Bandırma Bandırma
BANDIRMA
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
kapak
www.omuadk.com 1 Yerel Yıllık Süreli Yayın
Yerel Yıllık Süreli Yayın
dirilişi 1935’te şu iki satıra sığdıracaktı: “ Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk genel devriminin bir kısa ifadesi...” Bu sözü söyledikten birkaç yıl sonra ise Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumacaktı... Gözlerini kapamasıyla da devrimlerden de tavizler başlayacaktı… Böylece, Bir ihanetin gölgesinde Karadeniz’de yıllar yılları kovaladı. Fakat ,“Ne gün kırık dökük bir gemi görse Karadeniz, dalgalar Ondokuz Mayıs’ı andı.”* Ve güzel yürekli Anadolu insanı hep kendini anlayacak bir Mustafa Kemal daha bekledi… 90 yıl sonra bu topraklarda bizler varız şimdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençliği… Dilimizde “Deniz üstü köpürür Kayığa binsem götürür Benim bu dünyaya gelişim Memleket sevdasından ” türküsü… Mustafa Kemal’in Bandırma’sı 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Bağımsızlık mücadelesinin kapısını açan bir araç oldu. Bizim Bandırma’mız dördüncü sayısıyla ellerinizde… Aydınlanma mücadelesinin kaldığı yerden devam etmesi için çoktan yola koyuldu bile. Elinizde tuttuğunuz dergi ise sizin için bu yolculuğun naçizane bir biletinden başka bir şey değil.
www.omuadk.com
İşgal altında, fırtınalı bir denizdi Anadolu… Önce o uzun fırtına öncesi sessizlik... Halk endişe ve arayış içindeydi; susuyordu. Elinde bir kara sabanından başka neyi vardı? Uzak memleketlerde başka ülkelerin meseleleri için şehit olmuş evlatlarıyla ne gelirdi ki elinden? Gazi Paşa, 16 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul’dan Bandırma Vapuru ile Karadeniz sahilinden Anadolu’ya açılıyordu. O üç gün boyunca aklından geçenler nelerdi? ... Anadolu mutlaka örgütlenmeli ve mücadeleye başlamalıydı. Sonra hiç beklenmeyen bir anda 19 Mayıs 1919 ‘da şimşekler çaktı. Fırtına geliyordu. Deniz köpürmeye başlamıştı. Bir ulus ayaklanıyordu! Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu halkı bir mücadeleye girişti. Kadınları, çocukları, nineleri, dedeleriyle… Tam 90 yıl önce en büyük gücün “milli irade” olduğu fikriyle, kendi meclisinde kendi kararlarını çıkararak bir bağımsızlık savaşı verdi Türk Ulusu. Dünya üzerinde emperyalizme karşı kazanılan ilk ulusal zaferin destanını yazdı. İşgali sona erdirmek yetmiyordu lakin, Türk Ulusu’nun refah içinde ve hür yaşaması için güçlü, tam bağımsız bir devlet gerekiyordu. Aynı acıların yaşanmaması için, dünya uygarlığının gelişmelerini yüzyıllar gerisinden takip eden Anadolu insanının köklü bir yenilik hareketine ihtiyacı vardı. Yüzyıllardır ümmet bilinciyle ilkel bir tarım toplumu olarak yaşayan Anadolu nasıl çağdaşlaşacaktı? Yaşanan tüm buhranlar insan aklının kara perdelerle kapatılmasından doğmamış mıydı? Akılcılık gerekiyordu. İnsanoğlunun kendini ve evreni anlamasında elinde tuttuğu fener, bilimden başka neydi? Bilimsel düşünceye ihtiyaç vardı… Tüm bunların toplamından ve bu toprakların gereksinimlerinden bir ideoloji doğdu.“Kemalizm” Ardından tüm dünya bir ulusun yeniden dirilişine şahitlik etti. Mustafa Kemal yaşanan buhranı ve
Bandırma Bandırma
Yayın Kurulu
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
(*) Behçet Necatigil “Samsun Güzellemesi” 3
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
“Sorumluyum ben çağımdan Düz ovamdan dik dağımdan Sömürgeni toprağımdan Sürene dek yazacağım” Aşık İhsani
18
Yıl: 4 Sayı: 4 Yerel Yıllık Süreli Yayın
Ortadoğu'dan Sesler Geliyor
Ücretsizdir
İmtiyaz Sahibi: Abdullah Anıl ÖZPAK Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Hülya ÜNSAL Eşgüdüm Sorumlusu: Temel KAYAN Dergi Yayın Kurulu: Atakan TELATAR Berkay ÜNLÜ Egemen Volkan BÜLBÜL Hülya ÜNSAL İrfan SARICA Nazlı GÜLENÇ Onur UZUN Raife YILMAZ Sezgin AKINCI Zuhal KÜÇÜKMUSTAFA Tasarım: Zeki Ünal
www.omuadk.com
Baskı Cilt: Cem Ofset-Tel: 0 362 431 82 22 Ulugazi Mah. Belde Sok. No. 9 Samsun
4
İletişim: Mimar Sinan Mah. 148. Sok No. 12/2 Atakum Samsun 5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 7. Maddesi uyarınca Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan izni alınmıştır. (2006/413) – 30 Mayıs 2006 Bandırma’dan Her Türlü Alıntı Yapmak Serbesttir. Tüm Hakları Mustafa Kemal Ve Herşeyini Emanet Ettiği Türk Gençliği’ne Aittir. Dergide Yayımlanan Tüm Yazıların Sorumluluğu Yazarlarına Aittir. Yapılan Alıntılarda Kaynak Gösterilmiştir.
İçindekiler
İlk Meclis Anketi
31 Sf.3- Sf.6- Sf.10- Sf.13- Sf.15- Sf.18- Sf.23- Sf.26-
Bandırma Yayın Kurulu’ndan Mustafa Kemal Atatürk Başyazı Berkay Ünlü Yönetsel Fikirlerin Oluşumu, Kemalizm ve Devrimcilik Hülya Ünsal Yerel Yönetim Anlayışı Nazlı Gülenç Etnik Kavramlar ve Ulus Devlet Anıl Özpak Ortadoğu’dan Sesler Geliyor Merve Karlıdağ GAP:Can Suyumuz Nuri Kurtcebe Sonsuza Dek Koruyacağız/Karikatür
Yıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yönetim Anlayışı
57
54
Özelleştirme Sürecinde Eğitim
Prof. Dr. Süleyman Çelik'le
Sf.27- Sf.31- Sf.35- Sf.37- Sf.41- Sf.42- Sf.44- Sf.45- Sf.48-
Sf.54-
Prof.Dr.Süleyman Çelik ile Söyleşi
Sf.57-
Ceren Abaza
Özelleştirme Sürecinde Eğitim
Sf.61-
Biyografi
Sf.62-
Meryem Karaşal
Sessiz Bir Çığlık
Sf.66-
Merve Demirtaş
Enerji Politikasızlıkları
Sf.68-
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri
Sf.70-
Aydınlığa Okunan Şiirler
Sf.71-
Atatürk’ün Türettiği Kelimeler
Sf.74-
Kütüphanemizden
Sf.76-
Kurtuluş Savaşı Kronolojisi
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Söyleşi
www.omuadk.com
Onur Uzun Demokrasi Üzerine, Süreç, Kavram ve Sorunlar İlk Meclis Anketi Zuhal Küçükmustafa Örtünen Yasalar Raife Yılmaz Şanghay İşbirliği Örgütü Mustafa Kemal Paşa Samsun’da Etkinlik Resimleri Samsun Onur Anıtı Atakan Telatar Süveyş Krizi Egemen Volkan Bülbül Türkiye’de Derin Devlet Değişimi: (F)Ergenekon
Bandırma Bandırma
13
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
5
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
6
Başyazı Mustafa Kemal Atatürk
Devlet Bir devletin dayandığı esaslar “Tam Bağımsızlık” ve “Kayıtsız şartsız milli egemenlikten” ibarettir. (1925) Gazi Mustafa Kemal
Demokrasi, bir toplumsal yardım veya bir ekonomik örgüt sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir görüş vatandaşların, siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı hedef alır. Bizim bildiğimiz demokrasi, özellikle siyasidir; onun hedefi, milleti irade edenler üzerindeki kontrolü sayesinde, siyasi hürriyeti sağlamaktadır. Yıl: 4 Sayı: 4
illetin, ne olduğunu açıklarken, demiştim ki; Türk milleti, halk idaresi olan Cumhuriyetle idare edilen bir devlettir. Şimdi, devlet ne demektir, bunu açıklayalım ve ifade edelim. Devlet dediğimiz zaman, her şeyden önce bir insan topluluğu, bir millet varlığı anlaşılır. Bundan sonra, bu insan topluluğunun coğrafi sınırlarla çevrilen bir bölgede yerleşmiş olduğu görülür. Yine millet konusunda demiştim ki; Türk milleti, Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Bunun adına Türkeli derler. Milliyet meselesinin bireysel ve ortak hürriyet meselesi olduğunu biliyoruz. Yani; bir milleti oluşturan bireylerin o millet içinde, her tür hürriyeti; yaşamak hürriyeti, çalışmak hürriyeti, düşünce ve vicdan hürriyetin güven altında bulunması gerekir. Keza bir milletin tamamının her çeşit hürriyeti, yani kendi topraklarında, yabancının hiçbir karışması ve sınırlaması olmaksızın hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması gereklidir. İşte devlet, gerek bireylerin hürriyetlerini sağlamak için millet üzerinde bir güce ve gerek millet ve memleketin bağımsızlığını koruyabilmek için kendine özgü bir güç ve kuvvete sahip olmalıdır.
Bu siyasi güç ve kudrete “irade veya egemenlik” denir. Egemenlik Mademki, devlet bir iradeye, bir egemenliğe sahiptir, onu ifade ve yerine getirmesi için bir takım araçlara ihtiyaç duyar. Bu araçların sahibi olan devlet örgütünde millet meclisi ve hükümet örgütü esastır. Çağımızda temeli bu olan örgütün dayandığı gelenek haline gelmiş, birtakım temel ilkeler vardır.
Keza bir milletin tamamının her çeşit hürriyeti, yani kendi topraklarında, yabancının hiçbir karışması ve sınırlaması olmaksızın hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması gereklidir. İşte devlet, gerek bireylerin hürriyetlerini sağlamak için millet üzerinde bir güce ve gerek millet ve memleketin bağımsızlığını koruyabilmek için kendine özgü bir güç ve kuvvete sahip olmalıdır.
Devletin elinde bulundurduğu kuvveti ifade ederken, bu kuvveti kendine özgü diye nitelendiriyoruz. Gerçekte devleti oluşturan milletin gönlünde, sinesinde güç icra eden kuvvet, bireysel olarak hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasi güçtür ki; devlet kavramında kendiliğinden vardır ve devlet, onu halk üzerinde uygulamak ve milleti dışarıdan
a. Demokrasi ilkesi, Halkçılık: Bu ilkeye göre, irade ve egemenlik, milletin tamamına aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi ilkesi, ulusal egemenlik şekline yenilik kazandırmıştır. b. Temsili Hükümet İlkesi: Bu ilke, milli egemenliğin uygulanması ve gerçekleşmesini düzenler. c. Devletin temel örgütünü temsil eden yasanın, diğer yasalara üstünlüğü ilkesi: Bu ilke, Çağdaş örgüt temelinde, yasal hale gelmenin ve adli istikrarın meydana gelme sebebidir. Bu saydığımız ilkeler (a,b,c) demokrasi ilkesinin binası gibi görülür. Gerçekte demokrasi ilkesi, pratik değerini ancak bu saydığımız ilkeler sayesinde kazanır. Devletin Egemenliği ve Devlette Egemenlik
Devlette egemenliğin varlığı iki temel mesele meydana getirir. 1. Egemenlik neden oluşmaktadır? Egemenlikte ne vardır? Sınırları nedir? Egemenliğe dayalı hangi işler hukuken yapılabilir? Bu, devletin egemenliği meselesidir. Bu meselede devlet içerideki dyanağından, milletten ayrı olarak soyut tasavvur edilmekte ve böylece siyasi kuvvetinin tabiat ve sınırları tayin ve tespit edilmek istenmektedir.
www.omuadk.com
O halde devlet: “Belirli bölgede yerleşmiş ve kendine özgü bir kuvvete sahip olan bireylerin bir araya toplanmış topluluğundan oluşan bir varlıktır.”
Yerel Yıllık Süreli Yayın
diğer milletlere karşı savunmak yetkisine sahiptir.
Bandırma Bandırma
M
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
7
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Devletin siyasi kuvveti, sinesinde var olan bireylerin ve toplulukların, varlığı dolayısıyla sınırlanmıştır, ne derece sınırlandırılmıştır? Bunu, kamu hukuku belirler. Devletin diğer devletlerin ve kendi örgütüne dâhil olmayan diğer şahısların, varlığı dolayısıyla egemenliğin derecesini de devletler hukuku gösterir. Bu nedenle, devletin egemenliği meselesi, tam anlamıyla bir hukuk meselesi değildir. 2. Egemenlik meselesinin ortaya koyduğu ikinci temel mesele, devlette, devlet içinde egemenlik meselesidir. Bu doğrudan doğruya temel hukukla ilgilidir. Kamu hukukunun ve devletler hukukunun sınırlarını belirleyen egemenlik, kime aittir? Şunu söylemek gereklidir ki; devlet, bir hukuksal kavramdır. Gerçekte idare edenler egemenliği kullanırlar. O halde, devlette idare edenler kimler olmalıdır? Siyasi kuvvetin yasal olabilmesi için, devletin, soyut egemenliği, gerçekte kime verilmelidir? İşte bu sorulara cevap veren, demokrasi ilkesidir. Devlet Şekilleri
www.omuadk.com
Tarihin ve hukukun incelenmesi, bize egemenliğin başlıca üç çeşit şekilde kullanıldığını göstermektedir.
8
istediği gibi harcar, özetle ülkenin malikânesidir. Eğer hükümdar, kanunları hazırlayan, milletvekillerinden oluşan bir Meclis kabul etmişse, o zaman meşrutiyet hükümeti olur. Bu şekil hükümette de sonunda, yine her şey, hükümdarın son sözüne bağlıdır. Meşrutiyet hükümetinde hükümdarlar bir vatandaşa bir hükümet kurdurur; ülkeyi onunla yönetir. İngiltere, Belçika, İtalya meşrutiyet hükümetleridir. 2. Oligarşi: Bu şekil hükümette egemenlik birkaç kişinin, birkaç ailenin veya bir sınıf halkın elindedir. Aristokrasi, oligarşinin başka bir şeklidir; bunda da egemenlik, soyluların elindedir.
Bir milletin, pratikte demokrasi ilkesini ilan etmesi o millet çoğunluğunun toplumsal kuvvetinin bir sonucudur. Millet, yeteri derece kuvvetli olunca, kuvvet ve kudreti eline alır. Bu olay bazen ihtilal ile ve bazen de hükümdarla barışçıl bir anlaşma ile ortaya çıkar. Artık bugün, demokrasi düşüncesi sürekli yükselen bir denizi andırmaktadır.
1. Hükümdarlık (monarşi) – Egemenlik; “ kral, imparator, şah, padişah, prens, emir” gibi çeşitli unvanlar alabilen hükümdara, yalnız bir şahsa aittir. Egemenliği uygulayan devletin bütün memurları, yalnız bir adam adına hareket ederler. Devletin son iradesini, yalnız hükümdar gösterir. Hükümdar, yalnız başına, devleti yönetir ve yönlendirir ve her şeyi o emrederse öyle bir devletin hükümetine, mutlakıyet hükümeti denir. Böyle bir devlette hükümdar “devlet benim” der; savaş ilan eder, barış yapar, yasalar yapar, ülkenin gelirlerini
3. Demokrasi( Halkçılık): Demokrasi temeline dayalı hükümetlerde, egemenlik, halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi ilkesi egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerekli bulur. Bu bakımdan demokrasi ilkesi, siyasi kuvvetin, egemenliğin, kaynağına ve yasallığına değinmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli cumhuriyettir. Demokrasi İlkesinin Kapsamı Demokrasi temeli, bugün çağdaş anayasanın genel ayracı gibi görünmektedir.
Hükümdarlık ve oligarşi, artık zamanı geçmiş geçici şekillerden başka bir nitelikte anlaşılamazlar. Gerçi, henüz başlarından hükümdarlar bulunan devletler vardır. Ancak bunların hemen hepsi, demokrasi ilkesini kabul etmektedirler. Artık egemenliğin sahibi olduğunu iddia cesaretinde bulunabilecek hükümdar çok azdır. Bir milletin, pratikte demokrasi ilkesini ilan etmesi o millet çoğunluğunun toplumsal kuvvetinin bir sonucudur. Millet, yeteri derece kuvvetli olunca, kuvvet ve kudreti eline alır. Bu olay bazen ihtilal ile ve bazen de hükümdarla barışçıl bir anlaşma ile ortaya çıkar. Artık bugün, demokrasi düşüncesi sürekli yükseYıl: 4 Sayı: 4
len bir denizi andırmaktadır. Yirminci yüzyıl, birçok baskıcı hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür. Çarlık Rusyası, Osmanlığı Padişahlığı ve Hilafeti, Almanya ve AvusturyaMacaristan İmparatorlukları bunların başlıcalarındandır. Bundan başka, demokrasi ile yönetilen Portekiz gibi ılımlı hükümdarlıkların, demokrasinin daha belirgin bir şekilde uygulanmasını kapsayan Cumhuriyet ile birlikte silindiği görüldü. En sonunda, bugün, İngiltere, Belçika gibi büyük eski demokrasilerin, daha açık ve daha iyi düzenlenmiş bir demokrasinin gerçekleştirilmesi yolunda, çalıştıkları görülmektedir. Demokrasi düşüncesi, çağdaş anayasanın bir öğesi olduğu halde, düşünce çok eskidir. Demokrasi düşüncesinin içeriği ve anlamı hakkında layıkıyla aydınlanmak için onun tarihini kısaca hatırlatmak faydalı olur. Demokrasi İlkesinin Tarihi Gelişimi Bundan en aşağı 7000 yıl önce Mezopotamya’da insanlığın uygarlıklarından birini kuran Sümer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi ilkesi uygulanmıştır. Gerçekte, bu Türk ırkları, birleşik bir cumhuriyet kurmuşlardır. Bundan sonra, Atina ve Isparta gibi yunan şehirleri, bir tür demokrasi ile idare olunurlardı. Roma da demokrasi hayatı yaşamıştır. Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi düşüncesine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih dönemlerinde Türklerin kurduğu devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu yoldan ayrılarak baskıcı(zorba) olmuşlardır.
On altıncı yüzyılda demokrasi ilkesi hükümdarYerel Yıllık Süreli Yayın
Bu mücadelelerde en sonunda ortaya atılan düşünceler şunlardan oluşuyordu: “Kuvvet millete aittir. Onu yasa çerçevesinde bir hükümdara vermiştir. Bazı durumlarda geri alabilir.” On sekizinci yüzyılda da demokrasi ilkesi karşı konulamaz bir kuvvet ve akım kazandı. Demokrasi ilkesi milli egemenlik ilkesi şekline girdi ve anayasaya geçti. Artık milletle hükümdar arasında sözleşme düşüncesi kayboldu. Ortaya egemenliğin bölünmez ve hiç kimseye verilemez düşüncesi ortaya çıktı. Bu düşünceyi şöyle açıkladılar: Egemenlik bireylerin iradesinin üzerinde bireylerin oluşturdukları milletin ortak kişiliğine dayalı, genel, toplumsal iradedir. Bu nedenle egemenlik birdir, parçalara ayrılmaz ve egemenliğin ifade ettiği toplumsal irade, onun sahibi olduğu ortak kişilik, millet tarafından, hiçbir zaman, başkasına devredilemez ve bırakılamaz. Demokrasi İlkesinin Belirgin Özellikleri Demokrasi İlkesi: Egemenliği kullana araç ne olursa olsun, esas olarak, milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kılmasını gerektirir. Bu noktayı, birkaç kelimeyle açıklayalım: a. Demokrasi temeli bakımından esas itibariyle siyasi niteliktedir. Demokrasi, bir toplumsal yardım veya bir ekonomik örgüt sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir görüş vatandaşların, siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı hedef alır. Bizim bildiğimiz demokrasi, özellikle siyasidir; onun hedefi, milleti irade edenler üzerindeki kontrolü sayesinde, siyasi hürriyeti sağlamaktadır. b. Demokrasinin birinci özelliği ile ortak ikinci bir özelliği vardır. O da şudur; demokrasi, fikirdir; bir kafa meselesidir. Herhalde bir mide meselesi değildir. Hükümet ilkesi de bir adalet sevgisini ve ahlak düşüncensin gerektirir. Demokrasi, memleket aşkıdır, aynı zamanda babalık ve analıktır. c. Demokrasi, esasında bireyseldir; bu özellik, vatandaşın egemenliğe, insan sıfatıyla, katılmasıdır. d. En son olarak, demokrasi, eşitlik severdir; bu özellik, demokrasinin bireysel olması özelliğinin zorunlu bir sonucudur. Şüphesiz bütün bireyler aynı siyasi hakla, sahip bulunmaktadırlar. “ Demokrasinin bu bireysel ve eşitlik sever özelliklerinden, genel ve eşit oy ilkesi çıkar. “
www.omuadk.com
Kralların ve padişahların baskısına, dinler dayanak olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış özendirmelerle, ilahi hukuka dayandırmışlardır. Egemenlik, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu düşüncesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdarlar, ancak Allah’a karşı sorumludurlar. Kudret ve egemenliğin sınır yalnız din kitaplarında aranabilir, ilahi hukuka dayalı bir mutlakıyet kuralı önünde demokrasi ilkesinin, ilk aldığı durum iddiasızdır. O,öncelikle hükümdar devirmeye değil, onun yalnız kuvvetlerini sınırlamaya, mutlakıyeti kaldırmaya çalıştı. Bu çalışma 400-500 yıl öncesinden başlar. Öncelikle kuvvetin milletten geldiği ve kuvvet sahibi olmayan bir ele düşerse, onun o ele geçirilebileceği, bu kuvvetin milletin vekillerinden oluşan meclis tarafından kullanılması gerekeceği ifade edildi.
ların gücünü kırmak için siyasi mücadele aracı olarak kullanıldı.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
9
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
10
Berkay ÜNLÜ OMÜ Tıp Fakültesi Öğrencisi
Yönetsel Fikirlerin Oluşumu Kemalizm ve Devrimcilik D
Suyun toprağı sürükleyebilme özelliği olduğu için, suyun toprağa egemen olduğunu iddia edenlere karşın; toprağın suyu emme kuvvetinin olduğu gerekçesi ile böyle bir egemenliğin söz konusu olamayacağının “İnsan nedir, insan nasıl oluşmuştur” soruları düşünülebiliyor olması, gerçeklik için kesin sınırların düşünsel gelişimin ilk ve en temel sorularıdır. Çünkü çizilmesinin yanılgı olacağını ortaya koyuyor. Ayrıca bu düşünce gelişiminin var olana, var oluşa ve olupönerme ve önermeye karşı sunulan yanıtta güçlü olanın bitenlere bakış açısı insanı nasıl algıladığı ve tanımladığı tayini durumunda, güç olarak değerlendirebilecek bir ile ilgilidir. diğer idenin varlığının yadsınması sorunu da gün yüzüİnsani var olune çıkıyor. Şartlara şun problemleri ve göre genel-geçer bunlara yanıt arama doğruların farklılık girişimleri sonucungösterebileceği da, bilinmezlikler gözden kaçırılmaiçinde de olsa ması gereken bir Günümüzde çeşitli fikir akımları, idedüşünsel yönelmehusus olarak dikkat olojiler ve dinsel görüşler toplumsal lerin mitolojilerden çekiyor. hayatı düzenlemekten öte, insanlar arave dinlerden geldiği İnsan, ortaya çıkıyor. sında ikilemler oluşturan birçok büyük düşünsel gelişiÇünkü insan doğası kıyım ve bunalımlara neden oluyor. min ilerlemesi ve gereği, bilinmebilginin birikmesi İnsanlık kendi öz değerlerinden sıyrılıp yenlerden arınma ile kendi iç dünyası, korkunç bir vahşete sürükleniyor. işlemi olarak önkendisinin de dâhil celikle kolay olanı olduğu dış dünya ve seçiyor. Bu seçim kendisinden bağımde doğaüstü olay sız olan dış dünya ve olguların bütün ile ilgili olarak türlü bu sorulara yanıt söylenceler ortaya olabileceği ihtimalikoyuyor. Bu söylenceler zamanla kuramsallaşarak ni oluşturuyor. Biriken bilgi sayesinde ve deneyimlerin insanı ehlileştirmeyi, toplumu düzenlemeyi hedefleyen eşliğinde, sorgulanan mistik değerler üzerindeki sis gerek yönetsel gerek düşünsel farklı farklı fikir akımlarıperdesi aralanıyor. Tüm kabullenmeler kurcalanıyor. nın cereyan etmesini sağlıyor. Görülüyor ki; bilinmeyenlerle ilgili varsayımlara daha Ortaya çıkan tüm görüş, anlayış ve inanışlardan somut, daha gerçekçi önermeler hatta yanıtlar oluşdinle ilgili olanlar tüm insanlığa doğrudan hitap ettiği turulabiliyor. Popper’in de dediği gibi insanlık bilgi ile için, dünyada kolaylıkla yaygınlık gösterebilirken, egebağımlılıktan kurtuluyor. men politik idealler belli zümrelerin ve sınıfların egeİnsan; çok boyutlu, çok yönlü ve karmaşık bir varmenliklerini öngördüklerinden karşıtlarını kendiliğinlık olduğu için, bir bütün olarak incelenmelidir. Gerçekden oluşturuyor. Georges Jacques Danton’ın belirttiği liğe hep kendi açısından bakan insanın bu araştırmalar gibi, yükselen üçüncü sınıf (kent soylular) beraberinde sonucunda elde ettiği deneyimlerle oluşturduğu sosyal, dördüncü sınıfın (işçiler) ortaya çıkışını sağlıyor. Belli siyasal ve ekonomik söylemler birbirine tamamen zıt ya dönemlerde ise dini yönelimler, toplumsal yaşamda da birbirini destekler nitelikte olabilir. “yönetsel otorite” kuruyor. üşünen insan, varlığını ve var oluşu bilinmeyeni öğrenmek isteği ile korka korka da olsa sorgulamaya başlamıştır.
Yıl: 4 Sayı: 4
İnsanlığın çok büyük bölümünün içinde bulunduğu felaketlerin kaynağı, elinde güç bulunduranların diğerlerine karşı olan zorbalıklarıdır. Günümüzde çeşitli fikir akımları, ideolojiler ve dinsel görüşler toplumsal hayatı düzenlemekten öte, insanlar arasında ikilemler oluşturan birçok büyük kıyım ve bunalımlara neden oluyor. İnsanlık kendi öz değerlerinden sıyrılıp korkunç bir vahşete sürükleniyor. Bu temeli ise dünyaya egemen olanların düşünüp uyguladıkları ve bir döngüsellik içinde seyreden olaylar dizgesi oluşturuyor. Egemen güçlerin kontrolünde tüm dünyayı baskısı altında tutan kapitalizm, varsıl kesimin istekleri pahasına tüm dünyayı sömürü ve kıyım merkezine çeviriyor. Bir diğer taraftan da karşıtlarını etkisizleştirmek için kültürel yozlaşma yöntemiyle insanı, aklını kullanmaktan uzaklaştırıp tek tipleştiriyor. Topluma teknolojiyi vadeden kapitalizm, gelişen teknolojiyle birlikte insanın kendine ayırabileceği bolca zamanının olacağını ve bunun mutluluk getireceğini iddia etse de sonuç öyle görünmüyor. Yalnızlaşan ve tek tipleşen insan, bu yenilgiyi hazmedemiyor.
devrimi, ne Fransa’da olduğu gibi ayrıcalıklı azınlıklara karşı hak mücadelesinden doğuyor, ne de Almanya’da olduğu gibi oligarşik bir sistem kuruyor. Egemenliği sınıflara, zümrelere, ilahlara veya şahıslara vermeyen bu devrim, gücünü ulusun varlığından alıyor. Ahmet Taner Kışlalı’nın da vurguladığı gibi Kemalist devrim, toplumsal sınıfları kaldırmayı amaçlayan Marksist anlayışı yansıtmıyor. Kurtuluş Savaşı Türkiye’sinde Marksist anlamda bir “egemen sınıf” ve işçi sınıfı bulunmadığı varsayımından hareket ediyor. Varolmayan bir sınıf çatışması ve ayrıcalıklı toplum kesimleri yaratılmasını uygun bulmuyor. Kemalizm, kalkınma hamlesini ise yine ulusun varlığı ve gerçekliği içinde yapıyor. Bu savaşımın başarıya ulaşması, tepkisel devrimciliğe “duygusal devrimcilik” güdüsünün eklenmesiyle mümkün oluyor.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Dünya toplumlarının hayatında yer edinmiş sosyalizmde ise her zaman güçlü olmak isteyenlerin varlığı adeta yadsınıyor. Hatta bu istek ve hırsın bir baskıyla kontrol edilebileceği düşünülüyor. İdeal insan, idealini ortaya koyan bu ideolojide “ideal insanı” oluşturabilmek için proleter diktatörlüğü öngörülüyor. Yani güç ve güçlünün tayini, egemenlik sahasının sınırlarını belirliyor. Hatta sosyalizm, üretim araçlarının hepsinin devlete ait olması fikri ile de devlet – insan ilişkisinde devleti insana hakim kılıyor. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun dediği gibi, Liberalizmde varlıklılar yoksulları ezdiğinden özgürlük, eşitlik ve adalet sözde kalıyor. Sosyalizmde ise bahsedilmiyor. Ne var ki, özgürlükleri kaldıran ve ruhu baskılayan bu tür yönetimlerde halk yığınlarının gerçek mutluluğa ulaşamadıkları görülüyor. İyi kurgulanmış fikirler halk yığınlarının gerçek mutluluğa ulaşabilmeleri için yetersiz kalıyor. Gerçek yönetsel mutluluk; bahsedilen fikirlerin, içinde yaygınlık göstermek istediği veya düzenlemeyi hedeflediği topluma uygun ve ona aitleşmiş fikirler bütünü olması ile sağlanıyor.
Brinton, yaptığı devrim sınıflamasında, üçüncü grup devrimleri ulusal kurtuluş devrimleri olarak adlandırıyor. Böylelikle Türk devrimi, birinci grupta incelenen Rus ve Fransız devrimlerinden; ikinci grupta incelenen İtalyan ve Alman devrimlerinden ayrılıyor. Çünkü Türk Yerel Yıllık Süreli Yayın
“Gerçek yönetsel mutluluk; bahsedilen fikirlerin, içinde yaygınlık göstermek istediği veya düzenlemeyi hedeflediği topluma uygun ve ona aitleşmiş fikirler bütünü olması ile sağlanıyor.”
www.omuadk.com
Dünyada kapitalizmin ve sosyalizmin egemen ve etkin olduğu bir dönemde, Anadolu toprakları üzerinde emperyalizmin vahşetine başkaldırış hareketi gün yüzüne çıkıyor. Anadolu insanındaki devrimci ruh ilk etkisini “tepkisel devrimcilik” olarak gösteriyor. İnsanlık tarihini incelediğimizde karşılaştığımız savaş ve mücadelelerden farklı bir savaşım Anadolu’da hayat buluyor.
11
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
12
Anadolu topraklarının devrimci karakteri, bu örgütlenmeyi sahipleniyor.
için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uyum olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ilkeler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Bu halk bir defa karşısındakinin samimiyetle kendilerine yardımcı olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete güven vermesi gereklidir’.”
Bahsedilen özgün kalkınma ve gelişme metodolojisini belirlemek de ancak, bilimsel yöntemleri kullanmakla mümkün oluyor. Bu noktada deneme – yanılma yöntemi Kemalizm’in mihenk taşını oluşturuyor. Mustafa Kemal’in, uygulayacağı modele karar Günümüzde aydınların halktan farklı bir zihniyet vermeden önce farklı denemeler gerçekleştirmesi, ona ve hedefe sahip olmaları sonucunda aradaki bağların farklı sıfatlar yüklenirken kullanılan en önemli dayanak gevşemesi büyük bir oluyor. Kemalizm’i; litehlike yaratıyor. Bu beralizme, sosyalizme uzaklaşma ile halkın güveya kapitalizme benven duygusu zedeleniyor zetenler, Kemalizm’in ve telkin edilen ilkelerin bilimsel metodoBahsedilen özgün kalkınma ve gelişme meşruluğu tartışılıyor. Bu lojisini görmezden metodolojisini belirlemek de ancak, tablo yükselen insanlık geliyor. Eleştirel akıl değerlerinin yadsınfikrini de öne çıkaran bilimsel yöntemleri kullanmakla mümmasını kolaylaştırıyor. Kemalizm, varlığını ve kün oluyor. Bu noktada deneme – yaGeriye evrilme süreci dinçliğini bu felsenılma yöntemi Kemalizm’in mihenk hızla ilerliyor. Aydınlar feyle güçlendiriyor. ve halk arasındaki bu Kemalizm ideolojisi, taşını oluşturuyor. Mustafa Kemal’in, ayrışmayı ortadan kaldoktrinleşmeyi reddeuygulayacağı modele karar vermeden dırmak ise ancak nitelikli diyor. önce farklı denemeler gerçekleştirmesi, bir gençlikle mümkün Herakleitos’un ona farklı sıfatlar yüklenirken kullanılan oluyor. Tam bu noktada dediği gibi aynı nehirMustafa Kemal’in dediği en önemli dayanak oluyor. Kemalizm’i; de iki kez yıkanılmıyor. gibi gençliğin, halkın kayYani değişimin içinde liberalizme, sosyalizme veya kapitalizbetmeye başladığı güven varlığını korumak me benzetenler, Kemalizm’in bilimsel duygusunu halka yeniden için basmakalıplıktan kazandırması gerekiyor. metodolojisini görmezden geliyor. Eleşuzaklaşmak gerekiyor. Yapılan eylemlerin, üreKemalizm’in “sürekli tirel akıl fikrini de öne çıkaran Kematilen söylemlerin başarısı devrimcilik” anlayışı lizm, varlığını ve dinçliğini bu felsefeyle da ancak halkta bulduğu da tam bu noktada, yankı ile ölçülebiliyor. güçlendiriyor. Kemalizm’in nasıl Çünkü insanlık bir bütün geçerliliğini koruduğu olarak geleceğin temellesorusuna yanıt oluyor. rini oluşturuyor. Devrimci Sürekli devrimcilik güçlerin ilerici olma anlayışı, tepkisel zorunluluğu bunu gedevrimciliği de duygusal devrimciliği de içinde barındırektiriyor. Değişime direnen statükocu zihniyet yerine rıyor. Salt tepkisel salt duygusal eğilimlerinde yetersiz değişimi düşleyen akılcı bir zihniyet sorunlara çözüm kalacağını kendi gerçekliği içinde betimliyor. buluyor. Devrimci bilinç tüm gerçekleri görerek toplu“Mustafa Kemal’in 1923’te Konya’daki bir konuşmu özümseyerek ilerici bir hamle yapmayı gerektiriyor. masında yer alan şu cümleler, O’nun nasıl bir devrimciKaranlık düşleri ile ünlenenlerin, düşünenlere halik anlayışından hareket ettiğini, hiçbir yanlış anlamaya kim kılındığı bir ülkede aydın olmanın, Kemalist olmanın, yer vermeyecek kadar açık bir biçimde sergiliyor: ‘Bodevrimci olmanın, genç olmanın getireceği başarı, uygarzuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, lık; gerektirdiği ise ulusa güven vermektir. aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Aydın sınıf telkinle, aydınlatma ile büyük çoğunluğu kendi amacına Devrimi, bilinçsiz ve kontrolsüz gerçekleşen bir göre ikna etmeyi başaramayınca, başka yollara başayaklanmadan farklı kılan devrimci bilinçtir. Devrimci vurur. Halka zorbalık etmeye başlar. Başarıya ulaşmak bilince sahip olmak da “Kemal” olmanın gerektirdiğidir.
KAYNAKÇA: 1. Kongar, Emre. Devrim ve Toplumbilim Tarihi açısından Atatürk Sayfa:20 2. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet. Sosyalist Enternasyonel ve CHP 3. Günay, Mustafa. Felsefe Tarihinde İnsan Sorunu 4. Kışlalı, Ahmet Taner. Kemalizm nedir? 5. Russell, Bertrand. Politik idealler
Yıl: 4 Sayı: 4
Hülya ÜNSAL OMÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrencisi
Y
Yerel Yönetim Anlayışı
erel yönetimler, ulusal sınırlar içerisinde değişik büyüklükteki topluluklar halinde yaşayan insanların, ortak ve yerel nitelikteki gereksinimlerini karşılamak amacıyla kurulan ve hukuk düzeni içerisinde oluşturulmuş anayasal kuruluşlardır. Bu, çoğunluk tarafından kabul gören ve yerel yönetim denildiğinde aklımıza ilk gelen tanımdır. Devlet ise insanların toplum yaşamında başvurdukları ulusal bir örgütlenme biçimidir ve siyasal bir organizasyondur.
Yerel Yıllık Süreli Yayın
www.omuadk.com
Yerel yönetimlere ilişkin diğer bir tanım da şudur: “Yerel yönetimler belirli bir coğrafi alanda yaşayan, yerel topluluğun bireylerine kendilerini en çok ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacıyla kurulan, karar organları yerel toplulukça seçilerek göreve getirilen, yasalarla belirlenmiş görevlere ve yetkilere, özel gelirlere, bütçeye ve personele sahip, üstlendiği hizmetler için kendi örgütsel yapısını kurabilen, merkezi yönetimi ile ilişkilerinde yönetsel özerklikten yararlanan kamu tüzel kişileridir.” (TÜSİAD – 1997) Yerel yönetimlerle ilgili evrensel nitelikler olarak belirtilen ve tanımlamada yeri olan özellikler; Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği belgelerinde de yer almaktadır. Tanımı inceleyerek belirtilen koşulların her ülke için geçerli olmadığını görebiliriz. Yerel yönetimlerin gelişimi, ulusların kendi tarihsel gelişimlerine bağlıdır. Bu nedenle, TÜSİAD tarafından belirtilen yerel yönetim kavramının, her toplum için geçerliliği varmış gibi sunulması yanıltıcı olabilir. Bahsedilen tanım, feodalizmin egemen olduğu yerlerde federasyon isteği doğuracağından ülkemiz için uygun değildir. Çünkü feodalite anlayışını kılavuz edinmiş düşünce yapısı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emaneti olan tek bir merkeze bağlı, bağımsız devlet anlayışına uygun değildir. Bu nedenle yapılan tanımlama, evrensel geçerliliği olan bir kavramın tanımı olarak değil de emperyalist çevrelerin
çıkarlarına hizmet eden, Batı tipi yerel yönetim anlayışını vurgulayan bir tanım olarak ele alınmalıdır. Batı, aradan bunca yıl geçmesine rağmen düşünce yapısında değişikliğe gitmedi. Savaşla kazanamadıklarını elde edebilmek için kendine çeşitli işbirlikçiler yetiştirerek her alanda şansını denemektedir. Bu alanlar arasında üzerinde öncelikli olarak durulması gerekenlerden biri de yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimlerin bu konuda neden önemli olduğunu şöyle açıklayabiliriz. Bir ulusu ulus yapan birçok etkenle birlikte ülke bütünlüğüdür. Bunu bilen batılı güçler ise ‘Büyük lokmayı yutmak zordur; lokma ne kadar küçük parçalara ayrılırsa sindirilmesi de o kadar kolay olur’. Mantığından hareketle yandaşları sayesinde cüretkâr atılımlara imza atmıştır. Turgut Özal, henüz Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışırken bu cüretkâr atılımların ilk uygulayıcısı olmuştur. Özal, Güneydoğu için ABD’deki Tennesse Eyalet’inde uygulanan kalkınma projesini dillendirmiş ve nabız yoklamıştır. Buna karşılık İsmet Paşa, “ Bayrak da verelim mi ? ” diyerek tehlikenin boyutunu vurgulamıştır.** Özal, cumhurbaşkanı olduktan sonra ise kesin ifadelerle federasyonlaşmayı tartışmayı önermiştir.** Aynı durum Demirel’in düşünce yapısında da kendini etkili bir şekilde hissettirmiştir. Demirel: ’’Türkiye, on beş bölgeye ayrılmalı, her bölge için ayrı plan yapılmalı.’’ diyerek safını belli etmiştir. Bu onursuz oyun, günümüze yaklaştıkça daha da belirginleşmiştir. DSP – MHP koalisyon hükümeti, ülke içerisindeki siyasi ve sosyal gruplara kendi kaderlerini tayin ve kendi bölgelerindeki ekonomik varlıklara sahip çıkma hakkını tanıyan İkiz Yasalar’ı kabul ettikten sonra, Erdoğan Hükümeti de ‘Kamu Yönetimi Reformu’ ile Türkiye’yi ‘ 81 ile 81 devlet ‘ denilen bir yönetim tarzına doğru sürüklemektedir. Bunu hayata geçirmek için Haziran 2006 da Kalkınma Ajansları resmen kurulmuştur. Bu ajanslar AB tarafından dayatılmış ve Türkiye’yi eyaletleştirme yönündeki ilk somut adım olarak kabul görmüştür. Yir-
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
13
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Konunun uzmanları kurulan bu ajansları Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Avrupalı devletlerin dayatmış oldukları vilayet kanununa benzetiyorlar. Bilindiği üzere bu kanun on iki bölgeli federaliz anlayışını içermekteydi.1913 tarihinde Sadrazam Sait Halim Paşa tarafından yayınlanan bu geçici vilayet kanununun ardından Osmanlı Devleti’nin çöküşü hızlanmıştır. Görülmektedir ki tıpkı doksan altı yıl önce Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bu kargaşa bu gün tekrar gündeme getirilmektedir.
mi üç ili kapsayan kalkınma ajanslarının sekiz bölgede kurulması kabul edilmiştir. Bu bölge ve iller şöyledir: İstanbul, Karaman-Konya, Amasya-Çorum-SamsunTokat, Bayburt-Erzincan- Erzurum, Bitlis-Hakkâri-MuşVan, Adıyaman-Gaziantep-Kilis, Diyarbakır-Şanlıurfa ve Batman-Mardin-Şırnak. Seçilen bu illere eyalet yasası olarak adlandırabileceğimiz yasa adı altında, özerklikle eşdeğer bazı haklar verilmiştir. Bu haklardan bazıları şunlardır: • Kendilerine ait bağımsız meclisler kurulabileceği, • Bu iller için ayrı bütçeler oluşturulabileceği, • Yabancı ülkelerle doğrudan temasa geçilebileceği,
www.omuadk.com
• Ve en önemlisi Cumhuriyet’in kuruluşunda şeri mahkemelerle birlikte kaldırılan ve eyalet sistemine özgü bir yapı olan bölge (istinaf) mahkemeleri kurulabileceği kararlaştırılmıştır.
