Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Redhouse IngilizceTürkce Sözlük Redhouse-English-Turkish Dictionary Latin-Latin
33500 Başlıq Tebriz-Turuz-2012 1
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a bad egg
ciğeri beş para etmez adam.
a bad lot
sağlam ayakkabı değil, sütü bozuk; it kopuk.
a bad mark
kırık not, kötü not.
a bad turn
kötülük.
a bit
biraz.
a bitter pill
acı bir reçete/ilaç, beraberinde zorluklar getiren bir çözüm yolu.
a black eye
morarmış göz.
a can of worms
konuşma dili
a card up one's sleeve
kurtarıcı.
a case in point
söz konusu edilen şeyin bir örneği.
a chip off the old block
hık demiş babasının burnundan düşmüş.
a chip on one's shoulder
kavgaya hazır oluş, öfkesi burnunun ucunda olma.
a citizen of Turkey
Türk vatandaşı.
a contradiction in terms
sözlerde çelişme.
a couple of minutes
birkaç dakika.
a couple of
iki, iki üç.
a credit to his school
okulu için iftihar vesilesi.
a cursory glance
göz gezdirme.
a cut above
-den bir gömlek üstün.
a dab of
azıcık: Put a dab of the ointment on the wound. Yaraya merhemden biraz sür. 2
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a dark day
kötü gün.
a dead loss
bir işe yaramayan nesne veya kimse.
a demanding boss
çok iş bekleyen patron.
a demanding job
çok emek isteyen iş, zahmetli iş.
a desperate situation
vahim bir durum.
a drain on the resources
bütçeye yük olan şey.
a drink of water
bir bardak su.
a drive for funds
para toplamak için açılan kampanya.
a drop in a bucket
devede kulak.
a dry speech
yavan söz, tatsız konuşma.
a fat chance
çok zayıf bir ihtimal.
a feast for the gods
şahane bir ziyafet.
a feather in one's cap
övünülecek başarı.
a feeling of insecurity
bir güvensizlik duygusu.
a few
birkaç.
a fifth
(içki ölçüsü) galonun beşte biri (06 santilitre).
a figment of the imagination
hayal ürünü, hayal mahsulü.
a fine distinction
ince fark.
a fit of hysterics
isteri nöbeti.
a fit of nerves
sinir krizi.
a flight of stairs
bir kat merdiven.
a fool's errand
saçma bir iş.
a friend of mine
bir dostum.
a friend of ours
dostlarımızdan biri, bir dostumuz.
a fright
konuşma dili korkunç derecede çirkin, tuhaf veya insanı şoke eden kimse: She looked a fright in that wig. O perukla görünümü korkunçtu.
a full week
tam bir hafta. 2. olaylarla dolu bir hafta.
a gleam of hope
bir ümit ışığı.
a glimmer of hope
bir ümit ışığı.
a good command of
(bir dili) rahat konuşabilme.
a good deal
çok: That cost him a good deal. Ona pahalıya mal oldu. It's climate is a good deal like Cairo's. Havası
3
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Kahire'ninkine çok benziyor. 2. konuşma dili kelepir. 3. konuşma dili iyi bir şey. a good distance
off epey uzakta.
a good loser
oyunu kaybedince kızmayan kimse.
a good many
birçok, hayli.
a good provider
ailesine iyi bakan kimse.
a good turn
bir iyilik: He did me a good turn. Bana bir iyilik etti.
a good way
hayli mesafe. 2. iyi bir çare/yol.
a good
epey, epeyi, bir hayli; birçok: He was there a good while. Orada epey kaldı. A good many of the camellias were in bloom. Birçok kamelya çiçek açmıştı. 2. en az: They waited a good ten minutes. En az on dakika beklediler.
a great deal
çok: That cost him a good deal. Ona pahalıya mal oldu. It's climate is a good deal like Cairo's. Havası Kahire'ninkine çok benziyor. 2. konuşma dili kelepir. 3. konuşma dili iyi bir şey.
a great many
pek çok.
a hard act to follow
aşılması veya ulaşılması zor bir başarı.
a hard nut to crack
başarılması zor iş. 2. çetin ceviz.
a hell of a lot
çok fazla.
a horse of another color
tamamıyla farklı bir konu.
a host of
bir sürü.
a howling success
büyük başarı.
a hundred percent
yüzde yüz.
a hundredfold
yüz kat, yüz misli.
a kilo of apples
bir kilo elma.
a kind of millionaire
milyoner gibi bir şey.
a knockout
konuşma dili çok güzel/fevkalade biri/bir şey.
à la carte
à la carte a lı kart' alakart.
a labor of love
hatır veya zevk için yapılan iş, gönüllü yapılan iş.
a large proportion of the profits
kârın büyük bir bölümü.
a leading question
verilecek cevabı belirleyen soru.
a little bit
azıcık, bir parça. 4
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a little terror
çok yaramaz çocuk, çok haşarı çocuk, canavar.
a live issue
günün önemli sorunu.
a long face
ekşi yüz.
a long haul
uzun taşıma mesafesi. 2. uzun süren zor bir iş.
a long shot
başarı ihtimali az olan bir şey, uzak bir ihtimal.
a long way off
çok uzakta.
a lot
çok.
a man in my position
benim durumumda olan bir adam.
a man of few words
az konuşan adam.
a marked difference
belirgin bir fark.
a marked man
mimli adam, mimlenmiş adam.
a matter of indifference
ilgilenmeye değmeyen sorun.
a matter of life and death
ölüm kalım meselesi.
a matter of two dollars
iki dolar meselesi.
a minus quantity
sıfırdan aşağı miktar.
a modicum of
zerre kadar, bir nebze: There's not a modicum of truth in it. Onda zerre kadar hakikat yok. 2. az bir miktar; pek az: He drank only a modicum of wine. Pek az şarap içti.
a month hence
bundan bir ay sonra.
a month of Sundays
çok uzun zaman.
a moot point
tartışmalı bir sorun.
a moot question
tartışmalı bir sorun.
a new lease on life
(hastalık veya üzüntüden sonra) yeniden hayata başlama.
a number of
birtakım, birkaç.
a pack of cards
iskambil destesi.
a pack of lies
bir sürü yalan.
a painting after Reubens
Rubens'in üslubunda bir resim.
a pair of denims
kot pantolon, cin; blucin.
a pair of dungarees
blucin, kot.
a pair of scales
terazi.
a pair of scissors
makas.
A penny for your thoughts.
konuşma dili Ne düşünüyorsunuz?
a person after my own heart
kalbimi fetheden bir kimse. 5
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a pillar of society
topluma dayanak olan kimse, nüfuzlu kimse.
a pinch of salt
bir tutam tuz.
a play on words
kelime oyunu.
a pretty penny
konuşma dili epeyce para, külliyetli miktarda para.
a priori
a pri.o.ri ey prayor'ay, a priyor'i önsel, apriori.
a private person
kendinden bahsetmekten kaçınan kimse.
a proud day for us
bizim için iftihar edilecek bir gün.
a quick one
konuşma dili çabuk içilen/içilmiş bir içki.
a raft of
konuşma dili bir yığın, bir sürü, pek çok.
a ray of hope
umut ışığı.
a ready pen
iyi yazı yazma yeteneği.
A rolling stone gathers no moss.
Yuvarlanan taş yosun tutmaz./İşleyen demir pas tutmaz.
a round peg in a square hole
bulunduğu yere yakışmayan kimse.
a run of luck
şans zinciri.
a safe bet
elde bir.
a sense of responsibility
sorumluluk duygusu.
a shade
biraz, azıcık: Lower your voice a shade. Sesini biraz alçalt.
a shot in the arm
birine birdenbire moral veren bir şey.
a shot in the dark
körü körüne bir deneme.
a spate of
pek çok, bir sürü.
a stomach upset
mide bozukluğu.
a stormy passage
fırtınalı deniz yolculuğu.
a twist of the wrist
hüner, ustalık.
a wad of gum
pabuç kadar çiklet.
a wee bit
oldukça. 2. azıcık, biraz.
a week off
bir haftalık izin. 2. bir hafta sonra.
a whale of a
çok büyük: a whale of a difference çok büyük bir fark. 2. müthiş, dehşet, çok güzel: a whale of a novel müthiş bir roman.
a white lie
zararsız yalan.
a whole lot of
konuşma dili pek çok: A whole lot of people don't approve of this. Pek çok kişi bunu hoş görmüyor.
6
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük a wodge of
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bir yığın, bir sürü: He laid a wodge of papers on the table. Masaya bir sürü evrak koydu. 2. koca/iri bir parça: a wodge of chocolate koca bir parça çikolata.
a
a ı, ey sıfat (ünsüzlerden önce) bir, herhangi bir: a sunny day güneşli bir gün. There's a cat in the yard. Bahçede (bir) kedi var. twice a year yılda iki kez. $5.88 a kilo kilosu beş dolar.
A.D.
A.D. ey'di' kısaltma Anno Domini M.S. (milattan sonra), İ.S. (İsa'dan sonra).
A.H.
A.H. ey'eyç' kısaltma Anno Hegirae hicri.
A.M.
A.M., a.m. ey'em' kısaltma ante meridiem öğleden evvel (20.88-32.88 arasındaki saatler için kullanılır.): 2:14 A.M. saat 2.98. 72 A.M. saat 20.88.
aback
a.back ıbäk' zarf bakınız be taken aback take someone aback
abacus
ab.a.cus äb'ıkıs isim sayıboncuğu, abaküs, çörkü.
abandon oneself to
-e kendini kaptırmak.
abandon
a.ban.don ıbän'dın fiil 1. terketmek, bırakmak. 2. vazgeçmek.
abandoned
a.ban.don.edsıfat terkedilmiş, bırakılmış, metruk.
abase
a.base ıbeys' fiil alçaltmak, küçük düşürmek: abase oneself kendini alçaltmak.
abasement
a.base.mentisim alçaltma, küçük düşürme: selfabasement kendini alçaltma.
abashed
a.bashed ıbäşt' sıfat şaşkına çevrilmiş; apışıp kalmış; bozum olmuş, kötü olmuş: I was abashed by his remarks. Onun sözleri beni kötü etti.
abate
a.bate ıbeyt' fiil azaltmak, hafifletmek; azalmak, hafiflemek.
abatement
a.bate.mentisim azaltma, hafifletme; azalma, hafifleme.
abbess
ab.bess äb'îs isim kadınlar manastırının baş rahibesi.
abbey
ab.bey äb'i isim manastır.
abbot
ab.bot äb'ıt isim erkekler manastırının başkanı, başkeşiş. 7
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
abbr.
abbr.kısaltma abbreviated abbreviation
abbreviate
ab.bre.vi.ate ıbri'viyeyt fiil kısaltmak.
abbreviation
ab.bre.vi.a.tionisim kısaltma.
ABC's
ABC's eybisiz' alfabe, abece. 2. temel ilkeler.
abdicate
ab.di.cate äb'dıkeyt fiil 1. (bir haktan) vazgeçmek, feragat etmek. 2. (tacını ve tahtını) terketmek.
abdication
ab.di.ca.tionisim 1. feragat. 2. tacını ve tahtını terketme.
abdomen
ab.do.men äb'dımın isim karın.
abdominal cavity
karın boşluğu.
abdominal
ab.dom.i.nal äbdam'ınıl sıfat karına ait.
abduct
ab.duct äbd^kt' fiil (birini) kaçırmak.
abduction
ab.duc.tion äbd^k'şın isim (birini) kaçırma.
aberration
ab.er.ra.tion äbırey'şın isim 1. (doğru, doğal veya normal olandan) sapma. 2. ruhbilim sapınç. 3. tıbbi sapkı.
abet
a.bet ıbet' fiil (abetted, abetting) kışkırtmak; (kötü işlerde) yardım etmek, yardakçılık etmek.
abetter
a.bet.terisim kışkırtıcı; yardakçı.
abettor
a.bet.torisim kışkırtıcı; yardakçı.
abeyance
a.bey.ance ıbey'ıns isim bakınız be in abeyance
abhor
ab.hor äbhôr' fiil (abhorred, abhorring) nefret etmek, tiksinmek.
abhorrence
ab.hor.renceisim nefret, tiksinti.
abhorrent
ab.hor.rentsıfat nefret uyandıran, tiksindirici.
abide by
-e uymak, -e riayet etmek.
abide
a.bide ıbayd' fiil (abode/abided) çekmek, tahammül etmek: I can't abide him! Onu çekemem!
ability
a.bil.i.ty ıbîl'ıti isim yetenek, kabiliyet.
abject
ab.ject äb'cekt sıfat 1. gurursuz, kendini alçaltan. 2. insanı umutsuzluğa düşüren, berbat (bir durum).
abjectly
ab.ject.lyzarf gurursuzca, kendini alçaltarak.
Abkhas
Ab.khas äbkas' isim (Abkhas) 1. Abhaz. 2. Abhazca.
Abkhasia
Ab.kha.si.a äbkey'ziyı bakınız Abkhazia 8
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Abkhaz
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ab.khaz äbkaz' isim, sıfat (Abkhaz) 1. Abhaz. 2. Abhazca.
Abkhazia
Ab.kha.zi.a äbkey'qı isim Abhazya.
Abkhazian
isim, sıfat 1. Abhaz. 2. Abhazca.
ablative
ab.la.tive äb'lıtîv sıfat, dilbilgisi -den halindeki. isim den halindeki sözcük.
ablaze
a.blaze ıbleyz' sıfat 1. yanmakta olan, alevler içinde; tutuşmuş. 2. ışıl ışıl ışıldayan; pırıl pırıl parlayan.
able
a.ble ey'bıl sıfat yetenekli, kabiliyetli.
able-bodied
a.ble-bod.ied ey'bılbad'id sıfat sağlıklı, sıhhatli.
ablution
ab.lu.tion äblu'şın isim aptes, gusül, yıkanma.
ably
ablyzarf iyi bir şekilde.
abnormal
ab.nor.mal äbnôr'mıl sıfat anormal.
abnormality
ab.nor.mal.i.ty äbnôrmäl'ıti isim anormallik.
abnormally
ab.nor.mal.lyzarf anormal bir şekilde.
aboard
a.board ıbord' zarf, edat (yolcunun gemi, uçak, tren veya otobüsün) içinde (bulunması): He was aboard the train. Trendeydi. All aboard! Haydi binin!
abode
a.bode ıbod' fiil bakınız abide
abolish
a.bol.ish ıbal'îş fiil kaldırmak, lağvetmek, ilga etmek; feshetmek.
abolition
ab.o.li.tion äbılîş'ın isim kaldırma, lağıv, ilga; fesih.
A-bomb
A-bomb ey'bam isim atom bombası.
abominable
a.bom.i.na.ble ıbam'înıbıl sıfat 1. iğrenç, tiksindirici. 2. konuşma dili kötü, pis, berbat.
abominate
a.bom.i.nate ıbam'ıneyt fiil nefret etmek, tiksinmek.
abomination
a.bom.i.na.tionisim 1. nefret etme. 2. nefret edilen şey, iğrenç şey.
aboriginal
ab.o.rig.i.nal äbırîc'ınıl sıfat çok eski bir zamandan kalan. isim yerli, bir ülkenin asıl yerlisi.
aborigine
ab.o.rig.i.ne äbırîc'ıni isim yerli, bir ülkenin asıl yerlisi.
abort
a.bort ıbôrt' fiil (çocuk) düşürmek.
abortion
a.bor.tion ıbôr'şın isim çocuk düşürme.
abortionist
a.bor.tion.istisim çocuk düşürten kimse. 9
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
abortive
a.bor.tive ıbôr'tîv sıfat başarısız.
abound
a.bound ıbaund' fiil in/with (bir yerde) bol olmak, çok olmak.
about
a.bout ıbaut' zarf aşağı yukarı, yaklaşık: about 1 o'clock saat yedi sularında. about sixty people altmış kadar kişi. edat 1. ortalıkta, etrafta: There was no one about. Ortalıkta kimse yoktu. 2. hakkında: Don't talk about it! Onun hakkında konuşma! There's something about him I don't like. Onda hoşuma gitmeyen bir şey var. 3. -mek üzere: Şerif's about to go. Şerif gitmek üzere. 4. ile meşgul: What's he about? Neyle meşgul? Ne yapıyor? She knows what she's about. Ne yaptığını biliyor.
aboutface
a.bout.face ıbaut'feys isim 1. askeri geriye dönüş. 2. eskiden savunduğunun tersini savunmaya başlama.
above all
bilhassa, özellikle.
above average
vasatın üstünde.
above par
ticaret yazılı değerin üstünde.
above
a.bove ıb^v' edat 1. (somut bir yer için) yukarısında; yukarısına: above the trees ağaçların yukarısında. 2. (soyut bir şey için) üstünde: above average ortalamanın üstünde. above all her şeyden önce. She's above that. Ona tenezzül etmez. zarf yukarıda: as I stated above yukarıda söylediğim gibi. isim yukarı: from above yukarıdan.
aboveboard
a.bove.board ıb^v'bôrd zarf bakınız be aboveboard with
above-mentioned
a.bove-men.tionedsıfat yukarıda adı geçen.
abrade
a.brade ıbreyd' fiil aşındırmak.
abrasion
a.bra.sion ıbrey'qın isim 1. sıyrık. 2. aşındırma, abrasyon.
abrasive
a.bra.sive ıbrey'sîv isim, kimya aşındırıcı, abrasif. sıfat 1. sinirlendirici, rahatsız edici. 2. kimya aşındırıcı, abrasif.
abreast
a.breast ıbrest' zarf yan yana, aynı hizada; başabaş. 10
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
abridge
a.bridge ıbrîc' fiil kısaltmak, özetlemek.
abridgement
a.bridge.mentisim kısaltma, özet.
abroad
a.broad ıbrôd' zarf 1. ortalıkta, meydanda: There is a rumor abroad about the imminent demise of the company. Ortalıkta şirketin çok yakında batacağı hakkında bir söylenti var. 2. yurtdışında, dışarıda; yurtdışına.
abrogate
ab.ro.gate äb'rıgeyt fiil iptal etmek, feshetmek.
abrogation
ab.ro.ga.tionisim iptal, feshetme.
abrupt
a.brupt ıbr^pt' sıfat 1. ani; beklenmedik. 2. ani ve nezaketsiz. 3. birdenbire biten veya kesiliveren. 4. dik, sarp.
abruptly
a.brupt.lyzarf 1. aniden, birdenbire. 2. ani ve nezaketsiz bir şekilde.
abscess
ab.scess äb'ses isim apse.
abscond
ab.scond äbskand' fiil kaçmak, sıvışmak.
absence
ab.sence äb'sıns isim yokluk; bulunmama: We felt her absence. Yokluğunu hissettik. He returned after an absence of five months. Beş aylık bir aradan sonra döndü.
absent
ab.sent äb'sınt sıfat 1. (from) yok; namevcut: He was absent from work yesterday. Dün işe gelmedi. 2. dalgın.
absentee
ab.sen.tee äbsınti' sıfat, isim hazır bulunmayan, başka yerde olan (kimse).
absentminded
ab.sent.mind.ed äb'sıntmayn'dîd sıfat dalgın.
absolute majority
salt çoğunluk.
absolute
ab.so.lute äb'sılut sıfat 1. tam. 2. salt, mutlak. 3. kesin, kati.
absolutely
ab.so.lute.lyzarf 1. tamamen. 2. kesinlikle, katiyen.
absolution
ab.so.lu.tion äbsılu'şın isim, Hristiyanlık (günahların) Allah tarafından affolunması.
absolutism
ab.so.lut.ism äb'sılutîzm isim, politika saltçılık, mutlakıyet.
11
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük absolve
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ab.solve ıbzalv' fiil, Hristiyanlık from (günahlarını) affetmek: God has absolved her from her sins. Allah günahlarını affetti.
absorb
ab.sorb ıbsôrb', ıbzôrb', äbsôrb', äbzôrb' fiil içine çekmek, soğurmak, emmek, absorbe etmek.
absorbent
ab.sor.bentsıfat, isim emici, absorban (madde) : absorbent cotton hidrofil pamuk.
absorbing
ab.sorb.ingsıfat kafayı meşgul eden; sürükleyici.
absorption
ab.sorp.tionisim 1. içe çekme, soğurma, emme, absorpsiyon. 2. dalma; kafanın meşgul olması.
abstain
ab.stain äbsteyn' fiil hiç yapmamak, sakınmak: He has abstained from drinking alcohol. Artık hiç içki içmiyor.
abstaining vote
politika çekimser oy.
abstemious
ab.ste.mi.ous äbsti'miyıs sıfat yeme içme konusunda azla yetinen; tensel zevklerle az ilgilenen.
abstention
ab.sten.tion äbsten'şın isim 1. hiç yapmama, sakınma. 2. politika çekimser oy.
abstinence
ab.sti.nence äb'stınıns isim (bir şeyi) yapmama, (kendini bir şeyden) mahrum etme.
abstinent
ab.sti.nent äb'stınınt sıfat (kendini bir şeyden) mahrum eden.
abstract
ab.stract äb'sträkt sıfat soyut, abstre. isim özet.
abstracted
abstractedsıfat dalgın, kafası meşgul.
abstraction
ab.strac.tionisim 1. soyutlama; soyutlanma. 2. dalgınlık, kafanın meşgul olması. 3. soyut düşünce; soyut terim.
abstruse
ab.struse äbstrus' sıfat kavranması zor, anlaşılması güç.
absurd
ab.surd äbzırd' sıfat absürd, gülünç, aptal, saçma, makul olmayan.
absurdity
ab.sur.di.tyisim 1. gülünçlük, aptallık, akılsızlık. 2. saçmalık, akılsızlık, saçma şey.
absurdly
ab.surd.lyzarf 1. saçma bir şekilde. 2. konuşma dili çok, feci.
abundance
abun.danceisim bolluk, çokluk, bereket. 12
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
abundant
a.bun.dant ıb^n'dınt sıfat bol, bereketli.
abundantly
a.bun.dant.lyzarf bol bol.
abuse
a.buse ıbyus' isim 1. kötüye kullanma, yolsuzluk, suiistimal. 2. acımasızca yerme, sövüp sayma. 3. küfürler, sövgüler. 4. (bedensel veya ruhsal) işkence.
abusive
a.bu.sive ıbyu'sîv sıfat 1. ağzı bozuk, küfürbaz. 2. küfürlü: abusive language küfürlü sözler.
abut
a.but ıb^t' fiil (abutted, abutting) 1. (on/upon) (-e) bitişmek, bitişik olmak. 2. against -e dayanmak.
abutment
a.but.mentisim 1. (köprüde) kenar ayak. 2. bitişme yeri.
abysmal
a.bys.mal ıbîz'mıl sıfat, konuşma dili çok kötü, feci.
abyss
a.byss ıbîs' isim dipsiz gibi görünen yer; uçurum.
ac.
ac.kısaltma account
academic
ac.a.dem.ic äkıdem'îk sıfat 1. akademik. 2. teorik, kuramsal. 3. pratik değeri veya önemi olmayan. 4. resmi, kitabi. isim üniversite öğretim görevlisi.
academician
ac.a.de.mi.cian äkıdımî'şın isim 1. üniversite öğretim görevlisi. 2. akademi üyesi, akademisyen.
academy
a.cad.e.my ıkäd'ımi isim akademi; yüksekokul.
accede to the throne
tahta çıkmak.
accede
ac.cede äksid' fiil 1. to -e razı olmak. 2. to (hükümdar) (tahta) çıkmak.
accelerate
ac.cel.er.ate äksel'ıreyt fiil hızlandırmak; hızlanmak, ivmek.
acceleration
ac.cel.er.a.tionisim hızlandırma; hızlanma, ivme.
accelerator
ac.cel.er.a.torisim gaz pedalı.
accent
ac.cent äk'sent isim 1. fonetik vurgu, aksan. 2. fonetik vurgu işareti. 3. şive. fiil vurgulamak.
accentuate
ac.cen.tu.ate äksen'çuweyt fiil vurgulamak.
accept responsibility for
-in sorumluluğunu üzerine almak.
accept
ac.cept äksept' fiil 1. kabul etmek; razı olmak; kabullenmek. 2. (bir şeyi) teslim almak.
acceptable
ac.cept.ablesıfat kabul edilir, makbul.
acceptance
ac.cep.tanceisim 1. kabul. 2. (bir şeyi) teslim alma. 13
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük access
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ac.cess äk'ses isim 1. giriş, geçit. 2. to (biriyle) görüşme imkânı; (bir şeyden) faydalanma hakkı veya imkânı: He has access to him. İstediğinde onunla görüşebilir. 3. bilgisayar erişme, erişim.
accessible
ac.ces.si.blesıfat ulaşılabilir; faydalanılabilir; ziyaret edilebilir: That palace is not accessible to the public. O saray halka açık değil.
accession
ac.ces.sion äkseş'ın isim 1. (tahta) çıkma. 2. (bir müze veya kütüphanenin koleksiyonuna) yeni alınan eşya, kitap v.b.
accessories
accessoriesisim aksesuar.
accessory after the fact
hukuk suç işlendikten sonra suç ortağı olan kimse.
accessory
ac.ces.so.ry äkses'ıri isim, hukuk suç ortağı.
accident victims
kazaya uğrayanlar.
accident
ac.ci.dent äk'sıdınt isim 1. kaza (kötü olay). 2. rastlantı. 3. felsefe ilinek, araz.
accidental
ac.ci.den.talsıfat 1. kaza eseri olan, yanlışlıkla olan. 2. tesadüfen meydana gelen.
accidentally
ac.ci.den.tal.lyzarf 1. kazara, yanlışlıkla. 2. tesadüfen.
accident-prone
ac.ci.dent-pronesıfat hep kazaya uğrayan; sakar.
acclaim
ac.claim ıkleym' fiil bağırarak birini beğendiğini göstermek; alkışlamak. isim alkış, büyük beğeni.
acclamation
ac.cla.ma.tion äklımey'şın isim 1. bağırarak birini beğendiğini gösterme, tezahürat. 2. alkışlama; alkış.
acclimate
ac.cli.mate äk'lımeyt fiil bir yere alıştırmak, intibak ettirmek; bir yere alışmak, intibak etmek.
acclimatize
ac.cli.ma.tize äk'lımıtayz fiil bakınız acclimate
accommodate oneself to
-e kendini alıştırmak.
accommodate
ac.com.mo.date ıkam'ıdeyt fiil 1. barındırmak; -in -e yetecek kadar yeri olmak, almak. 2. to -e uydurmak. 3. sağlamak. 4. iyilik etmek.
accommodating
ac.com.mo.dat.ingsıfat yardımsever, yardımcı.
accommodation ladder
denizcilikle ilgili borda iskelesi.
accommodation
ac.com.mo.da.tionisim kalacak yer. 14
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
accommodations
ac.com.mo.da.tionsisim yemek yenecek ve kalacak yer.
accompaniment
ac.com.pa.ni.mentisim 1. eşlik etme. 2. (bir şeyin) beraberinde gelen.
accompany
ac.com.pa.ny ık^m'pıni fiil eşlik etmek, refakat etmek.
accomplice
ac.com.plice ıkam'plîs isim suç ortağı.
accomplish
ac.com.plish ıkam'plîş fiil 1. başarmak, becermek, üstesinden gelmek. 2. tamamlamak.
accomplished
ac.com.plishedsıfat usta, çok iyi.
accomplishment
ac.com.plish.mentisim 1. başarı. 2. tamamlama, üstesinden gelme.
accord someone a warm welcome
birini hoş karşılamak.
accord
ac.cord ıkôrd' isim anlaşma, mukavele. fiil 1. with -e uymak, -e uygun olmak. 2. vermek: accord someone a privilege birine bir imtiyaz vermek.
accordance
ac.cord.ance ıkôr'dıns isim bakınız in accordance with
according
ac.cord.ing ıkôr'dîng zarf to -e göre.
accordingly
ac.cord.ing.lyzarf 1. ona göre, öyle: He told me to shoot him, and I acted accordingly. Onu vurmamı istedi; ben de öyle yaptım. 2. bundan dolayı, ona dayanarak.
accordion
ac.cor.di.on ıkôr'diyın isim akordeon.
accost
ac.cost ıkôst' fiil yaklaşıp bir şey söylemek.
account book
hesap defteri.
account
ac.count ıkaunt' isim 1. hesap. 2. röportaj; (birinin) anlattığı. fiil (for) -i anlatmak, -i açıklamak, - i izah etmek.
accountable
ac.count.ablesıfat sorumlu.
accountant
ac.coun.tantisim muhasebeci.
accounting
ac.count.ingisim muhasebe.
accounts payable
ticaret alacaklılar hesabı.
accounts receivable
ticaret borçlular hesabı.
accrue
ac.crue ıkru' fiil 1. birikmek. 2. to -e gelmek: What advantages will accrue to us from this? Bunun bize ne gibi faydaları olacak? 15
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük accumulate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ac.cu.mu.late ıkyum'yıleyt fiil toplamak, biriktirmek; toplanmak, birikmek, yığılmak.
accumulation
ac.cu.mu.la.tionisim 1. birikim, birikme. 2. birikinti.
accuracy
ac.cu.ra.cyisim 1. doğruluk. 2. yanlış yapmamaya özen gösterme.
accurate
ac.cu.rate äk'yırît sıfat 1. doğru, tam. 2. yanlış yapmamaya özen gösteren.
accusation
ac.cu.sa.tionisim suçlama.
accusative
ac.cu.sa.tive ıkyu'zıtîv sıfat, dilbilgisi -i halindeki. isim -i halindeki sözcük.
accuse
ac.cuse ıkyuz' fiil suçlamak, itham etmek.
accused
ac.cusedsıfat sanık.
accustom
ac.cus.tom ık^s'tım fiil alıştırmak.
ace an exam
konuşma dili sınavda yüksek bir not almak (dokuz ila on arasında).
ace
ace eys isim 1. iskambil oyunları as, birli. 2. konuşma dili uzman, eksper. sıfat, konuşma dili işinin ehli, as. fiil bakınız ace an exam
acetone
ac.e.tone äs'ıton isim aseton.
acetylene
a.cet.y.lene ıset'ılin isim asetilen.
ache
ache eyk isim ağrı, sızı, acı. fiil ağrımak, sızlamak, acımak.
achieve
a.chieve ıçiv' fiil başarmak, yapmak; elde etmek, kazanmak.
achievement
a.chieve.mentisim 1. başarı. 2. elde etme, kazanma.
acid
ac.id äs'îd isim asit. sıfat 1. asit. 2. iğneleyici: an acid remark iğneleyici bir söz.
acknowledge
ac.knowl.edge äknal'îc fiil 1. (bir gerçeği) kabul etmek. 2. (bir şeyin alındığını veya farkedildiğini) bildirmek.
acknowledgment
ac.knowl.edg.ment äknal'îcmınt isim 1. (bir gerçeği) kabul etme. 2. (bir şeyin alındığını veya farkedildiğini) bildirme. 3. ticaret alındı.
acne
ac.ne äk'ni isim akne, ergenlik.
acorn
a.corn ey'kôrn isim meşe palamudu. 16
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
acoustics
a.cous.tics ıkus'tîks isim akustik.
acquaint oneself with
hakkında bilgi edinmek.
acquaint
ac.juaint ıkweynt' fiil 1. bilgi vermek, haberdar etmek. 2. tanıtmak: This book is designed to acjuaint its readers with new developments in the field of genetic engineering. Bu kitabın amacı okuyucularına genetik mühendisliği alanındaki yeni gelişmeleri tanıtmaktır.
acquaintance
ac.juain.tanceisim tanıdık, tanış.
acquiesce
ac.jui.esce äkwiyes' fiil boyun eğmek, katlanmak, kabullenmek.
acquire
ac.juire ıkway'ır fiil 1. elde etmek, edinmek, almak. 2. kazanmak: acjuire a bad reputation kötü bir şöhret kazanmak.
acquisition
ac.jui.si.tion äkwızîş'ın isim 1. elde etme, edinme, alma. 2. kazanma. 3. elde edilen şey, edinti.
acquisitive
ac.juis.i.tive ıkwîz'ıtîv sıfat bir şeyler elde etmeye çok hevesli, mal canlısı, açgözlü.
acquit oneself well
yüzünün akıyla çıkmak.
acquit
ac.juit ıkwît' fiil (acquitted, acquitting) aklamak, temize çıkarmak, beraat ettirmek.
acquittal
ac.juit.talisim aklanma, beraat.
acre
a.cre ey'kır isim 8,080 hektarlık arazi ölçü birimi.
acrid
ac.rid äk'rîd sıfat acı, ekşi, keskin.
acrobat
ac.ro.bat äk'rıbät isim akrobat, cambaz.
acrobatic
ac.ro.bat.icsıfat akrobatik.
acrobatics
ac.ro.bat.icsisim akrobatlık, cambazlık.
acronym
ac.ro.nym äk'rınîm isim birkaç kelimenin baş harflerinin veya ilk hecelerinin birleşmesiyle meydana gelen kelime: NATO, UNESCO.
across the board
herkesi aynı derecede etkileyen (ücret, vergi).
across the way
yolun öte tarafında, karşı tarafta.
across
a.cross ıkrôs' edat 1. bir tarafından öbür tarafına: He stretched a rope across the river. Nehrin bir tarafından öbür tarafına bir ip gerdi. 2. karşısında: Hikmet lives 17
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
across the street from us. Hikmet karşımızda oturuyor. zarf karşıdan karşıya: Walking across this street is a problem. Bu caddede karşıdan karşıya geçmek bir mesele. act as
başkasının vazifesini yapmak.
act in unison
birlikte hareket etmek.
act on a suggestion
yapılan teklife göre davranmak.
act up
yaramazlık etmek, gösteriş yapmak.
act
act äkt isim 1. hareket, eylem. 2. kanun, yasa. 3. tiyatro bölüm, perde. 4. rol yapma, oyun. fiil 1. rol yapmak, oynamak. 2. harekete geçmek. 3. davranmak, davranışta bulunmak. 4. kimya on/upon -e etkimek. 5. konuşma dili numara yapmak, yalandan yapmak: He isn't really ill; he's qust acting. Gerçekten hasta değil; numara yapıyor.
acting
act.ing äk'tîng isim oyunculuk. sıfat vekâlet eden, vekil: acting president başkan vekili.
action
ac.tion äk'şın isim 1. hareket, eylem. 2. etki.
activate
ac.ti.vate äk'tıveyt fiil harekete geçirmek.
active
ac.tive äk'tîv sıfat 1. faal, hareketli, aktif. 2. dilbilgisi etken.
activism
ac.tiv.ismisim eylemcilik.
activist
ac.tiv.ist äk'tıvîst isim eylemci.
activity
ac.tiv.i.ty äktîv'ıti isim faaliyet, etkinlik.
actor
ac.tor äk'tır isim aktör, oyuncu.
actress
ac.tress äk'trîs isim aktris, kadın oyuncu.
actual
ac.tu.al äk'çuwıl sıfat gerçek, doğru.
actuality
ac.tu.al.i.ty äkçuwäl'ıti isim gerçek, hakikat.
actually
ac.tu.al.lyzarf aslında; gerçekten.
acumen
a.cu.men ıkyu'mın isim çabuk kavrama yeteneği, keskin zekâ.
acute angle
geometri dar açı.
acute
a.cute ıkyut' sıfat 1. keskin. 2. tıbbi akut, hâd. 3. tiz.
ad
ad äd isim ilan, reklam. 18
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
adage
ad.age äd'îc isim atasözü.
Adam
Ad.am äd'ım isim Âdem.
adamant
ad.a.mant äd'ımınt sıfat son derece kararlı, katı.
adamantly
ad.a.mant.lyzarf inatla, katı bir şekilde.
Adam's apple
âdemelması.
adapt oneself to
-e kendini alıştırmak.
adapt
a.dapt ıdäpt' fiil 1. uyarlamak, adapte etmek. 2. alışmak, intibak etmek.
adaptable
a.dapt.ablesıfat yeni koşullara adapte olabilen veya uyarlanabilen.
adaptation
ad.ap.ta.tionisim 1. uyarlama, adaptasyon. 2. alışma, intibak.
adapter
a.dapt.erisim 1. makine adaptör. 2. uyarlayıcı, adapte eden.
adaptor
a.dapt.orisim 1. makine adaptör. 2. uyarlayıcı, adapte eden.
add fuel to the flames
yangına körükle gitmek.
add spice to
-i canlandırmak, -i ilginçleştirmek.
add up to
-e varmak, (bir yekûn) tutmak. 2. konuşma dili anlamına gelmek: What it adds up to is that you're not coming. Gelmeyeceksin anlamına geliyor.
add up
toplamak. 2. konuşma dili makul olmak, akla yakın olmak.
add
add äd fiil 1. eklemek, ilave etmek; katmak. 2. toplamak.
addendum
ad.den.dum ıden'dım isim (addenda) ilave, ek; ilave edilecek şey veya söz.
addict
ad.dict äd'îkt isim bağımlı, müptela; tiryaki: drug addict uyuşturucu bağımlısı. cigarette addict sigara tiryakisi.
adding machine
hesap makinesi.
addition
ad.di.tion ädîş'ın isim 1. ekleme, ilave. 2. ek, ilave. 3. matematik toplama.
19
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük additional
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ad.di.tion.al ädîş'ınıl sıfat biraz daha, ilave edilen, eklenilen.
additive
ad.di.tive äd'ıtîv' isim 1. katkı. 2. katılan kimyasal madde. sıfat toplamsal, ilave olunacak.
addled
ad.dled äd'ıld sıfat 1. sersem, şaşkaloz. 2. cılk (yumurta).
address a remark to
(birine) bir söz yöneltmek.
address
ad.dress ıdres' isim 1. (veya ä'dres) adres. 2. söylev, nutuk. fiil 1. hitap etmek. 2. adres yazmak.
addressee
ad.dress.eeisim alıcı, kendisine mektup veya paket gönderilen kimse.
adduce
ad.duce ıdus', [İngiliz İngilizcesi] ıdyus' fiil (kanıt) ileri sürmek.
adept
a.dept ıdept' sıfat (at/in) usta, çok becerikli; mahir. isim usta, işinin ehli.
adequacy
ad.e.jua.cy äd'ıkwısi isim yeterlilik, kifayet.
adequate
ad.e.juate äd'ıkwît sıfat yeterli, kâfi.
adhere
ad.here ädhîr' fiil 1. (to) -e yapışmak. 2. (to) -e sadık kalmak, -e bağlı kalmak.
adherence
ad.her.enceisim 1. yapışma. 2. bağlılık.
adherent
ad.her.ent ädhîr'ınt isim taraftar, yandaş.
adhesion
ad.he.sion ädhi'qın isim 1. yapışma. 2. to -e bağlı kalma, -e sadık kalma, -e uyma.
adhesive tape
(yapıştırıcı) bant.
adhesive
ad.he.sive ädhi'sîv sıfat, isim yapışkan, yapıştırıcı.
adj.
adj.kısaltma «adqacent» adqective adqustment
adjacent
ad.ja.cent ıcey'sınt sıfat to (-e) bitişik, bitişikteki; komşu.
adjective
ad.jec.tive äc'îktîv isim sıfat.
adjoin
ad.join ıcoyn' fiil bitişik olmak.
adjoining
ad.join.ingsıfat bitişik, bitişikteki, yan, yandaki.
adjourn
ad.journ ıcırn' fiil 1. oturuma son vermek. 2. (toplantı, oturum) sona ermek, bitmek. 3. (bir başka yere) geçmek. 20
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
adjust oneself to
kendini -e alıştırmak.
adjust
ad.just ıc^st' fiil ayar etmek, ayarlamak.
adjustment
ad.just.mentisim 1. ayarlama. 2. kendini alıştırma. 3. ticaret tazminat miktarının sigortalı ve sigortacı arasında kararlaştırılması.
administer an oath
yemin ettirmek, ant içirmek.
administer
ad.min.is.ter ädmîn'îstır fiil yönetmek, idare etmek.
administration
ad.min.is.tra.tionisim yönetim, idare.
administrative
ad.min.is.tra.tivesıfat idari, yönetimle ilgili, yönetimsel.
administrator
ad.min.is.tra.torisim yönetici, idareci.
admirable
ad.mi.ra.ble äd'mırıbıl sıfat takdire değer, beğenilecek, çok güzel.
admiral
ad.mi.ral äd'mırıl isim amiral.
admiration
ad.mi.ra.tion ädmırey'şın isim takdir, beğenme.
admire
ad.mire ädmay'ır fiil takdir etmek, beğenmek; hayran olmak, hayran kalmak.
admirer
ad.mirerisim takdir eden, beğenen; hayran.
admiring
ad.mir.ingsıfat takdir ettiğini belirten; hayran, hayranlık gösteren.
admissible
ad.mis.si.ble ädmîs'ıbıl sıfat kabul edilebilir.
Admission free.
Giriş serbest.
admission
ad.mis.sion ädmîş'ın isim 1. içeri alma; kabul; giriş. 2. giriş ücreti, giriş. 3. itiraf.
admit of
imkân vermek.
admit
ad.mit ädmît' fiil (admitted, admitting) 1. içeri almak, almak; kabul etmek: They won't admit you. Seni içeri sokmazlar. 2. itiraf etmek.
admittance
ad.mit.tanceisim kabul; giriş.
admonish
ad.mon.ish ädman'îş fiil tembih etmek; kulağını çekmek.
admonition
ad.mo.ni.tion ädmınîş'ın isim tembih; kulağını çekme.
admonitory
ad.mon.i.to.ry ädman'ıtôri sıfat uyarı niteliğinde.
ado
a.do ıdu' isim insanı yoran hazırlıklar; koşuşmalar. 21
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
adolescence
ad.o.les.cenceisim ergenlik, ergenlik çağı.
adolescent
ad.o.les.cent ädıles'ınt sıfat, isim ergen, ergenlik çağında olan (genç).
adopt
a.dopt ıdapt' fiil 1. evlat edinmek. 2. edinmek, benimsemek.
adopted child
evlat edinilmiş çocuk, evlatlık.
adoption
adop.tionisim 1. evlat edinme. 2. edinme, benimseme.
adorable
ador.ablesıfat tapınılacak, çok güzel ve sevimli.
adoration
ad.o.ra.tion ädırey'şın isim tapınma, çılgınca sevme.
adore
a.dore ıdôr' fiil 1. tapınmak, tapmak, çılgınca sevmek. 2. (Allaha) tapınmak, tapmak.
adorn
a.dorn ıdôrn' fiil süslemek, donatmak, donamak.
adornment
a.dorn.mentisim 1. süsleme. 2. süs.
adrift
a.drift ıdrîft' sıfat bakınız be adrift zarf bakınız be cast adrift cast something adrift
adroit
a.droit ıdroyt' sıfat usta, çok becerikli.
adsorb
ad.sorb ädsôrb' fiil, kimya adsorbe etmek.
adsorbent
ad.sorb.entisim, sıfat adsorban.
adsorption
ad.sorp.tion ädsôrp'şın isim, kimya adsorpsiyon.
adult
a.dult ıd^lt' sıfat, isim 1. yetişkin. 2. hukuk ergin, reşit.
adulterate
a.dul.ter.ate ıd^l'tıreyt fiil içine yabancı madde katmak.
adulterer
a.dul.ter.er ıd^l'tırır isim zina yapan erkek.
adulteress
a.dul.ter.ess ıd^l'tırıs isim zina yapan kadın.
adultery
a.dul.ter.y ıd^l'tıri isim zina.
adv.
adv.kısaltma adverb
advance
ad.vance ädväns' isim 1. ilerleme, ileri gitme. 2. yaklaşım; teklif. 3. ticaret avans. fiil 1. ilerletmek; ilerlemek. 2. artmak; artırmak. 3. avans vermek. 4. ileriye almak. 5. yardım etmek. 6. terfi ettirmek; terfi etmek. sıfat ileri, ileride bulunan.
advanced in years
yaşlı.
advanced
ad.vancedsıfat ilerlemiş, ileri.
advancement
ad.vance.mentisim ilerleme. 22
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük advantage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ad.van.tage ädvän'tîc isim 1. avantaq, üstünlük sağlayan şey. 2. yarar, fayda.
advent
ad.vent äd'vent isim geliş, varış.
adventure
ad.ven.ture ädven'çır isim macera, serüven.
adventurer
ad.ven.tur.erisim 1. serüvenci, maceracı. 2. dolandırıcı, dalavereci.
adventuresome
ad.ven.ture.somesıfat bakınız adventurous
adventurous
ad.ven.tur.oussıfat 1. maceracı, maceraperest. 2. maceralı.
adverb
ad.verb äd'vırb isim zarf, belirteç.
adversary
ad.ver.sar.y äd'vırseri isim 1. iskambil oyunları rakip. 2. düşman.
adverse
ad.verse ädvırs' sıfat 1. kötü, elverişsiz. 2. menfaatine aykırı, aleyhte.
adversity
ad.ver.si.tyisim 1. zorluk, güçlük, sıkıntı. 2. sıkıntılı bir durum veya zaman.
advertise for someone
ilan aracılığıyla eleman aramak.
advertise
ad.ver.tise äd'vırtayz fiil 1. reklamını yapmak. 2. ilan etmek.
advertisement
ad.ver.tise.mentisim ilan, reklam.
advertising agency
reklam ajansı.
advertising
advertisingisim reklamcılık.
advice
ad.vice ädvays' isim nasihat, öğüt, tavsiye.
advisable
ad.vis.ablesıfat akıllıca, makul, doğru.
advise
ad.vise ädvayz' fiil 1. tavsiye etmek, öğütlemek. 2. ticaret bildirmek.
adviser
ad.vis.erisim yol gösteren, akıl hocası; danışman.
advisor
ad.vi.sorisim yol gösteren, akıl hocası; danışman.
advocate
ad.vo.cate äd'vıkeyt fiil desteklemek, savunmak.
adz
adz ädz isim keser.
adze
adze ädz isim keser.
Aegean Sea
Ege Denizi.
Aegean
Ae.ge.an îci'yın sıfat Ege.
aerial view
havadan görünüş. 23
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
aerial
aer.i.al er'iyıl isim 1. anten. 2. havai.
aerobics
aer.o.bics ero'bîks isim, sıfat aerobik.
aerodrome
aer.o.drome er'ıdrom isim, İngiliz İngilizcesi havaalanı, havalimanı.
aerogramme
aer.o.gramme er'ıgräm isim hava mektubu.
aeroplane
aer.o.plane er'ıpleyn isim, İngiliz İngilizcesi bakınız airplane
aerosol
aer.o.sol er'ısol isim sprey tüpü, aerosol.
aesthete
aes.thete es'thit isim estet.
aesthetic
aes.thet.ic esthet'îk sıfat, isim estetik.
aesthetics
aes.thet.icsisim estetik.
aestival
aes.ti.val es'tıvıl sıfat yaza özgü.
afar off
çok uzakta.
afar
a.far ıfar' zarf bakınız afar off come from afar from afar
affable
af.fa.ble äf'ıbıl sıfat rahat, dostça ve sokulgan.
affair
af.fair ıfer' isim 1. sorun, mesele, iş. 2. konuşma dili şey (makine, eşya). 3. konuşma dili olay, skandal.
affect ignorance
cahillik taslamak, bilmezlikten gelmek.
affect
af.fect ıfekt' fiil 1. etkilemek, tesir etmek; dokunmak. 2. (hastalık) zarar vermek. 3. gibi görünmek, yalancıktan (bir şey) yapmak.
affectation
af.fec.ta.tion äfektey'şın isim sahte tavır, yapmacık.
affected
af.fect.edsıfat 1. (hastalıktan) zarar görmüş. 2. sahte, yapmacık, yapmacıklı.
affection
af.fec.tion ıfek'şın isim muhabbet, şefkat, sevgi.
affectionate
af.fec.tion.atesıfat sevgisini gösteren; şefkatli, sevecen, sevgi dolu.
affidavit
af.fi.da.vit äfıdey'vît isim, hukuk yeminli ve yazılı ifade.
affiliate oneself with
ile bağ/ilişki kurmak.
affiliate
af.fil.i.ate ıfîl'iyeyt fiil bağlamak.
affiliated
af.fil.i.at.edsıfat bağlı.
affiliation
af.fil.i.a.tion ıfîliyey'şın isim yakın ilişki.
24
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük affinity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
af.fin.i.ty ıfîn'ıti isim 1. benzerlik, benzer taraf. 2. sempati; sevgi.
affirm
af.firm ıfırm' fiil doğrulamak, tasdik etmek.
affirmation
af.fir.ma.tionisim doğrulama, tasdik.
affirmative
af.firm.a.tive ıfır'mıtîv sıfat olumlu. isim olumlu cevap.
affix
af.fix äf'îks isim, dilbilgisi önek veya sonek.
afflict
af.flict ıflîkt' fiil 1. acı vermek, ıstırap vermek. 2. başına bela olmak.
afflicted
af.flictedsıfat (zihinsel veya bedensel bakımdan) özürlü.
affliction
af.flic.tionisim dert; hastalık.
affluence
af.flu.ence äf'luwıns isim zenginlik, refah.
affluent
af.flu.entsıfat zengin, gönençli.
afford
af.ford ıfôrd' fiil 1. mali gücü yetmek, (bir şey için) parası olmak. 2. (bir şeyi) zarar görmeden yapabilmek: You can't afford to make him angry. Onu kızdırabilecek durumda değilsin sen.
affront
af.front ıfr^nt' isim hakaret, küçük düşüren davranış. fiil hakaret etmek, küçük düşürmek.
Afghan
Af.ghan äf'gın isim Afganlı, Afgan. sıfat 1. Afgan. 2. Afganlı.
Afghanistan
Af.ghan.i.stan äfgän'ıstän isim Afganistan.
afield
a.field ıfild' zarf kıra, kırda, evden uzak.
afire
a.fire ıfay'ır sıfat tutuşmuş; alevler içinde.
afloat
a.float ıflot' zarf yüzmekte; su üstünde.
afraid
a.fraid ıfreyd' sıfat bakınız be afraid of
afresh
a.fresh ıfreş' zarf yeniden.
Africa
Af.ri.ca äf'rîkı isim Afrika.
