ALMAN GİZLİ SERVİSLERİNİN TÜRKİYE
OPERASYONLARI Doğan
Talip
Karlıbel
Okuma alışkan/ ,
1'(\ak i.<;iU···
ıgııııza renk ka\:
ALETYA KÜTÜPHANESİ Alnıan
Gizli Servislerinin Türkiye Operasyonları
Doğan
Talip Kar!ıbel
Yayıncı
Sertifika No:14813
978-605-5646-06-6 Temmuz2009
Genel
Yayın
Yönetmeni
Murat Kaplan
Editör Elçibey Kapak Tasarım Ali Doğan
Sayfa Düzeni Adem
Şenel
Baskı
Kahraman Ofset Yüzyıl Mah. Matbaacılar Sitesi No.34 Bağcılar/ İstanbul
Tel: 0212 629 00 01
©Bu eserin yayın haklan Siyah Beyaz Bastın Yayın Dağıtım'a aittir. Yayınevinin izni olmadan bastlamaz. CD vb. şekliyle çoğaltılamaz. Kaynak gösterilecek yazılar dışında alıntı yapılamaz.
SİYAH BEYAZ KİTAP Çatalçeşme Sok. Defne Han Kat: 2 Cağaloğlu-İstanbul
,, o212 522 07 58 f, o 212 522 07 58 www.siyahbeyazyayinlari.com •
[email protected]
Talip Doğan 1967
yılında
Karlıbel
Ankara da
Almanya'ya gitti.
doğdu.
Eğitimini
yılında, işçi
1971
orada
olan ailesinin
tamamladıktan
sonra, 1984
yanına yılında
Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) gençlik kolunda (JUSOS) siyasete
atıldı.
Kampı'na
1985
Yılında Polonya'nın
şehrindeki
bir okul gezisinde, Nazilerin
kilenerek konuyla daha
yakından
man Wiesental Merkezi'nde bir maya
başladı.
Bosna
Savaş
1992
yılında
toplama
yaptığı soykırımlardan
ilgilenmeye
başladı.
arkadaşı vasıtasıyla
Bosna Hersek'in Zeneka
Suçlular Komitesinde (Yusuf Kuloviç
eğitmenlik yaptı.
Auschwitz
kurdukları
(Nazilerin Yahudileri yok etmek için
kampı) yaptığı
latılması
Birkenau
1988
yılında
fahri olarak şehrinde
etSi-
çalış
kurulan
başkanlığında)
2 ay
Halen Kaçak Nazilere ve Bosna Savaş Suçluları Aydın
Komitelerinde
çalışmalarını
sürdürmektedir.
1986 yılında Baden Würtenberg Eyalet Narkotik istihbarat Dairesi'nde teknik takibat nel sı
tercümanlığı yaptı.
Müdürlüğü'nde Ortadoğu
ve
manı
(BKA)
1992
yılında
çalışmalarına
bölümünde 1997
yılına
devam etti. Türkiye masa-
kadar hem köstebek
hem de teknik takibat bölümlerinde yer
niyet Genel Müdürü Alois Gabrysh'i
savaş
taşıyarak
tırma
Alman
komisyonu
basının
açıldıktan
aldı.
danış
Eski Alman Em-
suçlusu olarak 83
yaşın
yo~suzluk olaylarını
gün-
da günlerce konu oldu ve meclis
araş
da tutuklatarak ve Alman Emniyeti'ndeki dem
Alman Emniyet Ge-
sonra toplam olarak 15 üst düzey memu-
run yargılanmasına sebep oldu. İngiliz tarihçisi Dawid lrwing'i ırk çılıktan yargılatarak,
kiye de "Kavgam" rak, ABD
basının
onun ilk defa
yargılanmasına
kitabının yayınlanmasını
sebep oldu. Tür-
ve dağıtımını yasaklata-
da gündeme geldi.
1999 yılından itibaren İstanbul Milletvekili Zafer Güler'e; AB, Almanya ve Ortadoğu -İsrail konularında danışmanlık yaptı. incelemeler-
4
de bulundu. İsrail'in siyasi yapısını ve gelişmeleri yakından takip etti, bu konularda raporlar hazırladı. Askerliğini Genel Kurmay İstihbarat Okulu'nda Ankara da yapmıştır.
Tercümanlığın yanı sıra,
AB ülkelerin-
de ve ABD'de sempozyumlar ve konferanslar vermektedir. Birçok televizyon
kanalına
uzman olarak davet edilmektedir.
la, Türkiye'de meclis
Yazdığı
araştırma komisyonlarının açılmasına
kitaplarsebep ol-
muştur.
ESERLERİ:
- Kaçak Naziler ve Mossad / Neden Kitap - Hitler'in SS -
Kasapları/
Sağır Odanın Kayıp
Neden Kitap
Nazi
Altınları/
Yayınevi
Yayınevi
Neden Kitap
Yayınevi
- Alman Derin Devleti, Zafer Güler- T.Doğan Karlıbel / Turuva Yayınları - Hitler'e Düzenlenen Suikast/ Siyah Beyaz Yayınları
[email protected]
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ......................................................................................................... 9 Türkiye"de Alman Vakıfları ....................................................................... 15 Vakıfların
görünen yüzleriyle ilgilendikleri alanlar ........................... 24
ALMAN AJANLARININ MİSYONERLİK FAALİYETLERİ... .................................................................................... 33
Ortodoks Misyonerlik Faaliyetleri ......................................................... 36 MİSYONERLERİN ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ ...................•........ 4I
Dr. Necip
Hablemitoğlu'nun yaptığı çalışmalar .................................. .44
Özel mermi daha öldürücü ...................................................................... 49
NGO'lar ...................................................................................................... 70 Konrad Adenauer Vakfı ve Türk Demokrasi Vakfı.. ............................... 74 Konrad Adenauer Vakfı ........................................................................... 75 Türkiye Belediyeler Birliği ve KAV Doğrudan doğruya
istihbarat ajanlığı! ................................................. 91
Türkiye Belediyeler Birliği Meclis Toplantısı ...................................... 94 Alman İstihbaratı ve Dinci guruplar ..................................................... 97
BND ve Almanya' daki Türk şeriatçıları ................................................ 99 BND ve
Kaplancılar ................................................................................ 103
Özdemir Sabancı suikasti ve DHKP·C .................................................... 105
7
Suikastın
operasyonel şekli ve faillerin
izlediği yol... ........................ 112
Neden Sabancı? ........................................................................................ 118 Sivas katliamını gerçekleştirenler de Almanya' da ............................. 129 Hrant Dink suikastının Almanya bağlantıları .................................. 141 Telefon dinleme raporu ............................ ;............................................. 163
Suç makinesi Gülaltay .............................. ,............................................. 173 BKA'nın
(Bundeskiriminalamt) Türkiye' deki
İllegal faaliyetleri... .................................................................................. 178 Doğu
Almanya ve PKK .......................................................................... 190
STASİ ve Türkiye Masası .................... .,. .. :............................................. 194
Türk basın mensupları ............ ·.·~····· .. ~·············· ...................................... 201
Alman Vakıflarının CHP, ANAP ve DYP partilerine yaptıkları para' yardımları ....................................... 205 Kaynaklar ...................................
:i. ........................................................... 215
ÖNSÖZ ürkiye'den Almanya'ya göç etmiş işçi neslinin oluş turduğu iş gücünün, 2004 yılında AB'ye katılan birçok küçük devletin nüfusundan bile fazla olduğu çok açıkça görülebilir. Türkiye üniter bir devlet olarak orada bulunan yurttaşları ile AB Parlamentosu'nda veya diğer karar mekanizmalarında yoktur..Ancak Almanya Parlamentosu'na ve AB karar sistemine etki edecek bir güce sahiptir.
T
Almanya, yüzyıldan fazla kendisine bu kadar yakın olan, dünyada her türlü platformda kendisini dost olarak gören ve her konuda istediği desteği sağlayan bir ülkeye gerekli desteği ve ilgiyi göstermiş midir? Bunun cevabını olumlu olarak vermek çok zor. Çünkü çoğu ülke, özellikle Almanya, uluslararası siyasette ve tüm devlet ilişkilerinde duygusal hasletlere, diğer tüm büyük devletler gibi önem vermez. Bizler, millet olarak tüm siyasi ilişkilerimizde kendi çıkarlarımızı duygusal nedenlerle arka planda tutarız. Dünyada hiçbir millet duygularıyla hareket etmez. Eğer öyle hareket etselerdi Kıbrıs'ı ilk önce Arapların tanıması gerekirdi. Bununla ilgili tarihimizde yüzlerce örnek vardır. Maddi yetersizliklerimiz, üretimsizliğimiz ve derinlemesine siyasi bilinçsizliğimiz, bizi psikolojik olarak özellikle Batılı dostlarımız karşısında aşağılık kompleksine itmekte ve onların karşısında her zaman hakkımızı aramada yetersiz kalmamıza neden olmaktadır. 9
Diğer Batılı
ülkeler gibi Almanya da Türkiye'nin üniter yapısını bozmak için çalışan ve anayasal düzenini değiştir mek isteyen örgütlere ve gruplara zemin hazırlamış, onları d,esteklemiş, onlara maddi ve manevi yardımda bulunmuş tur. Dünya üzerinde ne kadar küçük devlet olursa, kendilerinin gücünün o denli büyük olabileceğini gördüğü için gerçekçi davranmış, gerek Yugoslavya'nın ve Çekoslovakya'nın bölünmesinde, gerek Romanya, Macaristan ve Polonya'nın siyasal yapısının değişiminde gerçek anlamda rol almıştır. Bunları zayıflatıp kendi oyun alanı haline getirmiştir. Bu arada Türkiye'nin bölünmesi ve parçalanması da tüm diğer ülkeler gibi, Almanya'nın da işine gelmektedir. 73 milyon nüfusuyla Almanya'nın arka bahçesi olamayacak kadar büyük bir ülkenin AB'ye girmek istemesi, Almanya'yı tedirgin etmektedir. Bu nedenle de AB karar mekanizmalarına; Avrupa Konseyi'ne, Avrupa Birliği Parlamentosu'na, Avrupa Birliği Komisyonu'na, ekonomik ve sosyal komitelere; Türkiye'nin girmemesi için "imtiyazlı ortaklık" teklifi getirilmiştir. Bu teklifi yapan Hıristiyan Demokrat Parti ve Avrupa Birliği Parlamentosu Hıristiyan Birlik Grubu, Türkiye'yi "aday" (candidate) ülke olarak değil "adaylığa rız> gösteren" (acceding countries) ülke olarak görmektedir. Son yüzyılda Türkiye'nin yok olma eşiğine gelmesinin, milyonlarca insanını kaybetmesinin ve acılar çekmesinin nedeni Almanya ve onun emperyalist isteklerine alet olmasıdır. Almanya, Türkiye'nin bu vefakar davranışını kendi topraklarında birçok yıkıcı ve bölücü örgüte destek vererek göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm anayasal sistemini çökertmek isteyen veya bölmek isteyen tüm siyasi ve askeri güçler, Almanya topraklarında yeşermiş, büyümüş ve tehdit edici boyutlara erişmiştir. 10
Bu örgütlerin siyasi yapılarının hepsi Alman devlet yapı sının tam tersi uzaklıkta ve uzlaşmaz bir noktadadır. Ancak çıkarlar ortak ve aynı yöndedir. Almanya bir hukuk devletidir. Kanunlar karşısında herkes eşit haklara sahiptir. Diğer Batılı ülkeler gibi, kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için, her türlü riski göze alabilecek şekilde tasarlanmıştır. Almanya, dünya düzeninde, ekonomik güç dengesinin hassas düzeneğinde süper güç olarak kaldığı sürece, her türlü doğal kaynağı, petrolü, nükleeri, altını, diğer değerli madenleri her zaman takip etmek ve kendi pozisyonunu sağlam tutmak amacındadır. Nükleer gücü kendisi, kendi ülkesinde ortadan kaldır mak isterken başka ülkelerde kurmaya çalışmakta, altın madenlerinin işletilmesini çevreci baskılarla durdurmak isterken, dünya borsalarında altın alım satımında ön saflarda yer almaktadır. Müttefiki gördüğü ülkelerin ekonomik büyümelerini desteklediğini gösterirken, kendi bankaları yoluyla bir gecede milyarlarca markı veya Euro'yu vakumlayarak, ülkelerin mali krizlere girmesini sağlamış ve ekonomik krizlerden sonra salık verdiği özelleştirmenin ucuz nimetlerinden faydalanıp, birçok stratejik değerleri diğer batılı orta klan ile ucuza kapatma başarısını göstermiştir. Türkiye, dışarıdan kendine yönelen tehditleri görmezden gelemez. Bunları kendi gençliğiyle paylaşmalı ve onları bilinçlendirmelidir. En acı olanı ise maalesef toplum kendi geleceğini ve zenginliklerini çaldırmak istemeyen ve kendi milletine sahip çıkmaya çalışan kendi öz evlatlarını unutuyor. Katledilmelerine veya bir köşede kalmalarına seyirci kalıyor. Hangi siyasi görüşte olursa olsun, kendi ülkesine hizmet et11
mek isteyen, halkının refahını düşünen tüm insanlarına sahip çıkmalı, onlarla bir bütün olmalıdır. Türkiye tarihini unutuyor, köklerini unutuyor. İçinde barındırdığı tüm zenginlikleri kusmak istiyor, fakat yerine koyacağı hiçbir değerinin olmadığını bilmiyor. Dinsel inançlarını kendince yaşamıyor, milli hasletlerini kendince inceleyemiyor, kendini kendi gibi görmek istemiyor ve kendi kendinden korkuyor, çekiniyor. Irksal, inançsal, siyasi duruşunda, bölgede, dünyada ve hatta kendi içinde çok büyük bir güç olduğunu unutuyor. Bu coğrafyada var olduğu müddetçe büyük güçlerin oyun alanında ve onların savaş bölgesinde olduğunu unutuyor. Sakin, sessiz bölgelerde yaşayan gelişmiş ülkelerin refahına hayıflanıyor. Dünyanın en tehlikeli yerinde yaşadığını unutuyor. .. Refah ve mutluluğun asla reva görülemeyeceği bir yerde ... Bahsettiğimiz
ülke, bizim üzerinde yaşadığımız vatanı mız. Dünya'nın en stratejik bölgesinde nefes alıp veriyor... Ortadoğu'nun ve Avrasya'nın geçit noktasını oluşturuyor, binlerce yılın izlerini taşıyor... Ölümü ve yaşamı, var olmayı ve yok olmayı, hepsini birlikte yaşıyor. Tüm güçlerin hareket noktası. .. Dünya ticaretinin, hatta medeniyetinin dönüm noktası; gelecek elli yılın ülkesi ... Bu ülkenin insanları bin
yıldır batıya
yürüyor ...
Dünya'da hiçbir millet bu kadar uzun zaman yürüyemez ve çok az ülke vardır ki bu denli üzerine oyunlar oynanan, bahisler açılan ... Yine çok az ülke vardır, bu kadar çeşitli kültürü içinde yoluna devam edebilen; düşse de kalksa da yoluna devam etmiş, kaybetse de kazansa da var olmak isteyen ... barındırıp
12
Bunu hiçbir ülke başaramadı; hepsi parçalanıp ayrıldılar ve bu oyunun baş aktörlerinin arka bahçesi oldular ... Bu kitapta, Türkiye'deki Alman vakıfları, ulusalcı çeteler, Necip Hablemitoğlu, Özdemir Sabancı ve Hrant Dink suikastlarını, Alman gizli örgütlerinin ve yerli işbirlikçileri nin iz bırakmadan, ustaca oynadıkları oyunları ve bu kitabın anlatmak istediğinin çok ötesindeki farklılıkları anlamaya ve düşünmeye çalışacaksınız.
13
Türkiye'de Alman Valufları
Türklerin Almanya'da bulunmaları bir keyfiyet nedeniyle değil, bir zaruret sonucudur. Verdikleri mücadele de, Alman Derin Devleti'nin asimilasyon politikasına karşı kimliğini koruma savaşıdır.
Alman Vakıflarının Türkiye'deki Mevcut Durumları: "Alman vakıfları, Türkiye'nin cennetine talip olmuşlar, biz ise, Almanya'nın cehenneminde yaşıyoruz." O nedenle Alman. vakıflari ile Türk kuruluşlarını kıyaslamak abesle iş tigaldir. Onların, Türkiye'de nüfuz alanları geniş ... Para pul sıkıntıları yok, diledikleri gibi at oynatıyorlar, hareket sahaları geniş; partiler, üniversiteler, sendikalar, gazeteler, barolar, belediyeler ve marjinal uç kesimler kapılarını sonuna kadar açmış etkinliklerine ev sahipliği yapıyorlar. En üst makamdan en alt kademelere kadar (TSK ve emniyet hariç) etkinliklerinde buluşturuyorlar. Projelerini Türk hükümetlerine kabul ettiriyorlar. Kendi devletlerinden, istedikleri projeleri ve mali desteği alıyorlar. Gelecekte, ülkelerinin menfaatini büyük oranda bu topraklarda görüyorlar. O halde, "Türkiye'de ne işler çeviriyorlar?" soruları gülünç değil mi? 15
Böyle bir konu başlığı dahi bize has döşenmiş mayın tarlasına girmemiz için yeterli bir neden! Türkiye'nin geleceği açısından ciddi kaygılar taşıyan aydınlarımızın, konunun önemini (vahametini) kamuoyu ile paylaşmaları, aynı zamanda milletimize verdikleri son mesajları olmuştur. Amacımız; harici ve dahili fırsatlar ülkesi haline getirilen vatanımızda, kendi ülkelerinin çıkarları için, hukuk dışı yöntem ve metotlarla kendilerine sağlanan kanuni haklarını aşarak gizli faaliyetler içinde olanların sultaları ve diğer yandan, yasal haklarını dahi kullanamayanların yaşadıkları veya doğru dürüst yaşayamadıkları Türk varlığı. Bir taraftan bilinçsiz ve masumane bir anlayışla ekonomik şartlarını iyileştirmeye yönelik davetli bir halk topluluğunun kimlik mücadelesi, diğer taraftan ise bir isteğe ve ihtiyaca dayanmadığı halde, bir ülkenin diğer bir ülke içinde ilgilendikleri alanlar ve faaliyetleri.
!)Türklerin Almanya'daki
varlık
sebepleri:
Almanya'da bulunan Türk Kuruluş ve Vakıfları'nın varnedenlerini basit bir cümle ile izah edebiliriz: Dönmek üzere giden vatandaşlarımızın, aile birleşimi ve bir dizi etken nedeniyle dönmekten vazgeçmeleri ve artan nüfus şartlarının zorunlu kıldığı, kültürel ve sosyal ihtiyaçların bir kısmını karşılamak amacıyla bir araya gelerek oluştur dukları yasal kuruluşlardır. Yetmiş beş işçinin çalıştığı bir şirkette, yasal olarak sendikalaşma zorunluluğu olan bir ülkede, üç milyona dayanmış bir nüfusun örgütlenmesinden daha doğal bir hareket olabilir mi? Kaldı ki bu yapılanma başlangıçta siyasilerin ve ilgili devletlerin empoze ettiği kuruluşlar da değiller. lık
16
Almanların
Türkiye' de
varlık
sebepleri:
Almanya'daki üç milyon Türk'ün varlık sebeplerini bir cümle ile zorlanmadan izah ederken, kuruluş aşamasında bir tek Almanın bile yaşamadığı Türkiye'de ki Alman vakıflarının varlık sebeplerini izahta güçlük çekiyoruz. Türkiye'de bulunma nedenleri Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızın sorımla rı ile ilgili ise, bunu Almanya'da yapmaları daha akılcı olmaz mı? Sorunların muhatabı Alman Hükümeti olmakla beraber, sorun sahipleri de o ülkede yaşamaktalar ve bir kısmı da o ülkenin vatandaşı olmuşlar. Eğer vatandaşlarımızın sorunlarını Türkiye'de çözme gibi bir gayretleri varsa, Türkiye'de Alman Büyükelçiliği ve Konsoloslukları mevcuttur. Ayrıca temsilciliklerinde ilgili birimlerinin de elemanları bulunmaktadır! O halde, ülkemizdeki varlık sebepleri nelerdir? Her yıl ülkemizi ziyaret eden Alman dostlarımızın sayı larının artması bizi sevindirirken, sayıları onlarla ifade edilen vakıf elemanları Türkiye'de niçin rahatsızlık uyandırıyor? Bu sorulara cevap bulabilmek için bilimsel bir açıklamaya ihtiyaç yok. Vakıflar için, "Almanya'nın mücevher teşkilatlarıdır" sözü, yüzüğün parmağa yakışmasına benziyor! Bu hususta sadece bahse konu vakıfları sorumlu tutmak, tarifi eksik bir yaklaşım olur. Buna diğer ülkelerin, kitlelerin yaklaşımlarını ve iç etkenleri de eklersek düşüncelerimizin berraklaşmasına katkı sağlamış oluruz.
2) Almanya'da Türklerin hedefleri: Türklerin, Almanya'da karşılaştıkları küçük sorunlar, Almanya'ya yerleşme süreci içinde kartopu gibi büyüyerek büyük sorunları da beraberinde getirmiştir. Misafir işçilikten
17
yerleşik
düzene geçişte, Türk toplumu sıkıntılarını hafifletme bir takım arayışlar içinde olmuştur. Göçün ilk yirmi yı lında, Anadolu'dan beraberinde getirdikleri değerleri yaşama telaşında düşmüşlerken, ikinci yirmi yılda endüstri toplumu ile birlikte yaşamanın zorluklarını bulmuşlardır önlerinde. Türk toplumu, yerleşik düzene geçmeye kararlıydı, ancak altyapısı olmayan bir toplumun yerleşik düzene geçişi kolay olmayacaktı elbette. Her iki ülke de, bu konuda hiç bir önlem adına
almamıştı.
İşin
ciddiyetini kavrayan Almanya, sert tedbirler alıyor, az sayıda iyi niyetliler yanında ırkçı, itici demeçler vermekten de çekinmiyordu. "İşçi istedik, insanlar geldi" (Max Frisch), "Almanlar, kalplerinde fazlasıyla yabancı düşmanıdır" (Baş bakan Helmut Schmidt), "İki dilli bir şehir tabelası istemiyorum. Birinci dili Türkçe olan homojen bir azınlık istemiyorum. Anadil ya Almanca ya Almanca olmalıdır. En iyi uyum asimiledir" İçişleri Bakanı Otta Schily, Televizyon Programlarında, İslam kültürünü Almanların anlayamadıklarını, Türklerin tuhaf ve tehditkar insanlar olduklarını söylüyordu. Bazı kapılarda "Türkler ve itler giremez" yazılıyordu. Alman tarafında bunlar yaşanırken (bir dönem hariç) Türkiye'nin yurtdışında yaşayan vatandaşlarına yönelik ciddi bir devlet politikası da yoktu. Türkler, bütün olumsuzluklara rağmen, Almanya ve Avrupa Birliği'nin tanıdığı haklarını kovalıyor, yaşadıkları ülkede başarılı bir işadamı, akademisyen, vasıflı birer işgücü, iyi bir sporcu, güvenilir politikacı, iyi bir memur, alkışlanan bir sanatçı, uluslararası bir yönetmen vb .. alanlarda en iyisi olmaya çalışıyorlardı. Bunları yaparken anavatan Türkiye ile gönül bağlarını koparmıyorlardı. Bunun gerekleri de yerine 18
getiriliyor; yasalara uygun dernekler kuruluyor, camiler inşa ediliyor, spor kulüpleri, kültür merkezleri açılıyor ve buralarda dini, kültürel, sportif ve sosyal çalışmalar yapılıyordu. Kı saca; "Türklerin hedefleri gizli değil"di. Türkiye'de
Almanların
hedefleri:
Almanların,
ülkemizde de şubeleri bulunan dini kurumları, enstitüleri, okulları, ticaret odaları ve politik vakıfları vasıtasıyla yaptıkları etkinliklerde, panel ve toplantılarda bariz bir şekilde göze çarpan iki ana unsur var. Bunlardan ilki Türkiye'yi, Yugoslav modeli öngörüsü ile "Böl, parçala, yönet", diğeri ise " Almanya'da yaşayan Türk azınlığı kendi içlerinden bölme ve asimile etme çabalarıdır." Vakıfların, ülkemizdeki hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için burada üs kurmalarını anlamak, bir şekilde mümkün olabilir! Ancak, Almanya'nın Türk azınlığı üzerindeki hedefleri için Türkiye'yi seçmesini anlamakta güçlük çekiyoruz! Bu konuda KAV Genel Sekreteri'nin; "Kendimizi entegrasyona adadık, bu konuda bize yardımcı olan ilk ve tek Başbakan Erdoğan'dır" sözü, bir partner adresi olabilir mi? Konumuzla ilintili Alman basın ve yayınlarından alın yaparak, Almanların ülkemizde çevirdiği dolapları ve yukarıda iki cümlede ifadesini bulan hedeflerini kendi ifadeleriyle açıklamaya çalışacağız. Amacımız; "Türk ve Alman ilişkileri üzerinde belirleyici rol oynamak derken, neyi kastediyorlar? " tılar
Doğu
Karadeniz'de Rize ve Artvin; Doğu Anadolu'da Kars, Ardahan, Van; Güneydoğu'da Diyarbakır, Mardin; Ege'de Bergama, Uşak illerine özel önem vermeleri, yöreyi sık
19
sık
ziyaret etmeleri hangi hedefin bir parçası? İstanbul Gazi Mahallesi araştırmalarını kim için yapmışlardır? "Artık,
Alevilerin de kendi dillerini konuşma, kendi dinlerini yaşamaları zamanı gelmiştir." sözünü kullanan Alman profesör ne dernek istemiştir? Alman istihbarat birimleri neden bebek katili Öcalan ve onun Avrupa temsilcileriyle görüşüyorlar? Kürt kökenli vatandaşlarımız için "Evrenin ye~timleri", "Aldatılan halk", "Allah'ın öksüz evlatları" sıfatlarını kullanarak Kürt kökenli vatandaşlarımızı kışkırtmak mı istiyorlar? Kime karşı ve neden? Ya da bu safsatalarını inanarak mı savunuyorlar? "Türklerle Kürtler birbirinden tamamen farklıdır." "Türkiye'nin bir azınlık sorunu vardır" gibi sözde bilimsel tezlerinin temel dayanağı nedir? "Kürtler, Farslar gibi İndo-Cerrnen bir halktır ve bir Aryan dili konuşmaktadırlar. O nedenle Kürtlerin Araplar ve Türklerle dil açısından ufak bir benzerlikleri yoktur" ifadesi, Kürt kökenli vatandaşlarımızı bizden koparmaya yönelik yeni bir arayış mıdır? Türklerle Kürtlerin birbirine düşman olduğu, Türkçe'nin Kürtçe'ye benzemediği, oysa Almanca ile Kürtçe'nin iki akraba dil olduğu ve Alman ilkokullarında Türk öğrencilere sözde Kürt sorunu hakkında ev ödevi vermeleri, "Öcalan idam edilsin mi, edilmesin mi?" diye Türk öğrencilere anket yaptırılması? Buna benzer yüzlerce iğrenç lik ... Bütün bunlar bir ülkeyi bölmeye yönelik çalışmaların alt yapısı değil de nedir? Kendi beyanlarıyla: "Vakıfların vazifeleri, diyalog progile yapıcı bir rol üstlenmektir." Ana hedef bu cümlede gizli olduğu için daha önce de kullanmıştık. Cümleyi açtığımızda genel stratejilerini şöyle değerlendirebiliriz: Kültür programları adı altında Türkiye'de, değişik kullanılabilir mar-
ramları
20
jinal gurupları, aşırı akımları, bölücüleri ve bunları kamufle edecek toplumun ılımlı sayılabilecek diğer katmanlarını, siyasilerini, sivil örgütlerini ve azınlıkları, ABD ve AB adına yazan, konuşan pazarlanmışları harmanlayarak Türk Milletine altın tepsi üzerinde sunmak suretiyle, ülkenin bölünmesine giden yolları açmak; önündeki engelleri, aynı vasıtaları kullanarak tartışılır hale sokmak. Kısaca kaleleri birer birer düşürmek. Vakıf temsilcilerinin; Türk askerinin İslam düş manı olduğunu, Türkiye Cumhuriyetini de İslam'ı ezmekle suçlamalarına hangi hukuk çerçevesi ve hangi konuşma hakkı içinde saygı gösterilir? Yoksa bunu ancak emperyalizmin küreselleşmesi, AB dayatmaları, insan hakları kandırmacası ve de demokrasi yutturmalarıyla mı izah edebilirsiniz? Yorumunu sağduyulu vatansever Türk halkına bırakarak, niyetlerini gizlemekten imtina etmeyen bölücülük ve iftira kusan bir başka zırvayla bu bölümü kapatalım; "Sorun, Atatürk'ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün, Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm'in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını, Türkiye'de yaşa yan Kürt, Türk, Müslüman, laik, Alevi devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri şu güne kadar neden yok etmediler, bilinmez ..." 3) Türklerin Almanya'da faaliyet alanları: Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızın faaliyet alanları na girmeden önce genel bir tablo ortaya koymamız gerekir. Klasik bilgileri tekrar edersek; Almanya'da, Alman vatandaş lığına geçenler dahil yaklaşık 2.7 milyon Türk nüfusuyla, 600 21
bin çalışanıyla, 30 bin üniversitelisiyle, 65 bin işvereniyle, 370 bin mahiyetindeki çalışanıyla, 7.5 milyar Euro yatırımıyla, 30 milyar Euro cirosuyla, 2.000'den fazla derneğiyle ve 45 yıllık geçmişiyle bir Türk azınlığından söz edebiliriz. Aynca vatandaşlanmızm faaliyet alanları kuruluşlarla doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı olduğu için, kuruluşların da dökümünü çıkarmakta yarar var. Bunun yanında, değişik isimler altında faaliyet gösteren bölücü örgütler listeye dahil edilmemiştir.
yasadışı
Tabloya
bakıldığında
Almanya' daki Türklerin genel duruşları hakkında bir fotoğraf çıkarmak mümkündür. Adı geçen kuruluşlar Alman yasalarına uygun kurulmuştur ve onların mahkemeleri tarafından onanmıştır. Kuruluş izni alan derneklerin faaliyet alanlan da tüzüklerinde yazılıdır. İlgili makamlarca da dernek faaliyetleri izlenir ve özellikle dernek muhasebeleri özel denetime tabidir. Faaliyetleri ana başlıklar halinde
şöyle sıralayabiliriz,
İslami (Dini) kuruluşlar: İbadet imkanı sunma, Kura'n kursları
düzenleme, din ve ahlak temelinde bilgilendirme, neşriyat, eğitime destek, sosyal dayanışma ve yardımlaşma. Ayrıca, Almanlara islam kültürünü tanıtmaya yönelik etkinlikler. Çatı kuruluşları
ve üst dernekler: Derneklerimizin, doresmi kurum ve kuruluşlarla iliş kilerinin geliştirilmesinde belirleyici olmak. Türk ve Alman mevzuatından kaynaklanan sorunların çözümüne katkı sağ lamak, takipçisi olmak, vatandaşlanmıza ve ülkemiz aleyhilayısıyla vatandaşlanmızın
22
ne yönelik yıkıcı, bölücü ve karalama kampanyalarına yasal tepkiler koymak, Türkiye ile Almanya arasında 'köprü' vazifesi üstlenmek, eğitime önem vermek ve eğitim çalışmaları ile iştigal eden kuruluş ve kurumlara yardımcı olmak. Vatandaşlarımızla ilgili iktisadi ve sosyal hayatta, siyaset, medya, finans vb. alanlarda aktif rol almak. Türk ve Alman halkları arasında birlikte yaşama bilincini geliştirmek. Kısaca, her alanda 'halkın sesi' olmak diye özetleyebiliriz. Bu çalışmala rın yanı sıra Alman ve Türk siyasi partileri ile doğrudan veya dolaylı işbirliği içinde olan kuruluşlar da mevcuttur. Diğer taraftan, aşırı uç olarak kabul gören dini ve politik derneklerin varlık sebeplerinin sorumluluğu da Türk kamuoyuna yüklenemez. Aleni şekilde bölücü ve yıkıcı faaliyet gösteren derneklerin vatandaşlarımızla bir bağlantısı söz konu değildir. Onlara faaliyet izni veren ve çalışma ortamı sağlayanlar da bellidir! "Almanya da, Türklerin yasal haklar çerçevesinde insanca, hakça, eşit ve paylaşan bir anlayışla, hem kendilerinin hem de Alman toplumunun refahının yükselmesine yönelik hedefleri dışında başka düşleri olmamıştır." Almanların
Türkiye'de faaliyet alanları: Almanların Türkiye'de, Türklerin de Almanya'da vakıf ve dernekleri var, burada garip bir durum yok, bu bir karşılıklılık ilkesidir diye düşünenler olabilir. Unutmayalım
ki, Türklerin Almanya'da bulunmaları bir keyfiyet nedeniyle değil, bir zaruretin sonucudur. Verdikleri mücadele ise Alman Derin Devleti'nin asimilasyon politikası na karşı kimliğini koruma savaşıdır. (Bu savaş da belli bir kesim tarafından verilmektedir.) Buna karşılık Alman vakıfla rının Türkiye'deki faaliyetlerini insani amaçlı ve masum gös23
termek ne kadar doğru bir yaklaşım olacaktır? Almanların Türkiye'de, Konrad Adenauer, Heinrich Böll, Friedrich Ebert, Friedrich Naumann isimli vakıflarının yanı sıra; dernek !eri, enstitüleri, okulları ve kiliseleri mevcuttur. Her vakfa bir misyon yüklenmiş, her vakfın etki alanı, faaliyet alanı, partneri belirlenmiş, her vakıf farklı kesimlerle, farklı birimlerle çalışır hale gelmiştir. Vakıfların; Türkiye'ye yayıldıkları farklı alanlarda farklı olmayan bir durum var, o da aynı amaç için ülkelerinden binlerce km. uzakta (hiç sevmedikleri Türkçe'yi öğrenerek, alışamadıkları trafik çilesine katlanarak, güven vermeyen yollarda dağlar-tepeler aşarak ... ) ülkelerinin alimenfaatleri bakımından farklı düşünmedikleridir. Vakıfların
görünen yüzleriyle ilgilendikleri alanlar:
Azınlıklar;
etnik, dinsel ve mezhepsel.
İlgilendikleri kesimler: Kürt, Laz, Alevi diye ayırıma tabi
tutulmaya
çalışılan
bu vatanın öz evlatları
yanında
bir kısım
diğerleri.
İlgilendikleri konular: Aleviler-devlet, Alevi-Sünni, Türk-
Kürt, Müslüman-Laik, Ulus devlet-federalizm, asker-sivil, başörtüsü-8 yıllık eğitim, Türk kadını-Yunan kadını, ErmeniTürk ilişkileri, dinler arası diyalog, azınlıklar, ekümeniklik, Kıbrıs, Almanya'da Türk azınlığının entegrasyonu, demokrasi-insan hakları, Türkiye-Avrupa Birliği, yerel yönetimlere eğitim programları, cinsiyet eşitliği vs. İlgilendikleri birimler: Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, sendikalar, dini kuruluşlar, siyasal İslamcılar, bölücü partiler, (sözde) insan hakları dernekleri, bazı belediyeler, bazı vakıflar, iş dünyası.
24
ilgilendikleri yurtlar: Öncelikli olarak, Trabzon, Rize, Artvin, Kars, Ardahan, Van, Mardin, Diyarbakır, Hakkari, Uşak, Bergama. İlgilendikleri yöreler: İstanbul'un bazı semtleri ve vatanın bazı
bölgeleri.
Partnerleri: Gazeteciler Cemiyeti, sendikalar, Boğaziçi, Sabancı ve Bilgi Üniversitesi, Belediyeler Birliği, Türk Demokrasi Vakfı (bu vakıf aynı zamanda kendi içinde onlarca örgütle işbirliği içindedir), Türkiye ile barışık olmayan sivil toplum örgütleri vb. Faaliyetleri: Toplantılar, paneller, konferanslar düzenlemek, sergiler açmak, kitaplar, dergiler, broşürler bastırmak ve dağıtmak, gazeteciler ve politikacılar ağırlamak, geriye kazanmak amacıyla öğrencilere burs vermek, birtakım kişi ve kuruluşlara finansman sağlamak ve diğerleri. Görüldüğü
gibi Alman vakıfları, Türk-Alman ilişkile rinde kendi belirledikleri konulara duyarlılık kazandırmak amacıyla ilgili kurumları, kuruluşları ve birimleri belirledikleri konular üzerine yoğunlaştırarak başarı sağlıyorlar. Türkiye için "cennet ülke" derler. Bu deyim, sanırım Türkiye'nin altını oymaya çalışanlar için söylenmiş bir sözdür. Herkes her konuda, serbestçe ve yardım görerek altyapı olgunlaşması yapabiliyor. Ne yazık ki ülkemizin cennetinde ihanet edenler, cehenneminde de vatanperverler yaşamaktalar! Türklerde asla ihanet ve nankörlük yoktur. Yaşadıkları ülkelerde, o ülke için savaşırlar, ölürler ama ihanet etmezler. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza hala ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığı halde, hala gerek Alman yasalarından gerekse Avrupa Birliği'nden doğan haklarımıza çekince konulduğu halde Türkler, hiç bir zaman ihaneti düşünmemiştir. Küçük bir öneri: Alman vakıfları, eğer Türkleri seviyorsa paralarım
25
zira Alınanya'da Türklerin % 25'i işsiz. Eğer Türkiye'yi seviyorlarsa; o ülke halkından 3 milyona yakını ülkelerinde ikinci sınıf insan muamelesi görüyor. 3 milyona yakın insana, (katılarak, paylaşarak) birlikte yaşa maktan soyutlayıp, paralel yaşama mahkum etmek için elden gelen her şey yapılıyor.
Türkiye'de
harcamasınlar,
4) Almanya'da Türk kuruluşlarına kurumsal destekler: Bu konuda tatminkar bir cevap veremeyiz. Türk kuruluşları nın büyük çoğunluğunun zaman zaman Büyükelçiliğimizle ve/veya Başkonsolosluklarımızla ve ilgili Ataşeliklerimizle yakın temasları olmuştur. Devletimizin dış politikasının güçlü olduğu dönemlerde; birlikte, başarılı çalışmalar yapılmıştır. Devletimizin manevi desteğini arkasına alan kuruluşlarımız, eğitim ve siyaset dahil bazı alanlarda büyük projelere imza atmışlardır. Ayrıca, kuruluşlarımızın temsilcileri, zaman zaman Ankara'da yetkililerle görüşerek projelerine destek arayışlarım sürdürmüşler ve imkanlar oranında maddi ve manevi destek almışlardır. Bugün için hükümetin vatandaşlarına dönük bir politikası olmadığından bu destekten söz edemeyiz. Diğer taraftan, Alman federal ve yerel makamlarıyla iyi ilişkiler geliştiren kuruluşlar da var. Yeterli olmamakla birlikte, kurumsal desteklerden yararlanma gayreti içinde olan derneklerimizin çabalarım takdirle karşılıyoruz. Ancak Alman makamlarından beklenen ve arzulanan kurumsal destek hiç bir zaman alınamamıştır. Türkiye'de Alman vakıflarına kurumsal destekler: Bir tarafta kalıcılığa karar vermiş, o ülkenin bir parçası olmuş Türk toplumun Almanya'daki feryatları, diğer tarafta 26
Türkiye'de, Alman vakıflarına verilen kurumsal destek bolluğu. Vakıflar bu konuda oldukça açıklar. Vakıfların yayınla rından takip edebilirsiniz. 5) Türk kuruluşlarının Almanya'daki finans kaynakBu konuyu bir kitaba sığdıramazsınız. Bir gün birileri bu konuda bir kitap yazarsa, gözyaşları içinde okunacak bir kitap olacağına inanıyorum. Türk edebiyatına gerçek bir 'Nobel' kazandıracak ilk eser olarak belki de kütüphanelerimizde yerini alacaktır. ları:
Amerika'ya göçen Türklerle, Almanya'ya giden Türkler karıştırılır bazen. Zaman zaman haksız kıyaslamalar yapar üst makamlar! Amerika'ya okumuş, kalantor, bankacı, hortumcıı, kaçakçı, politikacı çocuklarını, Almanya'ya ise işçi gönderdiklerinin hesabını yapmaz, insafsızca eleştirirler. Oysa Amerika'ya gidenler Anadolu'ya girdi sağlamazken, Almanya'ya gidenler yıllarca yükünü çekti bu ülkenin. Onları iyi tanıdığımız için finans kaynaklarını yazmak ağır geliyor bize. Zira finans kelimesi de, kaynak kelimesi de adı geçen kesim için yabancı bir terimdir. Onlar birer birer toplarlar, cüzdanlarını boşaltırlar, bileziklerini çıkarırlar kollarından, çocuklar kumbaralarını, öğrenciler harçlıklarını dökerler ortaya. Kadınlar kermes yapar, kızlarsa pasta. Erkekler köfte satar, gençlerin maçlarında dernek yararına. Her ay düzenli aidat, tabii ekstralar hariç. Bunun da hesabını verirler Alman maliyesine. Şu anda 30 bin genci üniversiteye yazdırmak (mezun olan yüz bine yakını saymazsak eğer) bu fedakar! ıkların sonucudur. Yüzlerce vakıf ve dernek binası bu yardımlarla dikildi. Ne Almanlardan ne de Türkiye'den yardım aldılar. Pek çoğu büyük borç altında eziliyor hala. 27
Alman vakıflarının finans kaynakları: İlgili vakıfların bütçe giderleri Federal Hükümet tarafından karşılandığından, kaynak sorunları da yoktur. Hükümetlerin değişmesi vakıf ların bütçesini olumsuz etkilemez. Diğer ülkelerde faaliyet gösteren vakıflarını da aynı şekilde finanse ederler. Ödemeler yasal bir zemine oturulduğu için, kamuoyu bunu tartışma konusu dahi yapmaz. Türkiye'nin böyle bir hedefi olmadığı için kaynak ayırmaz. Kaynağı bol olan fonlar ise hükümetin siyasi tasarrufundadır. Bir kısım projeler için yapılan ödemeleri de yüzlerine gözlerine bulaştırır, deşifre edilirler. 6) Almanya'daki Türk kuruluşlarının uluslararası etkinlikleri: Uluslararası platformlarda temsil yeteneğine ve imkanına sahip kuruluşlarımız olsa da, bu kuruluşlar medya ve siyasi destekten yoksun olduklarından, kendi kabukları nın dışına çıkamazlar. Bazı kuruluşlar ise dış müdahalelere maruz kaldıklarından tasarruf sorunu yaşamaktalar. Uluslararası etkinliklerde söz sahibi olanlar ise ne Avrupa'da yaşayan Türk vatandaşlarına, ne de Türkiye'nin hayrına fikir üretmezler. Türkiye'de Alman vakıflarının uluslararası etkinlikleri: Alman vakıflarının Türkiye'de ve diğer ülkelerde konuş lanmaları uluslararası arenada etkin olduklarının somut bir göstergesi değil midir? Vakıf projeleri, Alman dış politikasının bir ürünü olduğundan; projelerini, ilgili ülkelerin karar vericilerine empoze etmekte zorlanmazlar. Bulundukları ülkelerde önce toplumun hassasiyetlerini, politik dengelerini etüt eder, o ülkelerin en yumuşak notalarından başlarlar operasyonlarına. Yabancılar politikasının belirleyici unsuru hükümetler değil, Alman derin devletidir.
28
7) Almanya'da Türk kuruluşlarının siyasi etkileşim leri: İnsanımız, yapısında olan bir özelliği gereği devletine teslim olmaktan mutlu olur, farklı yorum üretenler devlete karşı gelmekle suçlanır. Devletimizin bekasına yönelik alttan gelen söylemleri kabullenmekte zorlanır, üstten gelenleri tartışmaksızın kabul eder. Devlet politikası ile hü kümet politikalarını ayırmazlar. "Onlar büyüktür! Ne diyorlarsa doğrudur" anlayışı kendilerini aşmalarının önünde duran en büyük engeldir. Geçmişi çabuk unutur, en son söylenenlere inanırlar. Vatandaşlarımızın bu zaafını iyi değerlendi ren siyasiler ve bürokratlar da bundan maksimum düzeyde yaralanırlar. Kendi siyasi anlayışlarına ters gelebilecek farklı yaklaşımlara ihtiyatla yaklaşırlar. Hatta peşin hükümlü davranıp reddedenlerin oranı oldukça yüksektir. Her yeni iktidar Almanya'da uzantısını kurar, iktidarları döneminde birbirlerinden karşılıklı yararlanırlar ve iktidarın değişmesiyle birlikte o kuruluş da yok olur gider. (Gücünü henüz koruyan iki siyasi kuruluşu bunların dışında tutuyoruz), Almanya'daki kuruluşlarımızın (vatandaşlarımızın), bazı Türk hükü metlerinden olumsuz etkilendiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni, "Belki l?u hükümet terkedilmişliğimizi kavrar, belki bunlar bizimle ilgilenir" beklentisidir ama sonuç hiç değişmez. Bazı hükümetlerimiz, Alman hükümetiyle masaya oturduğunda, vatandaşlarımızın haklarından yeni bir şeyler koparırlar. Hükümetlerin bir araya gelmesi, vatandaşlarımızı sevindirmesi gerekirken aksine bir korku alır; "Yine bir aradalar, hakları mızdan hangisini koparacaklar" diye. Alman siyaseti partileri ve hükümet değişiklikleri vatandaşlarımızı yeni arayışlara sürüklese de, içimizde panik havası estirmez. Her ne kadar Alman siyasi partileri, yabancılar (Türkler) üzerinden siyaset
29
yapsalar da, iktidar değişiklikleri yabancılar için bir umut olmamıştır. Çünkü yabancılar politikasının belirleyici unsuru hükümetler değil, Alman derin devletidir. 8) Türk kuruluşlarının Almanya'da politik güçleri ve nüfuzları: Bu soruya cevap bulmak için önce vatandaşları mızın ekonomik ve siyasi güçlerine bakmak lazım. Türkler, 30 milyarlık cirosu ve 400 bin reyi ile nüfusu orta büyüklükteki Avrupa ülkeleri için belirleyici olabilir, ancak dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahip 82 milyonluk bir ülkeyi ne kadar etkileyebilir? Sadece dar bölge sisteminde, yerel seçimler dahil kısıtlı bir etkinin mümkün olduğu son yıllarda yapı lan seçimlerde tespit edilmiştir. Kaldı ki 400 bin oyumuz da federal ve eyalet meclislerinde bulunan bütün partilere dağı lıyor. Almanya, Avrupa birliğinin tanıdığı seçme ve seçilme hakkını bize tanırsa ya da çifte vatandaşlık hakkını verirse, 1,5 milyon oyumuzla belirleyici oluruz. Ancak o takdirde ciromuzu yükseltir, ciddi şirketler kurar, ekonomide etkin, federal mecliste, eyalet meclislerinde ve yerel meclislerde politik güç olur, nüfuz alanlarımızı genişletebiliriz. Ancak o takdirde, medyanın dikkatini çeker, kamuoyunu etkileyebiliriz. Bugün, politik bir güçten bahsetmek için henüz erken olduğuna kaniiyiz. Diğer taraftan vatandaşlarımızın Türk Hükümeti ve siyasileri üzerinde de nüfuz kayıpları gittikçe aralanıyor. Bir dönemler diplomatlarımızın maaşları işçi dövizleri ile karşı lanırken el üstünde tutuluyorlardı. Türkiye'de esnafımız izin sezonunu beklerdi dört gözle. Düğünler o tarihlerde yapılır, emlak izinciye kilitlenirdi. Hükümetlerimiz seçme hakkı mızdan bahsederdi. Bu hükümetin de siyasi söylemi farklı
30
değildi
hükümet olmadan önce. Ne yazık ki, ucuz siyasetlerle vatandaşlarımızın bu hakkını gasp ederek, onların nüfuz alanlarını bilerek ve isteyerek kısıtlıyorlar. Vatandaşlarımızın yerine, onların içinden çıkan üç-beş kişiyi muhatap alıyorlar. Türkiye'de olduğu gibi Almanya'daki Türkler için de nüfuzlu insan, sıradan insan anlayışı hakim. Mertçe söyleyemedikleri şudur aslında: Siz sorunlu bir kiti esiniz artık, yumurta üretemiyorsunuz ve bize siz değil yumurtalarınız lazım. Kısaca, "Sorunlu insan bizden değildir" yaklaşımı güdülüyor çilekeş vatandaşlarımıza. Bu durumda, Almanya üzerinde olduğu gibi Türkiye üzerinde de siyasi nüfuzumuz tartışılır durumda, en azından bugün için. Alman
vakıflarının
Türkiye'de politik güçleri ve nüemperyalist dünyada, ülkelerin politikalarına nüfuz etmek, hükümet kurup hükümet yıkmak için rey taşımalılığına ihtiyaç yok. Kara para transferi ile legal ya da illegal yollardan ülkenin gözde şirketlerine sahip olursanız, devletlerin bankalarını, kuruluşlarını alırsanız, ortada çıplak bir devlet, dilenmeye muhtaç bir halk ve taviz verme yarışına girmiş partiler bulursunuz. Bu konuma gelmiş ülkeler üzerinde nüfuz sorunu sorun olmaktan çıkar. Alın alabildiğiniz kadar, bölün bölebildiğiniz kadar. Avrupa Birliği ve ABD'nin dünya ya bahşettiği kutsal hizmeti! Demokrasiyi ve insan hakkını! Bir parçacık da Alman vakıfları götürürse ne fuzları: Küreselleşen
çıkar!
9) Türk Kuruluşlarının Almanya'da mevcut durumları: Daha önce satır aralarında bu konuya vurgu yapmıştık. Kuruluşlarımız; kendi yönetimleriyle, üye dernekleriyle, Türk 31
ve Alman medyasıyla, kuruluşlar arasındaki kopukluklarıy la, Alman ve Türk hükümetleriyle, siyasileriyle ve ilgili kurumlarla iletişim sorunları ve anlaşmazlıklar yaşıyor. Pek çok kuruluşumuzun muhatap makamlara ulaşma ve sorun iletme imkanları ellerinden alınıp, vatandaş temsilcilerinin görüşlerine başvurulmadan farklı mekanlarda, temsil yeteneği olmayan, temsil hakkı bulunmayan kişilerce ve kurumlarca haklarında ferman veriliyor. Gerek Türk, gerekse Alman hükümet yetkilileri, vatandaşlarımızın temsilcileriyle görüş mekten kaçarak kendi siyasi düşüncelerine uygun kuruluş ları ve kişileri tercih ediyor. Son yıllarda, vatandaşlarımızın sorunları, vatandaşlarımızın gerçek temsilcileriyle arzulanan platformlara getirilmiyor. Hırsızdan mal kaçırır gibi din, siyasal İslamcılara ve kiliselere; dil, Türklük kaygısı taşıyanla ra ve asimile merkezli odaklara; okullarda Türkçe ve İslam dini dersleri Türkiye ile kapanmamış hesabı olan marjinal guruplara ihale ediliyor. Araştırmaları kendileri yapıyorlar, teşhisi kendileri koyuyorlar, operasyonu da kendileri yapı yorlar. Bizlere de onaylamak kalıyor! Yaşam şartlarımız ağır laştırılıyor, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutuluyoruz, ev ararken, meslek eğitimi yeri ararken, iş ararken, bir eğlen ce yerine girerken, siyasette tutunmaya çalışırken, başka bir ifade ile iş hayatında, okulda, meslek eğitiminde, sporda, siyasette yani yaşamın hemen hemen her alanında ayırımcılık zaten yanımızdayken, bir de bakıyorsunuz ırkçılık hortluyor, duvarlarımıza gamalı yakılıyor,
haçlar çiziliyor,
ir1sanlanmız
diri diri
seçme ve seçilme hakkımız verilmiyor, çifte vatandaşlık kabul görmüyor. Bizlere de boyun eğmek düşüyor! Türk hükümetini bu konular ilgilendirmiyor. Onların, AB'ye 'iman' etmiş politikalarından başkalarını gözleri görmüyor. 32
Devletimizi temsil edenler ise, hükümet ile devlet politikası arasında sıkışmış durumdalar. Türk hükümeti ve Alman devletinin politikaları arasına sıkıştırılmış "Türk varlığı - Türk kimliği" erimemek için direniyor. Ancak bunları kendi bünyesindeki derneklerine, üyelerine anlatamamanın güçlüğünü çekiyor. Çünkü Alman hükümeti ile Türk hükümeti arasın daki (içindeki) düşünce birliği, vatandaşlarımızın kafasını karıştırmaya yetiyor. Hükümet bunları dikkate almıyorsa, hükümet dışı güçlerin ivedi olarak bu konuya el atma la~ı elzemdir. Hükümet, biraz da Türk danışman alarak on !ardan yararlanmasını bilseydi, sorunlarımız belki bu kadar ciddiyet arz etmeyecekti! ALMAN AJANLARININ MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
Günümüzde; Protestan, Katolik, Ortodoks, Süryanilik gibi Hıristiyan mezhepleri ve alt gruplarının yanı sıra, ayrı bir din olduklarını iddia eden Yehova Şahitleri, Bahailer gibi dini hareketler de misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaktadır. Bugün Katolik misyonerliğinde Vatikan, Fransa ve İtalya'nın; Protestan misyonerliğinde ABD, Almanya ve İngiltere'nin; Ortodoks misyonerliğinde Yunanistan ve Rusya'nın milli hedefleri doğrultusundaki çalışmaları ve hatta ittifakları dikkat çekmektedir. Protestan misyonerlik faaliyetleri 2000
yılı
itibariyle Türkiye'de 14 Amerikan misyonerlik faaliyet göstermektedir. Eski adı American Board of Commissioners for Foreign Mission olan, United Church Bokuruluşu
33
ard hariç, Türkiye'de faaliyet gösteren Amerikan misyonerlik 1960'dan itibaren ülkemize gelmeye
kuruluşlarının tamamı başlamışlardır.