14
İlkinin, Diyarbakır’da AB fonlarıyla açılması kararlaştırılan mahkemelerin 2010’dan sonra 9 ilde daha kurulması kararlaştırılmıştır. Bundan da anlaşılacağı üzere hükümet aldığı bu kararlarla Avrupalı büyüklerine karşı görevini gayet iyi yerine getirmektedir. KAYNAKÇA: 1. www.yerelnet.org.tr 2. www.yerelnet.org.tr/belediyeler/belediye 3. www.dikeygecis.org/ 4. http://tr.wikipedia.org/wiki 5. Yeniçağ Gazetesi
Konunun uzmanları kurulan bu ajansları Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Avrupalı devletlerin dayatmış oldukları vilayet kanununa benzetiyorlar. Bilindiği üzere bu kanun on iki bölgeli federaliz anlayışını içermekteydi.1913 tarihinde Sadrazam Sait Halim Paşa tarafından yayınlanan bu geçici vilayet kanununun ardından Osmanlı Devleti’nin çöküşü hızlanmıştır. Görülmektedir ki tıpkı doksan altı yıl önce Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran bu kargaşa bu gün tekrar gündeme getirilmektedir. Hal böyleyken alınan bu kararların sonucunda atılan her bir adımın ülkeyi bölmenin başka bir aşaması olduğunu görmek hiç de zor değil. Anlaşılmaktadır ki emperyalizm kendisine pek çok kutup yaratmak istiyor. Böylelikle kendi menfaatleri doğrultusunda bu kutupları lehine kullanması da kolay olacaktır. Tüm bu yapılanların hiçbir savunması olamaz! Çünkü bu durum devlet otoritesinin açıkça yok sayıldığının göstergesidir. Yok sayıldığını başbakan “ Artık ülke Ankara’dan yönetilemez haldedir’’ ifadeleriyle dile getirmiştir. Bu zihniyet Kemalist anlayışa uygun olmamakla beraber artık işbirlikçilere fırsat verilmemelidir. Verilen her fırsat Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ve aziz şehitlerimizin ruhlarına saygısızlık kabul edilmelidir. Bu konuyla ilgili Kemalist düşünce yapısının somut çözüm önerileri nelerdir? • Ülke çıkarlarına uygun olmayan İkiz Yasalar ve Kamu Yönetimi Reformu v.b. yasalar derhal feshedilmelidir. • Belediyelerin ve daha küçük yönetim birimlerinin denetimine gereken özen gösterilmelidir. • En önemli çözüm yolu ise; bilinçli, araştıran ve yarınını Batı hegemonyasına bırakmak yerine ülkesinin menfaatlerini düşünerek hareket eden bireyler olarak kendi ayakları üzerinde durabilen bir yönetim iradesi sağlamaktan geçmektedir. Görüldüğü gibi yıllar geçtikçe oynanan oyunların niteliği hiç değişmemiş. Değişen tek şey gelenin gideni aratmayacak kadar çıkarcılara itaatkâr olmasıdır. Şu bir gerçektir ki uygulanan politikalar her dönemde ulusal çıkarları yıpratmıştır. Bu da ülke yönetiminde derin oyuklara sebebiyet vermiştir. Toprak parçasına vatan diyebilmek toplumsal bütünlüğe katkıyla mümkündür. Toplumsal bütünlük ise bireysel sorumlulukları yerine getirmekle sağlanabilir.
Yıl: 4 Sayı: 4
Nazlı GÜLENÇ OMÜ Tıp Fakültesi Öğrencisi
Etnisite ve Ulus Devlet 65 Milyon Yıllık Hikâye;
A
nadolu tarihi, 65 milyon yıl öncesinden günümüze uzanan bir hikâye… Anadolu’nun yerkürenin uzak geçmişinden itibaren, dünya tarihinin şekillenmesinde çok büyük bir rolü var. Anadolu, insan ataları da dâhil olmak üzere birçok canlının evrimine tanıklık etmiş olmasının yanı sıra paleoantropolojik açıdan da insanın Afrika’dan dünyanın diğer yerlerine dağılımını anlamak bakımından çok önemli bir coğrafyadır.(*) Anadolu toprakları özellikle coğrafi konumu, önemli ticaret ve göç yollarını içinde barındırması ve verimli topraklarından dolayı tarih öncesinden itibaren insan topluluklarının ilgisini çekmiştir. Bu özellikler farklı toplulukların -dolayısıyla farklı etnik grupların- Anadolu’ya gelip yerleşmesi veya buralardan geçerek başka yerlere açılması sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla Anadolu, sürekli olarak kültürler arası etkileşimi bünyesinde barındırmıştır.
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Anadolu topraklarda kurulmuş, en büyük ve en uzun süre yaşamış olan devlet, Osmanlı İmparatorluğu’dur. Osmanlı İmparatorluğu ise bünyesinde barındırdığı farklı kültürleri ve budunsal(etnik)kimlikleri yüzyıllar boyu ümmet anlayışı ile bir arada tutmuştur. Ümmet anlayışının devamlılığını Doğu tipi feodal düzen ile sağlamıştır. Ümmet kavramının İslam’da dini bir anlamı olmasının yanı sıra, İslam Hukuku(Şeriat) ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nda tebaa(halk) kavramını karşılamak için de kullanılmış ve böylece siyasi bir anlam da yüklenmiştir. Osmanlı Devleti’nde durum böyle iken, Avrupa’da ise ticari ilişkilerin gelişmesi ve feodal sistemin çökmesi sonucu ulus-devlet doğmuştur. Feodal düzenden çıkılırken de ulus kavramı gelişmiştir. Fransız İhtilali’nin fikirsel bir ürünü olarak doğan milliyetçilik akımının etkisiyle de Ulus-Devlet anlayışı siyasi düzene egemen olmuştur. Bu durumla birlikte, dünya siyasal düzeninde egemen olan imparatorluklar içinde barındırdığı budunsal kimliklerin ulus olma isteği ile parçalanma sürecine gitmiştir. “Avrupa’da; Çağdaş anlamda ulus, feodal düzenden çıkılırken doğmuştur. Kapalı-yöresel tarım ekonomilerinden ulusal Pazar ekonomisine geçilirken, insanlar ülke düzeylerinde birbirleriyle ilişliye girdiler. Aynı topluma ait olmamanın bilinci gelişti. Biz duygusu derebeyliğin bölgesel sınırlarından ulusal sınırlara kadar genişledi. Bölgesel diller, Latinceyle birleşerek ulusal dile dönüş-
www.omuadk.com
Anadolu’nun kültürel çeşitliliği tarihin akışıyla birlikte süregelen ve tarih çağları başlamadan önce temelleri atılmış bir olgudur. Anadolu, insanoğlunun yerleşik hayata geçmeye başlamasından itibaren ilk kurduğu yerleşim birimlerini üzerinde taşımaktadır. Konya’da bulunan Çatalhöyük, Cilalı Taş Devri’nden (Neolitik Çağ) kalma bilinen en eski yerleşim birimidir. Bu topraklar Akadlardan, Asurlulara, Akalara, Hititlere İyonya’ya, Urartulara, Frigya’ya, Troya’ya, Lidyalılara, Perslere, Roma İmparatorluğu’na; Bizans’a, Selçuklulara, Osmanlı Devleti’ne ev sahipliği yapmıştır ve şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ne ev sahipliği yapmaktadır. Paranın ilk kez Anadolu’da bulunması, yazının bu topraklarda icat
edilmesi ve ilk yazılı antlaşmanın da (Kadeş Anlaşması) burada imzalanması bu toprakların medeniyetlerin beşiği olduğu gerçeğini pekiştirmektedir.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
15
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
16
tü. Ortak dil ve aynı yurdu paylaşmanın bilinci giderek ulusal kültürü doğurdu. Bu oluşum süreci içinde ne ırkın ne de dinin doğrudan rolü olmamıştır. Batı Avrupa’da Toplumsal ekonomik gelişmeler sonucu önce ulus olgusu doğmuş, sonra o ulusa uygun bir ulusal devlet yaratılması açısından ulusçu bir ideoloji bir işlev görmüştür.”(*) Milli Mücadele’de Ulus kavramı Dilde özleşme hareketleriyle birlikte millet kelimesinin Türkçe karşılığı olan Ulus kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Fakat millet kavramı ulus kavramına kıyasla dini ,toplumsallaşmada daha önemli bir faktör olarak ele almaktadır.Mustafa Kemal Atatürk ulus kelimesini Türk toplumu içinde benimsenmesi için bu kelimenin pek çok yerde kullanılmasını teşvik etmiştir.Bunun örneklerinden biri de Kurtuluş Savaşında çıkan ,kurtuluş savaşını anlatan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin devamı niteliğindeki gazeteye Ulus ismini koymuş olmasıdır.
Milli Mücadele,
Kuvayi Milliye,
Misak-ı Milli,
Hâkimiyet-i Milliye…
Maraş’a kahraman unvanlarını kazandıran; etnik kökenleri her ne olursa olsun burada yaşayan yurttaşlarımız değil midir? Peki, orada ölen insanların mezarları ayrı yerlerde midir? Hayır, hepsi ortak bir amaç için, işgale direnmek için ayaklanmışlar ve bu uğurda şehit düşmüşlerdir. Aynı topraklarda koyun koyuna yatmaktadırlar. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı Türkiye Halkı’nın bağımsız bir ulus olarak yaşama kararlılığının ispatıdır. Misak-ı Milli sınırları içerisinde yaşayan; Türkiye Cumhuriyetine mensup tüm yurttaşlarımıza Türk denir. Türk kavramı bir etnik köken vurgusu değil, emperyalizme karşı bir ulus olarak direnen Türkiye halkının ortak adıdır. Yurttaşlık, aynı yurdu, aynı değerleri paylaşmanın getirdiği ve gerektirdiği sorumluluğun ismidir. Emperyalizm-Ulus Devlet çatışması
“Misak-ı Milli sınırları içerisinde yaşayan; Türkiye Cumhuriyetine mensup tüm yurttaşlarımıza Türk denir. Türk kavramı bir etnik köken vurgusu değil, emperyalizme karşı bir ulus olarak direnen Türkiye halkının ortak adıdır.”
Bu kavramları irdelemek, amaçları ve isimleri üzerinde durmak gerekir. Kuvayi Milliye(Milli Güç) Misakı Milli(Milli Sınır) ; Mustafa Kemal neden bu kavramlara ulusal bir bilinç ekleme gereksinimi duymuştur? Bu kavramlar; Ortak Güç, Genel sınır veya benzer bir biçimde belirlenip kullanılabilirdi. Ümmet kavramını aşabilmek; bir ulus olma bilincini bu topluma kazandırmak için, kelimelerin özellikle belirlendiği açıktır. Henüz Kurtuluş Savaşı kazanılmamışken Mustafa Kemal’in aklında çağdaş bir ulus yaratma düşüncesi vardır. Verilen mücadelenin başarıya ulaşması sonucunda eğer güçlü bir ulus-devlet kurulmasa; Bu toprakların makûs talihinin değişmeyeceğini önceden tahlil etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, yapmış olduğu konuşmalarda Türk, Kürt, Laz, Çerkez birlikte bir bütün oluşturduğunu vurgulamış ve Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye Halkı terimini kullanmıştır. Bu toplumları Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsurları olarak değerlendirmiştir. Bu kurucu unsurlar Kurtuluş Savaşında bağımsızlık için beraber mücadele etmiştir. Güneydoğu Anadolu da İtalyanlarla savaşıp şehit olan, Antep’e gazi, Urfa’ya şanlı,
Kavram kargaşası yaratıp kavramların içini boşaltmak çok iyi bir psikolojik savaş taktiğidir. Emperyalizm, kendi geleceği için büyük bir tehlike olarak gördüğü ulus devlet anlayışı ve Kemalist ulusçuluk ilkesi için de böyle bir savaş başlatmıştır. Son zamanlarda uydurma bir kavram olarak gündeme gelen Türkiyelilik kavramı bu psikolojik savaşın bir oyunudur. Amaç, uydurma Türkiyelilik kavramıyla, etnik milliyetçiliği körükleyip ayrılıkçı akımlar yaratmak ve bölüp parçalamaktır.
Tarih bize göstermektedir ki benzer oyunlarla gelen devletlerin parçalanmasıyla oluşan küçük devletçikler emperyalizmin maşası olmaktan kurtulamamakta, Bölünme ve parçalanma sadece sömürü ve gözyaşı getirmektedir. Yugoslavya ibret alınması gereken bir örnek olarak gözümüzün önünde durmaktadır. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla Bosna Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Slovenya ve Kosova bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu ülkelerin hangisinin tam bağımsız bir ekonomisi vardır? Hangi ülkede tam anlamıyla toplumsal bir barıştan söz edebiliriz? Bosna’da mı, Kosova da mı? Yugoslavya’nın parçalanmasının bu ülke halklarına nasıl bir getirisi olmuştur? Hayat standartları ne kadar yükselmiştir? Yugoslavya’nın dağılması, Doğu bloğunun çökmesi ve Bağımsızlar Hareketinin zayıflaması sadece küresel emperyalizmin işine yaramıştır. Yıl: 4 Sayı: 4
Batılı emperyalist devletler daha çok sömürmek ve dünya üzerindeki hegemonyalarını arttırmak için güçlü bir devlet olmaları gerektiğini biliyor ve kendi ulus devlet yapılarına sıkıca sahip çıkıyorlar, söylem olarak doğrudan ifade edilmese bile devlet örgütlenmesi ve siyaset anlayışı bakımından ulus devleti benimsemekteler. Öte yandan sömürdükleri devletlerin ulus devlet yapısına sahip olmasını da istemiyorlar, Çünkü bu bilince erişen devletlerin güçleneceklerini ve dışarıdan verilen komutlarla yönetilen kukla bir devlet olmayacaklarını, kendi gereksinim ve kendi çıkarlarını düşünen bir ulus devlete evrileceğini biliyorlar Emperyalizm, bir şekilde din öğesinin içine sızıp kendi çıkarları doğrultusunda kullandı, Dinin bir çimento olduğunu iddia edenler nasıl burnumuzun ucunda yaşanan dramı görmezden gelmektedirler? Kuzey Irak’ta birbirini boğazlayan Şiiler ve Sünniler ayrı dinlere mensup insanlar mıdır? Yaşam biçimleri, kültürleri, değer yargıları çok mu farklıdır? Emperyalizm bir şekilde ırk öğesinin içine de sızıp onu kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Irk birliğinin bir ulus olmak için olmazsa olmaz olduğunu iddia eden kimi aklıselimler, Bosna faciasını niçin görmezden gelmektedir? Boşnakların evlerini yağmalayan, kadınlarına tecavüz eden, Sırpların; Boşnaklarla aynı etnik kökenden-Slav ırkından- geldiği gerçeğini nasıl görmezden gelebilirler?
İşte Kemalizm’e saldırmanın hafifliği de buradan kaynaklanıyor. Çünkü Kemalizm tam bağımsızlıkçı, başka ulusları egemenlik altına almayı değil, özgürleştirmeye yönelik bir anlayışa sahiptir. Mustafa Kemal nasıl kendi ulusu için bağımsızlık istemişse, tüm uluslar için de bağımsızlığı savunmuştur. Her şeyden önce barışçıdır. “Biz kimsenin düşmanı değiliz, yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız” diyerek adeta emperyalist devletlere meydan okumuştur.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Emperyalizm’in içine işleyemediği tek bir anlayış vardır. Bu da Kemalist ulus devlet anlayışıdır. Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi yapısını tam anlamıyla kucaklayan, bununla kalmayıp tüm ezilen ve sömürülen haklara umut
“Yugoslavya ibret alınması gereken bir örnek olarak gözümüzün önünde durmaktadır. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla Bosna Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Slovenya ve Kosova bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu ülkelerin hangisinin tam bağımsız bir ekonomisi vardır? Hangi ülkede tam anlamıyla toplumsal bir barıştan söz edebiliriz? Bosna’da mı, Kosova da mı? Yugoslavya’nın parçalanmasının bu ülke halklarına nasıl bir getirisi olmuştur? Hayat standartları ne kadar yükselmiştir? Yugoslavya’nın dağılması, Doğu bloğunun çökmesi ve Bağımsızlar Hareketinin zayıflaması sadece küresel emperyalizmin işine yaramıştır.” ışığı olan Mustafa Kemal’in çağdaş ulusçuluk anlayışı… Bu anlayışın temelini insanlar arasında renk, din ve soy gözetmemek gerektiği inancı oluşturduğu için dünya döndükçe var olmaya ve mazlum milletlere bağımsızlıkları için çözüm olmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA: • Gerald, Claudson (1972); An Etymological Dictionary of PreThirteenth-Century Turkish.(*) • Anadolu’da Tarihin İzinde; Bilim-Teknik Ocak 2008 sayısı • Anderson, Benedict ;Hayali Cemaatler • Atatürk ,Mustafa Kemal ;Nutuk • Bülbül ,Egemen Volkan ;Kavram Kargaşası, Kemalizm ve Vatan Savunması(Ondokuz Mayıs Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü Dergisi, Bandırma Sayı:2) • Hablemitoğlu, Şengül; Küreselleşme: Düşlerden Gerçeklere • Hegel , Georg Wilhelm Frederic ; Tarihte akıl
Yerel Yıllık Süreli Yayın
• Kışlalı,Ahmet Taner;Ben Demokrat Değilim! • Kışlalı ,Ahmet Taner ;Kemalizm Laiklik ve Demokrasi • Kocatürk ,Utkan ;Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri • Mondros Sevr Lozan Anlaşmaları; Ankara Ticaret Odası yayınları • Russel, Bertnard ;Hayali Cemaaatlet • Telatar, Atakan; 20.yüzyıl, Ulus-Devlet, Kemalizm, Küresel Kapitalizm, 21.yüzyıl;(Ondokuz Mayıs Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü Dergisi, Bandırma Sayı:1) • Ünlü, Berkay (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü Bülteni; Ulus Sayı:3)
www.omuadk.com
Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi “Tito Yugoslavya’nın bütünlüğünü etnik gurupların kurumsallaşmasına bağlamıştı. Yani farklılıkları kurumsallaştırmıştı. Tito öldü, Yugoslavya kan içinde boğuldu. Paramparça oldu. Atatürk ise benzerlikleri kurumsallaştırdı… Öldü. Yolundan sapıldı. Aymazlıklar, hıyanetler yaşandı. İçeriden dışarıdan onca çaba sarf edildi Türkiye hala bütünlüğünü koruyor.”
17
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
18
A.Anıl ÖZPAK OMÜ Tıp Fakültesi Öğrencisi
Ortadoğu'dan Sesler Geliyor İ
kinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin oluşturmaya çalıştığı uluslararası sistemin temel kuramları Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile radikal değişikliklere uğramaktadır. Hedeflerin yenilendiği, güçlerin değiştiği, jeopolitik dengelerin yeniden oluşturulduğu yeni dünya düzeninde dış politika anlayışı da kendini yenilemiştir. Çin’in önüne geçilemeyen büyüyüşü, Rusya’nın SSCB dönemini anımsatan girişimleri, Avrupa Birliği’nin gün geçtikçe belirginleşen otorite kaybı, ABD’nin Irak ve Afganistan’daki başarısızlıkları ve bütün bunlarla birlikteki NATO içindeki belirsizlikler, yükselen ekonomik kriz, IMF’nin geleceğiyle ilgili endişeler, yaşadığımız dünyayı mecrasını arayan bir nehre dönüştürmüştür. Yeni bir dünya düzeni kurulmasını hedefleyen ABD’nin yaklaşımlarını öncelikle irdelemek dünya siyasetiyle ilgili daha iyi yorum yapmamızı sağlayabilecektir. Soğuk Savaş’ın hassas terazisi ABD lehine değiştiği andan itibaren, ABD’nin de dış politika anlayışı itaatkar bir yapıya bürünmüştür. Bunun özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarında görebiliriz. Peşi sıra Irak’a müdahaleler, Afganistan’a girilmesi, Filistin’de yıllardır yaşananlar, Pakistan’daki iç politikalara daha fazla müdahil olma eğilimi ve son olarak da İran’la yaşanan gerginlikler ABD’nin halen istediğini alamadığını göstermektedir. Son seçimlerde bütün dünyanın sempatisini kazanarak başkan seçilen Barack Hussein Obama’nın da seçim sonrası öngörülen yaklaşımları, ABD’nin dış politika anlayışında ciddi değişikliklerin olmayacağı yönünde ağırlık kazanmıştır.
Nitekim Soğuk Savaş sonrası ABD’nin hegomonik güç bağlamında dünya genelinde yaptığı hamleler olumlu bir iklim oluşturmamış tam aksine büyük tepkiler doğurmuştur. Obama’nın seçilmesi ile bu tepkiler kısmen hafiflese de ABD’nin bu omurgasız siyaset anlayışı değişmediği müddetçe dünya genelindeki tepkiler tekrar yükselecek ve ABD’nin Obama makyajı da akacaktır. Obama’nın seçilmesini bir demokrasi zaferi olarak yansıtmaya çalışan ABD yönetimi geçmişi ile yüzleştiğini göstermeye çalışmaktadır. Ancak üzerinde fazla durulmaması gereken bu yapay gerçeklik Obama’nın bir icra memuru olarak görev yapması ile gün yüzüne çıkacaktır. Gel gelelim Avrupa turunun son durağı olarak Türkiye’yi belirleyen Obama’nın, gelecekle ilgili Türkiye’den beklentileri üzerine tahminde bulunmak ABD’nin Ortadoğu’daki durumunun özetini çıkarmakta faydalı olacaktır.
Yıl: 4 Sayı: 4
Bir taraftan ekonomik enkazın, bir taraftan ise Ortadoğu’daki enkazın altından kalkmaya çalışan ABD yönetimi, yönetim anlayışının işlevselliği ile yüzleşmeye başlamıştır. Bu manidar yüzleşmenin temeli büyük ölçüde 11 Eylül olaylarından sonra atılmaya başlanmıştır. Dünya geneline yayılmış 730’un üzerinde (bazı kaynaklara göre 1000’i bulabileceği sanılıyor) üssü bulunan ABD’nin yıllık 1,5 trilyon dolar askeri harcama yaptığı tahmin ediliyor. ABD, 2008 yılında sadece füzesavar savunma sistemlerine yaklaşık 12 milyar dolar harcamıştır. Bu durum Soğuk Savaş döneminde, benzer sistemler için harcanan miktarın yaklaşık üç katına ulaştığını göstermektedir. İşte ABD’nin bu militarist ve neo-sömürgeci dış politika anlayışı, karşılığında yeni askeri güç dengelerinin oluşmasına ve buna bağlı cepheleşmelerin oluşmasın yol açmıştır. Rusya’nın Soğuk Savaş dönemini anımsatan tehditkar tutumu, Çin’in kıtalar arası balistik füze envanterini artırması, Kuzey Kore, Pakistan ve özelikle İran’ın balistik füze geliştirme programları ABD’nin bu yayılmacı politik tutumu ile doğru orantılıdır. Ayrıca yedi eski Sovyet ülkesi (Rusya, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan) “hariçten gelecek tehlikelere karşı” Rusya’da konuşlanacak bir “ortak acil müdahale gücü”
koyarsak, ABD’nin şoven politikalarının artık başarılı olamayacağı aşikardır. Buradan ABD’nin, yeni gelişmelerin yaşanacağı Pakistan, Afganistan, Irak cephelerindeki durumunu tartışmak, durumu özetlemekte daha faydalı olacaktır. 1) CADI KAZANINA DÖNEN ÜLKE: PAKİSTAN 1974 yılında dönemin lideri Zülfikar Ali Butto’nun “gerekirse ot yiyeceğiz ama nükleer silah yapacağız” demesiyle nükleer çalışmalarına başlayan ve bugün dünyada nükleer güce sahip tek Müslüman ülke olan Pakistan nasıl parçalanma noktasına geldi? İngiliz sömürüsü üzerine kurulu olan ve “Müslümanların devleti” olarak kendini algılayan Pakistan, yıllardır tek düşman olarak Hindistan’ı görüyordu. Halbuki Pakistan bugün sadece, Keşmir sorunu yüzünden Hindistan’la devamlı gerginlik yaşayan ülke olmaktan çok kendi iç sorunları ile parçalanma noktasına gelen bir ülkedir. Ülkenin batısında bulunan Belucistan’daki ayrılıkçı hareketler, gittikçe bir iç savaş haline dönüşen Taliban ile çatışmalar, git gide büyüyen mülteci sorunu, ekonomik sıkıntılar ve artan işsizlik, süreç ilerledikçe Pakistan yönetiminin belini daha çok büküyor. Özellikle Afganistan’dan uzun
Bandırma Bandırma
“ARTIK ABD, BİR KÜRESEL GÜÇ DEĞİLDİR”
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
“Elde etmek istediğimiz her şey, bize karşı koyuyor. Her şeyi iradesine rağmen yenmek lazımdır. Tarih, bize savaştan, fitneden başka bir şey göstermiyor. Barış seneleri, kısa fotoğraf pozlarına benziyor. Bütün bir piyes seyrinde bir defa rastlanan bir antrakt gibi! İnsan hayatı, ebedi bir mücadele, bir kavgadır. Yalnız soyut fenalıklara, sefalete, sıkıntıya değil, bütün diğer insanlara karşıda böyle. Hayat mütarekesiz bir savaştır, bir kavgadır. Orada, silah elde ölünür.” Schopenhauer kurma konusunda anlaştı. Kırgızistan 2003 ve 2005 yıllarında iki adet Rus üssü kurulmasına müsaade ederken, şu günlerde Manas ABD üssünün de kapatacağını açıklamıştır ( Kırgızistan dünyada aynı anda hem Amerikan, hem Rus üssü bulunduran tek ülkeydi). Yine Amerikan’ın Afganistan’a girerken kullandığı Özbekistan’daki Hanabad üssü Mayıs 2005’te kapatıldı.
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Benazir Butto’nun ölümünden, Pervez Müşerref’in istifasına kadar Pakistan’ın bütün yaşadıklarıyla ilişkilendirilen ABD yönetimi nasıl davranacaktır? ABD, Soğuk Savaş dönemi boyunca SSCB’ye karşı kendisini korumada Pakistan’ı devamlı kullanmıştı. Öyle ki SSCB’nin Afganistan’a girmesinin ardından, Afgan
www.omuadk.com
Görülen o ki ABD’nin Asya coğrafyasındaki gücü günden güne zayıflamaya devam edecektir. Bununla birlikte altını çizmeden geçemeyeceğiz bir diğer nokta Türkiye’nin atması gereken adımları Rusya’nın atarak bölge coğrafyasındaki hızlı yükselişidir. Hazar coğrafyasındaki enerji kaynaklarındaki hakimiyeti de dikkate alınırsa Rusya, ABD karşısındaki kuzuların sessizliği anlayışını çoktan aşmıştır. Buna bir taraftan ABD ile Çin arasında ki, sağlam bir temele oturtulamayan ekonomik ilişkileri
yıllardır Pakistan’a gelen mülteciler ve Pakistan’ın köylü kesimi Taliban’la mücadelede gittikçe Taliban lehine tavır almaktadır. Diğer taraftan da ordu içinde gittikçe güçlenen şeriat yanlısı subay sınıfı Taliban ile mücadeleyi bir iç savaş olarak algılamakta ve isteksiz bir tavır takınmaktadır. Tüm bu gelişmeler Pakistan’daki kentsoylu (toprak sahibi) yapının devlete olan güvenini de önemli ölçüde zedelemiştir ve bu egemen sınıf, daha çok ordudan yana bir tavır almakta ya da ülkeyi terk etmeyi seçmektedir.
19
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 mücahitlere silah ve para yardımı, mücahitlerin eğitimi, insan gücü takviyesi devamlı Pakistan üzerinden olmuştu. Savaşı kaybeden SSCB, başarısızlığı Pakistan’ın politikalarına bağlamış ve ABD’nin bölgedeki gücünün yoğunlaştığı ülke olarak görmüştür. ABD bu dönemde Pakistan’da antikomünist güçleri desteklemiş, gerek orduyu gerekse istihbarat kurumlarını Müslüman cihat kültürünün temsilcisi olan Vahabi geleneğine açık hale getirmiştir. Hatta SSCB’yi Taliban ile durdurma projesine Pakistan’ı da katmıştır. Bugün ise gelinen noktada ABD Taliban’la mücadelesinde günden güne güç kaybediyor. Pakistan’ın parçalanmasını da engelleyememektedir. Ayrıca ulusal meclis ülkenin kuzeybatısındaki Svat vadisinde Taliban’ın şeriat kurallarını kullanmasını sağlayacak yasayı oy birliği ile kabul etmiştir. Bununla yetinmeyen Taliban hızlı bir şekilde başkent İslamabad’a ilerlemektedir. Bu durum şu soruyu akla getirmektedir? Pakistan ikinci bir İran olur mu? ABD yönetimi muhtemelen önümüzdeki süreçte Pakistan’ın içişlerine daha çok müdahil olacak ve yönetim zafiyetini çözme yoluna gidecektir. Çünkü ABD Pakistan’ın parçalanıp, burada kontrolsüz bir güç oluşmasından çekinmektedir. Burada Pakistan ordusunun takınacağı tavır da çok önemlidir ki, ABD yanlısı bir darbe gelişmesi ülkenin geleceğini daha da karışık bir hale getirecektir.
www.omuadk.com
2) İŞGALİN 7. YILINDA: AFGANİSTAN
20
ve başarısızlığa rağmen geri çekilmemesi bu sebeptendir. Ayrıca hem Çin’i hem de Rusya’yı gözlem altında tutmak, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin üzerinde de kaybettiği etkisini kazanmak için Afganistan hayati önem taşımaktadır. Ayrıca Amerika’nın çekilmeyi istese bile bunu Taliban ve İran’la anlaşmadan gerçekleştiremeyeceğini unutmamak gerekir. ABD, Afganistan’da kısmi yükü NATO’ya devretmekle rahatlamış görünse de artık buradaki koalisyon güçlerini oluşturan ülkeler bölgeden askerini çekme yönünde kararlar almaktadır. Türkiye’de burada bulunan askerlerinin kalış süresini uzatmayacağını daha önce defalarca vurgulamıştır. Zaten kalış süresinin uzaması talebinin hemen ardından Türk askerinin sıcak çatışmalara da katılması talebi gelecektir. Seçim konuşmalarının önemli bölümünü Afganistan savaşı üzerine ayıran Obama’nın, seçilir seçilmez Türkiye’ye gelmesinde de, asker talebi önemli bir yer taşımaktadır. Obama’nın bu konuda Avrupa’dan görmediği desteği Türkiye’den istemesi de çok manidar ve ilginçtir. Amerika’nın Afganistan meselesinde başını ağrıtan bir diğer nokta da bu bölgeye lojistik desteği hangi yol ile sağlayacağıdır. Bilindiği üzere ABD Orta Asya’da hızlı bir güç kaybına uğramıştır. G. Kore ve Japonya dışında etkili kullanabileceği bir ülke bulunmamaktadır. Bununla birlikte geçmişte kullandığı Pakistan hattı artık son derece
Orta Asya’da son derece stratejik bir konuma sahip olan Afganistan geçmişten günümüze dünya gündemini küresel güçlerle olan mücadelesiyle meşgul etmiştir. Sovyetler Birliği 110 bin kişilik bir ordu ile Afganistan’ı işgal etmiş, 13 bin asker kaybetmiştir. Bu gün ise 35 bini Amerikan 70 bin koalisyon kuvveti Afganistan’da bulunmaktadır. ABD işgal sonrası bir türlü istediği kontrolü bu bölgede sağlayamamıştır. Rusya’nın bölgedeki son çıkışlarından sonra Amerika’nın bölgede fiziki gücü için, Afganistan’da başarı artık olmazsa olmaz hale gelmiştir. Aslına bakılırsa Amerika’nın Afganistan’a girerken bir çıkış düşüncesinin de olduğunu sanmak şu gün bir hata olarak nitelendirilebilir. ABD bölgede daimi bir güç olarak kalmayı hedeflemektedir. Bunun da yolu askeri gücünü o coğrafyada kalıcı hale getirmekle olabilirdi. Yedi yılda halen kontrolü sağlayamamasına, birçok zafiyet vermesine Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 tehlikeli bir konumdadır. Bunun son örneği, 14 Mart 2009’da Peshawar yakınlarındaki Pakistan ordusunun korumasındaki 100 araçlık NATO ikmal konvoyuna düzenlenen saldırı ile Kandahar Üssü’ne taşınması planlanan askeri mühimmatın kullanılamaz duruma gelmesi olayıdır. Hal böyle iken Amerika’nın Rusya veya İran ile uzlaşmadan bu bölgeye istediği lojistik desteği sağlaması zor görünmektedir. ABD, Afganistan’dan asla çıkmak istemeyecektir. Rusya ve Çin’in hızla güçlenmesi ve diğer Asya ülkeleri ile olan sağlam ilişkileri ABD’yi daha da sertleştirecektir. Şunu net bir şekilde ifade etmek gerekir: Afganistan sorununu ne ABD ne Çin ne de Rusya çözebilir, kurtuluşun tek yolu Afgan halkının birliğinden geçmektedir. 3) VARLIKLA YOKLUK ARASI: IRAK ABD ordusunun tamamı 10 tümenden, yani yaklaşık 480 bin askerden oluşmaktadır. Bu askerlerin 160 bin kadarı Irak’ta, 35 bin kadarı ise Afganistan’da bulunmaktadır. Ayrıca ABD gelecek yılın mali bütçesinin 660 milyar dolarını savunma payı olarak ayırmıştır. Bunun 530 milyar
IRAK Yüzölçümü Komúular Etnik Guruplar Nüfusu (2001-Tahmin) Nüfus Oran Erkek/Kadn Oran (2003-Tahmin) Nüfus Artú Hz (2003-Tahmin) Ortalama Ömür (2003-Tahmin) Bebek Ölüm Oran (2003-Tahmin) Okur Yazarlk Oran(1995-Tahmin)
437.072 km2 øran (1.458 km), S. Arabistan (814 km), Suriye (605 km), Türkiye (331 km), Kuveyt (242 km), Ürdün (181 km) %75-80 Arap, %15-20 Kürt, %5 Türkmen ve Di÷er 24,683 Milyon %56’i 15-64 yaúnda %40’si 0-14 yaúnda %3’ü 65 yaú ve 65 yaú üstü 1,03 %2,78 67,81 yl 55.6 (Toplam 1000 do÷umda) %40.4
Kaynak : The World Factbook 2003, CIA The Economist Intelligence Unit, December 2003 Country Report
2003 Mart’ından beri Irak’ta bunan ABD ordusu artık bu ülkeden çekilme planları yapmaktadır. Birçok olası senaryo olduğu gibi burada Türkiye açısından stratejik olan yönlerin üzerine düşmekte fayda vardır. Şunu vurguYerel Yıllık Süreli Yayın
lamak gerekir ki ABD girdiği bir ülkeden istediği her şeyi almadan ve yönetim anlayışının her kademesinde söz sahibi olmadan geri çekilmez. Ayrıca uzun vadede ABD, Irak’ta 20 adet üssünde yaklaşık 20 bin dolayında asker konuşlandırarak Irak’ta daimi olarak kalmayı planlamaktadır. Çekilme planı, bu ülkede bulunan askerlerinin sayısını önümüzdeki üç yıl içerisinde 50 bine indirme ve buradan bir bölüm askeri de Afganistan’a kaydırmayı amaçlamaktadır. ABD Irak Ekonomisini çökertmektedir 20 yıl önce 27 Arap ülkesi arasında en büyük 2. ekonomiye sahip olan Irak, bugün milli gelirinden daha çok
www.omuadk.com
doları genel savunma harcamalarına, 130 milyar doları ise denizaşırı ülkelerde kullanılmak üzere ayrılmıştır. 130 milyar doların yaklaşık 66 milyar dolarının Afganistan’da, 61 milyar dolarının ise Irak’ta kullanılması öngörülmektedir. Askerinin üçte birinden fazlasını, savunma harcamalarının ise beşte birini bu iki ülkede kullanan ABD için Orta Doğu’nun en önemli konu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
21
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
borcu olan bir ülkedir (Borç:120 milyar dolar). 2003 yılına kadar bütün gelirinin % 95’ini petrol sayesinde elde eden Irak bugün ABD kontrolü ile petrol anlaşmaları yapmaktadır. 2003 öncesinde Rusya ile milyarlarca dolarlık petrol anlaşması olan Irak 2008’de Çin’le ABD gözetiminde bir petrol anlaşması imzalamıştı. Bugün ise kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi ile Güney Kore’de ve ABD’de bulunan şirketler arasında yeni anlaşmalar imzalanıyor. ABD’nin Irak’ın ekonomik birimlerini tahrip etme stratejisi günden güne hız kazanıyor. ABD bu süreci işletirken bir taraftan da kendi ortaklarını da küçük pay sahibi konumuna düşürüp onları da kontrol etmeye çalışıyor. Yerle bir olmuş mimarisinin onarımında komşu ülkelerin inşaat ve yan sanayisini kullanarak o ülkelerde de konumunu güçlendiriyor. Ayrıca bu parçalanma süreci, uyuşturucu trafik hattını Pakistan, Afganistan gibi ülkelerden Irak coğrafyasına taşıyabilme olasılığını da güçlendirmektedir. Bu durum Türkiye’nin için de ciddi bir tehdit oluşturacaktır.
hattı. Kuzeye tırmanıp, Kuzey Irak’ı geçip, Türkiye’deki dağlık araziyi aşıp Akdeniz’e ulaşmak ABD için birçok anlamda zorluklar içerir. Ayrıca ikinci bir tezkere felaketi ile karşılaşma olasılığı da oldukça yüksektir. Güney hattını kullanarak bir çıkış yolu izlemek menfaatine olacaktır. Ancak asıl burada önemli konu Türkiye’nin ABD’nin bu çekilme sürecinde doğru hamleleri yapması konusudur. Çünkü ABD askerleri çekilirken ellerindeki silahlara ve araç-gereçlere nasıl hakim olacaktır? Bunları kendi istedikleri yerlere (özellikle Kuzey Irak ve PKK) ulaştırmalarına nasıl engel olunacaktır? Türkiye bu konuda radikal adımları atarak kontrollü olmak zorundadır çünkü bu mühimmat ve silahların sayısı çok fazladır. Şu anda en büyük sorun olan terör konusunda hassas davranılması en büyük haktır. SONUÇ ABD’nin Ortadoğu’daki sömürü politikalarının sonu gelmeyecektir. Burada gelişen dünya şartlarına göre gerekli jeopolitik ve stratejik hamleleri bir an önce yapmak her ulusun kendi bağımsızlığı için zorunludur. ABD’nin birbirine zıt rejimler kurarak küresel güç olma çabası, beraberinde umutsuz bir dünyayı da yaratacaktır. Her ulus kendi tarihi ve gelenekleri doğrultusunda bu baskının karşısında durmalıdır. Son olarak şunu vurgulamak gerekir: Doğu’da barışı ve demokrasiyi Amerika değil ancak ve ancak Güçlü bir Türkiye sağlayabilir.
