1
AHİLİK Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI
Ahilik Kavramı ve Ahiliğin Kuruluşu Ahilik, sanat, ticaret ve mesleğin iyi ahlâk, olgun kişilik ve doğrulukla yoğrulmuş karışımıdır. Kimilerine göre Ahi sözcüğü Arapça kardeş anlamına gelen Ah sözcüğünden türemiştir. Bu sözcük Farsça çoğul eki (-yan)’la çoğullanarak Ahiyan (Ahiler) biçiminde de kullanılmıştır. Kimilerine göre de Ahi sözcüğü Divanü Lügati’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi eski Türkçe metinlerde geçen cömert, eli açık, alicenab gibi anlamlara gelip ideal insan tipi için kullanılan Akı sözcüğünün yumuşaması ile oluşmuş Türkçe bir sözcüktür. Ahilik mesleği yiğitlik ve cömertlik kavramını da içinde bulunduran Fütüvva adı ile İslâm dünyasında yayılmıştır. Arapların Feta, İranlıların Civan-merd dedikleri Akıların bir birlerine karşı kardeşçe davranmaları sonucu Akı sözcüğünün zamanla yerini Arapça’daki Ahi yani kardeşim sözcüğüne bıraktığı da ileri sürülmektedir. Ahilik Türklere özgü olup Anadolu Selçukluları zamanında kurulmuş, Türk fütuvvet yani yardımlaşma, yiğitçe davranma, cömert ve erdemli olma hareketi diyebileceğimiz kuruluşun adıdır. Ahi diye anılan kişi kesin olarak bir sanat, ticaret ya da meslek sahibidir. O, bununla birlikte olgun, ahlâklı, merhametli, iyiliksever ve davranışları ile güven veren bir kişiliğe sahiptir. Ahilik her ne kadar kaynağını tarih alanına çıkışlarından günümüze değin bilim, edebiyat, ekonomi ve sosyal alanlarda örnek eserler bırakan Orta Asya Türk topluluklarının geleneklerinden alıp Ortadoğu İslam toplumlarının katkısıyla beslenmişse de, yapılandığı ve kurulduğu yer, yani anayurdu Anadolu’dur. Ahilik, bağlı bulunduğu ve yaymaya çalıştığı ahlak değerlerini eski konar-göçer Türk gelenek ve göreneklerinden almıştır. Ahiliğin karakteristik özelliklerinden olan kahramanlık, cömertlik ve konukseverlik Orta Asya Türk toplumlarının temel öğelerini oluşturmaktadır. Orta Asya kültüründen bütünüyle etkilenen Ahilik, öz be öz bir Türk kurumudur. Ahlâkla sanatın bütün dallarını yoğurarak kişinin ruhunda özümlemiş bir kurum olan ahilik Türkler dışında hiçbir ulusta yoktur. Fütuvvet, Arapça Feta sözcüğünden türemiştir. Feta, iyi ahlaklı, üstün meziyetli, hak ve hukuka saygılı, malıyla ve gücüyle başkalarına yardıma koşan ideal insan tipidir. Arap ve İran bilginleri kişilere doğruluk, iyilik ve ahlâk ilkelerini öğretmek, onları iyi insan yapabilmek için nasihat-nâme ve pend-nâme gibi eserler kaleme almışlar, toplumun bilgi, görgü düzeyleri artınca da fütüvvetnâme denilen daha derli toplu eserler oluşturmuşlardır. Bu eserlerde yazılan insani ve ahlâki kurallara uyanlara feta denmiştir. Bu Arap ve İran bilginleri kişinin sanat ve meslek öğrenmeleri konusuna eğilmemişler, sanatla ahlâkı bir birine kaynaştıran Türk ahiliğine yabancı kalmışlardır. Her devirde ve her toplumda dönemin ve toplumun konumuna bağlı olarak çeşitli özelliklerle donanmış kahraman düşüncesi mutlaka vardır. İslâmiyeti din olarak kabul eden milletlerdeki kahramanlık ülküsüne Fütuvvet; bu ülküyü taşıyana da Feta denmiştir. Tarih boyunca İslâm dünyasında bu ideal insan anlayışının konumu değişmiş, yeni boyutlar kazandığı görülmüştür. Cahiliye çağında, bir ülkü söz konusu olmaksızın bazı kişilerin çevresinin taktirini kazanmak, şöhret sahibi olmak için gösterdikleri cömertlik, misafirperverlik, yardımseverlik ve yiğitlik Feta olarak görülmüştür. Tarih boyunca Fütuvvet için Sahavet yani cömertlik açısından, Hz. Muhammet tarafından da övülen, Hatem et –Tai, şecaat yani yiğitlik ve cesurluk yönünden de Hz. Ali örnek gösterilmiştir. Hatta bilindiği gibi “Lâ feta illâ Ali” (Yiğit ancak Ali’dir.) sözü darb-ı mesel haline gelmiştir.