1820'lerden itibaren Osmanlı toprakları üzerinde faaliyet gösteren Amerikan Board of Commissioners for Foreign Missi ons, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) adı altında çalışmalarını sürdürmektedir. Son bir yılda ülkemizde onlarca Protestan kilisesi açılmıştır. Almanya da, Türkiye'ye yönelik misyonerlik ve etnik ayrımcılık faaliyetlerini, kiliseler ve vakıflar vası tasıyla yürütmektedir. Alman kiliselerinin Türkiye'den talepleri •
Süryanilerin, Protestan kiliselerinin_, ve Alevilerin de "Azınlıklar" listesine dahil edilmesi, soykırımının tanınması,
•
Ermeni
•
Yunan Ortodoks patriğinin Ekümenik sıfatının res-
men
tanınması
ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun
açılması,
azınlıklara
kolektif hakların verilmesi
•
Dini
•
Kıbrıs'ta Hıristiyan
•
İnanan Müslümanlara baskı yapılmaması. ..
z_ulmüne son verilmesi,
Bugün Almanya'da "Türkiye kökenlilerin Almanya'da dini ve etnik köklerini arayıp bulmalarının, Almanya'nın özgürlükçü ortamından kaynaklandığı" propagandası yapıl maktadır.
Almanya, bir yandan teşvik ettiği İslamcı hareketleri Türklerin ulusal kimliklerini silme aracı olarak kullanırken,
34
diğer yandan da "Almanya'nın kültürel farklılıklara hoşgö rüsü" olarak sunmakta ve Türkiye'ye karşı baskı aracı olarak kullanmaktadır.
Almanya'nın
faaliyetleri
1992 yılında 2.3 milyar dolar bütçeye sahip olduğu söylenen misyoner grupları, bütçelerini 2005 yılında 4.5 milyar doların üzerine çıkarmışlardır. Günümüzde Türkiye'de konuş lanmış yabancı ülke vakıflarının sadece birinin bütçesinin 1.5 milyar dolar olduğu düşünülürse, misyoner teşkilatlarının bütçelerinin 10 milyar dolar sınırını aştığı tahmin edilebilir.
Katolik misyonerlik faaliyetleri Katolik misyonerliği faaliyetleri, Vatikan tarafından yönlendirilmekte ve son dönemdeki "Dinler arası diyalog" maskesi altında hız kazandırılmaya çalışılmaktadır. "Dinler arası diyalog" tıpkı misyonerlik gibi, anlaşılan dan daha fazlasını hedeflemektedir. Bu hedefin ne olduğu Papa il. John Paul'un 24 Aralık 1999 (Christmas)'da yayımla dığı "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı, üçüncü bin yıl da ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım" şeklindeki 2000 yılı mesajından anlaşılmaktadır. Asya'nın Hıristiyanlaştırılması
için Asya'nın anahtarı ve bir Hıristiyan toprağı kabul edilen Anadolu'nun Hıristiyan laştırılması gerekmektedir. Bu plan kapsamında; Anadolu'da var olduğu iddia edilen 3000'e yakın eski kilise onarılacak ve çevresindeki arazi 35
ile birlikte istimlak edilecektir. Bu kilometre karelerce vatan toprağının elden çıkarılması anlamına gelecek; ardından istimlak edilmiş Hıristiyan vakıflarına ait malların iadesi istenecek ve "Kutsal şehirler" kavramı dayatılacaktır. Katoliklerin umutları ve çalışmaları; başta turizm ve medya kuruluşları olmak üzere, bazı bürokrat ve Müslüman din adamlarının da desteğiyle devam etmektedir. Tarsus, Papa tarafından Hıristiyanlığın kutsal bölgesi olarak ilan edilmiştir.
Hıristiyan yaşamayan Trabzon'da, 1994 yılında San Maria Kilisesi; Kayseri'de Gregorien Kilisesi restore edilerek açıl mışlardır. Ayasofya, Dünya Anıtları Fonu tarafından, dünya kültür mirasının en önemli 100 anıtı arasına alınmıştır.
Vatikan'ın stratejik alanda, Türkiye aleyhine olan diğer faaliyetleri ise Ortodoks kilisesi ile yeniden birleşme çalışma ları; Ermenilere ve Kürt bölücülüğüne verdiği destektir.
Ortodoks Misyonerlik Faaliyetleri Pontus faaliyetleri Doğu
cılığı
Karadeniz Bölgesinde suni bir Ortodoks ayırım yaratma çabaları özellikle 1980'li yıllardan itibaren art-
mıştır.
Bu dışında
çalışmaların
bir amacı da Türkiye'de resmi kayıtların bir Ortodoks nüfusunun, gizli Hıristiyan şeklinde
yaşamakta olduğunu ispatlamaktır.
Tarihsel sürece bakıldığında Ortodoksluk, mezhebi olarak ortaya çıkmıştır.
ğın bir
36
Hıristiyanlı
Pontus ise, Grekçe "Deniz" anlamında olup, Doğu Karadeniz bölgesindeki bir coğrafi alanın eski adı olmasına ve M.Ö. 323 yılında kurulan bir devleti temsil etmesine rağmen Yunanistan bilinçli olarak bu iki kavramı birlikte kullanmaya gayret etmektedir. Yunanistan son dönemde ise; sözde Ermeni soykırımının "Hıristiyan soykırımının" bir parçasını teşkil ettiği iddiasıy la; bir yandan sözde Ermeni soykırımı ile paralellik kurmaya çalışırken, diğer taraftan Pontus konusundaki iddialarını bütün Hıristiyan dünyasına mal etmeye çalışmaktadır. Türk-Ortodoks Patrikhanesi Ortodoks Patrikhanesi'ne karşı Türk Ortodoksluğu'nu savunan Türk kilise ve patrikhanesi, Selçuklu İmparatorluğu'ndan günümüze kalan bir geleneğin temsilcisidir. Fener
Rum
antlaşmasının imzalanmasından
ve Anadolu'daki Yunanistan ile mübadeleye tabi tutulmasın dan sonra, Yozgat-Akdağmadeni'nden İstanbul'a getirilen kilise, halen Tophane'deki Aya Nikola Kilisesi'nde varlığını sürdürmektedir. Laz.an
Ortodoksların
Lozan Antlaşması'ndan sonra Türkiye'nin hatalı bir uygulaması sonucunda Anadolu'da; özellikle Karaman ve Yozgat bölgesinde yaşayan çok sayıdaki Ortodoks Türk'ün de Yunanistan'a gönderilmesi ile cemaatinin büyük kısmını yitirmiştir.
Türk Ortodoks Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenerol'un ifadesi ile "Batı, Kurtuluş Savaşı ile yapamadığını, misyonerlik ile yapmaya çalışmaktadır. Misyonerlik kilise ku37
rumu olarak görünse de,
aslında
Emperyalizmin
mızrak
ucudur."
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında patrikhane (Osmanlının zayıflamasına
paralel olarak) güç yitirmiş ve otorite alanı İstanbul, Anadolu, On iki ada, Girit, Aynaroz, Kuzey-Güney Amerika ve Avustralya kiliseleri ile sınırlı kalmıştır.
Buna karşılık "Bizans'ı yeniden diriltme fikri" güçlenmiş ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Rum azınlı ğın çıkardığı huzursuzluklarda önemli rol oynamıştır. Lozan barış görüşmelerinde patrikhanenin sadece Türkiye'de kalan Rumların dini işleri ile ilgileneceği, idari ve siyasi faaliyetlerde bulunmayacağı, bir Türk kuruluşu olarak kalacağı gibi taahhütler üzerine; Türkiye'de kalması kabul edilmiştir.
Ancak bu taahhütler sadece görüşme zabıtlarında kalmış, antlaşma metninde patrikhane ile ilgili özel bir hüküm yer almamıştır. Günümüzde patrik ve patrikhanenin faaliyetleri, T.C. Devleti Anayasası ve kanunları ile düzenlenmiştir. Buna göre patrik sadece Türkiye ların dini lideridir. Patrik ve daşı olmaları
sınırlan
içindeki Rum-
patriği
seçecek olan metropolitlerin T.C. vatanmecburidir.
Patrikhanenin he ·, angi bir kiliseden farkı yoktur ve tüzel kişiliği de bulunmamaktadır. Bu nedenle okul, vakıf, dernek gibi kuruluşlar kurmak, yönetmek ve gayrimenkul sahibi olmak hakları yoktur. 38
Yazılı
bir hukuk metninin bulunmamasından istifade ile patrikhane; gerek yurt içi ve gerekse yurt dışındaki temas ve faaliyetlerinde Lozan öncesindeki statüsünü tekrar kazanmak üzere "Ekümenlik" iddialarında bulunmakta; siyasi, dini ve idari alanlarda güç ve nüfuz kazanmaya çalışmaktadır. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin statüsünü aşan dikkat çekici bazı faaliyetleri şunlardır: •
1991 yılında seçilen patrik Bartholomeos, başta Heybeliada Ruhban Obılu'nun yüksek teoloji bölümünün yeniden açılması olmak üzere, birçok konuyu uluslararası platforınlara taşımaya ve patrikhanenin
"Ekümenlik" •
iddiasını
sürdürmeye
çalışmaktadır.
sürdürmek amacıyla yerlerdeki kiliselere papaz tayin etmektedir.
Yurt içinde tarihsel
iddialarını
Hıristiyan vatandaşlarımızın yaşamadığı
•
Bu gün T.C. devleti tarafından tanınan 5 metropolitlik vardır. Bunlar; Kadıköy, Tarabya, Beyoğlu, Adalar, Gökçeada ve Bozcaada metropolitlikleridir.
Patrikhane faaliyetlerinin muhtemel hedefleri Evrensel (ekümen) Katolik papalığın, dini ve dünyevi (sektiler) durumu devletlerarası hukuki antlaşmalarla belirlenmiştir. Yani sadece ruhani anlamda değil, dünyevi antlaş malarla da belirlenmiş statüsü vardır. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ise ruhani statüde milli bir kuruluştur. Ancak, özellikle 1986 sonrasında kanun dışı faaliyetleriyle Vatikan benzeri bir statüye kavuşmayı hedeflemiştir.
39
Bu faaliyetlerin
devamı
ile:
Ekümenlik statüsüne kavuşarak patrikhane ve ona bağlı din adamlarını Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının vesayetinden kurtarmayı, "Sur içindeki" İstanbul'u ekümenliğin merkezi olarak ve uluslararası kuruluşların sağlayacağı kredilerden istifade ederek, Bizans mimari temaları ile yeniden inşa etmeyi, Hıristiyan ülkelerin İstanbul'a dini ateşelikler açmasını sağlamayı,
BM, AB, UNESCO gibi kuruluşların sur içindeki tarihi Konstantinople'u açık şehir ilan etmelerini ve Türkiye'nin hükümranlık haklarını tartışmaya açmalarını sağlamayı,
Vatikan
(Bizans)'ın
resmen ilan edilmesini amaç-
ladığı değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak; Patrikhanenin ekümenik vasıf sağlama ve siyasal güç kazanma yönündeki faaliyetleri, Vatikan benzeri bir yapı kurulmasının ön çalışmaları olarak değerlendiril mektedir.
40
MİSYONERLERİN ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ
Kendilerince güçlü
yanlarımız;
Kilise sevgisiyle motive, alçak gönüllülük, anlaşılabilir berrak vizyon, ayrımcılık olmaması, belirli ölçüler ve standartlar koymak, birlik, birlikte çalışma yeteneği, çok yönlü hizmet, değerlerin sorumluluğu, görevleri yönetilebilir kısımlara bölmek, güvenilirlik, halkın pratik ihtiyaçlarına odaklanmak, halkın refahı için şahsi ilgi, dostluk, hiç bir beklenti olmadan yardım, hizmetkar davranış, Hıristiyan lara karşı önyargıların azalması, inancımızın tabii öğeleri, insancıl olmaya yaklaşım, profesyonel yaklaşım, enteraktif çalışma stili, iyi geliştirilmiş proje teklifleri, kendi kendini motive etme, kilise güvenilir ve görünür oldu, kutsal kitabın gücü, maddi gelirler getirme yeteneği, muhafazakar bölgelere daha fazla ulaşma giriş, müşterek gaye ve değer ler, para sağlayabilme yeteneği ve uluslararası kaynaklara ulaşım, ruhsal birlik, suçluluk, korku ve travma sonrası strese cevaplama, taahhütlerin gösterimi, Türk inananlar için iş alanı açma, Türk kilise önderlerini desteklemek, Türkiye'de gönüllülüğü desteklemek, uzun vadeli strateji ve umut, ülke için iyilik yapmak, ülke için herhangi bir tehdit oluşturmamak, yardıma saygı ve sevgiyle yaklaşım, yerel hükümet görevlileri ve daireleri ile mevcudiyet ve güvenilirlik. 41
Zayıf yanlarımız;
Bütün bilgiler tamamlanmadan harekete geçme, dini kullanma, kilise adına utanç getirme, çalıştırmak için_ ruhsal ve teknik donanıma sahip olan Türklerin azlığı, gerekli yetki ve izni almadan hareket etme, gönüllülerin uygun olmayan kullanımı, görevlerin ve hedeflerin belirlenmemiş ve tanım lanmamış olması, kendimizi ayarlayamadığımız için fiyaskoya uğramak, ne zaman hayır demeyi bilememek, geri-değer lendirme ve geri-yönetme çabaları, paranın akıllıca olmayan ve orantısız kullanımı, yasal olarak tanınmış çalışabilmek için, Türk kimliğinin olmayışı. .. Yapmamız
Aranızda
gerekenler;
rekabet etmeyin. Aynı bölgede aynı şeyleri yapmayın. Bu işl gönülden benimsemeyenleri işe almayın. Diğer yardım kuruluşlarını tenkit etmeyin. Güvenilirliği tehlikeye atmayın. Hedeflediğiniz topluluğun farkında olmadığı ihtiyaçları karşılamayı denemeyin. Herhangi bir etnik ayırım yapmayın. Hıristiyan dinine döndürmek maksadıyla yardım vermeyin. Mali kontrolü görmemezlikten gelmeyin. Olgun olmayan insana sorumluluk vermeyin. Politikaya bulaşma yın. Sosyal hizmetleri Kutsal Kitap'ı dağıtmak için kullanmayın. Cahilce hizmet etmeyin. Yabancı kaynaklara gereğinden fazla bel bağlamayın. Yasal olmayan hiçbir şey yapmayın. Yardım ve geliştirme çalışmalarını doğrudan aktif Hıristiyan dinine döndürme gayesiyle karıştırmak inandırıcılığımızı zedeler.
42
Fırsat Açları
olarak
değerlendirdikleri;
doyurmak,
altyapı gereği
olan projeler, ani politika değişiklikleri, barınma ihtiyaçları karşılamak (yeniden inşa), felaketlere hazırlık, başlıca sağlık yardımı, çocuklara ve ailelere odaklanmış projeler, daha tecrübeli olmak, çocuklar, aileler ve ihtiyacı olanlarla çalışmak için yeni fırsat lar doğurmak, eğitim yardımı, eğlence aktiviteleri, ekonomik krizlere yaratıcı çözümler-cevaplar, emeklilik-yaşlılık evleri, eski konteynırlara yeni kullanım, ev katılım ve diğer politika-yol değişiklikleri, güvenilir evler, İngilizce kursları, kendi yasal kimliğimizi tesis etmek, küçük iş fırsatları: Mikro teşebbüsler, müteahhitliği teşvik, okuma yazma eğitimi, pratik yardım, psiko-sosyal yardım, sokak çocukları, sosyal faaliyet özelleştirmesi, tekerlekli sandalyeler, topluma dayalı rehabilitasyon, toplumun marjinal grupları ile birlikte çalışmak, Türk kilisesinin ve Hıristiyan grupların daha cesur olması, Türk NGO'ları ile ortaklık, sivil toplum örgütleri, uluslararası kontratlar, yeni organizasyoı1lar yaratmak, yetimhane, yönetim eğitimi ... Tehditler; Aşırı uçların
tepkileri, bencillik, başarısızlık, birlik ek"bizim başarılı olmamızı istemeyenler bizi kapatmayı deneyecekler", bulanık vizyon ve amaçlar, çalışanların eksikliği, çok şey yapma çabası ve az şey yapabilme, daha az yardım alanların öfkesi, eğitim eksikliği, engelleyici Türk kültürü, finanssal idarede tecrübesizlik, fon eksikliği, gerçekçi olmayan amaçlar, güven eksikliği, çalışanlar, Türkler, hükümet görevlileri, hayal etme eksikliği, her yardım için devlete bel bağlama eğilimi, Hıristiyan organizasyonlar arasında sikliği,
43
yarış, Hıristiyanların
duygusal olgunlaşmamışlığı (cehalet), hükümet müdahalesi, hükümet önyargısı, iletişim eksikliği, iman eksikliği, Milliyetçilik, ülkücü kesim, negatif medya, sosyal hizmet için dini bir vakfın eksikliği, takımlar halinde çalışmama beceriksizliği, tarihsel önyargılar, Türkçe eksikliği, yarışma, utanç ... Dr. Necip
Hablemitoğlu'nun yaptığı çalışmalar
Türkiye'de ve yurt dışında faaliyet gösteren bölücü terör örgütleri ve Alman vakıfları ile Avrupa Birliği Uyum Yasaları içinde yer alan vakıflar yasası konularında çeşitli araştırma ları bulunan Hablemitoğlu, çalışma alanına ilişkin Türkiye'de ve yabancı ülkelerde bilgi şöleni, panel gibi toplantılarda sayısız konferanslar verdi, çeşitli televizyon ve radyo programlarına katıldı.
Dr. Necip Hablemitoğlu, Avrupa Parlamentosu'nun A4-0432/98 sayılı kararından sonra, AB ülkelerinin neden Bergama'daki altın üretimiyle ilgilendiklerini araştırdı. Uzun araştırma sonunda bu kararın arkasındaki ülke ortaya çık tı. Almanya ... Sonra Bergama'da, Havran'da, Sivrihisar'da, Uşak'ta ve daha pek çok altın yatağına sahip yerleşim merkezinde Alman vakıfları ve örgütleriyle karşılaştı. Almanya'daki Türkleri biliriz de, Türkiye'deki Almanları bilenimiz var mı dır? Türkiye'de her türlü etnik, dinsel-mezhepsel ajitasyonu gerçekleştiren, toplumsal, siyasal, ekonomik ve hatta genetik alanlarda hazırlattığı projelerle her türlü casusluk faaliyetini sürdüren, yerel basında, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, sendikalarda, kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca strate-
44
jik öneme sahip birimlerde "etki
ajanı"
ve "Alman sempatiçevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, legal derneklerden siyasi partilere kadar uzanan çizgide, Türkiye'ye, Atatürk ilke ve devrimleri ile cumhuriyetin tüm değerlerine karşı olan, ulus devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek veren, bu ülkeyi alttan oyan bir avuç Alman istihbaratçısı, Türkiye'de vakıf temsilcisi statüsünde görev yapmakta ve Türkiye'deki Sivil Toplum Örgütleri (NGO) olgusunu çok iyi kullanmakta. zanı" yetiştiren, şeriatçı yapılanmalardan
Dr. Necip
Hablemitoğlu
cinayetinin Almanya
bağlan-
tısı
Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 günü Çankaya Portakal Çiçeği Sokağı'ndaki evinin önünde Ruger marka bir silahtan iki el ateş açılması sonucu hayata gözlerini yumar. Cinayet mahallinde Ruger marka silahtan çıkan iki boş kovan dışında delil bulunamadığı için Hablemitoğlu cinayeti dosyası "faili meçhul cinayetler dosyası" rafında tutulmaktadır. Adı ise maalesef o uzun "faili meçhul cinayetler" listesinde sayılmaktadır. katillerinin hala bulunmaması, olayın arkasındaki sır perdesinin aktörlerinin ve azmettiricilerin Türk güvenlik güçleri tarafından hala yakalanamaması, cumhuriyet tarihimizin en elim olaylarından biridir. Adli tıp yetkilileri hiçbir cinayetin delilsiz bir yönü olmadığını her zaman vurgularlar. Türk istihbarat ve güvenlik birimlerinin bu olayı çözememiş olması, hiçbir adli tıp uzmanına mantıklı gelmemektedir. Dr. Necip
Hablemitoğlu
45
Hablemitoğlu
neden öldürülmüştür? Kimler üzerine veya hangi devletler veya partiler üzerine eleştirel yazılar yazmıştır?
Bazı uzmanlar onun geleceğin MİT müsteşarı olacağını ve bu sebeple muhtemel olarak ABD ve İsrail tarafından öldürüldüğüne dair havadan iddialar ortaya atmışlardı.
Onun ne ABD ne de İsrail üzerine eleştirel makaleleri vardı. Yazılarını ve çalışmalarını birçok ABD ve İsrail kökenli
bilim adamı destekliyordu. Olayın failleri bu cinayeti o kadar kusursuz şekilde işlemişlerdi ki, cinayetten sonra, yaptıkları çalışmayla Türk medyasının, olayın üzerine daha fazla gitmesini bile engellemişlerdi. Kısa süre içersinde bu cinayet rafa kalkmış ve faili meçhul cinayetler listesine eklenmişti. Hablemitoğlu'nun
odağında,
Türkiye'de faaliyette bulunan Alman vakıfları ve Alman Gizli Servisleri vardı. BND ve bu faaliyetlerde onları destekleyen Türk kökenli destekçileri üzerine yaptığı çalışmaların son incelemeleri olduğunu, çalışmalarından biliyoruz. Türkiye'de ciddi anlamda, ilk defa zararsız gibi gözüken veya başka güçlerin çıkarlarını koruduğu öne sürülen bir iddia, Hablemitoğlu'na kadar kimse tarafından kaleme dökülmemiş ve sistematik olarak düzenlenmemişti. Bazı köşe yazılarında veya bazı küçük marjinal gazetelerde Alman vakıfları anlatılmaya çalışılmış ancak hiçbirinin kronolojik yapısı veya hangi amaçla çalıştığı ortaya konmamıştı. Sayın Hablemitoğlu, siyasi grupların ve parti teşkilatlarının çekirdeğini oluşturan ve Almanya'da tarihsel bir devinimi olan Alman vakıflarına başka bir pencereden bakan ilk Türk bilim adamıdır. Öldürülmeyi hak etmemişti. Çünkü özellikle Avrupa'nın Rönesans ve reform sürecinden bugüne kadar kendi bünyesinde bile çok marjinal grupları 46
ilgi
içinde barındırdığını biliyoruz. Türkiye'de de başka bir bakış açısından değerlendirme yapanların olmasından ne çıkardı ki? Böyle yaklaşımda bulunan her yazara veya düşünüre her defasında öldürülmek ve yok edilmek korkusu verilmek isteniyorsa, bu vakıfların kurucularında, gerek sosyal demokratların gerek Hıristiyan demokratların ilkelerine ters düşen bir yaklaşım var demektir. Bu vakıflar tartışmaları ve siyasi söylemleri beslemeli, tam tersine gizliliğin gün ışığına çık masını sağlamalıdır. Ancak görülen o ki cinayet ve susturma eylemleri her şeyden fazla o ülkenin aydınlarını yok etmekle kalmıyor, farklı amaçlarla kurulmuş siyasi teşkilatların kimyasını bozuyor, o ülkenin insanlarının bu oluşumlara bakışı nı zayıflatıyor, güvenini sarsıyor. Sayın Hablemitoğlu'nun
son kaleme aldığı araştırmala rından biri de "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" idi. Amacı Türk kamuoyunun dikkatini Alman vakıfları üzerine çekmekti. İnancına göre bu vakıfların faaliyetlerinde, Türkiye ve Türk halkının üzerinde büyük bir oyun oynanıyordu. Bu tezini somutlaştırıp ortaya koymak istedi. Özellikle, vakıf faaliyetlerinin boyutsal olarak çizmeyi artık aştığı kanaatini taşıyordu. Yazdığı kitap kamuoyunda beklenen ilgiyi gördü; bir okuyucu ve köşe yazarı konuyu takibe aldı. Aydınlar, tarihçiler bilim adamları ve birçok siyasetçi bu konu üzerinde düşüncelerini tazelemek ve işin şeklini, rengini görmek için daha fazla dikkat kesilmişti. Bu çalışma benim ve birçok milletvekili arkadaşımın da dikkatini çekmişti. Parlamento kütüphanesinden hemen kitabı aldırıp inceledim ve Türkiye'nin son altın rezervleriyle ilgili çalışmalarını, özellikle başka bir bölümde anlattığım sayın başbakan ile altın madeni çıkartan firmaların yetkililerin görüşmesini, verdikleri
47
kapasite ve rezerv
raporlarını
inceleme
Hablemitoğlu'nun
bu sebeple
kitabı çıktıktan kısa
fırsatım
oldu. Sayın bir süre· sonra hunharca katledilmiş olması gerçekten büyük oyunlar döndüğünü ispatlamış oldu. Dünyanın sayılı altın rezervlerine sahip bir ülkenin üzerine oyun oynanmayacaktı da kimin üzerine oynanacaktı? Merhum Hablemitoğlu, Alman devletinin siyasi ve ekonomik çıkarlarının Türkiye ile bağdaşmadı ğını, güçlü olduğu tüm konularda Türkiye ile çatıştığını her defasında vurguluyordu. Cinayetten sonra güvenlik güçleri Türk medyasında ne kadar bu konu üzerine eleştirilseler de, kendileri bu cinayetin faillerinin Almanya bağlantılı olabileceği konusunda herhangi bir yorum yayınlamamıştır. Özellikle medyada Alrnanya'nın devlet olarak asla bir yeraltı suikastı yapmayacak kadar şeffaf bir devlet olduğu yargısı vardır. Geleneksel Batılı siyasetçiler, özellikle Alman Parlamentosu'ndaki milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu'ndaki milletvekilleri, hiçbir Alman güvenlik gücünün böyle bir işi yapma emri veya direktifi alamayacağı nı ve asla kanlı işlere giremeyeceğini düşünüyor. Ancak bazı Green Left (Solda Birlik) parlamenterleri, Almanya'nın da bu tip projelere imza atabileceğini savunuyor. Hatta Yeşiller'den bu konu üzerinde duranlar ve takip edenler var. Fakat bugüne kadar TBMM'de hiçbir meclis araştırması veya müracaatı yapılmadığı için, AB Komisyonu veya AB Parlamentosu'nun dikkatini çekmemiş. Hatta Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bankalığı'nın Europol'den herhangi bir yardım isteği de yok. Cinayet işlenme şekli de bugüne kadar Türkiye'de işlenen cinayetlerden çok farklı. Cinayet yerinde yapılan incelemelerde, Ruger silahından çıkma iki boş kovandan başka hiçbir şey bulunamamıştır. Hablemitoğlu'na yönelik suikastın yapılış 48
şekli
ve yöntemi, katilin profesyonel olduğunun ipucunu veriyordu. Soruşturmayı yürüten yetkililer, cinayetin Galatasaray-Ankaragücü futbol karşılaşmasının yapıldığı saat 20.30'da işlenmesiyle ve sol gözüne 3 cm mesafeden özel bir mermiyle ateş edilmesinin, suikastçının "işini bilen eğitimli bir katil" olduğunu gösterdiğini kaydettiler. Hablemitoğlu'nun otopsisinde ilk kurşunun "special" olduğu belirlendi. Uç kısmı çizilerek hazırlanan özel kurşun, isabet ettiği yerde çarpma etkisiyle parçalara ayrılıp vücut içinde dağılıyor. Yetkililer, bu tür kurşunları hazırlamanın özel uzmanlık gerektirdiği ni belirterek, "Bu kurşunla vurulan birisinin kurtulma şansı hiç olmaz" bilgisini verdiler. Olay yeri inceleme görevlileri, Hablemitoğlu'nun arabasından indikten sonra, döner dönmez sol gözünün üç santim uzağında namluyu görmüş olduğunu anlattı. Katilin ilk kurşunun ardından yere düşen Hablemitoğlu'nun başının arkasına da ateş ettiğini belirten yetkililer: "Ancak ikinci kurşun özel değildi. Önce göze, sonra da enseye ateş ederek, kurbana hiç kurtulma şansı vermiyor" dediler. Uzmanlar, bu saldırının tek amacının ideolojik olduğunu belirterek, "Tamamen susturmaya yönelik bir eylem, kışkırtma veya bir yerlere mesaj verilmesinin amaçlandığı yorumları yanlış olur" dediler. Özel mermi daha öldürücü Özel mermi, suikast işleyenler tarafından kurban üzerindeki ölümcül etkiyi artırmak üzere kullanılıyor. Terör uzmanları, suikastçıların, normal mermilerden daha çok, çelik, bakır ve siyanürlü özel mermileri tercih ettiğini belirtiyorlar. Normal merminin ucunun çizilmesinin de oldukça etkili bir yöntem olduğu belirtiliyor. Böyle bir merminin vücuda gir49
diği
anda açılmak suretiyle, delip geçmek yerine organlan parçalayarak daha fazla tahribata yol açtığı ifade ediliyor. Kafatası gibi vücudun kemikli bölgelerini rahatlıkla delip geçen çelik merminin de aranılan bir mermi türü olduğu belirtiliyor. Olay yeri inceleme raporlarında ne bir parmak izi, ne bir ONA, ne de ONS izine rastlanmıştır. Olay anında hava koşullarının soğuk olup, yerlerin don yapması, ayak izlerinin olmamasına sebep olmuştur. Hablemitoğlu'nun arabasında da her hangi bir parmak izine rastlanmamıştır. Görgü tanıkları, saldırganların 3 kişi olduğunu belirtirken, bu kişilerden ikisinin gözcülük yaptığını, diğer kişinin ise Hablemitoğlu arabasından inip evine doğru yürüdüğü sırada iki kurşun sıktığını söylediler. Bu arada çevrede bulunan görgü tanıkları olay sırasında Hablemitoğlu'nun evinin bulunduğu Portakal Çiçeği Sokak'tan geçen 06 T 08 plakalı aracı şüp heli olarak bildirdiler. Başka bir görgü tanığı aynı arabada 2 şüpheli şahsı telsizle gördüğünü bildirmiştir. Ama sonraki tahkikatlarda bu verilen plakalı arabanın ABD büyükelçilik mensuplarının koruma aracı olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü üst düzey bir ABD büyükelçilik mensubu aynı sokakta oturduğu için, bu şahsın korunması gerektiğinden, büyükelçilik koruma biriminin o bölgede rutin şekilde her zaman dolaştığı ortaya çıkmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü yaptığı bir açıklamada, olayın muhtemel faillerinin bulunması için, GSM operatörlerinin baz istasyonlarından, olayın işlendiği andan 24 saat öncesi ve 24 saat sonrası üzerine yapılacak araştırma raporunu beklediklerini basın açıklama sıyla beyan etmişlerdi. Bu raporlardan da bir şey çıkmayacaktı. "Niye?" diyeceksiniz. Çünkü cinayetin işlendiği zamanın üç saat evvelinde
50
bu bölgede bulunan baz istasyonunda bir arıza oluyor ve bu arıza ancak cinayet işlendikten dört saat sonra giderilebiliyor. Bir baz istasyonun bozulması normal bir şeydir. Ama bir uzmanın beyanına göre böyle arızaların giderilmesi yedi saat sürmemektedir ve otomatik olarak yedek sistem otuz dakika içersinde faaliyete girmektedir. Uzmanların vardığı sonuç şu dur; GSM operatörünün baz istasyonu bozulmuş olabilir, ancak aynı anda bütün GSM operatörlerinin baz istasyonlarının bozulması çok zordur, bu da ancak bir dış müdahaleyle (uydu sistemi ile) olabileceğinin ihtimalini gösteriyor. Peki, kimin veya hangi devletlerin bu tip elektronik sistemleri, uydu bağlantılı iletişimi, telefon ve telsiz bağlantıla rının frekanslarını bozacak veya geçici süre faaliyet dışı bı rakacak sistemi vardır? Tabi ki: ABD, Rusya, Almanya, Çin, İngiltere, Fransa ve İsrail. Burada şuna dikkatin çekilmesi lazım: Rusya ve Çin hariç bu sistemi yapan ve bulan Almanya'daki "Wandel und Goltermann" firmasıdır. Firmaı11n merkezi Almanya'nın Baden Würtemberg eyaletinin küçük kasabası, Eningen Unter Achalm'de, Arbachtal Str. 6' dadır. ABD, NATO için Almanya'nın Hof şehrinde dünyanın en büyük dinleme tesisini kurmuştur ve bu ABD gizli servisi, NSA (National Secret Administration) tarafından "Hofa Kupe" adında işletiliyordur. NSA'in bu dinleme tesisinde, dakikada 20 milyon telefon, faks, bilgisayar ve telsiz sistemi dinleme imkanı vardır. Bu dinleme tesisiyle ABD, 80'1i yıllar da birçok olabilecek saldırı planlarını deşifre etmiş ve önlemini almıştır.
51
Bu sistemi NATO namına kuran şirket de Wandel und NASA'nm bütün uzay araçlarının komünikasyon sisteminden tutun da İngiliz, Fransız ve İsrail gizli servisleri için tüm telekomünikasyon ağlarını kurar. Goltermann'dır.
Bu firmanın kurduğu sistemle, ünlü Kolombiyalı kokain baronu Paulo Eskobar'ın hapishaneden kaçtıktan sonra yeri tespit edilerek ABD'ye bildirilmiş ve Eskobar, bulunduğu yerde kıskıvrak yakalanarak bir kurşunla DEA (Drogs Enforcmand Adminisration) ajanları tarafından infaz edilmiştir. Hablemitoğlu
cinayetinin 6 ay öncesinde, İstanbul'daki Alman Konsolosluğıı'nda, BND ve BKA çalışanlarının hazır ladığı bir raporda -bu rapor merkezleri için hazırlanmıştı- Dr. Necip Hablemitoğlu'nun, Alman vakıfları ve Alman şirketleri üzerine yaptığı çalışmalar ve bunun kitap olarak Türk kamuoyuna sunulmasından rahatsız olduklarını üstlerine bildirir. Bu konuda bir önlem alınmazsa, muhtemel olarak Alman düşmanlığının tetiklenebileceği ihtimalinin göz önüne alın ması gerekliliği en üst düzeydekiler tarafından belirtilmiştir. Bu rapora istinaden, BND bir talimat yazısı yollayarak, Necip Hablemitoğlu'nun kitabının raflardan kaldırılması için BND ve BKA ajanlarının gerekeni yapmaları için talimat verir. Aynı
zamanda Alman Büyükelçiliği'nde, konsolosluklave devlet destekli derneklerde görev alan bütün elemanlara ve diplomatlara, bu kişiyle irtibata geçmemeleri emredilmiş ancak Hablemitoğlu'nıın herhangi bir devlet görevlisi ile görüşmesi durumunda, kendisiyle herhangi bir rında, vakıf
konu üzerine konuşulmaması talimatı verilmiştir. Onun Almanlara ait yerlere de girmesi yasaklanmıştır.
52
Derhal bu konu üzerine yeni değerlendirme yapılarak, şahsın fiziki ve teknik açılardan sıcak takibe alınması emri verilir. Onun gittiği yerler, görüştüğü kişiler, yaptığı çalış malar, banka hesapları, ailevi durumu üzerine BND merkezi Pullach da bilgi ister. Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıfları da Alman hükümetine yazı yollayarak; Hablemitoğlu adında bir araştır macı yazarın, onların yaptığı çalışmalar üzerine Türk kamuoyuna yanlış bilgiler vererek burada bir Alman düşmanlığı tetiklediğini dile getirirler. Eğer Alman hükümeti buna karşı lık bir önlem almazsa, ortaya çıkabilecek rizikoları ve bunun, planlanan çalışmalar üzerinde büyük etki yaratacağını yazılı şekilde bildirirler. Aynen yazılan yazılardaki gibi, Alman hükümet sözcüsü yaparak; bir araştırmacı tarafından yapılan karalama yüzünden, Türk Alman ilişkilerinin bozulma pozisyonuna geldiğini dile getirir. Ve Türk makam arkadaşlarının konuya el atarak, bu olayın fazla büyümeden kapanmasını isterler. Alman kamuoyu, bu vakıfların, genellikle demokrasisi gelişmekte olan devletlerde Alman ekolunu tanıtmak, siyaset ve kültürel faaliyetleri desteklemek amacıyla varlıklarını sürdürdüğünü biliyorlardı. Bu gerçekten normaldir. Bonn'da Konrad Adenauer Vakfı'nın AB'ye aday ülkelerin milletvekillerini daveti üzerine, TBMM Dışişleri Komisyonu'nu temsilen gittiğim bir haftalık bir programda, vakıf idarecileri ile uzun uzun konuşma fırsatım oldu ve gerçekten vakıf çalışmaların da her türlü olumsuzluğun yaşanabileceğini belittiler. En büyük çekincelerinin, başka ülkelerdeki her türlü illegal faaliyetin, Almanya'da büyük infial yaratabileceği ve bu kurumların köklü özgeçmişini yaralayabileceğiydi. basın açıklaması
53
Türkiye'deki Alman vakıflarında görev alan BND ajanları genellikle arkeolog, dilbilimcisi, Türkolog, ekonomist, sosyolog, etnolog veya kilise papazı olarak faaliyet göstermektedir. Yukarıda
genelini
Konrad Adenauer
anlattığımız
Vakfı
bu vakıflar ise:
(CDU/CSU)
Heinrich Böl! Vakfı (YEŞİLLER) Fridrich Eber! Vakfı (SPD) Fridrich Naumann Vakfı (FDP) Yukarıda saydığım bütün Alman vakıflarının, Alman Federal Meclisi'nde temsilcilikleri vardır ve hepsi de parlamentoda grup oluşturmuşlardır. Bunlar genellikle "Politik Eğitim Fonu" adında federal meclis tarafından finanse edilmektedir. Bütün bu vakıflar, 1984 yılından itibaren Türkiye'ye gelmiş lerdir.
Geliş
tarihleri:
Konrad Adenauer
Vakfı
(CDU/CSU) 1984
Heinrich Böll Vakfı (YEŞİLLER) 1990 Fridrich Eber! Vakfı (SPD) 1988 Fridrich Naumann Vakfı (FDP) 1991, Türk güvenlik güçlerinin PKK ile mücadelesinin kızıştığı yıllarda, en büyük iki vakfın faaliyetine başladığı görülüyor. Burada ilginç olan başka bir konu da bütün bu vakıfların Alman Federal Meclis'inde temsilciliklerinin bulunmasıdır. Ancak bu vakıfların Almanya içersinde iç politikaya müdahaleleri ve siyaset yapmaları kesinlikle yasaktır. Zaten bu, çok büyük bir çelişki yaratmaktadır. 54
Ama yurtdışında, Alman hükümetinin öngördüğü koşul larda her vakıf onlara verilen misyonu yerine getirmekte özgürdür. Diğer bir yönden bakıldığında bu vakıfların Türkiye hariç sırf Latin Amerika ülkelerinde faaliyet göstermeleridir. Latin Amerika'da bu vakıfların 20 ayrı bölgede temsilcilikleri vardır. Ama genellikle Şili, Arjantin, Honduras, Uruguay gibi eski kaçak Nazilerin yaşadığı devletlerdir. Bu vakıfların bütçeleri de 1990 yılında 500 milyon Alman markı, 1993 yılında 1,25 milyar Alman markı, 1998 yılında 2,8 milyar Alman markı, 2002 yılında 3,7 milyar Alman markı, 2005 yılında da 3 milyar Euro'dur. Bu bütçenin dağılımı 90'lı yılların başında Latin Amerika devletlerine % 70, Türkiye'ye % 30; 1996 yılında Latin Amerika'ya % 50, Türkiye'ye % 50'dir. 2000 yılı itibariyle Latinlerin hissesi % 30'lara düşmüş, Türkiye'ninki ise % 70'lere çıkmıştı. Yani anlayacağınız Alman vakıfları iki binli yıllarda Türkiye'de yıllık ortalama 1,5 ile 2,5 milyar arasında Alman markı para harcamışlardır. niçin ve kimlere harcandığı vakıf üyeleri tarafından bile bilinmemektedir. Bu veriler Alman Parlamentosu'nun yıllık hazırladığı "Federal Almanya İktisa di İlişkiler ve Kalkınma Bakanlığı"nın vakıf gider raporları nın göstergelerinde mevcuttur. Bu
paraların
Bütün bu vakıflarda görev yapan Alman ajanlarının ise genellikle Almanya'nın Götingen şehrindeki üniversiteden mezun olmalar.ıdır. Ve hepsinin bir Türk kadar iyi Türkçe konuşmaları da dikkati çeken bir konudur. Başka dikkati çeken konu da bu ajanların bizim entelektüel takımla rımızın gittikleri ve gezdikleri yerlerde boy göstermeleridir. Kültür faaliyetlerinde ve panellerde bu Alman ajanlarının özelliği
55
vakıfları adına
birçok faaliyete maddi destek
çıktıkları
da bi-
linmektedir. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun ağırlık verdiği başka bir konu da Alman Euro Gold firmasının Türkiye'de sürdürdüğü faaliyetlerdi ve buna karşı faaliyet gösteren BND organizeli çevrecilerdi. Bu çevrecilerin faaliyetlerinin ve protestoları nın, Alman çıkarları doğrultusunda olduğunu iddia ediyordu ve bununla ilgili DGM'de dinlenmek üzere onun ifadesine başvurulmuştur. Merhum Hablemitoğlu daha çok altın madenlerinin çıkartılmasının dünyada arz-talep dengesinde değişiklik yapabileceğini ve hatta hareket halindeki altına endeksli fonların fiyat hareketlerinde oynamalar olabileceğini biliyordu. Bu dalgalanmaların kimi altın stoku olan ülkelere olumsuz etki edebileceğini öngörüyordu. Bu nedenle Almanya'nın altın pazarındaki inisiyatifi her zaman elinde tutmak ve bu pazarda söz sahipliğini devam ettirmek için, bu vakıfları kullanarak üretim yapılmasını engellemeye çalıştığını varsayıyordu.
Çünkü dünyada ABD'den sonra en büyük altın rezervi Merhum, Almanların Bergama'da altın madeni çıkarılması çalışmalarında sergilenen "çevreci hareketi büyük bir oyun" olarak değerlendiriyordu. İncelemeleri "oyun" olarak değerlendirdiği vakıf faaliyetlerine yoğunlaşmıştı. Almanya'dadır.
Necip Hablemitoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin suç duyurusuna kaynak olan kitabın da, Almanya'nın altın üretimine karşı çıkma sebebini şöyle anlatıyor:
"1998 yılı itibariyle dünyada üretilen altın miktarının 2 bin 600 ton olduğu ve rezervlerin hiç eksilmeyeceği varsayı lırsa, Almanya'nın sahip olduğu altın stoku miktarına ulaşa56
bilmek için tüm dünya ülkelerinin -hiç tüketmeksizin- yaklaşık 40 yıl altın üretimi yapması gerekecektir. Kaldı ki, dünya altın rezervinin 43 bin tondan ibaret olması, Almanya'nın bu alanda rakipsizliğini ortaya koymaktadır. Alman altın stokunun kaynağı ortadayken, bu ülke, büyük bit onursuzlukla ve vurdumduymazlıkla, altın ticareti üzerinden böylece çok büyük kazançlar sağlamaktadır. Hamman'ın dediği gibi, altın üretimi demek, arz-talep dengelerinin altüst olması ve fiyatların düşmesi demektir. Fiyatların düşmesi, Almanya'nın zararına, yükselmesi ise yararınadır." Şu halde Almanya'nın çıkarı, altın üretimini dünyanın her yerinde engellemektir. Ancak Almanya'nın, gücünün yetmeyeceği ABD, Kanada, Avustralya, Güney Afrika gibi büyük altın üreticisi ülkeler ya da küçük ölçekli altın üreticisi İtalya, Fransa, İspanya hatta Yunanistan gibi AB üyesi ve İsveç, Finlandiya gibi Avrupa ülkelerini engellemesi, kesinlikle söz konusu değildir. İşte ulusal çıkarlarının hesabında, ekonomik ve siyasal dengeleri gözeten Almanya, altın üretiminin artmaması yolunda, "diş geçirebileceği" dört ülkeyi gözüne kestirmiştir: Türkiye, Peru, Gana, Hindistan.
Necip Hablemitoğlu'nun başka dikkatini çeken konu da Alman Merkez Bankası'nın stoklarında bulunan altın rezervleriydi. Çünkü dünyada altına hükmeden iki ülke vardı: ABD ve Almanya. Amerika 200 bin ton rezerve sahip. Altın üretiminde ABD, Kanada, Avustralya, Güney Afrika ön sırada yer alıyor. Liste birincisi ABD üretiyor, fakat Almanya üretmiyor. "İyi de nereden geliyor bu Alman Merkez Bankası'nın kasaların da olan bu altın?" sorusunu, suikast kurbanı Dr. Necip Hablemitoğlu, "Alman vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabının 62. ve 63. sayfalarında şöyle anlatıyor: 57
"Bugün rı,
Almanya'nın
90 bin ton
altın
stoku bulunu-
imparatorluk dönemine ait altın stokla1. Dünya Savaşı sonunda 'harp tamiratı borcu' kapsa-
yor.
Almanya'nın
mında itilaf devletleri tarafından paylaşılmıştır, bir başka ifadeyle sıfırlanmıştır. Bu nedenle, bugünkü stokun kaynağını
Hitler döneminde aramak gerekir. Nazi
Almayası,
döneminde işgal ettiği tüm ülkelerin alel_ koyarken, milyonlarca savaş esiri işçinin yanı sıra, öldürülmek üzere fırınlara ve toplama kamplarına yollanan milyonlarca Yahudi'nin sahip olduğu tüm ziynet eşyalarını -altın dişleri dahil- gasp etmiştir. Kısaca Almanya'nın övündüğü bu altın stokunda kan, gözyaşı, acı ölüm, bir başka ifadeyle milyonlarca insanın hakkı 2. Dünya
Savaşı
tın stoklarına
vardır."
Necip Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a gelmesi ve bu timin Atatürk Havaalanı'ndan diplomatik pasaportlarla giriş yapmaları da Hablemitoğlu cinayetinde araştırma yapıl mayan konulardan biridir. Bu grup genellikle Almanya dışı devletlerde çeşitli eği timler yapan bir anti-terör birimidir. Tarafsız bazı Batılı gözlemcilere göre, özellikle Romanya'da Çavuşesku'dan tutun Yugoslavya'daki iç savaşın baş aktörlerini bu timin mensuplarıdır.
Tim 1972 Olimpiyatları'nda İsrailli sporculara yapılan rehine kurtarma fiyaskosundan sonra 1973 yılında kurulan ve Almanya'nın en vurucu gücü olan iyi eğitilmiş elemanlardan oluşan bir anti-terör timidir. Yurtdışında Alman rehinelerin kurtarılmasından tutun da Alman büyükelçilikleri, konso-
58
loslukları
ve misafirhanelerinin güvenliğinde de BND timleri görev alır. Birçok tarafsız gözlemciye göre "Alman Derin Devleti"nin elimine etmek istediği yurtdışındaki siyasetçiler, gazeteciler, teröristler ve araştırmacı yazarların korkulu rüyası olarak bilinirler. Bu GSG9 timlerinin Tarabya'da Alman Büyükelçilik Misafirhanesi'nde kalmaları da enteresan olan konulardan biridir. Çünkü Alman kanunlarına göre burada diplomatik dokunulmazlığı olan diplomatların ve siyasetçilerin kalma hakları vardır. Bu grup eğer resmi şekilde gelseydi, o zaman, onların Türk Genelkurmayının ve yahut Emniyet Genel Müdürlüğü'nün herhangi bir misafirhanesinde kalma mecburiyetleri vardı. Hablemitoğlu'nun öldürüldüğü hafta ne Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda ne de Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanlığı'nda GSG9 timiyle o hafta herhangi bir tatbikat veya kurs eğitimi yapıldığına dair bir bilgi yok. Peki, bu grup Türkiye'de ne arıyordu? Niçin gelmişti? Aynı grubun Hablemitoğlu suikastından 2 gün sonra gizemli şekilde Türkiye'den çıkmaları da kafalarda soru işaretleri yaratan bir unsurdur. En enteresan olanı da Hablemitoğlu cinayetinden iki gün önce Türkiye'de bulunan üst düzey diplomatların hepsinin, hem Noel amaçlı hem de dışişleri bakanlığının Türkiye masasının yıllık raporunu hazırlamak için Almanya'ya gittikleri, pasaport giriş çıkışlardan tespit edilebilir. Aynen konsolosluklarda ve büyükelçi!ikte görev alan Alman diplomatları gibi Türkiye'de faaliyet gösteren BND bağlantılı Alman vakıflarının ve Alman derneklerinin üst düzey temsilcileri de, aynı diplomatlar gibi çoğunluğu Noel amaçlı, bazıları da va-
59
kıflarla
ilgili raporları Noel tatilinden önce Alman larına sunmak için Türkiye'den ayrılmışlardır.
bakanlık
Cinayetten 2-3 gün sonra Türkiye'de görevli olan diplomat tayfasının ve vakıflarda görev alan üst düzey Alman yetkililerinin Türkiye'ye geri dönmeleri de ilgi çekicidir. Türkiye'de cinayetin muhtemel olarak dış bağlantılı oldudair herkeste bir soru işareti vardı. Ama ne Emniyet ne istihbaratçılar ne de Türk basın mensupları bu dış bağlantının Almanlar olabileceğine veya tam tersi Türk-Alman ilişkileri ni bozma amacında olan bir kışkırtma olabileceğine dair en ufak bir yorum bile yazmamışlardır. ğuna
Bu giriş-çıkışların araştırılması Emniyet için herhangi bir sorun yaratmazdı. Bunu rahatlıkla tespit edebilirlerdi. Pasaport giriş çıkışlarından ve burada yapılabilecek geniş çaplı fiziki ve teknik takibat sonucunda bu bulgulara rastlanarak, Hablemitoğlu cinayetinin aydınlanması için gereken adımı atmış olurlardı. Bunun sebeplerinden biri de muhtemel olarak Türkiye'de faaliyet gösteren partilerden DSP, MHP ve AKP hariç bütün partilerin bu Alman vakıflarından finans yardımı almalarıdır. Çünkü bu partiler son 15 senede bu vakıflardan demokrasiye teşvik amaçlı toplam 300 milyon Euro'ya yakın para yardımı almışlardır. Bu yardımlar genellikle BND'ye yakın olan, BND'nin çıkarlarının korunması ve Alman ekolünün teşvikine katkılarda bulunan parti ve bu partilerin yan kuruluşlarına verilmiştir. Emniyet güçlerimiz ise yine Türkiye'deki partiler gibi, narkotikle mücadelede ve terörizmle mücadele kapsamında Alman güvenlik güçlerinden son 20 senede 200 milyon euroya yakın yardım almışlardır. Emniyette görevli olan birçok üst düzey amir ve müdür, konsolosluktaki Alman irtibat me60
murlarıyla
iyi ilişki içindedirler. Bunun sebeplerinden biri de Alman Emniyeti'nin her sene açtığı kurslardır. Danışmanı mın bana verdiği bilgiye göre, Alman BKA kuruluşunda yaptığı tercümanlık yıllarında, eğer Türkiye'den bir kursiyer heyeti gelecekse o zaman bütün kaldıkları oteller ve gidecekleri yerler üzerine ön çalışma yapılarak, burada hem teknik hem de fiziki takibat için bir zemin hazırlanır. Bu teknik takibatı ve kursiyerlerle ilgilenme konusunu da genellikle RD 52'nin şefi Klaus Schlepi yapıyordu. RD 52, Alman Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Narkotik İstihbarat Dairesi'nde Ortadoğu Masası'dır. Bu masanın merkezi ise İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'dur. Telefon numarası 0212 252 05 54 olan kurumda, kursiyerlerle de Emniyet Müdürü Ekart Barner ilgilenirdi. Barner 25 yıldan fazla zamandır Alman Narkotiği'nde görevlidir ve Almanya'nın Reutlingen ilçesinden gelmedir. Kendisi 1980-1983 yılarında Baden Würtemberg Eyalet Narkotik Şubesi'nde "ander cover" olarak göreve başlamıştır. Türkleri seven bir kişiliktir. Ama tabi onun da milli çıkarları Türkleri sevmekten ötedir. Gelen kursiyerler genellikle hep aynı otele yerleştirilirler di. Çünkü o otel BKA'nın anlaşmalı oteliydi. Burada istediği tüm teknik imkanlarla Türk kursiyerleri dinleyebiliyorlardı. Kursa katılanlar genellikle amir olacak ve önemli mevkilere gelebilecek memurlardı. Hepsi de 4-5 yıl Türkiye'de herhangi bir ilde narkotikçi olarak görev yapmıştı ve Almanya'daki kurslarla onlara ileri teknolojik imkanlar üzerine bilgi veriliyordu. Tabi tek bununla kalınmıyor, kursiyerlerin bütün zayıf noktaları tespit ediliyor ve ileride o kursiyerle yapılacak temaslarda ve işbirliğinde, onun kişilik profiline bakılıyordu. 61
Çünkü Alman açık bilinirdi.