ABD Irak’ta kontrollü bir parçalanma hedeflemektedir. Amerika izlediği politika gereği yıllardır bu bölgedeki aşiretleri silahlandırmaktadır. Bu durum da aşiretler arasındaki çekişmeyi gün geçtikçe şiddetlendirmekte, Sünni-Şii çatışmasını daha da tetiklemektedir. Birçok parçanın birbiri ile çatıştığı Irak’ta artık birlikten bahsetmek imkansız bir hale gelmiştir. Gel gelelim ABD aynı zamanda bu bölgede istediği salt kontrolü sağlayamamaktadır ve parçalanma süreci kontrolsüz bir şekilde ilerlemektedir. Irak’ın kuzeyindeki coğrafyada etkinliği tartışılır konuma gelmiştir. Yani işgalin yedinci yılına yaklaşırken, ABD, Irak’ta daha da gerçeklerle yüzleşmektedir.
www.omuadk.com
ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Türkiye
22
Amerika’nın, Irak’tan çekilmesi ile ilgili birçok senaryo gündeme gelmektedir. Bunlardan en çok vurgulan ikisi kendisinin kontrolünde olan Basra Körfezine ulaşan güney hattı ile Türkiye’yi de içine alan bir hat olan kuzey KAYNAKÇA: *Aydoğan M. Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye Umay Yayınları *graham e. fuller. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Timaş Yayınları *Yıldızoğlu E. Global Politik Kültür, Cumhuriyet 29 Nisan 2009 *Yetkin Ç. Müdafaa-i Hukuk sayı:123 age,s:32 *Jeopolitik Sayı:63 Oya Akgönenç Obama’nın Türkiye ziyareti Strate-
jik çıkarlar ve tercihler *Jeopolitik sayı:63 Dr.Fevzi Usluba ABD ile Yalancı Bahar *http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=2994 *http://tusam.blogcu.com/abd-son-irak-politikasi-kontrollukriz_6797371.html
Yıl: 4 Sayı: 4
Merve KARLIDAĞ OMÜ Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Öğrencisi
GAP: Güneydoğu'nun Can Suyu U
Atatürk Barajı
Yerel Yıllık Süreli Yayın
www.omuadk.com
“Tarihsel gelişimi incelendiğinde görülmektedir ki; BOP’ u benimseyenlerin, Türkiye’nin üniter yapısıyla derdi olanların, siyasi rant peşinde koşanların gözünü diktiği GAP, siyasi, ekonomik birçok krizle karşılaşmış, tamamlanması uzun bir sürece yayılmıştır. Bu büyük kalkınma projesinin gerçekleşmesinde geç kalınması ülkemize zarar vermektedir. Sosyal devlet anlayışı doğrultusunda projede yer alan hedeflerin en kısa sürede gerçekleşmesi gerekmektedir. GAP’ın tam anlamıyla hayata geçirilmesi sosyal devletin başarısı olacaktır ve artık bu başarı uzakta olmamalıdır.”
lusal bağımsızlık mücadelesinden alnının akıyla çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk önderliğinde yeni bir mücadeleye girişmiştir. Bu; tam bağımsız, üreten, kendi ihtiyaçlarını kendi karşılayan, çağdaş bir devlet olabilmek için başlatılan kalkınma mücadelesidir. Ve başarıya ulaşmak için tıpkı ilk mücadeledeki gibi birlikte hareket edilmeli, vatanın dört yanı bu kalkınmadan nasibini almalıdır. İşte bu doğrultuda bugün GAP kapsamında bulunan bölgenin sorunlarını çözmeye yönelik ilk çalışmalar başlamıştır. Öncelikle bölgenin en önemli sorunu olan susuzluğun giderilmesi hedeflenmiştir. Verimli Harran Ovası’nın Fırat’la buluşması için ilk girişimler Urfa valisi tarafından başlatılmıştır. Atatürk, Güneydoğu’ya suyun götürülmesinde ve elektrik enerjisi üretilmesinde medeniyet gölünün gerekli olduğunu belirtmiş ve çalışmalar başlatılmıştır. Bölge için genç Cumhuriyet ilk adımı atmıştır. İlerleyen zamanlarda sadece Türkiye’nin değil dünyanın önemli projelerinden biri olan GAP oluşturulmuştur. GAP, başlangıçta bölgenin kaynaklarının kullanılmasına dayanan bir proje olarak hazırlanmıştır. Fırat ve Dicle havzalarında sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 13 projenin toplamı olarak planlanmıştır. 1989’a gelindiğinde GAP Master Planı’nın hazırlanması ile birlikte sağlık, eğitim, sanayi, tarım, ulaşım, kırsal ve kentsel altyapı yatırımlarını içine alan GAP, çok sektörlü bölgesel kalkınma projesine dönüşmüştür. GAP, bugün Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek bölge halkının yaşam kalitesini yükseltmeyi, bölgeler arası farklılıkları gidermeyi, ulusal ekonomiye katkı sağlamayı amaçlayan büyük bir projedir. Bu projenin önemi ve gereğini anlamada, projenin kapsadığı bölgenin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısını incelemek faydalı olacaktır. Proje kapsamındaki iller; Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak’ tır. Bu dokuz ilin yer aldığı bölgede kemikleşen bir feodal yapı ve buna bağlı olarak toprak dağılımında eşitsizlikler görülmektedir. Bölgenin en önemli geçim kaynağı tarımdır.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
23
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
24
büyüğü ve Türk mühendislerinin eseri olan Atatürk Belki de şartlar itibariyle tarım zarurettir. Ancak barajı, medeniyet gölünün gerekliliği üzerinde duran tarımsal gelir bölge halkının ihtiyaçlarını karşılayacak Atatürk’e atfedilmiştir. GAP’taki diğer gelişmeler düzeyde değildir. TÜSİAD’ ın 2000 yılındaki verilerine şöyledir: göre GAP bölgesindeki bireylerin % 34.5’ i yoksulluk sınırının altında bulunmaktadır. Bu sonuç çok ciddi bir sorunu işaret etmektedir. Sosyal devlet, alan ve Enerji: yüzölçümü bakımından ülkemizin %10’ luk bölümünü GAP kapsamında 2008 sonu itibariyle 9 hidroekapsayan bölgede görevini yerine getirmede geç kallektrik santral tamamlanmıştır. Böylece hidroelektrik mıştır. Birçok alanda dünya ortalamalarına uzak kalan santrali sayısı 19’ a çıkarılmıştır. Kullanımda bulunan ülkemizin okur-yazar oranı, kişi başına düşen gelir santraller itibariyle hidroelektrik enerji projelerinin miktarı, doktor başına düşen kişi sayısı vb. araştırma %74’ü gerçekleşmiştir. sonuçları, bölge bölge incelendiğinde en geri kalan Ülke genelinde hidroelektrik potansiyelinin 1/3’ ü bölgenin Güneydoğu Anadolu olduğu görülmekteişletmeye alınabilmiştir. Bugün dünya siyasetine yön dir. Örneğin; Türkiye’de kentsel işsizlik oranı % 12.7’ veren enerji, üzerinde durulması gereken, akılcı ve dir. Diyarbakır’da % 14.2, Batman’ da % 17.4’tür. istikrarlı politikalar isteyen bir konudur. Yerli ve yeni(TÜİK,2000) Okuma-yazma bilen kişi sayısında dünya ortalama- lenebilir kaynaklarımızın en iyi şekilde kullanılmasıyla enerjideki dışa bağımlılığımızın engellenmesi mümkün sı %78.8 olarak açıklanmıştır. Bu oranlar Adıyamanolacaktır. Bunun içinde hidroelektrik enerjinin en üst Şanlıurfa’da %67, Şırnak’ta %65’ tir. düzeyde kullanılması gerekmektedir. Ülke genelinde Türkiye’de kadın başına doğurganlık oranı (2000) 2007 yılında üretilen 35.7 milyar kilovat saatlik enerji %2.53’tür.Ancak bölgeler bazında ele alındığında içinde 18.2 milyar kilovat saatlik üretimle % 51’ lik bu oran Marmara’da %1.91’e düşmekpaya sahip bölge, bu anlamda iyi dete, Güneydoğu’da %4.86 ya çıkmaktadır. ğerlendirilmesi gereken bir zenginliktir. Bölgedeki hızlı nüfus artışının doğal sonucu “Bölge topraklaTarım: genç nüfusun artması ve işsizliğin artması Bölgenin en önemli geçim kaynağı olmaktadır. Görüldüğü üzere bölgenin çörına hayat veren durumundaki tarımsal faaliyetlerde, zülmeyi bekleyen sorunları, karşılanmayan Atatürk Barajı, halen sürmekte olan çeşitli sıkıntılar ihtiyaçları mevcuttur. Bu sorunlar bölgenin yüzyıllarca süren beklentilerin gerçekleşmesini engellesorunu ya da kaderi değil, ülkeyi ilgilendiren sorunlardır. GAP, daha önce de değinilbekleyişin ardın- miştir. Susuzluk, feodal yapı kaynaklı toprak dağılımındaki eşitsizlik, toprak diği gibi bu gerekliliği görerek planlanmıştır. dan görkemli bir ve su kullanma tekniklerinin gelişmeBölgenin ihtiyaçlarını karşılayacak, törenle toprağa miş olması, modern tarıma geçişte kalkınmayı sağlayacak projenin maliyeti 32 geç kalınması, pazar sıkıntısı bölgemilyar dolar olarak hesaplanmıştır. 2008 kavuşmuştur. nin tarım sektöründeki sorunlarıdır. fiyatlarıyla GAP’ın kamu yatırımları finansToprak artık susuz Topraksız kalan ya da toprağından man ihtiyacı 41 milyar TL civarıdır. 2007 ürün alamayan bölge halkının büyük değildir.” yılı sonuna kadar 25.6 milyar TL harcama bölümü mevsimlik işçi olarak çalışmak yapılmış ve proje hedeflerindeki nakdi için göç etmek zorunda kalmaktadır. gerçekleşme %62.2 düzeyine ulaşmıştır. Verimli Harran Ovası kaderine terkeProjenin bir türlü tamamlanamayışında ekonomik dilmiştir. faktörlerin rol aldığı belirtilmektedir. Bir türlü istikrara Bölge topraklarına hayat veren Atatürk Barajı, kavuşamayan, küresel kriz teğet (!) geçse de ulusal yüzyıllarca süren bekleyişin ardından görkemli bir töçaptaki krizlere sıkça yakalanan ekonomimiz bu büyük renle toprağa kavuşmuştur. Toprak artık susuz değildir. projeye öncelik tanıyamamıştır.1990 yılından itibaren 1995’ ten 2008’ e kadar 272.972 hektar alan sulaGAP’a toplam kamu kaynaklarından yılda ortalama maya açılmıştır. Tarımsal üretim artmaya başlamış; %7 pay ayrılmıştır. 2001-2003 yılları arasında bu oran Harran Ovası yüksek kâr sağlayacak pamuk tarlalarıyla daha da azalmıştır.2008 GAP Eylem Planı kapsamında, pamuk deryasına dönüşmüştür. Aslında bu kadar projeye ayrılan ödeneğin ülke yatırımları içindeki payı pamuk üretimi öngörülmemişken halkın pamuğa %12’ ye çıkarılmıştır. Projenin 2012 de tamamlanması odaklanması ekonomik kazanç ve pazar kolaylığınhedeflenmektedir. dan kaynaklanmıştır. Tekstile verilen önemden dolayı Henüz tamamlanmasa da projede umut verici aşırı pamuk üretimine ilk zamanlar devlet müdahale gerçekleşmeler bulunmaktadır. Çeşitli aksaklıklara etmemiştir.1995’ten itibaren sulamanın başladığı rağmen yürütülen çalışmalar meyvesini vermeye başŞanlıurfa’da pamuğun çok su istemesi nedeniyle aşırı lamıştır. Özellikle yüzyıllardan beri bölgenin en büyük sulamaya gidilmiş, bilinçsiz sulama buharlaşmanın etsorunu olan susuzluğun giderilmesi için bölgeye 22 kisiyle toprağın tuzlanmasına dolayısıyla verimsizleşbaraj yapılmıştır. Adeta can suyu olan bu barajların en mesine neden olmuştur. Bu olumsuz gelişmede etkili Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
KAYNAKÇA: Kaynakça: 1. T.C. Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2. Tavşanoğlu, Leyla. GAP için Siyasi İdare Şart-05.01.08 Cumhuriyet 3. www.gaptürkiye.gen.tr 4. www.tarimyayin.gov.tr
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Ulaştırma: 2006 itibariyle GAP karayolu ağı uzunluğu 34.975 km’ dir. Bölgenin 7 ilinde havaalanı vardır. Ayrıca ülkemizin en büyük kargo havaalanı olan GAP Uluslararası Havaalanı, 2007’de Şanlıurfa’da hizmete açılmıştır. Sosyal Amaçlı Projeler: GAP İdaresi bölgenin sosyal altyapısını geliştirmek, kadınların, gençlerin, çocukların toplumsal kalkınmaya katılmalarını sağlamak amacıyla ilgili kurum, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışmalar sürdürmektedir. Bunlar; okullaşma oranını artırmaya, kız çocuklarının okula gitmesini sağlamaya, meslek edindirmeye yönelik çalışmalardır. Gençlik İçin Sosyal Gelişim Projesi, Sokakta Çalışan Çocukların Rehabilitasyonu, Çocuk Okuma Odaları, Halk Sağlığı gibi sosyal amaçlı projelerle, bölge halkına hizmet edilmektedir. Tarihsel gelişimi incelendiğinde görülmektedir ki; BOP’ u benimseyenlerin, Türkiye’nin üniter yapısıyla derdi olanların, siyasi rant peşinde koşanların gözünü diktiği GAP, siyasi, ekonomik birçok krizle karşılaşmış, tamamlanması uzun bir sürece yayılmıştır. Bu büyük kalkınma projesinin gerçekleşmesinde geç kalınması ülkemize zarar vermektedir. Sosyal devlet anlayışı doğrultusunda projede yer alan hedeflerin en kısa sürede gerçekleşmesi gerekmektedir. GAP’ın tam anlamıyla hayata geçirilmesi sosyal devletin başarısı olacaktır ve artık bu başarı uzakta olmamalıdır.
www.omuadk.com
olan faktör bilinçsiz çiftçi olarak görülmektedir. Nitekim bilinçsiz çiftçilik uygulamaları, Harran Ovası’nın ¼’nün tuzlanmasına neden olmuştur. Ancak halka gerekli bilgiyi vermeyen, zamanında yönlendirme ve teşvikte bulunmayan yetkililer de bu durumun sorumlularıdır. Bölgede her türlü meyve-sebzenin yetişeceği görülmüştür. Özellikle bölgede kolaylıkla yetişen safran; tıp, kozmetik, tekstil sanayisinde kullanılmakta, büyük gelir sağlamaktadır. Yetkililerin işin başında bu konularda halkı bilgilendirmeleri gerekmektedir. Tehlikenin boyutu fark edilip gerekli önlemler daha sonra alınmıştır ancak yaşananlar bu kadar büyük bir projenin öngörüden yoksun olduğunu göstermiştir. Sanayi: İşsizlik oranının yüksek olduğu bölgede, istihdam için sanayi önemli bir sektördür. Ayrıca bölge, konumu itibariyle güney komşularımızla ticari ilişkilerin gelişmesini sağlama potansiyeline sahiptir. Bu nedenle bölgede sanayinin gelişmesi stratejik öneme sahiptir. GAP bölgesinde, biri Gaziantep diğeri Mardin olmak üzere 2 serbest sanayi bölgesi mevcuttur. 8 organize sanayi bölgesi tamamlanmıştır. Bölgede 2007 yılı itibariyle 25 küçük sanayi sitesi faaliyettedir. Aynı yıl verilerine göre bölgede 10 kişiden fazla işçi çalıştıran işletme sayısı 1969’dur. Bu işletmelerde 87.566 kişi istihdam edilmektedir. GAP’tan yapılan ihracat düzeyinde artış olduğu görülmektedir.
25
Nuri Kurtcebe'den Bandırmaya Özel
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
26 Yıl: 4 Sayı: 4
Onur UZUN OMÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrencisi
Demokrasi Üzerine Süreç, Kavram ve Sorunlar “Kemalist Türk Devrimi’nin ise A.Taner Kışlalı’nın deyimiyle, Yeni İnsanı vardır ve bu, evrimle değil; devrimle anlatılır. Yeni İnsan, sadece öznel koşulları yaratmayacaktır, sadece demokratik kültürün sahibi olmayacaktır, aynı zamanda nesnel koşulların gerçekleşmesinde de var olacaktır. Yeni İnsan; Türk Devrimi’nin, Anadolu’nun insanıdır; ulusal, halkçı ve demokratiktir. İşte bu, Mustafa Kemal’in kültür devriminin amacıdır.”
2
1. yüzyılın en önemli ve üzerinde en çok konuşulan kavramıdır şüphesiz, demokrasi. Yüzyılımıza gelene kadar ise uzun bir tarihi süreç içerisinde yoğrulmuş ve çeşitli dönüşümler geçirmiştir. Tarihsel Süreç Demokrasi, kelime anlamıyla, halk yönetimi anlamına gelen demos ve kratos sözcüklerinden oluşmuştur. Yönetim biçimi olarak da bir tanımlama yapacak olursak, kısaca; temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu çoğunluk yönetimidir.
Aynı yüzyılda, demokrasi kültürünün temellerini oluşturmaya çalışan ve demokrasi tanımlamaları Yerel Yıllık Süreli Yayın
yapan bir akım olarak da Sofizm’i gösterebiliriz. Sofistlerden sonra ise Yunan siyasal ve felsefi düşünce hayatında büyük öneme sahip olan Yunan düşünürleri ile karşılaşmaktayız: Sokrates, Platon ve Aristoteles. Sokrates, aristokratik anlayışa ve demokrasiye karşı çıkmış; toplumu en yetenekli, en erdemli ve en bilgin kişilerin yönetmesi gereğini savunmuştur. Platon ise toplumda sınıfsal bir yapıyı savunmuş; toplumu üreticiler(işçiler), askerler ve bilgeler olmak üzere üçe ayırmış; bilgeler sınıfının toplumu yönetmesi gereğini savunmuştur. Aristoteles, Platon’un öğrencisi olmakla birlikte genel olarak hocasının düşüncelerinden etkilenmiş ve benzer bir düşünüşe erişmiştir. Demokrasi, Aristoteles’e göre en iyi düzen olarak saydığı politeianın bir sapmasıdır. Politeiayı, çok zengin ve çok yoksulların bulunmadığı, orta sınıfın egemen olduğu bir toplumsal
www.omuadk.com
Bu kavram üzerindeki ilk değerlendirmeye Herodot Tarihi’nde(MÖ 490420) rastlamaktayız ve kavram şöyle ifade edilmektedir:”Halkın yönetimi, yasalar önünde eşitlik, bütün tartışmaların açık tartışmaya sunulması, yöneticilerin hareketlerinden sorumlu tutulmaları.”
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
27
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 yapıya sahip olan devlette oluşturulan yönetim biçimi olarak tanımlayabiliriz. Aristoteles, yönetimleri genel olarak ise şöyle sınıflandırmaktadır: “Tek kişinin yönetimi krallık(monarşi); bunun sapması tiranlıktır. Azınlığın, genel yararı korumak için kurduğu yönetim aristokrasi; bunun sapması oligarşidir. Çoğunluğun yasalar çerçevesinde kurduğu yönetim politeia; bunun sapması, yani bozulmuş şekli ise demokrasidir. Ancak Eski Yunan’da günümüz demokrasi anlayışına en çok yaklaşan, Epikür’ün materyalist felsefesi olmuştur.” Bununla birlikte bu felsefenin kurucusu sayılan kişi, tüm düşünürlerden önce yaşamış olan Demokrit idi ve demokrasiden yanaydı. Ona göre devletin kaynağı, toplumdaki kişisel ihtiyaçlardan doğan istemlerin karşılanması için yapılan işbölümü ve işbirliği idi. Eski Yunan’dan yüzyıllar sonra yaşayan John Locke, demokrasi kavramının gelişiminde katkısı olan önemli kişilerdendir. Locke’a göre insanlar eşit ve özgür oldukları ilkel yaşamdan, güvenliklerini sağlamak için toplumsal yaşama geçtiler. Güvenlik ve cezalandırma haklarını ise kendilerini yönetecek olanlara devrettiler. Bununla birlikte Locke, iktidarların, toplumdan devraldıkları hakları korumaması ve çiğnemesi durumunda, halkın devrim hakkının doğacağını savunmuş; yasama ve yürütme güçlerinin ayrı ellerde bulunmasının ise yurttaş için bir güvence oluşturacağını söylemiştir.
www.omuadk.com
Montesquieu, kuvvetler ayrılığı düşüncesini geliştiren ve günümüz anlayışına yaklaştıran düşünürdür. Ona göre demokratik cumhuriyetin varlığı, yasa yapma, yasayı uygulama ve yasalara göre yaptırım uygulama hakkının, farklı toplumsal güçlerin elinde bulunmasına bağlıydı. Jean-Jacques Rousseau ise tam bir eşitlikten ve çağdaş, demokratik bir düzenden yanaydı. Ona göre halk, iktidarını doğrudan kullanmalıydı. Bu düşüncesiyle de ulusal egemenlik kavramının ortaya çıkışına katkıda bulunmuştur.
28
Kavram İrdelemesi Bir toplumda demokrasinin oluşabilmesi için çeşitli siyasal, sosyal, toplumsal ve ekonomik koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Aydınlanma sürecini yaşamamış, dinsel dogmatizmin tutuculuğundan kurtulamamış toplumlarda sağlıklı, gerçek bir demokrasinin oluşumu söz konusu değildir. Koşulların gerçekleşmemesi durumun-
da, ancak kavramsal sınırlarını aşamamış, biçimsel bir demokrasiden söz edebiliriz. Temel hak ve özgürlükler ile buna dayalı yönetim anlayışını ifade eden demokratik yönetim; Endüstri Devrimi ile ortaya çıkan kavramlardır. Bu nedenle de demokratik rejimler bir kültür ürünü olarak endüstri toplumlarının sonuçlarıdır. Şu durumda söyleyebiliriz ki demokrasi, ancak Endüstri Devrimi’ni yaşamış olan toplumlarda kendiliğinden filizlenebilir. Buna bağlı olarak da Devrim’in sonucunda oluşan sermaye sınıfı ile daha sonra buna karşıt olarak doğan işçi sınıfı arasındaki denge de demokrasinin oluşumunda bir diğer koşul olarak önümüze çıkmaktadır. Ayrıca Endüstri Devrimi’nin, siyasal iktidarın kaynağını dinden alıp halka vermesi ve ulusal egemenlik kavramını ortaya çıkarması bakımından, demokrasi için zorunlu olmasa da gerçekleşmesi önemli bir koşul olduğu gözükmektedir. Ancak Türkiye’de demokrasinin oluşumunda farklı
“Demokrasi; elit bir tabakanın, seçkinlerin, sermayenin egemen olduğu bir anlayış değildir; halk için, halk tarafından, halkın yönetimi olan, emeğin ve sermayenin dengede olduğu bir uzlaşma rejimidir.” bir süreç söz konusudur. Osmanlının, dinsel dogmatizmden kurtulamamış din-tarım imparatorluğu yapısını sürdürmesi, onun Aydınlanma’yı yaşamamış, Endüstri Devrimi’ni kaçırmış olması; ulus-devlet modelinin olmayışı; yurttaş kavramının gelişmemiş, ulusun yerine ümmetin varlığını sürdürmüş olması; demokrasinin yukarıdan aşağıya oluşumunu ve gelişimini zorunlu kılmıştır. Yani Türkiye’de demokrasi, Batı demokrasilerinin gelişimi gibi aşağıdan yukarıya ve evrimle değil; yukarıdan aşağıya ve devrimle olmuştur. Tabii söylemeliyiz ki Türkiye’de demokrasiyi, ileride değineceğimiz üzere, Kemalist Devrim’in “Yeni İnsan”ı oluşturacaktır. Bunlardan hareketle modern, çağdaş bir demokrasi anlayışının var olabilmesi için gerekli koşulları, Ahmet Taner Kışlalı’dan yararlanarak şöyle sayabiliriz: • Ulusal bütünlüğün sağlanmış olması, Yıl: 4 Sayı: 4
• Toplumsal sınıflar arasındaki geçiş akışkanlığının yüksek olması, • Toplumda, çoğunluğun kitle iletişim araçlarını izleyebilecek düzeyde bir eğitime sahip olması, • İnsanların eşitlik ve özgürlüğüne, hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı bir değerler sisteminin ulusa egemen olması. Bu koşulların gerçekleşmesi oranında, doğru bir şekilde işleyecek olan demokrasi anlayışına ve demokratik bir yönetime ulaşılacaktır. Bunlar demokrasinin nesnel koşullarıdır. Bu kavramın sözlüksel bir kavram olarak kalmaması ve ideal demokrasi anlayışına ulaşılabilmesi için nesnel koşulların yanında öznel koşulların da gerçekleşmesi gerekmektedir. Demokrasiye Doğru: Aristoteles’in Yurttaşından A.Taner Kışlalı’nın Yeni İnsanına
”Farklılıkların zenginliğimiz olduğu ülkemizde ise bir arada, barış dolu, kardeşçe yaşamanın tek yolu demokrasidir. Bu yolun korunması ve yaşatılması noktasında ise Kemalist Devrim’in Yeni İnsan’ına büyük görevlerin düştüğü unutulmamalıdır. "
Kemalist Türk Devrimi’nin ise A.Taner Kışlalı’nın deyimiyle, Yeni İnsanı vardır ve bu, evrimle değil; devrimle anlatılır. Yeni İnsan, sadece öznel koşulları yaratmayacaktır, sadece demokYerel Yıllık Süreli Yayın
Demokrasinin Karşılaştığı Tehlikelere/Sorunlara Bazı Değinmeler Demokrasi, kuramsal ve uygulayış anlamında, tarihsel olarak ilk kez Eski Yunan’da, kent devletlerinde ortaya çıksa da bugünkü çağdaş ve küresel yaygın anlamına modern ulus-devletlerde kavuşmuştur. Uzun bir tarihi süreci aşarak günümüze değin gelmiş ve çağımızın vazgeçilmez bir kavramı haline gelmiş olan demokrasinin, beraberinde kimi sorunları da getirmesi elbette ki kaçınılmazdır. Bunların ilki tarihsel bir sürecin ürünü olan uyum ve dönüşüm sorunudur. Dahl’a göre demokrasinin ilk uyum ve dönüşüm sorunu, Eski Yunan’da kent devletlerinden, Fransız Devrimi ile gelişmeleri hız kazanan modern ulus-devletlere -doğrudan demokrasiden temsili demokrasiye- geçişte yaşadığı; ikincisi ise modern ulus-devletlerden diğer devlet benzeri ulus aşırı yapılanmalara geçişte yaşadığı veya yaşayacağı iddiasıdır. Her ne kadar ulus-devlet modeliyle demokrasinin sıkı bir ilişki içinde ve bu iki kavramın ayrılamaz olduğunu ifade etsek de küreselleşme olgusu altında birtakım sorunların ortaya çıkacağı ve yaşanacağı şüphesizdir. Bu daha çok, genel bir süreci ifade etmektedir. Demokrasi sorunları ile daha çok endüstrileşme sürecini tamamlayamamış ülkelerde karşılaşmaktayız. Gelişme sürecindeki ülkelerde,örneğin Türkiye’de- demokrasilerin önünde,”hem kültürel hem de siyasal ve ideolojik olarak iki tuzak vardır: Birinci tuzak; temel hak ve özgürlüklere saygılı olması gereken, yani azınlıkta kalan düşüncelerin de bir gün çoğunluk haline gelebilmelerine olanak sağlayan, çoğunluk iradesinin bu özelliğinin göz ardı edilmesi ve rejimin çoğunluk diktatörlüğüne dönüşmesi tehlikesi. İkinci tuzak; demokrasinin temel öğelerinden biri olan çoğunluk idaresinin yerine, bir azınlık iradesinin konulması isteğinin ve dolayısıyla bilim adına ya da Allah adına doğruları savunduklarını öne süren
www.omuadk.com
Demokrasinin oluşabilmesi için gerekli olan öznel koşul, demokratik kültürdür. Bu demokratik kültürün yaratıcısı veya sahibi, Aristoteles’in ifadelerinde kendisini yurttaş olarak bulmuştur. Aristoteles’e göre yurttaş,”sivil toplumun yönetimine düşünüp taşınarak ve eleştirel bir tutumla katılma gücüne sahip kişi”dir. Yurttaş kavramı, aynı zamanda dünyadaki genel süreci, evrimle oluşan demokrasileri, bilinçli yurttaşın, demokratik kurumların kuruluşuna kadar aktif olarak oynadığı rolü anlatmaktadır. Farklı bir deyimle, Fransız Devrimi’nin insanıdır Aristoteles’in yurttaşı.
ratik kültürün sahibi olmayacaktır, aynı zamanda nesnel koşulların gerçekleşmesinde de var olacaktır. Yeni İnsan; Türk Devrimi’nin, Anadolu’nun insanıdır; ulusal, halkçı ve demokratiktir. İşte bu, Mustafa Kemal’in kültür devriminin amacıdır. Bu yaratımın ise demokrasiye giden süreçte, Mustafa Kemal’in en büyük başarısı olduğunu söyleyebiliriz.
Bandırma Bandırma
• Hiçbir toplumsal sınıfın diğerleri üzerinde kesin bir üstünlüğünün bulunmaması,
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
29
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 bir azınlığın diktatörlüğünü savunan görüşlerin ağırlık kazanmasıdır.” Demokrasinin önemli sorunlarından biri de parti içi demokrasilerdir. Bu, ülkemizdeki tüm siyasal partilerin demokratik olmalarını engelleyen önemli bir içsel faktördür. Siyasal partilerin toplumda demokrasiyi geliştirebilmeleri ve demokratik kurumlara karşı gelişen güvensizliğin ortadan kaldırılması için ilk önce parti içi demokrasiyi sağlamaları gerekmektedir. Parti içi demokrasi, iktidarın inandırıcılığını ve güvenilirliğini arttıracak önemli bir etkendir. Kimi zaman seçmenler, demokratik hak ve özgürlükler adına, demokrasiyi yok etme girişiminde bulunabilecek bir iktidarı seçebilir. Böyle bir durumun ortaya çıkmasına ise literatürde Platon’un Paradoksu adı verilmektedir. Tarihte örnekleri olduğu üzere, halk tercihini demokrasiden yana kullanmayabilir, çözüm olarak ise demokrasi dışı bir olgu olarak askeri darbeler gündeme gelir. Seçimsiz bir demokrasiden söz etme olanağı yoktur. Ancak demokratik bir seçimden söz etmek için de “farklı şeyler arasında seçim yapabilme hakkı ile genel ve eşit oy hakkının” var olması gerekir. Bu nedenle ki önemli bir öğe olan seçim üzerindeki çelişkiler ortadan kaldırılmalıdır. Seçimlere giren tüm partilerin propaganda hak ve olanakları eşit olmalı; ayrıca temsil adaletsizliğine yol açan yüksek seçim barajı gibi uygulamalar düzeltilmelidir. Farklı görüşlerin temsil edilmesi ve uzlaşım ve hoşgörü temelinde, bir arada bulunması gereği, demokrasinin önemli bir ilkesi olduğu unutulmamalıdır.
www.omuadk.com
Tarihsel olarak demokrasi, dinsel dogmatizmden kurtulabilmiş toplumlarda yeşermiştir. Bu yüzden Türkiye’de cemaatçi yapılanmalar ile meydana getirilmeye çalışılan dinselleşme, demokrasinin olmazsa olmazı laikliği tahrip etmeyi amaçlamakta; dinselleşmenin ardından oluşacak bir dinci oligarşik sistemle de demokrasi tamamıyla yok edilmek istenmektedir.
30
Aşılması gereken bir husus ise -ki bu önemlidir- demokratik yönetimlerin şeffaflık, katılımcılık ve hesap verilebilirlik noktasındaki tutumlarıdır. Ülkemiz iktidarlarının bu konuda büyük bir sorun yaşadığı bilinmektedir.
İdeal demokrasiye ulaşmada bunlar, önümüze çıkan sorunlar, karşılaştığımız engellerin bir kısmıdır. Burada ideal demokrasiyi açıklama gereği de doğmaktadır. Önemli Bir Soru: Nasıl Bir Demokrasi? Demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu, azınlıkların haklarına saygı gösterildiği ve onların da bir gün çoğunluk haline gelebilme hakkının her zaman bulunduğu, özgürlükçü bir çoğunluk yönetimidir. İnsanlar eşit ve özgürdürler. İşte bunlar, aynı zamanda, demokrasinin temelindeki ilkelerdir. Böyle olması itibariyle de insan onuruna en çok yakışan yönetim biçimidir. Ancak ideale ulaşmak için kimi etkenlerin unutulmaması gerekmektedir. Özgürlük ve yargı güvencesinin olmadığı yerde demokrasi değil; çoğunluğun diktatörlüğü oluşur. Düşünce, haber alma/iletişim ve örgütlenme özgürlüğü, ideal demokrasinin oluşmasında en önemli etkenlerdendir. Demokratik işleyişin sağlıklı olarak devam edebilmesi için farklı çıkarları ve görüşleri temsil eden grupların var olması, isteklerini dile getirebilecek barışçı yolların açık olması ve bu farklı gruplar arasındaki uzlaşma unsurunun egemen kılınması gerekir. Demokrasi; elit bir tabakanın, seçkinlerin, sermayenin egemen olduğu bir anlayış değildir; halk için, halk tarafından, halkın yönetimi olan, emeğin ve sermayenin dengede olduğu bir uzlaşma rejimidir. Sonuç olarak ideal demokrasi; tek bir rengin değil, çok renkliliğin yansıması; aynı olmak zorundalığının değil; farklılıkların bir arada yaşayabildiği ve bunun başarıldığı bir sistemdir. Demokrasi; küreselleşmeci düşüncelerin hakim olduğu, ulus-devlet modellerinin yıpratılmaya çalışıldığı bir çağda, ulus-devlet gibi sahip çıkılması ve yıpratılmasına izin verilmemesi gereken bir kavramdır. Farklılıkların zenginliğimiz olduğu ülkemizde ise bir arada, barış dolu, kardeşçe yaşamanın tek yolu demokrasidir. Bu yolun korunması ve yaşatılması noktasında ise Kemalist Devrim’in Yeni İnsan’ına büyük görevlerin düştüğü unutulmamalıdır.
KAYNAKÇA: 1. TOURAINE, Alain,(1997), Demokrasi nedir? Yapı Kredi Yay. Çev. Olcay Kunal 2. KIŞLALI, Ahmet Taner,(2006), Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, İmge Kitabevi 3. KIŞLALI, Ahmet Taner,(2007), Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, İmge Kitabevi 4. KIŞLALI, Ahmet Taner,(2006) Siyasal Sistemler, İmge Kitabevi 5. KONGAR, Emre,(2007), Demokrasimizle Yüzleşmek, Remzi Kitabevi
6. KONGAR, Emre, (2001), Demokrasi Kültürü Sorunları, İst. 7. YILMAZ, Aytekin, (2003), Çağdaş Siyasal Akımlar, Vadi Yayınları 8. ATEŞ, Toktamış,(1994), Demokrasi, Ümit Yay. 9. ÖZTOPRAK SAĞIR, Meral, KARKIN, Meral,(2005), Demokrasinin Güncel Sorunları ve Demokratik Paradokslar 10. KUÇURADİ, İoanna, 21. Yüzyılın Eşiğinde Demokrasi Kavramı ve Sorunları 11. GÜNER, Zekai, (2008), Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi
Yıl: 4 Sayı: 4
me
Derle
İlk Meclis Anketi
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
İ
T
BMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu’ndan çıkan kitapta; birinci meclisteki milletvekillerine, “Kazanılacak olan ulusal bağımsızlık savaşımızın bolluk getirici (aynı zamanda; bilgi ışığını taşıyıcı) ve verimli olması neye bağlıdır?” sorusu sorulmaktadır.
www.omuadk.com
lk Meclis Birinci Dönem TBMM Milletvekilleri’nin Gelecek Beklentileri Anketi tarihin bilinmeyen sayfalarından yeni keşfedilmiş olan, cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki siyasi eğilimlere ışık tutan ilgi çekici bir araştırmadır. Necmettin Sahir SALAN tarafından 1921-1923 yılları arasında yapılan ankete 315 milletvekili katılmıştır. Anketi Mustafa Kemal ATATÜRK ve İsmet İNÖNÜ gibi mücadelenin ön sıralarındaki insanlar yanıtsız bırakmıştır. Bunun olası sebebi; o anki siyasi eğilimle devrimin lider kadrolarının hedeflediği siyasi düzenin birbirine ters düşmesi olasılığının yüksek olmasıdır. Milletvekillerinin milli mücadeleye ve ülke geleceğine yönelik soruya farklı açılardan verdiği yanıtlar; birinci mecliste yaşananların ve cumhuriyetin kolay kurulmadığının göstergesi niteliğindedir.
31 Yerel Yıllık Süreli Yayın
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Abdullah Faik (ÇOPUROĞLU) Efendi, Adana Milletvekili …Kutsal şeriat ve ulu yasanın korunmasına ve hükümlerinin uygulanmasına son derece özen gösterilerek adaletin insanlar arasında eşitlikle dağıtılmasına; Eğitimin ilerletilmesi ve yükseltilmesiyle memleketin en ıssız köşelerine kadar eriştirilmesi; her türlü endüstrinin kendi elimizle yapılıp kullanılmasına, halkın refah ve mutluluğunun sağlanmasına bağlıdır. Zekai (APAYDIN) Bey, Adana Milletvekili …Emeğin toplumsal düzenini amaçlayan halkçılığımızın uygulamada da başarılı kılınmasına bağlıdır, inancındayım. Aile kutsallığını ve ulusalcılık ilkelerine uygun bir emeğin toplumsal düzeninin hukuk temelleri üstüne kurulacak olan bu ışıklı toplumculuk ideolojisini uygulamada başarılı olması ise devletleştirme ve belediyeleştirme yöntemleriyle ve bütün toplumsal ve ekonomik güçlerimizin birleşmesiyle örgütlenmi bir kitle halinde batı kapitalizmine karşı savaşıma devam edebilmekliliğimize bağlıdır ki yerel yönetim özerkliğini sağlamak ve şuralarda mesleki temsil ilkesine dayalı bir seçim sistemi uygulamak ve bu savaşımın bir gerekliliği olarak gerekecektir. Bekir Sami (KUNDUH) Bey, Amasya Milletvekili Çağdaş anlayışa uygun olarak düşünmeye başlamak, hayal peşinde değil gerçek uğrunda çabalamak ve memleketi kendimiz için değil kendisi için sevmeyi öğrenmeye bağlıdır.
www.omuadk.com
Hamdi (APAYDIN) Bey, Amasya Milletvekili Bağımsızlık savaşımızın bolluklu ve verimli olabilmesi benliğin bizliğe dönüşebilmesine bağlıdır.