African
isim Afrikalı. sıfat 1. Afrika, Afrika'ya özgü. 2. Afrikalı.
after a fashion
şöyle böyle.
after all
bununla birlikte, yine de, buna rağmen.
after the dust has settled
toz dağıldıktan sonra. 2. ortalık sakinleşip herkes kendine geldikten sonra, ortalık yatıştıktan sonra. 25
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
after the fashion of
gibi, tarzında.
after
af.ter äf'tır edat 1. -den sonra. 2. için, yüzünden; -den dolayı. 3. ardından: After them came the giraffes. Onların ardından zürafalar geldi. sıfat sonraki. zarf sonra.
afterlife
af.ter.life äf'tırlayf isim ahret, öbür dünya.
aftermath
af.ter.math äf'tırmäth isim (kötü) sonuç.
afternoon
af.ter.noon äftırnun' isim öğleden sonra.
aftershave
af.ter.shave äf'tırşeyv isim tıraş losyonu.
aftertaste
af.ter.taste äf'tırteyst isim ağızda kalan tat.
afterthought
af.ter.thought äf'tır.thôt isim sonradan akla gelen düşünce.
afterward
af.ter.ward äf'tırwırd zarf sonra, sonradan.
afterwards
af.ter.wards äf'tırwırdz zarf sonra, sonradan.
again
a.gain ıgen' zarf tekrar, yine, bir daha.
against nature
doğaya aykırı.
against someone's will
birinin isteğine karşı.
against
a.gainst ıgenst' edat 1. karşı: against the current akıntıya karşı. a vaccine against the flu gribe karşı bir aşı. 2. aleyhinde, karşı: a vote against the president başkanın aleyhinde bir oy. I'm against it. Ona karşıyım.
agave
a.ga.ve ıga'vi isim agav.
age limit
yaş sınırı, yaş haddi.
age
age eyc isim 1. yaş. 2. çağ, devir.
aged
agedsıfat 1. yaşında: a boy aged five beş yaşında bir oğlan. 2. yaşlı, ihtiyar. 3. yıllanmış; eski.
ageless
age.lesssıfat 1. yaşlanmayan, ihtiyarlamayan. 2. eskimeyen.
agency
a.gen.cy ey'cınsi isim 1. acente; aqans: travel agency seyahat acentesi. news agency haber ajansı. 2. devlet dairesi.
agenda
a.gen.da ıcen'dı isim gündem.
agent provocateur
a.gent pro.vo.ca.teur ^qan' prôvôk^tör' isim (agents provocateurs) provokatör, kışkırtıcı ajan. 26
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
agent
a.gent ey'cınt isim 1. acente, temsilci. 2. ajan.
agglomerate
ag.glom.er.ate ıglam'ırît isim aglomera.
agglomeration
ag.glom.er.a.tion ıglamırey'şın isim aglomerasyon.
aggrandize
ag.gran.dize ıgrän'dayz fiil büyütmek.
aggrandizement
ag.gran.dize.ment ıgrän'dîzmınt isim büyütme.
aggravate
ag.gra.vate äg'rıveyt fiil 1. kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak, şiddetlendirmek: Don't scratch that sore; you'll aggravate it. O yarayı kaşıma, azdırırsın. aggravate a problem bir sorunu ağırlaştırmak. aggravate the pain acıyı şiddetlendirmek. 2. konuşma dili kızdırmak.
aggregate
ag.gre.gate äg'rıgît isim 1. toplam. 2. agrega.
aggression
ag.gres.sion ıgreş'ın isim saldırganlık.
aggressive
ag.gres.sivesıfat saldırgan.
aggressor
ag.gres.sorisim saldırgan, saldıran.
aggrieved
ag.grieved ıgrivd' sıfat incitilmiş; mağdur.
aghast
a.ghast ıgäst' sıfat dehşet içinde, donakalmış.
agile
ag.ile äc'ıl sıfat çevik.
agility of mind
zekâ kıvraklığı.
agility
a.gil.i.ty ıcîl'ıti isim çeviklik.
agitate
ag.i.tate äc'ıteyt fiil 1. çalkalamak, çalkamak; karıştırmak. 2. heyecanlandırmak. 3. ruhbilim ajite etmek. 4. sallamak.
agitated
ag.i.tatedsıfat 1. heyecanlı. 2. ruhbilim aqite.
agitation
ag.i.ta.tionisim 1. çalkalama, çalkama; aqitasyon. 2. heyecan. 3. ruhbilim ajitasyon. 4. sallama.
agitator
ag.i.ta.torisim 1. kışkırtıcı, tahrikçi, provokatör; eylemci, kampanyacı. 2. ajitatör, çalkalayıcı, karıştırıcı: washing machine agitator çamaşır makinesi pervanesi/pülsatörü.
aglow
a.glow ıglo' sıfat parlak.
ago
a.go ıgo' zarf önce, evvel: a long time ago çok zaman önce.
agonize
ag.o.nize äg'ınayz fiil ıstırap çekmek. 27
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
agony
ag.o.ny äg'ıni isim ıstırap.
agree
a.gree ıgri' fiil 1. razı olmak, rıza göstermek; mutabık olmak. 2. hemfikir olmak. 3. anlaşmak, iyi geçinmek. 4. (bir şey) (başka bir şeye) uymak, (bir şey) (başka bir şeyi) tutmak. 5. uygun olmak, -e göre olmak.
agreeable
a.gree.ablesıfat 1. hoş, iyi. 2. razı.
agreement
a.gree.mentisim anlaşma, sözleşme.
agricultural credit
ticaret tarım kredisi.
agricultural
ag.ri.cul.tur.alsıfat tarımsal, zirai.
agriculture
ag.ri.cul.ture äg'rık^lçır isim tarım, ziraat.
agriculturist
ag.ri.cul.tur.istisim çiftçi.
aground
a.ground ıgraund' zarf bakınız go aground
ah
ah a ünlem Aa!/Vah!
ahead of time
erken.
ahead
a.head ıhed' zarf ileri, ileride.
aid
aid eyd isim 1. yardım. 2. yardımcı. fiil yardım etmek.
AIDS
AIDS eydz isim, tıbbi AIDS.
ail
ail eyl fiil hasta olmak, rahatsız olmak.
ailing
ail.ingsıfat hasta, rahatsız.
ailment
ail.mentisim hastalık, rahatsızlık.
aim at
(silahı) (birine, bir yere) doğrultmak. 2. (bir şeyi) (bir yere) fırlatmak.
aim to
niyetinde olmak.
aim
aim eym isim amaç, gaye, maksat. fiil nişan almak.
aimless
aim.lesssıfat amaçsız.
air base
hava üssü.
air brake
hava freni, havalı fren.
air compressor
hava kompresörü.
air filter
hava filtresi.
air force
askeri/hava kuvvetleri.
air pollution
hava kirliliği.
air pressure
hava basıncı.
air raid
hava saldırısı.
air shaft
hava boşluğu, aydınlık. 28
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük air
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
air er isim 1. hava. 2. nağme. 3. tavır. fiil 1. havalandırmak. 2. herkese söylemek.
airborne
air.borne er'bôrn sıfat 1. havadan gelen (mikrop, toz v.b.). 2. havadan nakledilen. 3. uçmakta olan.
air-conditioned
air-con.di.tionedsıfat klimalı.
air-conditioner
air-con.di.tion.erisim klima.
aircraft carrier
uçak gemisi.
aircraft
air.craft er'kräft isim uçak; uçaklar.
airfield
air.field er'fild isim havaalanı.
airlift
air.lift er'lîft isim hava köprüsü. fiil hava yoluyla taşımak veya götürmek.
airline
air.line er'layn isim havayolu.
airliner
air.lin.erisim yolcu uçağı.
airmail letter
uçak mektubu.
airmail
air.mail er'meyl isim uçak postası.
airplane
air.plane er'pleyn isim uçak.
airport
air.port er'pôrt isim havalimanı, havaalanı.
airstrip
air.strip er'strîp isim uçuş pisti.
airtight
air.tight er'tayt sıfat hava geçirmez.
airways
air.ways er'weyz isim havayolları.
airy
air.y er'i sıfat 1. havai. 2. havadar. 3. hava gibi hafif. 4. hayali. 5. çalım satan, kendine bir hava veren. 6. çevik, canlı, şen.
airy-fairy
air.y-fair.y er'ifer'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili hiç pratik olmayan, hayal mahsulü, fantezi.
aisle
aisle ayl isim sıralar arası yol, geçenek.
ajar
a.jar ıcar' zarf aralık, az açık (kapı).
akin
a.kin ıkîn' sıfat benzer, yakın: Her speech is akin to poetry. Söyledikleri şiire benziyor.
alabaster
al.a.bas.ter äl'ıbästır isim albatr, kaymaktaşı.
alacrity
a.lac.ri.ty ıläk'rıti isim neşe ve çeviklik, şevk.
alarm clock
çalar saat.
alarm
a.larm ılarm' isim 1. korku; dehşet. 2. alarm, tehlike işareti: fire alarm yangın zili, yangın alarmı. fiil 1. 29
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tehlikeden haberdar etmek. 2. korkutmak; dehşete düşürmek. alas
a.las ıläs' ünlem Eyvah!/Yazık!
Albania
Al.ba.ni.a älbey'niyı isim Arnavutluk.
Albanian
sıfat, isim Arnavut.
albeit
al.be.it ôlbi'yît, älbi'yît bağlaç 1. .. de olsa: He is, in short, a boor, albeit an educated one. Kısacası, tahsilli de olsa, hödüğün biri. She's learning French, albeit painfully. Zorlukla da olsa Fransızcayı öğreniyor. It was a beautiful, albeit a worthless, coin. Değersiz de olsa güzel bir paraydı.
albino
al.bi.no älbay'no isim akşın, albinos, çapar.
album
al.bum äl'bım isim albüm.
alcohol
al.co.hol äl'kıhôl isim 1. alkol. 2. alkol, alkollü içki.
alcoholic
al.co.hol.icsıfat alkollü. isim alkolik.
alcoholism
al.co.hol.ismisim alkolizm.
alcove
al.cove äl'kov isim (duvarda bulunan) niş, oyuk; hücre gibi ve kapısız ufak oda.
ale
ale eyl isim bir çeşit bira.
alembic
a.lem.bic ılem'bîk isim imbik.
alert
a.lert ılırt' sıfat uyanık, tetikte olan.
alfresco
al.fres.co älfres'ko sıfat açık havada yapılan, açık hava. zarf açık havada.
alga
al.ga äl'gı isim (algae) alg.
algebra
al.ge.bra äl'cıbrı isim, matematik cebir.
Algeria
Al.ge.ri.a älcîr'iyı isim Cezayir.
Algerian
sıfat 1. Cezayir, Cezayir'e özgü. 2. Cezayirli. isim Cezayirli.
alias
a.li.as ey'liyıs isim takma isim; başka ad. zarf namı diğer: Cavit alias the Bear Cavit namı diğer Ayı.
alibi
al.i.bi äl'ıbay isim 1. hukuk sanığın, suçun işlendiği sırada başka yerde bulunduğu şeklindeki iddiası. 2. konuşma dili bahane, mazeret.
alien
al.ien ey'liyın isim yabancı, ecnebi. 30
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
alienate
al.ien.ate ey'liyıneyt fiil soğutmak, uzaklaştırmak.
alight
a.light ılayt' fiil konmak, inmek.
align oneself with
birinin saffına geçmek.
align
a.lign ılayn' fiil 1. aynı hizaya getirmek. 2. sıraya koymak.
alignment
a.lign.mentisim 1. aynı hizaya getirme. 2. sıraya koyma.
alike
a.like ılayk' sıfat birbirine benzer: We're alike in many ways. Birçok bakımdan birbirimize benziyoruz. zarf 1. eşit bir şekilde: Treat them alike. Onlara eşit bir şekilde davran. 2. hem ..., hem ...: rich and poor alike hem zenginler, hem fakirler.
alimentary canal
sindirim aygıtı.
alimentary
al.i.men.ta.ry älımen'tri sıfat beslenmeye ait; besleyici.
alimony
al.i.mo.ny äl'ımoni isim nafaka.
alive
a.live ılayv' sıfat sağ, canlı, hayatta, diri.
alkali
al.ka.li äl'kılay isim alkali.
all along the line
sıra boyunca.
all along
hep, baştan, başından beri. 2. boyunca: all along the coast sahil boyunca
all at once
birden, birdenbire. 2. aynı anda, hep birden.
all but
-den gayri hepsi, ... dışında hepsi: We have interviewed all but two of the candidates. Adayların ikisi dışında hepsiyle görüştük. 2. az daha, az kalsın, neredeyse: She was so angry that she all but slapped me. O kadar kızdı ki beni neredeyse tokatlayacaktı.
all day
bütün gün.
all in a twitter
heyecan içinde.
all in one
hem ... hem de ...: He's the Minister of Defense and the Minister of Education all in one. Hem Savunma Bakanı, hem de Eğitim Bakanıdır.
all manner of
her çeşit.
all night long
bütün gece, sabaha kadar.
all of a sudden
birdenbire, aniden, ansızın. 31
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
all out
elinden geleni yapma.
all over
tamamen; bitmiş; tekrar, baştan.
All right!
konuşma dili Aferin!/Yaşa be!/Çok iyi!/Harika!
All right.
konuşma dili Peki./Tamam.: All right, I'll come. Peki, gelirim.
All that glitters is not gold.
Parlayan her şey altın değildir./Görünüşe aldanmamalı.
all the better
daha iyi.
all the livelong night
hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir gece boyunca.
all the rest
kalanların hepsi.
all the same
yine de, bununla birlikte, buna rağmen: He told her not to do it, but she did it all the same. Ona yapmamasını söyledi, fakat o yine de yaptı.
all the time
her zaman, daima, hep.
all the way
başından sonuna kadar. 2. tamamen.
all the while
belirli bir müddetin başından sonuna kadar: She wasn't surprised because she'd known it all the while. Baştan bildiği için şaşırmamıştı.
all the year round
tüm yıl boyunca.
all there
konuşma dili aklı başında.
all things considered
her şey göz önüne alınırsa.
all told
yekûn olarak.
all too soon
pek erken, zamansız.
all
all ôl sıfat bütün, tüm; hepsi: All roses have thorns. Bütün güller dikenlidir. He worked all day. Bütün gün çalıştı. isim hepsi: All of us went. Hepimiz gittik. Pour it all out. Hepsini dök. zarf 1. tamamıyla: She was all alone. Yapayalnızdı. dressed all in red tepeden tırnağa kırmızılar içinde. 2. berabere: The score was six all, with two minutes remaining. Maçın bitimine iki dakika kala 4-4 berabereydiler.
Allah
Al.lah äl'ı isim Allah.
allay
al.lay ıley' fiil yatıştırmak, hafifletmek: allay someone's fears birinin endişelerini yatıştırmak.
allegation
al.le.ga.tion älıgey'şın isim iddia. 32
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
allege
al.lege ılec' fiil iddia etmek.
allegiance
al.le.giance ıli'cıns isim sadakat, bağlılık.
allegorical
al.le.gor.i.calsıfat alegorik.
allegory
al.le.go.ry äl'ıgori isim alegori.
all-embracing
all-embracingsıfat her şeyi saran.
allergic
al.ler.gic ılır'cîk sıfat alerqik.
allergy
al.ler.gy äl'ırci isim alerqi.
alley
al.ley äl'i isim dar sokak, ara yol.
alliance
al.li.ance ılay'ıns isim 1. politika ittifak, anlaşma. 2. birleşme, müttefiklik.
allied
al.lied ılayd' sıfat müttefik, birleşik.
alligator
al.li.ga.tor äl'ıgeytır isim amerikatimsahı.
all-night
all-night ôl'nayt' sıfat 1. bütün gece süren (bir olay). 2. bütün gece açık olan (lokanta, dükkân v.b.).
all-nighter
all-night.er ôlnay'tır isim, konuşma dili bütün gece süren bir olay.
allocate
al.lo.cate äl'ıkeyt fiil ayırmak, tahsis etmek.
allocation
al.lo.ca.tionisim tahsisat.
allot
al.lot ılat' fiil (allotted, allotting) 1. ayırmak, tahsis etmek. 2. bölüştürmek.
allow for
hesaba katmak.
allow
al.low ılau' fiil izin vermek, müsaade etmek.
allowance
al.low.anceisim harçlık.
alloy
al.loy äl'oy isim alaşım.
all-purpose
all-pur.pose ôl'pır'pıs sıfat pek çok işe yarayan; çok kullanışlı.
all-round
all-round ôl'raund' sıfat pek çok yeteneği olan: an allround student dört dörtlük bir öğrenci.
All's fair in love and war.
Aşkta ve savaşta her şey mubahtır.
allspice
all.spice ôl'spays isim yenibahar.
allude
al.lude ılud' fiil to üstü kapalı bir şekilde -den bahsetmek, kastetmek; ima etmek, anıştırmak.
allure
al.lure ılûr' isim cazibe, çekicilik, albeni.
alluring
al.lur.ingsıfat cazibeli, çekici, alımlı. 33
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
allusion
al.lu.sionisim anıştırma.
ally oneself to
ile birleşmek.
ally oneself with
ile birleşmek.
ally
al.ly äl'ay isim, politika müttefik.
alma mater
al.ma ma.ter äl'mı ma'tır bir kimsenin mezun olduğu okul, lise veya üniversite.
almanac
al.ma.nac ôl'mınäk isim almanak.
almighty
al.might.y ôlmayt'i sıfat her şeye gücü yeten.
almond
al.mond am'ınd isim badem.
almost
al.most ôlmost' zarf 1. hemen hemen: This picture's almost done. Bu resim hemen hemen bitti. 2. az kaldı, az kalsın, az daha, neredeyse: He almost died. Az kaldı ölecekti.
alms
alms amz isim sadaka.
alone
a.lone ılon' sıfat yalnız; kimsesiz. zarf yalnız, yalnız başına, tek başına.
along
a.long ılông' edat boyunca: along the river ırmak boyunca. zarf with ile beraber: She came along with us. Bizimle beraber geldi.
alongside
a.long.side ılông'sayd' edat 1. yanına; yanında. 2. denizcilikle ilgili bordasına; bordasında.
aloof
a.loof ıluf' sıfat soğuk, uzak duran. zarf uzak, uzakta.
aloud
a.loud ılaud' zarf yüksek sesle.
alphabet
al.pha.bet äl'fıbet isim alfabe, abece.
alphabetic
al.pha.bet.ic älfıbet'îk sıfat bakınız alphabetical
alphabetical
al.pha.bet.i.cal älfıbet'îkıl sıfat alfabetik, alfabe sırasına göre dizilmiş: The words are in alphabetical order. Kelimeler alfabe sırasına göre dizilmiş.
already
al.read.y ôlred'i zarf 1. şimdiden, halen (Türkçede genellikle çevirisiz kalır.): You're too late; he's already gone. Geç kaldın; gitti. 2. Beklenenden daha erkeni göstermek için kullanılır: Has he finished already? Bu kadar erken mi bitirdi? 3. daha önce: As I've already
34
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
seen it, there's no need for me to come. Daha önce gördüğüme göre gelmeme gerek yok. alright
al.right ôlrayt' sıfat, konuşma dili bakınız All right. All right! all-right be all right
also
al.so ôl'so zarf bir de: You'll need pliers. You'll also need tape. Sana kerpeten lazım. Bir de bant. It was cold and it was also wet. Hava soğuktu ve bir de yağmurluydu.
Alt key
bilgisayar ek karakter tuşu.
Alt
Alt ôlt sıfat bakınız Alt key
altar
al.tar ôl'tır isim sunak.
alter
al.ter ôl'tır fiil değiştirmek; değişmek.
alterable
al.ter.ablesıfat değiştirilebilir.
alteration
al.ter.ationisim 1. değiştirme; değişme. 2. değişiklik.
alternate
al.ter.nate ôl'tırneyt fiil 1. birkaç şeyin birbirini art arda izlemelerini sağlamak. 2. bir işi nöbetleşe yapmak. 3. between (iki durum) arasında gidip gelmek. 4. with (bir durum) (başka bir durumu) izlemek.
alternately
al.ter.nate.lyzarf sıra ile; nöbetleşe.
alternating current
elektrik almaşık/dalgalı/alternatif akım.
alternative
al.ter.na.tive ôltır'nıtîv isim seçenek, alternatif, şık: I had no alternative. Başka çarem kalmamıştı./Yapacak başka bir şey yoktu. sıfat diğer, başka.
alternator
al.ter.na.tor ôl'tırneytır isim, elektrik alternatör.
although
al.though ôldho' bağlaç -diği halde, ise de, olmakla beraber: Although he's old he's a good dancer. Yaşlı olduğu halde iyi dans eder. Although I tried hard it didn't do much good. Çok gayret ettimse de pek işe yaramadı. Although the teacher was strict, the students were happy. Hoca sert olmakla beraber öğrenciler mutluydu.
altimeter
al.tim.e.ter ältîm'ıtır isim altimetre, yükseklikölçer.
altitude
al.ti.tude äl'tıtud isim yükseklik; irtifa; yükselti, rakım.
altogether
al.to.geth.er ôltıgedh'ır zarf tamamıyla, bütünüyle. 35
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
alum
al.um äl'ım isim şap.
aluminium
a.lu.min.i.um älyımîn'iyım isim, İngiliz İngilizcesi bakınız aluminum
aluminum
a.lu.mi.num ılu'mınım isim alüminyum.
alumna
a.lum.na ıl^m'nı isim (alumnae) bir okul, lise veya üniversite mezunu kız.
alumnus
a.lum.nus ıl^m'nıs isim (alumni) bir okul, lise veya üniversite mezunu erkek.
always excepting
her zaman olduğu gibi ... hariç: Everybody came on time always excepting Kaya. Her zaman olduğu gibi Kaya hariç herkes vaktinde geldi.
always
al.ways ôl'weyz zarf daima, her zaman.
am
am äm fiil bakınız be
amalgam
a.mal.gam ımäl'gım isim malgama, amalgam.
amass
a.mass ımäs' fiil biriktirmek.
amateur
am.a.teur äm'ıçûr isim amatör.
amaze
a.maze ımeyz' fiil hayrette bırakmak, hayrete düşürmek, şaşkına çevirmek.
amazement
a.maze.mentisim hayret.
amazing
a.maz.ingsıfat insanı şaşırtan, insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı.
ambassador
am.bas.sa.dor ämbäs'ıdır isim büyükelçi.
amber
am.ber äm'bır isim kehribar.
ambidextrous
am.bi.dex.trous ämbîdek'strıs sıfat iki elini aynı şekilde kullanabilen.
ambience
am.bi.ence äm'biyıns isim atmosfer, hava, ambiyans.
ambiguity
am.bi.gu.ityisim birden fazla anlama gelme; belirsizlik.
ambiguous
am.big.u.ous ämbîg'yuwıs sıfat birden fazla anlama gelebilen; ne olduğu belirsiz.
ambition
am.bi.tion ämbîş'ın isim 1. bir şeyi başarma veya elde etme tutkusu. 2. (uzun zamandır güdülen) büyük amaç.
36
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ambitious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
am.bi.tioussıfat 1. bir şeyi başarma veya elde etme tutkusuyla yanıp tutuşan veya dolu. 2. büyük bir amacın ürünü olan, büyük.
ambivalent
am.biv.a.lent ämbîv'ılınt sıfat birbirine zıt hisleri olan, karışık hisleri olan; değişken.
amble
am.ble äm'bıl fiil rahat rahat yürümek.
ambulance
am.bu.lance äm'byılıns isim cankurtaran, ambülans.
ambush
am.bush äm'bûş isim pusuya düşürme. fiil pusuya düşürmek.
ameba
a.me.ba ımi'bı isim bakınız amoeba
ameliorate
a.mel.io.rate ımil'yıreyt fiil iyileştirmek.
amelioration
ame.lio.ra.tionisim iyileştirme.
amen
a.men a'men' ünlem âmin.
amenable
a.me.na.ble ımi'nıbıl sıfat uysal, yumuşak başlı; ikna edilebilen.
amend
a.mend ımend' fiil 1. düzeltmek. 2. (kuralı, tasarıyı) değiştirmek.
amendment
a.mend.mentisim 1. düzeltme, ıslah. 2. (kuralı, tasarıyı) değiştirme.
amends
a.mends ımendz' isim bakınız make amends to someone for something
amenities
a.men.i.ties ımen'ıtiz isim, çoğul hayatı kolaylaştıran şeyler, rahatlıklar: This hotel has all sorts of amenities. Bu otelde her tür konfor var.
America
A.mer.i.ca ımer'ıkı isim Amerika.
American leopard
jaguar.
American
isim Amerikalı. sıfat Amerikan; Amerika, Amerika'ya özgü.
amiable
a.mi.a.ble ey'miyıbıl sıfat cana yakın, sevimli.
amicable
am.i.ca.ble äm'îkıbıl sıfat arkadaşça, dostça.
amid
a.mid ımîd' edat ortasına, ortasında, arasına, arasında.
amidst
a.midst ımîdst' edat bakınız amid
amiss
a.miss ımîs' zarf bakınız be amiss take something amiss
amity
am.i.ty äm'ıti isim arkadaşlık, dostluk. 37
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ammeter
am.me.ter äm'mitır isim ampermetre, amperölçer.
ammonia
am.mo.nia ımon'yı isim amonyak, nışadırruhu.
ammunition dump
askeri cephede geçici cephanelik.
ammunition
am.mu.ni.tion ämyınîş'ın isim cephane, mühimmat.
amnesia
am.ne.sia ämni'qı isim bellek yitimi, amnezi.
amnesty
am.nes.ty äm'nısti isim genel af.
amoeba
a.moe.ba ımi'bı isim, zooloji amip.
amoebic
a.moe.bicsıfat 1. amipli, amipten ileri gelen. 2. amibe benzeyen; amibe ait.
amok
a.mok ım^k' isim bakınız run amok
among
a.mong ım^ng' edat arasına, arasında, içinde.
amongst
a.mongst ım^ngst' edat bakınız among
amoral
a.mor.al eymôr'ıl sıfat ahlakdışı.
amorous
am.o.rous äm'ırıs sıfat şehvetli; şehvet dolu.
amorphous
a.mor.phous ımôr'fıs sıfat 1. şekilsiz, biçimsiz; sınırları belli olmayan. 2. biyoloji amorf.
amortise
am.or.tise äm'ırtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız amortize
amortization
am.or.ti.za.tionisim amortisman.
amortize
am.or.tize äm'ırtayz fiil amorti etmek.
amount
amount ımaunt' isim miktar. fiil 1. to ile eşanlamlı olmak: It amounts to the same thing. Aynı kapıya çıkar. 2. to toplamı (belirli bir miktar) olmak: It amounts to five dollars. Toplam beş dolar ediyor.
ampere
am.pere äm'pir isim, elektrik amper.
amperemeter
am.pere.me.terisim bakınız ammeter
amphetamine
am.phet.a.mine ämfet'ımin isim amfetamin.
amphibian
am.phib.i.an ämfîb'iyın isim iki yaşayışlı hayvan.
amphibious
am.phib.i.ous ämfîb'iyıs sıfat 1. iki yaşayışlı, amfibi. 2. amfibi, yüzer gezer.
amphitheater
am.phi.the.a.ter äm'fıthiyıtır isim amfiteatr.
amphitheatre
am.phi.the.a.treisim, İngiliz İngilizcesi bakınız amphitheater
38
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ample
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
am.ple äm'pıl sıfat 1. bol, bol bol yetecek kadar. 2. geniş.
amplification
am.pli.fi.ca.tion ämplıfîkey'şın isim 1. daha uzun veya ayrıntılı bir şekilde söyleme. 2. amplifikasyon, yükseltme.
amplifier
am.pli.fi.erisim amplifikatör, yükselteç.
amplify
am.pli.fy äm'plıfay fiil 1. daha uzun veya ayrıntılı bir şekilde söylemek. 2. (sesini) kuvvetlendirmek.
amplitude
am.pli.tude äm'plıtud isim 1. bolluk. 2. genişlik.
amply
am.plyzarf bol bol yetecek kadar.
amputate
am.pu.tate äm'pyûteyt fiil (bir uzvu) kesmek.
amputation
am.pu.ta.tionisim, tıbbi ampütasyon.
amputee
am.pu.tee ämpyuti' isim bir uzvu kesilmiş kimse.
amuck
a.muck ım^k' isim bakınız amok
amulet
am.u.let äm'yılît isim muska, nazarlık, tılsım.
amuse
a.muse ımyuz' fiil eğlendirmek; oyalamak, güldürmek.
amusement
a.muse.mentisim eğlence.
amusing
amus.ingsıfat eğlendirici; oyalayıcı; güldürücü.
an odd fish
tuhaf bir adam.
an off street
sapa bir sokak.
an open secret
herkesçe bilinen sır.
an
an ın, än sıfat (ünlülerden önce) bir.
anachronism
a.nach.ro.nism ınäk'rınîzım isim anakronizm.
anaemia
a.nae.mi.a ıni'miyı isim, İngiliz İngilizcesi bakınız anemia
anal
a.nal ey'nıl sıfat anal.
analgesia
an.al.ge.si.a änılciz'iyı isim acı yitimi, analqezi.
analgesic
an.al.ge.sicsıfat, isim ağrı kesici, analqezik.
analogous
anal.o.goussıfat benzer, paralel; benzeşen.
analogue computer
bilgisayar örneksel bilgisayar.
analogue
an.a.logue än'ılôg isim benzer şey, benzeş.
analogy
a.nal.o.gy ınäl'ıci isim benzerlik, paralellik; benzeşim.
analyse
an.a.lyse än'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız analyze
analysis
a.nal.y.sis ınäl'ısîs isim tahlil, çözümleme, analiz. 39
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük analytic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
an.a.lyt.ic änılît'ik sıfat tahlili, çözümsel, çözümlemeli, analitik.
analytical
an.a.lyt.i.cal änılît'îkıl sıfat bakınız analytic
analyze
an.a.lyze än'ılayz fiil tahlil etmek, çözümlemek, analiz etmek.
anarchic
an.ar.chicsıfat anarşik.
anarchism
an.ar.chismisim anarşizm.
anarchist
an.ar.chistisim anarşist.
anarchy
an.ar.chy än'ırki isim anarşi.
anathema
a.nath.e.ma ınäth'ımı isim 1. aforoz, lanetleme. 2. aforoz edilmiş kimse.
Anatolia
An.a.to.li.a änıto'liyı isim Anadolu.
Anatolian
isim Anadolulu. sıfat 1. Anadolu, Anadolu'ya özgü. 2. Anadolulu.
anatomical
an.a.tom.i.cal änıtam'îkıl sıfat anatomik, anatomiyle ilgili.
anatomy
a.nat.o.my ınät'ımi isim anatomi; gövde yapısı; gövdebilim.
anc.
anc.kısaltma ancient
ancestor
an.ces.tor än'sestır isim ata, cet.
ancestral
an.ces.tralsıfat atalara ait, soysal.
ancestry
an.ces.tryisim soy.
anchor man
televizyon (erkek) sunucu.
anchor woman
televizyon (kadın) sunucu.
anchor
an.chor äng'kır isim demir, çapa, lenger.
anchorage
an.chor.ageisim demirleme yeri.
anchovy
an.cho.vy än'çıvi isim ançüez.
ancient Greek
Grekçe, Grek dili, eski Yunanca. 2. Grek, eski Yunanlı: the ancient Greeks Grekler. 3. Grek, eski Yunan, Greklere özgü. 4. Grekçe, eski Yunanca (yazı, söz).
ancient
an.cient eyn'şınt sıfat 1. antik. 2. çok eski, çok eski bir zamandan kalma. 3. konuşma dili yaşlı, ihtiyar.
ancillary
an.cil.lar.y änsîl'ıri, än'sıleri sıfat yardımcı.
and rightly so
.. ve haklıydı da, ... ve iyi de etti. 40
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük and so forth
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
falan, filan, vesaire, ve benzerleri. First, buy the flour, the milk, the eggs, and so forth. Önce un, süt, yumurta vesaireyi al. She moaned and groaned and so forth for about an hour. Bir saat kadar sızlandı mızlandı.
and so on
bakınız and so forth
and such
ve benzerleri.
and what have you
konuşma dili vesaire.
and what not
konuşma dili vesaire.
and what's more
bir de, hem de, üstelik, ayrıca: She was wearing a pink cape and, what's more, she was carrying a pink poodle. Pembe bir pelerin giymişti ve kucağında da pembe bir kaniş taşıyordu.
and
and änd bağlaç ve; ile: mice and men fareler ve insanlar. knife and fork bıçakla çatal. He looked and ran away. Baktı ve kaçtı.
anecdotal
an.ec.dot.al änîkdo'tıl sıfat fıkra tarzında.
anecdote
an.ec.dote än'îkdot isim fıkra, hikâye, anekdot.
anemia
a.ne.mi.a ıni'miyı isim, tıbbi kansızlık, anemi.
anesthesia
an.es.the.sia änîsthi'qı isim duyum yitimi, anestezi.
anesthesiologist
an.es.the.si.ol.o.gistisim anestezi uzmanı.
anesthetic
an.es.thet.icisim, sıfat anestezik.
anesthetist
anes.the.tistisim narkozitör.
anesthetize
an.es.the.tize ınes'thıtayz fiil narkoz vermek, uyuşturmak.
anew
a.new ınu' zarf 1. yeniden fakat değişik bir şekilde. 2. tekrar, bir daha, gene, yine, yeniden.
angel
an.gel eyn'cıl isim melek.
angelic
an.gel.ic äncel'îk sıfat melek gibi.
anger
an.ger äng'gır isim öfke, hiddet. fiil kızdırmak, öfkelendirmek.
angina
an.gi.na äncay'nı isim bir çeşit kalp hastalığı.
angle iron
köşebent demiri.
angle
an.gle äng'gıl isim, geometri 1. açı. 2. (bir cisme ait) köşe. 3. konuşma dili bakış açısı, görüş açısı. 41
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
angler
an.glerisim oltayla balık tutan kimse.
angleworm
an.gle.worm äng'gılwırm isim solucan.
Anglican
An.gli.can äng'glıkın sıfat, isim Anglikan.
angling
an.gling äng'glîng isim oltayla balık avlama.
Anglo-Saxon
An.glo-Sax.on äng'glosäk'sın sıfat, isim Anglosakson.
Angola
An.go.la äng.go'lı isim Angola.
Angolan
sıfat 1. Angola, Angola'ya özgü. 2. Angolalı. isim Angolalı.
angora
an.go.ra äng.gôr'ı isim 1. angora, angora yün; tiftik. 2. ankarakedisi. 3. ankarakeçisi. 4. ankaratavşanı.
angry
an.gry äng'gri sıfat öfkeli, hiddetli, kızgın; gücenik, dargın.
anguish
an.guish äng'gwîş isim ıstırap, acı, keder.
anguished
an.guishedsıfat acı dolu, kederli.
angular
an.gu.lar äng'gyılır sıfat 1. köşeli. 2. fizik açısal. 3. kemikli, kemikleri belirgin.
animal breeding
hayvan besleme.
animal heat
vücut sıcaklığı.
animal husbandry
hayvancılık.
animal kingdom
hayvanlar âlemi.
animal lover
hayvansever.
animal magnetism
çekicilik.
animal spirits
canlılık, coşku.
animal
an.i.mal än'ımıl isim hayvan. sıfat hayvani; hayvansal; hayvanca.
animate
an.i.mate än'ımeyt fiil hayat vermek, canlandırmak.
animated cartoon
çizgi film.
animated
an.i.matedsıfat canlı; neşeli.
animation
an.i.ma.tionisim 1. canlılık. 2. canlandırma.
animism
an.i.mism än'ımîzım isim canlıcılık.
animistic
an.i.mis.tic änımîs'tîk sıfat canlıcılıkla ilgili.
animosity
an.i.mos.i.ty änımas'ıti isim düşmanlık, husumet, kin.
anise
an.ise än'îs isim, botanik anason.
aniseed
an.i.seed än'îsid isim anason, anason tohumu. 42
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ankle
an.kle äng'kıl isim ayak bileği.
anklet
an.klet äng'klît isim 1. halhal. 2. kısa çorap, şoset.
annals
an.nals än'ılz isim 1. tarihi olaylar. 2. kronik, vakayiname.
annex
an.nex än'eks isim ek bina, müştemilat.
annexation
an.nex.ationisim ilhak, katma.
annihilate
an.ni.hi.late ınay'ıleyt fiil yok etmek, imha etmek.
annihilation
an.ni.hi.la.tionisim yok etme, imha.
anniversary
an.ni.ver.sa.ry änıvır'sıri isim yıldönümü.
annotate
an.no.tate än'oteyt fiil (bir metne) notlar eklemek.
announce
an.nounce ınauns' fiil bildirmek, ilan etmek.
announcement
an.nounce.mentisim bildiri, ilan.
announcer
an.nouncerisim spiker.
annoy
an.noy ınoy' fiil taciz etmek, sıkıntı vermek; kızdırmak, sinirine dokunmak, sinirlendirmek.
annoyance
an.noy.anceisim 1. kızgınlık. 2. baş belası, bela, sıkıntı veren şey veya kimse.
annoying
an.noy.ingsıfat sıkıntı veren; sinir bozucu, sinir.
annual
an.nu.al än'yuwıl isim 1. yıllık, yılın olaylarını anlatan kitap. 2. bir yıllık ömrü olan bitki. sıfat 1. yıllık, bir yıl için. 2. yılda bir yapılan; her yıl yapılan; yıllık.
annually
an.nu.al.lyzarf her yıl; yılda bir.
annuity
an.nu.i.ty ınu'wıti isim belirli bir süre için her yıl ödenen ve emek karşılığı olmayan maaş.
annul
an.nul ın^l' fiil (annulled, annulling) (yasa, yargı, sözleşme v.b.'ni) bozmak, feshetmek.
anode
an.ode än'od isim anot, artı uç.
anodyne
an.o.dyne än'ıdayn isim, sıfat ağrı kesici; yatıştırıcı.
anoint
a.noint ınoynt' fiil (kutsamak için) (başına) yağ sürmek, meshetmek.
anomalous
a.nom.a.lous ınam'ılıs sıfat 1. alışılmışın dışında, beklenene ters düşen, tuhaf, uygunsuz; çelişkili. 2. kuraldışı.
anomaly
a.nom.a.ly ınam'ıli isim anomali. 43
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük anonymity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
an.o.nym.i.ty änınîm'ıti isim gerçek ismini saklama: The writer used a pen name to preserve his anonymity. Yazar gerçek ismini saklamak için takma ad kullandı.
anonymous
a.non.y.mous ınan'ımıs sıfat isimsiz, anonim, imzasız.
another
an.oth.er ın^dh'ır sıfat 1. bir (şey) daha: another match bir kibrit daha. 2. başka, başka bir: another time başka sefer. 3. bir, ikinci bir: This is going to be another Chernobyl. Bu ikinci bir Çernobil olacak. zamir 1. bir tane daha: Take another! Bir tane daha al! 2. bir başkası, başkası: You can't sign for another. Başkasının yerine imza atamazsın.
answer back
küstahça cevap vermek.
answer for
hakkında teminat vermek; sorumluluğunu üstlenmek: I'll answer for his safety. Güvenliğini üstüme alıyorum. 2. hesabını vermek: You'll have to answer for this. Bunun hesabını vereceksin.
answer in the affirmative
olumlu cevap vermek.
answer the door
kapıya bakmak: Who'll answer the door? Kapıya kim bakacak?
answer the telephone
telefona bakmak: The telephone's ringing; will you answer it? Telefon çalıyor, bakar mısın?
answer
an.swer än'sır isim cevap, yanıt; karşılık. fiil 1. cevap vermek, cevaplamak, yanıtlamak; karşılık vermek. 2. to -e uymak: This man does not answer to the description of the suspect. Bu adam sanığın eşkâline uymuyor.
answering machine
telesekreter.
ant
ant änt isim karınca.
antagonism
an.tag.o.nism äntäg'ınîzım isim husumet, kin, düşmanlık.
antagonist
an.tag.o.nistisim hasım, muhalif.
antagonize
an.tag.o.nize äntäg'ınayz fiil 1. kızdırmak. 2. düşman etmek.
Antarctic Circle
Güney Kutbu dairesi, Antarktik daire.
44
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Antarctic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ant.arc.tic äntark'tîk, äntar'tîk sıfat Antarktik. isim bakınız the Antarctic Antarctic Circle
Antarctica
Ant.arc.ti.ca äntark'tîkı, äntar'tîkı isim Antarktika.
antecedent
an.te.ced.ent äntısid'ınt sıfat to -den önce olan, -den önceki.
antecedents
an.te.ced.entsisim, çoğul atalar.
antelope
an.te.lope än'tılop isim antilop.
antenna
an.ten.na änten'ı isim 1. anten. 2. duyarga, anten.
anterior
an.te.ri.or äntîr'iyır sıfat ön, öndeki; önceki.
anteroom
an.te.room än'tîrum isim bekleme odası.
anthem
an.them än'thım isim ilahi.
anthology
an.thol.o.gy änthal'ıci isim antoloqi, seçki.
anthropological
an.thro.pol.o.gic.alsıfat antropoloqik.
anthropologist
an.thro.pol.o.gistisim antropolog.
anthropology
an.thro.pol.o.gy änthrıpal'ıci isim antropoloqi, insanbilim.
antiaircraft
an.ti.air.craft äntiyer'kräft sıfat uçaksavar.
antiballistic missile
füzesavar.
antiballistic
an.ti.bal.lis.tic äntîbılîs'tîk sıfat bakınız antiballistic missile
antibiotic
an.ti.bi.ot.ic äntîbayat'îk isim, sıfat antibiyotik.
anticipate
an.tic.i.pate äntîs'ıpeyt fiil 1. (bir şeyin olabileceğini) önceden tahmin etmek. 2. önceden tahmin edip ona göre davranmak; -den önce davranmak. 3. konuşma dili beklemek, gerçekleşeceğini ummak.
anticipation
an.tic.i.pa.tion äntîsıpey'şın isim 1. önceden tahmin edip ona göre davranma. 2. (bir şeyin olabileceğini) önceden tahmin etme.
anticorrosive
an.ti.cor.ro.sive äntîkıro'sîv isim, sıfat antikorosif.
antics
an.tics än'tîks isim maskaralıklar; tuhaf davranışlar.
antidepressant
an.ti.de.pres.sant äntîdîpres'ınt isim, sıfat antidepresan.
antidote
an.ti.dote än'tîdot isim, tıbbi antidot, panzehir; çare.
antifreeze
an.ti.freeze än'tîfriz isim antifriz.
antihistamine
an.ti.his.ta.mine äntîhîs'tımin isim antihistamin. 45
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
antiknock
an.ti.knock äntînak' sıfat detonasyon kesici (madde).
antimissile
an.ti.mis.sile äntîmîs'ıl sıfat, isim roketsavar.
antipathy
an.tip.a.thy äntîp'ıthi isim antipati.
antiperspirant
an.ti.per.spi.rant äntîpır'spırınt sıfat, isim ter kesici.
Antipodes
An.tip.o.des äntîp'ıdiz isim bakınız the Antipodes
antiquated
an.ti.juat.ed än'tîkweytîd sıfat çağdışı, köhne.
antique
an.tijue äntik' sıfat 1. antik, ilk çağlardan kalma. 2. antika. isim antika.
antiquity
an.tij.ui.ty äntîk'wıti isim 1. antikite, antik çağlar, ilk çağlar. 2. antikite, antik çağlardan kalma bir şey.
antiseptic
an.ti.sep.tic äntısep'tîk sıfat, isim antiseptik.
antisocial
an.ti.so.cial äntîso'şıl sıfat 1. ruhbilim antisosyal. 2. insanlardan kaçan.
antithesis
an.tith.e.sis äntîth'ısîs isim (antitheses) 1. antitez, karşı tez. 2. bir şeyin tam karşıtı.
antithetical
an.ti.thet.i.cal äntîthet'îkıl sıfat karşıt olan.
antithetically
an.ti.thet.i.cal.lyzarf karşıt olarak.
antlers
ant.lers änt'lırz isim geyiğin çatallı boynuzları.
antonym
an.to.nym än'tınîm isim karşıt anlamlı sözcük.
anus
a.nus ey'nıs isim anüs, makat.
anvil
an.vil än'vîl isim örs.
anxiety
anx.i.e.ty ängzay'ıti isim endişe, kaygı, tasa.
anxious
anx.ious ängk'şıs sıfat endişeli, kaygılı, tasalı.
any longer
daha fazla, daha: I can't stay any longer. Daha fazla kalamam.
any more
artık: Aliye doesn't live here any more. Artık Aliye burada oturmuyor. 2. daha fazla: Don't give me any more! Bana daha fazla verme!
any old thing
ne olursa olsun, herhangi bir şey.
any
an.y en'i sıfat 1. hiç: Do you have any candles? Sende hiç mum var mı? No, I don't have any. Hayır, bende hiç yok. She did it without any help. Hiç yardım olmadan yaptı. 2. herhangi bir: Ask any pedestrian. Herhangi bir yayaya sor. 46
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük anybody
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
an.y.bod.y en'ib^di isim, zamir 1. kimse: Is anybody at home? Kimse var mı? I couldn't find anybody. Hiç kimseyi bulamadım. 2. herhangi bir kimse.
anyhow
an.y.how en'ihau zarf 1. her neyse, neyse. 2. ona rağmen, gene de, yine de: I did it anyhow. Ona rağmen yaptım.
anyone
an.y.one en'iw^n zamir bakınız anybody
anyplace
an.y.place en'ipleys zarf bakınız anywhere
anything
an.y.thing en'ithîng zamir, isim 1. bir şey: Do you want anything? Bir şey istiyor musun? I don't want anything. Hiçbir şey istemem. 2. herhangi bir şey: Anything'll do. Herhangi bir şey olur.
anyway
an.y.way en'iwey zarf 1. zaten. 2. her neyse, neyse, her ne hal ise; her nasılsa.
anywhere
an.y.where en'ihwer zarf 1. bir yer: He never goes anywhere. Hiçbir yere gitmez. Do you need anywhere to stay? Kalacak bir yere ihtiyacın var mı? I couldn't find it anywhere. Bir yerde bulamadım. 2. herhangi bir yer: Sit anywhere. Nerede istersen otur.
AP
AP, A.P. ey'pi' kısaltma Associated Press
apace
a.pace ıpeys' zarf çabuk, hızla, süratle: The proqect is proceeding apace. Proje çabuk ilerliyor.
apart from
sayılmazsa, sarfınazar edilirse, bir yana: He's a good man, apart from his drinking. İçki içmesini saymazsak iyi bir adam. 2. -den başka, -den gayrı: I know nothing apart from that. Ondan başka bir şey bilmem.
apart
a.part ıpart' zarf 1. ayrı, bir tarafa, bir yana, bir tarafta: He stood apart (from the others). Diğerlerinden ayrı duruyordu. 2. birbirinden ayrı: The two houses are three miles apart. İki ev birbirinden üç mil uzakta.
apartment house
apartman.
apartment
a.part.ment ıpart'mınt isim apartman dairesi.
apathetic
ap.a.thet.ic äpıthet'îk sıfat ilgisiz, kayıtsız, lakayt.
apathy
ap.a.thy äp'ıthi isim ilgisizlik, kayıtsızlık, lakaytlık. 47
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ape
ape eyp isim maymun. fiil taklit etmek, öykünmek.
aperture
ap.er.ture äp'ırçır isim delik, aralık, açıklık.
apex
a.pex ey'peks isim (apexes/apices) doruk, zirve.
aphrodisiac
aph.ro.dis.i.ac äfrıdîz'iyäk isim, sıfat afrodizyak.
apiece
a.piece ıpis' zarf parça başına, her biri, her birine: The books are five dollars apiece. Kitaplar beşer dolara satılıyor./Kitapların her biri beş dolar.
aplomb
a.plomb ıplam' isim kendine güvenme, özgüven, soğukkanlılık.
apocryphal
a.poc.ry.phal ıpak'rıfıl sıfat 1. doğruluğu kabul edilmeyen. 2. sahte, uydurma, sonradan uydurulmuş.
apogee
ap.o.gee äp'ıci isim 1. doruk, zirve. 2. gökbilim yeröte.
apologetic
a.pol.o.get.ic ıpalıcet'îk sıfat özür dileyen.
apologetically
a.pol.o.get.i.cal.lyzarf özür dileyerek.
apologise
a.pol.o.gise ıpal'ıcayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız apologize
apologize
a.pol.o.gize ıpal'ıcayz fiil özür dilemek: I apologized to him for being late. Geciktiğim için ondan özür diledim.
apology
a.pol.o.gy ıpal'ıci isim özür dileme.
apoplexy
ap.o.plex.y äp'ıpleksi isim, tıbbi apopleksi.
apostasy
a.pos.ta.sy ıpas'tısi isim (dininden, prensiplerinden, inançlarından) dönme.
apostate
a.pos.tate ıpas'teyt isim (dininden, prensiplerinden, inançlarından) dönen kimse.
apostatize
a.pos.ta.tize ıpas'tıtayz fiil (dininden, prensiplerinden, inançlarından) dönmek.
apostle
a.pos.tle ıpas'ıl isim 1. Hz.İsa'nın on iki havarisinden biri. 2. bir hareketin lideri, önder.
apostrophe
a.pos.tro.phe ıpas'trıfi isim, dilbilgisi kesme işareti.
apothecaries' pound
191 gram, 72 ons.
appal
ap.pal ıpôl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız appall
appall
ap.pall ıpôl' fiil dehşete düşürmek, şoke etmek.
appalling
ap.pall.ingsıfat 1. korkunç, dehşet verici. 2. konuşma dili çok kötü, berbat. 48
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük apparatus
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ap.pa.ra.tus äpırät'ıs isim 1. aygıt, cihaz. 2. (belli bir amaç için kullanılan) aygıtlar veya makineler.
apparel
ap.par.el ıper'ıl isim giysiler, elbiseler.
apparent
ap.par.ent ıper'ınt sıfat 1. açık, belli, aşikâr. 2. görünürdeki, göze çarpan.
apparently
ap.par.ent.lyzarf görünüşe göre, görünüşe bakılırsa.
apparition
ap.pa.ri.tion äpırîş'ın isim hayalet.
appeal
ap.peal ıpil' isim 1. cazibe, çekicilik. 2. yalvarış. 3. hukuk temyiz mahkemesine yapılan müracaat. 4. başvurma, müracaatta bulunma. fiil 1. hoşuna gitmek. 2. yalvarmak. 3. hukuk temyiz mahkemesine götürmek.
appealing
ap.peal.ingsıfat 1. cazip, çekici, albenili, sevimli. 2. yalvaran.
appear in concert
konser vermek.
appear out of thin air
birdenbire ortaya çıkmak, birdenbire peyda olmak, peydahlanıvermek, peydahlayıvermek.
appear
ap.pear ıpîr' fiil 1. gözükmek, görünmek. 2. belirmek, meydana çıkmak. 3. (gazete, dergi v.b.'nde) çıkmak. 4. in (oyun veya filmde) oynamak; on (televizyon veya radyo programına) çıkmak. 5. hazır bulunmak.
appearance
ap.pear.ance ıpîr'ıns isim 1. görünme, gözükme. 2. görünüş, görünüm, dış görünüş. 3. meydana çıkma.
appease
ap.pease ıpiz' fiil 1. yatıştırmak. 2. (açlığı) bastırmak. 3. politika taviz vermek, ödün vermek.
appeasement
ap.pease.mentisim 1. yatıştırma. 2. (açlığı) bastırma. 3. politika taviz verme, ödün verme.
append
ap.pend ıpend' fiil ilave etmek, eklemek; iliştirmek.
appendage
ap.pend.ageisim eklenti; uzantı.
appendectomy
ap.pen.dec.to.my äpındek'tımi isim, tıbbi apandis çıkarımı.
appendicitis
ap.pen.di.ci.tis ıpendısay'tîs isim apandisit.
appendix
ap.pen.dix ıpen'dîks isim 1. ilave, ek. 2. anatomi apandis.
appertain
ap.per.tain äpırteyn' fiil ait olmak, bağlı olmak. 49
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
appetite
ap.pe.tite äp'ıtayt isim 1. iştah. 2. istek, arzu, şehvet.
appetizer
ap.pe.tiz.er äp'ıtayzır isim meze; çerez.
appetizing
ap.pe.tiz.ing äp'ıtayzîng sıfat iştah açıcı; lezzetli.
applaud
ap.plaud ıplôd' fiil alkışlamak.
applause
ap.plause ıplôz' isim alkış.
apple of one's eye
gözbebeği.
apple polisher
dalkavuk.
apple
ap.ple äp'ıl isim elma.
applesauce
ap.ple.sauce äp'ılsôs isim elma püresi.
appliance
ap.pli.ance ıplay'ıns isim aygıt, cihaz.
applicability
ap.pli.ca.bil.i.ty ıplîkıbîl'ıti isim (to) (-e) uygulanabilme.
applicable
ap.pli.ca.ble ıplîk'ıbıl sıfat to (-e) uygulanabilir.
applicant
ap.pli.cant äp'lîkınt isim başvuran kimse, aday.
application form
müracaat formu.
application
ap.pli.ca.tion äplîkey'şın isim 1. müracaat, başvurma. 2. müracaat formu. 3. uygulama.
applied
ap.pliedsıfat uygulamalı, tatbiki.
apply a match to
-i kibritle tutuşturmak.
apply an embargo
ambargo koymak.
apply oneself to
kendini (bir işe) vermek; bütün dikkatini (bir işe) çevirmek.
apply sanctions
politika yaptırımlarda bulunmak.
apply
ap.ply ıplay' fiil 1. to/for -e başvurmak, -e müracaat etmek: Apply to the head physician's office. Baştabipliğe başvurun. 2. uygulamak, tatbik etmek: You can't apply that rule in this situation. Bu durumda o kuralı uygulayamazsın. 3. to -i içermek, -i kapsamak, -i ilgilendirmek: This doesn't apply to you. Bu seni içermiyor. 4. (merhem v.b.'ni) sürmek; (boya v.b.'ni) vurmak. 5. (bazı alet veya aygıtları) kullanmak: Apply the brakes gently. Frene yavaşça bas.