2
Şahavet (cömertlik) ve Secaat (yiğitlik) İslâm dininde iki üstün özellik olarak kabul edilmiş, buradan hareketle, korkusuz bütün güçlüklere göğüs geren, sabırlı, inancı bütün, Tanrı yoluna yürekten bağlanan, dünya hayatını hiçe sayan, her türlü gösteriş ve çıkar ilişkisinden uzak ideal kahraman tipi benimsenmiştir. İslâm dininin ortaya koyduğu bu ideal kahramanlık anlayışı, cahiliye çağı insanının yiğitlik ruhu ile kaynaşması ilk Müslümanlardaki mücadele azminin doğmasını sağlamıştır. İslâm dünyasında tasavvufi düşüncenin doğması ve hızla yayılmasıyla yeni bir dini anlayış ve yaşam tarzı ortaya çıkmıştır. Mutasavvıflar, kendi düşüncelerine uygun hümanist bir anlayışı benimsemişler, ideal kahramanı silahla savaşmak yerine dürüst, cömert, hoşgörülü, yardımsever, Tanrıdan korkar, karıncayı bile incitmez bir kimlikte düşünmüşlerdir. Emeviler devrinde Irak’ın çok kanlı olaylara sahne olması, Hz. Ali ve Muaviye çatışması, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi gibi büyük olayların sonucu toplumun vicdanında derin yaralar açılmış, halk psikolojik çöküntüye uğramış, hayata karşı bezginliğe, bir kısım insanı dünyadan el etek çekmeye yöneltmiştir. Emevilerin şiddetli baskıları, acımasız tutumları karşısında çaresiz kalan Irak halkı arasında Mehdî denilen esrarengiz kurtarıcı inancının doğmasına, Abbasilerin insafsız tutum ve davranışları altında ezilen Suriye ve Filistin halkları arasında da Sufyan denilen esrarengiz kurtarıcı inancının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Iraklılar Mehdî’nin Hz. Ali soyundan, Suriyeliler de Sufyan’ın Ebu Sufyan soyundan olacağına inanmışlardır. İşte İslâm dünyasında oluşan bu çeşit acıklı sosyal ve siyasal durum bir yandan yeni çıkan Tasavvuf akımının İslâm dünyasında benimsenmesine, hızla yayılmasına olanak sağlamış, bir yandan da hümanist fütuvvet anlayışının doğmasına neden olmuştur. Bu devirde Fütuvvet ehlinin Ayyar, Şatır, Sipahi gibi birtakım sınıflara ayrıldıkları görülmektedir. Fütuvvet ehlinin kendine özgü bir dünya görüşü ve hayat anlayışı bulunmaktadır. İnsanın nefsini kınaması ve yermesi esasına dayanan bu düşünce ve yaşam biçimine Melâmet denir. XII. yüzyıla gelindiğinde Fütuvvet grupları arasında düşünüş, anlayış, yaşayış, inanış ve mezhep ayrılıklarının ortaya çıktığı, farklı şeyh ve liderlere bağlandıkları görülür. Abbasi halifesi en-Nâsır, Fütuvvet teşkilâtının başına geçtikten sonra en yakın müşaviri Şeyh Şihabü’d-Din es-Sühreverdi’ye teşkilatın yönetmeliği anlamına gelen Fütuvvet-nâme düzenletmiştir. Bu fütuvvet-nâme ile uyulması gereken kurallar belirlenmiş, yapılacak törenler açıklanmıştır. Anadolu Fütuvvet hareketi de Gıyasüd-Din Keyhüsrev’in Abbasi halifesi en- Nâsır li Dinillah’la kültürel ilişki kurmasıyla başlamıştır. Gıyasü’d-Din Keyhüsrev Malatya şeyhi Mecdü’d-Din İshak’ı Abbasi halifesinin yanına Bağdat’a göndermiş, o da dönüşte yanı sıra Muhyi’d-Din İbnü’l Arabî, Şeyh Kirmanî, Şeyh Nasirü’d-Din Mahmud yani Ahi Evren gibi pek çok ilim adamı ve şeyhi getirmiştir. Fütuvvet teşkilâtına bağlı bu şeyh ve dervişlerin Anadolu’da faaliyet göstermeleri ve Anadolu Selçuklu Sultanlarının bu şeyhleri destekleyip himaye etmeleri sonucu Fütuvvet ülküsü Anadolu’da yayılmış, bütün büyük şehirlerde Fütuvvet şeyhleri ve bu şeyhlere tahsis edilen tekke ve zaviyeler kurulmuştur. Hangi çağda ve nerede olursa olsun toplumda önemli olan o toplumun sosyal ve ekonomik durumunun ahlâkla bütünleşerek yükselmesidir. Ülkenin ileri gelenleri, düşünürleri halkı her türlü tehlikeye karşı güçlendirmeye ve örgütlendirmeye çalışmışlardır. İşte Anadolu Ahi teşkilatı, Anadolu Selçukluları zamanındaki bu siyasi ve kültürel ilişkiler sonunda Anadolu’da oluşan sosyal ve kültürel ortamda kurulmuştur. Anadolu’da bu amaçla oluşan Abdalan, Gaziyân Bacıyân ve Ahiyân olmak üzere dört disiplinli gruptan söz edilebilir.
3
O dönemde Ahi Evren gibi bilge kişilerin rehberliğinde Fütüvvet teşkilatının yapısı içinde Ahilik denilen ayrı bir örgüt oluşmuştur. Hacı Bektaş Veli’nin Ahi Evren hakkındaki söylentileri bir araya topladığı Velayetnâme adlı eserinde belirtildiğine göre, kayınpederiyle Anadolu’ya gelen, önce Konya’da bir süre oturan, sonra gidip deri atölyelerinde çalışan, deri terbiye etmenin, onun kokusuna dayanmanın, insan eğitmek ve olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bilen, bu yüzden dericilik mesleğini seçen Ahi Evren, çilesini tamamladıktan ve manevi gücünü kanıtladıktan sonra Kırşehir’e gitmiş, Ahi teşkilatını burada kurup Moğol saldırısı yüzünden Anadolu’ya gelen esnaf, sanatkâr ve tüccarları geniş bir teşkilat halinde ve Fütüvvetname adı verilen, tüzüklerde yer alan kurullar çerçevesinde birleştirmiştir. Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı yani Kadıncık Ana da kadınları bir araya getirerek Bacıyan-ı Rum örgütünü kurmuştur. İnsan nefsinin bir ejder gücünde olduğu, nefsini yenen kişinin dünya hırslarından, kininden ve maddi isteklerinden arınacağı inancıyla, Ahi Evren nefis denen benlik yılanını içinden söküp atarak bir kamçı gibi elinde taşıdığı söylenmiş ve bu nedenle kendisine “Yılanlı Ahi” anlamına gelen Ahi Evren denmiştir. Zaten Alevilikle Ahilik Babailer döneminde yakınlaşmışlar, Ahiler ünlü Babaî olayına katılmışlardır. Türkçe fütüvvetnamelerde “999 Pirin Piri” Hacı Bektaş Veli, pir kabul edilmiş ve Bektaşilikle daha o dönemlerde kaynaşılmıştır. Bu yakınlık daha o dönemlerde bir birliktelik durumuna dönüşmüş, fütüvvetnamelerdeki kimi dualarda Hacı Bektaş’ın adına yer verilmiştir. Moğolların Ahi Evren’i öldürmeleri üzerine bütün Ahilerin Hacı Bektaş’ın etrafında toplandığı bilinmektedir. Fütüvvet hareketi kısa sürede Anadolu’da büyük bir gelişme göstererek Ahi teşkilatı dediğimiz Türklere özgü esnaf ve sanatkârlar arası bir kuruluş haline gelmiştir. İslam inancıyla Türk geleneklerini kaynaştıran