İlhan ÇEBİ 1
İki Savaş Arası Dönemi (1919-1939) Dönemi Etkileyen Temel Öğeler Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren barış antlaşmalarındaki haksızlık ve adaletsizlikler, 1919’u izleyen yılların dünya politikasını büyük ölçüde biçimlendirmiş. İtalya’nın savaş sonrasındaki düş kırıklığı, iki devlet arası dönemdeki saldırgan politikasının temeli. İngiltere’nin savaş öncesi dönemdeki “denge politikasını” savaş sonrası da sürdürememesi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan güç dengesinin temel öğesi haline gelen ABD’nin Milletler Cemiyeti’ne girmeyişi, Avrupa sorunlarından uzak kalışı. Sovyetler Birliği’nin de Avrupa’da göreli olarak uzak kalışı. İki savaş arası dönemin önemli özelliklerinden: 1919 yılının öncesinde Fransa’ya karşı kurulan ittifaklar zincirinin temel halkası Almanya iken, 1919’dan sonra Almanya iken, 1919’dan sonra bir Alman intikamına karşı kurulan ittifakların temel halkası Fransa oldu. i. Barış Antlaşmasının Korunmaya Çalışılması Dönemi: Fransa’nın amacı Almanya ile Sovyetler Birliği’nin toprak kayıplarıyla, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağıtılmış hali ii. Lokarno Dönemi: Artan istikrar ve azalan gerginlik. Fransa’nın verdiği ödünler sonucunda kısa bir süre için gerçekleşen Fransız-Alman yakınlaşmasıdır. iii. Yıkılma Dönemi: Temelinde, Lokarno döneminde ortadan kaldırılamayan Fransız - Alman düşmanlığı. Kolaylaştırılan temel unsur ise Fransa’nın İngiltere arasındaki görüş farklılıklarıdır. İngiltere’ye göre Avrupa barışını Almanya’nın haklı isteklerini en alt düzeyde kabul eden yeni bir Avrupa statükosuna dayanmalıydı. Fransa’ya göreyse Almanya’ya hiçbir ödün vermemeli, Versailles sistemi sonuna kadar savunulmalıydı. Alman saldırganlığı sonucu İkinci Dünya Savaşı çıkacaktır.
Barış Antlaşmalarının Korunması Dönemi (1919-1924) Fransa’nın Güvenlik Sistemi Fransa’nın Almanya karşısında duyduğu derin güvensizlik ve bunun sonucu olarak, güvenliğini sağlama isteğidir. Fransa Almanya karşısındaki zayıflığının bilincindeydi. Kaldırmanın iki yolu vardı: Fiziki Garantiler: Ren Bölgesi ve köprülerine sahip olmak. ABD konuya ilgi göstermedi. Yeni bir “AlsaceLorraine yaratmak” İttifaklar Sistemi: Belçika ile 7 Eylül 1920’de, Polonya ile 19 Şubat 1921’de ittifak anlaşmaları imzaladı. Statükocu devletlerden olan Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya ile saldırıya karşı birbirlerine dayanışmayı öngören anlaşmalar yaptı. Almanya’nın Durumu Yenilen her devlette, on dokuzuncu yüzyılın liberal akımının etkisiyle, demokratik anayasalar kabul edildi. Weimar Anayasası Yahudi sosyalisti olan Kurt Eisner’ni başkanlığına “Bavyera Cumhuriyeti” ni ilan ettiler.Temelde Marksist. Rusya’da ki Bolşevik devrimi ve Almanya’da Bolşevik yanlısı komünist unsurların ortaya çıkması, sosyal demokratları siyasal yelpazenin ortasına çekti.
İlhan ÇEBİ 2
Elbert’in geçici hükümeti halkın çoğu tarafından desteklenir hale geldi. Ancak, K. Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un önderliğindeki Sparkistler, yani aşırı sol, geçici hükümete karşı çıktı. Bavyera’da çıkan bir karışıklıkta Kurt Eisner öldürüldü. Büyük ölçüde Amerikan, Fransız ve İsviçre anayasalarından esinlenerek hazırlanan Weimar Anayasası 31 Temmuz 1919’da kabul edildi. Böylece Almanya’da Hitler’e kadar sürecek Weimar dönemi başladı. Kapp Darbesi ve Nazi Partisinin Kuruluşu Militarizm ve saldırgan milliyetçilik, barış antlaşmasının ağır koşullarına bir tepki biçiminde güçlenecek ve antlaşmanın baş sorumlusu olarak görülen sosyal demokratlara, yani hükümete yönelecektir. Amerika doğumlu bir gazeteci olan Wolfgang Kapp’ın önderliğine, bir kısım muvazzaf askerlerle miğferlerinde gamalı haç bulunan Erhardt Tugayı, Berlin’de 13 Mart 1920 günü yönetimi ele geçirerek kurucu Meclisi dağıtıklarını ve Weimar Anayasası’nı ortadan kaldırdıklarını ilan ettiler. Başarısızlığın tek nedeni, Berlin’deki işçi ve memurların genel grevidir. Bu başarısız Kapp Darbesi’nin önemi, Almanya’da militarist hareketlerin başlamış olduğunu göstermesidir. Alman iç ve dış politikasını ve giderek tüm dünya barışını temelinden değiştirip tehdit edecek olay , 1919 yılının Ocak ayında Münih’te Alman İşçi Partisi’nin kurulmasıdır. 1920 yılındaysa partinin adı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi) olarak değiştirildi. Nazi Partisi, Yahudi, komünizm ve parlamento karşıtıydı ve ünlü general Ludendoff tarafından da desteklenmekteydi. Hitler 1923 yılında bir darbe girişiminde bulundu, ama başarı kazanamadı ve hapse atıldı. Burada Nasyonal Sosyalizmin kaynağı olan kitabını, Kavgam’ı (Mein Kampf) yazdı. Weimar Anayasası’nın sunduğu bütün özgürlükleri sonuna kadar kullanarak toplumda savaş sonrası düzenden memnun olamayan kişilerin arasına girdiler ve hoşnutsuzluğun nedenlerini araştırdılar. Borç Sorunu ve Dış İlişkiler Alman tamirat borcunu 56 milyar dolardan, 33 milyar dolara indirmişti. Dawes Planı, 1924 yılında Almanya’nın tamirat borcunu taksitlere böldü ve belirli bir tavan saptamadı. Fransa Ruhr bölgesini işgal etti. Gerek bölge halkının gerekse İngiltere ile ABD’nin tepkisine yol açtı. Fransa’nın, halkı Alman olan bir bölgeyi işgal etmesi, Alman iç politikasında Nazi’lerin hareketlerine esaslı bir gerekçede hazırlamıştı. Almanya Sovyetler Birliği ile 16 Nisan 1922 tarihli Rapallo Dostluk Antlaşması imzaladı. Almanya yeni Sovyet Rejimini tanıyordu. Rapallo’nun önemi, iki devletin de devrim ve yenilgi sonucu içine itildikleri diplomatik yalnızlıktan kurtulmaya başladıklarını göstermesinde yatar. 1926 yılında imzaladıkları Berlin Antlaşması’nın hükümlerine göre taraflardan biri, saldırıya uğrarsa öteki devlet tam bir yansızlık politikası izleyecekti. İtalya’ya Eken Gelen Faşizm Genel Zayıflık Ve Doyumsuz Guruplar İtalya savaştan kısa bir süre sonra faşist yönetim altına girdi. Bunun nedenlerini, ekonomik çıkmaz, siyasal partilerin zayıflığı, doyumsuz grupların etkinliği ve sol kanat içindeki bölünme olarak sıralayabiliriz.
İlhan ÇEBİ 3
Faşist parti ve Mussolini İtalya’da Faşist hareket 1919 yılında Fas di Combattimento adlı örgütün kurulmasıyla örgütlendi. 1922 Faşist Partisi, 1943 yılına kadar İtalya’nın kaderine egemen olacaktır. Mussolini, çok kısa süre içinde İtalya’da birliği sağladı, muhalefeti tümüyle ortadan kaldırdı, merkezi hükümeti güçlendirdi, ticareti canlandırdı ve bit takım toplumsal reformlara girişti. Dış politikası tümüyle Mussolini’nin kişisel görüşlerini yansıtır. Mussolini’ye göre İtalya gibi genişlemek isteyen her devlet için emperyalizm vazgeçilmez bir zorunluluktu. Sovyetler Birliği’nde Bolşevik Rejiminin Güçlenmesi Rejimin Güç Odakları Lenin tarafından yazılan parti programı dört nokta içermekteydi: köylülerle toprak, aç olanlara yiyecek, Sovyetler iktidarı ve Almanya barışı. Parti’nin gücü kurulan iki örgütle daha da arttırıldı. “Karşı Devrim, Sabotaj ve Mali Spekülasyona Karşı Olağanüstü Rus Mücadele Komisyonu”. 1918 Ocak ayında Troçki tarafından kurulan Kızıl Ordu. Lenin bu dört araçla, yeni parti, Sovyetler, gizli polis, ve Kızıl Ordu ile modern dünyanın ilk totaliter tek parti diktatörlüğünü kurma çabasına girdi. Rusya’da devri: Komünizm ile Milliyetçiliğin birleştirilmesi. İç Savaş Rus iç savaşına İtilaf Devletleri de müdahale etti. Bu müdahalenin nedenleri: (i) İtilaf Devletleri, Bolşevizmin “geçici bir delilik” olduğuna inanıyor ve eğer başlangıcında müdahale edilirse, rejimin etkisini genişletmeden düşeceği sanılıyordu. (ii) Rusya’nın kuzeyindeki Murmansk ve Arkangelsk’te bulunan ve İtilaf Devletleri’nin Rusya’ya gönderdiği cephanenin Almanya’nın eline geçmesinde kuşku duyuyorlardı. (iii) Bolşevik Rejimi devrilirse, Rusya Almanya’ya karşı yeniden savaşa girebilir ve böylece Almanya’nın yenilgisi kolaylaştırılabilirdi. (iv) Polonya ile Japonya’nın Rus toprakları üzerinde emperyalist eğilimleri vardı ve İngiltere ile Fransa da zengin Kafkas petrol kaynaklarına göz dikmişti. İç savaş genel olarak 1920’ye bazı yerlerde ise 19223 yılına kadar sürdü. Karmaşık bir mücadele haline gelen savaşta Bolşevikler hem iç hem de dış güçlere karşı mücadele ettiler. Savaş Komünist Parti’nin gücünü ve denetimini arttırmasında yardımcı olmuştur. 1922 yılına gelindiğinde, Lenin’in Komünist Partisi Rus toprakları üzerinde tartışmasız ve tam bir diktatörlük kurdu. Yeni Ekonomik Politika 1921-1927 yolları arasında Lenin’in “Yeni Ekonomik Politika” (NEP) dönemi, devrimin ve savaşın açtığı yaraları biraz olsun iyileştirme amacına yönelikti. Lenin’in parti sekreteri olarak Joseph Stalin, uzun vadeli ekonomik planlamanın şampiyonluğunu yapmaktaydı. Sürekli dünya devrimi tezini savunan Troçki’ye karşı “tek ülkede sosyalizm” görüşüyle öne çıkan Stalin’in zaferi, belirli bir süre devrimin başka ülkelere ihracını durdurdu. Stalin, 1928 yılından sonra bir dizi beş yıllık ekonomik planla, ağır endüstri kurmak, ulaşımı iyileştirmek, tarımı kolektifleştirip mekanize hale getirmek ve Urallar’ın ötesinde yeni enerji kaynakları geliştirmek yoluna gitti.
İlhan ÇEBİ 4
Sömürgelerdeki Gelişmeler 1920’lerde Hindistan ve tüm İslam dünyası karmaşa içindeydi. Londra tarafından sıkı biçimde denetlenen sivil memurlar tarafından yönetilmekteydi. 1920’de Gandhi Hindistan hükümetine yönetimde pay sahibi olmayı amaçlayan ilk sivil itaatsizlik kampanyasını başlattı. 1930 yılında Hint Ulusal Kongresi ilk defa tam bağımsızlık isteğiyle ortaya çıktı ve Gandhi ikinci sivil itaatsizlik kampanyasını başlattı. Hint Müslümanları tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Hindular tarafından yönetilmek istemeyen Müslümanlar, Ulusal Kongrenin karşıtı olan Müslüman Birliği’ni kurdular ve ayrı bir Müslüman devlet oluşturmak isteyen önderleri Muhammed Ali Cinnah’ın arkasında birleştiler. Arap ülkelerinde, Türkiye’dekine benzer bağımsız ulus-devlet kurulamadı. Bunun en önemli nedeni, İslam’ın evrenselliğinin, ulusçuluğun yerelciliğiyle bir türlü bağdaşmış olmamasıydı. Tek istisnası, Meksika’da kilisenin etkinliğini ortadan kaldıran ve İspanyol asıllıların toplumdaki başat durumlarının sarsan 1911 devrimidir. Lokarno Dönemi (1925 – 1930) İki savaş arası dünya tarihinin ikinci dönemi, yani barış dönemi, iki temel sorunun çözülmesiyle ortaya çıktı: Dawes Planı ile düzene giren tamirat borçları sorunu ve Lokarno ile çözüme bağlanan Fransa’nın güvenlik sorunu. Dawes Planı ve Lokarno Antlaşmaları Fransa’nın işgali altına düşen Ruhr bölgesi tamamen boşaltılacak ve Almanya’ya geri verilecekti. Bu plan Alman – Fransız ilişkilerinin düzeltilmesine yardımcı olmuş ve Lokarno Antlaşmalarına giden yolu açmıştır. Lokarno Antlaşmalarının temeli, Almanya’nın 1922 yılında, Almanya, Fransa, Belçika ve İngiltere arasında savaşa girişmeme önerisidir. Ancak 1922 yılında Fransa’nın Almanya’ya saldırma olasılığı bulunduğu için bu öneri Fransa tarafından reddedilmiştir. Dawes Planı’ndan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler rayına oturunca, taraflar arasında görüşmeler başladı ve 16 Ekim 1925’te antlaşmalar imzalandı.
ABD’NİN DIŞ POLİTİKASI ABD iki savaş arası dönemde “yalnızcılık” (isolatiınism) politikasını izlemiştir. İngiltere’nin güçlü donanması, ABD’ye Atlantik Okyanusu’ndan gelecek tehlikelere karşı iyi bir güvence oluşturuyor, Japonya’ya karşı Pasifik’te kendi donanmasına güveniyordu. Amerikan Kongresi’nde çoğunluğa sahip olan Demokratlar, bu devletin dünya politikasına ağırlığını koymasını olanaksız kılacak bir takım tedbirler aldılar. UZAKDOĞU GELİŞMELERİ Gelişmeleri Etkileyen Temel Öğeler 1989-1905 yılları arasındaki olayların uluslararası politikaya etkileri: Pasifik bölgesinde Rusya, ABD ve Japonya karşı karşıya… Pasifik bölgesi uluslararası rekabet çatışmanın odağı… Avrupa Devletlerinin bölgedeki
İlhan ÇEBİ 5
rolü ve gücü azalmaya başladı, Japonya’nın 1931 yılında Mançura’yı işgalinde, 1931’de Uzakdoğu’da barışın bozulmasına karşı gene Milletler Cemiyeti ne de Avrupa’nın büyük devletler bir şey yapabildiler. Çin’deki Gelişmeler Çan Kayşek. 1927’de partiyi komünist unsurlardan temizlemiş, taraftarlarına karşı büyük ve kanlı bir harekata girmiştir. Parti Mao Zedung tarafından yeniden örgütlenmiştir. Çin’de milliyetçi hükümetin ülkenin tümüne egemen olması, Japonya’nın işine gelmedi. Japonya’nın Mançura’yı İşgali 1932 yılında bölgenin tümünü denetim altına aldı. “kukla” “bağımsız” Mançuko devletini kurdu. “Kuvvet politikasının” bütün dünya çapında açıkça ortaya çıkmasıdır. ORTADOĞU İki savaş arası dönemin ama sorunu Arap milliyetçiliğidir. Arap topraklarının İngiltere ve Fransa’nın “manda” yönetimi altına korunması, Arap önderleri için düş kırıklığı oldu. Arap kültürü ve İslam dini egemendir. Merkez. Çevre. Barışın Düzenlemelerinin Yarattığı Sorunlar Birbirleriyle Çelişen Savlar Amerikan olan King-Crane Komisyonu. Komisyon, bulgular üzerine şu öneride bulundu: (i) Suriye için ya Amerika ya da İngiliz koruyuculuğu; (ii) Suriye Krallığı’na Faysal’ın getirilmesi; (iii) Mezopotamya’da İngiliz koruyuculuğu; (iv) Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmaması; (v) Filistin’in birleşik Suriye sınırları içine alınması ve kutsal yerlerin uluslar arası statüye kavuşması. Barış Düzenlemeleri San Remo Konferansı: Ortadoğu üzerindeki barış konferansı 24 Nisan 1920’de San Remo’da açıldı. Suriye Fransız, Irak ile Filistin ise İngiliz “manda” yönetimine bırakıldı. Suriye’deki Düzenleme: Suriye’de olduğu gibi Mezopotamya halkı da yabancı güçler tarafından zorla kabul ettirilen bir barış düzenlemesinin sınırları içine hapsedildi. Filistin’deki Düzenlemeler: Ürdün ve Filistin İngiliz “manda” yönetimine bırakılmıştı. Balfour Deklarasyonu’nun uygulanmasını en önemli görev kabul ederek 1920 Eylülünde 16.500 kişilik bir Yahudi gurubunun Filistin’e göç etmesinin kararı alındı. Son Düzenleme Bölgeyle ilgili tüm düzenlemeler, savaş içinde yapılmış olan gizli paylaşım antlaşmalarına genel hatlarıyla uyan emperyalist bir nitelik göstermekteydi.
İlhan ÇEBİ 6
Arap Ulusçuluğu Irak İngiliz “mandat” yönetimine karşı ortak bir tavır almışlardı. Fa ysal’ı Kral yaparak, ülkeye 1922 yılında özerklik verdi. 1932’de bağımsız bir krallık oldu. Filistin İngiltere “bölgede bir Yahudi yurdunun kurulmasını sağlayacak, fakat aynı zamanda Filistin halklarının hepsini medeni ve dini haklarını koruyacak siyasal, yönetimsel ve ekonomik koşulları gerçekleştirecekti. 1934 yılında Filistin’de ki Yahudilerin sayısı 900.000’i buldu. Zamanla kendi ülkesinde “ikinci sınıf yurttaş” haline geldi. İkinci Dünya Savaşından sonra Filistin’deki İngiliz “mandat” yönetimi sona ererken, Filistin toprakları üzerinde ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla bağımsız bir İsrail devleti kurulacak (1948). Suriye Fransa ise Suriye’de “böl ve yönet” (divide and rule) anlayışına dayanan bir politika izledi. Yalnız Lübnan bugüne kadar varlığını korumuştur. Suriye politikası bir “aileler politikası” haline gelmekteydi. Halk Cephesi hükümetinin Fransa’da iktidara gelmesiyle 1936 yılında Suriye’nin bağımsızlığı tanındı. Lübnan’daysa 1926 yılında ve Fransa’nın denetimi altında bir cumhuriyet ilan etmişti. Mısır İngiltere 1922 yılında Mısır’ı tek taraflı olarak meşruti krallık olarak ilan etti. Suudi Arabistan Suudi devleti, şimdiki biçimiyle ancak 1932’de kurulacaksa da 1744 yılı Suudi siyasal sisteminin kurulduğu tarih olarak kabul edilir. Suud-Vahhabi “koalisyonu” Suudi Arabistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasında hiçbir Avrupa devletinin yardımı bulunmaması ve tarihinde de sömürge konusu olmaması, Suudi yöneticilerine, öteki krallık rejimlerinin hiçbirinde görülmeyen tarihi bir meşruluk kazandırmıştır. İran Ulusçuluğu 1736 yılında Safavi hanedanlığını önce zayıflatan ve sonra da yıkan en önemli neden, İran’ın eski derdi olan kabileler arası çatışmalardır. İran’da dış baskınlar ve merkezi otoritenin zayıflaması sonucunda, 1906 yılında bir devrim oldu. 1921 yılında Tahran’da yeni bir milliyetçi hareket başlattı. Hareketin önderi Ziyaeddin Tabatabay. Kendisini başbakan, tugay komutanı Rıza’yı savaş bakanı yaptı. Ancak Rıza 1923 yılında Tabatabay’ı devirerek önce başkan oldu, 1925’te Şah olarak taç giydi. Dini etkinin sınırlandırılması için Müslümanlıktan önceki Zerdüşt inancı da devlet dini olarak kabul edildi. Yeni hanedanlığa “Pehlevi” Reform hareketleri. Kişisel iktidar ve zenginlik hırsıyla, siyasal rakiplerinin çoğunluğunu, bazen apaçık öldürterek, ortadan kaldırmaya başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, İran yeniden Rusya ile İngiltere tarafından işgal edilince, Rıza Şah 1941 yılının Ağustos’unda tahttan indirilerek ülkeden uzaklaştırıldı.
İlhan ÇEBİ 7
Türk Ulusçuluğu Genel Olarak Türk ulusçuluğunun yabancı güçlerce baslı altında tutulmamış olmasındandır. Devlet yönetimindeki sorumluluk duygusudur. İlk yirmi yıl içinde bağımsızlık ve egemenlik konularında son derece “kıskanç” olan “Türkiye”, dönemin büyük devletlerine karşı yansız bir politika izlemeye çalışmıştır. “Batılılaşmış ulus” kavramı, bu özel Anadolu deneyinde “yapısal benzerliğin bulunduğu bir Avrupa ülkeleriyle uyumu biçimde doğan ve böyle yaşamak isteyen bir ulus” olarak anlaşılmalıdır. Lozan, Türkiye görüşmelerinden olumlu bir sonuç alabilmesini sağlayacak gerçekçi ve haklı çerçevenin sınırlarını çok iyi çizmesini bilmiştir. Hitler iktidara gelip Mihver devletlerini oluşturduğunda ve bunun tehdit edici etkileri Doğu Avrupa ve Balkanlarda hissedildiğinde, Milletler Cemiyeti’nin üyesi olmakta duraksamamıştır. Lozan’dan Kalan Sorunları Çözülmesi Yunanistan ile Sorunlar“étabis” Yunanistan, sözcüğü kapsamını geniş yorumlamak istemiş Doğu Akdeniz’de bir tehdit unsuru haline gelmeye başlayan İtalya dolayısıyla. 10 Haziran 1930’da bir anlaşmaya varılarak, yerleşme tarihleri be doğum yerleri ne olursa olsun, bütün İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri ahali mübadelesinin dışında bırakıldı. Ortodoks Kilisesi Patriği sorunu, siyasete karışmaması koşuluna bağlı olarak Patriğin İstanbul’da kalması kabul edilmiştir. Fransa ile Sorunlar Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi. Türkiye’deki Fransız okullarında tarih ve coğrafya gibi derslerin Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından okutulması konusunda Türk Hükümetinin ısrarı. Asıl önemli sorun “borçlar” sorunudur. Türkiye 1931 yılında ilan edilen Hoover Moratoryumu’na uygun olarak borçlarının taksitlerini ödemeyi durdurunca konu yeniden alevlendi. 1936 yılında ortaya çıkan Sancak (Hatay) sorunu. Milletler Cemiyeti Meclisi’nde Türk ve Fransız temsilcilikleri görüşme yaptı ve 1937 yılının Ocak ayında Sancak sorunu üzerinde bir ilke anlaşmasına varıldı. Hükümleri; İskenderun ve Antakya, ayrı bir siyasal varlık; Suriye tarafından yönetilecekti; Türkçe resmi dil;bölge tahkim edilmeyecek; toprak bütünlüğü Türkiye ile Fransa tarafından güvence altına alınacaktı. 1938 Ağustosunda yapılan seçimler Türk topluluğu, 40 milletvekilliğinden 22’sini elde ettiler. 29 Haziran 1939’da meclisin oybirliğiyle aldığı karar üzerine Türkiye’ye katıldı. İngiltere ile Musul Sorunu Lozan Anlaşmasının hükümlerine göre, taraflar dokuz ay içinde bir çözüm yolu bulamadıkları takdirde, sorun Milletler Cemiyeti’ne sunulacaktı. 18 Şubat 1926 tarihli Türk-Fransız Sözleşmesi’ni, Musul sorunu çözülene kadar meclisin onayına sunmamıştı. Milletler Cemiyeti Konseyi uluslar arası komisyonun kurulması kararını aldı.