Narkotiği'nde
Türk polisi
rüşvetçi
ve her
şeye
Bütün bu kursların verilmesi ve Almanlar tarafından finanse edilmesinin sebebi, Türk Narkotiği'yle 2001 yılına kadar kontrollü nakliyatlar yapılmadığı için bunun zemininin oluşturulması ve bu vesileyle de Türk polisinde olan bütün zayıf noktaların bilinmesiydi. Bu zemin oluşmuştu ki, 2001 yılından itibaren Türk polisiyle kontrollü nakliyatlar gerçekleşti. Esasına
bakarsak Alman polisi kendi milli çıkarları açı sından Türk narkotikçilerine hem mali destekte bulunuyor hem de onların Almanya'da piyasadan toplayacakları uyuş turucuyu Türk emniyet birimlerine Türkiye'de yakalattırıyor lardı.
Dr. Necip Hablemitoğlu'nun araştırdığı başka bir konu da 2001 krizinde ülkemizde aktif olan BND bağlantılı Alman bankalarıdır. (Deutsche Bank, Dresner Bank, Volksbank, Kreis Sparkase, Allianz Bank) Milli Güvenlik Kurulu toplantısın da anayasa kitabının fırlatılmasıyla yaşanan kaos daha Türk medyasına yansımadan, Alman bankalarının Türk Merkez Bankası'ndan toplam 15 milyar mark ve Amerikan doları almaları dikkat çekicidir. Türkiye'deki anayasa kitabını fırlatma konusu, Alman bankacılarının ve diğer Batılı bankaların işine yaramıştı. Özellikle uzun zamandır zarar yapan bu Alman bankaları, 2001 yılında genel olarak Türkiye'deki krizden dolayı yaptık ları güzel bir manevrayla 15 milyar Alman markını, 27 milyar yapmışlardı. Bu da bankaların bilançolarında o sene kar olarak gözükmüştü. Türk ekonomisi çok büyük bir krize girmiş,
62
halen daha devalüasyon ve
işsizlik kıskacından
kurtulama-
mıştır.
Dr. Necip Hablemitoğlu cinayetine kronolojik olarak bakarsak; aynı puzzel oyunundaki gibi taşları da resmin üzerine doğru şekilde oturtmak gerekir. Alman BND'si ve BKA'sı Hablemitoğlu'nu öldürmeden 6 ay önce BND'nin Pullach'taki merkezinden gelen rapordaki talimatlar; Alman vakıflarının onu şikayet etmeleri ve ona karşı baş Alman düşmanı olarak bir dezenformasyon faaliyetini başlatmıştır. Hablemitoğlu'nun
"Alman Vakıfları ve Bergama Dosyasonra, Ankara DGM'nin o zamanki savcısı Nuh Mete Yüksel, Türkiye'deki Alman vakıflarına yapılan suçlamaları bir ihbar olarak değerlendirmiş, bu vakıfla ra karşı bir soruşturma başlatmıştır. sı" adlı kitabı çıktıktan
Türkiye'deki Alman vakıfları hakkında yürütülen soruş turma çerçevesinde, Türk polisinin bazı vakıf merkezlerine baskınlar yapmasının ardından harekete geçen Dışişleri Bakanlığını, Adalet Bakanlığı'nı gizli bir yazıyla uyarmıştır: Bu yazıda; "Alman hükümeti soruşturmadan rahatsızdır. yönelik soruşturmadan vazgeçilsin" dendiği ortaya çıkmıştır. Bu da tabi Hablemitoğlu cinayetinin faillerinin o öldükten sonra bu cinayet üzerine sürdürdükleri yanlış bilgilendirme mekanizmasının faaliyete geçtiğinin delilidir.
Vakıflara
Dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'e yapılan siyasi baskı, onun bu soruşturmayı durdurmaktan başka hiçbir çaresi kalmadığını göstermektedir. Büyükelçi Uğur Ziyal'in yazdığı gizli/ivedi yazının içeri"25 Aralık 2002. Türkiye'deki bazı Alman vakıflarına yönelik polis operasyonlarının Alman hü küme ti ğine bakıldığında;
63
nezrinde büyük rahatsızlık verdiği, Almanya Büyükelçiliği Müsteşarı Dr. Gerhard Nourney'in sık sık bakanlığa gelerek rahatsızlıklarını ilettiğini dikkat çekilerek ... Malum olduğu üzere Alman vakıfları köklü ve saygın kuruluşlardır. Friedrich Eber! Vakfı iktidardaki Sosyal Demokrat Parti'nin, Heinrich Böll Vakfı Yeşiller Partisi'nin, Konrad Adenauer Vakfı ana muhalefet Hıristiyan Demokrat Birliği'nin, Friedrich Naumann Vakfı ise Liberal Parti'nin özerk vakıflarıdır. Bu vakıf ların yıllık bütçeleri beş yüzer milyon DM olup, her birinin yüze aşkın ülkede temsilcilikleri vardır" denildiği görülür. Bu da tabi Türk Dışişleri Bakanlığı'nm bu Alman vakıf ilgili fazla bilgi sahibi olmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu vakıfların yüze yakın devlette temsilcilikleri yoktur. Ağırlık olarak Latin Amerika'da faaliyet gösteren vakıfların Ortadoğu'da sadece Türkiye'de temsilcilikleri vardır. Bu vakıfların bütçesiyle ilgili de yanlış bilgilendirilmişlerdir. Meblağlar 200 milyon değil de, 2002 yılında beş yüzer milyon DM idi. Bu veriler resmi Alman verileridir. Türk dışişlerinin resmi yazışmalarda neden böyle yanlış bilgiler verdiği de kafalarda soru işaretleri yaratıyor. larıyla
Yazıda dikkati çeken başka bir konuda şöyle belirtilmiş: "Bir yandan Almanya'da uyumlu çalışmalar yürüttüğümüz dernek ve kuruluşlarımız ile, diğer yandan terör örgütleri ve kökten dinci kuruluşların olumsuz varlığı göz önüne alındı ğında; Alman siyasi çevrelerinin tümünün tepkisine yol açabilecek gelişmelerin siyasi sorun olmadan çözülmesi yararı mıza olacaktır" denilmiştir. Dışişleri bakanlığının ladığı
3
sayfalık yazının
yer verilmiştir:
64
adalet bakanlığına gizli/ivedi yolsonuç bölümünde ise şu görüşlere
"Alman vakıflarının irtibat bürolarının polis tarafından ziyaret edilmelerinin, siyasi açıdan iki ülke ilişkilerinde sorun yaratması ve Almanya'daki Türk menfaatlerinin zedelenmesi sonucunu doğurabileceği değerlendirilmekte olup, mümkünse bu uygulamadan sarfınazar edilmesinin, yararlı olacağı değerlendirilmektedir."
Emniyet Teşkilatı Türkiye Cumhuriyeti'nde işlenen bir cinayetin faillerini çıkarmak için gecesini gündüzüne katsın, elindeki bulgularla "Alman Derin Devleti" ve vakıflarının bu cinayette parmağı olduğuna dair somut deliller bulsun, tam adamları sorgulamaya alırken bizim dışişleri gelsin ve "Eğer biz bu vakıf üyelerini bu davadan yargılarsak, Almanlarla diplomatik kriz olabilir" düşüncesiyle konuya el atsın. Cinayet, hiçbir medeni hukuk devletinde ne sebeple olursa olsun örtbas edilmemelidir. Hele bu cinayetin maktulu milli çıkar larımız için öldürüldüyse, o zaman bizim de büyük bir devlet olarak diplomatik açıdan kendimizi bu tip konularda savunmamız gerekir. Böyle bir cinayetin aydınlanması aslında tam tersi Türk-Alman dostluğunu pekiştirir. Şimdi tüm bu çalış maları yapanların Alman dışişleri tarafından durdurulması sonucu soru işareti daha da büyümüştür. Kamuoyu konunun böyle örtbas edilmesini içine sindiremez ve her zaman Alman devletinin Türkiye üzerinde bazı planlarının olduğunu düşünür ve birçok gerçek gün ışığına çıkmaz. Almanlar ABD dışişleri bakanını bu sene Nisan ayında topa tutmuşlardı. Çünkü Filistin asıllı bir Alman vatandaşı CIA tarafından kaçırılmış ve 6 .ay esir tutulmuştu. ABD bu konu üzerine Alman hükümetinden resmi şekilde özür dilemişti.
65
Alman BND'si tarafından organize edilmiş Alman vakıflarının ve iş birlikçilerinin 2002 yılındaki casusluk iddiaları üzerine görülen davalarının iddianamesinde, TCK'nın "devletin emniyetine karşı gizli anlaşma" başlığını taşıyan 171. maddesine göre, 8 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis cezası istenenler şunlardır: Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilcisi Wulf Schönbohm ve yardımcısı Dirk Tröndle, Heinrich Böl! Vakfı Türkiye Temsilcisi Figen Fatma Uğur, Friedrich Ebert Vakfı Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher, Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Wolfgang Sachsenröder, Şarkiyat Enstitüsü Başkanı Claus Schöning ve yardımcısı Astrid Menz ve Börte Sagaster, Fian Örgütü Başkanı Petra Sauerland, Fian temsilcisi Birsel Lemke, eski İstanbul Barosu Ba~ kanı Yücel Sayman, Bergama köylülerini temsil eden Oktay Konyar, eski Bergama Beldiye Başkanı Safa Taşkın, avukat Senih Özay, Lemke ve Konyar'la bağlantılı çalıştığı bildirilen Özcan Durmaz. Almanların,
ve
geniş çaplıdır.
Türk adalet sistemine müdahaleleri büyük Bunun neticesi olarak da yargı sonucu "Be-
rattır."
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, olaydan dört sene sonra Danıştay saldırısıyla beraber Türk kamuoyuna yaptığı açıkc lamada; "Bu ülke Hablemitoğlu cinayetini yaşamış, sonrada her şeyi örtbas etmiş bir ülkedir" diyerek, herkesin kafasında şu soruların oluşmasına neden olmuştur: "Acaba bizim iç politikamızın, milli güvenlik ve çıkarlarımızın Almanya'ya herhangi bir bağımlılığı var mıdır? Başbakanın kastettiği amaç neydi?"
Haber yayınlandıktan sonra Türkiye'de birçok insan bu faili meçhul cinayetin arkasındaki gücün ne kadar büyük
66
olduğunu görmüştür.
Çünkü Dışişleri Bakanlığının, Adalet Türkiye'de kamuoyunun bilmediği bir konuydu. Bu raporun neden Merhum Hablemitoğlu öldürüldükten sonra Türk kamuoyuna sunulduğu da, Alman organizeli bu cinayetin ne kadar vurdumduymazlıkla karşı landığını göstermektedir.
Bakanlığına yolladığı yazı,
Almanya'nın saygın günlük gazetelerinden Reutliger General Anzeiger'in şef redaktörü; Alman Gizli Servisi BND'ye, Türkiye'de çıkan haber üzerine BND'nin bu cinayetle ilgili kendisine atılan suçlamaya nasıl bir cevap vereceğine dair soru iletmiştir. Pullach merkezli bir yazılı açıklamada, BND şefinin imzasıyla şöyle bir cevap verilmiştir:
"Biz BND olarak dış haber alma amaçlı bir teşkilatız. Bizim görevimiz Almanya'da veya yurtdışında yaşayan Alman vatandaşlarına gelebilecek herhangi bir zarara karşı bilgi toplamak ve yerel güvenlik güçleriyle bu bilgiden oluşabilecek herhangi bir zararın önlemini almaktır. Bizim yurtdışında yaptığımız operasyonlarla ilgili ve operasyonlara katılan ajanlarımız, GSG-9 timlerimiz üzerine hiçbir bilgi vermiyoruz ve yorum yapmıyoruz." Alman Büyükelçisi Eckart Cunzun'un açıklaması da, Alman usullerine uymayan bir açıklamadır. Çünkü hiçbir Alman diplomatının kendi gizli servisi üzerine, o gizli servise yapılan suçlamalar üzerine bulunduğu devletlerin yerel basın mensuplarına bilgi verme hakkı yoktur. Bu bilgileri ancak Alman BND Merkezi'nin dış ilişkiler bölümünün verme hakkı vardır. Yani Alman büyükelçisinin yaptığı açıklama, Alman kanunlarına göre suçtur. Çünkü BND'nin, Alman Parlamentosu'nda bir denetleme grubuna bağlılığı vardır ve bu grup üyelerinden başka kimseyle Pullach'ta bulunan BND bilgi takası yapmaz. 67
Bugün gazetesinin Ankara temsilcisi Lale Sarıibrahimoğ lu, 1 Temmuz 2006 Cumartesi günü yayınlanan yazısında Alman Büyükelçisi Eckart Cunzun'a şöyle yer vermiştir: "Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun Alman istihbaratı ve Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıflarının işbirliği sonucu öldürüldüğüne dahil iddialar var. Siz buna ne diyeceksiniz?"
Dr. Eckart Cunzun: "Bu türden bir iddiayı kesinlikle reddediyorum. Alman vakıfları, iki ülke ilişkileri için çok önemli işler yapmışlardır. Türkiye'de bu olgu gayet iyi bilinmektedir. Tüm Alman vakıfları, Türk İçişleri Bakanlığı tarafından düzenli olarak incelenmektedir, faaliyetleri gayet açık tır. Türkiye'de yapılan reformlar çerçevesinde bu vakıflar da dernek olarak faaliyet göstermekte ve çok detaylı bir biçimde faaliyetleri incelenmektedir. Alman vakıfları, pek çok ülkede de faaliyettedir ve tüm bu ülkelerde faydalı işler yapmaktadırlar. Alman vakıfları, Türk hükümetiyle iş birliği sonucu da çok iyi işler yapmaktadır. Bunlar arasında Almanya'daki Türk kökenlilerin topluma entegrasyonu ile Almanya'da görev yapacak Türk imamlarının eğitim konularım gösterebilirim. Alman vakıfları, her iki ülke ve toplumca yarar sağlayan, daha bunun gibi pek çok projeyi Türk hükümeti ile yakın işbirliği sonucu hayata geçirmektedirler." Sayın büyükelçi, "Benim bu konular hakkında açıklama yapmam yasaktır" diyeceğine, Hablemitoğlu dosyasının raftan alınıp yeniden açılması korkusundan bu açıklamayı yaptı herhalde. Artık bizim de bu konunun ebediyen faili meçhul kalacağını kabullenmemiz gerekiyor sanırım.
Bir başka Alman organizeli şantaj olayı da, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel'in tuzağa düşürüldüğü seks skandalıdır. Bu skandal da birçok Türk basın mensubu
68
tarafındar>
Fetullah Gülen ve cemaatine yüklenmek istenmiş ti. Nuh Mete Yüksel'in başına gelen; bir hayat kadınıyla otel odasında kayda alınan görüntüleridir. Bugüne kadar medyatik olmaya çalışan şarkıcı türkücü gibi kişiler bu tip gösterilere katılmışlardır. Fakat sayın Nuh Mete Yüksel'in düşürüldüğü gibi, herhangi bir savcı, bürokrat, emniyet mensubu böyle bir tuzağa düşürülmemiştir bu zamana kadar. Alman Vakıfları ile ilgili yapmış olduğu faaliyetlerden dolayı tuzağa düşürü len bu tip birçok örnek mevcuttur Alman siyasi tarihinde. Alman BND'si ve eski Doğu Alman STASİ'si (Ministerium für stad Sicherheit) bu tip operasyonları her zaman yapmıştır. Örneğin; 11.2.1988'de, bir Fransız politikacının Berlin'deki bir otelde, hayat kadınıyla çekilen fotoğraflarını basına açıkla mıştır. (Frankfurta Algemeine) 28.5.1989'da, Alman eyalet politikacısı Hans Jürgen'in bir hayat kadınıyla otelde ilişkiye girdiğini, Doğu Alman gazetelerinde yayınlatmıştır. 13.6.1992'de "Prager Tag Biat!" isimli Çek Cumhuriyeti'ndeki gazetede, "Alman Gizli Servisi BND, Prag'da bulunan !ter Conti Otel'de, Çekoslovakya'daki Sudeten Land'ın (eski Almanya sınırları içerisinde olan çek eyaleti) parlamenterlerine hayat kadınlarıyla şantaj yapmak istedi" diye bir haber yayınlanmıştır. 22.ll.2000'de, Polonya Warschowa Gazetesi; "Eski Prusya limanı olan Danzig'de Belediye Meclis Üyesi Miraç Kafta, Al-
man hükümetine ağır eleştirilerde bulunuyordu. Çünkü eski Naziler, Danzig'e gelip orada evler ve arsalar alıyordu. Belediye de bunu Kafta'nın dilekçeleriyle durdurmuştu. Miraç Kafta'nın bir hayat kadınıyla olan ilişkisi internette dolaşma ya başlayınca görevini bırakmak zorunda kalmıştı" şeklinde 69
bir haber yayınladı. Burada Polonya basını Alman BND ve BKA elemanlarını direkt suçlayarak, bu resimlerde yer alan hayat kadınının olay ortaya çıktıktan sonra Almanya'ya kaçtığını ve hala bulunamadığını yazdılar. Bütün bu şantaj olaylarını bir araya getirirsek Türkiye'de bu tip şantajı yapabilecek ve bu stilde hedefini saf dışı edebilecek herhangi bir grup yoktur. Bu yapılanın bir Türk dizaynı olmadığı belli olmaktadır. En azılı organize suç örgütü bile böyle bir şantaj yapmaz. Onun için bu şantajın Fetullah Gülen ve cemaatine yıkılması da yanlış bir stratejidir. Burada muhtemel olarak Alman yanlısı ve BND kontrollü bir dezenformasyon yürütülmüştür. Olayı gerçeklerden saptır mak amaçlanarak halk ve güvenlik güçleri yanlış bir noktaya ve kişilere yönlendirilmiştir. Olaya karışan hayat kadını nın kim olduğu ve nerede olduğu, kim tarafından seçildiği henüz netlik kazanmamıştır. Türkiye'nin en üst yargı üyesini otel odasında kandırarak ilişkiye sokup sonra da bunun videobandına alınmış kayıtlarım basına sızdırarak, Türk medyasında gündeme oturtmak istenmesi herhalde çok profesyonelce bir iş olsa gerek. NGO'lat
Türkiye'nin milli güvenliği açısından asıl önemli olan, dış kaynaklı sivil toplum örgütleridir (NGO). Bunlar ülkeyi örümcek ağı gibi kuşatıp, kara propagandalarını diledikleri gibi uygulayabilmektedirler. Halkımıza kendi menfaatleri doğrultusunda kötü emellerini enjekte ederek, yardım kisvesi altında Türkiye'de kendi ülkelerinin sempatizanlarını yetiştirmeye çalışmaktadırlar. Bu tip NGO'lar;
70
•
Türkiye'yi Türklerden daha iyi tanıyarak ve hizmet ettiği ülkelerin istihbarat personelini çalıştırarak, Türkiye üzerindeki emellerine ulaşmayı hedefleyebilirler.
•
Her türlü etnik-dinsel-mezhepsel karışıklık çıkarta bilirler.
•
Toplumsal-siyasal-ekonomik hatta genetik alanlarda çalışmalar yapabilirler.
•
Yerel
basın
ve yönetimlerde-üniversitelerde-sen-
dikalarda-kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca stratejik öneme sahip birimlerde "ETKİ AJANI" ve "ÜLKELERİNiN SEMPATİZANI" yetiştirebilirler.
•
Ulus-devlet yapısını bozabilirler.
•
Yaptıkları propaganda sayesinde faaliyet gösterdikleri bölge halkının milliyetçilik duygularının körel-
mesine sebep olabilirler. Ülkenin tarih bilgisi verecek olan kurum ve kişilerine ulaşarak, kendi menfaatleri doğrultusunda tarih bilgilerinin aktarılmasını sağlayıp, yeni nesillerin milliyetçilik duygularının körelmesine sebep olabilirler. •
Türkiye'deki
eğitim kurumlarının
içine girerek, bu
üniversite ve okullarda eğitim gören Türk çocuklarını kendi ülkelerinin sempatizanı durumuna getirebilirler.
•
Türkiye'yi etnik bakımdan bölerek devletin bölünmez bütünlüğüne karşı girişim içinde olabilirler.
•
Gençlerin kazanılmasına önem vererek, gençlere kendi ülkelerinde burs verip, kendi amaçları doğ rultusunda kullanabilirler.
71
•
Ülkede faaliyet gösteren bölücü, yıkıcı ve terör odaklarıyla insan hakları konuları altında temas kurarak, bunları maddi bakımdan destekleyebilir, yurtdışında seslerinin duyurulmasına ve davalarındaki
sözde haklılıklarının dile getirilmesine önayak olabilirler.
•
Türkiye'deki azınlıkları yönetime ve mevcut düzene karşı kışkırtabilirler.
•
Ülkede misyonerlik faaliyetlerini yürütebilirler, bu faaliyetler ile ülke içinde ve dışında binlerce Türk vatandaşını dinlerinden uzaklaştırabilirler.
•
Ülkenin kültür kaynağı olan basına sinsice girip, gerekli mali destekte bulunarak ülke basınında yabancı ülke sempatizanı gazetecileri araşhrmak, yetiştirmek ve bunları gündem belirleyici tarzda etkili medya kuruluşları olarak kullanabilirler.
•
İşbirliği yaptığı
Türk NGO'larına para vererek kendi yanlarına çekebilir ve yönlendirebilirler.
•
Yaptıkları çalışmalar
ile kendi
çıkarları
ve politi-
kaları doğrultusunda litikalarını
Türkiye'nin ulusal enerji pobaltalayarak, enerjide Türkiye'yi batıya
bağımlı kılıp
ve ekonomiye nefes aldıracak olan ekonomik zenginlik kaynaklarımızın üretiminin
engellenmesine neden olabilirler.
•
72
Ekonominin temel taşlarından olan ve istihdam sağlayan, özellikle verimliliği ve karlılığı fazla olan kamu kuruluşlarının özelleştirilerek, kendi çıkarları doğrultusunda satışının yapılmasını isteyebilirler.
Türkiye'de faaliyet gösteren yabanm
kaynaklı NGO'ların
dağılımına baktığımızda, ilksırayıAlman vakıfları almaktadır.
Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıflarının altın rezervleri (özellikle Bergama)ile ilişkisi ve ilgileri sıkça gözler önüne serilmiştir.
NGO'ların
içimizdeki yerli ve
yabancı
temsilcileri
Yukarıda NGO'ların çalışma
yöntemleri ve hedeflerinin sırlandığı maddelere bakılırsa, özet olarak "içimizden birlikte çalışabilecekleri kişi ve kurumları tespit ederek" bunlarla iş birliği içerisinde olabilecekleri görülmektedir. Hablemitoğlu,
ğı
13 Şubat 2002 tarihli Star gazetesinde yaptı açıklamada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: "Kapatılması
gereken vakıfların başında, Vakıflar Ge-
nel Müdürü Nurettin Ya,rdımc{nın yönetim kurulu üyesi olduğu Türk Demokrasi Vakfı bulunmaktadır. Yardımcı
suç işlemektedir ve görevden alınmalıdır. Türk Demokrasi Vakfı'nın Bakanlar Kurulu kararı ile yıllar önce almış olduğu yurtdışı faaliyet izni, eğitim, bilim, sanat, tıp ve sağlık alanları ile sınırlıdır..." tüm bu çalışmaları, cumhuriyeyükselen gerici-bölücü yapılanmaları, uluslararası istihbarat örgütlerinin yapısını, söz konusu yapılanma larla ve birbirleriyle olan ilişkilerini, Türkiye üzerindeki ortak çalışmalarını, yerli işbirlikçileri ve "Türklüğün bağımsızlık mücadelesi" olarak tanımlanabilecek Atatürk ulusçuluğunu, Türklüğün Kırım'da ve dünyanın çeşitli yerlerinde türlü defalar örneklerini ve bunlara karşı direni~ini anlatıyordu. Dr. Necip
tin
Hablemitoğlu
karşısında
73
Bu çalışmalarından rahatsız olan çevrelerin varlığından kendiside haberdardı. Son Almanya seyahati esnasında arkadaşı İnanç lşıklar'a gönderdiği mesajda şunları söylüyordu: "Almanya'dan
geçtiğimiz
hafta dönen Doç. Dr. gönderiyorum. Avrupa'yı ve AB'yi en iyi bilen Kemalist meslektaşlarım arasında bulunuyor. Yazılarına yer verebilirseniz çok sevinirim, izin aldım. Bir başka dosyada da yine Almanya'da yasayan x. x.'nun ayni gazetede çıkan yazılarından bazılarını gönderiyorum. Keza x. x.'nun yazılarını da gönderiyorum. Okuyunca bana hak vereceksiniz. Bu hafta başı Almanya'dan döndüm, Stuttgart ve Karlsruhe'de iki konferans verdik, tutuklanmadan, sınır dışı edilmeden ama izlenerek, taciz edilerek geziyi tamamladık. Almanya'da bizim gibi düşünen ve yazan hayli cumhuriyet aydını var. Bu yazılar bir anlamda bir köprüyü de oluşturacaktır. Selam ve sevgiler. 21 Kasım 2002.Necip"
xxxxxxxxxx'nin, Almanya'da
yayınlanan yazılarını
Necip Hablemitoğlu, bu mesajdan sonra bir suikast sonucu öldürüldü.
yaklaşık
olarak bir ay
Konrad Adenauer Vakfı ve Türk Demokrasi Vakfı Öncelikle yurt dışındaki vakıfların birçoğunun siyasi parti vakıfları olarak görev yaptıklarını belirtmekte fayda var. Adenauer kimdir? Konrad Adenauer; 5 Ocak 1876 yılında doğdu hukuk ve ekonomi eğitimi gördü. Köln Üniversitesi'nin açılmasındaki
74
katkılarından dolayı
kendisine politika, tıp, felsefe ve hukuk dallarında fahri doktorluk unvanı verildi. Prusya Senatosu daimi üyesi olan Alman devlet adamı 1967 yılında öldü. Konrad Adenauer Vakfı .. .Vakıf, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünün güvence altına alınması için yapılacak reformları, parlamentoların kurulması ve işlerlik kazanmasını, çevreye saygılı bir sosyal piyasa ekonomisi doğrultusunda gerçekleştirebilecek her tür ekonomik, sosyal ve çevreci reformu, yurttaşlık eğiti mini, kalkınmaya ivme kazandıran çerçeve şartlarını olumlu etkileyebilecek toplumsal grupların, kuruluşların örgütlenmesini destekler. Konrad Adenauer Vakfı'nın partnerleri, siyasi partiler, parlamentolar, hükümetler, Anayasa Mahkemeleri, öteki adli kuruluşlar, barolar, yerel yönetimler, yerel yönetim birlikleri, eğitim ve araştırma enstitüleri, işveren örgütleri ve sendikalar, kooperatifler, insan hakları örgütleri, kadın örgütleri, çevreci örgütler, yurttaşlık girişimleri ve medyadır. Türkiye, Konrad Adenauer malarında ağırlıklı bir ülkedir.
Vakfı'nın uluslararası çalış
1983 yılından beri Türkiye'de aktif olan Konrad Adenauer Vakfı, Türkiye'de demokratik istikrara ve demokrasinin geliş mesine hizmet eden, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne politik ve ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunan_ her tür faaliyeti ve kurumu destekler. Konrad Adenauer Vakfı'nın faaliyetleri Türkiye'de aşağıda belirtilen hedefler doğrultusundadır:
75
En alt demokratik karar zeminini teşkil eden kornünlerin güçlendirilmesi (TBB ortak projesi - Türkiye Belediyeler Birliği) Yerel medyaların güçlendirilmesi ve yapılandırılması (TGC ortak projesi - Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) Küçük ve Orta Ölçekli işletmelerin teşviki (TOSYÖV ortak projesi - Türkiye Orta Ölçekli Sanayiciler ve Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı) Küçük ve Orta Ölçekli işletmelerin Karadeniz Ekonomik İşbirliği üye ülkelerinde teşviki (KEİB Daimi Sekretaryası)
Hukuk devleti ve demokratik düzenin ve öz sorumlulukla angaje olan vatandaşları ve NGO'ları bulunan çoğulcu sivil toplumun yapılandırılması ve sağlamlaştı rılmasındaki katkılar (TDV ortak projesi. - Türk Demokrasi Vakfı) (www.konrad.org.tr;
Vakıf işbirliği sayfasından alının ıştır)
Yukarıda görüldüğü gibi, ülkemizde de faaliyetlerini sürdüren Alman vakfı ile işbirliği içerisinde bulunan birçok yerli sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Biz bu noktada içlerinden şu an için TDV'yi yani Türk Demokrasi Vakfı'nı inceleyeceğiz.
Türk Demokrasi
Vakfı
(TDV)
Türk Demokrasi Vakfı, 20 Şubat 1987'de bir grup siyasetçi, işadamı, akademisyen ve gazeteci tarafından kar gütmeyen bir sivil toplum örgütü olarak kurulmuş olup, sınırlı ve seçkin üyelere sahiptir. Vakıf, temel hak ve hürriyetler içinde 76
insan
kişiliğinin
tikrarlı
serbestçe geliştirilmesini sağlamak için isbir demokrasinin yaratılmasına yardımcı olmaya ça-
lışmaktadır.
TDV, öz kaynakları yanında çeşitli yerli ve uluslar arası kurum ve kuruluşlardan maddi destek almaktadır. Bu destek, her yıl ödenen belirli bir katkı şeklinde olduğu gibi, yapılan bir etkinliği veya bir projeyi desteklemek şeklinde de olabilir. Mesela Konrad Adenauer Vakfı her yıl belirli bir çalışma programı kapsamında katkıda bulunmaktadır. National Democratic Institute, sadece ortaklaşa düzenlediğimiz etkinliklere katkı yapmaktadır. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler ise proje bazında sponsorluk yapıyor. Vakfımızın çalışmala rını takdir edip bağışta bulunanların katkıları ise haftalık etkinliklerin içinde değerlendirilmektedir. TDV; birçok ulusal sivil toplum kuruluşları ile yapar. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir;
işbirliği
Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Siyasi Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Türk Sanayiciler ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) İktisadi Kalkınma Vakfı !İKV)
Tarih Vakfı Türk Diyanet Vakfı (TDV) Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı (TÜRDAV) Türk Ocakları Liberal Düşünce Cemiyeti Türk Çevre Vakfı Beyaz Nokta Vakfı Ankara Gazeteciler Cemiyeti 77
Bilgi Vakfı Türk Hukuk Enstitüsü Ankara S.M Mali Müşavirler Odası (ASMMMO) Türkiye Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) TRT Çocuk ve Gençlik Vakfı Dış Politika Enstitüsü
TDV
ayrıca
birçok seçkin birliğine girmektedir:
uluslararası teşkilatlarla
da
Konrad Adenauer Vakfı (KAS), Almanya Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI), ABD Milli Demokrasi Vakfı (NED), ABD Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü (IRI), ABD Uluslararası Diyalog Vakfı, (IDF) Hollanda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE), Avusturya Özel Girişimler Merkezi, ABD Avrupa Birliği (EU) Avrupa Konseyi Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü (IDEA),İsveç Avrupa Araştırma Topluluğu (ERG) Uluslararası Halk Hürriyetleri ve Hakları Cemiyeti, İsviçre Uluslararası Gelişme Yüksek Araştırma Vakfı (FACID) Friedrich - Ebert Vakfı, Almanya Friedrich - Nauman Vakfı, Almanya Hans Seidel Vakfı, Almanya Türk Araştırma Merkezi, Almanya BM Sistem Teşkilatları
78
iş
"Alman Derin Devleti" kitabı olarak Hablemitoğlu cinayetinin içeriği ve işlenişiyle ilgili Almanlara yaptığımız suçlamaların ardın dan, Türk basınında bu suçlamalara geniş çaplı yer vermesi ve Türk kamuoyunun bu cinayete ilgisi çok büyük oldu ki, Almanlar bundan rahatsız oldular. Bunun sonucunda, bana ve "Alman Derin Devleti" kitabının diğer yazarı Sayın Zafer Güler'e; Baden Würtemberg Eyalet Mahkemesi'nde toplam olarak 350 bin Euro'luk bir tazminat davası açtılar. Tabi bu dava kadar, davanın içeriği ve açılışı, daha doğrusu bize karşı yapılan suçlamalar her halde sayın okuyucularımızın da ilgisini çekecektir. Açılan tazminat davasında; Almanlar her hangi bir şekilde bizi yalanlamıyor. Yani anlayacağınız şunu demek istiyorlar; "Biz Hablemitoğlu cinayetinden, Sayın Nuh Mete Yüksel'e karşı düzenlenen sex skandalından veya ajanlarımızın faaliyetlerini Türkiye de yalanlamıyoruz, bunları Almanlar kabul ediyor. Ama neden bize Tazminat davası açıldı?" sorusuna Almanların cevabı çok enteresan; "Aman sandalyeden düşmeyin". Anlayacağınız; ajanların adlarının deşifre edilmesi, bu ajanların ailelerini tehlikeye atıyordu. Bu sebeple isimlerin açıklanmasına karşılık tazminat talep ediyorlar. Eylül 2006
yılında çıkan
mızda ağırlıklı
Davanın açılma sebeplerinden biri de benim Alman emniyetinde görevli iken, KARA OPERASYONLARI için imzaladığım gizlilik belgesidir. Davanın açılmasından kısa bir süre
sonra bize ciddi şekil de tehditler gelmeye başladı. "Aynı akıbete uğramak istemiyorsanız bu konuyu kapatın" veya " Hangi cemaattensiniz", "Bu konuyla ilgilenmeyin, başınız ağrır" gibisinden tehditler artık o kadar sık karşımıza çıkmaya başladı ki, bunları nor-
79
mal
karşılamaya başladık.
Enteresan olan, arayanlar T.C. vatandaşları değil de hep yabancı uyruklu insanlardı. Bununla kalmayıp benim Almanya'daki emeklilik primimi bile ödememe kararı almışlardır. Düşünün; Türkiye'ye ve Türk insanına "İnsan Hakları" dersi vermek isteyen Almanya, ifade özgürlüğünü hiçe sayarak katı bir tavırla, ajanlarının adlarını ve faaliyetlerini deşifre eden bir şahsı susturmak için gereken bütün mekanizmayı kullanıyor. Peki kimdi bu ajanlar ve Almanlar, bu suçlamalardan neden
rahatsız olmuşlardı?
Bu ajanlar genellikle Konsolosluklarda ve Büyükelçilikte "Ateşe" kılıfında ajanlık yapan ve Türkiye'nin üniter yapısını iç işbirlikçileriyle bozmak ve yıkmak isteyen kişilerdir. Aşağı da adını verdiğimiz kişiler, hem Alman BND hem de Alman BKAnın aktif ajanlarıdır hala. BND
BKA
Bemd Schmitbaucr
Tesa Hofmann
Wulf Schönborn
Klaus Schlepi
Wolfgang Feucrstcin
Gerold Munk
Dr. Wilhclm Hummen
Eckart Barner
Tilman Züch
Çetin C.
Klaus Peter Volkmann
Wolfgang Bloss
Wilhelm Staudacher Ute Paschner Udo Steinbach
80
Ama tabi Alman yargısı konuyu öyle görmüyordu. Yapı lan suçlamalarda ve davanın daha ilk gününde bizim beratı mıza karar vermişti. Gerekçesi ise şöyleydi: "Davanın açılmasında adı
lar Alman Emniyeti'nde
geçen
tercümanlık,
şahsın
.uzun
yıl
teknik takibat ve
köstebek danışmanlığı yaptığı tespit edilmiştir. Bu şahıs aktif ajanların isimlerini Almanya içinde değil de yaşa dığı memleketi Türkiye'de bir kitap haline getirerek yayınlamıştır. Bu bir ifade özgürlüğüdür ve bu davanın Almanya'da açılması uluslararası hukuka aykırıdır. Nedeni ise,
davanın
bir ceza
davası olmaması
nedenidir. Sivil
davalar ancak olayın gerçekleştiği ülkelerin mahkemelerinde görülebilir çünkü sözünü ettiğimiz ülke, yakın bir süre içersinde AB üyesi olacak bir ülkedir ve buradaki hukuk sistemi, aynı Almanya'daki gibi yürümektedir. Bunun yanında; her aktif ajan, adının deşifre olup olmamasından kendisi sorumludur. Bu sebebiyetle mahkememiz oy birliğiyle davanın reddine karar vermiştir." Tabi bu davanın bizim lehimize olması yukarıda adı geçen Almanları harekete geçirerek, onlarla işbirliği içinde olan Türk kökenli köstebeklerin bize karşı bazı dezeİıformasyon çalışmaları başlatmalarına sebep olmuştur. Peki
Almanları
bu kadar çileden
çıkaran
sebep neydi?
Türk basınının konuya ciddi şekilde el atması ve bu konu üzerine günlerce haberler çıkmasıydı. Bugün Gazetesi'nin editörü Şenol Gezer, 2006 yılının Haziran ayın da; "Hablemitoğlu'nu Alman İstihbaratı öldürdü" başlığını
81
atıp
haberi manşetten duyurmuş ve bir hafta boyunca "Flaş Haber" olarak gündemde tutmuştur. Şenol Gezer'le yaptı ğım ikili görüşmelerde ve ona verdiğimiz belgelerle bunu gündeme beraber taşımıştık. Tabi sırf bu haber değil. Zaman Gazetesi'nden Yaşar Durukan ve Emine Dolmacı'nın konuyla ilgili haberleri de yayınlanınca, (diğer basın mensupları da bizim girişimimizle başlatılan harekete dahil edilerek) bu konu Türkiye gündemini uzun süre meşgul etti. Yeni Aktüel Dergisi'nden Murat Yanık, Tempo Dergisi'nden Tutkun Akbaş, Ulusal Kanal'dan İsa Telli'nin programına iki kere çıkıla rak özel haberler yapıldı. Haber 7 kanalından Turgay Güler'in sunduğu "Sıra dışı" adlı programa çıktıktan sonra Almanlar artık ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Çünkü artık onların bu konuda savunma mekanizmaları kalmamıştı. Bütün bulgular ve deliller Hablemitoğlu cinayetinin sorumlusu olarak Almanları
gösteriyordu.
Bize destek olan ve bu objektif haberleri başarıyla hazırla yan bütün bu gazeteci
arkadaşlarımıza
en içten şükranlarımı
sunuyorum. Objektif diyorum çünkü bütün bu arkadaşlar, karşı tarafa da suçlamalarla ilgili savunma hakkı vermişler dir. Ama karşı taraf yani Almanlar, o kadar pişkin davranı yorlardı ki; konuyla ilgili verilen cevap hep aynıydı: "Yetkili şu an yok sonra
arayın"
"Biz bu konuda cevap veremiyoruz" "Bu suçlamalara cevap veremeyiz ve yorum yapmayız" Tabi bizim savcılarımız da bu suçlamalara fazla göz yummadan konu üzerinde yeniden araştırmalar yapmaya başla-
82
mışlardır. Çünkü TBMM'de 24 milletvekilimiz bu konuyla ilgili soru önergeleri vererek bir meclis araştırma komisyonu açılmasını istemişlerdir.
61RINCI OTURUM Açılmııı Saali: 13.03 5 Ekim 2001) Pıııı~embe BAŞKAN: Başkanve~ili lsmıli! ALPTEKiN KATIP ÜYELER: Ahmet GOkhan SARIÇAM (Kırklareli). TOrUın MfÇOOÖULLARl (1.:ı:miı)
saldırı
Türkiye BUyOk Millel Ma-ell$İ Başkanlı!lına ıa Aıaıc~ 2002 hrtrılnde Ankere Portakal Çlçe~ı Soka~ındakl ıııvinln ıınunde sjlahlı &onucu 61dürülun Doç. Dr. Necip Hablemilo{ılu"n<ı Old~ra~ katil Y" da kaliller
bugüııa kadaı
ortay11
HablemlloQ'lu
~azdığı
~avu~mu~.
ve olay lafll meçh~I cinayet aayılmışlır. Ooç. Or_ Nat:ip kitaplar ve de!:iişik yerlarde y:aptı~ı konuşmalarda ulusal çıkıulaıı sfyenOrle alıın eramay" k8rşı çıka~ları Alman vekılh.rının
ÇLl:arılamamı~
Berı;amııı"dakl
örglltledl(ilnl savunmuştı.ır. Y11z
rgenlııırında Do9. Dr. Necııı Hablemilogıu·nvn yazdı~ıarı ve seylcdi~lerinden dolayı dıt güçler tııınıfından <ıldOrUldll\)~ konu:ıunda yayınlar yapılmı~ıır. Son gonlerI k1>ynek &e~lad!(İını dlla g<1tlnyordı.ı Bı.ı yüzden. Alman -;ıizli aervisi BND'nin ZCl0:2'de y&yıntarıan Türkiye ıeporunda Hablarnilol)lu'nun Türklye'de bal} Alman dOşmenı olerek rıllelendirildiği ve kf$il :ı:amıını;la ~u ıuıumvndan vazge<;dmosi gııre~tigmlrı ifade edildiı!io;, sulka&I günü bt>lgede. ilginç g11llşm11tar meydana gelmiştir_ GSM op11retörlerini11 Oıı:ı: ıslasyonleıında oluşan fraı.ans bo:ı:uklll!'l'-1 bu llglnçfü:ı ... ın ba'Şında getmekledlr. Bu !ip fıe~an11 b<:ızucu clhazlaıı Almenya·da leellyeı g(lsleren W;ındet und Goldoımıın11 adlı llrm11 Cıretm.,k\ııdir demekteı:ııı. Tom yur\laşıarımızırı vlcdononı rahatsız odon bu clnıııyol o~kl "" yeni lddlakıı dol!rullu•und9 inçı.ıe,,ıl'eli .,.., aıııştırılmelıdır_ Bu konuda daha kapsamlı çalışmalar yapılarak ku~kular g!dıullmalidiı. Cınıryelln 0510n0 örten -;ıız perde1>i :ıralanmal•dıı.
1. 2. 3 4 5,
ıua't"ılması, irdelenmesi ''".' yeni slyasT cl~ayellerin için Anııyaeenın 98 inci meddea•no. Türkiye BOyi.lk Millet 104 va ıoı; inci maddesine göra Meclis araşhrıtmaa,nı dileriz. Muatafe Gazalcı (Oenl.tll) Sod,.1 Pakel {tlalıkeı:lr) 00tent Baratalı (lınıır) Abdulııziz Yazar (Hahy) Ali Okeal (M,.rsln)
ı;
Uğur Aksl!lı
Su
olayııı
alınabllme~I
önOnün Meclisi
!çtüzüiı.:inün
(Adarıe)
7. Ati!la Emek (Anhlyıı) B Birgen Keleş (l"'t"nbı.ıt) 9 TOrk;!on Mıçoo.;ıulları (lzmlr) 11}. idris Semi TandoOdu (Ordu) 11. N11dir Seraç (Zonguldak) 12. K6.zım Tllıllm<ın (O•du) 13. Tuncay Enenk {Antalya) 14, Ozlem ÇerQIOQtu (Aydın) 15 Harun Akın (Zongul
ııç•lıp
açılmaması
83
Ama Mecliste bu konuyla ilgili yeterli imza toplanamadığı için bu Araştırma komisyonun açılması başka bahara ertelenmiştir. Almanlar ise bu tip suçlamalarda soğukkanlı davranarak olayları dışarıdan takip etmişlerdir. Sırf bununla kalmayıp, mevcut bulunan ajanlarının sekiz tanesini hayati tehlikede olabileceklerini göz önüne alarak Türkiye'den çekmişlerdir. Onların yerine yeni yetişmiş "Diplomatik Dokunulmazlık" altında Türkiye'de rahat hareket edebilecek yeni bir ajan ağını Türkiye'ye sokmuşlardır. Bütün bu ajanlar genellikle, ya Ticari Ataşelerdir ya da Kültür Ataşeliği kılıfı altında faaliyetlerini sürdürmektedirler. Temenni ederiz ki, bu cinayet bir an önce aydınlanır. AKP Hükümeti'nin bu cinayetin aydınlatılmasında da çok büyük bir payı olacağına inanıyorum. Çünkü bu cinayet, AKP dönenündc aydınlatılamayan tek cinayettir. Cinayeti işleyen GSG 9 timinin kaçışı ve tim mensubu iki kişinin Kuzey Irak'ta öldürülüşleri 20 Aralık 2002 tarihinde, Necip Hablemitoğlu cinayetinden iki gün sonra, İstanbul Tarabya'daki Alman Büyükelçilik Yrisafirhanesi'nde sabah saatlerinde bir hareketlilik vardı. Bu hareketliliğin sebebi ise operasyon timinin Türkiye'den daha çıkamamasıydı. Yunanistan'ın Samos Adası'ndan çıkan BKA'nın yatı, Yunanlı kaptanıyla henüz Tarabya açıklarına gelmemişti ve 3 saat gecikme vardı. Tim komutanı GSG 9 R.'.\J, huzursuz şekilde B'\!D irtibat memurunu uydu bağlantılı telefonunla aradı. Görüşme detayı aşağıdaki gibidir:
84
-GSG9R.N
" Bir sorun mu var?
-BNDajanı
"Yok, yat Samos'dan biraz geç
-GSG9R.N
"Tamam sizden eyer bir sorun olursa
çıkmış?
yeni talimatlar bekliyorun1. "
-BND
ajanı
"Okey, no problem "
BND ajanlarının Hablemitoğlu'nu öldürdükten sonra
kaçtıkları
yat
Bu operasyonda bir problem vardı. Öldürülen şahısla ilgili haberler basında ciddi şekilde çıkmaya başlamıştı. Bazı basın organlarında, "bunun muhtemel olarak bir yabancı bir birim tarafından yapıldığına" dair yazılar yayınlanıyordu. Ve bundan herkes çok ciddi şekilde rahatsız oluyordu. İlk fırsat ta bu operasyon bölgesinden (yani Türkiye'den) çıkmaları lazımdı. Timde toplam olarak 9 kişi vardı. Bunlardan en genci 23 yaşındaki Tobias R. ve timin en kıdemlisi ve Türkiye kara operasyonları uzmanı olan Thomas H. idi. 85
Thomas H. Türkiye'yi çok iyi biliyordu çünkü buraya eğitim amaçlı birkaç kez gelmişti. Yaz aylarında da sık sık Türkiye'ye gelerek iznini burada geçirmekteydi. Thomas H. içlerinde en soğukkanlısıydı. Arapça ve Türkçeyi çok iyi biliyordu ve toplam olarak yüze yakın operasyona katılmıştı. 18 Aralık akşamı Ankara Portakal Çiçeği Sokak'ta, Necip Hablemitoğlu'na
doğru
tetiği
uzattığında,
karşısındakini
hangi noktadan vuracağını çok iyi biliyordu. Tetiği çektikten sonra, timin çömezi Tobias R. ile (çok soğukkanlı bir şekilde) oradan uzaklaşır.
Tobias R.
Thomas H.
Saat 14.00'de Samos'dan gelecek yat gelir ve misafirhanenin önünde demirler. (Yunanlı Tasos, uzun zamandan beri BKA namına çalışıyordu. Ufak yatlarıyla genellikle uyuşturucu nakliyatları yapıyor, arada sırada bu tip operasyonlardan sonra timleri bir noktadan alıp güvenli bir noktaya götürüyordu). Yirmi dakika sonra yat
yolcularını
alarak Karadeniz'e doğru açılmaya başlar. İstikamet Romanya, Konstanze Lima-
86
m. Ertesi sabah, timi, Romanya'daki BND irtibat ajanı karşı lar ve onları hemen Bukareş'teki havaalanına götürür. Orada Alman Hava Kuvvetleri'nin bir nakliye uçağı beklemektedir. Yolcular uçağa bindikten sonra uçak havalanır ve Frankfurt Havaalanı'na iner. Havaalanında BND'nin Türkiye masası şefi bulunmaktadır. Birde GSG 9 timlerinin Ortadoğu sorumlusu. Timi karşılarlar ve Wisbaden şehrinde bir eğitim kampında brifing verilir. Brifing'de bütün tim mevcut bulunmaktaydı. BND ajanı, Fransız Şampanyası olan bardağını havaya kaldı rarak bütün time,"Sizi kutluyorum. Çok güzel bir iş başardı nız. Bu vesileyle birçok Almanın hayatını kurtardınız. Çünkü bu şahıs, yaptığı propagandayla vakıflarımızın üzerinde ve Alman vatandaşlarının üzerinde ciddi şekilde bir sorun yaratmaya başlamıştı. Bu başarılı operasyon için hepinizi kutlarım."
GSG 9 tim komutanı, BND ajanına sorar;" Bu şahısla ilgili onun geçen ay Almanya'ya eşiyle yaptığı ziyaret de yaptığı mız teknik ve fiziki takibat raporlarını ne yapalım efendim? Dosyaya mı koyalım, yoksa imha mı edelim?" "İmha edin. Zaten bu konuyla ilgili kimse bir şey sor-
maz."