ve bu suretle orijinal bir sentez ortaya çıkaran sosyal bir grup, sosyal huzurun sürekliliği için devlete destek olmuş ve geliştirdiği Ahilik felsefesi sayesinde Ahi birliklerinin kurulmasını sağlamıştır. Bu kuruluş temeli eski Türk boylarındaki “Akı”lığın İslami kültürle beslenip sağlam temellere oturtulmuş, geleneğe bağlı, geleceği düşünen esnaf ve sanatkârlar arası güçlü bir yardım kuruluşu biçiminde görülmektedir. Kutadgu-Bilig, Divanu Lügati’t-Türk ve Atabetü’l-Hakayık’ta rastladığımız Akıların İslami dönemde birbirlerine karşı kardeşçe davranışlarından dolayı zamanla akı sözcüğü, yerini Arapçadaki kardeşim anlamına gelen ahi sözcüğüne bırakmıştır. Akılık sözcüğü de Arapça’daki kardeşlik anlamına gelen uhuvvet sözcüğüne yerini bırakmıştır. İslamdan önceki dönemlerde Türkler arasında savaşan kahramanlara alp, İslami dönemin başlangıcında alp-eren denirdi. Bu kahramanların maceraları da destanların ana konularını oluştururdu. İslamiyetin yaygınlaşmasıyla alplık ülküsü yerini gaziliğe bırakmıştır. Battal Gazi, Hüseyin Gazi gibi İslamiyeti yaymak, adaleti dağıtmak için çaba gösteren gaziler bunlardandır. Biraz daha ileri giderek diyebiliriz ki Ortaçağ Hıristiyan hukukuna karşı yeni bir sosyal düzen ve adalet anlayışı taşıyan gizlerle dolu din propagandası biçimine bürünen misyoner Türk dervişlerinin telkinleri ordularla birlikte belki de ordulardan önce fetihlere çıkmış ve her yanı ruhça feth etmişlerdir. İşte bu savaşçılık ve gazilik ruhu kuruluşundan itibaren Ahiler arasında bulunmaktadır. Ahilerin bellerinde kama ve hançer taşımaları da bu duygu ve düşüncenin ürünüdür. Örneğin, Konya Ahilerinin reisi olan Ahi Ahmed Şah son derece zengin ve güçlü biridir. Emrinde daima birkaç bin Ahi bulunan Ahmed Şah Konya’da meydana gelen siyasi kargaşalıklar sırasında, kendisine bağlı Ahilerle şehir düzeninin sağlanmasına önemli katkılarda bulunmuş ve çoğu kez Konya’yı bir komutan gibi düşmana karşı savunmuştur.
4
13. yüzyılda dünyanın en uygar Türk şehirleri olan Buhara, Taşkent, Semerkant, Belh, Gazne gibi kentlerde yaşayan ve içlerinde önemli ölçüde tüccar, esnaf ve sanatkâr olan halk Anadolu’ya doğru göçe başlamıştır, Göçlerle Anadolu’ya gelen Türklerin önemli bir bölümü göçebe bir kısmı da yerleşik yaşama alışkın ailelerden oluşmakta idi. Yerleşik düzene alışkın olanlar şehirlere yerleşiyorlar, oysa çoğunluğu oluşturan göçebe Türkmenlerse geldikleri Orta Asya bozkırlarına benzettiklerinden İç Anadolu’nun bozkırlarında yaşamayı ve konar-göçer yaşamlarını burada sürdürmeyi istiyorlardı. Türkleşme ve İslamlaşma sürecinin hızlanması, belli bir düzenin konulması için Türkmenlerin şehirlere yerleştirilmeleri gerekiyordu. Göçebelerin şehirlere yerleştirilmelerini ve yerleşik hayata geçişlerini sağlamak için onları bir iş ve meslek sahibi yapmak gerekiyordu. İşte Anadolu’da Ahilik teşkilatının kuruluş amaçlarından biri de Türkmenleri iş ve meslek sahibi yaparak onların yerleşik hayata geçişlerini sağlamak olmuştur. Yine Ahilik teşkilatının kuruluş amaçlarından biri de Anadolu’ya gelen Türk boyları arasında sanat erbabı kişilerin varlığı ve bunların korunup sanatlarını sürdürmelerinin sağlanması gerekliliğiydi. Ahilik, cömertlik mesleği olması nedeniyle elinin emeğiyle geçinen ve kazancıyla başkasına yardım edenleri hem korumuş hem de çatısı altında toplamıştır. Türklerin Anadolu’da yerleşik hayata geçmeleri sosyal ve kültürel açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da köklü değişikliklere yol açmıştır. Tarımın yanı sıra ticarete de önem verilmesi bunun kanıtıdır. Kısaca Ahilik, XIII. Yüzyılda Anadolu’da birtakım sosyo-ekonomik zorunlulukların sonucu ortaya çıkmış, Türklere özgü bir kurumdur. Ahilik etik ve moral prensipler olarak mutasavvıfların geliştirip formülleştirdiği fütüvvetnamelere dayanmakla beraber fütüvvetin halk arasında yaygın biçimi değildir. Ahilik, ahlâkla sanatın uyumlu bir bileşimi olup esas itibariyle Türk kültürünün bir ürünüdür. Nitekim, Türk toplumunun dini, ahlaki ve kültürel değerleri, siyasi felsefesi ve sosyo-ekonomi anlayışı bu kurumun kuruluşunda etkin rol oynamıştır. Anadolu Türk toplumunun siyasi, kültürel ve sosyal yaşamında önemli etkiler yaratmış olan Ahi teşkilatı, Türk esnaf ve sanatkârına iş olanağı yaratmak, yerli Bizans esnaf ve sanatkârıyla rekabet edebilmeleri için koşulları hazırlamak, Türk halkını ekonomik açıdan güçlendirmek, yoksullara yardımcı olmak, sanat ahlakını yerleştirmek, ülkenin savunmasına katkıda bulunmak; edebiyat, müzik vb. sanatlarla gelenek ve göreneklerin yaşatılmasını sağlamak gibi amaçlar doğrultusunda belli temellere oturtulmuştur. Bu dönemde Kırşehir’e yerleşen Hacı Bektaş, göçebe ve yerleşik Türk toplulukları arasına girip onların ulusal duygularını kamçılayarak Türk dilinin, müziğinin, folklorunun, edebiyatının, kültürünün Bizans ve İran etkileri altında bozulmasını, eriyip gitmesini önlemiştir. İlk Ahi birlikleri yüksek ahlak değerlerine sahip zengin ve güçlü bir lider çevresinde toplanmış çoğu silahlı halk gruplarından oluşmuştur. Bu gruplar zengin Ahi birliklerinin kurmuş olduğu ve finans ettiği zaviyelerde toplanmakta ve orada ortaklaşa bir hayat sürdürmektedirler. Bir karargâh görünümü taşıyan bu ilk Ahi zaviyeleri, aynı zamanda konukların ağırlandığı, büyük şölenlerin verildiği, müzikli toplantıların yapıldığı yerler olarak milli kültürün oluşmasında etkili olmuşlardır. Mesleki ve ahlaki yönü ağır basan Ahi teşkilatı her şeyi ile Anadolu’ya özgü bir kuruluştur. Ahilik, Bektaşilikle birlikte Anadolu’da topluma zarar verecek kesimlere ve dış etkenlere karşı savaşmış, ulusal Türk/Türkmen kültürünün yaşatılmasında ve kurumlaşmasında etkin olmuş, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde önemli görevler üstlenmiştir. Ahi - Osmanlı İlişkisi Osmanlı’nın kuruluşunda Ahiler çok önemli rol oynamışlardır.
