önemdedir. Erken İngtiiz fabrika kapitalisüeri, çalışanlarından kabul edtiemez yoğunlukta emek koparmaya çalıştdar, fakat işçder direndi ve çalışma hızı konusundaki çatışmalar, anlaşmazlık konusunu ele alan hiçbir yasa bulunmadığı için taraflardan hiçbirinin kesinlikle kendi lehine yasa gösteremediği endemik çatışmalardı. Mücadele, eyepce kabul gören pratiklere yol açtı ve sonra hukuk sessizliğini bozup olgulara yasal biçim verdi: ...zaman sınırlarım, paydos saatlerim askeri disiplinle saatin tiktaklarıyla düzenleyen bu hassaslık asla parlamenter kuruntunun ürünü değildi. Modem üretim tarzının doğal yasalan olarak koşulardan tedricen doğup geliştiler. Formüle edilmeleri, resmen kabul görmeleri ve devlet tarafından dan edilmeleri, uzun bir sınıf mücadelesinin sonucuydu.0' Bu ömek, Di. tipimizi açıklar/" IV. tipin büyük tarihsel önemi vardır. Burada, üretim üişküerinin belli biçimlerine hukuksal olarak izin verilir, fakat ilgili yasaların uygulandığı mülkiyet ilişkderi üe üretim ilişkileri, belli bir evrede, kapsam olarak marjinaldirler. Eğer üretken güçler, verili türden üretim lişküerinin daha çok yaygınlaşmasını sonradan teşvik ederse, yasa tarafından engelenmeden gelişebilirler, hatta kolaylaştırabilirler ve böylece, mülkiyet ilişkderi ekonomik yapıdaki değişikliklerle kusursuz bir çakışma halinde değişir. Bu şeküde bir zamanlar ikincü olan bir üretim ilişkisi, olup bitenler toplumsal biçimin tamamında bir değişikliği gerektirse büe, hukukta fazla değişiklik olmadan başat ilişki olabilir/4' Bunun başlıca örneklerinden biri, kapitalist toplumda Roma hukukunun kullanılmasıdır. '"-Kapital, C. 3,5.677. Kapital, C. l . s . 2 9 6 . Krş. Alman ideolojisi, s. 109: "Sanayi ve ticaretin gelişmesiyle yeni karşılıklı ilişki biçimlerinin evrildiği her seferinde ... hukuk, bu biçimleri her zaman mülk edinme tarzları arasında kabul etmek zorunda kalmıştır." Bu ifade 1 ve II. tip değişimleri kapsar. '*- "Başat üretim ilişkisi" için bkz. Bölüm III, altbölüm (6).
333
0
Manc, Roma hukukunun' kendi temel ve üstyapı teorisine bir sorun çıkardığım düşünüyordu. Buna yönelik çözümü, aşağıda altbölüm (8)'de veriliyor. Tarihsel materyalizmin bazı eleştirmenleri haklı olsalardı, mülkiyet ilişkileri üretim ilişkileriyle, tam da onlan ifade eden terimlerin anlamıyla açıklanamazdı. Altbölüm (2)'de terimleri açıkladık; şimdi ise, eleştirmenlerin olanaksız dan ettikleri şeyin, tarihçdere tanıdık gelen bir görüngü olduğunu göçdük. Fakat tarihçder bile, zaman zaman, ekonomik olgularla hukuksal olgulan yeterince ayırt edemezler. Arnold Toynbee Sr.'ün sanayi devrimi üzerine çığır açıcı eserine yönelik Mantoux'nun eleştirisi, en öğretici olanıdır: Onyedinci ve onsekizinci yüzydlann bütün ekonomik tarihinde, sanayinin merkezi ya da yerel hükemetler tarafından korunması, uzun bir süre, en fazla dgi çeken konu oldu. Bu şaşırtıcı değü; çünkü, bütün metinler elde olduğunda yasamayı incelemek, izini bulmanın büe güç olduğu dağınık uçucu olgulan incelemekten çok daha kolaydır. Bu araştırma dalının önemine uzun süre fazla değer verilmiş olmasmın asd nedeni bu olabilir. Toynbee, korumacı düzenlemelerden özgürlüğe ve rekabete geçişin sanayi devriminin ana özeüiği olduğunu iddia edecek kadar bde ileri gitti. Bu, sonucu nedeninin yerine, ekonomik olguların hukuksal yanlarını bizzat olguların yerine koymaktı... aksine, hala kendilerine engel olan modası geçmiş yasaların sakatlayıcı bağlarım parçalayan yeni örgütlenme ve yeni sınai süreçlerdi/" Tarihçilerin üretim ilişkilerini ("ekonomik olgular") ve mülkiyet ilişkilerini (bu olguların "hukuksal yanlan") saptama eğilimle-
'"- The Industrial Revolutiort, s. 83; italikler benim. Haklarla erkleri ayırt etmenin önemini vurgulayan diğer bir tarihçi de Marc Bloch'tu. "De jure statü"nün, ... "de facto statüyle keskin bir karşıtlık içinde" olabildiğini belirtmiş ve "hukuksal geleneğin ... sonunda olgulara teslim olduğu" birçok örnek sunmuştur. Feodal Toplum, s. 341, 344. Bazı felsefecilerin yapılamayacağını düşündüğü ayrımların ustaca kullanımı için bkz. Frehch Rural History, s. 42-44, 179-180
264
riyle ügili Mantoux'nun tanısı: Mülkiyet hukukunu incelemenin ve üretim ilişkilerinin mülkiyet hukukuna uygunluğunu varsaymanın dışında üretim üişküerini anlamak güçtür. Bu yöntembilimsel sorun, birkaç sayfa önce sözü edilen anlambilimsel sorunla, üretim ilişkilerinin özlü tarifi için hazır bir hukuksal olmayan dilin yokluğuyla dgüidir. Mantoux'nun belirlemeleri Manc'm şu tezini tamamlar: Ekonomik değişiklikler çoğunlukla hukuksal olarak tescil edilmeleri zorunlu olsa da, hukuk, ekonomik değişiklikleri açıklamaz. "Devrimler, yasalarla yapılmaz."*" Fakat devrimlerin kanun yapması esastır; zira, şimdi açıklayacağımız gibi, temeüerin üstyapdara gereksinimi vardır.
(4) Temellerin Üstyapılara Gereksinimi Vardır Üretim üişküerinin, işlevsel olarak üretken güçlerin gelişimiyle açıklandığım söyledik (Bölüm VI). Burada, mülkiyet üişküerinin de işlevsel olarak üretim üişküeriyle açıklandığım ekliyoruz: Hukuksal yapdar, üretken güçlerin koüadığı ekonomi biçimlerini derletme ya da engeUemelerine göre yükselirler ve düşerler. Mülkiyet ilişkileri, sahip olduklan niteliğe, üretim üişküeri o niteliğe sahip olmalarım gerektirdiği için sahiptirler. İnsan toplumunda kuvvet, etkili olması, ya da hatta oluşması için hakkı gerektirir. Haksız kuvvet olanaksız, etkisiz, ya da kararsız olabiür. Üretken güçler üzerindeki erkler, bu konuya örnektir. Yasal olmadıklarında uygulanrnalan fazla güvenli değildir. O halde, etkililik ve iyi düzen bakımından üretim ilişküeri, mülkiyet ilişkilerinin onaylanmasını gerektirir. Bu nedenle insanlar, ya sahip olduklan ya da ele geçirmeyi umduklan erkleri meşnıİaştırsın diye hukuku değiştirmek için başardı bir şekilde savaşırlar; yasa yapıcılar da, yasa ile ekonomi arasındaki fiili ya da potansiyel gerilimi rahatlatmak için yasaları değiştirirler. (Bu, hukuksal düzenin ekonomiye uyarlanmasının her zaman bilinçli yapıldığım söylemek w
~Kapital,C.
1,769.
333
değildir).'" Üretim ilişkileri, istikrar için hukuksal ifadeyi gerektiriyorsa, bundan temelin bir üstyapıyı gerektirdiği sonucu çıkar. Bu, mimari metaforu ihlal eder görünür, zira, normalde temellerin istikrarlı olmaları için üstyapdara gereksinimi yoktur. Metafora uygun görsel bir imge arıyorsak, dikkatli olmalıyız. Başka bir plakaya dayanan bir plaka uygunsuz olurdu. Doğru resim aşağıdaki gibidir. Her biri aynı mesafede toprağın üzerine çıkmış şekilde dört payanda çubuğu toprağa saplanmıştır. Dengesizdirler. 2 kuvvetinde rüzgarda eğitip sallanırlar. Sonra bu dört payanda çubuğuna bir çatı yapılır. Şimdi, 6 kuvveti altındaki bütün rüzgarlarda sağlam dururlar. Bu çatıyla ilgili olarak şunlar söylenebilir: (i) Payanda çubukları çatıyı destekliyor ve (ii) çatı payanda çubuklarım daha da sağlamlaştırdı. Burada, temeli ve üstyapısı doğru bir şekilde ilişkilendirilmiş bir binayla karşı karşıyayız. v Bu manzara, temel üstyapının niteliğini açıklar şeklindeki iddiayı göstermez. Şöyle bir ek ifade eklenmelidir: Payanda çubukları başka şekilde sallantılı olacakları zaman ve bu nedenle, onları güvenceye alan çatı, üzerlerine konmaya eğilim gösterir. Metafor dışında: Mülkiyet ilişkileri, öyle oluşları üretim ilişkilerinin (üretken güçlerin talep ettiği) başlatılması ya da sürdürülmesine yaradıklan için olduklan gibidirler. Hukuka bağlı toplumda insanların ekonomik erkleri, üretken güçler bakımından sahip olduklan haklara denktir. Erkleri bulunduğu için mi haklan vardır, yoksa haklan olduğu için mi erkler vardır? Soru belirsizdir. R hakkı olan bir inşam düşünelim. Toplum hukuka bağlı olduğuna göre, hakkı etkindir. O halde, r'ye denk olan p erkine de sahiptir. Dahası, r'ye sahip olduğu için p'ye sahiptir. Hukuka saygıİı toplumda, ancak r'ye sahip olmanın bir sonucu olarak p'ye sahip olabilir. Aynı şey, bütün ekonomik erkler ve bütün ekonomik aracılar bakımından da doğrudur. O halde şöyle diyebiliriz: Hukuka saygılı toplumda insanlar, sahip olduklan haklara sahip oldukları için sahip olduklan erklere sahiptirler. '"- Olasılıklar için bkz. Bölüm X, albölüm (4) ve (5).
266
Bu, temel ile üstyapı öğretisini çürütür görünüyor. Fakat yukardaki çözümleme doğru olmasına karşın, eksiktir. Tarihsel materyalizm çözümlemeyi daha Ueri götürür ve gerçekte, son paragrafın hakikatleriyle tutarlıdır. Zira paragraf, denk bir erk yapışım güvenceye aldığı için var olan bir hak yapısına ait olduğu için r hakkının kıülanddığım söyler. Hukuksal sistemin içeriğini, o sistemin işlevi tarafından dayatılır ve bu işlev, tikel bir ekonominin sürdürülmesine yardım etmektir. İnsanlan, erklerini haklarından alırlar, fakat sadece tarihsel materyalizmin erklere gönderme yaparak haklan açıklama şeklinin izin verdiği anlamda değil, talep ettiği anlamda da.'" Şimdi, Marx ve Engels'in temel ile üstyapı arasındaki ilişkinin işlevsel bir anlatımım doğruladıklarım gösteren birkaç metin, tşte, 1849'da Rhenli demokratların duruşmasında Manc'ın jüriye söyledikleri: Toplum hukuk ürzerinde kurulmaz; bu hukuksal bir uydurmadır. Aksine, hukuk toplum üzerinde kurulmalıdır; verili bir zamandaki egemen maddi üretim tarzından kaynaklanan ortak çıkar lan ve toplumun gereksinmelerini -bireylerin kaprislerinden ayn olarak- ifade etmelidir. Elimde tuttuğum bu Napoleon yasası, modern burjuva toplumunu yaratmamıştır. Aksine, onsekizinci yüzyılda ortaya çıkan ve ondokuzuncu yüzyılda daha da gelişen burjuva toplumu, hukuksal ifadesini bu yasada buluyor. Toplumsal koşullara uygun olmaktan çıkar çıkmaz, salt bir kağıt toman halini alır.® Kapital, temelin bir üstyapıya gereksinim duyduğu düşüncesini eklemler: ... üretim tarzı toplumsal istikrar kazanacak ve salt rasüantı ve keyfilikten bağımsız olacaksa, denetim ve düzen, her üretim tarzının varzgeçilmer öğeleridir.. .'J) Bölllm Vl'te güçler ile üretim ilişkileri konusundaki paralel noktalarla karşılaştırın. "Speach at the Trial of the Rhetıish District Committee of Democrats," s. 232. Kapital, C. 3, s. 697
333
Temel bir üstyapıya gereksinim duyduğuna göre, birini "yaratır":
lerle, temel ile üstyapı arasındaki işlevsel bağlantıyı deri sürüyor. Başka bir ilkel formülasyon:
... her üretim biçimi kendi hukuksal ilişkderini, kendi yönetim biçimlerini vb yaratır. Burjuva kavrayışın kabalığı ve yetersizliği, organik bir birlik oluşturan şeyde ratlantısal yansıtıcı bir bağlantıdan başka bir şey görmeme eğiliminde yatar.1"
Her sosyaüst işçi, hangi ulustan olursa olsun, zorun sadece sömürüyü koruduğunu, fakat nedeni olmadığım; sermaye ile ücretli emek arasındaki üişkinin, sömüriilmesinin temeli olduğunu ve bunun da asla zor araçlarıyla değd salt ekonomik nedenlerle meydana geldiğini çok iyi bilir.'"
Temeller üstyapılara gereksinim duyarlar ve gereksinim duydukları için gereksinim duydukları üstyapdan elde ederler: tkisinin organik olarak bağlantılı olduğu söylenirken anlatılmak istenen budur. Üretim dişkderinin hukukun sağladığı düzeni gerektirmesi olgusu, Toynbee örneğinde Mantoux'nun yaptığı gibi, tarihsel sürecin yanlış algdanmasına yol açabilir. Engels benzer bir noktaya değinir: Her tikel durumda ekonomik olguların, hukuksal onay almak - için hukuksal motifler biçimini almak zorunda olmasından ötürü; ve bu nedenle hali hazırda yürüyen hukuksal sistemin tamamına önem vermenin zorunlu olmasından ötürü, sonuçta hukuksal biçim her şey, ekonomik içerik hiçbir şey olur.® Hukukun temeldeki işlevsel açıklaması ihmal edildiğinde hukukun ekonomiden daha temel görünebildiğini gördük. Tarihte zorun rolü de benzet1 bir yanlış yorumlamaya açıktır. Engels'in "zor teorisine yönelik temel eleştirisi, zorun ekonomik yapılan sürdürme işlevi görmesi olgusunun, zorun ekonomiden daha temel olduğunun kanıtı olarak yanlış anlaşılmasıdır.® "Zorun sadece bir araç, amacın ekonomik avantaj olduğu"nu iddia ettiğinde,® kaba terim'"- Grundrisse, s. 88. "- Ludwig Feuerbach ve Klasik Atman Felsefesinin Sonu, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 2. baskı, 1979 s 64. Engels, ekonomik içeriğin kendisini hukuksal olarak ifade etme şeklinin, kısmen mevcüt hukuksal sisteme bağlı olduğunu kabul eder. Burada tanışılmayacak olan Usyapının "göreli özerkliği"nin bir yanı da budur. Buradaki "zor", birkaç sayfa önce sözünü ettiğimiz "kuvvet" değildir. "Kuvvet" daha önce tanımlandığı şekliyle erktir. Bizim kullanımımızda sizin erkiniz, sizi yapabilir kılandan bağımsız olarak sizin ne yapabildiğinizdir. Zor, erkin bir kaynağıdır Anti Dühring, s. 268.
269
ifade ilkeldir; çünkü, Engels'in de bildiği, tıpkı haklar gibi, ekonomik erkin dolaysız nedenleri arasında zorun önemü bir yer tutması olgusuna yer bırakmaz. Aslında, etkin haklar, kısmen arkalarındaki zor nedeniyle etkindirler. Önsöz'ün önemli bir cümlesi şöyle der: Geüşmelerinin belü bir evresinde toplumun maddi üretken güçleri mevcut üretim ilişkderiyle, ya da -aynı şeyin hukuksal ifadesinden başka bir şey olmayan- o zamana kadar içinde hareket ettikleri mülkiyet üişküeriyle çatışma içine girerler.'2' Şimdi, üretken güçler mülkiyet ilişkileriyle "çatışma içine" girdiklerinde bunun nedeninin, güçlerin, mülkiyet ilişkilerinin formüle edip koruduğu üretim üişküeriyle çatışması olduğunu söyleyebiliriz. Çözüm, ya üretim ilişkilerinde, sonradan hizaya gelmek üzere hukuku ihlal eden bir değişimdir, ya da hukukta, üretim ilişküerinde bir değişimi kolaylaştıran değişikliktir. Tarih her iki çözümle de doludur.
(5) Ekonomik Yapı Bağımsız Olarak Gözlemlenebilir mi? Illusion of the Epoch'da'" H. B. Acton, Manc'ın ekonomik yapılım dışına yerleştirdiği faktörlerin, uygun bir şeküde ekonomik yapıdan aynlamayacağım kanıtlamayı amaçlayan bir sav sunar. Savı incelemeyeceğiz. Sadece, temel olmayan kurumların temel Anü-Dühring, s. 257. '*- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 23. ' » - s . 164-165.
333
düzenlemeler için işlevsel açıdan zorunlu olduklarım gösterir. Tarihsel materyalizme zarar vermekten uzak olan üstyapıyla dgili bu tez, savm temel iddialarından biridir. Vardığı sonucu açıklayan Acton şunu yazar: Toplumun "maddi ya da ekonomik temeli", bu nedenle, insanların hukuksal, ahlaksal ve siyasal üişkilerinden ayrı olarak açıkça kavranabilir, fakat daha az gözlemlenebilir bir şey değüdir.H> İnsanların hukuksal, ahlaksal ve siyasal üişküerini ekonomik yapıdan dışlayan bir ekonomik yapıyı kavrama yöntemi sunduk. Tanımladığımız erkler, hukuk, ahlak ilkeleri ve devlet tarafından sürdürülürler, fakat içerik olarak hukuksal, ahlaksal ya da siyasal değddirler. Ne var ki, ekonomik yapının üstyapısal ilişküerden "ayn olarak gözlemlenebileceğrni göstermeye çalışmadık. Bir ekonomik yapıyı gözlemlemekten neyi anlamamız gerektiği çok açık değü. Karşılaştırma amacıyla bir boşanma oranım düşünelim. Verili bir dönemde verdi bir ülkedeki boşanma oram, o dönemde o ülkedeki boşanmaların evliliklere oranım gösteren sayıyla aynıdır. Bir boşanma oram gözlemlenebilir mi? Hayır, bir rakamdır ve rakamlar gözlemlenemezler. Fakat, boşanma oranının ne olduğu, elbette, gözlemle belirlenebilir. Boşanmalarla yalandan bağlantılı bütün koşullar gözlemlenmeden, boşanma oranının ne olduğunu gözlemle belirlemek olanaklı mıdır? Herhalde değil; fakat, bundan, mevcut belli bir boşanma oranının, boşanmaların gerçekleştiği olgusundan "aynlabilir" olgular da dalül, toplum ya da toplumun bireyleriyle ilgili diğer olgulan açıklayamayacağı sonucu çıkmaz. Yüksek bir boşanma oranı, yüksek bir gençlik kusuru oranım, ya da düşük bir evlilik oranını (örneğin, yüksek boşanma oram, evlilik konusunda düşkınkhğım arttınrsa) açıklayabüir. Yüksek bir boşanma oram, boşanmaların büyük bölümünde, bu kadar çok insan boşanmaya çalıştığına göre
zorunlu olarak başvurulan alışılmamış araçların etkili olduğunu da açıklayabilir. \ Benzer yorumlar ekonomik yapıya da uygundur. Gözlemle belirlenebilir, fakat, bir sayı gibi soyut bir kendilik olduğuna göre, gözlemlenebüdiğini söylemek isabeüi olmaz.'" Ekonomik yapının niteliği, Acton'm sözünü ettiği üişküerin eşanlı gözlemlenmesi olmaksızın gözlemle belirlenemez olsa bile, bu, hiçbir şeküde, ekonomik yapının özeüiklerine başvurarak bü ilişkileri açıklamayı dışlamaz. Ekonomik ve ekonomik olmayan değişkenlerin pratikte birlikte gerçekleşmeleri olgusu, ikinciyi birinci gereğince açıklama girişimini nasd geçersizleştirebilir? Bunlar banal görüşlerdir. Gelişmiş herhangi bir bilimdeki teorisyenlerin pratiği bunlan kanıtlar. İlgili fizisel süreçler, açıkladıktan biyolojik süreçlerden ayn olarak gözlemlenemez olduklarında, moleküler biyoloji, biyolojik görüngüleri fiziko-kimyasal terimlerle açıklayamaz mı? Rechtsfret {moralitatasfrei, vb) ekonomik yapının hukuku (ahlak ilkelerini, vb) açıklama kapasitesi üzerine Actonvari yergüer, bilime yabancı bir açıklama kavrayışına dayanır. Bu nedenle tarihsel materyalizm bunlan gözardı edebilir.
(6) Bir Daha Haklar ve Erkler Üzerine Altbölüm (2)'deki haklar ve erklerle ügüi anlatım, kaşıdı olarak basideştirüdi; çünkü, ana noktalar belirtilinceye kadar karmaşıklığı ertelemek akıllıca görünüyordu. Önemli bir basitleştirme, her sahiplik hakkının bir şey yapma hakkı olarak ele alınmasıydı. Bir toprak sahibinin toprağım kullanma hakkı vardır ve bu hak, gerçekten de bir şey yapma hakkıdır. Fakat, başkalarının onun toprağım kullanmaması hakkı da vardır ve bu, birşey yapma hakkı değildir. X'in sahip olduğu ve y'nin onun toprağım kullanmama hakkıyla özdeş olan bir şey yapma hakkı yoktur. (Standart olarak, eğer jc'in, y'nin onun toprağını kullanmama hakkı varsa, y'nin onun 333
271
lllusion of the Epoch, s. 167; italikler benim.
"'- Burada, ilişkilerin gözlemlenemez olduğunu varsayıyoruz -tartışmalı bir felsefi iddia. Yanlışsa yanlıştır. Ekonomik yapının gözlemlenebilir olduğunu yadsımamaza gerek yok.
toprağını kullanmasını önleme hakkı da vardır. Fakat bu, birinci haktan kaynaklanan, onunla özdeş olmayan ek bir haktır). Aksine, jc'in, y'nin onun toprağım kullanmama hakkı, / y e karşı sahip olduğu bu hak, y'nin jc'in toprağım kullanmama yükümlülüğüyle (x'e karşı) özdeştir. Peki, jc'in, y'nin onun toprağım kullanmama hakkına hangi erk denktir? Yamt, x'in y'nin qnıuı toprağını kullanmama erki değildir; zira, bu anlamsız bir ifadedir. Bir erk, her zaman birşey yapma erkidir. Fakat x'in y'nin onun toprağım kulanmama hakkı ile y'nin x'ın toprağım kullanmama yükümlülüğünün özdeşliği dikkate alındığında, x'in hakkına denk olan şey, y'nin jc'in toprağım kulanma erkinden yoksunluğudur diyebiliriz. Fnin erkten yoksunluğu, x'in hakkımn de facto karşılığıdır. Altbölüm (2)'de bir insanın hakkına, aym adamın yeteneği denkti. Bazen, şimdi görüyoruz, bir adamın hakkına, başka bir adamın yeteneksizliği denktir. Genelleştirirsek, hukuksal çerçevede z yapma yükümlülüğünün z yapma hakkından daha az temel olmadığım kabul etmemiz gerekir. Buna denk ekonomik çerçevede ise, sadece erkleri ya da yetenekleri değil, yeteneksizlikleri ya da kısıtlılıkları da belirtmeliyiz. Fakat tıpkı, bir erkin kendisini sağlayan etkin haktan ayn olması gibi, bir kısıtlılık da kendisim dayatan zorunlu yükümlülükten ayrıdır. Serf, hukuksal olarak zorunlu olduğu için çalışmak zorundadır demek boş laf değil. Altbölüm (2), erklerin derece olarak değiştiklerini gözlemleyememesiyle, şeyleri olduklarından daha basitleştirmişti. Bir A kişisini ve bir de r hakkım düşünelim. j4'nın r'si vardır, ya da yoktur. A'nın şu ya da bu derecede r'ye sahip olduğu doğru değildir. Hem A'rıın hem fi nin r hakkı varsa, hiçbiri diğerinden fazla ona sahip değildir. Hak sahipliği, derece bakımından değişmez. Bir hak parçalara bölünebilir ve bir kişi bazı parçalara sahipken diğer parçalan olmayabilir. Kolay başaçıkılır bir örneği ele alırsak, bir kişinin herhangi bir zamanda cam istediği kadar evinde trompet çalma hakkı, sabah 9 il 10 arasında çalma hakkına, 10 ile II arasında çalma hakkına vb bölünür. Yatma vaktiyle sınırlanan başka 273
bir trompetçi bu haklardan bazılarına sahiptir, bazılarına değil. Birinci adamın daha fazla tpompet çalma hakkı vardır, fakat daha büyük derecede bir hakkı yoktur. Ne var ki, erkler derece bakımından değişirler. Ya da, söylenenlere karşı, hakların derece bakımından değiştiğinde ısrar edilirse, erkler, haklardan farklı bir şekilde derece bakımından değişirler. Nigel ve Fred, ikisi de Brighton'a gidebilir durumdadırlar; fakat Nigel, Fred'den daha iyi yapabilir durumdadır. Nigel'in oraya varma yeteneği daha fazladır, çünkü, Fred'den farklı olarak, bir arabası vardır ve Fred'in ancak trenle gitmeye gücü yetiyor. Ücretli işçderin emek güçlerini alıkoyma haklan vardır. Aşın durumlar dışında, bir ölçüde bunu yapabilir durumdadırlar da. Fakat bunu ne ölçüde yapacaklan, işçiden işçiye değişir. Aynca, kapitalizmin tarihinin farklı evrelerindeki temsili ya da ortalama işçi için de değişir. Haklar de erkler arasındaki bu karşıtlık, hukuksallık sorununa çözümümüzü bozmaz. Haklara denk erklerin tarifler üretme prosedürün, yine de savunduğumuz erdemleri vardır. Fakat programımızı izlerken, denk rechtsfrei bir tarifin lehine rechtsvoll bir tarifi elediğimiz zaman, belirtilen erkleri insanların ne ölçüde kullandıklarım sormaya geçebüiriz -gördüğümüz gibi hukuksal karşılığı olmayan ve yanıtı, ekonomik yapıların doğru anlaşılması açısından birincd önemde olan bir soru. Erk, birçok boyutta derece bakımından değişir ve altbölüm (7)'ye uygun!uklan nedeniyle, bu boyutlardan ikisiyle dgüeneceğiz. Bizi Ugilendiren, bir kişinin z yapma eririnin, derecesi bakımından, o kişi için z'yi yapmanın ne kadar güç olduğuna ve onun için z yapmanın ne kadar pahalı olduğuna bağlı olduğudur. Bunlar, o kişi için z y apmanın zor olabilmesinin farklı biçimleridir."' Bir şey yapmanın maliyeti ile güçlüğü arasındaki farklılık bir '"- Bir sonraki paragrafta "güç" "pahalı" dan ayırt ediliyor ve buradaki "zor" sözcüğüyle "güç ve/veya pahalı"yı anlatmak istiyoruz. Seçilen sözcüklerin sıradan anlamlarıyla belirtmediği basit ayrımlar yapıyoruz; zira, üç sıfattan herhangi ikisi, ya da bazen üçü, birçok bağlamda birbirlerinin yerine kullanılabilir. Yarı teknik anlamlarım ileri sürmemiz gerekir; çünkü, bir tek sözcüğün ya da kısa bir ifadenin, ayırt etmek istediğimiz anlamları olmaz.
333
örnekte görülecek. Bir arkadaşın mutlaka havaalanına gitmesi gerekir ve ben, ya 10 pound taksi parası vererek ya da selemi alıp bisikletimle onu zamanında oraya götürebilirim. Yoksulum, fakat cebimde 10 poundum var, bu nedenle, ona taksi parası vermek benim için güç değil, fakat pahalıdır. Pahalıdır, çünkü, ona 10 pound vermek benim için büyük bir özveriyi gerektirir, fakat, parayı almak için Londra'nın diğer ucundaki bir bankaya gitmek zorunda kalmam durumunda olacağı gibi, 10 pound vermek benim için güç değil. Diğer durumda, özellikle uzun mesafe götüreceğin bir yolcuyla bisiklet sürmekten hoşlanırım, bu nedenle, yapılması güç bir şey Olsa da, onu havaalanına bisikletimle götürmemin bana hiçbir maliyeti yoktur. Arkadaşı havaalanına ulaştırmamın birinci şeklinde hemen hemen hiçbir enerji harcamam, fakat büyük bir özveriye katlanırım; ikinci şekilde ise fazla enerji harcarım, fakat hiçbir özveride bulunmam. Birinci yol pahalıdır, ikincisi güç. Onu oraya götürmek için zengin biri olmam durumunda olacağımdan daha az eririm var, ve avludaki bisiklet yerine çatıda bir helikopterimin olması durumunda sahip olacağımdan daha da az erkim var. Çoğunlukla güç olan şey, güç olduğu için pahalıdır da, fakat bu her zaman böyle değil; iki değerlendirme, pratikte erki azaltan faktörler olarak adlandırılmayı gerektirecek kadar farklıdır. Bir kişinin sahip olduğu z yapma erki miktarının, z yapmanın o kişiye maliyetiyle ters orantılı olduğunu savunan Alvin Goldman, maliyet boyutunu açıklar.'" Bu nedenledir ki, diyor Goldman, bir kişiyi belli bir şekilde hareket etmesi durumunda istenmeyen bir sonuçla tehdit etmek, onun o şekilde hareket etme erkini azaltmaktır. Yine de öyle hareket edebilir; fakat öncekinden daha az yapabilir. Goldman'ın değerlendirmesi değerlidir, fakat eksiktir. Enerji harcamayı bir maliyet biçimi olarak gördüğü için, bizim bir kişinin z yaparken çekebileceği güçlük saydığımız şeyi maliyet kavramı-
"Towards a Theory ofSocial Ptnver." s. 249.
274
tun içine sokar;'" fakat eneıji harcamak, çoğunlukla bir maliyet dayatsa da, gerçekte maliyet değüdir. O halde -Goldman'ın bir örneğini uyarlarsak'1'- her birinin kendi gözde kanun tasarısını kanunlaştırabüdiği, fakat birincisi sadece üç telefon görüşmesiyle işi halledebildiği halde, diğerinin uzun bir lobi faaliyeti yürütmek zorunda kaldığı iki senatörü ele alalım. Sezgisel olarak şunu söylerdik: Birinci senatörün, ceteris paribus, tasarısını meclisten geçirmek için daha fazla erki vardır ve her iki senatör de, taşanımı kanunlaşması için yapılması gerekenlerden büyük ölçüde hoşlansalar da, bu böyledir; ve taşanımı kanunlaşması nedeniyle hiçbirinin daha fazla zevkten vazgeçmesi gerekmez. Bu nedenle ikinci senatör, daha az erkli olmasına karşın, tasanyı meclisten geçirmek kendisine daha fazlaya mal olduğu için daha az erkti değüdir. Güçlük, maliyetten ayn erkle ilgili bir değerlendirmedir. Kapitalist toplumda her işçinin bir patron olabileceği burjuva propagandanın bir klişesidir. Bu yalan olabilir; fakat, çoğunlukla önemli bir maytietle ve/veya büyük güçlüklerle de olsa, kuşkusuz bazı işçiler patron' olabilir. Bunun, *'in bir patron olabileceği, bir patron olmanın x için son derece zor olacağı olgusuyla bağdaştığına dikkat edin. Kapitalizm yanlısı ideolojide bu tutarlılık fazla vurgulanmaz.
(7) Proletaryanın Hakları ve Erkleri Altbölüm (2)'te tarif edilen proletaryanın, herhangi bir verili kapitalist için çalışmayı reddetme hukuksal hakkı vardır, aynca kim olursa olsun bütün kapitalistler için çalışmayı reddetme hukuksal hakkı da vardır. Fakat, ikinci hakkı karşdayan erki yoktur; zira, açlıktan ölme acısıyla, kapitalist sınıfın şu ya da bu üyesi için çalışmak zorundadır. Mani'm sık sık yinelediği iddiasının, işçinin "Towards a Theory of Social Power," s. 251. Enerji harcamanın, ipso faclo. bir özveri olduğu kavrayışı burjuva bilince derin kök salmıştır. Ömcğiıı Adam Smith'in. M a n "m şiddetle karşı çıktığı, özünde "eziyet ve sıkıntı" olarak emek düşüncesi olarak ortaya çıkar. Scitovsky'nin Joyless Economy"sinin çoğu, Birleşik Devletler'üı ekonomik kültüründe bu kavrayışın sonuçlarının bir sergilenmesidir (özellikle bkz. 160-161). '*- "Towards a Theory ofSocial Power," s. 249-250.
333
tikel bir kapitalist tarafından değd bir bütün olarak kapitalist sınıf tarafından sahiplenüdiği iddiasının rechtsfrei anlamının bu olduğunu gördük. Sınıf karşısında, de jure olmasa da de facto köle konumundadır. Bu hep doğru olsa da, Mani'm yaptığı gibi, koşullan belirtilmeden ifade edüdiğinde kesinlikle yanlıştır. Proleter, bir kölenin kendi tikel efendisinin karşısına çıkması gibi, kapitalist sınıfın karşısına çıkmaz. îşçi sınıfının kendini zorla dayatması, bu benzetmeyi kırılma noktasına kadar germiştir. Şimdi, buıjuva yaşadığının egemen olduğu ülkelerde çağdaş işçderin hak ve eıkleriyle ügüi daha gerçekçi bir ifadeye kalkışıyoruz. Tek başına hareket eden proleterin erki üe, kolektif olarak hareket eden bir işçi grubunun (ya da bütün sınıfın) bir üyesi olarak proleterin erkini ayırt edebiliriz. Aynca, işçinin kapitalizm içindeki erkini kapitalizmden kaçma erkinden de ay ut etmeüyiz. Kapitalizm içindeki bireysel ve kolektif erkle başlıyoruz. 'Tek kişi ayakladığında patron dinlemez, fakat sendika konuştuğunda diidemek zorundadır.""' Sermayeyle karşı karşıya gelmesinde bir tek işçinin "zayıf gücü", geniş ölçüde anlaşılır. Onun başkalanyla birlik halindeki gücü, başka bir konudur. Sayısız somut koşula göre değişir, fakat, aşağıdakini yanhşlamayacak kadar büyüktür: Romalı köle zincirle tutulurdu: Ücretli emekçi sahibine görünmez iplerle bağlıdır. İşverenlerin sürekü değişmesiyle ve fictio juris bir sözleşmeyle bağımsızlık görüntüsü muhafaza edilir.3' Çağdaş işverenler,emek sözleşmesinin salt fictio juris olmasını isteyebilirler. İşçüer toplu pazarlığa başladılar mı, emek gücünü alıkoyma soyut olasılığı, sürekli savrulan ve sık sık yerine getirilen gerçek bir tehdide dönüşür. Kapitalizm içinde işçderin konumu, bu nedenle önemli ölçüde iydeşmiştir/5' ">- "Talking Union"dan, Alraanac Singers. »- Kapital, C. t, s. 589. Kuşkusuz, bütün işçiler sendikalara üye değildir, fakat, sendikaların varlığından sadece sendika üyeleri yararlanmaz.
276
Grev yapmak, emek gücünü kapitalist(ler)den alıkoymaktır. Grev yapabden işçüer, kapitaUst sınıf tarafından de facto "sahiplenilmezler." Liberal kapitalist ülkelerde, işçilerin farklı zamanlarda ve yerlerde farklı ölçülerde ihlal edebüdiği az çok kısıüamalarla birlikte, grev yapma eriri hukuksal olarak kabul edilir. Grev yapma hakkı temel burjuva ideolojisine uygun mudur, yoksa onunla çelişir mi? Temel buıjuva ideolojisi,1" zor kullanmamak ve dolandıncılık yapmamak koşuluyla bireyin istediği kişiyle sözleşme yapma hakkını tanır ve konır. İdeoloji, başkalarının gelecekteki sözleşmelerine müdahaleden uzak durma karşılıklı yükümlülüğünü de dayatır. Fakat, koşullar, örneğin başkalan arasında daha önce yapılmış sözleşmeler, birisinin istediği gibi sözleşme yapmasını önlerse, temel ideoloji o kişinin yalanmasına mazeret vermez. Bir grev, teklifi belli koşullan karşdayıncaya kadar üçüncü bir tarafla -işveren-- sözleşmeyi fesetme konusunda birbirleriyle anlaşan işçüer arasında bir sözleşmenin yerine getirilmesi olarak görülebilir. Temel ideoloji, işverenin pazar gücünü sınırlamasına karşın, her işçinin böyle sözleşme yapmasına izin verir. Yalnızca beüi bir sendikanın üyelerini çalıştıran işyeri de temel buıjuva norma uygun görünür, zira, kendüeriyle sözleşme yapmayanı çalıştıramayacağını kapitalistle yaptıklan sözleşmeye yazdıran işçilerdir. (Grev kinci emeğin grevdeki bir işyerine girişini önlemek için zor kullanma, açıkça, burjuva-yasal değil; zira, kimseyle sözleşme yapmamaya karar veren o kişi de, diğerlerinin sözleşme yapmasını zorla engeüeyemez.) İlk zamanlardaki birleşme ve grev yasaklan temel buıjuva ilkelerin uygulanması değü, bu ilkelerden sınıf çıkarı gereği uzaklaşmaydı. Temel buıjuva ideolojisi, potansiyel olarak, kendi kendini baltalayıcıdır. Zira, beüi tipte özgür sözleşmeler yasaklanmazsa, sözleşme özgürlüğü maksimize eddemez. Bu nedenle, bütün özgür sözleşmelerin gerçekleşmesine izin verme temel ilkesi, çoğunlukla, 333
'"- Anarchy, State and Utopta'dı Noziek, temel buıjuva ideolojisi dediğimiz şeyi açıklayıp savunuyor.
örneğin gelecekte sözleşme yapmayı sınırlayacak özgür sözleşmeleri yasaklayarak genel olarak sözleşme özgürlüğünü geliştirme türev ilkesine yol açar. Temel ilkenin buyruğu oldukça açıktır; türev ilkenin imaları ise daha az bellidir. Piyasa özgürlüğü, bizzat bu özgürlüğün kullandmasının sonuçlarına karşı ne ölçüde korunması gerekir? Hangi işlemler, "ticareti kısıtlama" eylemim oluşturur? Grev hakkım temel ideoloji garantder, fakat yerine geçen türev tarafından da tehlikeye sokulur. Kapitalizmin bu bakımdan kendi temel ideolojisine uymasını sağlamak için kanlar akıtddı ve sonunda kazanılanın, türevin uygulanmasıyla yitirilmesi olası değil: İşçilerin çok fazla gücü vardır. Yukarda söylenenlere karşın, her işçi, nıhyetinde bir kapitalist için çalışmak zorundadır. Fakat sendikadan ötürü, yaptığı sözleşmenin koşulanyla dgili söyleyecek epeyce sözü vardır ve bir bütün olarak kapitalist sınıfın önünde güçsüz değildir. Bu nedenle, kapitalist sınıf tarafından de facto "sahiplenilmez." Bu "sahiplik"le başka bir sınırlamaya dönüyoruz. Bu sınırlamanın çok büyük ideolojik önemi ve ideolojiden de ayn olarak gerçek bir anlamı vardır. Bu, en azından bazı işçderin küçük burjuvalaşabilmeleri ve bazdarırun daha da deri gidip tam boy kapitalistler haline gelebilmeleri olgusudur -bunu başarabilmek kolay bir şey olmasa da. Fakat, çok farklı derecelerde de olsa, bireysel kurtuluş kapısı bir ölçüde sensu diviso birçok proletere açıksa, sensu composito bir bütün olarak proletaryaya da açıkça kapalıdır. Modern teknolojinin ortaya çıkışından soma, herkesin kendi işini yapan Jeffersonian bir küçük burjuva ya da çiftçi olma zamanı geçmiştir. Hiçbir proleteri dışlamayacak şeküde bütün işçderin kapitalist olabüeceği düşüncesini, bizzat kapitalizmin tanımı dışlar: ... bir sınıfın bireyleri için ... [içine girdikleri üretim dişküerini] parçalamadan onların en masse üstesinden gelmek olanaksızdır. Teldi bir birey, tesadüfen bu ilişkilerin tepesine gelebilir, fakat bu ilişkilerin egemenliği altındaki diğer kitle yapamaz; 279
çünkü, onların [yani ilişküerin] salt varlığı bağımlılığı, bireyler kiüesinin zorunlu bağımlılığını ifade eder.(1) Kolektif kurtuluş, bir dizi bireysel çıkışlarla gelemez, ancak kolektif olarak smıf erkinin kuüanılmasıyla gelebilir. Peki, örneğin Britanya'da proletaryanın gerekli erki var mı? Eğer varsa, neden kapitalizmi devirmiyorlar? Erkin derece bakımından değiştiğini anımsayalım (bkz. altbölüm (6)). Bu nedenle, birinci sonıya yınıtın, sol hizip tartışmalarında bazen varsayddığı gibi, koşulsuz bir "evet" ya da "hayır" olduğunu düşünmemeliyiz. Bugün Britanya'da sosyalist devrimin fiyatı, yaşam standardında önendi bir dolaysız düşüş olsa, bu, işçi sınıfının elinde ne kadar kapitalizmi devirme erki bulunduğunu gösterir. Devrimin maliyetinden güçlüklerine dönersek, geniş orta sınıfları şu anda güçlü bir şekilde bağlı olduklan kapitalizmden koparmak gibi devasa görevlerin hesaba katılması gerekir. Burada, birinci soruya basit bir yanıtın doğru olmayacağında ısrar etmekten fazla bir şey yapamayız. Birinci soruya doğru yanıt, gereğince nitelenmiş bir evet olabilir. Bu da bizi ikinci soruya getirir. Kapitalizmi niçin devirmedüer? Kısmen birinci soruya yanıtla bağlantılı koşular nedeniyle. Fakat diğer nedenlere de değinmek gerekir. Bir adam penceresiz bir odadadır ve küitli olmadığı halde oda kapısının küitli olduğunu sanıyor. Kilitli bir odadaki adamdan farklı olarak, odadan çıkabüir. Ne var ki, çıkabüeceğini bilmediği için, kapıyla uğraşması olası değü. İnsanların bazen kendi erklerini kullanmamalarının bir nedeni de, o erke sahip olduklarının farkında olmamalandır. Kapitalist toplum, kolektif öz-örgütlenme yeteneğinden yoksun işçi imgesini yansıttığı her seferinde, erkin farkında olmamayı üretir ve güçlendirir. Kolektif erkin kullanılması bakımından bdgi ve inanç özellikle önemlidir: Eğer bütün köleler birlik içinde hareket etselerdi, efendüerini 333
*"- Grundrisse, s. 164 ve krş. "Results," s. 1032, 1079.
bunaltırlardı. Fakat bundan, efendilerinden daha fazla kolektif erke sahip oldukları sonucu çıkmaz; zirai, her biri, birlikte hareket ettiklerinde egemen olabileceklerini bilse de, isyan eyleminin diğerleri tarafından destekleneceğinden yeterince emin değildir."' Devrimci mücadelede dayanışmanın başhca erdem olmasının nedeni budur. Dendebilir ki, parlamenter bir demokraside karşılıklı güven sorunu ortaya çıkmaz. İşçi, diğerlerinin benzer "isyan eylemi* eşlik etmese bde "maliyetsiz" olan bir girişimle, devrimci bir adaya oy verebilir. Naif bir şekilde varsayalım ki,°Voy sandığı, salt kendi başına, sosyalizme ulaşmanın kusursuz bir aracıdır. Peki o zaman, işçiler neden devrimci adayları seçmezler? Sosyalist olmayan bir bakış açısından yanıt şu olabilir: Kapitalizm işçi sınıfının nesnel çıkarmadır, bu nedenle onu korumak için oy kulanırlar. Devrimci bir bakış açısının farklı yanıtları olması gerekir. 1960'larda "Marcusean" bir yanıt popülerdi: Burjuva ideolojisi işçilerin kafasını o kadar esir almıştır ki, kapitalizmin oltasına takılmış ve sosyalist bir seçeneğin fiilen farkında değildirler. Kuşkusuz, bu yanıt, abartılmış bir biçimde gerçeğin bir kısmım verir. Fakat gerçeğin tamamı olmadığım kavramak önemlidir. Zira, bu yanıt sosyalist bir dönüşümü gerçekleştirmenin maliyetlerini ve güçlüklerini gözardı eder. İşçiler, buıjuva ideolojisinin aldattığı çaresizler olacak kadar karacahil, ve sosyalist projenin büyüklüğünün farkında olmayacak kadar bilgisiz değildir. Ancak kriz zamanlann'"- Goldman, "Towards a Theory of Social Power," s. 238. 1594'te Esscxli bir emekçi, "Yoksul insanlar uyanıp birlemeler, zenginler yoksullara karşı ne yapabilir?" diye soruyordu (Hill, Rcformaıion to Indusırial Revolution, s. 93). Sorun, yoksulların uyanıp birleşmesinin zor olmasıdır. Benzer belirlemeler için bkz. Hill, Puritanism and Revolution, s. 112 ve Prolhero, "William Benbow," s. 164. Varsayımın neden naif bir şekilde olduğunu açıklamak bizi konumuzdan çok uzaklaştırır. Burjuva parlamenlarizminin niteliği üzerine kusursuz yorumlar için bkz. Andcrson, "The Antinomies of Antonio Gramsci," s. 27 vd.