İlhan ÇEBİ 8
Türk-Irak sınırında yerel bazı çatışmalar çıktı ve bunun üzerine Brüksel’de geçici nitelikte bir sınır saptandı. Türkiye 5 Haziran 1935 tarihinde anlaşmaya vardılar. Türkiye’nin Musul petrollerinden 25 yıl süreyle %10 hisse alması kabul edilmiştir. 500.000 İngiliz lirası karşılığında bu hakkından feragat edecektir. İngiltere’nin çeşitli yollardan Türkiye’ye yaptığı baskıların kısa vadedeki en önemli sonucu, Türkiye’nin Sovyetler birliğine yaklaşmasıdır. Türk Sovyet İlişkilerinin Güçlenmesi Sovyetler Birliği de aynı yıl imzalanmış bulunan Lokarno Antlaşmaları’nı kendisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlamış 17 aralık 1925 tarihinde bir “Tarafsızlık ve Saldırmazlık” antlaşması imzalamıştır. Ekonomik ve ticari ilişkilerin düşük bir düzeyde kalmasına rağmen Türk-Sovyet siyasal ilişkileri gelişti. Barışa Yönelik İşbirliği Çabaları Türkiye’nin dış politikada ki ana amacı, büyük güçlüklerle elde edilen bağımsızlık ve toprak bütünlüğün, uluslar arası statüko içinde korunması ve sürdürülmesidir. 1932 yılına gelindiğinde : ekonomik milliyetçilik egemendir. Balkan Antantı Balkan Antantı’nın kurulmasındaki etkin paydır. İki savaş arası dönemin genel çalkantılı havası içinde, Balkan Antantı başarılı bir gruplaşma olmamıştır. Başarısızlığın nedenleri, Balkan sınırlarını garenti etmek gibi dar askeri amacı olan birliği durumundaydı. Bulgaristan ile Arnavutluk’u guruplaşma içine alabilecek tedbirler üzerinde fazla durmadan aceleyle kurulan bir güvenlik kuruluşu olmuştur. “Antant” sözcüğünün anlattığı gerçek bir “anlayış birliği” kuramamış askeri bir ittifak olarak kalmıştır. Yugoslavya 1937 yılında Bulgaristan ile bir yakınlaşmaya gittiğinde balkan Antantı temel anlamını yitirecektir. Akdeniz İttifakı İngiltere, İtalya’nın 1935 Kasımında zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık ayında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan, ve Türkiye’ye askeri güvence verdi. İyalya’nın Akdeniz’de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan bu güvenceler sistemine siyasi tarihte “Akdeniz Paktı” yada “Akdeniz İttifakı” adı verilir. Türkiye’nin İngiltere ile ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılabilir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarına Lozan’dan daha çok cevap vermektedir. Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerin doğal olarak sahip olmaları gereken üstün haklarla kıyısı bulunmayan devletlerin sınırlı olan hakları arasında daha iyi bir denge kurulmuştur. Türkiye’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmesindeki başarısının temel nedeni karmakarışık bir uluslar arası ortamda, devletlerin oldubittiler ve silah kullanarak çıkarlarını gerçekleştirmek istedikleri bir zamanda, Türkiye’nin karşılıklı müzakerelerle, uluslar arası bir konferansla ve barışçı bir biçimde , kendisine yapılan haksızlığı değiştirmek istemesidir. 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.
İlhan ÇEBİ 9
Sadabad Paktı Türkiye’nin girişimleri üzerine Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da imzalanan Sadabad Paktı . Ortadoğu bölgesinde saldırgana karşı caydırıcı bir etki yapmak amacını taşımaktaydı. İkinci Dünya Savaşından sonra bölgede CENTO örgütünün kurulması Türk-İngiliz-Fransız İttifakı 19 Ekim 1939’da imzalanan Türk-İngiliz-Fransız İttifakı’nın önemli maddeleri şunlardır. (i) Bir Avrupa devletinin saldırısıyla başlayan, ve İngiltere ile Fransa’nın katılacakları savaş, Akdeniz’e intikal ettiği takdirde (yani İtalya’nın savaşa girmesi durumunda) Türkiye müttefiklerine yardım edecekti. (ii) İngiltere ile Fransa, Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına uğradığı taktirde bu devlete yardım edeceklerdi. (iii) Türkiye, Romanya ve Yunanistan’a verdikleri güvencenin yerine getirilmesinde İngiltere ve Fransa’ya yardım edecekti. (iv) Müttefikleri Türkiye’ye silah yardımı yapacaklardı. (v) Bunların dışında Türkiye anlaşmaya ek 2 numaralı protokolle, anlaşmadan doğan taahhütlerin kendisini Sovyetler Birliği ile savaşa sürüklemeyeceği hakkında bir “ihtirazi kayıt” koydu.
İlhan ÇEBİ 1
İkinci Dünya Savaşı I. Birinci Dünya Savaşı’ndan Farklılıkları Ve Benzerlikleri Birinci Dünya Savaşı’ndan Farklılıkları Birinci Dünya Savaşı’nın niteliğini açıklama göreli olarak kolaydı. İki ittifak ta da iki blok arasında bir çatışmaydı. Ve sanki tek bir toplum içinde yapılan bir iç savaştı. Alman ulusal birliğinin kurulmasıyla bozulan güç dengesinin düzeltilmesi. Birinci Dünya Savaşı kitlelerin savaşıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda ise cepheyle ev arasındaki ayırım tümüyle ortadan kalktı. Nedenler Açısından 1920’lerin canlı ve istikrarlı havası 1929’da başlayan dünya ekonomik bunalımıyla sona erince. ABD, İngiltere ve Fransa sıkıştıkları zaman yalnız kendi kaynaklarına dayanabilecek durumdaydı. Almanya ile Japonya kendi kendilerine yetmiyorlardı. İdeolojik Açıdan Hitler’in komünizme karşı bir “panzehir” olduğu inancı, Batılılarca Almanya’ya daha az kuşkuyla bakılmasına ve daha çok ödün verilmesine yol açtı. 1930’larda bu Bolşevizm karşıtlığı, Avrupa uygarlığında başka bir bölünmeye ikinci plana atıldı: Demokrasi ile faşizm. İkinci Dünya Savaşı aynı zamanda inançların da savaşı oldu. Almanya’nın düşmanlarıysa, beklide daha az bilinçli olarak, Nazizmin savunduğu her şeye karşı savaştılar. Savaşın sonuna doğru, amaç Almanya’nın koşulsuz teslimi ve savaşı o çok ender sona ulaştırmaktı: Haklı savaşı. Önderler Açısından Savaş tecrübesi. Hitler ile Mussolini cephe askeriydiler. Churchill ile Roosevelt Birinci Dünya Savaşı’nda yetkili görevdeydiler. Stalin iç savaşta yüksek komuta heyetindeydi. İkinci Dünya Savaşı birincisinden farklı olarak düzenli bir savaştır. Hitler en devrimcisiydi. Churchill en geri kafalısı ve en insancıl olanı, duygusal. Stalin, hiç kuşkusuz, en tek yanı ve dar düşünceliydi. Roosevelt ise anlaşılmaz olanıydı. Pragmatizm, yüksek ülküler, günlük hesaplar ve uzun vadeli amaçlar kişiliğinde birbirine karışmıştı. Kendi ülkelerinde eşsiz bir güce sahiptiler. Birinci Dünya Savaşı İle Benzerlikleri Nitelik Açısından İkisi de temelde Avrupa savaşlarıdır. Avrupa insanoğlunun tarihinde en çok savaşların yapıldığı ve militarizmin en güçlü olduğu kıtadır. Pitirim Sorokin savaşların süresini, savaşan devletlerin kayıplarını, savaştan etkilenen diğer devletlerin sayısı, nüfusa göre savaşların oranını hesaplayarak ve on beşinci yüzyılı “100” kabul ederek, savaşın yüzyıllar boyunca artan yoğunluğunu şu biçimde göstermektedir.
İlhan ÇEBİ 2
Yüzyılın ilk yarısı Her iki savaş da genel savaşlardır. Büyük kitlelerin savaşıdır. 1941 sonunda ortaya çıkan Pasifik Savaşı, Hitler büyük düşüncesizlikle ABD’ye savaş açmamış olsaydı, belki Avrupa savaşlarıyla birleşmeyecekti bile. Nedenler Açısından Almanya, ikincisinde, birincisinin sonunda kurulmuş bulunan düzenlemeyi bozmak, müttefikler ise bu düzenlemeyi korumak için savaşmışlardır. Sovyetler Birliği Avrupa politikasının dışına çıkmış ya da çıkartılmıştı. İngiltere yatıştırma peşinde olduğundan, Almanya’yı dengeleyecek tek devlet kalmıştı: Fransa. İkinci Dünya Savaşı birincisinin yarım bıraktığı işi tamamladı. Avrupa 19. yy.ın yarısında “yuttuğu Almanya lokmasını ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra öğütebilmiştir. Strateji ve Silah Birinci Dünya Savaşı, yalnız iki savaş arası dönemin ulusal ve uluslararası politikasını değil, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın askeri stratejisini de belirlemiştir. İkinci savaşın ilk iki yılına bakarsak, çatışmanın birçok yönüyle “topyekün” bir nitelik göstermediğini anlarız. Hitler’in askeri stratejisi olan “yıldırım savaşı”nın (Blitzkrieg) amacı, gerçek bir total savaş başlamadan, maddi olmaktan çok psikolojik araçlarla düşmanını şaşırtıp teslime zorlamaktı. Bu stratejinin batı Avrupa’da başarılı olmasıdır. Hitler aynı başarıyı doğuda gösteremedi. Stalingard’da, Hitler’in başından beri kaçındığı “yıpratma savaşı” içine çekildi. Sovyetlerin psikolojik dehşet yoluyla hemen teslim yoluna gitmeleri, Almanya’nın yenilgisini sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Savaş tarihte ilk kez üç boyutlu bir nitelik kazand: Kara ve deniz yüzeyi, denizin altı ve kara ile denizin üstü. Kimse genel bir savaş istemiyordu ama kimse de bundan nasıl kaçılacağını bilmiyordu. Sonuçlar Açısından Her ikisinde de ABD’nin gücü artmış. İki dünya savaşı da on sekizinci yüzyılın sonunda başlayan endüstriyel, siyasal, toplumsal ve entelektüel devrimlerin en yüksek noktasını oluştururlar. Bireyle devlet arasında ilişki kurarak yurttaşlık anlayışıyla bireyin devlete bağlılığı güçlenmiştir. “zorunlu askerlik”. SAVAŞIN AVRUPA’DA BAŞLAMASI Polonya’nın İşgali Sovyetlerle yapılan saldırmazlık paktından sonra Hitler Polonya üzerindeki niyetlerini açığa vurdu. Nazilerin etkili oldukları Danzig bölgesinin (Gdansk) Almanya’ya verilmesi için baskıya başladı. İngiltere ile Fransa’nın Polonya’ya verdikleri güvencenin boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin ciddi olup olmadığını denemek istiyordu. 1 Eylül 1939 sabahı Almanya Polonya’ya saldırdı. 3 Eylül’de İngiltere ve aynı gün birkaç saat sonra Fransa Almanya’ya savaş ilan ettiler. Almanya’dan savaşa atılmak için yüklü bir hammadde isteyen Mussolini savaşa hemen girmedi. Polonya ile 1934 yılında bir saldırmazlık paktı imza etmişti. Polonya’nın doğuda ikinci cepheyi oluşturması gerekiyordu. İşte İngiltere’nin Polonya’ya verdiği 31 Mart askeri güvencesi buydu. Tarihi bir ders yeniden
İlhan ÇEBİ 3
doğrulanmış oldu: Almanya ile Rusya’nın Polonya aleyhine anlaşmaları durumunda bu devlet bağımsızlığını koruyamamaktadır. Fransa Maginot hattını güçlendiriyor. Polonya savaşının sonunda Almanya’nın savaş malzemesi tükenmişti ve Fransa genel bir saldırıya geçmiş olsaydı, Almanya’nın uzun süre dayanacak askeri gücünün kalmadığını görecekti. İngiltere ve Fransa açısından, Nazilerin ekonomik sistemi son nefesindeydi, her şey silahlanma uğruna harcanmıştı. Almanya’ya karşı karadan ve denizden sıkı bir abluka uygulamaya başladılar. Abluka da işe yaramadı. İtalya’dan gelecek malların denetlenmesi zordu, Sovyetler Birliği’nden geçecek hammadde hiç denetlenemezdi. Sovyet-Fin Savaşı ve İskandinavya Gelişmeleri İsteklerinin reddedilmesi üzerine Sovyetler Birliği 30 Kasım 1939’da Helsinki’ye saldırdı Finlandiya hemen Milletler Meclisi’ne başvurdu. Sovyetler Birliği’ni saldırgan ilan ederek üyelikten çıkardı. Finleri Sovyetler’e karşı gerçekten direndiler. 9 Nisan 1940’ta Almanya, Norveç’e geçmek için Danimarka’ya bir ültimatom verdi. Danimarka direnmedi ve kısa bir sürede Alman orduları tarafından işgal edildi. Almanlar Danimarka’dan gemilerle Norveç’e geçtiler. Alman tarafları faşist ırkçı olan Vidcum Quisling’in yıkıcı çabalarıyla Norveç’in bütünüyle Alman denetimi altına girmesini kolaylaştı. İsveç’e dokunmadı. Bunun nedeni Hitler’in İsveç’in sonuna kadar tarafsız kalacağına inanmış olmasıdır. Nitekim Sovyetler’e saldırı öncesinde Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’yı işgal ederek Balkanları güvenlik altına alırken, tarafsızlığına inandığı Türkiye’ye saldırmayacaktır. Fransa’nın Teslimi Fransa’nın Yenilgisi Fransız ve kıtada bulunan İngiliz birlikleri, ünlü Maginot hattının gerisinde Alman saldırısını belki de abartılmış bir güvenle bekliyorlardı. Ancak şaşırtıcı olan şudur ki bu güçlü savunma hattı Fransa’ya olduğu kadar ve belki ondan da çok Almanya’ya güvenlik sağlamış sayılabilir. Fransız genel kurmayı Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir zamanlama anlayışı içinde hareket etmişti. Alman birlikleri, Rotterdam’ı havadan bombalayıp yerle bir ettikten sonra, Hollanda’yı dört gün gibi kısa bir sürede işgal ettiler. Dunkirk’ten 3 Haziran 1940 tarihine kadar 200.000 askeri İngiltere’ye çekti. Ancak çekiliş sınarında hemen hemen bütün ağırlıklarını da Avrupa’da Almanlara bırakmak durumunda kaldı. Fransa Avrupa’da yalnız kaldı ve bu da İngiltere ile Fransa arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açtı. 22 Haziran 1940 tarihinde Alman-Fransız Silah Bırakışması imzalandı. Önemli maddeleri: (i) Fransa’nın kuzey yarısı ve Atlantik kıyıları Almanya’ya bırakılacaktı. (ii) Diğer bölgeler işgal edilmeyecek ve böylece Fransa’nın bağımsızlığının sürdüğü izlenimi yaratılacaktı. (iii) Fransız ordusu hemen hemen tümüyle ortadan kaldırılacak ve ilke silahtan arındırılacaktı. (iv) Fransız deniz kuvvetleri Almanya ve İtalya’nın denetiminde silahtan arındırılacak ve Almanya bu kuvveti kullanmayacaktı. (v) Almanya’da Fransa’ya kaçmış tüm Alman mültecileri geri verilecekti. Hitler bırakışma törenine tüm tarihsel “dramatik” görüntüyü verdi. General Foch’un 1918 Kasımında Alman teslim heyetini kabul ettiği vagon müzayeden alınarak bırakışmanın imzalanacağı
İlhan ÇEBİ 4
Compeihnes ormanına getirildi ve Fransız temsilcileri bırakışmayı bu vagonda imzaladılar. Hitler 1918’in intikamını almıştı. Yenilginin Nedenleri İstikrarlı hükümetler kurulamadı. Maginot hattına çok güvenmeleri. Vichy Hükümeti 1940 Ağustosunda meclisi feshederek Vishy’i başkent yaptı ve bir cins diktatörlüğe başladı. Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri yerine “iş, aile, vatan” ilkelerini koydu. Yahudi aleyhtarlığı. General de Gaulle, Londra’ya kaçarak, Fransa’nın kurtuluşu için mücadele başlatmıştı. “Hür Fransızlar” hareketini başlatarak ABD ile İngiltere’den Fransa’nın meşru başbakanı olarak tanınmasını istedi. Gaulle’ün savaştan sonra ortaya çıkacak olan Anglosakson düşmanlığının bir nedeni de budur. Pétain hükümetinin Vichy’de, de Gaulle’ün “Hür Franzsılar” hareketini yürüten Ulusal Kurtuluş Komitesi’nin Londra’da kurulmasıyla Fransız politikasının gelecek dört yıl içinde oradan oraya çalkalanıp duracağı direnme ve işbirliği kutupları ortaya çıktı. İngiltere 3 Temmuz 1940’ta İngiliz limanlarındaki Fransız savaş gemilerine el koydu ve daha da kötüsü, Cezayir’in Mers-el-kebir üssünde demirli bulunan Fransız donanmasını batırdı. 1300 Fransız denizcisinin öldüğü bu olayı Fransızlar kolay unutmayacaktır. İngiltere Savaşı İngiltere’nin kıtadaki “kılıcı” olan Fransa bir kere elinden alındı mı barışa yanaşacaktı. İngiltere’yle barış için taktiğiyse rakibinin sinirleri bozulana kadar beklemekti. Almanya 7 Eylül 1940’ta Londra’yı havadan bombalamağa başladı. Birinci Dünya Savaşı’nın özelliklerinden olan asker-sivil ayrımının son bulmasıdır. Hitler’in batıdaki zaferi, savaşı bir Avrupa savaşından bir dünya savaşı biçimine sokan gelişmeleri başlattı. SAVAŞIN AVRUPA’DA GENİŞLEMESİ Alman-Sovyet İlişkilerinin Bozulmaya Başlaması Ancak Sovyetler Almanya için çok hassas bir bölge olan Balkanlara el atınca Almanya kuşkulandı. 17 Ekim 1940’da Sovyet dışişleri bakanı Molotov Berlin’e davet edilerek Hitler ile görüşüldü. Hitler’in Molotov’a önerdikleri şöyle özetlenebilir. (i) Almanya’nın Avrupa dışındaki ilgileri Orta Afrika’da toplanmaktadır. (ii) İtalya’nın Avrupa dışındaki ilgileri Kuzey Afrika Şeridi ve doğu Afrika’da toplanmaktadır. (iii) Japonya’nın ilgi alanı Japonya’nın güneyinde Filipinleri içine alan ve Avustralya’ya kadar uzanan bölgedir. (iv) Sovyetler Birliğinin ilgi alanı, Kafkaslardan güneye, Basra Körfezi ve Hindistan’a uzanmaktadır. Sovyetlerin karşı önerileriyse şunlardır: Sovyetlere Boğazlarda üsler verilecek. Rusya’nın istilası ile ilgili planı.
İlhan ÇEBİ 5
Kuzey Afrika ve Balkanlar İtalya-İngiltere Mücadelesi 1940 yılında Fransa’nın çekilip İtalya’nın savaşa girmesi. Mussolini Akdeniz’i bizim denizimiz diye adlandıra dursun… İtalyanların Mısırdan çıkardığı ve harekatı geliştirerek 1941 Martında Bingazi’yi bile eline geçirdi. İtalya Kuzey Afrika’da tam bir hezimete uğramıştı. İtalya’nın Yunanistan’a Saldırması Mussolini Yunanistan’a saldırdı. İtalya 1939 Nisanında Arnavutluk’u işgal edince Yunanistan’ın komşusu olmuştu. İngiltere bu devlete askeri güvence vermişti. Yunanistan Balkan Paktını hatırlatarak Türkiye’nin kendisine yardım etmesini istedi. Almanya’nın Balkanlara Girmesi 1941 Martında Almanya ile bir pakt imzaladı alman askerleri Sofya’ya girdi. Bir hafta gibi kısa bir süre içinde Yunanistan’ın direnmesi kırıldı. Türkiye’nin Savaş Dışı Durumu Türkiye, yaygın ve teknik olarak yanlış kanın aksine, savaş süresince “tarafsız” kalmış değildir, çünkü savaşan guruplardan biriyle, yani İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalamış bulunuyordu. Türkiye’yi savaş dışı tutmayı başarmışlardır. Devleti yönetenlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletini savaşa sokup sonunda yıkan gelişmeleri yakın tarihten ders alarak aynı hataları tekrarlamamalarıdır. Gerçekten savaşa girilecekse, devletin, nerde ve ne zaman gireceğini kendisinin saptaması, dış politikanın ve savaştaki başarının temel direğidir. Mihver devletlerinin savaş üstünlüğünü ellerinde bulundurdukları 1939-1942 döneminde, Türkiye savaş dışı durumuyla harekatı engelleyen bir “kalkan” haline gelmiş ve savaşın Ortadoğu’ya ani genişlemesini önlemiştir. 1943-1945 dönemindeyse Türkiye’nin savaş dışı durumu bu kez Müttefik devletlerin işine gelmemiştir. İngiltere Türkiye’nin dış politikasında önce İtalya’ya, sonra da Sovyetler Birliğine önemli bir dayanak haline gelmiştir. Türkiye, Almanya’nın 1939 Mart’ına kadar izlediği “bir millet, bir devlet” politikasını da, biraz Misak-ı Milli’ye benzeterek haklı bulmuştur. Almanya’nın 15 Mart 1939’da halkı Alman olmayan Çekoslovakya’yı ilhak etmesi ve böylece “hayat sahası” politikasına başlaması, Türkiye’yi endişelendirmiştir. İtalya’nın 1940 Haziranında savaşa girmesi, ittifakın yükümlülüklerini ortaya çıkardı. İngiltere ile Fransa, Türkiye’nin savaşa girmesini istediler. Türk hükümetiyse değişen koşullar altında şu gerekçelerle savaşa girmeyi reddetti: Fransa, Almanya ile bırakışma görüşmelerine başlamış bulunuyordu. Vaat edilen silahlar verilmemişti. Hitler 4 Mart 1941’de İnönü’ye bir mektup göndererek Almanya’nın Türkiye’ye karşı saldırgan emelleri olmadığını ve Alman ordularının Türk sınırlarından 60 km. uzakta kalacağını bildirdi. Sovyetler Birliği ile tüm iyi niyet gösterilerine rağmen Almanya’nın Balkanlar’daki faaliyetlerine karşı bir denge kurmak isteyen Türkiye, 24 Mart 1941’de bir saldırmazlık deklarasyonu imzaladılar. Sovyet ittifakının 12 Mayıs 1942’de imzalanması ve metninin açıklanmasıyla azalmış, ama 1942 yılının sonunda tekrar ve daha çok artmıştır.