50
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük appoint
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ap.point ıpoynt' fiil 1. (to) (-e) atamak, tayin etmek. 2. (tarih, gün v.b.'ni) kararlaştırmak, tayin etmek, saptamak, tespit etmek.
appointee
ap.poin.teeisim atanan kimse.
appointment
ap.point.mentisim 1. atama, tayin. 2. atanılan görev veya makam. 3. randevu.
apportion
ap.por.tion ıpôr'şın fiil bölüştürmek, paylaştırmak.
apportionment
ap.por.tion.mentisim 1. bölüp dağıtma, bölüştürme. 2. pay.
appraisal
ap.prais.al ıprey'zıl isim değer biçme, kıymet takdir etme.
appraise
ap.praise ıpreyz' fiil değer biçmek, kıymet takdir etmek.
appraiser
ap.praiserisim değer biçen kimse.
appreciable
ap.pre.cia.ble ıpri'şıbıl sıfat farkedilebilecek derecede; oldukça çok.
appreciate
ap.pre.ci.ate ıpri'şiyeyt fiil 1. takdir etmek, beğenmek. 2. takdir etmek, (bir şeyin değerini, önemini, gerekliliğini) anlamak. 3. (bir şeyin değeri) artmak.
appreciation
ap.pre.ci.a.tionisim 1. takdir, değerbilirlik, kadirşinaslık; şükran. 2. (bir şeyin değerini, önemini, gerekliliğini) anlama. 3. (bir şeyin değeri) artma.
appreciative
ap.pre.cia.tivesıfat değerbilir, kadirşinas, takdirkâr; minnettar.
appreciatory
ap.pre.cia.to.ry ıpri'şıtori sıfat takdir eden.
apprehend
ap.pre.hend äprîhend' fiil 1. yakalamak; tutuklamak. 2. anlamak, kavramak.
apprehension
ap.pre.hen.sionisim 1. korku, endişe; kuruntu, evham. 2. yakalama; tutuklama. 3. anlayış, kavrayış.
apprehensive
ap.pre.hen.sivesıfat endişeli, evhamlı.
apprentice
ap.pren.tice ıpren'tîs isim çırak; staqyer.
apprenticeship
ap.pren.tice.shipisim çıraklık; staq.
apprise
ap.prise ıprayz' fiil haberdar etmek.
51
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük approach
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ap.proach ıproç' fiil yaklaşmak, yanaşmak. isim 1. yaklaşma, yanaşma. 2. yaklaşım tarzı: We need to change our approach to this problem. Bu soruna yaklaşım tarzımızı değiştirmemiz gerek. 3. yol, giriş.
approbation
ap.pro.ba.tion äprıbey'şın isim beğenme, uygun bulma, tasvip.
appropriate
ap.pro.pri.ate ıpro'priyît sıfat uygun, yerinde.
appropriately
ap.pro.pri.ate.lyzarf uygun bir şekilde.
appropriation
ap.pro.pri.a.tionisim 1. ödenek, tahsisat. 2. ayırma, tahsis etme. 3. kendine mal etme.
approval
ap.prov.alisim onaylama, tasvip.
approve
ap.prove ıpruv' fiil uygun bulmak, onaylamak, tasvip etmek.
approximate
ap.prox.i.mate ıprak'sımît sıfat yaklaşık, takribi.
approximately
ap.prox.i.mate.lyzarf aşağı yukarı, yaklaşık olarak.
approximation
ap.prox.i.ma.tionisim 1. tahmin. 2. -e yakın olma. 3. -e yakın bir şey.
apricot
a.pri.cot äp'rîkat isim kayısı.
April fool
nisanbalığı, bir nisan şakası.
April
A.pril ey'prıl isim nisan.
apron
a.pron ey'prın isim önlük (giysi).
apropos
ap.ro.pos äprıpo' sıfat uygun, yerinde. edat ile ilgili, -e ait, hakkında.
apt
apt äpt sıfat 1. Muhtemel bir durumu belirtmek için kullanılır: He's apt to be late. Sık sık geç kalır. That pile of books is apt to fall. O kitap yığını devrilir. 2. akıllı ve çabuk kavrayan, zeki: an apt student akıllı ve çabuk kavrayan bir öğrenci.
aptitude test
istidat testi.
aptitude
ap.ti.tude äp'tıtud isim yetenek, kabiliyet.
aptness
apt.nessisim 1. uygunluk. 2. to -e eğilimli olma.
aquamarine
aj.ua.ma.rine äk'wımırin' isim mavimsi yeşil.
aquarium
a.juar.i.um ıkwer'iyım isim akvaryum.
Aquarius
A.juar.i.us ıkwer'iyıs isim, astroloji Kova burcu. 52
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
aquatic sports
su sporları.
aquatic
a.juat.ic ıkwät'îk sıfat suda yaşar, sucul: aquatic plants sucul bitkiler.
aqueduct
aj.ue.duct äk'wıd^kt isim sukemeri.
aquiline nose
gaga burun.
aquiline
aj.ui.line äk'wılayn sıfat 1. kartal gibi. 2. kartal gagası gibi kıvrık.
Arab
A.rab er'ıb isim 1. Arap. 2. Arap atı.
Arabia
A.ra.bi.a ırey'biyı isim Arabistan.
Arabian
isim 1. Arap. 2. Arap atı. sıfat Arap.
Arabic numerals
Arap rakamları.
Arabic
isim Arapça. sıfat 1. Arap. 2. Arapça.
arable
ar.a.ble er'ıbıl sıfat sürülüp ekilebilir, işlenebilir (toprak).
arbiter
ar.bi.ter ar'bıtır isim hakem, arabulucu.
arbitrary
ar.bi.trar.y ar'bıtreri sıfat keyfi, kanun yerine birinin kararına bağlı olan.
arbitrate
ar.bi.trate ar'bıtreyt fiil 1. (iki taraf arasında) hakemlik yapmak, arabuluculuk yapmak. 2. (bir meseleyi) tarafsız birinin kararına bağlayarak halletmek.
arbitration
ar.bi.tra.tionisim arabulucu kararıyla halletme.
arbitrator
ar.bi.tra.torisim hakem, arabulucu.
arbor
ar.bor ar'bır isim çardak.
arboretum
ar.bo.re.tum arbıri'tım isim arboretum.
arbour
ar.bour ar'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız arbor
arc lamp
ark lambası.
arc
arc ark isim 1. kavis, yay. 2. elektrik ark. 3. matematik yay, ark. fiil kavis çizmek, yay çizmek.
arcade
ar.cade arkeyd' isim 1. arkat, sırakemerler. 2. atari salonu.
arch one's eyebrows
kaşlarını kaldırmak.
arch
arch arç sıfat şeytanca.
archaeological
ar.chae.o.log.i.calsıfat arkeoloqik.
archaeologist
ar.chae.ol.o.gistisim arkeolog. 53
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
archaeology
ar.chae.ol.o.gy arkiyal'ıci isim arkeoloqi.
archaic
ar.cha.ic arkey'îk sıfat arkaik.
archaism
ar.cha.ism ar'kiyîzm isim arkaizm.
archangel
arch.an.gel ark'eyncıl isim, Hristiyanlık başmelek.
archbishop
arch.bish.op arçbîş'ıp isim başpiskopos.
archbishopric
arch.bish.op.ricisim başpiskoposun makamı veya idaresi altındaki bölge.
archdeacon
arch.dea.con arçdi'kın isim başdiyakoz.
archdeaconry
arch.dea.con.ryisim başdiyakozun makamı veya idaresi altındaki bölge.
archduchess
arch.duch.ess arçd^ç'ıs isim arşidüşes.
archduke
arch.duke arçduk' isim arşidük.
archenemy
arch.en.e.my arç'en'ımi isim 1. baş düşman. 2. şeytan.
archer
arch.er ar'çır isim okçu.
archery
arch.eryisim okçuluk.
archetype
ar.che.type ar'kîtayp isim ilk örnek, arketip.
archfiend
arch.fiend arç'find isim şeytan.
archipelago
ar.chi.pel.a.go arkıpel'ıgo isim 1. takımada. 2. içinde çok ada olan deniz.
architect
ar.chi.tect ar'kıtekt isim mimar.
architectural
ar.chi.tec.tur.alsıfat mimari, mimarlığa ait.
architecture
ar.chi.tec.tureisim mimarlık, mimari.
archives
ar.chives ar'kayvz isim arşiv.
archivist
archiv.istisim arşivci.
archway
arch.way arç'wey isim 1. kemerli giriş/kapı. 2. kemerli geçit.
Arctic Circle
Kuzey Kutbu dairesi, Arktik daire.
Arctic Ocean
Kuzey Buz Denizi.
arctic
arc.tic ark'tîk, ar'tîk sıfat çok soğuk, buz gibi.
ardent
ar.dent ar'dınt sıfat gayretli, şevkli, ateşli.
ardor
ar.dor ar'dır isim gayret, şevk, ateş.
ardour
ar.dour ar'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız ardor
arduous
ar.du.ous ar'cuwıs sıfat güç, çetin.
Are you serious?
Ciddi misin? 54
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
are
are ar fiil bakınız be
area
ar.e.a er'iyı isim 1. alan, saha; bölge, mıntıka; civar, yöre: We will use that meadow as a parking area. O çayırı park alanı olarak kullanacağız. There are a number of mountainous areas in Turkey. Türkiye'de birkaç dağlık bölge var. The area around İzmir is full of ancient ruins. İzmir'in civarı eski harabelerle dolu. 2. yüzölçümü, alan.
arena
a.re.na ıri'nı isim arena.
aren't
aren't arnt kısaltma are not .
Argentina
Ar.gen.ti.na arcınti'nı isim Arqantin.
Argentine
Ar.gen.tine arcıntin', arcıntayn' isim Arqantinli. sıfat 1. Arqantin, Arqantin'e özgü. 2. Arjantinli.
Argentinean
Ar.gen.tin.e.an arcıntîn'iyın isim Arqantinli. sıfat 1. Arqantin, Arqantin'e özgü. 2. Arjantinli.
argue against
aleyhinde konuşmak; aleyhinde olmak.
argue for
lehinde konuşmak; lehinde olmak.
argue someone into something
tartışarak birini bir şey yapmaya ikna etmek.
argue someone out of something
tartışarak birini bir şeyden vazgeçirmek.
argue
ar.gue ar'gyu fiil 1. tartışmak, münakaşa etmek. 2. kavga etmek; çekişmek; atışmak. 3. that -i savunmak, -i iddia etmek. 4. -e belirti olmak, -e alamet olmak.
argument
ar.gu.ment ar'gyımınt isim 1. tartışma, münakaşa. 2. kavga, çekişme, atışma, ağız dalaşı. 3. sav, iddia.
aria
a.ri.a a'riyı isim, müzik arya.
arid
ar.id er'îd sıfat 1. kuru (iklim, hava). 2. kurak (toprak).
aridity
arid.i.tyisim 1. (iklim veya hava için) kuruluk. 2. (toprakta) kuraklık.
Aries
Ar.ies eyr'iz isim, astroloji Koç burcu.
arise
a.rise ırayz' fiil (arose, arisen) (from) meydana gelmek, çıkmak.
arisen
a.ris.en ırîz'ın fiil bakınız arise
aristocracy
a.ris.to.cra.cyisim aristokrasi.
aristocrat
a.ris.to.crat ırîs'tıkrät isim aristokrat, asilzade. 55
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
aristocratic
a.ris.to.crat.icsıfat aristokratik.
arithmetic
a.rith.me.tic ırîth'mıtîk isim aritmetik.
ark
ark ark isim sandık, kutu.
arm in arm
kol kola.
arm of the law
güvenlik kuvvetleri.
arm
arm arm isim 1. kol. 2. kol, dal, bölüm, kısım. fiil silahlandırmak; silahlanmak.
armada
ar.ma.da arma'dı isim donanma.
armament
ar.ma.ment ar'mımınt isim 1. silahlar. 2. silahlanma; silahlandırma. 3. (bir ülkede toplam) askeri güç.
armature
ar.ma.ture ar'mıçır isim, elektrik armatür; endüvi; rotor, döneç.
armchair
arm.chair arm'çer isim koltuk (mobilya).
armed forces
askeri silahlı kuvvetler.
armed
armed armd sıfat silahlı.
Armenia
Ar.me.ni.a armi'niyı isim Ermenistan.
Armenian
isim, sıfat 1. Ermeni. 2. Ermenice.
armful
arm.ful arm'fıl sıfat kucak dolusu: an armful of apples kucak dolusu elma.
armhole
arm.hole arm'hol isim kolevi.
armistice
ar.mi.stice ar'mıstîs isim ateşkes.
armor
ar.mor ar'mır isim zırh.
armored
ar.mor.edsıfat zırhlı.
armpit
arm.pit arm'pît isim koltuk altı.
arms control
silahlanma kontrolü.
arm's length
kol boyu.
arms race
silahlanma yarışı.
arm's reach
elin yetişeceği mesafe.
arms
arms armz isim silahlar.
army of occupation
işgal ordusu.
army
ar.my ar'mi isim kara ordusu, ordu.
aroma
a.ro.ma ıro'mı isim (kuvvetli ve hoş) koku; aroma.
56
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük aromatic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ar.o.mat.ic erımät'îk sıfat 1. kuvvetli ve hoş (koku); kuvvetli ve hoş kokusu olan; aromalı. 2. kimya aromatik. isim, kimya aromatik bileşik.
arose
a.rose ıroz' fiil bakınız arise
around
a.round ıraund' edat 1. etrafında: around the table masanın etrafında. 2. civarında, etrafında: somewhere around Paris Paris civarında bir yerde. 3. orada burada: I roamed around the city. Şehri dolaştım. zarf 1. etrafına: He looked around. Etrafına baktı. 2. aşağı yukarı, yaklaşık; sularında: around 3 o'clock saat dokuz sularında.
arouse
a.rouse ırauz' fiil uyandırmak.
arr.
arr.kısaltma arranged arrival arrived
arraign
ar.raign ıreyn' fiil 1. hukuk (sanığı) mahkemeye çağırmak. 2. suçlamak.
arraignment
ar.raign.mentisim 1. hukuk (sanığı) mahkemeye çağırma. 2. suçlama.
arrange flowers
çiçek aranjmanı yapmak.
arrange for
ayarlamak: I'll arrange for a taxi. Bir taksi ayarlarım.
arrange
ar.range ıreync' fiil 1. (eşyayı) (belirli bir şekilde) yerleştirmek: Alev's going to arrange the furniture in this room. Bu odanın mobilyalarını Alev yerleştirecek. 2. (toplantı) düzenlemek, tertiplemek, tertip etmek: Who arranged this farewell dinner? Bu veda yemeğini kim tertipledi? 3. (bir müzik parçasının) aranqmanını yapmak.
arrangement
ar.range.mentisim 1. düzenleme. 2. yerleştirme. 3. düzen, tertip. 4. anlaşma. 5. müzik aranjman. 6. (çiçek için) aranqman.
array
ar.ray ırey' isim 1. sıralanış, düzen. 2. giyiniş. fiil 1. (askeri birlikleri) sıralamak. 2. giymek; giydirmek.
arrears
ar.rears ırirz' isim, çoğul vaktinde ödenmemiş borçlar.
arrest someone's attention
birinin dikkatini çekmek.
57
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük arrest
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ar.rest ırest' isim tutuklama, tevkif. fiil 1. tutuklamak, tevkif etmek. 2. durdurmak.
arrival
ar.riv.alisim varış; geliş.
arrive at a decision
karara varmak.
arrive
ar.rive ırayv' fiil varmak; gelmek: When will we arrive? Ne zaman varacağız? Has the mail arrived? Posta geldi mi?
arrogance
ar.ro.gance er'ıgıns isim küstahça bir kibir.
arrogant
ar.ro.gantsıfat küstah ve kibirli.
arrogate
ar.ro.gate er'ıgeyt fiil (haksız yere) benimsemek.
arrow
ar.row er'o isim ok.
arrowhead
ar.row.head er'ohed isim ok başı, temren.
arse
arse ars isim, kaba 1. kıç, makat. 2. büzük, anüs.
arsenal
ar.se.nal ar'sınıl isim arsenal; cephanelik, mühimmat deposu; silahhane.
arsenic
ar.se.nic ar'sınîk isim arsenik.
arson
ar.son ar'sın isim kundakçılık.
arsonist
ar.son.istisim kundakçı.
art
art art isim, güzel sanatlar sanat.
arterial
ar.te.ri.alsıfat atardamara ait.
arteriosclerosis
ar.te.ri.o.scle.ro.sis artîr'iyosklıro'sîs isim arteriyoskleroz, damar sertliği.
artery
ar.ter.y ar'tıri isim 1. atardamar, arter. 2. arter, anayol.
artesian well
artezyen kuyusu.
artesian
ar.te.sian arti'qın sıfat bakınız artesian well
artful
art.fulsıfat kurnaz.
arthritis
ar.thri.tis arthray'tîs isim artrit, mafsal iltihabı.
artichoke
ar.ti.choke ar'tıçok isim enginar.
article
ar.ti.cle ar'tîkıl isim 1. makale, yazı. 2. hukuk (bir anlaşmada bulunan) madde. 3. eşya: various articles of clothing çeşitli giyim eşyası. 4. dilbilgisi tanımlık (a, an, the) .
58
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük articulate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ar.tic.u.late artîk'yılît sıfat 1. düşüncelerini açık bir şekilde ifade edebilen. 2. açık (ifade); net (telaffuz). 3. eklemli; boğumlu, oynaklı.
articulated lorry
İngiliz İngilizcesi TIR kamyonu.
articulation
ar.tic.u.la.tionisim 1. açık bir şekilde dile getirme. 2. net telaffuz. 3. fonetik boğumlanma. 4. eklem; boğum, oynak.
artifact
ar.ti.fact ar'tıfäkt isim insan eliyle yapılan şey, özellikle ilk insanların meydana getirdiği sanat eseri.
artifice
ar.ti.fice ar'tıfîs isim 1. hile, oyun. 2. beceri, hüner, ustalık.
artificial
ar.ti.fi.cial artıfîş'ıl sıfat yapay, yapma, suni, sahte.
artillery
ar.til.ler.y artîl'ıri isim 1. toplar, (top gibi) ağır silahlar. 2. topçu sınıfı.
artilleryman
ar.til.ler.y.manisim topçu.
artisan
ar.ti.san ar'tızın isim zanaatçı.
artist
ar.tist ar'tîst isim sanatçı, sanatkâr.
artistic
ar.tis.tic artîs'tîk sıfat 1. sanatkârane, sanatlı. 2. sanatçı ruhuna sahip, sanatsal yönü olan: She is also artistic. Onun sanat yönü de var.
artistry
ar.tist.ryisim sanatçılık.
artless
art.less art'lîs sıfat 1. hilesiz, saf, açıksözlü. 2. sanatsız, kaba; beceriksizce yapılmış.
artlessly
art.less.lyzarf hilesiz bir şekilde, saflıkla.
artlessness
art.less.nessisim hilesizlik, saflık.
arty
art.y ar'ti sıfat sanatkârane.
as ... as all get-out
konuşma dili son derece, çok: He was driving as fast as all get-out. Arabayı son hızla sürüyordu. She is as smart as all get-out. Zehir gibi bir zekâsı var.
as ... as ever
her zamanki gibi: as fast as ever her zamanki gibi hızlı.
as ... so ...
-dikçe ...: As the time grew shorter so his excitement mounted. Zaman azaldıkça heyecanı arttı. 2. ne kadar ... o kadar ...: As she loves cats, so he loves birds. O ne kadar kedi severse o da aynı şekilde kuş sever. As she is 59
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
beautiful so also is she intelligent. Güzel olduğu kadar akıllıdır da. 3. nasıl ... öyle ...; nitekim: As you think, so will you behave. Nasıl düşünürsen öyle davranırsın. Just as I refused to go yesterday, so I shall refuse to do so today. Dün gitmeyi reddettim, nitekim bugün de reddedeceğim. as a general rule
genellikle.
as a matter of fact
aslında.
as affairs stand
şimdiki halde.
as black as pitch
simsiyah, zift gibi.
as bold as brass
konuşma dili büyük bir küstahlıkla.
as easy as pie
çok kolay.
as far as he is concerned
ona kalırsa, ona sorarsan.
As far as I can see ....
Bana kalırsa ....
as far as in me lies
elimden geldiği kadar, tüm gücümle.
as far as it goes
aslında, esasen: What you propose is good, as far as it goes; but it overlooks some important details. Önerin aslında iyi, ama bazı önemli ayrıntıları içermiyor.
as far as someone is concerned
-e göre: It's fine as far as I'm concerned. Bana göre iyi.
as far as that goes
konuşma dili 1. o zaman; o durumda, o halde. 2. ayrıca. 3. zaten, aslında.
as far as
kadarıyla, -e göre: as far as I can see gördüğüm kadarıyla. as far as I'm concerned bana göre.
as fit as a fiddle
turp gibi, sağlığı yerinde.
as for me
bana gelince.
as for the rest
geri kalanına gelince.
as for
... ise: As for me, I'm not going. Bense gitmiyorum. 2. e gelince, ... konusunda.
as from
-den itibaren, -den başlayarak: as from that date o tarihten itibaren. as from now bundan böyle.
as good as gold
çok sağlam, çok güvenilir. 2. çok terbiyeli.
as good as
gibi (olmak): We've as good as finished. Bitirmiş gibiyiz. It's as good as new. Yeni gibi oldu.
60
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük as if
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-miş gibi, -cesine, -e (benzemek), sözde, sanki: He looks as if he's asleep. Sanki uyuyormuş gibi duruyor. He was smiling as if he'd received some good news. İyi bir haber almışçasına gülümsüyordu. He looks as if he's working hard. Çok çalışıyora benziyor.
as is
ticaret şimdiki haliyle, olduğu gibi.
as it were
.. gibi bir şey; âdeta: It was, as it were, a triumph. Zafer gibi bir şeydi. She had taken him, as it were, into her confidence. Onu âdeta kendine sırdaş yapmıştı.
as like as two peas
tıpkı birbirine benzer, bir elmanın iki yarısı.
as long as
-diği sürece: You won't get so much as a penny from me as long as I live. Yaşadığım sürece benden bir kuruş bile alamayacaksın. 2. -mek şartıyla, -mek koşuluyla. You can have it as long as you return it by this evening. Bu akşama kadar iade etmek şartıyla onu alabilirsin.
as luck would have it
şansıma.
as meek-spirited as a lamb
kuzu gibi, uysal.
as much again
bir misli daha.
as much as one can
elinden geldiği kadar, gücü yettiği kadar, yapabildiği kadar: I'll help as much as I can. Elimden geldiği kadar yardım edeceğim.
as nearly as I can tell
yaklaşık olarak, bildiğim kadarıyla.
as one man
hep birlikte.
as plain as the nose on your face
besbelli, apaçık.
as Plato has it
Eflatun'un deyişiyle.
as quick as a wink
bir lahzada, göz açıp kapayıncaya kadar; bir çırpıda.
as regards
-e gelince, ... konusunda.
as safe as houses
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili çok emniyetli.
as soon as possible
en kısa zamanda; bir an önce.
as soon as
-er -mez: I'll call you as soon as I reach Istanbul. İstanbul'a varır varmaz sana telefon edeceğim.
61
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük as such
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
öyle/şöyle/böyle: He's a teacher and is known as such. O öğretmendir ve herkes onu öyle tanıyor. 2. aslında: It's not a medicine as such. Aslında ilaç değil.
as the crow flies
dosdoğru gidecek olursak.
as though
sanki, ... gibi, -cesine: It was as though he'd never seen me before. Sanki daha önce beni hiç görmemişti.
as to
-e gelince, ... konusunda. 2. -e göre, -e uygun olarak.
as usual
her zamanki gibi.
as well as
kadar iyi: He writes well, but not as well as Shakespeare. İyi yazıyor, ama Shakespeare kadar iyi değil. 2. hem ... hem de ...: He gave me money as well as advice. Bana hem para verdi, hem de öğüt.
as well
de, da, dahi: I'm going as well. Ben de gidiyorum. 2. ayrıca.
as yet
şimdiye kadar, daha, henüz.
as you please
nasıl isterseniz.
as
as äz bağlaç 1. -irken; -dikçe: I nabbed him as he was going out the door. Kapıdan çıkarken yakaladım. He's taking life more seriously as he gets older. Yaşlandıkça hayatı daha bir ciddiye alıyor. 2. -diği için; -diğine göre: As he didn't bring the money, he didn't get the book. Parayı getirmediği için kitabı alamadı. As he didn't even reply to your invitation he's probably not going to come. Davetine bir cevap bile yollamadığına göre herhalde gelmeyecek. 3. Karşılaştırmalarda kullanılır: He's not as smart as she. Onun kadar akıllı değil. I want a box as big as this. Bu büyüklükte bir kutu istiyorum. It's as easy as pie. İşten bile değil. 4. -diği gibi: Do as she does. Onun yaptığı gibi yap. 5. gibi: Ümit's a bookbinder, as are his brothers. Ümit, kardeşleri gibi ciltçidir. zarf -in kadar: He's as tall as you. Boyu senin kadar. It's not as cold as we expected it to be. Beklediğimiz kadar soğuk değil. I'm not so stupid as to do a thing like that. Öyle bir şey yapacak kadar aptal 62
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
değilim. Besim's as lazy as he is intelligent. Besim, akıllı olduğu kadar tembel. edat olarak: I'm telling you this as a friend. Bunu sana arkadaş olarak söylüyorum. asbestos
as.bes.tos äsbes'tıs isim 1. asbest. 2. amyant.
ascend
as.cend ısend' fiil 1. çıkmak, yukarı çıkmak. 2. (hükümdar) (tahta) çıkmak.
ascendancy
as.cend.an.cy ısen'dınsi isim hüküm, nüfuz, itibar, üstünlük.
ascendant
as.cend.ant ısen'dınt sıfat 1. yükselen. 2. üstün, hâkim. 3. ufukta görünmeye başlayan. isim bakınız be in the ascendant
ascendent
as.cend.ent ısen'dınt sıfat 1. yükselen. 2. üstün, hâkim. 3. ufukta görünmeye başlayan. isim bakınız be in the ascendent
ascension
as.cen.sion ısen'şın isim yükselme.
ascent
as.cent ısent' isim 1. çıkış; tırmanış. 2. yükseliş. 3. yokuş, bayır.
ascertain
as.cer.tain äsırteyn' fiil (araştırma yoluyla) tespit etmek, belirlemek, saptamak.
ascetic
as.cet.ic ıset'îk isim nefsinin isteklerini kırarak çok sade bir hayat yaşayan kimse; çileci.
asceticism
as.cet.i.cism ıset'ısîzım isim nefsinin isteklerini kırarak çok sade bir hayat yaşama; riyazet; çilecilik.
ASCII
ASCII äs'ki kısaltma, bilgisayar American Standard Code for Information Interchange ASCII (Bilgi Alışverişi için Standart Amerikan Kodu)
ascorbic acid
askorbik asit.
ascorbic
a.scor.bic ıskôr'bîk sıfat bakınız ascorbic acid
ascribe
as.cribe ıskrayb' fiil to -e atfetmek.
aseptic
a.sep.tic eysep'tîk, ısep'tîk sıfat aseptik.
Ash Wednesday
Paskalya'dan önce gelen büyük perhiz süresinin ilk çarşambası.
ash
ash äş isim kül. 63
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ashamed
a.shamed ışeymd' sıfat bakınız be ashamed
ashen
ash.en äş'ın sıfat 1. külrengi. 2. çok soluk, çok solgun.
ashore
a.shore ışôr' zarf kıyıya, kıyıda; karaya, karada.
ashtray
ash.tray äş'trey isim kül tablası, küllük.
Asia Minor
Anadolu.
Asia
A.sia ey'qı isim Asya.
Asian
isim Asyalı. sıfat 1. Asyalı. 2. Asya, Asya'ya özgü.
Asiatic
A.si.at.ic eyqiyät'îk sıfat, isim bakınız Asian
aside from
-den başka, bir yana: No one, aside from Ferhat, can do this. Ferhat bir yana, kimse bunu yapamaz.
aside
a.side ısayd' zarf 1. bir yana, bir kenara. 2. bir yana: Joking aside, just who are you? Şaka bir yana, kimsin sen? isim, tiyatro oyuncunun alçak sesle söylediği söz, apar.
ask a favor of
-e ricada bulunmak.
ask for it
konuşma dili kaşınmak, kötü bir karşılık gerektiren bir davranışta bulunmak.
ask for trouble
bela aramak, belayı satın almak.
ask the blessing
yemek duası yapmak.
ask
ask äsk fiil 1. sormak. 2. istemek: He asked to be excused from the table. Sofradan ayrılmak için izin istedi. She's asking a lot for this poodle. Bu kaniş için çok para istiyor. 3. davet etmek: I asked her for dinner. Onu akşam yemeğine davet ettim.
askance
a.skance ıskäns' zarf bakınız look at someone askance
askew
a.skew ıskyu' zarf eğri, çarpık.
asleep
a.sleep ıslip' sıfat 1. uykuda: The guards were asleep. Bekçiler uykudaydı. 2. uyuşmuş.
asparagus spear
kuşkonmaz filizi.
asparagus
as.par.a.gus ısper'ıgıs isim kuşkonmaz.
aspect
as.pect äs'pekt isim 1. açı, yön, bakım: Let's consider this aspect of the problem. Meselenin bu yönünü düşünelim. 2. görünüş.
asphalt
as.phalt äs'fôlt isim asfalt. fiil asfaltlamak. 64
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
aspirant
as.pi.rant äs'pırınt, ıspayr'ınt isim, sıfat istekli.
aspiration
as.pi.ra.tion äspırey'şın isim (uzun zamandır güdülen) büyük amaç: It was his aspiration to become famous. Amacı ünlü olmaktı.
aspire
as.pire ıspayr' fiil amaçlamak, amaç edinmek; arzu etmek.
aspirin
as.pi.rin äs'pırîn isim aspirin.
ass
ass äs isim 1. eşek, merkep. 2. dangalak. 3. kaba kıç, makat. 4. kaba büzük, anüs.
assail
as.sail ıseyl' fiil 1. saldırmak, hücum etmek. 2. yağmuruna tutmak: They assailed him with juestions. Kendisini soru yağmuruna tuttular.
assailant
as.sail.antisim saldıran kimse.
assassin
as.sas.sin ısäs'în isim suikastçı.
assassinate
as.sas.si.nate ısäs'îneyt fiil suikast yapmak.
assassination
as.sas.si.na.tionisim suikast.
assault
as.sault ısôlt' isim saldırı. fiil saldırmak.
assay
as.say äs'ey isim 1. analiz edilecek bir örnek. 2. analiz, çözümleme, tahlil. fiil 1. analiz etmek, çözümlemek, tahlil etmek. 2. denemek.
assemblage
as.sem.blage ısem'blîc isim 1. toplantı, meclis. 2. topluluk, kalabalık. 3. montaq. 4. bir araya toplama; bir araya toplanma.
assemble
as.sem.ble ısem'bıl fiil 1. toplamak; toplanmak. 2. monte etmek.
assembly line
montaj hattı.
assembly room
toplantı salonu.
assembly
as.sem.bly ısem'bli isim 1. toplantı; meclis; kongre. 2. montaj.
assent
as.sent ısent' isim rıza; onaylama. fiil to - e razı olmak; -i onaylamak.
assert oneself
kendini göstermek. 2. otoritesini kabul ettirmek.
65
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük assert
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
as.sert ısırt' fiil (emin bir şekilde) ileri sürmek, öne sürmek.
assertion
as.ser.tionisim 1. iddia. 2. (bir iddiayı) öne sürme.
assertive
as.ser.tivesıfat kendini hissettiren.
assess
as.sess ıses' fiil 1. değer biçmek, kıymet takdir etmek: He assessed their house at ten thousand dollars. Evlerine on bin dolar değer biçti. 2. (para miktarını) tayin etmek, hesaplamak: Have you assessed the amount of the damage? Zararın ne kadar olduğunu tayin ettiniz mi? 3. (belirli bir miktar para) talep etmek: The president assessed each member five dollars. Başkan her üyeden beş dolar talep etti. 4. değerlendirmek, bir şeyin niteliğini tayin etmek.
assessment
as.sess.mentisim 1. değer biçme. 2. (para miktarını) tayin etme. 3. değerlendirme; düşünce, fikir: What's your assessment of the situation? Durum hakkındaki fikriniz nedir?
assessor
as.ses.sorisim değer biçen: tax assessor tahakkuk memuru.
asset
as.set äs'et isim 1. mal, kıymetli şey. 2. değerli bir nitelik, erdem veya beceri.
assets
as.setsisim, ticaret emval, servet, mevduat, aktif, varlık.
asshole
ass.hole äs'hol isim, kaba 1. büzük, anüs. 2. aşağılık herif, it herif, puşt.
assiduous
as.sid.u.ous ısîc'uwıs sıfat bezmeyerek çalışan, dikkatli ve devamlı çalışan; dikkatli ve devamlı (bir çalışma).
assign
as.sign ısayn' fiil 1. atamak, tayin etmek. 2. ayırmak, tahsis etmek. 3. tayin etmek, kararlaştırmak. 4. (birine) (belirli bir) görev vermek: I assigned you to do the laundry. Sana çamaşır yıkama görevini verdim. 5. hukuk devretmek.
assignation
as.sig.na.tion äsîgney'şın isim randevu.
assignment
as.sign.mentisim 1. atama. 2. ayırma. 3. tayin, kararlaştırma. 4. görev; ödev. 66
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
assimilate
as.sim.i.late ısîm'ıleyt fiil asimile etmek.
assimilation
as.sim.i.la.tionisim asimilasyon.
assist
as.sist ısîst' fiil yardım etmek.
assistance
as.sis.tanceisim yardım.
assistant professor
asistan.
assistant
as.sis.tantisim yardımcı, muavin.
associate professor
doçent.
associate
as.so.ci.ate ıso'şiyît isim iş arkadaşı; iş ortağı.
association
as.so.ci.a.tionisim 1. dernek; birlik; kurum. 2. ilişki. 3. çağrışım.
assort
as.sort ısôrt' fiil sınıflandırmak.
assorted
as.sort.edsıfat çeşitli, muhtelif.
assortment
as.sort.mentisim türlü çeşitleri içeren bir bütün.
assuage
as.suage ısweyc' fiil azaltmak, hafifletmek, yatıştırmak.
assume responsibility for
-in sorumluluğunu üzerine almak.
assume
as.sume ısum' fiil 1. farzetmek, varsaymak: You're assuming too much where Dinçer's concerned. Dinçer'in öyle yapacağını farzetmekle pekâlâ yanılmış olabilirsin. What do we do, assuming it doesn't burn? Yanmayacağını farzedersek ne yaparız? 2. sanmak, zannetmek. 3. (resmi bir görevi) üstlenmek.
assumed
as.sumedsıfat 1. farzolunan; hayali. 2. takma (ad).
assumption
as.sump.tion ıs^mp'şın isim 1. varsayım, faraziye. 2. sanı, zan.
assurance
as.sur.anceisim 1. rahatlatıcı veya ikna edici söz. 2. kendine güven(me). 3. İngiliz İngilizcesi sigorta: life assurance hayat sigortası.
assure
as.sure ışûr' fiil 1. (rahatlatıcı veya ikna edici sözlerle) temin etmek. 2. sağlama bağlamak.
assured
as.suredsıfat 1. kendine güvenen. 2. sağlama bağlanmış.
assuredly
as.sured.ly ışûr'îdli zarf mutlaka.
assuringly
as.sur.ing.lyzarf rahatlatıcı bir şekilde.
asterisk
as.ter.isk äs'tırîsk isim, dilbilgisi yıldız işareti. 67
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük astern
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a.stern ıstırn' zarf, denizcilikle ilgili geriye, gerisinde, arkaya, geminin kıçına.
asteroid
as.ter.oid äs'tıroyd isim asteroit, küçük gezegen.
asthma
asth.ma äz'mı isim astım.
asthmatic
asth.mat.ic äzmät'îk sıfat astımla ilgili; astımlı.
astigmatic
as.tig.mat.ic ästîgmät'îk sıfat astigmatik.
astigmatism
a.stig.ma.tism ıstîg'mıtîzım isim astigmatizm.
astir
a.stir ıstır' sıfat 1. hareket halinde. 2. heyecan içinde, ayakta.
astonish
a.ston.ish ıstan'îş fiil şaşkına çevirmek, hayrette bırakmak.
astonishing
a.ston.ish.ingsıfat hayrette bırakan.
astonishment
a.ston.ish.mentisim hayret, şaşkınlık.
astound
a.stound ıstaund' fiil şoke etmek.
astounding
a.stound.ingsıfat şoke eden.
astray
a.stray ıstrey' zarf bakınız go astray lead someone astray
astride
a.stride ıstrayd' zarf (ata binmiş gibi) bacakları birbirinden ayrı olarak.
astringent
as.trin.gent ıstrîn'cınt sıfat sıkıştırıcı, büzücü. isim lokal olarak doku ve damarları büzen ilaç.
astrologer
as.trol.o.gerisim yıldız falcısı, astrolog, müneccim.
astrological
as.tro.log.i.cal ästrılac'îkıl sıfat astroloqik, astroloqiye ait.
astrologically
as.tro.log.i.cal.lyzarf astroloqik olarak.
astrology
as.trol.o.gy ıstral'ıci isim yıldız falcılığı, astroloqi, müneccimlik.
astronaut
as.tro.naut äs'trınôt isim astronot.
astronomer
as.tron.o.merisim astronom, gökbilimci.
astronomic
as.tro.nom.ic ästrınam'îk sıfat bakınız astronomical
astronomical
as.tro.nom.i.cal ästrınam'îkıl sıfat 1. astronomik, gökbilimle ilgili. 2. çok büyük, astronomik (rakam, büyüklük): astronomical prices astronomik fiyatlar.
astronomy
as.tron.o.my ıstran'ımi isim astronomi, gökbilim. 68
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
astute
as.tute ıstut' sıfat akıllı, kurnaz, cin fikirli, cin.
asunder
a.sun.der ıs^n'dır zarf 1. parça parça. 2. birbirinden uzak/ayrı.
asylum
a.sy.lum ısay'lım isim 1. sığınma yeri, sığınak, melce. 2. tımarhane, akıl hastanesi.
asymmetric
asym.met.ricsıfat asimetrik, bakışımsız.
asymmetry
a.sym.me.try eysîm'ıtri isim asimetri, bakışımsızlık.
at a bound
bir hamlede.
at a distance
uzakta, uzak bir yerde.
at a glance
bir bakışta.
at a loss
ne yapacağını bilmez, şaşırmış bir durumda. 2. zararına (satış).
at a pinch
gerektiğinde, gereğinde; sıkışınca.
at a quarter after four
dördü çeyrek geçe.
at a stroke
bir anda.
at all costs
ne pahasına olursa olsun.
at all
hiç.
at anchor
demirli, demir atmış.
at any cost
ne pahasına olursa olsun.
at any price
her ne pahasına olursa olsun.
at any rate
neyse, her neyse, her ne hal ise; her nasılsa. 2. en azından: You are smart at any rate. En azından akıllısın.
at any time
her an: He could come at any time. Her an gelebilir.
at best
Durumlardan en iyisi belirtilirken kullanılır: We won't get there before nine at best. En erken dokuzda orada olabiliriz. What he did was at the best carelessness, at worst theft. Yaptığının en iyi adı dikkatsizlik, en kötü adıysa hırsızlık.
at bottom
aslında, esasında.
at close quarters
çok yakından, göğüs göğüse.
at close range
yakından, yakın mesafeden.
at cross purposes
birbirinin maksadına aykırı.
at dark
akşam olunca, hava kararırken.
At ease!
askeri Rahat! 69
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
at every turn
her keresinde, her defasında.
at first sight
ilk bakışta.
at first
önce, evvela.
at four o'clock sharp
saat tam dörtte.
at full blast
tam gazla; tam kapasiteyle.
at full gallop
dörtnala.
at full length
ayrıntılarıyla. 2. boylu boyunca.
at full speed
son süratle, son sürat.
at full tilt
son süratle.
at great length
ayrıntılarıyla, detaylarıyla.
at heart
aslında, hakikatte.
at home in
(bir konuda) bilgili: He's at home in the business world. İş dünyasını yakından tanır. 2. (bir yerde) kendini rahat hisseden.
at home with
-e aşina, -i iyi bilen: He's at home with machines of all kinds. Her tür makineden anlar.
at home
evde, kendi evinde.
at intervals
aralıklı, aralarla.
at issue
üzerinde konuşulan, söz konusu olan.
at its zenith
doruğunda, zirvesinde.
at large
çoğu (kişi) : The membership at large won't like this. Üyelerin çoğu bundan hoşlanmaz.
at last
nihayet, sonunda.
at least
hiç olmazsa, hiç değilse; bari. 2. en az, hiç olmazsa: There were at least six. En az altı tane vardı.
at leisure
boş zamanı olan. 2. boş zamanlarda.
at length
uzun uzadıya. 2. en sonunda.
at long last
nihayet, sonunda.
at loose ends
boşta.
at most
en çok, en fazla: There were at most twenty people in the room. Odada en çok yirmi kişi vardı. 2. olsa olsa.
at no time
hiçbir zaman.
at odd moments
zaman buldukça.
at odds
araları açık. 70
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
at once
hemen, derhal. 2. aynı anda.
at one blow
bir vuruşta.
at one fell swoop
bir çırpıda.
at one go
bir hamlede.
at one whack
bir defada, bir kalemde, birden.
at one's command
emrinde.
at one's leisure
boş zamanlarında.
at one's peril
başına gelebileceklerden kendisi sorumlu olarak.
at one's pleasure
istediği zaman. 2. isteğine göre.
at par
ticaret başabaş.
at peace
barış halinde. 2. huzur içinde.
at present
şimdiki halde, şimdiki durumda.
at random
rasgele, tesadüfen.
at sea
denizde. 2. şaşkına dönmüş.
at that point
o sırada: At that point I left. O sırada çıktım. 2. o noktaya gelince, o aşamaya gelince: At that point add the eggs. O aşamaya gelince yumurtaları ilave edin.
at that
onun üzerine: Once again she refused, and at that he left. Bir daha reddetti; o da onun üzerine çıktı.
at the drop of a hat
hemen, derhal.
at the eleventh hour
son anda, son dakikada.
at the end of the day
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili eninde sonunda.
at the expense of
pahasına.
at the instance of
(birinin) isteği üzerine.
at the latest
en geç.
at the mercy of
-in insafına (kalmış), -in elinde.
at the moment
şu an, şimdilik.
at the most
bakınız at most
at the outside
konuşma dili en fazla, olsa olsa, azami.
at the point of death
ölüm halinde.
at the same time
aynı zamanda.
at the sight of
-i görünce, -i görür görmez.
at the top of his lungs
avazı çıktığı kadar.
at the top of one's lungs
avazı çıktığı kadar. 71
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
at the top of one's voice
avazı çıktığı kadar.
at the utmost
en çok, olsa olsa.
at the very least
en aşağı, en az.
at the worst
bakınız at worst
at this juncture
bu noktada.
at times
bazen, arasıra.
at value
piyasa fiyatına göre değerlendirilmiş.
at will
istediği gibi; istenilen şekilde: The aerial can be rotated at will. Anten istenilen yöne çevrilebilir. 2. istediğinde; istenilen zamanda.
at worst
en kötü ihtimal: At worst, all he'll get is a year in jail. En kötü ihtimal, bir yıl hapis yer. 2. sadece, önceki: He's not a bed person; at worst he's qust stupid. Kötü biri değil, sadece aptal.
at your convenience
size uygun bir zamanda, mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda.
at your risk
ziyan olduğu takdirde sizin hesabınıza, tehlike sorumluluğu size ait olmak üzere.
at
at ät edat 1. Bir yeri belirtmek için kullanılır: at my office benim büroda. at the station istasyonda. 2. Bir zamanı belirtmek için kullanılır: at eight o'clock saat sekizde. He works at night. Geceleri çalışır. 3. Bir hareketin hedefini gösterir: Look at her. Ona bak. She laughed at them. Onlara güldü. 4. Bir iş veya hareketten bahsederken kullanılır: He's good at English. İngilizcede iyidir. 5. Bir miktarı göstermek için kullanılır: Oranges are selling at a dollar a kilo. Portakalın kilosu bir dolar.
ate
ate eyt fiil bakınız eat
atheism
a.the.ism ey'thiyîzım isim ateizm, Tanrıtanımazlık, zındıklık.
atheist
a.the.ist ey'thiyîst isim ateist, Tanrıtanımaz, zındık.
atheistic
a.the.ist.icsıfat ateistik, ateist, Tanrıtanımaz; zındık (kimse). 72
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
athlete
ath.lete äth'lit isim sporcu.
athlete's foot
madura ayağı.
athletic
ath.let.ic äthlet'îk sıfat 1. spora özgü, sportif, spor. 2. atletik, sporcu.
athletics
ath.let.icsisim atletizm.
Atlantic Ocean
Atlas Okyanusu.
Atlantic
At.lan.tic ätlän'tîk sıfat Atlantik.
atlas
at.las ät'lıs isim atlas (harita kitabı).
atmosphere
at.mo.sphere ät'mısfîr isim atmosfer.
atmospheric
at.mo.spher.icsıfat atmosferik.
atom bomb
atom bombası.
atom
at.om ät'ım isim 1. atom. 2. zerre.
atomic age
atom çağı.
atomic bomb
atom bombası.
atomic energy
nükleer enerji.
atomic number
atom sayısı.
atomic pile
nükleer reaktör.
atomic power
atomik güç, nükleer enerji.
atomic waste
nükleer atıklar.
atomic weight
atom ağırlığı, atomik ağırlık.
atomic
a.tom.ic ıtam'îk sıfat atomik.
atomise
at.om.ise ät'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız atomize
atomize
at.om.ize ät'ımayz fiil 1. atomlara ayırmak. 2. (sıvıyı) püskürtmek.
atomizer
at.om.iz.erisim atomizör; püskürteç.
atone
a.tone ıton' fiil (bir suç, kabahat v.b.'ni) affettirecek harekette bulunmak, telafi etmek; kefaret etmek.
atonement
a.tone.mentisim kefaret.
atrocious
a.tro.cious ıtro'şıs sıfat 1. iğrenç, menfur; canavarca. 2. çok kötü, berbat.
atrocity
a.troc.i.ty ıtras'ıti isim 1. iğrençlik, canavarlık. 2. berbatlık.
73
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük atrophy
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
at.ro.phy ät'rıfi isim dumur, körelme. fiil dumura uğramak, körelmek; dumura uğratmak, köreltmek.
attaboy
at.ta.boy ät'ıboy' ünlem, konuşma dili Aferin sana!
attach
at.tach ıtäç' fiil 1. takmak, iliştirmek, bağlamak. 2. hukuk el koymak, haczetmek.
attaché case
Bond çanta.
attaché
at.ta.ché ätışey' isim ataşe.
attached
at.tachedsıfat 1. bağlı, ilgili. 2. ilişik, ilişikteki. 3. sevgiyle bağlı.
attachment for
-e bağlılık, -e sevgi.
attachment to
-e bağlılık, -e sevgi.
attachment
at.tach.mentisim 1. aksesuar, bir şeye takılabilen parça. 2. sevgi bağı. 3. hukuk el koyma, haciz koyma.
attack
at.tack ıtäk' fiil hücum etmek, saldırmak; vurmak, tecavüz etmek. isim 1. saldırı, hücum. 2. nöbet, kriz.
attain
at.tain ıteyn' fiil 1. elde etmek, kazanmak. 2. varmak; ermek, erişmek.
attainment
at.tain.mentisim 1. elde etme, kazanma. 2. başarı. 3. marifet.
attempt
at.tempt ıtempt' fiil denemek, girişimde bulunmak, teşebbüs etmek; çalışmak; kalkışmak: He attempted to climb that mountain. O dağa tırmanmayı denedi. You should attempt to finish that proqect by Friday. O işi Cuma gününe kadar bitirmeye çalışmalısın. You should not attempt to lift things which are too heavy for you. Gücünün yetmediği kadar ağır şeyleri kaldırmaya kalkışmamalısın. isim deneme, girişim, teşebbüs.
attend to
dikkat etmek, bakmak.
attend
at.tend ıtend' fiil 1. hazır bulunmak. 2. bakmak; tedavi etmek; hizmet etmek.
attendance
at.ten.danceisim 1. hazır bulunma. 2. hazır bulunanlar.
attendant
at.ten.dantisim (bir hizmette bulunan) görevli: shop attendant tezgâhtar. theater attendant biletleri kontrol
74
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
eden veya yer gösteren görevli. flight attendant uçuş görevlisi. ground attendant yer görevlisi. attention span
dikkat genişliği.
attention
at.ten.tion ıten'şın isim 1. dikkat. 2. ilgi, bakım. 3. iltifat. 4. askeri esas duruş/vaziyet.
attentive
at.ten.tive ıten'tîv sıfat 1. dikkatle izleyen: an attentive audience dikkatle izleyen seyirciler. 2. dikkat eden, dikkatli: an attentive worker dikkatli bir işçi.
attenuate
at.ten.u.ate ıten'yuweyt fiil 1. inceltmek; hafifletmek, azaltmak; zayıflatmak. 2. değerini düşürmek.
attest
at.test ıtest' fiil 1. doğrulamak, tasdik etmek. 2. (bir belgeyi imzalayarak bir şeyin doğruluğuna veya gerçekliğine) şahadet etmek. 3. to -i göstermek, -e delalet etmek.
attic
at.tic ät'îk isim tavanarası.
attire
at.tire ıtayr isim elbise, giysi, kılık. fiil giydirmek.
attitude
at.ti.tude ät'ıtud isim tutum, davranış, tavır.
attorney general
başsavcı.
attorney
at.tor.ney ıtır'ni isim avukat.
attract
at.tract ıträkt' fiil çekmek; cezbetmek.
attraction
at.trac.tionisim cazibe, alımlılık.
attractive
at.trac.tivesıfat cazibeli, çekici, alımlı.
attribute
at.trib.ute ıtrîb'yut fiil 1. to (bir nedene) bağlamak; -e yormak. 2. to -e mal etmek, -e atfetmek. isim sıfat, nitelik, vasıf.
attribution
at.tri.bu.tion ätrıbyu'şın isim 1. bağlama; yorma. 2. atıf.
attrition
at.tri.tion ıtrîş'ın isim 1. yıpranma, aşınma; yıpratma, aşındırma. 2. zayiat.
attune
at.tune ıtun', ıtyun' fiil 1. akort etmek. 2. to -e uydurmak, -e alıştırmak.
aubergine
au.ber.gine o'bırqin isim, İngiliz İngilizcesi patlıcan.
auburn
au.burn ô'bırn sıfat kumral.
auction
auc.tion ôk'şın isim açık artırma, mezat, müzayede. fiil açık artırma ile satmak. 75
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
auctioneer
auc.tion.eerisim mezatçı.
audacious
au.da.cious ôdey'şıs sıfat 1. cüretli. 2. küstah.
audacity
au.dac.i.ty ôdäs'ıti isim 1. cüret. 2. küstahlık.
audible
au.di.ble ô'dıbıl sıfat işitilebilir, duyulabilir.
audibly
au.di.blyzarf işitilebilecek şekilde.
audience
au.di.ence ô'diyıns isim dinleyiciler; seyirciler, izleyiciler.
audiocassette
au.di.o.cas.sette ô'diyokıset' isim teyp kaseti.
audiovisual
au.di.o.vis.u.al ôdîyovîq'uwıl sıfat görselişitsel, odyovizüel.
audit
au.dit ô'dît isim (hesapları) denetleme. fiil (hesapları) denetlemek.
auditor
au.di.torisim denetçi, kontrolör.
auditorium
au.di.to.ri.um ôdîtor'iyım isim toplantı salonu; konser salonu.
auditory canal
anatomi işitme kanalı.
auditory
au.di.to.ry ô'dîtori sıfat işitme ile ilgili, işitsel.
auger
au.ger ô'gır isim burgu, matkap, delgi.
aught
aught ôt isim bakınız for aught I care. for aught I know
augment
aug.ment ôgment' fiil artırmak.
augmentation
aug.men.ta.tionisim artırma.
augur
au.gur ô'gır fiil (iyi veya kötü) bir işaret olmak: This augurs well for us. Bu bize iyi bir işaret.