5
Ertuğrul Bey, Ahilerin yardımıyla Söğüt’e yerleştirilmiştir. Ertuğrul Bey, Ahi akıncı beylerini ve komutanlarını kendisine yoldaş edinmiştir. Ahilerin gücünden ve etkisinden yararlanmak için Şeyh Edebali’nin kızı Malhatun’u oğlu Osman Bey’e almıştır. Ahileri yoldaş etme geleneğinin kendisinden sonra gelen padişahlarca da sürdürüldüğü görülmektedir. Beylikler döneminde Ahi kuruluşları hemen hemen her kent ve kasabada yerel yönetim ve otorite birimlerini ellerine geçirmişler, Selçuklulara karşı Osmanlıları desteklemişlerdir. Osmanlı Beyliği ise özellikle bu etkin gücün desteğini sağlayabildiği için kısa zamanda gelişip Anadolu’da üstünlüğü ele geçirmiştir. Osman Bey ve Orhan Bey zamanında savaşlara katılan ahilere bu hizmetleri karşılığında uygun büyüklükte toprağın vakıf beratı verilmiş, aynı zamanda bazı vergilerden muaf tutulmuşlardır. Ahiler ve zaviye şeyhlerinin tasarrufunda bulunan vakıflar evlatlarına da kalmıştır. Orhan Bey zamanında da vezirler Ahilerden seçilmiştir. Bunların yanı sıra Şeyh Mahmut Gazi Ahi Şemsettin ve oğlu Hasan kendileri kazasker olup İmparatorluğun kurulmasında önemli rol üstlenmişlerdir. Murat Hüdavendigâr da Ahiler elinden kuşak kuşanmış bir Ahi şeyhidir. Hacı Bektaş Dergâhı meydan evinin kapısı üzerindeki yazıt I. Murat’ın fiilen Ahiliğe katıldığını doğrular. Murat Hüdavendigâr vakfiyesi üzerine araştırmalarda bulunan Tahsin Öz; “Ahi teşkilâtı reisliğinin Şeyh Edebali’den sonra kime geçtiğini bilmemekle beraber, bunun daha sonra I. Murat’a intikal ettiğini biliyoruz.” Demektedir. I. Murat yeniçeri ocağını kurduğunda onları Hacı Bektaş Dergâhında kutsandırmış ve manevi yönden bağlamıştır. Bu durum Ahilikten kaynaklanan bir geleneğin yerine getirilmesidir. Çünkü Ahilikte her mesleğin bir “pir”i vardır. Yeniçeri ocağının da pîri Hacı Bektaş olmuştur. Murat Hüdavendigâr’ın düzenlediği bir vakfiyede Osmanlı hükümdarlarının ahilerden şed kuşandıkları, kendisinin de akrabalarından Seydi Sultan’ın kızı ile evlendiği Ahi Musa’ya eliyle kuşak kuşatıp Malkara’ya Ahi atadığı belirtilmektedir. Devlet, Alevi-Bektaşi-Ahi toplumuyla işbirliği içerisinde olduğu süre içinde hep ilerlemiş, Ahi alayları pîrlerinin önderliğinde Bursa’nın fethine katılmışlar, sürekli devleti desteklemişlerdir. Devletin Alevi-Bektaşi-Ahi toplumuyla kopuşundan sonra gerilemeler görülmeye başlamış, devlet kargaşalıklara sürüklenmiştir. Yıldırım Bayezit’in Ahilere karşın, şeyh ve ulemayı yanına alması Ahi direnişlerine yol açmıştır. Yıldırım Bayezit zamanında Ankara Ahileri yirmi gün kepenkleri kapamış, silah başı yapmışlar, ancak isteklerini elde ettikten sonra direnişlerini durdurmuşlardır. Yönetimin bu tutumu bir bakıma Alevi-Bektaşi-Ahi ideolojisine karşı Sünni ideolojiyi öne çıkarmıştır. Devletin bu çabaları sonucu Sünnilik giderek Alevilik-Bektaşilik ve Ahiliğin yerini almıştır. Devlet zamanla Ahi kurum ve kuruluşlarını denetimi altına alarak ancak kendi politikası doğrultusunda varlık göstermesine izin vermiş, böylece Ahilik kurum ve dergâhları baskı altında cılız ve güdümlü bir biçimde yaşayabilmişlerdir. Kuruluş döneminde Alevi-Bektaşi-Ahi bir görünüm sergileyen Osmanlı Devleti, Fatih’in imparatorluk yolunda ilerleyişiyle devlette dinsel tercih sünnilik yolunda olmuş, Alevi-Bektaşi-Ahi çevrelere karşı kovuşturma, yasaklama ve ağır bir baskı uygulanmış, Yavuz Sultan Selim döneminde de kıyıma gidilerek büyük bir alevi katliamı yapılmış, devletin bütün güçleri Sünni bürokrat ve askerin eline verilmiştir. Ahiliğin eriyip yok olma sürecinin temelinde ideolojik tercih yatmaktadır.
6
Ahilik Teşkilatının Amaçları Ahiliğin amacı zenginle fakir, üreticiyle tüketici , emekle sermaye, halk ile devlet arasında iyi ve sağlam ilişkiler kurarak sosyal adaleti gerçekleştirmektir. Bu amaca sağlam bir örgütlenme modeli ve köklü bir eğitim sistemi ile ulaşmak amaçlanmıştır. Ahilik teşkilatına sadece esnaf ve meslek sahibi kişilerin kabul edilmesi Ahiliğin temel ilkelerinden biri olmuştur. Ahilik teşkilatında esnaf ve sanatkârlara işyerlerinde yamak, çırak, kalfa ve usta düzeni içinde mesleğin incelikleri öğretilmiş, akşamları ise toplantı yerlerinde bir araya gelinerek ahlâki ağırlıklı eğitim uygulanmıştır. Böylece Türk esnaf ve sanatkârı arasında güçlü bir yardımlaşma ve dayanışma yaratılmış, dini esaslara, örf ve adetlere dayalı meslek içi ilişkilerin düzenlendiği çırakkalfa-usta hiyerarşisi içinde, karşılıklı sevgi ve saygının yanında mutlak otoritenin egemen olduğu bir anlayış sergilenmiştir.