İlhan ÇEBİ 6
Alman-Sovyet Savaşı Japonya’ya Sovyet “mirasından” pay verilmeyecek ve İngiltere ile ABD Japonya ile Uzakdoğu’da uğraşırken, Almanya Avrupa’da güvenlikte olacaktı. Almanya, Moskova kapılarına kadar dayanmış ve ülkenin en zengin endüstri bölgelerini ele geçirmişti, ama Rus ikliminde kış savaşı için hazırlanmamış olan Alman orduları önce çaur sonra kar ve soğuk yüzünden durakladılar. İNGİLTERE’NİN KUZEY AFRİKA’DA ÜSTÜN DURUMA GEÇMESİ 31 Mart 1941’de Afrika’daki durum Almanya’nın müdahale etmesiyle, harekatın ikinci aşaması başlar. Aslında Almanya Afrika harekatına çok önem veriyordu, çükü bu harekat dünya egemenliği planının önemli bir noktasını oluşturmaktaydı. Hitler’in ABD’ye Savaş Açması Pasifik Savaşı’nı başlatan Japonya ise bu savaşı Avrupa’daki savaşa bağlayan Hitler’dir. Almanya ile Japonya dış politikaları birbirinden bağımsız. Hitler saldırılardan dolayı Japonya’yı tebrik etmiş ve dört gün sonra ABD’ye savaş açmıştır. Birleşmiş Milletler İttifakının Kurulması 1942 yılının Ocak ayında Churchill Amerika’ya gitti ve burada Birleşmiş Milletler İttifakını kurdu. ABD, İngiltere ve daha sonra Sovyetler Birliği’nden başka 22 devlet daha katıldı. Önce Almanya’nın yenilgiye uğratılıp sonra Japonya’ya dönülmesi, Napolyon’dan beri hakim olan “önce en güçlü düşmanını yenilgiye uğratması” anlayışının ürünüydü. 1942 VE 1943’TE AVRUPA VE KUZEY AFRİKA Doğu Cephesi ve Stalingard Savaşı Stalingard savaşı, doğu cephesindeki savaşın belki de İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktasıdır. Avrupa’da Direnmenin Başlaması Sovyetlere karşı ilk saldırıda batlık ülkeleri ve Ukrayna’da Almanlar “kurtarıcı” gibi karşılanmışlardı. Baskı politikasının iki önemli sonucu; çete savaşlarının şiddeti arttı; tutsak iş gücünden yoksun bıraktı. Fransa’daki direniş uzun süreli sonuçlar bakımından önemlidir. Yugoslavya ile Yunanistan’daki direnme sürecinin bazı ortak özellikleri vardır: dağlarda gerilla örgütleri; savaş sonunda iktidara gelmek; silah ihtiyacının İngiltere’den. Yugoslav Komünist Partisi Genel Sekreteri Josip Broz (Tito) tarafından yönetilen partizanlar. İngiltere’nin burada amacı, bu örgütleri, Müttefiklerin savaş gücü için birleştirmekti. Başaramayınca Partizanları desteklemeye başladı. Kuzey Afrika’dan İtalya’ya Çıkarma Bırakışma 3 Eylül 1943’de imzalandı. Churchill ile Roosevelt arasında Kazablanka’da yapılan toplantıda… Almanya’nın Bombalanması Cephedeki asker kadar sivil halkın da savaştan etkilenebileceği orya çıkmıştı .
İlhan ÇEBİ 7
JAPONYA’NIN DURDURULMASI VE ÇİN Pasifik’teki Savaş Bölgeleri Pasifik savaşlarını kurumsal olarak Washington’daki “Pasifik Savaş Konseyi” yönetmekteydi. Pasifik Okyanusu ile ilgisi olan ABD, İngiltere, Hollanda, Kanada, Avustralya, Filipinler, Hindistan, Yeni Zelanda ve Çin temsilcilerinden oluşuyordu. Çin’deki Gelişmeler Asker olan Stilwell Çan Kay-Şek aleyhine bir kampanya başlattı. Pasifik Savaşları Japonya İçin Midway’de sonun başlangıcı geriye sayılmaya başlandı. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SONU Avrupa’da Savaşın Bitmesi (Operation Overlord) Pasifik’te Savaşın Bitmesi 2 Eylül 1945’te Missouri zırhlısında silah bırakışması imzalandı. ABD’nin bu silahı kullanması dört temel nedene bağlanabilir: (i) Daha çok Amerikan askerinin ölmesini önlemek; (ii) Savaşı kısaltmak; (iii) atom çağını ABD’nin yeni gücüne uygun bir biçimde açmak; ve (iv) silahın korkunç etkisini politik yönde kullanarak Sovyetler Birliği’nin Uzakdoğu’da genişlemesini sınırlamak. SAVAŞ İÇİNDE DİPLOMATİK KONFERANSLAR Savaş Sonu Düzeni ile İlgili Konferanslar Moskova Konferansı Tahran Zirvesi’nin hazırlığı niteliğindedir. Eden, Kahire’de Türkiye’den hava üsleri ve yıl sonuna kadar katılmasını istedi. Tahran Konferansı Kore ve Formoza gibi ülkelerin kurtarılmasına. Türkiye’nin savaşa katılmasıdır. İnönü “hayır” demedi ama silah istedi. Churchill Müttefiklerin Sovyetler’den önce Balkanlar’a girmesini istemekte. Stalin’in Türkiye’nin savaşa girmesini istemesinin nedeni ise Almanya’nın doğu cephesinde gücü bölüneceği için, Alman baskısının azaltılması. Dumbarton Oaks Konferansı Birleşmiş Milletler’in anayasası üzerine konuşuldu. Yatla Konferansı Savaş sonrası düzeni Konferans Öncesi Durum: Savaştan İki devlet, ABD ve Sovyetler Birliği güçlü çıkmıştı. Alman-Sovyet savaşından başlayarak Yalta’ya kadar süren devrede, Angloamerikan kamuoyunda Sovyetler Birliği hakkında sevgi ve güven havası sezilmekyetdi. Ortak Barış Sisteminin Kurulması : Sovyetler Birliği’nin yanında Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın da Genel Kurul’da temsil edilmesi kararlaştırıldı. Sovyetler üç oy kazandılar.
İlhan ÇEBİ 8
Yatla’da beş büyük devlet sürekli temsil ve “veto” yetkisinin verilmesiyle çözüme bağlandı. ABD ile Sovyetler Birliği’nin yanında Çin, Fransa ve İngiltere de “büyük devlet” sayıldı. Almanya Sorunu: Polonya Sorunu : Çatışma iki ayrı Polonya hükümetinin varlığı yüzünden çıkıyordu. Batıda Almanya, doğuda Sovyetler Birliği ve içeride de azınlıklar tarafından sarılan Polonya, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının önemli nedenlerinden biri oldu. Sovyetler Birliği eski Curzon Çizgisi üzerinde ısrar edince diğer devletler bunu doğal karşıladılar. Yalta’da işgal edilen Avrupa ülkelerinde demokratik rejimlerin kurulacağını öngören bir de “Kurtarılmış Avrupa Demeci” yayımlanmıştır. Konferans Sonrası: Churchill daha da ileri giderek 27 Şubat 1945’te Avam Kamarası’nda verdiği bir demekte, Sovyetler Birliği’nden emin olduğunu ve Stalin’in işbirliğine devam edeceğini belirterek “Rusya ile Stalin’in iyi niyetlerinden kuşku duyanlarla tartışmaya bile girişmem” demiştir. Uzakdoğu’da Sovyetler Birliği’ne gerektiğinden çok ödünler verildiğini söylemişlerdir.
1
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SOĞUK SAVAŞ Soğuk Savaşa Geçiş Dönemi (1945-1947) 1) Soğuk Savaşa Geçiş Dönemi (1945-1947) İkinci Dünya Savaşından Sonra Güç Dengesi İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası politikanın yapısı başlıca dört gelişme nedeniyle radikal bir değişme göstermiştir: Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa'nın ve Avrupa devletlerinin savaşta büyük tahribata uğramaları; Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin "Süper Devletler" olarak ortaya çıkması; termonükleer silahların geliştirilmesi; dünyanın çeşitli bölgelerindeki ulusalcı hareketlerin "Avrupa İmparatorluklarına" karşı ihtilalci tutumları. Kızıl Ordu savaş sırasında işgal etmek olduğu Doğu ve Orta Avrupa'dan kolayca çıkmayacağını, hatta baskısını Batı yönünde attıracağını savaştan sonraki tutumu ile ortaya koymuştu. Amerika tam bir yalnızcılık politikasına dönmeyeceğini, Sovyet girişimlerine karşı cephe alacağını belli etmişti. Böylece, savaş içinde kader birliği yapan, savaş sonrası dünyasının bu iki büyük devleti arasında başlayan çekişme, günümüze değin süregelen yeni uluslararası sistemin ana temasını oluşmuştur. Bu ikili çekişme ve kutuplaşma nedeniyle, savaşlardan sonra yenenlerle yenilenler arasında daima yapılmış olan barış antlaşmalarının imzalanması bile olanaksızlaşmıştır; bunun tek istinası, 1947 yılında İtalya ile yapılan barış antlaşmasıdır. İKİ KUTUPLULUK Avrupa'nın bir güç merkezi olarak dünya politikası sahnesinden çekilmesinden sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgiyle ABD ve Sovyetler Birliği'nin çevresinde "iki kutuplu" bir nitelik kazandı. İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanya’sı ile Mussolini İtalya’sını dize getiren güçler İngiltere ya da Fransa değil, ABD ile Sovyetler Birliği'ydi. Savaş sonrasından 1970'lere kadar uluslararası ilişkilerin tarihini, bu iki karşıt ideolojiye bağlanmış ABD ile Sovyetler Birliği’nin yeryüzünde etki kurmak için gösterdikleri çabaların öyküsü olarak nitelemek gerçekçi bir genelleme olacaktır. Savaştan her bakımdan yıkık çıkan Avrupa devletleri bu iki "süper" devletin çevresinde kümeleneceklerdir. Böylece ortaya "iki kutuplu" bir denge çıkmıştır. "Soğuk Savaş" diye kısaca adlandırdığımız bu yeni durum, etkisini yirmi yıl kadar sürdürmüştür. Bugün bile tüm belirtilerinin ortadan kalktığını söyleyemeyiz. Bu iki kutuplu denge, yeni karşılaşılan bir olgu değildir. On sekizinci yüzyılda İngiltere ile Fransa, 1890 ile 1914 yılları arasında Üçlü İttifak ile Üçlü İtilaf ve 1945 ile 1990 arasında ABD ile Sovyetler Birliği arasında olagelmiştir. Tarih boyunca iki kutuplu denge, iki güçlü devlet ve bu devletler çevresinde kümelenen küçük devletleri gerektirmiştir. Kutupluluk, uluslararası sisteme kaç blok ya da devlet kümesinin etki yaptığıdır. Bu dönemde ise büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hemen hepsi iki blok içinde toplanmış durumdadır. Bu dönemdeki gelişmeler de bu çerçeve içinde değerlendirilmektedir. 1945'ten Sonra Kutuplaşmaya Neden Olan Olaylar İkinci Dünya Savaşı, 1945 Mayıs ayında Avrupa'da, Eylül ayında da Asya'da sona erince, bu kıtalardaki güçler dengesinde büyük boşluklar meydana geldi. Bunda, yenilen Almanya, İtalya ve Japonya'nın yanında, galip devletlerden olan savaş öncesinin güçlü devletleri İngiltere ve Fransa'nın da savaştan büyük ölçüde yıpranmış olarak çıkması önemli rol oynadı. Bu devletlerin kendilerine
2
gelebilmeleri için uzun yıllara gerek vardı. Bu bakımdan savaştan sonra, Avrupa'da Almanya'nın, Asya'da Japonya'nın yerini tek başına dolduracak bu kıtalardan devlet bulunmamaktaydı. Savaştan sonra güçlü olarak ayakta kalabilenler ise, siyasi ve ekonomik doktrinleri birbiriyle çatışan, Avrupa'ya göre iki kenar devlet, yani ABD ile Sovyetler Birliği idi. Bunlardan ABD, Birinci Dünya Savaşından sonra olduğu gibi, yeniden kıtasına çekilip olayları uzaktan izleme eğilimi içindeydi. Sovyetler Birliği ise yayılma isteğindeydi. Bu sırada, savaş sonunda barış ve güvenliğe kavuştuklarını sanan, barışı kurmak ve korumak için kurdukları Birleşmiş Milletler Örgütü'ne güvenen Batı Devletleri, altı yıl süren savaşın kamuoylarında meydana getirdiği yük ve bıkkınlığın da etkisiyle, silahlı kuvvetlerin tamamına yakınını terhis ettiler. Buna karşılık Sovyetler, büyük ve güçlü ordularını daha da takviye etti, savaş sanayiini çalıştırmayı da hızlandırdı. Bu da, Batılı Devletler ile Sovyetler arasında bir dengesizlik meydana getirdi. Sovyetler Birliği ile Batı Avrupa arasındaki bu dengesizlik, askeri alanda olduğu gibi, sanayi alanında da Sovyetlerin açık üstünlüğü şeklinde bulunuyordu. Bunların yanı sıra, uygulamasına yöneldiği yayılma politikasıyla Sovyetler, Batı Avrupa için endişe kaynağı haline gelmekteydi. Böylece, savaştan sonra, Avrupa için endişe kaynağı haline gelmekteydi. Böylece, savaştan sonra, Avrupa'da istediği gibi hareket edebilecek tek devlet olarak Sovyetler Birliği kalmış oluyordu. Bu dönemde Sovyetler Birliği'ne karşı koyabilecek tek devlet ise sonunda kendi kamuoyunun etkisiyle, yeniden kıtasına çekilme politikasına dönme eğilimindeydi. Bu düşünce de, o günlerde dünyanın tek atom gücüne sahip olan bu devleti, hareketsiz hale getirmiş bulunuyordu. İşte bu durumdan da yararlanmak isteyen Sovyet Rusya, savaş sırasında kendi işgali altına geçen Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini paylaştırırken, diğer yandan Türkiye, Yunanistan, İran üzerinde etkisini geliştirmek için baskıya ve isteklerde bulunmaya, Uzakdoğu'da da Çin'de girişimlerde bulunmaya başladı. Bunlar ise, karşı ittifaklara yol açtığı gibi, dünyayı yeni bir bloklaşma dönemine sürükleyen başlıca etkenler oldu. Avrupa'da Kurtulma ve Bölünme 1.Postdam Öncesi Gelişmeler a) ABD ile Sovyetler Birliği Arasındaki Anlaşmazlıklar Savaş sırasında Avrupa'yı ilgilendiren kararlar üç büyük devlet tarafından alınmıştı. Böylece savaş sonu Avrupa’sının toplumsal ve siyasal yapısı büyük ölçüde onlar tarafından belirlendi. ABD'nin ekonomik, Sovyetler Birliği'nin isleri gücüne sahip olmayan İngiltere'nin zayıflığı savaş sonrasında açıkça ortaya çıktı ve böylece iki büyük devlet Avrupa'ya biçim verdiler. Sovyetler Birliği, ABD'den savaş içinde büyük miktarda Ödünç Verme ve Kiralama yardımı aldı. Ama yapılan yardımın 1945 Mayısında aniden kesilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulacağının en erken habercisiydi. Stalin, savaşın ortasında ekonomik yardımın yeterli olmadığını ve batıda ikinci cephenin aç olması gerektiğini söylüyordu. Bu cephenin erken açılmamasını ABD'nin art niyetine, bu devletin Almanya ile anlaşıp Hitler'i Sovyetler üzerine saldırtmak istemesine bağlıyordu. İkinci cephe açılıp her iki ordu da Avrupa'nın ortasına doğru ilerlerken bile, ABD ile Sovyetler arasında gerçek anlamda eşgüdümlü bir askeri planlama yoktu. Sovyetler Birliği ile Batı arasındaki ilişkilerin denendiği ilk yer Polonya oldu. Roosevelt ile Churchill, Stalin'in Baltık ülkelerini bırakmayacağını, bazı Fin topraklarını ilhak edeceğini ve Doğu Prusya toprakları konusunda
3
direteceğini tahmin ediyorlardı. Onları asıl düşündüren, Sovyetler Birliği'nin Polonya’daki niyeteydi. Hatırlanacağı gibi, İngiltere'yi 1939'da savaşa sokan Polonya'nın savunulmasıydı. Londra'daki Polonya hükümetinin 1920 Sovyet-Polonya savaşından sonra saptanmış bulunan Polonya'nın doğu sınırında ödünsüz ısrar etmesinin de gerçekçi olmadığını anlamışlardı. Böylece bir ısrar Sovyet-Batı ilişkilerini tehlikeye düşürebileceği gibi kurulması planlanan Birleşmiş Milletler'e Sovyet desteğini kötü yönde etkileyebilirdi. b) Churchill ile Stalin arasında " Yüzdeler Anlaşması " Tarihte "Yüzdeler Antlaşması" diye geçen bu antlaşmada, Churchill ve Stalin arasında 1944 Ekim'inde gerçeklesen ve amacı Doğu Avrupa'da etki alanlarının kesin olarak saptanması olan anlaşmayla İngiltere ve Rusya Doğu Avrupa'da sahip olacakları üstünlüğü yüzdelerle belirlemişlerdir. Macaristan'da İngiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan'da %25, %75; Romanya %10, %90; Yugoslavya'da %50, %50; Yunanistan'da %90, %10, Gerçek ne olursa olsun, böyle bir düzenlemenin savaş sonrası gelişmelerini etkileyeceği akikti ve öyle de oldu. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa ülkelerinde askeri üstünlüğünü sonuna kadar kullanırken, Yunanistan'a karışmadı ve İngiltere, Yunan iç savaşında kralcı hükümete tam destek verirken, Yunan komünistlerine doğrudan yârdim yapmadı. İşte hemen savaş sonrasının bu karar ve gelişmeleri, Avrupa'nın, komünizmin kıtada çökmesine kadar süren, bölünmüşlüğünü başlatmıştır. Bu kararlar, Batı'nın Doğu Avrupa'daki gücünün sınırının ve bölgedeki Sovyet üstünlüğünün gerçekçi bir değerlendirmesidir. c) Almanya Üzerindeki Anlaşmazlık Müttefiklerin politikalarındaki asıl fark, daha doğrusu dayanışma denemesi, Almanya'da ortaya çıktı. Almanya'nın savaş içinde Fransa'daki politikası, İngiltere'ye hava saldırısı ve Sovyetlere karşı giriştiği savaş, Müttefiklerin Almanya'ya karşı tutumlarının saptanmasını kolaylaştırmıştır. Böylece, daha savaş içinde, Almanya'nın silahsızlandırılacağı, Nazilerden arındırılacağı kararlaştırılmıştı. Stalin, Almanya'nın yeniden güçlenmesini önlemek amacıyla, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'nın Almanya'ya karşı tutumundan çok daha sert bir tutum içindeydi. Almanya'nın şu ya da bu biçimde parçalanması ve böylece Birinci Dünya Savaşı'nda yapılan hatanın tekrarlanmaması, en önemli Müttefik amaçlarından biri oldu. Daha 1941 Eylül'ünde, Stalin tamirat sorununu ortaya atmıştı. 1919 yılından sonra tazminat sorununu ne denli güçlüklere yol açtığını hatırlayan İngiltere, bu tamiratın para yerine eşya ile ödenmesi konusunda Sovyetlerle anlaştı. Ayrıca Almanya'nın kayıtsız şartsız tesliminden sonra, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin temsilcilerinden kurulu bir "Müttefik Denetim Komisyonu’nun Almanya'nın yönetimini ele alması da kararlaştırılmıştı. İşgal bölgeleri en sonunda Yalta Konferansı'nda belirginleşip kabul edildi. Sovyetler Birliği Almanya'nın doğu bölgesini, İngiltere kuzeybatısını ve ABD güneybatı bölgesini işgal edeceklerdi. Sovyet işgal bölgesi içinde kalan Berlin de aynı biçimde işgal bölgelerine ayrılacaklardı. Ancak Batılıların Berlin'e nasıl geçecekleri Yalta'da belirlenmedi. Bu konu Müttefikler arasında ilişkiler bozulunca büyük sorun çıkaracak, Batılılar ile Sovyetler Birliğini bir çatışmanın eşiğine kadar getirecekti.
4
ç) De Gaulle’ün Bağımsız Tutumu Londra’da yapılacak yayınlara İngiltere tarafından konan kısıtlama, Fransa’yla haberleşmesini, yani direnme hareketini kötü yönde etkiledi. İngiltere ile ABD son ana kadar Petain hükümeti ile ilişkilerini sürdürdü. Müttefikler arasında savaş sırasında yapılan konferanslara davet edilmedi. Müttefiklerin Fransa içinde bastırdıkları paraların üzerinde Fransa’nın adı bulunmuyordu. Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesi, 1944 Ekim de Fransa Cumhuriyeti’nin geçici hükümeti olarak İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği tarafından tanındı. 1944 Aralık’ında Moskova’ya giderek Fransız-Sovyet ittifak antlaşması imzaladı. Yalta’da Fransa’ya Almanya’da bir işgal bölgesi verildi ve Denetim Komisyonu’na dahil edildi. 2. Potsdam Konferansı II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Müttefik devletlerin yaptığı son konferanstır. Konferans, Prusya devletinin kraliyet merkezi olan Potsdam’da yapıldı. Konferansa ABD'den Başkan Truman, İngiltere’den Başbakan Winston Churchill (Konferans sürerken yapılan seçimlerde Churchill iktidardan düştü ve Atlete yeni Başbakan olarak Potsdam konferansına katildi) ve Sovyetler Birliği’nden Stalin katil mistir. Temmuz 1945'te başlayan Konferans, tarihin en büyük zaferinden sonra toplan mistir. Fakat çözülmesi gereken sorun çok önemliydi: Avrupa’nın yeniden kurulması. Avrupa’nın savaştan yıkık çıkması, bu ihtiyacı doğurmuştu. Konferans'ta, barış antlaşmalarını hazırlayacak bir Dışişleri Bakanları Kurulu kuruldu. Üzerinde durulan en önemli konular: Almanya sorunu, Polonya sorunu, Avusturya’nın işgali, SSCB'nin Doğu Avrupa'daki rolü, savaş tazminatları ve Japonya ile süren savaşın durumuydu. Konferansta en çok tartışılan konu Almanya idi. Müttefikler, Almanya’nın yenilmesi kesinlik kazanmaya başlayınca, Almanya’nın parçalanması konusundaki eski görüşlerini değiştirmeye başladılar. Churchill Mart 1945'te "Almanya’yı parçalamayı düşünmüyoruz" demekteydi. Stalin ise Almanya’yı parçalamayı istemediğini söyledi. Stalin Ruh bölgesinden tamirat almak istiyordu. Potsdam'da, daha çok Almanya’nın Nazilikten ve askerlikten erindirilmesi konusu üzerinde duruldu. Çünkü Nazizm ortadan kalkarsa, militarizm de ortadan kalkar ve silaha da gerek kalmazdı. Ilık önce savaş suçlularının cezalandırılmasına karar verildi. Alman askerlerinin elinden silahların alınması, demokratik düzenin kurulması; bunu yapmak için ise, eğitim sisteminin tümüyle değiştirilmesi gerekirdi. Bunun için Almanya’nın bir süre işgal altında kalması kararlaştırıldı. Buna göre, Almanya, Sovyet, İngiliz, Amerikan ve Fransız işgal kuvvetleri komutanlarınca yönetilecek dört ayrı işgal bölgesine ayrılacaktı. Berlin, Viyana ve Avusturya ayni şekilde bölünecekti. Almanya'da demokrasiyi kurmak için, tüm ülkeyi kapsayan ve yerel özerkliğe sahip devletlerden oluşan bir federasyon kurulmasına karar verildi. Maliye, dış ticaret ve bunun gibi konular ise federalizm kapsamına alınmayarak "Denetim Kurulu" oluşturuldu." Konferansta üzerinde durulan diğer bir önemli konu, Polonya’ydı. Yalta Konferansında kurulması kararlaştırılmış olan koalisyon hükümeti, simdi Potsdam Konferansı süresince kurulmuş ve kabul edilmişti. Polonya'da seçimler açık olacaktı, gazeteciler de seçimde gözlemci sifti ile bulunacaklardı. Sovyetler Birliği, Müttefik devletlerden yönetimleri değişen Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'a karışmamalarını, Türkiye'den Sovyetlere bir üs verilmesini istedi. Fakat bu istekler kabul edilmedi.