(Necip Hablemitoğlu, eşi Şengül Hablemitoğıu'yla Kasım 2002'de, yani katledilmeden bir ay evvel, Almanya'ya seyahat etmiş; Karlsruhe, Stutgart, ve Tübingen şehirlerinde sempozyumlar vermişti. GSG 9 takip timi ve Tübingen Emniyetinin takip timi MEK (Mobile Einsatz Komandolar) tarafından takip edilerek, bu "Alman düşmanı"nın Almanya'da neler yaptığı raporlar halinde hazırlanmıştı. Necip Hablemitoğlu'nun, Tübingen şehrinde akademisyen olarak ikamet eden bir arkadaşı vardı. Takip timinin raporlarında bu adamın üze87
rinde çok duruluyordu. Çünkü Necip hoca, Tübingen'de Alman ajanı Wolfgang Feuerstein'in izini arıyordu. Feuerstein, Lazlar üzerine yaptığı çalışmaları bir kitap haline getirerek Almanya'da bastırmıştı. Necip Hablemitoğlu, bu çalışmaları çok iyi biliyordu. Bütün bunlar MEK timlerinin kontrolü dahilindeydi. MEK timinin başında Rolf Göhner vardı. Göhner emniyet amiri olarak bu işlerin uzmanıydı.) Türkiye'de ise Necip Hablemitoğlu defnedilmiş ve herkes faillerini arıyordu. Bazı basın organları bunun Fetullah Gülen ve cemaatine yıkmak istese de olayın failleri 2500 km uzaklıktan bu teoriye gülüyorlardı. Tim elemanları merkezlerine dönerek operasyondan sonra, bir hafta izine ayrılırlar. Çünkü onları yeni kara operasyonları bekliyordur. Aynı tim Türkiye'ye, saldırıdan sonra birkaç kez daha gelir ve burada bazı takipler ve raporlar tutar. Ocak 2004 yı lında Necip Hablemitoğlu cinayetini işleyen ekip elemanları Ortadoğu departmanı oldukları için, lrak'a gelirler. Burada yapacakları iş ise Alman diplomatlarını korumaktır. Bu tim bölgeyi çok iyi bildiği için ve yöre halkı ve Barzani aşiretiyle iyi ilişkilerde oldukları için burada görevlendirilirler. Thomas H. ve ekibi; Kürt peşmergeleri arasında ve PKK kamplarında "eğitmen olarak" sevilen bir kişiliktir. Çok iyi Arapça bildiği için de yöre halkı tarafından sayılır. Tabi bazı konularda istişare almak için Suriye Özel Kuvvetleri'nden bazı subaylarla da buluşulurdu. Bu timin uzmanlık dalı genellikle Türkiye, Suriye, Irak ve İran olarak bilinir. Buradaki bütün Alman düşmanları ve Alman politikasına ve çıkarlarına karşı olan unsurlar, bu tim tarafından elimine edilir.
88
Timin operasyon bölgesi, Irak'ta güvenli bölgededir. Çünkü Almanlar; Barzani ve Talabani aşiretleriyle yıllardır çok iyi oldukları için, burada her hangi bir sorun yaşama yacaklarını umuyorlardı. Almanlar yıllardır federe bir Kürt devletinin kurulması için çok çaba göstermişler ama bir türlü hayallerindeki Kürt devletinin kurulduğunu görememişler dir. 7 Nisan 2004 günü bir Alman diplomatik heyeti, uzman bir ekip oluşturarak Erbil'deki Kürt aşiretleriyle bir görüşme yapmak için oraya gitmek ister. Almanlar bölgede çok sevil.dikleri için, güvenlik amaçlı sadece iki kişilik bir koruma timi bu kafileyle birlikte yollanır. Bu iki kişilik tim, o zamanlar 25 yaşında olan Tobias R. ve başındaki amiri Thomas H.'den oluşur. Ekip normal olarak yanma birer Sig Sauer tabanca ve birer tane de Kanas marka makineli tüfek alır. Her iki tim elemanın da tam vücutlu kurşungeçirmez bir yeleği vardır. Konvoy Bağdat'tan yola çıkar ve birkaç saat sonra Erbil'e yaklaşır. Bu rutin bir seyahat olduğu için bölgede fazla güvenlik elemanı bulunmazdı. İki güvenlikçi yetiyordu. Konvoy yoluna devam ederken birden bir havan topu konvoyun önüne düşer ve ortalık birden karışır. Her yerden makineli tüfek sesleri duyulur ve onların namlularından çı kan kurşunlar havada uçuşur. Konvoyun önünde giden cipte GSG 9 tim mensubu Thomas. H ve Tobias. R vardır. Kısa bir çatışmadan sonra iki tim elemanı bu olayda öldürülürler. Alman basını bu olayı ciddi şekilde gündeme getirir. Barzani ve Talabani resmi şekilde Almanlardan özür diler. Necip Hablemitoğlu cinayetini işleyen tim mensuplarının ikisi de, cinayetten iki yıl sonra lrak'ta öldürülmüştür.
89
Tabi gerçek bu mu acaba? Bizim Alman getiriyorlar;
kaynaklarımız olayı şöyle olduğunu
dile
"Cinayetten sonra Türkler bunun Almanların işlediğini çok iyi biliyorlardı. Ve kimler tarafından yapıldığını da. Kısa bir süre içerisinde bizim timlerimizin bunu yaptığını tespit etmişlerdi. Türk istihbaratı, buna misilleme olarak bizim tim elemanlarımızı bazı Iraklı aşiretlere azmettirerek öldürtmüş tür."
Yani anlayacağınız Alman kaynağımız bu konuyu bu şekilde yorumluyor. Başka bir sorumuza ise Alman kaynağı mızın verdiği cevap çok enteresan ve Türkiye'de herkesi ilgilendirecek bir konu: "Peki Almanlar ne yaptı?" "Biz ise Kürt aşiretlerinden bazılarını ayarlayarak bir Türk güvenlik konvoyunu pusuya düşürdük ve birkaç tane Türk özel timcisini öldürttük:' Yani anlayacağınız Alman gizli servisi, öldürülen iki GSG 9 elemanının Türkler tarafından öldürüldüklerini dile getirerek, buna istinaden misilleme olarak Bağdat Büyükelçiliğimizin güvenliğiyle sorumlu olan özel timcilerimizi öldürtüyor. Kaynağımızın
bu verdiği bilgiler bizi bile şaşırtmıştı. Çünkü bir hukuk devleti olan Türkiye'de yıllardır bu tip faaliyetler içersinde olan Alman istihbaratçıları sınırlarını aşmış lar ve kendilerinin arka bahçesi olarak gördükleri Türkiye'de artık çok rahatsız oluyorlardı. Hablemitoğlu
cinayetinde artık söz Türk savcılarındadır. Acaba bu konunun üzerine ne kadar gidecekler? Bunu zamana bırakıp görmek lazım ...
90
Türkiye Belediyeler Birliği ve KAV Doğrudan doğruya istihbarat ajanlığı!
Almanların
temel inançlarından biri de, yurtdışında yaşayan her Alman'ın potansiyel istihbaratçı olarak kabul görmesidir. ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler küreselleşme sürecinde, uluslararası sermayenin serbest dolaşımının önünde en büyük engel oluşturan ulus devletlerin zayıflatılması ve mümkünse yıkılması doğrultusunda NGO'lara, yani hükümet dışı sivil toplum örgütlerine bir takım görevler yüklemektedirler. Bunlar arasında, yerel kültürlerin yaşatılması adı altında yürütülen etnik kimlik meselesinin belirginleşti rilmesi ve bu konudaki yaptırımlar ilk sırayı almaktadır. Etnik karşıtlıkların belirlenmesi de bu amaca uygun çalışmala rın en önemli bölümünü teşkil etmektedir. Dinler arası diyalog çalışmaları da bu faaliyetlerin temel direklerinden biridir. Meseleye kısaca bu açıdan baktığımız zaman, Almanya'nın Türkiye'de cirit oynayan en önemli NGO'larından biri de KondradAdenauer Vakfı'dır. Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıfları ve enstitüleri, gerçekte Alman istihbarat servisi BND'nin kontrolünde çalışan, tüm masrafları federal bütçeden karşılanan taşeron istihbarat birimleridir. Buna bir örnek vermek gerekirse, Almanya'nın en büyük partilerinden biri olan Hıristiyan Demokratik Birli91
ği
(CDU) Kondrad Adenauer Vakfı'na, Yeşiller ise Heinrich Böl! Vakfı'na sahiptir. Aynı şekilde Sosyal Demokrat Partisi SPD'nin Friedrich Ebert Vakfı, Hür Demokrat Parti FDP'nin Friedrich Naumann Vakfı da aynı statüdeki vakıflar içerisinde yer almaktadır Almanların
Türkiye'de ve özellikle Çukurova'da oynadı ğı yap-boz oyununun parçalarını bir araya getirmek gerekirse, Adana'da vakti zamanında Düyun-u Umumiye'ye tahsis edilen Kısacıkzadeler Konağı, Adana Ticaret Odası Başkanı Şaban Baş tarafından satın almıyor. Restore edilerek AB ile ilişkilere tahsis edileceği belirleniyor. Peki, Kısacıkzadeler Konağı'nın en popüler yaşayanı kim? Tevfik Kısacık. Hatırla dınız mı? Tevfik Kısacık ne iş yapardı? Bilinen işi Almanya'nın Adana fahri konsolosluğudur. 100 yıl önce Osmanlı'yı bitiren işgal kuvvetlerine tahsis edilen binanın, 100 yıl sonra ulus devleti yok ederek Türkiye'yi bitirmek isteyen AB ile ilişkile re tahsis edilmesinin ardındaki manhk ve düşünceyi görmemek için kör olmak gerekir. Bütün Alman vakıflarının faaliyetleri üç maddede toparlanabilir. Bunların birincisi Kemalizm'in iflas ettiğini ve sorunun geçici bir hükümet sorunu değil, yapay ve uyduruk Türk ulusunu tepeden inme yöntemlerle yaşatmaya çalışan Türk Devleti olduğunun kanıtlanmasıdır. Bir örnek vermek gerekirse; Merkezi Almanya'nın Bonn kentinde bulunan Şeyh Sait Vakfı'nm (1996) çalışmaları doğrudan doğruya Alman desteğiyle, Türkiye ile ilgilidir. Bildiğim kadarıyla Türkiye'de resmi şubesi olmayan vakıf, çalışmaları arasında açıklama lara yer vermektedir. Kürt halkı ile Alman ve Avrupalı halklar arasında diyalogu geliştirmek, Kürdistan'daki savaş kurbanlarına destek sağlamak, Almanya'da yaşayan Kürtlerin 92
yaşam standardının
yükselmesi için çaba harcamak. Bunu bir kenarına yazın, şunu da kaydetmeyi asla unutmayın: Ülkemizdeki Alman vakıflarının programını en özlü ifade eden kişi sanırım Steinbach'tır. 15 Eylül 1998 günü Katolik Kilisesi'ne bağlı Lingen Akademisi'nin çağrısı üzerine verdiği "İslam'ın Avrupa için önemi" konferansında şöyle demişti: "Sorun, Atatürk'ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm'in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını, Türkiye'de yaşayan Kürt-Türk, Müslüman-Laik, Alevi-Devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri şu ana kadar neden yok etmediler bilinemez." hafızanızın
Bu kadar örnek yeter mi? Kondrad Adenauer Vakfı'nm ikinci önemli faaliyeti ise Türkiye'de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak amacıy la Almanya'da adı var kendi yok olan federal sisteme geçişi koordine etmek. Yeşillere bağlı olan vakıf, faaliyetlerini Güneydoğu'da özellikle Kürtler üzerinde odaklamaktadır. Halkanın diğer yarısını da Çukurova'da Adenauer Vakfı üstlenmektedir. Türkiye Belediyeler Birliği doğrudan doğ ruya Adenauer Vakfı ile çalışır. Verdiğim örneklerle Alman vakıflarının Türkiye ile ilgilerini sanırım yeteri kadar anladınız. Dikkat edin, tarikat ve bölücülük aynı paralelde işlen mektedir. Şimdi asıl konumuza dönelim. Türkiye Belediyeler Birliği'nin Alman Kondrad Adenauer Vakfı'nın güdümünde çalışmadığını hiç kimse iddia edemez. Bırakın iddiayı, ima edenin alnını karışlarım. Türkiye Belediyeler Birliği sadece
93
Alman vakıfları ile değil, Hollanda ve özellikle İsveç ile de bundan sonraki oturumları çok iyi okuyun.
bağlantılıdır. Şimdi
Türkiye Belediyeler Birliği Meclis
Toplantısı
24 Eylül 2003 I Karar No 4: "Birliğimizin, İsveç Belediyeler Birliği ile işbirliğinde,
Türkiye'de yerel yönetimlerin özerkliğinin desteklenmesi projesini yürütmesine oybirliğiyle karar verilmiştir." Başkan
kim? Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç
Durak. Katip üye Ömer Topçu ... O kim? Adana Yüreğir Belediye Başkanı. (AKP) Diğer
katip üye kim? Ahmet Zembilci ... Adana Sofulu Belediye Başkanı. (AKP) 8 Ekim 2003 / Karar No 3: Başkan
Aytaç Durak ... Katip üyeler; Saim Azmaz ve Re-
fik Caymaz. "Türkiye Belediyeler Birliği ile Kondrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği arasında eğitim projesi çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin yönerge haline getirilmesine ve yönergenin hazırlanmasında birlik encümeninin yetkili kılınmasına ..." 24 Eylül 2004 /Karar No 6: Başkan yine Aytaç Durak. .. Katip üyeler Ömer Topçu, Ahmet Zembilci.
94
"Birliğimizin
hizmetleri şebekesi kurulması için Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü ve Alman Teknik İşbirliği (GTZ) Kurumu ile protokol yapılmasına ve yerel altyapı hizmetleri şebekesi kurulması için gerekli çalış maları yürütmesine oybirliği ile ... " 15
Mayıs
yerel
altyapı
2003 / Karar No 6:
Aynı
kurulda başkan yine Aytaç Durak ... O dönemde katip üyelerin triyosu bazen değişse de genellikle aynı: Sayım Azmaz ve Refik Caymaz. "Avrupa Yerel Yönetimler Sınır Ötesi İşbirliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasındaki konferansın İçişleri Bakanlığı, Avrupa Konseyi ve Kondrad Adenauer Vakfı ile işbirliği içinde düzenlenmesine oybirliğiyle ... " TürJriye Belediyeler Birliği'nin 3 Ocak 2003 tarihli oturumunda alınan kararlar ise hayli ilginç. Bu kez perakendeye gerek görmeyip toplu karar alınmış. 3 Ocak 2003 /Karar 8: "TBB'nin Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği Ortadoğu Doğu Akdeniz Bölge Teşkilatı'na üye olunmasına ... Karar 9: TBB'nin Belediyelerde Performans Ölçümü Projesi Yönlendirme Komitesi'nde yer alınmasına oybirliğiyle ... Karar 10: TBB'nin Kondrad Adenauer alanında işbirliği yapmasına oybirliğiyle ...
Vakfı
ile
eğitim
Karar 11: TBB'nin Güneydoğu Avrupa Ulusal Yerel Yönetim Dernekleri İletişim Ağına üye olunmasına oybirliğiyle...
95
Karar 12: TBB'nin Dünya Birleşik Kentler Federasyonu'na üye olunmasına oybirliğiyle ... Karar 13: TBB'nin Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Avrupa Eğitim Kurumları lıetişim Ağı'na üye olunmasına oybirliğiyle ... Karar 14: TBB'nin Yerel Demokrasi Ajansı & Yerel Demokrasi(!) Derneği'ne üye olunmasına oybirliğiyle ... liği
Karar 15: TBB'nin Hollanda Belediyeler Derneği ile yapmasına oybirliğiyle ...
işbir
Karar 16: TBB'nin Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Avrupa Eğitim Kurumları İletişim Ağı ile ortak eği tim toplantısı düzenlenmesine oybirliğiyle ... Karar 17: TBB'nin İsveç Yerel Yönetimler Derneği ile. iş birliği yapmasına oybirliğiyle ... Karar 18: TBB'nin Yerel Yönetim Hizmetlerine Nitelik Kazandırılması Projesi Yönlendirme Komitesi'nde yer almasına oybirliğiyle ... Karar 19: Çevre Bakanlığı ile TBB'nin birlikte Stratejik Çevresel Değerlendirme ile ilgili Türkiye'nin Kapasitesinin Güçlendirilmesi Projesi'nin Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'ne başvurulması ve kabul edildiği takdirde yürütülmesine oybirliğiyle ... Yerel yönetimlerin özerk hale getirilmesi demek, aşkına, federasyon sistemi demek değil midir?
Tanrı
Böyle bir federasyon ileride Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin konfederasyonlar halinde getirilerek parçalanması anlamına gelmez mi? Bu gelişmeler, Menderes'in 1950'1i yıllarda söylediği "Küçük Amerika" modeline doğru geçiş sürecinin hızlandırılması demek değil midir? 96
Türkiye Belediyeler Birliği'nin Adenauer Vakfı ile bağlan hala daha anlamadınız mı?
tılarını
Doğrudan doğruya
Alman vakıflarının istekleri doğ rııltusunda faaliyet gösteren Türkiye Belediyeler Birliği'nin Genel Başkanı, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak'ın her fırsatta kin ve nefretini kusan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir konusunda neden sustuğunu anladığınıza eminim. Bence anlamış olmalısınız. Her şeyin bir bedeli vardır. Almanlar bu faaliyetlerinin karşılığında üstüne üstlük pekala para da kazanmaktalar. Alman İstihbaratı ve Dinci guruplar Alman İç İstihbarat Servisi'nin kontrol ve güdümünde Türkiye karşıtı eylemlerini sürdüren PKK, Dev-Sol, TİKKO, Milli Görüş Teşkilatı gibi terör örgütü ve radikal grupların arasında
11
Kaplancılar"ın
mümtaz bir yeri
vardır.
Kendi a:rya-
yasasında
Komünist Partisi'nin kurulmasına olanak tanıma yan Alman Devleti, Türkiye'den kaçan tüm komünist terör örgütlerinin militanlarına, sığınmacı statüsü verip maaşa bağlayarak destek vermekte; yine anayasasına göre laikliği temel kural kabul eden bu devlet, Türkiye'deki tarikatların ve mezhepsel yapılanmaların kendi ülkesindeki uzantılarına da adeta kol-kanat germektedir. Bırakınız uzak geçmişi, Hitler döneminin en yüz kızartıcı insan hakları ihlil.Jlerinin hatıra ları ve müzeye dönüştürülen toplama kampları gibi somut izleri dururken; Türkiye ile ilgili olarak, "Ermeni", "Pontus", "Kürtçülük" gibi çarpıtılmış etnik sorunları bahane ederek insan hakları sorgulamasında bulunabilmektedir.
97
Kesin olan gerçek şu ki, Alman Devleti, sadece Alman kökenli vatandaşları için bir "Hukuk Devleti"dir. AB ülkeleri dışında kalan "arka bahçe" ya da bir başka ifadeyle "hayat alanı" içindeki ülkeler içinse bir "Faşist Devlet"tir. Bu çifte standart, Alman ırkçılığı ile özde~leşen devlet politikasının tipik göstergesidir. Sadece Türkiye'den şu veya bu şekilde gidip de Alman İç İstihbarat Servisi'nin kontrol ve güdümünde eylem koyan komünist, bölücü, mezhepçi-şeriatçı militanlar için tanınan hak ve özgürlükler, Alman Devleti'nin hasım yüzünü ortaya koymaktadır:
98
1.
Türkiye'de terör olaylarına karışıp da hakkında "kırmızı bülten" çıkarılmış onbinlerce terörist, suç dosyalarındaki cinayet ya da benzeri suç fiillerine bakılmaksızın, iade edilmek bir yana, "sığınmacı" statüsünde kabul görüp, sosyal yardımlarla bizzat Alman Devleti tarafından beslenmektedir. En son yaklaşık 30.000 Türk vatandaşının ölümünden sorumlu Abdullah Öcalan'ın yargılanması ile ilgili olarak bu ülkenin takındığı tutum, bir hukuk devleti olmanın ötesinde, oportünist bir faşist devletin tüm belirtilerini ortaya koymaktadır.
2.
Almanya'daki ve de AB ülkelerindeki uyuşturucu trafiğinin önemli bir bölümünü, "sığınmacı" statüsünde kabul edilmiş militanlar gerçekleştirmekte dir. Keza, boyutları büyük meblağlara ulaşan haraç, kalpazanlık, beyaz kadın, kaçak göçmen ve illegal silah ticareti, siyasal cinayet, kamu malına zarar, hırsızlık, çevre kirliliği, yasadışı gösteri gibi suçların önemli bir bölümü, söz konusu sığınmacı statüsü ta-
nınmış militanlar marifetiyle işlenmektedir. İşlenen bu suçlarla, yakalanıp da cezaya çarptırılanların oranına bakıldığında, Almanya, "fail-i meçhuller" açısında~ dünyanın en ileri ülkesidir.
3.
Eylemleriyle Türkiye'ye ait sefaret binalarına, THY Bürolarına zarar vermenin de ötesinde ileri gidenler, yani sınırları önceden belirlenmiş suç işleme hakkını suiistimal ederek Almanya'nın imajını zedeleyenler, özel mülke zarar verenler ya da kamu mallarını tahrip edenler, -bazı hallerde- gözaltına alınabilmektedir. Ancak, yargılama süreci başlamadan Alman İç İstihbarat Servisi'nin militan gözlemcisi konumundaki avukatları devreve Turizm
ye girmekte; servisin kontrol ve güdümünü ve de tetikçiliğini
üstlenenler salıverilmektedir. Böylece, onbinl~rce militan, Alman "derin devleti"nin mutlak gözetiminde tasmalanmaktadır. Sınır dışı ya da Türkiye'ye iade işlemi, militanlar yerin~, b·asit ve önemsiz disiplin suçları işlemiş Türk işçi çocukları için uygulanmaktadır. I. BND ve Almanya'daki Türk
şeriatçıları
1970'lerin başlarına kadar, Türkiye'nin etnik ve dinsel sorunları ile ilgili sosyal istihbarat çalışmaları yürüten. ve bu çalışmalar için bağlantılı akademisyenleri (filolog, tarihçi, sosyal antropolog vb.) kullanan Alman İç İstihbarat Servisi, bu yıllardan itibaren ajitasyon faaliyetlerine hız vermiştir. Nedenine gelince; Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu gibi konularda bütün Avrupa ülkeleri gibi Almanya'nın da Türkiye'ye husumet göstermesi üzerine, Türk basınında bazı kalemler
99
bir kampanya çağrısında bulunmuşlardı: "Türk işçileri, Alman bankalarındaki tasarruf mevduatlarınızı hemen çekin ve Türkiye'deki bankalara yatırın!" işte
bu kampanyanın Alman ekonomisini zora soktuğu nu; Alman devletinin imaj ve otoritesine zarar verdiğini saptayan Alman İç İstihbarat Servisi, Türk sağı ile doğrudan ilgilenmeye başlamıştır. İlk hedef, liderliğini M. Serdar Çelebi'nin yaptığı Avrupa Türk Dernekleri Federasyonu olmuştur. Türkiye aleyhine Avrupa'da yürütülen her türlü kampanyaya karşı dev kitlesel protesto eylemleri ile karşılık veren bu örgütü pasifize etmek, mümkünse de parçalamak için, yöneticileri büyüteç altına alınmıştır. Gerek, "Papa Suikastı" olayına adı karışan Serdar Çelebi ve gerekse uyuşturucu trafiği ile ilişkili bazı üst düzey yöneticiler ve aktif üyeler, Alman İç İstihbarat Servisi marifetiyle gözaltına alınarak sorgulanmış ve bu kişi ler, bağlantılı avukatlar kanalıyla "serbestiye ve siyasal dokunulmazlık" karşılığı ülkücülüğü terk ile "siyasal İslamcılığa" kanalize edilmişlerdir. Avrupa'daki Türklerin en etkili sivil toplum örgütü olan federasyon, bu suretle, önce amacını ve etkinliğini yitirirken, ardından ikiye bölünerek pasifize edilmiştir. Alman iç İstihbarat Servisi, ayrıca, Türklük bilincine karşı mezhep bilincini egemen kılmaya yönelik stratejisinin gereği, Türkiye dahil Avrupa'daki en güçlü Alevi örgütlenmesine -kendi ülkesinde- olanak vermiştir. Alman İç İstihbarat Servisi'nin destek verdiği ve maşa olarak kullandığı en önemli şeriatçı yapılanma, tüm Almanya'da ve pek çok Avrupa ülkesinde ve Türkiye'de örgütleşme sürecini tamamlamış olan "Milli Görüş Teşkilatı"dır. 1970'1erin başından itibaren Almanya'daki Türk işçileri arasında örgütlenme çalışmalarını sürdüren bu örgüt, Türklük bilinci yeri100
ne dinsel bilinci; milliyetçilik yerine ümmetçiliği öngördüğü için, Alman İç İstihbarat Servisi'nin şemsiyesi altına alınmak ta gecikmemiştir. Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kararları ile kapatılan Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve Refah Partisi'nin Avrupa'daki uzantısı olarak ortaya çıkan -yeni adıyla- "İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilil.tı", kısa bir sürede "Hamas", "Hizbullah" gibi terörist örgütlerin yanı sıra, başta Libya, Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Malezya, Kuveyt, Pakistan gibi ülkelerin yönetimleriyle de doğrudan ilişki kuracak düzeye gelmiş, Çeçenistan ve Bosna'da silahlı çatışma larda yer alacak ölçüde güç ve itibar kazanmıştır. Alman İç İs tihbarat Servisi, "İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı" aracı lığıyla, başta Türkiye olmak üzere, tüm İslam Dünyası'ndaki şeriatçı yapılanmalara nüfuz edebilmektedir. Bu teşkilatın özellikle de A.B.D. karşıtı "Hamas", "Hizbullah" gibi örgütlerle organik ilişki içinde bulunmasi, bölgede ABD. ile çıkar çatışması halini sürdüren Almanya için stratejik bir avantajın elde tutulması anlamına gelmektedir. Alman İç İstihbarat Servisi'nin "İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı"na sağladığı siyasal ve lojistik desteği şöyle özetlemek mümkündür: 1. Alman Devleti, Milli Görüş Teşkiliitı'nın Türk işçile ri arasında nüfuz ve itibarını arttırarak daha da güçlenmesini sağlamak için Köln'de "Şeyhülisliimlık" kurmalarına izin verdiği gibi, resmi makam olarak da tanımıştır. Ancak, Almanya'daki Türk Konsolosluklarının verebileceği resmi evrakın bir bölümünü (özel hukuka ilişkin olanları; yani evlenme akdi, çocuk belgesi, özel beyan on.ayı vb.) bu "Şey hülislamlık" makamının verebilmesini mümkün ve geçerli kılmıştır. Teşkilatın tarihsel ve ideolojik özlemini gösteren bu 101
makamın varlığı,
Almanya ile aramızdaki ikili antlaşmala rın yeniden gözden geçirilmesi gereğini gündeme getirmiş tir. Ancak nedense, Türkiye bu oldu-bitti durumunu sineye çekmenin ötesinde misilleme kararlılığını gösterememiştir, gösterememektedir de. 2. Alman İç istihbarat Servisi, bu teşkilata, gerek Almanya içinde ve gerekse delegasyon olarak gittikleri ülkelerde "koruma", "rezervasyon", "para transferi" ve "protokol" hizmetleri sunmaktadır. Ayrıca, her yıl yapılan Hac organizasyonunun yanı sıra, Türkiye'deki genel seçimler için onbinlerce üyesinin uçaklarla taşınmasının yarattığı tüm sorunlar, Alman İç İstihbarat Servisi kanalıyla çözümlenmektedir. Suudi Hükümeti, Türk Hükümeti'ne koyduğu hac kotasını Milli Görüşçülere uygulamayarak itibar ve güç desteği verirken; diğer taraftan da Almanya ile yazılı olmayan bir dayanışma sergilemektedir. Almanya ise, bu teşkilatın üyelerinin genel seçimlerde Türkiye'ye taşınmasına aracılık etmekle, Türk siyasal yaşamına dolaylı da olsa müdahale gücünü elde etmektedir. Bu karmaşık ve çok taraflı çıkar ilişkisinin tek mağduru vardır, o da yüz binlerce saf vatandaşının kendisine düşman edilmesine seyirci kalan Türk Devletidir. 3. Alman İç İstihbarat Servisi, son yirmi yıldır Milli Görüşçülerin imaj mühendisliğini de üstlenmiştir. Köln'de düzenlenen kongreler, stadyumlarda en az 30.000 ile 50.000 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen "Barış ve Kardeşlik Şen liği" gibi adlar taşıyan etkinliklerle tabana mal edilmeye çalışılmaktadır. M. Sabri Erbakan'ın Genel Başkanlığını üstlendiği bu teşkilat, hatipleri itibariyle kapatılan Refah Partisinin 102
Avrupa'daki sesi olma havasını da sürekli olarak pompalamaktadır. Alman İç İstihbarat Servisi, bu teşkilatın hatiplerine ve üst düzey yöneticilerine ikamet iznini hiç ama hiç sorun çıkarmaksızın sağlamaktadır. Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz gibi isimlerin Almanya'da bu kadar uzun süreyle nasıl kalabildiğinin başka bir açıkla ması bulunmamaktadır. Türk Devleti bu hain odağın üst düzey maşalarına karşı ne gibi önlem almaktadır? Acıdır, önlem almadığı gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili olarak dokunulmazlık zırhına bürünmelerine; daha fazla kitlelere ulaşıp zehirleme fırsatına sahip olmalarına karşı Türk Basını, haklı bir biçimde Merve Kavakçı, Oya Akgönenç gibi A.B.D. vatandaşlarının üzerine giderken, Alman İç İstihbarat Servisi'nin maşalığını yapan bu teşkilatın üst düzey yöneticilerinden T.B.M.M.'de milletvekili olanları ise atlamaktadır." İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı'nın; bırakın laik ve Türkiye aleyhtarı söylemlerle dolu yerel toplantılarını, stadyum toplantılarında sarf edilen sözlerden dolayı, teşkilat yöneticilerinin D.G.M.'de yargılanmaları işten bile değildir. Yeter ki Cumhuriyet Savcıları görevlerini ihmal etmesinler.
iL BND ve
Kaplancılar
Alman İstihbarat Servisi, Milli Görüşçüleri, uzun vadede, daha ziyade legal görünüşlü faaliyetlerde kullanmaktadır. Bir başka ifadeyle, tetikçilik yaptırarak yıpratmayı düşünme mektedir. Bu itibarla, şeriatçı militanlık alanındaki boşluğun dol durulması, Kaplancılara bırakılmıştır. Almanya'daki en radikal isliimi grup olarak bilinen Kaplancıları tanımak için önce müteveffa lideri Cemalettin Kaplan'ın, nam-ı diğer "Kara Ses"in bilinmesi gerekir: 103
1926'da Erzurum'un İspir ilçesinin Dangis köyünde doğan Cemalettin Kaplan'ın etnik kökeni ile muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Türklükten nefreti sabit olan bu meczup, cahil mollaların köy evlerinde (sözde medreselerde) dini eğitim aldıktan sonra nurcularla münasebet tesis etmiştir. Yurdun pek çok yerinde imamlık, vaazlık yaptıktan sonra, Türk Devleti'nin kendini savunma mekanizmasının işleme yişinden de yararlanarak oldukça önemli görevlere gelmiştir. Sırayla ilkokul, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitiren ve yaklaşık 40 yaşında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden de mezun olan meczup, oğlu tarafından kaleme alınan biyografisine bakıldığında, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde "Müfettiş", "Personel Dairesi Başkanı", "Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı", "Adana Müftülüğü" gibi nitelik isteyen işlevsel görevlerde bulunmuştur. 12 Eylül döneminde, Adana'da açmış olduğu illegal medresenin Sıkıyönetim Komutanlığı'nca fark edilmesinden sonra, resmen emekliye sevk edilen Cemalettin Kaplan, medresesindeki eğitimi noksan kalan 400'ü aşkın özel seçilmiş İmam-Hatip Lisesi öğrencisinin eğitimi ni tamamlamak amacıyla Almanya'ya gitmiştir. Başlangıçta, Kaplan'daki cevheri keşfedemeyen Alman İç İstihbarat Servisi, turist olarak ya da kaçak yollardan Almanya'ya girmeye çalışan öğrencilerinin bir kısmını sınır dışı etmiştir. Cemalettin Kaplan'ın Almanya'da ilk sığındığı teşkilat, "Milli Görüş Teşkilatı" olınuştur. Başlangıçta, bu teşkilatın "Fetva Komisyonu Reisliği"ni yapan Kaplan, ihanet yolundaki yarışta, derin ilmine duyduğu özgüven, megalomani ve de liderlik hırsı ile bu teşkilattan koparak "Avrupa İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği"nin kurucu başkanlığını üstlenmiş tir. 1983'den itibaren Köln'de Ulu Cami adını verdikleri sözde 104
dinsel mekanda -gerçekte örgüt merkezi- kurduğu medresede "Kaplancı" yetiştirmeye başlayan Cemalettin Kaplan, bir süre sonra Alman İç İstihbarat Servisi'nin dikkatini çekmeyi başarmıştır. Türkiye'den Almanya'ya kaçak yollardan giren ya da turist vizesiyle gelip de geri dönmek istemeyenleri ağına düşüren Cemalettin Kaplan, bu suretle mürit sayısını 3.000'li rakamlara ulaştırmıştır. Alman İç İstihbarat Servisi, söz konusu müritleri "sığınmacı" statüsünde kabul etmiş, ancak çalışma izni vermeyerek tüm mesailerini Kaplan'ın emrine hasretmelerini sağlamıştır. Müritlerini "mücahit" ve "mücahide" olarak tanımlayan Kaplan, bunların askeri disiplin içinde eği timi (özellikle bomba eğitimi) konusunda mesafe kat ettikten sonra, "Milli Görüş Teşkilatı" ile tüm organik ilişkisine son vererek, yine Köln'de "Federe İslam Devleti Reisliği"ni ilan etmiştir. Hemen akabinde de Emir ül-Mü'minin ve Hilafet'ülMüslimin"liğini yani Hilafet Devleti Reisliğini ve Halifeliğini açıklamıştır. Video ve ses bantları ile tüm Avrupa'ya ve Türkiye'ye ulaşarak mürit sayısını arttırmaya çalışan Cemalettin Kaplan, bir yandan da Türk Devleti'ne karşı savaş ilanı nı öngören cihat fetvalarını peş peşe yayınlamıştır. 11
1
Özdemir Sabancı Suikasti ve DHKP-C 9 Ocak 1996'da Sabancı Center'ın 25. katında, Özdemir Sabancı ToyotoSA Genel Müdürü Haluk Görgün ve başkanlık sekreteri Nilgün Hasefe öldürüldü. Bu olay, başta basit bir örgüt eylemi olarak görülüyordu. Hatta uzun müddet katiller ve diğer yardımcıları yakalanamadı. Suikast üzerine yazılanlar ve kamuoyunda konuşu-
Özdemir Sabancı (1941-1996)
105
lan tüm değerlendirmeler, toplumun dikkatini bir yöne doğ ru itiyordu. Cinayetin terör olayı olarak görülmesi yönünde yapılan bu çalışma başarıya ulaştı diyebiliriz. Hiç kimse, T:irkiye'de yaklaşık o günkü tarihlerde otuz beş bin kişiye iş ve çalışma imkanı veren dünyanın en sayılı sanayi kuruluş larının başında yer alan, bir şirketler topluluğunun üst düzey yöneticisi ve ortağının, çok iyi planlanmış bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesinin nedenlerini derinlemesine düşündü ve yazdı diyemeyiz. Saldırıya uğrayan Merhum Özdemir Sabancı, Sabancı Holding'in gerçekten dünya çapında bir kuruluş olmasını sağlayan isimlerin başında geliyordu. Çok çalışkan ve çok bilgili bir şahsiyetti. Medya önünde çok gözükmez, abisine saygılı ve sevgi doluydu. Çocuklarına ve eşine iyi bir aile babasıydı. Ailenin en küçük oğlu olarak 1941 yılında Adana'da doğdu. Tarsus Amerikan Koleji'nde lise öğrenimini tamamladıktan sonra, İngiltere Manchester'da kimya mühendisliği tahsili yaptı. Daha sonra İsviçre'de aynı konuda ihtisas sahibi oldu. Özdemir Sabancı, Sabancı Topluluğu'nun en büyük sanayi birimlerinden Sasa şirketini kura~ ve geliştiren kişiydi. İlgi alanı olan petrokimya konusunda ürettiği başarılı projelerle, Sasa'yı dev bir kimya tesisi haline getirdi. Otomotive olan özel ilgisi ile Temsa'da Mitsubishi Maraton otobüsleri, minibüsleri ve ticari araçlarının üretimini başlattı. Proje üretme konusunda üstün yeteneği olan Özdemir Sabancı, Japonlarla% 50-50 ortaklıkla ToyotaSA ve YazakiSA fabrikalarının kuruluşunu sağladı. Özdemir Sabancı'nın büyük çabalarıyla kurulan Toyota otomobil fabrikası, Türk otomotiv sanayinde çağdaş teknolojiye geçişte ve dışa açılmada kilometre taşı oldu. Sabancı Holding Sentetik Elyaf Otomotiv ve Plastik Grubu
106
Başkanı olan Ôzdemir Sabancı'ya; SaSA, TemSA, ToyotaSA,
PilSA, YazakiSA, SapekSA ve AkkardanSA şirketleri bağlıydı. Hacı Ömer Sabancı Vakfı (VAKSA) tarafından "Özdemir Sabancı" adını taşıyan İstanbul'da bir lise ve Üsküdar Amerikan Lisesi'nde spor salonu, Adana'da Çukurova Üniversitesi'nde kapalı yüzme havuzu, Antalya'da kongre ve konser salonu ve lsparta'da hidroterapi havuzu yaptırıldı. Merhum Ôzdemir Sabancı, dünyayı çok iyi tanıyor, özellikle dünyanın ikinci büyük ekonomisini yakından takip ediyordu ve Japon üretim sistemini ve çalışma prensiplerini çok iyi biliyordu. Uzun yıllar Japonlarla işbirliğini geliştirmiş, çok geniş perspektiften değerlendirmelerle Ortadoğu'nun en büyük sanayi yatırımlarına devam etmek için gecesini gündüzüne katmıştı. Hedefi büyüktü. Anadolu'da kurulacak Ortadoğu'nun en büyük otomotiv fabrikasının planlamaları ve çalışmaları ile meşguldü. Mensubu bulunduğu büyük kuruluşun en büyük hamlesini yaparak, o güne kadar gelinen yolun fersah fersah ötesine sıçra ına imkanı arhk elle tutulur mesafedeydi. Merhum Ôzdeınir Sabancı'nm son çalışmala rında finansal ve teknik sorunların büyük kısmını başardı ğını görebiliriz. Toyota'nın
Türkiye'de yapacağı büyük bir yatırımın; Jagerek Ortadoğu'da gerekse Türkiye'de var olan pazarını bir kaç kat arttıracağı öngörülmüştü. Bu tesisle gerek Türkiye'nin güney limanları hareketlenecek gerekse ihracatı ponların,
artacaktı.
Aynı şekilde
ülke içindeki pazar payı ve diğer yan sanayi değişimi ve gelişimi de önemli ölçüde artacaktı. Japon sermayesi Türkiye için çok daha iyi imkanlara sahipti. O tarihlerde Türkiye'deki enflasyon ve paranın maliyeti çok yüksekti. 107
Fakat dünyada para çok daha ucuzdu. Özellikle Japon sermayesi çok daha ucuzdu ve 1998 yılında baş gösteren Uzakdoğu krizi kapıda olduğu için, Japonlar paralarını daha uzak bölgelerde satmaya çalışıyordu. Ortadoğu için en uzak nokta sadece Lübnan ve Dubai'ydi, Türkiye'de yapabilecekleri bir sermaye hareketi, onları gerek Türk Cumhuriyetlere gerekse Ortadoğu'nun başka ülkelerine rahatlıkla taşıyabilirdi. Arapların İngiliz petrol şirketlerine yakınlığı, İranlıların Almanlarla yapmış oldukları stratejik beraberlikler Japonları zorluyordu. Türkiye onlar için uygundu hatta ülkenin en başarılı iş adamları ile yapacakları ortaklık, çok daha büyük imkanları beraberinde getirecekti. İki binli yıllara girerken, Japon devi Toyota'nın yönetim kadrosu umutluydu. Projeleri için çok düşünmüşler ve çok iyi bir bütçe çalışması yapmışlardı. Açık denizlerde çalışan gemi fabrikalarının bir kaç katı olacak sabit bir fabrika, gerek yüzen fabrikalarında, gerekse mevcut yatı rımlarında çok büyük verim ve üretim avantajı sağlayacaktı. Japonlar 1990 yıllarda Amerikan otomotiv üretimini geçmiş, dünyada en büyük üretici durumuna gelmişlerdi. ABD bir zirve toplantısı yaparak Japonya'nın frene basması için baskı yapmıştı ve Japon üretimini sınırlamıştı. Şimdi 2000'li yıl larda Japonlar büyük bir atılım yapıp, Ortadoğu'ya ve hatta Afrika'ya ihracat hamlesi yapacaklardı. Japonların yaklaşık
sekiz milyar dolar olacağı tahmin edilen Türkiye'deki yatırımı. .. Bu Türkiye için çok büyük bir projeydi. Merhum Özdemir'in üç yıldan fazla Japonya'da kalması ve hatta Japonca öğrenmesi aslında ne kadar büyük bir yatırımın yapılacağını bize gösteriyor. Bununla birlikte ilk defa Japon sermayesi, o güne kadar gelen sermaye birikimini daha hissedilir bir oranda arttıracak, önemli bir yatırımla 108
kendini Türkiye'de gösterecekti. Türkiye'ye Japon sermayesinin gelmesi, uzun yıllardır beklenen bir olaydı. Japon sermayesinin artması ve otomotiv sektöründe büyük yatırımları güçlendirmesi, kimlerin menfaatlerini engellerdi? Türkiye'de üretim yapan ve pazar alam olan hangi otomotiv devlerinin işine gelmezdi? Bunu açıklamak çok zor değil. Almanya ve Fransa için büyük pazar olan Türkiye'de; eğer Japon devi Toyota üretime geçerse, bu onlar için büyük bir yıkım olurdu. En azından bunun sonucu olarak %30 pazar kaybı demekti. Bunu engellemenin yolu bu projeyi sürdüren kişileri ortadan kaldırmak veya gözdağı vermek ve geri adım atmalarım sağlamaktı. Çok iyi planlanmış bir hamleyle işin ideolojik kılıfı hazırlanarak kamuoyunun dikkati başka yöne çevrildi. Büyük yatırım projesi ülkenin önünü açacak projelerden biriydi Ancak tümü ile Japonların bu düşünceleri, 1996 yılının soğuk ve puslu Ocak sabahı son bulmuştur. O sabah Özdemir Sabancı'yı katledenler çok rahat bir şekilde yurtdışına çıkıp kaçtılar. Kaçışları ile ilgili ayrıntılı bir bilgi yok ancak, Suriye'nin haber alma örgütü EI-Muhaberat'ın verdiği bilgiler olmasa hiçbir zaman öğrenilemeyen bir sır olarak kalacaktı. Özellikle Fehriye Erdal'ın yurtdışma çıkması ve kaybolması çok ilgi çekicidir. Daha sonra Belçika birimleri Fehriye Erdal'ı bir yangın sonrası evinden paketleri çıkartırken şüpheli gördüğü için tutuklamış ve üzerinden sahte kimlik çıktığını bildirmişti ... Mustafa Duyar ise olayın tetikcisi. Bir yıl sonra El Muhaberat tarafından Şam'da yakalanarak Türkiye'ye teslim edildi. Diğer fail, İsmail Akkol da izini kaybettirdi. İlgili dava da 11 sanık yargılandı. Mustafa Duyar, Şubat 1999 tarihinde Afyon 109
cezaevinde öldürüldü. Fehriye Erdal'ın Belçika'da kalmasına ve Nisan 2000'de Türkiye'ye iade edilmemesine karar verildi. Merkezi Belçika -Almanya sınırına yakın olan DHKP-C nin militanı olduğu açıklık kazanan Fehriye Erdal'ın, ilgili savcı lara verdiği bilgilerde, eğer gerçekten Özdemir Sabancı'nın ve yardımcılarının öldürülmesi olayına karışmışsa niçin Belçika makamları zanlıyı Türkiye'ye iade etmekten kaçınıyor hatta geri vermeme kararı alıyor? Gerçekten Fehriye Erdal bu cinayete karıştı mı yoksa bilmeden mi kullanıldı? Sadece onu oraya çalışmak için işe yerleştirenler ve güvenlik tahkikatini yapanlar kimlerdi? Eğer gerçekten DHKP-C militanı ise, polis kayıtlarında hiçbir bilgi yok muydu? En azından akrabaların dan veya başka şahıslardan hiç kimse bu örgütten değil miydi? Bu olaydan sonra bir anda örgüt militanı olduğu ortaya çıkması nasıl açıklanabilir?
Bizim vurgulamak istediğimiz kesinlikle olayın gelişimi, nasıl işlendiği ve kimlerin tetikçi olarak kullanıldığı değildir. Avrupa Parlamentosunda, özellikle Belçikalı milletvekilleri ile bu konu üzerine görüşmüştüm. Hepsinin ortak düşüncesi; Fahriye Erdal'ın Belçika emniyet birimlerine vermiş olduğu bilgilerin, kesinlikle Türkiy,e'ye teslim edilmemesi gerektiğini haklı çıkarır bir potansiyele sahip olduğu yönündeydi. Parlamenterler "Bu cinayette Türkiye ve onun güvenlik güçlerinin de katkısı vardır" demeleri oldukça şaşırtıcıdır. Türk güvenlik güçleri de bu konuda ciddi bir iftiraya uğrayabilir. O yüzden öldürülen tetikçinin örgütle olan ilişkileri ve geçmişi incelendiğinde ilişkilerinin yüksek düzeyde olduğu görülüyor. Cinayetin işlenmesi için, örgüt kendisinden bahsedilmesi ve halen daha eylemlerine devam ettiğini ispatlar bir mesajı vermek mi istiyordu? 11 o
Amaç böyle bir mesaj vermekse, daha kolay bir eylem yapması gerekmez miydi? Özellikle bu eylemin, örgütün cezaevinde olan yöneticileri tarafından verildiği iddiasıyla dava açılmıştı. Ancak örgüt yöneticilerinin, gerek telefon görüşmeleri gerekse kapalı alan görüşmeleri Alman istihbaratı ve diğer haber alma teşki latları tarafından izleniyordu. Türk istihbarat birimleri, eğer bu görüşmeleri takip etmediyse ve eğer böyle büyük çaplı bir saldırıyı önceden haber almadıysa, gerçekten üzerinde düşü nülmesi gereken çok önemli noktalar var. DHKP-C ise Almanya'da uzun yıllardır, milyonlarca mark yardım almış ve orada yeşermiş ideolojik amaçları olan bir örgüttü. Ancak bu eylemle gerçekten çok büyük bir oyunun parçası oldu. Mahkeme salonunda birbirine bağıran örgüt üyeleri, aslında tekelci ve büyük güçlere ne kadar büyük bir hizmette bulunduklarını bilmiyorlardı. Kendi ülkelerinin üretmesi ve satması için yapılacak büyük bir sanayi hamlesini engellediler. Başka büyük bir sermaye grubunun veya gruplarının ekmeğine yağ sürdüler. Bu tip örgütler yapacakları eylemleri iyi düşünürler. Amaçsız ve basit bir terör eylemi olmayacak kadar düşündürücü olan bu eylemin arkasında başka planlar olduğu ortadadır. Almanya'nın beslediği ve desteklediği örgütlerin tüm eylemlerini, saldırılarını hatta özellikle uyuşturucu ticaretini takip etmemesi mümkün değildir. Bu örgütlerin içinde ikili oynayan binlerce ajanı vardır ve örgüt militanlarının bulunduğu noktalar her dakika dinlemede ve takiptedir. Alman istihbaratının Sabancı saldırısını önceden haber almaması mümkün değildir. Bu işi yaptırmak isteyenler, tıpkı bilgisayarlarda virüslere karşı geliştirilmiş "firewall" gibi, ilk önce istihbarat birimlerinde geçmeleri ge111
rekirdi. Çünkü örgütün yönetici kadroları ve diğer üst düzey gruplarının yanında, her zaman gelen ve giden bilgileri kontrol eden ve rapor eden Alman istihbarat elemanları vardı. Bu kontrol duvarları da eğer Türk güvenlik birimlerine bilgi vermiyorsa, o zaman müttefik güçler arasında gerçek anlamda bir sıkıntı var demektir. Bir açılışta karşılaştığım merhum Sakıp Sabancı'ya bu düşüncelerimi anlatmak istedim. Fakat bu konuşmanın kardeşi ni hatırlatacağım düşündüğüm için sessiz kaldım. Kendisini bir kez daha aynı acıyla üzmek istememiştim. Ancak o, bütün bunları bildiğini, ancak elinden bir şey gelmediğini anlatır bir hareketle kafasını salladı ve " Otuz yıllık emeğimizi çaldılar" dedi. Suikastın
operasyonel
şekli
ve faillerin
izlediği
yol
Sabancı Center'da düzenlenen saldırıdan sonra kaçan Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, aylar sonra Alman Gizli Servisi mensupları tarafından saklandıkları yerlerden çıkartılarak, öncelikli olarak Fehriye Erdal ve İsmail Akkol Marmaris'ten Alman BND (Bundesnachrichtendienst ) ve BKA (Bundeskiriminalamt ) tarafından müşterek kullanılan ve bir çok kara operasyonunda lojistik ve paravan olarak çalıştıkları EURO YACHTİNG şirketinin bir yatıyla; Yunanistan'ın Rodos adasına getirildiler. Fehriye Erdal'ın, kendisine verilen bir ilticayı pasaportla Almanya üzerinden Belçika'ya gelmesini sağladılar. İsmail Akkol'un ise AlmanYunan Gizli Servislerinin bilgisi dahilinde, 6 ay Yunanistan'ın Kavalla şehrindeki PKK yanlılarının bulunduğu bir bölge de tutularak, kısa bir süre içersinde İtalya üzerinden, Almanya'nın Bochum şehrine gitmesini sağlamışlardır.
112
Kısa
bir süre sonra Mustafa Duyar da; aynı yat şirketinin bir yelkenlisiyle, tıpkı diğer suç ortakları gibi Rodos'a götürüldü. Nazım Avcı adına düzenlenmiş bir sahte pasaportla, Atina'daki Alman Konsolosluğu'nun ona verdiği Şen gen vizesini kullanarak, Bulgaristan üzerinden Almanya'nın Düseldorf şehrine gitmiştir. Alman İç Gizli Servisi BFV'nin ( Bundesanstalt für Verfasungschutz) (Anayasayı Koruma Teşkilatı) hazırladığı bir rapora göre, 50 yıl sonra Alman nüfusunun, % 20 Kürt kökenli Almanlardan oluşacağıdır. Burada etnik sorunlar yaşanacağı için, ileriye dönük yapılacak çalışmalarda, bu azınlığın geldikleri yerlere geri dönmeleri için şimdiden Alman Dış Gizli Servisi BND'nin Türkiye üzerinde bazı çalışmalar yapması nın ve bu göç için gereken alt yapıyı hazırlaması gerektiğinin, gizli bir raporla Alman İçişleri Bakanlığına sunulduğu bilinmektedir. Almanlar ise kendi memleketlerinde her hangi bir 113
saldırı
veya terör olayı olmaması için gereken önlemleri alıp, bu insanlarla işbirliğine giderek; birçoğuna da Alman pasaportu vererek, onların rahatlıkla Türkiye üzerine oynadıkları oyunların gerçekleşmesi için gerekeni yapmıştır. Türkiye'deki anayasal düzeni silah zoruyla bozmak isteyen bütün Türk ve Kürt kökenli gurupların ve teŞkilatların Avrupa merkezleri Almanya'dır. Peki bunlar nerede konuş lanmışlardır?
PKK
Merkezi Köln
DHKP-C
Merkezi Köln- Düseldorf-BochumDuisburg
KAPLANCILAR
Merkezi Köln- Düseldorf (Bir kısmı tavsiye edildi.)
