AHİLİK Ahilik, Ahi Evran Hazretleri tarafından Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin tavsiyesiyle kurulan esnaf dayanışma teşkilatıdır. Aslen Horasan Kökenli olup Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan Türkmen halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyoekonomik düzendir. Ahi Evran Hazretlerine Ahi Baba da denir.
KONU BAŞLIKLARI 1 Ahilik Sözcüğünün Kökeni 2 Ahi teşkilatının kuruluş amacı 3 Ahiliğin Kuruluşu, Anadolu'da Yayılışı ve Sonuçları 4 Ahiliğin Menşei ve Dini Yapısı 5 Ahiliğe Üyelik Şartları 6 Ahilik Teşkilatı'nın Özellikleri
Ahilik Sözcüğünün Kökeni Bu konuda esas olarak iki iddia mevcuttur. İlk iddiaya göre kelime Arapça kökenlidir. Buna göre "Ahi" kelimesi Ahiyye'nin tekili olan "ah" kelimesine birinci tekil "ya"sı ilave olunarak "ahi" şeklinde telaffuz olunmuş halidir[1]. Bu fikre göre ahi'nin sözlük manası "kardeşim" demektir. Bu iddianın güçlü yanı, ahiliğin ilk olarak Araplarda Fütüvvet Teşkilatı adıyla çıkması, dolayısıyla ahilik ile ilgili terimlerin Arapça olması gereğidir. Ancak bu kanıt yeterli değildir. İkinci iddiaya göre Ahi kelimesi Türkçe Akı kelimesinin zamanla değişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu görüşün haklılık payı oldukça yüksektir. Zira bu kelimenin Ahi birlikleri içinde zaman zaman Ahi Baba şeklinde ifade edildiğini görüyoruz. Buna göre kelimenin Arapça manası ile düşünüldüğünde "Kardeşim Baba" diye bir tabir uygun düşmüyor[2]. Fakat Divânu Lügati't-Türk'te akı ;اقىEli açık, koçak, selek, cömert, yiğit, delikanlı gibi manalar ifade eden Akı kelimesiyle düşünüldüğünde "Ahi Baba" tabiri daha mantıklı görünüyor. Bu konuda Selçuk Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram şu görüşlerini dile getiriyor: Fütüvvet, İslam dünyasında kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik mefkuresinin adıdır. Şövalyelik nasıl Orta Çağ Batı dünyasına ait mahsus bir ülkü ise, Fütüvvet de Orta Çağ İslam dünyasına ait bir ülküdür. Nasıl ki Araplar İslam'dan önce kültürlerinde mevcut olan Fütüvvet anlayışını İslami değelerle geliştirip devam etmişler, nasıl ki Farslar "cevanmerdi" anlayışını aynı şekilde İslam süzgecinden geçirmişler, Türkler de kendi "Akılık" ülküsünü İslami ahlak ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Arap kültüründe ideal kahraman, sehavet ve şecaat timsali olan Fütüvvet erinin adı "Feta", İran kültüründe "Cevanmerd", Türk kültürnde "Akı"dır. Türk Akılığı, İslamiyetle Arap Fütüvvet şiarından etkilenmiştir. Akılar birbilerine karşı kardeşçe tutumundan dolayı Akı kelimesi yerini Ahi kelimesine bırakmış ve Abbasi Devleti'nin sona ermesiyle Fütüvvet yerini Ahiliğe bırakmıştır[3].
Ahi teşkilatının kuruluş amacı Orta Asya'da hüküm süren Oğuz Yabguluğu yıkılınca (1040) Oğuz Türkleri yavaş yavaş Selçuklu egemenliği altına girerek Anadolu'ya göç etmeye başladı. Ekseriyeti göçebe olan Oğuzlar, kopup geldikleri Orta Asya steplerine benzediği için daha çok Orta Anadolu kırsalını mesken olarak tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Orta Anadolu'nun Türkleşip İslamlaşması hızlı olurken, şehirlerde bu dönüşüm yavaştı[4]. İslam dini de, yerleşik hayatı gerekli kılıyordu[5]. İşte bu sebeple, göçebe Türkmenlerin İslamlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu
haline getirmek, şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tacirleriyle rekabet edebilmek amacıyla ve Hacı Bektaş Veli Hazretleri'nin tavsiyesiyle Ahi teşkilatı Anadolu'da kuruldu. Kısacası Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyo ekonomik bir mecburiyetin ürünüdür [6].