5
Potsdam'da Türkiye de söz konusu edildi. Stalin'in Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesi isteği ilke olarak Batılılarca kabul edildi. Ayrıca Sözleşme'nin Türkiye ile ayrı ayrı yapılacak görüşmelerle değiştirilmesi de kararlaştırıldı. Böylece Sovyetler Birliği Boğazlar konusunda uzun süreden beri istediklerini en sonunda Batılılara kabul ettirmiş oldu. Hem Sözleşme değiştirilecek hem de bu değiştirmede Türkiye ile yalnız kalabilecekti. Japonya'ya, Potsdam Bildirgesi'ni kabul etmesi için ültimatom gönderildi. Ancak, Japonya bunu reddetti. Bunun üzerine ABD, Hiroşima ve Nagazaki'ye (6 Ağustos, 9 Ağustos) atom bombası attı. Konferans 1 Ağustos 1945 tarihinde sona erdi. Yalta Konferansı’mdan sonra görülen olumlu hava, Potsdam Konferansı'ndan sonra yoktur. Konferansa ilişkin Sovyet yorumuna göre, Batılılar Sovyetler Birliği'nden çok Almanya'nın kalkınmasına öncelik veriyor ve Almanya'nın Sovyet halkı ve topraklarına verdiği zarara karşı ilgisiz davranıyordu. Batılılara göreyse Sovyetler Birliği, genel bir Avrupa düzenlemesinden çok kendini güçlendirmek peşindeydi. Potsdam Konferansı'nın en çok zamanını alan Almanya sorunu, "Soğuk Savaş’ın en önemli konusu oldu. Atom Silahındaki Anlaşmazlık Atom Silahında Anlaşmazlık Almanya'nın sorunundan sonra soğuk savaşa geçiş dönemini oluşturan ikinci olay, atom enerjisi sorunudur. O kadar ki Hiroşima'dan bu yana bu sorun hemen hemen her diplomatik alışverişte karşımıza çıkmaktadır. 1945 yılının sonunda "Büyük Üçler" in dışişleri bakanları, Güvenlik Konseyi'ne bağlı bir Atom Enerjisi Komisyonu kurarak bu dehşetin engellenmesi konusunda anlaştılar. 1946 Martındaysa ABD kendi projesini sundu. AchesonLilienthal Önerisi adını alan proje, atom silahının uluslararası denetimi için bir dizi aşama getirmekteydi. Ayrıca bu geçiş döneminde ABD atom tekeline sahip bulunurken, öteki devletler uluslararası ajanslarca denetlenecekti. Bu noktaya kadar Müttefikler arasında görünürde bir anlaşmazlık çıkmadı. Ancak Başkan Truman 1946 Nisanında Bernard Baruch'u BM Komisyonu'na Amerikan temsilcisi seçince durum değişti ve bu noktadan sonra Amerikan politikası yeni biçimler aldı. Baruch, Sovyetler Birliğine karşı sert bir tutum takınılması görüşündeydi ve bu görüşlerini Amerikan askeri yetkililerine kabul ettirdi. Baruch 14 Haziran 1946'da BM Atom Enerjisi Komisyonu'na Amerikan projesini bildirdi. Uluslararası bir güvenlik sistemi altında ABD'nin atom tekelinden vazgeçmesini ana hedef olarak kabul eden Baruch Planı; atom enerjisinin geliştirilmesi ve kullanımının tüm aşamalarını denetleyecek olan bir uluslararası Atom Geliştirme Kuruluşu'nun kurulması; ihlallere karşı bu kuruluşa sınırsız denetleme yetkisinin tanınması; atom silahının yapımıyla ilgili her türlü ihlalin en sert biçimde cezalandırılması; kuruluş tam denetim kurduktan sonra atom silahının yapımının yasaklanması ve mevcut atom stoklarının yok edilmesi ve anlaşmayı ihlal edenlerin cezalandırılmasını engellenmemesi için Güvenlik Konseyi’ndeki veto sisteminin değiştirilmesini içermektedir. Baruch Planı, Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmemesine rağmen, daha sonra ABD tarafından nükleer silahsızlanma konferanslarında ortaya konan önerilerin temelini oluşturması açısından önemlidir. Sovyetler Birliği'nin planı reddetme nedenleri ise; planın uygulanmasıyla ABD atom silahı yapabilme yeteneğine sahip tek devlet olarak kalması; ABD, BM'de karar verme sürecine egemen olduğu için, bu örgütün bir kuruluşu olan Atom Enerji Komisyonu'nu da etkisi altına alabileceği; planın tartışıldığı sırada Sovyetler Birliği atom silahının
6
gizlerini ele geçirip bu silahı çok kısa bir süre içinde yapabilme uğraşı içindeydi. Bu nedenlerden dolayı bu planı kabul etmeyen Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki gerginlik daha da büyüdü.
II. SOĞUK SAVAŞIN KÖKENİ a) Rus-Amerikan Güvensizliği ABD ile Rusya “kıta devletleri” dir. Sovyetler Birliği’ni yıkılmasından sonra kurulan Rusya Federasyonu’nun izlediği dış politika, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulup genişlemesi ve Kafkaslar ile Orta Asya’da izlenen ektin politika. ABD’nin Çin politikasının temeli şuydu: Güçlü endüstrisine sömürü olanakları yaratmak için bütünlüğü tam ve siyasal egemenliğe sahip bir Çin’in kurulup sürdürülmesi. Çünkü merkezi bir hükümeti etki alltına alabilecek ekonomik ve siyasal güce sahipti. Rusya ise bu açıdan ABD’yle ekonomik yarışa girecek durumda değildi. Bu yüzden kendine özgü etki alanları yaratarak Pazar ve siyasal manivela gücü kazanmak istiyordu. Yani bir bakıma 1945’te olduğu gibi, Rus Çarı da İngiltere, ABD ve özellikle Japonya’nın genişleme tutkularına karşı Rus topraklarının çevresinde tampon bölgeler kurmaya çalıştı. 1905’te Japonya Rus gücünü Uzakdoğu’da kırdı.
III. SOĞUK SAVAŞI HIZLANDIRAN OLAYLAR Paris Barış Antlaşmaları İkinci dünya savaşını bitiren antlaşma Paris Barış Antlaşmaları Paris Konferansı’na Katılan Devletler: ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği Paris Konferansı’nın Toplanma Amacı: Müttefik devletler Almanya hariç Avrupa’da ki mihver devletlerin antlaşmalarını görüşmüşlerdir. Paris Konferansı’nın Sonuçları: - 10 Şubat 1947de İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Finlandiya ile Paris Antlaşması imzalandı. - İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Finlandiya’nın sınırları yeniden belirlendi. - İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Finlandiya’nın ödeyeceği savaş tazminatları belirlendi. - On İki Ada’nın Yunanistan yönetimine verilmesi karara bağlanmıştır. İtalya’nın da onaylamasıyla, Nisan 1947’de On İki Ada resmen Yunanistan yönetimine geçmiştir. - Avusturya, savaş içinde Müttefikler arasında varılan anlaşmaya göre, işgale uğramış dost bir ülke olarak kabul edildi. Sovyetler Birliği, Avusturya ile “Avusturya Devlet Antlaşması” ile işgale son verdi ve Avusturya tam bağımsızlık kazandı. DİKKAT: 2. Dünya Savaşı sonrası toprak kazanan tek mihver devlet Bulgaristan’dır. Konferansta ele alınan konulara bakış açılarında ilk kez Doğu ile Batı blokları kesin çizgileriyle ortaya çıktı. Beyaz Rusya, Ukrayna, Çekoslovakya, Yugoslavya, Polonya, Bulgaristan ve Macaristan Sovyetler Birliği’nin, kalan Avrupa devletlerinin çoğunluğuysa ABD’nin çevresinde kümelendiler. 1947’de “kapitalist” ve “komünist” olarak ikiye bölündü. ABD çevresindekiler “statükocu”, Sovyetler Birliğinin ve çevresindekilerse “statüko karşıtı” davranışlar içindeydiler.
7
Doğu Avrupa Gelişmeleri: 1945 – 1948 1. Doğu Avrupa Ülkeleri a) Yugoslavya ve Arnavutluk: Yugoslavya 1945 Kasımında yapılan seçimleri “Halk Cephesi” kazandı. Sovyet modeline uygun federal bir anayasa hazırlanarak, altı devletten oluşan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti kuruldu. Bosna – Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Slovenya Sosyalist Cumhuriyetleridir. Arnavutluk ise, 1945 yılında yapılan seçimlerde Enver Hoca önderliğinde “Demokratik Cephe” kazandı ve Arnavutluk Halk Cumhuriyetini kurdu. Yugoslav önderi Josip Broz Tito b) Bulgaristan: c) Romanya: d) Macaristan: e) Çekoslovakya: İki savaş arası dönemde öteki Doğu Avrupa ülkelerinde faşist diktatörlükler hüküm sürerken, Çekoslovakya’da demokrasi yaşanmıştır. Doğu Avrupa ülkelerindekinin aksine, demokrasi işlemekteydi, söz ve basın özgürlükleri vardı. Çekoslovak hükümeti Marshall yardımını önce kabul ettiyse de sonra vazgeçti. Bunun en önemli nedeni Sovyet baskısıyla da, en az bunun kadar önemli olan bir başka neden, Batı basını ve önderlerinin bu kabulü Moskova’dan bağımsızlık olarak yorumlamalarıdır. Prag darbesi en önemli uluslararası sonucuysa, olaylardan sonra ve buna dayanarak NATO’nun kurulmasıdır. Batı Avrupa Ülkelerindeki Gelişmeler a) İngiltere: 1945’teki seçimlerde Başbakan Atlee oldu. İkinci Dünya Savaşı İngiltere’nin ekonomik üstünlüğünü de ortadan kaldırmıştır. Bu değişikliğin en önemli sonucu, İngiltere’nin ABD’ye artan bağımlılığı. Dolar diğer devletlerin para birimlerinin değerinin ölçülmesinde temel ölçüt haline geldi. Böylece, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası alanda kurulan yeni ekonomik örgütler (IMF ve Dünya Bankası gibi) dolar temeli üzerinde işlemde bulunmağa başladılar. İngiltere dış yükümlülüklerini azaltarak ekonomik tasarruf politikasını başlattı. 1947’de Hindistan ve Pakistan’a bağımsızlıklarını verdi. b) Fransa: 1945 seçimlerinden sonra yeni hükmet Komünist Parti, Sosyalist Parti ve de Gaulle’ün MRP partisi tarafından kuruldu. c) İtalya: Monarşi yıkıldı Cumhuriyet kuruldu. d) Almanya: Almanya Yale ve Potsdam konferansında dört işgal bölgesine ayrılmıştı. Sovyetler Birliği, Batı Blokuna katılacak bir Almanya’nın, ABD ise Doğu Blokuna katılacak bir Almanya’nın dünya güç dengesini bozacağını ve böylece kendi aleyhlerine olacağını hesaplar duruma düştüler ve böylece sorun mantıksal sonucuna ulaşarak, yani Almanya ikiye bölünerek, çözülebildi. Batılı devletler kendi işgal bölgelerinin ekonomik bakımdan bütünleşmesi için ilk adımını atarak para reformunu yaptılar daha sonra Batı işgal bölgesinde bir Alman hükümetinin kurulması kararlaştırıldı. Bu faaliyetlere Sovyetler tepkisi Berlin’in abluka altına alınmasıdır. Batı Almanya’da 1948 Eylül de Kurucu Meclis çalışmalarını bitirmiş ve yeni anayasa yürürlüğe girmişti. Böylece
8
ortaya Federal Almanya çıktı. Sovyetler 1949’da kendi işgal bölgelerinde Alman Demokrat Cumhuriyeti’ni kurulduğunu ilan etti. Birlin ablukasının uluslararası politika açısından önemli, ABD ile Sovyetler Birliği’nin ilk kez karşı karşıya geldikleri soğuk savaş anlaşmazlığı olmasıdır. Yunan İç Savaşı Birinci Aşama: İngiliz işgal makamlarınca telkin edilen ve Yunan Başbakanı tarafından verilen bir ültimatom ile, ELAS (Ulusal Kurtuluş Ordusu) silahlarını teslim edip Atina’yı terk etmesi istendi. EAM ve ELAS anlaştılar. Tüm direnme örgütleri tek bir ordu içinde birleştirilecekti, demokratik seçimler yapılacak, Kral’ın Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda referandum yapılacak. İkinci Aşama: Hükümetin kurulması ve Kral’ın Yunanistan’ın geri dönmesiyle başlar. Truman Doktrini ve Marshall Planı 1. Truman Doktrini Amerikan yöneticilerinin sürekli ve ağır bir Sovyet tehdidi altonda bulundukları korkusudur. 1947 yılını izleyerek, Amerikan dış politikasının temel anlayışı komünizme karşı açılan savaş olmuştur ve bu savaşın çıkış noktasında Truman Doktrini vardır. Truman Doktrini, Versailles düzenini sürdürmek isteyen ABD ile bu düzene bağlılığı olmayan ve hatta bunu kendisine karşı yapılmış olarak yorumlayan Sovyetler arasında, ikinci Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan çatışmanın ilk önemli göstergesi anlamındadır. Truman, Yunanistan ile Türkiye’ye askeri yardım yapmakla kalmıyor aynı zamanda “Sovyetler Birliği’ni’ Çevreleme Politikası” nı getirmiş oluyor. Yunanistan 300, Türkiye 100 milyon luk yardım verildi. 2. Marshall Planı Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ABD kaynaklı, antikomünist hedefleri olan bir ekonomik yardım paketidir. 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. “Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı adı altında çalışan konferans, dört yılı kapsayan (1947/1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyetler Birliği’yse bu planın Truman dan sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış ve programa kendisi katılmadığı gibi, Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır. İran Olayları Soğuk savaş döneminin en önemlilerinden biri de savaş sonrasında İran’da ortaya çıkan gelişmelerdir. İngiltere ve Sovyet doğrudan bağlantı kurabilmek için İran’ı işgal etmiştir. Buradaki sorun petrol ile alakalıdır. İngiltere BP şirketi ile İran’daki petrolü kontrol ediyordu ve Sovyetlerde buradan petrol konusunda ayrıcalık elde etmeye çalıştı. Aynı zamanda Azerbaycan’ın özerklik durumu vardı.
9
IV. SOĞUK SAVAŞ UZAKDOĞU’DA ÇATIŞMAYA DÖNÜŞMESİ Kore Savaşı Rusya ile savaşı kazanan Japonya 1905 yılında Kore üzerinde koruyuculuk kurmuş ve 1910’da yarımadayı ülkesine katmıştı. Kore 1945’te Japonya’nın tesliminden sonra, Sovyetlerle ABD arasında yeniden başlayan güç çatışmasının deneme tahtası oldu. Mao’nun Çin’deki başarısı, özellikle Hindiçi, Filipinler ve Endonezya olmak üzere tüm Asya’da devrimci hareketleri teşvik etmişti. Bu durum, ilk bakışta, Sovyet stratejisine de uygun görünüyordu ve üstelik Çin 1950 Şubatında Sovyetler Birliği’yle bir de ittifak antlaşması imzalamıştı. Sovyet denetimindeki Kuzey Kore’nin kısa ve başarılı bir savaşı, Japonya’yı korkutup ABD’ye üs vermekten caydırabilir ve Mao’nun genişleme eğilimini ve ününü sınırlandırabilirdi. 1948’de Çekoslovakya’nın blok içine alınması, Stalin’in Avrupa’daki son zaferi olabilirdi. Başkan Truman’a göre bu saldırı Sovyetler Birliği tarafından yönetilmekteydi ve belki de geniş ölçekli bir Sovyet-Çin ortak saldırısının ilk adımıydı. Truman yönetiminin kararlarını haklı çıkarmak ve açıklamak üzere “kollektif güvenlik” ve “BM harekatı” deyimleri sık sık kullanılmaya başlamıştır. Bu iki deyimde yanıltıcıdır. ABD’nin 1950 yılında Pasifik’te hiçbir kolektif güvenlik paktı yoktu. 1945-1950 yılları arasında ABD’nin, Japonya’nın denetiminde İngiltere ile Avustralya’yı sürekli dışarda tutması, “kolektif güvelik” kavramını “tek yanlılık” biçimine dönüştürmüştür. “Barış için Birleşme Kararı”, BM Genel Kurulu’na, eğer BM Güvenlik Konseyi veto yüzünden işlemez duruma gelirse, üyelerine, silahlı kuvvelerin kullanılması da dahil olmak üzere, ortak güvenlik önlemlerini alma tavsiyesinde bulunma yetkisini vermekteydi. Amerikan genelkurmayı daha 1950 Nisanında Almanya’nın silahlandırılmasını kabul etmişti. Kore Savaşı çıktıktan sonra, Almanya silahlanacak ve Avrupa devletlerinin bu silahlanmadan doğacak korkuları üç yolla giderilecekti: a) Avrupa’nın mali sorunlarının çözümlenmesi için ABD’nin daha çok yardım yapması b) gelecek bir yardıma geleceği konusunda Avrupa devletlerine güvence vermek için, Avrupa’ya 4-6 Amerikan generalinin başkanlığında birleşik bir askeri komutanlık kurulması. Kore’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin de savaşa katılması, Amerikan yöneticileri açısından burayı hem bir karabasana çevirdi hem de Avrupa’yla ilgili tasarılarına yeni bir hız kazanırdı. Çin için en önemli dış politika amacı Formoza’nın kurtarılması olan Çin, BM kuvvetleri için ani bir tehdit oluşturmuyordu. Amerikan Haberalma Örgütü hazırladığı raporda; Sovyetlerin Kore Savaşı’nı su amaçlarla kullanmakta olduğu açıkça ortaya çıkmıştı; a) Amerikan gücünü Kore ile Formoza’dan atmak b) Çin’i Uzakdoğu’da başat güç durumuna getirip onu BM’ye sokmak c) Japonya’daki Amerikan gücünü ve üstünlüğünü ortadan kaldırmak ve d) Almanya’nın silahlanmasını önlemek. Uzakdoğu’da da soğuk savaş doruk noktasına varmaya başlamıştı. Çin’in de katılmasıyla, savaş bir BM-Çin savaşı durumuna geldi. Kore Savaşı’nın sonucunda, Kuzey Kore, Çin ile Batı arasında tampon devlet haline geldi. Savaşın Çin Halk Cumhuriyeti açısından sonucu, daha bir süre silah ve mali yardım bakımından Sovyetlere bağlı kalmasıdır.
10
Batılılar epey kayıp vermelerine rağmen Güney Kore’yi kurtardılar. NATO’nun, içinde Türkiye, Yunanistan ve Federal Almanya’yı alacak biçimde genişletilmesi, Kore gibi saldırıya açık durumda bulunan Yugoslavya’ya Batı’nın yardıma başlaması, yine Kore Savaşı’nın sonuçları arasındadır. Güney ve Güneydoğu Asya Gelişmeleri 1. Tibet Sorunu Çin Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Çin Hükümeti, dış politikasının en önemli sorunları olarak, Taiwan ile Tibet’in kurtarılmasını göstermiştir. 1950 de Tibet’i “İngiliz ve Amerikan emperyalist baskısından kurtarmak”, bu ülkeyi “anayurdun büyük ailesi” içine almak ve Çin’in “ulusal savunma çizgisini güçlendirmek” gerekçesiyle, doğudan işgal etmeye başladı. Ç.H.C Tibet’e daha sonra egemen olmuş ve Hindistan ile aralarında tampon bölge olan Tibet Çin topraklarına katılması ile ilerde Çin-Hint çatışmasının temelini oluşturmuştur. 2. Hindiçini Gelişmeleri ve Vietnam Savaşı’nın Başlaması Viet Minh: Vietnam Bağımsızlık Birliği Vietnam Savaşı ya da İkinci Çinhindi Savaşı, Doğu Bloğu ülkeleri olan Kuzey Vietnam, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği ile ABD destekçisi olan anti-komünist Güney Vietnam ve başta ABD arasında yaşanan savaştır. Kore Savaşı'ndan sonra Soğuk Savaş'ın ikinci sıcak çatışması olmuştur a) Viet Minh'in Kuruluşu Çinhindi; İngiliz ve Fransız sömürgesiydi II. Dünya Savaşı'nda Çinhindi, Japonya'nın eline geçti. Bu devlet, 1945 yılında yenileceğini anlayınca buradaki milliyetçi duyguları körüklemiş ve bölge halkını silahlandırmıştır. Çinhindi'nde üç bağımsız devletin (Vietnam, Laos ve Kamboçya) kurulduğunu ilan ederek Vietnam'ı İmparator Bao Dai'nin yönetimine bırakmıştır. 1945 yılında Fransız Çinhindi'ne gelen ilk birlikler İngiltere'ninkilerdi. Bunlar Saygon'a geldiklerinde durumu karışık buldular. Çünkü, milliyetçi gruplar savaş sonu düzensizliğinden yararlanarak denetim kurmak için çaba gösterirken,1946 yılının sonuna gelindiğinde "Hür Fransa"ya bağlı birlikler de bölgedeki Fransızların hayatını korumak için mücadeleye başlamışlardı.
b) Truman ve Vietnam Truman domino teorisi uyarınca Vietnam'da komünist bir iktidarın çevre bölgelere sıçrayacağını düşünerek bunu engellemek istemiştir. Truman'ın başkan olduğu dönemde, Fransızlar Vietnam'da hakim durumdaydı ve Ho Chi Minh liderliğindeki komünistlere karşı savaş vermekteydiler. ABD ise Fransa'ya cephane yardımında bulunuyordu.