August
Au.gust ô'gıst isim ağustos.
aunt
aunt änt isim 1. teyze: She is my maternal aunt. O benim teyzem. 2. hala: She is my paternal aunt. O benim halam. 3. yenge: Aunt Halime is my uncle's wife. Halime yenge amcamın/dayımın eşi.
auspices
aus.pic.es ôs'pısiz isim, çoğul bakınız under the auspices of
auspicious
aus.pi.cious ôspîş'ıs sıfat uğurlu, hayırlı.
austere
aus.tere ôstîr' sıfat 1. sert. 2. sade ve süssüz; konforsuz.
austerity
aus.ter.i.ty ôster'ıti isim 1. sertlik, haşinlik. 2. sade, konforsuz ve dünyevi zevklerden yoksun bir yaşam. 76
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Australia
Aus.tral.ia ôstreyl'yı isim Avustralya.
Australian
isim Avustralyalı. sıfat 1. Avustralya, Avustralya'ya özgü. 2. Avustralyalı.
Austria
Aus.tri.a ôs'triyı isim Avusturya.
Austrian
isim Avusturyalı. sıfat 1. Avusturya, Avusturya'ya özgü. 2. Avusturyalı.
authentic
au.then.tic ôthen'tîk sıfat 1. hakiki, gerçek, otantik. 2. güvenilir: How authentic is this news? Ne derece güvenilir bir haber bu?
authenticate
au.then.ti.cate ôthen'tîkeyt fiil doğrulamak, tasdik etmek; gerçeklemek.
authenticity
au.then.tic.i.ty ôthentîs'ıti isim 1. gerçeklik, otantiklik. 2. güvenirlik.
author
au.thor ô'thır isim yazar, müellif.
authoritarian
au.thor.i.tar.i.ansıfat otoriter.
authoritative
au.thor.i.ta.tivesıfat 1. güvenilir. 2. amirane.
authority
au.thor.i.ty ıthôr'ıti isim 1. yetki. 2. yetke, otorite.
authorization
au.tho.ri.za.tionisim izin.
authorize
au.thor.ize ô'thırayz fiil 1. izin vermek. 2. yetkilendirmek.
autistic
au.tis.tic ôtîs'tîk sıfat otistik.
auto
au.to ô'to isim, konuşma dili oto, otomobil.
autobiographer
au.to.bi.og.ra.pher ôtıbayag'rıfır isim otobiyografi yazarı.
autobiographic
au.to.bi.o.graph.ic ôtıbayıgräf'îk sıfat otobiyografik.
autobiographical
au.to.bi.o.graph.i.cal ôtıbayıgräf'îkıl sıfat otobiyografik.
autobiography
au.to.bi.og.ra.phy ôtıbayag'rıfi isim otobiyografi, özyaşamöyküsü.
autocracy
au.toc.ra.cy ôtak'rısi isim otokrasi.
autocrat
au.to.crat ô'tıkrät isim otokrat.
autocratic
au.to.crat.icsıfat otokratik.
autograph
au.to.graph ô'tıgräf isim imza; bir kimsenin el yazısı.
automat
au.to.mat ô'tımät isim 1. otomatlardan yemek alınan kafeterya. 2. otomat, parayla çalışan yiyecek içecek 77
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dağıtma makinesi. 3. otomat, bir canlının yapabileceği bazı işleri yapan aygıt. automate
au.to.mate ô'tımeyt fiil otomatikleştirmek.
automatic pilot
havacılık otomatik pilot.
automatic transmission
otomatik vites, otomatik transmisyon.
automatic
au.to.mat.ic ôtımät'îk sıfat otomatik. isim otomatik tabanca/tüfek, otomatik.
automatically
au.to.mat.icallyzarf otomatik olarak, otomatikman.
automation
au.to.ma.tionisim otomasyon.
automobile
au.to.mo.bile ôtımo'bil isim otomobil.
automotive industry
otomotiv sanayii.
automotive
au.to.mo.tive ôtımo'tîv sıfat otomotiv.
autonomous
au.ton.o.moussıfat özerk, otonom.
autonomy
au.ton.o.my ôtan'ımi isim özerklik, otonomi.
autopsy
au.top.sy ô'tapsi isim otopsi.
autumn
au.tumn ô'tım isim sonbahar, güz.
autumnal equinox
sonbahar noktası, güz ılımı (27 Eylül'e rastlayan ekinoks).
autumnal
au.tum.nal ô't^m'nal sıfat sonbahara ait.
auxiliary verb
dilbilgisi yardımcı fiil.
auxiliary
aux.il.ia.ry ôgzîl'yıri, ôgzîl'ıri sıfat, isim yedek; yardımcı.
avail oneself of
-den yararlanmak, -den faydalanmak.
avail
a.vail ıveyl' isim yarar, fayda. fiil yaramak.
availability
a.vail.a.bil.i.ty ıveylıbîl'ıti isim var olma, elde edilebilme.
available
a.vail.a.ble ıvey'lıbıl sıfat var, elde edilebilir.
avalanche
av.a.lanche äv'ılänç isim 1. çığ. 2. heyelan.
avarice
av.a.rice äv'ırîs isim para hırsı.
avaricious
av.a.ri.cious ävırîş'ıs sıfat para canlısı.
avenge
a.venge ıvenc' fiil öcünü almak, öcünü çıkarmak.
avenue
av.e.nue äv'ınyu isim cadde.
aver
a.ver ıvır' fiil (averred, averring) (emin bir şekilde) ileri sürmek, öne sürmek. 78
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük average
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
av.er.age äv'rîc isim, matematik ortalama, vasati. sıfat 1. matematik ortalama, vasati: average annual rainfall yıllık ortalama yağış. 2. olağan, vasat, orta. fiil 1. matematik -in ortalamasını almak. 2. ortalama (belirli bir miktar) olmak.
averse
a.verse ıvırs' sıfat bakınız be averse to
aversion
a.ver.sion ıvır'qın isim hiç hoşlanmama.
avert
a.vert ıvırt' fiil 1. başka tarafa çevirmek, yön değiştirmek. 2. önlemek.
aviary
a.vi.ar.y ey'viyeri isim kuşhane.
aviate
a.vi.ate ey'viyeyt fiil uçak kullanmak.
aviation
a.vi.a.tion eyviyey'şın isim havacılık.
aviator
a.vi.a.tor ey'viyey'tır isim pilot, havacı.
avid
av.id äv'îd sıfat coşkun; hevesli.
avocado
av.o.ca.do ävıka'do, avıka'do isim avokado, amerikaarmudu.
avocation
av.o.ca.tion ävıkey'şın isim birinin asıl işi dışında yaptığı bir iş, hobi.
avoid
a.void ıvoyd' fiil 1. -den kurtulmak; önlemek. 2. kaçınmak; çekinmek. 3. sakınmak.
avoidable
a.void.ablesıfat 1. önlenebilir. 2. kaçınılabilir.
avoidance
a.void.anceisim 1. of -den kurtulma; -i önleme. 2. of den kaçınma; -den çekinme. 3. of -den sakınma.
avoirdupois pound
651 gram, 78 ons.
avoirdupois
av.oir.du.pois ävırdıpoyz' isim İngiliz ve Amerikan ağırlık ölçü sistemi.
avow
a.vow ıvau' fiil açıkça söylemek, itiraf etmek.
avowal
a.vow.alisim açıkça söyleme; itiraf.
await someone with anticipation
birini/bir şeyi dört gözle beklemek.
await something with anticipation
birini/bir şeyi dört gözle beklemek.
await
a.wait ıweyt' fiil beklemek, gözlemek, hazır olmak.
awake
a.wake ıweyk' fiil (awoke, awaked/awoken) uyanmak; uyandırmak.
awaken
a.wak.en ıwey'kın fiil uyanmak; uyandırmak. 79
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük award
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a.ward ıwôrd' isim ödül, mükâfat. fiil 1. ödüllendirmek. 2. (resmi bir kararla) vermek.
aware
a.ware ıwer' sıfat farkında; haberdar.
awareness
a.ware.nessisim farkında olma.
awash
a.wash ıwôş' sıfat bakınız be awash
away
a.way ıwey' zarf Uzaklaşmayı veya belli bir uzaklıkta bulunmayı gösterir: He backed away. Geri gitti. She's away for the weekend. Hafta sonu için bir yere gitti. That's ten kilometers away. Orası on kilometre uzakta.
awe
awe ô isim 1. korkuyla karışık saygı, huşu. 2. korkuyla karışık şaşkınlık, dehşet. fiil 1. -i huşu içinde bırakmak. 2. -i dehşete düşürmek.
awe-inspiring
awe-in.spir.ing ô'înspayrîng sıfat 1. insanı huşu içinde bırakan. 2. dehşet verici.
awesome
awe.some ô'sım sıfat 1. insanı huşu içinde bırakan. 2. dehşet verici. 3. konuşma dili müthiş, dehşet.
awestricken
awe.strick.en ô'strîkın sıfat bakınız awestruck
awestruck
awe.struck ô'str^k sıfat 1. huşu içinde. 2. dehşet içinde.
awful
aw.ful ô'fıl sıfat 1. korkunç, müthiş; berbat. 2. konuşma dili çok fazla, pek çok: That'll take an awful lot of work. O çok iş ister.
awfully
aw.ful.lyzarf çok.
awhile
a.while ıhwayl' zarf bir süre, bir müddet: You'll have to wait awhile. Bir süre beklemen lazım.
awkward
awk.ward ôk'wırd sıfat 1. beceriksiz; hantal; sakar. 2. kullanılması zor. 3. zor; uygunsuz, münasebetsiz.
awkwardly
awk.ward.lyzarf beceriksizce; hantal bir şekilde.
awkwardness
awk.ward.nessisim beceriksizlik; hantallık; sakarlık.
awl
awl ôl isim biz, kunduracı bizi, tığ.
awning
awn.ing ô'nîng isim tente.
awry
a.wry ıray' sıfat, zarf eğri, yamuk; çarpık.
ax
ax äks isim balta.
axe
axe äks isim balta.
axiom
ax.i.om äk'siyım isim aksiyom, belit. 80
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
axiomatic
ax.i.o.mat.ic äksiyımät'îk sıfat aksiyomatik, belitsel.
axis
ax.is äk'sîs isim eksen, mihver.
axle
ax.le äk'sıl isim dingil, mil, aks.
ay
ay ay zarf evet, muhakkak, hay hay.
aye
aye ey zarf evet, muhakkak, hay hay.
azalea
a.zal.ea ızeyl'yı isim açalya, açelya, azelya.
Azerbaijan
Az.er.bai.jan azırbay'can isim Azerbaycan. isim, sıfat 1. Azeri. 2. Azerice.
azure
az.ure äq'ır isim, sıfat gökmavisi.
B B gun
B B gun bi'bi g^n hava tüfeği.
BB
B B bi'bi isim hava tüfeğinin saçması.
B
B, b bi isim B, İngiliz alfabesinin ikinci harfi.
B.A.
B.A. bi'ey' kısaltma Bachelor of Arts
B.B.C.
B.B.C. bi'bi'si' kısaltma British Broadcasting Corporation B.B.C. (İngiliz Radyo-Televizyon Kurumu).
B.C.
B.C. bi'si' kısaltma before Christ M.Ö. (milattan önce), İ.Ö. (İsa'dan önce).
B.E.
B.E.kısaltma bill of exchange
baa
baa ba isim meleme. fiil melemek.
babble
bab.ble bäb'ıl fiil 1. anlaşılmaz sözler söylemek. 2. gevezelik etmek, saçmalamak; boşboğazlık etmek. 3. (su) çağlamak.
babbler
bab.blerisim geveze, boşboğaz.
babe
babe beyb isim 1. bebek. 2. konuşma dili kız, piliç.
baboon
ba.boon bäbun' isim habeşmaymunu.
baby blue
süt mavisi.
baby bottle
biberon, emzik.
baby buggy
çocuk arabası.
baby carriage
çocuk arabası.
baby farm
çocuk ve bebekler için ücretli bakımevi, kreş.
baby grand
kısa kuyruklu piyano.
baby tooth
sütdişi.
81
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük baby
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ba.by bey'bi isim 1. bebek, çocuk. 2. konuşma dili sevgili. sıfat yavru. fiil (birine) aşırı bir özenle bakmak, her ihtiyacını karşılamak.
babyhood
ba.by.hoodisim bebeklik devresi.
babyish
ba.by.ishsıfat bebek gibi.
baby-sit
ba.by-sit bey'bisît fiil (baby-sat, baby-sitting) ana babaları evde olmadığı zaman çocuğa bakmak.
baby-sitter
ba.by-sit.terisim çocuk bakıcısı.
baccara
bac.ca.ra bak'ıra isim, iskambil oyunları bakara.
baccarat
bac.ca.rat bak'ıra isim, iskambil oyunları bakınız baccara
Bachelor of Arts degree
edebiyat fakültesi diploması. _kısaltma_ B.A.
Bachelor of Science degree
fen fakültesi diploması. _kısaltma_ B.S.
bachelor
bach.e.lor bäç'ılır isim bekâr erkek, bekâr.
bacillus
ba.cil.lus bısîl'ıs isim (bacilli) basil.
back and forth
ileri geri.
back country
taşra.
back down
caymak, sözünden dönmek.
back number
(dergi veya gazete için) eski sayı/nüsha.
back out
caymak, sözünden dönmek.
back pay
ücret veya maaşın ödenmesi gecikmiş kısmı.
back scratcher
kaşağı.
back seat
arka yer, arka koltuk. 2. ikinci mevki veya rol.
back talk
küstahça karşılık verme.
back to back
arka arkaya, sırt sırta.
back up
geri sürmek, geri gitmek. 2. (kanıtla) desteklemek. 3. arka çıkmak, desteklemek. 4. bilgisayar yedeklemek.
back
back bäk isim 1. arka taraf, arka. 2. sırt, belkemiği. 3. futbol bek. fiil 1. desteklemek, arka olmak, yardım etmek: Nejat's company is backing this project with one million dollars. Neqat'ın şirketi bu proqeyi bir milyon dolarla destekliyor. 2. geri yürütmek, geri sürmek, geri geri gitmek: I always back my car into the garage. Arabamı garaja hep geri geri sürerim. He backed out of 82
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the room. Geri geri çekilerek odadan çıktı. sıfat 1. arka, arkadaki, arkasındaki; arkaya doğru olan: back door arka kapı. 2. evvelki; eski. zarf 1. geri, geriye: He gave the money back. Parayı geri verdi. He went back to the office. Büroya geri döndü. It takes four days to go to Trabzon and back. Trabzon'a gidip dönmek dört gün ister. 2. yine, tekrar: He climbed back up the ladder. Tekrar merdivene tırmandı. When are you going back to see your doctor? Tekrar doktorunla görüşmeye ne zaman gideceksin? backache
back.ache bäk'eyk isim sırt ağrısı; bel romatizması, lumbago.
backbite
back.bite bäk'bayt fiil (backbit, backbitten) arkasından çekiştirmek veya kötülemek.
backbone
back.bone bäk'bon isim 1. omurga, belkemiği. 2. karakter kuvveti, yürek gücü, maneviyat.
backbreaking
back.break.ing bäk'breykîng sıfat çok yorucu, yıpratıcı.
backdoor
back.door bäk'dor sıfat, konuşma dili yasadışı.
backer
back.er bäk'ır isim destekçi, taraftar.
backfire
back.fire bäk'fayır fiil 1. (motorun ateşi) geri tepmek. 2. geri tepmek, istenilenin aksi olmak.
backgammon
back.gam.mon bäk'gämın isim tavla.
background
back.ground bäk'graund isim 1. arka plan, zemin; fon. 2. bir kimsenin geçmişteki görgü, çevre ve tahsili.
backhand
back.hand bäk'händ isim elin tersi öne gelecek şekilde yapılan vuruş. sıfat elin tersi öne gelecek şekilde yapılan (vuruş v.b.). zarf elinin tersiyle.
backhanded compliment
kompliman gibi gözüken eleştiri; kompliman olup olmadığı belli olmayan söz.
backing
back.ingisim arka, destek.
backlash
back.lash bäk'läş isim (siyasal veya toplumsal bir gelişmeye karşı) güçlü tepki.
83
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük backlog
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
back.log bäk'lôg isim birikmiş iş, yığılmış iş: You should work on that backlog of unanswered letters. O birikmiş mektupları cevaplamaya bakmalısın.
backpack
back.pack bäk'päk isim sırt çantası. fiil omzunda sırt çantasıyla gezmek.
backpacker
back.pack.erisim omzunda sırt çantasıyla gezen kimse.
backpedal
back.ped.al bäk'pedıl fiil 1. pedalı geri çevirmek. 2. konuşma dili caymak, tornistan etmek.
backrest
back.rest bäk'rest isim arkalık.
backside
back.side bäk'sayd isim 1. arka taraf. 2. konuşma dili kıç, makat.
backslide
back.slide bäk'slayd fiil (backslid) (iyi yoldayken) kötü yola sapmak.
backspace
back.space bäk'speys fiil (daktilo veya bilgisayarda) geri gitmek.
backstage
back.stage bäk'steyc isim kulis, perde arkası.
backstitch
back.stitch bäk'stîç isim iğneardı dikiş. fiil iğneardı dikiş yapmak.
backstroke
back.stroke bäk'strok isim sırtüstü yüzme.
backtrack
back.track bäk'träk fiil geldiği yoldan geri dönmek.
backup copy
bilgisayar yedek kopya.
backup
back.up bäk'^p isim yedek. sıfat 1. yedek. 2. müzik eşlik eden.
backward and forward
ileri geri.
backward
back.ward bäk'wırd sıfat 1. geriye doğru yapılan. 2. geç kavrayan. 3. geri kalmış.
backwardness
back.ward.nessisim 1. geç kavrama, gerilik. 2. geri kalmışlık.
backwards and forwards
ileri geri.
backwards
back.wards bäk'wırdz zarf geriye doğru, tersine, geri geri.
backyard
back.yard bäk'yard' isim arka bahçe, evin arkasındaki bahçe.
84
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bacon
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ba.con bey'kın isim beykın, tuzlanmış veya tütsülenmiş domuz böğrü veya sırtı.
bacterial
bac.te.ri.al bäktîr'iyıl sıfat bakteriye ait.
bactericide
bac.te.ri.cide bäktîr'ısayd isim bakterisit.
bacteriological warfare
bakteriyolojik savaş.
bacteriological
bac.te.ri.o.log.i.cal bäktîriyılac'îkıl sıfat bakteriyoloqik.
bacteriologist
bac.te.ri.ol.o.gistisim bakteriyolog.
bacteriology
bac.te.ri.ol.o.gy bäktîriyal'ıci isim bakteriyoloqi.
bacterium
bac.te.ri.um bäktîr'iyım isim (bacteria) bakteri. sıfat bakteriye ait.
bad debt
muhasebecilik şüpheli alacak, tahsili pek mümkün görülmeyen alacak.
bad luck
şanssızlık.
bad
bad bäd sıfat (worse, worst) 1. kötü, ahlaksız. 2. kötü, hoş olmayan. 3. ciddi, vahim. 4. kötü, niteliksiz; hatalı. 5. bozuk, bozulmuş (yiyecek). 6. hasta veya sakat (organ, uzuv). 7. argo çok iyi, harika.
bade
bade bäd fiil bakınız bid
badge
badge bäc isim rozet; nişan.
badger
badg.er bäc'ır isim porsuk. fiil hiç rahat bırakmamak, başının etini yemek.
badly
bad.ly bäd'li zarf 1. fena halde, fena bir şekilde: The team was badly beaten. Takım fena halde yenildi. 2. çok: That child badly needs a new pair of shoes. O çocuğun yeni bir çift ayakkabıya çok ihtiyacı var. She wants to see that movie badly. O filmi seyretmeye can atıyor.
bad-mouth
bad-mouth bäd'mauth fiil, konuşma dili kötülemek.
bad-tempered
bad-tem.pered bäd'tem'pırd sıfat aksi, huysuz, ters.
baffle
baf.fle bäf'ıl fiil 1. şaşırtmak. 2. engel olmak.
baffling
baf.flingsıfat şaşırtıcı, aldatıcı.
bag and baggage
bütün eşyasıyla.
bag lady
tüm eşyasını bir torbada taşıyıp sokaklarda yaşayan kadın. 85
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bag of tricks
bir sürü yalan dolan. 2. eldeki imkânlar.
bag
bag bäg isim torba; çanta; kese; kesekâğıdı; çuval. fiil (bagged, bagging) 1. torbalamak, çuvala koymak. 2. (avı) yakalamak.
baggage car
furgon, yük vagonu.
baggage room
emanet.
baggage
bag.gage bäg'îc isim bagaq, yolcu eşyası.
baggy
bag.gysıfat torba gibi sarkan, şapşal duran (pantolon).
bagpipe
bag.pipe bäg'payp isim tulum, gayda.
bah
bah ba ünlem Tu!
Bahama
Ba.ha.ma bıha'mı sıfat Bahama, Bahama Adaları'na özgü. isim bakınız the Bahamas
Bahamian
Ba.ha.mi.an bıhey'miyın isim Bahamalı. sıfat 1. Bahama, Bahama Adaları'na özgü. 2. Bahamalı.
Bahrain
Bah.rain bareyn' isim Bahreyn.
Bahraini
isim Bahreynli. sıfat 1. Bahreyn, Bahreyn'e özgü. 2. Bahreynli.
bail someone out
birine kefalet ederek tahliyesini sağlamak. konuşma dili 1. birini (zor bir durumdan) kurtarmak.
bail something out
konuşma dili bir şeyi (zor bir durumdan) kurtarmak.
bail
bail beyl isim (tekneye giren suyu boşaltmak için kullanılan) kova, maşrapa v.b. fiil 1. (tekneye giren suyu boşaltmak için kullanılan) tekneye giren suyu kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak. 2. out (tekneye) giren suyu kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak; tekneye giren (suyu) kova, maşrapa v.b. ile boşaltmak. 3. out (uçaktan) paraşütle atlamak. 4. konuşma dili out (zor bir durumdan) sıyrılmak/kaçmak.
bailiff
bai.liff bey'lîf isim 1. icra memuru. 2. kâhya.
bailiwick
bai.li.wick bey'lıwîk isim uzmanlık alanı; yetki alanı.
bait
bait beyt isim olta yemi; kapan yemi. fiil 1. yemlemek. 2. sözlerle eziyet etmek.
bake sale
evde yapılmış kek, kurabiye, pasta gibi şeylerin satışı.
bake
bake beyk fiil fırında pişirmek. 86
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
baker
bak.er bey'kır isim fırıncı, ekmekçi.
baker's dozen
on üç.
bakery
bak.eryisim 1. ekmek fırını, fırın. 2. pastane.
baking powder
kabartma tozu.
baking soda
karbonat, sodyum bikarbonat.
baking
bak.ingisim 1. fırında pişirme. 2. (bir) pişim.
baksheesh
bak.sheesh bäk'şiş isim bahşiş.
balance a tire
lastiğin balans ayarını yapmak.
balance of a debt
borç bakiyesi.
balance of payments
ödemeler dengesi.
balance of power
(uluslararası ilişkilerde) kuvvetler dengesi.
balance of trade
ticaret dengesi, ithalat ve ihracat arasındaki değer farkı.
balance sheet
bilanço.
balance
bal.ance bäl'ıns isim 1. terazi. 2. denge. 3. denklem. 4. bilanço. 5. bakiye. fiil 1. dengelemek. 2. dengeli olmak.
balanced
bal.ancedsıfat dengeli.
balcony
bal.co.ny bäl'kıni isim balkon.
bald
bald bôld sıfat 1. dazlak. 2. kılsız; tüysüz. 3. yalın, sade.
baldfaced
bald.faced bôld'feyst sıfat apaçık ve küstah.
baldness
bald.nessisim dazlaklık.
bale
bale beyl isim balya. fiil balyalamak.
baleful
bale.ful beyl'fıl sıfat uğursuz, meşum.
balk
balk bôk fiil bir engel karşısında duraklamak; yürümemekte direnmek.
balky
balk.y bô'ki sıfat yürümemekte direnen, inat eden (hayvan).
ball and chain
pranga.
ball bearing
makine bilye.
ball cock
şamandıra ile işleyen kapama valfı.
ball of the foot
ayak parmaklarının kökü.
ball
ball bôl isim 1. top; küre. 2. yumak: a ball of yarn bir yumak iplik. 3. topak: a ball of dough bir topak hamur. fiil, konuşma dili up (bir şeyin) içine etmek. 87
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ballad
bal.lad bäl'ıd isim balad; türkü.
ballast
bal.last bäl'ıst isim 1. denizcilikle ilgili safra. 2. demiryolu balast.
ballerina
bal.le.ri.na bälıri'nı isim balerin.
ballet dancer
balerin. 2. dansör.
ballet
bal.let bäl'ey isim 1. bale. 2. bale trupu.
ballistic curve
balistik eğrisi.
ballistic missile
askeri roket.
ballistic
bal.lis.tic bılîs'tîk sıfat balistik.
ballistics
bal.lis.tics bılîs'tîks isim balistik, atış bilimi.
balloon tire
balon lastik.
balloon
bal.loon bılun' isim balon. fiil balon gibi şişmek.
ballot box
oy sandığı.
ballot
bal.lot bäl'ıt isim oy pusulası.
ballpark
ball.park bôl'park isim, konuşma dili bakınız be in the same ballpark sıfat kabataslak, yaklaşık: Give me a ballpark figure. Bana kabataslak bir rakam söyle.
ball-point pen
tükenmez, tükenmez kalem.
ball-point
ball-point bôl'poynt isim bakınız ball-point pen
ballroom
ball.room bôl'rum' isim dans salonu, balo salonu.
balls
ballsisim, argo 1. taşaklar, husyeler. 2. cesaret, taşak, göt. 3. İngiliz İngilizcesi saçma, zırva, fasa fiso.
ballsy
ball.sy bôl'zi sıfat, argo bayağı cesur: She's one ballsy female! Amma taşaklı karı yahu!
ballyhoo
bal.ly.hoo bäl'ihu isim, konuşma dili 1. heyecanlı ve şamatalı propaganda/reklam. 2. gürültü, patırtı, şamata, velvele.
balm
balm bam isim 1. ilaç olarak kullanılan birkaç çeşit yağ. 2. pelesenk. 3. melisa, oğulotu. 4. güzel koku, rayiha. 5. kokulu merhem; ağrı veya sızıyı dindiren merhem.
balmy
balm.y ba'mi sıfat 1. yumuşak ve ılık (hava). 2. konuşma dili kaçık, bir tahtası eksik.
88
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük baloney
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ba.lo.ney bılo'ni isim 1. bir cins salam. 2. konuşma dili saçma, zırva.
balsam
bal.sam bôl'sım isim pelesenk.
Baltic Sea
Baltık Denizi.
Baltic States
Baltık Devletleri.
Baltic
Bal.tic bôl'tîk sıfat Baltık.
balustrade
bal.us.trade bälıstreyd' isim korkuluk, tırabzan.
bamboo
bam.boo bämbu' isim bambu.
bamboozle
bam.boo.zle bämbu'zıl fiil, konuşma dili 1. aldatmak, dolandırmak. 2. şaşırtmak.
ban
ban bän fiil (banned, banning) yasaklamak, menetmek. isim yasak.
banal
ba.nal bey'nıl sıfat banal, sıradan, bayağı.
banality
ba.nal.i.ty beynäl'ıti isim 1. banallik, sıradanlık. 2. banal söz; banal şey.
banana pepper
çarliston, çarliston biber.
banana republic
muz cumhuriyeti.
banana
ba.nan.a bınän'ı isim muz.
band saw
şerit testere.
band together
birleşmek, bir araya toplanmak; birleştirmek, bir araya toplamak.
band
band bänd isim 1. şerit, bant, kurdele; kolan; sargı. 2. kemer; kayış. 3. uzun çizgi. fiil çemberlemek.
bandage
band.age bän'dîc isim sargı. fiil (yarayı) sarmak, bağlamak.
band-aid
band-aid bänd'eyd isim yara bandı, bant. sıfat, konuşma dili geçici: a band-aid solution geçici bir çözüm.
bandit
ban.dit bän'dît isim haydut, eşkıya.
banditry
ban.dit.ryisim haydutluk.
bandmaster
band.mas.ter bänd'mästır isim, müzik bando şefi.
bandstand
band.stand bänd'ständ isim açık havada çalan müzik topluluklarına özgü ve çoğu zaman üstü kapalı platform.
89
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bandwagon
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
band.wag.on bänd'wägın isim bakınız qump on the bandwagon get on the bandwagon
bandy words with
ile atışmak, ile ağız kavgası yapmak.
bandy
ban.dy bän'di fiil bakınız bandy words with be bandied about
bandy-legged
ban.dy-leg.ged bän'dilegîd sıfat çarpık bacaklı.
bane
bane beyn isim bakınız the bane of one's existence
baneful
bane.ful beyn'fıl sıfat zararlı, kötü.
bang one's head against a stone wall boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek. bang up
mahvetmek, canına okumak: You can use my car, but don't you dare bang it up! Arabamı kullanabilirsin, ama canına okuyayım deme!
bang
bang bäng isim 1. Çat!/Bom! 2. gürültü, patırtı; patlama. 3. heyecan, sevinç. 4. sansasyon, olay. fiil 1. şiddetle çarpmak veya kapanmak. 2. gürültülü bir şekilde vurmak. 3. gürültü yapmak. zarf, konuşma dili tam: bang in the middle of the war savaşın tam ortasında. bang on time tam zamanında.
banger
bang.er bäng'ır isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili sosis.
Bangladesh
Ban.gla.desh bäng.glıdeş' isim Bangladeş.
Bangladeshi
isim Bangladeşli. sıfat 1. Bangladeş, Bangladeş'e özgü. 2. Bangladeşli.
bangs
bangs bängz isim perçem, kâkül, kırkma.
banish
ban.ish bän'îş fiil 1. sürgüne göndermek, sürmek. 2. kovmak, uzaklaştırmak.
banishment
ban.ish.mentisim sürgün.
banister
ban.is.ter bän'îstır isim tırabzan; tırabzan küpeştesi.
bank account
banka hesabı.
bank bill
banknot; bir banka tarafından diğer bir banka üzerine çekilen poliçe.
bank discount
banka ıskontosu, bir senedin banka tarafından kırılması.
bank note
banknot, kâğıt para.
90
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bank on
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-e bel bağlamak, -e güvenmek: We are banking on their support. Desteklerine bel bağladık.
bank rate
banka ıskonto haddi, faiz oranı.
bank vault
banka kasası.
bank
bank bängk isim banka. fiil bankaya (para) yatırmak.
bankable
bank.a.ble bängk'ıbıl sıfat, konuşma dili kâr getiren, para getiren.
bankbook
bank.book bängk'bûk isim banka cüzdanı, hesap cüzdanı.
bankcard
bank.card bängk'kard isim (bankanın çıkardığı) kredi kartı.
banker
bank.er bängk'ır isim bankacı.
banking
bank.ingisim bankacılık.
bankrupt
bank.rupt bängk'r^pt sıfat, isim iflas etmiş, batkın, müflis. fiil iflas ettirmek.
bankruptcy
bank.rupt.cy bängk'r^ptsi isim iflas, batkı.
banner
ban.ner bän'ır isim 1. bayrak, sancak, alem. 2. gazetecilik manşet.
banns
banns bänz isim (gelecek bir tarihe ait) evlenme ilanı.
banquet
ban.juet bäng'kwît isim ziyafet, resmi ziyafet.
banter
ban.ter bän'tır isim şakalaşma, takılma. fiil şakalaşmak, takılmak.
baptism
bap.tism bäp'tîzım isim vaftiz.
baptize
bap.tize bäp'tayz fiil vaftiz etmek.
bar none
istisnasız, ayrıksız.
bar of soap
sabun kalıbı.
bar
bar bar isim 1. çubuk, sırık. 2. engel. 3. bar (içki içilen yer). 4. hukuk baro. 5. su içindeki kum seti. 6. müzik ölçü çizgisi. fiil (barred, barring) 1. sürgülemek. 2. engel olmak. 3. sokmamak, almamak. edat - den başka, hariç.
barb
barb barb isim 1. çengel; kanca. 2. iğneleyici söz.
Barbadian
Bar.ba.di.an barbey'diyın isim Barbadoslu. sıfat 1. Barbados, Barbados'a özgü. 2. Barbadoslu. 91
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Barbados
Bar.ba.dos barbey'dos isim Barbados.
barbarian
bar.bar.i.an barber'iyın isim, sıfat vahşi, barbar.
barbaric
bar.bar.ic barber'îk sıfat medeniyetsiz, barbar; vahşi.
barbarism
bar.ba.rismisim barbarlık.
barbarity
bar.bar.i.ty barber'ıti isim vahşet.
barbarous
bar.ba.rous bar'bırıs sıfat barbarca, vahşi.
barbecue
bar.be.cue bar'bıkyu isim 1. (et kızartmak için dışarda kullanılan) ızgara; barbekü. 2. üstüne baharatlı bir sos dökülerek ızgarada kızartılan et. 3. etin bu şekilde kızartıldığı açıkhava toplantısı. fiil üstüne baharatlı bir sos dökerek (eti) ızgarada kızartmak.
barbed wire
dikenli tel.
barbed
barb.edsıfat 1. dikenli, kancalı. 2. iğneli (söz).
barbell
bar.bell bar'bel isim halter.
barber
bar.ber bar'bır isim berber. fiil tıraş etmek.
barbershop
bar.ber.shop bar'bırşap isim berber dükkânı, berber.
bard
bard bard isim saz şairi, ozan.
bare chance
zayıf bir ihtimal.
bare its teeth
(hayvan) dişlerini göstermek.
bare living
kıt kanaat geçinme.
bare
bare ber sıfat 1. çıplak. 2. ancak yetecek kadar. fiil soymak, açmak.
bareback
bare.back ber'bäk zarf bakınız ride bareback
barefaced
bare.faced ber'feyst sıfat apaçık, düpedüz.
barefoot
bare.foot ber'fût sıfat, zarf yalınayak.
barefooted
bare.foot.ed ber'fûtıd sıfat, zarf yalınayak.
barehanded
bare.hand.ed ber'hän'dîd zarf 1. silahsız. 2. eldivensiz. 3. aletsiz.
bareheaded
bare.head.ed ber'hedîd sıfat başı açık.
barelegged
bare.leg.ged ber'legîd sıfat çorapsız, çıplak bacaklı.
barely
bare.lyzarf ancak, güçbela.
barf
barf barf fiil, argo kusmak. isim kusmuk.
92
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bargain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bar.gain bar'gın isim 1. iş anlaşması. 2. kelepir. fiil 1. pazarlık etmek. 2. for/on -i ummak, -i beklemek: I hadn't bargained on that. Öyle bir şey beklememiştim.
barge in
burnunu sokmak, işe karışmak.
barge
barge barc isim mavna.
bark up the wrong tree
yanlış kapı çalmak.
bark
bark bark isim kabuk; ağaç kabuğu.
barkeep
bar.keep bar'kip isim barmen.
barkeeper
bar.keep.er bar'kipır isim barmen.
barley
bar.ley bar'li isim arpa.
barmaid
bar.maid bar'meyd isim barın tezgâhında çalışan kadın, barmeyd.
barman
bar.man bar'mın isim (barmen) barmen.
barmy
barm.y bar'mi sıfat, İngiliz İngilizcesi kafadan kontak, kafası bir hoş, çatlak.
barn
barn barn isim ahır, çiftlik ambarı.
barnstorm
barn.storm barn'stôrm fiil, konuşma dili taşrada temsil vermek.
barnyard fowl
kümes hayvanı.
barnyard
barn.yard barn'yard isim çiftlik ambarı yanındaki avlu.
barometer
ba.rom.e.ter bıram'ıtır isim barometre.
baron
bar.on ber'ın isim baron; çok zengin işadamı, kral (petrol v.b.).
baroness
bar.on.essisim barones.
baroque
ba.rojue bırok' sıfat 1. barok. 2. şatafatlı, çok süslü.
barracks
bar.racks ber'ıks isim kışla.
barrage
bar.rage bıraq' isim, askeri yoğun yaylım ateşi, baraq ateşi.
barred
barred bard sıfat 1. parmaklıkla kapalı. 2. yasaklanmış.
barrel organ
laterna.
barrel vault
mimarlık beşiktonoz.
barrel
bar.rel ber'ıl isim fıçı.
barren
bar.ren ber'ın sıfat kısır; meyvesiz; kıraç, verimsiz.
barrette
bar.rette bıret' isim saç tokası. 93
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük barricade
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bar.ri.cade berıkeyd' isim barikat. fiil barikat yapmak: They barricaded the street. Sokakta barikat yaptılar.
barrier
bar.ri.er ber'iyır isim (çit, duvar, korkuluk gibi) engel; bariyer.
barrister
bar.ris.ter ber'îstır isim, İngiliz İngilizcesi en yüksek mahkemelerde dava görebilen avukat.
barroom
bar.room bar'rum isim bar.
barrow
bar.row ber'o isim, İngiliz İngilizcesi 1. işportacı arabası. 2. el arabası.
bartender
bar.tend.er bar'tendır isim barmen.
barter
bar.ter bar'tır fiil değiş tokuş etmek, takas yapmak, trampa etmek. isim değiş tokuş, takas, trampa.
base of operations
harekât üssü.
base something on
bir şeyi -e dayandırmak.
base
base beys sıfat alçak, adi, rezil.
baseball fan
beysbol meraklısı.
baseball
base.ball beys'bôl isim beysbol.
baseboard
base.board beys'bôrd isim süpürgelik.
baseless
base.lesssıfat asılsız, temelsiz.
basement
base.ment beys'mınt isim bodrum katı, bodrum.
bash
bash bäş fiil kuvvetle vurmak, hızla vurmak. isim 1. hızlı vuruş; kuvvetli darbe. 2. konuşma dili şatafatlı parti.
bashful
bash.ful bäş'fıl sıfat utangaç, sıkılgan, çekingen.
BASIC
BASIC bey'sîk kısaltma Beginner's All-purpose Symbolic Instruction Code bilgisayar BASIC (bir programlama dili).
basically
ba.si.cal.lyzarf aslında, esasında.
basil
bas.il bäz'ıl isim fesleğen.
basin
ba.sin bey'sın isim 1. leğen. 2. havuz. 3. havza.
basis
ba.sis bey'sîs isim (bases) 1. temel. 2. kaynak. 3. ana ilke.
bask
bask bäsk fiil güneşlenmek, tatlı bir sıcaklığın karşısında uzanmak. 94
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük basket
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bas.ket bäs'kît isim 1. sepet; küfe; zembil. 2. spor sayı, basket.
basketball
bas.ket.ball bäs'kîtbôl isim 1. basketbol, sepettopu. 2. basketbol topu.
bass clef
müzik fa anahtarı.
bass
bass bäs isim levrek, hani.
basswood
bass.wood bäs'wûd isim ıhlamur ağacı.
bastard
bas.tard bäs'tırd isim 1. piç, gayrimeşru çocuk. 2. alçak herif, it.
bastardize
bas.tard.ize bäs'tırdayz fiil alçaltmak; değerini düşürmek.
baste
baste beyst fiil 1. teyellemek. 2. (kurumaması için) (pişen etin üstüne) sıvı dökmek/sürmek.
bastion
bas.tion bäs'çın isim kale burcu; tabya.
bat
bat bät isim yarasa.
batch
batch bäç isim 1. bir pişimde pişirilenler. 2. takım; grup; parti: a batch of books bir parti kitap.
bated
bat.ed bey'tıd sıfat bakınız with bated breath
bath chair
bath chairİngiliz İngilizcesi (üstü bazen kapalı) tekerlekli sandalye.
bath
bath bäth isim 1. banyo. 2. hamam; kaplıca. 3. film banyosu. fiil, İngiliz İngilizcesi yıkamak; yıkanmak.
bathe
bathe beydh fiil 1. yıkamak, banyo etmek; yıkanmak, banyo yapmak. 2. ıslatmak; suya batırmak.
bathhouse
bath.houseisim 1. (plaq, göl v.b. kenarında) kabinli bina. 2. (halka açık) banyo/hamam.
bathing suit
mayo.
bathing
bath.ing bey'dhîng isim 1. banyo yapma, yıkanma. 2. deniz banyosu, yüzme.
bathrobe
bath.robeisim bornoz.
bathroom fixtures
banyoya ait sabit eşya.
bathroom
bath.roomisim 1. banyo. 2. tuvalet.
bathtub
bath.tubisim banyo küveti.
baton
ba.ton bätan', bät'ın isim değnek. 95
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
battalion
bat.tal.ion bıtäl'yın isim, askeri tabur.
batten
bat.ten bät'ın isim ince tahta parçası, tiriz.
batter
bat.ter bät'ır fiil sert darbelerle vurmak; hırpalamak; dövmek.
battery
bat.ter.y bät'ıri, bä'tri isim 1. elektrik pil; akümülatör, akü. 2. askeri batarya. 3. hukuk dövme, dayak. 4. dizi, seri, takım.
battery-operated
bat.ter.y-operatedsıfat pilli.
batting
bat.ting bät'îng isim tabaka halinde pamuk.
battle cry
savaş narası; herhangi bir kampanyada kullanılan slogan.
battle fatigue
savaş görmüş kimselerde görülen ruhsal çöküntü.
battle royal
(birkaç kişi arasındaki) büyük dövüş. 2. büyük kavga, büyük münakaşa.
battle
bat.tle bät'ıl isim 1. muharebe; meydan savaşı. 2. mücadele, büyük uğraş. fiil 1. savaşmak, dövüşmek. 2. mücadele etmek, çok uğraşmak.
battle-ax
bat.tle-axisim 1. cenk baltası, teber. 2. argo huysuz kocakarı.
battlefield
bat.tle.fieldisim savaş alanı.
battleground
bat.tle.groundisim savaş alanı.
battleship
bat.tle.shipisim savaş gemisi, zırhlı.
batty
bat.ty bät'i sıfat, argo çatlak, kaçık.
bauble
bau.ble bô'bıl isim gösterişli süs, gösterişli fakat kullanışsız şey.
baulk
baulk bôk fiil bakınız balk
bauxite
baux.ite bôk'sayt, bo'zayt isim boksit.
bawdily
bawd.i.lyzarf açık saçık bir şekilde.
bawdiness
bawd.i.nessisim açık saçık oluş.
bawdy
bawd.y bô'di sıfat açık saçık, müstehcen.
bawl out
azarlamak, paylamak, haşlamak.
bawl
bawl bôl fiil 1. bağırmak. 2. yüksek sesle ağlamak.
bay leaf
defne yaprağı.
bay tree
defne ağacı. 96
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bay window
cumba. 2. konuşma dili göbek, yağ bağlamış karın.
bay
bay bey isim defne.
bayberry
bay.ber.ry bey'beri isim mumağacı.
bayonet
bay.o.net beyınet' isim süngü.
bayou
bay.ou bay'u isim bir nehir veya gölün bataklıklı kolu veya çıkış noktası.
bazaar
ba.zaar bızar' isim pazar, çarşı; kermes.
be ... shy
(birinin) (belirli bir miktarda) eksiği olmak.
be a bad judge of
-den anlamamak.
be a basket case
konuşma dili 1. berbat bir halde olmak. 2. ambale olmak, doğru dürüst düşünemez halde olmak.
be a big deal
konuşma dili çok önemli olmak.
be a disgrace to
-in yüzkarası olmak.
be a good judge of
-den anlamak, -in ne olduğunu bilmek.
be a hard worker
çok çalışkan olmak.
be a match for
(birinin) dengi olmak.
be a nervous wreck
sinirleri bozulmuş olmak.
be a nuisance to
-in başının belası olmak.
be a part and parcel of
(bir şeyin) önemli bir öğesi olmak: These words are now part and parcel of the language. Bu sözcükler artık dilin önemli bir parçası oldu.
be a past master at
(bir konuda) çok usta olmak.
be a physical wreck
sağlığı bozulmuş olmak.
be a picture of health
turp gibi olmak.
be a shadow of one's former self
(biri) epeyce çökmüş olmak. 2. (biri) epeyce çaptan düşmüş olmak. 3. eski halinden çok düşmüş olmak.
be a stranger to
-in yabancısı olmak.
be a subject for
.. konusu olmak.
be a subject of
.. konusu olmak.
be a thing of the past
(bir şey) artık geçmişe ait bir şey olmak.
be a whiz at
(bir konuda) çok becerikli olmak, (bir işin) ustası olmak.
be about
üzere olmak; meşgul olmak.
be above suspicion
her türlü şüpheden uzak olmak. 97
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be aboveboard with
(birine karşı) açık olmak, dürüst davranmak.
be absorbed in
(bir şeye) dalmak: He was absorbed in his work. İşine dalmıştı.
be accustomed to
-e alışkın olmak.
be acquainted with
ile tanışmak, -i tanımak. 2. -i bilmek, -e aşina olmak.
be acquitted of
(-den) beraat etmek, temize çıkmak.
be acquitted
(-den) beraat etmek, temize çıkmak.
be addicted to
(bir şeyin) bağımlısı veya tiryakisi olmak.
be adrift
akıntıyla sürüklenmek.
be affiliated with
-e bağlı olmak.
be afflicted with
-den mustarip olmak.
be afraid of one's own shadow
kendi gölgesinden korkmak.
be afraid of
(-den) korkmak.
be after
peşinde olmak.
be alien to
(birine) yabancı gelmek.
be alive to
-in farkında olmak.
be alive with
kaynamak, çok miktarda bulunmak.
be all broken up over
(bir şeyden dolayı) çok üzgün olmak.
be all ears
kulak kesilmek, dikkatle dinlemek.
be all eyes
gözünü dört açmak.
be all for
-i candan desteklemek, -e taraftar olmak.
be all right
iyi olmak, zarara uğramamış olmak: Are you all right? İyi misin? 2. iyi olmak, fena olmamak: His grades are all right. Notları fena değil. 3. uygun olmak, olmak: Is it all right if she comes too? O da gelse olur mu?
be all the same to
.. için farketmemek: If it's all the same to you, I'd prefer fish. Snein için fatketmezse balık yemeyi tercih ederim.
be all thumbs
konuşma dili 1. elleriyle iş yapmaya gelince beceriksiz olmak. 2. at (belirli bir konuda) beceriksiz olmak.
be all wet
konuşma dili 1. tamamen yanlış olmak. 2. yanılmak, yanılgıya düşmek.
be along
gelmek.
be amiss
gerektiği gibi olmamak.
be an old hand at
(bir konuda) bayağı tecrübeli olmak. 98
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be anathema to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
.. tarafından nefret edilen biri olmak: She was anathema to the left-wingers. Solcular ondan nefret ettiler.
be angry about
-e sinir olmak.
be angry at
-e kızgın olmak, -e kızmak.
be angry with someone
birine gücenmiş olmak.
be annoyed with
(birine) kızgın olmak.
be answerable for something
bir şeyden sorumlu olmak.
be answerable to someone
birine karşı sorumlu olmak.
be anxious about
-i merak etmek.
be anxious for someone to
(birinin bir şeyi yapmasını) çok istemek.
be anxious to
konuşma dili -i çok istemek.
be as good as one's bond
son derece güvenilir olmak.
be as good as one's promise
sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine getirmek.
be as good as one's word
sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine getirmek.
be as thick as thieves
konuşma dili sıkı fıkı olmak, can ciğer kuzu sarması olmak.
be ashamed
utanmak.
be asleep
uyumak.
be assailed with doubts
kuşkular içinde olmak.
be assassinated
suikasta uğramak, suikasta kurban gitmek.
be associated with
ile ilişkisi olmak; ile ilgisi olmak.
be astonished at
-e hayret etmek.
be at a disadvantage
dezavantajlı olmak.
be at a loss for words
ne diyeceğini şaşırmak, söyleyecek söz bulamamak.
be at a low ebb
(birinin) morali bozuk olmak. 2. çok azalmış olmak.
be at a standstill
durmak, durmuş vaziyette olmak; kesilmek, kesilmiş vaziyette olmak.
be at bay
çok zor bir durumda olmak.
be at cross-purposes
birbirini anlamamak. 2. amaçları birbirine karşı olmak.
be at daggers drawn
kanlı bıçaklı olmak.
be at death's door
bir ayağı çukurda olmak, ölümün eşiğinde olmak. 99
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be at fault
kabahatli olmak.
be at hand
el altında olmak; yakında olmak.
be at large
(suçlu) firarda olmak/ortalıkta dolaşmak.
be at loggerheads with someone
biri ile kavgalı olmak.
be at loose ends
konuşma dili 1. meşgul olmamak, boş olmak. 2. boşta gezmek.
be at one's back
bir kimseye arka çıkmak.
be at one's best
en iyi durumda olmak, formunda olmak.
be at one's elbow
yanı başında olmak, yanında olmak.
be at one's wits' end
ne yapacağını bilmemek, ne yapacağını şaşırmak.
be at one's wit's end
ne yapacağını bilmemek, ne yapacağını şaşırmak.
be at rest
hareketsiz olmak, hareket etmemek.
be at someone's beck and call
her an birinin emrinde olmak.
be at someone's disposal
birinin emrinde olmak: While I'm away my house is at your disposal. Ben yokken evim emrinizde.
be at someone's disposition
birinin emrine amade olmak.
be at the end of one's rope
bakınız be at the end of one's tether
be at the end of one's tether
ne yapacağını bilememek.
be at variance with
ile uyuşmamak, ile araları bozuk olmak. 2. -e ters düşmek, ile çelişmek.
be at war
savaş halinde olmak.
be at work
işte olmak, iş başında olmak.
be at
bulunmak, olmak.
be averse to
-den hoşlanmamak: He is averse to hard work. Çok çalışmaktan hoşlanmıyor. 2. -e karşı olmak: They were averse to our plan. Planımıza karşıydılar.
be avid for
(bir şeyi elde etmek için) çok hırslı veya arzulu olmak.
be aware of
farkında olmak; haberdar olmak.
be awash
suyla kaplı olmak, sular altında olmak. 2. (bir şey) su içinde yüzmek. 3. with ile dolu olmak; bol miktarda bulunmak.
be away
bulunmamak, başka yere gitmiş olmak.
be bad at figures
hesabı iyi/kötü olmak.
be bad for
-e zararlı olmak. 100
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be bad news
konuşma dili hiç iyi biri/bir şey olmamak.
be badly off
konuşma dili fakir/yoksul olmak.
be baffled
şaşırmak.
be bandied about
ağızdan ağıza dolaşmak, söylenmek.
be bang on
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili tam isabet etmek, taşı gediğine koymak.
be based on
-e dayanmak.
be behind the eight ball
zor/müşkül bir durumda olmak.
be behind the times
çağın gerisinde kalmak.
be below the belt
konuşma dili (bir saldırı) doğru/usule göre olmamak; (bir saldırı) mertliğe/delikanlılığa yakışmamak. 2. boks belden aşağı vurmak.
be beneath someone
birisine yakışmamak, birisinin tenezzül etmeyeceği bir şey olmak: That's beneath you. O sana yakışmaz.
be bent on doing something
bir şey yapmayı aklına koymak.
be bent out of shape
konuşma dili küplere binmek, çıldırmak.
be beside the point
-in (konuşulan şeyle) hiç ilgisi olmamak: That's beside the point. Onun alakası yok.
be beside the question
-in (konuşulan şeyle) hiç ilgisi olmamak: That's beside the point. Onun alakası yok.
be besotted with
İngiliz İngilizcesi -e kapılmak, ... sevdasına kapılmak, kendini -e kaptırmak.
be better off
daha iyi durumda olmak.
be beyond a shadow of a doubt
zerre kadar şüphe kalmamak.
be beyond belief
inanılması mümkün olmamak, inanılmaz olmak.
be beyond dispute
tartışma götürmemek.
be beyond someone's grasp
birinin kavrayışının dışında olmak. 2. birinin elinden kurtulmuş olmak: They're beyond his grasp now. O artık onlara dokunamaz. 3. birinin elde edemeyeceği bir şey olmak.
be blessed with
(Allah) (birine) belirli bir nimeti bağışlamak: You're blessed with these children. Allah sana bu çocukları ihsan etmiş.
be bored stiff
sıkıntıdan patlamak. 101
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
be born with a silver spoon in one's mouth be bound to
Tebriz-Turuz-2012
zengin bir ailenin çocuğu olmak.