Ahiliğin Kuruluşu, Anadolu'da Yayılışı ve Sonuçları Bazı araştırmalar ahiliğin Kırşehir'de ortaya çıktığını ileri sürer. Diğer bir görüşe göre, Bağdat'ta büyük üstadlardan ders alan Ahi Evren, Arapların kurduğu Fütüvvet Teşkilatı'ndan etkilenerek, 1205'te Anadolu'ya gelmesinden kısa bir süre sonra ilk olarak Kayseri'de Ahilik Teşkilatını kurmuştur..[7] Tarihi kaynaklardan, Ahi Evren zamanında Anadolu'nun şehir ve kasabalarında ortaya çıkan Ahi kurumlarının, Ahi Evrene bağlı merkezi bir teşkilat olabileceği imajı çıkıyor. En azından bu kurumlar, onun koyduğu ilkelere bağlı kalmış olmakla, manen Ahi Evren'in liderliğindeki geniş bir teşkilatın şubeleri gibidir. Fakat onun ölümünden sonra, bağlı olunan ilkelerde büyük benzerlikler mevcut olmakla beraber, İbn-i Batuta'nın belirtiği gibi, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar yayılan bu kurumlar arasında organik bir bağ bulunmamaktadır. [8] Ahilik Teşkilatı'nın sonuçlarını şöyle sıralıyabiliriz: Ahilik, Anadolu'da köylere kadar yayılarak Anadolu'nun daha kısa sürede Türkleşip İslamlaşmasını sağlamıştır. Göçebe Türkmenler yerleşik hayata geçirilerek hem İslami uyum kolaylaşmış, hem de Türk şehirciliği hız kazanmıştır. 13.yy'ın ikinci yarısına kadar çoğunlukla gayrimüslimlerin Türk olmayan yerli halkın elindeki sanat ve ticaret işlerine Türkler de katılmış ve canlılık kazandırmıştır. Türk esnaf ve sanatkarları arasında sağlanan dayanışma sayesinde Ahilik önemli bir güç haline gelmiş, asayişin bozulduğu zamanlarda (örneğin Moğol İstilası) kendi otoritesini yürütmüştür. Dini ve ahlaki yapı korunmuştur.[9]
Ahiliğin Menşei ve Dini Yapısı Prof. Dr. Köprülü'ye göre Ahi birliklerinin ideolojik yapısını oluşturan öğelerden birisi Batıniliktir ve Ahilik teşkilatı Bektaşi İslam bir yapı barındırmaktadır. Ayrıca seyyah İbn-i Batuta'nın ifadesine göre Ahi zaviyeleri Bektaşi dergahına mensuptur. Hacı Bektaş Veli Hazretleriyle Ahi Evran'ın Kırşehir'de sık sık bir araya gelip sohbet ettikleri yazılır. Fütüvvetnameler göre, Ahiliğin anenevi menşei Ali'ye dayanmaktadır. Muhammed, Ali'ye "Sen benim yoldaşımsın, ben Cebrail'in yoldaşıyım, Cebrail de Allah'ın yoldaşıdır" diyor. Sonra Selman-ı Farisi'ye Ali'ye yoldaş olmasını söylüyor.