280
da işçiler kapitalizmin üzerlerine yıktığı yükü kavrayacakları için değü, kriz yeterince kötü olduğunda sosyalist bir seçeneğe yönelmenin göreli olarak daha tolere edüebilir olmasından ötürü Marksist gelenek sadece kriz anlarında devrim bekler.
(8) Ek (i) Roma Hukuku ve Kapitalizm. Grundrisse'in "Giriş"inde Manı, maddi gelişme de tinsel gelişme arasındaki "orantısızlık" örneklerini tam tır. Sanatın ekonomiyle birlikte gitme olasılığını göreli bir temkinlilikle görür.'" Eğitim sistemindeki özerklik, çok daha sıkıcıdır. Fakat "gerçekten güç olan nokta," üretim ilişkderinin hukuksal ilişlriler olarak bu eşitsiz gelişmede hangi rolü aldıkl andır. Örneğin Roma medeni hukukunun (bu, ceza ve anayasa hukukuna daha az ölçüde uygundur) modem üretimle ilişkisi.0' Ekonomisi köleliğe dayanan bir toplum olan eski Roma'nın hukukuna içeriğini bu kadar borçlu yasaların yönettiği mülkiyet ilişküerinde modern kapitalist üretim ilişkderinin hukuksal ifadesini bulması nasd olur? Sorun, Grundrisse'in ana gövdesinde çözülür. Çözümün özü: Kapitalist mülkiyet öğeleri ve mübadele, gerçek kapitalist ekonomik yapının oluşmasından çok önce vardı ve bunlan yöneten eski yasalar, özel düzenlemelerdeki -ki bu kapitalizmdir- işlemlere de uygulanabilirler. Bu nedenle, antikitede "değişim değeri üretimin temeli olarak işlev görmemiş" olsa da, bir mübadele sektörü vardı ve bu sektörde, "özgür insanların dünyasında," "en azından basit dolaşım anlan gelişmişti." Dolayısıyla, Romada ... tüzel kişilerin belirlenimleri, mübadele sürecinin öznesi, gelişmişti. Burjuva toplum hukukunun özsel belirlenim"'- Bir bütün olarak sanatı gerçek üstyapısal görmediğinin bir kanıtı. Grundrisse. s. 109.
322
leri, [böylece] geliştirilmesi anlaşılırdır.'" Kapitalist olmayan bir ekonomideki gelişmemiş meta üretimini düzenlemek için tasarlanan yasalar, yeterli genellikte biçimlendirilirse, tam olarak biçimlenmiş kapitalist meta üretimine de uygun olurlar: İster ürünün üreticiye ait olduğu ve eşdeğeri eşdeğerle mübadele eden bu üreticinin sadece kendi emeğiyle zenginleşebildiğf bir zamanda olsun, ister toplumsal servetin giderek artan ölçülerde, başkalarının karşılığı Ödenmemiş emeğini tekrar tekrar kendilerine maledecek konumda olanların mülkiyeti halini aldığı kapitalizmde olsun, aynı hak yürürlükte kalır.'1' Kapitalistlerin kullandığı temel erkler, öğeleri Roma hukukunun kabul ettiği erklerden oluşan bileşiklerdir. Kapitalizme geçiş, kapitali*™ öncesi toplumlarda meşru olan, fakat sadece çevresel uygulanan erklerin merkeziliğine ulaşmadır. O halde burada, gereken hukukta eş ölçüde bir değişim olmaksızın mülkiyet ilişkileri çok fazla değişebilir:'5' Hukuksal üstyapının ekonomik temel tarafından belirlenmesinin IV. tipten örneği. (ii) Temel ve Üstyapı Konusunda Anderson. Manc'ın hukuksal üretim ilişkileri tariflerinin harfi harfine alınamayacağını gördük. Bu nedenle Perry Anderson'ın, Manc'ın "tarımsal mülkiyet biçimleri"ni araştırmasını kesin anlamında bir mülkiyet incelemesi olarak yorumlaması yanlıştır.'4' Bu şekilde tasarlanan hukuksal olarak geçerli olsun ya da olmasıfı, "mülkiyet diye tasarlanan ... şey'in bir incelemesidir. Anderson'ın yanlış yorumu,'5' Lineages'dt bu konuda kalkıştığı ">- Grundrisse, s. 915-916., Ayrıca bkz. s. 157. Kapital, C. l . s . 603-604. Bu konunun geniş bir değerlendirmesi için bkz. Renner, Institutions of Private Law, Bölüm II. Gerçi Roma hukuku ortaçağda kullanışsız duruma düşmüştü, canlandırılıp yeniden düzenlenmesi gerekliydi. • Lineages of the Absolutist State, s. 405. Ekonomik ve toplumsal ilişkilerin hukuksal yasalaştınlmasmdaki karakteristik gferiden geliş"i (Passages from Antiquity to Feudalism, s. 147) kabul ettiği dikkate alındığında çok tuhaf bir yorum. Anderson, Marx'ın tarımsal "mülkiyet"in sadece hukuksal olarak yasalaşmış biçimleriyle ilgilendiğini düşünemez.
282
talihsiz önerisine destek olarak Manc'ı kullanma girişimim geçersizleştirir. Bazı Marksist tarihçilerin "feodalizm" terimine uyguladıktan enlemi hakti olarak yeren Anderson, "Ming Çin'i, Selçuklu Türkiye'si ve Cemşid'in Moğolistan'ı"na (vb), hepsine birden "feodal" denildiğinde, tek başına ekonomik yapının niteliğinden hareketle, kapitalizmin neden diğer toplumlarda değil de Avrupa'da doğduğunu açıklamanın olanaksız olduğunu ileri sürer. Avrupa'da kapitalizme yol açan feodalizm idiyse, başka yerde niye yapmadı? Anderson'm karşı çıktığı görüşe göre, yanıt, Avrupa ve Avrupalı olmayan toplumlardaki karşıt üstyapısai özelliklerde aranır -Anderson'm açık nedenlerle "idealist" dediği bir yol.'" Anderson'm, yersiz bir şekilde dektek olarak Manc'ı kullandığı kendi çözümü ise, kapitalizm öncesi toplumlarda "akrabalık, din, hukuk ya da devlet 'üstyapılan', zorunlu olarak, üretim tarzının oluşum yapısına girerler" demektir.® Burada "üstyapı" ekonomik temel üzerinde yükselmez. Onun bir parçasıdır. Herhalde bu nedenle tırmak içine alınmış. Fakat bu çözüm, karşıtlarınınkinden daha az idealist değildir. Tarihsel materyalizmi eleştirenler, üretim tarzı dışındaki boyutların temel olduğunu iddia ettiklerinde, bu boyutlan üretim tarzına sokmak yanıt olmaz. Kapitalizmin Avrupa dışında kendiliğinden ortaya çıkmaması olgusu, tarihsel materyalizm için ciddi bir sorundur. Eğer olacaksa, çözüm, farklı bölgelerin farklı maddi koşullarına dikkat edilerek, gerçek üretim ilişkileri arasında ince ayrımlarla olacaktır. Sorun bu şekilde çözülemezse, o zaman bu, tarihsel materyalizmin temel ile üstyapı ayırt ettiği iddiası için değil, tarihsel materyalizm için kötüdür.
"•-Lineages, s. 402-403. Lineages, s. 403.
322
t
-IX-
İşlevsel Açıklama: Genel Olarak (1) Giriş Bu bölüm, diğerlerinden daha çok felsefidir ve felsefi olmayan okuyucuların, bölümü özellikle güç bulması olasıdır. Pek çoğu, işlevsel açıklamanın büyük ölçüde tarihsel materyalizme gönderme yapdarak tartışddığı X. bölüme hemen geçmek isteyecektir. X. bölüm, felsefi olarak teknik değd ve bunu gerektirmez. İşlevsel açıklamayla dgili olarak toplumbilimcderin ve tarihçilerin hissettiği ve X. bölümün hafifletmeye çalıştığı huzursuzluğun ötesinde, kuşkusuz pek çok kişinin hissettiği, fakat felsefecder tarafından eklemlenen derin bir felsefi kuşkuculuk bulunduğu için bu bölüm gereklidir ve işlevsel-açıklama tarzının kullanımım serbesleştirmiş bir kitapta bu kuşkuculukla yüzleşmek yerindedir. Zira, en açık biçimde VI. ve VIR bölümlerde tarihsel materyalizm, işlevselci bir tarih ve toplum teorisi olarak sunuldu. Önce, üretim ilişkilerinin, sahip oldukları nitelik sayesinde üretken güçlerin gelişmesini teşvik ettikleri için sahip oldukları niteliğe sahip oldukları söylendi; sonra, üstyapının, sahip olduğu nitelik sayesinde üretim ilişkilerine istikrar kazandırdığı için sahip olduğu niteliğe sahip olduğu söylendi. Bunlar, büyük işlevsel-açıklama iddialarıdır. İşte, çeşitli alanlardan, görünüşte yapıya benzer bazı açıklayıcı cümleler: İçi boş kemikler uçmayı kolaylaştırdığı için, kuşların içi boş kemikleri vardır. İçi boş kemikler uçmayı kolaylaştırdığı için, çitin üzerindeki şu kızıl gerdan kuşunun içi boş kemikleri vardır. 285
Ekonomiler büyük ölçeği getirdiği için, ayakkabı fabrikaları büyük ölçekli çalışır. Toplumsal iç yapışkanlığı sürdürdüğü için bu yağmur dansı yapılır. Dün toplumsal iç yapışkanlık tehlikede olduğu ve yağmur dansı bunu güçlendirdiği için dün yağmur dansı yapılıyordu. Kapitalizmin gelişmesini teşvik ettiği için Protestanlık erken modern Avrupa'da güçlendi. Bu ifadelerin anlaşılabilirliği, bir görüngünün sonuçlarının onun açıklanmasına katkıda bulunduğu ayn bir açıklama prosedürü bakımından prima facie bir durum yaratır. Genelde şöyle düşünülür: Durum daha ileri incelemenin üzerine çöker, böylesi her belirleme ya yandtıcıdır, ya da, eğer sağlamsa, alışılmış türden şu ya da bu nedensel öyküye sıkıştırılması ya da işaret edilmesi sayesindedir. Genel kanının kötü-düşünülmüş olduğu yargısına varıyoruz. Bu cümlelerde, gerçekten ayn bir açıklama biçiminin geliştirildiğine dair alternatif görüş, daha fazla incelenmeyi hak ediyor. Bu ve benzer örneklerde geliştirilmiş, özgüllüğünü ayrık mantıksal biçimin genelleştirilmesinden alan özel bir nedensel açıklama tipi bulunduğunu varsayacağız. Bulmaya çalıştığımız ayrıklığa sahip açıklamalara "işlevsel açıklamalar" denddi ve "x'in işlevi, z yapmaktır" ifade biçiminin anlamı üzerine geniş bir yazın vardır. Böylesi ifadelerin, anlamlan nedeniyle işlevsel açıklamalar olduklan sanılır,"' fakat biz bu varsayımda bulunmayacağız: Bir işlev atfetmeyi işlevsel bir açıklama vermekle özdeşleştirmeyeceğiz. Dahası, 'Vin işlevi z yapmaktır" ifade biçiminin hiçbir çözümlemesini sunmadan işlevsel açıklamanın doğasını nitelemenin olanaklı olduğunu savunacağız. "Açıklama" sözcüğünün tercih edden bir anlamım koşul olarak deri süren terminolojik bir girişten soma, o anlamda işlevsel açık287
"'- Gerçi, göreceğimiz gibi, bu görüşü savunanların hepsi, kastetmez
"açıktama" sözüyle aynı şeyi
lamanın var olduğunu gösteriyor (altbölüm (3)) ve onu nitelendirme görevini, ele almadığımız işlev-yükleyici ifadeleri çözümleme görevinden ayınyoruz. Altbölüm (4)'te, burada işlevsel açıklamanın temeli olduğu iddia edden, sonuç yasası kavramı tanıtılıyor. Altbölüm (5) işlevsel açıklamaların doğrulanabilirliğiyle dgilidir ve altbölüm (6), olası bir kuşkuya karşı bunlan savunur. Altbölüm (7), C. G. Hempel'e borçlu eleştiri karşısında toplum bilimde işlevsel açıklamayı temize çıkarır.
(2) Açıklama "P", örneğin, bakır elektrik üetir, S gt3, Napoleon Waterloo'da yenildi, kuşların içi boş kemikleri vardır, Hopderin kültürel repertuarında bir yağmur dansı vardır, bu Hopili gnıp geçen Sah bîr yağmur dansı yaptı şeklinde ampirik bir cümle olmak üzere, "P, neden vakidir?" biçimli bir istek ya da soruyu düşünelim. Böyle bir isteğe ya da soruya neden-sorusu, buna yanıta ise neden-açıklaması (Bir neden-açıklamayı bu şelrilde nitelemenin doğru olması gerekmez) diyelim. Bütün açıklama talepleri, bir neden-soru biçiminde ifadelendirmeyi kabul etmez. Kuralların niçin öyle olduğunu değil kuralların ne olduğunu bilmek isteyen birinin dillendirdiği "satranç kurallanm açıklayın" talebi buna örnektir. Aym şelrilde, olanların nedenlerini değd, sadece kayda değer şeyleri bilmek isteyen birinden gelen "Kuzey İrlanda'da olup biteni açıklayın" talebi de böyledir. Konuşmacı, neden öyle olduğunu açıklamayan bir yanıtla yetinirse, "DNA'nın yapısını açıklayın" da böyledir. Karaciğerin yerine getirdiği yararların sıralanmasından fazla bir şey istenmiyorsa, "Karaciğerin işlevini açıklayın" da böyledir. Bu açıklama isteklerine ne-soruları dendebilir. İkinci türden bir isteğe doyurucu bir yanıt, bir neden-sorusuna doğru bir yanıt da olabilir. "Waterloo'da Napoleon'un zihinsel durumunun ne olduğunu açıklayın"a yanıt olarak verilebüecek "Manik-depresif bir dönemden geçiyordu" yanıtı, Napoleon'un Waterloo'da neden yenildiğini açıklamak için de kullarulabilir. Fakat bu333
nu neden-açıklayıcı niyetle dilendirmek, sadece bir ne-sorusuna yamt vermek için kuUanddığmda bulunmayan türden yüküm ve sorumlulukları taşır. Hempel, bütün sahici açıklamaların neden-sorularına yamt verdiğini savunur. Burada, "açıklama" terimini bir neden-sorusuna yamt vermekle sınırlamayı yasalaştırmayı uygun bulmuyoruz/" "Açıkla," ^açıklayıcı" vb terimler de, benzer şeküde sınırlandırılacak. Hempel gibi, neden-açıklama olmayan açıklamaların açıklama olduklarım yadsımıyoruz, ya da farklı anlamda açıklama olduklarım ileri sürüyoruz; fakat, konumuz neden-açıklamalar olduğu için, bunlara böyle dememeyi seçiyoruz.0' "X'in işlevi z yapmaktır" biçimindeki ifadelere "işlevsel açıklama" diyen yazarlar, iki tür açıklamamızdan hangisini verdikleri konusunda ayrılırlar. Bu tür ifadeleri çözümlemeye çalışanların pek çoğu, bunlan, Jt'e yararlı etküer atfeden ifadelerle eşüler. Onlar için 'Vin işlevi z yapmaktır" ifadesi, "x'in yararlı etkisi z yapmaktır" şeklindeki bir altbiçime eşdeğerdir -altbiçim, çünkü, hiç-
Bu yas» altbölüm (3)'te yürürlüğe giriyor. Hempel'in görüşü için bkz. Aspects of Scienlfic Explanation, s. 334,444 ve "Explanalion and Predictıon by Covering Lawj," s. 125 vd. Hempel, "açıklama"nın (vb.) neden-açıklayıcı ve diğer olaylarda belirsiz olduğunu savunduğunda haksızdır. Kendisim, açıklama kavramını, ya da en azından merkezi açıklama kavramını çözümleyen alarak sunar. Fakat gerçekle ise, tek bir tür açıklamanın, neden-açıklayıcı türden açıklamanın yeteridik koşularını araştırıyor. Yaptığı şeyi yanlış tarif eden Hempel, çözümleme diye sunduğu şeyin genel olarak açıklama kavramı olduğu varsayımıyla kendisini eleştirenlere etkisiz bir şekilde yanıt venr olmasaydı, ayrım cansıkıcı olurdu. Genel bir kavram çözümlemesi, Hemfel'in girişiminden daha az ilginçtir. Herhalde, açıklamak, oldukça basit bir şekilde açık kılmaktır, dolayısıyla, neden açıklamak da nedeni açık kılmaktır, ne'yi açıklamak ne'yi açık kılmaktır vb. Hempel, gerçekten de, birşeyin neden öyle olduğunu açık kılmanın koşullarıyla ilgilenir. Hempel, ilgisinin bilimsel açıklama olduğunu da doğru bir şekilde söyleyemez. Bütün bilimsel açıklamalar neden-açıklamalar değildir ve bütün neden-açıklamalar da bilimsel açıklama değil. DNA yapısının iyi bir açıklaması bilimsel bir açıklamadır, fakat, herhangi bir şeyin neden öyle olduğunu açıklaması gerekmez. Diğer yanda, neden-soıulan, bilimsel-öncesi sorulup yanıtlanır ve, Hempel'in de kabul edeceği gibi, bilim, bu sorulara yanıt vermek için yararlanılabilir daha kesin ve daha teorik bir öğreti gövdesinden başka bir şey değildir. Şuadan neden-açıklamadan ilke olarak farklı sunul ursa, bilimsel neden-açıklama anlatımı doğru olmaz. Hempel, bu koşula uyar ve anlatımı hem doğru hem yanlış olduğu için, her iki bağlamda da hem doğnı hem yanlıştır.
288
kimse, bütün yararlı etkilerin işlev olduğunu söylemez/" Onlann anlatımına göre, işlevsel bir x açıklaması, x'in işlevinin açıklanmasıdır, yararlı etkderinin sınırlı sınıfından açık, sistematik bir tarifidir. Bu etkilere göndermeyle *'in açıklaması olmaz. Örneğin, Jt'in neden olduğu yerde bulunduğunu söylemeyi amaçlamaz. Bu görüşe göre, "karaciğerin işlevi sindirimi kolaylaştırmaktır" ifadesi, karaciğer sindirimi kolaylaştırdığı için vücutta olduğu imasını taşımaz: Sadece karaciğerin işlevinin ne olduğunu açıklar.0' Neden-sorulanna yamt olanların ve bu nedenle tercih ettiğimiz anlamda işlevsel açıklama olanların, ' V m işlevi z yapmaktır" hiçindi ifadelerin anlamına ait olduğunu düşünen Wright bu anlatımlara karşı çıkar. Dolayısıyla, işlevin yüklemlerini (özel türden) yararlı etkilerin yüklemleriyle özdeşleştiren bütün çözümlemeleri reddeder. Altbölüm (3)'te, işlevsel yüklemlerin çözümlenmesi sorununu işlevsel açıklamaların doğası sorunundan ayınyor ve çözümleme konularında tarafsız bir tutumu benimsiyoruz. Ayırt edilecek bakış açdanmn bir ön tanıtımı: Bize göre değü, "yarar teorisyenleri"ne ve Wright'a göre, işlevsel bir yüklem, işlevsel bir yüklem olarak, işlevsel bir açıklamadır. Onlann aksine, bize ve Wright'a göre, işlevsel bir açıklama, bir neden-sorusuna yanıt verir. Wright'tan farklı olarak, işlev atfeden ifadelerin anlamlan nedeniyle nedensorularma yanıt verdiklerini kabul etmiyoruz; yarar teorisyenlerinden farklı olarak da, beüi koşullar altında neden-sorulanna yamt verdiklerini savunuyoruz.
'"- John Canfîeld tipik bir yarar teorisyenidir; şöyle yazarı "Benim bir işlevim (S'deki) C yapmaktır ifadesi, benim C yaptığım ve C'nin yapılmasının S'ye yararlı olduğunu anlatır." Örneğin, "(omurgalılarda) karaciğerin bir işlevi safra salgılamaktır" demek, "karaciğer safra salgılar ve omurgalılarda safranın salgılanması yararlıdır" demektir ("Teleological Explanation in Biology," s. 290). '*- Bazı felsefecilerin, "x'in işlevinin açıklanması "m anlatmak için "x'ın işlevsel açıklanması" ifadesini kullanmaları talihsizliktir. Christopher Boorse'un belirttiği gibi, benzer şekilde, bir kişinin evlilik durumunun açıklanmasına o kişinin evliliksel açıklanması da denilebilir. (Bu kullanımın açıklanması için bkz. Scheffler, Analomy oflnquiry, s. 52-53 ve buna karşı çıkış için. aynı eser s. 123)
322
(3) İşlev-ifadelen ve İşlevsel Açıklamalar Kısaltmalar: Bir işlev-ifadesi, bir şeye bir ya da daha çok işlev yükler. Bir yarar-ifadesi, bir şeye bir ya da daha çok yararlı etki yükler. Bir öncelik-ifadesi, bir olayın başka bir olaydan önce geldiğini söyler. Larry Wright, işlev-ifadelerini şu ya da bu türden yarar-ifadelerine indirgeyen işlev-ifadesi çözümlemelerine karşı çıkar. Bu çözümlemelerin, işlev-ifadelerinin her zaman neden-sorularına yanıt vermeye yaradıklarım fark edemediklerini iddia eder: (1) ... işlevsel yüklemler [yani, işlev-ifadeleri] -isterseniz asli olarak- açıklayıcıdırlar. Salt bir şeyin x olduğunu, onun belli bir işlevi olduğunu söylemek, önemli türden bir x açıklaması sunmaktır.® Dolayısıyla Wright, "z'den ötürü x ordadır"ın 'Vin işlevi z yapmaktır"ın anlamının bir parçası olduğunu savunur.® Her işlevTİfadesi, "x neden ordadır?" biçiminde bir soruya yanıt vermeye uygundur. Wright, (1) lehine iki sav ileri sürer -burada sadece ikincisi incelenecek.'1' (l)*i değil, daha zayıf olan ikinci tezi desteklediğini göstereceğiz: (2) En azından bazı işlev-ifadeleri, açıklayıcı olarak tasarlanırlar. Wright'ın savının öncülü, "kalbin işlevi nedir?" ve "insanoğlunun neden kalbi vardır?" gibi soruların "bağlamsal eşdeğer"idir. Wright "bağlamsal eşdeğer"i açıklamaz; fakat, "uygun bağlanımda", "kalbin işlevi kan pompalamaktır"ın sözü edden iki soruya da yanıt verdiğini kabul edebüiriz. Peki uygun bağlam nedir? Wright söylemez; fakat açıkça, işlev-sorusuna yanıtın insanoğlunun neden kalbi bulunduğuna, yani belirtilen neden-sorusuna yanıt vereceğine dair bir inancın yönlendirdiği bir bağlamdır. <"- "Functions," s. 154. "'- "Functions," s. 161. hafif simge değişikliğiyle. Bkz. "Functions." s. 154-155
290
Bir paralelin gösterdiği gibi, bu sav (l)'i değil, (2)'yi destekler. "E olayından önce ne gelir?" ile "e olayı neden gerçekleşti?" sorulan arasında da benzer bir "bağlamsal eşdeğerlik" olabilir. Her ikisine de yanıt, "e olayım / olayı izledi" olabüir. Bu, bir olayın bir öncelik ifadesiyle açıklanabileceğini -göstermeye gerek olmayan şey- gösterir. Öncelik-ifadelerinin asli olarak açıklayıcı olduklarım -yanlış olan şey- göstermez. Bu, (l)'i çürütmez-, zira, işlev-sorusu de neden-sorusu arasındaki "bağlamsal eşdeğerlik"in dayandığı inanç, kavramsal olarak temellendirilmiş olabilir. Fakat, Wright'ın savının sadece daha zayıf olan tez (2)'yi desteklediğini kanıtlar. İşlev-sorulan de yarar sorularının "bağlamsal eşdeğerliği"nin, yarar-ifadelerinin işlev-ifadelerini gerektirdiğini -Wright'ın reddedeceği bir sonuç- kanıtlamasından daha fazla (l)'in doğruluğunu göstermez. "İnsanoğlunun neden kalbi vardır?", bağlamsal olarak "kalbin işlevi nedir?"in eşdeğeridir; fakat ikincisi, bağlamsal olarak "kalp ne iyilikler yapar?"ın eşdeğeridir. Bu nedenle, kesinkes Wright'uıkine benzer bir sav, tamı tamına onun yadsımak istediği şeyi kanıtlar. Yine de, Wright'ın savı, doğrulamak istediğimiz daha zayıf tez (2)'ye ("En azından bazı işlev-ifadeleri, açıklayıcı olarak tasarlanırlar") bir destek sağlar. Buradaki, soru değişikliklerini gerektirmeyen (2) lehine daha deri bir savdır. Bazen, bir işlev-ifadesi ileri süren bir konuşmacı, tümüyle açıklamayı andırır bir tarzda karşılaştınlabilir ve çelişen durumlar da aktarır ve kendisini, birşeyi açıklamaya kalkışıldığında yapıldığı gibi, karşı-örneklerle karşı karşıya bulur. Bir ineğin uzun kuyruğu üzerine davetsiz bir yorumda bir adam, kuyruğun tüylü ucunun sineklerin dikkatini çektiğine ve kuyruğun bir işlevinin de sinekleri kovmak olduğuna işaret eder. Buna karşıt olarak, Çıplak gerisinin böcekler için daha az ayartıcı olduğu ve küçük kıvrık kuyruğunun sadece anüsü koruduğu domuzu aktanr. Son olarak, domuza oldukça benzeyen, fakat domuzvari olmayan kıllı gerisinin sonunda epeyce bir kuyruğu bulunan yaban domuzunu sergder. Adamın arkadaşı, inekle dgili söylediklerine meydan okumak amacıyla kıllı Kanada geyiğinin küt 322
#
kuyruğuna işaret edebilir.0' Eğer başlangıçtaki konuşmacı, sadece kuyruğun ineğe sağladığı yaran belirtmeyi niyet etmiş olsaydı, Kanada geyiği örneği yersiz olurdu: İnek, Kanada geyiğinden daha iyi olduğu için onun idda ettiğinden daha kötü değildir. Oldukça doğal olan diyalog, işlev-ifadelerinin, en azından bazen, açıklayıcı iddialar olarak düşünüldüğünü ve kavrandığını gösterir. Şimdi, Wright'ın konumundan farklı olan iki şey belirtilecek. Birincisi, işlevsel açıklamanın var olduğunu savunmamıza karşın, her hakiki işlev-ifadesinin bir neden-sorusuna doğru yanıt verdiğini, işlev-ifadelerinin, kendi anlamlarının gereği olarak açıklayıcı olduklannı ileri sürmüyoruz.İkincisi, işlevsel açıklamayı, güzide bir explananda (açıklamalar) yelpazesiyle sınırlamıyoruz. Wright, böyle sınırlamaz; zira, ona göre bir işlev-ifadesi, işlevsel parçanın neden "orda" olduğunu önceden açıklar. Burada geliştirilen görüşe göre ise, bir işlevsel açıklama, mantıksal olarak, herhangi bir neden-sorusuna yanıt verecek düzendedir. Sınırlama olmaksızın, belli bir olayın neden geçerleştiğini, tikel bir şeyin neden belli bir özelliği bulunduğunu, birşeyin neden düzenli olarak belli biçimlerde davrandığım vb açıklayabilir: Bölümün başındaki örneklerin heterojenliğine dikkat edin. Bizzat sorunun yapısı değil, sadece olgular bir neden-sorusunun işlevsel bir yanıtının bulunup bulunmadığına karar verir. Altbölüm (4)'te verilecek işlevsel açıklama anlatımı, işlev-ifadelerinin anlamının çözümlemesini vermez. "Açıklayıcı bir işlevifadesini açıklayıcı kılan nedir, her işlev-ifadesi açıklayıcı mıdır değil midir?" diye soruyoruz. Bir benzetme, sorunun doğasını açıklayacak. Şunlan düşünelim: (4) F olayı, e olayım meydana getirdi. (5) F olayı, e olayından önce oldu. (4)'ü deri sürmek, 'ııin nedensel bir açıklamasına kalkışmaktır. (5)'i deri sürmek ise, belli koşullarda, yani e'nin bir açıklaması aranmaya çalışddığında ya da vaat edddiğinde, öyle yapmaktır. O
"'- Bu diyaloğu kurmada, karacanın Kanada geyiğinden daha iyi bir örnek olduğunu düşünen Gideon Cohen'e teşekkür ederim
292
halde, (4)'ü açıklayıcı yapan şey, açıklayıcı olduğunda, uygun bir hakiki genelleme olduğunda (5)'i açıklayıcı yapan şeyle aynıdır: Birinin var olmasını (4) gerektirir ve (5), e'nin bir açıklamasını verir gibi dillendirildiğinde ima edilir. (4) şunu gerektirir: (6) F gerçekleştiği için, sayesinde e'nin de gerçekleştiği doğnı bir genelleme vardır.'" (5), (6)'yı gerektirmez; fakat (5)'i e'nin bir açıklaması olarak önermek, inşam (6)'ya götürür. (4) anlam gereği açıklayıcı olmasına (5) olmamasına karşın, (6) hem (4)'ü hem (5)'i açıklayıcı yapar. Diyelim ki, (7) F olayı e olayına yol açtı. (7)'nin anlamını kararlaştırmak güç olabilir. Özel olarak (6)'yı gerektirip gerektirmediği açık değü. Fakat, şimdi açıktır ki, (6)'yı gerektirip gerektirmediğini kararlaştırmadan, açıklayıcı olduğunda ya da olursa (7)'yi açıklayıcı yapan şeyi (yani (6)'yı) söyleyebiliriz. (4), (5) ve (7) ifadelerinin çözümlenmesi sorunu, açıklayıcı olduklarında onlan açıklayıcı yapan şey sorunundan ayndır. Soruşturma nesnemize geri dönüyoruz: (8) JTin işlevi z yapmaktır. (9) X'in yararlı etkisi z yapmaktır. Wright'ın eleştirdiklerine göre (8), başka hiçbir şeyi değil (9)'un arıtılmış bir versiyonunu gerektirir ve (5) gibi, asli olarak açıklayıcı değil.'1' Wright'a göre (8), (4) gibi, doğası gereği açıklar ve bu nedenle, (9) gibi birşeye eşdeğer olamaz. Önerildiği gibi, "(8)'in açıklayıcı kertelerini açıklayıcı yapan nedir?" diye sorarsak, bu rakip görüşler arasında karar vermek zorunda değiliz. Anlam kosunudan kaçışımızı vurgulamak için soruyu şöyle değiştirebiliriz: "(9)'un açıklayıcı kertelerini açıklayıcı yapan nedir?" Benzetmeye başvurularak değişiklik doğrulanabilir. (5) doğası gereği açıklayıcı olmasa da, öyle olması için neyin gerekli olduğu sorulurken, nedensel açıklamanın doğası araştırılıyor. O halde, '"- Biraz uzuncan: F'tûtt T tipte, e'nin T tipte olduğu T ve T olay tipleri vardır ve T tipi bir olayın gerçekleştiği her seferinde T tipte olay da gerçekleşir. Yine de birçoğu (S)'e "işlevsel aç;î:Jama" der, fakat, birkaç sayfa önce saptanan teknolojik politika şimdi yürürlüktedir (X'in işlevinin ne olduğunu açıkladığı için (8)'e işlevsel açıklama derler).
333
benzer şekilde, uygun arıtılmış (9) doğası gereği açıklamaz, fakat açıklama yaptığından neyin ona açıklama yaptırdığı sorulurken, işlevsel açıklamarun doğası, (9)'un arıtılmış bir biçiminin (8)'in anlamını verip vermediği araştırılıyor. Özetlersek: Wright, işlevleri yarar olarak çözümleyenleri, işlevsel açıklamanın varlığım kabul etmemekle eleştirir. Aym fikirdeyiz; fakat, işlevlerin yarar olarak çözümlenmesi yine de doğru olabilir. İşlev ifadelerin yarar-ifadeli çözümlenmesi karşısında tarifsiz bir tutum benimsiyoruz. Böylesi çözümlemelerin işlevsel açıklama anlatımları olmadığı konusunda Wright'la hemfikiriz; fakat, işievifadelerinin asü olarak açıklama yaptıkları ve bu nedenle böylesi hiçbir çözümlemenin doğru olmadığı konusunda anlaşmaktan uzak duruyoruz.1"
Aılınd». Wright'ın işlev-i&deleri «ılımları üyesinde açıklayıcıdırlar şeklindeki iddiısını reddetme eğilim indeyim. B i n i öyle geliyor ki, yaşım ve intan bilimleri bir organı, fizyolojik bir türece ya da toplumsal bir alışkanlığa bir işlev yüklediğinde, "işlevle, "(olasılıkla gizli) yararlı etki "den fazlaıı niyet edilmez. Belirtilen, o şey 6yle yapma niyetindeymiş gibi yerine gelinliği bir hizmettir -bundan, o hizmeti yerine getirdiği için onladır sonucu çıkmaz. Kuşkusuz, sosyologlar "işlevi, açıklayıcı saymadıkları gizli yararlı etkilere uygularlar. "Hıwthome De neyimi" (bir fabrika incelemesi) sırasında, fabrika işçilerinin üretkenliğinde ve moralinde anlamlı ve ilk bakışta açıklanmayan bir anş gerçekleşti ve bunun nedeni, zamanlı deneyimin kendisi olarak çaptandı: İşçiler incelenmekten hoşlandılar. "Açık ve Gizli İşlevler" Üzerine çığır açıcı yazısında Robett Merton, bu yararlı etkiyi, deneyimin "gizli bir işlevi" olarak urif eder. Ne var ki. fabrikanın morali üzerindeki olası etkileri nedeniyle yürütüldüğünü düşünemez. (Ayrıca, jr'in işlevsiz olması olgusunun jr'in variığınuı öze! bir açıklanmasını gerektirdiğine dair bir öneriyle tamamlanmamış biçimde, "işlev"in kaışU anlamlısı olarak "işlevsizin genel kullanımı da -biyoloji ve sosyolojide- açıklayıcı niyet yokluğunun belirtilidir.) Açıklayıcı olmaym "işlev" durumlar, terimin Wright'ın çepeıael gördüğü kullanımlanyla dolu görflmi vor. Wright'a göre, önce "jr'in işlevi z yapmaktır" çözümlenmeli, sonra, birden fazla şey keşfedilen ölçüte uyduğundı, "jr'in bir işlevi: yapmaktır" doğnı kabul edilmeli Bu stratejinin, karşılından ("bir işleV'i çözümlüne ve sadece bir şey ölçüde uyduğunda "işlev"i uygulama) üstün olduğunu düşünür, çünkü, diyor, "bir işlev"in birçok çepersel kullanım vardır. Bunun neden böyle olduğunu incelemez. Eğer terimin bereketli bir çepersel kullanımı vana, o kullanımdaki tanım edatını neden direnir? Kuşkusuz, işlevsel açıklamayla ilgilendiği için Wnght "işlevi tercih eder ve "işlev"in d ı h ı açıklayıcı bir çemberi vardır. Fakat ikincisi, isimden okluğu kadar tanım edatından da (üretilebilir. Eğer daha önceki konuşmada bulunmayan biri, "e'ye öngelen o olay / i d i " denildiğini duyarsa, "o'nun bulunması, konuş maçının başka şekilde fnin e'yi meydana getirdiğini düşünme»indin daha güvenli bir bahis haline getirir. Fakat, "öngelen o olayı" açıklayıcı olarak çözümlemek ve "öngelen bir olayı" merkezi (»çıklayıcılık nedeniyle) ve çevresel (açıklayıcı olmaması nedeniyle) durum lir olarak bölmek uygun olmaz. Şimdi öngelen o olay'ın açıklayıcı olması gerekmez. "O"ya ruhsat veren odak farklı olabilir. Bu nedenle, o olay. bir akşam sirkteki deniz aslanının hareketini açıklamayan, fakat ona öngelen palyaçonun hareketi olabilir. Peki "o işlev" faıklı mıdır? Herhalde, kabaca "başlıca yararlı etki" demektir ve bir yararlı etkiyi başlıca yaptığı sadece yaygın kullanımıyla -kavramsal olarak değil- doğrudur ve bu nedenle, o işlev, açıklayıcı olmasıdır. Wright'ın çözümlemesine yönelik yukandakine paralel iyi bir eleştiri ve alternatif bir işlev (amaçlara katkı olarak) anlatımı için bkz. "Wright on Functions" üzerine Boorse.
295
Bir işlev-ya da yarar-ifadesi, ne zaman bir neden-sorusuna doğru yanıttır? Bir öncelik-ifadesi, benzer biçimde uygun bir geneUeme doğru olduğunda doğru bir yanıt verir. İşlev-ve yarar-ifadeleri, bir bakıma özgül bir biçimin genellemeleri sayesinde cevap verdiklerini önereceğiz.
(4) İşlevsel Açıklamanın Yapısı Bir yarar-ifadesini ne açıklayıcı yapar? Daha da kesin olarak: Ardışık olayları ilişkdendiren bir genellemenin bir öncelik-ifadesini açıklayıcı yapmasıyla aym şekilde bir yarar-ifadesini ne açıklayıcı yapar? Bir genellemenin bir öncelik-ifadesini açıklayıcı yaptığını, nasıl yaptığının (daha da fazla) tartışmalı olduğunu iddia ediyoruz. Fakat genellemenin niteliği üzerine birkaç belirleme yerinde olur. Çoğunlukla genellemenin bir yasa meselesi olması gerektiği sanılır ve burada bu inanç benimseniyor. Öncelik-ifadesi için açıklamalım doğru ve geçerli olduğunun bilinmesi gerekmediği, istisnaları kabul edebdeceği, tikel olayları saptamak için öncelik-ifadesinde kullanılanlar dışında betimlemelerle bireyselleştirilmiş olaytipleri iüşkdendirebdeceği geniş ölçüde kabul edilir: "/, e'ye öngeiir"e açıklayıcı bir rol veren genelleme, nadiren, "F'nin gerçekleştiği her seferinde E de gerçekleşir"dir.(" (Dört fincan kahve içen herkesin, somadan uykusu kaçmasa da, George'un dört fincan kahve içmesi, sonraki uykusuzluğunu açıklayabilir). Öncelik-ifadelerine açıklama yaptıran şeyle ilgili hakikat karmaşıktır. Bu soruşturmamızı engelleyebilir; zira, "yarar-ifadelerine ne açıklama yaptınr?"a benzeştirme yoluyla yanıt vermeye çalışıyoruz ve modelin bütün karmaşıklıklarım yansıtan bir benzetme kurmak zorunda olmak korkunç olurdu. Bu nedenle, kesinliği ya"'- Tikel oiaylan anlatan ifadeleri temsil etmek için küçük harfleri, olay tiplerini anlatan ifadeleri temsil etmek için büyük harfleri kullanıyoruz. Küçük harfle büyük harfin aynı olduğu durumlarda, anlatılan tikel olay, ifadelerin anlamlarından ötürü anlatılan tipe aittir. Bu nedenle, "e, E tipindedir" biçiminde herhangi bir şey (örneğin, "bankanın batışı, bir bankanın batışıdır"), ex vi lerminorum doğnı olacaktır.