Ahiliğin Temel İlkeleri Ahilere, ahi babalarınca yaptırılmış olan zaviyelere gitmeye başlayışlarının ilk günlerinde şu ana ilkeler öğretilirdi ki, zaten bunlar, yüzyıllarca Türkleri diğer toplumlardan ayıran özelliklerdendir. * Ahinin eli, kapısı ve sofrası açık olmalı; yoksullara, düşkünlere, konuklara yemek yedirmeli ve yardım etmelidir. * Ahinin gözü, dili ve beli bağlı olmalı, Alevilik ve Bektaşilik’teki Eline, beline, diline sadık ol ilkesi ahilikte de ana ilke olarak görülmektedir. * Ahilikte başkasının ayıbını görmemek, onu yüze vurmamak ve alçak gönüllü olmak ana ilkelerdendir. * Ahiliğin temel ilkelerinden biri sır saklamak olduğundan Ahiliğe ait ilkeler yazılı belge haline getirilememiştir. “meslek sırrı” deyimi de buradan gelmektedir. * Ahilikte kol gücü ve alın teriyle geçinenlerin haklarının ve ürettiklerinin güvence altına alınması ana ilkedir. * Ahilikte insan severlik, Ahiliğin dayandığı temel görüşlerden biridir. Bu görüşü bağlı olarak Ahilikte bir sınıfın, bir zümrenin ya da bir kişinin diğeri üzerinde egemenliğine daima karşı çıkılmıştır. Ahilikte her zaman temel insan haklarında eşitlik savunulmuştur. * Ahilikte eğitim daima ön planda tutulmuş, mesleki eğitim çerçevesinde çırak ve kalfaların iyi yetişmesine önem verilirken, ustaların bilgi ve becerilerini geliştirmesine çaba gösterilmiştir. Ustaların yaren sohbetlerine katılıp bilgi ve becerileri üzerine diğer ustalarla bilgi alışverişi yapmaları sağlanmıştır. * Ahi teşkilatında üyelere bir savaş halinde hazırlıklı olabilmeleri ve orduya katılabilmelerini sağlamak amacıyla binicilik ve cirit atma konularında eğitim verilmiş, ordunun yiyecek, içecek ve askeri malzeme temini için de hep hazırlıklı olmalarına özen gösterilmiştir. * Türk Ahi dervişleri, gerçek bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla elde edilebileceği esasını benimsemişler ve çalışmalarında bu esasa önem vermişlerdir. * Ahilikte özel teşebbüs ve mülkiyet kabul edilmiş, devletin rolü özel teşebbüsün yeterli olmadığı alanlarda kamu hizmetlerini yerine getirmek biçiminde değerlendirilmiştir. * Ahi birlikleri bünyesinde yardımlaşmalarda kullanılmak üzere Orta Sandıkları kurulmuştur. (Bu sandıklar kooperatif ortaklığına benzemekte olup Mithat Paşa’nın kurduğu Memleket Sandıkları aslında Ahilerin orta sandıklarından esinlenilerek kurulmuş, yardımlaşmanın tarım sektöründe uygulanmasından başka bir şey değildir). Bu orta sandıkları kooperatifçiliğin bir nevi ilk biçimleridir.
Ahi Teşkilatının Örgütsel Yapısı a. Genel Yapı
7
Ahilik başlangıçta debbağ, saraç ve kunduracılık gibi dericilikle ilgili meslekleri içeren bir teşkilat biçiminde ortaya çıkmışken daha sonra bütün meslekleri bünyesinde toplayan bir kurum haline dönüşmüştür. Ahilik, Anadolu’nun hemen her yerine uzanan bir örgütlenme yapısına sahiptir. Yerleşme birimlerinde her sanat kolu için ayrı birlikler kurulurdu. Ülke sınırları içinde bulunan bütün birlikler Kırşehir’de bulunan Ahi Evran Zaviyesi’ne bağlı idiler. Bu zaviyenin başında bulanan Ahi Baba, Ahi Evran’ın halifesi konumunda idi. Kentlerde genellikle her esnafın kendi adıyla anılan bir çarşısı bulunmaktadır. Dabakhane, Bedesten, Arasta ya da Uzunçarşı denilen iş yerlerinin topluca bulunduğu bölümlerde aynı meslek sahipleri bir arada bulunurlar. Demirciler Arastası, Urgancılar (mazmanlar) sokağı, Leblebiciler Çarşısı, Kuyumcular Arastası, Manifaturacılar Sokağı, Nalbantlar Arastası vb. adlarla anılırlardı. Her esnaf topluluğunun kendisine özgü sancağı ve alâmet denilen amblemi bulunmakta idi. Örneğin gümüş nal nalbantların amblemi, makas terzilerin amblemi, örs ve çekiç demircilerin amblemi olarak kullanılırdı. Ahilikte bütün sanatların bir Pîri bulunurdu. Pîre bağlanmadan sanatta olgunluğa erişilmeyeceğine inanılır, bu nedenle her meslek erbabı mesleğinin pîrine yürekten bağlanır, ona aşırı sevgi ve saygı gösterirdi. Bazı mesleklerin pîrleri şunlardır: Tüccarların pîri Hz. Muhammet Debbağların pîri Ahi Evran Seyyahların pîri Hz. İsa Terzilerin pîri Hz. İdris Hallaçların pîri Hz. Şid Marangozların pîri Hz. Nuh Avcıların pîri Hz. İbrahim Saatçilerin pîri Hz. Yusuf Ekmekçilerin pîriHz. Zülküf Hekimlerin pîri Lokman Hekim Gezginlerin pîri Hz. İsa Berberlerin pîri Salman’ı Faris Nalbantların pîri Ebu Süleyman İbn Kasım Saraçların pîri Bun-Nasır İbn Haşimiyyi Bağdadî
Aile ve meslek eğitimi, din duygusu, Tanrı korkusu ahileri işlerinde üstün kılar. Sanatkâr pirine sevgi ve saygısını belirten Lâfla dükkân açılmaz, boş yere etme telaş Selmân-ı Pâk da gelse parasız olmaz tıraş Burada doğruluk vardır haksızlıktan kaçılır Bir yudum su dahi helâlinden içilir Bir gelen bir daha gelsin demesin ki bî vefâ Sahibine kıl şefaat ya Muhammet Mustafa Kıymet mi biçilir cevher taşına Kâmilce bir sarraf karışmayınca Kimse üstad olmaz kendi başına Bulup erbabını danışmayınca
biçiminde özgün söyleyişleri çerçeveleyip dükkânlarına asarlar. Ahi birliklerinin en önemli özelliklerinden biri Ahilik düşünce ve anlayışına uygun biçimde ekonomik hayatın düzenlenmesi amacıyla kurulan ve işletilen Orta Sandıkları esnaf kesesi ya da vakıf adlarıyla anılmışlardır. Esnafın bağışları, meslek içinde terfi edenler için ustalarca verilen paralarla belli dönemlerde toplanan paralar, orta sandıkların başlıca gelir kaynaklarını oluşturmuştur. Giderlerin başında ise başta, muhtaç esnafa yardım gelmektedir. Orta Sandık esnafa kredi biçiminde borç verip sıkışan esnafın tefecinin eline düşmesini önlemiş, esnafın ihtiyacı olan hammaddenin Ahi birlikleri tarafından alınıp esnafa dağıtılmasıyla da karaborsa ve farklı fiyat belirlemenin önüne geçilmiştir.