Selman da Ali'nin elinden tuzlu su içerek ona yoldaş oluyor. Bundan sonra Peygamber, Ali'ye: "Ya Ali ben seni tamamlıyorum ve olgunlaştırıyorum" diyerek şalvarını giydiriyor ve beline bağlıyor. Fütüvvetnamelere göre; fütüvvetin temeli budur ve fütüvvet ehli arasında kadeh sunmak, şalvar giydirmek ve bel bağlamak, yani yoldaşlık ve kardeşlik kuralları buradan gelmektedir.[10]
Ahiliğe Üyelik Şartları Ahi olmak ve peştemal kuşanmak için kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir: Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, marifet kapısını açmak Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak Kafirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar, dellallar, cerrahlar, vergi memurları, avcılar, vurguncular örgüte katılamaz. Kadınlar, ahiliğin "kadınlar kolu" olarak adlandırabileceğimiz Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatına üye olmuşlardır.
Ahilik Teşkilatı'nın Özellikleri Ahilik Teşkilatı Selçuklular döneminde ekonomik ve ticârî faaliyetlerinin yanı sıra, askerî ve siyasî faaliyetlerde de bulunmuş, aynen Bektaşi ve Yeniçeri Ocaklarının olduğu gibi Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynamışlardır. Aşıkpaşazade, Osmanlı'nın kurulmasında etkin olan 4 unsur arasında Ahiliği de belirtmiştir. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğu Ahi Teşkilatı'na mensup şeyhlerdir. [11] Ahi Teşkilatı'nın müslümanlara has bir kurum olarak iş görmesi 17. yüzyıla kadardır. Osmanlı Devleti'nin hakimiyet alanı genişleyip, gayrimüslim oranının artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışması zorunlu olmuştur. Din ayrımı gözetilmeden ortaya çıkan bu kuruluşa da gedik denmiştir. 1727 yılından itibâren rastladığımız bu kavram Türkçe bir kelime olup tekel veya imtiyaz anlamına gelmektedir. Kavram olarak "Osmanlı bünyesindeki esnaflığa ve sanatkarlığa girişi tetkik etmek" demektir.[12] Yapı olarak ahilikten farklı olmamakla birlikte ömrü onun kadar uzun olmamıştır. Zira 1838 Balta Limanı Antlaşmasıyla tekel idaresi ortadan kalkmış ve gedikler çözülmüştür.
Ahilik teşkilatı 3 dereceli bir düzene dayanır. Her kapı üç dereceyi içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır: 1a) Yiğit 1b) Yamak 1c) Çırak 2a) Kalfa 2b) Usta 2c) Ahi 3a) Halife 3b) Şeyh 3c) Şeyh-ül Meşayıh Ahilik, Galip Demir'e göre, "Türkler'in Rönesansı"dır. Veysi Erken'e göre, Ahilik ve kurum düzeni bugünlerin şartlarında bile, 5 çekirdek ilke ile, "Toplumsal sorumluluk, Hizmette mükemmellik, Dürüstlük ve doğruluk, Ortak yaşama" ile örnek bir 'yatay örgütlenme' toplum hareketi şekilendiriyor. Erken, Ahiliğin bu yönüyle, 2000'li yıllar için bile ileri bir örgütlenme modeli sunduğunu kaydediyor. Ahilik töreleri yaygın Türkçe deyimlere dönüşmüşlerdir. Örnek olarak `pabucunu dama atmak` sözü ahiliğin peştamal kuşanma töreni ile ilgilidir. Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde eğitimi tamamlanan çırağın pabucu dama atılır. Bir yandan da artık ustalarından, kalfalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini ortaya koyar bu deyim. Ahilikte sanatkarlar gündüzleri işyerlerinde 4 aşamadan oluşan hiyerarşi içinde mesleğin inceliklerini öğrenirler, akşamları toplandıkları ahi konuk ve toplantı salonlarında aynı hiyerarşi içinde ahlakî ve felsefî eğitim görürlermiş. Kırşehir'de kabri bulunan Ahi Evran'ın kurduğu bu teşkilatla ilgili Ahilik geleneğinin unutulmaması için Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Odaları tarafından bazı şehirlerde her yıl Ahilik haftası ve kutlamaları yapılmaktadır. Ahilik teşkilatı, gençlerin iyi yetişmesini ve meslek kazanmasını sağlardı. Savaş, afet vs. kötü durumlarda da kuruma üyeler ve halk arasında dayanışma olurdu. Padişahlar ve diğer yöneticiler de ahilik teşkilatını destekleyerek gelişmesini istemişlerdir.