Yukarıda adını verdiğimiz
bütün Alman şehirlerinin eyalet, Nortrein Westfalen eyaletidir. Bu eyaletin başkenti Düseldorf şehridir. Düseldorf aynı zamanda BFV'nin de merkezidir. Bu merkezden, son 25 sene de toplam olarak 4500 PKK ve DHKP-C üyesi olan teröriste bağımsızlık ve özgürlük savaşçıları olarak Alman pasaportu verilmiştir. 21Temmuz1999 yılında Moldavya'da yakalanarak Türkiye'ye teslim edilen PKK teröristi Cevat Soysal'ın üzerinde de bu iç gizli servisin verdiği Alman pasaportu çıkmıştır. bağlı olduğu
Sabancı suikastını gerçekleştiren zanlıların kısa
bir süre sonra güvenli olarak Almanya'ya gitmeleri de bunun Alman bağlantılı bir suikast olabileceğini kanıtlar niteliktedir. Kır mızı bültenle aranan birkaç teröristin, sahte pasaportla Düseldorf Havaalanı'ndan Almanya'ya giriş yapması, normal 114
bir şey değildir. Çünkü şen gen olmayan devletlerden gelen yolcular, özel bir kontrolden geçerler. Ancak, eğer iç gizli servisin muhbiriyseniz veya bilgi kaynağı olarak çalışıyorsanız, onların bu kontrollerden problemsiz geçmeleri normal olarak görülmektedir. Çokuluslu şirketlerin ve uluslararası sermayenin Almanya ayağının da, Japon sermayesinin Türkiye'de dal budak salmasını istememesinden dolayı bu tip suikastların; hem ABD hem Almanya bağlantılı özel servis operasyonları olarak irdelemek gerekir. Suikastın gerçekleşmesinin nedenlerinden biri de; ucuz Japon sermayesinin yıIIık % 1 faiz oranlarıyla Türkiye'ye girmemesinin ve bunun yerine Alman kökenli bankaların ve finans kuruluşlarının IMF onaylı garanti mektuplarıyla, yüksek faizlerle Türkiye'ye satılmasıdır. Eskiden IMF başkanlı ğı yapan, şu anki Alman Cumhurbaşkanı Horst Köhler de bunlardan biridir. Horst Köhler, Almanya'da Türk düşmanı olarak bilinen bir kişiliktir. Bu finans kuruluşları ve bankalarının, Şubat 2001 ekonomik krizinde Türkiye'ye verdikleri zarar 15 milyar dolardır. Alman Deutscha Bank ve Alman Dresner Bank, Türkiye'den yaptıkları karlarla, uzun bir süreden sonra ilk defa 2001 yılında eksiden artıya geçmişlerdir.
Alman otomobil sektörü için Sabancı Grubu büyük bir sorun oluşturdu ve çok geçmeden boyundan büyük işlere kalkıştığı için pazardan tavsiye edildi. Sabancı Grubu'nun öngörmediği bir gerçek de; "Uluslararası arenada oyunun kuraiları Türkiye'deki gibi değildir." Sektörlerde büyük üretici olabilmek için çok daha emin adımlarla hareket etmek gerekir. Daha doğrusu Türkiye'deki margarin veya su ticaretine benzemeyen bir iştir. Daha ciddi önlemler alınması gerekir. Japon sermayesini ülkeye getirmek isteyen bu gurubun 115
amacı;
otomotiv sektöründe ortak olduğu Japon grubunun oldukça büyük bir tesisini, Anadolu'da kurmaktı. Bu sayede, büyük miktarda insanımıza yan sanayisiyle birlikte istihd anı sağlanması mümkün olacaktı. Bir de şunu da belirtmek isteriz ki; Özdemir Sabancı öldürüldükten sonra, Alman kökenli otomotiv şirketlerinin Türkiye'ye ihracatı, birkaç sene içersinde 10 kat artmıştır .. suikastların
Bu tip
meydana gelmesi ve çözümlenmesi yıllarca sürüp gidebiliyor. Bu tip işler için kullanılan ve Almanya'da yaşayan DHKP-C ve PKK militanlarının % 90'ı, Alman İç Gizli Servisi tarafından, ajan veya bilgi kaynağı olarak kontrol edilmektedir. Fehriye Erdal'ın Almanya'da ikamet etmesi veya orada elini kolunu sallayarak dolaşması da her halde normaldir. Çünkü Belçika gizli servisinin Almanlarla müşterek şekilde bir çalışma gurubu vardır. Eehriye Erdal şu an Almanya'nın Aachen şehrinde ikamet etmektedir. İç gizli servisin ona verdiği bir pasaportla rahatlıkla dolaşabilmektedir. Fehriye Erdal'a dikkati çekmemek için şimdiye kadar ilk defa uygulanan bir prosedür uygulanmış. Ona Türk ismine bir pasaport değil de, Sovyetlerden göç eden bir Alman adına bir pasaport verilmiş; Ad
: STANİSLAV
Soyad
: SWOZİLOVA
Doğum
116
Tarihi
: 11.5.1976
Doğum Yeri
: SUHUMİ
Pasaportun Verildiği Tarih
: 27.03.2007 (Kayıtlara göre)
Verildiği
: Düsseldorf Göçmenlik Bürosu
Yer
Fehriye Erdal'ın Almanya Aachen şehrinde çekilmiş fotoğrafı Aynı
büro,
PKK'lı
Cevat Soysal'a da Alman pasaportu ve
kimliği vermiştir.
Muhtemel olarak, eğer bu haber Türk basının da çıkarsa, o zaman Fehriye Erdal'ın Almanlar tarafından (aynı Kaplan gibi) Türkiye'ye iadesi gerçekleşebilir. lsmail Akkol'un da Düseldorf şehrinde ikamet ettiğini söylüyor. Ama Akkol üzerine Türklerin fazla odaklanmaması, onun o bölgede rahatlıkla yaşamasına sebep oluyor. Bu kişi; Alınan gizli servislerinin bilgisi dahilinde, bir kafeden çıkıp başka bir kafeye veya sinemaya gidebiliyor. Almanlar, DHKP-C ile yaptıkları ikili görüşmelerde, Fehriye Erdal'ın Alman sınırları içersinde hiçbir şiddet eylemi gerçekleştirmemek suretiyle kalmasına göz yumacaktır.
117
Not: DHKP-C; son 10 yılda, alınan örtülü ödeneğinden (Halka açık dernek olarak) toplam 2.5 milyon euro yardım almıştır. DHKP-C derneklerinin bulunduğu Alınan şehirleri; Köln, Düseldorf, Bochurn, Stuttgart, Berlin, Leipzig, Frankfurt, Haınburg, Brernen. Bütün bunlardan sorumlu irtibat memurunun adı ise Bernd Schrnitbauer'dir. Bu şahıs bütün Türk ve Kürt terör guruplarıyla irtibat halinde olup, onlara gereken yardımların yapılmasını sağlamaktadır.
Neden Sabancı? Bu sorunun cevabını bulmak için suikastın olduğu tarihten en az 3 yıl geri gitmek lazım. 1993 yılının Eylül ayında, Alrnanya'nın Stııttgart kentindeki Mercedes Benz firması nın merkezinde, şirketin Ort~doğu ve Asya sorumlusu H. B. adlı şahıs ve bölüm arkadaşları gizli bir toplantı yaparlar. Bu toplantıya Alınan dış gizli servisi BND'den de bir sorumlu katılır. Bir Alınan istihbaratçısının katılmasına sebep olan nedir? Almanlar; 1. Körfez Savaşı'ndan ve Sovyetlerin bölünmesinden sonra, Ortadoğu ve Asya'daki etkinliğini gene eski seviyesine getirmek için bazı girişimlerde bulunmuştu. Bunlar genellikle Alman yanlısı olan ve anti ABD'li olan bazı çevrelere maddi ve materyal destek vermekteydi. Bununla kalmayıp o bölgedeki bazı siyasetçilere, Alrnanya'nın simgesi haline gelmiş olan Mercedes arabaları hediye edilmekteydi. Hatta Gürcistan Devlet Başkanı Şivartnatze'ye de zırhlı bir Mercedes hediye edilmişti. Aynı zamanda başkanın koruma timi ve tüm ekibi Almanlar tarafından eğitilmiştir. Tabi bunların finansörlüğünü Alınan BND'si üstlenmişti. Almanya'da 50 bin euro olan bir araç, Lübnan'da veya Azerbaycan'da iki 118
katıydı.
Bunun için BND ajanları devreye girerek bu problemi sorunsuz şekilde çözmek istemişlerdir. Sorunu çözmek için uygulanan yol, otomobillerin üçüncü bir ülke üzerinden gideceği yere yollanmasıdır. Tabi burada BND ajanlarının ilk aklına gelen ülke Türkiye'dir. Türk Cumhuriyetlerine en yakın ülke olmakla kalmayıp, Alman Gizli Servisi'nin kardeş teşkilatı İran Gizli Servisi'nin de operasyon bölgesidir Türkiye. Her hangi bir problem çıkarsa, bunun çözümü Türkiye'de çok kolaydır. Birkaç ay içinde, Alman BND'si ve Türkiye'de kurulan bir paravan şirket aracılığıyla 1500 adet pahalı Mercedes otomobil, Azerbaycan, Suriye, İran, Irak, Arabistan ve Ürdün'e geçirilmiştir... Bu gizli alım satımlar bununla kalmamıştı ve kısa bir süre içersinde Türk hükümetinin bilgisi dışında Türkiye üzerinden devam etmekteydi. Almanlarla iş birliği yapan Türk köstebekleri de bu pastadan kendilerine bir pay edinmişlerdi. Çünkü Almanlar arabaları Türkiye'ye sokarken bozuk veya ikinci el olarak Türk gümrüklerinden deklere ederek, yerel işbirlikçilerinin de buradan pay almalarını sağlamışlardı. Bu yapılan illegal aktivitelerinin Türk ekonomisine zararı, (bu skandalın Alınanya'da patladığı zamana kadar olan süre içersinde) 150 milyon Alman markıydı. Bütün bu olayın patlamasına sebep olan kişi de rahmetli Özdedir Sabancıydı. Sayın Sabancı öldürüldükten kısa bir süre sonra, Alman Federal Cumhuriyet Başsavcılığının açtığı davayla, Alman Federal Mahkemesi, 12 Alman Mercedes yöneticisine ve 2 BND ajanına karşı, şirketi 700 milyon Alman markı zarara uğratmaktan ve 60 milyon mark rüşvet vermekten yargı lamıştır. Yargılananların üçü altışar yıl hapis cezasına mahkum olmuşlardır. Türk medyasında bu olayla ilgili ciddi bir haber yayınlanmamıştır. Bütün olay Türkiye'de bitiyor. Türk 119
devleti burada 150 milyon mark gümrük vergisi zararına uğ ramasına rağmen, bu konuda hiçbir soruşturma veya takip yapılmaması düşündürücüdür. Tabii bunun arkasında maddi çıkarlar yattığı için, bir iki medya patronun, bu haberin yayınlanmaması için kendi gazetecilerine baskı yaptıklarını birçok gazeteci bilmektedir... Şu an Türkiye'de medya tekelini elinde tutanların sahibi oldukları basın kuruluşlarının, Alman bankalarından aldıkları yüz milyonlarca Euro kredinin, Alman Ticaret Bakanlığı tarafından teşvik edilmesi her halde bunun sebeplerinden biridir. Alman Federal Savcılığını bu yolsuzluk olayında aydınlatan, bilgilendiren ve savcının bu konu., mn üzerine gitmesini sağlayan kişi sayın rahmetli Özdemir Sabancıdır. 1995 yılının Temmuz ayında bu soruşturmanın içeriği Alman basınına sızınca, BND ajanları bu olayın kimin tarafından medyaya sızdırıldığını araştırmaya başlarlar. Nisan 1995'de, Tokyo'daki Alman Büyükelçiliği'nin verdiği bir resepsiyonda; Japon Toyota firması yetkilileri, Alman Ticaret Ataşesi'ne, Türkiye'deki bir ortaklarının bu konuyla ilgili Alman savcılarıyla yazıştığını ve bu yolsuzluğun ortaya çık masında büyük katkıları olduğunu bildirirler. Tabi Japon yetkilinin bilmediği bir konu vardır. Büyükelçilik binasında bu konuyla ilgili konuştuğu ataşe gerçekte bir BND ajanıydı. Japonlar Toyota firmasının bir Alman otomobil firmasıyla flört içinde olduğunu biliyorlardı, ama Japon sermayesinin ucuzluğu nedeniyle bu birleşme bir türlü gerçekleşemiyordu. Çünkü Almanlar, eğer bir birleşme olursa Toyota'nın kuracağı fabrikaların, ya Almanya'da olmasını, ya da Macaristan veya Çek Cumhuriyeti'nde olmasını istiyorlardı. Bunun sebeplerinden biri de Çek Cumhuriyeti'ndeki Mehren eyaletinin Alman 120
ve Macaristan'daki bölgenin de Avusturya sı Yani; dolaylı yoldan ortalama 10 bin Alman kökenli vatandaşa istihdam sağlanacaktı.
kökenli
olması
nırına yakın olmasıydı.
Tabi Japonlar da bunun tam tersini düşünüyorlardı. Çünkü Özdemir Sabancı uzun yıllar Japonya'da kalmış ve onların bütün örf ve adetlerini biliyordu. Kendisi kısa bir süre iç ersinde Japonca öğrenmiş ve birçok Japon üst düzey bürokrat ve yönetici tarafından sevilen ve sayılan bir kişilik haline gelmiş ti. Onlar ise Sabancılarla ortaklıklarını devam ettirmek ve bu yatırımları Almanya ve ya öbür Avrupa ülkelerine nazaran daha ucuz olan Türkiye'de yapmak istiyorlardı. Çünkü Tokyo Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre; Türkiye genç nüfusuyla ve ortalama % 6 bir büyüme ile 25 sene gibi kısa bir süre içersinde Avrupa birliği üyelerinin statüsüne gelmiş olacaktı. Bu da nüfusu 100 milyona yakın olan Türkiye'nin alım gücünün artması demekti. Sırf bununla değil, Ortaasya ve Ortadoğu'da olan iyi ilişkileri ve yakınlığı da Türkiye'yi Japonlar için uygun bir konuma getirmişti. Özdemir Sabancı ise Türkiye'de fabrikanın açılması için kulis yapmaya başla mış, uygun yerler bakmaktaydı. Özellikle de teşvikli bölgeleri araştırtıyordu.
Almanlar bu konudan çok rahatsız olmuşlardı çünkü Türkiye'ye bu yatırımın gelmesi, yan sanayileriyle birlikte ortalama 50 bin kişinin istihdamı demekti. Tabi sırf bununla kalmayacaktı. Kasaları parayla dolu Japon bankaları, Türk müşterilerine ucuz yıllık %1 veya % 2 faizlerle, uzun vade krediler verecekti. Bu da şu demek oluyordu; istanbul'da bulunan Alman bankaları, 90'lı yıllarda Türk şirketlerine mark bazında yıllık % 20 ile krediler verecekti. Bu kredileri Deutsche Bank, Dresner Bank, Volks Bank, Landes Girokasse, Şpar 121
Kasse gibi bankalar, Alman Merkez Bankası'ndan yıllık% 1,5 faizle alıyor, Türkiye'de de 15 katı faizle satıyorlardı. 1990 ile 2007 arası olan süre içersinde Alman bankaları, Türkiye'deki şirketlere ve belediyelere toplam olarak 200 milyar marklık krediler vermişlerdir. Bunlar faizleriyle toplam olarak 370 milyar mark olarak geri ödenmiştir. Eğer bu paralar Japon bankalarından alınsaydı, 200 milyar mark karşılığı, toplamda 240 milyar mark geri ödeme yapılacaktı. Yani anlayacağınız; Alman kredileriyle Japon kredilerindeki ödeme farkı toplamda 130 milyar mark ediyor. Bu fark, 110 milyar dolara mukabildir ki bu bizim şu anki dış borcumuzun yarısına denk gelmektedir. Bütün bu Türk-Japon ortaklıkları, Almanlar da büyük rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı. Çünkü Türkiye, 100 yıldır Almanya'nın arka bahçesiydi. Almanlar için İran'la yapılan bir çok gizli anlaşmalar ve alışverişler Türkiye üzerinden yapılıyordu. Bununla kalmayıp, 1980'1i yıllarda İran'a yapılan ambargoları, Almanlar, Türkiye üzerinden deliyorlardı ve onlara gereken malzeme ve tekniği satıyorlardı. İran Hava Kuvvetleri'nin eğitimini bile Alman Hava Kuvvetleri üstlenmişti. Schleswig Holstein'deki Alman Hava Kuvvetleri'nin üssü, İran pilotlarıyla doluydu. Daha doğrusu, Almanya'nın o bölgesinde bunu bilmeyen yoktu. Herkes hayatından memnundu çünkü İranlılar her gittikleri yerde bol şekilde para harcıyor ve yerel esnafın keselerini dolduruyordu. Peki bütün dünya İran'a ambargo koymuşken, Almanlar neden İran'ı örtülü şekilde destekliyordu? Bazı
iddialara göre, Almanların Türkiye'yi federatif bir şekle sokma projesinde; eğer bir federe Kürt devleti kurulursa, bu kurulan devleti Almanlar değil de, göstermelik İranlı122
!ar destekleyecekti. Almanlar 1970'ten beri bu hayallerin alt yapısını oluşturmaya bakıyorlardı.
Peki İsrail istihbarah, Alman-İran işbirliğine nasıl bakı yordu? Kanada'da yaşayan Yahudi kökenli ve İsrail vatandaşı olan Viktor Ostrowski, "Mossad'ın Operasyonları" adlı kitabında
kendi hayat hikayesini anlatmış ve Mossad'a girişinden atılışına kadar olan süre içersinde katıldığı operasyonlar ilk defa gün ışığına çıkarmıştır. İsrail Gizli Servisi'nin Schleswig Holstein Eyalet Başkanı Uve Barschel'in bu konuyu bildiğini, onu Mossad ajanlarının uyardığını dile getirir. Barschel, bu tehditleri hiçe sayarak, İranlı pilotların eğitimine göz yumar. Çünkü eyalet kanunlarına göre müdahale, sırf eyalet başkanının yetkisi altındadır.
Kısa bir süre sonra Mossad irtibat ajanı Uve Barschel'i, bu konuyu tatlılığa bağlamak amacıyla ikili görüşmeye, İsviçre'ye çağırır. Barschel bu görüşmeye giderek Mossad ajanına rest çeker. Aynı akşam otelde bulunana Kidon Timi (İsraillilerin infaz timidir), Barschelin içeceğine uyku hapı koyarak onu etkisiz hale getirirler. Otel odasının banyosundaki küveti ağzına kadar doldurarak, Uve Barschel'i takım elbisesiyle küvetin içine koyarlar. Uve Barschel, uyku haplarının etkisiyle kısa süre içinde boğularak hayatını kaybeder. Ertesi günü bütün Avrupa basınında Alman eyalet başkanının otel odasında intihar ettiği haberleri çıkar. Alman ve İsviçreli adli tıpçılar bunun bir intihar olduğunu dile getirseler de, Viktor Ostrovski'nin verdiği ifadeler daha inandırıcı geliyor.
123
Almanlar aynı sistemle, taşeron olarak DHKP-C gibi örgütleri kullanmaktadırlar. Çünkü DHKP-C gibi örgütler, Almanya'da PKK'dan daha eski olup, Alman iç ve dış istihbaratçılarıyla yıllardır işbirliğine gitmektedirler. Dursun Karataş ile Alman BND mensubu Richart Lutz adlı şahıs, her sene ya Hollandalıların bilgisi dahilinde Amsterdam'da, ya da Almanya'nın Dusseldorf şehrindeki tren istasyonunda bulunan City Otel'de buluşmaktadırlar. Burada genellikle örgütün faaliyetleri ve örgüt üyelerinin iltica talepleri üzerine görüşülmektedir. DHKP-C, militanlarını, genellikle (Türk güvenlik güçlerinin gözüne batmamak için) Türkiye'den kaçırırken, önce Yunanistan'a, orda kısa bir süre kaldıktan sonra da, ya Yunanistan'dan ya da Bulgaristan üzerinden Almanya'ya geçirirler. Bütün bunlar BND ajanları bilgisi d§hi!inde olur. Sırf BND değil, arada sırada BKA narkotik istihbarat birimi araya girerek, şahsı veya şahısları bir narkotik muhbiri olarak tanı tır, Türk narkotikçilerine bilgi verir ve bu şahsı veya şahısları Almanya'da güvenli bir bölgeye yerleştirir. Bu, her devletin yaptığı (Türkiye hariç) normal bir prosedürdür. Dost ülkelerin vatandaşları narkotikte muhbirlik yaparsa, muhbirlik yaptığı devlet onun güvenliğinden sorumludur. Eğer o şahıs veya şahıslar hayati bir tehlikedeyseler, onların bulundukları yerden tahliyesinden tutun da, yeni yaşayacakları yere; yeni kimliklerden, hayata yeni başlamak için maddi imkanlara kadar destek verilir. En düşük ödeme 100 bin Euro, en yüksek 350 bin Euro civarındadır. Alman BND, BKA, BFV gibi teşkilatların, sırf köstebek için harcadığı para 2006 yılında yaklaşık 150 Milyon Euro'dur. ·Peki, neden bu paralar harcanıyor? Çünkü büyük güvenliği
devletler verdikleri sözlerin 124
arkasında
sonuna kadar durur-
lar, onların milli menfaatleri her zaman kişiler ve kurumların üzerindedir. Şahsın kimliğine, dinine veya ırkına bakılmaz. Onun Almanya devletine, Alman milletine, onların çıkarları ve menfaatleri için yaptığı çalışmalara bakarlar. Özdemir Sabancı neden Alman savcılığını bilgilendirmek istemişti? 02.10.1995 yılında Karlsruhe Alman Federal Cumhuriyet Savcılığı'na Türkiye'den gönderilmiş bir mektup gelir. Bu bir ihbar mektubudur. Mektup, İstanbul'daki bazı üst düzey Alman menajerlerin yaptığı kanun dışı gümrük kaçakçılığıyla, üst düzey Türk ve yabancı iş adamlarına, siyasetçilerine ve bürokratlarına verdikleri rüşvetler üzerineydi. Ekonomik suçlardan sorumlu savcı bu konuyu ciddiye alarak Türkiye'den gelen ihbarı değerlendirir ve ihbarın kaynağıyla irtibata geçmek için İstanbul'a gelir: Kısa bir süre içersinde Özdemir Sabancı'yla İstanbul'daki Alman Konso.losluğu'nun bahçesinde buluşurlar. Savcı gereken bilgiyi alır. Konsolosluktaki BND ve BKA memurları izinli oldukları için bu ziyaretten haberdar olmazlar ama Tokyo'daki BND ajanı, Türkiye'deki kaynağı araştırırken, İstanbul bürosunu bu konuyla ilgili bilgilendirir. Kısa bir süre sonra, İstanbul'daki irtibat memuru Tokyo'ya acil diplomatik kurye ile bilginin kaynağını bildirir. Özdemir Sabancı'nın bu skandalı Türk makamlarına bildirmemesinin sebebi ise, muhtemel olarak Türk işbirlikçilerinin o zamanlar en üst düzeyde (hem siyasi hem de bürokratik açıdan) aktif görevlerde bulunmalarıydı. Bu konu Türkiye'de hiç bilinmeyen bir konudur. Alman makamlarına, daha doğ rusu federal savcılığa resmi yoldan sorulursa, bununla ilgili bilgiler alınabilir. Tabi bu ancak Alman hakimleri bunu kabul
125
ederlerse ve ya Alman derin devleti bu konuya müdahale etmezse mümkün gözükmektedir. Çünkü muhtemel olarak; Alman çıkarları için, Alman faaliyet gösteren ajan ve köstebek ağını yıp ratmamak ve deşifre etmemek kaygısıyla, bu cinayetin de Alman bağlantılı olduğu, aynı Necip Hablemitoğlu cinayetindeki gibi gizemli kalacaktır. Hablemitoğlu cinayetinde de bütün izler Almanya'ya gidiyor. Ama Fetullah Gülen ve cemaatini suçlamak, bazı siyasi guruplar ve köşe yazarlarının işine geliyor. Bu suçlamaları yapan basın kuruluşlarına baktığımız zaman, çoğunun gelir kaynakları ve ortaklık sürdürdükleri şirketlerin Alman kökenli olduğunu görüyoruz. Özdemir Sabacı suikastında ise, bütün belgeler ve deliller Almanya'yı gösteriyor. sınırları dışında
Fehriye Erdal'ın Belçika'da yargılanmadan kısa bir süre önce Almanya'da bir uygulamada geçici olarak tutuklandığı ve 2 gün sonra serbest kaldığı da Türkiye'de bilinmeyen konulardan biridir. Olay şöyle gerçekleşiyor. Polis Memuru Bernd Finkel ve Sabine Kopp, Dusseldorf Tren İstasyonu karakolunda görev yapan iki memurdur. 14.05.1998 günü Dusseldorf'un ünlü alışveriş caddesi König Str'de günlük rutin devriyelerini yaparlar. Caddede bulunana ünlü alışveriş merkezi Kö Galeri önünde şüpheli üç kişi görürler. Kimlik kontrolünde iki erkeğin pasaportları Alman olduğu için temiz çıkar. Ama polis memuru Finkel, erkeklerin yanlarında bulunan kadının pasaportunda bir sorun görür. Çünkü pasaportun Almanya vizesi vardır ama günü bitmiştir. Emniyete götürülerek parmak izi alınır ve fotoğraf ları çekilir. Parmak izini alan memur, bilgisayara verileri girdikten birkaç saniye sonra alarm çalar ve İnterpol tarafından 126
cinayetten aranan Fehriye Erdal deşifre olur. Karakolun çevresinde hareketlilik başlar. Çünkü Dusseldorf, Köln şehrin den sonra, hem PKK'nın hem de DHKP-C'nin ana merkezidir. Karakol amiri Tilo Jung, olayı hemen LKA Düsseldorf'a bildirir. Oradan hemen terör uzmanları gelerek Fehriye'yi alıp merkeze götürürler. Kısa bir süre burada sorgulanır ve nezarethaneye atılır. LKA binasının önünde 500 kişilik DHKPC gurubu toplanır. Cinayetin gerçekleşmesi için emir veren Dursun Karataş Amsterdam'dan gelerek, hemen BFV irtibat memuruyla buluşur ve Fehriye'nin hemen serbest bırakılma sını ister. Aksi takdirde büyük sorunlar yaşanabileceğini dile getirir. Karataş BFV amirleriyle görüştükten sonra karakola ertesi sabahı acil bir faks gelir: "Zanlının serbest bırakılması ve kimliğinin geri verilmesi" emredilir. BFV ve DHKP-C'nin yaptığı gizli anlaşma şöyleydi: Örgüt Almanya sınırları içersinde hiçbir eylemde bulunmayacak ve herhangi bir Türk Konsolosluğu'na veya lokaline, dernek gibi yerlere saldırı da bulunmayacaktı. Buna karşılık Fehriye'nin ortalıkta dolaşmaması ve basına konuşmama şartı koyulmuş tu. DHKP-C bu şartı kabul ederek Fehriye'yi güvenli bir bölgeye götürüp, skandalın basına sızmamasını sağlayacaktı. Fehriye 8 aydır, suç ortağı İsmail Akkol ise 8 yıla yakın bir süredir Almanya'da ikamet etmektedir. İsmail Akkol, Bochum şehrinde DHKP-C'ye yakın olan bir dernekte çaycı olarak çalışmaktadır. Bochum'un Fichten'de bulunan Bingöl Cafe adlı, ağırlıklı olarak PKK ve DHKP-C yanlılarının takıldığı bu lokal, genellikle Hollanda ve Belçika üzeri uyuşturucu kaçakçılığı yapan zanlıların geldiği ve buluştuğu bir lokaldir. Bochum narkotik şubesinden Emniyet Amiri Willi Neumann, 2001 yılının Kasım ayında bu lokale operasyon düzenler. 127
Lokalin içindeki herkes gözaltına alınır. İsmail'de bu gözaltına alınanlar arasındadır. Üstünde çıkan sahte pasaport bir Alman pasaportudur ve Dusseldorf BFV teşkilatı tarafından 1998 yılında kendisine verilmiştir. (Bu bizim bildiğimiz pasaportlardan değildir. Alman olmayıp başka milletlerden gelen ve kimliği olmayan kişilere verilen bir kimlik niteliğindedir, ancak bu pasaportla Türkiye hariç bütün dünyayı gezme imkanını vardır. Pasaportun adı Almanca da Fremden Pass olarak geçer.) Neumann, İsmail'in pasaportuna bakınca, bunun BFV verilen bir kimlik olduğunu hemen anlar. Müdürünü arayarak onu bu konuda bilgilendirir. Aynı Fehriye'deki gibi ona da hemen bir telefon gelerek şahsı derhal serbest bırakmasını isterler. İsmail Akkol hep geri planda kalmıştır. Çünkü Türk kamuoyu yıllardır Fehriye ile yatar, Fehriye ile kalkar. Ama olayın üçüncü suçlusu üzerinde kimse ne yazar ne çizer. Kendisi hayatından memnundur çünkü hiç göze batmaz. Evinden işine, işinden evine gider. Kendisinin Claudia Hahn adında bir Alman kız arkadaşı vardır ve onunla bu sene resmen evlenmeyi istemektedir. Ama DHKP-C örgütü onun deşifre olmaması için bu evliliğe sıcak bakmaz. İsmail'in kullandığı sahte pasaport ise, Düsseldor BFV'si tarafından 2000 yılında verilmiştir. Pasaport bilgileri aşağıdaki gibidir: tarafından
128
Adı
:TUNA
Soyadı
:ONUR
Doğum
Tarihi
: 13.5.1972
Doğum
Yeri
:İSTANBUL
Bochum Vergi Dairesi'nde yaptığımız araştırmalarda, vergi mükellefi olarak, 1999 yılından 2000 yı lma kadar geçen süre içersinde, PKK'nın Avrupa'daki günlük yayın organı Özgür Politika gazetesinde dağıtım elemanı olarak çalışmış gözükmektedir. Tuna Onur
adıyla
2001 Mayıs ayından2005 yılma kadar kaydı, Fichten Str.'da bulunan Bingöl dernek binasında sigortalı olarak bulunmaktadır. 2005 Eylül ayından şimdiye kadar olan bir süre içersinde ise kendisi Bochum işçi bulma kurumuna kayıtlı olarak işsizlik parası almaktadır. İşsiz kalmasının nedeni; "Fehriye Erdal'm Belçika'da deşifre olmasından kısa süre sonra, İsmail Akkol'un da Almanya'da bulunduğunun Türk güvenlik güçleri tarafından tespit edilmesi, Almanya'nm uluslararası kamuoyunda zor duruma düşmesine sebep olabilirdi. Bu risk düşünülerek, İsmail Akkol'un bulunduğu işe son verip evine kapalı şekilde (en azından geçici bir süre) saklanmasını BFV ajanları istemiştir."
Sivas katliamını
gerçekleştirenler
de Almanya'da
Almanlar, suikastlarda kullandıkları tetikçilere her zaman sahip çıkmışlardır. Sırf Sabancı suikastını gerçekleştirenler değil, Sivas katliamını yapan caniler de kısa bir süre sonra soluğu Almanya'da almışlardır. Onlar genellikle solcu Türk gurupların bulunduğu bölgelerde değil de, daha değişik eyaletlerde yaşarlar. Sivas katliamından dolayı uluslararası tutuklama kararıyla aranan zanlıların çoğu, Almanya'nın Baden Würtemberg eyaletinin bir ilçesi olan Manheim şehrinde bulunmaktadırlar. Kaplancılarla irtibat da olmaları ve onların camilerinde çalıştıkları bilinmektedir. Bunu Türk makamları da biliyor ama bir şey ya129
pamıyorlar
veya yapmak istemiyorlar. Düşünün; Madımak Oteli'nin kundaklanmasından sonra BND ve BFV organizeli Alman basını Türkiye'ye çullanmış ve burada, "14 milyon olan Alevilerin, Kürtler gibi azınlık haklarından yararlanamadıklarını" dile getirmişlerdi. Aynı Almanya, bu saldırıyı düzenleyenleri kısa bir süre içersinde kendi memleketlerine getirerek, orada kalmalarına göz yummuştur. Bu, tipik bir Alman dezinformasyon stratejisidir. Bir yandan uluslararası camiada katliamın yapıldığı memleketi kınayacaksın ve o devletin azınlıklara karşı olan tavrını eleştireceksin, öbür yandan da bu cinayetleri işleyenleri arka kapıdan kendi memleketine sokacaksın. Ona Bağımsızlık savaşçısı veya özgürlük savaşçısı sıfatıyla Alınanya'da sığınma hakkı vereceksin. Bu tipik bir Alman stratejisidir. Aynı sistemle Almanlar dünyanın birçok bölgesinde faaliyet gösteren terör guruplarıyla da çalışmaktadır. 11 Eylül saldırılarım yapan Muhammet Ata ve arkadaşlarının çoğunun üstünde Alman pasaportları çıkmış, çoğunun da Almanya'da yaşadığı tespit edilmişti. Yine İspanya'yı kana bulayan ETA gibi bir terör teşkilatının en üst düzey yöneticisi Bruno Schanzes'in, 2003 yılında Fransa'da tutuklandığında, üzerinden Dusseldorf BFV'sinin ona verdiği pasaportun çıkması bunlara bir örmektir. Aynı BFV, Cevat Soysal'a Alman pasaportu vermiş tir. Onun Almanya'da yaşamasına göz yummuştur. Kendisi elini kolunu sağlayarak, Almanya'nın bir şehrinden öbür şehrine kolaylıkla geçiyor; aynı Fehriye Erdal, İsmail Akkol, Dursun Karataş gibi hayatını sürdürüyordu. Ama Doğu Bloğu ülkelerinden gelen kadınlara olan zaafı, onun sonunu getirmiştir. MİT, bu zafiyeti biliyordu ve onu paketlemek için bir plan hazırlamıştı. Moldavyalı bir güzel bu işe dahil 130
edilerek plan yapılmıştı. Ama planın çok gizli kalması gerekiyordu çünkü Cevat Soysal'ın Almanlar tarafından korunduğu biliniyordu. Ona verilen pasaportun numaraları bile alınmıştı. Şimdi sıra hazırlanan fare kapanındaydı. Moldavyalı güzel onu Moldavya';.•a çekecek ve kısa bir süre sonra MİT operasyon timi onu aynı Abdullah Öcalan gibi etkisiz hale getirerek Türkiye'ye paketleyecekti. Aynı planlandığı gibi olmuştu. Türk timleri gene başarılı bir operasyona imza atarak eli kanlı Cevat Soysal'ı Türkiye' ye getirmişti. Tabi bu operasyonun, Alman Dışişleri Bakanı Joska Fischer'in Türkiye ziyaretine denk getirilmesi, Fischer'in kısa bir ziyaretten sonra ülkesine geri dönmesine sebep olmuştur. Almanlar, hep aynı taktik kapsamında çalışmalarını Türkiye üzerinde sürdürmektedirler. Bunlar hep iki
ayrı tarzdadır:
1.
Türkiye yanlısı guruplar. Bu guruplar genellikle çevreciler, Solcu Alman gurupları, kilise birliği, sendikalar, spor kulüpleri.
2.
Türkiye karşıtı guruplar. Bunlar genellikle aşırı sağ cı Alman gurupları; DVU, FAP, REP, NPD gibi ırkçı partiler, Alman DKP Komünist Partisi, Yeşiller Partisi, CDU CSU Partileri, , birde Türkiye'den kaçıp oturma müsaadesi almak için vatan hainliği yapan bizim
curnalcı takımı.
131
Son tango ve
Papazın kızı
Merkel
Sözde Türk dostu Alman guruplar Her iki gurubun da misyonları bellidir. Birinciler Türk kamuoyunda Türk dostu olarak kendilerini gösterirler ve Almanya'nın Türkiye karşıtı politikasını eleştirirler. Türkiye'nin AB'ye giriş müzakerelerini desteklerler, tabi bunun olmayacağını bildikleri halde. Genellikle bunlar çevreci guruplardır ve Yeşiller Partisinden birkaç milletvekilidir. Aynı Türkiye yanlısı guruplar ve siyasi partiler, basında terör guruplarına yapılan destekleri eleştirirler ve bu tip haberlerin Türk basının da çıkmasını sağlarlar. Arada sırada Almanya'da bazı tutuklamaların gerçekleştirildiğini ve burada üst düzey terör guruplarının mensuplarının yakalandı ğını dile getirirler. Bunlardan biri de Alman vatandaşı olan DHKP-C üyesi İlhan B. ve arkadaşı Faruk E.'dir. Türk basının da bunların Almanya'da tutuklandığına dair haberler çıkar ve Almanya'nın terör örgütü üyelerine karşı artık ciddi şekil de tavır koyduğu yayınlanır. Gerçek şu ki; İlhan B. ve arkadaşının tutuklanma sebepleri örgüt üyeliğinden değil de, İlhan B.'nin Dursun Karataş'ın talimatıyla 12 kilo eroini Almanya' ya sokup pazarlamak istemesindendir. Kısa bir süre sonra bu iki DHKP-C üyesi yakalanmış ve Türk basınına bunların terör örgütü kurmaktan ve yıkıcı faaliyetler sürdürmekten dolayı yakalandıklarına dair bilgiler sızdırılmıştır. Bunun akabinde Türk kamuoyunda, Alman-Türk dostluğunun ve Türkiye yanlısı gurup ve siyasetçilerin yaptıkları baskılardan dolayı bu tip tutuklamaların gerçekleştiği ifadeleri yer alır.
132
guruplar Türkiye içinde; çevreci, sosyal, kültürel ve siyasi faaliyetler gösteren guruplara ciddi şekilde maddi ve manevi destek sağlamaktadır. Bütün bu Türkiye yanlı sı Alman dernekleri ve siyasi partilerin vakıflarıyla ilişkide olan Türk guruplarının üyeleri ve başkanlarının, Almanya'da oturma müsaadeleri veya 5 senelik vizeleri mevcuttur. Aynı
Son üç seneye bakıldığında Alınanların İstanbul'daki konsolosluğunun bu tip insanlara verdikleri vize sayısında artma görülmektedir. 2003 yılında verilen vize
3500
2004 yılında verilen vize
4800
2005 yılında verilen vize
5970
2006 yılında verilen vize
7200
Bütün bu bilgiler Alman Dışişleri Bakanlığının Türkiye masasının Alman parlamentosuna sunduğu yıllık rapordan alınmıştır. Peki bu vizeler niçin verilmiştir? Alman Dışişleri Bakanlığının Türkiye masasında, BND irtibat memurları istişare halinde olup; Alman yanlısı siyasetçi, gazeteci, dernek ve kültürel faaliyet sürdüren guruplarla bağlantı halinde olurlar. İleride işlerine yarayabilecekleri yerlere geldikleri takdirde, Alınanya'ya bağlılıklarını gösterebileceklerine inandıkları kişileri, verdiklerini raporlarda bildirirler. Aynı Almanlar bununla kalmayıp, İran ile Türkiye arasında dostluk gurupları oluştururlar. İki ülkenin ilişkilerini geliştirmek amacıyla,
guruplarını
ülkenin iş adamlarını ve bazı kültür Almanya'da Konstanz şehrinde ve Baden Ba133
den kasabasında bir araya getirdikleri bilinmektedir. Bütün bu çalışmalara bakarsak, PKK'nın son 6 yılda merkezini Suriye'den İran'a kaydırmasının sebeplerinden biri de budur. Almanlar, Türkiye'de ABD ve İsrail karşıtı gurupları ciddi şekilde desteklemektedir. Çünkü siyasi konjonktüre bakış açısından değerlendirildiği zaman, Türkiye'de belirli bir kitle bu tip çalışmalara zaten destek vermektedir. Aynı kitlenin, Fetullah Gülen gibi kişileri ve cemaatini Türkiye düşmanı göstermesi de ilginçtir ve Almanların işine gelmektedir. Bu gün Almanya'daki Türk okullarında Atatürk'ün resminin asılmasını yasaklayan Alman Kültür Bakanlığı, Almanya'daki Gülen Cemaati'ne yakın eğitim yerleri ve kültür merkezlerindeki Atatürk resimlerini indirtememiştir. Bizim ulusal, milliyetçi ve bazı ırkçı guruplanmız da, bu tip müdahalelere hiçbir tepki göstermemişlerdir. Çünkü onlara suni bir düşman lazım olup, "Vatan elden gidiyor, şeriat geliyor" gibi laflar ve suçlamalarla kendilerini aldatmaktadırlar. Gerçek şu ki, bu cemaate yakın olan bütün guruplar, okullar ve dernekler bu gün medeni dünyada tek ılımlı İs lamcılar olarak bilinirler. İşte bu da bazı kişilerin işine gelmemektedir. Peki bizim dış
işlerimiz
buna niye müdahale edemiyor?
Almanya'da yaşayan Çin nüfusu, son 10 yılda ortalama olarak 400 bini aşmıştır. Düseldorf ve Berlin'deki Çin anaokullarında Mao Zedong'un resimleri asılıdır. Buna müdahale etmeyen Almanlar, 50 yıla yakın memleketlerinde ikamet eden Türk azınlığın temel hakkı olan bu hakkı elinden almaktadır. Bu gibi ırkçı Alman müdahalelerine maruz kalan 2.5 milyon Türk azınlık, çaresiz şekilde kendi haklarım arayamamaktadır.
134
Türk düşmanı olan Alman gurupların amacı ise, Türkiye'nin AB'ye girmemesi, Türkiye'nin Avrupa'dan dış lanması ve Türkiye'nin etnik şekilde birçok parçalara bölünmesidir. Aynı eski Yugoslavya'daki gibi... Bunların başında papazın kızı Angela Merkel bulunup, bu guruplara öncülük etmektedir. Türkiye'deki bazı guruplar ve sağ kesimden partiler de bu Merkel atılımına ciddi şekilde destek vermektedirler. Merkel, eski Baverya Başbakanı Franz Josef Straus'dan sonra Almanya'daki en büyük Türk düşmanıdır. Sırf bununla kalmayıp, birçok seferinde de Türkiye karşıtlığını ve düş manlığını basında da dile getirmektedir. Hıristiyan Demokrat Parti ve kardeş partisi Hıristiyan Demokrat Birliği CDU / CSU, yıllardır Almanya'da yaşayan Türkleri dolaylı yoldan sınır dışı etmek veya onları çıkardıkları yasalarla bezdirip, kendilerinin gitmesini sağlamak istemektedir. Öncelikli Türk olarak suç işlerseniz, yaşınıza bakmadan hangi yaşta olursa olsun sınır dışı oluyorsunuz. Bu 10 yaşın dan 90 yaşına kadar olan tüm Türkler için geçerlidir. Baverya Hükümeti, 11 yaşındaki bir Türk çocuğunu, orada suç işledi diye sınır dışı etmiştir. Bizim polisimiz, bu çocuğu havaalanında gözaltına alarak önce kendisiyle ilgili bir soruşturma yapmış ardından parmak izlerini alarak serbest bırakmıştır. Alman İdare Mahkemesi'ne açılacak bir davayla bu sınır dışı konusu durdurulabilirdi ama Almanların o sıralar Türkiye ile olan Cevat Soysal krizinden dolayı bize insan haklan dersi vermek isteyen Merkel'in partisi ve onun İçişleri Bakanı Günter Bekstein, bu kız çocuğunu sınır dışı etmiştir. Kısa bir süre sonra AB parlamentosunda bu konu gündeme gelince, Almanlar rezil olmamak için bu 11 yaşındaki çocuğu apar topar Almanya'ya geri getirmiştir. 135
Bir başka önemli konu ise
vatandaşlarımızın
Alman vatandaşlığına alımında yapılan uygulamalardır. Baden Würtemberg Eyalet Başbakanı Günter Ötinger bir yasa çıkararak, Türk kadınlarına ve erkeklerine vatandaşlık alımında soracağı soruları gündeme getirmişti. Bu sorulardan bazıları aşağı daki gibidir; " Kızınızı yatakta bir Almanla aksiyon gösterirsiniz?" " Bir
rına
Hıristiyan'la
yakalarsanız nasıl
bir re-
yatar mısınız?"
Bu sorular sadece aşağılamak da aykırı bir tavırdır.
amaçlı değil,
insan hakla-
Aşırı sağcı Alman partileri ise sokakta gördükleri Türkleri genellikle hor görürler ve onlara karşı tavır alırlar. Almanya'da yaşayan Türk azınlık vatandaşlarımız, hukuk devleti Almanya'da bu tip sorunlarla her gün karşılaşmak tadır.
AB yasaları bu tip ırkçı tavırlara karşı önlemleri kısa bir süre içersinde almazsa, 1990'lı yıllarda gerçekleşen Türk katliamları (Mölln, Solingen) tekrarlanabilir. Bu saldırılarda birçok vatandaşımız ırkçı partilerin dazlakları tarafından geceleyin evlerinde kundaklanmışlardır. Bu ülkede yaşayan vatandaşlarımız, Alman vatandaşlığı na geçseler bile birçok Alman tarafından gene de ikinci sınıf vatandaş olarak benimsenmektedir. Bunun sebepleri bilinmemektedir ama şu var ki, bu tavır çok tehlikeli bir tavırdır. Çünkü Almanlar, 60 yıl evvel aynı tavırlarla milyonlarca insanı ırk ve din ayrımından dolayı öldürmüşlerdir. Almanya 136
bir hukuk devletidir ve bir hukuk devleti gibi davranmamaktadır.
Suçlarla mücadele etmeyen veya edemeyen, onları önlemeye çalışmayan, önleyemediklerini kovuşturmayan veya kovuşturamayan devlete hukuk devleti denmez. Zira bilindiği gibi, hukuk devleti üç sütun üzerinde kurulur. Bunlardan birincisi insan haklarının gerçekleştirilmesi, ikincisi adaletin sağlanması ve nihayet üçüncüsü de hukuki güvenliğin, barışın, düzeninin temin edilmesidir. O halde insan haki arı ve adaletin yanında ülkesinde güveni, düzeni, hukuki güvenliği ve barışı sağlamak her hukuk devletinin varlık sebebidir. Ne var ki suçlarla mücadele etmeyen veya edemeyen; işlenen suçları kovuşturmayan veya kovuşturamayan bir devlet, adaleti ve kamu düzenini, barışı sağlayamaz ve böyle bir devlet hukuk olarak nitelenemez. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, isterse yüz yıl da yaşasın, Almanya'da her zaman ikinci sınıf insan olarak kalacaktır. Almanya'da veya AB ülkelerinde çalışan Türk işçileri de Türkiye'de ikinci sınıf vatandaş olarak davranılmaktadır. İşçiler T.C. sınırlarına girer girmez sürpriz bir şekilde Türk trafik polisinin cezası ile karşılaşır. Bu belayı birkaç euro ile atlatır hatta trafik polisinin ne kadar iyi adam olduğunu övünerek akrabalarına anlatır. Daha sonra plakası yabancı olduğu için herkes tarafından yolunacak kaz olarak görülür. Ve bütün paralarını Türkiye'de kaptırıp, tekrar pişman bir durumda çalıştığı ülkeye döner. Almanya'da yaşamakta olan 2,5 milyonu aşkın Türk kökenli vatandaşın önümüzdeki yıllarda Almanya'da yaşaya bilmesi artık imkansız hale gelmektedir. Artık Türkler istedikleri gibi evlenip, Türkiye'den eş getirme hakkını da kay137
bedecekler. Artık Almanya, kendi ırkdaşlarını Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden kendi ülkesine milyarlarca euro harcayarak, teşvikler vererek getirtmeye çalışmakta. Almanlar artık Türkleri görmek istemiyor ve onlarla birlikte yaşamak istemiyor. Son sanayi gelişimi ve göstergelerde Almanya'da kapanan binlerce fabrika üretim sahalarını Çin'e kaydırmak ta ve sadece yüksek teknolojiye dayalı üretimler yapılmak tadır. Bundan sonra Türklerin sadece kalifiye olan ve Alman toplumuna asimile olmuş olanlarına Alman toplumunda yer verebilecektir. Almanca bilmeyen bir kişinin vatandaşlık ve evlenmeyle gelebilecek hakları söz konusu olmayacaktır. Gerçekte iyi eğitim almamış ve değer yargıları değişmemiş hiç bir Türk'ün, Almanya'da oturma ve çalışma hakkı alması mümkün gözükmemektedir. Türk medyasının patronları bu konuda çok fazla bir şey yazamamaktadırlar. Aksi takdirde kendilerine verilen kredileri geri ödemede zorluk içinde kalabilirler. Sadece basit salvolarla işi geçiştirmeye çalışmakta dırlar ve çıkacak olan "göç yasasının" ayrıntılarını da kamuoyundan gizlemektedirler. Aslında
Merkel kendisinin de çoğc zaman belirttiği gibi, tamamıyla Hıristiyan bir geleneğe sahip olduğunu ve siyasi duruşunun Hıristiyan anlayışa göre şekillendiğini belirtmektedir. Alman ülkesini, ancak dinsel temellere dayalı bir zihniyetle idare edilmesi gerektiğini önceden beri savuna gelmiştir. Alman derin güçleri, Hıristiyan Demokrat Parti'nin başına Merkel'i geçirirken, uluslararası sermaye ve uluslararası şirketlere gerekli garantileri vermişlerdir. Merkel; rahat idare edilebilecek, dünya görüşü sığ bir siyasetçidir. Bunu Merkel'in geçmişine bakarak görmek mümkün aslında. Yapı 138
olarak Bush'a benzemekte hatta Bush ile Merkel aynı tip siyasetçidir diyebiliriz. Her ikisi de katı kilise kanunlarına bağlı ve muhafazakar bir yapıdalar. Merkel'in başbakanlığında, ırkçı ve milliyetçilerdeki Türklere karşı saldırı tehdidi artmış durumda. Ancak şimdilik bu hükümet tarafından bu saldı rılar dizginleniyor. Bu gruplara verilen sözlerde; nasıl olsa Türklerin bu çoğalışının durup, ülkeyi terk etmek zorunda kalacaklarından bahsediliyor. Çıkacak olan göç yasası zaten artık Türklerin mevcut nüfuslarını düşürecek. Birçoğu iş bulamadan ve evli olsalar dahi Almanya'yı terk etmek zorunda kalacaklar çünkü Almanya kendi vatandaşına bile iş vermede zorluk çekmekte. Birçok ırkçı sitede Alman gençleri ve yaşlıları, Türklerden hakaret ve nefretle bahsederek "Göç Yasası"nın bir an önce çıkmasını istemekteler. Bir katılımcı; "Merkel! Seni, bizi Türklerden kurtar diye seçtik. Görevini yapmaya çağırıyorum." Bir diğeri; "Pis kokan Türk köylülerini iş yerimde görmek istemiyorum. Ne zaman onları görsem kendimi kötü hissediyor ve güne çok kötü başlıyorum. Ne olur artık gelmeyin ve o pis yağ kokan, kebap kokan şehirlerinize dönün!" Binlerce mesaj bu sitelerde yer alırken, aynı zamanda Türk nefreti ve Türklere karşı olan düşünceler her yerde anlatılmaktadır. Daha önce Türklerle evli olup ayrılan bayanların ve erkeklerin de Türk aile yapılan iğrenç sözlerle eleştirilmektedir. Şu anda Merkel Almaların umudu olmuştur. Türklerden kurtulmak için Almanya ciddi ve çok gizli bir kamuoyu oluşturmuştur. Merkel'in Türk korkusunun yanında, Müslüman korkusu da vardır. Müslümanlıktan çok çekinmektedir. Zaten cami cemaatinin sesli ezan okuması yasaktır ve mescitler çok küçük bina zeminlerinde yer almaktadır. Almanya'da gösterişli ve 139
büyük camilere rastlamak zordur. Önümüzdeki birkaç yıl içinde kılık kıyafet ile ilgili de ciddi önlemler alınacağı Hı ristiyan Demokrat Parti'nin içinde dillendirilmektedir. Hatta Almanya'da ve AB parlamentosunda görev yapan Türk kökenli milletvekillerinin sadece Kafkasya kökenli olmalarına dikkat edilmiştir. Ey alet parlamentolarında da durum böyledir. Almanlar, Kafkas uluslarını tanıdıklarından daha medeni olduklarını düşünmektedirler. Kafkasyalıların ırkçı olmadıklarına, bağnaz ve kökten dinci olmadıklarına inanırlar. Almanya'da Aleviler ve Kafkasyalılar için bir önyargı oluş mamıştır. Onların daha demokrat ve gelişime açık oldukları na inanılır, hatta çoğunun mutlaka iyi eğitim alarak toplum. da saygın bir yere sahip olduklarına dikkat çekilir. Anadolu köylerinde gelen yüz binlerce Türk işçisinin üç jenerasyonda bile gelişimini tamamlamadığı anlatılır. Halen daha yerlerde yemek yediklerini ve tüketim giderlerini sabit tuttuklarından bahsedilir. Bütün bu raporlar Alman derin devletinin gizli arşivlerinde yer alır. Her şehirden gelen Türkler hakkında ayrıntılı bilgiler vardır. Bu bilgiler psikologlar, antropologlar ve sosyologlar tarafından ayrıntılı şekilde kasaba kasaba değer lendirilmiştir. Örneğin; Almanya'da Rizeli vatandaşlara karşı büyük bir endişe vardır ve bu şehrimizden ve çevresinden çı kan vatandaşlarımızın vize almaları güçtür. Zaten gerek ticari gerekse iş gücü olarak, Almanya'da özellikle bu kişilere iş imkanı verilmemiştir. Çünkü Almanlar her şehrin insanları üzerinde araştırma yapmışlar ve Alman toplumunun ahlaki yapısını bozacak, onların ticari ve sosyal bünyesine zarar verebilecek kişilikleri tahlil etmişlerdir. Almanlar bizi bizden daha iyi analiz
etmişlerdir.