32
Ali Fuat (CEBESOY) Paşa, Ankara Milletvekili Bu amaçla Batı’nın teknik ve akılcı araçlarını kabul etmek ve yeni girişimlere ulusal bir kişilik verebilmek için üniversiteleri yetkin bir duruma getirmek ve okulları arttırmak gerekir. Bütün bu girişimlerde lüks ve gösterişten uzak durmak koşuldur. Bu çağdaşlaşma hareketinde ulusal birliğin ve kararlılığın korunması ve pekiştirilmesi temeldir. Bu amaçla, çağdaşlaşan her ulus ve memlekette olduğu gibi, ulusal ve dinsel gelenekler iyileştirilmeli ve korunmalıdır. Kültür çok geliştirilmelidir. Halil İbrahim (ÖZKAYA) Bey, Antalya Milletvekili Milli varlığını iyi bilmek, bildiğini yapmak, yaptığını bilmek. Hamdullah Suphi (TANRIÖVER) Bey,
Antalya Milletvekili Ruhumuza vaazdan, edebiyattan, ağlar bir müzikten, mezarlık üstüne bakan köy, kasaba ve okullardan gelen ölüm ve gelip geçicilik felsefesi yerine yaşam sevgisi getiren yeni bir felsefe sokmaya çalışılmalı. Kendisinin sapık, cahil kalabalık arkasından sürüklemeyi onur sayacak kadar cesaretsiz ve iki yüzlü olmayan genç bir kuşak, yaşam sevgisi, ulusalcılık sevgisi, kazanç sevgisi. Bugünkü savaşımızı tamamlayacak şeyler bence bunlardır. Rasim (KAPLAN) Efendi, Antalya Milletvekili Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun elinde kalmalıdır. Eski anayasa (KE) hükümleri gereği devlet başkanlığının soydan geçmesi konusunun kaldırılması, temel ilkemiz olmalıdır. Bu eski yöntem gereğince, ulusun bireyleri bir esirler kafilesi gibi ülke de bir malikane biçiminde miras alınıyor. Bu biçime göre, bu ulus ve ülkeyi soydan gelerek yönetimleri altına alanlar bazen deli, bazen sefil ve cahil ve çoğucası da, kendi kişisel konumuna tutkulu, genel yararı gözden çıkarmaya yatkın zayıf kişiler oluyor. Bu konumda bu yöntemle yeterli kişiyi görebilmek iyiliği, bir iki yüzyılda bir rastlantının bağışlayacağı bir görünmeye asılı kalır. Hilmi Bey, Ardahan Milletvekili …Kararlı ve bilinçli bir yönetim kurmakla olabilir. Halkın eylem ve istemini egemen kılmak ilkemiz olmalıdır. Yalnız bu yetkilerin ne kutsal bir taşkınlığa ne de sıkıcı bir baskıya yönelmemek gerekir. Yani halka layık olanı esirgememeli ve devlet de ancak gerekeni almalıdır. Refik (SAYDAM) Bey, Beyazıt Milletvekili Milletimizin kutsal birliği ile yarattığı bütünlüğün ve açtığı nurlu yolun bilinç alanında sonsuz sürmesi, öncelikle bilime, uzmanlığa yani bilmeye; ikinci olarak böyle, bilime, uzmanlığa dayanan ekonomik gelişme, yani dünya pazarında varlığını gösterecek bir üretim etkeni olmaya bağlıdır. Bu iki esası sağlarsak, varlığımızı ve vatanımızın bağımsızlığını her zaman onurla savunuruz, inancındayım. Mehmet (DİNÇ) Bey, Biga Milletvekili …Makineler kurulmalı, çünkü havada uçanlara yerde koşanlar yetişemez. Onlara erişmek, yerlerin durulmasına, vakitlerin kısılmasına bağlıdır… Abdullah Sabri (AYTAÇ) Efendi, Bolu Milletvekili Tanrının kitabıyla, peygamberin sünnetine sarılmaya bağlıdır. Bu yüce tutunma ancak bilim ve kültürle olur. Bilimin ise ancak eski bilim medreselerini ve eski dini okulları canlandırmakla ortaya çıkacağını pek açı Yıl: 4 Sayı: 4
deneylerle gördük ve işittik. Operatör Emin (Erkul) Bey, Bursa Milletvekili …Bu bağlamda kaydedilmesini uygun gördüğüm bir gerçek de, padişahın ulusu bir koyun sürüsü yani bir hayvan topluluğu sayması da kendisinin bir sürüyü istediği yana yöneltebileceği savının (ki şimdi TBMM üyelerinden Rauf [Orbay] Bey, Konya milletvekili Hoca Vehbi [Çelik] Efendi ve arkadaşlarının padişah huzuruna çıktıkları tarihi anda Sultan Vahdettin aynen böyle söylenmiştir.) ne kadar boş olduğu, tam tersine ulusumuzun öteki uygar uluslar gibi ergenliğini kanıtlamış bulunduğudur. Sıddık (MUMCU) Bey, Çorum Milletvekili …Ahlakımızda devrim, memleketimizin bilim ve kültüründe gerçek bir devrim, mezhep çatışmasının kökten çözümü…
Kadri Ahmet (Kürkçü) Bey, Diyarbakır Milletvekili Yerel Yıllık Süreli Yayın
Hüseyin (GÖKÇELİK) Bey, Elazığ Milletvekili Sevr Antlaşmasını imzalamakla yaşam bağımsızlığımızı ve ulusal namusumuzu satan ve bunu kabul eden ve onaylayanların, başta padişah olmak üzere topunun İstiklal Mahkemesi’ne verilmesine, anayasanın halk ve köylü yararına daha düzeltilerek geciktirilmeden uygulanmasına bağlı olduğu kanısındayım. Sırrı (ÖZATA) Bey, Ergani Milletvekili Ulusal bağımsızlık savaşımızın başından beri meşru ulusal hareketlerimizi takdir ederek siyaset ve yardım elini BMM hükümetne uzatan Sovyet Rusya hükümetiyle “Bolşevizm yönetim yöntemine kapılmamak koşuluyla” ciddi biçimde başlaşıklığımızı güçlendirmek ve sürdürmek… Türkiye’nin yükselmesini İslam dünyasının birleşmesinde, İngiltere’nin maddi ve manevi gücünün kırılmasında, Hindistan’ın kurtulmasında ve bağımsızlığında ve bütün bu gerçeklerin verimli olmasını BMM hükümetinin güç ve siyaset elinde olduğuna tam inanarak dünya siyasetinin bize bağışladığı fırsattan en büyük ölçüde yararlanmak. Ahmet Hamdi (AKSOY) Bey, Ertuğrul Milletvekili …Her memlekette olduğu gibi bütün devrimlere, dönüşümlere aydınlar önder ve örnek olurlar… Ulusal sevgi ve inancın ateşi o kadar şiddetli olmalıdır ki, onun alevi bütün dünya Türklüğünün ışığı ve insanlığın saygı gösterdiği kutsal bir ateş olsun… Bence dava Türklük davasıdır. Türk kendi benliğini, ulusal zevkini tattıktan sonra önüne geçilmez bir sel olur. Şeyh Hacı Fevzi (BAYSOY) Efendi,
www.omuadk.com
Hacı Şükrü (AYDINDAĞ) Bey, Diyarbakır Milletvekili …Çağımızda dinsel dayanışmalar bir devletin kalıcılığını sağlamaktan pek uzaktır. Son olaylarda, peygamber soyundan gelenlerin halifeliğe karşı ayaklanması ve düşmanla işbirliği etmesi buna pek acı bir örnek oluşturur. Halifelik ve saltanat aynı anda düşünülmelidir… Anayurdumuzda tarihin birleştirdiği Türk ve Kürd’ün ortak geleceği sorununu, yeni yönetimimiz önemle kendisine konu edinmelidir. Kürd’ün vatana bağlılığı yalnız din duygusuyla değildir. Ortak tarihin doğurduğu duygularla ekonominin de buna etkisi vardır. Kürt, Türk’süz yaşayamaz ve Türk’ü Asya’da bekleyen parlak gelecekten Kürd’e pek büyük bir gurur ve onur payı ayrılacaktır. Türk ve Kürt bundan sonra yeni yönetim altında eski tarihin daha büyük daha görkemli sayfalarını yazacaklardır.
Dış siyasetimizde, Asya siyasetine sadık kalarak ulusal harsla birleşeceğimiz ve yarar ortaklığına gireceğimiz ulusların her türlü gelişmesinden faydalanmak fırsatları kaçırılırsa bu tehlikeli bir öngörüsüzlük olur.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
33
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 Erzincan Milletvekili “Toptan Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin” diyen Tanrı yasasına uyarak kararlılık, iman ve sabır ve kararından vazgeçmeme ve sağlam durmaya bağlıdır. Mehmet Salih (YEŞİLOĞLU) Efendi, Erzurum Milletvekili Savaş ertesi ulusuna, ulusallığına, iradesine bağlılığı bitimsiz kararlık ve inanç sahiplerini başa getirmek, bağımsızlık ağacını kemirmekte olan bütün tutku mikroplarını siyaset ilacıyla temizlemek, memlekette baskıyı, diktatörlüğü, kişi egemenliğini kaldırıp herşeyde kitabı buyurucu kılmak, insanlık ki değişmez bir doğa yasasına sahiptir, onun aşamalarını kolaylaştıracak kalıcı, kesin, değişmez yönetim kuralları koymak, memleketin gereksindiği nüfus, irfan, zenginliği olabilecek en hızlı biçimde çoğaltmaya çalışmak ve halkı aşırı sosyalizme doğru yöneltmek ve aydınlatmakla yararlı sonuçları derlenebilir ve olmazsa olmaz. Hüsrev Sami (KIZILDOĞAN) Bey, Eskişehir Milletvekili …Başlıca iki öğe şimdiki vatan sınırları içinde yaşayacaktır: Türk ve Kürt! Devletin yeni yönetimi bu iki öğeyi kardeşçe birleştirecek bir biçimi içermelidir. Bu biçim nedir, nasıl şeydir? Bunu ancak devrimin sonucu belirleyecektir. Fikri Faik (GÜNGÖREN) Bey, Genç Milletvekili …Bu büyük başarıların bolluk getirici ve verimli olması ancak ve ancak ulusun bireylerinden her birinin gerçekten egemenliğini kavramasına bağlıdır… Yoksa onun meclisi de hükümeti de, 1908’de ilan edilen anayasalı yönetim gibi başına mutlakiyetten çok bela olur, soyulur, ezilir ve o zaman kazanılan unutulur, çizilen sınırlar da unutulur.
www.omuadk.com
Mazhar Müfit (KANSU) Bey, Hakkari Milletvekili Yıllardır efendiliği, yetersiz kişilerce elinden zorla alınan saygın köylümüzün efendiliği kendisine geri verilerek haklarına saygı gösterecek ve yönetim işlerini onlara verecek yani halka doğru gidecek yönetimin kurulması için düzenlenmesi gereken yasaların hızla çıkarılmasına ve uygulanmasına bağlıdır.
34
Mahmut Esat (BOZKURT) Bey, İzmir Milletvekili …Bizi yönetenler, toplumumuzun genel yararında sıkı sıkıya esinlenmemişlerdi. Çünkü bunlar bizden değildi. Bizden oldukları zamanlarda da devleti harekete geçiren, devletin amaçladığı, toplum ve onun yararları değildi, Gerçekte kişiseldi ve her şey onundu. Türkiye ve en başta Türk halkı firavunların piramitlerini yapan baskı altındaki insanlar gibi bir sürü kölelerdi. Bu bakımdan Türk toplumu Osmanlı imparatorluğu
tarihinde hiçbir zaman yararlarına hizmet eden bir devlet ve hükümet kuramadı… Bugün dirilmekte kararlı olan Türkiye’mizin her şeyden önce bu yarayı kapatabilecek ve onun yeniden işlemesine engel olacak bir devlet örgütü olmalıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun olmalı ve ulus bunu almalıdır. Refet (BELE) Paşa, İzmir Milletvekili Belki kararlılık ve inanca, belki isteme ve belki daha bir çok şeylere… Hepsinden önce iyi niyete. Yunus Nadi (ABALIOĞLU) Bey, İzmir Milletvekili Ulusların yaşamında biri oluşmaya, öteki yetkinleşmeye ilişkin iki aşama vardır. Bizim durumumuzda öncelikle ortada oluşmuş, fakat uluslar sistemi içinde daha yetkinleşmesi ve yükselmesi gerekli bir Türk ulusu vardır demeliyiz… Oluşmuş bir ulusu yürütecek ve yükseltecek olan en esaslı etken, o ulusun benliğini kavramasına dayanan –hep uyanık, hep çoşku içindebir ulusal harekettir... Fuat (CARIM) Bey, İzmit Milletvekili Ulusal savaşımın verimli olması, bence adı ne olursa olsun kişisel yönetimlere son vermekle olanaklıdır. Fahrettin (ERDOĞAN) Bey, Kars Milletvekili …Yasaya aykırı davranan bütün sivil ve asker kamu görevlilerinin merhamet edilmeden ömür boyu görevine son verilerek, belgelerine kayıt düşülmesi, kendisine damga vurulması. Çünkü Japonlar bu yasayla yolsuzluğun önünü almışlar ve bu damgalama yasasını Kuran’dan çıkarmışlardır… Atıf (TÜZÜN) Bey, Kayseri Milletvekili Ulusal bağımsızlık sürekli olarak bolluk getirici ve verimli olmasını, halifelik ve sultanlık yönetiminin değiştirilmesiyle, ulusal egemenliğin gereği gibi kurulması, anayasanın ona göre düzenlenerek iyileştirilmesi, ulusal ve dinsel bağnazlık ve cehaletin giderilmesi ile ulusal sınırlar içerisindeki İslam öğelerinin bir nokta çevresinde toplanması, Doğu siyasetini esas olarak kabul etmekle birlikte çağdaş uygarlıktan yararlanmak amacıyla bize daha az zarar verecek bir devlet sermayesinden faydalanarak memleketin bayındırılması ve ilerletilmesi konularında görüyorum efendim. Mahmut Celal (BAYAR) Bey, Saruhan Milletvekili Ortaklaşa ekonomi gücünün kurulmasına ve gelişmesine bağlıdır. Hasan (SAKA) Bey, Trabzon Milletvekili Paraya. Yıl: 4 Sayı: 4
Zuhal KÜÇÜKMUSTAFA OMÜ İstatistik Bölümü Öğrencisi
T
Örtünen Yasalar
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Osmanlı Devleti, son dönemde birçok alanda uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle yıkılma sürecini hızlandıracak ve yerini kökten değişmiş olan yepyeni bir cumhuriyete bırakacaktır. Cumhuriyete giden yolda önemli bir adım olan TBMM’nin hazırladığı 20 Ocak 1921 tarihli anayasa ile birlikte kavram kargaşalarına bir ölçüde son verilecektir. Ancak bu anayasa metninin içeriğinde inanç, din ve ibadet özgürlük-
“Ulusal devrim süreci boyunca yürütülen pek çok politika tepeden inme uygulanmıştır. Çünkü bizler batının geçtiği sosyolojik evrim süreçlerinden geçmedik; geçmişimizde yaşanmış bir aydınlanma devrimi veya din adına herhangi bir reform yoktur. Bu nedenledir ki henüz yüz yılı bile doldurmayan ve birçok kez darbe almış olan cumhuriyetimizde, bazı olguların oturması zaman alacaktır.” lerine dair kanunlar yer almayacaktır.1921 Anayasası birçok eksikliklerine rağmen laik düzene geçişte atılan ilk adım olması özelliğini; “20.1.1337(1921) Anayasası-Teşkilat-ı Esasiye Kanunu; Madde 1: Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir.”(5) maddesiyle alır. Madde ilk defa milletin iradesinin halifenin iradesinden önce gelebileceğinin ışıklarını yakmaktadır.1921 tarihli anayasanın kabul edilmesinin sonrasında, süreç daha farklı gelişecektir. Artık atılan adımlar daha kesindir. Cumhuriyetin ilanının ardından kabul edilen 1924 Anayasası’nda alınan kararlar ayrıca önem arz etmektedir. Bu anayasa laiklik ilkesinin gelecek anayasalardaki yerinin belirlendiği bir çerçeve niteliği taşır. Anayasadaki 70 ve 75. maddelerle kişi dokunulmazlığı, din ve vicdan hürriyeti güvence altına alınmıştır. Madde 70: Kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz, yayım, yolculuk, bağıt(…….) , çalışma, mülk edinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Türklerin tabii haklarındandır. Madde 75: Hiçbir kimse felsefi inanından, din ve mezhebinden dolayı kınanamaz.(…) (6)Ancak 1924 Anayasası’nın ikinci maddesiyle, diğer maddelerce tanınan haklar sınırlandırılmaktadır. Bu maddede devletin resmi dininin “İslam” olduğu belirtilmekte; kişilere tanınan özgürlükler devlet yapısına tanınmamaktadır. Anayasanın diğer çelişkisi ise metnin ikinci bölümünde yer alan 16. ve 30. maddeler gereğince milletvekilleri ve cumhurbaşkanının yemin metinlerinde
www.omuadk.com
ürkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, anayasanın başlangıçta belirtilen temel ilkelerine dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.(1) Devletin niteliğini belirten ve aynı zamanda anayasal süreç, ışıklarını cumhuriyete çevirdiği günden itibaren, en çok değişikliğe uğrayan bu madde, son şeklini 1982 Anayasası ile almıştır. Adı: Madde 2’dir.Madde 2’nin amacı nedir? Bu maddeyle birlikte cumhuriyet rejiminin temelini oluşturan ilke anayasaya yerleştirilmiştir. Yani laiklik ilkesi, yerini anayasadaki ikinci maddeyle almıştır. Önceleri din-anayasa çıkmazında kalan bu madde, zamanla anayasadan dinin çıkarılmasını sağlamıştır. Dinin hem kalması gerektiği sınırları çizmiş hem de dinin özgürce yaşanmasına olanak sağlamıştır. Ancak bu süreç kolay yaşanmamış; bazı olguların yerleşmesi zaman almıştır. Bu süreçte yaşanan hukuksal ve siyasal gelişmeleri incelemek gerekir. Bu inceleme; cumhuriyet öncesi atılan adımlar, cumhuriyetin ilk yıllarındaki önemli gelişmeler (Halifeliğin kaldırılması, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu vb.) ve cumhuriyetin sonraki yıllarındaki gelişmeler (1961, 1982 Anayasaları) olarak değerlendirilebilir. Cumhuriyet öncesi hukuk düzeninin evreleri; Sened-i İttifak, daha sonraki dönemleri de etkileyecek olan Tanzimat Fermanı, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’in ilanı olarak değerlendirilebilir. Sened-i İttifak ile başlayan anayasal süreç birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. İlk anayasa olarak kabul edilen bu metin, merkezi otorite kaynaklıdır; ancak ayanlarla bir anlaşma niteliği taşımaktadır. Bunun yanı sıra “fukara ve yönetilen halka”(2) sınırlı olsa da çeşitli haklar tanınmaktadır. Fakat bu metin günümüzde kimi aydınlarca feodal rejime geri dönüş olarak algılanır. Sonrasında ilan edilen Birinci Meşrutiyet, yeni bir anayasa getirir. Kanun-i Esasi adını alan anayasa metninde “kişi hak ve ödevleri” bölümü yer alır. Maddelerdeki bazı ibareler, verilen hakların kısıtlamalarının da olduğunu belirtir. 11.maddedeki “Devlet-i Osmaniye’nin dini; din-i İslam’dır.”(3) ibaresi bunun kanıtıdır. Bununla beraber 15. Maddedeki, “kanunlar önünde haklar ve ödevler bakımından tüm Osmanlıların eşit olduğu”(4) ibaresi ise Kanun-i Esasi’nin kişilere tanıdığı haklar arasında yer almaktadır. Yaklaşık otuz yıl kadar askıda kalan bu anayasa İkinci Meşrutiyet’le beraber tekrar gündeme getirilir. Bu dönemde, Osmanlı’nın diğer dönemlerine göre daha ilerici bir anlayış güdülmüştür. Ancak süreç boyunca uygulanan baskılar göz ardı edilmemelidir. Dönem içindeki gelişmeler reddedilemeyeceği gibi bu gelişmelerin yeterli olmadığı da açıktır. Yüzyıllardır topluma dayatılan dine hizmet; halife ve padişaha bağlılık politikasını yıkmak o kadar da kolay olmayacaktır.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
35
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
dinsel öğeleri barındırmasıdır. Madde16: Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilakaydü şart hakimiyetine mugayir(farklı, başka) bir gaye takip etmeyeceğime cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma vallahi.(7) Türkiye’de süreç hızla laik düzene gitmekte ve bu yönde değişiklikler gerçekleşmektedir. 2.madde; 11 Nisan 1928 tarihli ve 1222 sayılı kanunla değiştirilerek anayasadan din ibaresi kaldırılır. Ancak 2. madde anayasadaki son şeklini 1937 tarihli, 3115 sayılı kanunla alır. Madde 2: Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçe’dir. Başkenti Ankara şehridir.(8) Eş zamanlı olarak 16. ve 30. maddelerdeki “vallahi” ibaresi de metinden kaldırılır.
www.omuadk.com
“Laik devlet olgusunun amacı sadece dini siyasetten ayırmak değildir. Asıl hedef insanların hangi dine inandıklarıyla ilgilenmeksizin inançlara tanıdığı özgürlük alanıdır. Dini öğelerin egemen olduğu toplumlar, her zaman birileri tarafından sömürülmeye açıktır. Bu toplumlar sömürüldüğünde geriye kararsız, düşünme yeteneği olmayan bir toplum kalır. İşte bu toplulukta din, birçok çıkar uğruna simgeleştirilmiştir”
36
1961 ve 1982 Anayasaları Özgürlükçü olarak tanımlanan 1961 Anayasası’nın askeri bir müdahale sonucu doğduğunu unutmayarak bu anayasanın laik düzene kazandırdıklarını incelemek gerekir. Bireysel özgürlüklerin güvencesinin tam olarak sağlandığı metinlerde, din ve vicdan hürriyetinin yeri 2, 12 ve 19. maddelerle sağlamlaştırılmıştır. Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Madde 12: Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımını gözetmeksizin, kanun önünde eşittir. Madde 19: Herkes, vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler ve din ayinler serbesttir.(…)Kimse dini inanç ve kanaatlerinden ötürü kınanamaz.(…)din eğitim ve öğretimi ancak kişinin kendi KAYNAKÇA: 1. Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası 2. Türk Anayasa Hukuk Sitesi-anayasa.gen.tr 3. Prof.Dr.SunaKili,Prof.Dr.Şeref Gözübüyük-Sened-i İ ttifak’tan Günümüze Türk Anayasa Metinleri (sayfa 37, Tebaa-i Devlet-i Osmaniye’nin hukuk-ı umumiyesi bölümü) 4. Prof.Dr.SunaKili,Prof.Dr.Şeref Gözübüyük-Sened-i İttifak’tan Günümüze Türk Anayasa Metinleri (sayfa 38, Tebaa-i Devlet-i Osmaniye’nin hukuk-ı umumiyesi bölümü)
isteğine ve küçüklerinin de kanuni temsilcilerinin isteklerine bağlıdır(…) (9) 1980’lere gelindiğinde Türkiye’de kargaşa ortamıyla beraber kutuplaşmalar artmış; buna yönelik olarak gelen askeri bir müdahalenin sonrasında yeni bir anayasa oluşturulmuştur. Bu anayasa ile 1961 Anayasası’nın bireye kazandırdığı birçok özgürlük geri alınmış, kişiler toplumdan yasalarla soyutlanmıştır. 1961 Anayasası’nda “temel hak ve hürriyetlerin özü, sınırlandırılması ve kötüye kullanılması” başlığı altında yazılanlar, 1982 Anayasası’nda bir bölüm daha eklenerek daha katı bir şekilde yer almaktadır. Örneğin bahsi geçen bölüm “temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” adını alırken, madde 15’de “(…)durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir.”(10) ibaresi yer almıştır. Ayrıca; 1961 Anayasası’nın 19.maddesinde “din eğitimi ve öğretiminin ancak kişinin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteklerine bağlı kılınarak”(11) verilen hak, 1982 Anayasası’nda yeniden düzenlenmiştir. Bu madde “(…) din ve ahlak eğitimi ve öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılması ve ilk ve orta öğretim kurumlarında bu dersin zorunlu olarak okutulması”(12) şeklinde değiştirilmiştir. Ulusal devrim süreci boyunca yürütülen pek çok politika tepeden inme uygulanmıştır. Çünkü bizler batının geçtiği sosyolojik evrim süreçlerinden geçmedik; geçmişimizde yaşanmış bir aydınlanma devrimi veya din adına herhangi bir reform yoktur. Bu nedenledir ki henüz yüz yılı bile doldurmayan ve birçok kez darbe almış olan cumhuriyetimizde, bazı olguların oturması zaman alacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki bunca saldırının hedefi olan rejim bugün ayaktadır. Bu kadar sağlam durmasının temel dayanağı laiklik ilkesidir. Laik devlet olgusunun amacı sadece dini siyasetten ayırmak değildir. Asıl hedef insanların hangi dine inandıklarıyla ilgilenmeksizin inançlara tanıdığı özgürlük alanıdır. Dini öğelerin egemen olduğu toplumlar, her zaman birileri tarafından sömürülmeye açıktır. Bu toplumlar sömürüldüğünde geriye kararsız, düşünme yeteneği olmayan bir toplum kalır. İşte bu toplulukta din, birçok çıkar uğruna simgeleştirilmiştir. Artık din toplulukları birleştiren bir öğe olmaktan çok, ayıran bir unsur haline gelir. Ülkemizde maalesef iktidarlar bu sürecin hızlanması için uğraş veriyor. Laik düzenin temsilciliğini yapmak yerine, bu olgunun ortadan kalkması hatta din odaklı, sorgulamayan bir düzen oluşmasına yıllardır göz yumuluyor. Kısacası Türkiye’de yasalar siyasetle; siyasetse dinle örtünüyor.
5.Türkiye Cumhuriyeti 1921 Anayasası 6. Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası 7. Prof.Dr.SunaKili,Prof.Dr.Şeref Gözübüyük-Sened-i İttifak’tan Günümüze Türk Anayasa Metinleri (sayfa 130) 8. Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası 9. Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasası 10.Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası- www.tbmm.gov.tr
Yıl: 4 Sayı: 4
OMÜ İşitme Engelliler Öğretmenliği Öğrencisi
“Hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, planlarıyla yükselsin. Tarih böyle bir şey yazmamıştır.”
Şanghay İşbirliği Örgütü
1
Yerel Yıllık Süreli Yayın
pazarını oluşturmak için birleşmeye başlamış ve bu bağlamda yeni bir birlik kurulmuştur. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Kuruluşu ABD’nin Orta Asya’daki etkinliğini yok etmeye çalıştığı Rusya Federasyon’u (RF) kendisine özellikle ekonomik büyüme konusunda rakip olan ancak pek çok ortak çıkarının bulunduğu Çin Halk Cumhuriyet’i (ÇHC) ile işbirliği girişimlerinde bulunmuştur. Bunun üzerine, 26 Nisan 1996’da Çin’in Şanghay kentinde Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan devlet başkanlarının katılımı ile ilk toplantı gerçekleştirilmiştir. Toplantı sonunda, sınır bölgelerinde askeri anlamda karşılıklı güvenin sağlanması kararının alınması ile kuruluş antlaşması imzalanmıştır. Toplantının Şanghay’da yapılması ve beş ülkenin katılması nedeni ile topluluk “Şanghay Beşlisi” olarak adlandırılmıştır. 2000 yılında Şanghay Forumu adını alan örgüt, 2001 yılında Özbekistan’ın katılması ile “Şanghay İşbirliği Örgütü” adını kabul etmiş, bölgesel güvenliği ve ekonomik işbirliğini amaçlayan yeni
www.omuadk.com
991’de SSCB’nin dağılmasından sonra dünya, tek kutuplu bir sürece girmiş ve böylelikle ABD dünyadaki sömürü gücünün liderliğini üstlenmiştir. Batı; Gürcistan, Kosova, Ukrayna vb. ülkelerde “Demokrasi Projeleri” uygulayıp renkli devrimler üreterek ülkeleri kaos orta“Kazakistan Devlet Başkanı mına sürükleyerek Nursultan Nazarbayev şöyle kendi istekleri doğaçıklıyor: ”Dünya nüfusurultusunda yönetimler yerleştirmiş nun çoğu Asya’dadır. Doğal veya Afganistan, zenginlikler de Asya’dadır. Irak vb. ülkeleEn zengin kültür Asya’dadır. re de doğrudan silahlı müdahalede GELECEK DE BURADADIR.” bulunmuş, dünyadaki “tek güç benim” mesajı vermiştir. Ancak uygulanan bu politikalarla, dünyanın tek kutuplu düzeni kaldıramayacağı anlaşılmıştır. Batı, bu tür politikaları güderken Doğu kendi güvenliğini temin etmek ve ekonomik birlik sağlayarak kendi
Bandırma Bandırma
Raife YILMAZ
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
37
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
38
bir uluslararası örgüt olarak kurumsallığını pekiştirmiştir. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Üye Olan Ülkeler •Rusya: Rusya’nın ŞİÖ’ ye yaklaşımının temelinde Orta Asya’daki etkinlik mücadelesi; bölge devletleri ile BDT(Bağımsız Devletler Topluluğu) ve KGAÖ (Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü) vasıtası ile ilişkilerinde bütünleştirici ve sağlamlaştırıcı bir araca olan ihtiyacı; Çin ile işbirliği fırsatını değerlendirebileceği bir platform ve karşılıklı güç dengesini sağlamaya yönelik bir ortam oluşturma isteği vardır. Aynı zamanda Rusya, SSCB’nin yakaladığı başarıya yeniden ulaşmayı amaçlayarak, gerek BDT’nin gerekse KGAÖ’ nün kurulmasına öncü olmuştur. Rusya, Örgüt’te etkin bir güç teşkil etmektedir. Rusya’nın aracılığıyla ASEAN(Güneydoğu Asya Ulusal Birliği), KGAÖ ve BDT, Çin tarafından kabul edilmiş ve bu örgütlerle işbirliğine gidilmiştir. Ayrıca gözlemci ülkeler de bulundukları konuma Rusya’nın ısrarı ile kavuşmuşlardır. Özellikle BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) uygulamaya geçirilmesinden sonra İran ile de ilişkilerini geliş“Güvenlik sebebiyle üyetirmiştir. Bu durumda si bulunduğumuz NATO, ABD’nin İran üzerinTürkiye’yi Doğu’dan uzaklaş- de kurmaya çalıştığı baskının rolü büyüktür. tırıp, Batı’ya entegre olmaya Çünkü Amerikan sömüçalışan bir ülke haline getir- rüsü ile Rus sömürüsü miştir. ŞİÖ üyesi olan ülkeler pazarlarda çarpışmaktadır. Türkiye’nin artık Asya’nın •Çin Halk Cumhugücünün farkına varmasını riyeti: sık sık dile getirmektedirler.” Çin, Orta Asya’yı, Batı’ya açılan bir kapı, yeraltı kaynakları zengin “stratejik değeri yüksek bir ara bölge” olarak görmektedir. Orta Asya Çin için sadece coğrafi değil, siyasi ve kültürel açılardan da çok önemlidir. Dünyanın en fazla nüfusuna sahip ülkesi olan Çin, 1978 sonrası, penceresini dünyaya açmıştır. Devlet Başkanı Deng Xiaoping’ nın uyguladığı reform ve dışa açılım projesi ile(1978-1997) Çin ekonomisi engellenemez bir yükseliş göstermiştir. Ülkenin, 2001 yılında dahil olduğu Dünya Ticaret Örgütü’ndeki konumu da çok önemlidir. Hızlı yükselen ekonomisi ile Çin, 2001 yılından sonra dünyanın dördüncü büyük ekonomisi haline gelmiştir. Böylelikle sömürü düzeninde kendine önemli bir yer edinmiştir. Çin’in örgütün kurulmasında Rusya’ya destek vermesinin sebepleri şu şekilde sıralanabilir: 1) Sınır güvenliği,
2) Batı bölgesinin gelişmişliğinin az oluşu (İç Moğolistan, Tibet ve Xinjiong kentleri), 3) Artan enerji ihtiyacı. Çin’in bunları sağlayabilmesi için örgütteki ülkelerin-özellikle Kazakistan ve İran-desteğine ihtiyacı vardır. Çin, ŞİÖ’ nün etkili bir gücüdür. •Orta Asya ülkeleri: ŞİÖ üyesi olan Orta Asya ülkeleri -Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan- tarafından hem Doğu hem de Batı ile birlikte, eşitlik temelinde bir ortaklık ve işbirliği amaçlanmaktadır. SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan bu devletler ile birlikte Rusya’nın öncülüğünde BDT ve KGAÖ ’yü kurulmuştur. ŞİÖ de haliyle bu örgütler ile işbirliği içindedir. Dünyada ABD’ye alternatif bir güç olma iddiası içindeki Rusya ve Çin, her ne kadar aynı örgütte yer alsalar da ikisi de süper güç olmayı hedeflemektedirler. Emperyalist Batı ülkeleri de Orta Asya’da hakimiyet kurma emeli gütmektedirler. Bunun nedenini ise Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev şöyle açıklıyor: ”Dünya nüfusunun çoğu Asya’dadır. Doğal zenginlikler de Asya’dadır. En zengin kültür Asya’dadır. GELECEK DE BURADADIR.” Bu söylemden de anlaşıldığı üzere dünyanın çıkarı Asya’dadır. ABD’nin Afganistan’a saldırması da Kırgızistan ve Çin’de, kendi çıkarı doğrultusunda renkli devrimleri desteklemesi de bundan olsa gerek. ABD’nin bu politikalarının şüphesiz bir diğer sebebi de özellikle Rusya’nın sık sık dile getirdiği “çok kutuplu dünya” söylemini engellemek maksatlıdır. • İşbirliğine Gidilen Ülkeler ve Kuruluşlar: ŞİÖ’ ye üye olan ülkeler dışında; 2004’te Moğolistan, 2005’te İran, Hindistan ve Pakistan örgüte gözlemci üye olarak katılmıştır. Afganistan ise birliğin “diyalog” ülkesidir. Birlik ülkelerinin iddialarına göre birliğe şu anda dünyanın en güçlü devletlerinden olan ABD ve Japonya’nın da gözlemci üye olmak için başvurduğu ancak kabul edilmedikleri belirtilmiştir. Adı geçen iki ülke ise bu iddiayı yalanlamaktadırlar. 2005 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ne de gözlemci olma konusunda teklif götürülmüş; ancak Türkiye Cumhuriyeti bu teklife sıcak yaklaşmamıştır. Birliğin işbirliğine gittiği kuruluşlar şunlardır: • SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan devletler tarafından güvenliği sağlamak maksadıyla kurulan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ile güvenlik işbirliğine girmiş olan ŞİÖ; böylece, gelecekte Asya’nın ekonomi ve güvenlik alanında belirgin rolü üstlenmesinde aday durumuna gelmiştir. • ŞİÖ, Nisan 2005’te SSCB’nin dağılmasından Yıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Bandırma Bandırma
Maddelere baktığımızda üye devletlerin hepsi “kağıt üzerinde” eşit haklara sahip görünmektedir. ŞİÖ,kararların uzlaşmaya varılarak alınması, görüşlere, yaklaşımlara, birbirlerinin fikirlerine, kültürüne, gelenek, görenek ve düzen farklılıklarına karşılıklı saygı gösterilmesi üstüne kurulmuştur. Kısacası, bu amaçları göz önüne alındığında bölgede barış, güvenlik ve istikrar ön planda tutulmaktadır. ŞİÖ kapsamında yapılan her zirvede, ABD’nin devam ettirmeye çalıştığı tek kutuplu sisteme; insan hakları, özgürleştirme, demokratikleştirme gibi konuları nedensi(bahane) göstererek ülkelerin iç işlerine karışmasına, NATO’nun Doğu’ya doğru yayılmasına karşı-duruş mesajını vermektedir. ŞİÖ ’nün yaptığı toplantılardan alınan önemli kararların bazıları şunlardır: • 01.06.2004 tarihinde Taşkent’te, üye ülkelerin, ekonomi ve ticaret bakanları toplanmıştır. Bu toplantıda Merkezi Asya Ortak Pazarı’nın oluşturulması ele alınmıştır. Ortak pazarın bölgede mal, hizmet ve iş gücü pazarının gelişmesine katkı sağlayacağı ve bölgeye yapılacak olan yatırımları arttıracağı belirtilmiştir. Bakanlar bu toplantıda teşkilat üyesi ülkelerin ve bu ülkelerin çevrelerinde bir forumun oluşturulmasını, bölgesel iş birliği geliştirme fonunun ve bölgesel ekonomik işbirliğinin kurulmasını ve bir internet sitesinin oluşturulması kararlaştırılmıştır. • Eylül 2004 St.Petersburg Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları St.Petersburg Yasası’nı imzalamışlardır. İmzalanan bu yasa BM’nin amaç ve ilkelerine uygun biçimde yapılan bölgesel anlaşmalardan oluşmaktadır. Bu yasa ile ŞİÖ bölgesel bir uluslararası kuruluş statüsünü kazanmıştır. • 05.07.2005 tarihinde gerçekleştirilen Astana Zirvesi’nde ABD’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye ülkelerdeki topraklarında (Orta Asya ülkeleri: Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan) askeri üsleri boşaltması kararı alınmıştır. Amerika’da bulunan ikiz kulelere 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan saldırıdan sonra, ABD’nin terörizme karşı başlattığı mücadeleye destek veren Teşkilat üyeleri, bu zirvede desteklerini çektiklerini ilan etmişlerdir. Şanghay İşbirliği Örgütü bu kararı alarak açıkça Amerika Birleşik Devletleri’nin politikalarına karşı olduğunu belirtmiş ve artık ABD’nin “tek başına dünyayı sömüremeyeceği” mesajını vermiştir. Ek olarak belirtilmesi gereken bir diğer husus da adı geçen Orta Asya ülkelerinin artık, tarafını kesin olarak belirlemiş olmasıdır. ŞİÖ ’nün Astana toplantısı, birçok ülkenin
www.omuadk.com
sonra ortaya çıkan devletler tarafından ekonomik işbirliğini sağlamak amacı ile kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) ve bölgede istikrarı sağlama, barış ortamı oluşturma, kültürel gelişim ve ekonomik gelişim hedefleri doğrultusunda kurulmuş olan ASEAN (Güneydoğu Asya Ulusal Birliği) ile işbirliğine girmiştir. • Aralık 2004’te BM’nin gözlemci statüsüne kabul edilmiştir. ŞİÖ, gözlemci üyeler ile birlikte coğrafi olarak 37 milyon kilometre kareyi kapsıyor ve bu alan Avrasya’nın %74’ünü teşkil ediyor. Örgütün kapsadığı nüfus ise yaklaşık 3 milyardır ki bu da dünya nüfusunun %40’ı anlamına gelmektedir. Örgüt bir anda dünyanın en büyük ticari pazarına sahip olmuştur. “ Sonuç olarak; Türkiye böl- Ayrıca nükleer silah üretme çalışmaları gede uzun dönemli etkinliiçinde olan ülkeğini sağlayabilmek için ŞİÖ lerden dört tanesi -Rusya, Çin, İran, gibi bölgesel oluşumların farkına varabilmeli, bu olu- Hindistan- örgüt içinde yer almaktadır. Bu şumlarla hareket edebilmeli sebeple diğer ülkeler ve bunları yönlendirebilme örgüt için bombalı bir OPEC ( Petrol potansiyelini kullanmalıdır. İhraç Eden Ülkeler AB ve ABD gibi bölgesel ve Örgütü ) tanımlaması küresel güç merkezleri ile yapmaktadır. çok boyutlu ilişkilerini yürü• ŞİÖ’ nün Temel İlkeleri: ten Türkiye, ortak tarihi ve Madde 2: kültürel bağı olan Orta Asya Barışı korumayı ülkeleri ile ŞİÖ kapsamında ve desteklemeyi ekonomik, güvenlik ve külamaçlayan çok türel ilişkilerini geliştirmeli boyutlu işbirliğini ve işbirliği konusunu günde- geliştirmek. Madde 4: mine almalıdır.” Demokratik, adil ve kalıcı bir siyasal ve ekonomik ilkeleri benimseyerek uluslararası bir düzenin kurulmasına destek sağlamak. Madde 5: Terörizm, ayrımcılık ve aşırıcılığın tüm biçimlerine karşı koymak. Madde 7: Siyaset, ticaret, ekonomi, savunma, hukuk, çevre, kültür, bilim-teknik, eğitim, enerji, ulaşım, kredi, finans ve diğer ortak çıkar alanlarında etkili bölgesel işbirliğini teşvik etmek. Madde 9: Dünya ekonomisi ile bütünleşme için sürekli işbirliği imkanlarını koordine etmek.*
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
39
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
40
jeostratejik yönelimlerini değiştirdiğini göstermesi açısından önemlidir. Zirvede, ABD üslerinin bulunduğu bu üç ülkenin toprakları da Şanghay İşbirliği Örgütü toprağı olarak belirgin bir şekilde nitelendirilmiştir. Zirvede bu şekilde bir ifadenin kullanılması, Teşkilat içinde bütünleşmenin derinleştiğini ve birlik oluşturma anlayışının benimsendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Astana Zirvesi’nde öne çıkan bir diğer konu da ŞİÖ’nün NATO’ya bakışıdır. ŞİÖ’nün NATO’ya karşı olduğu şeklinde oluşmuş olan izlenimin aksine örgütün NATO’ya karşı bir birlik olmadığı açıkça ifade edilmiştir. NATO, ŞİÖ ve Türkiye ilişkisine bakıldığında; 2.Dünya Savaşı sonrası oluşan siyasi durum sonucunda SSCB’nin yayılmasını önleme amaçlı olarak oluşturulmuş bir güvenlik örgütü olan NATO, “Washington Antlaşması” olarak da anılmaktadır. Amerika’nın onayı olmadan hiçbir üye ülke, herhangi bir eylemde bulunamaz. NATO’nun ilkelerine baktığımızda taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. maddesinde tanınan “bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte silahlı kuvvet kullanma da dahil olmak üzere taraflara yardımcı olacakları konusunda” anlaşmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti 18 Şubat 1952’de NATO’ya üyelik için imza atmıştır.(5886 sayılı yasa) Türkiye bu tarihten sonra dış politika, güvenlik ve bazı iç politikalarında ulusal çıkarlarıyla çelişen bir tutum izlemek zorunda kalmıştır. Örneğin, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ABD Türkiye’ye, ambargo (engelleyim) uygulama yoluna gitmiştir. Türkiye, Kuzey Irak’ta kendi kurumsal yapısını tehdit eden, özellikle ekonomik sorunu gündeme getirerek, özgürleştirme(!) söylemi kullanılarak kurulmak istenen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni de içine alan Bağımsız Kürdistan Devleti’nin kurulmasını engellemeye çalışırken bu devlet ABD desteğiyle kısmen kurulmuştur. Türkiye, PKK ile mücadele ederken, ABD‘nin PKK’ ye bir açık destek verdiğinin göstergesi olarak silahların ABD üretimi olduğu TSK tarafından yapılan baskınlarda saptanmıştır. ABD, NATO’nun en etkin gücüdür; ancak uygu-
ladığı yaptırımlarla ve uygulamalarla NATO’nun ilkelerine uymadığı açıkça ortadadır. 1952’den sonra yaşananlar dikkate alındığında Türkiye’nin bu birlikten ciddi zarar görmüş bir ülke olduğu anlaşılıyor. Güvenlik sebebiyle üyesi bulunduğumuz NATO, Türkiye’yi Doğu’dan uzaklaştırıp, Batı’ya entegre olmaya çalışan bir ülke haline getirmiştir. ŞİÖ üyesi olan ülkeler Türkiye’nin artık Asya’nın gücünün farkına varmasını sık sık dile getirmektedirler. İran İslam Cumhuriyeti sözcüsü Hüseyni ”Geçen yüzyılın başındaki gibi iki ülkenin işbirliği dev oyunları tersyüz edebilir.” diyor. Orta Aya ülkeleri de Türkiye öncülüğünde Asya Birliği’nin kurulması için Türkiye’ye teklif gönderiyor ve “kökümüz bir” mesajı veriyor. ŞİÖ’ nün etkin bir gücü olan Rusya ise “Türkiye, Amerika’nın değil; Asya’nın müttefiki olmalıdır.” diyor. ŞİÖ, bölgesel ve küresel dengeler açısından yakından takip edilmesi gerekli bir örgüttür. Türkiye henüz resmi bir bağ kurmamışsa da konu Ankara’nın gündemine alınmıştı. 9-11 Ocak 2005 tarihlerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyareti sırasında, Türkiye’nin ŞİÖ’ ye gözlemci üye olması konusu gündeme gelmiş; fakat bir gelişme olmamış, Ankara bu teklife sıcak bakmamıştır. Sonuç olarak; Türkiye bölgede uzun dönemli etkinliğini sağlayabilmek için ŞİÖ gibi bölgesel oluşumların farkına varabilmeli, bu oluşumlarla hareket edebilmeli ve bunları yönlendirebilme potansiyelini kullanmalıdır. AB ve ABD gibi bölgesel ve küresel güç merkezleri ile çok boyutlu ilişkilerini yürüten Türkiye, ortak tarihi ve kültürel bağı olan Orta Asya ülkeleri ile ŞİÖ kapsamında ekonomik, güvenlik ve kültürel ilişkilerini geliştirmeli ve işbirliği konusunu gündemine almalıdır. Türkiye konumu itibari ile bölgesel işbirliklerinin dışında kalmamalıdır. Türkiye bir taraftan Kafkaslar ile Hazar Denizi’ne ve Orta Asya’ya; diğer yandan Balkanlara, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinden de Körfez Bölgesi’ne açılmaktadır. Jeopolitik bakımdan ortaya çıkan bu avantajlara bölgedeki hem sayısal hem de nitelikli insan gücü ile yeraltı kaynakları ve askeri gücü de eklendiğinde ve bunlar doğru kullanıldığında kendiliğinden bölgesel bir güç durumuna gelir. Türkiye’nin bölgede bir güç olabilmek için ŞİÖ ile de diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi önemli bir adım niteliği taşır.