Ahi Evran (1171-1261)
Ahilik teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğmuştur (1171). Hoy, Türkiye’nin doğu sınırından 60 km . uzaklıkta ve Sultan Tuğrul zamanından beri Türkler’in meskûn olduğu bir bölgedir. Ahi Evran’ın asıl adı Nasırüddin Mahmud el Hoyi olarak kayıtlara geçmiştir. Ahi Evran ilk eğitimini Azerbeycan’da doğum yeri olan Hoy kasabasında aldıktan sonra, Maveraünnehir bölgesinde Horosan’a giderek orada ünlü âlimlerden Fahreddin Râzi (1149-1209) ve hükemadan, Felsefe ve Kur’an-ı Kerim tefsirlerini öğrenmiştir. Ahi Evran’ın hocası Fahreddin Râzi, Horosan’da Farâbî ve İbni Sinanın tüm eserlerini okumuş, onların verdiği bilgileri daha da geliştirerek, tıp, astronomi, astroloji, lisan, edebiyat konularında kitaplar yazmaya başlamıştır. Râzî hayatta iken çevresinde bulunan kalabalık öğrenci topluluğunun varlığı, onun yüzlerce öğrenci yetiştirdiğini göstermektedir. Bunlar arasında Abdülmuhsin Kayseri, İzzettin Râzî, Sadrettin Konevî, Kadı Burhanettin gibi ünlü isimler de bulunmaktadır. Ahi Evran, Sadrettin Konevî’nin çağdaşı olup ikisi de Fahreddin Râzî gibi İbni Sina ve Farâbî’nin etkisinde kalmışlardır. Bunlardan başka sultanlar, vezirler ve devlet adamları da Râzî’nin derslerini takip etmişlerdir. Ahi Evran gençliğinde Ahmet Yesevî’nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan Bağdat’a gitmeye karar verir. Bağdat’a gitmeden önce Hac farizasını yerine getirir sonra dönüş yolunda müstakbel kayınpederi Evhadü’d Din Kirmanî ile tanışır. Büyük üstad sayesinde halife Nâsır Li-di-nillah ile tanıştırılan Ahi Evran, halifenin kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’na girer. Ahi Evran Bağdat’ta iken, Fütüvvet teşkilâtının ileri gelenleri ile tanışarak onlardan yararlanmıştır. Araştırmacı Mikâil Bayram’ın Tasavvuf Düşüncesinin
Esasları adlı eserinde ve diğer kaynaklarda Ahi Evran’ın çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olduğu kaydedilmektedir. Ahi Evran, Tefsir, Hadis, Kelâm, Fıkıh ve Tasavvuf kitapları yazmıştır. Ayrıca Felsefe, Tıp ve Kimya sahalarında da bilgi sahibi olan çok yönlü bir ilim adamı ve filozoftur. İbni Sina Sühreverdî ve Fahreddin Râzî’nin bazı eserlerini Farsça’ya çevirmiştir. Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi Evhadü’d Din Kirmanî ile Anadolu’ya gelen Ahi Evran, Konya’da Sultan’a yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar, Kitabın 1. cildi felsefe, 2. cildi ahlâk ve siyaset, 3. cildi fıkıh (İslâm hukuku), 4. cildi dua ve ibadet hakkındadır. İbni Sina hayranı olan hükümdar, kendisine sunulan kitapları beğenmekle kalmaz, aynı zamanda Ahi Evran’a ve düşüncesine büyük ilgi gösterir, hatta bu düşüncenin tatbikata geçirilmesine yardım eder. 1205 yılında Kayseri’ye gelen Ahi Evran’a ve düşüncesine büyük ilgi gösterir, hatta bu düşüncenin tatbikata geçirilmesine yardım