11
c) Eisenhower ve Vietnam Dwight Eisenhower döneminde Fransızlar Vietnam'dan çekilmişti ve Vietnam'da Komünistler ve milliyetçiler arasında iç savaş vardı. ABD de Fransa Vietnam'dan çekilince, Milletlerle beraber, 17. paraleller sınır olmak üzere Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmasını sağlamıştır. O dönemde Eisenhower'ın politikası barışçıl yollarla çözüldü.
Eisenhower,
başkanlığı
döneminde
her
zaman
barışçıl
bir
politika
yürütmüştür;
öte
yandan Vietkong (komünist gerillalar) Güneye saldırınca bölgeye asker göndermiş ancak bu askerler sadece Güney askerlerini eğitmek amacıyla orada bulunmuş, herhangi bir mücadeleye girmemişlerdir. d) SEATO'nun Kurulması ABD Cenevre antlaşmalarını imzaladı. Dünyadaki birçok yerde, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan alt-bölgesel örgütlerin büyük bir çoğunluğu ise, sıkı iki kutuplu sistemde batı blok lideri ABD’nin, doğu blok lideri SSCB’yi çevreleme politikası doğrultusunda oluşturulmuşlardır. 1949 NATO, 1954 Balkan İttifakı, 1955 Bağdat Paktı örgütleri ile müttefiklerden bir hat oluşturma yolundaki stratejinin Uzakdoğu ayağını da, 1954 yılında kurulan Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilatı (SEATO) oluşturmuştur. Avusturalya, Yeni Zelanda, ABD, Fransa, Pakistan, Filipinler, Tayland, İngiltere Hindiçinin SEATO’nun koruyuculuğu altında olduğunu açıkladılar. e) Tırmanmanın Başlaması Bir sömürge savaşının sonu, komünistlerle Amerikalılar arasında yeni bir savaşın başlangıcı oldu. Bu noktadan sonra “tırmanma” başladı. İlk belirtisi, ABD’nin 1954-1956 arası, Diem’in askeri gücünü artırma çabasında ve buna larşılık Ho Şi Minh’in 1955’te Moskova ile Pekin’e giderek, bu iki devletle yardım ve dostluk antlaşmaları görüşmelerine girişti. Alt Kıtada Bağımsızlık ve Sonraki Gelişmeler İngiltere, 1947 yılında Hindistan’dan çekilme kararı aldı ve çekilmenin olabilmesi için karşısında bir otoritenin olması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Ghandi önderliğini yaptığı Kongre Partisi Pakistan’ın kurulmasına razı olunca İngiltere Hindistan’dan çekildi. Ağustos 1947 de Hindistan ve Pakistan iki bağımsız devlet olmuştur. Haydarabat Hindistan’da kaldı. Daha sonra Keşmir’de Hindistan’a bağlandı.
12
V. ORTADOĞU’DA ÇATIŞMA VE DÜNYADA BUNALIM (1956/1962) Ortadoğu’da Çatışma Ortadoğu Bölgesi, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, Türkiye'den Israil’e, Mısır'dan Suudi Arabistan'a kadar, dünya politikasında "merkezi" bir rol oynamıştır. Bölgedeki din mücadelesi 1500 yıldır bitmemiş, 1945 sonrasında örneğini gördüğümüz gibi, Araplarla İsrail arasında yeni bir “ Otuz Yıl Savaşları” na yol açmıştır. Petrol, Ortadoğu’daki Amerikan-Sovyet mücadelesinin de temel nedenlerinden biri olmuştur. Sovyetler Birliği, yeterli petrol rezervi olmasına rağmen, bölge petrolünün Batı’ya serbest bir biçimde akmasını engellemek için fırsat kollamış, ABD ise petrolün Sovyet denetimi altında düşmesini engellemek ve Batı Avrupalu müttefiklerini sürekli akışını sağlamak istemiştir. Ortadoğu’da petrol, büyük devlet çatışmaların temel nedeniyse, bu çatışmayı şiddetlendiren unsur da çatışan Arap ve İsrail milliyetçiliğidir. Milliyetçilikle bağlantılı olan “din” dir. 1. Arap – İsrail Çatışması Ortadoğu bunalımlarının temelinde bu yatar. Hitlerin uygulamış olduğu politikalar yüzünden Yahudiler Filistin’de bağımsız bir devlet kurmaya çaba göstermişlerdir. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere, Filistin’deki “manda” yönetimine son verme kararını açıklayarak sorunu BM’ye devretti. 1947 yılında Filistin’de iki ayrı devletin kurulmasına ve Kudüs kentinin BM denetimi altına alınması önerdi. Araplar reddetti. İsrail, Batılı devletlerin ve özellikle ABD’nin desteğini de alarak Siyonizm faaliyetlerini de gerçekleştirerek İsrail devletini kurdular. Araplar kendi ülkelerinde “ikinci sınıf yurttaş” durumuna düşmüşlerdir. 2. Süveyş Bunalımı Mısır iktidarı eline geçiren Nasr, İsrail’e karşı yürüttüğü politikada başarı şansını artıran olayların başlangıcı Bağdat Paktı’nın kurulmasıdır. Nasr, Ortadoğu’da Batı emperyalizmine karşı çıka tek önder olmuştur. Doğu Bloku’n dan özellikle Çekoslovakya’dan silah alarak güçlenmeye çalışmıştır. Mısır’ı ekonomik bakımdan güçlendirmek için Asuan Barajını yapmak. Nasr’ın bu iki hamlesi Süveyş bunalımı ve Arap-İsrail savaşının yakın nedenini oluşturur. Nasr 1959 da Süveyş Kanalını millileştirdi. Bu davranışla, Batı Avrupa’nın petrol yolu artık Nasr’ın denetimi altına girmiş ve özellikle Fransa ile İngiltere için çok karlı olan Kanal Şirketi eden gitmişti. Üstelik eğer Asuan Barajı bu gelirle yapılacaksa, kanaldan geçiş ücreti de artacak demekti. İsrail ile birlikte Fransa ve İngiltere kanala saldırmışlardır. ABD ile Sovyetler de BM’de bu iki devlete cephe aldılar. Fransa ve İngiltere daha sonra askerlerini geri çekmiştir. Süveyş kanalından Mısır kazançlı çıkmıştır, kanal üzerinde tam denetim sağlamıştır.
13
3. Eisenhower Doktrini ABD başkanı Eisenhower'ın Ortadoğu'da Sovyet yayılmacılığını durdurmak, bölgeyi ABD'nin yanına çekmek için ortaya koyduğu bildirgeye Eisenhower Doktrini denir. 5 Ocak 1957'de ABD başkanı Eisenhower, ABD kongresine gönderdiği mesaj ile Eisenhower Doktrini ortaya koyuldu. Bu mesajda temel amaç; Ortadoğu ülkelerine askeri, ekonomik yardımlar sağlamak, yardım edilen dost ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi halinde silahlı kuvvetleri devreye sokmaktı. Bu amaç için her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istenmişti. Doktrinin yayımlanmasının temel nedeni 1956'da patlak veren Süveyş Krizi idi. Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi üzerine İsrail, İngiltere ve Fransa'nın gizli ittifakı sonucunda savaş başlamış, SSCB ve ABD'nin araya girmesi ile bu savaş durdurulmuştu. Ortadoğu'ya kayıtsız kalmak istemeyen ABD'de bundan sonra adımlarını daha sağlam atmaya başladı. SSCB tavrını Araplardan yana koymuştu. Haliyle İngiltere ve Fransa'nın Ortadoğu'da etkinliklerini kaybetmeleri de ABD'nin Ortadoğu'yu SSCB'ye bırakmamak istemesi Eisenhower'ın mesajının ana nedenleri olmuştu. Eisenhower Doktrini sonucunda; ABD ve Ortadoğu ilişkileri ciddi bir ivme kazandı. ABD-SSCB soğuk savaşı Ortadoğu'ya da sıçradı. Bu soğuk savaşta Ortadoğu ikiye ayrıldı: Türkiye, Yunanistan, Irak, Lübnan, Tunus, Libya, Afganistan, Fas, Pakistan, İsrail doktrine olumlu cevap verdi. Suudi Arabistan ise önce olumsuz bir tepki vermesine rağmen daha sonra tutumunu iyi yönde değiştirdi. Ürdün, Mısır, Suriye ise bu doktrine sırtını döndü. a) Suriye Bunalımı: Süveyş bunalımından sonra İngiltere’nin Ortadoğu’da etkisi azalmış ve Amerika Sovyetler soğuk savaşı bölgede kendisini iyice göstermeye başlamıştı. Bağdat Paktı süresinde ve Süveyş bunalımı esnasında kendini Ortadoğu’da kabullendirmek isteyen Sovyetler bunu başarmış ve buhrandan sonra oluşan Mısır’ın önderliğinde grubun başını çekmeye başlamıştır. Mısır ile Sovyetler arasındaki yakınlaşma hızla devam etti. ABD’nin Mısır’ı yalnız bırakmak için denediği ikinci yol, Irak Hükümetiyle birlikte işbirliği yaparak Suriye Hükümetini Batı taraflısı unsurlarca devirmeye çalışmasıdır. Eisenhower Doktrini Ortadoğu’da ilk ciddi sınavında etkisiz ve başarısızdır. b) Lübnan Bunalımı: 1958 Şubat ayında Mısır ile Suriye arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti kuruldu. Avrupa Bunalımı 1. Berlin Bunalımı 1959 Süveyş Bunalımı ile İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a saldırması, Batı Bloku içerisindeki ülkeler ile arasını bozmuştur. Stratejik denge de Sovyetler lehine bozulmuştu. Bu Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de bir yapay uyduyu yanı Sputnik’i uzaya yerleştirmesidir. Sovyetleri sert tutum içerisine alacak bir başka unsur Orta Avrupa’da “güvenlik kordonu” kurma politikasının başarısız olması Bunalım; 1958 yılında Sovyet isteklerini içeren nota ile başlayan Berlin, Almanya ve dünyanın doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmasıyla sonuçlanan krizdir.
14
Berlin Buhranı'nın Çıkış Sebepleri; 1) ABD, İngiltere ve Fransa'nın Batı Berlin'de bulunmasını politik ve stratejik çıkarlarına aykırı bulması 2) Baskı altındaki Doğu Berlin'den; demokratik yönetim tarzı ve ekonomik yaşam tarzı ile bilinen Batı Berlin'e doğru bir kaçışın olmasından rahatsız olması gibi sebeplerden dolayı 27 Kasım 1958'de, Berlin'de işgal devleti olarak yetki ve sorumlulukları bulunan Amerika, İngiltere ve Fransa'ya birer nota verdi. Sovyet Rusya bu nota ile, Batı Berlin'in altı ay içerisinde boşaltılmasını Batı Berlin'in boşaltılmaması halinde Doğu Berlin üzerindeki bütün yetki ve sorumluluklarını Doğu Alman Hükümeti'ne devredeceğini ve bunun sonucunda Batı Berlin'in işgal yetki ve sorumluluklarını elinde bulunduran devletlerin Doğu Almanya'yı tanımak zorunda kalacağını Berlin şehrinin Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında "serbest şehir" olması gerektiğini savundu. NATO, nota ile masaya oturmayacağını beyan etti. Ardından büyük devletlerarasında görüşmeler başladı. Bir ara yapılan görüşmelerde Sovyetler yumuşasa da Batılılara ve ABD'ye istediklerini yaptıramayacağını, daha da ileri gidemeyeceklerini anlayınca 13 Ağustos 1961'de Berlin Duvarı'nı inşa etmeye başladılar. Batılıların Almanya konusunda görüşü; Serbest seçimlerle önce Almanya birleştirilmeli, sonra tek bir Alman hükümetiyle barış antlaşması yapılmalıydı ve işe önce Berlin’den başlanabilirdi. Doğu Bloku’nun görüşü ise, iki Almanya ile ayrı ayrı barış antlaşmasının yapılması ve sonra bu iki Almanya’nın bir konfederasyon biçiminde birleştirilmesi. Amerikan U-2 casus uçağının Sovyetler Birliği’nde düşürülmesi, iki ülke arasında düzelmekte olan ilişkilerini bozdu. ABD yeni başkanı Kenndy oldu. Küba’da “Ekim Füzeleri” Bunalımı Küba’da “Ekim Füzeleri” bunalımının en önemli özelliği, iki nükleer silaha sahip “süper gücün” ilk kez doğrudan karşı karşıya gelmesidir. Hem soğuk savaşın doruğunu, hem de 1962 sonrasında yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan “yumuşama” olgusunun temelini oluşturmasıdır. Sebepleri; Krizin gerçek nedeni Amerikan Hükümeti’nin Fidel Castro idaresini devirmek istemesidir. Bu çerçevede ABD Latin Amerika ülkeleri ile birlikte Castro idaresini yıkmayı, üstelik Küba’yı ele geçirmeyi planladıysa da başarısız oldu. Diğer nedeni ise SSCB’nin bu vaziyetten kullanarak Küba’ya dayanak çıkmasıdır. Üçüncü sebep ise Sovyetler ’in Küba Buhranından istifade ederek Amerika Birleşik Devletlerinden kimi ödünler koparmak istemesi. (Sözgelimi Türkiye’deki füzelerin kaldırılması.) Gelişimi; 1 Mayıs 1960’da meydana gelen U2 Krizi, Amerikan – Sovyet ilişkilerini hepten gerginleştirirken Küba ile SSCB’yi daha yakınlaştırdı ve Küba’da Sovyet füzeleri konuşlandırılmaya başladı. Bu durum esasında Kruşçev aracılığıyla tasarlanmış bir soğuk harp oyunuydu. Amerika birazcık vakanın üzerine gittiğinde füzeler sökülecek ve Amerika Birleşik Devletleri’nden tavizler koparılacaktı.
15
Küba’ya konuşlandırılan füzeleri ABD fotoğraflayınca bunalım şiddetlendi. Küba, Amerikan (NATO ve BM’ye danışmadan) harp gemileri aracılığıyla abluka altına alındı. (Füzelerin ateşleme parçalarının Küba’ya ulaşmaması amaçlı) Amerika ve Sovyet başkanları Kennedy ve Khrushchev mektuplaşmaya başladı. Küba ve Türkiye’deki füzelerin sökülmesi ile buhran sonuçlandı. Sonuçları; Küba bunalımı soğuk savaşın doruk noktasına vardığı bir dönemde “yumuşama” ve “görüşme” havas yaratmıştır. NATO mensupları, daha doğrusu NATO’nun Avrupa kanadı, bu şekilde kocaman bir bunalımda ( bizzat kendilerini de tehlikeye atan bir vaziyet olsa dahi) görüşlerinin alınmayacağını, Amerika Birleşik Devletleri’nin tek başına davranacağını anlamışlardır. Küba Füzeleri bunalımı, o dönem ki 2 kutuplu dünya düzeninde, blokları yaratan devler arasındaki ilişkileri de etkiledi. Doğu Bloku içerisinde Çin-SSCB anlaşmazlığı açığa çıktı. Pekin, Moskova’yı “devrimci davaya ihanetle” suçladı. Moskova Pekin’i serüvencilikle itham etti. Batı Blok’unda Fransa 2 süper güç arasında balans kuracak bir “Batı Avrupa Koalisyonu” teşebbüsü başlattı ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini gevşetme istikametinde mühim adımlar atarak bizzat nükleer programını başlattı. Rastgele bir bunalım esnasında Washington – Moskova direk bir haberleşme hattının oluşturulması şartları meydana çıkmıştır. İki başkent içinde hemen haberleşmeyi temin edecek telefon hattı (hotline) kurulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Küba buhranından sora nükleer silahların dağılmasını engellemek amaçlı Moskova’da 5 Temmuz 1963’te “Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Antlaşması’nı imzaladılar. (Bu protokol atmosferde, uzayda ve denizaltında nükleer tecrübeleri yasaklıyor fakat toprak altındaki nükleer denemelere müsaade ediyordu.)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ÇOK MERKEZLİLİĞE GEÇİŞ I. SİVRİLMEYE BAŞLAYAN AVRUPA 1. Kitlesel Karşılık 1957 yılından önce NATO'nun Sovyet tehlikesine karşı askeri stratejisi. Bu strateji kısaca, herhangi bir komünist saldırı karşısında ABD'nin Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin önemli endüstri merkezlerine karşılıkta bulunacağını öngörmesiydi. Ancak burada temel nokta karşı tarafın kullandığı silahların türüne bakılmaksızın nükleer silahlarla savunma yapılacak olmasıydı. İki noktaya dayanıyordu: 1) Nükleer silahlarla karşılık verme düşmanı hem sınırlı, hem de kitlesel bir savaştan caydıracaktı. 2) Nükleer silahlar durum gerektirdiğinde kullanılacaktır. Kitlesel karşılık stratejisi dünya barışı ve insanlığın geleceği açısından büyük riskler taşıyorsa da nükleer çağın gerçeklerine uyuyordu ve güvenlikliydi. Ancak zamanla inandırıcılığını ve dolayısıyla caydırıcılığını yitirmesi, Sovyetler Birliği'nin uzun menzilli gönderme araçlarını geliştirmesi gibi nedenlerle bu stratejiden vazgeçilmiştir. a) Sputnik ve Sonuçları; Sovyetler Birliği’nin yapay uydu Sputnik’i başarıyla uzayda bir yörüngeye oturtmuştur. ABd, Sovyetlere yakın olan müttefiklerinin topraklarında Orta Menzilli Güdümlü Füze yerleştirmek için girişimlerde bulundu. “Sınırlı nükleer savaş”ın, kitlesel karşılık stratejisinin yerini giderek almasıdır. Bunun anlamı ve önemi, gelecek bir nükleer savaşın, Amerikan topraklarından çok, müttefiklerin topraklarında, yani Avrupa’da yapılması olasılığıydı. ABD artık kendi kurtuluşunun Avrupa’nın sırtından ve onun sağlayacağı kolaylıklar dolayısıyla olacağını anlamıştır. ABD’nin Avrupalı müttefiklerinden istediği; Değişen savaş teknolojisine uygun olarak, Avrupa ülkeleri, NATO bölgesinin savunulmasında sorumluluklar yüklenmeliydiler. Ancak nükleer bir savaşa karar vermek ve müttefik ülkelere yerleştirilecek olan füzelerin nükleer başlıklarının anahtarı ABD’nin eline olmalıydı. Batı Avrupa ülkelerinin istekleri; Madem batı Avrupa bir savaşta ilk saldırıya hedef olma riskini göze almaktadır, o zaman ya ABD’nin vereceği ya da kendi yapacağı nükleer silahı istediği zaman kullanma hakkına da sahip olmalıdır. Bu politikayı uygulama alanına koyan Fransa olmuştur. 2. Esnek Karşılık ABD`nin Kennedy döneminde gerçekleştirdiği daha sonra NATO’nun benimsediği savunma doktrini. Doktrin ABD’nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanıyordu. Kısacası, karşılaşılan silahlarının niteliğine göre yanıt verilecekti. Çünkü bir saldırıya kitlesel karşılık vermesi ABD`nin hareket serbestisini sınırlandıran bir durum haline gelmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği`nin kıtalararası
balistik füze sistemlerine sahip olmasıyla ABD’nin kendisi artık doğrudan Sovyet saldırısına açık bir hale gelmiştir. Bu durumda Avrupa’da muhtemel bir Sovyet saldırısında hemen nükleer güçle yanıt verilmesi halinde Amerikan toprakları da bir nükleer saldırı tehlikesi altında kalıyordu. Bu durumun ortaya çıkmaması için "esnek" bir strateji izlenmesi gerekiyordu. Esnek karşılık doktrininin en doğal sonucu NATO’nun kara kuvvetlerinde bir artışa ihtiyaç duymasıydı. Çünkü karada Sovyetleri dengelemek gerekiyordu. Yeni strateji sonucunda Avrupalı müttefikler arasında Amerikan nükleer gücünün kontrolü yüzünde istekler çıktı, anlaşmaya varılamaması sonucunda Batılı müttefikler arasındaki uzlaşma bozuldu ve Fransa NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. Avrupa Bütünleşmesi 1. Avrupa Ekonomik Topluluğu a) Kuruluş İşleyiş Avrupa birliği konusunda yeni ve güçlü bir dürtü, 1947 yılında ABD’den geldi. Truman Doktrini ve Marshall Planıdır. Batı Avrupa devletleri, Amerikan yardım programını düzenlemek üzere 1948 Nisan ayında Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nü (OEEC) kurdular. Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg 1951 yılının Mayıs ayında “Schuman Planı”nı kabul ederek Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’ni kurdular. CECA ise daha sonra girişilecek olan Avrupa bütünleşme çabaları için iyi bir başlangıç noktasını oluşturur. “Benelux Memorandumu” Ekonomik bakımdan bütünleşmesi, gümrük duvarlarının kaldırılmasıydı. AET ile Avrupa Atom Topluluğu (EURATOM)’u kuran anlaşmalar 25 Mart 1957’de Romanya’da (adı 1990’ların başında Avrupa Topluluğu, 1994’te ise Avrupa Birliği olarak değiştirilecektir). AET’nin başarısının Almanya ile Fransa arasında yakın ekonomik ve siyasal işbirliğine. İngiltere, 1959 yılında, AET’ye karşılık olmak üzere “Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi” ni. AET’ye göre son derece gevşek olup bütünleşmeyi kabul etmemekteydi. İngiltere’nin EFTA’yı kurmaktaki amacı, AET’nin gelişmesini engellemekti. “Ortak bir Pazar ve mallar için gümrük birliği kurmak; ortak bir tarım politikası ve işçi hareketleri ile ulaştırma politikalarını saptamak ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi için ortak örgütler kurmak.” AET’nin, antlaşmalarda yer almayan iki ana amacı vardır: Amerikan ekonomisi karşısından daha güçlü ve bağımsız bir duruma sokmak; kalkındırmak. b) Toplulukta Fransız- Alman İlişkileri General de Gaulle’ün 1958 yılında Fransa’da iktidara gelmesi Fransız-Alman ilişkilerinde de yeni bir dönemin. Ekonomik Başarı: AET büyük ölçüde bu iki devletin ekonomik işbirliğinin temeli üzerine oturmuştur. Fransız-Alman İlişkilerin Gelişmesi: Fransa ile Almanya 1963 yılında antlaşma yaptılar. Yararlı sonuçlar de Gaulle’ün” Atlantik’ten Urallara kadar Avrupa” bütünleşmiş bir Avrupa’yı egemenlikleri altına almak amacıyla, iki milliyetçiliğin bir “mihver” gibi birleştirilmesi biçiminde yorumlayanlar az da değildir. c) Siyasal Bütünleşme ve İngiltere’nin Üyeliği EFTA’da aradığını bulamayan İngiltere, 1961 Temmuzunda AET’ye girmek için başvurduğunda başvuru AET’nin çoğunluğu tarafından olumlu karşılandı. Benelux devletleri için İngiltere’nin girişi, “Paris-Bonn
mihverine” karşı bu mihverin giderek artan gücün dengelenmesinde, bir karşıt ağırlık oluşturabilir, bu da küçük üyeleri koruyabilirdi. İngiltere’nin AET’ye girişini 1963 yılında veto etti. De Gaulle, İngiltere’nin AET’ye katılmasını bir “Anglosakson Truva Atı” olarak değerlendirmiştir. (1967) İngiltere’nin girişi de Gaulle tarafından yine veto edildi. İngiltere AET’ye de Gaulle’ün 1970 yılından ölümünden sonra 1973 yılında tam üye olarak girecektir. 1987’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (ESC), Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EUTORAM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) oluşturduğu Avrupa Topluluklarının, “Avrupa Tek Senedi” yürürlüğe girdi. Karar alma mekanizmasının hızlandırılması, amacı: Bakanlar konseyi “veto sisteminin” kaldırılması; Avrupa Parlamentosu’na ek yetkiler verilmesi. 2. Fransa’nın Dış Politikası Fransa bilmekteydi ki nasıl hareket ederse etsin ABD’nin nükleer “şemsiyesi” Fransa’nın üzerine açılacaktır. Coğrafi bakımdan çatışma alanına uzaktı. Ekonomik kalkınma, bu bağımsız tutumu kolaylaştırdı, De Gaulle’nin payı da. Bağımsız ve uyumlu işbirliğine dayanan Avrupa’nın doğuşu, Almanya sorununu kendiliğinden çözecektir. General de Gaulle’e göre Avrupa’da istikrarlı bir barış ortamının sağlanmasının ilk ve vazgeçilmez koşulu “Bağımsız bir Avrupa’nın” yeniden doğuşudur. Bütünleşmiş bir Batı Avrupa yalnız ABD’nin bağımsız ortağı değil aynı zamanda Sovyetler Birliği’ne karşı dengeyi de koruyacak olan “Pan-Avrupa sistemi” nin de temel öğesi olacaktır: Batı Avrupa siyasal bir işbirliğine doğru gider gibi görünmekteyse de ulus-devletin ve ulusal özelliklerin korunması gerektiği görüşü hala yaygındır. 3. Federal Almanya’nın Dış Politikası a) Temel İkilem Hem güvenliği sağlamak için bölünmüş durumunu sürdürmek, hem de gerginliği azalması için, gelecek bir birleşme konusunda belirli ödüneler vermek durumunda kalmıştı. Konrad Adenauer, batılı devletlerle bütünleşmek. 1961-1966 yılları arasında Federal Almanya, öteki NATO ülkelerinden çok daha tedbirli bir dış politika izlemiştir. b) Büyük Koalisyonun Dış Politika Anlayışı Adenauer’in dış politika anlayışı değişerek, Alman sorununun çözüme bağlanmasında “yumuşama” gerekli bir önkoşul olarak kabul edildi. Willy Brandt böyle bir politika uygulamak için iki kavram geliştirdi: Avrupa Güvenlik İstemi ve Avrupa Barış Düzeni. Kuvvet kullanımının reddi. Böyle bir güvenlik sistemi üzerinde sürekli ve istikrarlı bir Avrupa barış düzeni kurulabilirdi. Bu barış düzeninin temel taşıysa Federal Almanya ile Sovyetler Birliği arasında gerçek bir yumuşama içinde, Federal Almanya’nın izleyeceği dengeli bir Doğu-Batı politikası ile mümkündü. c) Doğu Politikası Federal Almanya 1967 yılında “Osopolitik” adı verilen bir Doğu Politikası izlemeye başladı. Moskova’yla doğrudan diyalogun; Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkilerin tam olarak normalleştirilmesi; Doğu Almanya’yı “geçici bir antlaşmaya” (modus vivendi). İlk adımı, 12 Ağustos 1970’te Sovyetler’le Federal Almanya arasında yapılan
antlaşmadır. Avrupa gerçeklerini kabul edeceklerini. 7 Aralık 1970 tarihli Barı Almanya-Polonya antlaşmasıdır. Postdam Konferansı’nın kararlarıyla belirlenen sınırı ve gelecekte de sınırların dokunulmazlığını kabul ettiler. İki Almanya arasındaki antlaşma, 21 Ağustos 1972’de imzalandı. Doğu politikasındaki son engel 11 Aralık 1973 tarihli Federal Almanya-Çekoslovakya antlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. 1938 tarihli Münih Düzenlemesi’nin geçersiz olduğu kabul edildi. Federal Almanya’nın bu davranışı, soğuk savaştan yumuşamaya geçişte en önemli basamak taşı olmuştur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Önerileri 1. Stoica Planı ve Sonrası Romanya, Balkanlar’da işbirliğini savunan bir plan ortaya attı. 17 Eylül 1957 tarihinde açıklandı. Stoica, Balkanlar’da işbirliği önerisini 1959 Haziranında tekrarladı. Nükleer silahlardan arındırılmış bölge. Önerinin ana amacının, Güneydoğu Avrupa’daki Amerikan füze üsleri olduğunu göstermekteydi. 2. Bükreş Önerisi ve Sonrası 1956 yılından sonraysa 20. Komünist Parti Kongresi’nde “barış içinde bir arada yaşama” ilkesin benimsemiş ve dış politikasına belirli bir yumuşaklık vermişti. 1966’da Varşova Paktı balkanlar Konseyi’nin Bükreş’teki, Doğu Alman rejiminin tanınması yoluyla Orta Avrupa’da statükoyu korumak ve tümüyle bir Avrupa örgütü kurarak ABD’nin Avrupa’yla bağlarını gevşetmek amacındaydı. NATO ve Varşova paktlarının karşılıklı olarak ortadan kaldırılmasıyla. Çekoslovak olayının yarattığı bunalım, Sovyetler Birliği’ne Doğu Avrupa statükosunun batılı devletler tarafından tanınmasının önemli ve acilliğini bir kez daha ortaya koyuyordu. 3. Budapeşte Önerisi Sovyetler Birliği kurulacak olan Avrupa güvenlik sisteminin gereği olarak Doğu Alman rejiminin tanınmasında ve ABD’nin Avrupa’dan askerlerini çekmesinde ısrar ediyordu. Budapeşte önerisinden sonra Avrupa güvenliği konusundaki çabalar, her iki blokta da hızla gelişecek ve 6 yıl sonra Helsinki Belgesi’ne varacaktır.