333
Iınlığa feda ediyor ve yarar-ifadeleri durumunda, bir öncelik-ifadesinin açddayıcı rolünün en basit doğrulanmasının benzerini arıyoruz: "/nin e'ye öngeldiği" yer, F'nın gerçekleştiği her seferinde E de gerçekleştiği için, açıklayıcıdır.'" Bir yarar-ifadesi, bir maddeye yararlı sonuçlar atfeder. "Yararifadelerini ne açıklayıcı yapar" sorusunu genelleştirip şunu soralım: İster yararlı olsunlar ister olmasınlar, sonuçların aktarılmasını ne açıklayıcı yapar? Bir sonuç açıklaması diyebdeceğimiz şeyin hakikilik koşullan nelerdir? Birkaç sayfa soma gerçek işlevsel açıklamaya dönüyoruz. Önerimiz şudur: Bir sonuç-ifadesi, açıklayıcı bir öncelik-ifadesi dgili yasayla ilişkilendiği biçimde bir sonuç yasasıyla dişlolendiği zaman açıklama yapar. Bir sonuç yasası, atası hipotetik bir nedensel ifade olan evrensel bir koşul ifadesidir, Bir olayın açıklanmasına (örneğin, bir nesnenin belü bir özniteliğe sahip olmasının açıklanmasına karşıt olarak) uygun bir sonuç yasası şu biçimi alır: EĞER, E tipinde bir olay tl 'de gerçekleşseydi, o zaman r2'de F tipinde bir olay meydana getirirdi doğruysa, O ZAMAN E tipinde bir olay fİ'te gerçekleşir.® Koşul öncesinin kendisi, bir koşuldur, yani, küçük koşuldur, ifadenin tamamı ise büyük koşul. Zamansal tl, :2 ve t3 dizisi, farklı sonuç yasalarında farklı olur. Hiçbir durumda l2, tl'e öngelmez ve hiçbir dununda (3, tFt öngelmez. Nedenler sonuçlanyla zamandaş olabilirlerse, o zaman tl, t2 ve fJ'e öngelebilir de gelmeyebdir de ve t2, t3'e öngelebilir, onu geçebilir, yada onunla özdeş olabdir. Nedenler, zorunlu olarak so-
nuçlarına öngelirse, tl, her zaman t2 ve t3'e öngelir, fakat t2 üe t3 arasındaki her üç ilişki de (öncelik, sonralık, özdeşlik) olanaklı kılar.'" "EGER"i kaldırır ve "O ZAMAN"ın yerine "EĞER"i koyarsak, beüi tipte bir olaym gerçekleşmesinin zorunlu bir koşulunu belirten bir sonuç yasası biçimi elde ederiz. Bir nesnenin beüi bir özmteliğe sahip olmasının (örneğin, bir türün beüi bir organa sahip olmasının) açıklanmasını destekleyen bir sonuç yasası, biçim olarak, olay tipleri yerine öznitelikler geçirilmiş yukardaki yasaya benzer: EĞER, tl 'de F olsaydı o zaman sonuç olarak t2'de E olurdu, o nesnesinin hakikatiyse, O ZAMAN o, ri'te F'dir.® Olayların açıklanmasında sonuç yas alarmın rolünü anlatmak için, "F'nin gerçekleştiği her seferinde E de gerçekleştiği için, fnin gerçekleşmesi nedeniyle e gerçekleşti" de "E'nin F'ye neden olacağı her seferinde E gerçekleştiği için, F'ye neden olma eğilimi nedeniyle e gerçekleşti" arasında bir benzerlik öneriyoruz. Bölümün başmda verdiğimiz örnekleri düşünün. Önerimiz ışığında, zaman zaman söylenene karşıt olarak, bu belirlemeler nedenleri sonuçlarla açıklama amacım gütmediğini kuvvetle belirtiyoruz. Sıradan nedensel açıklamalara aym-imgesi değildirler. Daha çok ve çok farklı bir şekilde, belirtilen tipte bir olaym meydana gelişini açıklayan şu olgudur: Belli tipte bir olay gerçekleşseydi belli bir sonucu olurdu. Açıklanan birinci biçimin tikel bir yasa-ifadeskıi elde etmek için, E = R türden bir yağmur dansının yapılması, F = toplumsal iç
Aşağıda gözardı edilen karmaşıklığın bir kısmı, altbölüm (7)'de göt önüne alınacak. w
- Daha biçimsel olarak:
Ox)(tl'de E r a - X E y ) (t2'de Fy)) -*(92) (t3'de E2) "x", "y" ve "z" olaydır, ' • hipotetik nedeni ifade eden bağdır ve' ise. doğal bir yasa ifadesinin öncesi ve sonrası arasındaki ok olarak yorumlanmalı. "tl" ve devamı, zamansal değişkenlerdir. Daha mantıklı meslektaşlarımın tamamı, yukardakinin metinde ortaya çıkan şeyin doğru biçimsel bir versiyonu olduğunu kabul etmez ve benim masum bir gözleci olarak içinde bulunduğum kavga, bu kitap basıma giderken devam ediyor.
296
"'- Nedenler sonuçlarının önüne geçemezler; fakat bir nedenin sonucundan öngelmesinin gerekip gerekmediği, burada bir yargıda bulunmamızı gerektirmeyen felsefi bir sorundur. Nedenler sonuçlarıyla zamandaş olabilirlerse, yukardaki şemadaki zamansal olasılıklar şöyle olur: tl = t2 = t3; tl = t2 < t3, tl < Ü = t3: tl t3'de Fx)].
333
yapışkanlıkta bir artış olsun ve tl = t3 (f2'ye kısa bir dönem öngelen) diyelim. O zaman yasa-ifadesi şunu söyler: R yağmur dansının yapılmasının, hemen ardından, toplumsal iç yapışkanlıkta bir artış meydana getireceği her seferinde, R yağmur dansı yapılır. Böyle bir genellemeye dayanan bir açıklamada, sonuçta ortaya çıkan toplumsal iç yapışkanlığı, yağmur dansı yapılmasını açıklayan olarak ileri sürülmesi yanlıştır. Aksine, dans yapma toplumla ilgili bu mizaçsal olguyla açıklanır: Toplum bir yağmur dansıyla uğraşmış olsaydı, toplumsal iç yapışkanlığı artardı. Biçimsel olmayan açıklayıcı belirlemelerde, açıklanacak bir olayın sonrası bir olay aktarılabilir, fakat sadece, açıklanacak olayın meydana gelmesinden önce (ya da en azından sonra değil) sahip olunan bir mizacın kanıtı olarak. Etkisi kendisini açıkladığı için değil, o etkisi bulunması olgusu, toplumun koşulunun bir yağmur dansı toplumsal iç yapışkanlığını arttıracak şekilde olduğu sonucunu çıkarmamıza izin verdiği için, yağmur dansının etkisini aktarmak açıklayıcı olabilir ve çıkarsanabilir koşulun dansın yapılmasıyla bağlantılı olduğu ima edilir. (Biçimsel olmayan açıklayıcı belirlemelerde sonraki olaylar çoğunlukla aktarılır. İşlevsel olmayan açıklamadan bir ömek: "Dün neden o kadar korkunç görünüyordu?" sorusu, "bugün kanserden öldü"yle doyurucu bir şelrilde yanıtlanabilir. Bugünün kanserden ölümü dünkü hasta görünmeyi açıkladığı için değil* bugünün kanserden ölümü dünkü hasta görünmenin nedeni olan -yanıt veren bunu ima eder- dünün kanserli bir koşulunu çıkarsamaya izin verdiği için yanıt uygun olabilir.) Açıklanan ikinci biçimde tikel bir yasa-ifadesi elde etmek için, o inek türü, F - uzun kuyruklu, E = sinekleri kovma gücüne sahiplik ve tl - t2 = t3 olsun. O zaman, bir ineğin uzun kuyruğunun işlevi sinekleri kovmaktır şeklindeki açıklayıcı iddiaya uygun bir sonuç yasa ifadesi elde ederiz. Elbette, bu açıklama, onu bu kadar
299
çıplak genelleştiren bir yasa tarafından desteklenmez; fakat, sunum kolaylığına gitme kararımızı anımsayın. "Dört fincan kahve içtiği için Gorge'un uykusu kaçtı", "bir adam, dört fincan kahve içtiği her seferinde uykusuzluk çeker"le desteklenmez; çünkü bu yalandır. İkincinin olası zayıflatıcdığını makul bulanlar buradaki yolu benimseyebilirler, ancak daha mantıklı bir politika da bir yasa taslağına'" geri çekilmek olurdu. Kolayca elde edden bir genedemeyle desteklenmediği zaman tikel bir açıklayıcı iddianın nasıl destekleneceği sorunu, genel olarak açıklamayla dgili bir sorundur. Doğru yol ne olursa olsun, sadece sonuç açıklama durumunda izlenebdeceğini iddia etmemiz gerekir.'" Sonuç ve dolayısıyla işlevsel açıklamada varsaydan yasaların biçimi bu olursa, nedenin herhangi bir şeye yarayıp yaramadığından tamamen ayrı olarak, her nedensel bağlantının nedenin meydana gelişinin işlevsel bir açıklamasını formüle edemediğini kolayca görürüz. Şimşeğin gerçekleşmiş olması durumunda gök gürültüsünü meydana getireceği her zaman fiden doğrudur, fakat şimşek nadiren gerçekleşir. Bu nedenle şimşek, gök gürültüsüne neden olma eğilimiyle açıklanan , dolayısıyla işlevsel olarak açıklanmayan sonuç değddir. Hiçbir işlevinin bulunmamasından bağımsız olarak, şimşeğin işlevsel olarak açıklandığı yadsımak için kesin neden vardır. Tekrar özedersek: Bir sonuç açıklamasında bir eğilimsel olgu, eğilimin hipotetik saptanmasının öncesinde sözü edden özelliğin (ya da olay-tipin) bulunma oranını açıklar. Kırılganlığı kırılma olasılığım yükseltmiş olsaydı, kınlgan (yani, yeterince sert çarpddı'"- "Yasa taslağı", önceki bazı özniteliklerin (hepsinin değil) sadece bunlara sahip bir ne s neneye gönderme yaparak saptandığı yasa-benzeri bir genellemedir. Örneğin: Dört fincan kahve içen ve hu bakımdan George'a benzeyen herkes, ardından uykusuzluk çeker. Bazıları, organizmaların (ve toplumların) uyum sağlayıcı özellikler kazanmada sık sık başarısız kaldıkları gerekçesiyle, organizmaların (ve toplumların) özelliklerinin uyum sağlayıcı değerleri gereğince açıklanmasını kabul etmez. Uyum başarısızlığı, kuşkusuz sıktır; fakat işlevsel açıklamaya bu temelde bir itiraz, standart açıklama pratiklerimizle çelişir. Zira "nedensel başarısızlık" denilebilecek şey de geneldir. Pek çok kişi fazla yemek yedikten sonra da uyumasına karşın, Jones fazla yemek yediği için uyuyamaz. Benzer şekilde, bir inek, uzun bir kuyruk kendisi için işlevsel olduğu için uzun bir kuyruğu bulunabilir; ancak bir Kanada geyiği için de işlevsel olurdu ve Kanada geyiği uzun kuyruktan yoksun.
333
ğında kırılacak) bir su bardağını çarpmanın sonuç açıklanması uygun olurdu. Öyle sanmak yanlış olurdu; fakat, iddia ediyoruz, düşüncenin biçimi nedeniyle değil. işlevsel açıklamayı sonuç açıklamadan ayırt eden nedir? Bizim görüşümüze göre işlevsel bir açıklama, explanandum olayın (explanandum (açıklama) özelliğine vb sahip) gerçekleşmesinin, "işlevsel" hangi anlama gelirse gelsin, şu ya da bu şey için işlevsel olduğu bir sonuç açıklamadır. Bu nedenle, işlevsel açıklama olan sonuç açıklamalar, "x'in işlevi z yapmaktır" gibi ifadelerle anlatdabilir. Bu anlatımuı açık bir çıkarımı: Aktardığı sonucun işlevsel olması olgusu, genel olarak sonuç açıklamanın yapısı da olan işlevsel açıklamanın yapısıyla ilgili bir olgu değildir. Fakat, aynı zamanda bir işlevsel açıklama da olmayan hiçbir sonuç açıklamanın sunulmadığı iddia edilebilir. Eğer, iddia edildiği gibi, işlevsellik açıklayıcı yapıyla ilişkili değilse, sunulan bütün sonuç ifadeleri neden işlevsel ifadelerdir? Her açıklama, yapısal ve doğrulama ölçütlerini karşılayan aday açıklamaların uyum göstemek zorunda olduğu teorik bir varsayımın arka planına karşı işler. Örneğin, erken modern fiziğin varsayımları, boşlukta hareketi yasaklayan bir ilkeyi kapsıyordu ve ilkenin açıklamaya dayattığı sınırlamayı ihlal ettiği düşünüldüğü için, Newton'ın devinim yasaları, teorik ekonomisine ve öngörüsel başarısına karşın, Newton tarafından bile açıklayıcı görülmüyordu. Kısıtlayıcı varsayım zamanla terk edüdi ve bu nedenle, ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Helmholtz şunları yakabildi: "Bir görüngüyü anlamak, onu Nevvtoncu yasalara indirgemekten başka bir anlama gelmez. O zaman açıklama ihtiyacı, somut bir şekilde karşılanmış.""' Eskiden Newton'm yasaları yapısal olarak sağlamdı; fakat açıklama için maddi olarak yetersiz görülüyorlardı. Benzer şekilde, işlevsel açıklamanın yapısal ve maildi yönlerini ayırt edebiliriz ve maddi yönün ihmal edilmesi, yapısal yönle ilgili anlatımımızı kuşkulu duruma getirmez. Biyoloji, antropoloji ya da '"- Aktaran Hanson, Pattcms of Discovery, s. 91.
300
333
iktisatta sonuç açıklamanın karşısına çıkarıldığı arka plan, kendi kendini sürdüren ve kendi kendini geliştiren olarak türler, toplumlar ya da ekonomik birimlerle ilgili bir kavrayıştır ve dolayısıyla sonuç açıklamalar, yalnızca işlevsel açıklamalar da olduklarında kabul edilirler. Kendilikleri kendi kendini yok eden olarak sunan bir arka plan inancımız olsaydı, "işlevsizlikle ilgili açıklamalar" demeyi hakeden sonuç açıklamaları kabul edebilirdik. Aslında, hepimizin böyle bir inançtan yoksun olduğu kesin değil. Haz ilkesinin ötesine geçen psikoanalitik açıklamaları bilinç dışı kendi kendini yok etmeyi doğrulamanın bir yolu olarak almak doğru ise, bazılarının zaten böyle bir inancı var. Ayrıntılı açıklamak, sonuç açıklama ile insan eyleminin açıklanması arasındaki ilişkiyi değerlendirmek anlamına gelirdi ve bu bizi konumuzdan çok uzaklaştırır. Demek ki, bütün makul sonuç ifadelerinin işlevsel ifadeler olması olgusu, eğer olguysa, işlevsel niteliğinden soyutlanan işlevsel açıklamanın yapısıyla ilgili bir anlatıma aykırı olmaz.
(5) Doğrulama Sonuç açıklamaları ve yasalarının doğrulanması, alışılmadık hiçbir sorun çıkarmaz. İfadeyi başitleştirmeyi sürdürürsek, yasaifadesi (dolayısıyla, destekleyeceği açıklama), başlıca öncesi ve sonrasını tatmin eden örneklerle doğrulanır, sadece başlıca öncesini tatmin eden örneklerle çürütülür. Başlıca öncenin tatmin edilip edilmediğini değerlendirmede bir karışıklık doğar, çünkü, eğitimsel bir öznitelikle ilgili sayılır. Demek ki, karşı-ölgusaltiklar sorunuyla karşdaşıyoruz, fakat yeni bir tarzda değü. O halde, diyelim ki, ayakkabı sanayindeki ortalama üretim ölçeği, ekonomiler o sanayide büyük ölçeğe ulaştığı için genişledi şeklindeki bir iddiayı sınamak istiyoruz. Giyim sanayinden biliyoruz ki, kendi üretim ölçeğini genişletmişse ekononuler olur. Öyleyse, bu sonuç yasa-ifadesinin ayakkabı sanayi üe Ugiti iddiayı destekleyecek başlıca öncesi, giyim sanayi durumunda tatmin edilir:
Bir ölçek genişlemesi ekonomilerle sonuçlanacağı her seferinde, bir ölçek genişlemesi gerçekleşir. O halde giyim sanayinde başhca sonucun tatminini öngörüyoruz, öngörünün farzedilen yasanın bir sınanması olma kaderi, ölçeğin genişleyeceği öngörüsü yanlışsa; yasa-ifadesini değiştirmenin uygun bir yolu olabilir. Karşı-örnek, örneğin ölçek genişlemesini finanse etmeye yeterli fonlar vardır diyen bir bağ cümleciğim başlıca öncele eklemeyi motive edebilir. Basit doğrulama biçimleri için bu kadar. Elbette, burada incelenemeyen daha karmaşık olanları da vardır. Nedensel açıklamaları sınamanın basit olmayan yollarının kendi taydaştan bulunduğunu gözlemlemek yeterlidir, zira sonuç açıklamalar, neden açıklamanın özel türleridir. Alışılmış biçimde bir nedensel açıklama, olası nedensel yasalar açıkça incelenmeden değerlendirilebilir ve aynı şey burada da geçerlidir. Mesleki sezgi, tikel bir işlevsel-açıklayıcı hipoteze yanıt verebilir: "Şöyle bir şeyin şu diğer durumda da benzer bir sonucu olurdu, yine de onu orta bulmayız;" ya da: "ve araştırarak bulduk." Özellikle bazı Marksçı işlevsel açıklama iddialan bakımından, bir sonuç açıklamanın, eğilimsel özniteliğin, açıkladığı şeyin açıklanmasında nasıl ortaya çıküğıyla ilgili bir teorinin yokluğunda da doğrulanabdeceğini fark etmek son derece önemlidir. Başka bir ifadeyle, işlevsel olgunun hangi araçlarla ya da mekanizmalarla açıklaycı bir rol kazandığım kestiremez durumda olduğumuz zaman,bile, işlevsel bir açıklamanın doğru olduğunu düşünmemiz için iyi nedenlerimiz olabilir. Altbölüm (6)'nın sonunda, kuşkucu bir meydan okumayla yüzleşip yanıt verdikten sonra, bu konuya tekrar dönüyoruz.
(6) Her İşlevsel Açıklama Doğru mudur? Eğer haklıysak, işlevsel açıklayıcı iddialar vardır (bkz. altbölüm (3)), yapılan altbölüm (4)'te belirtildiği gibidir ve altbölüm (5)'te ana hatlan çizildiği gibi sınanabilirler. Fakat, böylesi her iddianın doğru olduğunu henüz göstermedik. İşlevsel bir açıklama322
nm ne olduğuyla ilgili anlatımımız doğru olabilir, fakat yine de doğru olmayan işlevsel açıklamalar olabilir. Aslmda, bizim anlatımızı kabul eden birileri -eğer varsa-, anlatımızı, hiçbir doğru işlevsel açıklamanın bulunmadığının kanıtı olarak alabilir. Eğilimsel özniteliklerin, açıklamaya deri sürülen tarzda katkıda bulunmadıklarım söyleyebdirler. Soyut konuşarak katkıda bulunabdeceklerini kabul edenler de, bddiğimiz dünyada hep katkıda bulunduklarım yadsıyabilir. Fakat, sadece işlevsel açıklama yapısının iddia edddiği gibi olduğunu değd, bu yapıya sahip bazı açıklamaların doğru olduğunu da savunuyoruz. Şimdi olası bir kuşkuculuğa karşı bu tezi savunmalıyız. Burada yanıt verilen kuşkucu, bütün sözde işevsel açıklama örneklerini, gerçekten ve sadece doğal ayıklamayı, ya da olumsuz geri besleme mekanizmalarım, ya da bilinçli tercihin sonuçlarım, vb gerektiren örnekler olarak ele alır. Hakikaten açıklayıcı olan şeyin, uygun bir tarifi savunduğumuz eğilimsel niteliklerin aktanlmasım gerektirmeyen bir görüngü ya da süreç olduğunu söyler. Bizim "sonuç yasalar" ve "sonuç açıklamalar" dediğimiz şeyle karşılaşan bu kuşkucu, birincisinin en iyi durumda açıklayıcı olmayan genedemeler, ikincisinin asla açıklama olmadığım söyler. Kuşkucu, sonuç genelleme kavrammı kabul edebilir. Hatta, doğru sonuç genellemelerin bulunduğunu bde kabul etmelidir: Doğal tarihte bunlardan bolca var. Sonuç genedemeyle, eğdimsel bir öznitelik ile, eğilimin hipotetik saptanmasının öncesinde sözü edilen özniteliğin eşanlı ya da somadan olma oranı arasındaki bir (olasdıkla tek) bağıntıyı anlıyoruz. Tutarlı bir kavramdır ve örnekleniyor. Tartışmalı sorun, böyle bir genellemenin, bir yasa olsa bile, açıklayıcı bir gücünün bulunup bulunmadığı sorunudur. Bütün yasal genellemeler açıklayıcı değildir. Diyelim ki, F'nin gerçekleştiği her seferinde £"nin gerçekleşmesi bir yasadır. Yine de, örneğin, F'ye ve E'ye neden olan, fakat F'ye neden olmasından başka bir nedenle E'ye neden olan üçüncü tipte bir G olayı varsa, F'nin gerçekleşmesi bir £"nin gerçekleşmesini açıklamaz. Şekille gösterirsek şöyle bir şeyimiz olur: 303
durma eğdimine (E gerçekleşseydi, F'yi meydana getirirdi) neden olan bir G vardır. '
Burada oklar nedensel bir ilişkiyi temsd eder. Örneğin, F, f/'de bir barometre, E, f2'de hava durumu ve G, fo'da atmosfer basıncı olsun (to< tl< t2). Barometrede falan rakamın okunduğu her seferinde, hava şöyle şöyle olacak; fakat barometre göstergesinin hava durumunu açıkladığı yalandır. Barometre göstergesi, sonraki hava dorumunun sadece bir doğal sonucudur, açıklaması değd. Kuşkucu, eğlimsel özniteliğin (E gerçekleşseydi, F*ye neden olurdu olgusu) asla F'nin meydana gelişinin doğal bir sonucundan başka bir şey olmadığını iddia eder. Eğilimsel öznitelik, sadece, onun olmasına neden olan şey bizzat E'ye neden olan şey olduğu zaman ve aşağıdaki şeküde olduğu gibi, eğilimin gerçekleşmesine neden olması sayesinde bir doğal sonuçtur:
işte, yalandan incelendiğinde kuşkucu tezi doğrulayan görünüşte doğru bir işlevsel açıklama örneği. Bazı çiçekler, salt kokularının israfını önleyeceği ve böylece yeniden üreme şanslarım arttıracağı zaman taç yapraklarım kapatırlar. Yeniden üremeleri, kokulara kapılan böceklerin ziyaretierine bağlıdır. Taç yapraklarım, böceklerin dinlenmeye çekildiği gece vakti kapatırlar. Sanki, kapanma koruyucu olduğu için taç yapraklar kapanıyormuş gibi görünür ve bu, işlevsel bir açıklamadır. E = yaprak kapanışı, F = koku konıma olsun. O zaman, F'nin F*ye neden olacağı her seferinde E gerçekleştiği doğrudur. Kuşkucu, (1) koku-koruyucu olacak yaprak kapanmasına neden olan, (2) yaprak kapanmasına neden olan ve (3) birincisine neden olma yoluyla ikincisine neden olmayan bir G'nin varlığını öngörür. Şimdi, yaprak kapanmasının (F'nin F'ye neden olacağı olgusunun) koku-koruycu değerinin "dolaysız" nedeni, böceklerin gidişidir, fakat böceklerin gidişi yaprakların kapanmasına neden olmaz. Bitküer, böceklerin varlığına ya da yokluğuna oldukça duyarsızdırlar. O halde, böceklerin gidişi (buna D diyelim) gereken G değildir. Fakat, daha fazla inceleme uygun bir G'yi açığa çıkarır. Zira, yaprakların kapanmasına itdim veren şey, gecenin başlamasıyla bağlantılı ışık azalmasıdır ve bu ışık azalması, böceklerin uzaklaşmasına ve bu nedenle, nedenleme geçişkenliği yoluyla, koku-korûyucu olacak yaprak kapanmasına da neden olur. Işığın azalması, kuşkucu tezin öngördüğü G'dir. Şekd olarak:
Kuşkucu, yukarda resmedden şeyin, bütün sotıuç geneüemelerin hakikati olduğunu söyler. Tezi şöyle formüle edüebilir: Her ne zaman bir bağıntı, E gerçekleşseydi F'yi meydana getirirdi olgusu ile E arasında durursa, £'ye de neden olan fakat durma eğilimine neden olma sayesinde F'ye neden olmayan 304
333
Kuşkucu, eğüimsel özniteliğin, sadece türün donanımındaki değişimi gerçekten açıklayan şeyle bağıntılı olduğunu söyler. Zürafa örneğinde, der kuşkucu, uzun boyunlu çeşitlerin kollanmasına ve dolayısıyla, türün boyun uzunluğunun artmasına neden olan şey ağaçların varlığıdır, hiç de eğilimsel olmayan bir koşuldur. Genetik değişim şansının yardımıyla türün boynunun uzamasına neden olanın ağaçlar olduğunu kabul edebiliriz. Peki ya, ağaçların bu etkisinin bulunmasını sağlayan şey? Yanıt: Ağaçların verili yükseklikte olduğu yerde, uzun boyunlu zürafalar daha avantajlı olurdu. Eğilimsel olgu, açıklayıcı öyküde özsel bir öğedir. Şimdi de, zaman ayrımsız doğal-tarihsel sonuç genellemelere dönelim. Sahici bir açıklayıcı kullanımdan yoksundurlar. Şimdi istenir olduğu için değü, daha önce istenir olduğu için türün istenir özeliği vardır. Geçmişte uyum sağlayıcı değere sahip olmuş olacağı olgusundan farklı olarak, özelliğin şu andaki uyum sağlayıcı değeri, varlığıyla nedensel olarak ügisizdir. Ortam şimdi farklı olsaydı - böylece özellik değerden yoksun olurdu- tür yine de o özelliğe sahip olurdu. Böcekler aniden alışkanlıklarını değiştirselerdi bde, çiçekler yapraklarım kapatmaya devam ederdi. Doğal tarihte za man aynmsız işlevsel açıklama, sözde-açıklamadır. Eğilimsel olgu, salt açıklanacak özellikle bağıntdandınlır.'" Eğer biri, "Uzun bir kuyruk sinekleri kovmada iyi olduğu için şu ineğin uzun bir kuyruğu vardır" derse, belirlemesi, doğru ve yanlış yorumların ötesinde belirsizdir. Eğer, kuyruğun bu tikel ineğe sunduğu tikel hizmete açıklayıcı bir anlamlılık yüklüyorsa, söylediği yanlıştır. Bunun yerine, böylesi kuyruklar şöylesi hizmetler sunduğu için ineğin uzun bir kuyruğu bulunduğunu anlatmak istiyorsa, dedikleri eksiktir, fakat doğrudur ve açıklayıcı bir bakış açı-
Tikel bir vesileyle yaprak kapanmasının işlevsel bir açıklanması, buna uygun olarak, sözde bir açıklama olurdu. Fakat sonuç genelleştirilemez. Eğilimsel olguların, işlevsel açıklamaların açıkladıklarını iddia ettikleri şeyin doğal sonuçlarından fazla bir şey asla olmadıkları yalandır. Fosü kayıtlan, mevcut gözlemler ve bunlardan elde edilen çıkanmlar iki tür sonuç genellemeyi destekler. Birincisinde, ya da zaman ayrımlı durumda, bir t zamanında bir türün belli bir özelliği bulunsaydı daha iyi durumda doğrudur ve daha sonraki bir f + n zamanında ise türün özelliği bulunduğu doğrudur. (Daha kesini, r'de elde etme eğilimi, hipotetik saptamanın öncesinin t + /ı'deki hakikilik olasdığını arttırır). İkincisinde, ya da zaman ayrımsız durumda, özelliğin değerli olacağı zaman Ue elde edddiği zaman aynıdır. Zaman ayrımlı durumda genellemenin hakiki bir açıklama verdiğini, zaman aynmlı durumda ise vermediğini deri süreceğiz. Zaman aynmlı durumun bir örneği. Ortalama altı fit uzunluğunda boyunları bulunan bir zürafa nüfusu, yapraklanyla beslendikleri bir akasya ağaçlan ortamında yaşar. Ağaçların yükseldiği şunu gerçek kılar: Şimdi daha uzun boyunlan olsaydı, hayatta kalma olasıhklan daha iyi olurdu. Sonradan daha uzun boyunlara sahip duruma gelirler. Şimdiye kadar elimizdeki tek şey, bir sonuç genelleme kanıtıdır. Fakat Darwin'in evrim teorisi doğruysa, o zaman, daha uzun boyunlan bulunmuş olsaydı, daha iyi durumda olmuş olurlardı olgusu, uzamayı açıklamaya katkıda bulunur. Ortam, kesinkes uzun boyunların yaşam şansım arttırdığı bir ortam olduğu için, uzun boyunlarla birlikte değişenler lehine eleme yapar. Hiçbir yorumda, bu eğilimsel olgu, özellik kazanmanın açıklayıcı olmayan bir habercisine indirgenemez. Boyun uzamasına uygun açıklayıcdığını, Danvinci teori gerektirir. Ya da biraz önce tartışdan bitkileri düşünün; fakat soruyu "Şu bitkiler neden şimdi taç yapraklarını kapatırlar?"dan "Bu bitki türü, neden ışığa ve karanlığa duyarldık kazandı?"ya çevirin. Yanıt şu olguyu kapsayacaktır: Geçmişte ona sahip olmuş olsaydı, daha iyi gelişip güçlenmiş olurlardı. Bu eğilimsel olgu sayesinde, buna sahip olan tür örnekleri, sahip olmayanlar karşısında kollandılar.
"'- Ortamlar yavaş değişliği için bağıntı kalır. Bir özellik şimdi uyum sağlayıcı olsaydı, olasılıkla geçmişte de olmuş olacaktı. Türün şimdi o özelliği varsa. bu. geçmişle uyum sağlayıcı olmuş olmasından ötürüdür. Özelliğin geçmiş uyum sağlayıcı değeri, onun bugünkü varlığını ve ortamın kalıcılığı nedeniyle bugünkü uyum sağlayıcı değerinin olabilirliklerini açıklar. Bu nedenle, özelliğin bugünkü uyum sağlayıcı değeri, onun varlığının açıklayıcı olmayan doğal sonucudur.) Aksine, eğilim geçmişle edinilmemiş olsaydı, türün şimdi o özelliği bulunmazdı /aman ayrımlı açıklama sahicidir. O halde, kuşkucu tez yanlıştır. Doğru işlevsel açıktamalar vardır. (Ve tarihsel materyalizmin bunlardan bazılarını verdiğini ileri sürüyoruz).
306
333
sından, kuyrukların uygun hizmetleri vereceği zamanlar geçmiştir diye eklediğinde eksik tamamlanır. Kuşkucu, işlevsel bir açıklamanın uygun göründüğü her seferinde, görüntünün altadıcı olduğunu ve gerçekte kısa bir işlevsel olmayan açıklamalar liştesi uygulandığını savunur. Biyolojik türlerin nitelikleri konusunda, işlevsel açıklamaya doğru alternatifin Darwin'in teorisi, ya da daha doğrusu, onun zamanında bulunmayan genetike dikkat çeken Darwin'in modern bir gelişimi olduğu sanılır. Bizim görüşümüzde Darwin'in teorisi işlevsel açıklamanın bir rakibi değil, başka şeyler yanında, işlevsel açıklamaların neden biyosfere uygulandığının zorunlu bir anlatımıdır. X'in y'yi açıkladığım bdmek, fakat yine de, x'in y'yi nasıl açıkladığını görmeden x'in y'yi açıklaması gerektiğini çok acaip bulmak olanaklıdır. Bir yatkınlığın bir türün yararına olması olgusunun türün kazammını açıklamaya nasıl yardım ettiğinin çekici bir teorisi, Darwin'in başarıları arasındaydı. Darvvin, türlerin donanımıyla ilgili işlevsel olguların, türlerin sahip oldukları donanımlara neden sahip olduklarım açıklamaya katkıda bulunma şeklini keşfetti. Farklı bir anlatımda, örneğin Lamarck'ın anlatmanda, işlevsel açıklamalar açıklayıcı gücünü tamamen farklı değerlendirmelerden alır.(1) Her iki öğreti de, vurguladığımız eğitimsel özelliklerin açıklayıcı uygunluğunu kabul eder. Karşı karşıya bulunduğumuz şey, sonuç açıklamaya rakip alternatifler değd, bir sonuç açıklamasının neden sürdüğü de ilgili rakip teorilerdir. Bu teorilerin, doğal-tarihsel sonuç açıklamalarla ilgili birbirine karşıt ayrıntılı açıklamalar sunduğunu söyleyebiliriz. Dünya deneyimimiz, bir sonuç açıklamasının geçerli olduğu her seferinde, şu ya da bu daha deri ayrıntılı açıklamaları bulunduğuna bizi inandınyor ve aslında işlevsel açıklamaların alabdeceği çeşitli daha kar-
maşık biçimleri kuşkucunun işlevsel açıklamaya çeşitli alternatifler olarak yanlış anladığım ileri sürüyoruz. Bölüm X'nun bir konusu da, Marksçı işlevsel açıklama iddialarını geliştirme yönlerini' önermek olacaktır. Fakat böylesi iddialar, uygun ayrıntılı açıklamaları elde olmadan da rasyonel olarak anlaşılabilirdirler. Eğer bir Marksist, burjuva medyası sınai çatışmaları, o şekil haberciliğin deri sürülen eğilimi bulunduğu için, kapitalist sınıf lehine olacak şeküde haber yapar diyorsa, verili şeküde haberciliğin kapitalist sınıfı kollaması olgusunun sınai çatışmaların bu şeküde haber yapdması olgusunu nasıl açıkladığım henüz gösteremediği zaman büe, kendi açıklayıcı iddiasını hakti çıkarabilir durumda olabilir.
(7) Sonuç Açıklama ve Tiimdengetim-nomolojik Model Bir sonuç açıklama, aşamaların yasalarla ilişküendiği şeküde bir sonuç yasasıyla ilişküenir. İtiştiririm ne olduğunu söylemek bizim görevimiz değil. Fakat, burada askıda kalan soruya doğru yanıtın Hempel'in yanıtı olduğu varsayımı konusundaki açıklamalarda hangi sonuç yasaların ortaya çıktığım sergilemek açıklayıcı olabilir. Hempel'e göre, her doyurucu ve tam açık açıklama, önciüleri arasına en azından bir yasa- ifadesini alan ya tümdengelimsel olarak geçerli ya da tümevanmsal olarak sağlam bir savdır. Bu şeküde ruhsat verilen savlardan sadece biri, tümdengelim-nomolojik (D-N) sav burada ele alınacak. En basit D-N savı iki öncülü içerir, biri koşul yasası biçiminde, diğeri yasanın öncesini somutlayan ve böylece yasayla birlikte kendi sonrasının -ki bu explanandum'dur- bir somutlanmasırun çıkarsanmasını olanaklı kılan ifadedir. Yalın bir sonuç açıklaması, diye açıklar D-N, birinci öncül olarak bir sonuç yasayı, ikinci öncül olarak başlıca öncesinin bir somutlanmasını deri süren ifadeyi kapsar. Açıklanacak şeyin belli bir tipte olaym gerçekleşmesi olduğu şema şöyle olur: L EĞER, E tipinde bir olay tVde gerçekleşseydi, o zaman /2'de
"'- Lamarck konusunda daha fazlası için bkz. Bölüm X.
308
309
F tipinde bir olay meydana getireceği doğruysa, O ZAMAN, E tipinde bir olay tJ'te gerçekleşir. C //"de E tipinde bir olay gerçekleşseydi, t"'de F tipinde bir olay meydana getirirdi. • C E tipinde bir olay t""te gerçekleşir."» "İşlevsel Çözümlemenin Mantığımda. Hempel kendisi, işlevsel açıklamaların D-N temsillerini açıklar. Önce işlev-ıfadelerini, "bir sistemin düzgün çalışması için zorunlu ... belli koşullan" işlevsel malzemenin "karşılandığı" söylenen yarar-ifadeleri olarak kavrar.™ Sonra, etkin öncülü sistemin bir ya da daha fazla gereksinmesini karşılamak olduğu malzemenin varlığından bir D-N türetmeye çalışır/* Bizim görüşümüzde -ve burada, bizzat D-N modelinin değerlendirmesine izinsiz giriyoruz- Hempel'ın elde etmeye çalıştığı türerim, başardı olsaydı büe bir açıklama olmazdı, bir bayrak direğinin yüksekliğini gölgesinin uzunluğundan türetmekten fazla bir şey olmazdı; güneşin konumu ve optik yasalan direğin yüksekliğini açıklardı. Hempel'e göre, sadece bir C koşulunun karşılanması durumunda varlığını sürdüreceği anlamında bir sistemle ilgili bir yasa ile sistemin varlığım sürdürmekte olduğunu söyleyen bir ifadenin kesişmesi, C koşulunun karşılandığı olgusunu -kuşkusuz bunun gerektirdiği şeyi- açıklar. Hempel haklı olsaydı, memelder sadece atmosferde oksijen varsa vardırlar şeklindeki yasa, memelüerin var olması olgusuyla kesişim halinde, atmosferde oksijenin bulunduğu olgusunu açıklardı; ve teorisinin bu sonucu kabul edüemez. Kalpleri varlıklan için zorunludur şeklindeki bir yasayla kesişen memelderin var olması olgusunu, kalplere sahip olmalarının açıklanması olarak temsd etmek de eş derecede kabul edilemez. '"- Ya da: L (3xXtt 'de Eı • -*<3y
( 3 y ) (t"'de Fy))
E(32)(t""deEz). Aspects of Scieruific Explanation, s. 305. (a) (b) (c) (d)
Önerdiği şema şöyledir: I zamanında s sistemi c türünde bir düzenekte uygun işlev görür sadece beli bir n zorunlu koşutu karşılanırsa, s, c türünde bir düzenekte uygun işlev görür Eğer, i özelliği s'de bulunsaydı, o zaman, bir sonuç olarak n koşulu karşılanırdı (Dolayısıyla) t'de i özelliği s'de vardır. (Aspects of Scientifıc Ejcplanation, s. 310).
310
Kalplere sahip olmalan bu şekdde açıklanamaz, dolayısıyla işlevsel olarak açıklanamaz. Eleştirel iç monolog bu kadar. Hempel'e göre, bir malzemenin varlığının türetimi, bir türetim olarak sağlamdır; o nedenle, bir açıklama olarak da nitelenir. Fakat, işlevsel açıklamaların sunulduğu tipik durumlarda etkin bir türerimin elde edilemez olduğunu deri sürer. Çıkarsama ya geçersizdir, ya da ümit kinci bir şekdde özgün olmayan bir sonuçla, çıkarsanan şeyin işlevsel malzemenin varlığı değd, şu ya da bu gereksinme-karşdayanlar kümesinin (olasılıkla belirtilmemiş) varlığı olan bir sonuçla birlikte geçerlidir. Tipik durumlarda, varlığı açıklanacak işlevsel malzemeden başka bir şey gereksinmeyi tatmin etmiş olabdeceği için sorun çıkar. Malzeme, tatmin edilmesinin yeterli koşuludur; fakat geçerli bir türetimi, bunun zorunlu bir koşul olmasını gerektirirdi. Açıklayıcı olarak alınan, Hopüerin yağmur yağdırma törenlerinin grup kimliğini güçlendirme işlevi gördüğüne dair iddiaya uygulandığında, Hempel'in temel fikri şu olur: "Başka bir grup töreni yağmur dansının işlevinin aracı olabilir."® Bu fikir, bir önceki sayfadaki şemayı -somutlayan savlara nüfuz etmez; zira, özsel olarak yarar-ifadelerini, ve a fortiori, bir şeyin bir gereksinmeyi karşılamasını anlatan ifadeleri kapsamaz. "Fakat, başka bir şeyi amaçlamış olsa da, fikrin farklı biçimdeki D-N savımıza karşı yeniden yönlendirilebileceğini ummak akla uygundur. Buna uygun olarak, D-N savımızı nasd etkileyebileceğini inceleyelim. Diyelim ki, Hempel'in yağmur dansına adaylanyla karşı karşıya değiliz; yasa öncülü şöyle olan bir D-N savımız var: Bir yağmur dansı grup kimliğini güçlendirecek olsa, yağmur dansı yapılır.® Hempel'in fikri, istenen sonucun çıkarsanabdirliğini kusurlu bulmazdı. Fakat, yasa öncülün doğruluğu konusunda kuşku yaratabüirdi. Bunun nedeni, yasanın sadece yağmur dansının grup kimliğini güçlendireceğini söylemesi -söylememesi- değildir. Hempel'in "'- Aspects of Scientifıc Explanatioa, s. 311. Dikkat edin, bizim explanandum'umuz, toplumun kültürel repertuarı ada yağmur dansının bulunuşu değil, tikel bir vesileyle bir yağmur dansının yapılmasıdır.