eder. 1205 yılında Kayseri’de devletin desteği ile debbağları ve diğer sanatkârları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına öncülük eder. Her sanat dalındaki birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlar. Sultan Alâeddin Keykubat’ın Ahi birliklerini desteklenmesi sonucu Anadolu’nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişir. Bu dönem Anadolu Selçuklu Devleti’nin iktisaden en parlak dönemi olmuştur. Sultan Alâeddin’in oğlu tarafından öldürülmesinden sonra Ahiler bu duruma tavır aldılar. Onun yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i hiç affetmediler. Ahi Evran’ı çekemeyenler onunla yeni hükümdarın arasını açtılar. Alâeddin Keykubat zamanında Konya’da medreselerde ders veren Ahi Evran bu sebepten dolayı Konya’ya davet edilen Ahi Evran, burada tekrar çeşitli olumsuzluklarla karşılaşır. Bu yüzden burada daha fazla kalmaz ve Kırşehir’e gelerek Ahi birliklerinin teşkilâtlandırılmasına hız verir.
Kırşehir’e eşi Fatma Ana ile yerleşen Ahi Evran, eşinin kurduğu Anadolu kadınlar birliği (Bacıyân-ı Rum) teşkilâtını da himaye etmiş, her iki teşkilâtın (Ahiyân-ı Rum) büyümesi ve gelişmesi için çaba sarf etmiştir. Ahi Evran kendi mesleği olan debbağlık dalından başka 32 çeşit esnaf ve sanatkarın lideri olmuştur. Ahi Evran’ın Anadolu’da kurduğu Ahilik teşkilatının asıl amacı ilim ve bilgiyi insanlığın hizmetine sunmaktı. Türkler, Anadolu’ya yerleşirken dönemin bilim adamlarının önerisinden hareketle pozitif ilimlerin gündelik hayatta kullanılabilmesini ve insanların da bundan faydalandırılmasını ön görmüşlerdir. İlmin tekniğe uygulanmasına örnek olarak; Cizreli İsmail B. Rezzaz isimli bilim adamının kitabında birçok otomatik makinenin projelerinin çizildiği ve tariflerinin yapıldığı, hatta bazı projelerinin uygulandığı bilinmektedir. Bu makine ve robotlara örnek olarak: Su saati, otomatik musluk, el yıkama ve abdest alma esnasında kendiliğinden su döken makine, kendi kendine müzik çalan makine, otomatik su tulumbaları, su fışkırtan fıskiyeler, şifreli anahtarlar, değişik hareket yapan robotları görmekteyiz. Teknolojinin üretime uyarlanışının ilk örnekleri olan bu buluşlara Ahi Evran önem vermekte idi. Ahi Evran’ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus’a sunduğu Letaif-i Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve Siyasetname türü bir eserdir. Bu eserde halkın ihtiyaçları belirlenmekte, bu ihtiyaçların karşılanması, istihdamın, kaliteli bol ve ucuz üretimin arttırılması sırasında çıkabilecek sorunlara karşı tedbirlerin neler olması gerektiği şöyle anlatılmaktadır. Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektirdiği âlet ve edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerinin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni
sanat
dallarının
meydana
getirilmesi
gerekmektedir.