-mesi kesin gibi/kesin olmak: He's bound to win. Kazanması kesin gibi.
be broken to smithereens
paramparça olmak.
be burned out
yangın yüzünden sokakta kalmak.
be burnt out
yangın yüzünden sokakta kalmak.
be cast adrift
akıntıya bırakılmak.
be caught short
parası çıkışmamak. 2. of yanında yeterli miktarda (bir şey) olmamak. 3. İngiliz İngilizcesi sıkışmak, aptesi gelmek.
be centrally located
merkezi bir yerde olmak, şehrin merkezinde bulunmak.
be closeted with
görüşme amacıyla (birisi) ile odaya kapanmak.
be cognizant of
-den haberdar olmak, -in farkında olmak, -i bilmek.
be composed of
-den oluşmak, -den ibaret olmak.
be concerned about
kaygılanmak, endişe duymak, merak etmek.
be conditioned by
(bir şey) (başka bir şeye) bağlı olmak: Your spending capacity is conditioned by the size of your income. Harcamaların gelir miktarına bağlı.
be consoled
avunmak.
be convulsed with laughter
gülmekten katılmak.
be cross with
-e dargın olmak.
be cursed
lanetli olmak.
be delayed
gecikmek, geç kalmak.
be delighted with
-e çok sevinmek.
be desirous of
-i arzu etmek, -e can atmak.
be destined for
(bir yere doğru) yol almak/gitmek; (bir yere doğru) gidecek olmak: 2. talih tarafından bir şeye yöneltilmek: He was destined for greatness. Kader onu büyük bir adam olmaya yöneltti. He was destined to become president. Talih onu cumhurbaşkanlığına yöneltti. The ship was destined for China. Gemi Çin'e doğru yol alıyordu.
be destined to
talih tarafından bir şeye yöneltilmek: He was destined for greatness. Kader onu büyük bir adam olmaya 102
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yöneltti. He was destined to become president. Talih onu cumhurbaşkanlığına yöneltti. be disdainful of something
bir şeyi hor görmek.
be disenchanted with
gözünden düşmek: I'm disenchanted with him. O, gözümden düştü.
be disgusted with
-den bıkmak.
be disinclined
canı istememek.
be disposed to
eğiliminde olmak.
be dissatisfied with something
bir şeyden memnun olmamak.
be done for
konuşma dili 1. mahvolmak; belaya çatmak. 2. pestili çıkmak, canı çıkmak.
be done to a turn
kıvamında pişmiş olmak.
be doomed to
(kötü bir şeye) mahkûm olmak.
be down in the dumps
çok neşesiz olmak, canı sıkkın olmak.
be down in the mouth
konuşma dili keyifsiz olmak, canı sıkkın olmak.
be down on
-e karşı olmak.
be down to the wire
(bir şeyi yapmak için tanınan mühlet) bitmek üzere olmak; (bir işin) sonuna yaklaşmış olmak: We're down to the wire. Bu işin sonuna yaklaştık.
be dressed in tatters
(birinin) üstü başı yırtık pırtık olmak, yırtık pırtık giysiler içinde olmak.
be enamored of
-e âşık olmak.
be encased in
ile kaplı olmak; ile örtülü olmak.
be enchanted by
-e bayılmak, -i çok sevmek: She is enchanted with her new house. Yeni evine bayılıyor.
be enchanted with
-e bayılmak, -i çok sevmek: She is enchanted with her new house. Yeni evine bayılıyor.
be encrusted with
(kalınca bir tabaka) ile kaplı olmak. 2. (mücevherler) ile süslü olmak.
be encumbered with
ile yüklü olmak. 2. ile doldurulmuş olmak.
be endowed with
Allah (birine) (bir şeyi) vermek: He's endowed with a good memory. Allah ona iyi bir hafıza vermiş.
be engrossed in
-e dalıp gitmek.
103
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be enmeshed in
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(olumsuz bir duruma) düşmek: He was enmeshed in his own intrigues. Kendi entrikaları ayağına dolanmıştı.
be enshrined in
(bir şeyin) içinde çok saygın bir yeri olmak: It's an expression that's enshrined in French usage. O deyimin Fransız dilinde çok saygın bir yeri var.
be entitled to
-e hakkı olmak. 2. -i yapmaya yetkisi olmak.
be equal to
(bir işin) üstesinden gelmek.
be equivalent to
-e eşit olmak.
be exempt from
(-den) muaf olmak.
be exempt
(-den) muaf olmak.
be expecting
konuşma dili hamile olmak, gebe olmak.
be fagged out
çok yorgun olmak, turşu gibi olmak.
be fagged
çok yorgun olmak, turşu gibi olmak.
be familiar to
-e aşina olmak.
be familiar with
-i iyi bilmek.
be famished
çok acıkmış olmak.
be fascinated by
-e kendini kaptırmak.
be fascinated with
-e kendini kaptırmak.
be fast
(saat) ileri gitmek/olmak.
be fed up with
-den bıkmış olmak, illallah demek.
be few and far between
nadir rastlanmak; çok seyrek olmak.
be firm
kararından hiç vazgeçmemek.
be fluent in
(bir dili) akıcı bir şekilde konuşmak.
be flushed with
(bir şeyin) verdiği heyecanla dolu olmak.
be fond of
-i sevmek.
be for sale
satılık olmak.
be for the benefit of
-in yararına olmak: This concert's for the benefit of Darüşşafaka. Bu konser Darüşşafaka'nın yararına.
be found wanting
kusurlu bulunmak.
be free and easy with one's money
parasını müsrifçe harcamak.
be free of
(birinden) kurtulmuş olmak. 2. (bir yerden) çıkmış olmak.
be free to
-ebilmek: She's now free to marry. Artık evlenebilir. You're free to go. Gidebilirsiniz. 104
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be free with one's advice
sorulmadan öğüt vermek.
be free with one's money
parasını cömertçe harcamak.
be friends with
(ile) arkadaş olmak.
be friends
(ile) arkadaş olmak.
be from
-den gelmek, -li olmak.
be frozen hard
donup kaskatı olmak.
be fucked up
kafayı yemek, kafayı yemiş olmak; kafayı üşütmüş olmak. 2. (iş/işler) berbat olmak, mahvolmak, rezil olmak.
be full of beans
çok canlı ve hevesli olmak.
be given to
(bir şey yapmak) itiyadında olmak.
be going strong
enerjik bir şekilde çalışmak.
be going to
Niyet gösterir : She's going to register for that course. O ders için kaydını yaptıracak. 2. Zorunluluk gösterir : You are going to get that qob, period. O işe gireceksin, o kadar. 3. -mek üzere olmak: Recep's going to throw up. Recep kusmak üzere. 4. Gelecek zaman için kullanılır: It's going to be sunny today. Bugün hava güneşli olacak.
be good at figures
hesabı iyi/kötü olmak.
be good at
(belirli bir şeyi) iyi yapmak: He's good at repairing radios. Radyo tamirini iyi yapar.
be good enough to
bir iyilik edip de (bir yardımda bulunmak): Will you be good enough to help me? Bir iyilik edip de bana yardım eder misiniz?
be good for
(belirli bir süre için) dayanmak: That rug's good for another twenty years. O halı bir yirmi yıl daha dayanır. 2. (belirli bir işe) yaramak: It's good for a laugh. Bizi güldürmeye yarar.
be greedy for
gözünü (bir şey) hırsı bürümek.
be green with envy
çok kıskanmak veya gıpta etmek.
be guilty of
-in suçlusu olmak, -den suçlu olmak.
be halfway through
-in yarısını bitirmiş olmak.
105
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be halfway to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-e giden yolun yarısında olmak: We were halfway to Konya. Konya'ya giden yolun yarısındaydık.
be hand and glove with
ile yakın ilişki içinde olmak.
be hand in glove with
ile yakın ilişki içinde olmak.
be happy with
-den memnun olmak.
be hard at hand
kapıda olmak, kapıya dayanmış olmak.
be hard at it
konuşma dili çok çalışmak.
be hard by
-in çok yakınında olmak; -e çok yakın olmak.
be hard hit by
-in çok zararını görmek: We were hard hit by the cold weather in December. Aralık'taki soğuk bize çok zarar verdi.
be hard of hearing
ağır işitmek/duymak.
be hard on the heels of
-in hemen ardından gelmek.
be hard on
konuşma dili 1. (bir şeyi) hor kullanmak. 2. (bir şeyi) çabuk eskitmek/mahvetmek. 3. (birine) sert davranmak.
be hard put to
(bir şeyi) zorla/çok zor yapmak: They were hard put to finish it on time. Onu vaktinde bitirmeleri çok zor oldu.
be hard up for money
para sıkıntısı çekmek.
be hard up
konuşma dili (birinin) pek parası olmamak, (biri) züğürt olmak.
be head and shoulders above
-den çok üstün olmak.
be hell on
-i hor kullanmak, -i hoyratça kullanmak.
be here to stay
kalıcı olmak, vazgeçilmez olmak.
be honeycombed with
ile dopdolu olmak.
be hopping mad
konuşma dili öfkesi burnunda olmak.
be hung up on
-e kafasını takmak. 2. -e tutulmak, için yanıp tutuşmak. 3. -e bayılmak, -i çok beğenmek.
be imbued with
ile dolu olmak: He was imbued with a strong sense of duty. Görev aşkıyla doluydu.
be implicit in
-de saklı olmak, -in içinde olmak: That's implicit in what I said. O, dediklerimde saklı.
be in a bad mood
sinirleri tepesinde/üstünde olmak.
be in a bad way
ağır hasta olmak. 2. çok zor bir durumda olmak.
be in a fix
zor bir duruma düşmek. 106
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be in a flap
konuşma dili telaş içinde olmak.
be in a good mood
keyfi yerinde olmak.
be in a huff
öfkelenmek.
be in a hurry
acelesi olmak: I am in a hurry. Acelem var.
be in a mood for
(-i) istemek: I'm not in the mood for company. Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in the mood. Canım istemiyor.
be in a mood
(-i) istemek: I'm not in the mood for company. Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in the mood. Canım istemiyor.
be in a pickle
konuşma dili zor bir durumda olmak.
be in a place on sufferance
(aslında istenilmeyen veya orada bulunması yasak olan biri) (başkasının) müsamahası veya görmezlikten gelmesi sayesinde bir yerde bulunmak.
be in a position to do something about
(bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak.
be in a position to do something
(bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak.
be in a quandary
ne yapacağını bilememek.
be in a spot
zor bir durumda olmak.
be in a state of flux
değişmek, değişim içinde olmak.
be in a stew
konuşma dili telaş/endişe içinde olmak.
be in a sulk
somurtup durmak.
be in a sweat
endişe içinde olmak.
be in a swelter
telaş içinde olmak.
be in a swivet
telaş içinde olmak.
be in a temper
öfkesi burnunda olmak.
be in a tight spot
zor bir durumda olmak.
be in a world of one's own
kendi dünyasında yaşamak.
be in abeyance
uygulanmamak.
be in agreement
hemfikir olmak; mutabık olmak.
be in alignment
aynı hizada olmak.
be in apple-pie order
(bir yer) çok düzenli olmak, (her şey) yerli yerinde olmak. 107
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be in arrears
(birinin) vaktinde ödenmemiş borçları olmak.
be in bad odor with
-in gözünden düşmek.
be in character
(bir davranış) (birinin) karakterine uymak.
be in deep water
konuşma dili zor durumda olmak.
be in desperate straits
çok zor bir durumda olmak.
be in dire straits
çok zor bir durumda olmak.
be in disfavor
gözden düşmüş olmak.
be in disgrace
gözden düşmüş olmak.
be in evidence
görünmek; görünürde olmak.
be in force
yürürlükte olmak.
be in full swing
(bir şey) en hareketli zamanında olmak, hızını almak; yoluna girmek.
be in good taste
(bir şey) uygun düşmek, yakışık almak, yerinde olmak.
be in good with
konuşma dili (birinin) gözüne girmiş olmak.
be in good working order
iyi işler durumda olmak.
be in high spirits
keyifli olmak, keyfi yerinde olmak.
be in hot water
başı dertte olmak, güç durumda olmak.
be in juxtaposition
birbirine yakın bulunmak; yanyana bulunmak.
be in league with
-in müttefiki olmak.
be in limbo
iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek.
be in line with
e uymak. 2. ile bir hizada olmak.
be in love with
-e âşık olmak.
be in low spirits
keyifsiz olmak.
be in on the secret
sırra ortak olmak.
be in one's element
konuşma dili kendini rahat hissettiği bir ortamda bulunmak.
be in one's glory
kendinden çok hoşnut olmak.
be in one's right mind
aklı başında olmak.
be in possession of oneself
kendine hâkim olmak, kendine sahip olmak.
be in possession of
-e sahip olmak, -si olmak.
be in rags
(birinin) giysileri yırtık pırtık olmak.
be in rut
(hayvan) kızışmak, kösnümek.
108
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be in session
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(mahkeme, toplantı, kongre, parlamento) toplantı halinde olmak; (okul, üniversite) öğretim yılına girmiş olmak.
be in shape for
(-e) hazır olmak; formda olmak, kondisyonu iyi olmak.
be in shape
(-e) hazır olmak; formda olmak, kondisyonu iyi olmak.
be in short supply
az bulunmak.
be in sight
yakın olmak, ufukta olmak: Victory is in sight. Ufukta zafer görünüyor. 2. görülmek, gözle seçilmek.
be in someone's charge
birinin sorumluluğu altında olmak.
be in someone's debt
bir kimseye borçlu olmak.
be in someone's grasp
birinin pençesine düşmüş olmak.
be in step
(with) (başkalarına) adım uydurmak. 2. with -e ayak uydurmak: We're in step with the times. Biz çağa ayak uydurduk.
be in stitches
konuşma dili gülmekten kasıkları çatlamak.
be in store for
(bir şey) (birini) beklemek.
be in straitened circumstances
yoksulluk içinde yaşamak, darlık içinde olmak.
be in substantial agreement
temelde anlaşmak, temel noktalarda hemfikir olmak.
be in sympathy with
(görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
be in sync
senkronik olmak, senkronize edilmiş olmak.
be in tatters
lime lime olmak, yırtık pırtık olmak. 2. (ad, şöhret v.b.) mahvolmak.
be in tears
ağlamak.
be in the ascendant
(yıldız, gezegen) doğu ufkunda görünmek. 2. (birinin) yıldızı parlamak; egemen olmak.
be in the ascendent
(yıldız, gezegen) doğu ufkunda görünmek. 2. (birinin) yıldızı parlamak; egemen olmak.
be in the black
borcu kalmamak, borçlu olmamak.
be in the clear
şüphe altında olmamak; masumluğu ispatlanmış olmak.
be in the doldrums
denizcilikle ilgili rüzgârın esmediği bir bölgede bulunmak. 2. (birinin işleri) kesat olmak. 3. can sıkıntısı çekmek; efkârlı olmak.
be in the employ of
(birisi için) çalışmak.
be in the know
bilgisi olmak, gizli bir şeyden haberi olmak. 109
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be in the market for
-i satın alma niyetinde olmak.
be in the mood for
(-i) istemek: I'm not in the mood for company. Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in the mood. Canım istemiyor.
be in the mood
(-i) istemek: I'm not in the mood for company. Kimseyle görüşmek istemiyorum. I'm in no mood for that right now. Şu an ona tahammülüm yok. I'm not in the mood. Canım istemiyor.
be in the pink of condition
sapasağlam olmak, turp gibi olmak.
be in the process of
sürecinde olmak, -mekte olmak.
be in the red
borçlu olmak.
be in the running
kazanma şansı olmak.
be in the same ballpark
-e yakın olmak.
be in the soup
konuşma dili başı dertte olmak.
be in the sulks
somurtup durmak.
be in the swim of things
faal bir hayat sürmek; faal bir sosyal hayatı olmak.
be in the throes of death
can çekişmek.
be in the way
engel olmak, ayak altında olmak.
be in the wind
(bir şeyin) (gerçekleştirilmeden önce) sözü edilmek: It's been in the wind for some time now. Epey zamandır sözü ediliyordu.
be in the wrong
kabahatli olmak: You were in the wrong. Kabahat sendeydi.
be in town
şehirde olmak.
be in transit
(insanlar, mallar) yolda olmak; (insanlar) bir yerden başka bir yere geçmekte olmak; (mallar) bir yerden başka bir yere taşınmakta olmak.
be in trouble
başı belada olmak.
be in two minds about
-in hakkında kesin bir karara varamamak.
be in with someone
birinin gözüne girmiş olmak; biriyle samimi olmak.
be in with
ortağı olmak. 2. arkadaşı olmak. 3. konuşma dili (biriyle) çok iyi geçinmek; (birinin) gözüne girmiş olmak. 110
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be in work
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çalışmak, işi olmak, iş sahibi olmak: He's been in work since June. Hazirandan beri çalışıyor.
be incumbent on
sorumluluğu -e ait olmak, -e düşmek: It is incumbent on you to educate your children. Çocuklarının eğitiminden sen sorumlusun.
be indifferent to
-e karşı ilgisiz olmak, -e ilgi göstermemek: He's indifferent to her. Ona karşı ilgisiz.
be inherent in something
bir şeyin aslında var olmak.
be intended for
için amaçlanmak, için olmak: This book is intended for children. Bu kitap çocuklar için yazılmış.
be interested in
-e ilgi duymak, -e meraklı olmak: She is interested in literature. Edebiyata ilgi duyuyor. My father is interested in birds. Babam kuşlara meraklı.
be intimate with
ile samimi olmak.
be into
ile meşgul olmak, meraklısı olmak. 2. (bir kimseye) borçlu olmak.
be intrinsic to
-e özgü olmak.
be involved in
-e karışmak: She was once involved in a scandal. Bir zamanlar bir skandala karışmıştı. 2. ile meşgul olmak, ile uğraşmak: He's involved in a new proqect. Yeni bir projeyle meşgul.
be involved with
konuşma dili ile aşk ilişkisi olmak.
be jealous of
-i kıskanmak.
be lacking in
-si olmamak, -den yoksun olmak.
be late
gecikmek, geç kalmak.
be leery of
-den kuşkulu olmak.
be left holding the bag
kabak başına patlamak. 2. avucunu yalamak.
be loath to do something
bir şeyi yapmaya gönlü olmamak.
be located in
-de olmak, -de bulunmak.
be long on
-in fazlası olmak.
be lost on
-i etkilememek.
be mad about
konuşma dili 1. -i deli gibi sevmek, -e çılgınca âşık olmak. 2. -e bayılmak.
be master of
-in ustası olmak. 111
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be mindful of
-i hatırında tutmak. 2. -e dikkat etmek.
be mistaken
yanılmak.
be mixed up in
-e karışmak, -e bulaşmak.
be mixed up with
ile ilişkisi olmak.
be mixed up
zihni karışmak.
be mortified
mahcup olmak, rezil olmak.
be much sought after
çok aranılan/istenilen bir şey/biri olmak, çok rağbette olmak, çok rağbet görmek.
be nauseated
midesi bulanmak.
be nauseous
midesi bulanmak.
be no great shakes
konuşma dili üstün biri olmamak.
be no slouch as a
(belirli bir konuda) hiç fena olmamak, bayağı iyi olmak.
be no slouch at
(belirli bir konuda) hiç fena olmamak, bayağı iyi olmak.
be none the worse for
(bir şeyden) (birine) hiç zarar/halel gelmemek: They were none the worse for it. Onlara hiç zararı olmadı.
be nothing but skin and bones
bir deri bir kemik kalmak.
be nothing to write home about
tamah edilecek bir matah/mal olmamak.
be nuts about
-in delisi olmak. 2. -in hayranı olmak, -e deli olmak.
be nuts
aklını oynatmış olmak, kafadan kontak olmak.
be obliged to do something
bir şeyi yapmaya mecbur olmak.
be oblivious of
-in farkında olmamak, -den habersiz olmak.
be oblivious to
-in farkında olmamak, -den habersiz olmak.
be obsessed by
-i aklına takmak, aklı -e takılmak.
be obsessed with
-i aklına takmak, aklı -e takılmak.
be of a mind to
(bir şeyi yapmak) düşüncesinde olmak.
be of capital importance
çok önemli olmak, çok önem taşımak.
be of one mind
hemfikir olmak, aynı düşüncede olmak.
be of prime importance
çok önemli olmak.
be of service to
-e yardımı dokunmak, yardım etmek.
be of the same mind
hemfikir olmak, aynı düşüncede olmak.
be of two minds about
-in hakkında kesin bir karara varamamak.
be of use for something
bir şeye yaramak.
be of use
yardım etmek.
be of value
değerli olmak. 112
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be off guard
tetikte olmamak.
be off in one's calculations
hesabında yanılmış olmak.
be off one's nut
aklını kaçırmış olmak, aklını oynatmış olmak.
be off one's trolley
konuşma dili kafadan kontak olmak.
be off the air
(radyodan/televizyondan) yayımlanmamak; yayımda olmamak: You're off the air. Yayım bitti.
be off the beaten track
konuşma dili her yerden uzak bir yerde olmak, dağ başında olmak.
be off
ayrılmak, terketmek. 2. yanılmak. 3. (tatil veya izin dolayısıyla) işe gelmemek. 4. iptal edilmek/olunmak.
be OK
iyi olmak.
be on a better footing than ever
araları her zamankinden daha iyi olmak.
be on a diet
perhiz yapmak, rejim yapmak.
be on a par with
eşit derecede veya değerde olmak.
be on a rampage through
(-i) yakıp yıkmak, (-i) kasıp kavurmak.
be on a rampage
(-i) yakıp yıkmak, (-i) kasıp kavurmak.
be on display
sergilenmek.
be on edge
sinirleri gergin olmak.
be on familiar ground
bildiği bir yerde/yörede bulunmak. 2. bildiği bir konuyla ilgilenmek.
be on fire
yanmak.
be on good terms with
(biriyle) arası iyi olmak.
be on good terms
(biriyle) arası iyi olmak.
be on guard
nöbet tutmak. 2. tetikte olmak.
be on its way out
-in devri kapanmak üzere olmak.
be on one's conscience
(birşey) vicdanını rahatsız etmek.
be on one's hands
(yük sayılan bir şey/biri) -in başında olmak, -in sorumluluğunda olmak.
be on one's mettle
elinden geleni yapmaya hazır olmak.
be on one's own responsibility
(yaptığı şeyden) kendisi sorumlu olmak.
be on one's toes
uyanık/dikkatli olmak.
be on one's way out
çıkmak: We were just on our way out. Biz şimdi çıkıyorduk.
be on overtime
fazla mesai yapmak, mesaiye kalmak. 113
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be on probation
şartlı tahliyeden sonra gözetim altında olmak.
be on sale
indirimli/tenzilatlı satılmak. 2. satılmak.
be on show
sergilenmekte olmak.
be on skid row
konuşma dili serseri ve sefil bir hale düşmüş olmak.
be on someone's side
birinden yana olmak, birinin tarafını tutmak. 2. birinin lehinde olmak, birine yararlı olmak.
be on someone's trail
birinin izini takip etmek; birini aramak.
be on something's trail
(av köpeği) avın izini takip etmek: The dogs're on the trail. Köpekler iz sürüyor. 2. bir şeyi takip etmek; bir şeyi aramak.
be on speaking terms with
(biriyle) selamlaşıp konuşmak.
be on speaking terms
(biriyle) selamlaşıp konuşmak.
be on strike
grev yapmak.
be on tap
konuşma dili hazır bulunmak. 2. (bira) fıçıdan alınıp satılmak.
be on target
(bir tahmin) doğru çıkmak. 2. (bir iş) belirlenen süreye uygun olarak ilerlemek.
be on television
televizyonda olmak; televizyona çıkmak.
be on tenterhooks
endişe içinde olmak.
be on the air
(radyodan/televizyondan) yayımlanmak; yayımda olmak: We're on the air. Yayım başladı.
be on the alert
tetikte olmak.
be on the ball
akıllı ve dikkatli olmak.
be on the decline
(kuvvetli/yüksek bir durumdan) düşmekte olmak: The birthrate is on the decline. Doğum oranı düşmekte. The Roman Empire was on the decline. Roma İmparatorluğu artık gerilemekteydi.
be on the defensive
savunma durumunda olmak.
be on the dole
işsizlik yardımı almak.
be on the go
birtakım işlerle meşgul olmak.
be on the high side
oldukça pahalı/ucuz olmak.
be on the low side
oldukça pahalı/ucuz olmak.
be on the make
konuşma dili 1. kendi kazancı peşinde olmak. 2. cinsel ilişki için eş aramak. 114
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be on the razor's edge
ölümle kalım arasında olmak; iki ateş arasında kalmak.
be on the road
yolda olmak, yola çıkmış olmak. 2. to -e doğru gitmek.
be on the shelf
kızağa çekilmiş olmak; emekliye ayrılmış olmak. 2. (kadın) evde kalmış olmak.
be on the skids
konuşma dili kötü bir durumda olmak, kötüye gitmek.
be on the spot
olayın geçtiği yerde bulunmak.
be on the table
teklif edilmiş olmak. 2. (tasarı veya meselenin) görüşülmesi veya tartışılması ileri bir tarihe bırakılmış olmak.
be on the telephone
telefonda olmak/konuşmak.
be on the tip of one's tongue
dilinin ucunda olmak.
be on the up-and-up
konuşma dili yalansız konuşmak; dürüst bir şekilde davranmak: I think he's on the up-and-up. Bence numara yapmıyor.
be on the watch
tetikte olmak, kulak kesilmek. 2. nöbette olmak.
be on the wing
uçmakta olmak, uçmak.
be on thin ice
tehlikeli veya çok rizikolu bir durumda bulunmak.
be on to
konuşma dili -den haberdar olmak.
be on top of the news
olup bitenlerden haberdar olmak.
be on top of the world
sevinçten uçmak, ayakları yere değmemek, bastığı yeri bilmemek, çok mutlu olmak.
be on top of things
olup bitenlerden haberdar olmak.
be on top of
(duruma) hâkim olmak.
be on trial
yargılanmak. 2. denenmek.
be on vacation
tatilde olmak, tatil olmak: Schools are on vacation. Okullar tatil.
be on
(ışık) açık olmak. 2. makine açılmış durumda olmak, çalışmak, açık olmak.
be one with
ile aynı fikirde olmak.
be one's own man
(erkek) başkasının piyonu olmamak, başkasının kullanabileceği biri olmamak.
be one's own master
başına buyruk olmak.
115
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be one's own woman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(kadın) başkasının piyonu olmamak, başkasının kullanabileceği biri olmamak.
be oneself
kendisi gibi davranmak, normal bir şekilde hareket etmek.
be onto a good thing
konuşma dili yağlı bir iş bulmuş olmak.
be open to dispute
(bir şey) tartışılabilmek, tartışmaya açık olmak.
be operated on
ameliyat olmak.
be opposed to something
bir şeye karşı olmak, bir şeyin aleyhinde olmak.
be out and about
(nekahetten sonra) dışarı/sokağa çıkıp gezmek.
be out for someone's blood
konuşma dili birinin hakkından gelmek istemek.
be out in force
konuşma dili ortalıkta çok olmak.
be out in left field
çok yanılmış olmak.
be out of a job
işsiz olmak.
be out of character
(bir davranış) birine uymamak, birinin her zamanki yaptıklarına uymamak.
be out of commission
konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of control
kontrolden çıkmış olmak, frenlenemez olmak. 2. (biri) dizginlenemez olmak.
be out of earshot
(uzakta olduğu için) işitememek, duyamamak.
be out of favor with
(birinin) gözünden düşmüş olmak.
be out of favor
gözden düşmüş olmak.
be out of it
başka bir dünyada yaşamak, hayal dünyası içinde olmak.
be out of kilter
konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of line
yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak. 2. sıradan çıkmış olmak.
be out of luck
şansı olmamak, şansı yaver gitmemek.
be out of one's mind
konuşma dili 1. aklı yerinde olmamak, delirmiş olmak, keçileri kaçırmış olmak. 2. çok öfkeli olmak.
be out of place
(her zamanki) yerinde olmamak. 2. yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak.
be out of practice
(uzun zamandan beri bir şeyi yapmadığı için) (onu) iyi yapamamak.
be out of print
(kitabın) baskısı tükenmiş olmak. 116
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be out of reach
el altında olmamak. 2. erişilemez olmak.
be out of running
kazanma şansı olmamak.
be out of season
-in mevsimi bitmiş olmak.
be out of shape
formda olmamak, formdan düşmüş olmak. 2. şeklini kaybetmiş olmak, kalıpsız olmak.
be out of sorts
konuşma dili sinirleri üstünde olmak; huysuzluğu üstünde olmak; canı sıkkın olmak, keyfi yerinde olmamak.
be out of step
(with) (başkalarına) adım uydurmamak. 2. with -e ayak uydurmamak.
be out of stock
stokta bulunmamak.
be out of sync
senkronik olmamak, senkronize edilmemiş olmak.
be out of the hole
konuşma dili borçtan kurtulmuş olmak.
be out of the question
konuşma dili söz konusu olmamak, düşünülmemek, uygun sayılmamak.
be out of the running
(yarışmadan) elenmiş olmak.
be out of the woods
tehlikeyi atlatmış olmak.
be out of this world
konuşma dili süper/fevkalade/harika olmak.
be out of touch with
ile temasta bulunmamak. 2. -den habersiz olmak.
be out of touch
(with) (biriyle) iletişim içinde olmamak. 2. dünyada olup bitenlerden haberi olmamak. 3. with (bir konuya) ait yeni gelişmeler hakkında bilgisi olmamak.
be out of whack
konuşma dili bozulmuş olmak.
be out of work
işsiz olmak.
be out of
(bir şey) tükenmiş olmak, kalmamak: We're out of gas. Benzinimiz bitti. By the time he reached the top of the hill he was out of breath. Yokuşun başına vardığında nefesi kesilmişti.
be out on strike
grevde olmak.
be out on the end of a limb
desteksiz kalmak.
be out on the town
konuşma dili şehirde zevk peşinde koşmak.
be out to lunch
öğle yemeği yemeye çıkmış olmak. 2. argo kafası izinli olmak. 3. argo kafası pek çalışmamak.
117
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be out to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir amaç) peşinde olmak; (bir şey) için fırsat kollamak: They're out to win the championship. Onlar şampiyonluğa oynuyorlar. He's out to get him. Onun hakkından gelmek için fırsat kolluyor.
be out
dışarıda olmak: He's out at the moment. Şu an burada değil. 2. (belirli bir miktar para) gitmek; (para) açığı olmak: I had to buy them lunch, and now I'm out a million liras. Onlara öğle yemeği ısmarlamak zorunda kaldım; bir milyon liram gitti. Your total is two thousand liras out. Senin toplamda iki bin liralık bir eksik var. 3. (kitap) kütüphaneden alınmış olmak: That book's out. O kitap alınmış. 4. (kitap, gazete, resmi ilan) çıkmak, yayımlanmak. 5. (ay, güneş) çıkmak. 6. (çiçek, yaprak) açmak; (ağaç, bitki) yapraklanmak, yeşillenmek, yeşermek. 7. (ateş) sönmüş olmak. 8. (hafta, ay) bitmiş olmak, sona ermek. 9. nakavt olmak. 10. sızmış olmak; bayılmış olmak. 11. demode olmak. 12. düşünülmemek, uygun sayılmamak, söz konusu olmamak: That's definitely out. O kesinlikle düşünülmüyor. 13. (makine) bozulmuş olmak. 14. (deniz) alçalmış olmak. 15. spor (top) aut olmak, auta çıkmak. 16. (çocuk oyunlarında) yanmak: You're out! Yandın!
be over and done with
konuşma dili tamamıyla bitmiş olmak.
be over one's head
(su) boyunu geçmek/aşmak. 2. (birinin) bilgisi/yeteneği dışında olmak.
be over someone
birinin amiri olmak; birinden daha yüksek bir görev/makam/rütbe sahibi olmak.
be over
bitmiş olmak, bitmek, sona ermek: The concert's over. Konser bitti. It's over between us. Aramızda her şey bitti.
be overcome by
-den fena halde etkilenmek: She was overcome by the smoke. Dumandan dolayı kendinden geçti. He was
118
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
overcome with emotion. Öyle duygulandı ki dili tutuldu. be overcome with
-den fena halde etkilenmek: She was overcome by the smoke. Dumandan dolayı kendinden geçti. He was overcome with emotion. Öyle duygulandı ki dili tutuldu.
be overdrawn
borç bakiyesi göstermek. 2. hesabından fazla para çekmiş olmak.
be overwhelmed by
(duygulara) yenik düşmek, yenilmek. 2. (sorumluluk, ağır bir iş v.b.) altında ezilmek.
be overwhelmed with
-e boğulmak, -e garkolmak. 2. (duygulara) yenik düşmek, yenilmek. 3. (sorumluluk, ağır bir iş v.b.) altında ezilmek.
be parallel to
-e paralel olmak. 2. -e benzemek.
be parallel with
-e paralel olmak. 2. -e benzemek.
be peeved at
-e sinirlenmek, -e sinir olmak.
be pertinent to
ile ilgisi olmak, ile ilgili olmak.
be petrified
donakalmak, donup kalmak, donmak, taş kesilmek, taşlaşmak.
be pleased to do something
(bir şeyi) memnuniyetle yapmak: I'd be pleased to do it. Memnuniyetle yaparım.
be pleased with oneself
kendinden memnun olmak.
be pleased with
-den memnun olmak.
be poles apart
birbirine zıt olmak.
be polluted
kirli olmak. The air is very polluted. Hava çok kirli.
be possessed of
-e sahip olmak.
be possessed with
.. tutkusuyla yanıp tutuşmak: He was possessed with a desire to see Africa. Afrika'yı görme tutkusuyla yanıp tutuşuyordu.
be prejudicial to
-e zararlı olmak.
be preoccupied with
zihni ... ile meşgul olmak.
be prepossessed by
-den olumlu bir şekilde etkilenmek. 2. -e kendini kaptırmak.
be pressed for time
zamanı dar olmak. 119
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be pretty well suited to
-e iyi uymak.
be privy to someone's secrets
birinin sırdaşı olmak.
be prone to
-e eğilimi olmak.
be proof against
-e karşı koyabilme gücü vermek.
be proud of
-den gurur duymak, ile iftihar etmek, ile övünmek.
be provoked at
-e kızmak. 2. -e küsmek.
be provoked
-e kızmak. 2. -e küsmek.
be pushed for money
para sıkıntısı olmak.
be puzzled
şaşırmak, afallamak.
be quite something
herkese nasip olmamak; çok iyi bir şey olmak. 2. olağanüstü bir şey olmak: It is quite something to be made a countess these days. Günümüzde kontes olmak olağanüstü bir şey.
be quits
konuşma dili hesaplaşmış olmak.
be ready to
-e hazır olmak. 2. -mek üzere olmak: It looks as though it's ready to collapse. Çökmek üzere gibi görünüyor.
be related
(to) (ile) akrabalık bağı olmak. 2. (to) (ile) ilgili olmak, (ile) ilgisi olmak. 3. to -e anlatılmak.
be reputed to be
olduğu sanılmak; olduğu söylenmek.
be responsive
to -e duyarlı/hassas olmak. 2. tıbbi to (tedaviye) cevap vermek. 3. cevap vermeye istekli olmak.
be retired
emekli olmak.
be revolted by
-den tiksinmek.
be rid of
-den kurtulmak.
be ridden with
ile dolu olmak.
be rumored
söylenilmek, ağızdan ağıza dolaşmak.
be satisfied with
-den hoşnut olmak.
be scared of
(-den) korkmak.
be scared
(-den) korkmak.
be scheduled
programa göre (belirli bir zamanda) olmak; tarifeye göre (belirli bir zamanda) olmak: His flight is scheduled to arrive at three o'clock in the morning. Tarifeye göre uçağı sabah saat üçte varacak.
Be seated.
Oturunuz. 120
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be set in one's ways
kendi kurduğu düzenden pek şaşmayan biri olmak.
be set
bulunmak: The village was set deep in the mountains. Köy dağların ortasında bulunuyordu. 2. on -i aklına koymak. 3. hazır olmak, hazırlanmış olmak: Are you all set? Hazır mısın?
be shackled by
-in tutsağı olmak: She was shackled by her prejudices. Kendi önyargılarının tutsağıydı.
be short for
(belirli bir şeyin) kısaltması/kısası olmak.
be short of
(varolan şeyler/birileri) kâfi gelmemek, yetmemek, eksik olmak. 2. (bir yerden) (belirli bir uzaklıkta) bulunmak.
be short on
(bir giysi) (birine) kısa gelmek. 2. (belirli bir konuda) birinin eksikliği olmak: He's short on smarts. Onda pek kafa yok.
be short something
(birinde) bir şey belirli bir miktarda eksik olmak; bir şeyin belirli bir miktarını çıkıştıramamak.
be shorthanded
-de personel eksikliği olmak.
be shot of
İngiliz İngilizcesi -den kurtulmak.
be shot through with
(bir şeyde) (bir öğe) yer yer bulunmak.
be shy about
-den çekinmek.
be shy of
-den bahsetmekten çekinmek.
be sick and tired of
konuşma dili -den illallah demek: I'm sick and tired of this! Bundan illallah!
be sick at one's stomach
midesi bulanmak.
be sick for
-i çok özlemek.
be sick of
-den bıkmış olmak.
be sick
hasta olmak. 2. İngiliz İngilizcesi kusmak.
be silent on
hakkında hiçbir şey dememek/söylememek/yazmamak: The law is silent on this point. Bu konuda kanunda yazılı bir şey yok.
be sitting pretty
konuşma dili iyi durumda olmak, tuzu kuru olmak.
be situated
(bir yerde) bulunmak.
be skilled in
(bir şeyi) iyi yapmak; (bir işin) ustası olmak.
be slanted towards
-den yana olmak, -in tarafını tutmak. 121
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be slated
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
programda olmak, planda olmak. 2. büyük bir ihtimalle (bir şey) olmak/meydana gelmek.
be slumped to one side
bir yana kaykılmış/yaslanmış olmak.
be smitten
with birdenbire (birine) vurulmak, -e gönlünü kaptırmak, -e âşık olmak. 2. with/by (güzel bir şeye) kapılıvermek, (güzel bir şeyden) çok hoşlanmak. 3. with birdenbire (bir hisse) kapılmak.
be snowed in
kardan mahsur kalmak.
be snowed under
işten başını kaldıramamak, başını kaşıyacak vakti olmamak.
be soaked in
ile dolu olmak.
be soaked to the skin
iliklerine kadar ıslanmak.
be soft on
-e fazla yumuşak davranmak.
be solicitous
about -e ilgi göstermek, -i merak etmek. 2. to (bir şey) yapmak istemek.
be solidly for
Görüşlerin tamamen birleştiğini belirtir: Beykoz is solidly for our man. Beykoz'da herkes bizim adamı tutuyor.
be someone's shadow
birinin gölgesi olmak, birinin yanından ayrılmamak.
be something in disguise
bir şey kılığına girmiş olmak: That's a blessing in disguise. O aslında Tanrının bir lütfudur. He's actually a conservative in disguise. O gizli bir tutucudur.
be something of a
gibi bir şey olmak: She's something of a philosopher. Filozof gibi bir şey o.
be somewhat of a
gibi bir şey olmak: He's somewhat of a poet. Şair gibi bir şey o.
be sore about
-e kızgın veya gücenik olmak.
be sorry for
-e acımak.
be sorry
üzülmek, üzgün olmak. 2. pişman olmak. 3. özür dilemek: Say you're sorry! Özür dile! Okay, I'm sorry. Peki, özür dilerim.
be soused
konuşma dili sarhoş olmak.
be sparing in
(bir şeyi) çok az yapmak veya kullanmak, esirgemek: He's sparing in his praise. Çok az över. 122
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be sparing with
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir şeyi) çok az yapmak veya kullanmak, esirgemek: He's sparing in his praise. Çok az över.
be spoiling for
kaşınmak: He is spoiling for a fight. Dövüşmek için kaşınıyor.
be spoken for
(bir şey) biri için ayrılmak.
be square
with (biriyle) açık konuşmak; (birine) dürüstçe davranmak. 2. (bir hesap) görülmüş olmak; (iki kişi) fit olmak; (iki kişi) hesaplaşmış olmak, kozlarını paylaşmış olmak. 3. spor (iki rakip) (puan açısından) eşitlenmiş olmak.
be starved for
(bir şeyin) eksikliğini veya yokluğunu çok duymak: He's starved for affection. Sevgiden yoksun kalmış.
be sticky
(yüzey) yapış yapış olmak, yapışkan olmak. 2. (hava) yapış yapış olmak, nemli olmak. 3. about (bir konuda) zorluk çıkarmak.
be stir crazy
bir yerde uzun süre kapalı kaldıktan sonra bunalmış olmak.
be stone broke
konuşma dili meteliksiz olmak, beş parasız olmak.
be stone cold
konuşma dili tamamıyla soğumuş olmak, buz gibi olmak.
be stone deaf
konuşma dili tamamen sağır olmak, duvar gibi olmak.
be straight with
(biriyle) doğru/yalansız konuşmak; (birine) doğru söylemek.
be stranded
mahsur kalmak. 2. (gemi) karaya oturmuş olmak.
be strange bedfellows
birbirine zıt oldukları halde belirli bir amaç için birlikte çalışmak.
be strange to
(bir yer) (birine) yabancı olmak. 2. (bir şeyin) yabancısı olmak.
be strong in
(belirli bir konuda) iyi/yetenekli olmak.
be studded with
(bir şey) çok bulunmak. 2. yer yer bulunmak.
be subject to
-e tabi/bağlı olmak. 2. Arasıra tekrarlanan bir durumu belirtmek için kullanılır : This river is subqect to floods. Bu nehir arasıra taşar.
123
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be subordinate to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir şeyden) aşağı kalmak, -den sonra gelmek, -den daha az önemli olmak; (başkasının) emrinde olmak.
be subsequent to
(belirli bir olayı) takip etmek, (belirli bir olaydan) sonra olmak/vuku bulmak.
be subservient to
-in hizmetinde olmak.
be sufficient
yeterli olmak, yetmek.
be suffused with
ile kaplanmak; ile dolu olmak; (belirli bir renge) boyanmak.
be suggestive of
(bir şey) (başka bir şeyi) akla getirmek. 2. (belirli bir) izlenim bırakmak, hissini vermek.
be suicidal
intihar etmeyi düşünmek.
be suitable for
-e uygun olmak.
be supposed to
beklenmek: You're supposed to stand up when he walks in. O girdiğinde ayağa kalkmanız bekleniyor. 2. gerekmek, lazım olmak: You're not supposed to be here. Burada bulunmaman gerek. 3. zannedilmek, farzedilmek: We're supposed to be rich. Bizi zengin zannediyorlar./Güya zenginmişiz. 4. -e yaramak: What's this machine supposed to do? Bu makine neye yarar? 5. izin verilmek: You're not supposed to leave the campus this weekend. Bu hafta sonu kampustan ayrılmana izin yok.
be surcharged with
ile dopdolu olmak.
be sure of oneself
kendinden emin olmak.
be surrounded by
etrafı (bir şey/birileri) ile çevrili olmak.
be surrounded with
etrafı (bir şey/birileri) ile çevrili olmak.
be susceptible to
(bir hastalığa) karşı direnci olmamak. 2. (bir şey için) kolay bir hedef olmak. 3. -e kapılabilmek.
be suspicious of
-den kuşku duymak, - den şüphe etmek.
be swamped with
aşırı miktarda olmak; ... içinde boğulmak: He's swamped with work. Çok fazla işi var.
be sweet on
(birine) âşık olmak.
be sympathetic to
(görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
be sympathetic towards
(görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek. 124
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be tailor-made for
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(biri veya bir şey) için özel olarak yapılmış olmak. 2. (biri) için biçilmiş kaftan olmak.
be taken aback at
(-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken aback by
(-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken aback
(-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
be taken ill
hastalanmak.
be taken up with
ile meşgul olmak.
be taken with
-den hoşlanmak, -den etkilenmek.
be tangent to
-e teğet geçmek.
be tangled
up (karmaşık bir durumun) içinden çıkamamak. 2. with (iyi olmayan bir iş veya kimseye) bulaşmak.
be tantamount to
ile aynı olmak, ile eşanlamlı olmak.
be the death of
-in ölümüne neden olmak.
be the ruin of someone
birini mahvetmek.
be the spit and image of
hık demiş (birinin) burnundan düşmüş olmak.
be the spitting image of
hık demiş (birinin) burnundan düşmüş olmak.
be the victim of
-in kurbanı olmak.
be there
var olmak: Two hours later the pain was still there. İki saat sonra hâlâ ağrı vardı. She's always there when you need her. Ne zaman ihtiyacın olsa yardıma hazırdır.
be thick with
ile kaplı olmak: This table's thick with dust. Bu masa toz içinde. The courtyard was thick with smoke. Avlu duman içindeydi. 2. çok miktarda bulunmak, kaynamak: The house was thick with fleas. Ev pire kaynıyordu.
be thirsty for
-i çok istemek, -e susamak.
be thirsty
susamak: I'm thirsty. Susadım.
be through
(with) bitirmiş olmak. 2. (biri) işe yaramaz olmak. 3. (with) iki kişi arasındaki ilişki bitmiş olmak.
be thrown back on one's own resources yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak. be thunderstruck
şaşırıp kalmak; donakalmak; hayretler içinde kalmak.
be ticketed for
(bir şeyin) (belirli bir şey veya yere) verilmesi planlanmak. 2. (birinin) (belirli bir yere) aday 125
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gösterilmesi planlanmak; (birinin) (belirli bir yere) uygun bir aday olduğu söylenmek. be tickled
konuşma dili 1. son derece memnun olmak. 2. çok eğlenmek, çok gülmek.
be tied to a woman's apron strings
bir kadının tahakkümü altında olmak.
be tied to
-e bağlı olmak, -e tabi olmak.
be tied up
meşgul olmak. 2. in (para) (belli bir şeye) yatırılmış olmak. 3. (para) (hukuki yönden) ancak belirli birkaç amaç için kullanılabilmek; (mülk) (hukuki yönden) satılamamak veya intikal edememek.
be tired of
-den bıkmak, -den usanmak.
be to blame for
suçlusu olmak.
be to someone's disadvantage
birini zararına olmak, birinin aleyhine olmak.
be to someone's discredit
birinin şerefini lekelemek.
be tolerant
(of) (-e karşı) hoşgörülü olmak. 2. of (organizma v.b.) e tahammül etmek, -e dayanmak.
be too much for
için çok zor olmak, -in gücünü aşmak: These stairs are too much for an old man. Yaşlı bir adamın bu merdivenleri çıkması çok zor.
be torn between two choices
iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek.
be troubled
dertli olmak. 2. with -den rahatsız olmak. He's been troubled with his back recently. Son günlerde sırtından rahatsız. The principal can't be troubled with these the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz.
be truant
dersi asmak; okulu kırmak. 2. vazifeden kaçmak.
be true to one's word
sözünü tutmak, sözünü yerine getirmek.
be true to
-e sadık kalmak.
be tuckered out
pestili çıkmak, turşuya dönmek, çok yorulmuş olmak.
be unable to bear the sight of
-i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek.
be unable to get a word in edgewise karşısındakinin fazla konuşmasından dolayı ağzını açamamak. be unable to stand the sight of
-i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek.