KAYNAKÇA: 1. ASAM 2. AYDOĞAN Metin-Türkiye Nereye Gidiyor 3. AVAR Banu-Avrasyalı Olmak 4. Cumhuriyet Strateji (SAYI:236) 5. AVAR Banu-Batının Politikası Bu Gün’de Aynı :“Böl ve Yut” 6. SSAV(Sosyal ve Strateji Araştırma Vakfı) E.Kur.Albay Yunus
Akgür,Ertan Çakıroğlu 7. AVAR Banu-Sınırlar Arasında 8. www.BELGE:net, Kuzey Atlantik Antlaşması 9. www.turksam.org Uluslar arası Örgütler,Ozan Sinan *KÖKSAV
Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
www.omuadk.com 41 Yerel Yıllık Süreli Yayın
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
42 Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
www.omuadk.com 43 Yerel Yıllık Süreli Yayın
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
44
Samsun Onur Anıtı
Samsun halkı tarafından Avusturyalı Heykeltıraş H. Kriphel’e 1931 tarihinde yaptırılmıştır. Bronzdan yapılmış heykel, kaidesiz 4.75 m, kaideli 8.85 m’ dir. Büyük bir kaide üzerinde şahlanan bir at üstünde, Atatürk’ü bütün heybeti ile görmek mümkündür. Gururlu bir anlatımla medeniyete ve çok uzaklara dikilen bakışları azim doludur. Şahlanan atın üzerinde dimdik bir vücut oturmaktadır. Bu oturuşta korkusuzluk ve Türklüğün gücü vardır. Sert çelik bir kol kılıca uzanmıştır. Bu anıt tümüyle Atatürk’ü anlatmış, kuvvetin, azmin, cesaretin ve üstünlüğün simgesi olmuştur. Kaidenin yanlarında iki kabartma ve öteki yanlarında da yazılar vardır. Kabartmanın birinde, iskelede sandalın yanında bulunan kişiler görülmektedir. Bu insanlar, mermi ve cephane taşımaktadır. Arkalarında, bir de top arabasının bulunması, savaş anını canlandırdığını gösterir. Diğer kabartmanın ortasında Atatürk, tüm özellikleri ile dimdik, büyük bir zafer simgesi olarak durmaktadır. Başı halka dönük, halk ile el eledir. Kaidenin yan yüzleri Türk ulusunun yaşlısı, köylüsü, kentlisi ile doludur. Heykelin kaidesindeki yazılar şöyledir: “Vatanda Milli Mücadeleye başlamak için Gazi, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı.” “Bu heykel, Samsun Vilayet Halkı tarafından 29 birinci teşrin 1931 tarihinde dikildi.” Yıl: 4 Sayı: 4
Atakan TELATAR OMÜ Tıp Fakültesi Öğrencisi
Süveyş Krizi S
Yerel Yıllık Süreli Yayın
“Nasır, Büyük Britanya’yı ve Fransa’yı bölgeden atmaya kararlıydı.”(KISSINGER) İngiltere için Mısır’ın kaybedilmesi hayati önem taşıyordu. 1951 yılında İran’da Musaddık’ın petrol endüstrisini millileştirmesi ve onun isteği üzerine Abadan’daki petrol kompleksini koruyan İngiliz birliklerinin ülkeyi terk etmek zorunda kalması Büyük Britanya’nın Ortadoğu’daki gücünü zaten zayıflatmıştı. Bunun üstüne bir de Batı Avrupa’ya petrol sevkiyatının başlıca arteri olan ve Ortadoğu’da Hindistan’dan sonra en büyük güç kaynağı olan Mısır’ı kaybetmek Britanya’nın dünya siyasetindeki egemenliği açısından kabul edilemezdi. Mısır’ın önemli deniz ticaret yollarını barındırması ve petrol sevkiyatındaki önemi Mısır’ın kaybedilmesini Fransa için de korkutucu kılıyordu. Batı Avrupa’nın korkularını haklı çıkartırcasına Nasır’ın Bağlantısızlar’a katılması ve Sovyet Rusya ile yakınlaşması emperyalizmi durumun ciddiyeti açısından uyarıyordu. Nasır, devriminin amaçlarında da belirttiği üzere ulusal orduyu güçlendirmek istiyordu. Bu niyetle
www.omuadk.com
üveyş Kanalı Mısır’dan Baltık’a, İngiltere Kanalı’na, Cebelitarık ve Çanakkale Boğazları’na, Malezya Boğazı’na ve Panama Kanalı’na açılan; jeopolitik konumu açısından son derece önemli bir kanaldır. 1798’de Napolyon, Mısır’a yaptığı sefer sırasında Akdeniz’le Kızıldeniz’i birbirine bağlayacak bir kanalın gerekliliğini işaret etmiş; bundan yarım asır sonra ise bir Fransız mühendis tarafından böyle bir kanalın yapımıyla ilgili olarak bir proje geliştirilmiş ve hükümetle yapılan anlaşma sonrasında proje yürürlüğe girmiştir. Süveyş Kanalı, inşasının tamamlanmasının ardından 99 yıllığına “ Süveyş Kanal Şirketi” adı altındaki uluslararası bir şirketin yönetimi altına verilmiştir. İnşası Fransa tarafından yapılan, savunması İngiltere tarafından sağlanan bu kanal stratejik konumuyla emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu. Nitekim kanalın açılmasının ardından 13 yıl geçtikten sonra (1882 yılında) Mısır, İngiltere’nin egemenliği altına girdi. Mısır 1922 yılından sonra bağımsızlığını kazanmış olsa da Mısır Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1952 yılına kadar hep İngiltere’nin etkisi ve baskısı altında kaldı. İngiltere’nin Mısır’daki egemenliği halk içerisinde bir takım gruplar tarafından tepkiyle karşılanıyordu. Arap milliyetçiliği temeli üzerinde yükselen tepkiler Mısır sokaklarındaki İngiltere karşıtı pankartlarda kendini buluyordu. Bu pankartlardan biri de yoksul mahallelerden gelen, ince bıyıklı, uzun boylu ve yakışıklı bir öğrenci tarafından taşınmaktaydı. Bu öğrenci gelecekte Mısır’ı bir cumhuriyete dönüştürecek ve emperyalist güçlere meydan okuyacak olan Cemal Abdül Nasır’dı. Cemal Abdül Nasır, Mısır ordusunda görev yaptığı sıralarda üç subay arkadaşıyla birlikte Hür Subaylar Örgütü’nü kurdu. Bu örgüt Mısır’daki İngiliz egemenliğine son vermeyi ve krallık yönetimini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Hür Subaylar Örgütü milliyetçi ve antiemperyalist halk kitlesini de arkasına alarak 1952 yılında Kral Faruk’u yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle devirdi. Yeni kurulan hükümetin cumhurbaşkanı Nasır oldu. Nasır, devriminin amaçlarını “Mısır’ın Kurtuluşu: Devrimin Felsefesi” adlı kitabında altı ilkede açıklıyordu: Ulusal bağımsızlık, feodalizmin tasfiyesi, anti-tekel ve anti-kapitalist mücadele, sosyal devlet, ulusal ordunun güçlendirilmesi ve demokratik bir düzen. Dış siyasette de İngiltere ve Fransa’nın çıkarlarıyla bağdaşmayan yaklaşımları olan Nasır’ın halk üzerinde yarattığı olumlu etki emperyalist güçlerin rahatsızlığını arttırıyordu.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
45
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
www.omuadk.com
önce ABD ve daha sonra da İngiltere’ye başvurmuş, her ikisinden de ret yanıtı almıştı. Bunun üzerine Sovyetlerle bir silah satış antlaşması yaptı. Antlaşmaya göre SSCB, Mısır’a pamuk karşılığında büyük çapta silah verecekti. Bu durum Ortadoğu’daki batı egemenliğine apaçık bir meydan okuma özelliği taşıyordu. Bu antlaşmayla Sovyetler Mısır’da nüfuz kazanmak için önemli bir adım atmış oluyor aynı zamanda Mısır’ın böylesine bir silah gücüne sahip olması yükselen Arap milliyetçiliği ile birlikte düşünüldüğünde Arap-İsrail anlaşmazlığını körükleyecek bir durum yaratıyordu. Mısır’ın Gazze şeridinde gerilla birlikleri kurulmasını teşvik etmesi ve onların silahlanmasına destek olması kaygı dolu sömürgenler ailesine İsrail’i de ekliyordu. Batı Avrupa ve ABD, Nasır’ın tüm bu “yaramazlıklarını” önce onun gönlünü kazanmakla engellemeye çalıştılar. Mısır’ın çıkarına olacak bir takım politikalarla Sovyetlerin Ortadoğu’da ilerlemesini durdurmayı hedefliyorlardı. Bu amaçla Mısır için çok büyük önem taşıyan Asuan Barajı’nın yapımını üstlenme teklifini ortaya attılar. Asuan Barajı’nın yapımı çok büyük bir maliyet “Nasır, devriminin amaçlarıgetiriyordu ve nı “Mısır’ın Kurtuluşu: DevriMısır için en eski çağlarmin Felsefesi” adlı kitabında dan itibaren altı ilkede açıklıyordu: Ulusal önemli olan bağımsızlık, feodalizmin Nil Vadisi’nin tasfiyesi, anti-tekel ve antisulamasının düzenlenmesikapitalist mücadele, sosyal ni sağlayacaktı. devlet, ulusal ordunun güçBöylelikle tarılendirilmesi ve demokratik mın gelişmesi hız kazanacak bir düzen.” ve ülkeye büyük bir gelir kaynağı yaratılacaktı. Nasır, emperyalist güçlerin bu teklifine temkinli yaklaştı. Kabul etmek yerine kapitalist bloğun en büyük güçleri ile komünist bloğun bir numaralı gücünü pazarlık masasına oturtmayı denedi. Sovyet Dışişleri Bakanı Dmitri Şepilov Asuan Barajı’nın inşası ve finansmanı önerisiyle Mısır’a geldi. Hoşgörü politikalarına güvenen ABD ve İngiltere hayal kırıklığına uğramışlardı. Nasır’ı farklı bir şekilde dize getirmek gerekiyordu: Mısır, ekonomik ambargolarla boğuşmaya başladı ve etrafı çevrilerek dünyadan izole edilmeye çalışıldı. Nasır ise boyun eğmedi: 1956 yılında komünist Çin’i tanıdı. Emperyalist güçler baskılarını daha da arttırdılar. Mali ambargo ağırlaştırıldı ve ambargoların kaldırılması için Nasır’dan Sovyetlerden silah alımını durdurması ve Arap toplumunun İsrail’le uzlaşmasına destek olması istendi. Cemal Abdül Nasır bu tekliflerin 46 hiçbirini kabul etmemekle birlikte 26 Temmuz 1956’da
İskenderiye’de büyük bir kalabalığa karşı batı dünyasını şoke eden o açıklamasını yaptı: “Vatandaşlarım, içinde bulunduğumuz şey bir savaştır. Bu savaş, emperyalizme, emperyalist metot ve tekniklere, emperyalizmin öncüsü İsrail’e karşı bir savaştır… Şu anda size hitap ederken, Mısırlı kardeşlerinizden bir kısmı kanal şirketini (Süveyş Kanal Şirketi), varlıklarını ve kanaldaki gemi geçişinin kontrolünü ele geçirmeye başlamıştır. Mısır toprakları üzerinde bulunan kanal…Mısır’ın bir parçasıdır ve mülkiyeti Mısır’a aittir…”(KISSINGER) Nasır, Süveyş Kanalını millileştirdiğini ve oradan elde edilecek gelirle Asuan Barajı’nın inşa edileceğini açıklamıştı. 87 yıl sonra Süveyş Kanalı’nın yeniden Mısır’a ait olduğunu ifade eden bu açıklama batı dünyasında çok büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. İngiltere başbakanı Eden açıklamaya tepkisini şöyle dile getirmişti: “Bunu nasıl yapabilir? Nasıl yapar bunu?” (AYDOĞAN) Nasır’ın bu çıkışı dünya siyasetini hareketlendirmişti. SSCB, Mısır’a silah akışını arttırmış ve Asuan Barajı’nın finansmanını karşılayacağını açıklamıştı. Batılı devletler ise “sorun”a diplomatik yollardan çözüm üretebilmek adına kanaldan en çok yararlanan 22 devleti Londra’da toplantıya çağırdı. Böylelikle Londra Konferansı başlamış oldu. Bir hafta süren toplantıda bir sonuç elde edilemedi. Bir ay sonra yeniden toplanan Londra Konferansı’ndan ekonomik baskıların arttırılması, Süveyş Kanal Şirketi’nin gelir paylarının Mısır’a transferinin yasaklanması, “Süveyş Kanalı’nı Kullananlar Birliği”nin kurulması ve İsrail üzerinden silahlı müdahalede bulunulması kararı çıktı. Mısır’a yaptırımlarda bulunulmasına destek veren ABD, bir savaş durumunda çekimser kalacaktı. İngiltere, Fransa ve İsrail’i yalnız bırakan Birleşik Devletler’in bu tercihi derinlerde geleceğe dair çok önemli planlar içeriyordu. ABD’nin müttefiklerine karşı sorumluluklarının birtakım hukuki belgelerle sınırlı olması ve herhangi bir devletin meşru savunma haricinde kuvvet kullanmasının dünya barışı açısından kabul edilemez oluşu gibi göstermelik sebeplerin yanı sıra ABD’nin bu savaşta çekimser kalmakla büyük bir stratejik hamle yaptığı sonradan fark edilecekti: Birleşik Devletler, uzun süredir beklediği dünyanın lideri olma fırsatını yakalamıştı ve Arap dünyasının tepkisini üzerine çekmek hiç işine gelmeyecekti. Fransa’nın yaptığı savaş planına göre İsrail, Mısır’ı işgal etmek üzere Süveyş Kanalı’na doğru ilerleyecekti; Mısır ise bu ilerleyişi durdurmak adına kanala asker çıkartacaktı. Bu sırada Büyük Britanya ve Fransa, deniz ulaşımı özgürlüğü gerekçesiyle İsrail’den ve Mısır’dan kanaldan onar mil uzağa çekilmelerini isteyecekti. Mısır’ın bunu kabul etmeyeceği apaçık ortadaydı ve bu da İngiltere ve Fransa’nın savaşa dahil olması için yeterli bahaneydi. Fransa ve İngiltere, kanal bölgesinin istikrarının sağlanması adına Süveyş Kanalı’nı işgal edeceklerdi. Bu aşamadan sonra ne olacağı ise belirsizdi. Plan 29 Ekim 1956’da yürürlüğe konuldu. Limanlarına, Arap saldırılarının düzenlendiğini ileri süren İsrail, Yıl: 4 Sayı: 4
YARARLANILAN KAYNAKLAR 1. KISSINGER, Henry, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Yayınları, 6. baskı 2. AYDOĞAN, Metin, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, Umay Yayınları, 18. baskı
Yerel Yıllık Süreli Yayın
3. BLAINEY, Geoffrey, 20. Yüzyılın Kısa Tarihi, 1001 Kitap Yayınları, 1. baskı 4. RIBARD, Andre, İnsanlığın Tarihi, Say Yayınları, 2. baskı 5. SANDER, Oral, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, 17. baskı
Bandırma Bandırma
lerdi. Süveyş Krizi’nden en büyük kazanımı ise ABD elde etmişti. İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki tarihi egemenliği yerini ABD’ye bırakacaktı. Dünyanın süper gücü olma sıfatının kendine ait olduğunu gören Birleşik Devletler, Ortadoğu milletlerini kazanabilmek için uzun vadeli politikalar üretmeye başlayacaktı. ABD, 1957 yılında açıkladığı Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu’da bağımsızlıklarını korumak ve ekonomik açıdan kalkınabilmek isteyen ülkelere askeri ve maddi yardımda bulunacağını açıkladı. Böylece Sovyet nüfuzunun, komünizmin yayılmasının önüne geçilmiş olacak ve Ortadoğu ülkeleri Amerika’nın güdümünde şekillendirilmeye başlanacaktı. Savaşın bir numaralı kahramanı olan Nasır ise Mısır halkı üzerindeki saygınlığını ve etkisini arttırmıştı. Amaçladığı devrimi daha kesin hamlelerle hayata geçiren Nasır, Arap dünyasının en önemli lideri konumuna gelmişti. Nasır, 1882 yılından beri hüküm süren Büyük Britanya egemenliğini ülkesinden söküp atmış olmasından aldığı güçle Mısır’da ağır sanayinin kurulması, kamu iktisadi teşekküllerinin oluşturulması, ulusal nitelikli özel girişimlerin desteklenmesi, stratejik önemi olan kurum ve kaynakların Nasır, devletleştirilmesi, toprak Krusçevle reformunun yapılması gibi birlikte. radikal pek çok uygulamaya imza attı. Ancak devrim Nasır’ın kişiliğiyle özdeşleştiği için tüm bu antiemperyalist nitelikli uygulamalar onun yaşamıyla sınırlı kaldı. Kendisinden sonra gelen yönetimler devrimi devam ettirmeyi başaramadılar. Süveyş Krizi, dış siyasette bir dönemi kapatan, Ortadoğu’daki güç dengelerini yeniden oluşturan yakın dönem tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu savaşla birlikte dünyanın süper güçlerinin SSCB ve ABD olduğu görülmüş, Büyük Britanya’nın, imparatorluk geçmişinden artık hiçbir iz taşımadığı açığa çıkmıştı. Avrupa devletleri bu sürecin sonunda, güç dengesi içerisinde bir yer edinebilmek için birleşmeye başlayacak; Ortadoğu ise makus talihini Sovyetlerin ve Birleşik Devletlerin bu topraklar üzerindeki egemenlik mücadelesinin baskısı altında yaşayacaktı. Tarih, yeni bir dünya düzenine doğru adım adım ilerlemekteydi.
www.omuadk.com
Mısır’ın askeri malzeme ve teçhizatını tahrip amacıyla Sina Yarımadası’nı ele geçirmeye çalıştı. İsrail henüz kanala varmamıştı ki Büyük Britanya ve Fransa her iki taraftan da kanaldan çekilmelerini istedi. Hemen ertesi gün ise bu iki devlet kanala müdahale edeceklerini açıkladılar. 5 Kasım günü İngiliz ve Fransız birlikleri Port Said’e askeri çıkartma yaptılar ancak Arap dünyası bütünüyle Mısır’ın yanında yer almıştı. Batılı şirketlere ait olan petrol boru hatları tahrip ediliyor, Arap ülkelerinin çoğu saldırgan devletlerle diplomatik ilişkilerini kesiyor, Arap milleti sokaklarda saldırgan devletlere karşı protesto gösterileri yapıyordu. ABD’nin desteğinden bütünüyle yoksun kalan İngiltere-Fransa-İsrail üçlüsü SSCB’nin de Mısır’ın yanında tavır alması ve nükleer savaş tehdidinde bulunmasıyla dünyayı üçüncü bir dünya savaşının eşiğine getirmişlerdi. Uluslar arası kamuoyunda haksız duruma düşen İngiltere’de sterlinin hızlı düşüşü ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun çözülme ihtimalinin oluşması üzerine saldırgan devletlerin gücü kırıldı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. İngiltere 6 Kasım’da ateşkese razı oldu ve yerini Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bıraktı. Böylelikle İngiltere ve Fransa savaş alanında 48 saatten daha az bir süre kalmış oldular. Süveyş Krizi’nin uluslararası siyasete yansımaları bütün güç dengelerini alt üst eder bir nitelikteydi. İngiltere ve Fransa dünya kamuoyunda küçük düşmüştü. İmparatorluk geçmişinin son önemli ileri karakolu olan Mısır’ı kaybeden İngiltere şüphesiz savaştan çok büyük bir zarar görmüştü. İngiltere başbakanı Eden savaş sonrasında istifa etmek durumunda kalmıştı. Fransa ise ABD’ye güvenemeyeceğini anlamış ve dış siyasette etkin bir güç oluşturabilmek adına nükleer silah geliştirme çalışmalarını başlatmıştır. Süveyş Krizi’nden sonra Fransa’da iktidara gelen De Gauelle Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çekmiştir. İngiltere ve Fransa’nın güçsüzlüğünü gören kolonileri, savaştan kısa bir süre sonra bağımsızlıklarını ilan etmeye başlayacaklardı. ABD olmadan tek başlarına bir güç oluşturamayan Avrupa devletleri Süveyş Krizi’nden sonra tek Avrupa’yı kurmak için çözüm üretme çabasına girişecek-
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
47
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Egemen Volkan BÜLBÜL OMÜ İstatistik Bölümü Öğrencisi
Türkiye’de Derin Devlet Değişimi :
(F)ERGENEKON H
enüz yargı süreci devam etmekte olan Ergenekon davası hakkındaki düşüncelerimizi aktaracak olduğumuz bu yazıda hukuka olan saygımız ve kanunlara uyma gayretimiz sebebiyle yargı sürecine müdahalede bulunmamak amacıyla gizli bir bilgi aktarımı yapılmayıp detaylara girilmeden genel bir değerlendirme sunulacaktır.
Ergenekon davası yıllarca sürse de ülkemiz ve milletimiz lehine sonuçlanma ihtimali düşük bir davadır. Çünkü Türkiye'nin temiz eller operasyonu gibi gösterilen bu dava kirli eller tarafından yürütülmektedir ve hukuku değil, siyaseti rehber almaktadır. Bugüne kadar yaşananlar bu davanın, iktidar muhaliflerini sindirme ve baskı rejimi kurma politikalarının bir ürünü olduğunu gösteriyor.
Bundan 12 yıl önce, 7 Ocak 1997’de televizyonda bir belgesel yayınlanmıştı. “40 dakika” adlı bu belgeseli hazırlayanlar gazeteci yazar Can Dündar ve Celal Kazdağlı idi. Programın konusu ise Ergenekon’du! Evet, tam 12 yıl önce Ergenekon!
www.omuadk.com
28 Şubat sürecine gitmekte olan, şeriat taraftarı eylemlerin sık rastlandığı, aynı zamanda Susurluk Olayı’nın yankılarının sürdüğü bir dönemde Türkiye’de yayınlanan bu belgeselde anlatılanlar sanırım kimsenin dikkatini çekmedi. Ya da bir kenara not edilip beklemeye alınmıştı. Kim bilir! 12 Eylül askeri darbesi öncesi yaşanan kanlı olayları ve siyasi suikastları inceleyen belgeselde en fazla ilgi çeken demeç yazar ve Em. Deniz Binbaşı Erol Mütercimler’e ait. Mütercimler şu bilgileri aktarıyor: “Em. Tümg. Memduh Ünlütürk bana dedi ki: Benim de üyesi bulunduğum Ergenekon, Türkiye’de Genelkurmay’ın da hükümetin de bürok-
rasinin de herkesin üstünde bir örgüttür.” (1) Belgeselin devamında da dile getirdiği ve daha sonra bir internet sitesinde de yayımlanan yazısında Mütercimler şunları söylüyor: “12 Mart 1971’in -askeri darbenin(muhtıranın)- kudretli paşalarından Em. Tümg. Memduh Ünlütürk bana; ‘Ergenekon yasayla falan kurulmuş değil. 27 Mayıs darbesinden sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurulmuş. Bunun içindeki insanlar vatana ihanet olsun diye hizmet etmez. ‘Biz vatanı kurtarıyoruz’ düşüncesiyle örgütün içinde yer almışlardır.’ dedi. Özellikle, ABD’de kontrgerilla eğitimi almış olan, bu kurslardan geçmiş olan generallerin bir bölümü yeri geldiğinde bu örgüt içinde yer alır. Ben daha başka insanlardan Ergenekon’u araştırdığımda şunu gördüm; içinde subaylar, emniyetçiler, profesörler, gazeteciler, iş adamları, sıradan insanlar var. Bugün çeteler dediğimiz bu küçük birimler var ya işte bu birimler Ergenekon’un içinde birer bölüm, birer parça. Adını saydığımız kişiler (12 Eylül öncesi siyasi suikastlar düzenleyen kişiler ) de bu Ergenekon dediğimiz üst örgüt tarafından kullanılan tetikçiler.” (2) Tüm bunları 1997’de dile getiren Mütercimler bugün hala devam eden “Ergenekon Soruşturması” kapsamında 1 Temmuz 2008 tarihinde gözaltına alındı ve sorgusu tamamlandıktan sonra serbest bırakıldı. Mütercimler’in bahsettiği Em. Tümg. Memduh Ünlütürk ise 7 Nisan 1991’de İstanbul’da (evinde) kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Adı geçen belgesel görüntülerine de yaklaşık bir yıl
48 Yıl: 4 Sayı: 4
Belgesel görüntülerinden ve Mütercimler’in demecinden de anlaşılacağı üzere aslında olay 90’lı yıllarda açıkça kamuoyu bilgisine sunulmuş. Ortada ne Tuncay Güney var ne de Ümraniye’de ele geçirilen el bombaları! Ergenekon örgütlenmesi diye adlandırılan bu olayın kamuoyuna bu kadar açık bir şekilde yansıyıp da göz ardı edilmesi şaşırtıcı!
Cesur bir savcının, jandarmaların ölümüne yol açan patlayıcıları, İtalyan Gizli Servisi’nin depolarında bulmasıyla. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Avrupa, “Gladio”yu Yerel Yıllık Süreli Yayın
Belgeselin yayınlandığı tarihten kısa bir süre önce meydana gelen bir kaza sonucu ortaya çıkan Susurluk skandalının aydınlatılmasını, devletin çetelerden temizlenmesini isteyen ve siyasetin hukuka uygun yapılması gerektiğini savunarak yargıyı göreve çağıran kişiler bugünkü davada sanık, bu düşüncesini yaptığı eylemlerle ortaya koyan halk kesimi ise darbeci ve çeteci konumundadır. O dönemde yaşananları dikkate almayıp “Bunlar fasa fiso!” diye geçiştiren zihniyet ise bugün bu davanın savcısı konumunda. Bu yaman bir çelişkidir. 2001 yılına gelindiğinde Tuncay Güney isimli şahsın -uzmanlara göre sosyopat bir kişiliğe sahip olduğu söylenen kişinin- evinde yapılan aramada “Ergenekon Lobi Ör-
gütlenmesi” isimli “GİZLİ” ibareli bir belge ele geçirildi. İstanbul 29 Ekim 1999 tarihli metin 24 sayfadan oluşuyordu. İçinde de “Ergenekon: Analiz, Yeniden Yapılanma, Yönetim ve Geliştirme Projesi” yer alıyordu. (4) Peki, bu şahsın evinde niçin arama yapılıyor? Bir dönem Samanyolu televizyonunda (STV) çalıştığı, kendisini Fetullah Gülen’in özel kalem müdürü olarak tanıtan ve Kâğıthane’de yaşadığı söylenen bu kişinin polis tarafından aranmasının ve gözaltına alınmasının Ergenekon ile bir ilgisi yok. Otomobil hırsızlığı ve İstanbul Kilyos’ta bir arazi yolsuzluğu vb. birkaç suçtan dolayı gözaltına alınıyor. Bu suçlardan aranan ve evine yapılan baskın sonucu gözaltına
www.omuadk.com
Adı geçen iki yazarın araştırdığı ve Mütercimler’in de ifade ettiği Ergenekon Örgütlenmesi ile bugün davası devam eden Ergenekon Örgütü aynı mı diye düşündüğümüzde arada çok büyük farklılıklar görülüyor. ABD ve CIA tarafından kurulduğu söylenen Ergenekon Örgütü hukuki bir müdahale ile ortaya çıkarılmak ve ortadan kaldırılmak isteniyorsa doğru kişilere doğru hamleler yapılBugün Türkiye'de malıdır. Ancak şimdiye kadar yapılan Ergenekon yaşananlar gösteriyor ki ortada Operasyonu da bir büyük bir çelişki var. Çünkü “derin devlet değişi- devlet gerçekten temizlik midir.” Bu operasyon yapma, kendi içinde örgütlenen çetelerden kurtulma üst kademede ABD niyetinde değil. Bu konuda Can tarafından yürütülDündar’ın tespiti de yerindemektedir. dir: “Soğuk Savaş döneminde Amerikalılar, komünizmin yayılmasını önlemek için çeşitli Avrupa ülkelerinde, NATO bünyesinde, CIA desteğiyle paramiliter örgütler kurmuşlardı. “Gladio” adı taşıyan bu örgütlenmenin kadroları, savaş sonrası işsiz kalan faşistlerle mafyaya bulaşmış güvenlikçilerden kurulmuştu. “Artakalanlar” denilen bu Nazi artıkları, şimdi solculara karşı tetikçilik yapacak, faili meçhul cinayetler, bombalı sabotajlar düzenleyerek halkın komünizme düşman olmasını, rejime bağlanmasını sağlayacaklardı. Bu faaliyet, Avrupa’da komünizmin en güçlü olduğu İtalya’da başladı ve 40 yıl sonra yine İtalya’da ortaya çıkarıldı. Nasıl?
ortaya çıkarıp temizledi. Bir tek Türkiye dışında!” (3)
Bandırma Bandırma
önce (Mütercimler gözaltına alınmadan daha önce) internette tesadüfen rastladım ve izleme imkânı buldum.
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
49
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
alınan kişinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesi’nde verdiği ve bundan birkaç ay önce de TRT’de yani devletin televizyonunda yayınlanan ifadesinde bu suçlarla ilgili hiçbir soru sorulmuyor kendisine. Ayrıca sorgusunda Türkiye’nin yaklaşık yarım asırlık tarihinde ne olup ne bitti, devletin üst kademelerinde neler yaşandı hepsini ayrıntısına kadar anlatıyor bu şahıs. Bu bilgilere sahip olmasını da kendisinin bir dönem Em. Tümg. Veli Küçük’ün (davası devam eden Ergenekon Örgütü’nün yöneticisi olduğu iddia ediliyor) yanında çalışmasına bağlıyor. Anlattıklarıyla bir ilgisi olmayan bir suçtan aranan kişi 6 saat boyunca neden bunları anlatır? Bilinmiyor. Ancak üzerinde durulmayan bir konu var ortada. 2001 yılına ait olduğu söylenen sorgu kaydının …uzun bir zaman sü4. kasetinde yaklaşık 45 dakikarecek olan bu dava lık bölümün kayıttan silindiğini, her ne kadar hukuka mahkemeye verilen kayıtta bu uygun olarak devam bölümün bulunmadığını ve bütün ifadeyi işkence altında etmese de ve çıkacak verdiğini söyledi aynı şahıs. (Bu olan sonucun hukuki bilgiyi de TRT’de yayınlanan bir sonuç olacağından röportajda dile getirdi.)
www.omuadk.com
kuşku duysak da yargı makamını etkileyecek bir davranıştan kaçınmalıyız. Savunmamız gereken tek fikir; hukukun gereklerinin yerine getirilmesidir. Tek isteğimiz yargının bağımsız bir şekilde baskı altında ve yönlendirmelere maruz kalmadan kanunları uygulamasıdır.
50
Kayıttan silindiği söylenen bölümde ise “Emniyette ve MİT’te örgütlenen (F) Tipi Yapılanma” ve şu anda hayatta olmayan bir siyasi parti lideri ile ilgili bazı bilgilerin olduğunu söylüyor. Bu bölüm kayıttan neden çıkarıldı; bilinmiyor.
1997’de,1999’da ve 2001 yıllarında bu konu ile ilgili yaşanan gelişmeler sebebiyle neden harekete geçilmediğini araştırdığımızda dönemin yetkililerinin genel olarak aynı ifadeleri kullandığını gördük: “İddialar soyut!” “Elimizde yeterli bilgi yoktu, ama yapıyı izlemeye almıştık.” (5)
2007 yılının haziran ayına geldiğimizde İstanbul - Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombası bulundu. Normal bir operasyon gibi görünen bu olay hakkında, ülke genel seçime giderken 9 Temmuz 2007’de gözlerden kaçan
ama çok ilginç bir açıklama yapıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül: “Ümraniye soruşturmasını iyi takip edin, bu olay çok büyüyecek.” (6) dedi ve bu açıklamanın ardından davanın ilk tutuklaması yapıldı. Bu açıklama olayın hukuki değil, siyasi olduğunu açıkça ortaya koyuyor aslında. Çünkü henüz ortada ele geçirilen bombalar haricinde hiçbir şey yokken yetki alanı içerisinde olmayan bir konu hakkında bir bakan yoğun gündem içerisinde nasıl oluyor da bu olayın çok büyüyeceğini bildiren bir açıklama yapıyor? Görünüyor ki iktidar daha ilk günden bu davada bir taraftır. Ancak devletin değil, hukukun değil, milletin değil, başkalarının yani planı uygulayanların tarafındadır. Her şey çok uzaklardan(!) programlanmış gibi. Tarih 1 Temmuz 2008’i gösterdiğinde ise bu davanın şimdiye kadarki en önemli gelişmesi yaşandı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir kuvvet komutanı (orgeneral) “terörle mücadele” kapsamında “terör örgütü üyesi olma” suçundan gözaltına alındı. Gözaltına alınan Em. Org. Şener Eruygur (Jandarma Eski Genel Komutanı) ve Em. Org. Hurşit Tolon (Ege Ordu Eski Komutanı) daha sonra tutuklanınca ve ilerleyen tarihlerde de MGK Eski Genel Sekreteri Em. Org. Tuncer Kılınç ve Em. Org. Kemal Yavuz, Em. Tümg. Erdal Şenel gibi üst düzey paşalar gözaltına alınınca Ergenekon Operasyonu’nun TSK’yi yıpratma amacı taşıdığı düşüncesi belirdi zihinlerde. Gözaltına alınan birçok emekli askerin ABD ve AKP karşıtı kimliklere sahip olmaları davaya ayrı bir anlam kazandırmıştı artık. Bu noktada ilginç bir gelişme yaşandı. Em. Org. Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde tutuklanan Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’un TSK tarafından sahiplenilmediği düşünülüyordu. Ancak ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığı görevini devralan Org. İlker Başbuğ kısa süre içerisinde Kocaeli’de tutuklu bulunan bu iki paşayı “TSK adına” ziyaret etmesi amacıyla bir korgenerali görevlendirdi. Bu ziyaret Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde duyuruldu ve ziyaretin Yıl: 4 Sayı: 4
Yaşanan bu önemli olayın ardından geçtiğimiz aylarda Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz ve Erdal Şenel gibi emekli paşaların gözaltına alınmasından hemen sonra Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında acil ve içeriği tam olarak açıklanmayan bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmeden birkaç gün sonra da bu üç paşa serbest bırakıldı. Kimisi tutuksuz yargılanan kimisi tedavi amacıyla GATA’ya sevk edilen paşaları düşündüğümüzde şu anda tutuklu bulunan emekli yüksek rütbeli asker bulunmamakta diyebiliriz. Emekli paşaların bir kısmının GATA’ya sevk edilmesi ve bir kısmının tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması ABD’de yaşayan bir cemaat liderinin dikkatini çekmiş ve üzüntü duymuş olmalı ki kendisi: ‘’Bu işte bir GATA-kulli var. Ergenekon beklediğimiz gibi olmadı.’’ (7) deme gereği duydu. Ne bekleniyordu? Bu dava bu cemaati neden ilgilendiriyor? Bu soruların cevabı aslında davanın içinde saklı.
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Davanın temel dayanaklarından birisi olan “58. ve 59. hükümete yönelik darbe girişimi” iddiası kesinlikle kabul edilebilecek bir durum değildir. 21.yy Türkiye’si çağdaş demokrasinin ve cumhuriyetimizin gelişimine yönelik müdahaleleri reddetmelidir. Yakın zamanda bir asırı devirecek olan cumhuriyetimiz mevcut durumdaki tehlikeleri ancak ve ancak demokratik yollarla bertaraf edebilir ve bu şekilde daha da güçlenir. Yaklaşık son 30 yıldır devrimin ruhuna aykırı zihniyet mensubu kişiler tarafından yönetilen ülkemizde girişilecek bir anti-demokratik müdahale, karşı devrim sürecini ve yandaşlarını güçlendirmektedir ve güçlendirecektir. Unutmamak gerekir ki ağaçlar budandıkça daha gür çıkar. Tarihimiz bu örneklerle doludur. Her ne kadar da yasalardan kaynaklanan uyumsuzluk ve boşluklar sebebiyle meşru gibi görünen ama eylemleri ve söylemleriyle anayasaya, devrime ve kanunlara aykırı olduğunu ispatlayan partiler tarafından yönetilsek de bu durumdan ancak demokratik yöntemlerle kurtulabiliriz. Aksi halde yapılan her müdahale bağımsız bir şekilde örgütlenmeye çalışan ve gücünü sadece Anadolu’dan alan genç Kemalistlerin önünü kesmektedir. Onlar bu düzenin yeni aktörleri, yeni kuklaları olmayacaktır. Kafalarında bu düzeni değiştirme ve hakça bir düzen kurma fikri vardır. Bunun yolu da yapılan devrimin ruhuna bağlı kalarak demokrasinin gerekleriyle birlikte hareket etmekten geçmektedir. Ülkemiz bugün, sivil darbecilerin, askeri darbe yapmayı planlayan kişileri yargıladığı bir süreçten geçmektedir. İki planın mağduru da milletimiz yani bizler oluyoruz. Devrimi ve cumhuriyeti askeri darbe ile korumayı amaçladıkları söylenen kişiler bugün karşı devrimci, sivil darbeci yöneticiler tarafından “Ergenekon Örgütü” üyesi olma sebebiyle sorguya çekiliyor. Bu durumdan demokrasimiz de cumhuriyetimiz de hukukumuz da siyasetimiz de zararlı çıkacaktır. Çünkü
www.omuadk.com
2009 yılının Mart ayına gelindiğinde yaklaşık 60 duruşması yapılan Ergenekon davasının 2. iddianamesi de açıklandı, 3. iddianamesi ise AKP’nin zor durumda kaldığı bir süreçte gündem değişikliği sağlayacak şekilde açıklanacaktır. Bu döneme kadar yaşananları detaylara girmeden genel hatlarıyla aktarmaya çalıştık. Davanın cevaplanması zor sorular içerisinde boğulması yorum yapmayı zorlaştırsa da davanın odak noktası yapılmaya çalışılan Kemalistlerin bu aşamada bir adım öteyi görmesi, davayı iyi ve doğru bir şekilde
tahlil etmesi ve yolunu ona göre çizmesi gerekir.
Bandırma Bandırma
TSK adına yapıldığı önemle vurgulandı. Bu durum TSK’de Ergenekon’a olan bakış açısında bir değişiklik oluştuğunu da gösterdi. Ancak TSK’nin bu dava hakkındaki tavrı henüz net değil. Bu belirsizliğin sebebi de TSK’nin hukukun zarar görmemesi, davanın adil bir şekilde seyri açısından kanunlara uyma gayreti konusunda gösterdiği titizlik olabilir.