Ahi Evran’a göre toplumdaki fertlerin büyük bir kesiminin sanata yönlendirilmesi ve her birinin belli bir sanat dalıyla meşgul olması gerekir ki, toplumun ihtiyaçları görülsün. Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik teşkilâtının eğitim anlayışı bu temel görüşe dayanmaktadır. Devlete düşün görev, bu görüşe destek vererek halkın eğitilmesine ve yönlendirilmesine yardımcı olmaktır. Ahi Evran’ın eserinde belirttiği eğitim ve öğretim konusundaki tüm öneriler, Ahi birliklerinde uygulanmıştır. Ahi Evran’ın teknik öğretim ve ahlâka yönelik eserleri, yıllarca Ahi birliklerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ahi Evran, Letaif-i Gıyasiye, Letaif-i Hikmet’ten başka Vaziyet, Ruh’un Bekâsı, Tıp ve İbni Sina’dan tercüme kitabı dâhil olmak üzere, yirmiye yakın eser bırakmıştır. Ahi Evran hayatı boyunca ilimle ve eğitimle uğraşmış. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalış. Hadis-i Şerifi’ni kendisine ilke edinmiştir. Birlik üyelerine devamlı olarak çalışmayı öğütlemiştir. Üretimin ancak çalışarak sağlanacağını bilen Ahi Evran, insanların ihtiyaçlarını gidermenin de bir Tanrı buyruğu olduğuna inanmaktadır. Bu bakımdan çalışmak, insanları mutlu etmek, ibadet etmek kadar önemlidir. Osmanlı Devleti’nin kurulmasında da önemli rol oynayan Ahi Evran,Cevat Hakkı Tarım ‘a göre şunu yapmıştır: Doksan üç yıl yaşayan, akla yâr, nefse düşman olan bir faziletli er kişi, tekkesine kapanmış; dünyadan elini eteğini çekmiş münzevi bir sofu ve softa değildi. O hayatını kazanmak için diyar diyar dolaşmış,
her sanat ve zanaata başvurmuş, öğrendiklerini de insanoğluna öğretmek için uğraşmıştır. Ahi Evran’ın elli yıl müsahipliğini yapan ve onun vefatından sonra da yerine geçen Ahmet Gülşehri, Ahi Evran ve Ahilik konusunda Keramat-ı Ahi Evran adında bir eser yazmıştır. Mesnevi tarzında ve aynı vezinde Türkçe yazılan bu eseri Alman Prof. Franz Taechner Almanca tercümesiyle beraber bastırmıştır. 167 beyitten meydana gelen bu eserin Ahilik ve Ahi Evran’la ilgili bölümleri aşağıda günümüz Türkçesiyle verilmeye çalışılmıştır. Ahmet Gülşehri’nin yazdığı menakıbnamede, Ahi Evran’ın bütün ahilerin başı olduğunu, padişahların kendisine saygı gösterdiğini, hiç haram yemediğini, Ahilik adına yaptığı çalışmaların bütün dünyada duyulduğunu, Ahilik nizamının uygulandığını, misafirperver olduğunu, gerçek dostluğa önem verdiğini, kimseye incitici bir söz söylemediğini anlatılmaktadır. Ayrıca Ahiliğin altı şartı olduğunu bunların üçünün kapalı olduğunu vurgulamıştır. Fütüvvet Fütüvvet, Tasavvufta bir akım, Dinî ve mesleki birlik, esnaf teşkilatı[1] veya Anadolu'da 13. yüzyıldan bu yana görülen örgütlenmiş zanaatçılar ve esnaf birlikleri[2]. Konu başlıkları 1 Kelime Yapısı 2 Fütüvvet teşkilatı 3 Notlar 4 Kaynakça 5 Dış bağlantılar Kelime Yapısı [değiştir] Fütüvvet fetâ kelimesinden gelmektedir. Fetâ yiğit, fütüvvet yiğitlik demektir. Fütüvvet, yiğitlik anlamına meslekî bir organizasyon; meslek teşkilatı olarak gelmektedir. Tasavvufî yönü olan bir meslek teşkilatıdır. Kaynağı şundan kaynaklanmaktadır; Sûfileri, tarikat erbâbını, dervişleri, tekkeye devam eden müridleri umûmiyetle, beleşçilikle itham etmişlerdir, oysa sûfiler, kendi emeğini biçmek fikrinde olan kimseler olarak görülmektedir. Fütüvvet teşkilatı [değiştir] Fütüvvet teşkilatının kuruluşu Abbasi Halifeliği dönemine şayandır. Siyasi gücünden sonra gittikçe dini gücünü yitirmiş olan Abbasi Halifeliği, en-Nasır Lidinillâh Ebû’l-Abbas Ahmed’in halifeliği zamanında (1180 - 1225) “Fütüvvet” teşkilatı aracılığı ile yeni bir atılım yapma fırsatı bulmuştur. Annesi Türk olan 34.