126
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be unable to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-ememek, -amamak, -den âciz olmak: She was unable to come. Gelemedi. I am unable to make the decision by myself. Kararı yalnız başıma vermekten âcizim.
be unaccustomed to
-e alışık olmamak: He is unaccustomed to getting up early in the morning. Sabah erken kalkmaya alışık değil.
be unaware of
-in farkında olmamak, -den haberi olmamak, -den habersiz olmak: He is unaware of his surroundings. Çevresindekilerin farkında değil. They are unaware of our change in plans. Planlarda yaptığımız değişiklikten haberleri yok.
be undaunted by
-den yılmamak. 2. -den dolayı cesareti kırılmamak: He was undaunted by the difficulty of the task. İşin zorluğu cesaretini kırmadı.
be under a ban
yasaklanmak.
be under a cloud
-in adı lekelnmiş olmak, -in adı kötüye çıkmış olmak.
be under arrest
tutuklu olmak.
be under attack
saldırılara maruz kalmak; topa tutulmak.
be under construction
inşaat halinde olmak.
be under custody
tutuklu olmak.
be under discussion
görüşülmekte olmak.
be under guard
koruma altında olmak.
be under oath
yeminli olmak.
be under repair
tamir edilmek, tamirde olmak.
be under someone's charge
birinin sorumluluğu altında olmak.
be under someone's thumb
konuşma dili birinin kontrolü altında olmak.
be under stress
stres içinde olmak. 2. (yapı) fazla yük altında bulunmak.
be under the assumption that
konuşma dili 1. farzetmek, varsaymak. 2. sanmak, zannetmek.
be under the influence
içkili olmak, alkollü olmak.
be under the sway of
- in nüfuzu altında olmak. 2. -in egemenliği altında olmak.
be under the weather
(kendini) bir hoş/tuhaf hissetmek. 127
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be underage
(belirli bir şey yapabilmek için) yaşı tutmamak.
be unequal to a task
bir işi becerememek.
be unfamiliar with
-i bilmemek.
be unlucky
şansı olmamak.
be unmindful of
-e aldırmamak, -i göz önüne almamak.
be unqualified for a job
bir işe uygun niteliklere sahip olmamak.
be unqualified to do something
bir şeyi yapmak için gereken niteliklere sahip olmamak.
be unsettled about to
hakkında kararsız olmak, hakkında tereddüt içinde olmak.
be unsettled as to
hakkında kararsız olmak, hakkında tereddüt içinde olmak.
be unwilling
razı olmamak; istememek: He was unwilling to go. Gitmeye razı değildi. He's unwilling to learn how to dance. Dans etmeyi öğrenmek istemiyor.
be up a tree
zor durumda olmak, ne yapacağını şaşırmak.
be up against it
konuşma dili belaya çatmak, başı belaya girmek.
be up against the wall
iflasın eşiğinde olmak, iflasla karşı karşıya olmak. 2. köşeye sıkışmak, çok sıkışık bir durumda olmak.
be up against
konuşma dili (bir problem) ile karşı karşıya olmak.
be up all night
sabahlamak.
be up for grabs
konuşma dili (boş bir kadro, kontrat v.b.) adaylara açık olmak: This contract's up for grabs. Bu ihale kapanın elinde kalır.
be up for
konuşma dili 1. istemek: Who's up for a movie? Sinemaya gitmek isteyen var mı? 2. -e aday olmak: He is up for mayor. Belediye başkanlığına aday. 3. -den yargılanmak: He is up for murder. Cinayet suçundan yargılanıyor.
be up in arms
ateş püskürmeye hazır olmak. 2. ayaklanmış/isyan halinde olmak. 3. öfkelenmiş olmak.
be up on
-i iyi bilmek. 2. -den haberi olmak.
be up someone's alley
konuşma dili biri için biçilmiş kaftan olmak, (tam) birine göre olmak: This qob is right up your alley. Bu iş tam sana göre. 128
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük be up to par
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ticaret saymaca değerini bulmak. 2. iyi olmak, normal olmak.
be up to
(bir şeyi) yapabilmek: He's still not up to seeing people. Hâlâ insanlarla görüşebilecek durumda değil. I don't think she's up to doing a job like that. Bence öyle bir işin üstesinden gelemez o. Is he up to playing that rôle? O rolü becerebilir mi? 2. konuşma dili (bir şeyi) yapmak: What are you up to these days? Bugünlerde ne yapıyorsun? 3. konuşma dili (kötü bir şey) yapmak; (iş/dolap) çevirmek; (halt) karıştırmak/etmek: Just what are you up to? Ne halt karıştırıyorsun? 4. (bir şey) (birine) kalmak/düşmek; (birinin) seçimine kalmak, (birine) bağlı olmak; (birinin) sorumluluğunda olmak: It's up to you to finish it. Onu bitirme işi sana kaldı.
be up
yükselmek: His fever is up. Ateşi yükseldi. 2. yataktan kalkmış olmak; henüz yatmamış olmak: He's never up before six. Saat altıdan önce hiç yataktan kalkmaz. She's never up after ten at night. Gece saat ondan önce yatar hep. 3. konuşma dili keyfi yerinde olmak, mutlu olmak.
be upset
altüst olmak. 2. (favori rakip) yenilmek. 3. (mide) bozuk olmak. 4. üzgün olmak; sinirli olmak. 5. alabora olmak.
be used up
tükenmek, harcanmak. 2. bitkin düşmek, bitmek, tükenmek.
be vexed at something
bir şeye canı sıkılmak.
be vexed with someone
birine kızmak.
be vulnerable to
(kötü bir şeye) açık/maruz olmak.
be wanted by the police
polis tarafından aranmak.
be wanting
eksik olmak, noksan olmak: A few pages of this book are wanting. Bu kitabın birkaç sayfası eksik. 2. in -den yoksun olmak: That man is wanting in common sense. O adam sağduyudan yoksun.
be wary of
-den sakınmak. 2. -e dikkat etmek. 129
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be washed up
konuşma dili silinmek, yıldızı sönmek.
be way out in left field
fena halde yanılmak, ıskalamak.
be wild about
konuşma dili -e hayran olmak, -e bayılmak.
be willing to
-e razı olmak.
be wiped off the face of the earth
yeryüzünden silinmek.
be wiped off the map
haritadan silinmek.
be wise to
konuşma dili (birinin) ne yaptığının farkında olmak; (durumun) ne olduğunun farkında olmak.
be with it
çağın hiç gerisinde kalmamak; çağı yakalamak.
be with someone
birinin ne demek istediğini anlamak.
be within arm's reach
elinin altında olmak.
be within earshot
(yakın olduğu için) işitebilmek, duyabilmek.
be within reason
akıl kârı olmak.
be within someone's grasp
birinin kavrayışı içinde olmak. 2. birinin elde edebileceği bir şey gibi olmak.
be without a shadow of a doubt
zerre kadar şüphe kalmamak.
be wont to
genellikle (belirli bir şekilde davranmak veya hareket etmek): He is wont to come early. O genellikle erken gelir.
be worried sick
konuşma dili çok endişeli olmak.
be worth its weight in gold
çok değerli olmak; çok işe yaramak.
be worth one's keep
konuşma dili aldığı maaşın karşılığını vermek.
be worth one's salt
konuşma dili aldığı maaşın karşılığını vermek; işinin ehli olmak.
be worth one's weight in gold
çok değerli olmak; çok işe yaramak.
be worth one's while
birinin harcadığı zamana değmek.
be worth someone's while
birinin vaktini ayırmasına değmek: It's worth your while to learn Italian. İtalyanca öğrenmeye değer.
be worth
-in kıymeti/değeri (belirli bir miktar) olmak; (belirli bir miktar) değerinde olmak: This candlestick's worth approximately ten million liras. Bu şamdanın değeri aşağı yukarı on milyon lira. This house is worth six hundred million liras. Bu evin değeri altı yüz milyon lira. 2. (birinin) mal varlığı (belirli bir miktar) olmak: 130
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
He's worth around ten billion liras. Onun mal varlığı on milyar kadar. 3. -e değmek: Is it worth this much trouble? Bu kadar zahmete değer mi? Yes, it's worth the effort. Evet, zahmete değer. It's worth seeing. Görülmeye değer. be worthy of
-e değmek, -e layık olmak.
be wracked by
(ağrılar, hastalık v.b.) yüzünden çok çekmek: His body had been wracked by malaria. Vücudu sıtmadan çok çekmişti.
be wracked with
(ağrılar, hastalık v.b.) yüzünden çok çekmek: His body had been wracked by malaria. Vücudu sıtmadan çok çekmişti.
be wrapped up in
kendini (bir işe) kaptırmış olmak. 2. (düşüncelere) dalmış olmak. 3. (birine) sırılsıklam âşık olmak.
be written all over
yüzünden akmak: His innocence was written all over his face. Suçsuzluğu yüzünden akıyordu.
be
be bi fiil (am/are/is, was/were, been, being) (kuraldışı çekimleri: şimdiki zaman I am; he, she, it is; we, you, they are; _eski_ thou art. geçmiş zaman I, he, she, it was; _eski_ thou wast; we, you, they were; _eski_ thou wert. miş'li geçmiş zaman I have been ) olmak, vaki olmak; varlığını göstermek, mevcut olmak. What are you going to be when you grow up? Büyüyünce ne olacaksın? yardımcı fiil -dır. Edilgen fiil yapmaya yarayan yardımcı fiil: be seen görünmek.
beach buggy
plaj arabası.
beach
beach biç isim kumsal, plaq; kıyı, sahil.
beachcomber
beach.comb.erisim 1. hayatını kıyılardan topladığı enkaz ile kazanan kimse. 2. okyanustan kıyıya vuran büyük dalga.
beachhead
beach.headisim, askeri düşman kıyıları üzerinde ele geçirilen çıkarma yeri.
beacon
bea.con bi'kın isim işaret ışığı; fener; çakar.
bead
bead bid isim 1. boncuk. 2. (silahta) arpacık. 131
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
beads
beads bids isim 1. ipe dizilmiş boncuk. 2. boncuklar.
beady
beady bidy sıfat boncuk gibi : beady eyes boncuk gibi gözler.
beak
beak bik isim gaga.
beaker
beak.er bi'kır isim geniş ağızlı büyük bardak.
beam
beam bim fiil 1. yaymak, saçmak (ışık). 2. (yüzü sevinçle) parlamak.
beaming
beam.ingsıfat parlak, sevinçle parlayan (yüz).
bean
bean bin isim 1. fasulye. 2. tane, tohum.
beanpole
bean.pole bin'pol isim 1. fasulye sırığı. 2. sırık gibi kimse.
bear a grudge against
birine karşı kin beslemek.
bear a loss
zarara katlanmak.
bear down on
-e doğru gelmek/ilerlemek. 2. -i çok etkilemek: This tax bears down on the poor. Bu vergi fakirleri bayağı etkiliyor. 3. fazla bastırmak: Don't bear down so hard on your pencil. Kurşunkalemini o kadar bastırma. 4. (azar veya ısrarla) sıkıştırmak.
bear down
gayret etmek.
bear in mind
-i aklında tutmak, -i unutmamak. You should also bear this in mind. Bunu da unutmamalısın. 2. dikkate almak, hesaba katmak.
bear no relation to
ile ilgisi olmamak.
bear no resemblance to
-e hiç benzememek.
bear no responsibility for
-in sorumlusu olmamak.
bear on
ile ilgisi olmak.
bear someone out
birini/bir şeyi doğrulamak/gerçeklemek.
bear something out
birini/bir şeyi doğrulamak/gerçeklemek.
bear the blame for
-in suçunu üzerine almak; -in töhmeti altında kalmak.
bear the brunt of
(saldırı, azarlama, baskı v.b.'nin) en ağır/şiddetli kısmını çekmek: She bore the brunt of Yalçın's wrath. Yalçın'ın gazabını en çok o çekti.
bear up under
(zor bir duruma) dayanmak: She's bearing up well. İyi dayanıyor. 132
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bear up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(zor bir duruma) dayanmak: She's bearing up well. İyi dayanıyor.
bear upon
ile ilgisi olmak.
bear watching
-in izlenmesi gerekmek.
bear with
-e sabır göstermek.
bear witness to
(bir şeyin) kanıtı/delili olmak, (bir şeye) delalet etmek.
bear witness
tanıklık/şahitlik etmek.
bear
bear ber fiil (bore, borne) 1. taşımak; kaldırmak: It won't bear your weight. Senin ağırlığını kaldırmaz. They have the right to bear arms. Silah taşıma hakkı var onların. 2. taşımak, üzerinde bulunmak: It bears Cem's signature. Cem'in imzasını taşıyor. He still bears the scars of that fight. O dövüşün yaralarını hâlâ taşıyor. 3. dayanmak, tahammül etmek, çekmek: She couldn't bear any more. Daha fazlasına dayanamadı. 4. doğurmak. 5. (meyve) vermek. 6. (belirli bir yöne doğru) gitmek. 7. (belirli bir duygu) beslemek. 8. (belirli bir şekilde) davranmak. 9. (belirli bir şekilde) durmak/yürümek. 10. -e gelmek: This doesn't bear repeating. Bu tekrarlamaya gelmez. It won't bear close scrutiny. Yakından incelemeye gelmez.
beard
beard bîrd isim sakal.
bearded
beard.edsıfat sakallı.
beardless
beard.lesssıfat sakalsız.
bearer
bear.er ber'ır isim üzerinde taşıyan kimse, elinde bulunduran kimse.
bearing
bear.ing ber'îng isim 1. hal, tavır, davranış. 2. yatak, mil yatağı. 3. denizcilikle ilgili kerteriz.
beast
beast bist isim hayvan.
beastly
beast.lysıfat hayvanca.
beat a retreat
geri çekilmek, kaçmak.
beat about the bush
konuşma dili bin dereden su getirmek.
beat around the bush
konuşma dili bin dereden su getirmek.
beat down the price
konuşma dili pazarlıkla fiyat indirtmek. 133
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Beat it!
Defol!
beat off the attack
saldırıyı tamamen püskürtmek.
beat off
konuşma dili kovmak, defetmek.
beat one's head against a stone wall boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek. beat someone all hollow
konuşma dili 1. birini büyük bir yenilgiye uğratmak, birini ezmek, birini pes ettirmek. 2. birinden çok daha üstün olmak, birini cebinden çıkarmak.
beat someone down
konuşma dili birine fiyat indirtmek.
beat someone up
konuşma dili birini fena halde dövmek, birini tekme tokat dövüp iyice hırpalamak.
beat something all hollow
konuşma dili bir şeyden çok daha üstün olmak.
beat the air
konuşma dili boşuna uğraşmak; havanda su dövmek.
beat the bushes
konuşma dili her yerde aramak.
beat the rap
argo 1. cezadan kurtulmak. 2. temize çıkmak, aklanmak.
beat time
tempo tutmak.
beat to windward
denizcilikle ilgili orsasına seyretmek.
beat
beat bit fiil (beat, beaten) 1. dövmek, vurmak, çarpmak. 2. çalmak (davul). 3. (yumurta) çırpmak. 4. yenmek, galip gelmek. 5. (kalp) atmak.
beaten
beat.en bit'ın fiil bakınız beat
beau
beau bo isim (beaus/beaux) (kadına) âşık erkek, âşık, sevgili.
beautician
beau.ti.cian byutîş'ın isim 1. kadın berberi, kuaför. 2. güzellik uzmanı.
beautiful
beau.ti.ful byu'tıfıl sıfat (çok) güzel.
beautifully
beau.ti.ful.lyzarf güzelce.
beautify
beau.ti.fy byu'tıfay fiil güzelleştirmek.
beauty contest
güzellik yarışması.
beauty parlor
(kadınlar için) kuaför salonu.
beauty queen
güzellik kraliçesi.
beauty shop
(kadınlar için) kuaför salonu.
beauty sleep
güzellik uykusu.
134
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük beauty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
beau.ty byu'ti isim 1. güzellik. 2. güzel kadın. 3. güzel şey.
beaver
bea.ver bi'vır isim 1. kunduz. 2. kastor, kunduz kürkü.
became
be.came bîkeym' fiil bakınız become
because of
-den dolayı, için.
because
be.cause bîk^z', bîkôz bağlaç -diği için, nedeniyle; çünkü.
beck
beck bek isim bakınız be at someone's beck and call
beckon
beck.on bek'ın fiil el/baş işaretiyle çağırmak.
become anxious
endişelenmek, merak etmek, meraklanmak.
become hysterical over
(bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri boşanmak.
become hysterical
(bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri boşanmak.
become paralyzed
felç olmak; kötürüm olmak. 2. felce uğramak.
become polarized
kutuplaşmak.
become
be.come bîk^m' fiil (became, become) 1. olmak. 2. yakışmak, yaraşmak: That tie becomes you. O kravat sana yakışıyor.
becoming
be.com.ingsıfat 1. to -e yakışan. 2. uygun, münasip.
bed and board
tam pansiyon.
bed and breakfast
yatak ve kahvaltı.
bed
bed bed isim 1. yatak; karyola. 2. (bahçedeki) tarh. 3. nehir yatağı.
bedbug
bed.bug bed'b^g isim tahtakurusu.
bedclothes
bed.clothes bed'kloz, bed'klodhz isim, çoğul yatak takımı.
bedding
bed.dingisim yatak takımı.
bedfellow
bed.fel.low bed'felo isim bakınız be strange bedfellows
Bedlam broke loose.
Kıyamet koptu.
bedlam
bed.lam bed'lım isim tımarhane gibi bir yer, çok gürültülü ve kargaşalı bir yer.
bedpan
bed.pan bed'pän isim (yatakta kullanılan) sürgü.
bedridden
bed.rid.den bed'rîdın sıfat yatalak. 135
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bedroll
bed.roll bed'rol isim dürülü yatak.
bedroom
bed.room bed'rum isim yatak odası.
bedside
bed.side bed'sayd isim yatağın başucu.
bedsore
bed.sore bed'sôr isim, tıbbi yatak yarası.
bedspread
bed.spread bed'spred isim yatak örtüsü.
bedstead
bed.stead bed'sted isim karyola.
bedtime
bed.time bed'taym isim yatma zamanı.
bee
bee bi isim arı, balarısı.
beech
beech biç isim kayın ağacı.
beef up
konuşma dili kuvvetlendirmek.
beef
beef bif isim 1. sığır eti. 2. _(çoğul beeves)_ sığır. 3. argo _(çoğul beefs)_ şikâyet. isim, fiil, argo şikâyet etmek, sızlanıp durmak.
beefsteak
beef.steak bif'steyk isim biftek.
beehive
bee.hive bi'hayv isim arı kovanı.
beekeeper
bee.keep.er bi'kipır isim arı yetiştiricisi, arıcı.
beeline
bee.line bi'layn isim 1. kestirme yol. 2. düz çizgi, düz hat.
been
been bîn, [İngiliz İngilizcesi] bin fiil bakınız be
beer on draft
fıçı birası.
beer
beer bîr isim bira.
beeswax
bees.wax biz'wäks isim balmumu.
beet sugar
pancar şekeri, sakaroz.
beet
beet bit isim pancar.
beetle
bee.tle bit'ıl isim kınkanatlı böcek.
beetroot
beet.root bit'rut isim, İngiliz İngilizcesi (beetroot) pancar.
befall
be.fall bîfôl' fiil (befell, befallen) başına gelmek.
befit
be.fit bîfît' fiil (befitted, befitting) yakışmak, uygun olmak.
befitting
be.fit.tingsıfat yakışan.
before Christ
milattan önce (M.Ö.), İsa'dan önce (İ.Ö.).
before long
yakında, çabuk.
before the wind
rüzgâr yönünde. 136
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük before
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be.fore bîfôr' zarf 1. önce, evvel. 2. önünde, cephesinde. edat 1. tercihen, yerine. 2. huzurunda. bağlaç -den önce.
beforehand
be.fore.handzarf önce, önceden.
befriend
be.friend bîfrend' fiil dostça davranmak, yardım etmek.
beg
beg beg fiil (begged, begging) 1. dilenmek. 2. of -den dilemek, -den rica etmek. 3. yalvarmak.
began
be.gan bîgän' fiil bakınız begin
beget
be.get bîget' fiil (begot, begotten/begot, begetting) 1. babası olmak. 2. yol açmak, sebep olmak.
beggar description
tarifi imkânsız olmak, anlatmaya sözcükler yetmemek.
beggar
beg.gar beg'ır isim 1. dilenci. 2. çapkın. fiil sefalete düşürmek, mahvetmek.
begin
be.gin bîgîn' fiil (began, begun, beginning) 1. başlamak; başlatmak, ön ayak olmak. 2. meydana gelmek, vücut bulmak.
beginner
be.gin.nerisim işe yeni başlayan kimse.
beginning
be.gin.ningisim 1. başlangıç. 2. kaynak, baş, esas.
begonia
be.go.nia bîgon'yı isim begonya.
begot
be.got bîgat' fiil bakınız beget
begotten
be.got.ten bîgat'ın fiil bakınız beget
begrudge
be.grudge bîgr^c' fiil 1. (bir şeyi) (birine) fazla görmek: You don't begrudge me this vacation, do you? Bu tatili bana fazla görmüyorsun, değil mi? 2. (bir şeyi) istemeyerek vermek/yapmak: To tell you the truth, I begrudge giving those loafers a day off. O haylazlara bir gün tatil vermek zoruma gidiyor doğrusu. She begrudges every minute she has to spend away from Nahit. Nahit'ten ayrılmak, bir dakika da olsa, ona zor geliyor.
beguile
be.guile bîgayl' fiil 1. aklını çelmek, ayartmak; saptırmak. 2. cezbetmek.
begun
be.gun bîg^n' fiil bakınız begin 137
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
behalf
be.half bîhäf isim bakınız on behalf of
behave oneself
terbiyeli davranmak.
Behave yourself!
Terbiyeni takın!
behave
be.have bîheyv' fiil davranmak, hareket etmek.
behavior
be.hav.ior bîheyv'yır isim davranış tarzı; davranış.
behaviorism
be.hav.ior.ismisim davranışçılık.
behaviour
be.hav.iour bîheyv'yır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız behavior
behead
be.head bîhed' fiil boynunu vurmak, kellesini uçurmak.
beheld
be.held bîheld' fiil bakınız behold
behest
be.hest bîhest' isim 1. emir, buyruk. 2. ısrarlı istek, ısrar: She would sometimes sing at the behest of friends. Arkadaşlarının ısrarlı istekleri üzerine bazen şarkı söylerdi.
behind bars
konuşma dili hapiste, içeride.
behind one's back
-in arkasından, -in gıyabında.
behind the scenes
perde arkasında, gizlice.
behind the times
çağın gerisinde, demode.
behind
be.hind bîhaynd' zarf 1. (somut anlamda) peşinden; geride: The children were running behind. Çocuklar peşinden koşuyordu. We left them far behind. Onları çok geride bıraktık. 2. (zaman açısından) geride; geri: We're behind in our work. İşimizde geri kaldık. edat 1. arkasında; arkasına: He went behind the curtain. Perdenin arkasına gitti. That clock is behind. O saat geri. Behind that wall there is a garden. O duvarın arkasında bir bahçe var. 2. (soyut anlamda) ardında: What's behind that remark of his? O sözünün ardında ne var? 3. (bir sınıflandırmada) geride: They're one point behind us. Bizden bir puan gerideler. 4. (destekleme anlamında) arkasında: He is behind us. Arkamızda o var. isim kıç, makat.
behold
be.hold bîhold' fiil (beheld) 1. bakmak, gözlemlemek. 2. görmek. 138
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
beholden
be.hold.en bîhol'dın sıfat borçlu, minnettar.
beholder
be.hold.erisim seyirci.
behoove
be.hoove bîhuv' fiil 1. yakışık almak, yakışmak. 2. meli, gerekmek.
behove
be.hove bîhov' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız behoove
beige
beige beyq sıfat, isim beq.
being
be.ing bi'yîng isim 1. oluş, varoluş. 2. varlık. 3. yaratık. 4. insan.
belabor
be.la.bor bîley'bır fiil üzerinde fazla durmak: Don't belabor the point. O nokta üzerinde fazla durma.
belabour
be.la.bour bîley'bır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız belabor
Belarus
Be.la.rus bel'ırûs isim Beyaz Rusya.
Belarussian
Be.la.rus.sian belır^ş'ın isim, sıfat 1. Beyaz Rus. 2. Beyaz Rusça.
belated
be.lat.ed bîley'tîd sıfat gecikmiş, geç kalmış.
belatedly
be.lat.ed.lyzarf gecikerek, vaktinden sonra.
belch
belch belç fiil 1. geğirmek. 2. püskürtmek, fırlatmak. isim geğirme.
beleaguer
be.lea.guer bîli'gır fiil kuşatmak, etrafını sarmak, etrafını çevirmek, muhasara etmek.
belfry
bel.fry bel'fri isim çan kulesi.
Belgian
isim Belçikalı. sıfat 1. Belçika, Belçika'ya özgü. 2. Belçikalı.
Belgium
Bel.gium bel'cım, bel'ciyım isim Belçika.
belie
be.lie bîlay' fiil (belied, belying) 1. (sahte bir şey) (gerçek bir şeyi) örtmek. 2. yanlış veya sahte olduğunu göstermek.
belief
be.lief bîlif' isim inanç.
believable
be.liev.ablesıfat inanılır.
believe in someone
birine güvenmek.
believe in
-e inanmak. 2. -e güvenmek.
Believe me!
Sözüme inan!
139
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük believe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be.lieve bîliv' fiil 1. inanmak. 2. iman etmek, güçlü bir inanç duymak. 3. sanmak.
believer
be.liev.erisim inanan, mümin.
belittle
be.lit.tle bîlît'ıl fiil küçültmek, alçaltmak; küçümsemek.
Belize
Be.lize bıliz' isim Beliz.
Belizean
isim Belizli. sıfat 1. Beliz, Beliz'e özgü. 2. Belizli.
bell pepper
dolmalık biber.
bell
bell bel isim çan, kampana; zil, çıngırak.
belladonna
bel.la.don.na belıdan'ı isim güzelavratotu, belladonna.
bellboy
bell.boy bel'boy isim otellerde oda hizmetçisi çocuk.
belle
belle bel isim güzel kadın, dilber.
bellflower
bell.flow.er bel'flauwır isim çançiçeği.
bellhop
bell.hop bel'hap isim bakınız bellboy
bellicose
bel.li.cose bel'ıkos sıfat kavgacı, dövüşken.
belligerence
bel.lig.er.enceisim 1. kavgacılık. 2. savaşçılık.
belligerent
bel.lig.er.ent bılîc'ırınt sıfat, isim 1. kavgacı, dövüşken. 2. savaşçı.
bellow
bel.low bel'o fiil 1. böğürmek. 2. bağırmak.
bellows
bel.lows bel'oz isim, tekil, çoğul körük.
belly dancer
Oryantal dansöz, dansöz.
belly dancing
göbek atma, Oryantal dans.
belly
bel.ly bel'i isim karın.
bellyache
bel.ly.acheisim karın ağrısı. fiil, konuşma dili şikâyet etmek, sızlanmak.
bellybutton
bel.ly.but.tonisim, konuşma dili göbek, göbek çukuru.
belly-up
bel.ly-up beli^p' zarf bakınız go belly-up
belong
be.long bîlông' fiil 1. to (bir şey) (birinin) malı olmak, (birine) ait olmak: That table belongs to me. O masa benim. 2. to -in üyesi olmak: Firuz belongs to the Moda Yacht Club. Firuz, Moda Yat Kulübüne üye. 3. -in yeri (belirli bir yerde) olmak: You put that back where it belongs right now! Onu hemen yerine geri koy! You don't belong there. Senin yerin orası değil.
belongings
be.long.ingsisim, çoğul (kişisel) eşya. 140
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Belorussia
Be.lo.rus.sia byelor^ş'ı isim bakınız Belarus
Belorussian
Be.lo.rus.sian byelor^ş'ın isim, sıfat bakınız Belarussian
beloved
be.lov.ed bîl^v'îd sıfat sevgili, aziz. isim sevgili.
below average
vasatın altında.
below par
ticaret saymaca değerinin altında.
below
be.low bîlo' zarf aşağıdan; aşağıda; aşağıya: from below aşağıdan. the river flowing below aşağıda akan nehir. two floors below iki kat aşağıda. those below aşağıdakiler. edat -den aşağı, aşağısında, altında; ötesinde: qust below the mouth of the spring pınar başının hemen aşağısında. ten degrees below zero sıfırın altında on derece. below the salt tuzluğun ötesinde. sıfat aşağıda yazılan, aşağıda verilen, aşağıdaki: See the list below. Aşağıdaki listeye bakın.
belt buckle
kemer tokası.
Belt up!
konuşma dili Sus! Çeneni kapa!
belt
belt belt isim kuşak, kemer, kayış; kolan. fiil 1. konuşma dili yumruk indirmek; şiddetle vurmak. 2. kemerle bağlamak. 3. kuşatmak, çevirmek.
bemoan
be.moan bîmon' fiil (bir şeyden) ağlayıp sızlayarak şikâyet etmek, inleyerek yakınmak; üzüntüsünü belirtmek.
bemused
be.mused bîmyuzd' sıfat 1. şaşkın. 2. dalgın.
bench mark
röper, röper noktası, seviye işareti. 2. denektaşı, ölçüt, kıstas.
bench
bench benç isim sıra, bank.
bend to
(bir şeye) aklı yatmak.
bend towards
(bir şeye) aklı yatmak.
bend
bend bend fiil (bent/[eski] bended) 1. eğmek, bükmek, kıvırmak; eğilmek, bükülmek, kıvrılmak. 2. denizcilikle ilgili bağlamak. isim 1. kıvrım. 2. dirsek. 3. dönemeç, viraj. 4. denizcilikle ilgili bağ, düğüm.
bendable
bend.ablesıfat eğilir, eğrilir, bükülür. 141
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bends
bends bendz isim bakınız the bends
beneath contempt
aşağılık, rezil.
beneath
be.neath bînith' zarf aşağıdan; aşağıda; aşağıya: The sea beneath was blue. Aşağıdaki deniz maviydi. From beneath there came a voice. Aşağıdan bir ses geldi. edat altında: beneath the tree ağacın altında.
benediction
ben.e.dic.tion benıdîk'şın isim kutsama, takdis.
benefaction
ben.e.fac.tion benıfäk'şın isim 1. hayır işine para bağışlama. 2. hayır işine bağışlanan para, bağış.
benefactor
ben.e.fac.tor ben'ıfäktır isim hayır işine para bağışlayan, bağışçı.
beneficence
be.nef.i.cenceisim 1. yardımseverlik; cömertlik. 2. hayır işine bağışlanan para, bağış.
beneficent
be.nef.i.cent bınef'ısınt sıfat 1. yardımsever, cömert. 2. iyi, hayırlı.
beneficial
ben.e.fi.cial benıfîş'ıl sıfat hayırlı; yararlı, faydalı.
beneficially
ben.e.fi.cial.lyzarf yararlı bir şekilde.
beneficiary
ben.e.fi.ci.ar.y benıfîş'iyeri isim 1. yararlanan kimse. 2. mirasçı, vâris.
benefit concert
yardım amacıyla düzenlenen konser.
benefit
ben.e.fit ben'ıfît isim yarar, fayda. fiil -in yararına olmak, -e yararlı olmak, -e yararı dokunmak; from -den yararlanmak, -den faydalanmak, -den istifade etmek: This change will benefit you. Bu değişiklik sana iyi gelecek. This would benefit by the addition of some salt. Buna biraz tuz eklenirse iyi olur. We have greatly benefited from your advice. Nasihatinizden çok istifade ettik.
benevolence
be.nev.o.lenceisim 1. yardımseverlik; cömertlik. 2. bağış.
benevolent
be.nev.o.lent bınev'ılınt sıfat 1. yardımsever; cömert. 2. kâr gayesi gütmeyen (kurum v.b.). 3. iyi, hayırlı.
142
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük benign
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be.nign bînayn' sıfat 1. yumuşak huylu. 2. yumuşak (hava). 3. bereketli (toprak). 4. iyi huylu, iyicil, selim (tümör).
Benin
Be.nin benin' isim Benin.
Beninese
Be.nin.ese benîniz' isim (Beninese) Beninli. sıfat 1. Benin, Benin'e özgü. 2. Beninli.
bent
bent bent fiil bakınız bend
benzene
ben.zene ben'zin isim, kimya benzen.
benzine
ben.zine ben'zin isim benzin.
bequeath
be.jueath bîkwidh' fiil vasiyet etmek, miras olarak bırakmak.
bequest
be.juest bîkwest' isim vasiyet.
berate
be.rate bîreyt' fiil azarlamak, haşlamak.
bereaved
be.reaved bîrivd' sıfat matemli, yaslı; matemliler, yaslılar.
bereavement
be.reave.ment bîriv'mınt isim (ölüm nedeniyle) kayıp, kaybetme, yitirme; matem, yas.
bereft of
-den yoksun kalmış: bereft of strength kuvvetten düşmüş.
bereft
be.reft bîreft' sıfat bakınız bereft of
beret
be.ret bırey' isim bere.
berry
ber.ry ber'i isim etli ve zarlı kabuksuz meyve.
berserk
ber.serk bır'sırk sıfat çılgınca hareket eden.
berth
berth bırth isim 1. (taşıtlarda) yatak, ranza. 2. denizcilikle ilgili manevra alanı. 3. denizcilikle ilgili rıhtımda palamar yeri. 4. gemici ranzası. 5. iş, görev. fiil, denizcilikle ilgili (gemiyi) rıhtıma yanaştırmak; (gemi) rıhtıma yanaşmak.
beseech
be.seech bîsiç' fiil (besought/beseeched) yalvarmak, istirham etmek.
beseechingly
be.seech.ing.lyzarf yalvararak.
beset
be.set bîset' fiil (beset, besetting) 1. kuşatmak, etrafını sarmak. 2. rahat vermemek, yakasını bırakmamak, üzerine varmak. 3. üzerine koymak. 143
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
besetting
be.set.tingsıfat yakayı bırakmayan.
beside oneself
kendinden geçmiş, çılgın.
beside the mark
konu dışı.
beside the point
konu dışında.
beside the question
konu dışı.
beside
be.side bîsayd' edat 1. yanına; yanında. 2. - in yanında, -e nazaran.
besides
be.sides bîsaydz' edat 1. -den başka, -in dışında. 2. yanı sıra. zarf ayrıca, üstelik.
besiege
be.siege bîsic' fiil 1. -i kuşatma altında tutmak. 2. etrafını almak, başına üşüşmek.
besmear
be.smear bîsmir' fiil bulaştırmak, kirletmek.
besotted
be.sot.ted bîsat'ıd sıfat 1. sarhoş. 2. aptal, sersem.
besought
be.sought bîsôt' fiil bakınız beseech
bespoke
be.spoke bîspok' sıfat, İngiliz İngilizcesi 1. ısmarlama, ısmarlama yapılmış. 2. ısmarlama iş yapan.
best bet
en iyi yol veya çare.
best man
sağdıç.
best seller
çoksatar.
best
best best fiil hakkından gelmek, yenmek; baskın çıkmak, geçmek.
bestial
bes.tial bes'çıl sıfat hayvan gibi, hayvana ait; vahşi; kaba.
bestially
bes.tial.lyzarf hayvanca, hayvana yakışır şekilde; vahşice, kabaca.
bestir
be.stir bîstır' fiil (bestirred, bestirring) harekete geçirmek, yerinden oynatmak.
bestow favors on
-e ayrıcalık tanımak, -e iltifat etmek.
bestow
be.stow bîsto' fiil (on/upon) (-e) vermek, ihsan etmek.
bestride
be.stride bîstrayd' fiil (bestrode, bestridden/bestrid) 1. bacaklarını ayırarak binmek. 2. her iki tarafında/yakasında bulunmak/uzanmak: Istanbul bestrides two continents. İstanbul iki kıta üzerinde kurulmuştur. 144
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Bet your boots.
Emin olun.
bet
bet bet fiil (bet/betted, betting) 1. bahse girmek, bahis tutuşmak. 2. kuvvetle sanmak: I bet he's there. Bence orada olması kesin. isim bahis; iddia.
betide
be.tide bîtayd' fiil 1. (birinin) başına gelmek: Woe betide them! Başlarına taş yağsın! 2. -e alamet olmak: It betides good. O hayra alamet.
betray
be.tray bîtrey' fiil 1. ihanet etmek; ele vermek. 2. göstermek. 3. aldatmak.
betrayal
be.tray.alisim hıyanet; ele verme.
betrayer
be.tray.erisim hain, ihanet eden.
better and better
gittikçe daha iyi.
better half
konuşma dili eş, karı: Where's your better half? Eşin nerede?
Better late than never.
Hiç olmamaktansa varsın geç olsun.
better
bet.ter bet'ır sıfat ( good ve well 'in üstünlük derecesi) 1. daha iyi, daha güzel. 2. daha çok. zarf daha iyi bir şekilde. isim 1. daha iyisi. 2. üstünlük.
between you and me and the gate post
söz aramızda.
between you and me and the lamppost
söz aramızda.
between you and me
laf/söz aramızda.
between
be.tween bîtwin' edat 1. arasında: between Karaköy and Eminönü Karaköy ile Eminönü arasında. between the two of them ikisi arasında. 2. arasında, ilâ: between ten and twenty tons on ilâ yirmi ton.
bevel
bev.el bev'ıl isim pah, pahlanmış kenar. fiil pahlamak.
beveled
bev.eledsıfat pahlanmış, şev.
beverage
bev.er.age bev'rîc isim içecek, meşrubat.
bevy
bev.y bev'i isim kalabalık bir grup: That bevy of beauties made the house ring with laughter. O güzeller evi kahkahalarıyla çınlattı.
bewail
be.wail bîweyl' fiil 1. -e hayıflanmak. 2. (bir şeye) ağlamak.
145
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük beware
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
be.ware bîwer' fiil sakınmak, çok dikkat etmek, gözünü açmak.
bewilder
be.wil.der bîwîl'dır fiil şaşırtmak, sersemletmek.
bewilderment
be.wil.der.mentisim şaşkınlık.
bewitch
be.witch bîwîç' fiil 1. büyü yapmak. 2. büyülemek, cezbetmek.
bewitching
be.witch.ingsıfat büyüleyici.
beyond doubt
kuşkusuz, şüphesiz.
beyond measure
son derece.
beyond number
sayısız, sayılamaz.
beyond one's depth
boyunu aşan, bilgi ve yeteneği dışında.
beyond one's ken
akıl almaz.
beyond price
paha biçilmez.
beyond question
şüphe götürmez. 2. kuşkusuz, şüphesiz, tartışmasız.
beyond reach
erişilmez.
beyond redemption
kurtarılamaz.
beyond the pale
yetkisi dışında. 2. hoş görülmez.
beyond the veil
öbür dünyada.
beyond
be.yond bîyand' zarf ötede; öteye. edat 1. ötesinde; ötesi, -den öte; -den sonra: Beyond there there's nothing but mountains. Oradan öte dağdan başka şey yok. beyond four o'clock saat dörtten sonra. 2. dışında: It's beyond his capability. Onun kabiliyetinin dışında. 3. den başka: I can do nothing beyond that. Ondan başka bir şey yapamam. isim ötesi; ötesindeki; ötesindekiler.
Bhutan
Bhu.tan butan', butän' isim Butan.
Bhutanese
Bhu.ta.nese butıniz' isim (Bhutanese) Butanlı. sıfat 1. Butan, Butan'a özgü. 2. Butanlı.
bias
bi.as bay'ıs isim 1. verev. 2. eğilim. 3. önyargı. fiil 1. (birini) (belirli bir şekilde) etkilemek: They tried to bias me against him. Beni onun aleyhine çevirmeye çalıştılar. 2. (birinin) fikrini yönlendirmek/etkilemek: Don't bias the witness! Sanığı etkileme!
biased
bi.asedsıfat önyargılı. 146
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bib
bib bîb isim mama önlüğü.
Bible
Bi.ble bay'bıl isim Kitabı Mukaddes, kutsal kitap, Eski ve Yeni Ahit.
Biblical
Bib.li.cal bîb'lîkıl sıfat Kitabı Mukaddes'e ait.
Biblically
Bib.li.cal.lyzarf Kitabı Mukaddes'le ilgili olarak.
bibliography
bib.li.og.ra.phy bîbliyag'rıfi isim bibliyografya, kaynakça.
bicarbonate of soda
karbonat.
bicarbonate
bi.car.bon.ate baykar'bınît isim bikarbonat.
bicentenary
bi.cen.te.nar.y baysenten'ıri isim iki yüzüncü yıldönümü. sıfat iki yüzüncü yıldönümüne ait.
bicentennial
bi.cen.ten.ni.al baysenten'iyıl isim iki yüzüncü yıldönümü. sıfat iki yüzüncü yıldönümüne ait.
biceps
bi.ceps bay'seps isim, anatomi (biceps) pazı.
bicker
bick.er bîk'ır fiil atışmak, çekişmek, münakaşa etmek.
bicycle
bi.cy.cle bay'sîkıl isim bisiklet. fiil bisikletle gitmek, bisiklet kullanarak gitmek.
bid farewell
veda etmek.
bid someone farewell
birisine veda etmek.
bid
bid bîd fiil (bid, bidding) 1. açık artırmada fiyat artırmak. 2. briç deklarasyon yapmak. 3. önermek. isim 1. öneri. 2. girişim, teşebbüs.
bide one's time
bir şeyin zamanını beklemek; sabretmek.
bide
bide bayd fiil (bided/bode; bided) 1. dayanmak, yıkılmamak. 2. oturmak, beklemek.
biennial
bi.en.ni.al bayen'iyıl sıfat iki yılda bir olan.
bier
bier bîr isim ayaklı tabut altlığı; tabut taşımak için kullanılan tekerlekli sedye.
bifocal
bi.fo.cal bayfo'kıl sıfat bifokal, çift odaklı.
bifocals
bi.fo.calsisim, çoğul bifokal gözlük.
big business
dev şirketler.
big gun
konuşma dili kodaman.
big shot
konuşma dili kodaman.
big wheel
kodaman. 147
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
big
big bîg sıfat 1. büyük, iri, kocaman. 2. önemli, etkili.
bigamist
big.a.mist bîg'ımîst isim, hukuk resmen evliyken başka biriyle yasadışı olarak evlenen kimse.
bigamy
big.a.my bîg'ımi isim, hukuk resmen evliyken başka biriyle yasadışı olarak evlenme.
bighearted
big.heart.ed bîg'hartıd sıfat eli açık, cömert.
bigot
big.ot bîg'ıt isim bağnaz, mutaassıp; dar görüşlü kimse.
bigoted
big.ot.edsıfat bağnaz, mutaassıp.
bigotry
big.ot.ryisim bağnazlık.
bigwig
big.wig bîg'wîg isim, konuşma dili kodaman.
bike
bike bayk isim, konuşma dili bisiklet.
bikini
bi.ki.ni bîki'ni isim bikini.
bilateral
bi.lat.er.al baylät'ırıl sıfat iki taraflı, iki kenarlı.
bile
bile bayl isim 1. öd, safra. 2. huysuzluk, terslik, aksilik.
bilge
bilge bîlc isim 1. denizcilikle ilgili sintine, karina. 2. saçmalık.
bilingual
bi.lin.gual baylîng'gwıl sıfat iki dilli.
bilious
bil.ious bîl'yıs sıfat 1. safraya ait, öde ait. 2. aksi, ters, huysuz.
bilk
bilk bîlk fiil dolandırmak, aldatmak, kandırmak.
bill of exchange
ekonomi poliçe; kambiyo senedi.
bill of fare
yemek listesi, menü.
bill of health
sağlık belgesi.
bill of lading
konşimento.
bill of rights
insan hakları beyannamesi.
bill of sale
fatura.
bill
bill bîl isim gaga.
billboard
bill.board bîl'bôrd isim ilan tahtası.
billfold
bill.fold bîl'fold isim cüzdan.
billiard ball
bilardo topu.
billiards
bil.liards bîl'yırdz isim bilardo.
billion
bil.lion bîl'yın isim 1. milyar, bilyon. 2. İngiliz İngilizcesi trilyon.
billow
bil.low bîl'o isim büyük dalga. 148
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
billy goat
teke, erkek keçi.
billy
bil.ly bîl'i isim teke, erkek keçi.
bimonthly
bi.month.ly baym^nth'li sıfat 1. iki ayda bir olan. 2. ayda iki kez olan.
bin
bin bîn isim (kömür, tahıl v.b.'ni saklamak için) kap; sandık; yer: coal bin kömürlük. wood bin odunluk.
binary
bi.na.ry bay'nıri sıfat ikili, çift.
bind
bind baynd fiil (bound) 1. bağlamak; sarmak. 2. kenarını tutturmak. 3. ciltlemek. 4. (dar bir giysi) rahatsız etmek, fazla sıkmak.
binder
bind.erisim 1. ciltçi. 2. biçerbağlar. 3. tutkal.
bindery
bind.eryisim ciltevi.
binding
bind.ingsıfat 1. bağlayıcı. 2. zorlayıcı. isim 1. ciltleme; cilt. 2. kenar şeridi.
Bing cherry
Napolyon kirazı, Napolyon.
binge
binge bînc isim 1. çok fazla içki içilen süre: He goes on a weekend binge every now and then. Arasıra hafta sonu boyunca içki içmekten başka bir şey yapmaz. 2. (bir şeyin) aşırı derecede yapıldığı süre: Yesterday she went on a shopping binge. Dün kendini fena halde alışverişe kaptırdı.
binoculars
bin.oc.u.lars baynak'yılırz isim (iki gözle bakılabilen) dürbün.
biochemistry
bi.o.chem.is.try bayokem'îstri isim biyokimya.
biodegradable
bi.o.de.grad.a.ble bayodîgrey'dıbıl sıfat çevreye zarar vermeden toprakta çözünebilen.
biographer
bi.og.ra.pherisim biyografi yazarı.
biographical sketch
hayat hikâyesinin özeti.
biography
bi.og.ra.phy bayag'rıfi isim yaşamöyküsü, biyografi.
biological
bi.o.log.i.cal bayılac'îkıl sıfat biyoloqik, yaşambilimsel, dirimbilimsel.
biologically
bi.o.log.i.cal.lyzarf biyoloqik olarak, biyoloqik açıdan.
biologist
biologistisim biyolog, yaşambilimci, dirimbilimci.
149
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük biology
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bi.ol.o.gy bayal'ıci isim biyoloqi, yaşambilim, dirimbilim.
biped
bi.ped bay'ped isim iki ayaklı hayvan.
bipedal
bi.ped.alsıfat iki ayaklı.
birch
birch bırç isim huş.
bird cage
kuş kafesi.
bird in the hand
elde olan yararlı şey, elde olan fırsat.
bird of passage
göçmen kuş. 2. bir yerde ancak geçici bir süre için kalan kimse.
bird of prey
yırtıcı kuş.
bird watcher
kuş gözlemcisi.
bird
bird bırd isim kuş.
birdcall
bird.call bırd'kôl isim kuş ötüşü.
birdhouse
bird.house bırd'haus isim kuş evi.
birds of a feather
aynı tip kimseler.
bird's-eye view
kuşbakışı.
bird's-eye
bird's-eye bırdz'ay sıfat bakınız bird's-eye view
birth certificate
nüfus kâğıdı.
birth control
doğum kontrolü.
birth defect
doğuştan olan özür.
birth
birth bırth isim 1. doğum, doğma, doğuş. 2. soy. 3. başlangıç, kaynak.
birthday
birth.day bırth'dey isim doğum günü, yaş günü.
birthplace
birth.place bırth'pleys isim doğum yeri.
birthrate
birth.rate bırth'reyt isim nüfusa göre doğum oranı.
biscuit
bis.cuit bîs'kît isim 1. çörek. 2. İngiliz İngilizcesi bisküvi.
bisexual
bi.sex.u.al baysek'şuwıl sıfat 1. biseksüel, çift cinsiyetli, ikicinslikli, ikieşeyli. 2. biseksüel, her iki cinse karşı erotik istek duyan.
bishop
bish.op bîş'ıp isim 1. piskopos. 2. satranç fil.
bison
bi.son bay'sın, bay'zın isim (bison) bizon.
bit by bit
azar azar, yavaş yavaş.
bit
bit bît isim 1. delgi, matkap. 2. gem. 150
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bitch
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bitch bîç isim 1. dişi köpek, kancık. 2. konuşma dili cadaloz kadın, şirret. fiil, konuşma dili şikâyet etmek, sızlanıp durmak, dırdır etmek.
bite off more than one can chew
başından büyük işlere/işe girişmek/kalkışmak.
bite one's lip
(öfke veya üzüntüyü belli etmemek için) dudağını ısırmak.
bite someone's nose off
birine ters cevap vermek.
bite the bullet
konuşma dili (zor bir) karar almak.
bite
bite bayt fiil (bit, bitten) 1. ısırmak. 2. (balık) oltaya vurmak. 3. (soğuk) yakmak. isim 1. ısırık, parça, lokma. 2. (içkide) sertlik. 3. (soğuk veya rüzgâra özgü) sertlik. 4. (biberde) acılık.
biting
bit.ing bay'tîng sıfat 1. acı, keskin; ısırıcı (rüzgâr). 2. acı (söz).
bitten
bit.ten bît'ın fiil bakınız bite
bitter orange
turunç.
bitter
bit.ter bît'ır sıfat acı, keskin; sert, şiddetli.
bittersweet
bit.ter.sweet bît'ırswit sıfat 1. hem acı hem tatlı. 2. iyi ve kötü.
bitumen
bi.tu.men bîtu'mın isim bitüm; zift, katran.
bituminous coal
madenkömürü.
bituminous
bi.tu.mi.noussıfat bitümlü; ziftli, zift gibi.
biz
bizkonuşma dili bakınız show biz
bizarre
bi.zarre bîzar' sıfat garip, tuhaf, acayip, biçimsiz.
blab
blab bläb fiil (blabbed, blabbing) gevezelik etmek; boşboğazlık etmek. isim geveze; boşboğaz.
black belt
judo siyah kuşak.
black book
kara listedekilerin kayıtlı olduğu defter.
black box
(uçak veya roketteki) kara kutu.
black coffee
sütsüz kahve.
black cumin
çöreotu.
black eye
siyah göz. 2. morarmış göz. 3. kara leke.
black horehound
karaısırgan, köpekotu.
black leopard
siyah pars. 151
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
black list
kara liste.
black magic
(kötü bir amaç için yapılan) büyü.
black market
karaborsa.
black mulberry
karadut.
black out
karartmak. 2. geçici olarak şuurunu kaybetmek, gözü kararmak.
black pepper
karabiber.
black plague
kara veba.
Black Sea
Karadeniz.
black sheep
ailenin yüzkarası.
black tie
siyah papyon kravat. 2. smokin.
black
black bläk sıfat 1. siyah, kara. 2. genellikle büyük harf ile zenci. 3. karanlık, kasvetli. 4. kirli. isim 1. siyah, kara. 2. genellikle büyük harf ile zenci.
black-and-blue
black-and-blue bläk'ınblu' sıfat çürük, morarmış.
black-and-white
black-and-white bläk'ınhwayt' sıfat siyah-beyaz: blackand-white television siyah-beyaz televizyon.
blackball
black.ball bläk'bôl fiil karşı oy kullanmak.
blackberry
black.ber.ry bläk'beri isim böğürtlen.
blackbird
black.bird bläk'bırd isim karatavuk.
blackboard
black.board bläk'bôrd isim kara tahta.
blacken
black.en bläk'ın fiil 1. karartmak, karalamak. 2. lekelemek, iftira etmek.
black-eyed pea
isim börülce.
blackguard
black.guard bläg'ırd isim alçak kimse. sıfat alçak, edepsiz, rezil. fiil sövüp saymak, küfretmek.
blackhead
black.head bläk'hed isim başı siyah olan sivilce.
blackjack
black.jack bläk'cäk isim cop.
blacklist
black.list bläk'lîst isim kara liste. fiil - i kara listeye almak.
blackmail
black.mail bläk'meyl isim şantaq. fiil şantaq yapmak.
blackmailer
black.mail.erisim şantaqcı.
blackout
black.out bläk'aut isim karartma.
blacksmith
black.smith bläk'smîth isim 1. demirci. 2. nalbant. 152
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blacktop
black.top bläk'tap isim asfalt. fiil asfaltlamak.
bladder
blad.der bläd'ır isim sidik torbası, mesane.
blade
blade bleyd isim 1. (bıçak) ağzı. 2. kılıç. 3. ince uzun yaprak. 4. (kürekte) pala.
blah
blah bla isim, konuşma dili saçma. sıfat can sıkıcı, bezdirici.
blame
blame bleym isim bir suç veya başarısızlığın sorumluluğu, suç, kabahat, töhmet. fiil suçu (birinin) üstüne atmak.
blameless
blame.lesssıfat suçsuz, masum.
blameworthy
blame.wor.thy bleym'wırdhi sıfat 1. ayıplanacak. 2. kabahatli.
blanch
blanch blänç fiil 1. benzi atmak. 2. (kabuğunu soymak için) (bademi) biraz haşlamak.
blancmange
blanc.mange blımanq' isim paluze, sütlü pelte.
bland
bland bländ sıfat 1. tadı bebek maması gibi ve hazmı kolay olan (yemek). 2. kimsenin dikine gitmeyen.
blandishment
blan.dish.ment blän'dîşmınt isim kandırmak için söylenen veya edilen iltifat.
blank cartridge
kurusıkı fişek.
blank check
açık çek.
blank endorsement
açık ciro.
blank verse
kafiyesiz on heceli nazım şekli.
blank
blank blängk sıfat 1. boş, yazısız, açık, beyaz. 2. anlamsız. isim 1. yazısız kâğıt. 2. piyangoda boş numara. 3. kurusıkı fişek.
blankbook
blank.bookisim not defteri.
blanket
blan.ket bläng'kît isim battaniye. fiil sarıp sarmalamak.
blankly
blank.ly blängk'li zarf boş boş, boş gözlerle: look blankly at -e anlamamış gibi bakmak, -e boş boş bakmak.
blare
blare bler isim 1. boru sesi. 2. borununkine benzer ses; yüksek ses. fiil 1. boru gibi ses çıkarmak. 2. herkese ilan etmek, söylemek. 153
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blasé
bla.sé blazey' sıfat usanmış, bezgin.
blaspheme
blas.pheme bläsfim' fiil Allah hakkında kötü konuşmak, küfretmek.
blasphemy
blas.phe.myisim Allah hakkında kötü konuşma, küfür.
blast furnace
maden eritme ocağı.
blast off
(roket) uzaya fırlatılmak.
blast
blast bläst isim 1. patlama, infilak. 2. konuşma dili çok eğlendirici bir şey. fiil 1. tahrip etmek, yıkmak, yakmak. 2. (soğuk, sıcak) (bitkiyi) kavurmak.
Blast!
ünlem, İngiliz İngilizcesi Allah kahretsin!
blasted
blast.edsıfat 1. harap. 2. konuşma dili Allahın belası, kör olası.
blasting cap
dinamit tapası.
blatant
bla.tant bley'tınt sıfat 1. apaçık, yüzünden akan. 2. gürültü yapan.
blaze a trail
çığır açmak. 2. ağaçların gövdelerinde çentikler açarak yeni bir yolun geçiş yerini işaretlemek.
blaze away at
-i ateşe tutmak, -e ateş etmek. 2. -i hararetle yapmak.
blaze up
birden parlamak.
blaze
blaze bleyz isim 1. alevler: the blaze of the fire yangının alevleri. 2. yangın; yanan şey. 3. parlaklık. 4. öfkeli parlama. 5. atın alnındaki beyaz leke. fiil 1. alev alev yanmak. 2. parlamak. 3. öfkeyle parlamak.
blazer
blaz.er bley'zır isim spor ceket, blazer.
blazon
bla.zon bley'zın fiil 1. (göze çarpan bir şekilde) ilan etmek. 2. sergilemek, teşhir etmek. 3. (göze çarpan bir şeyle) donatmak/kaplamak. isim arma, ongun.
bleach
bleach bliç fiil beyazlatmak, ağartmak. isim çamaşır suyu.
bleachers
bleach.ers bli'çırz isim bir tür açık tribün.
bleak
bleak blik sıfat 1. soğuk ve kasvetli (hava). 2. rüzgârdan korunmasız, rüzgâra açık. 3. kötü, iç açıcı olmayan.