333
fikri yasayla çelişmez. Fakat yasayı kuşkulu hale getirir: Benzer potansiyele sahip diğer törenler fiüdeşmediği zaman, yağmur dansının potansiyeli neden fidüeşmesi için yeterli olsun? Elbette, bu tikel açıklamayı temize çıkarmakla yükümlü değiliz. Fakat, işlevsel açıklamaların yeterince tipik örneği olduğuna göre, Hempel'in söylediklerine karşı nasd savunulabileceğinin ana hatlarını çizmeye değer. Hempel'in fikri doğnı olabilir, fakat, alenen doğru olmaktan uzaktır: Sadece doğru görünür. Yağmur dansından başka bir törenin icra edilmesinin Hopiler arasında grup kimliğini güçlendireceği kesin değd. Diğer törenlerin değd de yağmur danslarının gerçekleştiği durumlarda yalnızca yağmur dansının karşıladığı belli koşullarda böylesi törenlerin grup kimliğini güçlendirmesi söz konusu olabilir. Akla uygun bir koşul, törenin, kabilenin geleneksel repertuarının bir parçası olmasıdır. Sadece diğer törelerin bu özniteliği bulunmadığında yağmur dansıma bu özniteliği varsa, diğer töreler, Hempel'in iddiasının aksine, Hopiler arasında grup kimliğini güçlendirme potansiyelinden yoksun olurlar. Durum buysa, akla uygunluğu ne olursa olsun, orjinal açıklama yerli yerinde durur. Hempel'in söylediği hiçbir şey, bunu kusurlu bulmaz. Diyelim ki, alternatif törelerin Hopderin grup kimliğini güçlendireceği konusunda Hempel haklıdır. O zaman, ikinci bir savunma hattına çekilebiliriz. Hempel'in fikri kabul edilirse, başlangıçta belirtildiği şekliyle yasa kuşkulu hale gelir; fakat sonuç-yasal öğeyi alıkoyan değişik bir versiyonu yine de savunulubilir. Yağmur dansının potansiyelini tarif eden orjinal başlıca öncel, bir yağmur dansının yapıldığım ima etmeye yetmez. Fakat, başlıca öncele bir ek cümlecik, örneğin yağmur dansının söz konusu toplumun geleneksel repertuarının bir parçası olduğunu belirten bir cümlecik ekleyerek herhalde yeterli bir koşul elde ederiz. Ne bunun ne de yağmur dansının potansiyelinin kendi başına bir yağmur dansının yapılmasına yeterli olmadığım, ikisinin birlikte yeterli olduğunu varsayıyoruz. Gözden geçirilip düzeltilen yasa-ifadesi şunu söyler: Bir yağmur dansı grup kimliğini güçlendirecekse ve yağmur dansı yapmak toplumun ge313 333
leneğine aitse, o zaman bir yağmur dansı yapdır. Eğer, uygun bir ek cümlecik eklenerek C-ifadesi de gözden geçirilip düzeltilirse, yine orjinal explanandum'u çıkarsayabiliriz. Dikkat edin, ilkini savunmada gelenek (ya da başvurduğumuz koşul ne olursa olsun -daha az aleni bir koşul da olabilir) birincisinde oynadığından farklı bir rol oynar. Birincisinde, törenin geleneksel bir etki olacak birleştirici etkisiyle ilgili bir koşuldu. Gelenek, orjinal yasa-ifadeyi korumak için bir sav üretti. İkinci savunmada ise, bir törenin birleştirici bir etkiye sahip olması için geleneğin gerekli olmadığı kabul ediliyor: Daha çok, bir törenin bu etkisi olacaksa ve gelenekselse, o zaman töre icra edilir. Kam t, her iki savunma çizgisine de elverişli olmayabilir. O zaman üçüncü bir savunma uygun olur. Nitelenen biçimde bde yasarım geçerli olmadığı ve eğer bir tören grup kimliğini güçlendirecekse, bu ya da şu benzer törenler icra edilir diyen bir yasaya gerilediği kabul edilecek. O halde orjinal explanandum'u değü, sadece şu ya da bu uygun törenin icra edildiğini çıkarsayabiliriz. Yitirilen bu özgünlüğün bedeli, Hempel'in savunabileceği kadar büyük değü."» Her açıklamaıun explanandwn görüngünün sayısız özniteliğinini nedenlerim açıklayamadığını Hempel'in kendisi sık sık vurgular. Açıklanan şey bakımından bir başanyı temsü edip etmemesi bizin dgüerimize bağlıdır. Bir bardak kıııldığında, kırıklarının aldığı biçime fazla dikkat etmeyiz ve neden kınldığının bir açıklanmasıyla yetiniriz. Benzer şeküde bir antropolog şu ya da bu törenin yerine getirilmesini ilginç bulabilir ve bunu işlevsel açıdan açıkladıktan soma, o törenin özgül niteliğini, o da işlevsel bakımdan açıklanmış gibi davranmadan araştırmaya geçebilir. Bir töreyi yerine getiriyorlarsa, neden şu töre değü de bu töre olduğunu işlevsel bir açıklaması olmayabilir; fakat yine de bir töreyi yerine getirmeleri işlevsel bakımdan açıklanabüir. (/halde, görüngülerin emredilmiş bir özgürlük ölçüsünde açıklanması, genel olarak sağlam açıklamadan daha fazla sağlam işlev"'- Olasılıkla sonuca "oldukça yüzeysel" derdi, Bkz. Asptcts, s. 314.
sel açıklama koşulu değildir. Hempel, genel durum açısından konuyu vurgular; fakat bunu işlevsel örneğe uygulayamaz. Hempel'in temel iddiası şudur: Yağmur dansının güçlendirici gücü Hoptierin onu neden yaptıklarını açıklamaz; çünkü diğer törelerin de aynı etkisi vardır. Örnek tipik işlevsel açıklama olduğu için, iddia genel olarak işlevsel açıklamanın bir eleştirisi halini alır. İşte, bizim tikel işlevsel açıklama teorimizi gerektirmeyen dille bu eleştiriye yanıtımız. (i) Verili bir işlevsel aygıtın ikamelerinin kullandabilirliğini abartmak kolaydır. Yağmur dansı olmayan törenlerin başka kabilelerde toplumsal iç yapışkanlığı güçlendirmesi olgusu, Hopilerde de aynısının olduğunu göstermez. Genelde: Eğer d aygıtı s sisteminde /işlevini yerine getiriyorsa ve d' aygıtı da, farklı bir s' sisteminde aynı / işlevini yerine getiriyorsa, bundan, j'de gerçekleşmesi durumunda d"ninfyi yerine getireceği sonucu çıkmaz. (ii) Diyelim ki, bazen doğru olacağı gibi, d\ j ' d e / y i yerine getirirdi. O zaman, d'nin j'de f y i yerine getirmesi olgusunun, onun oradaki varlığım açıklaması olası olmaz. Fakat
314
X İşlevsel Açıklama: Marksizmde (1) Giriş Bölüm IX, işlevsel açıklamayı, bu kitapta açıklandığı şekliyle tarihsel materyalizm için vazgeçilmez olan entelektüel bir aygıtı savundu. Savunma burada da devam ediyor. Marksistlerin ve Marksist olmayan toplum bilimcilerin işlevsel olarak yorumlanan tarihsel materyalizme olası itirazları ele almıyor. Bunun ardından, Marksçı açıklayıcılık iddialarıyla ilgili çeşitli açıklamalar kestiriliyor. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı' Önsöz, birçok açıklayıcı ifade kullanır Üretim ilişküeri üretken güçlere karşılık gelir; hukuksal ve siyasal üstyapı gerçek temel üzerinde yükselir; toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam süreci, maddi yaşamın üretim tarzı tarafından koşullanır; bilinç, toplumsal varlık tarafından belirlenir. Her durumda Marx, ikincinin bir şekilde birincinin açıklayıcısı olduğunu ileri sürdüğü iki şeyi ayırt eder. Burada ve başka yerlerde, ne tür bir açıklama varsaydığını söylemez ve italik ifadelerin anlambilimsel çözümlenmesi, ne demek istediğini açığa çıkarmanın iyi bir yolu olur. Merkezi Marksçı açıklamalara işlevsel olduklarım söyledik ve bu, kabaca, açıklanan şeyin niteliği, kendisini açıklayan şey üzerindeki etkisi tarafından belirlenmesi anlamına gelir. Manc'ı böyle yorumlamanın bir nedeni: Açıklayıcı bağın yönelimi Manc'ın belirttiği gibi ise, o zaman bağın doğasının en iyi anlatımı, bağın işlevsel bir bağ olduğunun anlatımıdır. Zira, üretim ilişkileri üretken güçleri köklü bir şeküde etkder ve üstyapılar temelleri güçlü bir şekilde koşullar. Mara'ın açıklama iddiasmda ol315
duğu şeyin, onu açıkladığını söylediği şey üzerinde muazzam etkisi vardır. Açıklamalarının işlevsel yorumlanması, açıklanan görüngülerin nedensel gücü üe açıklama düzeni içindeki ikincü statüleri arasındaki tutarldığı sağlar. Bu nedenle, bir ekonomik yapının ulaşılmış üretken güçler düzeyine karşılık gelir demek şu anlama gelir: Yapı, güçlerin verindi kullanımı ve geUştirilmesi için maksimum olanağı sağlar ve böyle bir olanağı sağladığı için vardır. Varlık bilinci belirler demek, en azından büyük ölçüde şu anlama gelir: Bir toplumun önde gelen düşüncelerinin niteüği, bu nitelik sayesinde, üretken güçlerin gerektirdiği ekonomik rol yapışım sürdürme eğilimi tarafından belirlenir. (1) İki tezi birleştirirsek, şöyle hipotezler elde ederiz: Protestanlık, emek/sermaye ilişkisinin toplumun yeni üretken potansiyellerini geliştirmeye önceden hazır olduğu bir sırada kapitalist girişime irilim vermeye ve emeğin disiplinini güçlendirmeye uygun bir din olduğu için yükseldiği bir sırada yükseldi. Marx, "Protestanlık, hemen hemen bütün geleneksel tatil günlerini çalışma günlerine çevirmekle sermayenin genesisinde önemü bir rol oynar" dediğinde,® sadece yeni dine beüi bir etki atfetmekle kalmaz, o dinin bu etki bakımından doğuşunun (kısmi) bir açıklamasını da veriyor. One sürdüğü merkezi açıklamaların yapısı konusunda Manc açık olmasa da, bazi imalar vardır: İlk "İşçi Tüzüğü" (23 Eylül Edward H, 1349), dolaysız bahanesini (nedenini değil, zira bahanenin ortadan kalkmasından sonra da bu türden yasalar yüzyıllarca sürüp gider) halkı kınp geçiren btlyilk veba salgınında buldu.
Tüzük, kökenindeki koşullarla değü, bu türden bir yasarım toplumsal yapınm gelişimi üzerimdeki kalıcı etkisine göndermeyle 1,1
'Toplumsal varlığın bilinci belirlemesi" üzerine daha geniş yorumlar için bkz. benim, "Being, Consciousness, and Roles." *" Kapital. C. l.s.289,dn. 129 "'Kapital, C. 1, s. 2 8 5
322
açıklanabilir. " Bir şeyin ilk görünüş biçimine o şeyin varoluş nedeni olarak bakma eğilimi bulunan İngiliz'in"* hatasından sakınmalıyız. Beüi başlı Marksçı açıklayıcı iddiaların nitelde olarak işlevsel olduklan görüşüne iyi ifade edilmiş hiçbir alternatif yoktur. Yine de, kısaca açıklanacak çok sayıda kötü nedenden ötürü, işlevsel yorum popüler değü. Marksistier, pratikle işlevsel açıklamalar geüştirirler, fakat pratiklerimi uygun bir şeküde teorileştirmezler. incelenecek nedenlerden ötürü, açık hale getirildiğinde işlevsel yorumdan irkilerek geri çeküirler. Soma, anlaşılması güç "yapısal nedensellik" düşüncelerine,® Engels'in açıklanmamış "son kertede belirleme"sine, temelin önceüği, tersi de doğru değilmiş gibi, üstyapıyı sınırlaması olgusunda yatar şeklindeki zahmetsiz önermeye başvururlar, ya da başlıca açıklayıcı öncelik tezlerini, salt höristlik diye yorumlayarak bir tarafa bırakırlar. Marksistier, çeşidi nedenlerle işlevsel açıklamaya kuşkuyla bakarlar. Bundan sonraki iki altbölüm, bu nedenlerin en önemlüerini ele alıyor.
(2) işlevsel Açıklamanın Kavramsal Eleştirisi Bu altbölüm, son bölümün temel savunularından bazdannın yeniden ifadesidir. Basit bir işlevsel açıklamayla başlayalım. Bazı sanayüerde, belü bir zaman döneminde üretim birimlerinin ortalama büyüklüğünde belirgin bir artış olur: Küçük atölyeler büyüyüp fabrikalara dönüşürler, ya da yerlerini büyük, fabrikalara ahr. Artan ölçek, verdi miktarda bir çıktı üretmenin maliyetini düşürür. Ölçek ekonomüeri yaratır. Ölçekte büyüme, başka bir şeye değü bu etkiye sahip olduğu zaman ölçeğin büyüdüğünü bulgularsak, o zaman şu makul bir açıklayıcı hipotezdir: Büyüme tasarrufa neden olduğu için ölçek büyür. Genişlemiş ölçeğin ekonomüeri indüklemesi olgusunun geniş ölçeği nasıl açıkladığını bilmeden, haklı olabüeceğimize dikkat "• Kapital. C. 1, s.416. dn. 61 ® Tırnak içi ifadenin sahibi Althusser'in kendisi de, fiili toplumsal görüngüleri ele aldığı zaman işlevsel açıklamalar kullanır, örneğin bkz. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları
317
edin. Maliyet verimldiği nedeniyle bir şeyin geniş ölçek lehine çalıştığını, neyin o şekilde çalıştığını bilmeden de büebiliriz. Artışın akıllı idareciler tarafından bilinçli olarak mı sağlandığım yoksa, ekonomik rastlantı ve doğal ayıklanmayla mı meydana geldiğini bilmeyebiliriz. Nasıl öyle açıklandığım söyleyebilir durumda olmadan değişimin sonuçlarıyla değişimin açıklandığım iddia edebilir durumda olabiliriz. Şimdi açıklama biçimini daha dikkatli bir şekilde tarif edelim. Bir nedenimiz, ölçek artışı, ve bir de sonucumuz, ölçek ekonomileri, var. Sonuç gerçekleştiği için nedenin gerçekleştiği önerilmiyor. Hatta, o sunuca neden olduğu için nedenin gerçekleştiği deformülasyon gerçeğe daha yakın olmasma karşın- önerilmiyor. Aksine, o sonucu doğurma eğiliminden ötürü neden gerçekleşir: Sanayi, ölçek artışlarının tasarruf sağladığı türden sanayi olduğu için ölçek artışı gerçekleşir. Bu işlevsel açıklama biçimine genel bir itiraz yersizdir. İtirazı, Percy Cohen'in ifade ettiği şekliyle ele alıyoruz. Cohen'in işlevsel açıklama örnekleri şunlardır: Dm toplumun moral temellerini sürdürmek için vardır... (ve)... devlet, karmaşık toplumlarda gerçekleşen çeşiüi faaliyetleri koordine etmek için vardır. Bu her iki durumda da, bir nedeni açıklamak için bir sonuç kullanılıyor; dinin ve devletin varlığını açıklamak için, moral düzen ve koordinasyon sonuç koşullan kullanılıyor.. Eleştirmenler, haklı olarak, bu tip açıklamanın mantık yasalarına aykın olduğunu ileri sürerler, zira bir ş e y zaman olarak başka bir şeyden sonra gelirse, o şey o başka şeyin nedeni olamaz. "
Soriradan gelenin önce geleni açıklamadığı (bir mantık yasası olmasa da) doğrudur. Fakat Cohen'in sözünü ettiği tezlerin bu hakikati ihlal ettiği doğru değd. Bir toplum, kendi istikran için gerekti olduğu (ya da istikranna katkıda bulunacağı) zaman bir dini geliştirir ve/veya sürdürür şeklindeki genelleme, mantıklı bir genellemedir. O halde, bir toplumun dini, toplumun bu özelliği gereğince açıklanabilir: Yaşayabilir olması bir dini gerektirir. Bu özellik, bir dine sahip olmanın sonucu değildir ve açıklamada hiçbir zaman sırası bütünü olmaz.
Diyelim ki, bir toplum, istikran bakımından bir dini gerektiriyor ve bu gereksinmeyi karşılayan bir dini vardır. Bundan, toplumun bir dine olan gereksinimi onun bir dini olmasını açıkladığı sonucu çıkmaz. Toplum gerçekten de bir dini gerektirebilir; fakat, bir dini gerektirdiği için bir dine sahip olup olmayacağı başka bir sorundur. Bir dini gerektirdiği için değil, başka nedenlerle bir dine sahip olabilir. Bir dinleri bulunmadığı için dağılma eşiğinde olan on tannsız topluluğu düşünün. Bir peygamber onunu da ziyaret eder, fakat sadece biri peygamberin öğretilerini benimser. Diğer dokuzu sonunda yok olur ve sadece inanan toplum varlığım sürdürür. Fakat, bir dine gereksinim duyduklan için değü (bir dine gereksinmeleri olduğu halde) peygamberin görünüşünden hoşlandıklan için dini benimsemişlerdir. Bu nedenle, bir dinin bulunması ve ona gereksinim duyulması olgusu, gereksinim duyulduğu için bir dinin var olduğunu göstermez. Bu başka savlan da gerektirir. Bazı sosyologlar, başka savlara gereksinimi bizzat işlevsel açıklamanın bir kusuru olarak görebilirler. ( 1 ) / gerçekleşmiştir demek e' nin niçin gerçekleştiğinin bir açıklanmasını ileri sürmek değildir.0' Yine de, • ( 2 ) / gerçekleşmiş olduğu için «''nin gerçekleştirdiği doğru olabilir. (2) doğru ya da yanlış olabilir; fakat eğer doğruysa, basitçe (1) doğru olduğu için doğru değildir. Benzer belirlemeler işlevsel açıklamaya da uygundur. (3) Toplumsal düzeni sürdürmek için din gereklidir0' demekle, dinin varoluşunun bir açıklaması önerilmez. Yine de şu doğru olabilir: (4) Toplumsal düzeni sürdürmek için gerekli olmasından ötürü din vardır. (4) doğru ya da yanlış olabüir; fakat eğer doğruysa, basitçe (3) doğru olduğu için doğru değüdir. Salt/ nin e' den önce olması olgusu,/' nin e' ye neden olduğu "(1 )'e niçin gerçekleşü?"ye bir yanıt olarak suııulmamışsa " Yine (3), "Din niçin vardır? " a yanıt olarak sumılmamışsa.
'" Modern Social Theory. s. 47-48.
319 333
olası hakikat olsa da,/' nin ' ye neden olduğunu garantilemez. Benzer şekilde, salt g 'nin doğal eğilimlerinin yararlı olması olgusu, g "nin bu doğal eğilimlerle açıklanmasını garantilemez; fakat öyle açıklanması doğru olabilir. Post hoc ergo propter hoc (bundan sonra geliyor, demekki nedeni bu) safsatasının varlığı, bütün nedensel açıklamaları geçersiz kılmaz. Bir şey işlevselse, işlev(ler)iyle açıklandığını sanma safsatası da, bütün işlevsel açıklamaları dışarda bırakmaz. Bu nedenle İPercy Cohen, bir din teorisini sırf dini işlevsel olarak açıkladığı için reddettiğinde ve biçim olarak işlevsel olduğu gerekçesiyle Durkheim'in işbölümü anlatımından kuşkulandığında yanlış yola sapıyor/" Bir şeye hizmet eden bir işlev saptamak zorunlu olarak birini vermese de, işlevsel açıklamalarda dke olarak yanlış hiçbir şey yoktur. Her iki hakikati de tanıyamama, sosyolojide anlaşılmaz tartışmalara neden olur. Bu nedenle, Cohen bir görüngüye bir işlev atfetmenin açıklayıcı olamayacağmı yanlış bir şekilde deri sürerken, diğerleri de, bir kullanım uı ya da kurumun gerekli ya da işlevli olduğunu göstermenin onun varoluşunun ipso facto açıklaması olduğunu sanırlar Merton'un klasik yazısı, bir malzemenin işlevlerinin bulunduğunu kanıtlamak otomatik olarak o malzemenin açıklanmasına katkıda bulunmaktır şeklindeki varsayıma eğilimlidir. Bir şeyi işlevlerine gönderme yaparak açıklamak (uygun işlevsel açıklama) de bir şeyin işlev(ler)ini açıklamayı asla doyurucu bir şeldlde ayırt etmez. Hawthome deneyinin sahip olduğu bir işlevi saptar, fakat, deneyin niçin gerçekleştiğini açıklayan bir işlev olmadığını farkedemez. Sosyologlar, sik sık ilginç işlevler saptarlar, fakat, saptadıklarının bir şeyin niçin öyle olduğunu açıklayıp açıklamadığı sorusu, yanıtı daha fazla kanıt ve sav gerektiren bir sorudur. Bazen iyi kanıt ve sav çıkar, fakat her zaman değd. (3) İşlevselcitik, İşlevsel Açıklama ve Marksizm Toplumsal görüngülerin işlevsel açıklanmasına diğer itirazlar ise, işlevsel açıklama ile işlevselcilik teorisi arasındaki tarihsel
birliktelikten kaynaklanır. İşlevselciliğin kusurları, işlevsel açıklamalım ününü etkiliyor. Bu üzücü bir durumdur, zira göreceğimiz gibi, ikisi arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. İşlevselcilîkten, antropolojide baş mı Malinovvski ve RedcliffeBrown'un çektiği eğilimi anlıyoruz. Burada güç sıralama sına göre( (3),(2)'yi,(2),(l)'i gerektirir) sıralanan üç tezi doğrulamıştır: (1) Toplumsal yaşamın bütün öğeleri içbağlantıhdır. Güçlü bir şekilde birbirlerini etkilerler ve hep birlikte "bir tek ayrılmaz bütün oluşturur"lar(l> (İçbağlantı Tezi). (2) Toplumsal yaşamın bütün öğeleri birbirlerini, dolayısıyla hep birlikte oluşturdukları toplum bütününü de, destekler ya da takviye edeûerfİşlevsel İçbağlantı Tezi). (3) Her öğe, (2)'de tarif edildiği şekliyle bütüne katkısından ötürü ne ise odur (Açıklayıcı İşlevsel İçbağlantı Tezi).. Tez (3), işlevsel açıklamaya bağhlığı somutlar; bu nedenle, son altbölümde tartışılan ve reddedden gerekçelerle eleştirilmiştir. Hiçbir işlevsel açıklama önermeyip toplumsal öğelerin evrensel işlevİdiğüıi deri süren tez (2), ayrıca eleştirilmiştir. Bu kadar çok toplumda bu kadar genel olan çatışma, gerilim ve krizle (2)'nin yalanladığı deri sürülür. Malinowski, "her tip uygarlıkta, her anane, her maddi nesne, düşünce ve inanç yaşamsal bir işlevi yerine getirir, yerine getireceği bir görevi vardır, işleyen bir bütün içinde vazgeçilmez bir parçayı temsil eder"0' diye nasd düşünebilir? (2)'nin sadece yanlış değd, imalanyla berbat bir şekdde tutucu da olduğu düşünülür. Dolayısıyla Marksistier, işlevselciliğin güçlü karşıtları olmuşlardır-kendi açıklayıcı tezlerinin işlevsel doğasını kabul edememelerini açıklamaya yardım eden bir olgu. İşlevselciliğin hakikatte kaçınılmaz bir şeldlde tutucu olup olmadığı sorunu, tartışmamızı gerektiren bir sorun değd; fakat, herşey yararlı bir amaca hizmet ediyor ve gerçekten vazgeçdmez ise,
121
Modern Social Theory , s. 35-36
322
Malinowski, Argonails of the Weslern pacific. s. 515 Maiinowski, A Scientifıc Theory of Culture .
321
o zaman, istenir toplumsal değişime yer olmadığı sonucunu çıkarmanın ne kadar doğal olduğunu belirtebiliriz. Radcliffe-Brown' un "toplumsal sistemlerin işlevsel tutarlılığı" ilkesini(l) sınıf mücadelesini yadsımaya hizmet eden her şey, tutucu inançlara hizmet eder. Bir Marksistin, (1) ila (3) tezlerinden herhangi birinin altına imza atmadan işlevsel açıklama ileri sürebUeceği açık olmalı. îşr levsel açıklama, işlevselcilik öğretisinin reddiyle bağdaşır ve zorunlu olarak tutucu değildir. Dahası, tarihsel materyalizmdeki işlevsel açıklama iki bakımdan devrimcidir: Geniş ölçekli toplumsal dönüşümleri öngörür ve seyirlerinin şiddetli olduğunu iddia eder. Toplum biçimlerinin, üretken güçleri ilerletmelerine ve geriletmelerine göre yükselip düştüklerini söylemek, üretken güçler geliştikçe kütlesel toplumsal yapı dönüşümlerini öngörmektir. Tarihsel materyalizmin baş tezi, insani güçlerin gelişmesini tarihsel sürecin merkezine koyar ve bizzat toplum, bu toplumsal-fazlası gelişmeye uymak zorunda kalır. İşlevselciliğin tutucu eğilimi, kurumlan (mevcut) toplumu sürdüren olarak işlevsel açıdan açıklamasında yatar. Kurumlar ve bizzat toplum, kendisine direnen toplum biçimlerine rağmen egemen olan bir gücün gelişmesine hizmet eden olarak açıklandığında, hiçbir tutuculuk söz konusu olmaz. Teori, toplumu dönüştürme aracının sınıf mücadelesi olması anlamında da devrimcidir. Geçişler, kolay ve sakin gerçekleşmez. Toplum, yeni bir sınıfın gücüne ulaşarak kendisini doğaya uyarlar. Soruya yanıtın büyük bir bölümü smıf mücadelesidir: Yeni bir ekonomik yapmm üretken güçlerin yararına olacağı olgusu, onun Adileşmesini nasd açıklar? Şimdi, bu türden nasıl-sorulan'nı daha genel olarak ele almalıyız.
(4) Ayrıntılı Açıklamalar IX. Bölümde sağlam işlevsel açıklamaların biyolojik türlerin gelişimine de uygulandığını ileri sürdük. Rastlantı değişkenliği ve
doğal ayıklanma teorisi, işlevsel açıklamayı bu alanda yersizleştirmez. Aslında, diğer şeyler yanında, işlevsel açıklamalım buraya uygunluğunu gösterir. Teori, bitki ve hayvanların, yararlılıklan nedeniyle yararlı donanıma sahip olduklarım, emreder ve bir özelliğin yararının ne şekilde varlığının nedeni olduğunu belirler. Şimdi böyle bir teorinin yokluğunda, yine de, canlı varoluşun gerekleri ile canlı şeylerin fiili nitelikleri arasındaki kışkırtıcı bağıntı lan, o gereklere yardımcı olduklan için bu doğal niteliklere sahip olduklan tezini ileri sürmeye yetecek kadar ince bağıntılan gözlemleyeceğiz. Darwin'inki gibi açıklamaların nasıl işlediklerini gösteren bir anlatımdan yoksun olduğumuzda bile, ya da IX. Bölümde belirttiğimiz gibi açıklamanın ayrıntılarından yoksun öldüğümüz zaman bile, mantıklı bir şekilde işlevsel açıklama varsayımlarında bulunabiliriz. Doyurcu bir ayrıntılı inceleme daha tam bir açıklama verir ve işlevsel olguyu, açıklayın rolünü daha kesin bir şekilde belirten daha geniş bir öykünün içine yerleştirir. İşlevsel açıklamaların, uygun bir kam tın ışığında fakat ayrıntılı inceleme teorisinden önce, akla uygun bir şekilde önerilebileceği olgusu, topumsal bilim ve tarih için çok önemlidir. Zira bu alanlardaki işlevsel açıklamalar, çoğunlukla, özenli bağlam yoksunluğuna inancı taşırlar. Hem, sırf mevcut bilgimizin izin verdiğinden daha ileri gitmeyi tercih etmemiz gerektiği için, bize açık bu açıklayıcı adımlan atmaktan geri durmak yanlış olur."' Örneğin, eğer bir toplumdaki eğitim modeli, toplumun değişen ekonomisine uygun bir tarzda evrilirse, o zaman, eğitimle ilgili bir değişikliğin ekonomik açıklanmasında nasıl göründüğü konusunda çok az şey bilindiğinde bile, değişimler ekonomik evrimi beslediği için eğitimin değiştiği gibi değiştiğini ileri sürmek akla uygundur. Kuşkusuz, daha tam makul bir öykü edinilinceye kadar ihtiyatlı olmak için nedenler vardır; fakat bu, özel olarak işlevsel açıklamaların hakikati değilZira, açıklama olarak kabul edilmelerine karşın, daha fazla aynntıh inceleme gerektirdiği duyumsanan açıklamalar sadece işlev-
Bkz. A NaturaI Science of Society, s. 1 2 4 - 1 2 8 ve Srructure and Function in Primitive Society, s. 43
1
322
Kr$. Plekhanov, The Monist View, s. 330
323
sel kalıpta açıklamalar değil. Sık sık, p'nin <7'yu açıkladığından emia olunız, fakat nasıl açıkladığını bilmeyiz. Oksijenin yanmaya katkısından habersiz biri, çakdan kibrit alev aldığında, bdgisizliği sürtünmenin nasd alevlenmeye yol açtığını söylemesini engedese de, çaloldığı için alev aldığının ezici kanıtına sahip olabilir. Benzer şeküde, işlevsel açıklamaya dönersek, genetik ve evrim teorisinden habersiz biri, böcek türlerinin ortamlarına sokulan böcek öldürücülere direnme araçlarım düzenli olarak geliştirdiklerini gördüğünde, doğal olarak, fazla birşey söylememesine karşın, koruyucu oldukları için bu araçlan geliştirdiklerini gördüğünde, doğal olarak, fazla birşey söylememesine karşın, koruyucu olduklan için bu araçlan geliştirdikleri sonucuna varacaktır. Tarihçder ve toplum bilimciler, herhelde, biyolojik adaptasyon örnekleri kadar tartışılmaz adaptasyon örnekleri hiçbir zaman kaydetmezler. Fakat, geri kalan açıklayıcı hipotezleri de, doğa bitimederini talep eder durumda olduklan şeyden daha az etkileyici kanıüara dayanır. O halde, "yanladıklarından daha fazla soru gündeme getirirler" dentise de, işlevsel açıklamaların entelektüel geçerliliği ve değeri vardır. Ztia, bazı sorulara yamt verirler, gündeme getirdikleri sorular ise, doğru yönde araştırmaya işaret eder. Şimdi, işlevsel açıklamalan ayrıntılı inceleme yoüanndan bazılarım inceleyelim. Yine, geniş ölçeğin meydana getirdiği ekonomder nedeniyle ortalama üretim ölçeğinin genişlediği bir sanayiyi düşünelim. Ölçeğin tasarruf sağlaması olgusu de ölçeğin genişlemesi (sonuç) olgusu arasındaki bağlantının ayrıntılı btigisi olmadan vardan bu açıklayıcı yargıyı tasarladık. İki ayrıntılı inceleme kolayca kendini gösterir. Birincisi, sanayinin karar vericderinin artan ölçeğin tasarruf yaratacağım bildiklerini ve bu işlevsel olgunun bdinciyle kendi üretim birimlerini genişlettiklerini varsayabüiriz. O zaman işlevsel olgu, bir ölçek artışının yararlı olacağı (doğru) inancının oluşmasının nedeni olmakla açıklayıcı rolünü oynardı; dgiü yararlar istemiyle birlikte bu inanç, oylum olarak büyümenin daha doğrudan bir nedeni olurdu. Açık nedenlerle, buna bir işlevsel açıklamalım amaçlı ayrıntılandırılması diyebiliriz. 324
Yukardaki aynntdandırmada, sınai birimlerin rekabetçi bir ortamda çalıştıklarım ne ileri sürdük ne de yadsıdık. Karar vericüer, bütün sanayinin seyrini kendi iradelerine tabi kılan Gosplancılar olabilirler. Fakat, rekabetçi bir ortamda da amaçlı ayrıntılandırma uygulanabilir. Belirtildiği gibi, amaçlı bir ayrıntılandırma rekabetçi bir ekonomide olanaklıdır, fakat bu nedenle, ikinci önemli aynntdandırma biçimidir. Beüi bir sanayinin artan ölçek koşuüannda daha verimli işlev göreceği rekabetçi bir ekonomiyi düşünelim, fakat firma yöneticderinin bu olgunun farkında olmadıklarım varsayalım. O zaman, ortalama ölçek genişlerse, bunun nedeni, artan ölçeğin vaat ettiği tasarrufu sağlamaya çalışan biri olmaz. Yine de, belki büyüklüğe atfettikleri prestij, ya da hareketin yönettiler arasındaki gerilimi azaltmanın bir yolu olarak görülmesi nedeniyle, bazı firmalar kendi üretim birimlerinin ölçeğini büyütür, ya da ölçek büyütme niyetinin bulunmadığını, fakat belli firmalarda o yönde kontrolsüz bir çekimin bulunduğunu varsayalım. O zaman, bağh ekonomilerden ötürü ölçeği büyüyen herhangi bir tikel firmadan söz edemezdik. Fakat, genişleyen firmalar genişlemiş olmaları nedeniyle rekabet karşısında başardı olmaları durumunda, işlevsel olgu sanayinin ölçek profilinde zamanla meydana gelen bir değişimi yine de açıklayabilir. Rekabet, pratiğin esininden bağımsız olarak pratiği verimli olan firmalar lehine eleme yapmak zorundadır. Tarif edden durumda, işlevsel açıklamanın Danvinci aynntılandınlması diyebileceğimiz şeyle karşı karşıyayız; zira, önde gelen öğeleri şunlardır: Rastiantı"1 çeşitliliği (üretim ölçeklerinde), kıtlık (sonlu efektif talepten ötürü) ve ayıklanma (rastlantı sonucu üstün bir yapısı bulunan çeşülerin piyasasında). Üçüncü türden aynntılandırmaya Lamarckçı dendebilir. Darvvin'itıkinin tersine. Lamarckçı biyoloji teorisinde, daha çok uyum sağlayıcı nitelikler kazanan ve bu nitelikleri sonraki kuşaklara akBurada, nedensiz ya da açıklanamaz çeşitlilik i m a edilmiyor. 'Rastlantı'yla anlatılmak islenen, çeşitliliğin açıklanmasının daha büyük ölçeğin işlevsel değeriyle bağlantılı olmadığıdır. D a r w i n , sadece çevre, koşullan tarafından denetlenmediği i ç i n genetik çeşitliliğe rastlantı der
333
taran tür örneklerinin yaşamındaki verim nedeniyle tür evrilir.".' Yaratığın ortamına tam uygun olmayan bir organ, o organı bu ortamda kullanma mücadelesinin sonucu olarak daha uygun hale gelir. (En iyi keskin dişlerle çiğnenen yiyeceğin düzenli çiğnenmesinin bir sonucu olarak daha da keskinleşen dişler bunun bir örneğidir). Sunulan aynntdandırma amaçlı değddir; çünkü, donanımım o şekilde değişikliğe uğratmak organizmanın niyeti değildir: Donanımı değişikliğe uğratmak için niyet edilmeyip ortamın gereklerini yasıtan bir kullanımın sonucu olarak değişikliğe uğrar. Bu, Darwinci ayrıntılandırma da değddir. O zaman korunan başlangıçtaki çeşidenmeler, çevresel gereklere oranla rastlantıyla gerçekleşir ve organizma üzerinde, iyi ile kötü donanımlı tür örnekleri arasında farklı hayatta kalma oranlan şeklinde kendini ifade eden herhangi bir rekabet baskısının olmasına gerek olmaz. Dördüncü aynntdandırma biçimi- gerçekte birincisinin özgül bir dunımu-fe/ufr kendini kandırma durumlarına uygundur. İşlevsel olgu, ikinci ve üçüncü biçimlerin aksine, aracdann zihinleriyle etkili olur; fakat, amaçlı örnekler paradigmasından farklı olarak, aracılann tam onayı olmadan öyle olurlar. Ölçek ekonomileri örneği bakımından bu biçimde bir aynntdandırma, oldukça hayali olurdu; fakat görüleceği gibi, Markçı teoriye uygundur. Yukardaki sınıflama, bütün olası lıklan ve durumlan kapsamaz ve gözden geçirilen aynntdandırma tipleri, kombinasyonlan kabul eder: İşlevsel olgudan işlevsel olgunun açıkladığı olguya giden içiçe geçmiş birçok yol vardır. C. Wright Mills, toplumsal gelişmedeki "çekme" üe "itme"yi karşılaştırdı ® ikisinin birbirine yapışmasını tasarlamak kolaydır. Bu nedenle, tekrar ölçek ekonomüerine dönersek, başlangıçta rekabet tarafından kontrol edüen daha büyük bir ortalama büyüklüğe plansız bir çekme, daha sonra ise, sonuç olarak artan bir itkiyle bir işlevsel üişki kavrayışı söz konusu olabilir. "' Ritterbush'u izleyerek (O ver tur es to Biology, s. 175), miras bırakılabilir nitelikler kazanma ile kazanılmış niteliklerin miras alınmasını ayırt edebiliriz ve bizi burada ilgilendiren biricisidir: Bir toplumsal kendilikten ötekine özellik aktarılmasıyla ilgilenmiyoruz, önsel bir rastlantı değişikliğiyle dolayımlanmayan ortama uyum kavramı bakımından Lamarck uygundur. Uyarlanmaya yönelik hareket, ortamın gerekleri tarafından kontrol edilen başlangıçtan itibarendir. 01 Bkz. The Causes o/World War Three.
327 333
(S) Marksçı Örnekler Tartışmamız iki merkezi konuyla sınırlı olacak: İdeolojinin üretilmesi ve yayılması ile ekonomik yapmm üretken güçlere uyarlanması. Marksisder, ideolojik ve üstyapısal görüngülerin işlevsel açıklamasına kalkıştıklarında, çoğunlukla, "tarih teorisine bir komplo'yu desteklemekle suçlanırlar. Bir Marksist, belli başlı Amerikan gazetelerinde solcu yorumcuların çok az yer almalan, ya da İngiliz sendika liderlerinin mesleki yaşamlannın Lordlar Kamarasında sonlanması "rasüantı değüdir" der. Sonra, çok yönlü yetenekleri bulunan bir eli tin bu konular üzerinde iyi bir denetim kurduğunu düşünmekle eleştirilir. Bazen komplo iddiasından vazgeçerek yanıt vermeye çalışır, fakat çoğunlukla, sözü eddenlere benzer görüngülerin başka hangi biçimde yerine getirdikleri işlevlerle açıklandığını söyleyemez. İşlevsel iddiaların amaçlı olmayan aynntılandırılmalanyla ilgili tartışmamız bu boşluğu doldurmanın yollarım gösterir; fakat, Marksistierin komplo diye algıladıklan suçlamaya çok fazla duyarlı olabdeceklerini de açıklamak gerekir. Tarihte, "komplo teorileri"nin kesin bir reddinin izin vereceğinden daha kolektif tasan ve Marksçı işlevsel tezlerin amaçlı aynntılandınİması için bu tutumun-kabul ettiğinden daha zengin bir alan vardır. Bu nedenle, ideolojiler normalde hizmet ettikleri amaçlara uygun icat edilmedikleri halde, mevcut bir ideolojiyi sürdürmek ve korumak için kaşıdı ve oldukça uyumlu bir çaba alışılmadık değü. Christopher HiU'e göre, onyedinci yüzyd İngütere'sindeki soyluluk ve yüksek sınıf, "küisenin yardımı olmadan devleti kontrol edebileceğinden" kuşkuluydu; bu nedenle, "... bilinen toplumsal nedenlerden ötürü, 1641 'de piskoposluğun savunmasına koştu." Anglican bir Tannya özel bir bağlılığı bulunmayan egemen sınıf üyeleri, yerleşik kilisenin siyasal itaati sağlamak için gerekli olduğunu içtenlikle itiraf ediyor ve bu esinle hareket ediyorlardı. Ya da, başka bir örneği ele alırsak, toplumdaki eşitsiz bilgi dağdımı üzerine düşünen üst dü"' Reformalion to Industrial Revolution, s. 153,92. Krş. Change andContinuity. s. 191
zey bir devlet görevlisi, "bu bilgi eşitsizliği buna neden olan tüm toplumsal eşitsizlikleri sürdürmek için gerekli olmuştur" sonucuna vardığında, ondan, cahilliği doğru yerlerde yeniden üreten bir eğitim yapışma dikkat etmesi beklenir. Sürekli sınıf egemenliğinin gereklerine benzer bakan insanlar bir araya geldiklerinde - böylesi insanlar biraraya gelirler- komplo doğal bir sonuçtur. Fakat, "egemen sınıf... ye karar verdi" ile başlayan cümleler, bir meclisin çağrısını gerektirmez. Egemen sınıftan kişiler, üstüste binen yönetim, yeniden yaratım ve pratik işler ortamında karşılaşır ve birbirlerini eğitirler; belli bir zamanda belli bir yerde birlikte olmadıklarında bile, kolektif bir politika ortaya çıkar. Elbette, biraz önce vurgulama ideolojinin sinik"' ele almışı de ideolojiye riyakar olmayan bağlılık arasında birçok gölge vardır ve egemen düşüncelerin aklı başmda savunucuları ile körü körüne savunucuları arasındaki iş bölümü, oldukça işlevsel olabilir. Oyunun gerçek adının farkındalığı elite çok fazla nüfuz ederse, elinin altodaki tabakalara da sızabilir. Koşullara göre optimal oranlar değişmek üzere, manipülasyon, kendi kendini aldatma ve kör inanç karışımı her zaman vardır. Bütün sınıflar, hangi düşüncelerin kendi yararlarına olabileceğini anlamaya açıktırlar ve egemen sınıflar, özel olarak kendilerine yakın ideolojileri yayabilir durumdadırlar. Fakat bir ideolojinin kabul edilmeden ya da yaygınlaştırılmadan önce, biçimlendirilmesi gerekir. Ve bu noktada Mara'ta Darwinci bir mekanizmanın, düşünce sistemlerinin toplumsal sınırlamadan göreli bağımsızlık içinde üretildiği, fakat ideolojik hizmete uygun olanlan seçen bir süzme sürecinden soma kahcılaşıp toplumsal yaşam kazandığı fikrinin izleri vardır. Bu nedenle, komünizm düşüncesinin tarihte tekrar tekrar yansıtılmış olduğu doğrudur, fakat bir bakıma önemsizdir; zira, bir düşünce, şimdi olduğu gibi, proletaryanın kurtuluşuna katılarak gerçekleştirebilir bir toplumsal amaca yardımcı ola-
bildiği zaman, toplumsal bir anlam kazanır. Toplumsal gerekler değiştikçe farklı konfigürasyonlarda öğeler üreten bir tür "ideolojik havuz" vardır. Yine de, olası toplumsal kullanımlarından bağlantısız biçimlenmiş düşüncelerin, tamı tamına bu düşünceleri almaya açık sınıflara uygun olanı onaylaması ve reddetmesi olası değd. Manzarayı daha anlaşılır kdmak için buraya Lamarckçı bir öğe girebilir. La marck'ın teorisinde, bireysel organizmanın donanımı, yeni bir kullanıma sokulduğunda çevresel meydan okuma karşısında değiştiği için, bir bakıma plastiktir. Entelektüel inşaların hassaslığından ötürü, düşünce kümelerinin de kısmen benzer bir plastikliği vardır: Bir tek vurgu değişikliği, ağızda gevelenen bir tek müdahele vb. bütünün önemini değiştirebilir. Bu türden "Lamarckçı olasılıklar", Marx'ın pek çok kulanımı incelembsinde ima edilir ve 'liberalizm'in varsayılan öğretisinin zamana ve mekana göre değişmesi, liberalizm teriminin belirsiz bir terim olmasından ötürü değildir. Eğer devrimederin hakikati, Tam da kendilerini ve şeyleri devrimcileştinnekle, asla henüz var olmamış birşey yaratmakla uğraşır göründükleri zaman, tamı tamına böylesi devrimci kriz dönemlerinde, kaygıyla geçmişin ruhlarını kafalarında canlandırır ve yeni dünya tarihi sahnesini o eski saygıdeğer kılıkta ve ödünç alınan o dilde sunmak için, bu ruhların adlannı, savaş çığlıklarını ve kılıklarını ödünç alırlar.
ise, o zaman, bunun nedeni herhalde sadece Mara'ın öyle davrandıklarım belirtmesi değil, eldeki simgelerin ve düşünce formlannm, geçmişten gelen ve şimdi benimsenmesi ve uyulması gereken simge ve formlar olmasıdır da. Bölüm VI, ekonomik yapı dönüşümlerinin üretken güçlerdeki gelişmelere yanıt olduğu tezini savundu. Üretim ilişkileri üretken güçlerin niteliğini, belli tipte bir yapıyı kendilerinin daha fazla gelişmesine uygun hale getiren bir niteliği yansıtır. Güçlerin ilişkiler
"' lacques Necker, aktaran Theories of Surplus Value, C. 1, s. 307 "' Sinik olan, mevcut düzenin savunulması gerektiği inancı değil, savunulması için dinin kullamlmasıydı
329 333
'" Onsekizinci Brumaire, s. 14
üzerinde otoritesini kurma aracının sınıf mücedelesi olduğunu söyleyerek ve sınıfların yükselişini ve çöküşünü belirleyen diğer şeyleri açıklamak için sınıf mücedelesine daha temel bir rol verenlere meydan okuyarak, bu formülasyonun sınıf mücadelesini tarihin merkezinden çıkardığı düşüncesini yadsıdık. Bu belirlemeler, ekonomi biçimlerinin işlevsel açıklanmasının, şimdi genişletilmesi gereken ilk elden bir aynntılandırdmasını oluştururlar. y Sınıflar, sürekti birbirlerini dengelerler ve yönetime üretimin taleplerine en uygun olan smıf egemen olma eğilimdedir. Peki, belli bir sınıfın yönetiminde üretimin gelişeceği olgusu o sınıfın egemenliğini nasıl sağlar? Yanıtın bir kısmı şöyledir: İstikrarlı ve gelişip serpden bir üretimde genelin çıkan vardır; dolayısıyla, bunu en iyi sağlayabilecek durumda olan sınıf, toplumdaki diğer tabakaların desteğini de alır. Gelecek egemen sınıflar, yerinden edecekleri egemen sınıfa bağımlı sınıflardan çoğunlukla destek alabilir durumdadır. Aksi takdirde, toplumu yönetme görevine uygun olmayan sınıflar, siyasal hegemonyanın gerektirdiği güvenden yoksun olabilirler ve iktidan ele geçirdiklerinde, uzun süre ellerinde tutamazlar. Bazen, kapitalizmin tedrici oluşumunda olduğu gibi, yeni bir sınıfın üretimi yönetme kapasitesi inşa edeceği toplumun yeni belirmeye başlayan biçimlerden daha verimli olduklan için eski biçimleri aşma eğilimde olan biçimlerde kendini ifade eder. Kapitalizmin erken gelişimi, kendisini engelleyen feodal, kurumların üzerine gidip yendgiye uğratırken, amaçlı öğelerle rekabetçi öğeler birbirine kanşır. Uyum gösteren başkalaşımlar da vardır. Örneğin: Bir ticarileşme çağında toprak sahibi pre-kapitalist egemen sınıf, henüz sınai olmayan bir burjuvaziden finansman alır. Toprak sahipleri yeni bağlantdanrun gerektirdiği yükümlülükleri karşdayamadıklan zaman, ellerindekini yitirirler; böylece, diğer toprak sahipleri, benzer bir akibet korkusuyla, faaliyetlerini kapitalist bir temele oturturlar. Bazdan hayatta kalmak için gerekli olanı görür ve sınıf niteliğinde bir değişime uğrarlar; diğerleri zamanı anlayamaz, ya da modası geçmiş bir ideolojiye uğrarlar ve yaşam tarzına gereğinden fazla bağlanarak, yeni düzene karşı savaşırlar ve yok olurlar. 330
Eski düzenin ideolojik ve üstyapısal dayanaktan otoritesini yitirir. Alt sınıfta her zaman gizli olarak bulunan baskı ve adaletsizlik duygusu, zafer saati yaklaşan sınıfın teşvikiyle daha açık hale getir ve egemen yanılsamalar solar. Marx, mevcut koşulların ideolojik savunulanımı, bu koşullar üretken gelişmeye artık uygun olmadığı zaman çökmeye başladığını varsayıyordu. Bu nedenle, ö z g ü r bireyselliğin mutlaka biçimi denilen rekabetle ilgili yanılsama yok olduğu zaman, bu, rekabet koşullarının, yani sermeya üzerine kurulu üretim koşullarının zaten engel gibi hissedilip düşünüldüğünün, dolayısıyla zaten öyle olduklarının ve giderek daha fazla engel halini alacaklarının kanıtıdır."'