Abbasi Halifesi en-Nasır Lidinillâh, bazı mutasavvıf bilginlerin etkisiyle, önceleri tepki gösterdiği “Fütüvvet” teşkilatına girmiş ve kısa sürede yeniden düzenlediği bu teşkilatın en büyük önderi olmuştur. Halife en-Nasır Lidinillah, sadece sayıları oldukça kalabalık olan ve zaman zaman birbirleri ile çatışan inanç ve fikir topluluklarını “Fütüvvet” teşkilatı içinde toplayıp, manevi gücünü sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bu teşkilatı siyasi emellerine aracı yaparak, itaat ettirme hakkını bütün İslam dünyasına yayma başarısını da göstermiştir[3]. O dönem önderi 34. Abbasi Halifesi olan Fütüvvet teşkilatında, üyeleri arasında Sultan I. Alaeddin Keykubad ve Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî de vardı. Bir dönem ahilik Fütüvvet teşkilatının içinde örgütlenmiş ise de sonraları ayrı bir biçimde yapılanmış, Fütüvvet teşkilatı ortadan kalktıktan sonra da ahilik Anadolu’da varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Ahilik mesleği, yiğitlik ve cömertlik mefkûresi (ülküsü) olarak İslâm’ın doğuşu ve yayılması ile “Futuvva” (yiğitlik ve cömertlik) mefkûresinin daha hicrî 2. yüzyılda özellikle Horasan ve Maveraünnehir’de etkili olarak yaygınlaştığı bilinmektedir[4]. Mutasavvıflardan, fütüvvet (fotowwa) ilkelerini bir tam uzunlukta içeren Kitabü’lfütüvve (Ketāb al-fotowwa) ismindeki eseri ilk yazan Horasan'lı Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed Sülemi (Sufi ʿ Abd al-Rahman Solami)'dir. Anadolu’ya, Horasan’dan Orta Doğu’ya, Bağdat’a, Selçukîlerle Anadolu’ya gelmiş fütüvvet teşkilatı çok canlı olarak yaşamıştır. Kırşehir’de fütuvvetin pîri Ahi Evran olarak bilinmektedir. Şehirde, senede bir kez Ahî Evran merasimleri yapılmaktadır. Döneminde, bir insan ahîyse; zengin, varlıklı, itibarlı, yüksek mercilerde olduğu anlaşılmaktadır. Fütüvvet: ülfet etmek, kaynasmak ve cömertliktir dostlari ve komsulari gözetmektir kendisinden önce arkadaslarina acimaktir malinda, dostlarinin kendi mallari gibi tasarruf etmelerine müsaade etmektir misafiri ve ziyafet vermeyi sevmektir dogru olmak, gözü tok gönlü genis olmaktir dogru sözlü olmak, emaneti ödemektir garipleri sevmek ve onlarin hakkini yerine getirmektir salihlaerin elbisesine bürünmeden önce icini düzeltmektir yaptigi isten karsilik beklememektir tövbeye sarilmak, saglam bir irade ile tövbe ettigi seye bir adha dönmemeye karar vermektir Allahi rirzik hakkinda vedigi garantiye güvenmektir nefsini hesaba cekmek, ömrünü Allaha isyanla yitirdigine esef etmektir
uzuvlari korumak, onlari amacinda kullanarak kalbi düzeltmeye calismaktir gücü yeterken affetmektir Baskasinini kusurlarini birakip kendi kusurlariyla mesgul olmaktir halka güzel zan beslemek, onlara saygiyi muhafaza etmektir sefkatli olmak, kardesini nefisne tercih etmektir bela gelince sikayet etmemek, gönül hosluguyla karsilamaktir iyilere sohbet edip serlilerle sohbet etmemekten kacinmaktir Bütünbunlar ve benzeri, fütüvvet yolarindan ve huylarindandir "Fütüvvet ne demektir?"