154
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük blear
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blear blîr sıfat sulanmış/çok çapaklanmış/kızarmış (göz).
bleary
bleary blîr'ı sıfat bakınız blear
bleary-eyed
blear.y-eyed blîr'i.ayd sıfat gözleri sulanmış/çok çapaklanmış/kızarmış.
bleat
bleat blit fiil 1. melemek. 2. mızırdanmak, sızlanmak. isim 1. meleme. 2. mızırdanma, sızlanma.
bled
bled bled fiil bakınız bleed
bleed
bleed blid fiil (bled) 1. kanamak. 2. acımak, kan ağlamak: My heart bleeds for the victims of the drought. Kıtlık kurbanları için içim kan ağlıyor. 3. kanını emmek, insafsızca sömürmek, iliğini kemirmek: The bank's high interest rates are bleeding the farmers in this area. Bankanın yüksek faiz oranları bu yöredeki çiftçilerin iliğini kemiriyor. 4. hacamat etmek/yapmak.
bleeding
bleed.ingsıfat 1. kanayan. 2. konuşma dili kör olası.
bleep
bleep blip isim çok tiz ve anlık elektronik ses, bip. fiil bip sesi çıkarmak.
blemish
blem.ish blem'îş isim leke, kusur, hata.
blend in
ile uyumlu olmak, uymak. 2. yavaşça katmak.
blend
blend blend fiil karıştırmak, harmanlamak. isim harman, karışım.
blender
blend.erisim blender, karıştırıcı.
bless someone out
konuşma dili birini haşlamak/azarlamak.
Bless you!
Çok yaşa!
bless
bless bles fiil (blessed/blest) kutsamak, takdis etmek.
blessed
bless.edsıfat 1. kutsanmış. 2. kutsal. 3. Allahın ...: every blessed day her Allahın günü.
blessing out
konuşma dili haşlama, azarlama.
blessing
bless.ingisim 1. kutsama, takdis. 2. hayırdua. 3. nimet.
blest
blest blest fiil bakınız bless
blether
bleth.er bledh'ır fiil, İngiliz İngilizcesi saçmalamak. isim saçma.
blew
blew blu fiil bakınız blow 155
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük blight
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blight blayt isim 1. küf, mantar. 2. afet. fiil soldurmak, kavurmak, mahvetmek; kurutmak.
blind alley
çıkmaz sokak. 2. çıkmaz, açmaz.
blind as a bat
kör gibi.
blind date
önceden tanışılmayan biriyle eğlence yeri, lokanta v.b.'ne gitme.
blind in one eye
bir gözü kör.
blind spot
anatomi (retinada) kör nokta. 2. kendi önyargısının insanı anlamaktan engellediği konu.
blind
blind blaynd sıfat 1. kör, âmâ. 2. çıkmaz (sokak). fiil 1. kör etmek. 2. gözünü almak, kamaştırmak. isim 1. çoğul qaluzi. 2. İngiliz İngilizcesi stor. 3. avcıların avlarından gizlendiği yer.
blindfold
blind.fold blaynd'fold fiil gözlerini bağlamak. isim gözbağı.
blindfolded
blind.fold.edsıfat gözü bağlı.
blindly
blind.lyzarf kör gibi.
blindness
blind.nessisim körlük.
blink
blink blîngk fiil göz kırpmak. isim göz kırpma.
bliss
bliss blîs isim eksiksiz bir mutluluk, büyük mutluluk.
blissful
bliss.fulsıfat çok mutlu.
blister
blis.ter blîs'tır isim kabarcık, fiske. fiil kabarmak, su toplamak; kabartmak.
blithe
blithe blayth sıfat neşeli, şen; gamsız, tasasız.
blithely
blithe.lyzarf neşeli veya tasasız bir şekilde.
blitz
blitz blîts isim yıldırım saldırı.
blitzkrieg
blitz.krieg blîts'krig isim yıldırım saldırı.
blizzard
bliz.zard blîz'ırd isim tipi.
bloat
bloat blot fiil şişirmek, kabartmak.
bloated
bloat.edsıfat şişmiş, şiş (karın, leş).
blob
blob blab isim 1. kıvamı koyu iri bir damla: a blob of paint bir boya damlası. two blobs of mustard iki sıkım hardal. 2. konuşma dili yağ tulumu, şişko.
bloc
bloc blak isim, politika blok. 156
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
block and tackle
palanga.
block print
(kumaşı, kitabı) kalıpla basmak.
block
block blak isim 1. blok, büyük parça. 2. blok, parsel. 3. İngiliz İngilizcesi büyük bina: block of flats apartman. office block (büroların bulunduğu) iş hanı. fiil tıkamak, kesmek, kapamak; bloke etmek.
blockade
block.ade blakeyd' isim abluka. fiil abluka etmek, ablukaya almak.
blockage
block.age blak'îc isim tıkama; tıkanma; blokaq.
blockhead
block.head blak'hed isim mankafa, dangalak.
bloke
bloke blok isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili adam, arkadaş.
blond
blond bland sıfat 1. sarışın (erkek). 2. sarı (saç).
blonde
blonde bland sıfat, isim sarışın (kadın).
blood bank
kan bankası.
blood bath
katliam.
blood count
kan sayımı.
blood feud
kan davası.
blood group
kan grubu.
blood money
kiralık katillere verilen para. 2. diyet.
blood poisoning
kan zehirlenmesi.
blood pressure
tansiyon, kan basıncı
blood test
kan tahlili.
blood transfusion
kan nakli.
blood type
kan grubu.
blood vessel
anatomi kan damarı.
blood
blood bl^d isim 1. kan. 2. soy.
bloodcurdling
blood.cur.dling bl^d'kırdlîng sıfat tüyler ürpertici.
bloodshed
blood.shed bl^d'şed isim kan dökme.
bloodshot
blood.shot bl^d'şat sıfat kan çanağına dönmüş (göz).
bloodthirsty
blood.thirst.y bl^d'thırsti sıfat kana susamış, canavar ruhlu, hunhar.
157
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bloody
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blood.ysıfat 1. kanlı; kan gibi. 2. kana susamış, gaddar, zalim. 3. konuşma dili kör olası. 4. konuşma dili bayağı, adamakıllı.
bloody-minded
blood.y-mind.ed bl^d'imayndîd sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili inatçı, aksi.
bloom
bloom blum isim 1. tazelik, gençlik. 2. meyve üzerindeki buğu. 3. (açılmış) çiçek. fiil çiçek açmak.
blooming
bloom.ingsıfat 1. çiçek açmış. 2. argo kör olası: That blooming telephone! O kör olası telefon!
blossom
blos.som blas'ım isim çiçek; bahar. fiil 1. çiçek vermek; bahar açmak. 2. gelişmek; canlanmak.
blot out
bozmak. 2. ortadan silmek, yok etmek.
blot
blot blat isim 1. leke; mürekkep lekesi. 2. ayıp, kusur. fiil (blotted, blotting) 1. lekelemek. 2. kurutma kâğıdı ile kurutmak.
blotch
blotch blaç isim 1. leke. 2. kabartı, fiske. fiil lekelemek; lekelenmek.
blotter
blot.ter blat'ır isim 1. kurutma kâğıdı, papyebüvar. 2. zabıt, tutanak defteri.
blotting paper
kurutma kâğıdı, papyebüvar.
blotting
blot.ting blat'ing sıfat bakınız blotting paper
blouse
blouse blaus isim bluz, gömlek.
blow a fuse
sigortayı attırmak. 2. konuşma dili tepesi atmak, öfkelenmek.
blow great guns
konuşma dili (rüzgâr) çok sert esmek.
blow hot and cold
konuşma dili kararsız olmak, duraksamak.
blow in
konuşma dili ansızın gelmek, düşmek.
blow one's brains out
başına kurşun sıkmak. 2. başına kurşun sıkarak intihar etmek.
blow one's cool
konuşma dili tepesi atmak, kızmak.
blow one's nose
sümkürmek.
blow one's own horn
konuşma dili kendi reklamını yapmak.
blow one's own trumpet
kendi borusunu çalmak, kendi reklamını yapmak, övünmek. 158
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blow one's stack
konuşma dili tepesi atmak, öfkeye kapılmak.
blow one's top
konuşma dili tepesi atmak, öfkeye kapılmak.
blow out
üfleyip söndürmek. 2. (lastik) patlamak.
blow over
(fırtına) dinmek. 2. unutulmak, geçmek.
blow someone away
konuşma dili 1. birini çok şaşırtmak. 2. ateş ederek birini öldürmek, birini vurmak.
blow someone to smithereens
bir şeyi/birini paramparça etmek.
blow someone's cover
konuşma dili birinin gerçekte kim olduğunu göstermek.
blow someone's mind
mest etmek, çok keyif vermek. 2. heyrette bırakmak.
blow something to smithereens
bir şeyi/birini paramparça etmek.
blow the lid off
açığa vurmak.
blow up
şişirmek. 2. havaya uçurmak. 3. patlatmak; patlamak. 4. büyütmek, agrandisman yapmak. 5. konuşma dili patlamak, tepesi atmak, küplere binmek.
blow
blow blo fiil (blew, blown) 1. esmek. 2. üflemek. 3. uçurmak; uçmak: The wind has blown off the chimney cowl. Rüzgâr bacanın külahını uçurdu. 4. solumak. 5. konuşma dili (parayı) savurmak; (paranın hepsini) harcamak. 6. konuşma dili (fırsatı) kaçırmak.
blow-by-blow
blow-by-blowsıfat ayrıntılı.
blow-dry
blow-dry blo'dray fiil kurutma makinesiyle kurutmak.
blower
blow.er blow'ır isim 1. (dökümhanede) körük. 2. (kalorifere ait) vantilatör. 3. İngiliz İngilizcesi telefon.
blowjob
blow.job blo'cab isim, kaba penisi ağızla uyarma, supet, süpet.
blowout
blow.out blow'aut isim 1. lastik patlaması. 2. konuşma dili büyük parti; şatafatlı davet.
blowtorch
blow.torch blo'tôrç isim pürmüz lambası, pürmüz.
blowup
blow.up blow'^p isim 1. patlama. 2. kavga.
blubber
blub.ber bl^b'ır fiil hüngür hüngür ağlamak, hüngürdemek.
bludgeon someone into doing something birini bir şey yapmaya zorlamak. bludgeon
bludg.eon bl^c'ın isim kısa ve kalın sopa; cop. fiil ağır bir cisimle vurmak. 159
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
blue blood
aristokrat, asilzade, soylu kimse.
blue cheese
bir çeşit küflü peynir.
blue jeans
blucin.
blue ribbon
herhangi bir alanda en büyük ödül.
blue vitriol
göztaşı.
blue
blue blu sıfat 1. mavi, mavi renkli. 2. konuşma dili efkârlı. isim mavi, mavi renk. fiil çivitlemek.
bluebell
blue.bell blu'bel isim çançiçeği.
blueberry
blue.ber.ry blu'beri isim çayüzümü.
bluecollar
blue.col.lar blu'kalır sıfat işçi sınıfına ait.
blueprint
blue.print blu'prînt isim 1. mavi kopya. 2. proje, plan. fiil 1. mavi kopya çıkarmak. 2. tasarlamak.
bluff
bluff bl^f sıfat tok sözlü. isim sarp ve yüksek kıyı veya kaya.
bluing
blu.ing blu'wîng isim çivit.
bluish
blu.ish blu'wîş sıfat mavimsi, mavimtırak.
blunder
blun.der bl^n'dır isim gaf, pot. fiil gaf yapmak, pot kırmak.
blunt
blunt bl^nt fiil 1. körletmek. 2. azaltmak.
blur
blur blır fiil (blurred, blurring) bulanıklaştırmak; bulanıklaşmak. isim belirsiz bir şekil.
blurry
blur.rysıfat bulanık.
blurt
blurt blırt fiil out ağzından kaçırmak.
blush
blush bl^ş fiil yüzü kızarmak. isim kızartı, kızarıklık.
bluster
blus.ter bl^s'tır fiil 1. fart furt etmek. 2. (rüzgâr) şiddetle esmek. isim 1. fart furt, böbürlenme. 2. (şiddetli rüzgârın çıkardığı) uğultu.
boar
boar bor isim yabandomuzu.
board of directors
yönetim kurulu.
board of managers
yönetim kurulu.
board up
üstüne tahta çakarak kapamak.
board
board bôrd isim 1. kereste, tahta. 2. satranç satranç v.b. oyun tahtası. 3. yönetim kurulu. 4. denizcilikle ilgili
160
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
borda. fiil 1. (vapura, trene, otobüse, uçağa) binmek. 2. pansiyoner olmak. 3. denizcilikle ilgili borda etmek. boarder
board.erisim 1. pansiyoner. 2. yatılı öğrenci.
boarding school
yatılı okul.
boast
boast bost fiil 1. övünmek. 2. -e sahip olmaktan gurur duymak: This hotel boasts two swimming pools and a sauna. Bu otel iki yüzme havuzu ve bir saunasıyla iftihar ediyor. isim övünme, kurumlanma.
boastful
boast.fulsıfat övüngen.
boat
boat bot isim (gemi, vapur, sandal, yat gibi) tekne: What time does the boat leave? Vapur kaçta kalkıyor? I've got a new boat. Yeni bir sandalım var. How many masts did that boat have? O teknenin kaç direği vardı?
boathouse
boat.house bot'haus isim kayıkhane.
bob
bob bab isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (bob) şilin.
bobbin
bob.bin bab'în isim 1. makara, bobin. 2. ufak iğ.
bobby pin
madeni saç tokası.
bobby
bob.by bab'i isim, İngiliz İngilizcesi polis memuru, polis. sıfat bakınız bobby pin
bobsled
bob.sled bab'sled isim 1. yarışta kullanılan kızak. 2. arka arkaya bağlı çifte kızak.
bode ill
kötüye işaret etmek.
bode well
iyiye işaret etmek.
bode
bode bod fiil -e işaret etmek, -e delalet etmek.
bodice
bod.ice bad'îs isim korsaq, kadın yeleği.
bodily
bodi.lysıfat bedensel. zarf bütünüyle, tümüyle, tamamen.
body bag
ceset taşımaya özgü fermuarlı torba.
body building
vücut geliştirme.
body count
askeri ölü sayısı.
body
bod.y bad'i isim 1. beden, vücut, gövde. 2. ceset. 3. karoser. 4. miktar: a body of information bir miktar
161
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bilgi. 5. kütle, kitle: A lake is a body of water. Göl bir su kütlesidir. 6. topluluk, grup. bodyguard
bod.y.guard bad'igard isim muhafız asker.
bog
bog bag isim 1. bataklık. 2. kaba kenef, hela, tuvalet, yüznumara.
boggle the mind
insanı hayrete düşürmek.
boggle
bog.gle bag'ıl fiil at/over -e takılıp tereddüde düşmek.
bogus
bo.gus bo'gıs sıfat sahte, düzme, yapma.
boil away
kaynayarak buharlaşıp yok olmak.
boil down
kaynayarak suyunu çekmek, özü kalana kadar kaynamak. 2. kısaltmak, kısmak.
boil over
(kaynarken) taşmak. 2. tepesi atmak, köpürmek.
boil
boil boy'ıl isim çıban.
boiler
boil.er boy'lır isim kazan, buhar kazanı.
boiling point
kaynama noktası.
boisterous
bois.ter.ous boys'tırıs sıfat 1. gürültülü. 2. şiddetli; fırtınalı.
bold
bold bold sıfat 1. cesur, gözüpek; atılgan, cüretli. 2. matbaacılık siyah (harf).
boldface
bold.face bold'feys isim, matbaacılık siyah harfler.
boldfaced
bold.facedsıfat siyah (harf).
boldly
bold.lyzarf cesaretle.
boldness
bold.nessisim cesaret, yüreklilik.
Bolivia
Bo.liv.ia bolîv'iyı isim Bolivya.
Bolivian
isim Bolivyalı. sıfat 1. Bolivya, Bolivya'ya özgü. 2. Bolivyalı.
boloney
bo.lo.ney bılo'ni isim bakınız baloney
bolshy
bol.shy bol'şi sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili asi, serkeş; kurallara karşı gelen.
bolster
bol.ster bol'stır isim uzun yastık; yastık, minder. fiil 1. yastıkla beslemek. 2. desteklemek, güçlendirmek.
bolt of lightning
yıldırım.
bolt upright
dimdik.
162
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bolt
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bolt bolt isim 1. sürgü, kol demiri. 2. kilit dili. 3. cıvata. 4. fırlama, kaçış. fiil 1. sürgülemek. 2. fırlamak; fırlayıp kaçmak: When the pickpocket saw the policeman he bolted into the crowd. Yankesici polisi görünce yıldırım gibi fırlayıp kalabalığa karıştı. 3. çiğnemeden yutmak.
bomb
bomb bam isim bomba. fiil bombalamak.
bombard
bom.bard bambard' fiil 1. topa tutmak, bombardıman etmek; bombalamak. 2. üzerine varmak, sıkıştırmak.
bombardier
bom.bar.dier bambırdîr' isim, askeri (bombardıman uçağında görevli) bombacı.
bombardment
bom.bard.mentisim bombardıman, topa tutma.
bombastic
bom.bas.tic bambäs'tîk sıfat tumturaklı.
bomber
bomb.erisim 1. bombardıman uçağı. 2. (bir yere) bomba atan veya yerleştiren kimse, bombacı.
bombshell
bomb.shell bam'şel isim, konuşma dili bomba etkisi yapan, bomba: blonde bombshell sarışın bomba.
bon voyage
bon vo.yage bôn vwayaq' iyi yolculuklar, yolunuz açık olsun.
bona fide
bo.na fide bo'nı fayd' gerçek, hakiki.
bonanza
bo.nan.za bınän'zı isim beklenmedik kazanç.
bond paper
iyi cins yazı kâğıdı.
bond
bond band isim 1. bağ. 2. ilişki. 3. bono, senet, tahvil. 4. kefalet. fiil kefil olmak.
bondage
bond.age ban'dîc isim kölelik.
bonded warehouse
gümrük antreposu.
bondholder
bond.hold.er band'holdır isim tahvil sahibi.
bondsman
bonds.man bandz'mın isim (bondsmen) 1. kefil. 2. köle.
bone china
içine kemik külü katılarak yapılan porselen tabak.
bone for an exam
sınava hazırlanmak.
bone meal
kemik tozu.
bone of contention
anlaşmazlık sebebi.
bone up on a subject
kısa zamanda bir konuyu çalışıp öğrenmek.
bone
bone bon isim 1. kemik. 2. kılçık. 3. balina (çubuk).
bone-dry
bone-dry bon'dray' sıfat kupkuru. 163
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bonehead
bone.head bon'hed isim aptal, mankafa.
boneless
bone.lesssıfat kemiksiz.
boner
bon.er bo'nır isim, argo büyük gaf/pot.
bonesetter
bone.set.ter bon'setır isim çıkıkçı, kırıkçı.
bonfire
bon.fire ban'fayr isim şenlik ateşi, açık havada yakılan ateş.
bonito
bo.ni.to bıni'to isim palamut.
bonk
bonk bangk fiil 1. konuşma dili vurmak. 2. argo -i sikmek; sevişmek, aşk yapmak. isim 1. konuşma dili vuruş, darbe. 2. argo sikme; sevişme.
bonkers
bon.kers bang'kırz sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili deli.
bonnet
bon.net ban'ît isim 1. bağcıklı bone. 2. otomotiv kaporta.
bonny
bon.ny ban'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, lehçeye özgü 1. göze hoş görünen, güzel, zarif, hoş. 2. sıhhatli, gürbüz.
bonus
bo.nus bo'nıs isim ikramiye, prim.
bony
bon.y bo'ni sıfat 1. sıska; bir deri bir kemik. 2. kemikli. 3. kılçıklı. 4. kemiksi.
boo
boo bu fiil yuhalamak.
boob tube
televizyon.
boob
boob bub isim, argo aptal, budala, salak.
boobs
boobsisim, çoğul, argo ayvalar, farlar, ikizler, ampuller, memeler.
booby prize
en kötü oyuncuya verilen ödül.
booby trap
bubi tuzağı.
booby
boo.by bu'bi isim ahmak.
book club
kitap kulübü.
book of matches
kibrit paketi.
book review
kitap eleştirisi.
book someone into a hotel
biri için otelde rezervasyon yapmak.
book something to someone's account book value
İngiliz İngilizcesi bir şeyi birinin hesabına yazmak.
defter değeri, maliyet.
164
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük book
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
book bûk isim kitap; cilt. fiil, İngiliz İngilizcesi (yer) ayırtmak; rezervasyon yaptırmak.
bookbinder
book.bind.er bûk'bayndır isim ciltçi.
bookcase
book.case bûk'keys isim kitaplık, kitap konulan raflı mobilya.
booked
bookedsıfat 1. rezerve edilmiş, ayrılmış. 2. defterde kayıtlı.
bookie
book.ie bûk'i isim, konuşma dili ganyan bayii; bahisleri kabul eden bayi.
booking clerk
biletçi.
booking
book.ing bûk'îng isim, İngiliz İngilizcesi 1. rezervasyon yapma. 2. rezervasyon. 3. (birinin hesabına) yazma.
booking-office
book.ing-of.ficeisim bilet gişesi.
bookkeeper
book.keep.er bûk'kipır isim, muhasebecilik defter tutan kimse.
bookkeeping
book.keep.ing bûk'kipîng isim, muhasebecilik defter tutma.
booklet
book.let bûk'lît isim broşür, kitapçık.
bookmaker
book.mak.er bûk'meykır isim ganyan bayii; bahisleri kabul eden bayi.
bookmark
book.mark bûk'mark isim kitapta son okunan sayfayı bulmak için araya konulan karton, kurdele v.b.
bookseller
book.sell.er bûk'selır isim kitapçı.
bookshelf
book.shelf bûk'şelf isim kitap rafı.
bookshop
book.shop bûk'şap isim kitabevi.
bookstore
book.store bûk'stôr isim kitabevi.
boom
boom bum fiil 1. gümbürdemek, gürlemek. 2. (bir yerin ticaret, nüfus v.b.) hızla yükselmek, patlamak (olumlu bir şekilde); (ticaret) hızla artmak, patlama içinde olmak. isim 1. gümbürtü. 2. Bom! (gümbürtü sesi). 3. (bir yerin ticaret, nüfus v.b.'nde) (olumlu bir) patlama, hızlı artış.
boon companion
yakın arkadaş. 165
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
boon
boon bun isim nimet, lütuf, iyilik.
boondock
boon.dock bun'dak isim bakınız the boondocks
boonies
boon.ies bun'iz isim bakınız the boonies
boor
boor bûr isim 1. kaba ve görgüsüz kimse. 2. köylü.
boorish
boor.ishsıfat kaba.
boorishly
boor.ish.lyzarf kaba bir şekilde.
boorishness
boor.ish.nessisim kabalık.
boost
boost bust fiil (busted/bust) 1. itelemek. 2. lehinde konuşarak yardımcı olmak. 3. (fiyat) artırmak. isim 1. destek, yardım. 2. artma, artış.
booster
boost.erisim 1. propagandacı. 2. (rokette) ek motor.
boot
boot but fiil 1. çizme giydirmek. 2. çizme şeklindeki aletle işkence yapmak. 3. argo tekmelemek. 4. bilgisayarın belleğine komutlar okutarak sistemi çalıştırmak. 5. futbol tekme atmak. 6. argo işten çıkarmak, kovmak.
booth
booth buth, budh isim 1. (fuar veya sergide) stand. 2. çardak.
bootlegger
boot.leg.ger but'legır isim içki kaçakçısı.
bootlick
boot.lick but'lîk fiil dalkavukluk etmek, çanak yalamak, yaltaklanmak.
bootlicker
boot.lick.erisim dalkavuk, çanak yalayıcı, yaltak, yaltakçı.
booty
boo.ty bu'ti isim ganimet, yağma, çapul.
booze
booze buz isim, konuşma dili içki, alkollü içecek.
bop
bop bap fiil (bopped, bopping) vurmak. isim vuruş, darbe.
borax
bo.rax bor'äks isim, kimya boraks.
border on
sınır komşusu olmak. 2. eğiliminde olmak.
border
bor.der bôr'dır isim 1. kenar; sınır, hudut. 2. kenar süsü. fiil sınırlamak.
borderline case
her iki kategoriye de girebilecek bir durum: Nuh's a borderline case; we could as easily fail him as we could
166
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pass him. Nuh tam sınırda; sınıfta da bırakabiliriz, geçirebiliriz de. borderline
bor.der.line bôr'dırlayn isim sınır, hudut. sıfat bakınız borderline case
bore a hole in
-de delik açmak. 2. (bir fikri) azıcık çürütmek.
bore someone to death
birinin canını çok sıkmak.
bore someone to tears
birinin canını çok sıkmak.
bore
bore bor fiil bakınız bear
boredom
bore.domisim can sıkıntısı.
boring
bor.ing bor'îng sıfat can sıkıcı.
born to the purple
asil bir aileden gelen.
born
born bôrn sıfat 1. doğmuş. 2. doğuştan: a born preacher doğuştan vaiz.
borne
borne born fiil bakınız bear
boron
bo.ron bor'an isim, kimya bor.
borough
bor.ough bır'o isim kasaba, kaza, ilçe.
borrow trouble
önceden tasasını çekmek.
borrow
bor.row bar'o fiil 1. ödünç almak, borç almak. 2. matematik (çıkarma işleminde) ödünç almak.
borrower
bor.row.erisim ödünç alan.
borrowing
bor.row.ingisim yabancı bir dilden alınan kelime, yabancı kelime.
borstal
bor.stal bôr'stıl isim, İngiliz İngilizcesi ıslahevi, ıslahhane.
Bosnia and Herzegovina
Bosna-Hersek.
Bosnia
Bos.ni.a baz'niyı isim Bosna.
Bosnian
isim 1. Boşnak; Bosnalı. 2. Boşnakça. sıfat 1. Boşnak; Bosna, Bosna'ya özgü. 2. Boşnak; Bosnalı. 3. Boşnakça.
bosom friend
samimi dost, can yoldaşı.
bosom
bos.om bûz'ım isim göğüs, sine, bağır, koyun. sıfat samimi.
Bosphorus
Bos.pho.rus bas'fırıs isim bakınız Bosporus
Bosporus
Bos.po.rus bas'pırıs isim Boğaziçi, Boğaz.
boss someone around
birine karşı amirane davranmak, birine emir yağdırmak. 167
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
boss
boss bôs isim patron; şef. fiil yönetmek.
bossy
bossysıfat 1. başkalarına hükmetmeyi seven. 2. amirane, patronvari.
botanical garden
botanik bahçesi.
botanical
bo.tan.i.cal bıtän'îkıl sıfat botanik, bitkibilimsel; bitkisel.
botanist
bot.a.nistisim botanist, bitkibilimci, botanikçi.
botany
bot.a.ny bat'ıni isim botanik, bitkibilim.
botch
botch baç fiil bozmak.
both as ... and as ...
hem ... hem ... olarak: I respect her both as a teacher and as a person. Hem hoca, hem insan olarak ona saygı duyuyorum.
both
both both zamir her ikisi; ikisi de: both of them her ikisi. both of us her ikimiz. "Did the packages come?" "Yes, both came." "Paketler geldi mi?" "Evet, her ikisi de geldi." Bahar is both beautiful and intelligent. Bahar hem güzel, hem de zeki. both he and I hem o, hem ben.
bother
both.er badh'ır isim sıkıntı, zahmet. fiil canını sıkmak, rahatsız etmek.
bothersome
both.er.somesıfat sıkıcı, rahatsız edici.
Botswana
Bot.swa.na batswa'nı isim Botsvana.
Botswanan
isim Botsvanalı. sıfat 1. Botsvana, Botsvana'ya özgü. 2. Botsvanalı.
bottle opener
şişe açacağı.
bottle
bot.tle bat'ıl isim 1. şişe. 2. biberon. fiil şişelemek.
bottleneck
bot.tle.neck bat'ılnek isim 1. dar geçit, dar boğaz. 2. engel.
bottom dollar
son kuruş.
bottom land
ovalık arazi.
bottom
bot.tom bat'ım isim 1. dip, alt. 2. esas, kaynak, temel. 3. vadi. 4. karina, tekne.
bottomless
bot.tom.lesssıfat 1. dipsiz; çok derin. 2. sonsuz, sınırsız.
Bottoms up!
konuşma dili Fondip! 168
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bough
bough bau isim (ağaçta) büyük dal.
bought
bought bôt fiil bakınız buy
boulder
boul.der bol'dır isim iri kaya parçası.
boulevard
boul.e.vard bûl'ıvard isim bulvar, cadde.
bounce
bounce bauns fiil 1. sıçramak, sekmek; zıplatmak, sektirmek. 2. konuşma dili (çek) karşılıksız çıkmak. isim 1. sıçrayış, zıplayış. 2. canlılık.
bound
bound baund isim sıçrayış, zıplama; geri tepme. fiil sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak.
boundary
bound.a.ry baun'dıri isim sınır, hudut.
boundless
bound.lesssıfat sınırsız, sonsuz.
bounds
boundsisim sınır, sınırlar.
bounteous
boun.te.ous baun'tiyıs sıfat 1. eli açık, cömert. 2. bol, çok.
bounteously
boun.te.ous.lyzarf cömertçe.
bounteousness
boun.te.ous.nessisim 1. cömertlik. 2. bolluk.
bountiful
boun.ti.fulsıfat 1. cömert, eli açık. 2. bol, çok.
bounty
boun.ty baun'ti isim 1. cömertlik, eli açıklık. 2. prim. 3. (zararlı bir hayvanın yok edilmesi veya bir suçlunun yakalanması için devletçe verilen) para.
bouquet
bou.juet bukey' isim 1. buket, demet. 2. bir şaraba özgü koku.
bourgeois
bour.geois bûrq'wa isim, sıfat burquva, kentsoylu.
bout
bout baut isim 1. nöbet; hastalık: He's qust recovered from a bout of pneumonia. Zatürreeden yeni kalktı. 2. kısa süren hummalı faaliyet. 3. eskrim maç.
boutique
bou.tijue butik' isim butik.
bovine
bo.vine bo'vayn sıfat sığır cinsinden.
bow and scrape
aşırı saygı gösterisinde bulunmak, el pençe divan durmak.
bow out
of -den çekilmek. 2. emekliye ayrılmak.
bow tie
papyon, papyon kravat.
bow
bow bo isim 1. (ok atmak için) yay. 2. (yaylı çalgı için) yay. 3. fiyonk. 169
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bowel
bow.el bau'wıl isim bağırsak.
bowels
bow.elsisim 1. bağırsaklar. 2. iç kısımlar; derinlikler: the bowels of the earth yeryüzünün derinlikleri.
bower
bow.er bau'wır isim kameriye, çardak.
bowl along
süratle gitmek.
bowl someone over
birini şaşırtmak, birini şaşkına çevirmek. 2. birini yere yıkmak, birini yere devirmek.
bowl
bowl bol fiil 1. bowling oynamak. 2. kriket top atmak.
bowlegged
bow.leg.ged bo'legîd sıfat çarpık bacaklı.
bowline
bow.line bo'layn isim 1. barço bağı. 2. denizcilikle ilgili borina.
bowling
bowl.ing bo'lîng isim bowling, ağır bir topla oynanan bir oyun.
bowshot
bow.shot bo'şat isim ok menzili.
bowstring
bow.string bo'strîng isim kiriş. fiil iple boğmak.
box number
posta kutusu numarası.
box office
(tiyatro, sinema, stadyumda) bilet gişesi.
box someone on the ear
birinin kulağına tokat atmak.
box
box baks isim 1. kutu, sandık. 2. loca. fiil kutulamak, kutuya koymak.
boxcar
box.car baks'kar isim, demiryolu kapalı yük vagonu.
boxer
box.erisim boksör, yumrukoyuncusu.
Boxing Day
İngiliz İngilizcesi yirmi altı Aralık.
boxing glove
boks eldiveni.
boxing match
boks maçı.
Boxing
Box.ing bak'sîng sıfat bakınız Boxing Day
boxwood
box.wood baks'wûd isim şimşir.
boy friend
erkek arkadaş.
boy scout
erkek izci.
boy
boy boy isim 1. erkek çocuk, oğlan; delikanlı. 2. genç uşak.
boycott
boy.cott boy'kat fiil boykot yapmak; boykot etmek. isim boykot.
boyhood
boy.hoodisim çocukluk devresi (erkek). 170
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
boyish
boy.ishsıfat oğlan gibi.
bra
bra bra isim sütyen.
brace
brace breys isim 1. bağ, kuşak. 2. matkap kolu. 3. dişçilik tel. fiil 1. sağlamlaştırmak, desteklemek. 2. birbirine tutturmak, raptetmek.
bracelet
brace.let breys'lît isim bilezik.
braces
bracesisim, çoğul, İngiliz İngilizcesi pantolon askısı.
bracing
brac.ingisim destek, dayanak. sıfat zinde yapan: bracing mountain air insanı zindeleştiren dağ havası.
bracket
brack.et bräk'ît isim 1. dirsek, destek, kenet. 2. dilbilgisi köşeli parantez, köşeli ayraç. 3. dilbilgisi parantez, ayraç.
brackish
brack.ish bräk'îş sıfat hafif tuzlu, acı.
brag about
-den övünerek bahsetmek.
brag of
-den övünerek bahsetmek.
brag
brag bräg fiil övünmek.
braggart
brag.gart bräg'ırt isim övüngen kimse, yüksekten atan kimse.
braid
braid breyd fiil örmek. isim 1. saç örgüsü. 2. askeri (üniformaya takılan) kordon. 3. örülmüş şey, örgü.
braided
braid.edsıfat örülmüş, örgülü.
brain trust
bir grup danışman.
brain
brain breyn isim beyin. fiil kafasına ağır bir darbe indirmek.
brainchild
brain.child breyn'çayld isim, konuşma dili birinin kafasından çıkan düşünce.
brainless
brain.lesssıfat akılsız, kuş beyinli.
brains
brainsisim akıl, zekâ.
brainstorm
brain.storm breyn'stôrm isim, konuşma dili aniden gelen parlak fikir.
brainwash
brain.wash breyn'wôş fiil beynini yıkamak.
brainy
brainysıfat kafalı, akıllı.
brake drum
fren kampanası/tamburu.
brake fluid
fren yağı. 171
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
brake lining
fren balatası.
brake pedal
fren pedalı.
brake shoe
fren pabucu.
brake
brake breyk isim fren. fiil fren yapmak.
bramble
bram.ble bräm'bıl isim 1. (böğürtlen gibi) dikenli bitki. 2. İngiliz İngilizcesi böğürtlen (yemişi veya çalısı).
bran
bran brän isim kepek, buğday kepeği.
branch off
(kol olarak) ayrılmak.
branch out into
(asıl faaliyetine devam ederken) (yeni bir faaliyete) girmek.
branch
branch bränç isim 1. (ağaca ait) dal. 2. (nehre ait) kol. 3. şube; bölüm, kısım; dal, kol, branş. fiil 1. dal budak salmak. 2. kollara ayrılmak.
brand name
(bir ürüne ait) özel ad, marka.
brand spanking new
gıcır gıcır, yepyeni.
brand
brand bränd isim 1. (bir ürüne ait) özel ad, marka. 2. (kızgın demirle yapılan) dağ. fiil 1. dağlamak. 2. lekelemek, damgalamak.
brandied
bran.diedsıfat konyakla konserve edilmiş (meyve).
brandish
bran.dish brän'dîş fiil sallamak, savurmak. isim sallama, savurma.
brand-new
brand-new bränd'nu sıfat yepyeni, gıcır gıcır.
brandy
bran.dy brän'di isim konyak.
brash
brash bräş sıfat 1. yüzsüz, küstah. 2. fazla atılgan.
brass band
bando, mızıka.
brass knuckles
pirinç muşta.
brass
brass bräs isim, sıfat pirinç, sarı.
brassed off
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili biraz kızgın, biraz sinirlenmiş.
brassiere
bras.siere brızîr' isim sütyen.
brassy
brassysıfat yüzsüz, gürültücü ve kaba (kadın).
brat
brat brät isim velet, arsız çocuk; piç kurusu.
bravado
bra.va.do brıva'do isim kabadayılık, kurusıkı atma.
brave the elements
kötü havada dışarıda bulunmak. 172
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
brave
brave breyv sıfat cesur, cesaretli. fiil göğüs germek.
bravely
brave.lyzarf cesaretle.
bravery
brave.ryisim cesaret.
bravo
bra.vo bra'vo ünlem Aferin!/Bravo!
brawl
brawl brôl isim arbede.
brawny
brawn.y brô'ni sıfat kasları gelişmiş, adaleli.
bray
bray brey isim anırtı, anırma. fiil anırmak.
brazen
bra.zen brey'zın sıfat 1. pirinç; pirinç gibi. 2. utanmaz, yüzsüz.
brazier
bra.zier brey'qır isim mangal.
Brazil nut
Brezilya kestanesi.
Brazil
Bra.zil brızîl' isim Brezilya.
Brazilian
isim Brezilyalı. sıfat 1. Brezilya, Brezilya'ya özgü. 2. Brezilyalı.
breach
breach briç isim 1. kırık, yarık, gedik. 2. hukuk ihlal.
bread and butter
ekmek kapısı; insanı geçindiren iş veya para.
bread crumb
ekmek kırıntısı.
bread
bread bred isim ekmek.
breadbasket
bread.bas.ket bred'bäskît isim 1. ekmek sepeti. 2. mecazi tahıl ambarı. 3. argo mide.
breadth
breadth bredth isim genişlik, en.
breadwinner
bread.win.ner bred'wînır isim bir aileyi geçindiren kimse.
break a habit
kötü alışkanlıktan kurtulmak.
break a promise
sözünde durmamak, sözünden dönmek.
break a record
rekor kırmak.
break cover
gizlendiği yerden çıkmak.
break down
bozulmak. 2. ruhen yıkılmak.
break even
kâr ve zararı eşit olmak, ancak masrafını karşılamak.
break ground
törenle temel atmak. 2. çığır açmak.
break in
zorla girmek. 2. lafa karışmak; araya girmek. 3. alıştırmak.
break into
-e zorla girmek. 2. birden -e başlamak: The horse broke into a run. At birden koşmaya başladı. 173
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
break loose
ipini koparıp başıboş kalmak. 2. kaçıp kurtulmak.
break off
kırılıp ayrılmak. 2. birdenbire durmak. 3. ilişiğini kesmek.
break one's faith
sözünde durmamak.
break one's fast
orucunu açmak, orucunu bozmak.
break one's neck
boynu kırılmak. 2. kendini paralamak, paralanmak, dişini tırnağına takmak.
break one's word
sözünü tutmamak.
break open
kırmak, zorla açmak.
break out
patlak vermek, patlamak, kopmak: War has broken out in Asia. Asya'da savaş patladı. 2. in ile kaplanmak, ... dökmek: She's broken out in a rash. Her tarafı isilik oldu.
break the ice
resmiyeti gidermek, havayı yumuşatmak. 2. ilk defa bir işe girişmek.
break the law
suç işlemek, kanuna karşı gelmek.
break the news to
(birine) (kötü) haber vermek.
break to pieces
parça parça etmek. 2. parçalanmak.
break up
dağılmak; dağıtmak. 2. bozuşmak. 3. (aralarında sevgi bağı olan iki kişi) ayrılmak.
break wind
gaz çıkarmak, yellenmek.
break with
ilgisini kesmek, -den ayrılmak.
break
break breyk isim 1. kırık, çatlak. 2. aralık, açıklık; ara, fasıla. 3. iş molası: They took a break. Mola verdiler. 4. fırsat, şans. fiil (broke, broken) 1. kırmak, parçalamak; kırılmak. 2. (fırtına) kopmak.
breakage
break.ageisim 1. kırma, kırılma. 2. kırılan şeylerin tutarı.
breakdown
break.down breyk'daun isim 1. bozulma, durma. 2. sinir bozukluğu, çökme. 3. ayrıntılı hesap.
breaker
break.er brey'kır isim kıyıya vuran büyük dalga.
breakfast
break.fast brek'fıst isim sabah kahvaltısı, kahvaltı.
breaking
break.ingisim kırılma.
174
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük breakneck
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
break.neck breyk'nek sıfat çok hızlı; büyük (bir hız) : a breakneck pace çok hızlı bir tempo.
breakthrough
break.through breyk'thru isim 1. askeri cepheyi yarıp geçme. 2. (bilimde) büyük buluş.
breakwater
break.wa.ter breyk'wôtır isim dalgakıran, mendirek.
breast stroke
spor kurbağalama (yüzme tekniği).
breast
breast brest isim 1. göğüs, meme. 2. sine, kalp, gönül.
breastbone
breast.bone brest'bon isim göğüs kemiği.
breast-feed
breast-feed brest'fid fiil (bebeği) emzirerek beslemek.
breath
breath breth isim nefes, soluk.
breathe down one's neck
başında dikilip durmak, başında beklemek. 2. rahat bırakmamak. 3. yakından takip etmek.
breathe hard
solumak, sık ve kesik soluklar alıp vermek.
breathe in
nefes almak.
breathe one's last
son nefesini vermek, ölmek.
breathe out
nefes vermek.
breathe
breathe bridh fiil soluk almak, teneffüs etmek.
breathless
breath.lesssıfat nefes nefese, soluğu kesilmiş.
breathtaking
breath.tak.ing breth'teykîng sıfat nefes kesici, çok heyecan verici.
bred
bredfiil bakınız breed
breeches
breech.es brîç'îz isim, çoğul pantolon.
breed
breed brid fiil (bred) 1. üremek. 2. yetiştirmek. 3. yol açmak, sebep olmak. isim cins, tür.
breeding
breed.ingisim 1. terbiye. 2. yetiştirme.
breeze
breeze briz isim hafif rüzgâr, esinti, meltem; imbat.
breezy
breez.y bri'zi sıfat 1. rüzgârlı. 2. teklifsiz. 3. lakayt, umursamaz. 4. canlı, hareketli.
brethren
breth.ren bredh'rın isim, çoğul kardeşler.
brevity
brev.i.ty brev'ıti isim kısalık.
brew
brew bru fiil 1. (bira, kahve) yapmak; (çay) demlemek. 2. (çay, kahve) içmeye hazır olmak, olmak. 3. (kötü bir şey) hazırlamak, tertiplemek; hazırlanmak,
175
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tertiplenmek. isim, konuşma dili bira: Want a brew? Bir bardak bira ister misin? brewer
brew.erisim bira yapımcısı.
brewery
brew.eryisim bira fabrikası.
brewski
brews.ki brus'ki isim, konuşma dili bira: He bought me two brewskies. Bana iki bira ısmarladı.
briar
bri.ar bray'ır isim bakınız brier
bribe
bribe brayb isim rüşvet. fiil rüşvet vermek, para yedirmek.
bribery
bribe.ryisim rüşvetçilik.
brick red
kiremit rengi.
brick up
tuğla örerek kapatmak.
brick
brick brîk isim (genellikle deliksiz veya boşluksuz) tuğla.
bricklayer
brick.lay.er brîk'leyır isim duvarcı, tuğla örücü.
brickyard
brick.yard brîk'yard isim tuğla harmanı.
bridal veil
duvak.
bridal
brid.alsıfat 1. geline ait. 2. nikâha ait.
bride
bride brayd isim gelin.
bridegroom
bride.groom brayd'grum isim güvey.
bridesmaid
brides.maid braydz'meyd isim gelinin nedimesi, nedime.
bridge
bridge brîc isim briç.
bridgehead
bridge.head brîc'hed isim, askeri köprübaşı.
bridle
bri.dle brayd'ıl isim (gem ve dizginlerin takıldığı) at başlığı. fiil 1. (ata) başlık takmak. 2. frenlemek, gemlemek, gem vurmak. 3. başını hafifçe kaldırarak öfkesini veya beğenmediğini belli etmek.
brief
brief brif sıfat kısa. isim, hukuk davanın özeti. fiil brifing yapmak.
briefcase
brief.case brif'keys isim evrak çantası.
briefing
brief.ing bri'fîng isim brifing.
briefly
brief.lyzarf kısaca.
briefs
briefs brifs isim, çoğul slip (paçasız erkek kilotu). 176
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
brier
bri.er bray'ır isim (herhangi bir) dikenli yabani çalı.
brig
brig brîg isim, denizcilikle ilgili 1. brik. 2. gemi hapishanesi.
brigade
bri.gade brîgeyd' isim tugay.
brigadier general
askeri tuğgeneral.
brigadier
brig.a.dier brîgıdîr' isim bakınız brigadier general
brigand
brig.and brîg'ınd isim haydut, eşkıya.
bright color
parlak renk.
bright lights
otomotiv (otomobil farlarına ait) uzunlar.
bright
bright brayt sıfat 1. parlak, parlayan. 2. akıllı, zeki.
brighten
bright.en brayt'ın fiil 1. parlatmak. 2. aydınlanmak, aydınlık olmak. 3. neşelendirmek; neşe katmak. 4. (bir yere) canlılık vermek, daha hoş ve sevimli bir hava vermek. 5. yüzünde mutlu bir ifade belirmek; mutlu olmak.
bright-eyed and bushy-tailed
konuşma dili tam formunda.
brights
brightsisim, çoğul, konuşma dili (otomobil farlarına ait) uzunlar.
brilliance
bril.lianceisim 1. parlaklık, göz alıcılık. 2. deha. 3. harikuladelik, mükemmellik.
brilliant
bril.liant brîl'yınt sıfat 1. parlak, göz alıcı. 2. dahice, parlak. 3. harikulade, harika, mükemmel. isim pırlanta.
brilliantly
bril.liant.lyzarf parlak bir şekilde, pırıl pırıl.
brim
brim brîm isim 1. bardak ağzı. 2. şapka kenarı.
brimful
brim.fulsıfat ağzına kadar dolu, silme.
brimstone
brim.stone brîm'ston isim kükürt.
brine
brine brayn isim 1. salamura, tuzlu su. 2. deniz suyu.
bring a child into the world
(anne) çocuğu dünyaya getirmek, çocuğu doğurmak; (doktor/ebe) çocuğu doğurtmak.
bring about
meydana getirmek, sebep olmak.
bring along
yanında getirmek.
bring around
ikna etmek. 2. ayıltmak.
bring down the house
konuşma dili bir alkış tufanı kopartmak.
177
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bring forth
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yaratmak, meydana getirmek; yol açmak, sebep olmak. 2. doğurmak.
bring forward
ileri sürmek, arzetmek. 2. hesap toplamını nakletmek. 3. ileri bir tarihe almak.
bring home the bacon
ailesinin geçimini sağlamak, ailesini geçindirmek.
bring in
getirmek. 2. (para) kazandırmak; kazanmak. 3. hukuk (qüri) karara varmak.
bring into disrepute
-e gölge düşürmek.
bring into line
sıraya sokmak.
bring off
konuşma dili başarmak, başarıyla yapmak.
bring on
sebep olmak. 2. geliştirmek.
bring out
(yeni bir şeyi) yapmak veya yayımlamak. 2. belli etmek, meydana çıkarmak. 3. (çekingen birinin) konuşup rahat davranmasına sebep olmak, -i açmak.
bring pressure to bear on
-i sıkıştırmak, -i zorlamak.
bring round
ikna etmek. 2. ayıltmak.
bring shame on
-i rezil etmek.
bring someone down
konuşma dili birinin keyfini bozmak.
bring someone in on
birinin (bir işe) katılmasını sağlamak, birini (bir işe) katmak.
bring someone to her knees
birini yola getirmek, birine boyun eğdirmek, birine diz çöktürmek.
bring someone to his knees
birini yola getirmek, birine boyun eğdirmek, birine diz çöktürmek.
bring someone to justice
(yargılanmak üzere) birini mahkemenin önüne çıkartmak.
bring someone to reason
birinin aklını başına getirmek.
bring someone to
birini ayıltmak.
bring someone up to date
birini en son olaylardan/gelişmelerden haberdar etmek.
bring someone word of
.. hakkında birine haber getirmek.
bring something home to someone
konuşma dili bir şeyi birinin kafasına dank ettirmek.
bring something to bear on
-e bir şeyi uygulatmak: He brought some pressure to bear on the general. Generale biraz baskı yaptırdı.
bring suit against
-i dava etmek. 178
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bring the house down
çok alkışlanmak.
bring through
birinin (bir hastalığı, zor bir durumu) atlatmasını sağlamak.
bring to a head
karar noktasına getirmek.
bring to light
meydana çıkarmak, aydınlatmak, gün ışığına çıkarmak.
bring to mind
hatırlatmak, akla getirmek; hatırlamak.
bring to pass
sonuçlandırmak.
bring to
ayıltmak.
bring up one's big guns
en önemli dayanakları/kanıtları ileri sürmek; en önemli destekçileri getirmek.
bring up
yetiştirmek, büyütmek. 2. bahsetmek.
bring
bring brîng fiil (brought) getirmek.
brink
brink brîngk isim 1. kenar (uçurum, felaket). 2. kıyı.
brisk
brisk brîsk sıfat 1. canlı; hareketli; istenilen hızda hareket eden. 2. sertçe esen (rüzgâr).
briskly
brisk.lyzarf canlı veya hareketli bir şekilde; istenilen hızda.
bristle with
(hoş olmayan bir şeyle) dolu olmak.
bristle
bris.tle brîs'ıl isim sert kıl, domuz kılı. fiil 1. tüylerini kabartmak. 2. dikleşmek, kızmak.
bristly
brist.lysıfat kıllı.
Britain
Brit.ain brît'ın isim Britanya.
britches
britch.es brîç'ız isim, çoğul, konuşma dili pantolon.
British
Brit.ish brît'îş sıfat Britanya'ya ait, İngiliz.
Briton
Brit.on brît'ın isim Britanyalı.
brittle
brit.tle brît'ıl sıfat kırılgan; gevrek.
broach
broach broç fiil (bir konuyu) açmak.
broad bean
bakla.
broad jump
spor uzun atlama.
broad
broad brôd sıfat 1. geniş; engin. 2. genel, ayrıntılara girmeyen. isim, argo eksik etek, kadın.
broadcast
broad.cast brôd'käst fiil (broadcast) 1. (radyo veya televizyonla) yayımlamak. 2. (tohum) saçmak. 3.
179
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yaymak, herkese söylemek. isim radyo veya televizyon yayını. broaden
broad.en brôd'ın fiil genişletmek; genişlemek.
broadly speaking
kabaca, yaklaşık.
broad-minded
broad-mind.ed brôd'mayn'dîd sıfat açık fikirli, hoşgörülü.
brocade
bro.cade brokeyd' isim brokar.
brochure
bro.chure broşûr' isim broşür; kitapçık.
brogue
brogue brog isim 1. şive. 2. bir çeşit erkek ayakkabısı.
broil
broil broyl fiil 1. ızgara yapmak, ızgarada kızartmak. 2. konuşma dili (hava) çok sıcak olmak.
broiler
broil.erisim 1. fırında et kızartmaya özgü ızgaralı kap. 2. ızgaralık piliç.
broiling hot
konuşma dili çok sıcak (hava).
broke
broke brok fiil bakınız break
broken
bro.ken bro'kın sıfat 1. kırık, kırılmış. 2. bozuk, bozulmuş. 3. (kötü bir olaydan sonra) umudunu yitirmiş. 4. dilbilgisi kurallarına uymayan (bir yabancının konuşması): That Frenchman speaks broken English. O Fransız, İngilizceyi iyi konuşamıyor.
broken-down
bro.ken-downsıfat işi bitmiş, bitik; harap.
broken-hearted
bro.ken-heart.edsıfat kalbi kırık.
broker
bro.ker bro'kır isim komisyoncu; banker.
bronchitis
bron.chi.tis brangkay'tîs isim bronşit.
bronze
bronze branz isim bronz, tunç.
brooch
brooch broç isim broş.
brood
brood brud fiil 1. kuluçkaya yatmak. 2. derin derin düşünmek, düşünceye dalmak. isim kuluçka.
brooder
brood.erisim kuluçka makinesi.
broody
broo.dysıfat 1. kuluçkaya yatmak isteyen. 2. düşünceye dalan.
brook
brook brûk isim çay, ırmak.
broom
broom brum isim 1. saplı süpürge. 2. katırtırnağı.
broomstick
broom.stick brum'stîk isim süpürge sopası. 180
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
broth
broth brôth isim et veya balık suyu.
brothel
broth.el brath'ıl, brôth'ıl isim genelev.
brother
broth.er br^dh'ır isim erkek kardeş, birader.
brotherhood
broth.er.hoodisim kardeşlik, birlik, beraberlik; bir kuruluşun üyeleri.
brother-in-law
broth.er-in-law br^dh'ırînlô isim enişte; kayınbirader; bacanak.
brotherly
broth.er.lyzarf erkek kardeşe özgü, ağabeyce.
brought
brought brôt fiil bakınız bring
brow
brow brau isim 1. alın. 2. kaş. 3. çehre, yüz. 4. yamaç.
browbeat
brow.beat brau'bit fiil (browbeat, browbeaten) gözünü korkutmak, yıldırmak.
brown sugar
esmerşeker.
brown
brown braun sıfat kahverengi. fiil karartmak; kararmak.
brownish
brown.ish brau'nîş sıfat kahverengimsi.
browse
browse brauz fiil 1. otlamak. 2. through -i şöyle bir okumak/karıştırmak.
bruise
bruise bruz fiil çürütmek, berelemek, ezmek. isim çürük, bere, ezik.
brunch
brunch br^nç isim, konuşma dili öğleye doğru yenen ve kahvaltı ile öğle yemeği yerine geçen yemek; kuşluk yemeği.