Bütün
bu analizlerin sonuçlarını karar vericiler ve özel servisler her 140
bu ciddi çalış her ne kadar AB insan hakları komiserliği tarafından sert bir dille eleştirilse de, Almanya yürüdüğü yoldan asla geri dönmeyecek ve sapmayacaktır. Türk nüfusu ya dondurulacak ya da kontrol edilebilecek bir noktada tutuzaman iyi
değerlendirmişlerdir. Almanya'nın
malarının sonuçları
lacaktır.
Hrant Dink
Suikastının
Almanya
bağlantıları
28 Kasım 1992 yılında, Almanya'nın Schleswig Holstein eyaletinin ilçesi olan Mölln şehrinde iki Türk ailesinin ikamet ettiği binalara Molotof kokteyliyle saldırı gerçekleştiriliyor. Bu saldırıda, 10 ve 14 yaşlarında olan Yeliz Aslan, Ayşe Yılmaz ve babaanneleri olan 51 yaşındaki Bayide Aslan hayatlarını kaybediyorlar. Bununla birlikte dokuz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da bu saldırıdan ağır yaralı şekilde kurtuluyor. Olayı gerçekleştiren
Alman Neo Nazisi Michael Peters 18 olup, onu bu işe teşvik eden ve saldırıya hazırlayan Lars Chiristiansen de olayın azmettiricisidir. Bu iki şahısın arkasında ise Almanya'nın Neo Nazi Partisi olan NPD (National Partei Deutschland) bulunmaktadır. O zamanlar Alman Federal Savcılığı bu konuyu ört bas ederek, partinin bu şa hıslarla bağlantılarını her seferinde gömemezlikten gelmiştir. Bu parti her iki zanlıya da kundaklama gerçekleşmeden kısa bir süre önce yüklü miktarda paralar havale etmiştir. Onların sözde ileride yapacakları ifadelerde "kötü yola düşmemeleri için" veya " aklanmalarına destek amaçlı" diyerek kamuoyunu yanıltmışlardır. Gerçekleştirilen bu mini katliam, o zamanlar insanların ciddi anlamda dikkatlerini çekmemiş basit bir saldırı gibi görülmüştür. Çünkü katledilenler bir ABD veya İngiliz vatandaşı değil, T.C. vatandaşlarıydı. Türk basını yaşında
141
konuyu bir iki gün haber yaparak kısa bir süre sonra bu konuyu rafa kaldırmış, işin gerçek boyutlarını irdeleme ihtiyacı duymamıştı. Türk medyasında hayatını kaybedenlerin sanki bir trafik kazası kurbanıymış gibi bir iki günlük haber olarak değerlendirilmesi çok daha düşündürücüydü. 29 Mayıs 1993 Almanya'nın Nortrhein Westfalen eyaletinin bir şehri olan ve dünyada ünlü bıçaklarıyla tanınan Solingen şehrinde, gene Türk vatandaşlarının yaşadığı bir bina Alman Neo Nazileri tarafından kundaklanır. Bu sefer binada beş T.C. vatandaşı hayatını kaybeder. Kısa bir süre sonra, yani olay gerçekleştikten beş gün sonra ilk tutuklamalar gerçekleşir. 18 yaşında olan Felix K. ve 19 yaşında olan Christian R. poliste verdikleri ifadeler üzerine arkalarında olan ve onları bu saldırıya azmettiren 22 yaşındaki Christian B. ve 24 yaşındaki Markus G. de kısa bir süre içinde tutuklanır. İki saldırıda toplam olarak sekiz T.C. vatandaşı öldürülür ve yirmi yedi T.C. vatandaşı yaralanır. Bu saldırıların içeriğine bakıldığında, bir kaç işsiz Alman genci tarafından işlendiği görülecektir. Ama gerçek şu ki; saldırıları gerçekleştirenler, onların bağlantıları ve bu saldırılarda perde arkasında olan azmettiricilerin Alman Neo Nazi Partileriyle iç içe oldukları ve onların partilerinde üye oldukları herkes tarafından bilinmektedir. Bu partilerin yandaşlarını ve üyelerini, terör ve öldürme eylemlerini yapmak için azmettirmesi veya desteklemesi, gerçekte somut ve ispatlanır nitelikte değildir. Ancak Alman gençlerinin işsizlik ve ekonomik sıkıntılara düşmesi ve aile yapılarının bozulması gibi sorunların temel sebebinin, yabancı işçi çalıştırılması ve yabancılara yapılan sosyal yardımlar olduğu anlatılmakta ve işlenmektedir. Doğal olarak da bu tip gerçekleri dinleyen ve kendi ülkesinde başka örf ve 142
adetleriyle gezen yabancılar bu insanların dikkatini çekmektedir, özellikle de saldırıya uğrayanların tüm giderlerinin belediye tarafından sosyal yardım alarak idame ettirdikleri gerçeğini bilen işsiz Almanları tahrik eden somut gerçekler bunlardır.
19 Ocak 2007 tarihinde, İstanbul Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Agos Gazetesinin önünde uğradı ğı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Kısa bir süre içinde olayın zanlısı Ogün Samast tutuklandı ve ardından, Türkiye tarihinde görülmemiş bir istihbarat zaafı ortaya çıktı. Türk milletinin alışık olduğu senaryolar kısa bir süre içersinde bazı basın kuruluşları tarafından gündeme getirildi. Olayın bir milliyetçi genç tarafından işlendiğini ve bunun arkasında her hangi bir siyasi bağlantının olamayacağı hikayesi uydurulmaya başlandı. Olayın
perde arkası kısa sürede aydınlandı. Olayın azmettiricisi olarak Yasin Hayal ve onun arkasındaki büyük ağabey Erhan Tuncel tutuklanarak ceza evine konuldular. Ogün Samast'la fotoğraf çektiren jandarma astsubayların basına sızan fotoğrafları, kısa süre içinde Türkiye gündemine oturdu. Bu saldırının, belirli güçler tarafından desteklendiği ve Türkiye'de bir kargaşa ortamı yaratmak amaçlı olduğu gözler önüne serildi. Bütün bu saldırılarda, bir siyasi parti ve onunla iç içe olan bazı milliyetçi, ulusalcı ve Kuvay-i Milliyetçi derneklerin bağlantıları varmış gibi gözükmektedir. Bütün bu gurupların liderlerine bakıldığında, aynı Avrupa'daki Neo Nazi guruplarının başındakiler gibi eğitim seviyelerinin düşük olduğu görülmektedir. Türkiye'dekilerin askerliğini yapmamış veya dolaylı yoldan sahte belgelerle bedelli askerlik yapmış insanlar olduğu görülmektedir. Aynı tablo 143
Almanya'daki Türklerin evlerini kundaklayan Neo Nazilerde de görülebilir. Türkiye'nin bazı kasaba veya küçük şehirlerin de de, bazı aşırı milliyetçi grupların gençlere adam öldürmek veya iş yeri kundaklamak gibi baskıları olduğu aşikardır. Aynı Almanya'da olduğu gibi, burada da ekonomik ve siyasi sıkıntıların yabancılar tarafından körüklendiği, Türklüğün
ve Müslümanlığın, misyonerlik faaliyetinde bulunan batılılar ve onlarla hareket eden yerli azınlıklar tarafından tehdit al.tında olduğu öne sürülmektedir. Kafaları ve hayat tecrübeleri eksik olan ve kendisini milliyetçi ya da gerçek Müslüman olarak gören bazı gençler, her türlü cinayet ve terör olayına açık vaziyette durmaktadır. Böylelikle uluslararası yeraltı teşkilat ları işlerini yaptırabilecek hasta ruhları her ülkede rahatlıkla bulabilmektedir. Bunu analiz etmek için, öncelikli olarak Almanya'nın Türkiye üzerinde yıllardır oynadığı oyunlara bir göz atmakta fayda var. Zaten bunun sonucunda ortaya çıkan tabloya bakarak, Türkiye'de muhtemel bir ırk ve mezhep çatışmasına zemin hazırlandığını göreceksiniz. 1960'lı yıllarda NATO himayesindeki Alman kökenli eski Nazilerin, Anadolu'nun birçok yerinde, birçok milliyetçi kökenli Türk vatandaşım sözde "Komünizmle mücadele" amaçlı eğittiklerini biliyoruz. Bu eğitimler ABD kaynaklı örgütler ve gruplar tarafından da desteklenmekteydi. Hatta 1970'li yıllarda öğrenci hareketleri ve diğer siyasi olayların !etiklenip anti demokratik cuntanın T.C. yönetimini eline geçirmesi de bütün bu örgüt ve özel servislerin işiydi. Bununla kalmayıp, 1970 ve 1980 ihtilallerinden sonra Türkiye'den kaçan birçok aşırı sağcı gurupların ve partilerin üst düzey yetkililerinin Almanya ya gelerek iltica etmelerini sağlayan ve yardım edenler de, Türkiye'yi karış144
tıran,
demokratik gelişimini engelleyen istihbarat ve soğuk savaş örgütleridir. Bu örgütlerin Alman, ABD, İngiliz menşeli oldukları bilinmektedir. Alman NPD Partisi'nin Türkiye'de mevcut bulunan bütün milliyetçi guruplarla irtibat halinde olduğu Alman birimleri tarafından bilinmektedir. Ama Türk güvenlik güçlerinde bu bilgiler yoktur veya ismi milliyetçi olunca, ülkenin ulusal ve ideolojik yapısına zarar vermez düşüncesiyle bu ilişkiler dikkate alınmamıştır. Askeri cunta; gerek sol görüşlü -ki bunların içinde milliyetçi sol da mevcuttu-, gerek sağ görüşlü olan milliyetçi militanları veya sempatizanları, SO'li ve 90'lı yıllarda toplama kampları ve cezaevlerinde apolitik bir duruma getirdi. Milyonlarca genç siyasi düşüncelerini ve gelişen fikir ve ideoloji kavramlarını kaybederek tam anlamıyla büyük bir psikolojik yıkıma uğratıldı. Birçok kitap ve yayın yasaklanarak prematüre gençlik yaratıldı. Solcu ve milliyetçilerin başlarına gelen bu felaketten ılımlı dinci ve kökten dinci akımlar büyük bir kazançla çıktı. O dönemlerde uyanış ve fikir gelişi mini tamamlayamayan bu kuşak, "Ağabeylerin dini sohbet" ve cemaatlerin, "Müslüman gençlik" için kurduğu büyüklü küçüklü yurtlara yakınlaşmaya başladı. Bu yurtlar bir süre sonra, köylerden şehirlere gelen ve pekte dinini bilmeyen yüz binlerce insanın, psikolojik bunalım yaşamamak ya da maddi sıkıntı çekmemek için kendilerini içine attıkları beyin yıkama merkezlerine dönüştü. Meydan artık "dincilerin" eline kalmıştı. Bu durum;1990'lı yılların başlangıcından itibaren, gerek yerel yönetim seçimleri gerekse genel seçimlerde kendini belli etti. Askeri cuntaların meydanları boş bıraktı ğı cemaatler; ellerine aldıkları jenerasyonu, sandıklardan oy 145
olarak çıkartmayı başardı. Refah Partisi ve onun uzantıları 1994, 1995, 1999, 2002, 2007 yıllarındaki gerek yerel gerekse genel seçimlerde tüm illerde büyük başarı kazandı. Son iki seçimde tek başına iktidar olabilecek oy oranını yakaladı. Refah Partisi'nin sürekli olarak kökten bürokrat devlet anlayışı tarafından kapatılıp budanması sonucu, her defasında daha güçlü ve geniş kitlelere yayılan siyasi oluşum kökleşti. Batı lı güçlerin ve uluslararası sermayenin istedikleri bir bakıma artık gerçekleşmişti. Çünkü Türkiye'nin yıllardır yarı komünist, yarı faşist olan üretim araçlarına hakimiyeti büyük bir yenilgiyle sonuçlanacaktı. Enerjiden ulaştırmaya, sanayiden eğitime tüm kazanç yollarını yabancı ve uluslararası sermayeye vermek mecburiyetinde kalacaktı. Yarım yüzyıldır desteklediği maliyetli tarım politikası da artık rafa kaldırılmıştı. Özellikle 2001 yılının başında Alman bankalarının başlattığı ekonomik kriz, günümüz Türkiye'sinin, gerek siyasi gerekse ekonomik yol haritasının netleşmesinde en büyük etken olmuştur. Bundan sonra Türkiye'nin siyasi ve üniter yapısı nın değiştirilmesi ve daha federatif bir yapıda olması hedeflenmektedir. Bu konuda devletin gelenekçi kanadı son genel seçimlerde iyice sefil duruma düşmüştür. Devletçi kanadı temsil eden CHP tam anlamıyla büyük bir yenilgiyle çıktığı seçimlerden sonra, asla toparlanamaz hale gelmiştir. Çünkü askerlerin halkı korkutması ve "sürü gibi" bir yöne doğru kovalaması sonucunda tek partiye hücum eden seçmenin, ne ekonomik yetersizlikler ne de siyasi çıkmazlarla ilgisinin olmadığı ve eski siyasetçilerin yüzüne bile bakmadığı iyice anlaşılmıştır. Bundan sonra PKK ve diğer Kürt akımlarının siyasi bir şekle büründürülmesi ve Türkiye yönetiminde hak sahibi olması hedeflenmektedir. Ekonomiye katılan tüm Kürt 146
unsurlar da böylelikle uluslararası sermayenin daha rahat pay alabilmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde pazar payını arttırmak isteyen sermayenin, Kürtlerin yoğun yaşadığı güneydoğuda hareket serbestısi olamayacaktır. Son yıllarda, gerek Danıştay saldırısı, gerekse çökertilen aşın sağ örgütlenmeler şunu göstermektedir: Türk güvenlik güçleri, PKK gibi Alman ve özel servis organizeli terör teş kilatlarıyla mücadele etmelerine rağmen, aşırı sağ milliyetçi teröre karşı hazırlıklı değiller. Alman özel servisleri Türkiye'yi yıpratmak için sürdürdükleri faaliyetlerde sırf sol gurupları değil Sağ guruplarla da iç içe çalışmaktadır. Aşın sağcı ve Türk düşmanı olan DVU Deutsche Volks Union Partisi'nin Genel Başkanı Dr. Gerhart Frey, her sene partisinin olağan toplantılarına Almanya'daki Türk milliyetçi gurupları ve Rusya'daki Jirinovski yanlılarını da davet eder. İran gizli servisinin mensuplarının da bulunduğu bu toplantılarda, genellikle dünyayı Yahudilerden kurtarmak çalışması altında birçok konuşma yapılır. Milliyetçi cephenin, Siyonizimle mücadelede İran'ın yanında olduğu özellikle vurgulanır. Türkiye'de bir soğuk savaş; (laik-anti laik taraflar arasında bir çatışma, Türk-Kürt ayrımcılığı, azınlık temsilcilerine karşı yapılacak saldırılar vs.) Türkiye'nin AB'ye girmemesi için her zaman bir bahane oluşturacağından, Alman Gizli Servisleri ve diğer batılı servisler tarafından sıklıkla körüklenmesi gereken faaliyetlerdir. Türk-Ermeni azınlığın önemli isimlerinden biri olan gazeteci ve araştırmacı yazar Hrant Dink suikastı ve suikasttan sonra Alman ve Avrupa basınında Türkiye aleyhine çıkan haberlere baktığımızda, sanki bunun daha evvel hazırlanmış ve planlanmış bir saldırı olduğu görülebilmek147
tedir. Alman basının İstanbul'da Dink'in cenazesinde sergilediği tablo da çok ilginçtir. Alman basınından DPA (Deutsche Presse Agentur), istanbul'da bu cinayeti protesto etmek için yollara düşen bizim aydın, liberal ve demokrat vatandaşları mızı Ermeni kökenli yaparak şu şekilde haber yapmıştır: "İstanbul'da
bu gün 100 bin Ermeni, cinayeti protesto etti." Bir başka örnek de Alman ZDF kanalının yorumcusundan geldi. Bu seferki ifade daha da sertti: "İstanbul'da
100 bine yakın Ermeni kökenli Türk vatandaşı cenazede protesto yürüyüşü yaparak, Türkiye'de Ermenilerin azınlık olarak yaşam haklarının olmadığını ve aynen !.Dünya Savaşı'ndaki gibi soykırıma maruz kalacaklarını dile getirmiştir." Alman kiliseler birliği ise konuyu daha da kızıştıra rak; "AB parlamentosunun Türkiye'ye karşı tepki olarak, Türkiye'nin azınlıklara karşı olan tutumunu değiştirmesini, aksi takdirde bunu yapmazsa AB'ye alınmamasını" dile getirir. Alman parlamentosunda Hrant Dink için bir saygı duve parlamentoda Liberal Parti başkanı Guido Westerfelle, Türkiye'nin AB'ye alınmaması için soru önergesi verir. ruşu yapılır
Bütün bu eleştirilere baktığımız zaman, Almanlar tabize ithaf edilen bütün bu suçlamaların sanki iyi planlanmış bir senaryo olduğunu görebilirsiniz. Sırf bununla değil, Almanlar cinayetten kısa bir süre sonra resmi şekilde Türkiye'nin azınlıklara karşı olan tutumundan dolayı, muhrafından
148
temel olarak AB ile yürüttüğü müzakerelerin geçici olarak askıya alınacağını her seferinde dile getirmişlerdir. Hrank Dink cinayeti, Trabzon'daki papaz cinayeti ve diğer Hristiyan misyonerlere karşı yapılan eylemlerin, Almanya'da gerçekleşen Türklere karşı kundaklama olaylarında kullanılan tetikçilerin özellikleriyle benzerlik taşıdığı görülmektedir. Mölln ve Solingen kentinde yapılan saldırılarda ortaya çıkan tablo şudur: Her iki saldırıyı gerçekleştiren kişiler hep 18 ile 22 yaşlarında olup, hayatlarında hiçbir suç işlemeyerek ırkçı partilerin üyesi olmuşlardır. Her iki saldırıda da zanlıla rın arkasında bulunan azmettiricilerin yaşlarının saldırgan lara nazaran daha büyük ve tecrübeli oldukları görülmüştür. Her iki saldırıda da iki ırkçı ve aşırı sağcı Alman partilerin isimleri geçmektedir. (Mölln'deki saldırıda NPD Partisi, Solingen'dekinde ise DVU partisinin isimleri olaylara karış mıştır).
Her iki saldırıda olayın azmettiricisi olarak tutuklanan şahıslar, bu partilerde gençlik kollarında üyedirler. Her iki saldırı gerçekleşmeden kısa bir süre içersinde Mölln şehrin deki saldırıyı gerçekleştirenlere birçok kez parti merkezindeki gençlik kolundan paralar yollanmıştır. Bu havalelerin dökümü şöyledir: NPD merkezinden 12 Haziran 1992 tarihinde 450 Alman 14 Ağustos 1992 tarihinde 900 Alman markı ve saldırı gerçekleşmeden 2 gün evvel 20 Kasım 1992 yılında 1100 Alman markı. markı,
Bu paraların ikisi Michael Peters'in hesabına, biri de Lars Christiansen'in hesabına gönderilmiştir. Alman Savcılığı ne kadar da araştırdıysa, bu aşırı sağcı ve ırkçı partilerin bu saldırıda azmettirici olarak yargılanmasını sağlayamamıştır. 149
Aynı
tablo Sollingen şehrindeki saldırıda da yaşanmıştır, ama bu sefer NPD partisi değil de DVU partisi burada gizli azmettirici olarak ortaya çıkmıştır. Zanlıların hesaplarına Münih'teki DVU parti hesaplarından yüklü miktarda paralar havale edilmiş ve kısa bir süre sonra kundaklama gerçekleş mişti. Zanlılar uzun yıllar ceza yattıktan sonra serbest kalmışlar ve aynı partilerin üyelerinin sahip oldukları iş yerlerinde çalışarak hayatlarını sürdürmektedirler. Daha doğrusu iki zanlıya Alman Federal İçişleri Bakanlığı sahte kimlikler vererek, onların Türk guruplar tarafından saldırılara uğ ramamaları için tedbirler almışlardır. Bu küçük katliamları yapan katiller şu anda Alman Devleti'nin koruması altında dır. Aslında hayatını kaybeden insanların, intikamını alacak kimseleri de yoktu. Olsa bile, artık Türkler eski birlikteliklerini kaybetmişlerdir. Sadece işlerine ve kazançlarına bakan modem köleler olmuşlardır. Aynı
tabloyu Türkiye'deki saldırıda görmekteyiz. Burada da aynı şekilde Almanya'daki gibi zanlılar bir parti üyesidirler. Azınlıkları hedef alarak onların simgesi ve sözcüsü haline gelen Hrant Dink'i ve diğer Hıristiyanları katletmişlerdir. Bütün bu gurupların muhtemel amaçları Türkiye'yi kargaşa ortamına sokup, bir ırk ve din çatışmasını körüklemekti. Bu çatışmalar, diğer dış güçlerin işine geldiği gibi Almanlar için de heyecanlandırıcıdır. Türkiye artık bir sorun olmaya baş lamıştır. Çünkü onlara yakın olan ve onlardan ciddi şekilde para yardımı alan CHP, DYP, ANAP gibi partiler ve onların Alman ekolüyle yetişen parti başkanları ve yöneticileri artık Türk siyaset meydanında eskisi gibi etkili değillerdi. Türkiye ciddi şekilde Ekonomik bir istikrarı yakalamış ve AB içinde ve AB aday'ları arasında en büyük ekonomik büyüme gösteren 150
ülke olmuştu. Genç nüfusun ve akademisyenlerin artması nın gibi etmenlerin yanında aslında Almanlar için en önemli korku unsuru; Türkiye'nin 2020 yılında AB'ye girme riskidir. Yüz milyonluk nüfusuyla AB'nin en büyük üyesi olması ve Alman çıkarlarının artık ikinci sırada olması, Almanları tedirgin eden en önemli konulardan biridir. Ekonomik göstergelere bakarak şu anki Türkiye'deki siyasi durumun AKP tarafından çok iyi yönetildiğini ve ılımlı İslam anlayışının dünyadaki Hıristiyan ve Musevi sermaye tarafından da tek alternatif olarak görüldüğü bilinmektedir. Ancak bu durumun böyle devam etmesi Türkiye'nin AB karşısında güç kazanmasını sağlamaktadır. Bu gelişmelerin sürecinde Malatya'da misyonerlik yapan bir Almanın katledilmesi, başta Alman ve Avrupa basınının.hakarete varan haberleriyle yankılandı. Gerek Trabzon gerekse Malatya saldırıları Türkiye'nin AB'ye girmesini istemeyen güçlerce kullanılmışhr. Alman Başba kanı Angela Merkel'in açıklamaları da Almanya'nın gerçek yüzünü ortaya koymuştur. "Türkiye'yi 50 yıl sonra bile AB üyesi olarak göremeyeceğiz". Bütün bu açıklamaların, bu cinayetler gerçekleştikten kısa bir süre sonra ortaya çıkması, bunun kasti şekilde Alman BND (Bundesnachrichtendienst) tarafından hazırlanmış bir komplo olduğunun göstergesidir. Merkel koyu bir Hıristiyan'dır. Bir papazın kızıdır ve kilise tarafından Almanya'nın başına getirilmiştir. Türkiye konusunda yaklaşımlarının desteklemek için her zaman bir koz verilmesi gerekmektedir. Daha doğrusu Merkel'in söylediklerini doğrulayan ve Türkiye'yi uluslararası kamuoyu önünde silebilecek tüm varsayımların Merkel'in önüne konulması gerekmektedir. Bunu da başaracak olan Alman Gizli Servisleri'dir. Türkiye'nin AB ile doku uyuşmazlığı her defasında vurgulan1 51
malı,
bu gerçek unutulduğunda bunu hatırlatacak ya bir terör veya bir suikast yapılmalıdır. Bun gerçekleştirecek bir hasta ruh bulunması her zaman kolaydır. Hatta çok kolay ve ucuz bir yolla gerçekleştirilebilir. Tüm bu gelişmeler önümüzdeki süreçte rahatlıkla görülecektir. Merkel'in elini güçlendirecek olaylar her zaman mümkün olacaktır. Alman Gizli Servisleri ve diğer legal medya gurupları, Türkiye'de faaliyet gösteren bazı Türk televizyon kanallarına da ciddi şekilde para yardımları yaparak, bu anti AB kanallarının her gün "AB'ye hayır" çağrılarını desteklemektedirler. Aynı kanallar, Cumhuriyet mitinglerinde laik ve laik olmayanlar adlı bir ayırım yaparak, Türkiye'deki düzeni yıprat mak istemektedir. Hatta Cumhuriyet mitinglerinin organize edilmesi için de bazı akademisyenlere yardımda bulundukları bilinmektedir. AB karşıtı olmak ve ulusalcı kimlikle Kürt düşmanlığını körüklemekte olan birçok grubun, Türkiye'deki yasal ve hukuki yapıyı hiçe saydıkları artık bariz bir şekilde görülmektedir. Almanya'daki aşırı sağcı ve ırkçı partiler her konuda Türkiye'deki ırkçı guruplarla iç içedir. Son yıllarda yerel yönetimlerde iş yapan şirketler ve cemaatlerin dikkate değer bir şekilde zenginleşmesi, iktidar partisine yakın olmayanların hiçbir ihale ve devlet işine girememesi, milliyetçi gurupların da ideolojik ve siyasi olarak bütünleşmesini gerektirmiştir. Artık ulus devlet ile belirli sınıfların mücadelesi Türkiye'de sahne bulacaktır. Türkiye'de bir sosyal demokrat parti yoktur, Türk milliyetçisi ve Kürt milliyetçisi ılımlı İslam partisi vardır. AK Parti'nin bir Müslüman Demokrat Parti olduğu da iddia edilmektedir. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde olan Hı152
ristiyan Demokrat Partilerin karşılığı Müslüman Demokrat Partisi olan bir gücün, İslam kurallarına bağlı Sünni itikadı benimsemiş, halkın bu şemsiye altında katı devletçi zihniyete karşı savunabilecek güce sahip olduğu ve İslami cemaatleri bünyesinde bulundurduğu bilinmektedir. Ilımlı ve yumuşak bir zeminde ülkenin yol alması, uluslararası sermayenin en büyük hayalidir. Ancak Türkiye'de yaşanan şu andaki aşırı milliyetçi senaryo, 1930 yıllarında Almanya'da yaşanan senaryodur. Ama arada şu fark vardır: Türk milleti her zaman azınlıklara karşı demokrat davranmış ve bu insanları vatandaşı olarak benimsemiştir Alman aşırı sağcı guruplar ve Türkiye'deki sağcı ve ırkçı guruplar her zaman iş birliği içindedir. Trabzon'da yaşanan lar ise, Türkiye'ye karşı, Alman organizeli ve BND'nin desteklediği ve finanse ettiği bir komplodur. Türkiye'nin AB' ye girmemesi, Almanya'nın çıkarınadır. Çünkü Almanya, arka bahçesi olarak kullandığı Türkiye'de faaliyetlerini durdurmak mecburiyetinde kalacaktır. İran'a vereceği gizli destek, Almanya'yı, Ortadoğu'da, ABD'den sonra en çok söz hakkı olan ülke haline getirecektir. İran atom reaktörlerini bugün Alman bilim adamları kurmuştur ve kısa bir süre içersinde Almanlar, Irak'ta kurulacak bir Federe Kürt Devleti'ne de ciddi şekilde maddi ve askeri yardım sözü vermiştir. Çünkü Almanya'da şu an Kürt kökenli bir milyon Alman yaşamak tadır. Dink suikastında araştırılması gereken konular, sırf bu suikastın Türkiye ayağı değil, Avrupa ayağı, daha doğrusu Almanya ayağıdır. Çünkü Trabzon'da ki İnternet Caferlerden, son bir sene içersinde Almanya'daki aşırı sağcı partilerin sitelerini yüzlerce kişi ziyaret etmiştir. Bunun dışında Almanya'dan Trabzon'a seyahat eden Alman sayılarına bakıl153
2006 yılından cinayetin işlendiği güne kadar olan süre içersinde toplam olarak 2200 Alman, Trabzon il sı nırlarına girmiştir. Götingen ve Berlin Üniversitelerinin Laz Filolojisi bölümünden toplam olarak 120 üniversite talebesi Trabzon'a gelmiş ve burada cinayet işlenene kadar araştırma lar yapmışlardır. Kısa bir süre sonra Türkiye'yi terk ederek Almanya'ya dönmüşlerdir. Götingen Üniversitesi yabancı dil bölümleri, dünyada elle gösterilebilecek bölümlerdir. Alman Gizli Servisi'nin de en çok yetiştirdiği ajanları bu üniversiteden çıkmaktadır. Bütün bu bulgu ve delilleri bir araya topladığımız zaman şu sonuca varmış oluyoruz: Bu suikastların arkasında bulunan karanlık güçlerin yabancı bir gizli servisinin komutası altındaki taşeronlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Tetiği çeken veya ona destek verenler değil de, onları bu saldırıya teşvik eden ve sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni ve vatandaşlarım dünya kamuoyunda zor duruma düşüren kişilerin, gerçekte Alman kökenli ajanlar, bilinçsiz cahil ve hasta ruhlar olduğudur. Ulusalcı
çeteler ve Alman
istihbaratı
8 Şubat 2003 tarihinde İstanbul alman Konsolosluğu'nda görev yapan Hans Mayer adlı narkotik irtibat memuru her gün olduğu gibi o gün de, sabahın erken saatlerinde İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'nun kapısından içeri girer. Konsolosluktaki irtibat memurları genellikle Türk narkotiğiyle müşterek çalışmalar yaparak bazı kaçakçıların malı daha Türkiye sınır larından çıkarmadan yakalanmasına sebep olurlar. Ama tabi bu tip işbirliği her seferinde olmazdı çünkü bazı konular vardı ki; Alman iç güvenliğini ve Alman milli çıkarlarım tehdit ediyorsa her zaman ikinci sıra da yer alırdı. Bir de İstanbul, 154
Alman narkotik istihbaratının Ortadoğu istasyon şef!iğiydi. Bu sebeple buradan gelecek her istihbarat iyi değerlendirilir ve gözden geçirilirdi. Saat 11.00'e doğru telefon çalar ve telefonun öbür tarafın da, bir Factoring firmasının, yani öz Türkçeyle bir "Tefecilik" şirketinin yönetim kurulu üyesi olduğunu söyleyen bir şahıs kendisini tanıtır. sın
Alman irtibat memuru öncelikli olarak karşısındaki kim olduğunu öğrenmek ister:
şah-
"İyi günler ben Hans, nasıl yardımcı olabilirim?"
"Merhabalar efendim, benim adım Muzaffer Tekin" "Buyurun Muzaffer Bey?" "Efendim ben bir finans kuruluşunun yönetim kurulunda olan emekli bir Türk subayıyım. Yıllardır uyuşturucu satı cılarına karşı bir antipatim vardır ve bu sebeple size bir konuda bilgi vermek isterim. Daha doğrusu sizin makamlarınızla iş birliğine giderek size ve milletinize uyuşturucu tacirlerinin zarar getirmemesi için yardım etmek isterim." Alman irtibat memuru eski uzmanlardan olduğu için uzun yıllardır Ortadoğu masasında görev alıyordu. Sırf bununla kalmayıp Türkçe'yi iyi şekilde konuşuyor, Türk insanının nasıl bir psikolojik profilinin olduğunu da çok iyi biliyordu. Karşısındaki insanı tanımadan ve kim olduğunu bilmeden ve onunla ilgili bir araştırma yapmadan her hangi bir cevap veya teyit vermek istemiyordu. "Peki ne gibi bir konuda
yardım
etmek istersiniz beye-
fendi?"
"Efendim dediğim gibi
uyuşturucuyla
mücadelede." 155
"Beyefendi şuan bildiğiniz, aktüel bir konu mu var? Yani demek istediğim, sizin tanıdığınız veya çevrenizden birisi yakın bir zamanda Almanya'ya uyuşturucu mu sokmak istiyor?"
"Evet efendim."
"Tamam, bu konu da sizinle bire bir konuşmamız herhalde. Bunu ister misiniz acaba Muzaffer Bey?" "Tabi niye
olmasın?
lazım
Nerede ve ne zaman buluşalım?"
"Yarın
müsaitseniz sizinle saat 14.00' de, Taksim'deki buluşalım. Yanım da bir uzman arkadaş daha getireceğim, tabii sizin için de bir sakıncası yoksa Muzaffer Bey."
Gezi Cafe'de
"Tamam efendim, problem yok. Ben yarın oradayım." Alman irtibat memuru,, merkezi Wisbaden'de olan Alman Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bir yazı yollayarak; kendisinin, yarın muhtemel bir Türk muhbiriyle buluşup, kısa bir zaman içersinde Almanya'ya gidecek bir uyuşturucu nakliyatıyla ilgili bilgi alacağını haber verir. Ama bu şahısla yapacağı görüşmeyi öncelikli olarak Türk makamlarına bildirmeyeceği ni, güvenlik açısından Wisbaden'e aktarır. Aynı
gün Wiesbaden merkezden bu görüşmenin onayı gelir. Çünkü Almanya sınırları dışında olan hiçbir Alman istihbaratçısı, merkezinden onay almadan bir işlem yapmaz. Ertesi günü irtibat memuru bir takip timi ve fotoğraf çekecek bir uzmanı yanına alarak Gezi Cafe'ye gider. (Takip timleri genellikle üç kişiden oluşurdu. Bunlar profesyonel anti-terör uzmanlarının yanın da, her konuda takip uzmanlı ğı olan şahıslardı.)
156
Muzaffer Tekin arabasını AKM'ye park edip, yürüyerek Gezi Cafe'ye gelir. Masada bulunan Alman irtibat memuru hemen ayağa kalkarak onunla el sıkışır ve kendisini tanıtır. Almanların
bu tip çalışmalar da öncelikli olarak bilmek Bilgi kaynakları veya muhbirleri bu tip çalışmaları neden yapmak isterlerdi? Çünkü bu tip çalışma ların genellikle uyuşturucu satıcılarının arasında olan bazı sorunların giderilmesi için de kullanılması, Alman narkotikçileri tarafından da bilinene bir şeydi. Yani anlayacağınız kendi pisliklerini örtbas etmek için kaçakçılar bu tip muhbirlik yollarına gidiyorlardı. Alman irtibat memuru kısa bir tanıtımdan sonra konuya girer ve Muzaffer Tekin'e kendilerine nasıl yardımcı olabileceğini sorar. Muzaffer Tekin de, kısa bir süre içersinde, yüklü miktarda birkaç uyuşturucu nakliyatının, bir tır şirketinin kamyonuyla Almanya'ya yapılacağını ve kendisinin bununla ilgili bilgi verebileceğini dile getirir. Alman istihbaratçı için Muzaffer Tekin çok enteresan bir kişilik gibi gözüküyordu. Çünkü konuyu kısa ve öz şekilde anlatmış ve bunun karşılığında ne alabileceğini bile sormamıştı. Tekin, hayati hatayı işte burada yaparak kendisine karşı Almanların ön tahkikatının ileride daha da derinleşmesine sebep olur. istedikleri
şudur:
Bir saatlik görüşmeden sonra Alman memur Hans, Muzaffer Tekin'den kimliğinin bir fotokopisini ister. Muzaffer Tekin hemen nedenini sorar. Hans'ın verdiği cevap ise; " Bizimle işbirliğine giden herkesin kimlik fotokopilerini alırız. Çünkü ileride şen gen devletlerine seyahat etliğiniz zaman, vize alımında her hangi bir sorun yaşamazsınız." Hans, Tekin'den onunla irtibata geçecek bir telefon nualarak kendisine iyi günler diler ve o oradan ayrılır.
marası
157
gelir gelmez hemen fotoğraf çının çektiği fotoğrafları değerlendirir ve şahıs üzerine Almanya'daki merkeze bir rapor yollar. Bu raporlar genellikle her köstebek için tutulur. Aynı gün Wiesbaden merkezden acil yazı gelir. Yazının metni şudur: Konsolosluk
"İş birliğine
binasına
gitmek isteyen
şahıs
sorunludur. Çünkü bibir gurup Türk uyuşturucu tüccarının sık sık Türkiye bağlantılarını yapan şahıstır Muzaffer Tekin. Yeni bir değerlendirmeye kadar şa hısla irtibat kesilsin. Ama onun dikkatini çekmeden tabi. Baş ka bir konu da, bu şahsın kısa bir süre önce sahte kimlikle Almanya'ya sık giriş yapmasıdır. Yaptığımız tespitlere göre kendisi Hanover şehri ve yakınlarında ikamet etmektedir." zim Hanover'de
telefonlarını dinlediğimiz
Hans yazıyı aldıktan sonra bu şahıs üzerine olan görüşü nü ciddi şekilde değiştirmişti. Çünkü merkeze bağlı olduğu için kendi kafasına işler yapamıyordu. Tabi bu konunun üzerine giderek, Muzaffer Tekin ile ilgili Türk emniyetinde olan kaynağından bazı bilgiler almak istiyordu. Aynı gün iyi tanıdığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün narkotik şubesinde görevli olan üst düzey emniyet amiriyle telefon görüşmesi yaparak, şahıs üzerine bilgi almak istedi. Ama Türk emniyetçi bu şahsın eski bir subay olmasından dolayı emniyette kayıtlarının bulunmadığını dile getirdi. Hans, Türk meslektaşına Almanya'dan okey almadan şahısla ilgili bilgileri vermek istemiyordu. Bu da tabi normal bir şeydi çünkü bu şahısla ilgili her hangi bir savcı izni yoktu. Almanya'da soruşturmalar gizli yürütülür, belgeler ve bulgular toplandıktan sonra savcılıktan izin alınır ve ancak o zaman operasyon düğmesine basılır.
158
Hans'a iki gün sonra bir yazı gelir. Yazıda: "Şahısla irtibata geçilsin. Merkez yeşil ışık verdi. Ama sırf bilgi alımı için kullanılacak. Herhangi bir söz verilmeyecek ve şahıs ısrar ederse derhal ilişki kesilecek." Hans emri
aldıktan
sonra Muzaffer Tekin'i arar ve onun-
la buluşmak ister. Bu sefer İstanbul Hilton Oteli'nin lobisinde buluşurlar ve bir akşam yemeği yerler. Kısa bir süre Hans konuya girer ve onu şüphelendirmeden bazı sorular sorar. "Muzaffer Bey, biliyorum eski bir subaysınız ve uyuştu rucuya karşı antipatiniz olduğu için bizimle işbirliğine gitmek istiyorsunuz. Ama tabi
şu
var; ileride bir sorun
çıkarsa
diye,
bizimle işbirliğine giden herkese soruyoruz bu tip soruları. Tabii sizi daha rahat koruyabilmek için ... Sizce bu insanlar ileride anlarlar mı sizin bizimle birlikte çalıştığınızı? Birde şunu belirtmek isterim; bizim bu konularda ciddi şekilde ödeneklerimiz vardır ve bize çalı~an insanlara yakalattıkları malın miktarına göre yüklü miktarda ödemeler yaparız ve ileride çok tehlike oluşturacak bir sorun olursa, sizi ve ailenizi de her zaman yurt dışına çıkara biliriz" "Yok, sanmıyorum çünkü benim bu konuyu bildiğimi bilmiyorlar. Daha doğrusu benim kaynağım bu şirketin merkezinde çalışıyor ve ona bazı konularda ciddi şekilde güveniyorum, merak etmeyin." "Tamam efendim. Bu nakliyat nerde ve ne zaman geracaba, bunu öğrene bildiniz mi bir şekilde kayna-
çekleşiyor
ğınızdan?"
"Kısa
bir süre içersinde, yani iki haftaya kadar, mallarla kamyon yola çıkacaklarmış. Bilgi kaynağım bilgiyi bugün verdi."
159
"Tamam, ben size masraflarınız için 300 Euro veriyorum. Tabi eğer daha fazla masrafınız olursa bana söyleyin, ben gereken ödemeyi yaparım." "Tamam efendim."
"Ben müsaade istiyorum. Sizinle kısa bir süre içersinde yeniden irtibata geçeceğim, merak etmeyin sakın" Hans arabasına binerek oradan uzaklaşır ve hemen konsolosluk binasına giderek merkeze bu görüşmeyle ilgili yazı yollar. Şahsın her hangi bir konuda şüphelenmediğini de yazısına ekler. Alman Emniyet Müdürlüğü, Hanover'de kaçakçılık yapan Ertuğrul Yılmaz ve Ayhan Parlak'ın telefonlarını dinleyerek, bu şahısların nereden ve ne zaman mal getireceklerini tespit etmek ister. Muzaffer Tekin, sık sık Ertuğrul Yıl maz ve Ayhan Parlak'la görüşmeler yapmışhr. Yapılan telefon dinlemelerinde, 600 sayfaya yakın kayıt tutulur. Tabi bu şa hıslar şifreli konuşsallar da, Alman emniyetindeki tecrübeli teknik takibat tercümanları bu şifreli konuşmaların ne ifade ettiğini çok iyi biliyorlardı. Bakın size bazı dinlemelerin orijinal metinlerini ve tercüme edilmişlerini gösterelim:
160
,,"i'Yr
~·
LWAC~ ...
Niedersadısen
'-"nde>l
ı\n das Drogendezenat Hannover
13.02.200::!
Betr :Bewertung der TelefonübeıvJachung Oie Bewertung der Telefonüberwachung vom 11.02.2003 zwischen derı Türkischen Drogerıhandler sind unten aufgestelll. Die
Personaliım deı
Staatsaııgchörıge
Drogenhi:indler wurden identifizıert es handeft sich um tlirkische Ayhan Parlak und Ertugrul Yilmaz
Die oban gerınanten Verdachtigen plarıen in kürzester Zeit eine erhöhte Menge an
Rauschgift nach Deutsc-hland einzuschmugeln.Bei der TeiefOnübenvachung wurde festgestcllt,daB die Zielpersonen mit einer 3. Peıson Mamens Muzaffer Tekın kontaKtiercn und den Rauschgiftverkehr teıefonisch arangieıen. Muzaffer Tekin isi vor 3 Monaten mit einem gefalschten Auswei(l, nach Oeutsc:hland im Umkreis Hannover (Nieder$achsen) eingereil1t und befındet sich ôfters ım Siadtbereich Hannover. Er pendelt mehmıals im Jahr zw:schen Tllrkeı und Deutschland um den Drogerıverkehr zu organisieren Da her hat die Niedeısadısischc Staa!sanwaltschaft besch:ossen.dalı Muzöıffer Tekin bei einem erneuten Eıntritt in den Schengener Staaten sofort verhaftet wird. Ole Verhaftung istim Zusammenhang mit dem gernıschten AusweiP.. und den DrogenhandeL Dbz:gl. mlll!. sofort ein MEK Team bereitgeste111 werden dam!t die Verdachtigen ZP observiert werden.
Anlagen: Telefontiberwachung (TÜ) 11.02-2003
161
TolofonObe.-wa.:ohu"g >lpunson"n ı:ı
.. ~ ......
zl.,lp..roon 1 zıeıpe,.,,on
Haııo
Z.P1
Er'lugruı
Yil"'""'
2 Ayho>n Pe.'1ak
Al>!.
wıo;, gctır ı:ıır<>
Al;>!.mır getıt's
ZP1
Oanke
Z.P3
lçh habe hier etles v<>rt>on;Ht<>t _o;e R .. i~e ""in:l vvahrache;nl;ch nllel">"ta Wocno
"ucn gut
Z.P1
lst .. ıres unler
ZP3
An de"' G.-enzübergg<>n w.r es k<ılne Prooıeme <'J<ıben Oenn aııes '"' ım Grott.
ZPı
ısı
staıtf
D<>s
in
Kontooıı ..
Ordnueıg Abı.
nlcht da,.
wır
Problem<> bekommen?
Kornms1 Ou euch?
Toıef<>ng=pr~<>br<>chcn.
Kur.= z.,,;, "'P"'"'' 22.35 wird noch.-n")
telal<>nocrı.
ZP3
ole 1"elefenkane war zu Erıde 0<>.,.w<>gerı ıst das Gespra<'h abgebmc""'"- ,,.,,., h"'""' dne nouo Korıo gekc>uft_ .Jetzt k<:>nnen "'" weı""r epre
ZP1
VVıe >fahn. un.d gıb auch genaue Anwelsungen oamlt nf<::hW. sctılef ıauft. AYhan <.md IGO weıden
do., GAST <>m'"""9""'
-2ZP3
Wıe
ZP1
Er ist rnit Atilla in Hamburg_ Die haben dort mit anderen
ZP3
0.K.
ZP1
O.k_ Abi. Guten Abend.
7'.P3
Guten Abend
gehts Ayhan? Ef" ruft nicht mehr an. Hat er uns
Gıül5
veıgessen?
Gesc:h~Jten
zu tun_
ihn auc:h. leh ruf dich Moıgen Abend noc:hrnal an, Gıül!
die Freunde.
Aufgelegt. Oas Gespractı ist um 22.43 beendet.
T$rt
,h'ati~t"Aıtin
162
,
J
R_OM
,
ı-""'" \IV-
Horst
Nı&gesch
Almanya'daki uyuşturucu pazarı genellikle PKK ve DHKP-C gibi örgütlerin elinde bulunduğu için, Türk sağı nın vatanseverleri ve ulusalcı kimliğe bürünmüş kişilikler, Avrupa'da daha doğrusu Almanya'da ciddi sorunlar yaşa maktaydılar uyuşturucu
ticaretinde.
Ertuğrul Yılmaz'ın
öldürülme olayı da tabi bunlardan biriydi. Ama Alman verilerine göre, cinayeti azmettirenlerin, muhtemel olarak Ertuğrul Yılmaz'ın yakın arkadaş çevresinde aranacağının tezini veriyor. Çünkü Yılmaz'ın Almanya'daki uyuşturucu paralarını aklamak için Türkiye'de kurduğu factoring şirketinin aktiflerindeki nakit para akışı çok yüklüydü. Latin Amerika ülkelerindeki uyuşturucu kaçakçılarının kullandığı metotlar kullanılarak bu paralar Türkiye'ye aktarılıyordu. Genellikle şirkete ticaret hukukundan anlayan bir avukat tutulur, bunun vasıtasıyla da bu paralar dikkati çekmeden Türkiye'ye aktarılırdı. Tabii burada paralar resmi verilere göre havale şeklinde yapılmamış. Genellikle kurye ile Türkiye'ye götürülmüş. Peki kurye olarak kim kullanılmış? Alman resmi verilerine göre burada kullanılan kurye Muzaffer Tekin olarak geçiyor. Çünkü sahte kimlikle Almanya' ya girişleri Alman narkotiği tarafından tespit edilmiş ve bu konudan kendisine karşı Almanya'da bir tutuklama kararı çı karılmış. Ama tabi şu da var ki, Muzaffer Tekin'in İstanbul Alman Konsolosluğundaki narkotik irtibat memuruyla olan ilişkisi, muhtemelen Hanover Narkotik Şubesi'nin memurları tarafından da bilinmemektedir. Çünkü bu tip çalışmalar yerel birimler tarafından bilinmez. Bunun sebebi muhbirin kimliğini deşifre etmemektir.
163
Buradan
kiye
şu
sonuca
varıyoruz:
Alman
Narkotiğinin
Tür-
masasında kullanılan uluslararası uyuşturucu kaçakçı
larıyla mücadele metotları; Alman İç Narkotiğinin mücadele birimleri tarafından bilinmiyor. Eğer bu ilişkiler karşılıklı istişare edilseydi, ne Ertuğrul Yılmaz öldürülürdü ne de bu tip ilişkilerin sonucunda skandallar ortaya çıkardı. Çünkü Telefon dinleme kayıtlarının verilerine göre; Ertuğrul Yılmaz'ın öldürülmesinden iki hafta evvel Muzaffer Tekin'le bir görüş me yaptığı, görüşmede yüklü miktarda bir malın yakalandı ğına dair bilgiler olduğunu görüyoruz. Size bu metnin orijinali ve tercüme edilmiş şeklini aşağıda sunuyorum:
Telefon dinleme raporu
Tarih
: 8.04.2003
Saat
: 14.38
ZP: 1 Ertuğrul Yılmaz ZP: 2 Muzaffer Tekin Telefon
görüşmesi
saat 14.38'de başlamıştır.
ZP.l. Hallo buyurun ZP.2. Merhaba ZPl. Pek iyi
Ertuğrul
değilim
ben Muzaffer nası!ısın?
abi.
ZP2. Neden, ne oldu7 ZP.l. Bizim iş
patlamış
yolda.
ZP.1. Nerde? Ne zaman? İnanamıyorum, nasıl olur imkansız!
164
ZP.l. Hoff şehrinde kaza geçirmiş ve bütün arkadaşlar hastaneye kaldırılmış. Biz de az daha yakalanıyorduk. ZP.2. Ayhan ne diyor bu işe? ZP.l. Abi satışa geldik. Bilmiyorum sen bir araştırsana senin nakliyeciyi, herhangi bir haber var mı şoföründen veya ailesinden. ZP.2. Tamam koçum, merak etme ama fazla bakamam çünkü adımın çıkmasını istemem. Biliyorsun rezil olurum aleme.
ZP.1. Abi ne diyorsun ya, biz burada can derdine düşmü şüz sen de orda adım çıkacak diye konuşuyorsun. Yanlış abi tavrın. Bize o şirketi sen buldun, sen güvence verdin. İki üç nakliye iyi gitti, şimdi de patlayınca geri vites yapman yanlış abi. ZP.2. Yok geri vites yapan yok kardeşim. Ben sırf eğer doktorlar hastanın akrabalarına giderse benim adım geçmesin istemiyorum. ZP.1. Abi s .... me halini şimdi bana. Tövbe tövbe ... ZP.2. Biraz ağzını topla farkında değilsin galiba?
Ertuğrul,
kiminle konuştuğunun
ZP.l. Abi çileden çıkarıyorsun. Biz kazadan bahsediyoruz sen de gelmişsin adım çıkacak diye feryat ediyorsun. Gel kendini benim yerime koy, ne yaparsın? Haklı değil miyim? ZP.2. Haklısın kardeşim, paniğe kapılma. Ben akşama seni arayacağım. Emniyette olan kaynağımla konuşacağım, sana haber veririm. ZP.l. Abi ama ara beni bu akşam. ZP.2. Tamam, kendine dikkat et.
Görüşürüz.
165
Telefonilberwachungsberichtzwiscben den 2 Zielpersoncn Datum
' 08.04.2003 : 14-'\8
Uhıuit
ZP l ZP~2
: :
Ertugnıl Yilmıı:ı: Muzıı.trcr
T.:kin
Telelo~guptiiclı hıol :ıı.ngcfıongen
ZPI:
sh Uhr 14.38.