Benzer bir ruhla Engels, eşitiik ve adaletsizliğin giderilmesi düşüncelerinin her zaman var olduğunu, fakat sadece üretken güçler ile üretim ilişkderi arasında çelişki bulunduğu zaman ve bu nedenle, bu ilişkderin tarihsel bir güç kazandıklarım belirtir. 0) Güçleri elinde tutabilir durumda olan sınıf, sömürülen üreticderin kızgınlığının üzerine oturur. Yeni bir hakim üretim ilişkisi kuran ve bu nedenle ekonomik yapının tipini değiştiren bir değişim ile ekonomik yapmm tipini değiştirmeden bırakan daha küçük bir değişim arasındaki ayrımı anımsayalım (Bölüm İÜ, altbölüm (8)) Daha dramatik bir duruma, bir ekonomik yapının başka bir ekonomik yapının yerini alması durumuna bakıyorduk. Fakat, topyekün dönüşüme, yetmeyen ekonomik yapı uyarlanmalan da gerçekleşir. Britanya'da, burjuvazi de proletarya arasındaki ücret pazarlığının yapdacağı alam değiştirerek hakim üretim ilişkisini değiştiren iş gününü kısaltma yasası böyle bir değişiklikti. Manc, Fabrika Yasalarının yol açtığı iş gününün kısaltılmasına iki neden gösterir ve bunları birleştiren hiçbir bağ kurmaz. Marx'ın nedenlerini sunarak, ikisi arasında, işlevsel gereklerin bazen kendilerini dayatma şekliyle ilgili bir genellemeyi gösteren olası bir bağlantı kuracağız. "' Grundrisse, s. 652 "' Ant i- Dühring, s. 426 vd.
333
Nedenler: "Her gün giderek daha fazla tehdit edici bir hal alan işçi sınıfı hareketinden ayrı olarak, sermayenin emek gücünü sınırsız emme tuksunu kırma" gereği de "fabrika emeğini sınırlamayı dayattı." (1) Bunlar, ikisi birlikte Fabrika Yasalarını yaratan ayn güçler olarak aktırılır. (Marx, biri olmadan diğerinin yeterli olup olmayacağı konusunda birşey söylemez). Marx, sistemin sağlığının, emek gücünün yeniden üretimini olanaksızlaştıracak düzeye ulaşan kapitalist sömürüyü frenlemeyi gerektirdiğine inanıyordu: ... sermaye, toplumdan gelen dayatma olmazsa, emekçinin sağlığına ya da ömür süresine aldırmaz. Fiziksel ve zihinsel alçalma, erken ölüm, a ş ı n çalışma işkencesi ile ilgili feryatlan şu yanıtı verir: Kârımızı arttırdığı için bunlara üzülmemiz mi gerek? m
Buradaki "sermaye", bireysel kapitalistte cisimleşmiş sermayedir ve ona atfedilen davranışı rekabet rejimi, "her bireysel kapitalistin üzerinde gücü bulunan dışsal bir yaptınmcı yasalar" kümesi dayatır. <5) Rekabetin zorlaması, ancak onun siyasi huhafızı, göreli olarak sorumlu kapitalist devlet biçiminde toplumun zorlamasıyla dengelenebilir. Devlet müdahale etmelidir; çünkü, kapitalistin zorlandığı davranışa karşın, "bizzat sermayenin çıkan, normal bir işgünü yönündedir." <4) Bu son kullanımında "sennaye", sistemin üyelerine karşıt olarak sisteme, ya da sistemin kuklası değil sistemdeki kayyum olarak kapitaliste işaret eder. Konumlan göreli olarak güvenli olan ve girişimleri ek devlet sınırlamalan altında da yaşayacak - y a da gelişecek- olan büyük kapitalistler, çoğunlukla kayyumcu bir tutum takınır ve reform gereğini devlete dayatırlar. O halde, Fabrika Yasalarının yasa koyucusu kapitalist devlet kör kapitalistin gözüdür, bizzat kapitalist faaliyetin tehlikeye soktuğu bir sistemin stabdizörüdür. Şiddetli bir şekilde bireysel kân "'Kapital, C. l . s . 1,1 Kapital, C. l . s . °> Kapital. C. l . s . Kapital. C.l, s. -çv.)
253 283 283 (Türkçe metindeki ilgili yerlerde -s.278-280'de bu ifadeye rasüanmadı
332
maksimize etmeye itüen dağınık girişimcüer sistemin gereklerini yerine getiremezler. Devlette toplanan bu girişimcüer, bu gerekleri görüp icabına bakabilir ve bu gereklere uygun olan, fakat sivü toplumda zorunlu olarak nefret ettikleri işçi sınıfı taleplerine yanıt verebilirler. Şimdi durum değerlendirmesi yapalım. İşçiler, yaşamak için sömürüden kurtulmak isterler; sermaye canlı emeğe gereksinim duyduğu için devlet, bu talebi karşılar. İleri sürülen genelleme (evrensel bir yasa değd) şudur: Ekonomik yapıda bağımlı sınıfın dolaysız refahı lehine önemli değişiklikler, sınıf bunlar için savaştığı ve sistemin istikrarım arttırdığı -ya da en azından koruduğu- (sömürülenlerin hissedilen huzursuzluğundan bağımsız nedenlerle) zaman gerçekleşir. Öğeler bağlantılıdır, çünkü, aşağı sınıfın talep baskısı egemen sınıfın değişim gereğini algdamasım hızlandırır ve sonuçta, talep baskısı daha da büyür. Amacın işlevsel bir değeri bulunduğunda, sınıfın başkaldınsının amacına ulaşması daha olasıdır refah kapitalizminin ortaya çıkış nedeninin sistemin gereği mi olduğu yoksa tersine militan mücadele ile mi olduğu sorunun diyalektik dışı olmasıyla ilgili bir olgu. Kapitalizmin devamı için özsel olan bir reform, "emeğin ekonomi politiğinin mülkiyetin ekonomi politiği karşısındaki bir zaferi"01 olarak da nitelenebilir. Kapitalizmin ancak reformun kendisine dayattığı değişiklikleri gerçekleştirerek varlığım sürdürebile-" ceği zaman zafer söz konusudur.
'" Yani, değişim, proletaryanın kızgınlığını hafifletme nedeni dışında, sistem için işlevseldir de. Çalışabilir durumda olmak ile çalışmak istemek arasındaki ayrımı anımsayın "> Mant- Engels, Seçme Yapıtlar. C. 2, s. 18, çv. Sevim Belli vd.. Sol Yayınları, 1977
333
- 1 XI Kullanım Değeri, Değişim Değeri ve Çağdaş Kapitalizm (1) Giriş Bu bölüm, değişim değerinin kullanım değerinin yerini almasını ekonomik yaşamın manivelası olarak tarif edip, kapitalizm altında değişim değerinin hakimiyetinin, kapitalizm derlediğinde özgül bir çelişki ürettiğini deri sürüyor. Çağdaş kapitalist "bolluk" toplumunu, kullanım değeri de değişim değeri tarihinin can alıcı noktası ve toplumsal oıganizmanın düzenleyicisi olarak değişim değerinin bastırılmasının başlangıcı olarak sunuyoruz. Bir toplumun ekonomik örgütlenmesi, birikmiş üretken gücünün optimal kullanımım ve gelişmesini engellediğinde, üretken güçlerinin açtığı beklentiler üretim ilişkileri tarafından kapatddığında bir çelişki ortaya çıkar. Terim, 1859 tarihli Önsöz'den alınmıştır/" ve kullanımı ile mantığındaki anlamı arasında hiçbir bağlantı düşünülmüyor. İleri kapitalizm kavramı, çelişkileri ortaya dökülerek açıklanacak. En azından Amerikan kapitalizminin, gerçek anlamında deri olduğunu ileri sürmenin akla uygun olduğu kamdanacak. Bölüm, keskin iç eşitsizliklerinden ve emperyalist duruşundan bütünüyle "' "Gelişmelerinin belli bir evresinde toplumun maddi Üretken güçleri mevcut ilişkileriyle, ... çatışma içine girerler. Bu ilişkiler, üretken güçlerin gelişme biçimlerinden onların engelleri haline gelirler." (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s.23) ileri kapitalizme atfedilen çelişki, ilk elde, üretken gücün gelişmesine karşıt olarak kullanımını kısıtlamayı gerektirir. Esas olarak bilimsel ilerlemeye engel değil, bilimsel ilerleme ürünlerinin kötüye kullanılmasıyla ilgili olan "bir yanda modem sanayi ve bilim ... ile çağımızın toplumsal ilişkileri arasındaki uzlaşmazlıkla karşılaştırın (Seçme Yapıtlar, C. l . s . 605).
335
bağımsız değerlendirmelere dayanarak bu toplumu yargılıyor. ABD özünde bir eşitlik toplumu ve dünyadan yalıtık olsaydı bile, bu değerlendirmeler onu mahkum ederdi. Burada konu edinilen, coğrafyanın ve tarihin rastlantıları değil, kapitalizmin özüdür. Kapital'in kapitalizmi Vıctorian İngiliz kapitalizmiyle ilgili olduğu gibi, burada tanımlandığı şekliyle ileri kapitalizm de çağdaş Amerikan kapitalizmiyle ilgilidir. Her iki durumda da, topluma hayat veren ilkelerin sonuçlan in abstracto açıklanıyor, fakat varılan sonuçlar, gerçeklikle ilgilidir, zira hayat veren ilkeler gerçekten var. Ek ü'deki açıklamalar, emek değer teorisinin bu bölümde rol oynamasını gerektirir. Kapitalist üretimin değişim değerini büyütmeye hizmet etmesi olgusundan yararlanmasıyla Marksçı olan bir kapitalizm eleştirisine kalkışıyoruz; fakat eleştiri, değişim değerindeki değişikliklerin kaynağıyla ilgili hiçbir anlatıma bağlı değil.
(2) Değişim Değerinin Kulunun Değerine Boyun Eğdirmesi /
Marx, en erken tarihte pazar mübadelesi olmadan kullanım değerlerinin dolaşıma girdiğini düşünüyordu. Pazar mübadelesinin ilk örneği, bağımsız kabileler arası ticarettir. Ticari işlemin her iki tarafında ayn sahipliği gerektirdiği için, ticaret önce kabileler arasında (içinde değil) ortaya çıkar. Ayn sahiplik de, sahiplerin birbirlerinden belli bir bağınisızlığmı gerektirir. Fakat kabile üyeleri, kendilerini kabile içinde birbirleriyle birleşik görürler. Gereken bağımsızlıktan yoksundurlar. Diğer kabileler karşısında sadece kolektif olarak sahiptirler; dolayısıyla, iki kabile ya da iki kabilenin üyeleri karşılaşırsa, ticaret olanaklı olur. Bu ticareti yürütenler, bağımsız tüccarlar değil kendi kabilelerinin aracıları olurlar. Bir kez kabileler arası ticaret gelişti mi, pazar mübadelesi ilkesi topluluğun içine nüfuz etmeye başlar ve kabile içi ticarete geçilir. Ticaret ilkel dayanışmayı çözer. Ticaret başlangıçta takas biçimini alır C-C 1 Fakat takas biçimi, meta doşamının hacmini ve hızını sınırlar. Mübadele, değer ölçme ve biriktirme aracı olarak paranın ortaya çıkışıyla, mübadelenin kapsamı genişler, Ticaret artık C-M-C' biçimini almıştır. Üretici, kendisiyle aym yolu izleyen başka bir üreticinin ürününü satın alıp tüketmek için kendi ürününü parayla mübadele eder: İki üreticiden her biri, tüketmek amacıyla satın almak için satar. C ve C' üretimle başlar tüketimle sonuçlanır ve M sadece bu iki durak arasındaki geçişi kolaylaştırır. Üretim ve mübadele tüketime, dolayısıyla kullanım değerine yöneliktir. « , Yine de, bu tüketim-temelinde ticaret biçiminde değişim değeri, değişim değeri dışmda hiçbir kullanım değeri olmayan, tüketime yaramayan bir nesnede M bağımsız bir görünüm kazanmıştır/Tüccarların sahneye girişinin önkoşulu yerine gelmiştir.'" Tüccarın faüyetı, meta d o l a ş ı m ı n ı rasyonelleştirip hızlandırır. Tüccara C satıp ondan C' satm almak üreticilere uygun gelir. Üreticiler için M bir mübadele aracı olarak kalır, fakat tüccar için sermayedir. Tüccarın faaliyetinin döngüsü M-C-M' dir: Satmak için satın alır. M 'yi (C)'nin tüketimi için kullanım değeri bulunan şeye tekrar tekrar
Bu altbölümde, üretken faaliyetin belirleyicisi ve daha az ölçüde insan arzusunun nesnesi olarak değişim değerinin nasıl kullanım değerinin yerini aldığım inceliyoruz. Marx'ın malzemesini kullanıp, bağımsız bir amaç olarak değişim değeri peşinde koşmalım ve daha soma toplumun bu amaca bağımlı hale gelmesinin ortaya çıkış seyrinde bir ardışıklığı inşa ediyoruz. Burada görünecekleri gibi bir sıradüzen içinde olmasa da, ardışıklıktaki adımlar tarihte gerçekleşmiştir. Fakat aşağıdakilerin tarihsel gerçeğe benzeyiş derecesi, ileri kapitalizmin ayrık bir çelişkisinin açığa çıkarılmasına zarar vermez. Asıl mesele, ardışıklığın son üyesinin gerçek olmasıdır. Pazar mübadelesi üretimsiz olmaz; fakat pazar mübadelesi olmadan üretim sürdürülebilir ve ürünler dolaşıma girebilir. Kullanım değerleri, ananevi kurallara ya da, ister demokratik olarak benimsenmiş olsun ister diktatoryal bir otorite tarafından dayatılmış olsun bir bölüşüm planına göre hareket ettiklerinde, bir mübadele alanından geçmeden üreticiden tüketiciye geçerler.
"'Mantıksal anlamda değil, fiilen. Parasal bir müdahale aracının yokluğunda bir tüccar gibi çalışmak zordur. Bkz. Ek II
33 6
337
dönüştürmesine karşın, değişim değerini arttırmak için değişim değerini kullanır. Tüccar olarak o, elindeki C' yi ne üretir ne de tüketir ve C 'nin nitelikleri onu dgdendirmez: sadece değişim değerine dikkat eder. Sermaye olarak M'yi kullanan tüccar, başlangıçta, kapitalist zihniyet diyeceğimiz şeyden yoksundu/. Sermayeyi "kişileştirmez"; zira nihayi hedefi, Af "i tüketim mallan için nakte çevirmek ve böylece Af üe Af' arasındaki farktan yarar sağlamaktır. Fakat, Af-C-Af' cardı bir cisimleşmesi olan ve kendi tüketim taleplerini sınırlamaksızın, ya da en azından bu taleplerin koyduğu sınırların ötesine geçmeksizin kendi değişim değeri stokunu büyütmeyi amaçlayan tüccara doğru doğal bir ilerleme vardır. Bu nedenle, kapitaüst ilkeyi kişdeştiren tüccarın, bunu yapmayan mütevazi tüccardan daha fazla büyüyüp güçlenmesi olasıdır. Böylece, takas kolay adımlarla kapitalist ilkeye, değişim değerini çoğaltmak için değişim değerini kullanma ilkesine, yol açar ve kapitalist zihniyeti, kullanım değeri arzusuyla, ya da her durumda kuüanım değeriyle mübaidele etme arzusuyla kontrol edilmeyen değişim değeri arama zihniyetini yaratır. Genesisleriyle ilgili verilen öykü oldukça stilize olmasına karşın, ilkenin ve zihniyetin gerçekliği yadsınamaz/" Sermayeyi kişdeştirmek, ilkeyi hayata geçirmek ve zihniyete sahip olmaktır. Böyle bir kişinin çılgın olması gerekmez. Değişim değeri satın alma gücüdür; fakat, satın almak isteyen biri bulunmadığı zaman bile, büyük bir satın alma gücüne sahip olmak makul ve doyurucu olabilir. Sermayeyi kişileştiren kapitalistin birikim yapması, nedensiz değildir. Diğer şeyler yanında, "birikim yapmak, toplumsal zenginlik dünyasını fethetmektir, sömürdüğü insan kitlesini fazlalaştırmaktır ve böylece ... [kendi] ...doğrudan ve ... dolaylı hükmetme alanım genişletmektir. İlke de zihniyetin birlikte gitmesi gerekmez. Bir yetimhanenin fonlarım idare eden biri, çocukların iyiliği için bu fonlan arttırmaya çalışırken ilkeyi kullanır, fakat zihniyetten yoksundur. Zihinsel olarak kapitalist bir tüccardan daha sıkı pazarlık yapabilir.
Tersinden, değişim değerini çoğaltmak için değişim değeri kullanmayan birinin kapitalist bir zihniyeti olabilir. Kazancım altına dönüştüren cimri bir zanaatkar kapitalistçe hareket etmez, Çakat kapitalist bir zihniyete sahiptir. Moddrn bir işçinin mobüyalan rahatlığından ötürü değü pahalı olmasından ötürü kendisini mutlu ediyorsa, kapitalist zihniyetlidir. Bununla birlikte, ilke üe zihniyet genel olarak birbirlerini takviye ederler. Hem ilke hem de zihniyet kapitaüst toplumun öncesidir. Kapitalist toplumda üretken sürecin bütün öğeleri alım satım nesneleri haline gelmiştir ve esas kapitalist, artık tüccar değü, V devresini dolaşan ve tüccannkinden farklı olarak girişimi esas olarak emek gücünün istihdamını gerektiren sanayicidir. (Bu farkhlaşma, emek değer teorisine dayanmaz; zira, sanayici kârının tek kaynağıma emek olduğunu ima etmez). Toplum kapitalizme doğru geliştikçe, üretim sürecinin gittikçe daha fazla oram kapitalist ilkeye bağlı duruma düşer. Bir ticari fetihler dizisi kapitalizme öngelir. Tüccar ilk önce sadece üreticderin artı ürününe el atar. îşbölümü derinleştikçe (kısmen, ticari girişimin yarattığı yeni pazar olanaklarının bir sonucu olarak), ürünün tamamım ele geçirir duruma gelir. Sonra, üreticinin hammaddesini, ardından üreticinin ondan kiraladığı aletleri kontrol eder. Son olarak, üreticinin emek gücü bir meta, kapitalist bir sanayici halini alır."' Emek pazarının olucumu, üretimin mübadeleye bağımlılığını tamamlar. Artık, sadece değişim değerine sahip olduklan için ve sadece sanayici üretimi ve satışıyla değişim değerini büyütmeyi umuyorsa, tüketilebilir kuüanım değerleri üretilir. Nitelik olarak farklı kuüanım değerlerinin bir toplamı olan soyut servete bırakır. Zira, "kapitaüst üretimin dolaysız amacı, '...malların iyeliği' değil, değerin, paranın, soyut servetin maledilmesidir."
111
'"Fakstı, zihniyetin bir bireyi ya da toplumu ne ölçüde bildirdiği, oldukça karmaşık bir sorundur "> Kapital, C.l, s.609
338
Bu ardışıklık, Mara'ın öyküsünü anlattığı gibi, tekstil sanayinde gerçekleşmiştir. Sınai kapitalistin "devrimci olmayan" tarzda oluşumunu gösterir. Buna karşıt "gerçek devrimci yol"da, gelişip kapitalistleşen doğrudan üreticidir.
339
(3) İleri Kapitalizmin Ayrık Bir Çelişkisi Soyut servet arayışı, güllümüz kapitalizminde hızlı ilerliyor. Bir şirketin diğer amaçlan ne olursa olsun, iflas etme pahasına şu zorunluluğa itaat eder: Elindeki değişim değerini çoğaltmaya çalışmak. Bu, firmaların kân mı yoksa büyümeyi mi amaçladıklarını gösterir: zira, bu ikisi değişim değerini çoğaltmanın farklı tarzlandırlar ve hiçbir firma, ikisini amaçlamadan edemez. Yönetimci tezlerin doğru olup olmadıklarım da gösterir: Şirketin nihayi gücünü elinde bulunduran, M üe Af1 arasındaki farkı büyüten kararlan kollamak zorundadır. Tam da bu toplumda, antikiteden bugüne gelen bir geleneğe uygun olarak doğası gereği sonlu olan tüketim,0' sonunda hiçbir zaman tüketim üretimin kontrol amacı olmadığı zaman, "ürün başından itibaren sermayenin egemenliği altına sokulduğu ve sadece bu sermayeyi çoğaltmak için meydana geldiği" zaman ve bu 0) nedenle, tüketici talebinin kabardığını ileri süreceğiz. Üretimin amacı kullanım değeri olsaydı, fiilen üretdenden ve tüketilenden daha az kullanım değeri üretüir ve tüketilirdi. "İleri kapitalizmin ayrık bir çelişkisi"yle anlatılmak istenen bu paradoks değildir; zira, bu, üretken güçler ile üretim ilişkileri meselesidir. Önce, üeri kapitalizmin nasd paradoksal durumu yarattığım açıklıyor, ardından da bununla bağlantılı çelişkiyi açığa çıkanyoruz. Kapitalist toplum, eşi görülmemiş oranda ilerleyen eşi görülmemiş ölçekte teknolojik güçten sorumludur. Bunun nedeni, sınai karar vericilerin içinde bulunduktan rekabetçi konumun, onlan üretim süreçlerinin üretkenliğini arttırmaya zorlamasıdır. Kapitalizm, yanlış adlandınlan "tekelci evre"sine ulaştığında bu zorlama "' Plato nun bir düşüncesini geliştiren Aristo, devresi C-M-C ' olan bir ailenin tüketim gereksinmelerine hizmet eden ticaret ile amacı para biriktirmek olan "perakende ticaref'i (MC-M ') karşı karşıya koymuştur. Birincisini onaylamış, ikincisini bundan sapma olarak mahkum etmiştir. C biriktirmenin doğal bir sının vardır, fakat, doğası gereği sonsuz olan M arayışı, düzen ve sınır erdemlerini ihlal eder. Ticari girişimin Sisyphean niteliğine bu eleştiri, Batı'nın entelektüel tarihinde sık sık duyulur. "Theories of Surplus Value. C. 1, s. 401.
340
ortadan kalkmaz; zira, rekabet varlığım sürdürür. Tüketicinin toplam harcama gücü sonlu olduğuna göre, tekelleşmiş sanayilerin heterojen ürünleri, alıcdan elde etmek için birbirleriyle rekabet ederler. Pay sahipleri, kalifiye emek vb. için de rekabet ederler. Üretkenlikte iydeşme, bütün evrelerinde kapitalizmi niteleyen çok boyutlu rekabette varlığını sürdürmenin ve başardı olmanın bir koşuludur. " Bu nedenle, insanlığa kendi gücünü ölçülü kullanmayı ve olası en az araç harcayarak üretken amacına ulaşmayı öğreten, sermayenin ekonomik eğilimidir."*" Şimdi, ister emek-tasarruflu olsun ister sermaye-tasamıflu, üretkenlikteki iyileşmeler iki kullanıma açıktır, Artan üretkenlikten yararlanmanın bir yolu, çıktıyı sabit tutarken, zahmeti azaltıp boş zaman süresini genişletmektir. Alternatif olarak, emek aynı kalırken, çıktı arttınlabüir. Arzu edilir ölçüde her ikisine ulaşmak da olanaklıdır. Burada "boş zaman", kabaca "çekici olmayan faaliyetten kurtulma"yla eş anlamlı kullanılıyor; "zahmet" ise, çekici olmadığı sürece faaliyete işaret eder. Bir insan zamanım ve enerjisini, böylesi harcamalar yerine getirilen tercih ettiği amaçların hizmetinde kullanmadığı ölçüde boş zamanı vardır. Faaliyetinin itici gücü karşılığını alma ya da diğer dışsal ödüller olduğu ölçüde bir insan zahmet çeker. Demek ki, boş zaman faal bir şekilde doldurulabilir. Aynca demek ki, çalışma koşullarım iyüeştirmek, boş zaman süresini uzatmak demektir. Çalışma zamanı Ue çalışmama zamanı arasındaki ekonomik ayrım, burada düşünülen zahmet ile zahmetten kurtulma arasındaki ayrımla eksildi çakışır. Bazı "kazançlı işler" zevklidir, bazı iş dışı zamanlarda zahmetli geçirilir. Fakat savımızın amaçlan bakımından, ayrımlar yeteri ölçüde ortak alanı kapsarlar. Özellikle önemli olan, pek çok insan için geçimini sağlama zamanının bir eğlence olmamasıdır. Pek çok insan, sadece daha çok mal ve hizmetten değil, azaltılmış çalışma saatlerinden ve/veya iyileşmiş çalışma koşullarından da yararlanacak konumdadır.® Açıktır ki, '" Theories ofSurplus Value. C. 2, s. 548 ® Buna meydan okunabilir, fakat yalnış olduğu ölçüde bizim savımız güç kazanır. Burada doğruluğunu kabul edebiliriz; fakat daha yakından bir değerlendirme için bkz. al ti bölüm (7)
341
üretkenlikte ilerlemeler, bir yöndeki kazanç diğeri pahasına olmak üzere, her iki yönde de kazancı olanaklı kılar. Kapitalizm, asli olarak seçeneklerden sadece birini, çıktıyı fazlalastırmaya geliştirme eğilimindedir; çünkü, diğeri, zahmeti azaltma, artan çıktı ve satışlarla bağlantılı kârda bir fedakarlık, dolayısıyla rekabet gücünde bir zayıflama tehlikesini doğurur."' Bir firmanın üretim verimliliği arttığında, basitçe çalışanlarının işgününü kısaltıp eskisiyle aym miktarda üretim yapmaz. Daha fazla mal üretir; ya da, piyasanın yapısından ötürü bu tarz optimal değdse, kısaca betimlenecek emek-azaltıcı olmayan başka bir strateji benimser. Fakat önce, kapitalizmin ortaya çıkışından (bddiğiniz tarih) bu yana devasa bir çıkıtı artışı ve göreli olarak küçük bir emek düşüşü olduğunu belirtelim. Çıktı hacminin genişlemesi karşısında iş günündeki kısalmanın küçük kaldığı, tartışma götürmez. Fakat, insanların geçinmek için harcadıkları zaman miktarıyla ilgili sofistike fakat savunulabilir bir ölçüt kullandırsa, mutlak olarak çok küçülmüş olduğu da tartışmalıdır. İş gezderi, bir yük olarak görüldüğü sürece alışveriş ve kendiliğinden çekici olmayan, fakat tüketim amaçlarına ulaşmanın bir aracı olarak yerine getirilen herhangi bir faaliyet gibi faaliyeder, burada hesaba katılması gerekir.0' Yd başma net çalışma saatlerinde modern Amerikan işçisi, günlerinin bir çoğunu ya hava koşullan nedeniyle ya da Hıristiyan takvimin müsadesiyle boş geçiren ortaçağ Avrupa köylüsünden
<" Bkz. Grundrisse. s. 701, 707-712; Theories of Surplus Value. C . l , s. 223, 226-228 C.2, s. 468 a Kapitalizmin, kadınların harcadığı emek miktarı üzerindeki etkisini de dikkate almak gerekir. Çıktı eğilimi ev içi emeği azaltan aygıtların çoğalmasına yol açtığı için kadınların boş zamanı, bazı bakımlardan artabilir. Fakat aym aygıtlar, kadınların ücretli emek gücüne katılmalarına da olanak yaratır; bu nedenle, toplam etkileri konusunda bir yargıya varmak kolay değil. Galbraith'e göre, ev içine artan mal akışının net sonucu, ev kadınlarım başı sıkışık tüketim yöneticileri haline getirmek olmuştur; öyle ki, "kadının sıradan bir rolü, aile geliri arttıkça daha da zahmetli olur." Galbraith, kuşkusuz, düşük gelirli aile yaşamı konusunda uzman değil; fakat, söylediklerinde bir doğruluk payı olabilir. Bkz. Economics and the Public Purpose, s.32
342
çok fazla iyi değildir/" ilgili her şey, özedikle de fazla zaman hesaba katılırsa, söz gelimi 1920'den bu yana da çarpıcı bir ilerleme olmamıştır. Elbette, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısından bu yana emek zamanında önemli bir gerileme olmuştur; fakat, bunun için kapitalist sisteme teşekkür etmek gerekmez, zira başlangıçta iş gününü uzatan da kapitalizmdi. Ne olursa olsun, bu gerileme bde, eşlik eden çıktı artışıyla karşdaştınldığında gücünü yitirir ve göreli konum, burada kapitalizme atfedilen eğdimi yeterince belgeler. Çıktı genişlemesi farklı biçimler alır. Üretimi geliştirilen malın piyasası genişleyebilir bir piyasa ise, çıktı genişlemesi, aym türden ürünlerin daha fazla üretimi biçimini alabilir. Aksi takdirde ve özellikle, söz konusu piyasa az çok doymuşsa, eldeki yeni fonlar (ücret bordrolarında kesintilerle yaratdan) başka bir üretim hattına akarken, çıktı da başka yerlere genişler. Bu her zaman aniden ve pürüzsüz gerçekleşmez, fakat eninde sonunda gerçekleşir. Süreç içinde, genel olarak işler yok edilir ve yaratılır. Üretim kapitalist ilkeye bağlı kaldığı sürece, çıktı-atışı seçeneği şu ya da bu şektide tercih edilip uygulanır. Kapitalist zihniyederi bulunsun ya da bulunmasın, kapitalistler için değişim değeri biriktirmeyi sürdürmek, dolayısıyla çıktıyı genişletmek zorunludur. Fakat zihniyet hiç yokken, ilkenin egemen olması olası değd ve zihniyet, rekabetin an nesnel zorunluluklarım çıktı-kollayan etkisini güçlendirir ve büyütür. Kapitalizmin zorunlu olarak koUadığı çıktı artışının sonucu, tüketim artışıdır. Dolayısısyla, sınırsız tüketim mallan arayışı, tüketim değerlerinden çok değişim değeri yönelimli bir üretken sürecin sonucudur. Smith ailesinin ihtiyacının Jones adesininkinden geri kalmamasını sağlayan Rockefeller adesidir. İleri kapitalizmin üretken teknolojisi, Adem'in lanetini kaldınp insani an zahmetten kurtarma eşsiz fırsatının babasıdır; fakat, kapitalis ekonomik örgüüenmenin üretim ilişkderi, fırsatın ele geçirilmesini önler. En çok zahmetten kurtarabilir durumda olan ekonomik biçim, bunu yapmaya en az eğilimli biçimdir. Kapitalist tari(I) Daha fazla değerlendirme için bkz. Parker, The Sociology ofLeisure. s. 24
343
(4) Mis han ve Galbraith Aynk çelişkinin sunuçlan biliniyor. E. J. Mishan ve J. K. Galbraith'in yazılanyla gösterildiği gibi, "ekonomik büyüme" eleştirisinde ortaya çıkarlar. Bu bölüm, Onların üzüldüğü şeyi Marksist çizgide açıklama girişimidir. Mishan "büyüme takıntısı" dediği şeyi, genel olarak ileri sınai toplumun, ya da ideolojisi bu toplumu yöneten "büyüme adamlan"nın bir özniteliği olarak görür. Sanayinin kapitalist yapılanmasını büyük ölçüde gözardı eder. Costs of Economic Growth (Ekono-
mik Büyümenin Maliyetleri) adlı çalışmasının küçük bir bölümünün başlığı "Kâr -mecburiyetli Büyüme"dir. Yine de, kitabın geri kalan kısmında saptadığı kötülükler de, kâr dürtüsüne, üretimin V devresine kapanmasına atfedilebilir. Mishan bunlan büyüme takıntısına, açıklamaya kalkışmadığı bir sendroma bağlar. Bunun, kapitalist ilkeye pratik sadakat bilincinin doğal yansıması olduğunu söylüyoruz. Galbraith'in ilgi alanı, Mishan'ınkinden daha geniştir. Çıktı lehine eğilimi büyüme takıntısına atfetmez. "Ekonomik toplumun biçimini belirleyen"in "ideoloji imgeleri" değil, "teknoloji ve organizasyon zorunlulukları" olduğuna inanır."'.Yüksek teknoloji, üretimin önceliğini kuran yeni güç ilişkileri yaratır. Teknoloji, gücü, teknolojiyi çalıştıran oldukça eğitimli kişilere aktarır. Ücretli mühendisler, iktisatçılar, piyasa analizcileri, personel uzmanlan vb. "tekno-yapısı", girişimcilerden, pay sahiplerinden \e bankerlerden denetimi alır. Bu güç transferinin olduğunu kabul edelim. Savm sonrası şöyle devam eder: " Tekno-yapı, öncelikle malların imalatıyla ve bu mallara olan talebin yönetimi ve geliştirilmesiyle ilgilendikleri" için,® daha fazla mal lehine güçlü bir eğilim kaçınılmazdır. Fakat, ileri teknolojinin zahmeti azaltmak için de kullanılabildiğini anımsadığımızda, bu anlatım tartışmalı olur. Sofistike teknolojinin gücü teknik uzmanlara aktardığım kabul edelim. Demek ki, kâr etme gereği- Galbrait için ikincil önemdedir -sözkonusu değilse, uzmanlar boş zamanı değil çıktıyı kollar. Aşağıda bu nokta aynntılandınlıyor. Tekno-yapı üyelerinin iki tür becerisi vardır. Bazı beceriler (örneğin satışla ilgili olanlar), özel olarak tüketimi arttırmaya uygundurlar; fakat bazdan ise (örneğin üretim mühendislerinin), boş zaman süresini genişletmek için de kuUanılabilir. Teknolojinin yetkiyi teknik bilgi sahiplerine verdiği önermesi, ne birinci beceri kümesine olan talebi ne de ikinci küme becerilerin kullanılmasını açıklar. Beceri sahibinin, neden serbest zaman ve daha iyi çalışma
"' Theoris of Surplus Value. C. 2, s.405. Krş. Grundurisse, s. 701
"' The New Induslrial State. s. 18 "i The New Industrial State. s. 169
hin erken dönemlerinde çıktıya yönelik eğilim, sisteme ilerici bir tarihsel rol verdi: Kapitalizm, kıtlık noktasında maddi servetin üretilmesi için vazgeçilmez bir motordu ve "tarihsel haklılığı"*" buradadır. Fakat kıtlık aşıldıkça, aynı eğilim sistemi gericileştirir. Yarattığı kurtuluş olanaklarım gerçekleştiremez. Hummalı ürün yenilemeyle, satış ve reklama ve sahte modaya büyük yatırımlarla kurtuluşu dışlar. Toplumu bolluğun eşiğine getirir ve kapıyı kilitler. Zira, bolluk vaadi, sonsuz bir mal akışı değil, en az tatsız çabayla yeterli üretimdir. ileri kapitalizmin dinamiği, akla uygun olarak, değerli bir inasn varoluşu beklentisine düşmandır. Fiziksel doğanın dengesini kesinlikle altüst eder. Genç orta sınıfın bir kısmı tarafından gösterilen çalışma ve tüketim biçimlerinden memnuniyetsizlik, ileri kapitalizme daha geniş bir tepkinin minyatürü sayılabilir. Kirlenme/kaynak kör düğümü, unsurlardan aldığı açık yanıttır. Marksist ekonomik yazında tartışılan kapitalizmin sürekli çelişkileri, ya da Keynesçilere ya da diğer güçlere malum güçlükler -burada iktisatçıların anlaşmazlık konulan önemli değil- sistemi eksik kaynak istihdamına götürür. İleri kapitalizmin ayrık çelikisi ise, aşrn kaynak istihdamı yaratır. Fakat bu sonuçlan birbirine karşı ustalıkla dengeleyen hiçbir sihirbaz ya da mekanizma yok ve sunuç, bazı yönlerde muazzam aşın istihdan, diğer yörtlerde yaralayıcı eksik istihdamdır.
338
345
ortamından çok mal sunarak kendi başma bir amaç olarak kavramın başarı ve onur elde ettiğini açıklamaz. Bu görüngüleri açıklayan şey, teknoloji-dışı bir olgudur, bu teknolojinin kapitalist bir ekonomik yapıda ortaya çıkması olgusudur. Varsaydan ortam, sanayinin meydan okunamaz uzmanların tahakkümünde olduğu ortam, çıktı üe boş zaman arasında tercihi açık bırakır. Galbraith'in tutumundaki büyük hata, pazar kısıtlamalarının varlığından kaynaklandığı halde, çıktı vurgusunu modern firmaların bu kısıtlamalan (sözde) akmasıyla ilişküendirmesidir. Büyük şirket bu kısıdamalan karşılar durumdadır, fakat bu, onlardan kaçındığı anlamına gelmez. " Pazarı kontrol eden" girişimin, eski tarz "rekabetçi" firmalardan daha az batmaktan korkması gerekse de, bundan kaçınması, batmamayı güvenceye almaya yardım eden çıktı-arttırma politikaları izlemesi daha az gerekmez. Mega Şirketin büe para kazanması gerektiği sıradan hakikati, Galbraith'in üçlüsünün son kitabında,01 tekno-yapımn "koruyucu amaçlan"m değerlendirmesinde®' fazla dgi görür. Kamu girişiminin kendisini bu şeküde korumaması gerektiğine dair antısal bir itiraf3' ve bir, noktada, çıktı ideolojisinin tekno-yapımn oluşmasından önce geldiğinin bir kabulü"' de var. Bu hakikaderin doğru bir geüştirilmesi şu sonucu destekler: Tekno-yapı değişikliği hangi rolü oynarsa oynasın, çıktı fanatizmi genel olarak kapitalizme aittir.