II. JAPONYA ABD’nin işgali altına gire Japonya’da, Batı modeli bir demokrasinin yerleştirilmesi amacıyla yeni ve parlamenter sistemi kuracak bir anayasa kabul edildi. Kolluk kuvvetlerinin dışında, silahsızlandırıldı ve ABD Japonya’nın güvenliğini sağlama yükümlülüğü altına girdi. İşgal altında yenik bir devletken, Uzakdoğu’da Kore Savaşı ve Çin’de Komünist yönetimin kurulmasıyla ortaya çıkan komünist genişlemesinin durdurulmasında önemli bir rol oynayabilecek dost devletler haline geldi. 8 Eylül 1951 tarihinde barış antlaşması, savaşta Sovyet işgali altına düşen dört Kuril adası üzerinde hükümdarlık haklarıyla ilgili anlaşmazlık çözülemedi. Bugün de Rusya Federasyonu ile Japonya arasında önemli bir sorundur.
Batılı bir model içine oturtulan tek Doğu ülkesi olan Japonya, kısa bir süre içinde Doğu’nun endüstri devi haline geldi. Japonya’nın ABD ve öteki gelişmiş ülkelerle ticaret fazlası hala sürmekte ve bu da önemli ekonomik anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Japonya, petrol bağımlılığı dolayısıyla, kendisi kadar Ortadoğu petrolüne bağımlı olmayan ABD’nin İslam ülkelerine karşı politikasını gereksiz derecede sert bulmaktadır. 1978 Ekiminde, Çin’le 1931 yılından beri devam eden savaş durumuna son veren bir Barış ve Dostluk antlaşması imzalandı. Batı üstünlüğü Doğu tarafından dengelenecekse, Çin-Japon ittifakı olacak gibi görünüyordu. III. ÇİN HALK CUMHURİYETİ 1949 Ekim’inde ÇHC ilan edilmesinden sonra, Mao Zedung Çin Komünist Partisinin başkanı oldu. 1950 yılında Sovyetler Birliği ile otuz yıllık Dostluk İttifak ve Karşılıklı Yardım Antlaşmasını imzaladı. Toplumsal suçlama, kendi kendine eleştiri sistemi ve beyin yıkama gibi Doğu gelenekleriyle, tüm toplumsal sınıfların ortadan kaldırılmasına yönelik Batı geleneğini başarılı bir biçimde birleştirerek, Mao putlaştırıldı ve siyasal “endoktrinizasyon” görülmemiş boyutlara ulaştı. 1949’dan sonra laik Marksizm, laik Konfüçyüs düşüncesinin yerini aldı. İlk beş yıllık 1953 Sovyet yardımı ile endüstrileşmeye ağırlık verildi ve maden ile işgücü kaynağı Sovyet teknik yardımıyla birleşince ÇHC Sovyetler’in en önemli pazarı haline geldi. 1966 yılında bir beş yıllık planıyla “Büyük Proleter Kültürel Devrim” bürokratlaşmayı önlemekti. Mao ise 1976’da öldü. ÇHC sürekli sınıf çatışması yerine modernleşmeyi temek ilke kabul ederek, yavaş yavaş daha tutucu ve bir bakıma yenilikçi iç politikayla daha ılımlı bir dış politika izlemeye başladı. Moskova-Pekin çatışmasının açıkça ortaya çıkmasından sonra ABD ile ilişkilerini önce normalleştirdi. 1980’lerin ilk yıllarından başlayarak üç madde altında toplanabilecek olan reform hareketlerini. “Dörtlü Modernleşme” tarım, sanayi, savunma ve teknoloji. Sosyalizmi piyasa koşullarına uydurma yolunda karma ekonomik bir yapının. Fiyatlar yükseldi. Gençleştirme hareketi. Tiananmen Meydan’ındaki bu demokratikleşme çağrısı 3-4 Haziran 1989’da çok kanlı bir biçimde bastırıldı. Batılı kaynaklar 5.000 kişinin öldüğünü ve 10.000 kişinin yaralandığını duyurdular. Çin’de ekonomik reformları ve liberal politikaları siyasal yenilemenin izleyememesidir. Ekonomileri gelişen ülkelerde tek partili siyasal sistem halkın yükselen özlemlerine cevap vermektedir. IV. DOĞU BLOKU’NDS ÇOK MERKEZLİLİK Komünist Blok’ta görülen tek parçalı ve Moskova’ya sıkı sıkıya bağlı birlik, 1960’larla birlikte zayıflamıştır. Stalin’den Sonra Devlet Dış Politikası Stalin’in ölümünden kısa bir süre sonra “Sovyetler Birliği’ni uluslararası ilişkilerin ulus-devlet dünyasında daha doğru bir perspektif içine yerleştirmek için gelişen bir gerçekçilik”
1. Avrupa Politikası 30 Mayıs 1953’te verilen bir nota ile Sovyetler Birliği Türk toprakları üzerindeki iddialarından ve Boğazlar üzerindeki özel ayrıcalık isteklerinden vazgeçtiğini bildirdi. 15 Mayıs 1955’te Avusturya Devlet Antlaşması imzalandı. Bloklara katılmama koşulu ile Avusturya tam bağımsızlığını kazandı. Stalin’in ölümünden sonra, bu konudaki Sovyet önerileri Doğu Almanya’yı bir birim olarak sürdürmek ve Batı Almanya içine karışıp kaybolmasını önlemek amacına yönelmiştir. Doğu Avrupa devletleriyle askeri ilişkilerini sağlam temellere bağlamak için 14 Mayıs 1955’te yirmi yıl süreli Varşova Paktı’nı kurmuştu. 2. Asya Politikası 1949 yılında Çin’de komünistler işbaşına geçtikleri zaman Mao “Biz, uluslararası alanda, Sovyetler Birliği’nin önderliğinde emperyalizm karşıtı blokun içindeyiz” demişti. 14 Şubat 1950’de ÇHC ile Sovyetler Birliği arasında “Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardım Antlaşması” imzalandı. 3. Ortadoğu Politikası Ortadoğu sorunlarından uzak durdu. Böyle bir davranışın nedenleri, savaştan sonra bu bölgelerde Sovyet siyasal etkisinin azalması, güçlü komünist partilerin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin bulunmamasıdır. Bağdat Paktı’nın kurulmasıyla Ortadoğu ikiye bölünmüş olmaktaydı. Ortadoğu’da Sovyet Politikası ideolojik amaçlardan çok basit bir güç politikasına dayalıydı. Yani Sovyet önderleri 1917’de Lenin’in barış kampanyasıyla kazandığı büyük avantajı anımsamış görünmekteydiler. SBKP’nin 20. Kongresi 1. Stalin “Putunun” Yıkılması Stalin’in ölümünden hemen sonra başlayan Stalin’i kötüleme kampanyası 20. Kongre’de doruğuna vardı. Bu eleştiri iki nedenden dolayı gerekliydi: Bir kere, yeni otokratın çıkmasını önlemek için “kolektif önderlik” ilkesine önem vermek gerekiyordu. Kongre’de açıkça ilan ettikleri ilk ilke “barış içinde bir arada yaşamadır” 2. Barış İçinde Bir Arada Yaşama Kruşçev’in asıl amacı, ülkesini ekonomik bakımdan geliştirmekti. İlkesi ve kapitalizm ile sosyalizm arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğu görüşünü reddeden bir temel üzerine oturttu. İkinci ideolojik değişiklik, emperyalizm döneminde savaşların önlenebileceği görüşünün kabul edilmesidir. 3. Sosyalizm İle Ayrı Yollar Kongre’de çok önemli bir ideolojik değişiklik, sosyalizme ulaşmada ayrı yolların varolduğunun kabul edilmesidir. Nedenleri şöyle sıralanabilir: Yugoslavya’yla bozuk ilişkileri; komünist güçlerin ortaya çıkmasını engellemek; Asya ile Afrika’daki ulusçu hareketlerle iyi ilişkiler kurmak. Kongre’nin yumuşak havasının etkisi altında Polonya ve Macaristan’da bağımsızlık mücadelesi başladı. Yani Stalin ideolojisinin tam anlamıyla yana atmadılarsa da yeni koşullara uydurmaya çalıştılar.
4. Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve Bağlantısızlar Ekonomik ve siyasal etki şanslarının en yüksek olduğu bağlantısız devletlere eğildiler. “Bizimle olmayan bize karşı” biçimindeki geleneksel Sovyet ilkesini “bize karşı olmayan bizimle” haline getirmiştir. Kongre’de “Afrika halklarının uyanışı” ve “Latin Amerika’da ulusal kurtuluş hareketlerine” önem vermesi. Yeni Sovyet Politikasının Sonuçları 1. Polonya Olayları Ayrıcalıklı bir sınıf Polonya aydınları, yönetimi eleştiren yazılar şiirler ve bilimsel araştırmalar yayımlamaya başladılar. Sovyetler Birliğinin Polonya’da askeri müdahaleye başvurmasının en önemli nedenini Gomulka’nın tutumunda aramak doğru olur. 2. Macar Ayaklanması Rakosi yönetimi öteki Doğu Avrupa ülkelerine göre en sert, kapalı ve halktan kopuk olanıydı. Sovyet yöneticileri, Rakosi’nin tek adam yönetimine son vererek, 1953 Haziranında iktidara liberal görüşlü Imre Nagy’nin gelmesini sağladılar. 3. Birliği Güçlendirme Çabaları 21. Kongre 1959 yılının Ocak ayında toplanan SBKP’nin 21. Kongresi’nin en önemli özelliği, Sovyetler Birliği’nin artık tam anlamıyla sosyalizmi gerçekleştirdiğinin ilan edilmesidir. Burada Çin-Sovyet çatışmasının tohumlarının atıldığını görüyoruz. Yugoslav komünistlerin devlet edinememiş olmasıdır. Yugoslav Sovyet ilişkileri yeniden bozulmuştur. 22. Kongre 1961 Ekimindeki 22. Kongre’den sonra bu ayrılmalar “kervanına” Çin ve Arnavutluk’ta katılmıştır. 22. Kongre’den 1964 yılında iktidardan düşene kadar bu anlaşmazlık Kruşçev’i Mao’ya karşı öteki komünist partiler arasında destek almaya zorlamış ve bunun bedelini de Doğu Avrupa ülkelerine ödünler vermekle ödemiştir. Bu da Doğu Bloku içindeki çok merkezciliği güçlendirmiştir. 4. Romanya’nın Bağımsız Tutumu Moskova’dan bağımsız tutumda Yugoslavya, Çin ve Arnavutluk’u Romanya izledi. Romanya’nın farklı üç önemli özelliği vardı: Latin ırkından; Rusya’yla işbirliği geleneği yoktu; Önemli toprak anlaşmazlıkları. Güçlenen Romen milliyetçiliği, 1963 yılında ve ekonomik alanda ortaya çıktı. Doğu Avrupa’da bağımsız ekonomik planlamanın bayraktarlığını yapmaya başladı. 5. Çin-Sovyet Uyuşmazlığı a) Uyuşmazlıkların Kaynakları 22. Kongre’nin beklenen sonuçlarından biri Kruşçev’le ÇKP önderleri arasındaki anlaşmazlıktır. Tarihsel bir mücadele vardı. Dünyada bir önderlik mücadelesi de başlamıştı. Çin’in emperyalist olmayan, tam aksine sömürgeciliğe konu olmuş geçmişi ve renginin beyaz olmaması, yeni Asya ve Afrika ülkelerine sempatik geliyordu. Henüz endüstrileşmemiş.
İlk ülke önderliği Marksist-Leninist ideolojiyi de farklı yorumlamaktaydılar. Savaştan kaçınıla bileceği ve emperyalist devletlerle barış içinde yaşana bilineceği görüşü temel komünist ideolojiye aykırı olduğu gibi, doğru da değildi. b) Toprak Anlaşmazlıkları “Haksız” sınır antlaşmalarını değiştirilmesi. 1969 yılında iki devletin silahlı kuvvetleri arasında ciddi çatışmalara varacak kadar büyüdü. 1978 yılında Ussuri akarsuyunda yeni ve ciddi çatışmalar başlamıştı. c) Anlaşmazlığın Açığa Vurulması Kongre’de Arnavutluk’a bu yolla dolaylı bir biçimde ÇHC yöneticilerine şiddetli saldırılarda bulundu. Deng, Ocak 1979’da ABD’yi ziyaret edip iki ülke arasında Bilimsel teknik İşbirliği Antlaşması imzalarken, ABD’ye, Sovyetler’e karşı ittifak önerisinde bulunuyordu.1989 Mayısında Gorbaçov’un Pekin ‘i ziyaretinde Sovyet lideri ve Deng karşılıklı dostluk, egemenlik ve birbirlerinin iç işlerine karışmama sözü verdiler. Rusya’nın bu günkü Uzakdoğu çıkarları ABD’nin siyasal rolü ve askeri varlığının devam ettirilmesini gerekli kılıyordu. ABD bölgeden çekilirse ve Çin’in ekonomik askeri gücünün hızla arttığı düşünülürse bu gelişmelere Japonya’nın tepkisi silahlanma olabilirdi. Çin daha önemli hale geldiğinden, Rusya Japonya ile ilişkilerine ikinci derecede önem verir görünmektedir.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 1
II. YUMUŞAMA DÖNEMİNİN TEMEL KONULARI Silahsızlanma Uluslararası alanda silahsızlanma çalışmaları oldukça gerilere gider, ilk defa 1899 ve 1907 yılında yapılan birinci ve ikinci La Haye Barış Konferanslarında görüşülmüş, ancak bir sonuç alınamamıştır. 1. Birleşmiş Milletler de Silahsızlanma BM Genel Kurulu, 14 Aralık 1946 tarihinde aldığı bir kararla, barış ve güvenliğin sağlanmasında silahsızlanmanın en önemli paya sahip olduğunu kabul etmiştir. Genel Kurul bir Atom Enerjisi Komisyonu, Güvenli Konseyi de bir Klasik Silahlar Komisyonu kurdu. 1952 ‘de komisyon biçiminde birleştirildi. Silahsızlanma görüşmelerini BM içine çekme çabalarına rağmen, özellikle nükleer silahların sınırlandırılması alanında asıl başarı, BM’nin dışında, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ikili yada çok taraflı uluslararası antlaşmalarla gerçekleşmiştir. 2. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT I ve SALT II) A. SALT I (26 Mayıs 1972): Antlaşmanın Amacı; Nükleer silahların sınırlandırılmasıdır. 26 Mayıs 1972 tarihinde Moskova'da Amerika Cumhurbaşkanı Richard Nixon ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid Brejnev arasında imzalanan antlaşmadır. Her iki ülkede de füze karşıtı silah sistemlerinin iki tane olması üzerinde anlaşmaya varıldı. İkinci bir antlaşma ile nükleer başlıklı füze fırlatma sistemlerinin sayılarının sınırlandırılması konusunda başarı sağlanmışsa da MIRV’larla ilgili bir antlaşmaya varmak mümkün olmamıştır. B. SALT II (18 Haziran 1979): Antlaşmanın Amacı: SALT-I’in oluşturduğu sıcak hava içerisinde Amerika ve Sovyet Rusya'nın, saldırgan stratejik silahları (füzelerin) sınırlandırmak istemeleridir. SALT-II Antlaşması, 18 Haziran 1979'da Viyana'da, 1976 seçimlerinde ABD Cumhurbaşkanlığıma gelmiş olan Jimmy Carter ile Brejnev arasında imzalanmıştır. SALT-II görüşmeleri, birincisi gibi kolay yürümemiştir. Bu duruma, saldırgan stratejik silahların (kıtalararası füzelerin) sınırlandırılmasında her iki tarafın da, karşı tarafa üstünlüğü kaptırma endişesi sebep olmuştur. Diğer taraftan, SALT-II anlaşmalarının imzalandığı 1979 Haziran'ına kadar geçen sürede, milletlerarası ilişkilerde ortaya çıkan gelişmeler de, müzakerelerin uzamasında etkili olmuştur. Vietnam Savaşı, 1973 Arap-İsrail Savaşı, Amerika'da başkanlık seçimleri ve başkanların değişmesi ve diğer hadiseler gibi... SALT-II antlaşmalarının asıl amacı; uzun menzilli nükleer silahların sınırlanması idi. Sovyet Rusya'nın Afganistan'ı işgal etmesi iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirince Salt-ll Antlaşmaları yürürlüğe girmemiştir.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 2
C. START I (31 Temmuz 1991): Stratejik Silahların indirimi görüşmeleri ilk defa ABD ve SSCB heyetleri arasında Cenevre’de başlamıştır. NATO’nun bazı füzeleri Avrupa’ya yerleştirmesi ile üzerine SSCB görüşmelerden çekilmiş. ABD, Yıldız Savaşları olarak da bilinen (SDI) projesi taraflar arasında güvensizliği artırmıştır. START I ABD Başkanı Puşt ve Gorbachev tarafından imzalanmıştır. START I süper devletlerin artık topyekün caydırma yerine minimum caydırma stratejisini benimsemeleri anlamına gelmektedir. START I taraflardan ABD’yi daha üstün hale getirmiştir. D. START II (3 Ocak 1993): Bush ile Yeltsin tarafından imzalanmıştır. ABD sahip olduğu nükleer savaş başlığının sayısını 3,500’e, Rusya ise 3.027’ye indirecektir. 1996 yılında ABD senatosundan onaylanan antlaşma Rusya tarafından 2000 yılında parlamentodan geçmiştir. E. Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi Görüşmeleri (MBFR) ve AKKUM (CFE) Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi Görüşmeleri 1973 yılında Viyana’da başladı. Fransa ve İzlanda dışındaki NATO devletleri e Varşova Paktı üyeleri katıldı. Asıl Katılan ülkeler bunlar güçlerinde indirim yapacak ülkelerdi: ABD; Kanada, İngiltere, Federal Almanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Sovyetler Birliği, Demokratik Almanya, Çekoslovakya ve Polonya “Kanat ülkeler” olarak nitelendirilen gücü olmayan ve indirim yapmayacak olan ülkeler; Türkiye, Yunanistan, İtalya, Danimarka, Norveç, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan
F. Latin Amerika’da Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması Tlatelolco Antlaşması da denen Latin Amerika kıtasının nükleer silahlardan arındıran antlaşma Meksika’da 1967 yılında imzalandı. Tlatelolco Antlaşması, bölge devletleri tarafından belirli bir bölgeyi nükleer silahlardan arındıran ilk antlaşma olarak önemlidir. G. Denizyatağı Antlaşması Devletlerin 12 millik karasularının ötesinde, okyanusların denizyatağına konuşlandırılmasını yasaklayan antlaşma 1971 de yapıldı. Dünya ülkelerinin çoğu imzalamıştır. Fransa ve ÇHC antlaşmayı imzalamamıştır H. Orta Erimli Füzelerin Yasaklanması Antlaşması (INF) 1985’te Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nde işbaşına geçmesi ve ABD’de Başkan Regan’ın, başkanlığının ilk yıllardan sonra silahsızlanma çabalarına olumlu yaklaşmasıyla iki ülke arasında IFN denen orta erimli füzelerin yasaklanması görüşmeleri başladı. Erimleri 500 ile 5499 km. arasında olan nükleer füzelerini yasaklayan, yani Avrupa tümünün yok edilmesini öngören (0 çözüm) bir anlaşma belirlediler. 8-10 Aralık 1978 toplantı gerçekleşti. 8 Aralıkta INF Antlaşması imzalandı. İlk sıfır çözümlü nükleer silah antlaşmasıydı.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 3
Kruşçev Sonrası Çin – Sovyet Anlaşmazlığı 1. Ödün Bekleme Dönemi Kruşvev’in iktidardan düşürülmesinden hemen sonra, Sovyet önderleri Çin ile yakınlaşmayı ümit ediyorlar ve böylece Çin’e yapılan sert saldırıların öteki komünist devletler üzerindeki kötü etkisini ortadan kaldırıp, Doğu Blok’unun Moskova’nın önderliğinde yeniden birliğe kavuşmasını istiyorlardı. Çin önderleri ise yeni Sovyet önderinin Kruşçev politikasından Pekin ve aleyhine ne ölçüde ödün vereceklerini görmek için bekliyorlardı. 2. Sovyet Dış Politikasının Temel Özellikleri İktidarını güçlendirmek peşindeydiler. Sovyet ekonomisini daha akıcı ve sağlam temellere dayandırmak görevi omuzlarındaydı. Uluslararası komünist harekette Moskova’nın yerini sağlamlaştırmak. Batı’nın Sovyetler’in karşısına birleşik bir nükleer güçle çıkmasını önlemek. 3. İlişkilerin Yeniden Bozulması
Sovyetler Birliği 1955 yılındaki Bandung Konferansına katılmamıştı. Bu konferansta ÇHC alanı boş bulmuş
ve
bağlantısız
ülkeler
üzerindeki
etkisini
Moskova
aleyhine
arttırmaya
başlamıştı.