Hıı.l]Q biıtı:. Wiı:
7.P2; kh bin's.Mumffer.
geht's Dir?
ZPl; Mir gcht's nichr-besooders gut Brudcr.
ZP2: Warum, was isi passiert? ZPl: Unsere Arbeit i~t
unıern,egs gcp!atı;t.
ZP2: Wo'! Warum <.md
Wıuın
ZPI: Uraere
Freundı: h:ıD<;n
Krmkenlıauş,
ist es pııssicıt? Dııs isıja nich1 m
ıılauben.
in der !'ltad1 Hofelnen Verkehrsunfall
gelıaht
und aile sindim
Wir sind fast """'isclıt wordı:n.
Zf'2: Was sagt Ayhan dıızu? ZPI: Bruderv.ir sind sehr
walırsclıı.:inlich vemııen woı:den.
Aloo wdss kh
nicht~
!!""""""-
Kann.'t Du dich bilte um den Falm:r unıhören nb cı; irgendwekhe Nachrlclıt ilbcr lbn und seine Fıımilic gibt?
ZP2: O.K. leh h<'lr mich mal um aber ich kann nicht's verspreclıenJch mit dicser Angclcgcnlıcit nicht l.cistcn knnn ..
konfronıieıt weı:den.
Das v.'ilrı:
ciı:ıe
mtkhıe ouf gamicht
grosscr Skandal den ieh
ZPI: Dıı.ıili:r ic.h kann dich nicht vcrstchı:n,wruı sagst Du da';' Wır siııd fası geschnappt Du ~priclıst durübcr, dass Du Dir keine Skandal leisıco karın.st. Dubası uns dicsc
mır
wı.mlen.
Traru;portfirrn~ gefwııleıı wıd Du hast uııs Garanti dafitr gegeberı,dass aile:; wie gcplanı
ablaufen ....~n:L 7.wei, dreimal i!>t ıılles wie g~plaııt verlaufen. Dicscs mal is1 ııJ1eg aııss<:r Kontrolle ~ermen und Dil machsı Rikkzug. Deine Vt..'ffıııltcn i."1: nicht zu akzcplieren. ZP2: Ncin ich mı:ch kcinım R!kkzlı8. Aber ich mlk:hte ııi~ht dııs rncin Name gcıınıınt wiıd wenn die Arzte mit den Vcrwaııd1en des K:rankcn kontak ti eren ro.Uteıı.
ZPI:
Bnıde( vcrpİ!lS
dich mit deineı:- EinsteUung zur Situaticn in der wir lıangen.
ZP2: Enugrul reiss Deinen Mund nu;ammen uııd vcrgiss nicht mit wern Du gerade ~priclıst? ZPl:Flnıder Du reiıı.<ıt rnicb mıs der Haluı. kJı bab Dit e.ı:kllin, dııss wir eincn Unfall luıtten. Aber du mach'
Vuı:flıll e....-ri!ını
wird. w;., WUtdest Dıı Oich in dicst..-r Situalion verh:ıllen? leh lıab recht,
ode.-'! ZP2: O.K. Du
nıı,,.-ı
Rccht.
tdı
werd mich hcule mit meiner Qııelle im Amt in Verbindung
""tztcn und mich umbören. leh
nıf didı hcuıe
Abcnd ncx:hmul un
ZPl: Brudcr ruf mi eh unbedingt an. ZP2: lst o.k. g:ib Acht
ZPl
<ı_l:, gııten
ııufOich.
Bis
d>1nıı.
'l'ag,
Telefon görüşmesinin Almanca orjinali
166
Telefon dinlemesi,
aynı
Tarih
: 08.04.2003
Saat
: 23.17
ZF. 1.
gün akşam geç saatlerde
Ertuğrul Yılmaz
ZF. 2. Muzaffer Tekin
Telefon
görüşmesi
saat 23.17'de başlamıştır.
ZF. 1. Hallo ZF. 2. Benim naber? ZF. 1. Nasıl olsam, berbat durumlar bayağı karışık. Sen ne yaptın abi, bir şey çıkara bildin mi? ZF. 2. Yok. Şoförün ailesiyle daha kimse irtibat kurmamış. Emniyetteki kaynağımda bir şey bilmiyor? ZP.l. Abi sen bu adamlar sağlam demedin mi bana? Nasıl bir şey bilmiyorlar? Kamyonun arkasında bir araç yok muydu? Nasıl oluyor anlamadım gitti. ZP.2. Ben de bilmiyorum. mecburen tam bilgi almak için.
Adamları çekeceğiz
kenara
ZP.l. Bu işte bir bityeniği var ama bilmiyorum. Yakında çıkar her halde. Abi bundan kim sorumluysa cezasını çekecektir kesinlikle, bunu bilmiş ol.
167
ZP.2. Tamam da bunu bana niye söylüyorsun Ayhan, Atilla kimlerle irtibat da ben bilmem ki.
Ertuğrul?
sen. Sen kendi işine bak. İstanbul'da yapılacak ödemeler için kaynak bulmamız lazım acilen. Yoksa kafamızı koparırlar burada biliyorsun. ZP.1. Abi
onları karıştırma
ZP:2. Sen merak etme bir kontrol altına alırım. ZP:l.
olmaz. Ben burada her
şeyi
Alırım
famız ağrıdı
ZP. 2.
şey
diyorsun da, bak olan bitenlere ne kadar kave ağrıyacakta daha anlayacağın.
Ağrımaz
merak etme, Bir şey olursa gelirsin bura-
ya. ZP.1. Öğle kolay olsa, bakalım göreceğiz. Ben şimdi yorgunum. Yarın ara konuşalım gene. Ayhan'la Atilla gelecekler bu gün. Bir de onlarla konuşayım, bakalım ne yapacağız tamam abi. ZP.2. Tamam ben yarın ararım, sana iyi geceler. ZP.l. Sana da abi ... Telefon görüşmesi saat 23.31'de bitmiştir. Şahsın telefonundan o akşam başka telefon görüşmeleri yapılmamıştır. Tercümesi hazır şekilde dosyaya konulmuştur.
168
Tcl.,.fon!l~rwachung!ibcricb! rwl~cbNı ılım
2 Zielııcruıııcıı
lJıılum<
08'.t»,.J(lOJ Uhr«i<: Z:l.17
ZP. t. zr.
F.tt~gn.ıl
ı. ;\Ju7.:ıffor
Yllmu l'd._ju
ll'l: lfalhı"! JJ>2: kh bin"; wi.:
~ehı',·;
ZPl: Wie !o-Oll1'• gchcn
Hnıdc"f?
E<
was ha.'i llu RCrnachl'!
Kunnıc~ı
[lu v,;ıs b
İ
in dcr wir ,;oo_ tlruo.kr
Zı>2.
Mit d~r F~milio de; f'.1lır<.·ı"ı h.ıı! "'"'h ııic-m~nd koıımll.ı;erı. Meinc Qncllc lm ;'\.rn1 h•t niclıt~ fiııd~ıı ~tımtcn. ·
l.?l;
du
lınıdcı
h""ı dudı ge>ag\,d;ı.~~
ı;ıırnidm wi~
Wic
,u,·crllı•ig >irı.d. Wago-ıı
luımmı <:» dıı_;
dic
der plMzliclı unv;:-r~ılindliclıor
ist
/.l'I: kh wd.
f JinL~"fdom LKW ,,,...,- d<>dı dıı
\V~ise v~rschv.tm
wer in di..sçr
S:ı.:;lı<: iı
<:lwos "cr,-;v.ickt~s. fa wird
SitııJıkın rnir;;=loclıt lmı
um! wer
~kh
in lrn,~e;ı~r z~ıı
V.:-r:ırıl,,,(lı1lidı i~ı wiı
ll~str-dl'l.
ZP2: isi
ıı.k., Ertuı;ı-ul
Atilla in
Kvn~1 ~ind?
w
tırr,1Jıl~ı
Du mir d;ı.• 7 lclı v.d"' doch
nichı
mit wcm
Ayh~ıı .ıa.l
ZPJ :Brı.ıd~t i;(lmmcrdich nidıı !lb<::ı- Aybi'.tn un.ı Atilla roıı;ken ke(t in ıı;ı.~rıhut drinıı~ cine Qudfo finık.'11. O
Oir kcinc
ııo~cn idı
v.o,rd hier allcs un ter
Koıır«.,lle nchmı:n.
Z?l :Ou ~ Du "-irst es fınde·n. Oıı wci,;s1 nİdll wıı.~ wir ııııı J
niclıı'$ fl":
Dir k~lrıe :Wrıırn
ZPJ: Wenn ali~ so Einfadı v."l!r.;ı v.ie !hı .:ıg
n<ıja
unı:I
v.-cnn
d>ınn
kumw>I Du hicr lıc'ı'.
wir wenl~n stl..,n. kh bin-er;chcipft.
h~ııtııoclı
k(lffilllen.
\lı'irv.~cıı nıiı
lhnen
_,_ ZP2: o.k.lch ı;uf dldı Morg~n aıı.Gute Nachı. ZPI: Dir auch Bruder.
Das Gespradl wurde um 23.31 becndet. Es wurden keine wcitcrcn Telefongı:pdiıı:lıe mit der Nummer der ZP an diesem Abımd gcführt.
Die Übersctz.ung ist fertig ı;um lesen in det Akte abgclıllflet.
Telefon görüşmenin Almanca orjinali
169
Bu telefon görüşmelerinden; cinayet gerçekleşmeden kısa bir süre önce Almanya'da bu çeteye ait yüklü miktarda uyuş turucunun yakalandığını ve Ertuğrul Yılmaz'ın Muzaffer Tc.kin ile ciddi şekilde tartıştığını görebilirsiniz. Sırf bununla kalmayıp; Ertuğrul Yılmaz öldürüldükten kısa bir süre sonra, 2004 yılının sonlarına doğru, Muzafer Tekin üstüne kayıtlı olan Ümraniye'deki arsayı 2.5 milyon dolara satarak, buradan elde ettiği parayı Ertuğrul Yılmaz'ın ve Muzafer Tekin'in uyuşturucu ticaretinde gizli ortağı olan Yılmaz Tavukçuoğlu ve Ayhan Parlak arasında paylaştırır. Bu paralardan; Yılmaz Tavukçuoğlu 1.5 milyon dolar, Ertuğrul Yılmaz'ın küçük kardeşi Tuğrul Yılmaz 80 bin dolar, Ayhan Parlak'ta Ertuğrul Yılmaz'ın eşine düşen haktan bir miktar almıştır. Muzafer Tekin ise 150 bin dolara yakın bir pay alarak bu işi kapatmış tır. Çünkü Yılmaz öldürüldükten sonra Rizeli ortağı Yılmaz Tavukçuoğlu paniğe kapılarak bu arsanın hemen satılmasını istemiştir. Peki kimdir bu Muzafer Tekini maşa olarak kullanan Yılmaz Tavukçuoğlu? Tipik bir uyuşturucu kaçakçısıdır. Kendi çıkarlarını düşünen, kültür seviyesi düşük, uyuşturu cu ticaretinden kazandığı paraları Tiir~
renirler. Gerekli bilgilere ulaşıldığında şahıslara suçüstü yapılır. Bu tip çalışmalar Alman savcıları tarafından genellikle onaylanır. Peki bu Yılmaz Tavukçuoğlu'na karşı neden hiçbir savcı uyuşturucu kaçakçılığından veya kara para aklamaktan dava açamamış acaba? Bunun araştırılması da artık savcılarımız tarafından kısa bir süre içersinde gerçekleşir ve bu şahısın da en kısa zamanda suç ortakları gibi gereken cezayı alması sağlanır herhalde. Bu çetenin içinden olan ve firari olduğu için bütün suçlar her seferinde üstüne atılan biri daha vardır. Bu da Murat Hakan Doğan ... Hakan Doğan, Yılmaz Tavukçuoğlu tarafından Ertuğrul öldürten şahıs olarak bu camiada lanse edilmiştir. Ancak Alman emniyetinin yaptığı çalışmalarda; Ertuğrul Yılmaz'ın katili veya azmettiricisi Ayhan Parlak olarak geçiyor. Ama Türkiye'de hiçbir savcı, bu şahsa karşı cinayetten dolayı her hangi işlem veya soruşturma gerçekleştirmemiştir. Bu konunun derin şekilde araştırılması da, bu cinayetin en kısa zamanda aydınlatılması için gereklidir.
Yılmaz'ı
Sırf
bu
değil;
çetenin, Türk güvenlik birimleri içersindeki bilgi kaynaklarının, onlara verdiği bilgileri bile görebilirsiniz. Kim bu Türk güvenlikçileri acaba? Bu soruların cevabının, muhtemel olarak Emniyet Genel Müdürlüğü himayesi altında oluşturulacak bir müfettiş ekibi tarafından çıkarılması, Türk kamuoyunu ciddi şekilde rahatlatacaktır. Çünkü emniyetin içindeki çürük elmaların, Türk Emniyet Teşkilatı'na verdikleri zararlar artık ciddi boyutlara ulaşmıştır. Temennimiz; İçiş leri Bakanlığı bu yazılarımızı bir ihbar olarak değerlendirir ve bununla ilgili kısa bir süre içerisinde bir araştırma yapar. Sonuçta Muzaffer Tekin, bazı köşe yazarlarının ve milliyetçi cephenin dediği gibi; sırf vatansever veya kendisini 171
Türk Milleti'nin bütünlüğüne veya Atatürk laikliğine adamış bir insan değil de, kendi çıkarını düşünen ve cebini dolduran bir kişiliktir. Sırf bununla değil, başka insanların kanı üzerinden kazanılan paraları rahatlıkla cebine koyan ve bunu kazanırken de hiç arkasına bakmadan, vatan millet kelimelerini ağzından çıkaran bir kişiliktir. Eğer Ertuğrul Yılmaz cinayetinden sonra Alman emniyet güçleri Türk emniyetine bu telefon dinlemelerini ve Muzaffer Tekin' in konumunu bildirseydi; o zaman ne Cumhuriyet Gazetesi, ne de Danıştay saldırıları gerçekleşirdi.
Çünkü o zaman bu şahsa ve çevresine karşı; uyuşturu cu ticareti ve para aklama gibi konulardan davalar açılarak, onun ve suç ortaklarının yargılanmaları sağlanırdı. Muzaffer Tekin hala resmi şekilde Alman emniyetinin muhbiridir. Vatanını seven bir milliyetçi olan bu şahıs, bütün arkadaş çevresi ve ulusalcı çevreler gibi yabancı istihbarat servislerinin maşaları olmuşlardır. Ve Türkiye'nin anayasal düzenini ve iç istikrarını ciddi şekilde tehdit etmektedirler. Semih Tufan Gü laltay'ın Alman Narkotik İstihbaratı'yla işbirliğine girmesi 1994 yılının Şubat ayında, Azerbaycan'ın Baku şehrinde, Alman Narkotik İstihbarat Dairesi Azeri kökenli bir uyuştu rucu kaçakçısının telefonlarını dinliyordu. Bu dinlemelerde hep bir isim ortaya çıkıyordu: Semih Tufan Gülaltay. Şahıs direkt olarak kaçakçılıkla ilgisi olmasa da, bu isim çetenin tahsilii.t işlerinde hep öne çıkıyordu. Alman narkosunun Türkiye ve Ortadoğu masası, bu konuyla ilgili bir değerlendirme yapar ve Semih Tufan
172
Gülaltay'ın bir bilgi kaynağı olarak kazanılmasını ister. Onun Türkiye'deki telefonları ve bulunduğu yer tespit edilir. Kimlerle irtibat halinde olduğu ve nerelere gittiği araştırılır. Kısa bir süre içersinde eski milletvekili Mehmet Kafkaslıgil'in çocuklarıyla irtibatta olduğu tespit edilir. Şeref ve Yüksel Kafkaslıgil. Almanlar hemen en iyi Türk ajanlarını bu konu için görevlendirirler. O ajan bir teknik ekiple Türkiye'ye inerek, İstanbul Richmond Otel'de kalır. Bir iki gün içersinde Semih Tufan Gülaltay'la irtibata geçer ve ona direkt olarak nereden geldiğini ve ne amaçla geldiğini iletir. Semih Tufan Gülaltay'a, işbirliği yaptığı takdirde, ömür boyu Almanya'da ikamet izni alabileceğini ve yakalattığı mala karşılık yüklü miktarda ikramiyeler alacağını dile getirir. Semih bu teklife hemen zıplar ve uyuşturucuya karşı olan antipatisini dile getirir. Semih'in bilmediği bir konu vardı; bu görüşme Çamlıca tepesinde bir cafede gerçekleşiyordu ve Alman emniyetinin teknik ekibi de bu görüşmeyi video kameraya alıyordu. Türk ajan, Semih'e, onu bir iki haftaya kadar arayacağını söyler ve oradan ayrı lır. Aynı akşam Luftansa uçağıyla Frankfurt'a ve bu şahısla ilgili raporu hazırlar. Kısım şefi rapor hazırlandıktan sonra bu işbirliğinin savcılık tarafından onaylanması için Tübingen Eyalet Savcılığı'na bir yazı yazar. Aradan geçen iki gün sonra bu yazıya cevap gelir: "Bu şahısla işbirliğine gidilmesini onaylamıyorum çünkü savcılığımız, bu şahıs ve çevresindeki insanların kü !tür seviyelerinin düşük olduğunu ve sırf kendi çıkarları için bu tip işbirliğine gittiklerini düşünmektedir. Bu sebeple bu işbirliğini reddediyorum."
Almanya'da bir kişiyle işbirliğine gidildiğinde, öncelikli olarak savcılıktan izin alınması normaldir. Söz konusu şahsın bilgileri savcılığa verilir ve ondan onay geldikten sonra iş bir173
liğine
gidilir. Bu karar verildikten kısa bir süre sonra özel ajan Gülaltay'la yeniden irtibata geçer ve bu işbirliğiyle ilgili nihai kararın en kısa zamanda kendisine bildirileceğini söyler. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra ajan tekrar Türkiye'ye gelip onunla ilgili bazı bilgiler toplar ve bunun yeniden değerlen dirmesini yapar. Ama tabi savcı kararını bir türlü değiştirmez çünkü bu şahıs çok anormal tavırlarla bazı konuların üstüne gittiği için, bunun her zaman Almanlar için bir sorun oluştu racağını ve bu tip mesuliyeti hiçbir kurumun üstlenemeyeceğini kararlaştırır.
Nihai karardan sonra Türk ajan görev yerinden geri çekilir ve bu şahısla irtibatını keser. Aradan 4 yıl geçer ve Akın Birdal suikastı gerçekleşir. Bu şahsın dosyası arşivden çıkarılır ve tekrar değerlendirme yapılır. Değerlendirme sonucunda, bu şahısla işbirliğine gidilmemesi kararının doğruluğu teyit edilir. Sonuç: Semih Tufan Gülaltay da, kendisini Türkiye'yi kurtaracak kişi ve ulusalcı cephenin önderi olarak görmek istemiştir. Ama şunu görüyoruz ki; bütün bu ulusalcı cepheler, yeri geldiğinde, kendi çıkarları için dış istihbarat birimleriyle işbirliğine gitmek istemişlerdir. Hepsi çıkar amaçlı örgüt üyeleridirler ve hiçbir siyasi ideolojileri yoktur. Cep ideolojisi onlar için önde gelen bir unsurdur. PKK terör örgütüyle hiçbir farkları yoktur aslında ... Suç makinesi Gülaltay Semih Tufan Gülaltay, kendisini "vataseven bir milliyetçi" olarak nitelendiriyor ama karşımıza çıkan kabarık sabıka dosyası "adi suçlar"dan oluşuyor. nını
174
Silahla yaralama, meskun mahalde silah kullanma, ruhsilah bulundurma, silah teşhir etme, tehditle çek-senet tahsil etme, darp, zorla senet imzalatma, sahte kimlik kullanma suçlarından birçok kez Asayiş Şube Müdürlüğü cinayet, gasp, organize suçlar bürolarında ifade veren Gulaltay'ın Üsküdar Paşakapısı Cezaevi'nde 1989'da bir ay, 1993 ve 1994'te 45'er gün hapis yattığı ortaya çıktı. satsız
Giilaltay'ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Müca-
dele
Şubesi'nde verdiği
ifade
doğrultusundaki
suç
dosyası
şöyle;
*
6 Eylül 1989'da, Küçükyalı'da meskun mahalde silah kullanmak suçundan Paşakapısı Cezaevi'nde bir ay tutuklu kaldı. Davadan beraat etti. 11 Eylül 1990'da Küçükyalı'da meskun mahalde silah kullanmak suçundan para cezasına çarptırıldı. Davadan beraat etti.
*
5 Ocak 199l'de 6136 sayılı kanuna muhalefet ve silah bulundurmak iddiasıyla Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Bürosu'nca gözaltına alındı. Çıkarıldığı savcılıkça serbest bırakıldı.
*
31Ağustos1991'de Küçükyalı'da
silah bulundurmak serbest bıra
iddiasıyla gözaltına alındı. Savcılıkça kıldı.
*
25 Mayıs 1993'te Göztepe'de ruhsatlı tabanca teşhiri suçundan gözaltına alındı. Mahkeme silahı müsadere etti.
*
9 Haziran 1993'te tehditle senet tahsil ettiği iddiasıy la Asayiş Şube Müdürlüğü Gasp Bürosu ekiplerince 175
gözaltına alındı. Paşakapısı
tuklu
•
kaldı.
Cezaevi'nde 45 gün tu-
Daha sonra beraat etti.
27 Ağustos 1993'te ruhsatsız silah bulundurduğu gerekçesiyle
Asayiş Şube Müdürlüğü
lar Bürosu ekiplerince
Organize Suç-
gözaltına alındı.
Mahkemece
para cezasına çarptırılırken silahı müsadere edildi.
• 11
Mayıs
1994'te silah
yiş Şube Müdürlüğü
ekiplerince
*
13
Mayıs
teşhir
etmek
iddiasıyla
Organize Suçlar Büro
Asa-
Amirliği
gözaltına alındı.
1994'te
başkasına
ait çeki
dolandırıcılıkla
elde ederek miktar hanesine 2.5 milyar lira yazmak iddiasıyla Asayiş
ve bedelini tehditle tahsil etmek Şube Müdürlüğü
Yankesicilik ve
Dolandırıcılık
rosu ekiplerince
gözaltına alındı.
Mahkemece
Büt;Cr-
best bırakıldı. *
22 Eylül 1994'te na muhalefet ğü
şartlı
tehdit ve 6136
suçlarından Asayiş Şube
Organize Bürosu ekiplerince
Mahkemece tutuklanarak Cezaevi'nde 45 gün *
22
Aralık
sayılı
kanu-
Müdürlü-
gözaltına alındı.
gönderildiği Paşakapısı
yattı.
1994'te silah tehdidiyle zorla senet imza-
latmak iddiasıyla Asayiş Şube Müdürlüğü Organize Suçlar Bürosu ekiplerince
gözaltına alındı. Savcılık
ça serbest bırakılırken mahkemede beraat etti. *
22 Haziran 1995'te suçundan Asayiş
ruhsatsız
Şube Müdürlüğü
Bürosu ekiplerince para
176
tabanca bulundurmak Organize Suçlar
gözaltına alındı.
cezasına çarptırıldı.
Mahkemece
*
9 Mart 1998'de Bursa'da Ömer Fedai Ayık isimli bir şahsın vurulmasıyla ilgili olarak Bursa Emniyet Müdürlüğü'nce arandığı belirlendi.
* Ersin Ortaç'ın silahla yaralanması olayıyla ilgili olarak Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hakkında tahkikat açıldı. * 2 Haziran 1998'de Yaşar Aydın adına tanzim ediimiş sahte kimlikle yakalandı. *
12 Mayıs 1998'de Akın Birdal'a karşı düzenlenen suikastta azmettirici olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Ankara DGM'ce tutuklanarak cezaevine konuldu.
*
Nisan 2007 yılında İstanbul Organize Suçlar Büro Amirliği'nin yaptığı PİON operasyonunda tutuklanarak cezaevine konuldu.
Alman emniyetinin, Semih Tufan Gülaltay için verdiği geçici muhbirlik numarası ise aşağıda belirtilmiştir. Bunun dışında Alman Emniyet Narkotik İstihbaratı'nın federal savcılığa yazdığı yazının orijinal metni de aşağıda gösterilmektedir. Name
GÜLALTAY
V.Name
SEMİH TUFAN
Geb
06
GebOrt
KARS / KAGIZMAN
V.VPNR.
1994 / VP
! 08 / 1968
I TR I VG I 199.452.457
177
Staatsanwaltsclıaft
Tiibingen
-S t r a fv o 11 s trec ku ngPostfach 2526, 72015 ttbingen llausanschrift; Charlottenstra8e 19, 12011:1 Telefon:
07071/200~0
Telefa:ı:,
An die: LKAStuttgar1 Landeskriminalamt Stuttgart Tatıbeııheim str.B5 70372 Slutlgart
Zu.Hd.voo.
Hemı
Rabi Hippler
Aktenzeiclıen
72 URS 25.JS 83641940
Durclıwahl
Tübingen,den
200/2795
17.08.1994
Belr.Ahlı:ı!ınurıJ der Zusammenarbit ıRt rer Per.ıon SemRı TulBl'ı G~y
mit lhrem o.g. $clııeben haben,sle eiııen Tiııkischen Staats ~n ıı.amens. SeAiH TIJFAN GÜLALTAY a1s \iP anwertıeııwo!aı. ir::!ı \lefwt:!igere lıler mi! iıren dleııststelle.die Zı.ısı:ınvnen artıeil: rril Heırn
Senih Tıılan
Giıbllay. Wolmlıaft zur ıro in ıstaruıut.
PJs vertrauns pef$)11 tıei der Bekıinpfiıng 'ı'l:lh def Rausctıgift Krimimıllal
Hııhnbilldııııg:
Luıduobaıtuu lla~nc..,.,ıı. ~8Ut1ln98ll
178
~edecı.-ırlrtt .. •ıı.rvi•olı• a.,ıt
\8L1 UO HIO )GI Koı:ı.to lif. 1 01 llo$0 1tl0
'l'Ol:ıingen
07ı:l7l-200-2660
6. BKA'nın (Bundeskiriminalamt) Türkiye'deki illegal faaliyetleri Bundes Kiriminal Anıt, Federal Almanya'nın federal polis teşkilatıdır. Almanya federal bir devlet olduğu için 16 eyaleti vardır. Her eyaletinde bir eyalet emniyet müdürlüğü vardır.
Eyalet İçişleri LKA (Landes Kiriminal Anıt) olarak geçerler. Federal sisteme göre bir eyaletin polisi başka bir eyalette görev yapamaz. Yapsa da BKAdan izin alıp o eyaletin irtibat memuruyla müşterek şekilde tahkikatlarını sürdürebilir. BKA'nın görev alanı Almanya içi ağırlık lı olmak üzere; uyuşturucuyla mücadele, terörizmle mücadele, organize suç örgütleriyle mücadeledir. Bunun haricinde 167 devletin emniyet güçleriyle beraber yapılan anlaşmalar kapsanunda müşterek tahkikat ve iş birliği anlaşmaları vardır. Bütün
bu
emniyet
müdürlükleri,
Bakanlığı'na bağlıdır. Bunların kısaltmaları
BKA ağırlıklı olarak son 15 senede uyuşturucuyla mücadelede birçok başarılar elde etmiştir. Bunlar genellikle örtülü operasyonlardır. Ağırlıklı olarak Latin Amerika'da, Uzak Doğu'da, altın üçgen dediğimiz Laos, Burma ve Tayland'da, Altın Hilal dediğimiz Türkiye, Pakistan ve Afganistan'da bu operasyonel faaliyetlerini sürdürmüştür. BKA'nın
uyuşturucuyla
mücadelede harcadığı para Türkiye'deki savunma bütçesinin yarısıdır. Toplam olarak 4 milyar Euro. BKA, uyuşturucuyla mücadelede görev taksimleri yaparak 7 departmana ayrılmıştır: 1. Merkezi Avrupa Bölümü; Wiesbaden, Almanya 179
2. Ortadoğu İstasyon Şefliği; merkezi Alman Konsolosluğu, İs tan bul 3. Uzak Doğu; merkezi Bangkok, Tayland. 4.
Doğu Bloğu;
merkezi Alman Büyükelçiliği, Moskova
5. Merkezi Afrika; merkez olarak Almanya Büyükelçil iği, Kenya Nairobi 6. Latin Amerika; merkezi Sao Paulo, Brezilya 7. Orta Amerika ve Kuzey Amerika; Merkezi Florida
Bütün bu departmanlarda işler toplam 250 ajan tarafından yürütülmektedir. Bu ajanlara ayrıca tercümanlık yapan ve Almanya'da yaşayan yerel personeli de eklersek bu sayı 400'ü bulmaktadır. BKA'nın uyuşturucuyla mücadelede kullandığı köstebekler 26 bin civarında vardır. Bu ajanlara yılda ortalama 1 milyar Euro ödenir. Uyuşturucuyla mücadelede Almanlar, Türkhükümetinin verdiği
kontrollü nakliyat izninden sonra son senelerde çok büyük başarılara imza atmışlardır. Ama ondan evvel ise Almanlar Türkiye'den uyuşturucuyu çıkarmak için birçok illegal yola başvurmuşlardır. 2001 yılının öncesinde Almanya'ya ve Avrupa'ya gelen eroin akımının % 85'i de Türkiye üzerindendi. Uyuşturucuyla
mücadelede artık eski sistemler yetmiyordu. (Yani ajan provokatörün alıcı kılığına girip malı alırken, zanlının yakalanması gibi). Bütün bu metotlar artık uluslararası çalışan uyuşturucu kartellerine sökmüyordu. Burada artık yeni metotlar denenirken, malın Almanya'ya daha gelmeden çıktığı yerde yakalanmasını sağlama metotlarına gidiliyordu. Ama tabi Türkiye gibi problemli yerlerde bu metotların dışına çıkılması gerekiyordu. 1994'e kadar Romanya'nın 180
Konztanze liman şehri, 1995 yılından itibaren de Bulgaristan üzerindeki sınır kapıları kullanılmaya başlandı. Burada amaç malın kontrollü şekilde Almanya'ya sokulmasını sağlamaktı. Kaçakçıların malı almaya geldiğinde anti-terör timi GSG 9 tarafından yakalanabiliyordu. Ancak önemli olan Türkiye'deki köstebeğin sağlamlılığıydı. Bu amaçla çok iyi Türkçe bilen ajanlar, diplomatik pasaportla Türkiye'ye girerek, bu köstebeklerle konsolosluk dışında buluşup, aylık raporları almaktı. Köstebeğin
konumuna ve yakalattığı uyuşturucunun göre örtülü ödenekten paralar verilir ve köstebeğe gereken ilgi gösterilirdi. Eğer köstebeğin hayatı tehlikedeyse ona gereken yeni bir kimlik verilerek, herhangi bir Alman şehrinde oturma ve çalışma müsaadesini sağlamaktaydı. Alman BKA'nın, Türkiye'de bu tip faaliyetlerde kullandığı ortalama 1800 köstebeği vardır. Bütün bunları denetleyen ise çok iyi Türkçe bilen birçok köstebek denetlemecisi çalışmaktadır. miktarına
Bu faaliyetlerden Türk emniyetinin haberi yoktur ve olmaması lazımdır. Çünkü eğer onların haberi olursa, çalışmaların tamamı illegal olduğu için, Türkiye ile Almanya arasında büyük bir diplomatik kriz ortaya çıkabilirdi. Arada sırada Türk emniyetine şirin gözükmek için ortaya ufak tefek yemler atılır; Alman emniyetinin, Türk emniyetine gösterdiği ilgiye dikkat çekilmek istenirdi. Türk emniyeti ağırlıklı olarak, ABD, DEA (Drogs Enforcmand Admistration) ile çalışıp, uyuşturucuyla mücadelede büyük başarılar elde etmiştir. Türkler'in, ABD'yle çok iyi bir işbirliği içinde olmaları, Almanlar için ciddi bir problemdi. Almanlarla pek işbirliğine gidilmek istenmiyordu. Bunların sebeplerinden biri de; Türk emniyetinin her sene Alman emniyetine PKK tarafından
yürütülen
uyuşturucu ağının
merkezinin Al181
manya olduğunu bildirmesi ancak hale etmeyişidir.
Almanların
olaya müda-
Almanların uyuşturucuyla mücadeledeki hassasiyetinin temel sebebi, malın çoğunluğunun Almanlar tarafından tüketilmesi ve bundan dolayı ölen Alman sayısının her sene artmasıydı. Yani amaçları bu ölüm düzeyini aşağıya çekmekti. Bunu da ancak yüksek miktarda uyuşturucuyu yakalayarak başarabilirlerdi. Türk emniyeti birçok kez Almanlara, PKK'nın Almanya ve özellikle Hollanda üzerinden uyuştu rucu işi yaptığını, büyük paralar kazandığını vurgulanış olsa bile bu Türk-Alman iş birliğini geliştiremedi. Alman yetkililerin, uyuşturucu işinde en az PKK kadar Türk mafyalarının da pay sahibi olduğunu iddia etmeleri, işin iç yüzünü bildiklerini göstermektedir. Hatta Alman istihbaratı, Türk güvenlik güçlerinin ve çeşitli aşiretlerin, Güneydoğu'da uyuşturucu işini yaptığını ispatlar raporlar göndermişlerdir. Bütün bu bilgiler, uydu ve diğer yüksek teknolojiye sahip izleme ve takip sistemleriyle gerekçeleştirilen çalışmaların sonucuydu.
Alman narkotik ve istihbarat birimleri, Bulgaristan üzerinden de çok başarılar elde etmişlerdir. Bunun en önemli örneklerinden biri de, Bulgar narkotik polisinin başarılı adamı Kalin Mihov'dur. Kendisinin resmen 300 dolar maaşı olsa da, aylık olarak Alman devletinden (RD 51 Departmanından) her ay ortalama 3900 Euro almaktadır. Bu da verilmesi gereken bir paradır çünkü kaçakçıların kazandıkları paraları düşü nürsek bu para yanında sıfır kalır. Bu tip çalışmalarda Almanlar; Ortadoğu'da ve Güney Doğu Avrupa ülkelerindeki seksene yakın üst düzey emniyetçiye her ay para aktarmaktadır. Bu paralar genellikle örtülü ödenekten verilir. Mihov'un; son beş senede Almanlara 800 kiloya yakın uyuşturucu yakalat182
tığı bilinir. Sırf bununla kalmazlar, bütün ekonomisi kötü ülkelerin narkotikçilerini Almanya'ya getirerek, arda haftalarca kurslara tabi tutarlar. Tabi bu kursiyerler genellikle geniş çaplı bir ajan timi tarafından denetlenir. Buraya her sene Türkler de gelir. Onlar da haberleri olmadan teknik tim ve psikologlar tarafından denetlenir. Bu birimin başında Ekhart Barner adlı bir emniyet müdürü vardır. Onun yanında da, Çetin adında, kod adı CEE olarak geçen Türk ajan bulunur. Çetin, Almanya'nın ilk Türk Ander Cover ajanıdır. Uluslararası uyuşturucuyla mücadelede adı tanınan bir kişiliktir. Görevi, Türkiye'den gelen üst düzey emniyetçilerle kontaklar kurup, onların tercümanlığını yapmak ve zamanı geldiğinde gereken teklifleri götürmekti. Prosedür gereği bazı teklifleri Alman emniyeti kendisi götürmez, himayesi altında bulunan en iyi Türk ajanlarının vasıtasıyla Türk irtibat memuruna veyahut kursiyer olarak gelen üst düzey Narkoculara iletirdi.
Alman narkosu bununla kalmıyor, Türkiye'deki kırık noktalardaki birçok telefonu dinliyordu. Bu da yapılmama sı gereken illegal bir operasyondu. Ama Almanların bu tip imkanları vardı. BKA; Alman Telekom'unun istihbarat uydusu üzerinden, Türkiye'de 5000'e yakın telefonu dinliyordu. Genellikle Doğu Anadolu'da Elazığ, Tunceli ve Bingöl gibi ilerimizde ikamet eden birçok kaçakçının telefonları Alman narkosu tarafından dinlenirdi. İstanbul'da başta Bayrampaşa Cezaevi, Maksim Gazinosu, Mecidiyeköy'deki narkotik şube nin bütün telefonları ve üst düzey narkotikçilerin özel numaraları da dahil olmak üzere ... Peki Alman narkotiği, üst düzey Türk narkotikçilerin telefonlarını niye dinliyordu? BKAda bulunan Türk irtibat memuruna (bu genellikle Başkomiser veya Emniyet Amiri 183
sıfatında olan bir üst düzey emniyetçidir) Almanlar tarafın dan bazı konularda yanlış bilgiler verilip, onun bu bilgileri kimlere aktaracağına bakılırdı. Ama genellikle bu önyargılı suçlamaların Türk düşmanı birkaç Alman emniyetçisi tarafından uydurulduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü mantıki açıdan bakıldığında; iki veya üç senelik daimi göreve atılan üst düzey Türk emniyetçileri, emniyet teşkilatının en yetenekli elemanlarından oluşur ve bunların aldıkları maaşlar genellikle bir Alman memurun maaşının iki katıdır.
Bütün bu dinlemelerin Türk makamlarının bilgisi olmadan yapılması; ya bizim pasifliğimizden kaynaklanıyor ya da ilgili yerlerin bilgisi dahilinde yapılıp örtbas edilmek isteniyor. Çünkü "Biz Almanların arka kapısı değiliz" diyenler, bizim bir "Muz Cumhuriyeti" gibi yabancı istihbaratçıların arka kapısı olduğumuzu kabullenmek istemiyorlardır her halde. Bu telefon dinlemelerin en enteresanı ise, 17.05.1994 yı lında Frankfurt'taki inler Conti Oteli'nde gerçekleşmiştir M.K adında bir Türk eroin kaçakçısı 6,5 kilo eroinle Almanya'ya gelmiş ve alıcı bulamamış. BKA bu istihbaratı değerlendirerek; Türkçe konuşan bir ajanım, iki BKA hayat kadınıyla bu kaçakçının kaldığı otele yollar. Bizim namı değer kaçakçımızın hayat kadınlarına ilgisi çok olduğu için, ajan kendisini kadın satıcısı olarak tanıtır. N. şehrinden bir siyasetçinin yeğeni olan kaçakçı hemen bu tuzağa düşer. O geceyi hayat kadınıyla geçirdikten sonra, bizim ajan onu Frankfurt'ta gezdirir. Tabi bu sırada da BKA teknik takip timi, M.K.'nın kaldığı otel odasını dinleme cihazlarıyla donatır. Ajan, M.K.'ya, kendisinin "başka işlerle de uğraştığını ama onun bu işlerden anlayamayacağım" söyleyerek zarf atar.
184
Bizimki, tipik bir Türk gibi hemen bu tuzağa kanar. Ve ona "Acaba bu iş peynir işi mi?" diye sorar. Ajan onaylar ama "Burası Türkiye değil kardeşim, burada cezalar çok büyük. Bu iş öyle çoluk çocuk işi değildir" diye birde bizim satıcıyı azarlar. M.K., "Tamam, ben sana ucuz mal bulurum. Daha doğrusu bende şu an 6,5 kilo mal var. İstersen bunu sana kilosu 60 bin marktan veririm" der. Ajan, "Parayı ayarlamam iki gün sürer" der ve ona hayat kadınlarından birini teslim ederek oradan ayrılır. M.K., yanındaki manken gibi kadınla sevinç içinde otele gider. Hemen telefona sarılır ve Türkiye'yi aramak ister. Otel telefonu BKA teknik takip timi tarafından dinlenmektedir. Telefonun öbür bölümünde bir tercüman oturmuş ve konuşmaları tercüme ediyordur. M.K.'nın aradı ğı telefon, Ankara, Türkiye Büyük Milel Meclisi'ydi. Aradığı kişi ise yakın akrabası olan bir milletvekiliydi. Bu vekil, ... Partisinden yılardır vekil seçilmiş ve siyaset arenasında tanı nan bir kişilikti. M.K., 0090 312 420 ... numaralı telefonu aradığında karşısına sekreter çıkar ve yakınının birazdan geleceğini iletir. M.K bir saat sonra gene aynı numarayı çevirerek akrabasıyla görüşür. Aralarında şöyle bir konuşma geçer; M.K. aktaracağım
Vekil
: "Ben en geç öbür gün senin hesabına amca"
parayı
: "Tamam ama yakalanma dikkat et"
M.K. : "Sen merak etme, her şey kontrol altındadır. Ziraat Bankası'na yollayım değil mi Amca? Yoksa İş Bankası'ndaki hesabına mı yolayım?"
Vekil
:
"Hayır
Ziraata yolla. Onu buradan, meclis-
ten çekerim"
185
Ertesi günü GSG 9 timlerinden iki kişi, otele misafir gibi gelir. M.K'nın kaldığı odanın yanındaki ve üstündeki odayı tutarlar. Ajan otele gelip M.K'nın odasına girdiğinde; M.K paketleri zuladan çıkarmış ve elektronik tartıyla paketleri tartıyordu. Ajan hemen şifreli şekilde yakalama timine sinyal verir. Bir dakika içinde 9 tane GSG 9 tim elemanı odaya dalarak, M.K'yı etkisiz hale getirirler. M.K'nın Frankfurt emniyetinde ifadesi alınırken, yaptığı telefon görüşmesinin metni tercüman tarafından ona okunur. M.K. bunu yalanlar ve kimseyi tanımadığı söyler.
BKA hemen Türk emniyetinin irtibat memurunu çağıra rak, bu yakalanan mal ile ilgili bilgi verir ve bunun, muhtemel olarak iş ortaklarının aradığı numaradaki kişiler olduğu nu dile getirirler. Türk irtibat memuru önce bu numaranın nereye ait olduğunu anlamaz ama bilgileri Ankara'ya yollayınca skandal ortaya çıkar. Bu skandal hemen örtbas edilir. Almanlar konuyla ilgili birçok kez Türk makamlarına yazılar yollasalar da, hiçbir cevap alamazlar. Diğer
bir dinleme skandalı da başka bir milletvekili olan Mustafa Bayram'la ilgiliydi. Almanya'da yakalanan bazı doğu illerimizden kaçakçıların onunla yaptığı görüşmeler hep Alman BKA dinleme merkezine takılıyordu. Almanya'da, Bayram'la ilgili şu an bile tutuklama kararı vardır. Türk makamları birçok kez bu şahıs üzerine uyarılsa da, hiç kimse kalkıp bu uluslararası kaçakçıya dur diyemiyordu. Çünkü her seferinde meclise seçilerek dokunulmazlık zırhı altında faaliyetlerini sürdürüyordu. Almanlar bir ara onu ortadan kaldırmak istedi. Plan yapılmıştı bile. Mustafa Bayram yurt dışına davet edildi. Kaldığı otele BKA tarafından organize edilmiş hayat kadınları gönderilecek, onunla beraber olmala186
rı sağlanacaktı. Bu kadınlar milletvekilinin içkisinin içine ilaç koyup, onu ortadan kaldıracaklardı.
Ancak bir sorun vardı. Mustafa Bayram'ın yakınına sokulan Türk köstebek onun aşiretindendi. Bir de milletvekili İran'dan başka hiç yurt dışına gitmiyordu. Orası da kendisi için güvenli bir yerdi çünkü kendi aşiretinden birçok insan İran'da yaşıyordu. Almanların
bu tip örtülü operasyonları planlaması bile Çünkü kaçakçı da olsa, bir Türk vatandaşını bu ortadan kaldırmak, hukuk devletini hiçe saymaktır.
skandaldır. şekilde
Başka
bir Alman organizeli örtülü operasyon ise Nevşehir'den Bektaşlar ailesiyle ilgiliydi. Bektaşlar ailesinin ortak olduğu Atıl Nakliyat adlı bir tır filosu vardı. Bu Filonun genellikle müşterileri Almanya ve Hollanda'da bulunup, Almanya'ya haftada 4 sefer düzenlerdi. Şirketin ortakların dan Mustafa Bektaş, işleri Türkiye'den yapar, Oğlu Mehmet ise Almanya'nın Dortmund Hagen şehrinde açtığı bir irtibat bürosuyla işleri Almanya'dan takip ederdi. Bektaşların
bir sorunu vardı ama bu sorunu onlar henüz bilmiyordu. Bu sorun, Atıl Nakliyat'ın tırlarından birinin Waldhaus sınır kapısında durdurulmasıyla başladı. O sırada narkotik köpeğinin havlamasıyla kuşkulanan görevliler, tın geniş çaplı bir aramadan geçirirler ama bir şey bulunamaz. Ancak malın gizli bir bölmede saklı olduğu tespit edilir. İlgili kamyon hiçbir şey bulunamamış gibi izlenmeye alınır. BKA, Atıl Nakliyat'ın bütün telefonlarını ve Mustaf Bektaş'ın cep telefonunu dinlemeye alır. Oğlu Mehmet, fiziki takibe alına rak özel hayatında nelerle uğraştığı dikkatle izlenir. Aradan 2
187
ay geçtikten sonra Almanlara bir ihbar gelir. Atıl Nakliyat'ın bir kamyonu, 65 kilo eroin ile Regensburg sınır kapısından 6. gün içersinde geçecektir. Bu ihbarı değerlendiren Alman Narkotik İstihbarat Daire Klaus Schlepi ve Ekhardt Barner yönetiminde bir özel tim oluşturur. Bu time iki gurup GSG 9 timi destek çıka caktır. İki tim grubu helikopterle Alman-Çek sınırına gider. Ertesi günü kamyon sınırdan geçince, GSG 9 timi operasyon düzenler. Yapılan aramalarda 65 kilo eroin ele geçirilir. Şo för, sorgulanmasında; malın ona ait olmadığını, esas mal sahibinin Hagen şehrinde M.B olduğunu dile getirir. M. B. bir operasyon düzenlenerek tutuklanır ve Hof şehrinde yapılan mahkemede 16 yıl hapis cezası alır. Bu olayın başlangıcında BKA; bir köstebekten bilgi alarak malı Romanya'nın Konztanze şehrinden itibaren, önce Romen Narkotik Bürosu ile takibat yapılarak, sonra Macar ve Çek narkotikçilerinin desteğiyle maim akıbetini belirleyerek kime ait olduğunu tespit Başkanlığı,
etmiştir.
Alman BKA, Türkiye'de narkotikle mücadelede, kendisinin kurduğu birçok paravan şirket üzerinden, yurt dışın daki Kolombiyalı, Afgan, İranlı veya Lübnanlı kaçakçıları Türkiye'ye getirerek, genellikle buradan kontrollü nakliyatlar yapmaktadır. Bu şirketler genellikle "Hazır Ofis" kullanırlar. Bu ofisler, hazır sekreter ve adres hizmeti veren şirketlerin himayesi altında kurulup, ticaret odalarına kayıtlarını da yaptırarak resmi bir şirket konumuna gelir. Bu "Hazır Ofis" sistemi bütün dünyada mevcuttur. Şirketinize aynı anda hem New York'ta hem de Tokyo'da ofis servisi alma imkanı nız oluyor. Bu "Hazır Ofis" şirketinin Türkiye'de ise iki tem188
silcisi vardır. Bunlar, İstanbul'da Beybi Giz Plaza'da 5. ve 6. katlarda bulunan "REGUS" firmasıdır. Bu firmanın Ankara "ARMADA Alışveriş Merkezi"nde de ofis servisi vardır. Bu şirket, genellikle bilinmeden birçok istihbarat servisi tarafın dan kullanılır. BKA'da bu servisten son 2-3 senedir yararlanmaktadır. Ofis kiraları 200 dolardan başlayıp 3000 dolara kadar gider. Bu da, hem BKA hem de BND gibi Alman kökenli istihbarat birimlerine çok ekonomik gelmektedir. "Hazır Ofis Şirketleri"nin bu tip faaliyetlerden genellikle bilgileri yoktur. Çünkü onlar bu tip servisleri bütün dünyada yaptıkları için, genellikle şirketlerin ticaret sicile kayıtlarına bakılıp, bir kontrol mekanizmasından geçtikten sonra, şirketin temsilcisinin onayıyla bu yeni müşteriye gereken telefon ve faks numaralarının yanında, bir de e-mail adresi tahsis edilir. Eğer bu uluslararası "Hazır Ofis Şirketleri", BKA BND ve birçok yabancı istihbarat birimlerinin kendilerini ve şirketlerini kullandık larını bilseler, herhalde milyonlarca dolar tazminat talebinde bulunurlar. Kaçakçılar genellikle bu tip operasyonlardan sonra onları tufaya getiren kişiye ve şirketine intikam girişimlerinde bulunurlar. BKA, Yunanistan'm Samos Adası'nda Euro Yachting isimli bir şirket kullanmaktadır. Bu şirket son 10 senede Türkiye'de çıkan birçok Yat Dergisine reklam vererek, Türkiye'deki kaçakçıların dikkatini çekmek ister. Bu yat firması, reklamlarında ayrı olarak "Özel nakliyat!ar da yapılır" ve "Gümrükleme iş lemleriniz kısa sürede bitirilir" gibi Türk kaçakçılarına yemler atmaktadır. BKA'nın bunlar dışında; İstanbul, Antalya, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Elazığ ve Mersin gibi illerimizde hücre evleri vardır. Bu evler, Türkiye ve diğer çevre ülkelerde (Suriye, Afganistan, İran, Irak gibi) Alman BKA ve BND'si namına faa189
liyet gösteren ajanlarına kaçma durumunda, geçici ve güvenli bir sığınak olarak hizmet vermektedir. Konsolosluk görevlilerinin, ciddi durumlarda diplomatik dokunulmazlıklarını kullanarak bu ajanı güvenli şekilde Alman Konsolosluğu'na veya rezidansına getirme imkanı olur. Dünyaca ünlü "Willi Betz Tır Firması"nda da BKA'nın yirmiye yakın tın vardır. Bunlar da İstanbul'da bir ofis kurarak Willi Betz Firması himayesi altın da görev yapmaktadırlar. Willi Betz'in merkezi, Almanya'nın Baden Würtemberg Eyaletinin Reutlingen ilçesindedir. Alman Ticaret Odası'nda kaydı olan bu şirketin sahibinin de, BKA illegal aktivitelerinden haberi yoktur. BKA Almanya'da yakalanan Türk
uyuşturucu kaçakçı
larının çoğunluğunun Elazığlı olması
üzerine, 1992 yılında "Elazığ Masası" kurmuş olup, Elazığ üzerine bütün bilgi ve uydu bağlantılı bilgiler topluyordu. Bu masada toplam 40 memur bulunuyordu. Elazığ'ın bütün köyleri ve ilçeleri Alman denetimi altındaydı. Bütün binaların resimleri çekilmiş ve hatta bütün telefonları dinlemeye almışlardı. Bu özel ekip, 1996 yılında faaliyetlerini sona erdirmişti. Ancak Almanlar, bizim istihbaratçılarımızın yapamadığı işleri yıllar evvelden yapmaktadırlar. Potansiyel suç işleyebilecek kişileri veya grupları önceden analiz edebilmektedirler. Türkiye'de son yıllarda terör ve saldırı eylemleri ne karışmış yüzlerce kişinin psikolojik analizine Alman istihbaratının arşivlerinde rastlamak mümkündür. Bu tip kişiler, her zaman işe yarar kişiler olabilirler. Onları; gerek terörist, gerekse muhbir olarak kullanmak birkaç kuruş parayla mümkündür. BKA irtibat ajanları, şu an bile Alman Konsolosluğu'nda (diğer birçok batılı ajan gibi) faaliyetlerini sürdürmektedir. Artık AB uyum yasaları ve özellikle AB'nin ortak adalet, 190
içişleri,
savunma ve dışişleri politikaları Türkiye tarafından izleniyor. Müktesebat belgeleri olarak uygulamak mecburiyetinde olsa bile, devletlerarası provokasyon devam etmektedir_ Türkiye, özellikle de en iyi faaliyet alanını teşkil etmektedir_ Doğu
Almanya ve PKK
PKK sırf Batı Almanya'da değil, Doğu Almanya'da da 1990'lara kadar aktif olarak varlığını sürdürüyordu. Burada genellikle merkez olarak, Doğu Berlin'deki Spandau Ale kullanılıyordu.