(5) Savı Gözden Geçirme Savdaki temel konumlar: 1. Kapitalist rekabet, üretkenlikte artışı teşvik eder. 2. Üretkenlikte artış hem çıktı artışına hem de zahmet azalmasına olanak yaratır. 3. Kapitaüst rekabet, zahmet azaltmaya karşıt olarak çıktı artışı lehine bir eğilim yaratır. 4. Hem daha fazla çıktı hem daha az zahmet halkın yarannadır. Economics and the Public Purpose (ilk ikis The Afıfluent Society ve The New İndustrial State) ® Economics and the Public Purpose, Böliim x Agc, s. 219 "'Age, s. 158
338 346
Mal ve boş zamanın mevput niteliği, üretken gelişmenin hangi kullanımının şu anda tercih edilir olduğunu belirler. Bazen, boş zaman arttıncı kuüanım tercih edilir olur, 5. Kapitalizm her zaman çıktı arttırmayı koüadığı için, bu nedenle ve bu ölçüde, belü koşullar altında zararlı bir sistem olur. 6. Bir değer "çok yüksek", biri de "tözsel" olduğu için, tüketim çok yüksek işgünü tözsel olduğu zaman kapitalizm zararlıdır. 7. Bugün Birleşik Devletler'de tüketim önendi ölçüde yüksek ve işgünü önemü ölçüde tözseldir. Bu nedenle, (en azından) Amerikan kapitalizmi, belirtilen bakımdan, insan refahı için zararlıdır. Burada farklı türden iddialar belirtiliyor. 1 ve 3. ifadeler, temel ekonomik muhakemeye dayanır. Rekabette üstün gelmek için kapitalist firmalar, teknik yemlenmeye ve bu yenüiğin çıktı arttıncı bir kullanımına yönelmelidirler. 1 ve 3, insan doğasıyla ügüi özel öncüüeri gerektirmez. Salt kapitaüst ekonomilerin yapısıyla ügiü hakikatten kaynaklanır. Burada üretkenlik, çıktı hacminin emek girdisine oram olarak anlaşılıyor 2. ifade. 4. ifade, insan refahının kaynaklarıyla dgüi tartışmalı olmayan iddialara kalkışıyor. 5. ifade, 3 ve 4. ifadelerden çıkar. 6< ifade, 5. ifadenin hakikâtim aydınlatan tipte bir durumu saptar. 7. ifade, Amerikan kapitalizminin, 6'nın tarif ettiği şeyin bir örneği olduğunu savunur. 7, sadece bir yargıdır ve savunulmamıştır. Fakat, salt ekzantrik diye bir tarafa atdamayan bir yargıdır. Özetlersek, sav şudur: İstenmeyen faaliyeti azaltmak ya da dönüştürmek olanaklı olduğu zaman ve istenir olsa bile, kapitalizm bunu yapmak yerine tüketimi kışkırtmaya ve dolayısıyla, ekonomik yapının üretken kapasitenin optimal kuUanımma karşı durması anlamında irrasyonel çalışmaya devam eder. Kapitaüst üretim ilişkilerinin çıktı arttıncı bir eğilimi bulunduğu yadsınamaz. O halde, belirtilen bakımdan potansiyel olarak irrasyonel olduklarım yadsımanın tek yolu, çalışmak o kadar eğlenceli, kaynaklar o kadar bol, mal ve hizmetierden duyulan tatmin o kadar sınırsızdır ki, ne kadar
çok tüketilirce tüketilsin, çalışma dışı zamanı genişletmek yerine daha fazla tüketmenin istenir bir şey olarak kaldığım deri sürmektir. Sorunun özü, kapitalist firmaların üretken faaliyeti sadece dışsal değeriyle değerlendirecek durumda olmalarıdır. Üretken faaliyetin üretici için anlamı, dışsal etkderi bulunduğu durumlar dışında (iyileşmiş çalışma koşullan, bazen çıktıyı fazlalaştırır, fakat bunun sınırlı bir önemi var)'" konu dışıdır. Genelde kapitalizmin ürer tim faktörü olarak kullanılmasını teşvik ettiğini göstermeye de yarar.® Fakat insan eneıjisi, sadece potansiyel bir üretim faktörü değildir. Emek gücü verimli bir şeküde kullanılma eğiliminde olsa bile, emek gücü olarak kullanılma eğüimi, sadece tesadüfen ve sınırlı koşullarda toplumun toplam refahım geliştirir.® Savın temeli, Marksçı terimlerle, kapitalist üretim değişim değeri için üretimdir şeklindeki tartışmasız önermedir. Bu önermeyi kabul etmek, tartışmalı emek değer teorisine bağlılığı gerektirmez. Anlamı açıklandıktan sonra, gerçekliği aleıtileşir ve Marksist olmayan bir şeltilde ifade edüebilir. Alfred P. Sloan (General Motors'un bir zamanlarki başkam), otomobd sanayinin işinin araba yapmak değil, para yapmak olduğunu söylediğinde gerçeği kabul ediyordu. Aslında, bu kadar çok araba yapmasının nedeni de budur. Amacı para kazanmak değü de, söz gelimi insanlara verimli ve zararsız taşıma biçimleri sunmak olsaydı, çok daha az araba yapabilirdi. "' Kapitalizme atfeüğimiz eğilim, ilk elde daha fazla çıktıya yönelik eğilimdir ve bu nedenle daha fazla boş zamana karşı olması, geni; ampirik genellemelere dayanır. Bu genellemeler istisnasız değildir; daha iyi çalışma koşullan, hatta daha az çalışma saatleri bazen kân arttırır. Fakat kural Schumacher'in tarif ettiği uzlaşmazlık egemendir: " Tüketiciler' olarak belli kolaylıktan ve rahatlıktan elde edebilelim diye üretiriz. Ne var ki, herhangi biri "üretim'e girişirken bu aynı kolaylıktan ve rahatlıktan istese, bunun ekonomik olmayacağı, evrimli olmayacağı ve toplumun böyle bir verimsizliğe gücü yetmeyeceği söylenir." (Small is Beautiful, s. 87) Toplumun, başka şekilde tüketiciye verdiği her şeyi üreticiye de vermeye kesinlikle gücü yetebildiği halde, kapitalist firmanın seçenekleri daha sınırlıdır. Zira, "maddi zenginliğin ... emekçilerin gelişme gereklerini karşılamak için var olması yerine, aksine, emekçinin mevcut değerlerin kendi kendini genişletme gereklerini karşılamak için var olduğu bir üretim tarzı "dır. (Kapital, C. l . s . 638) "' Kapitalizmin bir üretim faktörü olarak kullanma eğiliminde olduğu diğer bir şey de, dünya gezegenidir.
348
Sloan'm sezgisinden çıkardığımız sonuç, kapitalizmin zahmetten kurtulmanın zararına çıktıyı kolladığı sonucu, dolay ısız bir sonuçtur. Yine de, kapitalizm lehine savlan sunan el kitaplan, buna dikkat etmezler. Herşeyden öte, dgi çekmeyen bir sonuç değü. Yerleşik iktisadın gözardı edişi açıklanmalıdır; çünkü, entelektüel açıdan oldukça sıradan olmasına karşın, kapitalizmle ügiti değerlendirmeyi gösterir. Ve açıklanması da budur. Kapitalizmin değerlendirilmesine elverişli olduğu için gözardı edilir. Kapitalizmi kollayan bir sav, kendi sonucu olarak yukardaki 1. ifadeye sahiptir: Kapitalist rekabet üretkenlikte -artışı teşvik eder. Burada tekrarlamak fazla gerekli değü, ekonomik söylemden biliniyor. Öncülü şudur: Yetersiz üretim yapan kapitalist firmalar rekabette yenüir. Bu nedenle, olabildiğince verimli üretmek ve üretken avadanlıklarım ve tekniklerim geliştirme fırsatlarım ele geçirmek zorundadırlar. Bazı sosyalistler bu savdan yakınır. Teoride iyi, fakat, pratikte piyasa ekonomüeri savın öncüüerinin üeri sürdüğü kadar katı rekabetçi olmadıklan için, pratiğe uymadığım söylüyorlar. Elbette, kapitalizm, hiçbir zaman, ideolojisinin üeri sürdüğü kadar rekabetçi olmamıştır; fakat, doğru anlaşddığuıda sav, rekabetin bütünüyle kısıtsız olmasını gerektirmez. Herşeyden öte, kapitalizmin tarihinde kararlı bir hızlı teknolojik gelişme olmuştur ve bu olgunun en iyi açıklaması, kapitalizmin en azından savın gerektirdiği kadar rekabetçi olduğudur. Kapitalizmi tartışma konusu yapan 3. ifadenin savı da benzer şekilde ilerler. Yme, rekabetin sınırlamalarından bir eğilim çıkanhyor, bu kez üretkenliğin gelişmesi lehine değü, bu gelişmenin tek taraflı ve potansiyel olarak zararlı kullanımı lehine. Bu sav da, yine önemini yok etmeyen nitelemeye tabidir. Her iki durumda da, nitelemelerin itirazlan karşılaması gerekir. O halde, rekabet modeline dayanan bu bölümün ana savunusuna karşı, insanlar daha faz' la tüketmeyi istemeyip daha fazla boş zamanı tercih ediyorlarsa, daha az emek gücü sunar ve rekabet modeline göre, kapitalist firmalar, tutum genel bir hal aldığı sürece buna aldırmamazlık edemezler denilebilir. Verili bir firma, üretkenlik artmadan önce üretti?49
ğinden fazla üretmese bile, diğer firmalar da benzer şekilde davrandıkları sürece -fazla tüketimden hoşnutsuzluk geneUik kazanırsa hepsi böyle davranmak zorundadır- hayatta kalır. Altbölüm (7), bu itirazdaki gerçeği ele alıyor. Fakat burada, aynı yorumun 1. ifade lehine daha fazla bilinen sava karşı da yöneltilebdeceğini belirtiyoruz. Kapitalistlerin, diğerlerinin yapması tehlikesi dışında verimliliklerini arttırmada hiçbir çıkarları olmaması gerekir ve işçüer, teknolojik değişime direnmede başardı oldukları -işçilerin bilmediği birşey değd- ölçüde tehlike ortadan kalkar. itirazlar karşısında 3. ifadenin savunulması gerekir, 1. ifadenin de fakat hiçbir şey, burjuva ekonomik teoride ve tanıtımda 1. ifadeye verilen önem de 3. ifadeye gösterilen aşın duyarsızlık arasındaki muazzam eşitsizliği haktilaştırmaz. t
(6) Kapitalizm, Ayrık Çelişkinin Zorunlu Bir Koşulu mudur? Sav, kapitalizmin ayrık çeüşkinin yeterli bir koşulu olduğunu gösteriyor. Peki, zorunlu koşulu mudur? Diğer ekonomik biçimler aym irrasyonelliği üretir mi? Kapitalizmin devrilmesi, bundan kurtuluşu sağlar mı? Kapitalizm, üretimi kapitalist ilke tarafından yönlendirilen ve bir kapitaüst bir de emekçi sınıfı şeklinde bir bölünmeyi sergileyen bir toplumdur/0 Fakat kapitalizmin çıktı tercihi, büyük ölçüde birinci özelüğe dayanır. Üretimi kapitalist ilkeyi izleyen sınıflara bölünmemiş toplundan tasarlayabüiriz. Bu türden üç toplum betimlenecek, ardından üretimi ilkeye tabi olmayan bir toplum değerlendirilecek. Bu üç topluma "eşitlikçi piyasa toplumları" denilebilir. Her üçünde de, rekabet çıktı arttırma eğilimine neden olur; fakat sadece ikisine, ayn çelişkiye doğru bir hareketi atfedebiliriz. Hiçbiri tarihte gerçekleşmemiştir ve hiçbiri, gelecek için uygulanabilir bir alternatifi temsü etmez. Birincisi, Manc'ın "basit meta üretimi" dediği şeyin bir çeşididir, kendi işinde çalışan ve emek kiralamayan üretcderin piyasa ekonomisicür. Yeterli rekabet altında, her üretici, üretkenliği arttı "' Bkz. Ek II
350
ran rakiplerin daha fazla mal satarak kendisini piyasadan sileceği korkusuyla üretkenliğini arttırmaya motive olacaktır. (Üretkenlik, örneği, yenüikçi nalbantların sattığı mallan daha iyi üreten kullanılarak arttınlır. Dahası, artan üretkenlikten çıktıyı arttırmak amacıyla yararlanmaya yönelecektir; çünkü, sadece satışlarla, gerekli" üretenlik artışım ftiıans edebüecektir. Fakat basit meta üretimi, gerçekte ileri teknolojiyle -ki, emeği toplumsaüaştınr- bağdaşmaz, yüksek çıktıyla da bağdaşmaz. "Ekonomik büyüme"yi teşvik etme eğilimi onun kendi kendini yok etmesine ve ayrık çelişki görünmeden önce yerini kapitalizmin almasına yol açar. îkinci tip, her birine firmanın gelirini eşit paylaşan çalışanlarının sahip olduğu bir firmalar kümesidir. Burada, "birleşmiş emekçtier" "kendi kencülerinin kapitalistleri"dirler.<,) Bu yapı sürdürülebüseydi, çıktı lehine eğitim, hiçbir güçlü sınıf ondan farklı yararlanmayacağı için, gerçek kapitalizmde olandan daha az ideolojik ve siyasi destek görse de, çelişkiye doğru bir hareket olurdu. Kapitalist ilkenin aşılması, egemen bir azınlığın çıkarlanna aykın olmazdı. Üçüncü örnek -buna "halk kapitalizmi" diyetim-, pay sahipüğinin çalışanın firmasıyla sınırlı olmaması bakımından ikincisinden ayrılır. Aynca, herkesin çalışma yükümlülüğü ve farklı sınıfların oluşmasını engeüemeyi amaçlayan bir gelir tavam vardır. Bu sıkı koşuüar gerçekleşseydi, çelişkiye doğru hareket olurdu. Ne var ki, yine hiçbir tikel toplum kesimi, bundan özel olarak yararlanmazdı. Son iki model öğreticidir. Kapitalizmin çelişkiye doğru kaymasının eşitsizüği nedeniyle olmadığım gösterirler.® Fakat, hiçbir zaman gerçekleşmemişlerdir ve bugün de, makul seçenekler değü. Kaçınılmaz bir "eşitsiz gelişim" seyri içinde, bazı firmalar diğerlerini geride bıkardı ve bu durum, çalışanlar üe işverenler arasında bir bölünmeyi beslerdi. Rekabet gerçekse, bazı firmalar iflas tehükesi içinde olur ve bu durum, daha güçlü olaıtiann, fiden ücretli olacaklan koşullarla onlara iş sözleşmesi teklif eğilimlerin önüne '"Kapital, C. 3, s. 389 ® Ancak, eşitsizlik aşın çıktı eğilimini güçlendirir.
351
geçilebilir; fakat düzenlemeler o kadar kapsayıcı olurdu ki, ekonomi piyasa niteliğini yitirirdi. Tasarlanan biçimler, kapitalizmin ilke olarak çelişkinin zorunlu bir koşulu olduğu önermesinin karşı örnekleridir; fakat olası uygulanamazlıklan, pratikte zorunlu bir koşul olduğunu doğrular. Şimdi, üretimin, demokratik olarak (sahici bir sosyalizmde olduğu gibi) ya da başka şekilde oluşturulmuş bir planla bütünleştirildiği piyasa dışı bir topluma dönelim. Bu çelişki üretmez. Çünkü. sistematik ekonomik kısıtlar dikkate alındığı sürece, karar vericiler, üretkenlikte ilerleme olduğunda çıktıyı arttırma ile emeği azaltma arasında tercih yapma özgürlüğüne sahiptirler. Bir diktatörlük, bir nedenle, örneğin, serbest zamanı olan insani an yönetmenin daha zor olacağı korkusuyla, bolluk koşullarında bile emeği sabit tutmaya çalışabilir. Fakat bu siyasal bir tercih olurdu, kapitalizmde olduğu gibi ekonomik sistemin kişisel olmayan mantığının bir dayatması olmazdı. Tanımı gereği üretken güçler ile tikel kişilerin irade ve çıkarlan arasında değil üretken güçler ile üretim ilişkileri arasında olan çelişkinin suçunu kapitalizme yüklemek gerekir. İrrasyonelliği bizzat ekonomik sistemin doğasında arıyoruz. Bu nedenle, yalnızca kapitalist, ilkenin çıktı artışına yönelik ekonomik-sistemik bir eğilim doğurduğu ve sadece gerçekleşebilir ekonomileri düşünürsek, kapitalizmin, ayrık çelişkinin ortaya çıkışırım sadece yeterli bir koşulu değil, zorunlu bir koşulu da olduğu sonucuna vanyoruz. Kendi içinde doğru olsa bile, söylenenler umut kinci görünebilir. Zira, kapitalist olmayan bir rejimin, aslında, gittikçe daha fazla çıktı yönünde bir dürtüyü besleyebildiği kabul ediliyor; ekonomiyi yöneten bu rejimin sadece bu tercihi dikte etmediği üzerinde ısrar ediliyor. "Kapitalizmi geçme'ye saplanan Sovyet liderliğinin, vurgu savunulamaz olduğunda bile herşeyden önce üretime vurgu yapacağım düşünmek için haklı nedenler var.(1) Bu satırların yazan, Sovyet akademisyenlerle görüşmesinde, Amerikalı bir yönetici kendi fabrikasının neden olduğu kirliliği gizlemeye motive olduğu
halde, bir Sovyet yönetici kirliliği açıklayabilir ve gidermek için sübvansiyon talep edebilir dedi. Bir sosyolog şu yanıtı verdi: " Çok safsınız. Açıklarsa, yerine daha ağzı sıkı biri getirilir."1" Bütün bunlara karşın, bir politika tercihi ile bir ekonomik sistemin normal işleyişinin doğal sonucu arasında ayrım, entelektüel ve pratik önemini korur. Sovyetler Birliği'nin hastalıkları ile Birleşik Devletler'in hastalıktan arasında yüzeysel benzerlikler vardır, fakat farklı tanılar uygulanır ve farklı tedaviler gerektirir. Sovyetler Birliğini'nde siyasi değişiklik, ekonomik sisteminin dramatik yeniden şekillenmesiyle değişik önceliklere yol açmayabilir. Amerika'da soran farklıdır. Güçlü ideolojik kastlaşması bir yana, bizzat kapitalist sisteme bir darbe vurmaksızın çıktı artışına yönelik dürtüyü engelleyecek hükümetsel önlemleri düşünmek zordur. Amerikan kapitalizminin, sorunun sadece bir yani olan kirlenmeyle etkili bir şekilde başa çıkıp çıkamayacağı bde tartışmalıdır. Kapitalist girişim, yönetmelik ve talimaüarla çitieri söküp atmaz, şirket gücü karşısında geçitieri ve yaptınmlan siyasal olarak gerçekleştirebilir olduğu varsayılsa bde.
(7) Bir İtiraz Birkaç sayfa önce sözü edden itirazı geliştirmenin bir yolu:"01sa olsa kapitalizmin çıktı artışım seçmeye eğilimli olduğunu kanıtladınız. Bundan, fiilen çıktıyı arttınrsa, bunun saptadığınız eğilimle yeterince açıklandığı sonucu çıkmaz. Benzer gerekçelerle -sermaye biriktirme gereği-, kapitalizmde bütünüyle gerçekleşmeyen başka eğilimler de atfeddebilir. Bu eğilimlerden biri, firmaların kendi işçderüün ücretlerini arttırmama eğilimidir. Eğdim var, falcat etkisi, sendika gücünün karşı ağırlığıyla nötürleştirilir. Bu aynı güç, çıktıya yönelik eğdimi neden kontrol etmez? Sendikalar, genelde neden daha az emek için değd de daha fazla ücret için bastırırlar? Eğer sistemin eğilimi, sendika üyelerinin çıkarlarına zarar veriyorsa, neden onunla işbirliği yaparlar. Çelişki görünmeye baş-
"' Gerçi, Sovyetler Birliği kapitalist yapılan devralarak kapitalizmi geçmeye çalıştığı ölçüde, kapitalizm ile çıktı artışı arasındaki bağ daha da sağlamladır.
Sovyetler Birliği, sosyalizmin benzemesi gereken şeyin kötü bir modelidir, zira, başından beri kapitalizmin tehdidi altındaydı ve yok olma pahasına "yetişmek" zorunda kaldı. İleri kapitalist bir ülkedeki sosyalist devrim, kapitalizmi yakalamak zonında kalmazdı.
338
353
ladığıtıda, sendikanın politikası neden değişmez? Eğer Birleşik Devletler sınırını geçmişse, sendika politikası neden bugün olduğu gibidir?" İtirazın doğasına dikkate edin. İtiraz şu değil: Çıktı artışı sistem tarafından değil, sadece insanların sistemden yerine getirmesini istediği amaçlar tarafından kollanır. Bu iddia savunulamaz; zira; sistemin açıktan açığa çıktı arttırma eğilimi vardır. Fakat bu eğilimin varlığı, onun eğilimi olduğu şeyin gerçeklenmesini açıkladığını göstermez. İtirazın temeü bu iddiadır. Tartışmah olmayan öncüllerden yararlanarak itiraza karşılık vereceğiz. Tüketilen şeylerin büyük çoğunluğunun gerçek tatmin sağlamadığı, insanlar reklam ve ideoloji tarafından aldatıldık!an için tüketimi bağırlarına bas tıklan şeklindeki radikal öncüle dayanarak itiraza karşılık vermek kolaydır. Bu tezin kısaltdmış bir versiyonu daha sonra savunulacak; fakat önce, verdi tüketim mallannın genel olarak istenir oldüklanm, bu mallara yönelik arzunun, bir anlamda reklam ve ilgili süreçler tarafından icat edilmeyip uyandınldığım ve sağladıktan doyumun sahici olduğunu yüce gönüllülük gösterip kabul edelim. • Diğer yanda muhalif de, emek çokluğunun arzulanmadığım kabul etmelidir. Tann işçdere şimdi aldıklan ücreti bedava lütfetseydi ve onlara, istedikleri sürece işlerinde çalışıp çalışmama özgürlüğünü tercih etmeyi bahşetseydi, o zaman, çalışma faaliyetinde çok önemli bir düşüş olurdu. Yüzeysel gözlem, insanların tükettiklerinden zevk aldıklarım gösterir; fakat, yapmak zorunda olduklan şeylerin çoğundan zevk almadıklarını da gösterir. O halde, en cömert anlatımla, reklamın (vb.) yaptığı şey, tanıttığı ürünlerin istenir niteliklerinden bağımsız olarak (burada varsaydığımız şeye) dikkat çekmek ve vurgulamaktır. Bu, boş zaman mallarına vurgu yapan benzer bir kampanyayla dengelenemez. Hiçbir reklam şunu söylemez: SENDİKANIZ GÖRÜŞMELERE BAŞLADIĞINDA, DAHA FAZLA ÜCRET İÇİN DEĞİL, DAHA AZ ÇALIŞMA SAATLERİ İÇİN PAZARLIK YAPSIN. ELEKTRİKLİ YONTMA BIÇAKLARI İYİDİR, FAKAT HİÇBİR ŞEY ÖZGÜRLÜKTEN DAHA' İYİ DEĞİLDİR. "Boş zaman reklamı" 341
hiç yoktur; çünkü, firmaların bu reklamlan finanse etmede ve mallan satın alan emeğin hoş olmayan yanlan konusunda kamuoyunu uyarmak için para ödemede hiçbir çıkar lan yoktur. Elbette, sözde "boş zaman ürünleri"nin tanıtımı vardır, fakat, bunlan temin etmek için gelir artışı gerekir ve reklamlar, bu geliri sürdürmek için gerekli boş zaman fedakarlıklarından söz etmez. Şunu söyleyen biri düşünülebilir: "Hafta sonlan kullandığım kar arabasının taksitierini ödemek için bir hafta sonu işinde çalışıyorum."0' Bu nedenle, emeğin eğilimindeki uysallığı, eğilimin kendisinde izlenebilir: İşçder, medyanın öne çıkardığı vurgulardan etkilenirler. Kapitalist toplumda arzu olucum süreciyle ilgili olarak belirtilen kuşkuculuk, insanlar için optimal bir arzu yapışım açıklayan bir teoriye dayanmaz: Bunu sunmak güç olurdu. Daha da özel olarak, her meziyeüeriyle ilgili gerçekçi bir genel ifadeye kalkışmak tehlikeli olurdu. Peki, böyle bir öğretiye tövbe edilirse, verilen eleştirinin arkasındaki ilkeler nelerdir? Bir adamın elde etmeye çalışma eğiliminde olduğu şey de gerçekte kendisini tatmin edecek şey arasında bir fark vardır. Bu temelde, daha ayrıntılı olarak, bir kişinin yapısı üe koşuüanm uygun bir şekilde betimleyen iki çizelgeyi ayırt edebiliriz. O kişinin uğraş çizelgesi ile doyum çizelgesi. Her biri o kişinin arzu nesnelerini düzenler, fakat farklı bir bakış açısından. Uğraş çizelgesi, o kişinin bu nesneleri elde etmeye çalışma eğilimlerinin göreü gücüne gönderme yaparak nesneleri düzenler. Doyum çizelgesi ise, o kişinin bu nesnelere sahip olmaktan alacağı doyum miktarına göre nesneleri düzenler, ((a) peşinden koşmadığı nesnelerden alacağı doyumlan ve (b) peşinden koşulan nesnelere ulaşma olasılıklarım -peşinden koşulan herşeye ulaşddığı varsayılıyor- gözardı ediyoruz). Bu çizelgeler, elbette, bdgi, tat ve dış koşuüardaki değişikliklerle birlikte sürekti değişirler, fakat, bir kişinin verdi bir zamandaki durumunun, kendisinin iki çizelgesinde nesnelerin farklı bir (1) Krş. Roberts, "On Time," s. 650
355
şekilde düzenlemesi ölçüsünde, talihsiz bir durum olmasının olası olduğunu söyleyebiliriz. Doyum çizelgesindeki düzenleme, uğraş çizelgesindeki düzenlemeden farklı ise, elindeki kaynaklardan optimal yararlanması olasıdır. Eğer bir aracı, bir insanın bir nesne arayışını, o nesneye sahip olmaktan alacağı doyumda eş bir artış olmadan arttırırsa, o zaman, olasılıkla istenmeyen kötü bir çizelgeler birlikteliği üretir ve dolayısıyla, aracı, nesnenin ona vereceği doyumdan önce olduğundan daha doğru bir anlatım verdiği için nesne arayışı artmadıkça, o kişinin refahı üzerinde olumsuz bir etkisi olur. Fakat, boş zamandan çok çıktıya öncelik veren kapitalist toplumdaki aracdann, boş zamana karşıt olarak çıktıdan alınacak doyumu arttırma eğiliminde oldukları düşünülemez ve ikisinin göreli değerlerinden başka şekilde alınabüecekten daha doğru bir anlatım verdikleri de söylenemez. O halde, bireyin tercih yapısını yozlaştırdıklarını söylemek için neden var- yozlaşmamış bir tercih yapısının içeriğini betimlemeden bulunabileceğimiz bir iddia. Başka şeküde doğamayan arzulara neden olduğu için değil, yerine getirilmesi uygun derecede bir doyuma yetmeyen arzulara neden olduğu için kapitalizmi eleştiriyoruz. Sistem, mal tüketimi arayışını niteliğine aldırmaz. Fakat, tüketime bağlılığı sürdürmenin özellikle etkili bir yolunun tüketimi doyurucu yapmak olduğunu düşünmek saflıktır. Aksine, arayanı doyurma güçleri sınırlı olduğu ölçüde mal arayışının daha güçlü olacağını sanmak için nedenler var- burada, itiraza yanıtta kullanılmayan "radikal öncül"e yaklaşıyoruz. Sistem, ellerindekiyle yetinen tüketicilere kadanamaz. Baker* m dediği gibi: ... satıştan ve k â n arttırmaya çalışırken bir tican girişim, (1) geliştirilmesi ya da uyarılması en ucuz olan ve (2) geçici dindiricileri üretilebilen, fakat (3) as-
İş dünyası, hoşnut tüketiciler ister; fakat, gereğinden fazla hoşnut da olmamalıdırlar. Aksi takdirde daha az satın alır ve daha az çalışırlar ve işletme giderek küçülür. Son olarak, kendi boş zamanlarını insanların fazla boş zamanları olursa onu nasd kullanacaklarını bilmezler diye üeri sürerek geçirenlere bir yanıt. İnsanoğluyla ügili doğrulanmış hiçbir önerme, bu kibirli kötümserliği desteklemez. Dahası, çıktıyı maksimize etmek için biraraya gelmiş bir toplumun, boş zaman teori ve pratiğini geliştiremeyeceği kestirilebüir.<,) Çıktı eğiliminin bu daha üeri tezahürü, ondaki genel uysalUıkla igüi açıklamayı tamamlar. Serbest zamanı doldurmanın eldeki belirgin şeküleri anlamsız olduğunda, serbest zaman boş görünür.
(8) Kapitalizmin Eğitimi ve Max Weber Kapitalist pratikte çıktı yükseltilebilirken emek zamanım kısaltmalım bir hata olduğunu gördük. Anı vurgu, çoğu burjuva ideolojisinde düşünülmeden hesaba katılır ve akademik çözümlemede oldukça yaygın bir şeküde ifade edilmemiş bir öncül gibi etkili olur. Kendimizi, bir tek öğretici örnekle sınırlıyoruz. Max Weber, kapitalist uygarlığın bütün yanlarını hoş karşüamadı. Fakat, çıktı lehine patetik tercihini bir rasyonellik düsturuna çevirdi: Bütün e tiklerin ve bundan kaynaklanan ekonomik ilişkilerin kökeninde gelenekçilik, geleneğin kutsallığı, atalardan geldiği şekliyle ticaret ve sanayiye özel bağlılık vardır. Bu gelenekçilik, uzak geçmişten bugüne yaşayıp gelir, daha bir ömür ötesinde, bir s ö z l e ş m e y e dayanarak belli bir toprak parçasına ekip biçen Silezya'lı biı tarım emekçisinin ücretini, onu mahsulünü arttırmaya teşvik etmek umuduyla iki katına çıkarmak yararsızdı. Yaptığı işi y a n yarıya azaltırdı; çünkü, bu yarıyla, [önceden olduğu kadar] kazanabilirdi. Bu genel güçsüzlük ve yerleşik yoldan a y n l m a eğilimsizliği, geleneği sürdürme güdüsüdür. <"
la tam olarak doyurulmayan ve doyurulacak başka arzulara neden olmayan "'" ... sosyologların boş zaman , sorun"unu lartışuğı bir noktadayız. Sorunun bir yanı da şudur: Nasıl bir sorun haline geldi?" Thompson, "Time. Work-Discipline. and Industrial Capilalısm," s. 67
tatlar yaratır. 1 0
'""The Ideology of the Economic Analysis of Lav," s. 38
338
General Economic History, s. 260-261
357
Weber, "geleneksel" davranışı üe "rasyonel" davranışı taraflı bir şeküde karşı karşıya koyduğu için, emekçinin tepkisini rasyonel dışı görüyordu. Bu karşı karşıya koymayı kabul ettiğimizi varsayalım. Yine de, Weber, köylünün geleneksel ve dolayısıyla, kendi görüşüne göre rasyonel olmayan tepki verdiğini gösteremez. Jara köylü, her zaman yaptığım yapmaya devam etmiyordu. Öncekinden daha az çalışmaya başhyordu. Gün doğumundan gün batımına kadar çalışmaya son vermek, en azından eski ücretin iki katı daha az sıkı yada daha sıkı çalışmak kadar, geleneği terketmektir. Sadece, zahmetten kurtulmaya karşıt olarak maddi maüara bir tutku, inşam başka şeküde düşünmeye götürebilir. Aslında emekçinin tercihi, herhalde rasyoneldi.. Tüketim artışının para gelirinde artışla sonuçlanacağından -açıkçası sonuç olarak iki katma çıkmazdıemin olamazdı. Malların marjinal yaran ve emeğin marjinal yararsızlığıyla ügüi mantıklı kestirimler -emekçinin tikel durumundaemek-azalmasını tercih etmekle daha önemü bir yarar elde ettiğini gösterir.
(9) Dolaylı Gözlem (1) Kapitalizme özgü eşitsizüği gözardı etmeyi vaat ettik; fakat şimdi, gerçek kapitaüst toplumun iki eşitsizüği beütüecek. Birincisi, üst düzey çalışanlar arasında, "iş-süresi boş zamanı" dendebilen şeyden önemü miktarda vardır. Bu, boş zaman karşıtı eğilimin kendisini pratikte gösterme derecesiyle ilgili yargımızı değiştirmeüdir. Fakat, çıktı eğilimli iş dışı tüketim düzeylerini bireysel refahın başlıca ölçütü haline getirdiği için, kabul edilebilir çalışma koşuüarırun eşitsiz dağılımının olabüeceğinden daha az ilgi gördüğüne dikkat edin. Tüketime dönersek, kapitalizm altında çıktının çok eşitsiz bir şekide paylaşıldığının farkında olduğumuzu itiraf ediyoruz. Farklı sınd güçlerini yansıtan bu eşitsiz bölüşüm ise, çıktı vurgusunu sürdürmeye yardım eder. Jones ailesini geride bırakan Smith adesi, şimdi Jackson ailesini yakalamaya çalışıyor. Fazla değer verilen üretim meyvelerinin çarpık dağılımı, fazla değer vermeyi güçlendirir. 338 358
Kapitalizm koşullarındaki tüketimin yapısı, ortalama kişinin doyum kapasitesini zorunlu olarak aşan maüara yönelik bir arzuyu besler. Kapitalist toplumda tüketimin kişisel refaha katkısından kuşkulanmak için çok neden var. (2) Bu bölüm, gelecekteki doğal kaynaklar ve enerji ciddi sorununa fazla yer vermedi. Kimse sorunun ne kadar büyük olduğunun farkında değd; fakat, Only One Earth'ın yazarlarının"' olgun yargısı bize rehberlik edebilir. Şimdi, bu önemü konu önceki tartışmalarla dişkdendirmeye çahşdacak. Sorunun başka şekilde büyüklüğü ne olursa olsun, kapitalizmin sorunu daha da ağırlaştırdığı kesindir. Çıktıyı sürdürme ve arttırma baskısı, var olan kaynakların aksi durumda olacağından daha hızlı sömürülmesine neden olur ve kapitaüst firmanın sonlu zaman ufku, alternatif geüştirme yollarının araştırılmasını kırar. Dahası, toplumun yeri doludurulamaz olağanüstü miktarda malzemeye dayanan tüketim biçimlerine koşullanması, yeni yol arayışlarına girişmeyi daha da güçleştirir. Kapitalizm ve eğilimi ne kadar uzun süre egemen olursa, zorunlu görünüm dönüşümü sağlamak o kadar güç olacaktır. Bu nedenle, "kaynak krizi" bu bölümün kapitalizm eleştirisini yumuşatmaz. Fakat ima edüen kapitalizm soması gelecek anlatımının naif görünmesini sağladığı düşünülebilir. Zira, doğal kaynaklar daha tutumlu kuüamlacaksa, bir ölçüde doğal kaynaklara baş vurmak yerine insanın emek gücüne sürekli dayanmak gerekir ve o zaman da, artan boş zaman vaadi gerçekleştirilmeyebilir. Fakat bu düşünceler, yukarda tanımlanandan oldukça farklı kaba bir boş zaman kavramına dayanır. "Boş zaman"la, üretken faaüyetten kurtulmayı değil, istenmeyen faaliyetten kurtulmayı anlatmak istedik. Kapitaüzm koşüüannda ikisinin yanyana olması, gelecekte de çakışmaya mahkum olduklan anlamına gelmez. Üretken güçlerin kapitaüst tarihteki gelişme ritmi, çalışma deneyiminin niteliğine aldırmamıştır ve üretken gücün merkezinde artan bilgi, oldukça sınırlı biçimde nesneleşmiştir. Geçmişte tiksindirici nesneBarbara Ward ve Reni Dubos
leştirmeler kaçınılmaz olmuş olsa bile, şimdi üretken bilgi uygar biçimlerde nesneleştirilebilir. Kıt kaynaklara daha az istek duyan ve boş zaman kavramını burada anlaşıldığı şekliyle karşılayan yaratıcı emek süreçleri tasarlamak olanaklıdır. Zengin bir işgünü, sadece sözleşmeli bir işgünü olanaksız olursa kucaklanacak "ikinci en iyi" değildir. Bu yeterince açık olmalı; fakat yine de, aşağıdaki pasajda, Marksistlerin Mars'ta ütopyacılık yokluğunu kanıtlamak için aktarmaktan hoşlandıkları, fakat gereğinde fazla kötümser de olan pasajda en eklemli ifadesini bulan derin bir düşünce akıntısına karşıdır: ... özgürlük alemi, sadece zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlenen emeğin bittiği yerde fiilen başlar, bu nedenle, lam da şeylerin doğası gereği, fiili maddi üretim alanının ötesinde bulunur. Tıpkı yabanılın isteklerini karşılamak, yaşamı sürdürmek ve yeniden üretmek için doğayla boğuşması gerektiği gibi, uygar insan da öyiedir ve bütün toplumsal oluşumlarda ve olası bütün üretim tarzları altında aynı şeyi yapması gerekir. Uygar insanın gelişmesiyle birlikte bu fiziksel zorunluluk alemi, isteklerinin bir sonucu olarak genişler fakat aynı zamanda, bu istekleri karşılayan üretim güçleri de artar. Bu alandaki özgürlük, sadece uygarlaşmış insana, doğayla ilişkilerini rasyonel bir şekilde düzenleyen, kör bir güç olarak doğa tarafından yönetilmek yerine doğayı ktndi ortak denetimlerine alan ve bunu en az enerji harcayarak ve kendi insani doğalarına en uygun ve değer koşullarda başaran birleşmiş üreticilere dayanabilir. Fakat yine de bir zorunluluk alanı kalır. Kendi başına bir amaç olan insan enerjisinin gelişmesi, ancak kendi temeli olarak bu zorunluluk dünyasıyla birlikte çiçeklenen gerçek özgürlük alemi bundan sonra başlar. İşgünün kısaltılması, bunun temel önkoşuludur.
Bu anlatıma göre, sosyalist sanayi içinde özgürlük üzücü ölçüde sınırlıdır ve Marx, hakiki özgürlük dediği şey ekonomik bölgenin ötesinde arar. Düşüncesi, "emek artık bir yaşam aracı değil, yaşamın birincil isteğidir" şeklinde değil,0' bir yaşam aracı olarak istenemez ve işgünü sözleşmeleri olarak arzu edilen faaliyetle değiştirilecektir şeklindedir. Geleceğin çalışma koşullarıyla ilgili bir olumsuz değerlendirme, başka gerekçelerle (hiçbir gerekçenin bulunmadığım ummalıyız) ne kadar mazur gösterilirse gösterilsin, burada, ayrık düşüncelerin aldatıcı bir birliğine dayanır. Evet, ırkı beslemenin tamamlan"> Kapital, G. 3,s. 720 Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 31
m
338 360
masına bağh olduğu bir operasyonlar kümesi her zaman olacaktır. Fakat bu, insanların yapmak zorunda oldukları için eğilimlerine rağmen yerine getirdiği görevlerin her zaman olacağı anlamına gelmez. Bir görevin olması ve yerine getirilmesinin gerekmesi, o görevi yerine getirme nedeninin, yerine getirmenin zorunluluğu olduğunu ima etmez. Fakat Marx, önce günlük gerekler tarafından belirlenmeyen faaliyet olarak parlatılan "özgürlük alemi"nin, "tam da şeylerin doğası gereği", bu gerekleri yerine getirme alanının ötesinde olması gerektiğini söylediğinde bu imayı ileri sürer. Şimdiye kadar üretken güçlerin niteliği, çalışmaya, hatır için yerine getirilmeme özniteliğini yükledi. Bu özniteliği gelecekte koruyup korumaması gerektiği sorunu, aleni "tam da şeylerin doğası" meselesi değil, karmaşık bir teknoloji ve psikoloji sorunudur. Marx'ın aceleyle dışladığı olasılık, maddi zorunlulukların, en azından kısmen, "kendi başına bir amaç olan insan enerjisinin gelişmesi" tarafından karşılanabilme olasılığıdır. Emek ile yaratıcı edimin bağdaşabilirlik ölçüsü a priori saptanamaz. Marx, bağdaşabilirliğin her zaman az olacağım bildiğini düşünüyordu. Bu günden emek niceliklerinin yok oluşunu öngörme gereği. İnsanın kurtuluşuna inananların kabul etmek zorunda olduğu bir öngörü değil.
EK: I Kari Karx ve Toplumsal Bilimin Sözümlenmesi Gerçeklik ile görüntü arasında hiçbir fark olmasaydı, bilime gerek olmazdı.