Sovyetler Birliğine göre Vietnam’da ABD saldırgandı ve bu hareketiyle dünya barışını ve “barış içinde bir arada yaşama” ilkesini tehlikeye düşürmekteydi. Çin’e göre ise ABD Çin’i kalıbı içerisinde tutabilmek için Vietnam’daydı ve Hindiçini’nde Çin’in uluslararası planda ve özellikle Asya-Afrika’nın yeni bağımsız ülkeleri arasında prestijini arttıracak olan ulusal kurtuluş savaşı sürmekteydi. 4. “Çin’i Çevreleme Politikası” Çin Sovyet davranışlarını Sovyet-Amerikan işbirliği açısından görmekte ya da öyle görünmek istemekteydi. ABD ile Sovyetler Birliği’nin “Çin’in çevreleme politikalarının” bir bölümü. Sovyetler Birliği Çin’e karşı Asya’da durumunu kuvvetlendirmek için, bazı girişimlerde bulunmuştu. Ocak 1966 da Brejnev’in Moğolistan Halk Cumhuriyetini ziyareti. SBPK’nın güçlü adamı Şelepin’in Kuzey Vietnam’ı ziyareti. Ocak 1966’da Taşkent’te Hindistan ile Pakistan arasında gerçekleştirilen antlaşma. 1966 Temmuzunda Japonya’yla. ÇHC bu ziyaretleri, Asya’da Çin’e ve devrimine karşı Sovyetler Birliği, ABD ve Japonya arasında kurulmakta olan bir “Kutsal İttifak” olarak değerlendirdi. Amerikan Dış Politikası 1970’lerle birlikte ABD’nin izlediği dış politikanın iki önemli özelliği belirgin bir biçim almaya başladı. Özellikle 1976’dan sonra Carter ve 1981’den sonra Reagan yönetimlerinin NATO’ya artan bir önem verip, askeri açıdan örgütü güçlendirmeye çalışmaları ve Reagan’ın Avrupa’daki yumuşamaya artık bel bağlamamasıdır. Her ikisi de Helsinki Belgesi’nin “üçüncü sepet”. Sovyetler Birliği’nde rejim aleyhtarlarına uygulanan baskı politikasını şiddetle eleştirmişler ve Polonya bir silah olarak kullanmaya başlamışlardır.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 4
Başkan Nixon 1972 yılında Pekin’i ziyaret edip Çin ile ilişkileri “normalleştirme” kararına varmasından sonraki dönemde, Sovyetler’i ve İkinci derece de önemli olmak üzere ÇHC’yi en az iki cephede askeri, siyasal ve ekonomik baskı altında bırakıp, dünya politikasındaki oynaklık yeteneğini artırmaktı. 1. NATO’nun Güçlendirilmesi Kısacası, 1972-1976 döneminin Amerikan dış politikası “ya yumuşatma ya da nükleer savaş” anlayışına dayanmaktaydı. Carter yönetimine göre ABD yumuşama uğruna Sovyetler’e çok ödün vermiştir. “araç” durumundan “amaç” durumuna getirilmiş olmasıydı. Yumuşatma durağan bir olgu değildi ve Sovyet iç ve dış politikasında adım adım ama köklü bir değişiklik yaratmak için kullanılmalıydı. Bu da ancak güçlü bir NATO’nun Sovyet klasik ve nükleer gücünün dengelenmesiyle olanaklıydı. Carter yönetiminin dış politikası şöyle özetlenebilirdi: Sovyetler Birliği ile ilişkiler artık Amerikan dış politikasının başat boyutu olmaktan çıkarılmalı, daha cesur ve kapsamlı bir dış politika izlenmeliydi. NATO güçlendirilmeli, ABD’nin asıl Batı Avrupa, Japonya ve ÇHC ile ilişkilerine önem verilmeliydi. Stratejik denge bir yana bırakılırsa, ABD ekonomik teknolojik ve siyasal etki alanlarında hala büyük bir üstünlüğe sahipti. İşte bu üstünlük, Carter’a göre, Sovyetler’den gerek askeri gerekse siyasal alanda ödün koparmak için kullanılmalıydı. Reagan’a göre Sovyetler Birliği yumuşamayı kendi ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek ve etkisini yaymak için iyi bir araç olarak kullanmıştı. Reagan iktidarının ilk dört yılı içinde “kötülük imparatorluğu” adını verdiği Sovyetler Birliği’ne karşı askeri, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü olma yönünde önemli adımlar atılmıştı. 2. Genişleyen “Çevreleme Politikası” ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Truman Doktrini, NATO ve CENTO aracılığıyla, Sovyetler Birliği’nin Avrupa ve Ortadoğu’da genişleme olasılığına karşı bir “çevreleme” ya da “durdurma” politikası uygulamaya başlamıştı. ABD’nin Doğu Asya’daki yeni “dostu” ÇHC’nin doğudaki baskısıyla birlikte düşünülürse, güçlendirilecek, NATO çizgisiyle Sovyetler Birliği’ni iki cepheden sıkıştırmış durumda kalacak ve dünyanın öteki bölgelerinde serüvenci tutumu sona erecekti. NATO üyesi bazı Batı Avrupa ülkelerine orta menzilli nükleer füzelerin yerleştirilmesi bu politikanın. Doğu Avrupa ülkelerindeki demokratikleşme hareketi Varşova Paktı’nın ortadan kalkması ve bu gelişmelerden sonra Avrupa’ya yönelik bir “Doğu tehdidinin” ortadan kalkmasıyla, NATO’nun siyasal niteliği askeri niteliğinden üstün gelen bir örgüt biçimine dönüşmesi. NATO, ABD’nin, Avrupa’nın bir örgüt olarak. ABD’nin “barış için ortaklık” önerisi genellikle kabul görmüş ve eski Varşova Paktı üyelerini de içine alan bir “Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi” kurulmuştur. Gorbaçov bir kere Sovyet imparatorluğunu güç yoluyla yönetmeyi durdurunca, soğuk savaşta kendiliğinden bitti.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 5
Petrol Bunalımı ve OPEC Pazarları da aralarında bölüşen büyük petrol şirketleri, petrolün üretiminden pazarlanmasına kadar tüm sürecin denetimini ellerinde bulunduruyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ayrıcalıkları veren ülkelerdeki milliyeti akımların, siyasal ve ekonomik bağımlılıklarının somut göstergesi olarak büyük petrol şirketlerini görmeye başlamaları, petrol dünyasını altüst edecek gelişmelerin çıkış noktası oldu. 1. OPEC’İn Kuruluşu 1959-1960 larında petrol şirketleri petrol fiyatlarını düşürmek zorunda kaldılar. Nedenleri: (i) 1950’lerde dünya petrol piyasasına girmeye çalışan bağımsız petrol şirketleri, Pazar bulabilmek için düşük fiyat politikası uygulamaya başlamışlardı. (ii) Sovyetler Birliği, 1950’lerde artırdığı petrol üretimini ekonomik ve siyasal olarak değerlendirebilmek için, ucuz petrol satmaya ve takas anlaşmalarıyla dünya pazarına girmeye başlamıştı. (iii) ABD, 1959 yılında “zorunlu petrol kotaları” koyarak kendi pazarını denetlemeye başlamıştı. 1960 Ağustosunda OPEC’i (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) kurdular. Daha sonra 13 ülke, OPEC’in temel amacı olan petrol fiyatlarının yükseltilmesi ise 1970’lerde gerçekleşti. 1970-1971 döneminde OPEC devletleri, üretim ve fiyat konusunda karar verme süreci açısından şirketlere üstünlüklerini kabul ettirdiler. ABD’nin şirketleri desteklemesidir. Dış piyasadaki petrol fiyatlarının, Amerikan iç piyasasındaki düzeye çıkartılması, bu devletin çıkarına olacaktı. 2. OAPEC, 1973 Petrol Ambargosu, Kuveyt’in İşgali ve Etkileri 1967 Ortadoğu savaşından sonra kurulan OAPEC: (Petrol İhraç Eden Arap Ülkeler Örgütü), Mısır, Cezayir ve Libya gibi ülkelerin sonradan katılmasıyla Arap petrolünün İsrail’e karşı bir “siyasi araç” olarak kullanılması için elverişli bir örgütsel taban oluşturuldu. 1973 Ekiminde Ortadoğu Savaşının çıkmasıyla birlikte, OAPEC, İsrail, ABD ve bazı Batı ülkelerine karşı petrol ambargosu uygulamaya başladı. Ambargo etkili bir biçimde uygulanamadı ve kısa süreli oldu. OAPEC’in yüksek fiyat politikası uzun süreli, etki ve geriye dönüşü olmayan bir davranış kalıbı biçimiyle, etkilerini uzun yıllar sürdürdü. Petrol ithal eden az gelişmiş ülkeler, OAPEC’in “petrodolarlarını” ülkelerine çekemediklerinden ve üstelik Batıdan aldıkları endüstri mallarına da yüksek fiyat ödediklerinden, Batılı devletlere göre daha zor duruma düştüler. Fiyatların denetimsiz bir biçimde yükseltilmesi, petrol ithal eden gelişmiş ülkeleri, petrolün yerine geçecek öteki enerji kaynaklarının daha büyük bir gayret ve hevesle geliştirmesi yoluna iteceğinden, uzun vadede ters sonuçlar doğuracağı anlayışı da yerleşmeye başlamıştır.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 6
Avrupa’da Soğuk Savaşın Sonu ve Yeniden Yapılanma 1.
Gorbaçov’un Yeni Politikası a) Özellikleri
1985 yılında SBKP Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçov, otuz yıllık Stalin döneminin belirgin özellikleri: Stalik diktası ve kültü; Siyasal terör; Komünist Parti tekeli; Devlet işlerinin her alanında kapalılık Komünist dünyanın tek parçalı bütünlüğü. 20. 21. 22. Kongrelerinde Stalin döneminin ilk iki niteliği son buldu. “Yeniden Yapılanma” (Prestroika) kitabıyla Sovyet yönetiminin aksayan yönlerini sert biçimde eleştirdi ve onu toplumun eleştirisine de açtı. “Açıklık” politikasıyla da, ayrıcalıklı ve kapalı bir bürokratik seçkinler gurubu tarafından yönetilen Sovyet toplumunda genç ve yetenekli kişilerin yönetici durumuna geçmelerini amaçlıyordu. Gorbaçov işe, 1985’te alkolizmle mücadeleye başladı ve başarısı, Sovyet halkına, inandırıcı ve izlenmesi gereken bir önder olduğunu kanıtladı. Gorbaçov, ekonomik alanda başarı kazanıp halkın günlük sıkıntılarını ortadan kaldırmadan reformları benimsemesinin ve dolayısıyla “yeniden yapılanma” nın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını anlamıştı. Tüketim mallarında üretimi arttırmak yaşamsal bir önem kazandı. Komünist Partinin etki alanını küçülterek parlamentoyu Komünist Partiye karşı yeni bir güç odağı haline getirmekten. Demokrasi için gerekli olan güçler ayrımını gerçekleştirmekti. b) Sonuçları Direnme hareketleri 1989 yılında özellikle Baltık ve Kafkas Cumhuriyetlerinde bağımsızlıkçı bir nitelik kazandı. Dışarıdaki etkileri, Doğu Avrupa’daki demokrasi hareketlerini hızlandırması ve ABD ile birçok konuda anlayış birliğine vararak Avrupa yumuşamasında katkıda bulunması sayılabilir. İki Almanya’nın birleşmesi karşısındaki olumsuz Sovyet tutumunu kaldırarak, 3 Ekim 1990’da birleşik bir Almanya’nın doğmasına yol açtı. 1989’da otuz yıllık bir aradan sonra Pekin’e giden ilk Sovyet önderi oldu ve iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirdi. Yılın en önemli olaylarından biri de Gorbaçov ile Bush’un 2-3 Aralık 1989’da Malta açıklarında bir savaş gemisinde yaptıkları doruk noktasıydı. Avrupa’da kalıcı bir işbirliğini gerçekleştirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “demir perde” yi alçalttı ve daha az ilahlı, daha esnek, daha işbirliğine yönelik bir dünyanın temellerini attı. 2. Sovyetler Birliği’nin Dağılması İmparatorluğu 26 Aralık 1991 tarihinde dağıldı. Gorbaçov, 1990’da bir yanda çok ciddi ekonomik sorunlar öte yanda Sovyet Cumhuriyetlerinde etnik ve ulusçu huzursuzluklarla karşılaşmıştı. 21 Ağustos’ta darbe başarısızlığa uğradı. Moskova’daki darbe Almanya’daki Kapp darbesine benzemektedir. 19 Ağustosta Sovyet Parlamentosunun Komünist Partinin tüm faaliyetlerini sona erdirmesiyle noktalandı. 26 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği resmen dağıldı. İşin aslına bakılırsa 8 Aralık, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya, Sovyetler Birliği’nin artık
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 7
var olmayacağı konusunda görüş birliğine varmışlar ve yerine Bağımsız devletler Topluluğu’nun kurulduğunu açıklamışlardır. 3. Doğu Avrupa’da “Büyük Dönüşüm” Bu büyük olayların nedeni devletçi ekonomik kalkınma modelinin, Sovyetler ve Doğu Avrupa ülkelerindeki ekonomik bunalım olarak ortaya çıkan başarısızlığında aramaktadırlar. Ekonomik nedenlerden çok siyasal ve toplumsal nedenlerin ağır bastığıdır. 4. Almanya’nın Birleşmesi ve Doğu Avrupa’ya Dönüşü İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda üç ulus, Almanya, Kore ve Vietnam ikiye bölünmüştü. Vietnam, 1970’lerde birleşti. İki Kore aralarındaki düşmanlığa son verip birleşmenin yolunu açarak görüşmelere başladılar. Alman ulusçuluğunun son 150 yıl içinde Avrupa’da üç savaşa yol açması da ülkenin gücünde yatar. 18 Mart 1990’da yapılan 1945 sonrasının ilk serbest seçimlerinden Hıristiyan Demokrat Parti birinci olarak çıktı. Nisan ayında iki Almanya ile İngiltere, ABD, Fransa ve Sovyetler Birliği arasında 2+4 olarak bilinen ve Almanya’ya egemenliğin geri verilmesini ve Berlin Duvarı’nın tümüyle yıkılmasını öngören görüşmeler yapıldı. 2 Ekim 1990 gecesi saat 24.00’te tek bir Almanya doğdu. Bütünleşmenin yarattığı ekonomik sorunlar gerekse Doğu Avrupa ülkelerinden gelen göçmen işçilerle mülteciler, Almanya’da zaten potansiyel olarak var olan ırkçılığı hortlattı. Birleşmeden hemen sonra, yeni özgürlüğünü kazanan Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yeni politikası (Neu Ostpolitik) bölgede ve giderek Balkanlar’da Almanya’ya belirgin bir üstünlük sağladı. Yugoslavya’nın dağılmasında ve bu günkü Bosna-Hersek trajedisinin ortaya çıkmasında başrol oynadı. 5. Yeni Avrupa’nın “Mimarları” 12 Avrupa Topluluğu devletinin önderleri Hollanda Maastricht (9-11 Aralık 1991) Mali ve siyasal birlik, ortak para birimine, ortak bir dış politika, ortak bir savunma politikası, sosyal politikada, Avrupa parlamentosunun yetkilerinin arttırılması. 1949 yılında Avrupa’da demokrasi ve insan haklarının yerleştirilip korunması amacıyla ve siyasal bir örgüt olarak kurulan Avrupa Konseyi, yeni Avrupa’nın en önde gelen mimarı haline geldi. III. YUMUŞAMA DÖNEMİNİN ÇATIŞMALARI 1946 ile 1991 yılları arasında tüm dünyada ortaya çıkan 140 silahlı çatışmadan ancak 7 tanesi Avrupa kıyasında meydana gelmiştir. Az gelişmiş ülkeler arasındaki çatışmaların temel nedenleri (i) modern teknolojiyi ele geçirme isteği (ii) gelişmiş ülkelerdeki yüksek yaşam standartlarına duyulan tepki (iii) geçmişin emperyalist sömürüsü (iv) bugünün ırk ayrımı. Ulusçu duygu. % 10’u, yani 16 devlet tam anlamıyla homojen. Asıl sorun, hiçbir etnik gurubun nüfusun yarısını bile oluşturamadığı devletlerde ortaya çıkmakta.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 8
Çin-Hint Çatışması 1. Çatışmanın Temeli: 1962 yılındaki Çin-Hint sınır çatışması, temeli İngiliz sömürgeciliği döneminde iyi çizilmemiş olan sınırların (Mac Mahon Çizgisi) yarattığı toprak uyuşmazlıklarıdır. 2. Sınırların Niteliği: Çin, Batı sınırında 1962 Ekiminde Kitle halinde saldırıya geçti. Çin, 21 Kasım 1962’de tek yanlı olarak ateşkes ilan etti ve 1 Aralık 1962’den başlayarak geri çekileceğini belirtti. Çatışma böylece durdu. 3. Sonucu ve Tepkiler: Çin-Hint çatışmasının en önemli sonucu, Hindistan’ın o zamana kadar başarını bir biçimde sürdürdüğü bağlantısız dış politikadan ödünler vermesi, Batı Bloku ve özellikle ABD’ye yaklaşması olmuştur. Bu çatışmanın, devletlerin dış davranışlarında, “prestijin” ne kadar önemli bir rol oynadığını göstermesidir. Sovyetler Birliği, Çin saldırısı sonucunda ise Hindistan’ı açıkça destekleme durumuna geçti. Her iki taraf da istikrarlı bir Hindistan’dan yana oldular. Hindistan-Pakistan ve Bangladeş 1. 1965 Tarihli Hindistan-Pakistan Savaşı Pakistan, kurulmasında ABD’nin önayak olduğu Merkezi Antlaşma Örgütü’ne (CENTO) üye olmuş, Hindistan Sovyet yönergesine yaklaşmaya başlamıştı. 5 Ağustos 1965’te Pakistan askerileri, Keşmir’in Pakistan’ın elinde bulunan bölgesinden, Hindistan’ın elinde bulunan bölgeye, bir ayaklanma çıkartmak amacıyla geçtiler. Savaş boyunca Pakistan’a desteğini açıklayan ÇHC. a) CENTO’nun Tutumu: Hindistan suçlanırken, öte yandan çatışmaların sona erdirilmesi için Keşmir bölgesinde kurulacak BM barış gücüne asker verebilecekleri belirtiliyor ve bağlaşıkları olan Pakistan’ı desteklemeye hazır oldukları da açıklanıyordu. b) Taşkent Bildirisi: Sovyetler Birliği, taraflar arasında arabuluculuk yapma önerisi, 1965 Kasımında Hindistan ve Pakistan tarafından kabul edildi. 22 Ocak 1966 tarihinde iki hükümet arasında imzalanan bir anlaşmayla, birlikler 1966 Şubatında eski yerlerine çekildiler ve daha sonra Keşmir’de bulunan kuvvetlerin sayısını 1949 tarihindeki düzeye indirme konusunda da anlaşmaya varıldı. 2. 1971 Çatışması ve Bangladeş’in Doğuşu a) Doğu Pakistan’da İç Savaş Hindistan’ın Kuzey Doğu köşesinde bulunan Doğu Pakistan, tarihte Doğu Bengal olarak bilinmektedir. Ülkenin iki bölgesi arasında 1600 km.lik bir mesafe ve Hint toprakları kalmıştı. Aralık 1970’te yapılan seçimlerde Avami Birliği büyük bir üstünlük sağlayınca, ayrılıkçı hareket hız kazanmıştı. Asıl anlaşmazlık ekonomik nitelikte olup. Avami Birliği 23 Mart 1971 tarihinde bölgenin “Bangladeş” adıyla ayrı bir bağımsız cumhuriyet olduğunu açıkladı. Bangladeş hükümeti Pakistan birlikleri tarafından işgal edildi. Bangladeş’te “Kurtuluş Ordusu” kurularak gerilla savaşına başlandı. b) Hint – Pakistan Çatışması 26 Mart 1971’de Pakistan ordusunu Doğu Pakistan halkına karşı zor kullanmakla suçlayıp Hint hükümetinin “sınırlarına bu kadar yakın olan bir bölgedeki gelişmelere karşı kayıtsız kalmayacağını” açıkladı.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 9