Doğu Alman Gizli Servisi STASİ (Staat Sicherheits Dienst) ile de genellikle çok iyi bir işbirliğine gidilmişti. Onlardan sırf silah alınmıyor, uzman eğitmenleri aracılığıyla askeri eğitimlere tabi tutuluyorlardı. PKK'nın Marksizm'e yakınlığı, onların Doğu Almanya'da faaliyetlerini daha geniş çaplı yapmalarına sebep olmuştur.
Birçok PKK'lı; genellikle Doğu Alman pasaportlarıyla Türkiye'ye giriş yapıp, burada eylemler gerçekleştirdikten sonra gene Doğu Almanya'ya uçuyordu. Bu illegal faaliyetler Türk güvenlik güçlerinin hiç dikkatini çekmemişti. Batı Almanlara birçok kez PKK ile ilgili konularda nota verilse de, bunun Doğu Almanlara verilmemesi çok ilginçtir. Birde şunu göz önüne almak lazım; 1990'a kadar, Doğu Alman Gizli Servisi kapalı bir kutuydu ama 1990'dan itibaren bu gizli servisin dünya çapında (CIA'den sonra) en iyi gizli servis olduğu ortaya çıkmıştır. Neden? Doğu Almanya'nın nüfusu 18 milyonken, Doğu Alman Gizli Servisi'nde kayıtlı 22 bin ajan aktif şekilde gö191
revliydi. Bunlara bilerek köstebeklik yapanların sayısı ise 5 milyona yakındı. Doğu Alman Gizli Servisi'ni dünya çapında 2. sıraya getiren ana sebep ise, dünya çapında kendileri bilmeden ajanlık yapan 80 milyona yakın insanın bu serviste aktif olmasıdır. Alman Gizli Servisi STASİ, dünyanın her yerinden milyonlarca insanı, haberleri olmadan ajan olarak kullanmışlardır. Bu çalışmalar, 90'ların sonlarına doğru Gauk Behörde tarafından tespit edilmiştir. Yani
anlayacağınız Doğu
Doğu Almanlar birçok ajanın bilgilerini kağıt kırpma makinelerinden geçirmiş olsa bile, bunu yakmadıkları için, olayın boyutlarını batılı gizli servisler daha iyi anlamaya baş lamışlardı.
Gauk merkezinde özel yapılan bir kırpma-düzeltme makinesiyle, imha edilen kağıtlar gene eski haline getiriliyorlar. Birçok Batı Alman gibi Avrupa'nın her köşesinden STASİ'nin IM'leri vardır. (in Ofiziele Mitarbeiter) Bunun Türkçesi resmi olmayan personeldir. PKK'nın
o zamanlar bu gizli servisle işbir de, şu an Türkiye'de faaliyet gösteren birçok parti mensubu ve bizim aydın bildiğimiz insanlar bu STASİ denen gizli servisin maşası olmuşlardır. da
çoğunluğu
liğin deydiler. Sırf PKK'lılar değil
1991 yılının Mart ayında Berlin'de Normanan Str.'da bulunan STASİ merkezine 15 bin kişilik bir halk kitlesi saldır mıştı. Kapıdaki güvenlikçiler tartaklanarak itilmiş ve bütün merkezde bulunan ajanlar topuklamışlardı. Bu ajanlar geçici olarak kaçmadan evvel bütün odalara gizli kamera yerleştir mişlerdi. Doğu Almanlar, kimin hangi odaya girip hangi belgeleri almak istediğini bilmek istiyordu. Çünkü o zamanlar
192
Berlin
Duvarı yıkılmıştı
ama
Doğu
ile
Batı
henüz
birleşme
mişti.
Her odanın bir devlet ismi vardı. ABD, Batı Almanya ve İngiltere'ydi.
Bunların
en
büyüğü
Doğu
Alman Gizli Servisi, odalara konulan bu gizli kameralar sayesinde, bu ayaklanmanın kimler tarafından organize edildiğini ileriki günlerde tespit edecektir. Kalabalık genellikle Batı Alman ve ABD odalarına dalarak, orada ne kadar saklı bilgi varsa imha etmişlerdi. Ama gurubun içindeki bazı kişiler birçok belgeyi alıp dışarıya taşı yordu. Bütün bunlar, STASİ ajanları tarafından takip ediliyordu. İleride bunun STASİ tarafından bir saptırma operasyonu olduğunun tespiti yapılacaktı. Çünkü STASİ, Batı Berlin'deki çifte ajanlarına yanlış bilgiler sızdırarak, bu belgelerin Doğu Almanlar tarafından imha edileceğine dair bilgilerin, batının gizli servislerine gitmesini sağlamışlardı.
Bizim MİT ise herhalde bu aktivitelere katılmamıştı çünkü Türkiye, Yunanistan ve İran masasındaki odada hiçbir aktivite yoktu. Yani bu üç devletin gizli servisleri bu çalışmaya pek sıcak bakmıyorlardı ki, orada aktif görevde bulunan ajanlarını bulundurmamışlardı o akşam. Eğer bizim gizli servisimiz bu konuyla ilgili çalışmaları son 15 senede yapsaydı, PKK denen unsuru 90'ların ortasın da bitirirdik ve içimizdeki Doğu Alman Gizli Servisi'ne çalı şan resmi ve gayri resmi ajanları da aktifleştirme imkanımız olurdu.
Çünkü bu ajanların çoğu bilmeyerek de olsa STASİ tarafın dan kullanılmış ve ileride STASİ yakınlığıyla tanınan POS (Par193
tei Der Sosialisten) partisinde aktif şekilde görev almışlardır. Her ajanın bir resmi ismi ve gayri resmi ismi vardır. Bu, gibi bir gizli serviste normal olan bir şeydi. Çünkü ajanların çoğunluğu ve onların bulundukları devletlerdeki konumları bu gizli servis için önemliydi.
STASİ
STASİ'deki Kod adı
Gerı;;ek Adı
Doğu
Perinçek
Sarp Kuray
Dopel Seitig (Çift
taraflı)
fM (Habersiz Bilgi Kaynağı)
Fuchs
(Tilki)
IM (Habersiz Bilgi
Kaynağı) Kaynağı)
Besin Butik
Zoker
(Kumarbaz) lM (Habersiz Bilgi
Uluç Gürkan
Baron
(Baron)
iM (Habersiz Bilgi
Kaynağı)
Aydın
Heinrich
(Heinrich)
iM (Habersiz Bilgi
Kaynağı)
Engin
Mihri Belli
Der Aite
(İhtiyar)
IM (Habersiz Bilgi
Kaynağı)
Ercan Karakaş
Demokrat
(Demokrat) IM (Habersiz Bilgi
Kaynağı)
Cengiz Çandar
Falke
(Falke)
IM (Habersiz Bilgi Kaynağı)
Gewe
(Gewe)
iM (Habersiz Bilgi
Agusti
(Agusti)
IM
Rıdvan
Budak
Mesut Yılmaz
(Habcrsi2 Bilgi
Kaynağı) Kaynağı)
Yukarıda belirttiğim yatımızda
daha
isimler haricinde, bizim güncel haismini basından duyduğumuz 40'a yakın insan
vardır.
Bütün bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi, bilmeyerek de olsa STASİ ajanları tarafından kıskaca alınıp kendilerinden bilgi talep edilmiştir. Bazıları, STASi ajanları na, Türkiye'nin SO'li yılardaki siyasi gidişatı ve konjonktürü üzerine bilgiler vermişlerdir. Birçok basın mensubumuz da kendilerini Batı Alman gazetecisi olarak tanıtarak, STASİ ajanlarıyla ellerinde olan güncel bilgileri takas etmişlerdir.
194
Düşünün
ki siz bir gazetenin editörüsünüz ve Almanya'nın en saygın gazetelerinden birinin editörü sizi arayarak, bazı konular üzerine sizinle iş birliği yapmak istediğini belirtiyor. Herhalde hiçbir Türk basın mensubu buna yok diyemez. Neden? Çünkü kendi mesleğimizdeki bir yabancı arkadaşı mıza yardım etmek veyahut onunla işbirliğine gitmek bizim için doğal bir şey olarak görünmektedir. STASİ,
bizim toplum olarak karakter yapımızı bildiği için, SO'li yıların başında STASİ'nin şefi E~ich Milke ve operasyon şefi Markus Wolf bununla ilgili çalışmalarda özel bir birim oluşturmuşlardır STASİ'nin adamı
Türkiye masası Erich Müller'dir.
şefi
ise Markus Wolf'un en iyi
STASİ ve Türkiye Masası Türkiye STASİ'nin ilgisini neden
çekmişti?
12 Eylül 1980'den sonra Türkiye'de yeni yapılanan aşı rı sol, kendisine öncülük yapacak tipik 60'lı yılların solunu Avrupa'da bulamıyordu. Çünkü bunlar genellikle yeraltına inmişler ve oradan illegal şekilde aktivitelerini sürdürüyorlardı.
Almanya'da Bader Mainhof gurubu kurucularının Alman gizli devleti tarafından Stam Heim Cezaevi'nde öldürülmelerinden sonra yeiini RAF (Role Arme Fraktion) almış ve birçok ABD üssüyle, Alman siyasetçi ve sanayici için bir korku oluşturmuştu. RAF; 1980 yılından başlayarak 90'lı yı lara kadar birçok saldırıda 10'a yakın üst düzey bürokratı ve bankacıyı öldürmüştü.
195
Fransa'da ise "Aktion Direkt" olarak bilinen Marksist bir terör gurubu Fransa'yı kana buluyordu. Bunların RAF'la iş birliği yaptıkları; 1990'da Berlin Duvarı yıkılıp, STASİ bilgilerinin Avrupa kamuoyuna sunulduğu zaman ortaya çıktı ve herkes bu işbirliğinin organizatörünün STASİ olduğunu gördü. İtalya'da "Kızıl
Tugaylar", İspanya'da "ETA" gibi birçok terör örgütü ise bu guruplarla irtibatta olup, birlikte saldırı planları yapıyorlardı.
Bütün bunların
arkasında
Markus Wolf'un olduğu, ileriki yılarda yapılan araştırmalarda tespit edilecektir ama Wolf hiçbir zaman bu yaptığı aktiviteler için Batı Alman mahkemelerinde yargılanmamıştır. Kimdi bu Wolf? ABD gizli servisi; bu adamla ilgili bilgi verene, 70'li ve SO'li yıllarda 5 milyon dolar ikramiye verme vaadinde bulunsa da, bugüne kadar sadece 1962 yılından kalma bir fotoğrafı nın fotokopisini ele geçirebilmişlerdir. Erich Müler çalışmalarına 1980'in Kasım ayında başlar ve kendisine muhtemel olarak bilgi verecek kişiler üzerine isimler toplar. Bu isimler; o zamanın Türkiye'sinde genellikle sol görüşlü olup, bu tip bilgileri dikkati çekmeden ve kendi ajanlarının hayatını tehlikeye atmadan alma imkanından yaralanmak istiyordu. Almanya'da
yaşayan
2.5 milyon Türk ise bu
çalışmalar
için ideal bir ortam yaratıyordu. Çünkü o sıralar Almanya'da bulunan Türklerin birçoğu, Türkiye'den kaçıp iltica talebinde bulunan aydınlardı. Bu aydın kitle genellikle kendi yaptık ları siyasi çalışmalardan dolayı Türkiye'de aranıyorlardı. Bu da tabi STASİ için tam hareket etme zamanıydı. STASİ'nin o
196
zamanlar Batı Almanya'da birçok merkezi vardı. Bunlar genellikle iş yerleri veyahut derneklerdi. Bu dernekler genellikle üniversite şehirlerinde kurulup, oradaki hem Batı Alman hem de birçok milletten oluşan öğrencileri kendi derneklerine çekmek için çaba sarf ediyorlardı. STASİ,
bu insanların genellikle üniversiteyi bitirdikten
sonra gidecekleri memleketlerindeki konumlarına da dikkat çekiyordu. Heidelberg'ten genellikle tıpçılar çıkardı. Bu bölgede ileride kendilerine yarayacak adamı bulmak onlar için pek de sorun değildi Götingen'den sosyologlar, Münih'ten gazeteciler, Tübingen'den hukukçu ve işletmeciler seçilirdi. Müller ve grubu Türkiye'nin siyasi geleceğinde önemli rol oynayacak kişiler üzerinde de duruyorlardı ve burada genellikle Almancaya çok yatkın kişiler onların ilgisini çekiyordu. Sırf sol görüşlü insanlar değil, sağ görüşlüler de onların ilgi odağı olmuştu. STAS'nin Türkiye'ye olan ilgisinin artma sebeplerinden biri de şuydu; ABD gizli servisi, Batı Alman ve İsveç firmalarına Türkçe bilen ajanlar sokmuştu. Rus Parlamentosu'nun bütün üst düzey yetkilileri tarafından kullanılan Volvo fabrikasına C!Ain soktuğu Türkçe bilen ajanlar, Sovyetler Birliği için yapılan 300 Volvo araca dinleme cihazları yerleştirdi. Daha sonra bu tip çalışmalar STASİ'nin de ilgisini çekip, "Niye biz de Türk ajanlar kullanmıyoruz" sorusunu gündeme getirmişti.
Ayrıca STASİ'nin çalışma
casusluk bölümü ve "2000'li yılların grubu" diye adlandırılan gurubun hazırladığı gizli 197
rapor da bu dir.
çalışmaların hızlandırılmasına
sebeplerden biri-
"2000'li yıların çalışma grubu"; 20-30 sene sonra Almanya'da yaşayan Türklerin nüfuslarının 10 milyonu aşa cağını ve bu etnik gurubun, hem ticarette hem de siyasette büyük bir rol alacağının bilgisindedirler. Bu durumdan yararlanmak ise STASİ için bir başlangıçtı. Türkiye üzerinde oynanan oyunların bir başlangıcı... Biryandan BND Türkiye'de olan bütün yasaklı guruplara el açmış, bir yandan da kardeş devlet Doğu Alman Gizli Servisi STASİ yeni kurduğu masayla Türkiye'de yeni gurupların aktivitelerine destek çıkıyordu. 1 Mayıs İşçi Bayramı, habersiz ajanı bulmak için en ideal günlerden biriydi. Çünkü 1 Mayıs günü yabancı uyruklu iş çiler sokaklara çıkıp işçi hakları için yürüyüşlere katılıyor ve kendi memleketlerinde olan olayları gündeme taşıyorlardı. STASİ bütün aktif ajanlarını 1 Mayıs günü sokaklara dökerek, kapitalist kardeşi Batı Almanya'da huzursuzluk yaratıyordu. Alman
Gauk
Merkezi'nin
listelerine
bakıldığında,
STASİ'nin "habersiz ajan" olarak bilgi topladığı Türkler, ge-
nellikle SO'li ve 90'lı yıllarda Türkiye'de yüksek düzeyde siyaset ve bürokratik görevlerde yer almışlardır. Basın mensupları ise; sol görüşlü gazetelerde köşe yazarlığından tutunda, genel yayın yönetmenliğine kadar çıkmış insanlardır. STASİ'nin amacı, uzun vadede bu insanları kullanarak
onlardan gelebilecek bilgileri değerlendirmekti. İsmini yayın ladığım şahıslar bir düşünsünler bakalım; kendilerinin SO'li yılların başlarında bulundukları pozisyonlarda, onları kim, kiminle tanıştırmıştı? Ve bu tanışılan şahıslarla kurulan diyaloglarda acaba neler üzerine konuşulmuştu?
198
Burada da STASİ'nin stratejisi şuydu: Bulunulan memleketin konuları üzerine "Habersiz Ajanlar"la görüşülecek ve dikkati çekmeden o şahıslara yapılabilecek değişiklikler dile getirilecek. Eğer "Habersiz Ajan" bu konuya vakıf değil se veyahut bu konuya sıcak bakmıyorsa, ikinci bir "Habersiz Ajan" ile dolaylı yoldan irtibata geçilip, onun bu şahsı ikna etmesini sağlamaktı. Doğu Almanya'nın
Türkiye'yle olan ticari ilişkilerine bakıldığı zaman, bu ticarette SO'li yılların başlarından başlaya rak 90'lı yıllara doğru yüksek bir artış görebiliriz. Sırf Doğu Almanların değil, onların müşterek ortakları
Çekoslovaklar ve Macarların da SO'li yılarda (yani STASİ'nin operatif görev başlangıcından sonra) Türkiye'ye yaptıkları ticaretlerde büyük bir artış görebilirsiniz. "Skoda" arabalarından tutun da, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin açtığı otobüs ihalelerine kadar her şey STASİ kontrolündeydi. Tabi birçok insan bunun yanlış olduğunun kanaatindedir. Ama olayın iç yüzünün bu olduğunu kabullenme! eri de soru işaretidir. STASİ sırf ajan faaliyetleri sürdürmemişti. Doğu Berlin'de yayınlanan birçok devrimci radyonun ve gazetenin de baş sponsoruydu. PKK'nın SO'li yılların ortasında hortlaması STASİ'nin bu gruba olan yakınlığının da artmasına sebep olmuştur.
Suriye'de o zamanlar Doğu Almanların 800 tane askeri danışmanı vardı ve bunlar sırf Suriye ordusunun eğitimine bakmıyorlardı. PKK'nın da Suriye'de bir üst kurmasına sebep olmuşlardı. Onlara sırf silah yardımı değil ellerinden gelebilecek bütün yardımları eksiksiz şekilde yerine getiriyorlardı. 199
Türk güvenlik güçlerinin yaptıkları operasyonlarda genellikle ilk zamanlar Doğu Alman yapımı silahlar ele geçiyordu. Askeri kıyafetler bile Doğu Alman ordusunun 60'lı yıllarda kullandığı kamuflajlardı.
STASİ'nin amacı Türkiye'deki bu faaliyetlerinin amacına
20 sene sonra ulaşıp, Türkiye'de aynı sistemi getirmekti. Ama tabi Bedin Duvarı'nın yıkılmasıyla bu hayal aynı "Büyük Demokratik ve Sosyalist Almanya" hayali gibi bitmişti. Burada önemli olan, duvar yıkıldıktan sonra bu "Habersiz Ajanlar"ın bilgilerinin dışarıya sızmamasıydı. Bu nasıl yapılacaktı?
Bu bilgiler kağıt kırpma makinelerinden geçirilecek, oradan da büyük sobalara atılarak yakılacaktı. Ama tarih olayları o kadar hızlandırmıştı ki ... Doğu Almanlar duvarı yıktık tan 10 ay sonra batıyla resmi şekilde birleşmişti ve bütün bu belgeler de Batılıların eline geçmişti. Gauk merkezi kurularak bu belgeler üzerine yıllarca çalışmalar yapılmıştır. Bunun için o büyüklükte olan dünyadaki tek kağıt kırpma-montaj makinesi yapılmıştı. Bu makineyle günde ortalama 500 sayfa montaj etme imkanınız vardı. Bunun yetersiz olması tabi birçok olayın daha çözülmemesinin sebebiyetidir. Türk Habersiz Ajanları ne kadar da aydın insanlar olsalar, gene de bu tip İstihbarat çalışmalarının namlusunda olmuşlardır. Tabi burada hiçbirinin bile bile vatan hainliği yaptığı söylenemez. Ama onların o zamanki siyasi görüşlerinden dolayı Türkiye'de yasaklı olmaları, onları bilmeyerek bu insanların maşaları durumuna getirmiştir. Burada kimseyi suçlamıyoruz çünkü bu insanlar bilmeyerek, iyi niyetlerinin suiistimal edilmelerinden dolayı STASİ tarafından seçilmiş ve 200
bilgi
kaynağı olmuşlardır.
STASİ
raporlarında,
Bunlardan biri de Sarp Kuray'dır. onun
kişilik
olarak Sosyalist Manifesto'nun dışında bir kişilik olduğu, raporlarda belirtiliyor. Onun uyuşturucu bağımlılığı bile raporlarda dile getiriliyor ve "Habersiz Ajan" çalışmalarında, onun kurduğu "Partizan Yolu" ve "16 Haziran Hareketi" adlı grubun çalışmaları çok dikkatle izleniyordu. Alman solcusu görünümünde olan STASİ ajanları, onun bu faaliyetlerine de finansal yardımlarda bulunmuşlardır. Ama raporda en çok ilgi çeken konu, onun muhtemel olarak bu yardımlardan kişisel avantaj sağladığına dair bulgulara rastlanmasıdır. Bu bilgi üzerine Sarp Kuray sıcak takibe alı nıp, kurduğu guruplar ABD'lilerin konter-espionaj bölümünün bir eseri mi diye 6 ay izlenmiştir. STASİ raporuna göre, onun kişisel profilinden böyle bir
aktivite gerçekleştiremeyeceğinin tespitini yapmışlar. Çünkü eğer böyle bir şey yapsaydı; aynı ideolojiyi paylaştığı arkadaş ları tarafından da bunun tespiti yapılabilirdi. Bu sebebiyetle Doğu Alman ajanları, bu çalışmalarını dikkatle izlemeye almışlar ve ondan gelebilecek bilgilerin, o zamanın Türk- Doğu Alman ilişkilerinde nasıl bir tesiri olacağına dair çalışma gurubu oluşturmuşlardı. Çünkü militan gurupların içinde bulunan bütün aktifler, ya İsrailliler tarafından ya da Türk güvenlik güçleri tarafın dan elimine edilmişlerdi. (Mahir Çayan ve arkadaşları, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan vs.) Onun Tiirkiye'deki askeri eğitimi çok iyi bildiğini de biliyorlardı. Çünkü Sarp Kuray deniz subayıydı ve onun başını çektiği bir bildiri sebebiyle 1970'de tutuklanmış ve uzun se-
201
neler ceza yatmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra hemen yurt dışına kaçması ve orada yukarıda belirtilen gurupları kurup aktivitelerini devam ettirmesi, onun STASİ tarafından merceğe alınmasının sebepleridir. Çünkü Sarp Kuray'dan Türk Deniz Kuvvetleri'yle ilgili çok iyi bilgiler alınabilirdi. Ayrıca onun devreleriyle hep irtibatta olduğu da STASİ için bilinen bir konuydu. Sarp Kuray'ın, Doğu Alman Gizli Servisi'nin ona olan özenli tavrını bilmediği soru işaretidir. Çünkü onun "Demir Perde" yıkıldıktan sonra Türkiye'ye gelmesi ve danıştay saldırısında adının da geçmesi kafalarda soru işaretleri bırakı yor. Türk basın
mensupları
STASİ,
en iyi bilgilerin profesyonel basın mensupların dan alınabileceğini bütün başka devletlerin istihbaratçıları gibi biliyordu. Genellikle Alman basınından birç.ık köşe yazarı ve Alman basınında sözü geçen kişilikler İk' olarak raporlanmış ve bunlar haricinde de Almanya'da faaliyet gösteren yabancı ların gazete yazarları da STASİ'nin ilgisini çekmişti. Hürriyet Gazetesi'nin eski usta yazarlarından Metin Doğanalp'tan tutun da Aydın Engin, Cengiz Çandar gibi usta gazetecileri de mercek altına almışlardı. Bunlar genellikle Batı Alman gazetelerinde STASİ namına çalışan Batı Alman gazetecileri tarafından bilgi alma tuzaklarına düşürülüyor ve onlardan bazı konular üzerine yazılar yazılması isteniyordu. Bu normal bir prosedürdü. Basın aleminde herkes herkesle 202
bilgi takası yapar ama bilginin kaynağı üzerine hiçbir basın mensubu, arkadaşına "Bu bilgiyi kimden aldın?" diye sorular sormazdı. Çünkü meslek icabı karşılıklı bir güvence vardı. STASİ bazı yanlış haberlerle Türk basınını maniple etme imkanı kazanmıştı. Ancak Türkiye'nin ve Türklerin habere olan ilgisinin düşük olması, bu maniple aktivitelerinin zamanla başarısız olduğunu göstermiştir. Türkiye'deki gazete tirajları Avrupa'daki gibi değildir. Özel televizyon kanalları zaten o zamanlar yoktu. Güncel basında parmakla sayılacak gazeteden oluşuyordu. Kişi başına gazete tüketimi Avrupa'ya nazaran o zamanın şartlarına göre 45/1 civarındaydı. Bu da halkın birçok konuda bilgilenmemesine sebep oluyordu. Bu nedenlerle söz konusu Türk Basın mensuplarına karşı organize edilen bu bilgi alım operasyonu ve maniple haber yayınla ma faaliyetleri, belirli bir zamandan sonra STASİ tarafından bırakılmış, başka konulara ağırlık verilmesi kararlaştırılarak bu çalışmalar dondurulmuştur.
Siyasetçiler ve
sendikacılar
Türkiye'deki siyasi konjonktür, SO'li yıların başlarından itibaren demokrasiye geçiş sürecine girmişti. Türkiye'de faaliyet gösteren bütün partilerin Alrnanya'da temsilcilikleri olmasa da, onlara yakın derneklerin bu yasaklı partilerle temasları ihtilalden sonra da devam etmekteydi. Bunlar CHP'nin yurtdışı kolu olarak bilinen HDF (Halkçı Devrimci Federasyonu), MHP (Türk Federasyonları), MSP (Milli Selametçiler Federasyonu) olarak geçerlerdi. Bunun yanında siyasi çalışmalarında da HDF'nin Almanya başkanlığını yapardı. Bülent Ecevit 1980 yılında Alrnanya'nın Hamburg 203
şehrine geldiğinde
ve o
zamanın
onu 10 bine yakın HDF üyesi karşılamış CHP Genel Başkanı Bülent Eecevit HDF'nin
olağanüstü konferansında konuşma yapmıştır.
STASİ, bu Türk sol grubunu mercek altına alarak, bu grubun Sosyalist görüşlerinden dolayı ve Sosyalist Enternasyonal üyesi olması sebebiyetiyle, ileride Türkiye'de siyasi konjonktürü değiştirebilecek konumunda olduğunu tespit etmişti.
Genellikle Alman SPD Partisi'yle iyi ilişkide bulunan Alman iM aracılığınla, Ercan Karakaş ile temasa geçilir. Ondan (kendisi fark etmeden) bazı bilgiler alınmaya başlanır ve bu bilgiler üzerine STASİ çeşitli çalışmalar başlatır. O dönem Türkiye'de sola fazla değer verilmiyordu. Çünkü AP de, aynı CHP gibi işçi ve köylü yandaşı olarak görülüyordu. Bu durum, STASİ için büyük sorunlar yaratabileceği kanaatini getirdi. bilgisi olmadan bu insanların bilgi kaynağı olmuştu. Ama tabi onun ileride Türkiye'ye dönüp aktif siyasete atılması ve Bakan olması, birçok STASİ ajanı için sürpriz değildi. Çünkü onun üzerine yapılan bir kişisel profil çalışmasında, ileride yüksek mertebelere gelmesi olasılığının büyük olduğu STASİ tarafından biliniyordu. Ercan
Karakaş,
Tabi sırf Ercan Karakaş değil daha birçok siyasetçimiz, gençlik yılarında bu Doğu Alman Gizli Servisi tarafından mercek altına alınmıştı. STASİ, bu isimlerin ileride memleketlerinde üst düzey yerlere geleceklerine dair bir öngörüye sahipti. Burada da STASİ gibi bir Doğu Alman Gizli Servisi'nin, Türkiye üzerine sürdürdüğü çalışmaların ne kadar doğru olduğunu göreceksiniz. Çünkü Gauk merkezinde ismi geçen bu
204
küçük Türk Habersiz Ajan isimlerine teker teker baktığınızda, bunların hepsinin Türkiye'de kademe kademe üst düzeylere geldiğini görebilirsiniz. Ve bizdeki birçok değişim de imzası olan bu siyasetçiler ve basın mensuplarının, bilmeyerek bir dış gizli servis tarafından kullanılmaları, bizim ve milletimizin iyi niyetinin suiistimalinden veyahut Türk milleti olarak bizim fazla gevezeliğimizden kaynaklanıyor olabilir. Sonuç olarak, STASİ, aynı Batı Alman BND'si gibi birçok Türk vatandaşını bilerek veyahut bilmeyerek kulanmış (ama bunlar genellikle bilmeyerek kullanılan şahıslardır), birçok konuda Türkiye'de manipülasyonlar yapmış ve bizim iç konularımıza el atmıştır. STASİ, sadece ülkemizde değil dünyanın birçok ülkesinde bu tip faaliyetler sürdürmüş ve IM'ler kazanmış olup, Doğu Alman çıkarlarının öncelik kazanmasını sağlamıştır. Doğu alman ekonomisine bakarsanız, 80'li yıllardan itibaren kuvvetli şekilde yükseldiğini görebilirsiniz. Bütün bunların arkasında genellikle Doğu Alman Gizli Servisi'nin eli verdir. Çünkü o zamanlar Doğu Almanya'da ne pazarlamacılık mesleği vardı ne de uluslararası ticaretten anlayan uzmanlar. Bütün bunlar, Berlin Normanen STR.'daki STASİ merkezinde koordine edilip yürütülmüştür.
205
Alman Vakıflarının CHP, ANAP ve DYP partilerine yaptıkları para yardımları Alman vakıflarının Türkiye'deki, daha doğrusu ekonomisi gelişmemiş devletlerdeki siyasi partilerle bağlantıları sonra ciddi şekilde gelişmeye başlamıştır. Bu devletler genellikle eski Yugoslavya, Polonya, Macaristan... Eski Çekoslovakya, Türkiye... Latin Amerika'da Arjantin, Şili, Honduras, Peru ... Afrika'da Güney Afrika, Güney Batı Afrika gibi devletlerdir. genellikle 70'li
yılların ortalarından
Bütün bu vakıflar son 30 senede çalışmalarını Türkiye'ye odaklamışlardır. Bunun nedenlerinden biri de Almanya'da ikamet eden 2.5 milyon vatandaşımızdandır. Alman vakıf ları, sırf bununla kalmayıp Türkiye'de yıkıcı faaliyetler gösteren bütün terör teşkilatlarının Almanya kollarıyla da ciddi şekilde irtibat halindedirler. 70'li yıların ortalarından itibaren Alman Friedrich Ebert Vakfı ve Konrad Adenauer Vakfı, CHP'nin Almanya kolu olan HDF (
Halkçı
Devrimci Fede-
rasyonu ) ve FİDEF dernekleriyle ciddi şekilde çalışmalara girmişlerdir. Sırf bununla kalmayıp, bu vakıflara da yüklü miktarda para yardımları yapmışlardır. Türk parti dernekleri, yani CHP'nin Avrupa kolu olan bu dernekler, 1975 yı lından 1985 yılına kadar toplam olarak 12 milyon Alman markı para almışlardır. 207
1975 KAV'ın HDF
aktardığı
para
120 bin Alman
markı
1975 FEV'in HDF
aktardığı
para
250 bin Alman
markı
HDE'nin 1975 dığı
yılında
para 300 bin Alman 1976
KAV'ın
markı markı
aktardığı
270 bin Alman
markı
yılında
para 325 bin Alman
para
CHP Genel Merkezi'nin
hesabına
yolla-
markı
HDF
aktardığı
para
110 bin Alman markı
1977 FEV'in HDF
aktardığı
para
280 bin Alman markı
1977
HDF'in 1977 yılında CHP Genel Merkezi'nin ğı
yolla-
150 bin Alman
HDF'nin 1976 KAV'ın
hesabına
HDF aktardığı para
1976 FEV'in HDF
dığı
CHP Genel Merkezi'nin
hesabına yolladı
markı
para 300 bin Alman 1978 KAV'in HDF
aktardığı
para
85 bin Alman markı
1978 FEV' in HDF
aktardığı
para
800 bin Alman
markı
HDF'in 1978 yılında CHP Genel Merkezi'nin hesabına para 750 bin Alman markı.
yolladığı
yollanan miktarın geçen senelere göre yüksek olmasının sebebi, Türkiye'deki genel seçimlerdir. Burada Helmut Schmid yönetimindeki Alman SPD partisi, Türkiye'de bir Sosyal Demokrat bir rejimin olmasını arzuladığını her zaman dile getirmiştir. 1978
208
yılında
1979 Kav'ın HDF
aktardığı
para
40 bin Alman markı
1979 FEV'in HDF
aktardığı
para
230 bin Alman
markı
HDF'in CHP genel merkezinin para 200 bin Alman 1980
KAV'ın
hesabına
1979
yılında yolladığı
markı
HDF aktardığı para
1980 FEV'in HDF
aktardığı
para
90 bin Alman markı 350 bin Alman markı
HDF 'in 1980 yılında CHP Genel Merkezi'nin hesabına :yolladı ğı
para 240 bin Alman markı
KAV, 12 Eylül ihtilalinden evvel, eski kapatılan Adalet Partisi'ne de, 1975 yılından 1980 yılına kadar toplam 880 bin Alman markı para yardımı yapmıştır. Sırf bununla kalmayıp, her iki partinin de milletvekillerini birçok kez aileleriyle Almanya'ya davet edip, orada ikamet etmelerini sağlamıştır. 12 Eylül ihtilalinden sonra Türkiye'deki partilere aktarı lan para yardımlarında, 1983 yılına kadar olan süre içersinde bir duraklama yaşanmıştır. HDF'nin Avrupa başkanı Ercan Karakaş Türkiye' ye gelerek SODEP'in kuruculuğunu yapmış tır. SODEP'in kuruluşunda Alman FEV, 1.5 milyon mark para yardımıyla katkıda bulunmuştur.
Ercan Karakaş sonra Türk Sosyal Demokrasi Vakfı'nı kurarak FEV ile iç içe çalışmalarını sürdürmüştür. SODEV'e Alman Friedrich Ebert Vakfı'nın dışında, Heinrich Böll Vakfı da ciddi parasal yardımlar yapmıştır. 1985- 1990 yılları arası yapılan yardımlar, her iki vakıftan toplam 2.2 milyon Alman markıdır. Bütün bu veriler, Alman vakıflarından sorumlu bakanlığa her sene verdikleri raporlarda resmi şekilde belirtilmektedir. Türkiye'de acaba neden kimse bu konu üzerinde hiçbir araştırma yapmamış? Bu da her halde söz konusu Alman vakıflarının ve onlarla işbirliği içersinde olan yerel iş-
209
birlikçilerinin bu konuda çok iyi dezenformasyon çalışmaları yapmalarından kaynaklanıyordur.
Alman vakıflarının 1989 yılından sonra, şimdiye kadar yaptıkları para yardımları aşağıda belirtilmektedir. KAV'ın
(Konrad Adenauer Vakfı) ANAP'a
yaptığı
yar-
dımlar
Bu yardımlar genellikle TDV (Türk Demokrasi Vakfı) üzerinden yapılmaktadır ve bu şekilde de iyi kamufle edilmiştir.
yılında
400 bin Alman markı
1986yılında
750 bin Alman markı
1987 yılında
600 bin Alman markı
1988 yılında
650 bin Alman markı
1989 yılında
600 bin Alman markı
1990yılında
780 bin Alman markı
1991 yılında
900 bin Alman
1985
yılında
850 bin Alman markı
1993 yılında
900 bin Alman markı
1994 yılında
950 bin Alman markı
1995 yılında
1.2 Milyon Alman markı
1996 yılında
1 Milyon Alman markı
1997 yılında
870 bin Alman markı
1998 yılında
995 bin Alman markı
1999 yılında
1 Milyon Alman markı
2000 yılında
950 bin Alman markı
1992
210
markı
2001 yılında
1.1 Milyon Alman markı
2002 yılında
1.5 Milyon Alman
2003 yılında
750 bin Alman markı
2004 yılında
870 bin Alman
2005 yılında
800 bin.Alman markı
markı
markı
FEV (Friedrich Ebert Vakfı) 1985 yılından 2005 yılına kadar olan süre içersinde ANAP'a 2.5 milyon Alman markı yardım yapmıştır. Bütün bu yardımlar TDV üzerinden yapıl mıştır.
KAV, CHP'ye, 1995 yılına kadar olan süre içersinde toplam 4 milyon Alman markı para yapılmıştır. Sonraki yılan aşağıda belirtiyorum. 1996 yılında
120 bin Alman markı
1997 yılında
90 bin Alman markı
1998 yılında
150 bin Alman
1999 yılında
125 bin Alman markı
2000 yılında
400 bin Alman markı
2001 yılında
210 bin Alman markı
2002 yılında
110 bin Alman
2003 yılında
85 bin Alman markı
2004 yılında
70 bin Euro
2005 yılında
90 bin Euro
FEV'in (Friedrich Ebert
Vakfı)
markı
markı
CHP'ye
yaptığı
yar-
dımlar
211
1995 yılma kadar olan süre içersinde bu vakıftan CHP'ye toplam 8 milyon Alman markı para yardımı yapılmıştır. Aşa ğıda bunları yıllara göre belirtiyorum. 1996 yılında
450 bin Alman Markı
1997 yılında
900 bin Alman Markı
1998 yılında
1.2 Milyon Alman
1999
yılında
Markı
970 bin Alman Markı
2000 yılında
1.5 Milyon Alman
2001 yılında
1.3 Milyon Alman Markı
2002 yılında
1.1 Milyon Alman
2003 yılında
870 bin Alman Markı
2004 yılında
800 bin Euro
2005 yılında
780 bin Euro
Markı.
Markı
Heinrich Böll Vakfı ise 1993 yılından itibaren CHP'ye 1.2 milyon Alman markı para yardımı yapmıştır. 2005 yılı na kadar yapılan bütün bu para yardımları genellikle vakfın Türkiye'deki merkezi tarafından CHP'ye yakın olan cemiyetler veya dernekler üzerinden ödenmiştir. Bütün bu verileri resmi şekilde Alman İktisadi ve İşbirli ği Bakanlığı'nın Alman vakıflarının yurt dışı faaliyetleri kıs mında görebilirsiniz. Sırf Türkiye'deki siyasi partiler üzerine değil, daha birçok vakıf ve medya kuruluşunun buradan aldıkları yardımları da bu bakanlığın yıllık raporlarında okuyabilirsiniz. Sonuç olarak, şu an Türkiye'de bulunan birçok partinin Alman vakıflarıyla organik bağları vardır. Söz konusu parti-
212
ler, bu vakıflardan yüklü miktarda para yardımları almışlar dır. Bütün bu vakıflar, Türkiye'de düne kadar illegal şekilde bulunmaktaydılar. Yeni çıkan vakıflar yasasına göre şu an resmi şekilde Türkiye'de faaliyet göstermektedirler. Aslında bu vakıfların tümü, yıllardır Türkiye'de vafaaliyetleri altında casusluk faaliyetleri sürdürmektedir. Türkiye'deki bütün terör guruplarıyla irtibat halinde olup, onlara maddi destek sağlamaktadırlar. Sırf bununla kalmayıp, Türkiye'yi kaos sistemine sürükleyerek; bir ırk ve din savaşı çıkarmayı amaçlayarak, ulusalcı kimlik altında olan birkaç çeteye de bu partiler üzerinden destek sağlamaktadırlar.
kıf
Alman vakıflarından para almayan ve organik bağı olmayan partiler ise; AKP, DSP, MHP, ÖDP, Sadet Partisi, İşçi Partisi, Liberal Parti. Bütün bu partileri, Alman vakıfların dan para almadıklarından dolayı içtenlikle kutlarım.
213
Kon~Adenauer Stıftun9 Zwırelgstelle Ankara /fürkel
An dle
Ahmet Ra51m Sakalı. 27 06550 Caııkaya-Anlcara Tel +"90 312 1140 40 00 Faks +90 312 44<13248
&!rlln,05.08. 1998
Sehr geehrte Damen und Herren, hiermit mödıten wlr Ih nen mittei!en,dm an dle Türklsche Demoknıtische Stlftung (TOrk Demokrasi Vakfl, ANAP), die Zahlung von DM 450..000.· unsemrselısgenetımlgt worden ist. Dle Zatııung wlrd ın l'er WocM ıın dııs Konto der (TOrk Demokrasi valcfl, ANAP) übel'Wleseıı.Benıhrldıti~n sıe dle ZııstAndigen an derTürklschen St!fttlng Gbl!r den Transfer.
M1~reunİ,hen GrliBen
,1fi.:.JtL
7
GO/iher Lutz
Ad.- : Konrı1h\dt~lil...cr-~e.V., l
214
FES-Demeti TOıtdye Temılldiğl Ciha..,unıa Metıanesı
Mehmet Afı Bey Sk. 10/5
34353 Beşlklaş- lsti111WI Tllrllei
Tel. +00(212} 310 82 37 Fax +90(212) 258 ro 91
Bonn,08.00.1999
SelT geehrte Damerı urıd 1-ier"ten, wlr moctıterı ltırıerı mitteiten, dass eırıe Zahlurııı: voıı rı.md DM 650.000.-, die Tilfkisc:he 5oıialdemokratilcll$ Stiltu~ (Tfırl< Sosyalılemokrasl Vakfl, CHP'), llbeıwiesen wln:J. Bitte benac:tırk:tıtlgen Sie d!e Zuatancligoo an der Wrkischen Stiftung, dae wir d'ıe Zahlung genehmlgl tıaben urıd den <ıberı gennanten Betrag ırınertıalb 1 Woche an das BaMl
M'~ freundlichan
GtilBen
wl \J:'lcl
'-6r. Heinrlch Wesııef
Friı:.n:ıı:f.l:cıı.Slll\ımg. Rof.,olW
........
,
T
215
Kaynaklar 1.
Bundes Nachrichten dienst Jahres bericht 1997 (Alman Ha-
ber Alma Teşkilatı 1997 yılıf Türkiye ve Yakın Ülkeler Raporu.) Sayfa; 67, 69, 89 2.
Bundesanstalt für Verfasungschutz jahresw Bericht Deutschlan 1997 (Alman Anayasa Koruma Teşkilatı Almanya İçi
Raporu 1997) Sayfa; 78, 93, 24 3.
Bundes kiriminal anıt Jahres Bericht Deutschlan 1997 (Alman Emniyet Genel Müdürlüğü İç Bilgi Toplama Raporu 1997)
Sayfa; 56, 65, 13, 34, 59 4.
I-lans Adolf Jacobson" BND und Deutschland ", " Wehr und wisen verlaggeselschaft Darmstadt" 1993, Sayfa; 239, 245
5.
Reinhard Gehlen, " Die Gründer der BND "Bertelsmann ver-
lag 1970", Sayfa; 84, 102, 215 6.
Klaus Kinkel "BND und RAF "Goldmann verlag, 1984" Sayfa 116
7.
Prager Tagblatt BND Nachrichten 12.5.1994
8.
BND und GSG 9 Bcricht Frankfurter Algemeiner. 22.6.1993
9.
Victor Ostrovski "Mossad BND işbirliği 1994) Sayfa; 376, 383
10. Fotoraflar Stern Dergisi 1997,1999 11. Fotoraflar Spiegel Dergisi 1997, 1999, 2001
217
12. Baden Würtemberg Bundesanstalt Für Verfasunschutz stelle
Würtemberg jahres bericht 1988. Sayfalar; 76, 81 13.
Bundesgrenschutz presse Stelle Bericht 11.02.1983
14.
Bundesgrenschutz presse Stelle Bericht 07.06.1998
15.
Bundesgrenschutz presse Stelle Bericht 10.04.2001
16.
Bundesgrenschutz presse Stelle Bericht 01.07.2003
17.
Bundesgrenschutz presse Stelle Bericht 06.07.2005
18.
BND Bundes Nachrichten Dienst Aussen Stelle İstanbul Jahres Bericht (Alman Haber Alma Teşkilatı Dış Şubesi İstanbul
Raporu 2002) 19.
BND Bundesnachrichten Dienst Aussen Stelle İstanbul Jahres Bericht (Alman Haber Alma Teşkilatı Dış Şubesi İstanbul
Raporu 2003) 20.
Yeni Aktüel Dergisi Murat Yakın Sayı: 22, 13 Aralık 2005
21.
Zaman Gazetesi Emine
Dolmacı
04 Haziran 2006
22. Bugün Gazetesi Şenol Gezer 27 Haziran 2006 23.
Das Grosse Verbrecher Laxikon, Dieter Sinn Verlag Kossodo, A.G. CH-1247 Genf 1973 Sayfalar; 334, 479, 511, 578, 593, 679,
681 24.
Stasi Akten referat Türkei
(Doğu
Alman Gizli servisi Türkiye
(Doğu
Alman Gizli servisi Türkiye
Bölümü Raporu, 1987) 25.
Stasi Atken referat Türkei
Bölümü Raporu, 1988) 26.
Gauk Zentrale Berichte Über Türkei (Gauk Bilgi Toplama Merkezi Türkiye
27.
Raporları,
1994)
Gauk Zentralc Türkische Vctraunspersonen bericht (Gauk Merkezi Türk KökenliKöstebcklerin Raporu, 1995)
28.
218
Frankfurter Algemeiner, "Türk Köstebekleri", 22. 09.1999
29.
Prager Tagblatt, 17.05.1993
30. Dr. Necip Hablemitoğlu, "Bundesnachrichtendienst ve Kosova sorunu.", Yeni Hayat Dergisi,
31.
Sayı:
55, Sayfa; 22
Petro Iksantir, " Pontus İmparatorluğu", Helenos Kitapevi, 1978 Sayfa; 121, 147
32.
Neil Ascherson, "Black Sea", Bertelsmann verlag/ İş Bankası Yayınları
1977
Sayfa; 119
33. Ali İhsan Aksamaz, " Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar" 1988 Sayfa; 89, 94,
34. Edward Said, "Oryantalizim", Berttelsmann, 1992, Sayfa; 164 35.
Gerd Schmalbrock, "Die Politische falschspieler ", Verlag IKC Presse, Gladbeck, 1978 Sayfa; 112, 126, 246, 277
36.
Dieter Bronder, " Befor Hitler Kanım ", 1987, Sayfa; 136, 149
37.
Ernst Zündel, "Hitler am Südpol", 1967, Sayfa; 136, 419.
38.
Kardel, " Adolf Hitler Gründer İsrails", 1971, Sayfa; 116, 221
39.
Wilhelm Mcurer" Das Geheimnis Weltals", 1966, Sayfa; 108
40.
Peter Moon, "The Black Sun", 1991, Sayfa; 17, 48, 92, 155
41.
Karl Kret, " An Der Weltenvende, Acora Goddas Verrnaechtis", 1964 Sayfa;38
42.
TBMM 2006 Tutanak
Müdürlüğü
"
Araştırma
Komisyonu,
Hablemitoğlu"
43.
Aydınlık
(kapak yasızı) Eski Alman
Başbakanlarından
mut Schmid " ABD Türkiye'yi bölecek", 2ü Sayı:
Ağustos
Hel-
2006,
996, Sayfa; 4-7
44. Ptof. Erol Manisalı , "Türkiye Avrupa; İlişkilerinde Sesiz Darbe", İstanbul Derin Yayınları 2002, Sayfa;45 45. Prof Erol
Manisalı,
" Oünya'da ve Türkiye'de Büyük Serma-
ye", istanbul Derin Yayınları, 2002, Sayfa; 67
219
46.
Ganscr Danielle, "Natonun Gizli Ordular" İstanbul, Güncel Yayıncılık
2005, Sayfa;56
47.
UNODC World Drug Report Analysis, New York l, 2005
48.
UNODC World Drug Report Statistics, New York. 2. 2005
49.
Emekli General da Taksim
Hurşit
Tolon, " Birinci Dünya Savaşı
Anlaşmaları
türk Araştırma Merkezi 50.
Sırasın
ve Sevr'e Giden Yol", Ankara, AtaYayınları,
2004
Eurogold Ovacık Altın Madeni. TÜBİTAK-YDABÇAG Değer lendirme Raporu, Ekim 1999
51.
Klaassen, C.D.( er.); Casarett & Doull's Toxicologiy: The Basic Science of poisons, 5.
52.
Baskı,
Mc Graw-Hill, New York 1966
UN Food and Agricultural Organization Web Sayfası. ht~p:/ /apps.fao.org/CodexSystem/pestdes/pest-ref
53.
Report on Probalistic Risk Assesment
/ pife 45.htm.
Ovacık,
Mine Tailings
Dam; Turkey, Golder Associates ( UK) Ltd., December 1998 54.
Eurogold Ovacık Altın Madeni TÜBİTAK-YDABÇAG Değerlendirme Raporu Prof. Dr. Naci Görür (TÜBİTAK Proje
Yürütücüsü) Prof. Dr. Derin Orhon ( Üniversite Temsilcisi, Çevre
Uzmanı
) Prof. Dr. Olcay Tünay ( Çevre
manı)
Doç. Dr.
Işık Kabdaşlı
Dr. Mehmet Dr. Hasan
Canbazoğlu,
Yazıcıgil
( Hidrojeoloji
Uz-
Kimyası Uzmanı)
Prof.
Hazırlama Uzmanı)
Prof.
( Çevre
( Cevher
Kimyası
Uzmanı)
Prof. Dr. Mahir
Vardar (Mühendislik jeolojisi ve jeoteknik Uzmanı) Prof. Dr. Haluk Eyidoğan ( Sismoloji Uzmanı ) Prof. Dr. Aykut Barka ( Neotektonik ve Deprem Uzmanı) Prof. Dr. H.Fehim Üçışık ( Çevre Hukuk Uzmanı) Öğr. Gör. Dr. Süleyman Övez (Çevre Ekolojisi Uzmanı ) Bu Rapor Ekim 1999 yılında İstanbulda hazırlanmıştır.
55.
220
"Bergama Altını Almanlara Yarar, Yeni Asır, 14.04.1995.
56. 57.
"Bergamalılara
Alman
Desteği";
Ege Gazetesi 18.12.1996.
Alman Yeşiller Partisi'nden Üç Milletvekilinin Alman Parlamentosu'nda Euro Gold
Şirketine
Verilecek Kredinin
Durdurulması İçin Verdiği Soru Önergesi 09.04. 1995 Bun-
destag Auschuss Raport / Referat Türkei 58
."Siyanürlü Altına Almanya'dan Tepki." Cumhuriyet Gazetesi, 11.12.1996
59.
"Alman Çevreciler Bergama'da", Cumhuriyet Gazetesi, 04.06.1997 Asır,
60.
"Bergama Alman Televizyonunda", Yeni
61.
"Bergama'ya Alman Çevrecilerden Destek Geliyor" Yeni Asır,
62.
17.11.1997
16.02.1997.
"Alman Belediye Başkanları Taşkın'a Destek Verdi" Yeni Asır 15.02.1997
63.
Aziz Yakın " İstihbarat, Casusluk ve Casuslukla Mücadele " Ankara Dışişleri Akademisi
64. "Türkiye'de vetleri 65
ve Bölücü
Komutanlığı
Akımları
1969 " Ankara, Kara Kuv-
1982
.''Türkiye Gerçekleri ve Terörizm" Ankara, yınları
66.
Yıkıcı
Yayınları,
Başbakanlık
Ya-
(Beyaz Kitap ), 1973 ve 1983
Ruban Barry "İstanbul Entrikaları" Çev. Selim Atalay, İs tanbul, Milliyet Yayın A.Ş. Ağustos 1994, Sayfa; 23-56
67.
"Dünya Casusluk Tarihi Ansiklopedisi" 4 Cilt, İstanbul Artel Yayınları. Sayfa; 45, 67, 154, 452, 467, 511
68.
Alpay Kabacalı, "Türkiye'de Siyasal Cinayetler" İstanbul, Altın
69.
kitaplar, Nisan 1993, Sayfa; 59, 98.
KAV Konrad Adenauer Vakfı Yılık Basın Bülteni 2003/ 2004/ 2005/ 2006
221
70.
Friedrich Ebert Vakfı Yıllık Basın Bülteni 2004/ 2006
71.
Heinrich Böll
Vakfı Yıllık Basın
Bülteni 2002/ 2004/ 2005/
2006 72. Friedrivh Naumann Vakfı Yıllık Basın Bülteni 2005/ 2006 73.
Hamburg Orient Enstitüsü
Yıllık
Raporu 2003/ 2004/ 2005 /
2006 74.
Alman Protestan Kiliselerinin Basın Bü iteni 2005 / 2006
75. Türkiye-Alman Kiliseler Birliği Raporu 2004 76.
222
Federal Almanya Kilisesi Yıllık Raporu 2004/ 2005