Aşağıdaki sayfalar, yukardaki yargının sonuçlanın açıklıyor. Altbölüm l'de, Manc'ın bununla ne demek istediğim açıklamaya çalışıyorum. Sonra (altbölüm 2), ortaçağ manorundaki sömürü üe kapitalist fabrikadaki sömürü arasındaki kimi farkları belirterek, feodal ve burjuva toplumlarda gerçeklik ile görüntü arasındaki farklılıktan seıgüiyorum. Ardından (altbölüm 3), Manc'a göre yukardaki yargının sosyalizm üe toplumsal bilimin bağdaşmazlığım gerektirdiğini gösteriyorum. Altbölüm 4'e, sosyalizm üe toplumsal bilim arasındaki antagonizmi teori üe pratiğin birliği öğretisiyle iüşkdendiriyorum. Son olarak (altbölüm 5), Manc'ın bilim düşüncesini eleştiriyor, fakat anlaşdabilirüği kendisine dayanmayan bir toplumun istenirüğine olan inancını savunuyorum. 1. Manc, kapitalist üretim ilişkilerinin görüntüsü altında yatan ve onları kontrol eden çıplak gerçekliği ortaya çıkarma girişimi olarak kavradığı Kapital üzerinde çalışırken, öz ve görüntü üzerine öğretisini sık sık dülendirir. Eserin 2. cildinde, bir görüngünün "ezoterik" görüşle "gerçekten büimsel" açıklanmasını saptar.'" 3. cütte, "şeylerin görünen biçimi ile özü doğrudan çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu" diye ilan eder;® ve 1865'te işçilere verdiği bir seminerde, "sadece şeylerin uçucu görüntüsünü yakalayan günlük deneyimle yargılanırsa, bilimsel hakikat her zaman paradokstur" diye uyanda bulunur.'m Kapital'deki açıklamalarını, sık Kapital, C. 2. s. 227 °>Kapital, C. 3, s. 718 01 Ücretli emek ve Sermaye, Ücret, Fiyat, Kâr, çv. Sevim Belli, Sol Yayınlan, 7. baskı, 1992, s. 103
362
sık genel gözlemin kendi çözümlenmesiyle çeüştiği olgusuyla süsleyerek taçlandırır ve Dr. Kugelmann'a bir mektubunda, yakın zaman burjuva iktisatçıların (klasik atalarından farklı olarak)"' sadece her tüccarın aşinası olduğu sıradan fiyat ve kâr kavramlarım kullanmalarından yakınır. Bu- işadamının görebdeceği görüngülerin altına nüfuz edemeyen ekonomik incelemelerde bilim görmez.® Görüntüyü gerçeklikten aynt edip bilimin gerçeküği keşfettiğini savunduğunda ne demek istediğini tahmin etmemize yardım eden doğal bilimlerin başarılarından söz eder. Soluduğumuz hava element gibi görünür; fakat kimya, burunla farkedilmeyen ayn tözlerden meydana geldiğini açığa çıkarır. Güneş gök cisimleri arasında dolaşır gibi görünür; fakat bilim, sıradan deneyimin desteklediği bu önermenin yerine, kendi etrafında dönenin dünya olduğu tezini geçirir.0' Bu örnekler, Manc'ın çözümlediği şeküyle kapitalizm üe içinde yaşayanlara göründüğü şekliyle kapitalizm arasındaki ilişkinin benzeşikleri olarak gösteriliyor. Sadece emek harcanmasının ekonomik değer yarattığı ve değerin, harcanan emek miktarıyla orantılı olduğu Manc'm teorisinin en önemli bir ilkesidir. Bundan, işçder ürettikleri şeyin bütün değerini almadıkları için, harcadıkları bütün emeğin karşdığım almadıkları sonucu çıkar. Aynca, sermaye yatırımı emek gücüne yatırım olduğu ölçüde kâr yaratabüdiği sonucu da çıkar. Bu teorilere karşın, ücretü işçi, tamamladığı her emek biriminin düşük ya da yüksek karşdığım alır gibi görünür. Ücreti saat başma sekiz şilinse ve on saat çalışıyorsa tamı tamına sekiz şilinin on katı tutarında olan dört pound alır. Fakat artı değer teorisinin açığa vurduğu gerçeklikte ise, dört pound işçinin sadece kendine ait olan zamanın karşılığıdır, geriye kalan karşılığı ödenmemiş zaman kâr olarak maledüen şeyi yaratır. Yine de, işçi harcadığı bütün eforun karşılığım almış göründüğü için, işçinin emeği dışmda başka bir Özellikle Smith ve Ricardo'dan. Büyüleyici bir karşılaştırma için bkz. Theories of Surplus Value. C. 2, s. 164-169 a Seçme Yapıtlar, C.2,s. 500 Kapital, C.l.s. 331,90
338 362
kâr kaynağı varmış gibi görünür. Görüntünün esiri iktisatçılar, bu nedenle, kân, kapitalistin servetini tüketmek yerine yatınm yapmaya karar vermesine, ya da onun girişimcilik dehasma, ya da sahip olduğu makinalann gücüne atfederler. Sermayenin kendisine kar-yaratma yeteneği yükleme eğilimindedirler. Kâr-yaratma yatağı ile kâr-bölüşüm yatağı arasındaki hassas ayrımın tek başma görüntülere bakanlara görünmemesi, bu eğilimi cesaretlendirir. Kâr miktarı0' bütünüyle emek gücüne (makina, hammadde vb. karşıt olarak) yatırmış olduğu sermaye miktarına bağlı bir girişimde yaratılmasına karşın,girişimin itibarını arttıran kâr miktan, girişime, bütün üretim faktörlerine yatınlan sermayeyle doğru orantılıdır.® Emek-yoğun sanayilerin daha yüksek bir kâr yaratma oranlan vardır, fakat diğer sanayüerle aym kâr-maletme oranlarına sahiptirler. Rekabet, kârın ekonomi aracılığıyla emek-yoğun sanayilerden diğer sanayilere akışına neden olur. Bu nedenle tek başına emeğin değer ve kâr yaratması kapitalistin pratiğine uygun değil. Özel olarak emek yoğun bir sanayiye yatırım yapma fırsatı onu çekmez. Getirişinin hacmine bakar, getiriyi yaratan şeye eşdeğer görür ve kâr-yaratma Ue kâr bölüşme arasındaki ayrımın görülmediği yüzeyin altına nüfuz edemeyen iktisatçı onu izler. Doğa biliminden yalın örneklere dönelim. Marx'a göre; duyular, havanın oluşumu ve gök cisimlerinin hareketleri konusunda bizi yanlış yönlendirir. Yine de, koklayarak havadaki farklı bileşenleri tanımayı beceren bir kişinin, insan burnu gibi sağlıklı işlemeyen bir burnu olurdu. Durağan bir güneş ve dönen bir dünyayı fark ettiğini içtenlikle iddia eden biri, ya görme bozukluğu çekmektedir ya da motor sistemi bozuktur. Havayı element olarak ve güneşi hareket halinde olarak algdamak, sayrılar görmekten çok bir serap görmeye benzeyen deneyimlerdir. Zira, bir adam uygun koşularda serap görmezse, görmesinde bir bozukluk var demektir. Gözleri, uzak mesafedeki ışık oyunlarını alımlayamamıştır. (1) Kesin anlamında artı değer (2) Bkz. Kapital, C.3, Kısım 2; Theories ofSurplus Value, C. 2, B l . 10
338
Birbiçimli bir töz olarak hava de doğup ve batan güneş düşünceleri, hatalı algılamadan kaynaklanmaz. Havanın ve güneşin kendilerini gösterme şekli budur. İşçinin emeğinin tam karşılığını aldığı ve her sermaye biriminin kâr yaratmaya katddığı nosyonlan da, kapitalist düzenleme biçiminin yanlış algılanmasından kaynaklanmaz. Bu nosyonlar, kapitalist toplumun yüzeydeki özelliklerini büdirirler. Fakat bu toplumun gerçek çizgilerini düşünen biri yüzeyle karşı karşıya kalır ve toplumun doğasım yanlış anlayan dolaysız gözlemlere açıktır. Burada gözden geçirilen görüntüler, seraplar gibi, etrafımızdaki dünyanın parçasıdırlar. Şeylerin nesnel bir statüsü bulunan ve yanlızca bilimin soyabddiği dış biçimini kapsarlar. Düşünceyi daha az imgesel ifade edersek, sadece ve sadece bir durumun açıklaması, insan açıklamadan yoksunsa verilmesi doğal betimlemeyi yalanladığı zaman görüntü ile gerçeklik arasında bir aralık vardır diyelim. Uçurumlar gerçek/iğin kendini gösterme yoludur ve sadece bu aralıklar var olduklarında bir durumu anlaşdabilir kılmak için bilim gerekli olur. (italik formülasyon şu şekilde anlaşdabilir: Bir teori, gerçekliği tahrif eden "daha derin" bir teori gerçekliğin yerini alırsa gerçekliği değil, görüntüyü betimler. Fakat Marx, içinde yaşadığı çağ gibi, göz ile teori arasında iki boyutlu bir karşıtlığa inanıyordu ve yorumuna katılıyorum. Bu nedenle, italik formiilasyonda sözü edden betimleme, teorik-öncesi gözleme dayalı olarak anlaşılmalıdır. Burada deneyim dünyası ile teori dünyası arasında varsayılan mutlak ayrıma meydan okumalan önemsemeyeceğim.)® "' Manc'ın gözlem Ue teori arasındaki karşıtlıkla ilgili tutumuna yönelik eleştiri, teorik kavramların deneyimin temelindeki bir gerçekliğin bileşenlerini belirtmeden gözlem ifadelerini bağlantılandırmaya yaradıktan şeklindeki (şimdi modası geçmiş) görüşe dayandınlabilir, ya da, deneyimin her zaman teorik bir bakış açısıyla biçimlendiğine dair (oldukça moda) savunuya; ya da söz konusu karşıtlığın soruşturma bağlamıyla ilgili olduğu ayn iddiasına dayandınlabilir. Howard ve King'e göre (The Political Economy of Man, s. 163),MMarx. gerçekliğin gözlemlenemez olduğunu söylediğinde, bunu sosyolojik bir anlamda değil, epistemolojik bir anlamda söyler." O halde, niyetini açıklamak için neden döğabilimsel örnekler kulandı? Keat ve Urry'ye göre ise (Social Theory as Science, s. 179) "Mam, havanın özünün görüntüsünden farklı olduğunu söylediğinde, sahte bir teorinin doğruluğunu varsaydığı için ilk gözlemin doğnı olmadığını istemiş olmalı." Bu yorumun tek temeli. Marx'ı çağdaş bilim felsefesiyle çağdaş hale getirme arzusudur. Marx'ın görüşleri, yazarlann değerlendirdiğinden daha fazla Victoriandır.
365
Eğer burun, nitrojeni bir. burun deüğiyle oksijeni de diğer burun deliğiyle koklasaydı ve nefes alan gazlar arasındaki farklılığı duyumsasaydı, havanın heterojen olduğunu bilmesi için bilime gereksinimi olmazdı. (Btiim, atmosferik çeşitlilik olgusunu deri sürerek değd, havadaki nitrojen ve oksijen oranlarını ve her biriçin kimyasal yapışım açığa çıkararak da burundan üstün olabilir.) Muazzam etimsi teleskoplar gözlerimize yapışık olsaydı ve salyangozların boynuzlarım kontrol ettiği gibi biz de bunları kontrol edebilseydik, Copemik devrimi hiçbir zaman gerçekleşmeyebilirdi. Fakat bereket versin, özsel doğal görüngüleri her zaman algdamayız: Hayatta kalmamızı kolaylaştırıyor. Nitrojen ve oksijenin burunla ayırt edilmesi yorucu ve saptırcı olabilir, teleskoplar ele yalan şeyleri daha az algdamamıza yol açardı. Doğadaki gerçeklik ile görüntü arasındaki aralık insan organizmasına yararlıdır. Manc'a göre de, sınıflı bir toplumun, özellikle de kapitalizmin varlığını sürdürmesinin onun gerçekte ne olduğu de üyelerine, yönetenlerine ve yönetdenlerine nasd göründüğü arasındaki bir ayrılığa bağh olduğunu göreceğiz. Viço, toplum insanın yaratısı olduğu için, insan için doğadan daha fazla bilinebilir olduğunu söylemiştir. Fakat Manc'a göre ise, bu yaratı gizemle doldurulur: İnsanların içinde hareket ettikleri düzenlemeyi ve sonuç olarak yaptıklarım anlamak için tuhaf teorik inşalar gereklidir. Toplumdaki gerçeklik ile görüntü bölüntüsü, pekala hüzıır bozabilir. Şeylerin göründükleri gibi olduğu bir toplumsal düzen kurma arzusunu takdir etmek zor değd. Sosyalizmden bu arzuyu karşılaması beklendiğini göreceğiz. Fakat önce, sınıflı toplumların neden doğru toplumsal teorinin kendilerine atfettiği biçimden farklı bir kılıkta kendderini sunduklarım sormalıyız. 2. Yanıtın bir kısmı, sınıflı toplumların insanın insan tarafından sömürülmesine dayanmalarıdır. Sömürülenler sömürüldüklerini görselerdi, bağımlı durumda olmalarından rahatsızlık duyar ve toplumsal istikran tehdit ederlerdi. Sömürenler de sömürdüklerini görselerdi, güvenle yönetmek için gereksinim duyduklan sükunet bozulurdu. Toplumsal hayvan olan sömürenler, toplumsal davra366
nışlannın haklılığını duyumsamak zorundadırlar."» Duygunun hakikatle bağdaşması güç olduğunda, ezdiklerinden olduğu kadar kendderinden de hakikat gizlenmelidir. Yanılmasa, bu nedenle, sınıflı toplumların oluştıırucusudur. "Oluşturucu" diyorum; çünkü, sınıflı bir toplum üyelerinin toplumla ilgili sahte inançlar edindiklerinden fazlası iddia ediliyor, Sahtelik, insanların yaşadığı dünyaya nüfuz ederek gücünü sürdürür: Algdadıklan şey gerçekliğin bir çarpıtılması olduğu için algılan sahtedir. Plato'ya göre, maddi dünyayı gözlemleyen insanlar, düşünceleri maddi dünyaya karşılık gelmediği için değü, yandsamalı bir dünya olan şeyi sadakaüe yansıtıklan için yanılsama içindedirler. Mam, Plato'nun başlattığı felsefi geleneğin dışında değüdi ve işçüer emeklerinin tam olarak ödüüendirildiği görüntüsünü (Schein) ciddiye alırlar diye yazdığında, ifade tarzı, onun görüntüyü gerçeküğin bir yüklemi olarak düşündüğünü gösterir. İnsanın zihninde sadece türetimsel olarak gerçeküğin bir yansımasıdır. Bu nedenle, emek değer teorisinin keşfi, meta üişküerinin gözlemlendiği "sisi dağıt"maz. Teoriyi büenler, "yandsama biçimleri [Gestaltungen des Scheins] içinde dolaşma"ya devam etmezler. Marksizmi büen bir işçiye şeyler farklı görünmez. Şeylerin göründüklerinden farklı olduklarını bilir. Seraplan açıklayabilen bir adam, yine de serap görür. Aşağıdaki tablo, iki sömürü rejimi, feodalizm ve kapitalizm altında neyin açık neyin gizü olduğunu sergdemek istiyor. Tabloya dönmeden önce, iki toplum arasındaki kimi genel farkhlıklan saptamamıza olanak veren iki analitik yorumun kısa bir açıklaması: Manc, Hegel ve Sir Henry Maine'i konuşturan ondokuzuncu yüzyd Alman sosyolojisi, insan toplumunun iki ideal tipi, Gemeinschaft ve Gesellschaft, araşma bir ayrım koydu. İngilizce [ve Türkçe (Çv.)] hiçbir ad niyet edilen karşıtlığı anlatmaz; fakat Ge- N meinschaft'ı "cemaat", Gesellschaft' ı "birlik" olarak çevirebiliriz. Her birine özgü insanlar arasındaki farklı ilişkilerle ayırt edilirler. Bir birlikte, sadece her bir kişi bağlantıdan özel bir avantaj bekle"' M ar* bu psikolojik tezi hiç bir zaman açıkça belirtmez; fakat, onun ideoloji teorisinden bir anlam çıkaracaksak, ona atfedilebilir. Bkz. benim, "Workers and the Word, " s. 382-383
diği zaman insanlar birbirleriyle bağlantı kurarlar. İnsanlar arasındaki bağlar kişisellik dışı ve sözleşmelidir. Kusursuz kapitalist piyasa bu düşünceyi cisimleştirir. Feodal manor ise, kişiselleşmiş ilişkileri bulunan karşıt toplumsal tipe, cemaate, daha çok benzer.m Bey ile serf arasındaki bağ, sözleşmeden kaynaklanmaz: Akrabalık benzeri bir şey olarak kavranır. Bey, kendi manoruna bağlı olanların iyiliği için savaşır. Onların babacan konıyucusudur. Serf, evlat ruhuyla beyin geçimini sağlamak için çalışır. Efendi de hizmetçi arasındaki bağlar, öyle görünüyor ki, yararcı, ön hesaplara dayanmayan bağladır. Her biri diğerinin iyiliğine çalışır gibi görünür, diğeriyle salt koruyucu ya da mal tedarikçisi olarak dgdenmez.® Ticaretin hücumu bu bağları çözer ve insani bağlantıyı açıkça parabelirlenimli işlemlere indirger. Kapitalizm koşullarında bir kişi, sadece başka bir kişinin aracıdır; fakat Gemeinschaft'ta ise, arkadaşları onun konumuna saygı gösterir. Kendisini kullanmaya hazırlananları ve kendisinin başkalarım kudanmaya hazırlanmasını sınırlar. Ne bir Gemeinschaft ne de bir Gesellscha.fi sömürünün zorunluluğudur. Kuşkusuz, bir piyasa toplumunda ya da saf birlikte, insanlar birbirinden yararlanırlar, fakat karşılıklı yararlanma, eşitsiz bedeller üretmedikçe sömürü depdir.® Mars'ın "basit meta üretimi" dediği şey, sömürücü olmayan bir Gesellschaft oluşturur. Basit meta üretiminde, insanlar mallarım mübadele etmek için bir pazarda karşılaşırlar; fakat bizzat pazarcılar getirdikleri metaların üreticileridirler. Üretim sürecinde hiç kimse onlara bağındı değildir. Basit meta piyasası, büyüleyici bir toplumsal örgütlenme ideali olamaz; fakat egemen olduğu yerde, sistematik adaletsizliğe gerek olmaz. Yine, biraz önce genel hatları çizilen ideal manor, teknik Marksçı anlamda sömürüyü gerektirse de (bir artı ürün sızdırılır), ciddi haksızlıklar içermez. Dostluk namına komşumun bahçesini çapalarsam, özellikle o da benim bahçemi çapulculara karşı savun-
maya hazırsa, komşum beni sötnürmez. Kapitalizm basit meta üretimi olsaydı ve feodalizm de, kendi gemeinschaftliche ideolojisine denk olsaydı, sömürü baskıyı gerektiriyorsa, ikisi de sömürücü olmaya mahkum olmazlardı. Fakat her iki toplumda, baskıcı bir şekdde sömürücüdür; çünkü, ileri sürülen koşuUar yerine gelmez. Kapitalizm basit meta üretimi değildir. Mülk sahibi pazarcılar mülksüz üreticder üzerinde güç kuUanılır. Feodalizm ise, Mara'a göre, kendini sunduğu gibi içten bir cemaat değildir. Bey ile serf arasındaki ilişki, taraflar farkında olmasalar da, temelinde yararcıdır. Aşağıdaki tablo, iki toplum arasındaki kimi farklılıkları yakalıyor. Feodalizmde Kapitalizmde Artı ürünün sızdırılması açıktır gizlidir İnsan ilişkilerinin yararcı olması gizlidir açıktır Her iki toplumun, aslında tabloda dikkat çekilen iki özelliği de vardır; fakat her birinde sadece biri kolayca gözlemlenir. Birinci özelliği düşünün. Serfin zamanının bir kısmım beyi için çalışarak geçirdiği ilgili herkese malumdur. Emek rant sızdırdırsa, bu kısım, kendi toprağı yerine beyin malikanesinde çalışılarak harcanır; alternatif ya da ek olarak, kendi toprağında ve ortak toprakta harcadığı çabanın bir kısmı, beyin sofrasına sunacağı üretimi arttırmaya, ya da beyin kasasına para aktarmak için satmaya yöneliktir. Emeğinin belirli bir niceliğinin efendisine gittiği gayet açıktır.01 Kapitalizmde ise, işçinin zahmetinin ürününün bir kısmının kapitalist tarafından alıkonulmak tarzı, bulanıklaşır. İş günü ya da iş yıh, işçiye karşılığı ödenen ve ödenmeyen zaman dilimleri olarak açıkça bölünmez. Verili bir anda işçinin ya ücrete eşdeğer ürün ya da kâra eşdeğer ürün ürettiği sahtedir, fakat yine de teori, işçinin toplam emeğini bu iki kısma böler. Fiziksel ürünün kapitalist de işçi arasında bölünmesi de aleni değil.® İşçi ile kapitalist, sadece ürü"The ories of Surplus Value, C. 3, s.484 ® "Ürün, her zaman fiziksel biçiminde olmasa da, değer biçiminde her zaman bölünür." Grundrisse, s.427
Bkz. Grundrisse, s. 165 Grundrisse. (Berlin), s. 873-874, 913 1,1 Bkz. Grundrisse, (Berlin), s. 911-912 01
338
369
nün pazardan getirdiği parayı paylaşırlar ve bu durum, aralarındaki işlemi gizemleştirir. Bu nedenle feodal rantın âçığa vurduğu şeyi, ücretli sistem gizler."» "Eski bir köle sahibinin ya da feodal baronun servetinin kaynaklarım bir çocuk bile söyleyebdir. Bizim üretmeyen sınıflarımız için durum böyle değd. Tüccar prenslerimizin servetlerinin kaynağı gizemlidir. "C) Şimdi ikinci özelliği düşünün. Kapitalizmde üretim ilişkileri açıkça yararadır. Kapitalistler, işçderine duygusal yakınlık göstermezler ve dgisizlik karşılıklıdır"'. Mam, manor ilişkderinin başka şeküde göründüğüne inanıyordu. İnsanlar gelenek ve sadakat bağlarıyla birbirine bağlı görünmelerine karşın, tarihsel materyalizm, onları birbirine yapıştıranın gerçekte ekonomik zorunluluk olduğunu söyler. Ortaçağa özgü üretkenlik düzeyi, manor biçimini türün geçimini sağlamalım uygun bir yolu haline getirdi, insanları, temeli yararcı olan bir modeüe barıştırmak için bir Gemeinschaftlichkeit görüntüsü gerekir. Manor mensupları, manorun ideolojik resmileşmesinin bir düzmece olduğunu bilselerdi, köylüler beylerine hizmet etmez ve bey de, babacan tutumunu sürdürmezdi. Erken Elyazma/ar/'nda Marx, feodalizmin Gemeinschaft gibi görünen bir Gesellschaft olması olgusunun yok oluşunun nedeni olarak ele alacak kadar ileri gider. Yan ailesel Uişkiler üstyapısını ayakta tutan ekonomik gerçeklik, kendini açığa vurmalıdır. Hakikat görünür duruma geldiği için kapitalizm feodalizme üstün geldi.'4' Manc, kapitalizme geçişin bu hegelci açıklamasından daha sonra vazgeçti, fakat açıklamanın dayandığı karşıtlığı korudu. Sonuçlandırırsak: Feodalizmin ve kapitalizmin iki özelüği vardır. Biri feodalizm altında diğeri kapitalizm altında örtülüdür. Bu özelliklere sahip herhangi bir toplumda, toplumsal istikrarın bunlardan birinin gizlenmesini gerektirdiğini ileri sürmek akla uygundur. Seriler, manor komünal liğinin bir düzmece olduğunu bilselerBkz. Grundrisse, s. 283,593, 772; Theories of Surplus Value, C. 1, s. 46. Boudin, The Theorelical Syslem of Kari Marx, s. 59 *" Bkz. German Ideology, s. 448 "Genel olarak hareket hareketsizliği yenmelidir, açık, kendi bilincinde alçaklık, gizli, bilinçdışı alçaklığı yenmelidir; ... ve para özel mülkiyetin diğer biçimlerini yenmelidir." (1844 Felsefe Yazıları, çv. Murat Belge, V Yayınlan, 1986, s. 96-97)
di, gerçekte yaptıklarım yapmazlardı; zira, o zaman ürettiklerinin bir kısmmı bilerek beye tesim ederlerdi. Fabrika işçileri bütün emeklerinin karşılığım almadıklarını bilselerdi, kapitalistler için çalışmaya direnirlerdi; çünkü, çahşmalanmn tek nedeni, özçıkarlandır. Hiçbir geleneksel bağ onlan sisteme başkaldırmaktan alıkoymaz; bu nedenle, Marksist bilimin hakikatlerini takdir eder duruma geldiklerinde başkaldınrlar. Fakat, devrimci olmaları için bu hakikatleri öğrenmeleri gerekir. Ücretü biçim serabına nüfuz etmeüdirler. İtiraz edilebüir: Tarihsel materyalizm Marx'ı ekonomik zorunluluğun manor yapışım yarattığı tezine bağlasa da, bunu kabul ettiğine dair hiçbir kanıt yoktur. Bu nedenle bazı belgeler sunuyorum. Komünist Manifestoca göre, sadece kapitalizm insanlan "kendi gerçek yaşam koşıdlanna ve kendi türüyle ilişküerine ayık kafayla bakma"ya zorlar."' Bu üişküer feodalizmde vardı; fakat "yüzey"de olmadıkları için insanlar bunlan görmüyordu. Kapitalizmde ise, insanlar "artık ortak bağlar görüntüsüyle bde birbirlerine bağlı değddir."0' Mart, var olmasına karşın gizlenen ikinci özeüiğin feodalizmi nitelediğine inanıyordu. Peki, benim iddia ettiğim gibi, birinci özeüiğin feodalizmde bir gözlem sorunu olduğunu da inanıyor muydu? Manifesto'daki bir ifade benim yorumumu çürütüyor gibi görünebilir: "Tek sözcükle, [burjuvazi] dinsel ve siyasal yandsamalarla perdelenmiş sömürünün yerine çıplak, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu."0'Bu ifade benim yorumumla bağdaşmaz ise, eşit derecede yorumumu dayandırdığım metinlerle de bağdaşmazdır. Aslında, hiçbir bağdaşmazlık, hatta gerilim bile, yoktur. Burada söz konusu edilen teknik anlamda sömürü (tablonun birinci özeüiği) değddir: Burjuvazinin artı ürün sızdırılmasını daha açık hale getirdiği deri sürülmüyor. Pasaj açıkça, kapitalizmin efendilerin insanlara yararcı yaklaşımını daha alenüeştirdiğlni anlatmak istiyor ve benim onayladığım da budur/4'
m
338
'" Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s. 114 Kutsal Aile, çv. Kenan Somer, Sol Yayınlan. 2. baskı, 1994, s. 158 Komünist Manifesto ve Komünizmin tikeleri, s. 113 141 Krş. Balibar, Ure Le Capital, ii, s. 212 31
371
Marx, kapitalizmin yamlsamalan ile köleliği de karşdaştırmıştır. Ücrteli işçi, karşılıksız emek harcamıyor gibi göründüğü halde, köle sadece karşdıksız emek harcıyor gibi görünür. Fakat, ikincisi birinci kadar sahte bir görüntüdür; zira kölenin ürününün bir kısmım tüketmesine izin verilir. Hem işçi hem köle, emeklerinin karşılığında yaşam gereçlerini almaları anlamında ücredidirler. Fakat, "[köle] ile efendisi arasında hiçbir pazarlık yapılmadığı ve iki taraf arasında bir alım satım işlemi gerçekleşmediği için, emeğinin tamamı karşılıksız harcanmış gibi görünür."' "Sahiplik-dişkisi, kölenin kendisi için emeğini gizler, ... para-ilişkisi, ücretli emekçinin karşılıksız emeğini gizler." ® 3. Gerçeklik ve görüntü ile ilgili yargının bir çıkarımı da şudur: Bilim, bir toplumsal oluşum kendi temel anatomisini gizleyen mekanizmalarla birarada tutuluyorsa o toplumsal oluşumu inceleyebilir. Toplumsal etküeşimin hakiki içeriği, toplumsal bilimin bir rol üsüenmesi için gizlenmelidir. İşleri yolunda bir kapitalizmde, bir kapitalist bir işçiyi kiraladığında, ikisi de yaptıkları mübadelenin doğasının farkında değildir. İşçi, bir piyasa toplumunda mal üretmek ve satmak için gerekli olan olanaklardan yoksundur. Kapitalist sınıf bunlan kendi tekeline almıştır. Bu nedenle, bu sınıfın bir üyesine kandisini sunmak zorundadır. Fakat pazarlık yapabildiği ve başka bir kapitalistin teklifi lehine bir kapitalistin teklifini reddedebildiği için, kendi emeğine özgürce sahipmiş gibi görünür. Özünde kapitalizme bağh olan o işçi, özgür bir aracı gibi görünür. Pazarlık yapma olanağının yarattığı bu görüntü, esaretinin aldığı biçimdir ve bu biçim altında esaret gizlenir.(3) Başka bir ömek. Marksçı teoriye göre, metalann piyasa değeri, üretilmeleri için toplumsal olarak gerekli emek zamanı niceliğiyle belirlenir. Fakat bu değerler, insan çabasından bağımsız gibi görünürler. Kapitalist, bir metanın yüksek piyasa değeri bulunması nedeniyle onu üretmek için çok sayıda işçi kiralamaya değdiğini dü"'Ücretli emek ve Sermaye. Ücret. Fiyat ve Kâr, s. 109 m Kapital, C. 1 .s. 552-553; 've bkz. Theories ofSurplus Value. C. 3, s. 93 "'Bkz. Grundrisse, s. 673-674.
338 372
şünebitir; oysa gerçeklikte, üretilmesi için çok miktarda emek gerektiğinden ötürü o metanın değeri yüksektir. Fakat yine, sıradan deneyim ekonomik değerlerin insanların harcadığı enerjiyle dişktii olmadığı düşüncesini besler. Zira, günlük arz ve talep dalgalanmasında fiyatlar harcanan emekten bağımsız olarak değişir ve fiyatların ııihayi olarak harcanan emek tarafından belirlenmesi günlük deneyimin ötesinde teoriye ulaşamayanlara görünmez. Manc, sosyalizmde insanlar arasındaki ilişkilerin "saydam" ve "anlaşılır" olduğunu söyler. Eylemleri demokratik olarak formüle edilmiş bir planla bütünleştirilen ekonomik aracdar, ne yaptıklarım anlarlar. Ekonomik faaliyetin mantığı ve önemi o zaman aleni olur. Manc'ın sosyalizm ve bitim kavrayışlarına katılırsak, sosyalizmin toplumsal bitimi gereksizleştirdiği sonucuna varırız. Şeylerin yüzeyi de hakiki niteliği arasındaki aynlığın ortadan kalktığı bir dünyada bilimin hiçbir işlevi yoktur. Kapitalizmin gizemleri, sıradan zihne ulaşılamazhğı, şu ya da bu biçimde, kapitalizmin para birikiminde ifadesini bulan değişim değerini büyütmeyi amaçlaması olgusundan kaynaklanır. Sosyalizm, piyasayı ortadan kaldırarak gizemleri dağıtır. Zira bunu yapmakla piyasa mübadelesinin aracı parayı da ortadan kaldırır ve para olmadan, tikel, yararlı, algdanabUir biçimleri içinde zenginliğe karşıt olarak soyut servet birikimi olamaz. Marx, "eğer toplumu kapitalist değil komünist bir toplum olarak düşünürsek, ne parasermaye... ne de bundan kaynaklanan işlemleri gizleyen örtüler olmayacak" diye yazar."' Örneğin, bir girişimin gerçek performansı de görüntüsü arasında borsanın sistematik olarak teşvik ettiği aynlık asla olmayacak. Eğer Marx sosyalizmin toplumsal bilime bağışık olacağını sarmışsa, devrimden sonra bütün iktisatçdann işine son verileceğini de düşünmüş müdür? Ricardo Soması burjuva iktisatçdan sıradan ekonomik aracıların diliyle konuştuklarında gereksiz fazlalık olarak suçladığmı biliyoruz. Fakat onların zamanında şuadan ekono"' Kapital, c.2, s.334. "Kapitalist toplumda... toplumsal nedenler kendilerini ancak post-festum ortaya koyar" ve bu bu nedenle "büyiik çalkantılar sürekli olur ve olmalıdır" diye de ekler.
mik dil zorunlu olarak yetersizdi; çünkü, şeylerin gerçek durumunu örten yüzey görüngüleri betimliyordu. Sosyalist iktisatçdann, ya da zaman zaman iktisada uğraşan çok yönlü sosyalistlerin özel bir kavramsal aygıt kudanmalanna gereksinimleri olmayacak. Fakat yine de yerine getirecekleri görevleri olacak. Zira, sosyalist üretimin rasyonelliği ve dolayısıyla anlaşdabilirliği dolaysız ulaşılabilir olsa da, sosyalist ekonominin bütün olgular algıya açık değddir. Urallar'daki hiçbir donık, Sovyetler Birliği'ndeki her fabrikayı, tarlayı ve büroyu görecek kadar yüksek değddir. Kapital' in II. Cildinde gelecek toplumun rasyonelliğini vurguladığında Manc'm tasarladığı merkezi sosyalizmde veri toplama ve işleme, sosyalist planlamanın koşuludur. Fakat sosyalist iktisatçdann bulgulan, yardımsız gözlemin bulgularını aşacağı zaman, verileri çarpıtacaklarım düşünmenin hiçbir nedeni yoktur. Manc'ın bilim anlatımı doğru ise, bu nedenle bilimi oluşturmayacaklardır. Marx'a göre sosyalist iktisat bilim değddir; çünkü, kapitalizmi anlaşılır kılmak için gerekli olan özel olarak bdimsel kavramlar kudanmaz. Herşeyden öte, büyük ölçüde teoriye gebe değer kavramını terk eder. Emek zamanı kavramına gereksinmesi vardır, fakat bu da farklıdır. Emek zamanı teorik bir kenddik değddir ve emek zamanı hesaplamalan, Robinson Crusoe'nunki de dahil bütün ekonomderde, teoriden değil sağduyudan türetden ilkelere göre yapılır. Sadece kapitalizmde emek zamanı şaşırtıcı değer biçimini alır. Toplumsal teori ile toplümsal pratiği birleştirmekle sosyalizm, toplumsal bilimi bastırır. Sadece teori yoluyla anlaşdabilir olmuş olan insani bağlantı alanlarını pratikte anlaşılır hale getirir. Toplumsal bilim gerekli olduğu zaman, insanlar kendilerini anlamazlar. İnsanların kendderini anlamadığı bir toplum, kusurlu bir toplumdur. Sosyalizm kusurlu bir toplum değildir; bu nedenle, toplumsal-bilimsel teori ona yabancıdır. Kapitalizm bulanıktır. Sadece bilim onu aydınlatabilir. Fakat sosyalizmin parlak ışığında uzman araştırmacının el feneri görünmez. 4. Felsefe toplumsal bilimle özdeş değildir. Yine de, Feuerbach'ın çalışmasına erken yanıtında Marx, bilim ve sosyalizm ile ilgili olgun görüşlerinin gerekli kıldığı toplumsal bilimin feshine
denk bir felsefe feshi çağnsmda bulunmuştur. Her iki durumda da ilgi, toplumsal gerçeküğin felsefeye ve toplumsal bilime hayat veren "düzyogenik" özniteliklerinin sönümlenmesinin bir sonucudur. Bu altbölümde, Manc'm Feuerbach üzerine onbirinci tezinin bir bakıma yeni bir anlatımım öneriyorum. Gerçeklik ve görüntü üzerine yargı üe teori ve pratiğin birüği üzerine Marksist vurgu arasında yakın bir bağlantıyı gösterir. Teori ve pratiğin bir kavramı, Marksist teori ve pratikte bir çok anlama analık etmiştir. Popüler kullanımında, devrimcder için bir politikayı öne çıkarır. En kaba telafuzunda, devrimcilerin zamanlarının yansım kütüphanede, yansım doklarda ve fabrika kapılannda geçirmesini emreder. Fakat bu yaşam tarzı, kendi başına teori ve pratiğin birliği betimlemesini hak etmez; zira bu durum, sadece ikisinin yan yana bulunmasıdır. Teori ve pratiğin birüği, kütüphane eğitiminin doklarda yapılmasını ve doklardaki deneyimin kütüphane masma uygulanmasını gerektirir. Yine de, doğru devrimci çizgiyle ügüi daha sofistike öneriler vardır. Fakat teoeri ve pratiğin birliği bir politikaya değü, kurulu bir sosyalist toplumun bir özeüiğine de işaret edebilir. Zihinsel emek de kol emeğinin birüği böyle bir özelliktir; fakat benim kafamda, Manc'ın Feuerbach üzerine son tezine bir ek olarak ifade eddebdecek daha yüksek metafizik derecede birşey var. Manc, "filozoflar dünyayı çeşitü biçimlerde yorumlamışlardır, sorun, dünyayı değiştirmektir" diye yazıyordu. Şunun eklenebdeceğini ileri sürüyorum: "Yorumu artık gerekli olmayacak şeküde değiştirmektir. " Engels, Alman işçi smıfı hareketenin Alman felsefesinin meşru mirasçısı olduğunu belirttiğinde, filozofların teoride yapmaya çalıştığı dünyayı anlaşılır kılma projesini proletaryanın pratikte gerçekleştireceğini anlatmak istiyordu. Bir politika olarak teori ve pratiğin birliği, rasyonel bir dünya kurma göreviyle ilişkilidir. Bu anlamda teori ve pratiğin birliği, bu politikanın başardığı devrimcileştirilmiş rasyonel dünyanın kurucu bir bileşenidir. Bu dünya, sosyalist insanın pratiğini açıklayan teorinin o insanın pratiğinde ortaya çıktığı ve teorisyenin kafasında ayrıca ayrıntılandırılmaya gerek duymayan bir dünyadır.
338
375
Marx'xn Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı'sında ve Feuerbach Üzerine Tezler' inde teori ve pratiğin birliği kavrayışının altında belli bir düşünme çizgisi vardır. Şöyle bir şey: Teori, gerçekliğe uygun düşüncelerin üretimini amaçlar. Pratik, düşünceye uygun gerçekliklerin üretimini amaçlar. Bu nedenle teori ile pratiğin ortak noktası, düşünce ile gerçeklik arasında uygunluk kurma özlemidir. Bir kişi kendisini ne torisyen ne de aktivist saymayıp, teori yaparak ya da eylemle ya da her ikisiyle gerçeklik ile düşünce arasında bir uygunluk kurmaya adanmış biri sayabilir. Şöyle diyebilir: "Uygunluğu güvenceye almanın yöntemi ikincil bir sorundur. Sorun, verili koşullarda yanılmasayı ortadan kaldırıp kaldırmadığı sorunudur." Marx, bu bakış açısıyla Feuerbach'm inşam yanılsamadan kurtarma programının yetersiz olduğu yargısına varmıştı. Belli alanlarda, sadece gerçeklik değiştirilmişse düşünce gerçekliğe uygunluğunu sürdürebilirdi. Feuerbach, insanların kendi koşullarıyla ilgili yanılsamalarından vazgeçmelerini istiyordu. Teorik olarak açığa çıkarıldıktan sonra bile yanılsamaları üretmeye devam eden koşullardan vazgeçmelerini istemeliydi. Toplumsal koşullar düşünce ile gerçeklik arasında kaçınılmaz olarak uygunsuzluk ürettiği zaman, yanılsamanın düşmanı yalnızca düşüncede değil gerçeklik üzerinde de etkili olmalıdır. Sadece pratiğin çözebdeceği belli sorunlar vardır. Feuerbach üzerine dördünce tezi düşünün: "Feuerbach dinsel kendine yabancılaşma olgusundan, dünyanın dinsel, imgesel bir dünya ve gerçek bir dünya olarak ikdeşmesi olgusundan hareket eder. Çalışması, dinsal dünyayı laik temeüne oturtmaktan ibarettir. Bu işin tamamlanmasından sonra da, yapılması gereken esas şeyin el atılmayı beklediğini görmezlikten gelir...""' Marx'ı bir aktivistin yanılsamaya analitik yanıt sabırsızlığının ifadesi olarak okumak yüzeyselliktir. Sadece entelektüel zaferlerle yetinme isteksizliğini ilan etmiyor. Feuerbach teoriyle dgilenirken, Mara'ın pratikle ilgilendiği doğru değil. Öncelikli ilgderi aynıdır.
İkisi de yanılsamayı aşmak ister ve Marx, yalnızca teorinin bunu yapamayacağından yakınır, "el atdmayı bekle"yen "esas şey"le ügdi hedef, anlaşılabilirliği sağlamaktır. Ancak ortak amacı akılda tutarsak, Feuerbach eleştirisini mizaç farkldığımn ötesinde bir şeyin motive ettiği bir eleştiri olarak anlayabiliriz. Feuerbach'la, yandsamayı yok edip gerçeklik ile düşünce arasında bir uyum başlatma ortak arzusundan kaynaklanan bir düşünce ayrılığı vardır. İki düşünürü de meşgul eden yanılsamalar, teori yanılsamaları yaratan koşullan sağaltmadığı için, teorik ifşadan sonra da varlığını sürdürür. Yanılsamaların, ilk elde toriniııi hatalan olmayıp teorinin düzeltmeye gücünün yetmediği dünyadaki çarpılmalar olmasının nedeni budur. Marx, gerçeklik ile görüntü arasında bir çatışma üreten toplumsal koşulların kendisiyle çatışmak gerektiğini düşünüyordu. Toplum parçalanmış kaldığı sürece, gerçeklik de görüntü arasındaki gedik de varlığını sürdürür. Feuerbach Üzerine Onbirinci Tez ile Hukuk Felsefesine Önsöz'de Hegel'in filozoflara verdiği pasiflik öğüdü arasında düpedüz bir çatışma var gibi görünüyor. Felsefe tarihe aktif bir şekdde katkıda bulunamaz diyordu. Felsefenin işi, olayların ateşi söndükten sonra tarihi çabanın rasyonalitesini fark etmektir. Bilgeliğin simgesi Minerva'nın baykuşu, gün battıktan sonra, geceleyin uçar."' Onbirinci Tez, yeni bir günün görevlerini belirtir. Fakat Hegel'in Minerva'nın baykuşunun kendini gündüz faaliyetinden alıkoymasının ebediyen zorunlu olduğunu düşünüp düşünmediği açık değd ve Hegel'in Muüak Bdgi kavramına dönersek, Marx ile Hegel arasında son paragrafın gösterdiğinden daha az karşıtlık bulunduğunu görebiliriz. Zira epistemik yanıyla Marksçı sosyalizm Mutlak Bdginin ürünüdür; çünkü bu bilgiye sahip olmak, topyekün tinsel dünyanın doğasmı uslamlama yapmadan, dolaysız bir şeldlde bilmektir. Marn, hem kendi eylemlerinin hem de diğer insanların eylemlerinin anlamını teorisiz değerlendiren insanlar topluluğunu resmederek bu kavrayışı sonuna kadar götürür.