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
51
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
TSK’nin darbe geleneğinden uzaklaştırılması adı altında kendi iç dinamiklerinden arındırılıp halkın gözünde önemsizleştirilerek güçsüz kılınması amaçlanmaktadır. TSK’nin, 21.yy’nin çağdaş ve demokratik Türkiye devletinin ordusu olması temel amaçtır ancak bugün yapılanlar bu amaç adı altında TSK’yi bir işgal operasyonudur. Nitekim demokratik gibi gösterilen hamleler anti-demokrat oluşumlar ve yönetimler tarafından yapılmaya çalışılmaktadır. Ergenekon davası yıllarca sürse de ülke lehine sonuçlanma ihtimali düşük bir davadır. Çünkü Türkiye’nin temiz eller operas-
www.omuadk.com
yonu gibi gösterilen bu dava kirli eller tarafından yürütülmektedir ve hukuku değil, siyaseti rehber almaktadır. Bugüne kadar yaşananlar bu davanın iktidar muhaliflerini sindirme ve baskı rejimi kurma politikalarının bir ürünü olduğunu gösteriyor.
52
Kabul gören bir gerçek var ki Türkiye’de gayri resmi güç odakları vardır. Bunlar da ülke yararına değil (dolaylı olarak) aleyhine hizmet etmektedir. Ünlütürk paşanın da dile getirdiği üzere ABD tarafından yönlendirilen yapılanma kontrol altında tutulup vatana hizmet ediyor görüntüsü veriliyor. Toplumun büyük bir kısmı da gelişen olayların ve bu tür yapılanmaların ayrıntılarını bilmeden bunu “derin devlet” diye tarif edip hukuka değil kendi kanun-
larına göre işleyen bu yapıya çok da karşı çıkmıyor. Çünkü devletin bu organa ihtiyacı olduğu düşünülüyor. Hâlbuki demokratik bir hukuk devletinde derin devlet yapısına yer yoktur. Çağdaş demokrasiler bu tür yapılanmaları kabul edemez. Ülkede birçok askeri müdahalenin (kimilerine göre 1960 askeri müdahalesi de dahil olmak üzere), faili meçhul cinayetlerin ve ayaklanmaların da adı geçen örgütlenme tarafından tezgahlandığı iddia ediliyor. Bu iddia doğru da olabilir! Çünkü ülkenin istikrarsız bir yapıya sürüklenmesi ve toplumun sürekli tedirgin bir şekilde yaşaması o ülkeyi hep dış yardıma muhtaç kılar. ABD tarafından kontrol edilen güç odakları da bu tür eylemleri kendi gerekçeleriyle gerçekleştirip küçük amaçlar peşinden koşarken öte yandan büyük bir oyunun parçası olmuşlardır ve olmaya da devam ediyorlar. Aslında ortaya çıkarılması gereken ama bir türlü çıkarılması bazıları tarafından istenmeyen yapılanma ABD’nin soğuk savaş döneminde NATO ülkelerinde kurduğu Gladio yapılanmasıdır. Avrupa’da bazı ülkeler bu Gladio yapılanmasını çökertti veya etkinliğini ortadan kaldırdı. Ancak Türkiye’ye biçilen görev henüz tamamlanmamış olacak ki ortaya çıkan bu tabloda Gladio örgütünü ve dolayısıyla hukuk dışı faaliyet gösteren yapılanmaları çökertecek bir gelişmeden söz etmek mümkün değil. Türkiye’yi istikrarsızlaştıran, bir dönem başbakanlara suikastlar düzenleyen, darbelere ortam hazırlayan, darbeler yapan, gazetecilerimizi öldüren, dış politikalarımızın yönlendirilmesini etkileyen yapılanma budur. Yani Türkiye’nin derin devleti bir Gladio parçasıdır. Bugün Türkiye’de yapılan Ergenekon Operasyonu da bir “derin devlet değişimidir.” Bu operasyon üst kademede ABD tarafından yürütülmektedir. Gladio bu ülkeden sökülüp atılmıyor, sadece ekip değiştiriliyor. Çünkü dünyanın değişen yapısı birçok ülkedeki ABD işbirlikçisi, tetikçisi veya genel olarak taşeronu olan ekiplerin de değiştirilmesi gereğini ortaya çıkardı. ABD için artık bir komünizm tehlikesi olmadığından Türkiye’de bir dönem el altından destekleyip yönettiği aşırı milliYıl: 4 Sayı: 4
yetçi, anti-komünist, ülkücü yapılanmalara da ihtiyaç yok. Yeni plan; Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’yı kontrol altında tutma ve politikalarda yenilemeye gitme planı olduğundan artık yeni bir ekibe ihtiyaç vardır. Bu planın Türkiye’deki uygulayıcısı ise ‘’F Cemaati’’ ve dolaylı olarak siyasi iktidardır. Namuslu ve adil Türk yargısı ise bu duruma alet edilmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi değişmekte olan derin devlet yapısı ABD tarafından “F Cemaatine” teslim edilmektedir. Yani yıllardır emniyette, MİT’te ve bir nebze TSK’de oluşturulan bu cemaatçi yapılanmanın Türkiye’nin Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne uygun yeni derin devleti olması planlanıyor. İşte bugünkü iktidar da bu aşamada devreye girmektedir. Artık siyasi amaç taşıdığı ortaya çıkan bu dava ile TSK’de, emniyette, medyada, üniversitelerde, iş dünyasında ve sivil toplum örgütlerinde yani her yerde kendisine muhalif olan kişileri bu davaya dahil edip baskı altına almayı hatta ortadan kaldırmayı hedefliyor. Toplumun her kesiminden kendisine muhalif olan kişileri ilgili veya ilgisiz olarak bir araya toplayıp yasa dışı uygulamalarla özel ve tüzel kişilikleri zedeleyici politikalarla bu kişileri toplum gözünde karalamaya ve sindirmeye çalışmaktadır. Bu aşamada ortaya çıkan sonuç, Ergenekon davasında yargılanan bütün sanıkların suçsuz olduğu değildir. Bize göre hiç kimse şu aşamada ne suçludur ne de suçsuzdur. Hukuka güvenmeliyiz, kararı beklemeliyiz. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi uzun bir zaman sürecek olan bu dava her ne kadar hukuka uygun olarak devam etmese de ve çıkacak olan sonucun hukuki bir sonuç olacağından kuşku duysam da yargı makamını etkileyecek bir
KAYNAKLAR (1) 40 Dakika adlı belgesel / Dündar C., Kazdağlı C. (2) 40 Dakika adlı belgesel / Dündar C., Kazdağlı C. (3) Dündar.C, Ergenekon, Milliyet Gazetesi, 28 Ocak 2008 (4) Tempo Dergisi, Ergenekon Rehberi Eki, Syf:4 (5) Tempo Dergisi, Ergenekon Rehberi Eki, Syf:5 (6) Aydınlık Dergisi, , Sayı: 1096 Syf: 8 (7) Övür M.,Sabah Gazetesi, 6 Mart 2009 (8) Bila H., CHP, Doğan Kitap, Syf:
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Mustafa Kemal’in Milli Mücadele Dönemi’nde Yunus Nadi’ye söylediği şu sözler aklımızdan bir an olsun çıkmasın: “Zamanımızda her şeyin meşru ve kanuna uygun olması gerekir. Girişilecek her hareketin halkın kararına dayanması ve halkın isteğini belirtmesi şarttır.” (8) Halk için en iyisini devlet için en iyisini sadece ve sadece özgür beyinler ortaya koyacaktır!
www.omuadk.com
KAYNAKÇA:
davranıştan kaçınmalıyız. Hukuk bir gün herkese lazım olacaktır. Sürmekte olan bir davada taraf olmak ve müdahalede bulunmak hukuk anlayışımızı ve demokrasi anlayışımızı zedeler. Bu amaçla hiç kimse ne savunulmalıdır ne de suçlanmalıdır. Bugün görülmesi gereken tablo; Tam Bağımsız Türkiye idealini gerçekleştirmek için önümüzde duran veya önümüze çıkacak olan engelleri ancak bağımsız bir yargı, bağımsız bir ordu, bağımsız bir meclis ve bağımsız bir iktidar aracılığıyla ortaya koyabilecek oluşumuzdur. Buna inanarak yaşanan bütün olayları günlük siyasi çekişmelerin penceresinden yorumlamaktan kaçınıp kişisellikten uzak tutmalıyız. İktidara veya genel olarak bu düzene muhalif olan her kişi hayalini kurduğumuz “Tam Bağımsız Türkiye” idealine giden yolda demokrasiye, cumhuriyete ve ilkelere bizimle aynı hassasiyeti göstermiyor olabilir. Bu, dikkat edilmesi gereken bir husustur. Unutmamak gerekir ki Kemalist gençlik bu Anadolu topraklarının üzerine serpilmiş esaret örtüsünü kaldıracak ve insanlarımızın hür ve adil bir düzende yaşamasını sağlayacak olan bir ekiptir, bir gruptur, bir kadrodur. Hata yapma lüksümüz yoktur. Ufkun ilerisini görmeye çalışarak çemberlerin dışından bakmalıyız bu fotoğraflara. Kendimizi çemberin içinde tuttuğumuz sürece daralan çemberde yok olup gideriz.
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
53
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
54
Cumhuriyetin Bilim Adamı Prof. Dr. Süleyman Çelik
SÖYLEŞİ: Atakan TELATAR Berkay ÜNLÜ
B
ması gerektiğini söylüyor. İstiklal ANDIRMA: Merhaba hocam. Ulusal olunmadan evrensel Bilim ve toplum üzerine olunamaz. Bilimin evrenselliği Ticaret Mektebi’nde öğretmenlerle toplantı yapıyor. Toplantıda söz sizinle bir sohbet gerçekvardır ama önce ulusal olaalıp konuşanların hepsi Atatürk’ü leştirmek istiyoruz. Bir bilim insanı caksın. Ulusal çıkarları gööverler. Atatürk, oradaki övgülerolarak bilimin toplum üzerindeki den rahatsız oluyor ve söz alıyor, etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? zeteceksin. Ne demektir bu? ÇELİK: Einstein’in bir sözü var:” Kendi milletinin çıkarlarını her diyor ki: “Hiçbir zaman bir kişinin Bilim ve bilimsel düşünce küçük bir şeyin önüne koyacaksın. Milli- peşinden körü körüne gitmeyin. Onun her sözünün doğru olduğunu azınlığın tekelinde olursa toplum yetçilik öyle kötü bir şey değil, kabul etmeyin. Sizler sadece bilimi maddi ve manevi olarak kalkınaşovenizm değil. Milli demek, rehber edininiz, onun peşinden gimaz, tinsel yoksulluğa sürüklenir diniz. İnsanları rehber edinmekten milletimin çıkarlarına önceve kolayca sömürülür. Bilimin ve bikurtulamadığımız sürece selamete limsel düşüncenin toplumca yaşam lik veriyorum demektir. Yani eremeyiz.” Yani Atatürk, kendisinin tarzı olarak benimsenmesi gerekir. ben halkım için çalışıyorum, bile peşinden gidilmesini istemiyor, Bilim nedir? Gözlem ve deneye halkımın daha çok kazanma- aklın ve bilimin rehber edinilmesini dayalı olarak yapılan bir uğraştır. Bilimin toplumca yaşam tarzı olarak sını sağlayacağım. Tüm dünya istiyor. Günümüze bakacak olursak, “ Bilimin peşinden gidin.” diyen var benimsendiği ölçüde herkes bilime bunu yapıyor. mı bugün? Kimse bilimin önemini inanır ve bir arayış içerisine girer. kavrayamamış. Bilimsel düşünce kaldırılmış. Atatürk Böyle olmazsa, taklitçilik başlar. Oysa bilimde sürekli Devrimlerinin amacı Aydınlanma Devrimini yapmakyenilik vardır. Bilim sürekli arayış ve yenilik içerisinde tır, Batı’daki Rönesans ve Reformu gerçekleştirmektir. olmazsa, o toplum donuk bir toplum olur. Türkiye’de Aklı ve bilimi rehber edinmek, Atatürk Devrimlerinin bilim var mıdır ve yaşam tarzı mıdır? Değildir. Üniveresasıdır. sitelerde bile bilim ve bilimsel düşünce yok. Bilimsel BANDIRMA: Türkiye’de siyasette bilim insanlığı düşünce için önce kuşkucu olmak gerekir. sıfatına sahip çok sayıda politikacının rol almış olmasıBANDIRMA: Bilimsel düşünce ve bilimsel üretim na rağmen Aydınlanma Devrimimiz tamamlanamadı. bakımından bakacak olursak, Cumhuriyet’in ilk yıllaBuradan yola çıktırında oturtulmaya ğımızda ülkemizde çalışılan bilimsel bilimsel anlayışta anlayışıyla günüve bilim insanının müz arasında nasıl tanımlanmasında bir fark vardır? bir sorun olduğu ÇELİK: Tabii çok sonucuna varabifark var. Atatürk, liyoruz. Bu konuya “Hayatta en hakiki bir açıklık getirebimürşit ilimdir.” lir misiniz? sözünü ilk kez ÇELİK: Bilimsel Samsun’da öğretdüşünce, kuşku menlerle yaptığı duymaktır. Kuşku bir toplantıda duyacaksınız, söylüyor ve burada eleştireceksiniz, insanların değil, sorgulayacaksınız, bilimin peşinden araştıracaksınız, gidilmesi gerekduyduğunuz kuştiğini bildiriyor. kudan dolayı yeni Burada, her şeyde şeyler bulacaksınız. bilimin esas alınYıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yıllık Süreli Yayın
kaldırmadan bilim gelişmez, bilimsel ortam oluşmaz. Eğitim aileden başlar. Bundan sonra bütün okullarda bilimsel eğitimin verilmesi gerekir. Bilimsel düşüncenin de. Ama şimdi bizim okullarımızda yapılan eğitimde genelde dogmatik bir eğitim vardır. Değişmez kuralların olduğuna yönelik. Ben mesela orta ikiye gittiğimde, bundan yaklaşık elli yıl önce, fizik okuyoruz, fizikte atomun tarifini yapıyor, atom maddenin parçalanamayan en küçük kısmıdır diyor. Hâlbuki 1945’te atom bombası atılmış, parçalanmış yani, bomba patlamış bütün dünya duymuş. Ama kitapta öyle yazıyor. Hoca dedi ki atom parçalanabilir, daha küçük kısımları var, nötron var, elektron var vs. ama siz böyle öğrenin kitaptaki gibi. İşte bu zihniyet bilimsel düşünceye aykırı bir zihniyettir. Kitapta böyle yazıyorsa doğrudur. Bunu böyle öğrenin.
İşte bu zihniyet bugün var mı yok mu bilmiyorum. (BANDIRMA: Bugün de öyle yazıyor.) Öğretmen kitabın dışına çıkamıyor. Bununla beraber okullarda din dersi var, tamamen dogmatik bir eğitim. Çocukların o dogmatik düşünceyle beyinleri yıkanıyor. Ve o çocuklardan kuşku duymasını, sorgulamasını, eleştirmesini bekleyebilir misiniz? Bekleyemezsiniz. İmam Hatip okulları, meslek okulları olarak açıldı, imam ihtiyacını karşılamak için açıldı ama bu okullar, sonradan meslek liselerine çevrildiler. Sanat okulu vardı, öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunu bitirenler eğitim enstitüsüne gidebilirlerdi ve orayı bitirirlerdi. Üniversiteye gitmek için öğretmen okulu mezunlarının bile lise bitirme diploması almaları gerekirdi. Ve o zaman ortaokul öğretmenleri lisede derse gelirlerdi. Ama lise mezunu sayılmazlardı. Sonradan ise İmam Hatiplerin normal liselerin yerini alması için çalışmalar yapılmaya başlandı. Gereğinden fazla öğrenci alındı. Kızlar imam olamamasına rağmen kız öğrenciler alındı. Amaç ne? Dini eğitim verdirmek. Onların zihinleri gelişmeden dini dogmalarla doldurmaktır. Dogmalarla yetişmiş çocuk bilim yapamaz. Profesör olmak demek bilim insanı demek değildir. Ne
www.omuadk.com
Bilimsel düşünce, Tales´in kuşku duymasıyla ortaya çıkıyor. Bilimde önemli olan eleştiriye açık olmak, eleştiri yapmak ya da başkalarının eleştirmesine izin vermektir. Örneğin öğrencisi hocasını eleştirebilmeli, hocasının düşüncesini kabul etmeyebilmeli. Oysaki bu bizde olmayan bir şeydir. Bunu aşamadan bilimsel düşünemezsin. Hoca da, parti lideri de, cemaat lideri de yanlış söyleyebilir. “Hocaefendi hazretleri ne diyorsa doğrudur” diyenlerden bilim adamı olmaz. Böyleleri bilimsel düşünceden de nasibini almamışlardır. Türkiye’deki yaşanan olay budur. Adam profesör olmuş ama mürit, böyle şeyler var. Rektörlük seçimlerinde şu tarikat, şu cemaat kimi gösterirse ona göre oy kullanıyorlar. Bu adamda bilimsel düşünce olamaz. Öyleyse nasıl profesör olmuştur? Yayın yaparsan profesör olursun! Yayın yapmak demek bilim yapmak demek değil ki. Nitekim Türkiye’den yapılan yayınlar, bilimsel araştırmalar bir sonuç veriyor mu? Ekonomiye katkısı var mı? Yeni bir üretim, yeni bir teknoloji geliştiriyor mu? Geliştirmiyor. BANDIRMA: Bu politikacılarda bilimsel düşüncenin gelişmediğini fakat onların buna rağmen bu bilim insanı unvanına sahip olduğunu söylüyoruz. Ülkemizde bazı cemaatlerin ve siyasi oluşumların bilimi kullanarak siyasi nüfuz sağlama çabalarını nasıl yorumluyorsunuz? ÇELİK: Öncelikle üniversiteleri ele geçirme istekleri var. Üniversiteleri ele geçirmek istemelerinin nedeni bilimi kendilerine göre düzenlemekten çok gençleri kendi istedikleri doğrultuda eğitmek. Tabii bakarsanız yalnız üniversiteleri ele geçirmek istemiyorlar. Anaokulundan başlıyorlar, bugün cemaatlerin kreşleri var, anaokulları var, oradan itibaren çocuğu belli bir kafa yapısına göre yetiştirmek istiyorlar. Sonra okullar var, yurtlar var, dershaneler… Amaç bu: Kendi istedikleri gibi insan yetiştirmek. Temel eğitimin sekiz yıla çıkmasına karşı çıktılar. Niye karşı çıktılar? Çünkü böylece İmam Hatip liselerinin orta kısımları kaldırılmış oluyordu. Ortaokuldan sonraki dönemde öğrencileri etki altına almak daha da zorlaşacak. Bir söz vardır: “Ağaç yaşken eğilir.” Küçük yaştan itibaren daha kolay etkileyebiliyorlar. Yani o gençleri, çocukları kendilerine göre yontmak istiyorlar. Atatürk cumhuriyetin öğretmenlerine sesleniyor:”Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar yetiştiriniz.” diyor. Yani Atatürk, bir ideolojiye göre yetiştirin de demiyor. Atatürk sadece öğretmenlerin yeni kuşakları kendini ifade edebilecek şekilde özgür yetiştirilmelerini istemiştir. Bu sağlandıktan sonra çocuklarımız bilim insanı da olurlar, bilimsel buluşlar da yaparlar. BANDIRMA: Çok önemli bir nokta aslında. Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirilmesini istediğini söylüyoruz. Sizce Türkiye’de bu nasıl sağlanabilir, bilimsellik nasıl aşılanabilir? ÇELİK: Bilimin ilerlemesi için en başta bilimsel düşüncenin aşılanması gerekir. Herkese ilkokuldan itibaren aşılanmalı. Bilimsel düşüncenin karşıtı dogmatik düşüncedir, değişmez, donmuş, kalıplaşmış fikirler vardır, onlar tartışılmaz. Ama dogmatik düşünceyi
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
55
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
56
yazık ki profesör veya doçent olması onun bilim insanı olması için yeterli koşul olarak kabul ediliyor. Bilim insanı önce bilimsel düşünceye sahip olmalıdır. Sonra toplumsal sorumluluğun bilincinde olmalıdır. Ama bugün gerici, cemaatçi, mürit bilim insanları içinde başka bilim insanları da var. Mesela bazı iktisatçılar; bazı sermayedarların müşavirliğini yaparak çalışanlar vardır. Bir iktisatçı, sermayedarların müşavirliğini yapacaksa liberal ekonomiyi savunmak zorundadır. O liberal ekonomi dışında başka bir şey öne sürebilir mi? Süremez. Sürerse oradaki işini kaybeder. BANDIRMA: Bilimin evrenselliği tartışılamaz ancak sizce bu evrenselliğin içinde millilik olmalı mıdır? Olmalıysa ne boyutta olmalıdır? ÇELİK: Ulusal olunmadan evrensel olunamaz.
Bilimin evrenselliği vardır ama önce ulusal olacaksın. Ulusal çıkarları gözeteceksin. Ne demektir bu? Kendi milletinin çıkarlarını her şeyin önüne koyacaksın. Milliyetçilik öyle kötü bir şey değil, şovenizm değil. Milli demek, milletimin çıkarlarına öncelik veriyorum demektir. Yani ben halkım için çalışıyorum, halkımın daha çok kazanmasını sağlayacağım. Tüm dünya bunu yapıyor. BANDIRMA: Sizce bilim, bilim için mi yapılmalıdır, yoksa bilim halk için mi yapılmalıdır? ÇELİK: Bilim toplum için, halk için yapılmalıdır. Bilimi bilim için yaparsanız o zaman sizi kullanırlar. O bilim adamı kolayca kullanılabilir. Sonuçta bilimin amacı insanlığın mutluluğu için olmalı, toplum daha rahat yaşasın, dünyadaki açlık sona ersin amaç bu olması gerek. Bu şekilde yapılması gerek. Yoksa ben bilim için bilim yaparım, bir deney yaparım, gerisi beni ilgilendirmez, böyle yaparsan atom bombası da yaparsın, sonra atom bombasını patlattığın zaman ne kadar insan ölür. Onun sorumluluğu ne olacak? Ya da ben bilim insanıyım ve aynı zamanda çok uluslu bir şirketin danışmanlığını yapıyorum. Ama çok uluslu şirket insanları sömürüyor, Afrika’da binlerce insan ölüyor açlıktan, o beni ilgilen-
dirmez derseniz iyi bir bilim insanı değilsinizdir. Önce insanlık için, insanlığın geleceği için bilim yapılmalı. Bunlardan bilim insanı sorumludur. BANDIRMA: Bilim toplum için yapılmalıdır, içinde belli bir oranda millilik de olmalıdır, dogmalardan kurtarılmalıdır dedik. Tüm bunları kendi ülkemize indirgediğimizde Mustafa Kemal’in başlattığı aydınlanma mücadelesinin bugün de devamlılığını sağlayabilmek için biz gençler olarak neler yapmalıyız, bilim insanları neler yapmalıdır? ÇELİK: Mustafa Kemal’in yaptığını yapacağız. Yani Mustafa Kemal, kısa ömründe 15 yılda Türk halkının neler yapabileceğini kanıtladı. Türkiye’yi bir kalkınma sürecine soktu, Cumhuriyet tarihinin en büyük kalkınmasını gerçekleştirdi, birçok alanda en yüksek kalkınma hep Atatürk döneminde olmuştur. Nasıl başarmıştır? O zamanki koşullar daha zor. Cumhuriyet ilan edildiği zaman, Türkiye harap bir ülkedir. Savaş var. Erkekler savaşa alınıyor. Yüzde sekseni köylü ve çiftçilik yapıyor mecburiyetten. Ama erkek yoksa tarla sürülemez. Belli bir süre de tarla sürülmediği için orası tarım alanı olmaktan çıkar. Birey başına düşen GSMH o zaman ne kadardı? 70 dolar. Hiçbir sanayi tesisi yok. Buğdayı bile dışarıdan alıyoruz. Osmanlının borçları var ayrıca. Bu koşullarda Türkiye’de belli bir kalkınma sağlıyor, sanayileşme başlatıyor. Mesela savunma sanayi. Biliyorsunuz, Atatürk iki bakanlığın milli olması gerektiğini savunmuştur, eğitim ve savunma. Savunmanın milli olması için sanayinin milli olması gerekmektedir. Yoksa ithal etmekle milli olmaz. Peki, bunları nasıl yapmış? Aklı ve bilimi rehber edinerek yapmış. O zaman bugünkü gibi soygun yok, hortumlama yok, yolsuzluk yok... Bugün Türkiye, kaynakları çok büyük olan bir ülke. Türkiye bugün de çok rahat kalkınabilir. Ama bunlar hortumculuğun, yolsuzlukların kesilmesi koşuluyla olur. Bunları önlediğiniz takdirde Türkiye kalkınır. Bilimin yoluna gidersek, halkımızı da yanımıza alırsak, yine Atatürk’ün yaptığını yapabilirsek. Türk halkı dünyanın saygın halklarındandır ulus olarak baktığımızda. Binlerce yıldır bağımsız yaşayan bir ulusuz, özgürlüğümüze düşkün bir ulusuz, hiç esir olmamışız. Nazım’ın bir şiiri vardır, topraktan öğrenip kitapsız belleyen, cahildir ama Anadolu halkının filozof hali vardır aslında. Mayası sağlamdır. Belli bir kesim dışında halkımıza doğrular anlatılırsa halkımızın doğruyu görmek gibi binlerce yıllık bir bağımsız ulusun bireyi olmasından ileri gelen bir özelliği vardır. Halkımıza yeter ki doğru anlatalım, halkımız her şeyi görür. Atatürk gibi anlatalım. Halk önce güvensin size, güvenirse rahatlıkla anlayabilir sizi. BANDIRMA: Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının 90. yılına özel çıkardığımız Bandırma dergimize verdiğiniz röportajdan ötürü çok teşekkür ederiz. ÇELİK: Sizinle olmak beni her zaman mutlu eder biliyorsunuz. Bandırmanın bu seneki sayısından dolayı ayrıca mutluyum. Teşekkür ederim. Yıl: 4 Sayı: 4
OMÜ İlköğretim Matematik Öğretmenliği Öğrencisi
Özelleştirme Sürecinde Eğitim
göstereceği yerlerden biri de eğitimdir maalesef.”
Eğitim hakkı, her bireyin sahip olduğu ve devlet tarafından sağlanması zorunlu olan bir haktır. Hatta 1739 sayılı Milli Eğitim Temel
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Kanunu’nda, Türk eğitim sisteminin ilkelerinden biri, eğitim hakkı ve fırsat eşitliğidir. Buna rağmen, bu haktan yararlanamayan vatandaşlarımız için, eğitim sistemimizdeki sorunlara çözüm bulunmasını beklerken, eşitsizliklerin daha da derinleştirildiğini görüyoruz. Eğitimin Piyasalaştırılmasında Neredeyiz? Dünya eğitim emekçilerinin uluslararası örgütü, Eğitim Enternasyonali’nin yayınladığı raporlara göre, eğitimde piyasalaştırma iki şekilde gerçekleştirilir. • Gizli özelleştirme • Açık özelleştirme. Özel okulların devlet tarafından teşvik edilmesi ve bu alana bütçe-
www.omuadk.com
Hayata gözümüzü açıp, sonsuzluğa kapayıncaya kadar eşitsizliklerin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin kirli düzeni devam ettikçe de bu böyle olacak gibi görünüyor. Kapitalist sistemin parayı egemen kıldığı yaşam“Kapitalist sistemin parayı da, gelir dağılımındaki egemen kıldığı yaşamda, gelir adaletsizlikle birlikte toplumda eşitsizliği ve dağılımındaki adaletsizlikle sınıflaşmayı doğurması birlikte toplumda eşitsizliği kaçınılmazdır. Bu sosyal farklılıkların kendini en ve sınıflaşmayı doğurmaçok göstereceği yerlersı kaçınılmazdır. Bu sosyal den biri de eğitimdir farklılıkların kendini en çok maalesef.
Bandırma Bandırma
Ceren ABAZA
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
57
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
58
den pay ayrılması açık özelleştirmedir. Gizli özelleştirme ise bir yandan özel okulların önü açılırken diğer yandan da eğitimin devlet okullarında sürdürülmesidir. Türkiye’de hem açık hem gizli özelleştirme uygulamaları mevcuttur.
Devlet bütçesinden özel okullara pay ayrılması ve hane halkının finansmandaki payının arttırılarak eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi açık özelleştirmeyi destekler niteliktedir. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bir konuşmasında, Türkiye’de özel okulların sayısının yetersiz olduğu belirtilerek, diğer ülkelerle kıyaslayarak, “ Enver Hoca’nın (11 Ocak 1946’da kurulan Arnavutluk Halk Cumhuriyeti’nin Başkanlığına getirilmiştir. Ülkesini 41 yıl aralıksız yöneten Enver Hoca,11 Nisan 1985’te vefat etmiştir.) Arnavutluk’unda bile özel okulların payı %3,Rusya’da %10 ve bizim ülkemizde %2’dir.” ifadesini kullanması da özel okulların teşvik edilmesi gerektiği fikrinde “Kısacası, eğitim devlet üzeolduğunu vurgularinde bir yük değildir, siyasi mıştır. Aynı şekilde iktidarların çıkarlarına hizmet 08.02.2007 tarihinde kabul edilen edecek bir alan hiç değildir. 5580 sayılı Özel Eğitim, bir ülkenin geleceğidir Öğretim Kurumları ve bu geleceğe sahip çıkmak Kanunu’nda da devletin teşviki zarurettir.” açık bir şekilde görülmektedir. Bu kanunun hedefi genel gerekçede şöyle dile getirilmektedir: ”Eğitimde planlama, öğretim programlarını geliştirme, denetleme ve koordinasyon işlevi dışındaki hizmetlerin özel sektör tarafından yürütülmesi, devletin eğitim yükünü(!) hafifleteceği gibi finans sorunlarının aşılmasında da etkili olacak ve daha kaliteli(!) eğitim verilmesinde olumlu gelişmelere ortam hazırlayacaktır.” Eğitimi devletin üzerinde bir yük olarak görmek ne kadar doğrudur, hele de finansmanda rahatlama olacağını belirtip de özel kurumlara kamudan kaynak ayırarak bunu demek ne kadar mantıklıdır? 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda kanun gereğince “öncelik kamudadır.” Ancak uygulanan politikalar durumun böyle olmadığını göstermektedir. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunundaki bazı maddeler şöyledir:
MADDE 1 – Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzel kişiler tarafından açılacak özel öğretim kurumlarına kurum açma izni verilmesi, kurumun nakli, devri, personel çalıştırılması, kurumlara yapılacak malî destek ve bu kurumların eğitimöğretim, yönetim, denetim ve gözetimi ile yabancılar tarafından açılmış bulunan özel öğretim kurumlarının; eğitim-öğretim, yönetim, denetim, gözetim ve personel çalıştırılmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir. MADDE 3 – Bir kurumda öğretime başlayabilmek için kurum açma izni alınması zorunludur. İzin başvuruları ilgili millî eğitim müdürlüğüne yapılır. Valilikçe yapılan inceleme sonucunda açılması uygun görülen okullar dışındaki kurumlara kurum açma izni verilir. Valilikçe açılması uygun görülen okullara ilişkin başvurular ise kurum açma izni verilmek üzere Bakanlığa gönderilir. Merkezden alınması gereken izin yetkileri büyük bölümü valiliklere devredilmekte, böylece özel öğretim kurumlarının açılması kolaylaştırılmaktadır. MADDE 11 – Kurumlar ve bu kurumlarda görevli personel, Bakanlığın denetimi ve gözetimi altındadır. Eğitim-öğretim ve yönetim bakımından yapılan denetimlerde, kurumun özel yönetmeliği de dikkate alınır. Kurumlar, ancak amaçlarına uygun tanıtıcı mahiyette reklâm ve ilân verebilirler. Bu kurumlar reklâm ve ilânlarında gerçeğe aykırı beyanlarda bulunamazlar ve televizyonda reklâm ve ilân yapamazlar. MADDE 12- Okulların su, doğalgaz ve elektrik ücretlendirmesi, resmi okullara uygulanan tarife üzerinden yapılır.(!) MADDE 13- Kurumlar öğrenim gören öğrenci sayısının yüzde üçünden az olmamak üzere ücretsiz öğrenci okutmakla yükümlüdür. Bakanlıkça bu oran yüzde ona kadar arttırılabilir. Ücretsiz okutulacak öğrencilerin yüzdesi, seçimi ve kurumlara kabul şartlarına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. Kurumlar ayrıca öğrenim bursu verebilirler. Öğrenim bursu verilmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. Özel okullara devletin teşviki, kanunla Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
desteklenirken devlet okullarında ne gibi sorunların mevcut olduğunu irdeleyelim. Eğitim sistemimize baktığımızda belli olan sorunları şu şekilde maddeleyebiliriz: • 8 yıllık kesintisiz eğitim zorunluluğuna rağmen, Türkiye’de bir milyon çocuk okuma-yazma bilmiyor. İlköğretimde %90,1,ortaöğretimde ise %56,5 okullaşma oranına sahip olan ülkemiz Avrupa Birliği’nin bir hayli gerisinde. Okullaşma oranı, İspanya’da %99,4,Fransa ve Portekiz’de %98,9,İtalya’da %98,8,Hollanda ve İngiltere’de %98,7,İsveç’te %98,6,Japonya’da %99,9,Güney Kore’de %99,6 seviyesindedir.
Yerel Yıllık Süreli Yayın
• Ülkemizde, öğretmen başına ortalama 26 öğrenci düşmektedir. Bu, ülkemizin coğrafi bölgelerine göre de değişiklik göstermektedir. Bir öğretmene Şanlıurfa’da 43, Ağrı’da 48, Şırnak’ta ise 57 öğrenci düşmektedir. Bu da eğitimin kalitesini önemli ölçüde düşürmekte, geleceğimiz olan gençliğin önündeki aydınlığın önüne set çekmektedir. • GSMH’DE eğitime ayrılan payın dünya ortalaması %4,4,AB ortalaması %5,1 iken Türkiye’de %3,2’dir.Eğitime ayrılan bütçe yeterli değildir; bu da eğitime gerekli önemin verilmediğini gösterir. • Gençlerin kâbusu olan ÖSS her yıl kılıf değiştirmekte, doğru bir ölçme sınavı olmadığı gibi öğrencilerin psikolojik olarak da sarsılmasına neden olmaktadır. Devlet okullarında yüksek puan ile alınılan A bölümü ile özel okullardaki yine A bölümü arasındaki ciddi puan farkı, bireyler arasındaki fırsat eşitliğini hiçe saymaktadır. Bu sınav sistemiyle birlikte, istediği mesleği seçemeyen –ki bir meslekte başarılı olmanın en önemli ölçütü kendini o mesleğe kendini ait hissetmektir- nesiller yetiştirilmektedir. Dolayısıyla
www.omuadk.com
• Türkiye’de yaklaşık 150 bin öğretmen açığı bulunuyor. MEB’in verilerine göre, ilköğretimde okuyan öğrenci sayısında 342 bin 290 kişilik artış yaşanmasına rağmen, öğretmen sayısında buna paralel bir artış olmamaktadır.2004-2005 eğitim-öğretim yılında ilköğretimde 401 bin 288 öğretmen görev yaparken, bir sonraki dönem öğretmen sayısı 11 bin 429 azalarak 389 bin 859’a gerilemiştir. 2006-2007 eğitim-öğretim yılında öğretmen sayısı 402 bin 829’a yükseldi. Bir sonraki dönemde MEB,19 bin 294 yeni
öğretmen ataması yapsa da öğretmen açığı devam etmektedir.
59
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
alanında uzman kişilerin yetiştirilmesi oldukça güç hale gelmektedir. • Önceleri sadece 8. sınıflarda uygulanan OKS, geçen sene itibariyle, 6,7 ve 8. sınıflarda uygulanan SBS sistemine dönüştürülmüştür. Yani öğrencinin hayatı artık çok daha küçük yaşlardan itibaren beş şık haline getirilmektedir. Okumayan, sorgulamayan, araştırmayan bir nesil yetiştirmek hedefe ulaştıracak bir politika olsa gerek! • Eğitim sistemimizin görüldüğü gibi sınav odaklı bir sistem olması, dersaneleri zorunlu hale getirmektedir. Öyle ki dersanelere giden öğrenci sayısı 2002-2007 yılları arasında sürekli artış göstererek 1.071.827’ye ulaştı. 2002 yılında özel dershane sayısı 2.122 iken,2008 yılında bu rakam 4.031’e yükseldi. Ülkemizde gelir dağılım dengesizliği nedeniyle en varsıl ile en yoksul arasındaki fark %80’dir.Yani neredeyse her beş kişiden birinin yoksuldur. Dershane ücretlerinin ortalama 1.500 TL’den başladığını göz önüne alınırsa, devletin kimin çıkarlarını gözettiği ortadadır. Yapılan araştırmalara göre öğretmen, öğrenci ve velilerin %77’si eğitimde fırsat eşitliği olmadığını düşünüyor. • Her yıl öğrencilere karne verilmektedir. Herhalde, bizler bu şartlar altında eğitim sistemimize karne verecek olsak, bu karne kırıklarla dolu olurdu.
www.omuadk.com
NE YAPILMALI?
60
• Özel Öğretim Kurumlarına kamusal kaynaktan pay aktarılmamalıdır. Öyle ki devletin özel okullara sunduğu imkânlarla 500 bin yeni okul binası yapılabilecekti, ancak ödenek ayrılmadı. Ayrıca, 9 Ağustos 2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir yasa gereğince, ülkemizdeki resmi ve özel tüm eğitim kurumlarının tabelaları, Milli Eğitim Bakanlığı’nın amblem ve flamaları, tüm okullardaki her sınıfta yer alan demirbaş portrelerinin renkleri vb. değiştirilmiştir. Artık, bu gibi uygulamalar yerine mevcut olan önemli sorunlara yönelinmelidir. • Emeklilik zamanı geldiği halde kadrolu
olarak çalışan personel sayısı azaltılmalı; sözleşmeli, ücretli vb. esnek istihdam uygulamalarına son verilmelidir. Atanma ve kadro alma sorunları çözülmeli, genç öğretmenlerimizin önü açılmalıdır. • Okullaşma sorunu çözülmeli, özellikle doğu bölgemizdeki illerde okul sayısı arttırılmalıdır. Okuma-yazma bilmeyen vatandaşımız kalmamalıdır. • Yakın tarihimizde önemli çalışmalara imza atmış olan Köy Enstitüleri ve Halk Evlerinin önemi anlaşılmalı ve bunlar tekrar faaliyete geçirilmelidir.(Halk Evleri,1961 yılında Türk Kültür Ocakları olarak tekrar açılmış, fakat daha sonra, bugünkü dernek statüsüne kavuşturulmuştur. Köy Enstitüleri, öğretmen okullarına dönüştürüldü ve DP iktidarı döneminde kapatıldı.) • Eğitim sistemi, sınav merkezli bir sistem olmaktan çıkarılmalı, ilk kademeden itibaren değişime uğramalıdır. Okul öncesi eğitimden başlanarak öğrenci yönlendirilmelidir. Test mantığına dayalı değil; yetenek, zekâ, beceriye yönelik bir sistem oluşturulmalıdır. Örneğin; Tıp bilimlerinde başarılı olacağı düşünülen birey bunun eğitimiyle donatılmalıdır. Mesleki teknik eğitimde becerisi olansa yine bu alanlarda öğrenim görmelidir. Bu sistem iller arası bilimsel-sanatsal yarışmalarla desteklenmeli, öğrenciler arasında tatlı rekabet ortamı ve öğrenmeye duyulan açlık hissi oluşturulmalıdır. Araştırmacı ve öğrenci merkezli eğitim sistemi mevcut olmalıdır. Böylece alanında tam donanımlı, uzman bireyler yetiştirilebilecektir. Kısacası, eğitim devlet üzerinde bir yük değildir, siyasi iktidarların çıkarlarına hizmet edecek bir alan hiç değildir. Eğitim, bir ülkenin geleceğidir ve bu geleceğe sahip çıkmak zarurettir. Çünkü M.KEMAL ATATÜRK’ÜN de dediği gibi; “ Eğitimdir ki, bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da bir ulusu esaret ve sefalete terk eder…”
KAYNAKÇA: KAYNAKLAR: 1. www.meb.gov.tr 2. www.egitimsen.org 3. www.ato.org
Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma Bandırma
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
www.omuadk.com 61 Yerel Yıllık Süreli Yayın
Sessiz Bir Çığlık
Meryem KARAŞAL Rehberlik ve Psikolojik Danışman
Yola çıkınca her sabah Bulutlara selam ver Taşlara, kuşlara Atlara, otlara İnsanlara selam ver. Ne görürsen selam ver. Sonra çıkarıp cebinden aynayı Bir de kendine selam ver. Hatırın kalmasın el-gün yanında: Bu dünyada sen de varsın. Üleştir dostluğunu varlığa, Bir kısmı seni de sarsın (Dökmen,2004).