8
Ahi Birliklerinin Yönetim Biçimi Ahi birlikleri bir başkan ve beş kişilik yönetim kurulu tarafından yönetilir. Ahi birliği başkanına Esnaf Şeyhi denir. Yönetim * Esnafın meslek sorunlarını çözümler. * Esnaf orta sandığını idare eder. * Birliğe ait binaların bakımını yaptırır. * Kalfalık ve ustalık törenlerini düzenler. Ayrıca Ahi Evren ya da onun halifesi başkanlığında Büyük Meclis bulunur. Bu meclis esnaf şeyhlerinden oluşan geniş yetkili bir meclistir.
Ahi Birliklerine Üyelik ve Törenler Üyeliğe kabul iki aşamada gerçekleşmektedir. İlk aşamada birliğe girmek isteyen kişi müracaat eder. Bu kişiye Talip denir. İkinci aşamada talipte aranılan özellikler titizlikle incelenir. Falcılar, sarhoşlar, iftiracılar, avcılar ya da girmek istediği mesleğin konumuna uygun düşmeyenler birliğe kabul edilmezler, başvurusu olumlu bulunanlarsa üyeliğe törenle kabul edilirler. Ahi birliklerinde emekliler, güçsüzler, sakatlık ve hastalık nedeniyle çalışamayanlar harici üye, fiilen çalışan yamak, çırak, kalfa, üstat ise dahili üye olarak bilinir.
Yamak On yaşından küçük çocuklar, devamları velileri tarafından sağlanmak koşulu ile işe alınır. Çıraklığa aday olarak mesleğin işleyişini kavramaya çalışır.
Çırak İki yıl bedava ve düzenli bir biçimde yamaklık yapanın çıraklığa yükselmesi törenle gerçekleştirilir. Çırak olan gencin dükkan ustası kalfaları ve çocuğun velisi esnaf başkanını dükkanında toplanırlar. Üstat, çırağın işe bağlılığını ve becerisini anlatır. Çırağın velisi esnaf vakfına bakır sahan vb. hediye eder. Başkan çocuğun sırtını sıvazlayarak işe devamını, ustaya, kalfaya, ana-babaya saygılı ve bağlı olması gerektiğini, yalan söylememesini öğütler çırağın her hafta alacağı ücreti belirler. Bu ücretin iki haftalığı ise üstat tarafından esnaf sandığına yatırılır.
Kalfa Üç yıl çırak olarak hizmet eden gencin kalfalığa yükseltilmesi daha gösterişli bir törenle gerçekleştirilir. Kalfalığa yükseltilecek genç o gün esnafa özgü elbiseyi ilk defa giyer. Kendi ustasıyla başka üç usta unun iyi ahlaklı olduğunu belirtirler. Orada bulunan bir hoca dua eder. Sonra başkan peştamal (şed) kuşatır. Kendisine sanat ve ticaret hakkında gerekli öğütler verir. Tören yeni kalfanın orada bulunan ustaların ve büyüklerin ellerlini öpmesiyle son bulur. Bu törenle kalfa Ahi birliğinin bir öğesi olur.
Üstat (Usta) Üstatlığa yükselmek için kalfanın üç yıl kalfalık etmesi, çırak yetiştirme hususunda özenli davranması, işinde ciddi olması, verilen görevleri tam olarak yerine getirmiş olması, ayrı bir dükkan yönetebilecek duruma geldiğine ustasını inandırmış olması gereklidir. Bu duruma gelen kişiye icazet töreni denilen bir tören düzenlenir ve yeni bir iş yeri açmasına olanak tanınır. Tören oldukça görkemli yapılır. Zaviyede hazır bulunanlara başkan “Hal şudur ki bu kardeş uzun süre falan üstadın hizmetinde durmuş, üstadın rızasını almış, şimdi bizden icazet ister ki o da işyerini açıp düzenin kura” biçiminde bir konuşma yapar. Hazır bulunanlar “Âlâ ve münasip mübarek olsun” derler. İcazet verilen kimseye bazı ahlaki öğütlerde bulunulur. Daha sonra kendisine bulunduğu sanat kolunu simgeleyen terazi, makas, çekiç, vb. bir hediye verilir. Tören yaşlıların elinin öpülmesiyle sona ererdi. Bu durum Ahi teşkilatında askeri disiplin gibi bazı kurallara ve şekle çok önem verildiğini ve teşkilatın üyeleri üzerinde güçlü bir etkisinin olduğunu göstermektedir.
9
Ahi Örgütünün Yerleşip Yaygınlaşmasının Sonuçları a. Göçebelikten yerleşikliğe geçiş sağlanarak Türk şehirleşmeciliği hızlandı. b. 13. yüzyılda büyük çoğunluğu Türk olmayan yerli halkın tekelinde bulunan sanat ve ticaret yenilik, canlılık getirdi. c. Türk esnaf ve sanatkârları aralarında sağladıkları karşılıklı dayanışma ve güven nedeniyle şehir ekonomisinde söz sahibi olmaya başladı.