"' Alman İdeolojisi, s.24
"' PhUosophy of Righl, s. 13-14
338 376
5. Marx'ın gerçeklik ve görüntü, bilim ve toplum, teori ve pratik ile ilgili görüşlerini biraraya getirdim. Şimdi Marx'm bilim kavrayışım eleştirecek, fakat toplumsal bdime bağışık bir toplumun istenirliğine olan inancım savunacağım. Manc'ın görüntü ile gerçeklik arasındaki aralık kavramının gözlem de teori arasında arıtılmamış bir ayrıma dayandığım gördük. Naif biçimiyle ayrımı kabul etmeye devam edeceğim. Dillendirilme bağlamı ne olursa olsun bir gözlem bildirimi sayılan teoriden muaf bir gözlem kavramına meydan okumayacağım. Daha önce verilen gerçeklik ile görüntü arasındaki ayrılığın nitelendirilmesinin tutarhlığını da sorgulamayacağım. Tekrarlarsak: Sadece ve sadece bir durumun açıklaması, insan açıklamadan yoksunsa verilmesi doğal betimlemeyi yalanladığı zaman ve betimleme saf gözleme dayanması ve gözlemcinin hiçbir teorik hipoteze bağh olmaması durumunda, görüntü üe gerçeklik arasında bir aralık vardır. Bu ödünler bütün bilimsel keşiflerin gerçeklik üe görüntü arasındaki bir aralığı açığa çıkardığı tezini kurtarmaz. Bilim, bazen, bilimsel öncesi bügiyi çelmeden genişletir, bazen genişletmeden doğrular. Sosyalist iktisatçüann çalışmasının teorik öncesi inancı sıkıntıya sokmadığı iddiası, onun biüm olmamasını gerektirmez. Yargısını açıklamaktan çok desteklemede Marx'ın kuüandığı örneklerden bazdarı, belirtilen noktayı doğrular. "Dünyanın güneşin etrafında dönmesi bir paradoks" olabddiği halde, "suyun oldukça yanıcı şeldlde oluşmuş olduğunu ummayız; fakat bunu keşfetme, suyun ateşi söndürdüğüne dair inancımızda bir değişikliği haklı kılmaz ve bu nedenle, gerçekük üe görüntü arasında hiçbir aralığı gerektirmez. Deneyim, raporlarının teorik bağlılıktan muaf olabildiğinde ısrar eden biri bile,"ateşi söndüren şey yanıcı tözlerden oluşmaz" ifadesinin bir deneyim kaydı değil, element teorisinin bir parçası olduğnu kabul etmelidir. Güneş sisteminin bilimsel resmi, gözleme-masum yanıtlar olan inançları akla uygun olarak değiştirdi. Suyun oluşumunun keşfi değiştirmedi. Manc'ın yargısı terkedilmelidir. Onun gözlem ile teori kaba karşıtlığını kabul edersek, bilimsel açıklamanın her zaman görünüş
tüde sunulmayan bir gerçekliği açığa çıkardığını, fakat sadece zaman zaman görüntünün itibarım düşürdüğünü söyleyebiliriz. İkincisini yaptığında bilime yıkıcı, yapmadığında nötr diyelim. Galiba, sadece ve sadece merkezi toplumsal süreçler teorik açıklamayı gerektirdiği zaman bir toplum bilimine gereksinim var. Bir toplum bilimine gereksinim duymayı asü olarak üzücü bulmamın makul olduğunu savunacağım. Önce yıkıcı, ardından nötr toplumsal bilim için aym iddiada bulunulacak. Yıkıcı toplumsal bilim bakımından tezi savunmak daha kolaydır. Toplumsal gerçeklik üe, görüntüsü arasınaki aralık, kuşkusuz talihsiz bir durumdur. Fakat, bu savunuyu, karıştırabilecek diğer savunulardan ayırt etmeliyiz. Sırf gerçeküği açığa çıkarmak için teorinin gerekli olduğunu ' ifade ettiğinden ötürü aralığa hayıflanabilir. O halde genel olarak andığa değil, gerçekliğin teorik-öncesi elde edilmezliği olgusuna hayıflanılıyor. Nötr biüm gerekli olduğunda da bu doğrudur. Bu nedenle, aralığa bu tepki, özel olarak yıkıcı bilime yönlendirilmez. Diyelim ki, sömürüyü gizlemek için zorunlu olduğundan ötürü aralık vardır. Ya da diyelim ki, sömürüyü gizlemesinin dışında, aralığın açıklanması yanlıştır. Her iki durumda da, sömürüyü gizleyerek onu koruduğu için aralığa hayıflamlabilir. Görülmesi zor olduğunda ona karşı savaşmak daha zordur. Yine bu da, genel olarak aralığa itiraz değü. İnsanları yandgıya sürüklediği gerekçesiyle aralığa itirazlan da bir tarafa bırakabiliriz. Zira, aydınlatıldıktan soma da varlıklarım sürdürebddiklerini gördük. Aralıkla bağlantılı olabilcek tatsız koşullan bir tarafa bıraktıktan soma da aralığa itiraz eddebüir mi? Herşeyden öte, doğadaki aralığı örnekleyen seraplar, çöl gezilerini daha ilginçleştirir. Fakat benzer gerekçelerle toplumsal gerçeklik ile görüntü arasındaki aralığı mazur göstermek kabul edilemez ölçüde ciddiyetsiz görünüyor. Eğilim teorik bilgi tarafından sınırlandığı zaman bile, deneyimin önemli toplumsal sorunlar hakkında yanlışlara inanma eğilimine neden olması olgusuna hayıflanmak kuşkusuz akla uygundur. Fakat, Manc'ın, bilimin zorunlu olarak yıkıcı olduğunu düşün379
mede yanıldığını kabul ettiğini varsayalım. Sosyalizmin, nötr toplumsal bdim de dahil olmak üzere teorik anlamının rolünü azaltmasını arzulamaya devam eder miydi? S an mm ederdi ve makul olan da budur. Teoriye dayanmadan kendini anlamanın bir kişi için istenir olduğuna inanıyorum. Zira, kendime ve eylemlerimi yöneten nedenlere ulaşmak için teoriye gereksinim duyduğum ölçüde, kendimden ve yaptığım şeyden yabancdaştığım açıklanması zor duygusuna kapılırım. Katıldığım toplumsal süreçlerin bir teorisine duyulan gereksinim, bu süreçlerden benzer bir yabancdaşmayı yansıtır. Bu nedenle, toplumsal bilime dayanmanın azalması istenirdir. Elbette, bu onu olanaklı kılmaz. Saydam insan ilişkilerine duyulan özlem, kısmen karşılanabilir; çünkü, bulanıklığı besleyen kaldırdabilir toplumsal kurumlan, en başta da piyasayı, saptayabiliyoruz. Fakat, Hegelci Marksçı gelenekte düşünülen topyekün saydamlığı umut etmek boşunadır. Dübilimde, Uetişim teorisinde ve piyasa ötesi iktisat alanlarındaki son gelişmeler bunun yeterli kanıtıdır. însani görüngülerin nötr teorisini ortadan kaldırmak, bunu arzulamak anlaşılır olsa da, umulamaz. En güçlü gerçekçi umut, yıkıcı teorinin gereksiz, nötr teorinin genel olarak ulaşılır olmasıdır.'" Birçok kişi, teorinin genel olarak ulaşdabilir olması durumunda, "gözlem ifadelerinin, teorik söz dağarcığında yansıtılır duruma geleceğini ileri sürerdi. Bu öneriyi açıklamayacağım. Formülasyonu, tartışmamızı çerçeveleyen gözlem ile teori arasındaki kaba aynmı ihlal eder.
111
Daha kusursuz değerlendirmeler için bkz. Kral ve Urry, Socıal Theory as Science, s. 195
380
EK: II Bazı Tanımlar Aşağıdaki tanımlar, Marx'ın bilinen kavramsal pratiğini düzenleme niyetindedir, fakat Marx'ın tanımlanan terimleri her türlü kullanışına uymazlar. Marx terimleri açık kullanmıştır; fakat* terimlerinin tek tanımım belirleyecek şekilde dikkatli kullanamamıştır. Bu tanımlar, basit, kesin ve onun düşüncelerine genel olarak sadık olmayı amaçlıyor.
Suya yapılan göndermenin gösterdiği gibi, bütün kullanım değerleri insanlar tarafından üretilmez. Dahası, insanların ürettiği şeyin kullanım değeri, kısmen her üretim dönüştürdüğü, taşıdığı ya da çıkardığı bir malzeme üzerinde gerçekleştiği için, bütünüyle o şeyi üreten emek sayesinde değildir. Otomobillerde kullanılan çeliğin elde edildiği demir cevheri, otomobilin kullanım değerine katkıda bulunur, fakat insanlar tarafından üretilmez. Arabanın kullanım değerini etkileyen çeliğin gücü, sonuç olarak sadece kısmen insan çabası sayesindedir. Çeliğin düzenlenmesi de, sadece insan çabasının bir sonucu değil, doğanın oluşumunun da bir sonucudur. Doğa yasaları, uygun bir şekilde çatılan bir çelik yapısının stabilitesini sağlar.
"'Parantez içine alınmış bir belirsiz tanım edan kullanıyoruz; çünkü, gücün atfedildiği her yerde, bir güç atfedilir ve tersi. (Bir) kullanım değeri (bir) güç olduğuna göre, gramer aynıdır. Marx, terimi burada gösterildiği gibi tanımlı ve tanımsız kullanır.
Meta "Meta" terimi, zaman zaman bir statü kazanan kullanım değerlerini anlatır. Bu nedenle, zaman zaman bir statü kazanan kişileri anlatan "başkan" terimiyle karşılaştırılabilir. "Başkan" teriminin kullanılması, belli tipte toplumsal ilişkilerin varlığım gerektirir. "Meta" terimi de bunu gerektirir. ("Kullanım değeri" için aym şey geçerli değildir). "Meta" bir statüyü anlattığı için, bir zamanda ya da bir bakımdan bir meta olan bir kullanım değeri, başka bir zamanda ya da başka bir bakımdan meta olmayabilir. Peki hangi koşullarda bir kullanım değeri meta statüsü kazanır? Başka bir kulanım değeriyle mübedele edildiği zaman, ya da başka bir kullanım değerine, ya da genel olarak diğer kullanım değerlerine karşılık olarak sunulduğu zaman, başka bir ifadeyle, ya bir piyasa işlemine uğradığında, ya da belirttiğimiz gibi "piyasada" olduğunda meta statüsü kazanır. Bir çiftçi kendi ailesinin tüketimi için bir galon süt üretir ve bunu satmaz ya da takas etmezse, süt bir meta olmaz. Birisi sütün yolunu kesip onu pazara götürseydi, onu bir metaya dönüştürürdü. Bir adam bir fırından satın alman bir çöreği yerse, kesin konuşursak bir meta yemiyordur; çünkü çörek son alıcısına ulaştığında meta olmakatn çıkar. Mübadele alanında çıkıp tüketim alanına girer. Artık piyasada değildir.
338
383
Kuttanım Değeri "Kullanım değeri" terimi, bir gücü ve türev olarak bu güce sahip şeyleri anlatır; öyle ki, (bir) kullanım değeri bulunan şey, bir kullanım değeridir."' Bir şeyin kullanım değeri, o şeyin bir insan arzusunu dolaylı ya da dolaysız tatmin etme gücüdür. Üretimde ya da başka bir kullanım değerinin edinilmesinde kullanıldığında bir arzuyu dolaylı olarak tatmin eder. Aksi durumda bir arzuyu dolaysız tatmin eder. Bir otomobilin kullanım değeri, diğer şeyler yatımda, otomobilin tipine bağlı olarak belli bir hız ve rahatlık ölçüsüyle insanları taşıma gücüdür. Rahat bir şekilde ve hızla hareket arzusu, bu güce bir kullanım değeri verir. Suyun kullanım değeri, suyun susuzluğu giderme, ateşi söndürme ve başka şekillerde insan arzularım doyurma gücüdür. Bütün insanların aym şeyleri arzuladığı, ya da arzuladıklarında da onlardan aynı hizmetleri istedikleri doğru değildir. Fakat, bir şeyin tatmin edebildiği en azından bir tek arzu var olduğu sürece, o şeyin bir kullanım değeri vardır.
Çörek, kullanım değerine meta statüsünün bir zamanda nasıl yapıştığım başka bir zamanda yapışmadığını gösterir. Bir bakımdan meta olup başka bir bakımdan meta olmayan kullanım değerinin bir örneği de, hem oturulan hem de satdık olan bir ev örneğidir. Aynı anda hem tüketim alanında hem mübadele alanındadır. Yukardaki kesin meta statüsü ölçütü, Marx'ın bir kullanım değeri "sözcüğün kesin anlamında sadece dolaşım çerçevesi içinde bir metadır" şeklindeki öğretisine uygundur."1 Fakat çoğunlukla sınırlamaları gevşetir üretim ve tüketim alanlarında olduğu zaman bile meta diyerek, tarihinin bir noktasında piyasada bulunan herhangi bir ürünü anlatmak için terimi kullanır;, bazen, satılması kesin olmayan bir ürün olduğu zaman bde piyasa ekonomisindeki herhangi bir ürünü anlatmak için terimi daha geniş anlamda kullanır. "Meta" terimini, sözü edden iki serbestlikten ikincisine değil birincisine uygun olarak kullanacağız. Değişim Değeri Değişim değeri, meta statüsüne sahip kullanım değerlerinin bir özniteliğidir.™ Bir metanın değişim değeri, diğer meta nicelikleri karşısındaki değişim gücüdür. (Daha kaba olarak, bir metanın satın alma gücüdür). Dengeli piyasa koşullarında mübadele edileceği başka türden metalann sayısıyla ölçülür.m Bu nedenle bir ceketin değişim değeri, sekiz gömlek, üç şapka ya da on paund olabdir. Değişim değeri, göreli bir büyüklüktür. Bir metanın değişim değerini belirleyen şey, onun mudak bir büyüklük olan değeridir. Sadece A' nın değeri de fi' nin değeri arasındaki oran x:l olması durumunda, bir A metası kendi değişim değeri olarak x birim B Theories of Surplus Value, C. 3, s. 290. Pazarda olmayan bir kullanım değerinin, potansiyel değişim değerine karşıt olarak, değişim değerine sahip olup olmadığı, "meta" teriminin ne kadar serbest kullanıldığına bağlıdır. 01 Bu ciimle, sadece Kapital'in 1. cildinin kavramsal düzleminde geçerlidir. 2. ve 3. ciltlerde tartışılan fiyatın değişim değerinden sapması dikkate alınarak nitelendirilmesi gerekir. Bu sapmalar, denge koşullarında gerçekleşir. Kısa vadeli arz talep hareketlerinin sonucu değil, ticari kâr, sermayenin organik bileşimindeki açı farkları ve rant gibi koşulların bir sonucudur. Sapmalar, emek değer teorisiyle ilgili büyük sorunlara neden oluyor, fakat bu kitapta emek değer teorisi ele alınmadığı için, cümledeki basitleştirme savunulabilir
341
metasına sahiptir. İki metanın birbiriyle orantdı değişim değerleri, değerde değişiklikler olduğu zaman, değişiklikler yön ve oran olarak özdeşse, aym kalır. Marx'a göre, bir metanın değişim değeri, standart üretkenlik koşullarında o metanın üretimi için gerekli emek zamanının niceliğiyle orantdı ve bir biçimli olarak, ve diğer metaları üretmek için standart olarak gerekli emek zamanı miktarıyla ters orantdı ve bir biçimli olarak değişir. (Tek başına birinci koşul, sadece değerin belirlenme tarzını ifade eder). Bu, değişim değeri tanımının bir sonucu değd, bu kitapta ne savunulan ne de yadsınan başka bir Maksist tezin sonucudur. (Burjuva iktisatçdar, bir metanın kullanım değerinin onun değişim değerinin büyüklüğünü etkilediğini genelde savunurlar. Marx için, kullanım değeri değişim değerinin zorunlu bir koşuludur ve farklı metalann üretilme miktarım etktier; fakat tek başma emek zamanı, bir metanın ne kadar değişim değerine sahip olduğunu belirler.) Tıpkı kullanım değerine sahip bir şeyin kendisinin bir kuüanım değeri olması gibi, değişim değerine sahip bir şey de bir değişim değeridir (ve değere sahip bir şey bir değerdir).
Para Kuüanım değerini, bir insan arzusunu doğrudan ya da dolaylı olarak tatmin etme gücü olarak, değişim değerini (başka) metalar karşısında mübadele gücü olarak tanımladık. Fakat metalar karşısında mübadele gücü dolaylı bir şeküde insan arzusunu tatmin etmeye hizmet eder, çünkü, kuüanım değerlerinin elde edilmesine olanak verir. Demek ki, değişim değeri bir tür kuüanım değeridir. (Yine de, zaman zaman, yanlış anlamanın olası olmadığı bağlamlarda, "değişim değerinden bağımsız kullanım değeri"nin yerine "kullanım değeri"terimini kullanacağız.) Şimdi parayı, (a) sadece değişim değerine sahip olduğu için kullanım değerine sahip ve (b) meta mübadelecilerinin genelde kabul ettiği bir meta olarak tanımlıyoruz. Sadece değişim değerine sahip olduğu için paranın kuüanım değeri bulunduğu halde, sadece onun kullanım değerinin onun 385
değişim değeri olduğu doğru değildir; zira, bütünüyle değişim değerinin bir parçası olmayan kullanım değerine de sahiptir. Zengin bir adam, zenginginliği sayesinde prestij ya da siyasal güç elde edebilir. Yine de harfi harfine bunlan satın alması gerekmez; zira, bunlan elde etmek için herhangi bir para transferinde bulunması gerekmez. O adamın sahip olduğu değişim değeri sayesinde edindiği kullanım değerlerine sahiptirler, fakat elmas bir kol düğmesi satın alma gücünden farklı olarak, nüfuz elde etmek gücü o adamın sahip olduğu değişim değerinin bir parçası değüdir. Paranın kullanım değeri bütünüyle değişmi değerine bağlı olduğu için, para arzuyla eşsiz bir ilişki içindedir. Parasal olmayan bir meta isteyen bir adam, ayırt edici özgül nitelikleriyle belli türden bir nesne olduğu için onu ister. Özel bir otomobü istiyorsa, daha özgül niteliğine aldırmayıp sırf otomobü olduğu için onu isteyebilir. Fakat, özel türden bir otomobil, söz gelimi bir Roüs Royce ya da spor bir araba olduğu için de isteyebilir ve metayı arzu nesnesi olarak niteleyen özgül tarifin ilke olarak sınırı yoktur. Bunun aksine, parayı arzulayan bir kişi, sadece bir para miktarım arzular ve ne türden para edindiğine aldırmaz.'" Adam Scotland'da ise, tamı tamına bir İngiliz poundu arzuldağı kadar İskoç poundu arzular. Tasarımından dolayı İskoç poundunu tercih ederse. Onu tercih etmesi para olarak niteliğinden, değişim değeri kanalı olmasından ötürü değüdir (oysa bir adam, motorlu bir araç olarak çok iyi olduğunu düşündüğü için bir Rolls Royce'u tercih edebilir). (a) Özeüiğini ele alalım. Bütün metalann, tüketimde gerçeklenen (tüketim, bir kullamm değerinin başka bir kullanım değeri üretmek için kullanıldığı üretken tüketimi de kapsıyor) sahip olduklan kullanım değerine ek olarak, değişim değerine sahip olmaları nedeniyle de kullanım değerleri vardır. Fakat para, sadece değişim değerine sahip olduğu için kullanım değerine sahiptir. Genelde paranın tanımlayıcısı olarak tarif edilen işlevler, değişim değerinin dışmda kullamm değerinden yoksun olması olgusu bu işlevleri yerine getirmesini olanaklı kıldığı için paraya atBkz. Grundrisse, (Berlin), s. 872, 936
386
fedilir. Para, mübadele aracı, değer ölçüsü vb. olarak işlev görür. Fakat, onu bu işlevleri yerine getirmeye elverişli hale getiren özniteliklere karşıt olarak, bu hizmetlere gönderme yaparak parayı tanımlamak yanlıştır. (b) özelliğine gelince. Bu koşul, bir metanın para olup olmamasının bir derece meselesi olduğunu ima eder; zira, kabul edilelebilirlik bir derece meselesidir. Kabul edüebüirliğin genel olmasını istemekle, hisse seneteri, bonolar vb. nesneleri dışlarız. Bu ve benzer parasal kağıtların, değişim değerleri dışmda kullanım değerleri yoktur ve sınırlı dolaşım alam dışmda paramın işlevlerini yerine getirmez: Fiüen herkesten fiilen herşeyi satın alamazlar. Bu tanım, para ile para olarak kulandan şey arasında bir ayrımı destekler Para olmayan para, paranın işlevlerini yerine getirdiğinde para gibi kullanılır; fakat paranın tanımlayıcı önnitetiklerinden birinden ya da ikisinden yoksundur. Bir paragraf önce sözü edüen eşyalar ikinci öznitetikten yoksundur. Bazı ilkel mübadele araçlan (örneğin buğday, sığır) birinci öznitetikten yoksundur. Mübadele alanında olduğu kadar tüketim alanında da gerçekleşirler. Son olarak, her hangi bir meta, her iki tanımlayıcı öznitetikten yoksun olsa büe, paranın bazı işlevlerini zaman zaman yerine getirebilir. Tanımın belli bir özgüllüğü vardır. Dünyada çok şey bu tanımı tam olarak karşılar; zira, sadece parasal kullanıma uygun hemen hemen hiçbirşey yoktur. Metal paralar tütün tabakalarım açmaya yarayabilir ve banknotlar kuş tüyü niyetine bir döşeğin içine konulabilir. Fakat metal paraların ve banknotların değişim değeri, sadece benzer tüketim hizmetlerini yerine getiren parasal olmayan nesnelerin değişim değerini normalde aşar. Genel olarak para, parasal olmayan kökdeş bir nesneden daha değerlidir; aksi takdirde, dolaşımdan çekilir. Bozuk para ve banknotlar, kullamm değerlerini bu kadar belirleyici biçimde değişim değerlerine borçlu olduklarına göre, tanımı karşılıyorlar gibi dayanmak, sahip oldukları ekstra kullanım değerini de karşüayacak daha karmaşık bir tanım inşa etmekten daha akülıcadır. Para olmaları olgusuna rağmen bu artık kullanım değerlerine sahiptirler. ( Bir mudinin bankadaki parası, ikincisin387
den yoksundur; çünkü, cari bileşimi yoktur. Burada tanım gerçeklenir; zira, sahip olduğu şey, bütün artık kullanım değerlerinden arınmış değişim değeridir, elbette parasını maddi biçimde çekinceye kadar). Paranın artık yaran- ve yararsızhğı-cari bdeşimin önemsiz olduğu iddiasını değiştirmeyi de zorunlu hale getirir. Yüz peni, pek çok amaç bakınundan, bir dolarlık banknottan daha az güvenilirdir. Fakat böylesi olgular, söylenenlerde sadece çok önemsiz değişiklikleri gerekli kılar. Son olarak, metal paranın jeton olarak kullanımı de dgili birkaç söz. Bu, parasal bir kullanım değddir. Yetkili (bir metroyu idare eden, ya da bir park-metreden sorumlu), metal parayla çalışan bir makina tasarlamakla bir metal paraya parasal olmayan bir kulanım değeri verir. Burada para olarak para, mübadele sürecinde ustaca düzenlenmiş bir "kısa devre" yoluyla parasal olmayan kulanım değeri olarak satın alır. Cari tercihler ortaya çıkar ve biri, daha fazla gereksinim duyulan bir dim bozuk paraya on sent verebdir; fakat bu görüngüler, önemli iddiaların ciddi karşı örnekleri değddir. Sermaye Sermaye bir değişim değeri biçimidir. Kimi piyasa mübadelesi çeşiderini betimleyerek kavrama giriyoruz. Bir mübadeleci ya para (Af) ya da parasal olmayan bir meta (C) teklif edebilir. Ve Af ya da C alabilir. Mübadelenin bir türü takastır ve şematik temsili şöyledir: I
C-C'
I'de bir kişi bir C'yi pazara getirir ve başka türden bir C ile döner. Bir çuval buğdayla mübadele edden bir pantolon olabilir. Kişi pantolonlan istemez, ya da buğdaydan daha az ister; bu nedenle onlan buğday lehine terk eder. Başka bir tür mübadelede para, işleme aracılık eder görünür: II C-M-C 388
Burada adam pantolonu parayla mübadele eder ve, parayla da buğday alır. Üçüncü tür mübadelede para sermaye olarak işlev görür:
m
M - C - M'
Hl'te bir kişi para ödeyerek pantolon edinir ve ödediğinden fazla bir para miktarı karşılığında pantolonu satar. Tür olarak Af'den farklı olduğu için değd nicelik olarak Af' den fazla olduğu için Af' elde etmeye çalışır. Kötü şans ya da ticari bir münasebetsizlik, onu Af' den daha küçük bir Af' kabul etmeye zorlayabilir, fakat Af' de bir azalma Iü'ün amacı değddir. III. mübadele devresinde Af sermayedir; çünkü, sahip olunan değişim değeri miktarını arttırmak amacıyla mübadele edilen değişim değeridir. Kapitalist bir tüccar, mal alıp satarak Hl'teki gibi davranır. Paranın sermaye biçimi almasının diğer bir yolu da, faize yatırma yoludur: IV
Af (t) - M'(t+n)
(Parantez içi ifadeler, paranın aktarıldığı zamanlan gösterir) Kapitalist, tanım gereği, parasal olmayan bir değişim değerine karşıt olarak para kullanmaz. Beş yd soma 15 inek almak koşuluyla 10 inek borç veren biri, inekleri faiz getiren sermaye olarak kullanıyor olabilir. Bir tüccar, parasal olmayan bir metayı parasal olmayan başka bir metayla sürekli mübadele edebilir.Mübadele dizisinde soma gelen metalar daha fazla değişim değerine sahip olduğu için tüccar bu mübadeleleri yapıyorsa, işlemleri takas biçimini almasına ve kendini tekrarlayan I olarak, dolayısıyla C'-CJ-C3 -C olarak sunulabilmesine karşın, bir kapitalist gibi hareket ediyordur. Zira, kapitalist alışverişin işlevsel nedenleri normalde parayı 338 388
gerektirir. Fakat sermaye, tanım gereği, paranın bir türü değil değişim değerinin bir türüdür. Üçüncü türden bir kapitalist kendi M'sini, toptan üretim araçları olarak bilinen emek gücü (LP), hammadde, alet vb. den mey-dana gelen bir C ile mübadele eder ve M' den daha fazlasma pazarlayabileceği bir sonuç elde etme amacıyla üretken bir süreçte birleştirir. Bu operasyon aşağıdaki gibi şemalaştınlabilir: /LP V
M-C/ \
P
C1 -M'
MP
" P bu devirde -Iü'tekinin tersine- mübadele sürecinin, C'nin tüketilip bu tüketimle C'nin üretildiği bir üretim süreciyle kesintiye uğradığını gösterir. Marx, devre V mübadelesinde hareket eden sermayeye sınai sermaye der; oysa, çalıştıran sermaye demek daha iyi olabilirdi; çünkü emek gücü kıralamasıyia farklıdır ve sanayide olduğu kadar tanmda da görünür. Üretimi esas olarak devre V dahilinde olduğu zaman toplum kapitalist sayılır ve emekçiler sınıfından ayn emek gücü kiralayan bir sınıf vardır. Birinci koşul ikincisini gerektirmez ve XI. bölümde, üretimi kapitalist olduğu halde sınıfsal bölünmeden yoksun olduklan için kapitalist olmayan üç toplumsal biçimi betimleme fırsatımız oldu. Marksist çevrelerde genel kabul gören iki sermaye nitelemesi tanım olarak nitelenmezler. Sermaye, emek gücü satm alan ile satan arasında bir ilişki değildir."' Daha doğrusu, bu ilişkiyi teşvik" eder ve bu ilişki tarafından yeniden üretilir. Sermaye "cansız emek"le de özdeşleştirilmez. Cansız emek, belli toplumsal koşullar altında, devre V'e MP olarak girdiği zaman, sermayedir. "Sermaye", terimi, makina, emek gücü ("değişen sermaye"de olduğu gibi), para vb. anlatmak için kullanılabilir; fakat sadece böyle denilen şey, değişim değerini büyütmeyi gözetilerek kul-
lanılan bir değişim değeri ise. Bu nedenle Marx, sınai-kapitalist devrede C olan tüketim mallarım anlatmak için "meta-sermaye" ifadesini kullanır. Değişim değeri ancak biçim değişikliklerine uğrayarak artabildiği için sermaye birçok biçim alır. Bu nedenle Mam, bazen sermayenin bir şey değil, bir süreç olduğunu söyler. Bu iddianın nedeni anlaşılabilir; fakat sermayeyi bir değişim değeri türü olarak, belli bir kullanıma tabi bir değişim değeri olarak ifade etmek daha anlaşılır. Sermaye birikimi nasıl olanaklı olur? Çeşitli tipte kapitalistler başlangıçta sahip olduklarından daha fazla değişim değeriyle nasıl ortaya çıkarlar? Marksist yanıt emek değer teorisinden gelir. Her değişim değeri üretken süreçte yaratılır, mal mübadelesiyle hiçbir değişim değeri yaratılmaz. Bu nedenle, metalan mübadele ederek değişim değeri edinenler, her zaman üreticilerinin zararına bunu yaparlar. Bu tez, verilen sermaye tanımına girmez. Tanımın kabulü, Marksçı iktisadın temel iddialarının reddiyle bağdaşır. Şema V'in, bir sanayicinin nasıl hareket ettiğinin tartışmasız bir temsili olduğuna da dikkat edin. Şema, M' M' den fazla olmasma neden olanın LP'nin devredeki varlığı olduğunu ima etmez. Emek değer teorisinin tezleri bu kitapta geliştirilen savunular tarafından önceden varsayılmıyor ve gerektirilmiyor.
Böyle bir tarama karşı, bkz. Grundrisse. s. 259
338
391
Aktarma Yapılan Eserler Marx Ve Engels'in Eserleri MESW, 1%9'da yayımlanın üç ciltlik Selected Works'den ayn olarak 1958'de Moskova'da iki cdt halinde yayımlanan Marx-Engels Selected Works'ün kısaltılmışıdır. Berlin Gnındrisse'in dışında, bütün göndermeler İngilizce baskılarıdır. [Göndermelerin Türkçeye çevrilmiş eserlerdeki yerleri metin içinde ilgili yerlerde gösterilmiştir, -çn.] MARX, "On the Jewish Question," (1843), T. B. Bottomore (ed.), Kari Marx: Early Writings, Londra, 1963 içinde. "Economic and Phdosophical Manuscripts." (1844), Bottomore (ed.), ibid içinde. ENGELS, The Condition of the Working Class in England in 1844, (1844), Londra, 1892. MARX, "Introdoction to A Contribution to the Critique of Hegel's Philosophy ofRight," (1844), Marx ve Engels, On Religion, Moskova, 1957 içinde. ve Engels, The Holy Family, (1844), Moskova, 1956. The ses on Feuerbach," (1845), Manc ve Engels, German Ideology içinde. ve Engels The German Ideology (1846), Moskova, 1964 "The Communism of the Paper Rheinischer Beobcahter," (1847), Manc ve Engels, On Religion, Moskova, 1957 içinde. The Poverty of Philosophy, (1847), Moskova, tarihsiz. ENGELS, "Principles of Communism," (1847), L. Huberman ve P. Svveezy (eds), The Communist Manifesto, New York, 1968, içinde. MARX ve ENGELS, "Manifesto of the Communist Party." (1848), MESW Cdt 1 içinde. 392
MARX, "Speech at the Trial of the Rhenish District Committee of Democrtas," Manc ve Engels, Neue Rheinische Zeitung'dzn Makaleler, Moskova, 1972 içinde. "Wage Labour and Capital." (1849), MESW Cilt 1 içinde. " The Eighteenth Bnımaire of Louis Bonaparte." (1852), MESW Cdt 1 içinde. Speech at the Anniversary of the People's Paper'(1856), MESW, Cdt 1 içinde. Grundrisse der Kritik der Politischen Ökonomie (1857-8), Berlin, 1953. Grundrisse, (1857-1858), Harmondsvvorth, 1973. A Contribution to the Critique ofPolitical Economy, (1859), Londra, 1971. Theories of Surplus Value, (1862-1863), Cdt 1, Moskova, 1969; Cdt 2, Moskova, 1968; Cdt 3, Moskova, 1972. "Inaugural Address of the Working Men's International Assocition," (1864), MESW Cdt 1 içinde. ""Wage, Price and Profit," (1865), MESW Cdt 1 içinde. Capital, (1876 vb.), Cdt 1, Moskova, 1961; Cdt 2, Moskova, 1957; Cdt 3, Moskova, 1962. "Results of the Immediate Process of Production", (186?), Manc, Capital; Cdt 1, Harmondsworth, 1976 içinde. ENGELS, "The Housing Question,." (1872), MESW Cdt 1 içinde. MARX, "From the Resolutions of the General Congress Held in the Hague," (1872), Manc ve Engels, Selected Works, Moskova, 1969, Cilt 2 içinde. ENGELS, "On Social Relations in Russia," (1875), Markx ve Engels, Selected Works, Moskova, 1969, Cilt 2 içinde. MARX,"Critique of the Gotha Programme," (1875), MESW Cdt 2 içinde. ENGELS, "Kari Marx," (1877), MES W Cilt 2 içinde. Anti-Dühring, (1878), Moskova, 1954. MARX, "Marginal Notes on Adolph Wagner's 'Lehrbuch der poli tischen Ökonomie" Theoretical Practice, Bahar 1972 ENGELS, "The Mark", (1882), The Peasant War in Germany, Moskova, 1956 içinde. 393
The Origin of the Family, Private Property, and the State, (1884), New York, 1942. "Decay of Feudalism and Rise of National States," (188?), The Peasant War in Germany, Moskova, 1956 içinde. "Ludwig Feuerbach and the End of Classical German Phdosophy," (1886), MESW Cdt 2 içinde. "On the Erfurt Programme," (1891), Marxism Today, Şubat 1970 içinde. "Introduction to The Civil War in France," (1891), MESW Cdt 1 içinde. "Introduction to Socialism, Utopian and Scientific," (1892), MESW Cdt 2 içinde. MARX ve ENGELS, Selected Correspondence, Moskova, 1975. Diğer Yazarlar ABRAMSKY, C„ (ed.) Essays in Honour ofE.H. Carr, Londra, 1974. ACTON, H. B„ "The Materialist Conception of History," Proceedings of the Aristotelian Society, 1951-1952, The Illusion of the Epoch, Londra, 1955. What Really Marx Said, Londra, 1967. "On Some Criticisms of Historical Materaialism, İT Proceedings of the Aristotelian Society, Ek Cilt 1970. ALTHUSSER, L., Pour Marx, Paris, 1965. ve diğeri., Lire Le Capital, 2 cdt, Paris, 1965. Lenin and Philosophy, Londra, 1971. ANDERSON, P., Passages from Antiquity to Feudalism, Londra, 1974. Lineages ot the Absolutist State, Londra, 1974. "The Antionmies of Antonio Gramsci," New Left Review, Kasım 1976/Ocak 1977.. ASHTON, T. S., The Industrial Revolution, Londra, 1948. BAKER, C.E., "The Ideology of the Economic Analysis of Law," Philosophy and Public Affairs, Sonbahar 1975. BALIBAR, E., "Sur les concepts fondamentaux du mat^rialisme historique," Althusser ve diğeri. Cdt 2 içinde. 338
BAUMRIN, B. (ed.), Philosophy of Science; The Delaware Seminar, Cilt 1, Ne w York, 1963. BLOCH, M., Feudal Society, Londra, 1965. French Rural History, Londra, 1966 BLUM, J., "The Rise of the Serfdom in Eastem Europe," American Historical Review, 1956-1957. BOBER, M. M., Kari Marx's Interpretation of History, Cambridge, 1950. BOORSE, C., "Wright on Functionş," Philosophical Review, 1976. BORGER, R.ve CIOFFI, F. (eds.), Explanation in the Behavioural Sciences, Londra, 1970. BOUDIN, L., The Theoretical System of Kari Marx, Chicago, 1907. BRAY, J., Labour's Wrongs and Labour's Remedy, Leeds, 1839. BRENNER, R., "Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre-Industrial Europe, " Post and P re sent, Şubat 1976. CALVEZ, J-Y, La Pensee de Kari Marx, Paris, 1956. CANFIELD, J., 'Teleological Explanation in Biology," British Journal for the Philosophy of Science, 1964. CATEPHORES, G. ve MORISHIMA, M., "Is there an 'Historical Transformation Problem'?", The Economic Journal, 1975. COHEN, G. A., "The Workers nad the Word:Why Marx had the Right to Think He was Right, " Praxis (Zagrep), 1968. " On Some Criticisms of Historical Materialism, I," Proceedings of the Aristotelian Society, Ek cilt, 1970. "Manc's Dialectic of Labour," Philosophy and Public Affairs, Bahar 1974. "Being, Consciousness and Roles: On the Foundations of Historical Materialism," Abramsky (ed.) içinde. "Robert Nozick and Wdt Chamberlain: How Patterns Preserve Liberty," Erkenntnis, 1977. COHEN, P., Modern Social Theory, Londra, 1968. 395
DE SAINTE-CRODC, G.E. M., "Kari Marx and the History of Classical Antiquity," Arethusa, 1975. DOBB, M., Capitalism, Development and Planning, New York, 1967. Welfare Economics and the Economics of Socialism, Cambridge, İngiltere, 1969. DUNCAN, G., Marx and Mili, Cambridge, İngiltere, 1973. EAGLETON, T., Marxism and Literary Criticism, Londra, 1976. FINLEY, M. I., The Ancient Economy, Londra, 1973 FLINN, M. W. ve SMOUT, T. C. (eds.), Essays in Social History, Oxford, 1974. FREUD, S., "The Future of an HIusion/TTıe Complete Psychological Works ofSigmund Freud, Cilt XXI, Londra 1961 içinde. FROMM, E. (ed), Socialist Humanism, Garden City, New York, 1966. GALBRAİTH, J.K., The Affluent Society, Londra, 1958. The New Industial State, Harmondsworth, 1969. Economics and the Public Purpose, Londra, 1974. GELLNER, E., Thought and Change, Londa, 1964. GOLDMAN, A., "Tovvards a Theory of Social Power," Philosophical Studies, 1972. GOLDMANN, L., "Socialism and Humanism," Fromm (ed) içinde. GOLDSTICK, D.,"On the Dialectical Unity of the Concept of Matter," Horizons, (Toronto), Kış 1969. GOUGH, I., "Productive and Unproductive Labour in Marx," New Left Review, Kasım/Aralık 1972. HANSON, N.R., Patterns of Discovery, Cambridge, İngiltere, 1965. HARRIS, A. L., "Utopian Elements in Mara's Thought," Ethics, 1949-1950. HARTWELL, R. M., The İndustrial Revolution and Economic Growth, Londra, 1971. Hegel, G.W.F., "Preface to The Phenomenology ofMind." çv. W. Kaufmaıın, Hegel, New York, 1965 içinde. 396
Logic, çv. W. VVallace, Oxford, 1892. The Philosophy ofMind, çv. W. Wallace ve A. V. Miller, Oxford, 1971. The Philosophy ofNature, Cilt 1, çv. M. J. Petry, Londra, 1969. The of Philosophy Right, çv. T. M. Knox, Oxford, 1958. •—The History of Philosophy, Cilt 1, çv. E.S. Haldane, Londra, 1892. The Philosophy ofReligion, Cilt 1, çv. E. B. Speirs ve J. B. Sanderson, Londra, 1895. The Philosopy of History, çv. j. Sibree, New York, 1900. Lectures on the Philosophy ofWorld History, çv. H.B. Nisbet, Cambridge, İngiltere, 1975. HEMPEL, C. G., "Explanation and Pıediction by Covering Laws," Baumrin (ed) içinde. Aspects of Scientific Explanation, Ne w York, 1965. HICKS, J., A Theory of Economics History, Oxford, 1969. HİLL, C., Puritanism and Revolution, Londra, 1968. Reformation to industrial Revolution, Londra, 1968. —»-Change and Continuity in Sevententh-Century England, Londra, 1974. HILTON, R. H.,(With P.H. Savvyer), "Techniçal Determinism: The Stirrup and the Plough, " Past and Present, Nisan 1963. SWEEZY, P„ DOBB, M. ve diğeri., The Transition from Feudalism to Capitalism, Londra 1976. "Introduction," Hilton, Sweezy, ve diğeri, içinde. "Capitalism: What's in a Name?", Hilton, Sweezy ve diğeri. içinde. HINDESS, B. ve HIRST, P.Q., Pre-Cûpitalis Modes of Production, Londra, 1975. HOBSBAWM, E.J., "Introduction," Marx, Pre-Capitalist Modes ofFormations, Londra, 1964 içinde. HOHFELD, W.N., Fundamental Legal Conceptions, New Haven, 1966. HOOK, S., Tovvards the Understanding of Kari Marx, Londra, 1933. 397
HOV/ARD, M.C. ve KINGJ.E., The Political Economy ofMarx, Lonrda, 1975. HUME, D., Enquiry Concerning Human Understanding, Salby Bigge (ed.), Hume's Enquiries, Oxford, 1902 içinde. A Treatise of Human Nature, Oxford, 1964. KANGER, H. ve KANGER, S., "Rights and Parliamentarism," Theoria, 1966. KEAT, R.ve URRY, J., Social Theory as Science, Londra, 1975. KIDRON, M., Western Capitalism Since the War, Londra, 1968. KIERKGAARD, S.JEdifying Discourses: A Selection,çv. D. F. ve L. M. Swenson, New York, 1958. KOSMENSKY, L„Studies in the Agrarian History of England in the Thirteenth Century, Oxford, 1956. LANGE, O., Political Economy, Cdtl,Oxford, 1963. LENİN; V.I., "The There Sources and Component Parts of Marxism," Marx, Engels, Lenin, Historical Materialism, Moskova 1972 içinde. —Left-Wing Communism, an Infantile Disorder, New York, 1940. LICHTHEİM, G., Marxism: An Historical and Critical Study, Londra, 1961. LUXEMBURG, R., The Accumulation of Capital, Londra, 1951. MCELLAN, D., Marx before Marxism, Londra, 1951. Kari Marx, Londra, 1973. MALINOWSKJ, B., Argonauts of the Western Pacific, Londra, 1922. A Scientifıc Theory of Culture and O t her Essays, New York, 1960. MANDEL, E., Marxist Economic Theory, Londra, 1968. MANTOUX, P., The İndustrial Revolution of the Eigheenth Century, Londra, 1964. MERTON, R.L., "Manifest and Latent Functions," Social Theory and Social Structure içinde. Social Theory and Social Structure, New York, 1968. MILIBAND, R. Ve SOVILLE, J. (eds), The Socialist Register. 1965, Londra, 1965. 398
MILL, J. S .frinciples of Political Economy, Toronto, 1965. MILLS, C.W„ The Causes ofWorld War Three, New York, 1958. The Marxists, New York, 1962. MISHAN, E. J., The Costs of Economic Growth, Harmondsworth 1969. "His, Bads and Disamenities: The Wages of Growth," Daedalus, 1973. NOZICK, R. Anarchy, State and Utopia, New York, 1974. PARKER, S., The Sociology ofLeisure, Londra, 1976. PERENNE, H. Economic and Social History ofMedieval Europe, Londra, 1936. PLAMENATZ, J.P., German Marxism and Russian Communism, Londra, 1954. Man and Society, Cdt 2, Londra, 1963. PLEKHANOV, G. V., The Development of the Monist View of History, Moskova, 1956. POSTAN, M. M., The Medieval Economy and Society, Londra 1972. PROTHERO, I., "William Benbow and the Concept of the 'General Strike', " Past and Present, Mayıs 1974. RADCLIFFE-BROWN, A. R„ Struture and Function in Primitive Society, Londra, 1952. A Natural Science of Society, Glencoe, Illinois, 1957. RENNER, K., The İnstitutions ofPrivate Law and thetr Social Functions, Londra, 1949. RICARDO, D., Principles of Political Economy and Taxation, Cambridge, İngütere, 1951. RITTERBUSH, P.„ Overtures to Biology, New Haven, 1964. ROBERTS, M. "On Time," Quarterly journal ofEconomics, 1973. RYLE, G., The Concept ofMind, Londra, 1949. ŞALTER, W. E. G„ Productivity and Technical Change, Cambridge., İngiltere, 1960. SCHEFFLER, I., The Anatomy oflnquiry, New York, 1963. SCHILLER, F., On the Aesthetic Educaiton of Man, çv. E. M. Wilkinson ve L. A. Wüloughy, Oxford 1967. SCHUMACHER, K„ Small is Beautiful, Londra, 1974. 399
SCITOVSKY, T., TheJoyless Economy, Nex York, 1976. SHAW, W., "Productive Forces and Relations of Production," Londra Üniversitesi, doktora tezi, Ekim 1975. SKLAR, M.J.,"On the Proletarian Revolution and the End Political-Economic Society," Radical America, Mayıs/ Haziran 1969. SMITH, A., The V/ealth ofNations, New York 1937. STRETTON, H., Capitalism Socialism and Environment, Cambridge, İngiltere, 1976. SWEEZ, P. M., The Theory ofCapitalist Development, New York 1965. TAYLOR, C., The Explanation ofBehaviour, Londra, 1964. "The Explanaüon Purposive Behavioıır," Borger ve Cioffı (eds) içinde. Hegel, Cambridge, İngiltere , 1975. THERBORN, G., Science, Class, and Society, Londra, 1976. THOMPSON, E. P. "The Peculiarities of the Engüsh," Milliband • ve Savdle (eds) içinde. 'Time, Work-Discipline and Industrial Capitaüsm," Flinn ve Smout (eds) içinde, The Making of English Working Class, Harmondsworth, 1968. TÖNNİES, F., Communtiy and Society, çv. C.P. Loomis, New York, 1963. VENABLE, V., Human Nature.The Marxian Vıew, New York, 1945. WARD, B. ve DUBOS, R„ Only One Earth, Londra, 1972. WEBER, M., The Theory of Economic and Social Organization, New York, 1947. General Economic History, New York, 1961. The City, New York, 1966. WHITE, JR. L., Medieval Technology and Social Change, Oxford, 1962. VVILLIAMS, R., "Base and Superstrucmre in Marxist Cultural Theory," New Lef t Review, Kasım/Aralık 1973. WRIGHT, L„ "Functions," Pilosophical Review, 1973. 400