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
62 Yıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yıllık Süreli Yayın
www.omuadk.com
Coğrafyalar nasıl ülkelerin kaderini belirleyen önemli şekilde rafa kaldırılmış ve toplum kendine yabancılaştıetmenlerden biriyse; aynı şekilde insanların yaşamlarının rılmıştır. Bugün yaşanılan olaylara baktığımızda birçoğuda yol haritasını çizen en önemli etmenlerden biridir kuş- muz şu düşünceyi dillendirmektedir: “Türk toplumu bu kusuz. İnsan, yaşadığı coğrafyadan, toplumdan ayrı düşü- noktaya nasıl geldi?” nülemez. Çünkü toplumların yaşam biçimleri, kültürleri Bir insanın sağlıklı bir şekilde düşünebilmesi için coğrafyadan etkilenir. İnsan, içinde bulunduğu coğrafyaya önce güven duygusunu barındırması gerekir. Güvenmegöre düşünür, içinde yaşadığı coğrafyanın tehlikeleriyle yen insan ürkektir; düşüncelerinin nasıl karşılanacağını savaşır ve onlarla yaşamasını öğrenir. kestiremez. Bu nedenle de düşüncelerini açıklamaktan, Günümüzde insanın en önemli özelliklerinden biri ifade etmekten korkar. Korkan insanın ise ne zaman, ne toplumsallaşmış olmasıdır. Yerleşik hayata geçildikten yapacağı tam olarak kestirilemez. Bu durum da toplumsal sonra örgütlenme bilinci giderek gelişmiş ve devlet adını çatışmanın temelini oluşturmak için elden kaçırılmayacak verdiğimiz örgütlü yapılar oluşturulmuştur. Böylece bir fırsat gibi görünmektedir. Nitekim ‘güven’ duygusuinsan, kendisine yöneltilebilecek tehlikeleri en aza indirnun önemini kavramış olan birtakım güçler, tam bu nokgemeye çalışmış ve nispeten kendini güvence altına altadan hareket ederek toplumdaki güven duygusunu yok mıştır. Örgütlenmenin verdiği güçle kendi gücünü doğaya etmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Bu güçler, güven ispatlama olanağı da bulmuş, kendi hayatına ve çevresine yoksunluğunun yaratmış olduğu korkunun ise toplumdaki yön verebileceğini kanıtlamıştır. çatışmaları artırması için çalışmalarını yoğun bir biçimİnsan, doğaya hükmetmiş, kendi gücünü ispatlamıştı; de devam ettirmektedirler. En sık dile getirdiğimiz ve kurduğu devletlerin ve oluşturduğu toplumların artık etkilerini en yoğun olarak yaşadığımız 12 Eylül darbesi bu kendine özgü kuralları duruma bir örnektir. Topvardı. Bundan sonra lumda sağlıksız düşünce doğacak her çocuk, artık süreçlerinin belirgin bir üyesi olduğu toplumun şekilde kendini göster“Başaracağına inanmak, değerlerini yansıtamesi 12 Eylül süreci ile başarmak için gerekli olan caktı. Kendi kararlarını paralellik göstermektevermekle birlikte, toplum dir. 12 Eylül sonrasında önkoşuldur. Bizler, bu inanca ona şeklini verecek, insanlar güven duygulasahip olan kişiler ve Mustafa neyi nasıl yapacağını rını kaybetmişlerdir. Bu öğretecek, ancak seçimi güvensizlik ortamında Kemal gibi çağların önderi olyine insana bırakacaktır. insanlar düşüncelerinden maya hak kazanmış bir lidere Seçim hakkına rağmen dolayı –hem de en ağır sahip olanlar için başarı ve yine de toplumdan biçimde- yargılanmış, dütamamen bağımsız düşüncelerini ifade etmek zafer muhakkak elde edileşünemeyecek ve hareket suç haline dönüşmüştür. cektir. edemeyecektir. İnsan, Oysa insanın en temel ilişkilerinde yaratma ve gereksinimlerinden birisi değiştirme yeteneğine de kendini ifade etmeksahip olduğundan bir tir. Korku ile denetim yandan toplumsal oluşumların ve ilişkilerin yaratıcısı altına aldığınız insan, bir süreliğine emirlerinize uyacaktır. konumunda, bir yandan da sosyalizasyon süreçleri içinde Ama ya sonrası? İşte sonrası tam da içinde bulundusosyalleşen, toplum tarafından şekillendirilen bir varlıktır. ğumuz bu döneme denk gelmektedir. Önce sessiz bir Kısacası bireyler bir yandan toplumun ürünüdürler, öte kabulleniş, sonra gizliden gizliye sorgulama evresi… Dayandan onun yaratıcısı ve yeniden inşasını sağlayan beyak, çocuklara şunu söylemektedir: “ Yaptığın şeyi bana cerikli aktörler konumundadırlar. “Sosyal kişi, toplumun, göstermeden yapmaya devam et!” 12 Eylül de insanlara içinde yaşadığı kültürün isteklerine göre davranan basit aynı şeyi söyledi. İnsanlar güvensizlik duygusu ile birlikte bir kukla değildir.”(Fitcher, 2002) Yorumlayan, değerlendi- yaptıkları şeylere gizliden gizliye devam ettiler. Görünüşte ren, belirli sosyal koşullarda davranışını askıya alırken, bir her şey yolundaydı; ancak bulanan sular durulunca hiç de başka sosyal etkileşim bağlamında davranışını sergileyen, öyle olmadığı görüldü. Toplumsal ayrılıklar her geçen gün sosyal performansını “idare eden” bir varlıktır. artmış ve toplumsal parçalanmalar ivme kazanmıştı. 12 Sağlıklı bir psikolojiye, düşünme süreçlerine sahip Eylül sonrasında güç kazanan bölücü ayrılıkçı terör örgütü olan bir kişi, yaşanılan olayları değerlendirirken, içPKK bu duruma bir örnek değil miydi? Bugün Doğu ve selleştirirken bir yandan da olayla ilgili düşüncelerini, Güneydoğu’da Kürtçü partilerin ezici çoğunlukla oy almadavranışlarını uygun bir şekilde yeniden topluma aktarır. ları 12 Eylül’ün sonucu değil miydi? Laik Cumhuriyet’in Böylece toplumda karşılıklı etkileşim meydana gelmiş korunması için yasalar yapılırken bir yandan da zorunlu olur. Türkiye’de son 60 yılda yaşanılan olaylara şöyle bir din derslerinin getirilmesi neyi amaçlıyordu? Sağ ve sol baktığımızda, karşılıklı etkileşimin ortadan kalktığını/kalçatışmalara neden oldukları gerekçesiyle onlarca kişiyi dırıldığını görüyoruz. Yani sağlıklı düşünme süreçleri bir yargılarlarken, bugün Amerika’dan fetvalarını ülkemizdeki
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
63
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
64
müritlerine gönderen Hocaefendi’nin yurtdışına kaçmasına yardım etmemişler miydi? Sözde, yapılan her şey Atatürk ve O’nun kurduğu Cumhuriyet içindi ama etkileri tam tersini göstermiyor muydu? 12 Eylül ile birlikte bağımsız ve ulusal devlet, varlığını görünüşte devam ettirmekte; parçalanmışlıkları ve ayrılıkları ise her geçen gün daha da belirgin bir biçimde hissettirmekteydi. 80’li yıllarda en sakıncalı sözcüklerden biri de “örgüt”tü. 12 Eylül döneminde örgütlenip halka öncülük etmek, en ağır cezaları almayı gerektiren suçlar arasında yer alıyordu. Gerçi bu sakınca hala devam etmektedir. Bugün örgütlenmek suç değildir; ancak insanlar, örgüt sözcüğünün geçtiği konuşmalara dikkat kesilmekte, konuşmalarınızda bir açık aramaktadır. “ Neyin direnişini yapıyorsunuz?” ya da “Nereye bomba atıyorsunuz, saldırıyorsunuz?” der gibi bakmaktadır. Eğer siz örgütlenmenin gerekliliğinden bahsediyorsanız günah keçisisinizdir. Çünkü örgütlenmek bir suç teşkil eder. Bu nedenledir ki pek çok aile -tamamına yakını- çocuklarının örgütlü gruplar içinde yer almalarını istemezler. Kendi kabuklarında, sadece kendilerine verilen bilgileri bir hap gibi yutmaları ve verilen emirleri yerine getirmelerini isterler. Bugün Türk toplumundan bu istenmektedir: “Toplum örgütlenmesin!” Çünkü siyasal iktidarlar nasıl olsa toplumun isteklerini karşılayacaktır. Siyasal iktidarların isteği; “Toplum örgütlenmesin ki biz de istediğimiz her şeyi yapalım; hiç kimse bize hesap sormasın.” Cumhuriyet tarihinin son 60 yılında yapılan gizli planlar, uygulanan bu siyaset yerini bugün tam olarak bulmuştur. “ Nasıl olsa hesap soracak biri bulunur.” düşüncesiyle herkes kendi yoluna devam etmektedir. İnsanlar önce başkalarının karşı karşıya kaldığı haksızlıklara göz yummuş, toplumdaki her bir kişi kendisini sadece kendisinden sorumlu tutmuştu. Temel düşünce, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” idi. Yılan yaşamını sürdürmeye devam etti. Engellenemeyecek kadar büyüdü ve bütün bir toplumu sarıp sarmaladı. Ve bugün haykırışlarımız ne kadar gür çıkarsa çıksın sesimizi duyu-
“Bugün Türk toplumundan şu istenmektedir: “Toplum örgütlenmesin!” Çünkü siyasal iktidarlar nasıl olsa toplumun isteklerini karşılayacaktır. Siyasal iktidarların isteği; “Toplum örgütlenmesin ki biz de istediğimiz her şeyi yapalım; hiç kimse bize hesap sormasın.”
rabileceğimiz insanlar ya kalmadı ya da bazıları sesimizi duymazdan geliyor. Elbetteki söylediğimiz şeylerin yanlışlığından ya da gereksizliğinden bizi duymazdan gelmiyorlar; çünkü bir şeyi duymak ya da görmek onun gereklerini yerine getirmektir. Eğer yapılması gerekenler yapılmazsa işte o zaman tarih sizden hesap soracaktır. Bilmediğiniz bir şeyden dolayı yapmadıklarınızdan da sorumlu değilsinizdir. Bu nedenle, gerekli makamlar ve toplumun yönlendiricisi olan medya için duymazdan, görmezden gelmek daha kolaydır. Bizler, bu ülkenin sorumlu yurttaşları olarak üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz. Nerede ne yapmak gerekiyorsa, neyi söylemek gerekiyorsa bunları daima dile getireceğiz. Yapılması gereken her neyse biz üstümüze aldığımız sorumluluk gereği bunlarla mücadele edeceğiz. Son dönemde Cumhuriyet Gazetesi Vaziyet Köşesi’nde bir yazı yayımlanmaktadır. Yazı aynen şu şekilde yer alıyor. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” Bu durumu Kemalist Türkiye için uyarlamak mümkündür. Kemalist Türkiye’nin niteliklerini kaybetmesi için planlı bir çalışma süreci başlatıldığında; bu çalışmaların etkisi önemsenmedi. Daima önemsiz ve geçici olaylar olarak nitelendirildi. Herkes bir şekilde sadece kendinden ve yaptıklarından sorumlu hale geldi. Cumhuriyetin temeline konulan her dinamit demokrasinin bir gereğiymiş gibi yansıtıldı. Böylece günümüz Türkiye’si Kemalist Türkiye’den oldukça uzaklaş(tırıl)mıştır. Bunun için de önce kişilerin bireyci ve egoist olmaları için her türlü çalışmalar yapıldı. Biz kavramı yerine ben kavramı toplumda yer etti(rildi). Demokratik bir toplum istiyorsak bireyler yetiştirmeliyiz; ancak bu bireyler kendisinden ve çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen insanlara dönüştüğünde iş biraz karışıyor. Buna bir de etnik ayrışmalar eklenince kargaşa biraz daha artıyor. Parçalanmışlıklar içinde biri, diğeri için yapılanları görmezden geliyor. Nasıl her bir insanın savunma mekanizması varsa ve tehlike ile karşılaştığında mücadele ediyorsa, toplumun da kendine özgü savunma mekanizmaları vardır. Tehlike hissedildiğinde ve tehlike anı yaklaştığında bu savunma mekanizmaları harekete geçer. Ancak parçalanmış ve birlikte hareket etmekten aciz toplumların savunma mekanizmaları da zayıflamıştır. Gereken tepkileri anında veremez. Tepkisini ortaya koyduğunda ya gecikilmiştir ya da iş işten çoktan geçmiştir. Ve yok oluşa doğru bir serüven başlar. Yıllardır ülkemiz üzerinde ayrılıkçı hareketler desteklenmektedir. Ülkemiz farklı dönemlerde farklı çatışmalara sahne olmuştur. Tüm bu çatışmalar nedeniyle derin yaralar alan toplumumuz, yapılan bu ayrılıkçı çalışmalara rağmen gerektiğinde tek bir yumruk olabilmekteydi. Ancak son dönemde kendini iyice hissettiren bölücü/ayrılıkçı Kürtçü hareket ve beraberinYıl: 4 Sayı: 4
KAYNAKÇA: Kaynakça: 1. Dökmen, Üstün( 2004 ). Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, Ankara: Sistem yay. 2. http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry. php?entryID=4134 3. Cumhuriyet Gazetesi, 20 Ocak 2009, Vaziyet Köşesi
Yerel Yıllık Süreli Yayın
tir. Hatalarını devam ettiren, yaptığı hataları görmezden gelen iktidarlar gecikmeli de olsa siyaset sahnesine veda etmişlerdir. Günümüzde toplumsal parçalanmanın hız kazanmasında en etkin rolü oynamakta olan iktidar için de aynı durum öngörülebilir. Son dönemde arka arkaya yaptığı hataların sonucu olarak 29 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde kaybettiği güç, bu durumun göstergelerinden biridir kuşkusuz. Üzerinde her zaman çeşitli planlar yapılan ve bu planların uygulandığı bir ülkede bazı dönemlerde birtakım belirsizliklerin ve kargaşaların yaşanması olasıdır. Türkiye’de son dönemde yaşadığı olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirip yönlendiren bir iktidarın bulunmayışı, olayların etkilerinin en acı şekilde yaşanmasına neden olmaktadır. Unutulmaması gerekir ki Türk toplumu farklı dönemlerde benzer durumlarla karşı karşıya kalmıştır. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen hiçbir zaman pes etmemiş, daima olumsuzluklarla mücadele etmiş ve sonunda inandığı
“Bir insanın sağlıklı bir şekilde düşünebilmesi için önce güven duygusunu barındırması gerekir. Güvenmeyen insan ürkektir; düşüncelerinin nasıl karşılanacağını kestiremez. Bu nedenle de düşüncelerini açıklamaktan, ifade etmekten korkar. Korkan insanın ise ne zaman, ne yapacağı tam olarak kestirilemez.”
başarıya, zafere ulaşmıştır. Başaracağına inanmak, başarmak için gerekli olan önkoşuldur. Bizler, bu inanca sahip olan kişiler ve Mustafa Kemal gibi çağların önderi olmaya hak kazanmış bir lidere sahip olanlar için başarı ve zafer muhakkak elde edilecektir. Bunun için gerekli olan akılcı bir planlama ve gerektiğinde koşullara uygun davranmaktır. Tüm engellemelere rağmen aklın gücü hapsedilemez ve sınırlandırılamaz. Kaba kuvvetle bir süreliğine susturulanlar, açığa çıkma olgunluğuna eriştiklerinde tüm aydınlıklarıyla ortaya çıkacaklardır. Gerçekler bir süreliğine saklanabilirler; ama sonsuza dek yok edilemezler.
www.omuadk.com
de getirdiği etnik ayrışmalar ve şeriat temelli bir devlet özleminin oluşturduğu çatışmalar ile Türk toplumu çoklu bir ayrışma içerisine girmiştir. Yaşanan çatışmalara rağmen Türk toplumu karakteristik özelliği olan birlikte hareket etme gücünü henüz tamamen kaybetmemiştir. Son dönemde yaşamakta olduğumuz olaylar bu durumun bir göstergesidir. Türk toplumu 12 Eylül’ün getirdiği güvensizliği, ürkekliği üzerinden atmaya hazırlanıyordu. Cumhuriyet Mitingleri ile toplumsal dayanışma ve Türk halkının hala birlikte hareket edebileceği tüm dünyaya gösterilmişti. Toplum artık daha güvenli adımlar atabilirdi. Gerekirse, Cumhuriyet ve siyasal iktidarsızlıklar için baş kaldırılabilirdi. Bunun için öncelikli şart “kendine güven” idi. Milli Mücadele döneminin kahraman halkı geri geliyordu. Bu durum yeni filizlenen bir ağaç gibi kendini göstermeye başlamıştı. Yeniden kendimize güveniyor ve bir şeyler yapabileceğimizi düşünüyorduk ki yeni bir dalga ile karşılaştık. Bu dalganın amacı ortadaydı. Güvendiğimiz kurumlar tahrip etmek ve toplumun güvensizlik duygularını pekiştirmek… Yıllarca aldığı yaraları yeni yeni saran ve iyileşen Türk toplumu, aldığı yeni bir darbe ile eskisinden daha güçsüz bir hale gelir. Yaşamış olduğu hayal kırıklığının doğurduğu umutsuzlukla bir kenarda neler olabileceğini beklemeye, izlemeye başlar. Bu bekleyişin, izleyişin ne zaman sonlanacağını ise kimse bilmez. Herkes diğerinin harekete geçmesini bekler. Bu bekleyiş sessiz bir çığlık gibidir. Sadece kendisi duyar; ama haykıracak kadar gücü de yoktur. Bu ikilem onun yıpranmasını ve güç kaybetmesini hızlandıracaktır. Bir insan kendi özelliklerini ne kadar iyi biliyorsa neyi, ne kadar yapabileceğini de o kadar isabetli bir şekilde kestirebilir. Kendini ve sahip olduğu özellikleri tanımadan bir eyleme girişmesi bazen onu mutsuzluklara, hayal kırıklıklarına sürükleyebilir. Bu yüzden kişi kendini ve sahip olduğu özellikleri iyice tartmalı, üzerinde düşünmeli ve ona göre karar vermelidir. Eğer toplumlar da başarılı olmak istiyorlarsa, tıpkı bilinçli bir insanın yaptığı gibi kendi özelliklerini tartmalıdır. Neyi, nasıl yapabileceğini, seçeneklerini belirledikten sonra harekete geçmelidir. Aceleci davranmak hataların tekrarlanmasına sebep olacaktır. Eğer hataların üzerinde yeterince düşünülmemiş, gerekli dersler çıkarılmamışsa hatalar yenilerini doğuracaktır. Hata sarmalının içinde ise günü kurtarma planları ortaya çıkacak ve elimizde yeni hatalardan, belirsizliklerden başka bir şey kalmayacaktır. Bugün elimizde dersler çıkarabileceğimiz bir sürü hata vardır. Bugüne kadar siyasal iktidarlar güç kaybetme korkusu ile bu hatalarla yüzleşmekten, bunları ifade etmekten kaçmışlardır. Aslında sonuç pek de değişmemiş-
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
65
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
66
Merve DEMİRTAŞ OMÜ Fizik Öğretmenliği Öğrencisi
Enerji Politika(sızlık)ları Son zamanlarda küreselleşmeyle beraber yaşanan çatışmaların ve savaşların temelinde çok uluslu şirketlerin enerji kaynaklarına ulaşma ve bu kaynakların ticaretine sahip olma hırsı yatmaktadır. Özellikle ABD’nin Ortadoğu siyasetinin perde arkasında Ortadoğu, Kafkaslar ve Hazar hidrokarbonlarının(fosil yakıtlarının) denetimini ele geçirme fikri vardır. Bir taraftan bu amaçlarını gerçekleştirmek isteyen küresel güçler kendi ülkelerinde ulusal nitelikli enerji politikalarını uygularken, diğer taraftan da ülkeler arası enerji ticaretinin baronluğuna “Cumhuriyet dönemisoyunmaktadır. nin enerji politikalarını, Bu amaçla bu güçler AB uyum Atatürk’ün 1936 yılında yasaları ve IMF Endüstri Kongresi’nde dayatmalarıyla yaptığı açılış konuşmaTürkiye gibi ülkelerin enerji sına bakarak özetleyepolitikalarını biliriz. Bu konuşmada kendi menfaatleri doğrultuAtatürk, Türkiye’nin yönlenelektrik, sanayi ve petrol sunda direrek, yine faaliyetlerini sadece milli kendi işbirlikçi ekonomi meselesi olarak hükümetleriyle özelleştirme ve görmemiş, aynı zamanda serbestleşme uygulamalarını milli müdafaa meselesi gerçekleştirmişolduğunu söyleyerek bu tir. Böylece ilk faaliyetlerin stratejik öne- önce devletin denetleme mini de vurgulamıştır” mekanizması ortadan kaldırılmış daha sonra da devlet bağımlı hale getirilmiştir. Türkiye’nin geçmişten günümüze enerji politikalarını analiz edersek bu somut gerçeği daha rahat görebiliriz: 1910’lu yıllarda Osmanlı döneminden kalma imtiyazlı şirketlerin yönetmiş olduğu elektrik idaresi faaliyetleri ve bunun gibi yabancı ülkelere verilen imtiyazlar; 1930’lu yıllarda Etibank, Elektrik Etüt İdaresi, Maden Tetkik Arama, Devlet Su İşleri gibi kurumların kurulmasıyla Türkiye Cumhuriyeti tarafından geri alınmıştır. Cumhuriyet döneminin enerji politikalarını, Atatürk’ün 1936 yılında Endüstri Kongresi’nde yaptığı açılış konuşmasına bakarak özetleyebiliriz. Bu konuşmada Atatürk, Türkiye’nin elektrik, sanayi ve petrol faaliyetlerini sadece milli ekonomi meselesi olarak görmemiş, aynı zamanda milli müdafaa meselesi olduğunu söyleyerek bu faaliyetle-
rin stratejik önemini de vurgulamıştır. Nitekim 1937 yılında anayasaya giren devletçilik ilkesiyle beraber elektrik, kömür, petrol üretiminin ve pazarlama faaliyetlerinin kamu eliyle yürütülmesi için yukarıda bahsettiğim KİT’ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri) kurulmuştur.(1) 1940’lı ve 1950’li yıllarda Kemalist kadroların tasfiyesiyle beraber, Karşılıklı Yardım Anlaşması(2) , ikili üçlü ittifaklar adlarındaki(3), tamamen batılı ülkelerin çıkarlarına hizmet eden ve Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokan imtiyaz anlaşmaları imzalanmıştır. Bu imtiyaz anlaşmalarıyla, Kemalist politikaların özünü oluşturan tam bağımsız Türkiye anlayışından ödünler verilmiştir. Nitekim 1954 yılında Demokrat Parti döneminde, enerji alanında verilen ödünlere örnek olarak; Atatürk’ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelinin, uluslararası petrol şirketlerine hizmet eden Max Bell‘in hazırladığı petrol yasasıyla kaldırıldığını çok rahat gözlemleyebiliriz. Yasanın 136. maddesi şöyledir: “ Bu yasa yabancı petrol şirketlerinin izni olmadan değiştirilemez.”(3) 1961 Anayasası ile Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve bu kurum tarafından hazırlanan planda Türkiye’nin yalnız enerji kaynaklarının geliştirilmesine önem verilmeyeceğine, aynı zamanda enerji üretim maliyetini en aza indirmek adına Türkiye’nin elektrik işlerini yönetecek tek kurumu olan TEK’in (Türkiye Elektrik Kurumu) kurulmasına karar verilmiştir. Bu amaçla hızlı bir şekilde santral ve tesis yatırımları yapılmıştır.(4) 70’li yılların sonu 80’li yılların başında toplumsal yaşamda büyük bir çöküş gözlenmiş ve bu çöküş etkisini en çok ekonomide göstermiştir. Turgut Özal’ın IMF katkılarıyla hazırladığı, 12 Eylül cuntasının uygulamaya çalıştığı 24 Ocak İstikrar Tedbirli Program ile Türkiye, serbest piyasa ekonomisine resmen geçmiştir. Temeldeki hedefi devletin ekonomideki payını küçültmek olan bu programla, KİT’lere yapılan hazine yardımları bilinçli olarak kısılmıştır. Böylelikle KİT’ler zor durumda kalmaya mahkûm edilmiş ve kendi yatırımlarını gerçekleştirmek için özel bankalardan yüksek faizli krediler almak zorunda kalmışlardır.(5)Bu yüksek faizleri ödeyemez duruma gelen KİT’ler ‘bilinçli olarak’ hantallaştırılmıştır. Bu bahane ile özelleştirilmelerinin önü açılmıştır. TEK, bu anlayışla içi boşaltılan ilk kurumlardan biridir. O güne kadar elektrik işlerinde devletin en başarılı kurumlarından olan TEK, 1993 yılında çıkartılan bir kararname ile TEAŞ ve TEDAŞ isimleri altında İDT (İktisadi Devlet Teşekkülü) statüsünde iki ayrı şirket olarak yeniden yapılandırılmıştır(6). 3291 sayılı Özelleştirme Yasası’na eklenen, enerji alanında faaliyet gösteren İDT’lerin işletme haklarının özel şirketlere devredilmesine yol açan yine özel sektörün enerji üretim, iletim ve dağıtım tesislerini kurma ve işletmelerini öngören hükümlerle beraber,
Yıl: 4 Sayı: 4
“Çünkü özel şirketlerle devlet arasında yapılan imtiyaz sözleşmeleri olarak tanımlanan bu sözleşmeler, Danıştay’ın incelemesine tabi idi ve çıkabilecek anlaşmazlıkları sadece Danıştay İdari Mahkemeleri çözme yetkisine sahipti. Özel şirketler Danıştay’ın bu yetkisinin kaldırılması için uluslararası tahkime başvurmuşlardır. “Temeldeki hedefi devletin ekonomideki payını küçültmek olan bu programla, KİT’lere yapılan hazine yardımları bilinçli olarak kısılmıştır. Böylelikle KİT’ler zor durumda kalmaya mahkûm edilmiş ve kendi yatırımlarını gerçekleştirmek için özel bankalardan yüksek faizli krediler almak zorunda kalmışlardır.” kullanımıyla beraber tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Bunların yanında ÇEAŞ, AKTAŞ ve KEPEZ’de yaşanılan bir takım usulsüzlüklerle ülke enerji alanında sömürülmüş olmasına rağmen hala enerji özelleştirmeleri devam etmiş ve etmektedir. SONUÇ Özelleştirme ve serbestleşmenin sonucu olarak TEK, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar ve büyük şirketlerin istekleri doğrultusunda önce 2’ye sonra 4’e bölünmüştür. Enerji alanında söz sahibi olan TEK ve diğer kamu kuruluşları ve özellikle 90’lı yıllardan sonra bunların yanında çok sayıda özel şirketle beraber parçalı bir yapı oluşturulmuştur.(11) Bu yapı sonucunda bu kurumlar birbirleriyle çatışma haline girmiş ve zaman içerisinde bazı ara kamu kurumları da özelleştirilmiştir. Oluşturulan bu parçalı yapı birbiri arkasında oluşturulan komisyoncular zincirini yaratmıştır. Bir elektrik hizmeti, 5 farklı şirketten geçerek halka sunulacaktır ki bu 5 şirketin her biri elektrik fiyatına kendi karını ekleyecektir.(12) Böylece elektrik birim fiyatı zaten ithal doğalgaz ve ithal kömürle artmışken bir de özel şirketlerin karlarıyla daha da katlanacaktır. Birincil enerji kaynakları, hidroelektrik, rüzgâr ve jeotermal potansiyeli bakımından dünya sıralamasında öncü ülkeler arasındayken ve enerjisini dışa bağımlı olmadan çok rahat karşılayabilecekken; maalesef bugün Türkiye enerjide yapılan bu politikasızlıklardan ötürü Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı ülkeleri arasında, nükleer enerji santralleri olmayan İtalya ve doğal kaynakları son derece sınırlı ve dışa bağımlı Japonya’dan sonra en pahalı sanayi elektriğini kullanan ülkedir.(13) 1980’lerden bu yana bir politikaymış gibi sunulan özelleştirme ve serbestleşmenin sonuçları ulus-devletin refahını değil küresel sermayenin refahını sağlamıştır. İnsanların insanlığından kaynaklanan eğitim, sağlık, enerji gibi temel ihtiyaçları, yapıları gereği zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu anlayışına ve tamamen karlılık esasına dayanan kapitalist sistemin eline terk edilemez. “Enerji özelleştirilemez.”
KAYNAKÇA: 1. Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 166 (Nisan 2008) 2. AYDOĞAN, Metin, Avrupa Birliğinin Neresindeyiz, Umay Yayınları, sayfa 92. 3. AYDOĞAN, Metin, Avrupa Birliğinin Neresindeyiz, Umay Yayınları, sayfa 93. 4. Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 166 (Nisan 2008) 5. Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 166 (Nisan 2008) 6. Elektrik Mühendisleri Odası Web Adresi : www.emo.org.tr 7. Elektrik Mühendisleri Odası Web Adresi : www.emo.org.tr 8. Elektrik Mühendisleri Odası Web Adresi : www.emo.org.tr
Yerel Yıllık Süreli Yayın
9. Elektrik Mühendisleri Odası Web Adresi : www.emo.org.tr 10. Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 166 (Nisan 2008 11. www.enerjinesahipcik.org 12. www.enerjinesahipcik.org 13. KÜLEBİ, Ali, Türkiye’nin Enerji Sorunları ve Nükleer Gereklilik, Bilgi Yayınları, Sayfa :41 14. Elektrik Mühendisleri Odası Web Adresi : www.emo.org.tr 15. Karikatürler www.enerjinesahipcik.org adresinden alınmıştır.
www.omuadk.com
devletin elektrik işlerini tek elden yürütme, tek elden enerji üretme ve dağıtma yetkisi elinden alınmıştır(7). * Ancak Anayasa Mahkemesi bu tesislerin mülkiyet devriyle özelleştirilmesini anayasaya aykırı bulmuş ve özelleştirme gerçekleşmemiştir.(8) Bu kısıtlamalarla yeteri kadar verim alamayan Özal Hükümeti’nin YİD (yap-işlet-devret) ve Yİ (yap-işlet) modelleri de özelleştirme araçlarından biri olmuş, elektrik üretiminde yabancı şirketlerin yatırımları özendirilmek istenmiştir. Ancak bu modeller de yeteri kadar talep görmemiştir. Çünkü özel şirketlerle devlet arasında yapılan imtiyaz sözleşmeleri olarak tanımlanan bu sözleşmeler, Danıştay’ın incelemesine tabi idi ve çıkabilecek anlaşmazlıkları sadece Danıştay İdari Mahkemeleri çözme yetkisine sahipti. Özel şirketler Danıştay’ın bu yetkisinin kaldırılması için uluslararası tahkime** başvurmuşlardır. Sonuç olarak Anayasa’da yapılan bazı değişiklerle beraber Danıştay’ın görevleri arasında bulunan imtiyaz şart ve sözleşmelerindeki ‘inceleme’ yetkisi ‘görüş bildirmeye’ dönüştürülmüştür.(9) Danıştay’ın bu yetkisinin elinden alınmasıyla özel şirketler istedikleri rahatlığa kavuşmuşlar ve ülkemizde hızla doğalgaz santralleri kurmaya başlamışlardır. Devlet bu şirketlere elektrik alım ve doğalgaz temin sözü vermiştir. Bu garantiyle beraber devlet işine yaramasa bile özel şirketlerden depolanamayan bu enerjiyi fahiş fiyatlarla almak zorunda kalmıştır. Sonuç olarak, anlaşmalardan devlet yine zararlı çıkmıştır. Devletin sırtında adeta bir kambur olan bu şirketler yüzünden oluşan zararları, devlet yine kendi halkından çıkarmış, halkın elektriği daha pahalıya kullanmasına sebep olmuştur. AKP Hükümeti, 2002 yılında iktidara gelmeden önce elektrik üretiminde yerli kaynaklara döneceğinin, elektrik üretiminde ithal doğalgaz kullanımının payını azaltacağının sözünü vermiştir. Maalesef bu verdiği sözü unutmuş olmalı ki; bugün gelinen noktada Türkiye, enerjisinin %50’sine yakın bir kısmını ithal olarak aldığı doğalgazdan sağlamaktadır. Bu dönemde, elektrik için doğalgazı ithal etmekle kalmayan hükümet Zonguldak’taki taş kömürünü yer altına hapsetmiş ve yine yurt dışından aldığı kömürle termik santrallerini işletmeye devam etmiştir.(10) Öz kaynaklara yönelik ulusal nitelikli enerji politikalarından uzaklaşılmış, elektrik üretimi ithal doğalgaz ve ithal kömür
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
67
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri Biz, Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve bilinen her imkanlarıyla Türk milletini emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Bu bakımdan bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanmaktayız. 1920 (A.T.T.B. IV, s.339) Biz “Barış istiyoruz” dediğimiz zaman “Tam bağımsızlık istiyoruz” dediğimizi herkesin bilmesi gerekir. Bunu istemeye hakkımız ve kudretimiz vardır. On yıl, yirmi yıl sonra aşağı görülerek ölmektense, şimdiden şeref ve haysiyetle ölmeyi üstün tutmalıyız. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, 89) Efendiler! Millet bizi buraya gönderdi. Fakat
ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin yönetimini ve egemenliğini, miras kalmış mal gibi temsil etmek için toplanmış değiliz ve sizi toplamak ve dağıtmak kudretine hiç kimse sahip değildir. Millet bilmelidir ki, bir günde vekillerini toplar ve gönderir. Burayı, hiçbir kimsenin kayıt ve şarta bağlamaya hak ve yetkisi yoktur ve olmamalıdır. 1921 ( Atatürk’ün S.D. I, s.185) Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. 1930 (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 116)
www.omuadk.com
Uçurum kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş.. Ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler.. İşte Türk Genel Devrimi’nin bir kısa ifadesi… 1935 (Atatürk’ün S.D.I, s. 365)
68
Türkiye’yi, derece derece mi ilerletmeli, ani olarak mı? İki sistem var, biri bilinen büyük Fransız İhtilâli’ndeki tarz; rejimler değişecek, ihtilâllere karşı mukabil ihtilâller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk asırlık zaman geçmiş... Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı? 1922 (İsmail Habib Sebük, Atatürk İçin, s.73) 30 Ağustos 1922 Zaferi’nden sonra, İngiliz kadın gazeteci Grace Ellison’un “Başarı kazanacağınızdan şüphe ettiğiniz oldu mu?” sorusuna verdiği cevap: - Hiçbir zaman... Henüz elimizde savaş gereçleri bulunmadığı zamanlarda bile, işin bugünkü sonuçları alacağını hesap etmiştim. Taarruzumuzu ertelememize sebep, kan dökmemekti. Bu maksatla taarruzdan önce Fethi Bey’i Londra’ya gönderdik. Barışı kanla değil, mürekkeple imza etmek Yıl: 4 Sayı: 4
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânı günü, ona en acımasızca hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla sanmayınız! Tam tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak şekilde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, s. 831) Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvelâ kendi dimağlarında iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilmesi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındaki kimselerin samimiyetle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin, her şeyden evvel millete güven vermesi lâzımdır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 140 -142)
Ömür boyu Cumhurbaşkanlığı teklifi söylentileri üzerine gazetecilere söyledikleri: Yerel Yıllık Süreli Yayın
Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim amacım Türkiye’de, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet egemenliğini sağlamlaştırmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi gerçekten inciten bir anlamda sayarım. Bu noktada şu veya bu yorumlara giden sözlerin anlamını, beni iyi tanımış olan Türk milleti benden daha iyi takdir eder. 1930 (Cumhuriyet gazetesi, 26. 9. 1930) Her milletin kendine özgü gelenekleri, kendine özgü âdetleri, kendine göre millî özellikleri vardır. Hiçbir millet, aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun sonucu şüphesiz ki acıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 150) Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, 19. asırdan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce mânası şudur: Fertlerin özel teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdî ve hususî teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmaya muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizm’den başka bir yoldur. 1935 (Ulus gazetesi, 23.8.1935, s. 5)
www.omuadk.com
Millî hedef belli olmuştur. Ona kavuşacak yolları bulmak güç değildir; önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok gereksinmemiz vardır: Çalışkan olmak! Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık bulamayız; hastalık budur. O halde ilk işimiz, bu hastalığı esaslı şekilde tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan bolluk ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 59)
Bandırma Bandırma
istiyorduk. 1923 (Atatürk’ün S.D.V, s. 97-98)
69
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Aydınlığa Okunan Şiirler
YARININ BAŞLANGICI
AYDIN MISIN?
sabahlar açıldıkça ölüler sanki büyür harbiye’den uçurulmuş umutlar gelir seni bulur bir damla yağmur düşer kirpiklerine parlak senin olmaktan çıkar bu kadar gecelik rüyaların büyük kıvılcımların sevinciyle gökyüzünü dolaşarak ansızın özgürlük şarkılarına başlarsın her zamankinden başka manalar kazanır ansızın insanlar dünya ve yaşamak sen yine düşün taşın beni düşün hep hürriyetin kendisi kadar mağrur bir yağmur hazırlığı kadar muhteşem bermutad biz ki ellerimizle türkiye’yi kurtarmak azmindeyiz bugün elbet şiirlerim mitralyöz kuşakları gibi saklı durur şafaklar donanırken elbet ki yarın paldır küldür vatan dağlarında bir roman gibi kurşuna diziliriz feryat feryat özgürlüğü ve barışı istedik diye yalnız meydanlarda öylece kurşuna diziliriz buna rağmen kulaklarındaki cehennem seslerine rağmen içinde hala şüpheli bir nokta kalırsa eminim ki kabahat evvel ve ahir senindir sen ellerinle bir vatan kurtarmaktan kaçıyorsun hünerli ellerini hırsızlara saklıyorsun sen sorumlusun Attila İLHAN
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu Gidip gelen kara kuşlar havada Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden Tabanında depremi kara güllelerin Duymuyor musun Kaldır başını kan uykulardan Böyle yürek böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol ışık ol yumruk ol Karayeller başına indirmeden çatını Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm Alıp götürmeden büyük denizlere Çabuk ol Tam çağı ise başlamanın doğan günle Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden Her satırında buram buram alın teri Her sayfası günlük güneşlik Utanma suçun tümü senin değil Yırt otuzunda aldığın diplomayı Alfabelik çocuk ol Yollar kesilmiş alanlar sarılmış Tel örgüler çevirmiş yöreni Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende Benden geçti mi demek istiyorsun Aç iki kolunu iki yanına Korkuluk ol
Rıfat Ilgaz
www.omuadk.com
ÇANAKKALE
70
Çattın mı kaşlarını bir kez düşmana, bir daha gülmezsin Ağrına gider yaptıkları hüzünlenir belki ağlarsın Ne acılar çektin ne yaralar aldın da yüreğinden Ah bile etmedin gidenlerin ardından Kabirler sıralanırken bağrına bir can, iki can Kendi yaranı tuttun mu için için kanayan Ağladın mı adsız Mehmetçiklerin ardından Lakin sen de biliyorsun değil mi, ağlanmaz Ebedi kahramanların ardından
Gölgesi duruyor akan kanların al bayrağımın üstünde Eksilen canların tesellisi budur belki de Çağlayan dereler gibi anaların kalbinde İlle de vatan diye inliyor Çanakkale’m Lal olan dillerini çözülmez sanırken Makber makber bağırıyor Çanakkale’m Ecdadının kanlı gömleğinden ona bir gem Zaten biliyor bitmeyecek bu elem Geçilmeyecek Çanakkale’m! Öznur BİÇER / OMÜ İngilizce Öğretmenliği Öğrencisi Yıl: 4 Sayı: 4
A
bağlaşık bakan
Yerel Yıllık Süreli Yayın
C Ç
D
dar açı (t.g.t.) dar üçgen (t.g.t.) dayanmak dayanışma değer delege denenmek denenmiş denk devrim devrimler deyiş dışişleri dışters açı (t.g.t.) dikey (t.g.t.) dikeyin çapı (t.g.t.) dikeyin çap karesi(t.g.t.) dikey kenar (t.g.t.) dikey koni (t.g.t.) dikey pürüzma (t.g.t.) dikey silindir(t.g.t.) dikey üçgen(t.g.t.) dikey yamuk(t.g.t.) dil dilek diriklik diyem diziğ doğru çizisi (t.g.t.) doğu doğunsal dölen dönüm dörtgen(t.g.t.) durum duygu duygulu duyuş düşey(t.g.t.) düşey çizgisi(t.g.t.) düşkün düzen düzenlemek düzey düzey (t.g.t.) düzgün(t.g.t.)