Ahiliğin Günümüze Yansıması İnsanı kendi gönlünün sultanı yapmayı bir medeniyet ölçüsü olarak gören ahilikteki gözü haram olan şeylere, ağzı günah olan sözlere, eli zulme ve eziyete bağlı, kapısı konuklara, kesesi yakınlarından ihtiyacı olanlara, sofrası bütün açlara açıklık ilkesi Türk kültür ve sosyal yaşamında varlığını koruyan, bizi dünya ulusları arasında belli özellikleriyle ön planda tutan davranışlar olarak görülmektedir. Ahilik, Atatürkçülükle aynı bağlamda, aynı oluşumda ve aynı odakta birleşen iki düşünce sistemidir. Bu iki düşünce sisteminin birçok alanda benzerlik göstermesinin nedeni her ikisinin de Türke özge olup Türk kültür ve uygarlığından kaynaklanmasından gelmektedir. Ahiliğin günümüze yansıması ve uygulanmasının Atatürkçülükle örtüşmesini şu şekilde açmak mümkündür:
a. Ahiliğin milli egemenlik bakımından günümüze yansıması Ahilik ve Atatürkçülük bir şefe, bir diktatöre değil halka dayanmaktadır. Her iki sistem de egemenliğin kaynağını halk-devlet bütünleşmesinde aramaktadır. Her iki sistemde de söz sahibi olan tek temel güç halktır. Ahilik, bundan yedi yüz yıl önce egemen millet - egemen devlet ilkesini benimseyip tebliğ etmiştir. Atatürkçü düşünce de Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesinin siyasal alanda örgütlenmesini yapmıştır. Ahiliğin bu ilkesi günümüzde tam olarak uygulanmaktadır.
b. Ahiliğin sosyal devlet, sosyal güvenlik bakımından günümüze yansıması Ahilikte temel kural, çoluk çocuğa mal mülk bırakmak değil, zanaat, hüner bırakmaktır. İş ve üretim kişiliğin oluşmasında tam etken olduğundan herkesin bir işi olmalıdır. Ahilikte onun bunun sırtından geçinmek gibi bir hak yoktur. Onun bunun alın terini gasp etmek de yoktur Ahilikte hür düşünce, hür girişim vardır. Ancak bu girişim başkalarına zarar verici konumda olmamalıdır. İşçi, işveren hakkı dengede tutulacak, dayanışma ve sosyal güvenlik olacaktır. Ancak bunların gerçekleşmesi için yıkıcı bir tutum ve sınıf diktatörlüğü olmayacaktır. Ahiliğin bu yönünün de bu güne yansıdığı görülmekte, sendikalar bu yönde özenli çalışmalar sergilemektedir.
c. Ahiliğin demokrasi ve Cumhuriyet yönetimi bakımından günümüze yansıması Tarihi kaynakları karıştırdığımızda Ankara’da 64 yıl hüküm süren bir Ahi Cumhuriyeti’nin kurulduğu görülür. Kayıtlarda 1290-1354 yılları arasında varlıklarını korudukları yazılmaktadır. Aslında Atatürk’ün Ankara’yı başkent seçip, cumhuriyeti burada ilan edişini ve cumhuriyet ilkelerini Ankara Ahileri adı ile tarihe geçen Ahi Cumhuriyeti ilkelerinde aramak gerekir.
10
Bu ilkelerin Atatürk ilkeleriyle büyük ölçüde örtüştüğü görülür. Dikkat edilirse Osmanlı devleti de Ahi kültürü ve ahlakıyla, Ahi ilkeleriyle beslendiği sürede yükselmiş ve gelişmiştir. Ahilik ve Bektaşilik devlet dışında kaldıktan sonradır ki, devlet gerilemeye, çökmeye başlamış, inanç katliamlarına neden olmuştur. Ahilik, dinden kaynaklanmış hissi verse de hiçbir zaman teokratik bir diktaya yaklaşmamış, Türk tarihinin ilk laik kurumu olmuştur.
ç. Ahiliğin eğitim, gelenek, görenek, güzel sanatlar ve zanaat bakımından günümüze yansıması Ahiliğin sosyal alanda bir devamı olup eğlence ve eğitim yaşamının en önemli ve renkli davranış biçimi olan misafirlik, yâren sohbeti adı ile büründüğü iç disiplinli bir davranış olarak varlığını sürdürmektedir. Bu konuda Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un “Milli Kültür 1981 / 4’te yayımlanan “Simav’da Yaren Teşkilâtı” adlı yazısında belirttiği “Eskiden kadınların da dahil olduğu yâren teşkilâtı sonraları yalnız erkeklere mahsus bir teşkilât haline gelmiştir. Yârenin erkeklere inhisar etmesi Yavuz Sultan Selim’den sonradır. Ondan evvelki yâren teşkilatı da bugünkü gibi bir dayanışma ve aynı zamanda bir eğitim ve terbiye müessesesi idi.” İfadesi Ahiliğin önemli izlerinin halkımız arasında yaşatıldığını göstermektedir. Ahilik, her insanın bir iş ve meslek sahibi olmasını amaçlamıştır. Bu ilke, işsizliğin yok edilişinin kabulü ve kurum olarak yaşatılmasıdır. Anadolu’da hâlâ yaz tatillerinde çocuklarını bir sanatkâr yanına çırak verenler görülmektedir. Bu açıdan ahilik günümüzün en önemli yarasına parmak basmaktadır. Bize göre önemli olan insanların eğitimini sağlamak ve insanlara birtakım erdemleri, bir takım değer yargılarını kazandırabilmektir. Bu nedenle Ahiliğin erdemlerinden, öncelikle eğitim öğretim sistemimizde yararlanmak gerekmektedir. Bu inançla çıraklık kanunu çıkarılmış, Esnaf odaları, Ticaret ve Sanayi odaları ile kimi kurum ve kuruluşlar Ahiliğin bazı ilkelerinin günümüze yansımasına önderlik etmişlerdir. Türk gelenek ve görenekleri içinde üretken, çağına ayak uyduran, teknolojiden gereği gibi yararlanan geçmişi unutmadan yeni atılımlardan geri durmayan nesiller yetiştirmeye özen göstermişlerdir. Bir toplumun çoğunluğu iyi ve yetişmiş insanlardan oluşursa o toplumun büyük işler başarmasının önüne geçilemez.
d. Ahiliğin kadınların korunması ve kadın hakları bakımından günümüze yansıması Ahilik, akıl-ilim-ahlâk ve devlet bütünlüğünü amaçlar. Akıl ilk plana geçince, kadının sosyal hayatta yerini almaması düşünülemez. Bilindiği gibi Atatürk devrimi 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermiştir. Aslında eski Türklerde (Uygur, Göktürk, Oğuz, Selçuk) kadınlar sosyal ve kültürel yönlerden geri planda değildiler. Hatun denen bilgili, görgülü kültürlü kadınlar hakanın yanında bir çeşit danışman görevinde bulunurlardı. Anadolu’da erkeklerin yanında kadınların da teşkilatlandığını gösteren ana kuruluşlardan biri de Bacılar Teşkilâtıdır. Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı yani Kadıncık Ana Anadolu’da kadınlar kolu konumundaki Bacıyan-ı Rum yani Anadolu bacıları örgütünü kurmuştur. Bu örgütün kadınlar arasında hızla yayılıp gelişmesi Bacıların geçmişte bazı önemli faaliyetler içinde bulunduklarının da işaretidir.