Abu Abdullah es-Sizci`ye sordular:
"Neden sufiler gibi hirka giymiyorsun?" Dedi ki: "Hirka giymek ancak fütüvvet ehli, yigit kisilere yarasir Fütüvvet ehlinden olmayanin böyle seyler giymesi, nifak alametidir Fütüvvet yükünün altina girmeden onlarin damgasini tasimak yakismaz" Peki, öyleyse fütüvvet nedir?" diye sordular: "Fütüvvet, insanlari mazur kendini kusurlu görmek Baskalarini tam , kendini noksan, insanlarin iyisine kötüsüne, topyekün halka sefkat ve merhamet nazariyla bakmak Fütüvvetin en yüksek derecesi ise halkin seni Hakàn alikoymamasi, Hak ile arana perde olmamasidir" diye cevap verdi (Sülemi, Tabakattü`s-Sofiyye, s 216) Muhammed b Faz`le sordular: Fütüvvet nedir? Su karsiligi verdi: "Fütüvvet, Allahin emirlerine uyarak, ic dünyasini güzel huy ve iyi gecimle dis dünyasini koruyabilen insanlarin sifatidir " (Sülemi, Tabakatüs`s-Süfiyye, s 216) Sibli fütüvveti söyle tanimlar: "fütüvvet, muhabbet aninda sadakat, düsmanlik aninda yumusaklik, kitlik ve azlik aninda elindekini bölüsmektir " Muhasibi`ye göre fütüvvet, baskalarina insaf ettigin halde onlardan insaf beklememen,; baskalarina bagista bulunman, fakat baskalarinda bagis beklmememendir Vermen, fakat almamandir (Kuseyri, Risale, s 227)
Cüneyd-i Bagdadi`ye fütüvvetin ne oldugunu sorulunca:
"Fütüvvet, hicbir fakirden nefret etmemen, hicbir zenginde de halini arzetmemendir" demistir bir baska defasinda da: fütüvvet, "Eziyeti kaldirmak, baskalarindan bir sey beklememek ve sikayeti terketmek" diye tanimlamistir
Fudayl b Iyaz da (k s) söyle der: "Fütüvvet (asil yigitlik) kardeslerinin hatalarini her zaman affetmektir" Ebu Bekri el - Verrak (k s ) söyle der ki: Feta (yigit insan), hicbir hasmi olmayan (kendisine haksizlik eden herkesi hos görüp bagislayan) kimsedir " (Kuseyri`, Risale, s 226) Sehl`e göre fütüvvet, sünnete uymaktir (Kuseyri`, Risale, s 227) Sülemi fütüvveti: "Hz Adem gibi özür dielmek, Hz Nuh gibi iyi, Hz Ibrahim gibi vefali, Hz Ismail gibi dürüst, Hz Musa gibi ihlasli, Hz Eyyüb gibi sabirli, Hz Davud gibi cömert, Hz Ebubekir gibi hamiyetli, Hz Ömer gibi adaletli, Hz Osman igbi hayali, Hz Ali gibi bilgili olmaktir, Hz Muhammed (s a v) gibi merhametli" seklinde tarif etmistir Nasrabadi`ye göre fütüvvetin asli, bir kulun sürekli (Allah icin) baskasinin isine kosmasidir (Kuseyri, Risale, s 226) Imam Ali fütüvvet bes seyle olur demisti: 1 varlik sirasinda tevazu göstermek 2 Cezalandirmaya gücü yettigi halde bagislamak 3 Az da olsa elindekinden vermek 4 Karsilik beklemeden vermek 5 Herkeze nasihat etmek