Cumhurbaşkanlığı çağ çağırmak çap (t.g.t.) çarpı (t.g.t.) çember (t.g.t.) çekül (t.g.t.) çevre (t.g.t.) çeşitkenar üçgen (türettiğigeometri terimi)
E
www.omuadk.com
B
acun acunsal açı (t.g.t.)* açıortay (t.g.t.) açık sözlük açılma ad alan (t.g.t.) altıgen (t.g.t.) amaç amaç tutmak and andiçmek andlaşma anlam anık anıklanmak anılmak anlaşma anlayış anmak araç aramsız arasız araştırma armağan arsıulusal asığ artı ataç atılış artım artma artırma artıtmak aydın aydınlanmak ayırdım ayırıcı ayrıt (t.g.t.) aydınlatmak ayra ayrasız azı
bakımlı barış başarı basın başarmak başkan barışsever bay bayan bayındırlık bayrılık baysak batı belge benimseyiş berkitmek berkiten beşgen (t.g.t.) beşgen pürüzma(t.g.t.) bezenme bırakım (silah bırakımı) bilim biliş bilgili bitim bitim ucu bitişik açılar(t.g.t.) boyut (t.g.t.) bölge bölü (t.g.t.) budun budunlar arası buyurmak bütey (t.g.t.) bütey açılar (t.g.t.)
Bandırma Bandırma
Atatürk'ün Türettiği Kelimeler
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
71
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009 egemen ekim eksi elçi elçilik elele vermek emek erdem erdemli erdirmek erdirecek erginlik eğik(t.g.t.) eğik çizgi(t.g.t.) eğik pürüzma (t.g.t.) eğitmen eğri yüzey (t.g.t.) erişmek eriştirmek ermek esenlik esirgemek eşit(t.g.t.) eşkenar(t.g.t.) eşkenar üçgen(t.g.t.) eşkenar dörtgen (t.g.t.) etke evrensel
I İ
www.omuadk.com
G
72
geçinmek gelir gelişim genel genelkurmay genlik genlik (t.g.t.) gerek gerekçe girişmek göçmek göçerek göçmen göğüslemek göksel göneci (gönenç) görey göz dikmek görüşme güc gücü gücüne gütmek güven güvenç güvenlik güvensizlik güzey
K
kırık (t.g.t.) kırık çizgi (t.g.t.) kıvanç kiriş (t.g.t.) kollamak komutan koni (t.g.t.) konu konuk konuklamak korumak korum araçları konum (t.g.t.) kökleşmek köşegen (t.g.t.) kurmay kurumlandırmak kuşku kutlamak kutsal küp (t.g.t.)
ıssı içişleri içters açı (t.g.t.) ikizkenar(t.g.t.) ikizkenar üçgen(t.g.t.) ikizkenar yamuk(t.g.t.) ilgi ilgin ilginlik ilerleme ilişikler iletilmek ilyönkurul imsel şekilller (t.g.t.) inanç inan inanmak inanılmak indirim insel istek işbirliği iş bölümü işletmek işlev iyicil iyilikbilir kamu kanığı kapsamak kare (t.g.t.) kare küp (t.g.t.) karşılaştırmak karşılıklı karşıtilgin (t.g.t.) kat katmak kamutay kapsal karışma karıştırma kavramak kavuşmak kavuşan kaygı kesek(t.g.t.) kesik(t.g.t.) kesik koni(t.g.t.) kesin kesinlik kıldacı kınav
M
milletlerarası milletlerarası mutlanmak mutlu metre kare (t.g.t.)
N
nice nicesi
O
oğuz ok (t.g.t.) okan okul olgun olgunluk oluş omuz omuza onur onurlu onur duymak oran (t.g.t.) orantı (t.g.t.) oranlamak oput açı (t.g.t.) ortay (t.g.t.) ortakoran (t.g.t.) oyalamak
Ö
öğretmen ökül alanı (t.g.t.) önderlik ödünc Yıl: 4 Sayı: 4
P
S
silindir (t.g.t.) siyasa siyasal sonuç sonsuz soyadı soyak söyleyiş söyünc süerdemlik sürekli
Ş T
paralel kenar (t.g.t.) paylaşmak pekiştirmek piramit (beramıt) (t.g.t) pürüzma
Ü V Y
taban (t.g.t.) teğet (t.g.t.) tez taptırmak tasarlamak tasarlanan tecim toplam (t.g.t.) tören tükel tüm türeli tersaçı (t.g.t.) türetmek tümey (t.g.t.) tümey açılar (t.g.t.) türev (t.g.t.) türlü tüzün üretmen ürün üye varsayı (t.g.t.) verim verimli yalın yaltırık
(*türettiği geometri terimi)
KAYNAKÇA: 1. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1, sf.418 2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 2, sf.290 3. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 3, sf.104 4. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri 4, sf.649 5. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 4, sf.223 6. Atatürk ile Konuşmalar, sf.103 7. Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, sf.416 8. Atatürk ile Yazışmalar 1, sf.552 9. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmir Konuşmaları,
Yerel Yıllık Süreli Yayın
sf.141 10. Atatürk’ün Hatıra Defteri, sf.223 11. M.Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, sf.76 12. Arıburnu Muharebeleri Raporu, sf.200 13. Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe, sf.288 14. Cumhurbaşkanlarının T.B.M.M’ni Açış Nutukları, sf.734 15. TBMM Gizli Celse Zabıtaları CİLT: 1, sf. 457, CİLT: 2, sf. 894, CİLT: 3, sf.1325, CİLT: 4, sf.595 16. 16-Türkiye İktisat Kongresi, sf. 469 17. 17-Belleten (TTK yayını) Cumhuriyet vb. gazeteler, dergiler vb
www.omuadk.com
sağlık saldırış saldırmak sanlı savaş saygı sayım saylav saylavlık seçmek seçilmek seçmen seçim sekizgen (t.g.t.) sıkılaşmak
şardam
yaltırıklı yamuk (t.g.t.) yanal (t.g.t.) yanal alanı (t.g.t.) yanku (yankı) yapı yaratıcı yaratık yaraşmak yaraşan yarıçap (t.g.t.) yarbay yas yatay (t.g.t.) yatay çizgi (t.g.t.) yay (t.g.t.) yedek subay yedigen (t.g.t.) yetiştirici yıl yıllardan beri yıldönümü yoğaltım yön yöndem (yöntem) yöndeş (t.g.t.) yöndeş açı (t.g.t.) yöneti yönetim yöneltmek yöney yurt yurttaş yüce yüken yüklemek yüre (t.g.t.) yürekten yüküm yüzakı yüzey (t.g.t.)
Bandırma Bandırma
öğünmek öğüt önce ödeme önder ödev önem önemek öngelme önürme önvermek örgen örgüt örnek örüğ öteden beri övmek öz dil övgü özençe özgü özel özen özenilmek özlük
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
73
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Kütüphanemizden SİYASAL SİSTEMLER
SİYASAL ÇATIŞMA VE UZLAŞMA Siyasal Sistemler adlı eser yazarın diğer bir eseri olan ve bir giriş niteliği taşıyan Siyaset Bilimi adlı kitabının bir devamı olarak ele alınabilir. Ahmet Taner Kışlalı, siyasal yaşamın çatışmalardan ve uzlaşmalardan oluştuğu fikrinden yola çıkarak kitabını “siyasal çatışma” ve “siyasal uzlaşma” başlıkları altında meydana getirmiş. “Siyasal çatışma”nın ele alındığı birinci bölümde siyasal çatışmada araçlar, çatışmada rol oynayan inanç sistemleri, siyasal değişme ve devrim olguları konu edilmiş. “Siyasal uzlaşma” bölümü ise kamuoyu ve propaganda, siyasal katılma ve seçimler gibi konuların ardından “Siyasal Sistemler”i inceliyor. Teorik düzeyde zihinlerde kalan soruları yanıtlayan, açıkları kapatan bu bölüm demokrasi kavramını tüm boyutlarıyla ele alıyor; tek partili rejimler ve diktatörlükleri irdeliyor; Marksist ve faşist rejimlerin özelliklerini, felsefi temellerini okuyucunun kavrayabilmesini sağlıyor. KIŞLALI bu kitabında Türk siyasi yaşamını da inceliyor. Kitap bu bağlamda “Türk milliyetçiliğinin kökenleri”ne eğilirken Kemalizm’i incelediği bölümde, Kemalist ideolojinin doğuşunu ve gelişimini, sistematiğini, niteliklerini ve de amaçlarını bilimsel düzeyde açıklıyor. Bunların yanı sıra Atatürk’e ve Kemalizm’e yöneltilen eleştirilere de yanıt veriyor. Ahmet Taner KIŞLALI’nın “Siyasal Sistemler” adlı eseri siyaset bilimini temel noktalarıyla kavrama yetisini kazandırmasının yanı sıra güncel teorik tartışmalara da ışık tutuyor olmasından ötürü okuyucuya önemli bir birikim sağlıyor.
ANKARA www.omuadk.com
AHMET TANER KIŞLALI
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
Yakup Kadri; Diğer romanlarında olduğu gibi Ankara’da da Kurtuluş Savaşı dönemini kaleme almıştır. Ancak Ankara aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk dönemini de anlatmaktadır. Roman, Anadolu topraklarında emperyalizme karşı verilen onurlu mücadelenin Ankara halkı tarafından nasıl karşılandığını anlatmakla başlar. Ankara’da bulunan ve genç bir komutan olan Hakkı Bey’in savaş sırasında ülke çıkarları için savaştığını belirtmesine karşın Cumhuriyet’in ilanında sonra yabancı hayranlığını ve kendi çıkarları için uğraştığını anlatan Yakup Kadri günümüz yöneticilerinin “canla başla niçin çalıştıklarını” bizlere o dönemden anlatmaktadır.
74 Yıl: 4 Sayı: 4
SUNA KİLİ
Bandırma Bandırma
ATATÜRK DEVRİMİ BİR ÇAĞDAŞLAŞMA MODELİ Suna Kili bu eserinde, Atatürk Devrim modelinin bir çağdaşlaşma ve kalkınma modeli olduğunu, devrimin toplum ve devlet hayatına uygulanışını diğer kalkınma maddeleri ile karşılaştırmalı bir şekilde ele almıştır. Bu eserde, ulusal birliğe önem veren eşitlik sağlama temellerine dayalı Atatürk Devrimi’nin diğer çağdaşlaşma eylemlerinden nasıl daha uzun ömürlü ve çok daha etkili olabileceğinin üzerinde durulmuştur. Ayrıca Atatürk Devrim modelinin anamalcı(kapitalist) ya da Marksist(sosyalist) gelişme modellerinin aynısı olmadığını ama bu modellerden esinlenilmiş ve bunların toplum şartlarına uyan yönlerinin benimsendiği ifade edilmiştir. Bu eserin göze çarpan bir başka özelliği ise Kemalist ideolojinin, bilimin yol göstericiliğini ve aklı benimsemiş olması ve laik bir toplumun gereğini vurgulamasıdır. Prof. Dr. Suna Kili’nin güzel Türkçesiyle oluşturduğu bu kitap, her Kema list’in başucunda tutması gereken kitaplardan biri.
KUVAYİ MİLLİYE DESTANI
Yerel Yıllık Süreli Yayın
NAZIM HİKMET
www.omuadk.com
Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı adlı kitabı, Kurtuluş Savaşı üzerine yazılmış en değerli kitaplardan biridir. Gerek metinsel uzunluğu gerekse de eser içindeki farklılıklar kitabı benzerlerinden ayıran bir özelliktir. Nazım Hikmet bu eserde; Kurtuluş Savaşı’na kişileri kahramanlaştırmadan, mitleştirmeden bakmayı denemiştir. Nazım Hikmet’in konuya bakış açısı kadar yazımı da diğer yazarlardan farklıdır. Dizelerinde kendi çağının ilerisindeki modern şiir anlayışını yansıtmaktadır. Şairin, manzum olarak ele aldığı eser, Kurtuluş Savaşı’nı anlatırken kullandığı üslup, eseri önemli kılan unsurlardandır. Klasik destan tanımına uymamakla beraber, Kuvayi Milliye Destanı’nda ağırlıklı olarak görselliğe ve dramatizasyona dayanılıyor. Üslup ve konunun şiire uygulanışı itibariyle diğer sanat dallarına kolayca aktarılabilecek bu başyapıt, her kesimden insanın ilgisini çekebilecek bir nitelik taşımaktadır.
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
75
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
76
Kurtuluş Savaşı Kronolojisi • 30 Ekim 1918: Mondros Mütarekesi imzalandı. • 2 Kasım 1918: Enver, Talat ve Cemal Paşa’lar ile diğer bazı İttihat ve Terakki erkânı İstanbul’u terk etti. • 1 Aralık 1918: İzmir’de Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti kuruldu. • 2 Aralık 1918: Edirne’de Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi Cemiyeti kuruldu. • 4 Aralık 1918: İstanbul’da bazı eski mebus ve valilerce Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu. • 11 Aralık 1918: İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti kuruldu. • 21 Aralık 1918: Meclis-i Mebusan kapatıldı. Adana Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye (Kilikyalılar) Cemiyeti kuruldu. • 30 Aralık 1918: Venizelos, Meis-Marmara çizgisinin batısında kalan Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesi için muhtıra verdi. • 18 Ocak 1919: Paris Barış Konferansı başladı. • 30 Ocak 1919: İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, İngilizlerin isteği üzerine Divan-ı Harb’ verildi. • 8 Şubat 1919: Fransız İşgal Orduları General Franceht d’Esperey, İstanbul’a girdi. • 12 Şubat 1919: Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu. • 15 Şubat 1919: Milli Kongre, Trakya’nın haklarını savunmak üzere Paris Barış Konferansı’na delegeler kurulu göndermeye karar verdi. • 19 Şubat 1919: Samsun’da Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. • 23 Şubat 1919: Karadeniz Bölgesi’nde toplanan bazı Rum ileri gelenleri Rum Karadeniz Cumhuriyeti kurulması için çalışmayı kararlaştırdı. • 1 Mart 1919: Paris Barış Konferansı’nda Yunan İşleri Komisyonu, Doğu ve Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını önerdi. • 4 Mart 1919: Damat Ferit Paşa ilk hükümetini kurdu. • 10 Mart 1919: Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye’nin Erzurum şubesi kuruldu. • 14 Mart 1919: İngiliz Dışişleri Paris, Roma ve Washington elçilerine bir telgraf çekerek İstanbul Hükümeti’nin İngiliz himayesi talep ettiğini, İngiltere’nin buna ret cevabı verdiğini bildirdi. Elçilerden aynı tür isteklere Fransa, İtalya ve ABD’nin de aynı karşılığı vermeleri için çalışmaları istendi. • 16 Mart 1919: İstanbul’da bütün Rumların imza koymaları istenen, Yunanistan’a bağlanma isteğini dile getiren
bir muhtıra yayınlandı. • 20 Mart 1919: Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniyesi ile Batı Trakya Komitesi karma delegeler kurulu, Trakya’nın Türklerde kalmasının gereğini Paris’e anlatmak üzere İstanbul’dan yola çıktı. • 12 Nisan 1919: Averof Zırhlısı İzmir’e geldi. • 19 Nisan 1919:Harbiye Nezareti, Albay Süleyman Fethi’ye, Averof Zırhlısı’nın İzmir’e devriye çıkarmaya devam etmesi halinde karşılık verilmesini bildirdi. • 23 Nisan 1919: İtalyanlar Paris Barış Konferansı’nı terk etti. • 6 Mayıs 1919: Paris Barış Konferansı’nda, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali kabul edildi. • 11 Mayıs 1919: Fethiye, Bodrum ve Marmaris, İtalyanlar tarafından işgal edildi. • 15 Mayıs 1919: Yunan kuvvetleri İzmir’i işgal etmeye başladı. Gazeteci Hasan Tahsin, şehirde ilerleyen Yunan işgal kuvvetlerinin bayraktarını vurdu. • 16 Mayıs 1919: Mustafa Kemal, maiyetiyle beraber Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldı. • 19 Mayıs 1919: Mustafa Kemal 9. Ordu müfettişliği görevini yerine getirmek üzere Samsun’a ayak bastı. • 19-23 Mayıs 1919: İzmir’in Yunanlılarca işgalini protesto etmek için ülkede çeşitli mitingler düzenlendi. Bunların en büyüğü 23 Mayıs günü gerçekleşen Sultanahmet mitingiydi. • 20 Mayıs 1919: İngiliz Muhipleri Cemiyeti kuruldu. • 21 Mayıs 1919: 56. Tümen Komutanlığı’na atanan Bekir Sami Bey, İstanbul’dan Bandırma’ya geçti. • 24 Mayıs 1919: Rauf (Orbay) Bey, Anadolu’ya geçmek üzere İstanbul’dan ayrıldı.. • 26 Mayıs 1919: Manisa, Yunan kuvvetlerince işgal edildi. • 27 Mayıs 1919: Aydın, Yunan kuvvetlerince işgal edildi. • 29 Mayıs 1919: Yunanlılar Ayvalık’a çıktı. Yarbay Ali Bey’in komutasındaki askerler ve yerel kuvvetler, işgalin genişlememesi için silahlı mücadeleye girişti. • 1 Haziran 1919: Yunan işgal kuvvetlerinin Ödemiş’i işgal etmesi üzerine, Kuvayi Milliye Kumandanı Tahir Fethi Bey, Alaşehir’e hareket etti. • 6 Haziran 1919: General Milne, Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir yazı ile Mustafa Kemal’in geri çağrılmasını istedi. • 21/22 Haziran 1919: Amasya Genelgesi hazırlandı. Anadolu’daki mülki ve askeri makamlara bildirildi. • 23 Haziran 1919: Vükelâ Meclisi, Mustafa Kemal’in görevinden azledildiği yönündeki kararı aldı.
Yıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Bandırma Bandırma
yi Milliye, Fransız işgalindeki Urfa’yı kuşattı ve şehri zaptederek, Fransız komutanının karargâhına Türk bayrağını çekti. • 12 Şubat 1920: Maraş Fransızlar tarafından tahliye edildi. I. Londra Konferansı toplandı. • 15 Şubat 1920: Londra Konferansı’nda İstanbul’un Türklerde bırakılmasına karar verildi. • 17 Şubat 1920: Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Misak-ı Milli’nin yabancı parlamentolara ve basına bildirilmesi kararı alındı. • 23 Şubat 1920: İngiliz Akdeniz donanması İstanbul Limanı’na girerek karaya asker çıkardı. • 15 Mart 1920: İtilaf Devletleri İstanbul’da idari ve mülki, tanınmış 150 Türk aydınını tutukladılar. • 17 Mart 1920: İstanbul’un işgali dolayısıyla Mustafa Kemal İslam âlemine yönelik bir beyanname yayınladı. • 18 Mart 1920: Meclis-i Mebusan’ın son toplantısı yapılarak çalışmalara ara verme kararı alındı. • 20 Mart 1920: İsmet (İnönü) Bey İstanbul’dan Ankara’ya hareket etti. • 1 Nisan 1920: Urfa’da Fransız taarruzu Kuvayi Milliye tarafından püskürtüldü. • 2 Nisan 1920: Birçok yazar ve aydın İstanbul’dan Ankara’ya geldi ve Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından karşılandı. • 5 Nisan 1920: Damat Ferit Paşa dördüncü kabinesini kurdu. • 10 Nisan 1920: Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, padişah ve halife kuvvetlerinin dışındaki milli kuvvetleri kâfir ilan eden ve katlinin vacip olduğunu bildiren bir fetva yayınladı. • 11 Nisan 1920: Fransızlar Urfa’yı tahliye etti. • 15 Nisan 1920: J. de Robeck, Lord Curzon’a şeyhülislamın fetvasını iletti. • 16 Nisan 1920: Ankara müftüsü Rifat Efendi, Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetvasına karşı bir fetva yayınladı. • 18 Nisan 1920: İstanbul Hükümeti, Kuvayı Milliye’yi ortadan kaldırmak üzere Kuvayi İnzibatiye adlı bir teşkilat kurulduğunu bildiren bir kararname yayınladı. • 19 Nisan 1920: İtilaf Devletleri temsilcileri Türkiye ile yapılacak barışın esaslarını konuşmak üzere San Remo’da Mareşal Foch başkanlığında toplandı. • Zonguldak’ta bir kısım gerici, toplu olarak telgrafhaneden padişaha sadakat telgrafı çekti. • 23 Nisan 1920: Ankara’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Büyük Millet Meclisi kuruldu. • 24 Nisan 1920: TBMM’de ilk gizli oturum açıldı ve Mustafa Kemal memleketin durumu hakkında konuşma yaptı. • 21 Mayıs 1920: Antep cephesinde Fransızlarla Kuvayi Milliye birlikleri arasında “Akbaba Savaşı” başladı. • 15 Haziran 1920: 15.Kolordu Kumandanlığı,”Doğu cephesi Kumandanlığı” ismini aldı ve kumandanlığa Kazım Karabekir atandı. • 16 Haziran 1920: Ankara Hükümeti, Güney Cephesi’nde Fransızlarla yapılan 20 günlük mütareke gereğince dur-
www.omuadk.com
• 5 Temmuz 1919: Harbiye Nazırı Ali Ferit Paşa, Mustafa Kemal’i Padişah Vahdettin adına İstanbul’a çağırdı. • 8/9 Temmuz 1919: Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal’e, resmi memuriyetine son verildiği bildirildi. • 23 Temmuz 1919: Mustafa Kemal’in başkanlığına seçildiği Erzurum Kongresi açıldı. • 29 Temmuz 1919: Vükela Meclisi, Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmelerinin mülkî memurluklara bildirilmesi hakkında karar aldı. • 1 Ağustos 1919: Erzurum Kongresi Heyeti, Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’a bir muhtıra gönderdi. • 7 Ağustos 1919: Erzurum Kongresi sonra erdi. • 4 Eylül 1919: Sivas Kongresi açıldı ve Mustafa Kemal kongre reisliğine seçildi. • 5 Eylül 1919: Sivas Kongresi’nin ikinci umumî toplantısı yapıldı ve millete hitaben kaleme alınan beyanname kabul edildi. • 7 Eylül 1919: General Harbord başkanlığındaki Amerikan Heyeti, trenle İstanbul’dan Anadolu’ya hareket etti. • 12 Eylül 1919: Sivas Kongre Heyeti, İstanbul ile her türlü resmi muhaberenin kesildiğini vilayetlere ve kumandanlara tebliğ etti. • 14 Eylül 1919: Sivas’ta İrade-i Milliye gazetesinin ilk sayısı yayınlandı. • 21 Eylül 1919: Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne Damat Ferit hükümetinin görevden çekilmesi için padişaha yazı yazılmasını bildiren bir tamim yayınladı. • 24 Eylül 1919: Mustafa Kemal, milli mücadele ve Kuvayi Milliye’nin hedefleri hakkında General Harbord’a bir muhtıra hazırladı. • 2 Ekim 1919: Mustafa Kemal, İstanbul Şehremaneti’ne bir yazı yazarak İstanbul’u Anadolu hareketine katılmaya çağırdı. • 15 Ekim 1919: Bahriye Nazırı Salih Paşa ve beraberindeki heyet, Amasya’da Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye ile görüşmek üzere Altay vapuru ile İstanbul’dan hareket etti. • 7 Kasım 1919: Osmanlı Meclis-i Mebusanı için yapılan seçimlerde Mustafa Kemal Paşa Erzurum mebusluğuna seçildi. • 27 Aralık 1919: Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye Ankara’da törenle karşılandı. • 12 Ocak 1920: İstanbul’da son Osmanlı Meclis-i Mebusanı toplandı. • 28 Ocak 1920: Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın gizli toplantısında Misak-ı Milli bir beyanname halinde tespit ve kabul edildi. • 1 Şubat 1920: Fransızların işgal ettiği Maraş’ta şiddetli çarpışmalar yaşanmaya başladı. • 4 Şubat 1920: Mustafa Kemal Paşa hakkındaki 29 Aralık 1919 tarihli madalya ve nişanlarının iadesini öngören karar Sultan Vahdettin tarafından onaylandı. • 6 Şubat 1920: Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda 70 kişilik Felah-ı Vatan grubu kuruldu. 8/9 Şubat 1920: Kuva-
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
77
www.omuadk.com
Bandırma Bandırma Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
78
durulan çarpışmaların 19 Haziran gününden itibaren tekrar başlatılmasını bildiren bir genelge yayımladı. • 25 Haziran 1920:Batı Cephesi komutanlığı teşkil edilerek kumandanlığa Ali Fuat Paşa atandı. • 2 Temmuz 1920:Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa, milleti istiklal için birleşmeye ve Yunanlılarla savaşmaya davet eden bir beyanname yayınladı. • 6 Temmuz 1920: İzmit İngilizler tarafından işgal edildi. • 8 Temmuz 1920: Bursa Yunanlılar tarafından işgal edildi. • 10 Ağustos 1920: İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletleri temsilcileri arasında Sevr Antlaşması imzalandı. • 18/19 Ağustos 1920: Antep’te Kuvayi Milliye birlikleri Fransızları muhasara altına aldı ve büyük başarı kazanarak şehre girdi. • 22 Ağustos 1920:Antep bölgesinde Fransızlara karşı Türk taarruzu başladı ve Fransızlar ele geçirdikleri mevzilerden geri atıldı. • 20 Eylül 1920: Antep bölgesinde Fransızlar ile Kuvayi Milliye birlikleri arasında “İkinci Nafak Boğazı Muhaberesi” yaşandı ve Fransızlar çekilmek zorunda kaldı. • 6 Kasım 1920:Doğu Cephesi’nde milli kuvvetlerin ilerleyişi üzerine Ermeniler mütareke isteğinde bulundu. • 16 Kasım 1920: Antep bölgesinde Fransızlara karşı Türk taarruzu yapıldı ve “Akkoyunlu Muharebesi” başladı. • 3 Aralık 1920: Ermeniler ile Gümrü Antlaşması imzalandı. • 23 Aralık 1920: Antep cephesinde Fransız taarruzu sonucunda şehir dışındaki Türk birlikleri Göksuncuk-Bedirköy-Suboğazı hattına, karargâh da Acemhöyüğü’ne çekilmek zorunda kaldı. • 6 Ocak 1921: Yunan Ordusu, Eskişehir, Bursa ve Uşak cephelerinden geniş bir hat boyunca taarruza geçti. • 9 Ocak 1921: Bilecik ve Bozüyük Yunanlılar tarafından işgal edildiler. • Yunanlılar İnönü mevzilerine taarruza geçti ve Batı Cephesi kuvvetleri ile şiddetli çarpışmalar yaşandı. • 10 Ocak 1921: İnönü mevzilerinde Yunanlılarla şiddetli çarpışmalar yaşandıktan sonra 1. İnönü Savaşı ile sonuçlandı. • 11 Ocak 1921:Batı Cephesi’nde Yunanlılar geri çekilme kararını uygulamaya başladı. • 18 Ocak 1921: Antep cephesinde 2. Kolordu kuvvetleri ile Fransızlar arasında “İkizkuyu Muharebesi” yaşandı. • 22 Ocak 1921:Güney Cephesi kumandanının emri altındaki kuvvetler tarafından takip edilen Çerkez Ethem kuvvetlerinin bir kısmı esir edildi, bir kısmı Yunanlılara sığındı. • 30 Ocak 1921: Antep’te Fransızlar Musullu cephesine taarruza geçtiler ve Kuvayi Milliye birlikleri tarafından geri püskürtüldüler. • 30/31 Ocak 1921: Fransız kuşatmasındaki Antep’te şehir içindeki Kuvayi Milliye birlikleri düşmanla şiddetli çarpışmalara girdi ve bazı bölgelerde düşman cephesi yarıldı. • 5 Şubat 1921: Meclis’in gizli oturumunda, Londra Konferansı’na Ankara Hükümeti adına bir heyet gönde-
rilmesi ve heyetin Meclis üyelerinden oluşması karar altına alındı. • 9 Şubat 1921: Antep delege heyeti ile Albay Andrea arasında şehrin teslimi hakkında 11 maddelik bir anlaşma imzalandı. • 1 Mart 1921: İsmet (İnönü) Paşa mirliva (tuğgeneral) rütbesine terfi etti. • 10 Mart 1921: Lloyd George Londra Konferans’ına katılan Yunan Heyeti ile görüştü ve kendilerine “Türklere karşı saldırıya geçmekte serbest olduklarını” bildirdi. • 16 Mart 1920: Ankara Hükümeti ile Sovyet Hükümeti arasında Moskova Antlaşması imzalandı. • 27 Mart 1921: Yunanlılar İnönü mevzilerine taarruza başladı. • 31 Mart 1921: Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Yunanlılara mukabil taarruza geçti ve düşman geri çekilmeye başladı. • 1 Nisan 1921: İkinci İnönü Savaşı zaferle sonuçlandı. • 26 Nisan 1921:Mustafa Kemal Paşa’nın Erkan-ı Harbiye Riyaset-i Umumisine Büyük Millet Meclisi tarafından İsmet Paşa’nın seçildiğini ve göreve başladığını bildiren tamimi kolordulara gönderildi. • 29 Nisan 1921:Kuvayi Milliye’ye karşı kurulan Kuvayi İnzibatiye’ye Damat Ferit tarafından sancak verildi. • 10 Mayıs 1921: TBMM’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu kuruldu. • 27/28 Mayıs 1921: Yunan ordusu İzmir’i boşaltmaya başladı. • 10 Temmuz 1921: Yunan ordusu takviyeli kuvvetlerle umumi taarruza geçti ve Kütahya-Eskişehir muharebeleri başladı. • 16 Temmuz 1921: Asker mebuslara cephede savaşmak için izin verilmesi hakkındaki önerge Meclis’te kabul edildi. • 4 Ağustos 1921: TBMM’nin gizli oturumunda askeri durum ve Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığı üzerine alması konuları tartışıldı. • 7/8 Ağustos 1921: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Tekâlif-i Milliye emirlerini yayınlandı. • 13 Eylül 1921: Sakarya Meydan Muharebesi Türk ordusunun zaferi ile sonuçlandı. • 19 Eylül 1921: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya Büyük Millet Meclisi tarafından kanunla “müşir”(mareşal) rütbesi ve “gazi” unvanı verildi. • 23 Eylül 1921: Yunan ordusunun taarruzu ile Sakarya Meydan Muhaberesi başladı. • 7 Ekim 1921: Batı Cephesi Kumandanlığı’nın emrinde 1. Ordu Kumandanlığı teşkil edildi ve Ali İhsan Paşa, kumandanlığa getirildi. • 13 Ekim 1921:Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. • 20 Ekim 1921: TBMM Hükümeti ile Fransa Hükümeti arasında “Ankara Antlaşması” imzalandı. • 31 Ekim 1921: Başkumandanlık müddetinin 5 Kasım 1921’den itibaren 3 ay daha uzatılmasına dair kanun, TBMM’de kabul edildi.
Yıl: 4 Sayı: 4
Yerel Yıllık Süreli Yayın
Bandırma Bandırma
• 7 Eylül 1922:İtilaf Devletleri temsilcileri, Yunan Hükümeti adına mütareke için-Hamit Bey aracılığıyla-Ankara Hükümeti’ne başvurdular ve Anadolu’yu boşaltmaları şartıyla Yunanistan’ın mütareke isteğini bildirdiler. • 8 Eylül 1922: Manisa ve Nif Yunanlılardan geri alındı. • 9 Eylül 1922: Türk süvarileri İzmir’e girerek Kadifekale’ye Türk bayrağını çektiler. • 18 Eylül 1922: Batı Anadolu Yunan ordusundan tamamen temizlendi. • 20 Eylül 1922: Çanakkale’deki Fransız ve İtalyan kuvvetleri geri çekildiler. • 23 Eylül 1922: İtilaf Devletleri, hariciye nazırları imzasıyla Mustafa Kemal Paşa’ya, askeri harekâtın durdurulmasına ve bir barış konferansının toplantısına dair bir nota verdi. • 29/30 Eylül 1922: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, beraberinde İcra Vekilleri Heyeti Rauf Bey, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Avrupa’dan dönen Dâhiliye Vekili Fethi Bey olmak üzere İzmir’den Ankara’ya hareket etti. • 4 Ekim 1922:Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa, Mudanya Konferansı’nın ilk iki günündeki görüşmeler ve konferanstaki siyasi hava üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya bir rapor gönderdi. • 6 Ekim 1922: Mustafa Kemal Paşa, İsmet İnönü’ye, Trakya’nın TBMM Hükümeti’ne iadesi İtilaf Devletleri’nce kabul edilmediği takdirde 6/7 Ekim’de hemen İstanbul üzerine hareket edileceğini bildiren bir telgraf gönderdi. • 11 Ekim 1922:Mudanya Mütarekesi imzalandı. • 19 Ekim 1922: Ankara Hükümeti’nce Trakya’yı teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa, Mudanya’dan Gülnihal vapuruyla İstanbul’a geldi ve burada törenle karşılandı. • 27 Ekim 1922: İtilaf Devletleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni, 13 Kasım 1922’de Lozan’da toplanacak olan Barış Konferansı’na davet ettiler. • 4/5 Kasım 1922: Ankara Hükümeti, İstanbul’un idaresine el konulduğuna dair aldığı kararı, Refet Paşa aracılığıyla İstanbul Hükümeti’ne bildirdi. • 17 Kasım 1922: Sultan Vahdettin, Malaya adlı İngiliz savaş Gemiyle İstanbul’dan Malta’ya hareket etti. • 18 Kasım 1922: Firar eden Vahdettin TBMM tarafından halifelik tahtından indirildi ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. • 24 Nisan 1923: Lozan Konferansı sona erdi. • 29 Eylül 1923: İtilaf devletleri İstanbul’dan ayrıldı. • 6 Ekim 1923: Şükrü Naili Bey kumandasında Türk kuvvetleri İstanbul’a girdi. • 13 Ekim 1923: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara’nın, Türkiye Devleti’nin hükümet merkezi olduğuna dair karar aldı. • 28 Ekim 1923: Mustafa Kemal Paşa, Çankaya’daki yemekte hazır bulunanlara, 29 Ekim’de Cumhuriyet’i ilan edeceklerini söyledi. 79 • 29 Ekim 1923: Cumhuriyet ilan edildi.
www.omuadk.com
• 24 Aralık 1921: TBMM’nin gizli oturumunda, Veliaht Abdülmecit Efendi’nin Meclis Başkanlığına gönderdiği -TBMM’yi tanıyan- mektup okundu. • 14 Ocak 1922: Başkumandan başkanlığında, Meclis İkinci Reisi, Maliye ve Milli Müdafaa Vekilleri, Erkan-ı Harbiye, Milli Müdafaa ve Maliye Encümenleri Reislerinden oluşan “Harp Encümeni “ kuruldu. • 24 Mart 1922: Hariciye Vekili Celal Bey, İtilaf Devletleri’nin mütareke teklifi notasını Akşehir’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. • 5 Nisan 1922: TBMM Hükümeti tarafından, İtilaf Devletleri hariciye nazırlarının 22 Mart 1922 tarihli mütareke teklifi notasına, “Mütareke ile beraber Anadolu’nun tahliyesine Başlanması ve dört ay içinde tamamlanmasına yönelik cevap verildi. • 15 Nisan 1922: İtilaf Devletleri hariciye nazırları, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin 5 Nisan 1922 tarihli notasına olumsuz cevap verdiler. • 20 Ağustos 1922: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Konya’dan Akşehir’e gelerek Batı Cephesi karargâhında bir toplantı yaptı ve cephe kumandanı İsmet Paşa’ya 26 Ağustos sabahı için taarruz emri verdi. • 26 Ağustos 1922: Sabah erken saatte topçu ateşiyle Kocatepe’den büyük Türk Taarruzu başladı. • 26/27 Ağustos 1922: Büyük Taarruz’u takiben Yunan ordusunun önemli cepheleri düşürüldü ve düşman birlikleri geri çekilmeye başladı. • 27 Ağustos 1922: Türk ordusu, Yunan işgalindeki Afyon’a girdi. • 29 Ağustos 1922: 1. Yunan Kolordusu Kumandanı General Trikupis, birliklerinin Türk Kuvvetleri tarafından kuşatılması üzerine Dumlupınar mevzilerine çekilme kararı aldı. • 30 Ağustos 1922: Yunan ordusunun, Türk birliklerince tamamen kuşatılarak imha edilmesi ile Dumlupınar(Başkomutan) Meydan Muharebesi zaferle sonuçlandı. • Akşama doğru Milli Kuvvetler Kütahya’ya girdi. • 1 Eylül 1922: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri” emrini verdi. • 1 Eylül 1922: Uşak Milli Kuvvetlerce geri alındı. • 2 Eylül1922: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Dumlupınar’dan Uşak’a geldi.Milli Kuvvetler Eskişehir’i geri aldı.1. Yunan Kolordusu Komutanı General Trikupis ile 2. Yunan Kolordusu Komutanı General Diyenis ve bir kısım yüksek rütbeli subay esir alındı. Yunan Hükümeti, Türkiye ile mütareke yapılabilmesi için İngiltere’ye aracılık yapmasını teklif etti. • 3 Eylül 1922: Esir alınan Yunan Kumandaları General Trikupis ile General Diyenis, Uşak’ta bulunan Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirildiler. • Büyük Zafer münasebetiyle Ankara’da TBMM önünde büyük gösteriler yapıldı ve gece fener alayı tertiplendi. • 6 Eylül 1922: Fethi(Okyar) Bey, Mustafa Kemal’e, İngilizlerin acele mütareke istediklerini bildiren bir telgraf gönderdi.
Bandırma
Bandırma Bağımsız Kemalist Dergi-2009
Çınarlar devrilse de kökleri topraktan beslenir
Büyük Ustayı Sonsuzluğa uğurladık… “Edebiyatımızın Ulu Çınarı” olarak adlandırılan; Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’yı geçtiğimiz yılın eylül ayında kaybettik. Tüm yaşantısını şiire adayan Dağlarca, kendisini başka hiçbir edebiyat türünde ifade etmeye çalışmamış ve kullandığı sembollerle hiçbir şairden etkilenmemiştir. Dağlarca Türk Devrimi’ne dair yazdığı şiirlerle ön plana çıkmıştır. “Söyle sevda içinde türkümüzü Aç bembeyaz bir yelken Neden herkes güzel olmaz Yaşamak bu kadar güzelken? İnsan dallarla, bulutlarla bir, Aynı mavilikten geçmiştir. İnsan nasıl ölebilir Yaşamak bu kadar güzelken?” Tam doğum tarihi 26 Ağustos 1914 olan ozanın gerçek adı Mehmet Fazıl Dağlarca’dır. Dağlarca ilk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tamamlamış; “Yavaşlayan Ölüm” adlı şiiriyle on üç yaşındayken ilk ödülünü almıştır. Kuleli Askeri Lisesini (1933) ve Harp Okulunu (1935) bitirmiştir. II. Dünya Savaşı yıllarında görev yapmış, 15 yıllık askeri görevden sonra emekli olarak Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde ve Çalışma Bakanlığı’nda çalışmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul’da “Kitap Kitabevi”ni kurmuş; 1960-1964 yılları arasında Türkçe adında bir dergi çıkarmıştır. Dağlarca’nın yazdıklarının bir bölümünü; insanın evren karşısındaki şaşkınlıklarını, yalnızlıkları anlattığını şiirlerinden anlıyoruz.Yalnızlıklara dair şöyle der Dağlarca; “Seni, aşk, uyku, lezzet Sıcak mevsimlerden kopmak üzere olan muzlar Vücudumdan geçen fikirler duyuyorum; Bir mezarın başında bir selvi kadar uzun Önümde karanlığın en güzel yeri
Düşer atmosferlerin bahçesinden bir zambak, Seni en uzak mesafeler içinden, Her şeyi gerilerde bırakarak!”. Türkçe’nin Ses Bayrağı olarak adlandırılan şair; diğer bir yandan bireylerin toplumda kurulu olan düzene karşı tepkilerini ve topluma gösterilmeyenleri de anlatır. …Yoktu fikirlerden davalardan haberi Yürümüyordu rüyası hiç Buğday tanesi üzre yürüyordu sivaslı bir karınca. Dağlarca’nın “Çocukseverliğim, şiirseverliğime eşitir.”diyebilecek kadar şairlik yaşantısında yer verdiği çocuk şiirlerinin de edebiyet dünyasındaki önemi büyüktür. Ölümünün ardından Hikmet Çetinkaya köşe yazısında Dağlarca’nın; Atatürk Devrimleri’nin yiğit savunucusu, çağdaş dünya görüşünü benimseyen ender insanlardan birisi olduğundan bahseder. Dağlarca’yla yaptığı bir sohbetinde Türk Devrimi’ne verdiği önemi şu sözleriyle ifade eder; “Fransız Devrimi, Rus Devrimi, Çin Devrimi ve Küba Devrimi... Bir de Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi vardır, bunu hiç unutma!”…Dağlarca bu sözlerini ölümünden otuz yıl önce söylemiştir ve 94 yıllık yaşantısı boyunca büyük şair Türk Devrimi’nin savunucusu, karanlığın değil aydınlığın simgesi olmuştur. Dağlarca’nın yapıtlarından bazıları şunlardır: Havaya Çizilen Dünya,1935; Çocuk ve Allah, 1940; Sivas’lı Karınca, 1951; Anıtkabir, 1953; Vietnam Savaşımız, 1966; 19 Mayıs Destanı, 1969; Hiroşima, 1970; Bağımsızlık Savaşı, 1973; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1973; Çukurova Koçaklaması, 1979; Nötron Bombası, 1981; Çıplak, 1981; Dildeki Bilgisayar, 1992; O’1923/Tapınağa Asılmış Gövdeler, 1998; İmin Yürüyüşü/Biçimlerle Soyunmak, 1999; Ötekinde Olmak (Oralarda/İkisi) 2000; Dün Geceki/En Sevmek (Şeyh Galib’e Çiçekler)