11
Önemli bir hizmet grubu oldukları anlaşılan bu örgüt üyelerinin yani Bacıların Anadolu kadınlarını örgütlendirdikleri yandaşlarını belli bir eğitim ve öğretimden geçirdikleri ata binmeyi, ok atmayı hatta gerektiğinde savaştıkları bilinmektedir. Atatürk Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın derken Ahi ocaklarının Baciyan_ı Rum kollarından esinlenir gibidir.
e. Sosyal dayanışma ve kooperatifçilik bakımından Ahiliğin günümüze yansıması Ahilik Türk tarihinde ilk kez hem kooperatifçilik ülküsünü yerleştirmiş, hem de günümüzdeki sendikacılık eyleminin temelini atmıştır. Orta Sandıklarından sonra Ziya Paşa döneminde Memleket Sandıkları adı ile başlayan Zirai Kredi Kooperatifleri zaman içinde kendi varlığını korurken bir yandan da model olup çağdaş bir görünümle çiftçiyi koruyan Ziraat Bankasına dönüşmüştür. Bilindiği gibi Atatürk de Mithat Paşa’dan sonra en büyük kooperatifçimizdir. O, Türk kooperatifçilik eylemine öncülük etmiş, önemli bir dinamizm getirmiştir. Sendikacılık hareketi de batıda değil Ahilikte aranmalıdır. Çünkü Ahi ocakları, Ahi zaviyeleri, Ahi tekkeleri birer iş ve üretim ocağıdır. Demokrasinin en önemli iktisadi boyutu Ahi ocaklarıdır. Atatürk “Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” derken Bektaşilik ve Ahiliğe atıfta bulunmaktadır.
f. Bağımsızlık ve özgürlük ilkesi bakımından Ahiliğin günümüze yansıması Ahilikte, içte özgür bir yaşamın esaslarını yaşatmak, dışa karşı da ülkenin egemenliğini, bağımsızlığını korumak ana ilkedir. Atatürk’ün “Biz tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle örnek olmuş bir milletiz.”sSözünde Ahi birliklerinin hürriyet ve bağımsızlığa verdikleri önemin işaretidir.
g. Esnafın, küçük sanayicinin, tüccarın korunması bakımından Ahiliğin günümüze yansıması Bir kentte ne kadar zenaat şubesi varsa sayıları da o kadar olan Ahilerin birisi diğerinin reisi olup kendisine Kâhyalar Başı yani Başkan denilirdi. Demokrasinin tam uygulandığı görülür ve başkanlık seçimle yapılırdı. Bu özellik değişime uğramadan günümüze yansımış; esnafın. Kaçak sanayicinin ve tüccarın korunması bakımından başkanın seçikle başa getirilmesi ilkesi korunmuş ve Ahiliğin ilkelerinden ödün verilmemiştir. Ahi Evran düşüncesiyle, Atatürk’ün esnafın korunması, kollanması, küçük sanayicinin geliştirilmesi bakımından görüşleri arasında büyük benzerlik vardır. Atatürk sınıf esasını reddetmekte ve toplumu bir bütün olarak ele almaktadır. Ahi Evran da açlar ve toklar gruplarının bulunmasını reddeder. Her ikisi de sömürenler ve sömürülenler zümrelerinin doğmasına meydan vermezler. Bir üretim ve kalkınma modeli olarak algılanması gereken Ahilik, esnaf dahil tüm üreticilere öncelik ve saygınlık veren yaklaşımı ile çağımızın koşullarına uygun ve uyumlu görünüşüyle önemli bir esin kaynağıdır. Ahilikte alın teri ile geçinme, kendine güvenerek minnetsiz yaşama ve ruhu aşılanmış geleneğe sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır. Aile terbiyesi, meslek terbiyesi ön planda tutulmuş bu mesleğin pîrine saygı; “Her seher besmeleyle açılır dükkânımız Hazreti ........................’dır pîrimiz üstadımız”
12
biçimindeki ifadelerle dile getirilmiştir. Günümüzde de örneğin bir berber dükkânında rastladığımız: “Her seher besmeleyle açılır dükkânımız Hazreti Salman Paktır pîrimiz üstadımız” Biçimindeki özgün böylemle, bir nalburiye dükkânında gördüğümüz: “Dükkân kapısı Hak kapısı, Hakk’ına yalvar Çeşmim gibidir çeşmeleri akmasa da damlar” “Hiylesi hurdası yok helalinden malımız Müşteri velinimet yâranımız yârimiz” biçimindeki çerçeveletip asılmış yazılar Ahilik geleneklerinin varlığını koruduğunun kanıtlarından biri olarak görülmektedir.
h. Türk kültürünü ve Türk dilini koruma, geliştirme bakımından Ahiliğin günümüze yansıması Ahilik ve Bektaşilik Türk kültürünün, Türk dilinin, Türk halk müziğinin koruyucusu ve kollayıcısı olmuşlardır. Türk dilini koruyup geliştiren, Arap ve Acem dillerinden sıyırıp resmi devlet dili yapan, Türkçe düşünüp Türkçe yazan şairleri, âşıkları ve düşünürleri bir şemsiye altında toplayan Ahi Ocakları olmuştur. Âşık Paşa Türk dilinin bayraktarı olarak yaşamış önemli bir ahidir. Ahmed-i Gülşehri, Süleyman Türkmanî, Ahi Evren Veli Türkçe düşünüp Türkçe yazmış, bizi biz yapan dilimizi korumuşlardır. Bu dil ağzımda annemin sütüdür diyen Atatürkçü bir şairin bu dil ve Türkçecilik sevgisi Ahi ve Bektaşi ocaklarından kaynaklanmaktadır.