Pakistan ile Hindistan arasındaki ilişkiler de Ağustos-kasım ayları arasında Doğu Pakistan’dan kaçanların sayısı her gün artıp dokuz milyonu bulunca, daha kötüleşti. Sınır boyunca Hint ve Pakistan birlikleri arasında ciddi çatışmalar başladı. 1971 Aralık ayında Pakistan savaş uçaklarını Batı Hindistan’daki askeri havaalanlarına sürpriz saldırısıyla açık savaşa dönüştü. c) Bangladeş’in Kuruluşu Çin ve ABD, Pakistan’ı, Sovyetler ise Hindistan’ı desteklediler. Şubat ayının sonunda Bangladeş’in bağımsızlığı, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Batı Avrupa ülkeleri dahil 30 devlet tarafından tanındı. İndira Ghandi, 17-19 Mart 1972 tarihinde Dakka’yı ziyaret etti ve iki ülke arasında bir Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı. Bangladeş 1988 yılında İslami Cumhuriyet biçimine dönüştü. 90 milyonluk nüfusuyla dünyanın 8. kalabalık ülkesi. 1430.000 km. karelik ufak bir toprak parçası, sürekli bir açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Komşu Birmanya’nın 1978 yılında 250.000 Müslümanı Bangladeş topraklarına sürmesiyle zaten kötü durumda bulunan ekonomi, daha da ürkütücü duruma gelmiştir. 3. Pakistan’da Ziya ül-Hak Dönemi ve Sonu 1977 seçimleri sonunda ülke bir iç savaşın eşiğine gelince Genel Kurmay Başkanı Ziya ül-Hak askeri bir darbe ile devlet başkanlığını ele geçirdi. 1984’te Pakistan’ı İslam Devleti yapan bir referandum uygulandı. 1988 Ağustosunda uçağına bilinmeyen kişiler tarafından bomba konması ve patlaması sonucu öldürüldü. Benazir Butto Müslüman bir ülkenin ilk kadın başbakanı olarak 1988 Aralık Ayında iktidara geldi. Butto’nun 1990 Ağustosunda Devlet Bakanı tarafından yolsuzlukla suçlanarak görevden alınması ve yargılanmasıyla Pakistan’da kısa süren demokrasiye yeniden ara verildi. 1991 yılında medeni hukuk yerine İslami hukuku getiren anayasa değişikliği yapıldı. Vietnam Savaşı 1. Kennedy Dönemi ve Askeriyenin Artan Önemi Kennedy, onun önderliğinde ABD Vietnam’da önemli bir geçiş dönemine girmiş, en alt düzeyde bir bağlılıktan, doğrudan müdahaleye geçilmiştir. Savunma Bakanı MacNamara da Amerikan zaferinden emindi. Sayılabilir veri ve istatistiğe o kadar bağlıydı ve sayıların üstünlüğüne o kadar inanıyordu ki. Giderek, ABD gerici bir hükümetin müttefiki olarak görünmeye başladı. Güney Vietnam hükümetinin belki de tek erdemi komünizm karşıtı olmasıydı. 2. Johnson Dönemi: Yıkım Başkan Johnson döneminde Vietnam savaşına kitle halinde savaşkan Amerika birlikleri gönderildi. Kuzey ve Güney Vietnam’ın sürekli bombalanmasına, 500.000 Amerikan askerinin cephede savaşmasına rağmen, düşman yenilmedi. Kuzey Vietnam’ı yanlış değerlendirdi; halkını yanılttı; kendisini de aldattı. Bombalama istenen sonuçları doğurmadı. 1965 Mart ayında bölgedeki Amerikan birlikleri, haziran ayında ise General Westmoreland isteğini 200.000 askere yükseltti. Artık Vietnam bir Amerikan savaşı haline gelmişti.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 10
3. Nixon Dönemi: Yirmi Yıllık Çember ABD, kendisini Vietnam “bataklığından” kurtaracak “şerefli bir çekilmeye” hazırlanmaktaydı. ADB gelecekte Vietnam gibi bağlantılara girmeyecek ve yerel savaşlara savaşkan askerlerle katılmaktansa ekonomik ve askeri yardım verecekti. 1971 yılı boyunca, Paris’te barış görüşmeleri sürer ve 200.000 Amerikan askeri evine dönerken Güney Vietnam’da savaş sürüyordu. 1972 Mayısındaki Sovyet-Amerikan doruk toplantısından sonra, Kuzey Vietnam kendi müttefikleri tarafından terkedilmiş durumda bulu. İlginç bir çelişki içinde. Sovyetler Birliği ile ÇHC’yi birlikte düşünürsek, 1 milyara yakın komünistle yumuşamaya varırken, 17 milyonluk bir köylü komünist ülkeyle kıyasıya savaşmaktaydı. 4. Bırakışma ve Paris Antlaşması Savaş 23 Ocak 1973 tarihinde, başlamasından 30 yıl sonra bir ateşkes ile bitti. Paris antlaşmasına göre; Amerikan askerleri ve danışmanları Vietnam’dan çekilecek, 1973 Paris Antlaşmasıyla yapılan, 1954 Cenevre Antlaşmasına geri dönmek olmuştur. ABD’nin çekilmesinden ve Paris Antlaşması’ndan sonra 1975 Mart ayında Kuzey Vietnam Birlikleri, Güney’e saldırdılar. Güney Vietnam direnmesi çok kolay kırıldı ve savaş 30 Nisan 1975’te Güney Vietnamın şartsız teslimiyetiyle bitti. ÇHC Vietnam’ı baskıcı bir politika izlemekle suçlayıp yaptığı mali yardımı kesti. 25 Aralık 1978’de Sovyetler tarafından teçhizatlandırılan Vietnam birlikleri, ÇHC’nin desteğindeki Kamboçya’ya saldırdılar. Kızıl Khmer gerillaları tarafından iktidardan düşürüldü, Kamboçya’nın başına dört yıllık iktidarı boyunca Kamboçya nüfusunun dörtte birini öldürmüş, olduğu iddia edilen Pol Pot geçti. 1978 yılında tarihte iki komünist devlet arasındaki ilk savaşta, daha iyi techizatlandırılmış sayıca daha üstün ve daha iyi yönetilen Vietnam birlikleri Kamboçya’yı işgal ettiler. Bunu sonucu olarak, ÇHC Sovyet tepkisi riskini göze alarak, 1979 yılının başında Vietnam’ın kuzey bölgelerini işgal etmeye başladı. Ortadoğu Savaşları 1. Altı Gün Savaşları (1967) Nasır, 22 Mayıs 1967’de Tiran Boğazı’nı İsrail Gemilerine kapattı. Sina harekatının kahramanı Moşe Dayan Savunma Bakanı oldu. Arap devletlerinin askeri kuvvetlerinin bire üç oranında İsrail kuvvetlerine üstün olduğunu ve her an bir işgalin gerçekleşebileceği düşünüldü 5 Haziranda İsrail hava kuvvetleri Mısır’ın hava üslerine saldırıda bulundular. Hava üstünlüğünü kesin bir şekilde eline geçiren İsrail’in Sina’da ki birlikleri geri püskürtmesi çok zor olmadı. 9 Haziran’da İsrail Kuvvetleri Golan tepelerine saldırdılar. İsrail birlikleri Ürdün askerlerini Batı Şeria ve Kudüs’ten geriye atmaya başlamışlardı. İsrail, hükümetinin değişiyle “öncekinden daha iyi savunulabilecek sınırlara sahip olmuştu.”
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 11
1967 Arap-İsrail savaşının ABD açısından en önemli sonucu, Ortadoğu’da uğradığı büyük prestij kaybıdır. Sovyet silah yardımının bir başka sonucu, Arap devletlerinin İsrail’e karşı tutumunu sertleştirmeleridir. “ödün, görüşme ve barış yok.” Sloganı Arap devletlerinin dış politikalarını etkiledi. 2. Ekim Savaşı İsrail’e kaptırılan Stratejik toprak parçasıyla Kudüs diplomasi yoluyla geri alınamıyordu. 1970’de ölen Nasr’ın yerine Enver Sedat geçti. Enver Sedat geniş ölçekli bir Arap karşı saldırısı planlamaya başladı. Sovyetler Birliği, Mısır ve Suriye’ye saldırı silahları vermemekle birlikte, 1967 yılında yitirilen savaş malzemesini sağlamakta ve askeri strateji konusunda Arap askerilerini eğitmekteydi. Glolan Tepeleri ve Sina Yarımadasında İsrail birlikleri geri çekilmeye zorlandı. İsrail, kendisine aşırı güvenin ve Arap askerlerini hor görmesinin sezasını çekmekteydi. İlk kez İsrail’in yenilmezliği “miti” ortadan kalkmıştı, Araplar kendilerinde ilk kez savaşma gücünü gördü. İsrail dördüncü zaferini kazanmıştı ama maddi ve manevi açıdan kayıpları büyüktü. İsrail’in bir başka savaş riskini göze almadan, işgal ettiği bölgelerde uzun süre kalamayacağı açıkça ortadaydı. Zamanın Ortadoğu’da görevini yapamıyor olmasıydı. Sürekli barışın, ancak eşitlik ve hakkaniyet üzerine kurulabileceğidir. İsrail belki stratejik bakımdan güvenli sınırlara ama güvenilir olmayan bir nüfusa sahip olmuştu. 3. Lübnan İç Savaşı Lübnan, 1970’lerin ortalarında taraflarını Hıristiyan sağcılar ve Müslüman solcular, Suriye birlikleri, İsrail ve BM Barış Gücü’nün oluşturduğu bir iç savaş içine girdi. Ulus-devlet görünümünde değildir. Lübnan’ın etnik yapısında ülkede konuşulan Arap dili ve Arap kültürü ile Hıristiyan batı Kültürü, dinsel yapısında ise Hıristiyanlıkla Müslümanlık çatışmaktadır. Ailelere bölünmüş yapısı, ülkenin siyasal yaşantısına, kişisel özelliğini sokmuştur. a) İç Savaşın Başlaması 1943 yılında tam bağımsız oluğundan buyana siyasal istikrarını geleneksel olarak bir Hıristiyan başkan ve Müslüman başbakan seçerek sürdürüyordu. Arap-İsrail savaşını sonucu evsiz ve yurtsuz kalan 400.000 Filistinli Arap nüfusunun Lübnan’da kurdukları mülteci kampları, Lübnan’ın zaten hassas olan etnik dengesini bozdu. Barışı sağlamak için Suriye birlikleri ile BM Barış Gücü Lübnan Sahnesine girdi. 1975 yılında sağcı Hıristiyanlar, solcu Müslümanlar ve Filistin gerillaları arasında bir iç savaş çıktı. 1976 yılının nisan ayında ABD ile İsrail’in de onayıyla 30.000 Suriye askeri çatışmaları durdurmak amacıyla Lübnan’a girdi. 1978 yılının mart ayında İsrail Lübnan’ın güney bölgesini işgal ederek buradaki Filistin kamplarına ağır zarar verdi ve Haziran ayında bölgeye BM Barış Gücü gelince geri çekildi. 1982 Haziranında İsrail, Filistinlileri bölgeden çıkarmak için Lübnan’ın güneyine girdi. Ve İsrail’in verdiği. Saldırılara hedef olan Uluslararası Barış Gücü, 1984 yılında ülkeden çekildiyse de İsrail askeri varlığını sürdürdü.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 12
22 Mayıs 1991 tarihinde Suriye ile Lübnan arasında imzalanan bir antlaşmayla Suriye, 1943 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk defa Lübnan’ı ayrı ve bağımsız bir devlet olarak tanıdı. 4. Mısır – İsrail Uzlaşması Washington’da 1978 Eylülünde imzalanan Camp David çerçeve antlaşması temelinde, Mısır ile İsrail yine Washington’da, ABD’nin sürekli çabası ve iki tarafa da görülmemiş miktarda ekonomik yardım söz konusu karşılığında, 26 Mart 1979’da bir Barış Antlaşması imzaladılar. 1948 yılından beri sürmekte olan savaş durumuna son verdiler. Bu antlaşma, Arap dünyasında tepkiyle karşılanmış ve Mısır’a karşı geniş bir siyasal ekonomik boykota girilmişti. Mısır’a karşı uygulanacak politikayı saptamak ve ortak hareket etmek üzere, Arap Birliği devletleri 27 Mart 1979’da Bağdat’ta toplandılar. Mısır, İsrail ile uzlaşmasından sonra savaş yükünü omuzlarından atmış, ABD’den ekonomik yardım almaya başlamışsa da Arap dünyasında tam bir yalnızlığa sürükleniş ve Filistin davasına ihanetle suçlanmıştır. 5. Filistin Kurtuluş Örgütü ve Tarihsel Gelişimi FKÖ yedi önemli anlaşmadan ya da bunalımdan geçerek bugünkü biçimini almıştır. Filistin’in bağımsızlık mücadelesi, Arap devletleri yürütüyordu. El Fetih, 1956 tarihli Süveyş savaşını izleyen yıllarda kuruldu. El Fetih’in tutumunu temelinden değiştirdi, silahlı halk savaşına başvurdu. 1958 yılında Mısır ile Suriye arasında kurulmuş olan Birleşik Arap Cumhuriyetinin, 1961 yılında dağılması ve 1962 yılında Cezayir Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşması önemli dönüm noktası oldu. El Fetih’in ilk komando saldırıları 1964 yılının. El Fetih, siyasal bir kadronun oluşmasından önce silahlı mücadeleye girişmeyi ve bu yolla kitleleri harekete geçirip Filistin birliğini sağlamayı planladı. 1967 savaşı, Filistin’in Kurtuluş Hareketlerini de parçaladı. Birçok ideolojik gurubun birleşmesiyle “Filistin’in Kurtuluşu İçin Halk Cephesi” kuruldu. 1968 yılında Suriye kendi Filistin örgütünü, yani Saika’yı, Suriye’nin bu örgütü, direniş örgütleri içinde en büyüğü ve en önemlisi oldu. El Fetih ise özellikle Ürdün’de asıl etkili örgüt olarak kaldı. Karameh direnişi, Filistin kurtuluş hareketindeki en önemli güç merkezini açıkça ortaya çıkardı.. el fetih en geniş ve etkili gerilla gurubuydu. FKÖ 1964 yılında Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kuruldu ama gerçekte Nasır’ın Filistin hareketi içindeki aracı durumundaydı. El Fetih, FKÖ’nün denetimini eline geçirdi ve Yasser Arafat’ı Yürütme Komitesi Başkanlığına getirdi. El Fetih’in tüm Filistin hareketini FKÖ altında birleştirmeye çalışması, öteki gurupların özerklik istekleriyle karşılaştı. 1970 yılının başlarında Ürdün’de çıkan anlaşmazlık, çeşitli Filistin grupları arasında birlik kurulması gereğini hissettirdi. Filistinli gerillalar üs olarak sürekli Lübnan’da kalmaya başladılar.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 13
El Fetih ise zamanla Batı Yakası ve Gazze’de bir Filistin devletinin kurulması gibi siyasal seçenekler aramaya başladı. BM Genel Kurulu 22 Kasım 1974’te FKÖ’yü 4,5 milyon Filistinlinin tek meşru temsilcisi olarak tanıdı. FKÖ’nin merkezi de Tunus’a taşındı. 1987’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nde FKÖ’nün birliği yeniden sağlandı. Yasser Arafat 1989 Nisanında Filistin Devletinin Başkanlığına seçildi. 1991 yılında ABD’nin Ortadoğu’da askeri ve siyasal etkinliğini arttırdığı görülür. Rabin İsmail’e Arap komşular arasında barış ve uzlaşmadan söz etmeye başladı. 1993 Eylülünde FKÖ İsrail’in bölgedeki varlığını kabul ederken, İsrail de FKÖ ve onun lider Yasser Arafat’ı Filistin halkının gerçek temsilcisi olarak tanıdı. 13 eylülde Gezze şeridi ve Batı Yakası’ndaki Eriha kentinde özerk Filistin yönetimi kurulması karara bağlandı. 25 Temmuz 1994’te ise Washington’da Kral Hüseyin ile İsrail başbakanı Yitzak Rabin iki ülke arasında 46 yıldan beri süren savaş durumunu ortadan kaldıran antlaşma. İran Gelişmeleri, Devrim ve Savaş 1. İran’ın iç Gelişmeleri Dr. Musaddık’ın düşürülmesinden sonra, Şah Pehlevi’nin otoriter yönetimi altında, İran uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamaya başladı. 1968 yılında İngiltere bölgeden çekilmesinden sonra Şah, İran’ı bölgenin başat askeri gücü haline getirmeye çalıştı. 2. Şah’a Karşı Muhalefet İran Ulusal Haberalma ve Güvenlik Örgütü (SAVAK) tarafından acımasız bir baslı altında tutulan. Tüm bu gruplar değişik ideolojilerine rağmen, önce Irak ve sonra Paris’te sürgün hayatı yaşayan Ayetullah Humeyni’nin örgütlediği Müslüman gelenekçi, hareketi içinde birleşmişlerdi. ‘Ayetullahların’ fakir halktı, mali kaynağını da İran, Pazar esnafı sağlamaktaydı. Silahlı kuvvetler tarafsızlıklarını ilan ederek olaylara müdahale etmediler. 3. Şah’ın Tedbirleri ve Eylemin Genişlemesi 1978 Kasım sonu ile Aralık aylarında, Şah karşıtı gösteriler, hükümet ile karşıtı güçler arasındaki çatışmalar ve sürgündeki Hümeyni’nin direktifleriyle ülke çapında grevler şiddetlendi. 4. Bahtiyar Hükümeti ve Şah’ın İran’dan Ayrılması. Şah, son bir hamle olarak, Ulusal Cephe’nin ileri gelenlerinden Bahtiyar’ı yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Humeyni 13 Ocak’ta “yasal olmayan” hükümetin terine geçici bir “Devrimci İslam Konseyi”nin kurulduğunu açıklamıştı. 5. İran İslam Cumhuriyeti Hümeyni’nin 1 Şubat 1979 tarihinde Fransa’daki sürgün yaşamından Tarhan’a döndü ve üç milyon İranlı tarafından karşılandı. Bahtiyar Hükümetinin Dışişleri Bakanı, 6 Şubatta İran’ın CENTO’dan ayrılıp kendi çıkarlarını koruyacağını ve bağımsız bir dış politika izleyeceğini açıklamıştı. İran’da iki güç merkezi ortaya çıktı. Kum kenti olan İslam Devrimci Konseyi ile Dr. Bazargan’ın başkanlığındaki hükümet. İran’da 30-31 Mart’ta yapılan referandumla İran İslam Cumhuriyeti kuruldu.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 14
6. Dış İlişkiler İran hükümeti, 18 Şubat’ta İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesti ve FKÖ önderi Yasser Arafat aynı gün Tahran’da coşkuyla karşılanarak burada bir FKÖ bürosu açıldı. ABD, İran ile ilişkilerini 7 Nisan’da kesti. 21 Ocak 1981 tarihinde ABD’nin ülkede el konulmuş bulunan İran mali değerlerinin serbest bırakılması karşılığında rehinelerin salıverilmeleriyle sona erdi. 22 Eylül 1980’de Şatt-ül-Arap suyolu üzerindeki anlaşmazlık yüzünden İran ve Irak arasından silahlı çatışma başladı. Yıpratma savaşı, 1988’e dek sürdü. 7. İran Irak Savaşı Bağdat’taki Saddam Hüseyin rejiminin endişesi, yeni İran hükümetin, Irak’taki Şii çoğunluğunu Suni yöneticilere karşı kışkırtması. Irak, İran’daki Arap bölgesi olan Kuzistan’a özerklik verilmesi iddialarını savunmaya başlamıştı. Orak, 16 Eylül’ Şatt-ül Arap antlaşmasını feshettiğini açıklamıştı. Ekonomi ve insan gücü önem kazandı. Körfez savaşının tırmanması ve dünya barışına tehdit oluşturması, çatışmaya ABD’nin karışmasıyla oldu. Açık denizlerin serbestliği Amerikan dış politikasının temeli. Batı dünyası Körfez petrolüne bağımlıdır. ABD, 1987 yılında Körfez’e donanma gönderdi. İran dini Lideri Ayetullah Humeyni öldü ve yerine Ayetullah Seyyid Ali Hamaney geçti. Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı İşgali 1. Taraki Yöneyimi ve Muhalefet Afganistan’da 1973 yılında Kral Muhammed Davud Zahir Şah, başbakan Muhammed Davud tarafından düşürüldü. 1978 Nisanında Albay Abdülkadir’in komutasında Sovyet yapısı tank ve savaş uçakları kullanan Afgan ordusu Başkan Davud’u devirdi. Nur Muhammed Taraki Devlet Başkanlığına getirildi. Afganistan hızla Sovyet etkisi altına girmeye başladı. 2. Karmal Yönetimi ve Sovyet İşgali Aralık 1979’da Doğu Avrupa’da sömürgesinde bulunan Babrak Karmal bir Sovyet uçağıyla Kabil’e geldi ve Sovyet desteğiyle Amin’in yerine Başkan oldu. Sovyet birlikleri tüm önemli noktaları işgal etmiş bulunuyor ve bu işgal birliklerine karşı Müslüman gerillaların etkileri de giderek artıyordu. Sovyetler Birliği, Afgan Hükümeti’nin daveti üzerine, Başkana yardım etmek için ülkeye askerlerini soktuğunu açıklamaktaydı. Sovyet askerleri, Afgan Hükümetinin komünist uygulamalarına karşı kutsal savaş açan Müslüman gerillalara karşı savaşmakta olan Afgan silahlı kuvvetlerine yardımda bulunmak üzere Afganistan’ı işgal etmişlerdi.
20. Yy Siyasi Tarih / İlhan ÇEBİ 15
3. Uluslararası Etkileri Afganistan’ın işgalinden sonra, ABD yalnız 1979 Haziran ayında imzalanan SALT II Antlaşması’nın Senato’da onaylanmasını ertelemekle kalmış, aynı zamanda Sovyetlere karşı tarım ürünleri ambargosu da dâhil uluslararası tedbirler alınması için çaba göstermeye başlamıştı. İslam dünyasında şiddetle kınandı. 4. Sovyetlerin Çekilmesi ve İç Savaş On yıl süren Müslüman gerillaları yenilgiye uğratan Sovyet Birliği, 1988 sonunda Afganistan’dan çekileceğini açıkladı. Gerilla gurupları arasında bir ortak görüşün sağlanmaması ve bunların din ve kabile çizgileriyle birbirlerinden ayırmalarıydı. 1992. Gerilla kuvvetleri Kabil’de 28 Nisan’da iktidarı eline geçirerek 14 yıllık Sovyet destekli yönetimi devirdiler.