Brunei
Bru.nei brûnay', brûney' isim Brunei.
Bruneian
isim Bruneili. sıfat 1. Brunei, Brunei'ye özgü. 2. Bruneili.
brunette
bru.nette brunet' isim esmer kadın.
brush against
-e sürtünmek.
brush aside
önemsememek, aldırmamak.
brush off
başından atmak, savmak. 2. tozunu almak.
brush up on
(bilgiyi) tazelemek.
brush up
İngiliz İngilizcesi (bilgiyi) tazelemek.
brush
brush br^ş isim çalılık, fundalık.
brushoff
brush.off br^ş'ôf isim geri çevirme, ret.
181
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük brushwood
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
brush.wood br^ş'wûd isim 1. çalı çırpı. 2. sık çalılık, fundalık.
brusk
brusk br^sk sıfat sert, ters, kaba.
brusque
brusjue br^sk sıfat sert, ters, kaba.
Brussels sprouts
brüksellahanası, frenklahanası.
Brussels
Brus.sels br^s'ılz sıfat bakınız Brussels sprouts
brutal
bru.tal brut'ıl sıfat 1. vahşi, yabani. 2. merhametsiz.
brutality
bru.tal.i.ty brutäl'ıti isim vahşilik.
brutally
bru.tal.lyzarf vahşice.
brute force
kaba kuvvet.
brute
brute brut isim 1. hayvan. 2. vahşi adam.
bubble
bub.ble b^b'ıl isim kabarcık. fiil kaynamak, fokurdamak.
buccaneer
buc.ca.neer b^kınir' isim korsan.
buck for
(terfi, zam v.b.'ni) elde etmeye çalışmak.
buck naked
konuşma dili çırılçıplak.
buck up
konuşma dili neşelenmek.
buck
buck b^k zarf bakınız buck naked
bucket
buck.et b^k'ît isim kova.
buckle down
ciddiyetle/gayretle çalışmak.
buckle on
(tokalı bir kayışla) (bir şeyi) takmak/giymek.
buckle
buck.le b^k'ıl isim toka. fiil 1. (tokalı bir şeyi) bağlamak. 2. yer yer kabarmak/kamburlaşmak. 3. çökmeye başlamak.
buckling
buck.lingisim, mekanik flambaq; burkulma; buruşma.
buckshot
buck.shot b^k'şat isim (tüfek için) saçma.
buckwheat
buck.wheat b^k'hwit isim karabuğday.
bud
bud b^d isim tomurcuk; gonca. fiil (budded, budding) tomurcuklanmak; gonca vermek.
Buddhism
Bud.dhism bu'dîzım isim Budizm.
Buddhist
Bud.dhist bu'dîst isim, sıfat Budist.
budding
bud.dingsıfat yetişmekte olan: a budding physicist yetişmekte olan bir fizikçi.
buddy
bud.dy b^d'i isim arkadaş, ahbap. 182
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük budge
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
budge b^c fiil kımıldamak, hareket etmek; kımıldatmak.
budgerigar
bud.ger.i.gar b^c'ırigar isim, İngiliz İngilizcesi muhabbetkuşu.
budget
budg.et b^c'ît isim bütçe.
budgie
bud.gie b^c'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili muhabbetkuşu.
buff
buff b^f fiil (bir şeyi) yumuşak bir şeyle parlatmak.
buffalo
buf.fa.lo b^f'ılo isim bizon.
buffer state
tampon devlet.
buffer zone
tampon bölge.
buffer
buff.er b^f'ır isim tampon.
buffet
buf.fet bûfey' isim büfe.
bug off
konuşma dili toz olmak, gitmek.
bug
bug b^g isim 1. böcek. 2. mikrop, virüs. 3. konuşma dili gizli dinleme aygıtı. 4. konuşma dili (makinede) bozukluk. 5. bilgisayar hata, arıza. fiil, konuşma dili 1. (bir yere) gizli dinleme aygıtı yerleştirmek. 2. rahatsız etmek; -in canını sıkmak.
bug-eyed
bug-eyed b^g'ayd sıfat, konuşma dili patlak gözlü.
bugger about
oyalanarak vakit geçirmek.
bugger all
hiçbir şey.
bugger off
sıvışmak, toz olmak.
bugger someone about
birine zorluk çıkarmak.
bugger something up
bir şeyin içine etmek.
Bugger you!
Siktir!
bugger
bug.ger b^g'ır fiil, İngiliz İngilizcesi, kaba arkadan sikmek. isim, İngiliz İngilizcesi, argo 1. herif. 2. çok zor bir şey.
buggy
bug.gy b^g'i isim fayton; brıçka.
bughouse
bug.house b^g'haus isim, argo tımarhane.
bugle call
boru işareti.
bugle
bu.gle byu'gıl isim, müzik büğlü, boru (askerlere işaret vermek için kullanılan çalgı). 183
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bugler
bu.glerisim borazan, borazancı.
build castle in Spain
bakınız build castle in the air
build castle in the air
olmayacak hayeller kurmak. Are you building castles in the air again? Hayallere mi daldın gene?
build
build bîld fiil (built) 1. yapmak, kurmak, yaratmak. 2. yapı yapmak, inşa etmek. isim (insan için) yapı, bünye, fizik.
builder
build.erisim inşaatçı, müteahhit.
building complex
site.
building permit
inşaat ruhsatı.
building
build.ing bîl'dîng isim bina, yapı.
built
built bîlt fiil bakınız build
bulb
bulb b^lb isim 1. çiçek soğanı. 2. elektrik ampulü.
Bulgaria
Bul.gar.i.a bılger'iyı isim Bulgaristan.
Bulgarian
isim, sıfat 1. Bulgar. 2. Bulgarca.
bulge
bulge b^lc fiil bel vermek.
bulk
bulk b^lk isim 1. hacim, oylum. 2. çoğunluk.
bulky
bulkysıfat iri, cüsseli, hacimli, hantal.
bull session
yarenlik, söyleşi.
bull
bull bûl isim 1. boğa. 2. argo saçma, zırva.
bulldog
bull.dog bûl'dôg isim buldok.
bulldoze
bull.doze bûl'doz fiil 1. üstünden buldozer geçirmek. 2. argo zor kullanarak bir şeyi yapmaya mecbur etmek.
bulldozer
bull.doz.er bûl'dozır isim buldozer, dozer, yoldüzer.
bullet
bul.let bûl'ît isim kurşun, mermi.
bulletin board
ilan tahtası.
bulletin
bul.le.tin bûl'ıtın isim bildiri, belleten, bülten.
bulletproof
bul.let.proof bûl'ıtpruf sıfat kurşun geçirmez.
bullfight
bull.fight bûl'fayt isim boğa güreşi.
bullhorn
bull.horn bûl'hôrn isim, konuşma dili megafon.
bullion
bul.lion bûl'yın isim külçe altın veya gümüş; altın veya gümüş çubuk.
bully
bul.ly bûl'i isim kabadayı, zorba. fiil zorbalık etmek, kabadayılık etmek. 184
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bulwark
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bul.wark bûl'wırk isim siper, istihkâm. fiil siper ile korumak, muhafaza altına almak.
bulwarks
bul.warksisim, denizcilikle ilgili küpeşte.
bum
bum b^m isim, argo 1. serseri, başıboş adam. 2. otlakçı, anaforcu, başkalarının sırtından geçinen kimse. 3. İngiliz İngilizcesi kıç, makat. fiil (bummed, bumming) 1. serseri bir hayat sürmek. 2. otlamak, otlakçılıkla geçinmek; başkalarının sırtından geçinmek. 3. ödünç alıp geri vermemek.
bumblebee
bum.ble.bee b^m'bılbi isim toprak yabanarısı.
bumf
bumf b^mf isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1. hiçbir işe yaramayan kâğıtlar. 2. saçma laflar, saçma.
bump
bump b^mp isim 1. vuruş, çarpma. 2. şiş, yumru, tümsek. fiil vurmak, toslamak, çarpmak, bindirmek.
bumper crop
bereketli mahsul.
bumper
bump.er b^m'pır isim 1. otomotiv tampon. 2. ağzına kadar dolu kadeh veya bardak. sıfat mebzul, alışılandan çok daha bol.
bumpy
sıfat 1. tümsekli, engebeli. 2. inişli çıkışlı.
bun
bun b^n isim 1. çörek. 2. topuz: She wears her hair in a bun. Saçını hep topuz yapıyor.
bunch
bunch b^nç isim 1. salkım, demet, hevenk, deste. 2. grup, takım.
bundle someone off
birini apar topar göndermek: As soon as his wife was certified insane, Melih bundled her off to an asylum. Karısının deliliği resmen tasdik edilir edilmez Melih onu apar topar tımarhaneye kapattı.
bundle up
sıkı giyinmek, sarınıp sarmalanmak: It's cold out; you'd better bundle up. Dışarısı soğuk; sıkı giyinsen iyi olur.
bundle
bun.dle b^n'dıl isim 1. bohça. 2. yığın. fiil toplamak, bohçalamak.
bung up
konuşma dili 1. -i yara bere içinde bırakmak. 2. -e epey hasar vermek.
185
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük bung
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bung b^ng isim 1. tapa. 2. fıçı deliği. fiil 1. tıpalamak, ağzını tıpa ile kapamak. 2. dövmek, hırpalamak.
bungalow
bun.ga.low b^ng'gılo isim bungalov.
bungle
bun.gle b^ng'gıl fiil aptalca hatalar yaparak (bir şeyi) becerememek.
bunion
bun.ion b^n'yın isim (ayak parmağında oluşan) şiş.
bunk
bunk b^ngk isim saçma, zırva.
bunny
bun.ny b^n'i isim tavşan, tavşancık.
buoy someone up
birini neşelendirmek.
buoy
buoy boy isim şamandıra. fiil bakınız buoy someone up
buoyant
buoy.ant boy'ınt sıfat 1. yüzen, batmaz. 2. neşeli.
burden of proof
hukuk tartışılan şeyi kanıtlama zorunluğu.
burden
bur.den bır'dın isim yük, ağırlık. fiil 1. yüklemek. 2. yüklenmek, sıkıntı vermek.
burdensome
bur.den.somesıfat külfetli, sıkıcı.
bureau
bu.reau byûr'o isim (bureaus/bureaux) 1. büro, yazıhane, daire. 2. (aynalı ve alçak) şifoniyer.
bureaucracy
bu.reauc.ra.cy byûrak'rısi isim 1. bürokrasi, kırtasiyecilik. 2. devlet memurları.
bureaucrat
bu.reau.crat byûr'ıkrät isim bürokrat, kırtasiyeci.
bureaucratic
bu.reau.crat.ic byûrıkrät'îk sıfat bürokratik.
burette
bu.rette byuret' isim, kimya büret.
burger
burg.er bır'gır isim, konuşma dili hamburger.
burglar
bur.glar bır'glır isim ev/bina hırsızı.
burglarize
bur.glar.ize bır'glırayz fiil, konuşma dili ev/bina soymak.
burglary
bur.gla.ry bır'glıri isim ev/bina soyma, hırsızlık.
burial
bur.i.al ber'iyıl isim gömme, defin.
Burkina Faso
Bur.ki.na Fas.o bukinı fäs'o Burkina Faso.
Burkinese
Bur.ki.nese bıkîniz' isim (Burkinese) Burkina Fasolu. sıfat 1. Burkina Faso, Burkina Faso'ya özgü. 2. Burkina Fasolu.
Burkinian
Bur.ki.ni.an bıkî'niyın isim Burkina Fasolu. sıfat 1. Burkina Faso, Burkina Faso'ya özgü. 2. Burkina Fasolu. 186
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
burlap
bur.lap bır'läp isim çuval bezi.
burly
bur.ly bır'li sıfat iriyarı, cüsseli.
Burma
Bur.ma bır'mı isim Birmanya.
Burmese
Bur.mese bırmiz' isim (Burmese) 1. Birman; Birmanyalı. 2. Birmanca. sıfat 1. Birmanya, Birmanya'ya özgü; Birman. 2. Birmanyalı. 3. Birmanca.
burn down
yanıp kül olmak; yakıp kül etmek.
burn oneself out
kendini tüketmek.
burn out
yakıp yok etmek. 2. içini yakmak. 3. tamamen yanıp (kendi kendine) sönmek. 4. mahvolmak. 5. yanmak, bozulmak.
burn someone in effigy
protesto olarak sevilmeyen birinin kuklasını yakmak veya asmak.
burn someone up
konuşma dili birini çok kızdırmak/sinirlendirmek.
burn the candle at both ends
fazla çalışmak.
burn the midnight oil
gece yarısına kadar çalışmak.
burn up
tamamen yanmak. 2. yakmak, yakıp yok etmek.
burn
burn bırn fiil (burned/burnt) yanmak; yakmak. isim yanık, yanık yeri.
burned to a crisp
yanıp kül olmuş.
burner
burn.er bır'nır isim brülör.
burning
burn.ingsıfat 1. yanan, yanıcı. 2. şiddetli, hararetli, büyük: She has a burning desire to become rich and famous. Zengin ve ünlü olmak için yanıp tutuşuyor.
burnish
bur.nish bır'nîş fiil cilalamak; parlatmak. isim cila, parlaklık.
burnisher
bur.nish.erisim 1. cilacı, perdahçı. 2. mühre, perdah kalemi.
burnt
burnt bırnt fiil bakınız burn sıfat yanık, yanmış.
burp
burp bırp isim geğirme. fiil geğirmek; geğirtmek.
burrow
bur.row bır'o isim oyuk, in, yuva. fiil 1. tünel kazmak, yuva yapmak, oyuk açmak. 2. bir oyuk veya yuvada gizlenmek.
bursar
bur.sar bır'sır isim muhasebeci, okul veznedarı. 187
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük burst in on
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pat diye girmek: What do you mean bursting in on us like this? Ne diye odamıza böyle pat diye giriyorsun?
burst in upon
pat diye girmek: What do you mean bursting in on us like this? Ne diye odamıza böyle pat diye giriyorsun?
burst into flames
tutuşmak, alev almak.
burst into laughter
kahkahayı koyuvermek.
burst into tears
birden ağlamaya başlamak.
burst out crying
birden ağlamaya başlamak.
burst
burst bırst fiil (burst) patlamak, yarılmak. isim 1. patlama, çatlama. 2. ileri atılma. sıfat patlamış, patlak.
Burundi
Bu.run.di bûrun'di, bır^n'di isim Burundi.
Burundian
isim Burundili. sıfat 1. Burundi, Burundi'ye özgü. 2. Burundili.
bury the hatchet
barışmak.
bury
bur.y ber'i fiil 1. gömmek, defnetmek. 2. gizlemek, saklamak, örtmek.
bus station
otobüs terminali.
bus stop
otobüs durağı.
bus
bus b^s isim otobüs.
bush
bush bûş isim çalı, çalılık.
bushel
bush.el bûş'ıl isim 1. kile. 2. İngiliz İngilizcesi 0/5 kile.
bushiness
bush.i.nessisim çalı gibi olma.
bushy
bush.y bûş'i sıfat 1. çalıyla kaplı. 2. çalı gibi, gür (saç, kaş, kuyruk v.b.).
business hours
iş saatleri.
business transaction
(ticari) iş.
business trip
iş seyahati.
business
busi.ness bîz'nîs isim 1. iş, meslek, görev. 2. ticaret. 3. mesele, problem.
businesslike
busi.ness.likesıfat ciddi, sistemli.
businessman
busi.ness.man bîz'nîsmän isim (businessmen) işadamı.
businesswoman
busi.ness.wom.an bîz'nîswûmın isim (businesswomen) iş kadını.
bust a gut
konuşma dili eşek gibi çalışmak. 188
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bust one's ass
kaba kıçını yırtmak, eşek gibi çalışmak.
bust out of
konuşma dili (bir yerden) sıvışıp kaçmak.
bust
bust b^st isim 1. göğüs. 2. büst.
busted
bust.ed b^s'tîd sıfat, konuşma dili 1. kırık, kırılmış; bozuk, bozulmuş; patlak, patlamış. 2. iflas etmiş, sıfırı tüketmiş, topu atmış.
bust-up
bust-up b^st'^p isim, konuşma dili boşanma; birbirinden ayrılma.
busy as a bee
çok meşgul.
busy signal
telefon meşgul sesi.
busy
bus.y bîz'i sıfat 1. meşgul: I've had a busy day. Bugün çok meşguldüm. 2. işlek, hareketli.
but for
sayesinde, ... olmasaydı: But for her relationship with the boss she would have been fired long ago. Şefle ilişkisi olmasaydı çoktan işten çıkarılmıştı.
but what
.. ki, gene de, rağmen.
but
but b^t edat -den gayri, -den başka: The new maid will do almost anything but wash windows. Yeni hizmetçi, pencere silmek hariç, hemen hemen her işi yapar. bağlaç fakat, ama, lakin, ancak, halbuki, ki: I'll do almost anything for you, but I won't do that. Sizin için hemen hemen her şeyi yaparım, ama onu yapmam. zarf ama, sadece, yalnızca: He's but a child. Ama o bir çocuk.
butane
bu.tane byu'teyn isim bütan.
butcher
butch.er bûç'ır isim kasap. fiil 1. kasaplık hayvan kesmek. 2. katletmek. 3. berbat etmek, rezil etmek.
butchery
butch.eryisim 1. mezbaha, salhane. 2. katliam, kırım.
butler
but.ler b^t'lır isim bir evin baş hizmetkârı; kâhya, baş uşak.
butt in on
-e karışmak, -e burnunu sokmak.
butt in
araya girmek, karışmak, burnunu sokmak.
butt
butt b^t isim 1. uç, sap. 2. dipçik. 3. izmarit. 4. popo, kıç. 189
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük butter up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili -e yağ çekmek, -i yağlamak, -e dalkavukluk etmek.
butter
but.ter b^t'ır isim tereyağı. fiil tereyağı sürmek.
buttercup
but.ter.cup b^t'ırk^p isim düğünçiçeği.
butterfat
but.ter.fat b^t'ırfät isim süt kaymağı.
butterfingers
but.ter.fin.gers b^t'ırfîng.gırz isim sakar kimse.
butterfly
but.ter.fly b^t'ırflay isim kelebek.
buttermilk
but.ter.milk b^t'ırmîlk isim yayık ayranı.
buttocks
but.tocks b^t'ıks isim but, kalça, kıç, popo, kaba et.
button
but.ton b^t'ın isim 1. düğme. 2. elektrik düğmesi, düğme, büton.
buttonhole
but.ton.hole b^t'ınhol isim ilik, düğme iliği. fiil yakasına yapışmak.
buttress
but.tress b^t'rîs isim 1. payanda, ayak. 2. destek. fiil desteklemek.
buxom
bux.om b^k'sım sıfat 1. sıhhatli, canlı; etli butlu. 2. çekici, neşeli.
buy a pig in a poke
hiç görmeden almak; hiç kontrol etmeden almak.
buy in
ortak olmak; hisse almak.
buy off
rüşvetle elde etmek, rüşvetle defetmek, savuşturmak; satın almak.
buy on impulse
düşünmeden satın almak.
buy on installment
taksitle satın almak.
buy on margin
yalnız ihtiyat akçesi yatırarak satın almak.
buy out
bütün hisselerini almak.
buy over
(birini) rüşvetle satın almak.
buy something between themselves
bir şeyi ortaklaşa satın almak: They bought the house between them. Evi ortaklaşa satın aldılar.
buy something sight unseen
bir şeyi hiç görmeden satın almak.
buy up
tümünü satın almak, kapatmak.
buy
buy bay fiil (bought) satın almak, almak. isim 1. alış, alma. 2. kelepir.
buyer
buy.erisim alıcı, müşteri.
buyer's market
alıcı piyasası. 190
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
buzz off
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili toz olmak, sıvışmak.
buzz
buzz b^z isim vızıltı. fiil vızıldamak.
buzzard
buz.zard b^z'ırd isim bir tür akbaba.
buzzer
buzz.erisim vızıltılı elektrik zili, vibratör.
by a hair's breadth
kıl payı, az kaldı.
by a long shot
Pekiştirici olarak kullanılır: She was the best by a long shot. Tartışmasız en iyisi oydu.
by a narrow majority
az bir çoğunlukla.
by a vote of thirteen to twelve
on ikiye karşı on üç oyla.
by accident
kazara, yanlışlıkla. 2. rastlantı sonucu, tesadüfen.
by acclamation
isteklerini tezahüratla göstererek: They elected Yazgülü president by acclamation. Onu istediklerini tezahüratla göstererek Yazgülü'nü başkan seçtiler.
by all accounts
herkesin dediğine göre.
by all means
elbette.
by and by
çok geçmeden.
by and large
genellikle.
by any means
ne şekilde olursa olsun, ne pahasına olursa olsun. 2. hiç.
by chance
tesadüfen, kazara.
by common consent
oybirliğiyle.
by courtesy of
izniyle, sayesinde.
by day
gündüzün.
by degrees
derece derece, tedricen.
by dint of
-in sayesinde.
by ear
müzik notasız, kulaktan.
by fair means or foul
her ne pahasına olursa olsun.
by far
(öbürlerinden) kat kat daha ...: They're by far the best. Onlar kat kat daha iyi.
by fits and starts
düzensiz bir tempo ile, rasgele çalışarak.
By golly!
Vallahi!
By gosh!
Vallahi!
by half
çok fazla. 191
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
by hand
elle.
by heart
ezbere.
by herself
kendi başına, kendi kendine.
by hook or by crook
ne yapıp yapıp.
by inches
ağır ağır, yavaş yavaş.
by itself
kendi başına: That cat can open the window by itself. O kedi pencereyi kendi başına açabilir. The window opened by itself. Pencere kendiliğinden açıldı.
by leaps and bounds
büyük bir hızla.
by main force
zorla.
by means of
aracılığıyla, vasıtasıyla.
by name
adıyla, ismiyle: He called me by name. Bana ismimle hitap etti. 2. ismen: I know him by name only. Onu ancak ismen tanıyorum.
by nature
yaradılıştan, doğuştan.
by night
geceleyin.
by no means
asla, katiyen.
by oneself
yalnız, kendi kendine.
by order of
-in emrine göre, -in emri gereğince.
by reason of
nedeniyle, sebebiyle.
by request
rica üzerine.
by return mail
ilk posta ile (cevap).
by return of post
İngiliz İngilizcesi ilk posta ile (cevap).
by return post
ilk posta ile, acele.
by rote
mekanik olarak, düşünmeden, ezberden.
by stealth
hırsızlama; gizlice; dikkati çekmeden.
by the gross
ticaret toptan.
by the job
götürü.
by the piece
parça başına.
by the same token
aynı şekilde, aynen: He hasn't been friendly to us, but by the same token we haven't been very friendly to him. O bize sıcak davranmadı, fakat biz de ona pek sıcak davranmadık.
by the skin of one's teeth
kıl payı, ancak, güçbela. 192
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
by the sweat of one's brow
alnının teriyle.
by the way
sırası gelmişken, aklıma gelmişken.
by the week
hafta hesabına göre.
by turns
nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
by twos
ikişer ikişer.
by virtue of
-den dolayı, nedeniyle, yüzünden.
by way of
yolu ile, -den.
by weight
tartı ile.
by your leave
izninizle.
by yourself
kendi kendine; kendi kendinize.
by
by bay zarf 1. yakın, yakında. 2. bir kenara, bir yana.
bye-bye
bye-bye bay'bay ünlem 1. Allahaısmarladık. Hoşça kal. 2. güle güle.
by-election
by-e.lec.tion bay'îlekşın isim, İngiliz İngilizcesi ara seçim.
Byelorussia
Bye.lo.rus.sia byelor^ş'ı isim bakınız Belarus
Byelorussian
Bye.lo.rus.sian byelor^ş'ın isim, sıfat bakınız Belarussian
bygone
by.gone bay'gôn sıfat geçmiş, eski. isim, çoğul geçmiş şey.
bylaw
by.law bay'lô isim yönetmelik maddesi.
by-line
by-line bay'layn isim yazar adının verildiği satır.
bypass
by.pass bay'päs isim 1. baypas, baypas yol, çevre yolu. 2. elektrik baypas. 3. tıbbi baypas ameliyatı, baypas: heart bypass kalp baypası. fiil baypas yoluyla - den geçmek.
by-product
by-prod.uct bay'pradıkt isim yan ürün, türev ürün.
bystander
by.stand.er bay'ständır isim seyirci kalan.
byte
byte bayt isim, bilgisayar bayt.
by-way
by-way bay'wey isim gizli, özel veya karanlık yol, dolaşık yol; yan yol.
byword
by.word bay'wırd isim atasözü; çok kullanılan bir deyim.
193
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Byzantine
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Byz.an.tine bîz'ıntin isim Bizanslı. sıfat 1. Bizans, Bizans'a özgü. 2. Bizanslı.
Byzantium
By.zan.ti.um bîzän'şiyım isim Bizans.
C
CRomen rakamları dizisinde 744 sayısı, C.
C. of C.
C. of C. si'^v.si' kısaltma Chamber of Commerce
C. of E.
C. of E. si'^v.i' kısaltma the C. of E.
c.c.
c.c., cc si'si' kısaltma cubic centimeters carbon copy
C.E.
C.E.kısaltma «Chemical Engineer» Church of England Civil Engineer
C.F.
C.F., c.f. si'ef' kısaltma cost and freight
C.F.I.
C.F.I., c.f.i.kısaltma cost, freight, and insurance
C.I.F.
C.I.F.kısaltma cost, insurance, and freight
C.O.
C.O. si'o' kısaltma Commanding Officer
C.O.D.
C.O.D., c.o.d. si'o'di' kısaltma «cash on delivery» collect on delivery
C.P.A.
C.P.A. si'pi'ey' kısaltma Certified Public Accountant
c/f
c/f si'ef' kısaltma carried forward
c/o
c/o si'o' kısaltma bakınız c.o.
cab
cab käb isim 1. taksi. 2. tek atlı binek arabası. 3. lokomotif veya kamyon sürücüsünün oturduğu kapalı bölüm.
cabbage
cab.bage käb'îc isim lahana.
cabin boy
kamarot.
cabin class
ikinci sınıf.
cabin
cab.in käb'în isim 1. kulübe. 2. kamara, kabin. fiil 1. kabin veya kamarada yaşamak. 2. küçük bir yere kapamak, tahdit etmek.
cabinet
cab.i.net käb'ınît isim 1. (camlı ve raflı) dolap. 2. kabine, bakanlar kurulu. 3. küçük özel oda.
cabinetmaker
cab.i.net.mak.erisim ince iş yapan marangoz.
cabinetmaker's glue
tutkal.
cabinetwork
cab.i.net.workisim ince marangozluk.
cable car
teleferik. 2. kablo ile çekilen araba.
cable television
kablolu televizyon. 194
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ca.ble key'bıl isim 1. kablo. 2. denizcilikle ilgili gomene, palamar. 3. telgraf.
cablegram
ca.ble.gram key'bılgräm isim sualtı kablosu ile çekilen telgraf.
caboose
ca.boose kıbus' isim marşandizin arkasına takılan ve demiryolu görevlilerini taşıyan cumbalı vagon.
cacao bean
kakao tohumu.
cacao butter
kakao yağı.
cacao
ca.cao kıkey'o, kıka'o isim kakao ağacı, hintbademi.
cackle
cack.le käk'ıl fiil 1. gıdaklamak. 2. kesik kesik gülmek. 3. gürültülü bir şekilde konuşmak, gevezelik etmek. isim 1. gıdaklama. 2. gevezelik.
cactus
cac.tus käk'tıs isim kaktüs.
cad
cad käd isim aşağılık herif.
cadaver
ca.dav.er kıdäv'ır, kıdey'vır isim ceset, kadavra.
caddie
cad.die käd'i isim, golf oyuncunun sopalarını taşıyan kimse. fiil, golf oyuncunun sopalarını taşımak.
cadence
ca.dence keyd'ıns isim 1. ritim, ahenk. 2. sesin yavaşlaması. 3. müzik perdenin derece derece inmesi, nağmenin sonu, kadans.
cadet corps
harp okulu taburu.
cadet
ca.det kıdet' isim 1. harp okulu öğrencisi. 2. küçük erkek kardeş veya oğul. 3. en küçük erkek çocuk.
café
ca.fé käfey', kıfey' isim küçük lokanta.
cafeteria
caf.e.te.ria käfıtîr'iyı isim kafeterya.
caffeine
caf.feine käf'in isim kafein.
caftan
caf.tan käf'tın, kaftan' isim kaftan.
cage
cage keyc isim 1. kafes. 2. hapishane. 3. asansör. 4. (inşaatlarda) iskele. fiil kafese kapamak, hapsetmek.
cagey
ca.gey key'ci sıfat 1. çok dikkatli. 2. kurnaz, uyanık.
cajole
ca.jole kıcol' fiil tatlı sözlerle kandırmak.
cajolement
ca.jole.ment kıcol'mınt isim tatlı sözlerle kandırma.
cajolery
ca.jol.er.y kıcol'ıri isim tatlı sözlerle kandırma.
cake
cake keyk isim 1. pasta, kek, çörek. 2. kalıp. 3. küspe. 195
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük calamitous
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ca.lam.i.toussıfat felaketli, felaket getiren, vahim, belalı.
calamity
ca.lam.i.ty kıläm'ıti isim bela, felaket, afet.
calcification
cal.ci.fi.ca.tion kälsıfîkey'şın isim 1. kireçleşme, kireç haline gelme. 2. kireçlenme, kalsifikasyon.
calcify
cal.ci.fy käl'sıfay fiil 1. kireç haline koymak. 2. kireçlenmek. 3. kalsiyum tuzları ile sertleştirmek, taş haline getirmek. 4. taş haline gelmek.
calcium
cal.ci.um käl'siyım isim kalsiyum.
calculate
cal.cu.late käl'kyıleyt fiil 1. hesap etmek, hesaplamak. 2. saymak. 3. ayarlamak.
calculation
cal.cu.la.tionisim 1. hesaplama, hesap. 2. tahmin.
calculator
cal.cu.la.tor käl'kyıleytır isim 1. hesap eden kimse. 2. hesap makinesi. 3. hesap cetveli.
calendar year
takvim yılı.
calendar
cal.en.dar käl'ındır isim takvim.
calf love
konuşma dili çocukluk aşkı.
calf
calf käf, kaf isim (calves) dana, buzağı.
calfskin
calf.skin käf'skîn isim vidala, vaketa.
caliber
cal.i.ber käl'ıbır isim 1. çap, kalibre. 2. yetenek, kabiliyet, kapasite.
calibre
cal.i.bre käl'ıbır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız caliber
calico cat
beyaz, siyah ve turuncu renkli dişi kedi.
calico
cal.i.co käl'îko isim (calicoes/calicos) 1. pamuklu bez, basma. 2. İngiliz İngilizcesi patiska. sıfat 1. patiskadan yapılmış. 2. benekli.
calif
ca.lif käl'îf, key'lîf isim halife.
caliph
ca.liph käl'îf, key'lîf isim halife.
caliphate
ca.liph.ate key'lîfeyt, käl'îfeyt isim halifelik, hilafet.
call a halt to
-i durdurmak, -i kesmek, -e son vermek.
call a spade a spade
doğruya doğru, eğriye eğri demek, gerçekleri sakınmadan söylemek, dobra dobra konuşmak.
call for
-i istemek. 2. -i gerektirmek, -i icap ettirmek.
call forth
çıkarmak, ortaya çıkarmak. 196
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
call girl
telekız.
call in question
-in doğruluğundan şüphe etmek. 2. -e gölge düşürmek.
call in
(yardımcı veya danışman olarak) (birini) çağırmak. 2. (bir şeyin) iade edilmesini istemek. 3. (borcun) ödenmesini istemek. 4. (parayı) tedavülden kaldırmak.
call into being
yaratmak, halketmek.
call it a day
paydos etmek.
Call it what you want.
Ne derseniz deyin.
call number
kütüphanelerde kitapları sınıflandıran numara.
call off
-i iptal etmek.
call on the carpet
azarlamak.
call out
(askerleri, grevcileri v.b.'ni) devreye sokmak.
call someone ... for short
birine kısaca ... demek: They call him "İbo" for short. Ona kısaca "İbo" diyorlar.
call someone back
birini geri çağırmak. 2. birine tekrar telefon etmek; kendisini telefonla arayıp bulamayan birine telefon etmek.
call someone down
konuşma dili birini azarlamak.
call someone names
birine/biri için (yalancı, korkak, köpek gibi) kötü sözler söylemek: He's calling her names. Ona kötü şeyler söylüyor.
call someone to account
birisinden hesap sormak.
call someone up
birine telefon etmek. 2. birini askere çağırmak.
call someone's attention to
birinin dikkatini (bir şeye) çekmek.
call something into question
bir şeyden şüphe duymak.
call something to mind
(birine) bir şeyi hatırlatmak.
call the game off
oyunu iptal etmek.
call the shots
konuşma dili borusu ötmek, sözü geçmek, (bir yerin) amiri olmak.
call to mind
hatırlamak; hatırlatmak, akla getirmek.
call to order
(toplantıyı) açmak.
call
call kôl fiil 1. ( out ) seslenmek, çağırmak; bağırmak: Did you qust call me? Bana demin seslendin mi? He called out for help. "İmdat!"' diye bağırdı. 2. uğramak; ( 197
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
on ) (birine) uğramak; ( at ) (bir yere) uğramak: He calls once a day. Günde bir defa uğrar. Let's call on Mefharet. Mefharet'e uğrayalım. Does this boat call at Kaş? Bu gemi Kaş'a uğrar mı? 3. telefon etmek: When did you call me? Bana ne zaman telefon ettiniz? 4. ( out/off ) söylemek, yüksek sesle okumak: He called out the names of the winners. Kazananların isimlerini yüksek sesle okudu. 5. çağırmak, davet etmek: We'll call him as a witness. Onu tanık olarak çağıracağız. Call the witness to the stand. Tanığı kürsüye çağırın. 6. (toplantı, seçim, grev v.b.'nin yapılacağını) ilan etmek. 7. uyandırmak. 8. isim koymak; diye hitap etmek: What shall we call him? Ona hangi ismi koyalım? Her real name's Faika but they call her Fofoş. Gerçek adı Faika, fakat kendisine Fofoş diyorlar. 9. demek, düşünmek, saymak; iddia etmek: Do you call this dump beautiful? Bu çöplüğe güzel mi diyorsun? He called her a dumbbell. Ona kaz kafalı dedi. How can you call yourself a friend of mine? Benim dostum olduğunu nasıl iddia edebilirsin? 10. (bir miktarı) yuvarlak bir sayıya çevirmek: Your bill's 344254 TL; let's call it 344444 TL. Hesabınız 788258 TL tutuyor; buna yuvarlak hesap 788888 TL diyelim. calligrapher
cal.lig.ra.pher kılîg'rıfır isim kaligraf; hattat.
calligraphy
cal.lig.ra.phy kılîg'rıfi isim kaligrafi; hat sanatı, hat, hüsnühat.
calling card
kartvizit.
callous
cal.lous käl'ıs sıfat 1. katı, duyarsız, hissiz. 2. nasırlı, nasır tutmuş. fiil nasırlanmak.
callously
cal.lous.lyzarf umursamayarak, aldırış etmeden, duyarsızca.
callousness
call.ous.nessisim duyarsızlık, aldırışsızlık.
callow
cal.low käl'o sıfat 1. toy, tecrübesiz. 2. tüyleri bitmemiş (kuş). 3. basık. isim basık arazi. 198
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
callowness
cal.low.nessisim toyluk, tecrübesizlik.
calm down
yatışmak; yatıştırmak.
calm
calm kam sıfat sakin, durgun, dingin. isim sükûnet, durgunluk, dinginlik. fiil 1. yatıştırmak, sakinleştirmek; yatışmak, sakinleşmek. 2. (fırtına) dinmek; (deniz) sakinleşmek.
calmative
calm.a.tivesıfat, isim yatıştırıcı (ilaç).
calmly
calm.lyzarf sakince, heyecan göstermeden.
calorie
cal.o.rie käl'ıri isim kalori.
calory
cal.o.ry käl'ıri isim kalori.
calumniate
ca.lum.ni.ate kıl^m'niyeyt fiil iftira etmek, çamur atmak, kara çalmak.
calumny
cal.um.ny käl'ımni isim iftira, kara çalma.
calve
calve käv fiil buzağı doğurmak, buzağılamak.
calves
calves kävz isim bakınız calf
cam
cam käm isim, makine kam.
Cambodia
Cam.bo.di.a kämbo'diyı isim bakınız Kampuchea Cambodian isim, sıfat bakınız Kampuchean
cambric tea
sıcak su ile süt ve şeker karışımı bir içecek (bazen çay da katılır).
cambric
cam.bric keym'brîk isim 1. ince beyaz pamuklu veya keten kumaş. 2. patiska.
came
came keym fiil bakınız come
camel hair
deve tüyü.
camel
cam.el käm'ıl isim deve.
cameleer
cam.eleerisim deveci.
cameleon
ca.me.le.on kımil'yın isim bakınız chameleon
camellia
ca.mel.lia kımil'yı isim kamelya.
camera
cam.er.a käm'ırı, käm'rı isim fotoğraf makinesi, kamera.
cameraman
cam.era.manisim kameraman.
Cameroon
Cam.er.oon kämırun' isim Kamerun.
Cameroonian
Cam.er.oonianisim Kamerunlu. sıfat 1. Kamerun, Kamerun'a özgü. 2. Kamerunlu. 199
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
camomile
cam.o.mile käm'ımayl isim bakınız chamomile
camouflage
cam.ou.flage käm'ıflaq askeri, isim kamuflaq, saklama, gizleme. fiil kamufle etmek, gizlemek.
camp chair
portatif sandalye.
camp
camp kämp isim 1. kamp. 2. ordugâh.
campaign
cam.paign kämpeyn' isim 1. sefer, seferberlik. 2. kampanya. fiil 1. mücadele etmek. 2. kampanyaya katılmak.
campaigner
cam.paign.erisim kampanyacı, kampanyaya katılan kimse.
camper
camp.er käm'pır isim 1. kampçı. 2. ufak kamp karavanı; karavan gibi kullanılan minibüs veya kamyonet.
campfire
camp.fire kämp'fayr isim kamp ateşi.
campground
camp.ground kämp'graund isim kamp sahası.
camphor
cam.phor käm'fır isim kâfur, kâfuru.
camping
camp.ing käm'pîng isim kamp yapma.
campsite
camp.site kämp'sayt isim kamp yeri.
campus
cam.pus käm'pıs isim kampus. fiil okulda kalma cezası vermek.
camshaft
cam.shaft käm'şäft isim, makine eksantrik mili, kam mili.
Can he sit a horse?
Ata binmeyi biliyor mu?
Can it!
Kes artık!
can opener
konserve açacağı.
Can you drop by tonight?
Bu gece bize uğrar mısın?
can
can kän isim 1. konserve kutusu, teneke kutu. 2. argo klozet; hela taşı. 3. argo tuvalet, memişhane, yüznumara. 4. argo hapishane, kodes. fiil (canned, canning) 1. konserve yapmak. 2. argo işten atmak, sepetlemek.
Canada
Can.a.da kän'ıdı isim Kanada.
Canadian
Ca.na.di.an kıney'diyın isim Kanadalı. sıfat 1. Kanada, Kanada'ya özgü. 2. Kanadalı. 200
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
canal
ca.nal kın'äl isim kanal.
canapé
can.a.pé kän'ıpi isim, ahçılık kanepe.
canary
ca.nar.y kıner'i isim kanarya.
cancel
can.cel kän'sıl fiil 1. üstüne çizgi çekmek, silmek. 2. iptal etmek. 3. matematik kısaltmak.
cancellation
can.cel.la.tionisim 1. iptal etme. 2. iptal olunan şey.
cancer
can.cer kän'sır isim kanser.
cancerous
can.cer.oussıfat 1. kanserli. 2. kanser gibi.
candid
can.did kän'dîd sıfat 1. samimi, içten. 2. tarafsız. 3. dürüst.
candidacy
can.di.dacy kän'dîdısi isim adaylık.
candidate
can.di.date kän'dîdeyt, kän'dîdît isim aday, namzet.
candidateship
can.di.date.shipisim adaylık, namzetlik.
candidly
can.did.lyzarf samimiyetle, içtenlikle.
candidness
can.did.nessisim samimiyet, içtenlik.
candied
can.died kän'did sıfat 1. şekerle kaplı, şekerli: candied orange peel portakal kabuğu şekerlemesi. 2. tatlı dilli.
candle
can.dle kän'dıl isim mum.
candlelight
can.dle.light kän'dıl.layt isim mum ışığı.
candlestick
can.dle.stick kän'dılstîk isim şamdan.
candor
can.dor kän'dır isim 1. samimiyet, açık kalplilik. 2. dürüstlük. 3. tarafsızlık.
candour
can.dour kän'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız candor
candy store
şekerci dükkânı, şekerci.
candy
can.dy kän'di isim şeker, bonbon, şekerleme, çikolata. fiil 1. şekerleme yapmak. 2. şerbet içinde kaynatmak. 3. şekerleme haline getirmek.
cane sugar
şekerkamışından elde edilen şeker.
cane
cane keyn isim 1. baston, değnek. 2. kamış, bambu; şekerkamışı. fiil 1. baston ile dövmek. 2. kamışla kaplamak, hasırlamak.
canine tooth
köpekdişi.
201
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük canine
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ca.nine key'nayn sıfat 1. köpekgillere özgü. 2. anatomi köpekdişine ait. isim, zooloji köpekgillerden bir hayvan.
canister
can.is.ter kän'îstır isim (çay, kahve v.b. konulan) teneke kutu.
canker
can.ker käng'kır isim pamukçuk, aft.
canned
canned känd sıfat konserve: canned chickpeas konserve nohut.
cannery
can.ner.y kän'ıri isim konserve fabrikası, konserve yapılan yer.
cannibal
can.ni.bal kän'ıbıl isim yamyam.
cannibalism
can.ni.bal.ismisim yamyamlık.
canning
can.ning kän'îng isim konserve yapma.
cannon
can.non kän'ın isim, askeri top.
cannonball
can.non.ballisim top güllesi.
cannot
can.not kän'at yardımcı fiil -amam, - amazsın(ız), amaz, -amayız, -amazlar (Anlamı vurgulamak gerektiğinde can not olarak ayrılır; konuşma dilinde çoğu zaman can't şeklinde kullanılır.).
canny
can.ny kän'i sıfat 1. dikkatli, uyanık. 2. tedbirli. 3. açıkgöz.
canoe
ca.noe kınu' isim kano.
canon law
kilise hukuku.
canon
can.on kän'ın isim 1. kilise yetkililerinin çıkardığı bir kanun. 2. kural. 3. bir katedrale bağlı olan papaz.
canonical
ca.non.i.cal kınan'îkıl sıfat 1. kilise hukukuna ait. 2. kurallara uygun; geleneklere uygun.
canonise
can.on.isefiil, İngiliz İngilizcesi, Hristiyanlık bakınız canonize
canonization
can.on.iza.tionisim azizlik mertebesine yükseltme.
canonize
can.on.ize kän'ınayz fiil, Hristiyanlık azizlik mertebesine yükseltmek.
canopy
can.o.py kän'ıpi isim 1. sayvan; karyola sayvanı; baldaken; markiz. 2. gök kubbe. 202
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
can't
can't känt kısaltma cannot
cantankerous
can.tan.ker.ous käntäng'kırıs sıfat huysuz, aksi, geçimsiz.
cantankerously
can.tan.ker.ous.lyzarf huysuzluk yaparak.
cantankerousness
can.tan.ker.ous.nessisim huysuzluk, aksilik.
canteen
can.teen käntin' isim 1. matara. 2. kantin, büfe.
canter
can.ter kän'tır isim eşkin gidiş. fiil 1. eşkin gitmek. 2. eşkin sürmek.
canvas
can.vas kän'vıs isim 1. branda bezi, branda. 2. tuval.
canvass
can.vass kän'vıs fiil (anket yapmak, abone veya oy toplamak amacıyla) (birçok kimseye) gidip konuşmak.
canyon
can.yon kän'yın isim kanyon, derin vadi.
cap
cap käp isim 1. kep, takke, kasket, başlık. 2. zirve, doruk, tepe. 3. kapak, kapsül, tapa. 4. büyük harf, majüskül. 5. tabanca mantarı. fiil 1. başlık geçirmek. 2. örtmek, kapamak.
capability
ca.pa.bil.i.ty keypıbîl'ıti isim 1. yetenek, kabiliyet, istidat. 2. iktidar, güç. 3. kapasite. 4. ehliyet.
capable
ca.pa.ble key'pıbıl sıfat yetenekli, ehliyetli.
capacious
ca.pa.cious kıpey'şıs sıfat geniş, büyük, içi çok şey alan.
capacity
ca.pac.i.ty kıpäs'ıti isim 1. hacim, oylum. 2. istiap haddi. 3. yetenek. 4. güç, iktidar. 5. mevki, sıfat.
cape
cape keyp isim pelerin, kap.
caper
ca.per key'pır isim 1. gebreotu, kebere, kapari. 2. gebre, kapari, gebreotunun yemişi.
capillary
cap.il.lar.y käp'ıleri isim 1. kılcal damar. 2. ince boru.
capital account
sermaye hesabı.
capital assets
sabit aktifler, sabit varlıklar.
capital crime
failini ölüm cezasına çarptırabilen suç.
capital dividend
sermaye kârı.
capital expenditure
sermaye masrafı.
capital levy
sermaye vergisi.
capital punishment
ölüm cezası. 203
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
capital stock
esas sermaye hisse senedi.
capital
cap.i.tal käp'ıtıl isim 1. başkent, başşehir. 2. büyük harf, majüskül. 3. sermaye, anamal, kapital. 4. sütun başı. sıfat 1. büyük (harf). 2. sermayeye ait. 3. mükemmel, fevkalade, çok iyi.
capitalism
cap.i.tal.ism käp'ıtılîzım isim kapitalizm, anamalcılık.
capitalist
cap.i.tal.istisim kapitalist, anamalcı.
capitalize on
kendi menfaatine çevirmek, faydalanmak.
capitalize
cap.i.tal.ize käp'ıtılayz fiil 1. sermayeye katmak, kapitalize etmek. 2. büyük harfle yazmak.
capitulate
ca.pit.u.late kıpîç'ûleyt fiil 1. teslim olmak. 2. silahları bırakmak.
capitulation
ca.pit.u.la.tion kıpîçûley'şın isim şartlı teslim.
capitulations
ca.pit.u.la.tionsisim kapitülasyonlar.
caprice
ca.price kıpris' isim kapris.
capricious
ca.pri.cious kıprîş'ıs sıfat kaprisli.
Capricorn
Cap.ri.corn käp'rıkôrn isim, astroloji Oğlak burcu.
caps.
caps.kısaltma capital letters
capsize
cap.size käp'sayz, käpsayz' fiil 1. alabora olmak, devrilmek. 2. alabora etmek, devirmek.
capstan
cap.stan käp'stın isim ırgat, bocurgat.
capsule
cap.sule käp'sıl, käp'syûl isim kapsül.
captain
cap.tain käp'tın isim 1. kaptan, reis. 2. deniz albayı, yüzbaşı. fiil kaptanlık etmek, kumanda etmek.
caption
cap.tion käp'şın isim manşet, başlık.
captivate
cap.ti.vate käp'tıveyt fiil büyülemek, cezbetmek.
captive audience
zoraki dinleyiciler.
captive
cap.tive käp'tîv isim esir, tutsak. sıfat esir düşmüş.
captivity
cap.tiv.i.ty käptîv'îti isim tutsaklık.
captor
cap.tor käp'tır isim tutsak eden kimse, ele geçiren kimse.
capture
cap.ture käp'çır fiil 1. zaptetmek, ele geçirmek. 2. tutsak etmek. isim zaptetme, ele geçirme.
car
car kar isim 1. otomobil, araba. 2. vagon. 204
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
caramel
car.a.mel ker'ımıl isim 1. yanmış şeker. 2. karamela.
carat
car.at ker'ıt isim kırat, ayar (3 kırat = 288 mg.).
caravan
car.a.van ker'ıvän isim 1. kervan. 2. üstü kapalı yolcu veya yük arabası. 3. İngiliz İngilizcesi karavan.
caravansary
car.a.van.sa.ry kerıvän'sıri isim kervansaray.
caraway
car.a.way ker'ıwey isim Karaman kimyonu, frenkkimyonu.
carbide
car.bide kar'bayd isim, kimya karpit.
carbine
car.bine kar'bayn isim karabina, kısa tüfek.
carbohydrate
car.bo.hy.drate karbohay'dreyt isim karbonhidrat.
carbon black
is, lamba isi.
carbon copy
karbon kopyası.
carbon dioxide
karbondioksit.
carbon monoxide
karbonmonoksit.
carbon
car.bon kar'bın isim 1. karbon. 2. karbon kâğıdı, kopya kâğıdı. 3. kopya.
carbonate
car.bon.ate kar'bıneyt isim karbonat. fiil karbonatlaştırmak.
carbonated water
soda, maden sodası.
carbuncle
car.bun.cle kar'b^ngkıl isim çıban, şirpençe.
carburetor
car.bu.re.tor kar'bıreytır isim karbüratör.
carburettor
car.bu.ret.tor kar'byıretır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız carburetor
carcass
car.cass kar'kıs isim 1. leş, ceset. 2. enkaz (gemi v.b.). 3. bina iskeleti.
card catalogue
kart kataloğu.
card index
kart fihristi.
card table
kumar masası.
card
card kard isim 1. kart. 2. iskambil kâğıdı.
cardamom
car.da.mom kar'dımım isim kakule.
cardboard
card.board kard'bôrd isim mukavva, karton.
cardiac
car.di.ac kar'diyäk sıfat 1. kalbe ait, kalple ilgili, kardiyak. 2. kalbi uyaran. 3. mide ağzına ait. isim 1. kalp hastası. 2. kalp ilacı. 205
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cardigan
car.di.gan kar'dîgın isim hırka, ceket.
cardinal numbers
asal sayılar.
cardinal
car.di.nal kar'dınıl sıfat 1. belli başlı, ana, önemli. 2. parlak kırmızı. isim kardinal.
cardiogram
car.di.o.gram kar'diyıgräm isim kardiyogram.
cardiologist
car.di.ol.o.gist kardiyal'ıcîst isim kardiyolog.
cardiology
car.di.ol.o.gy kardiyal'ıci isim kardiyoloqi.
cardsharp
card.sharp kard'şarp isim, iskambil oyunları hileci.
care for
-e bakmak: Who will care for us in our old age? Yaşlılığımızda bize kim bakacak? 2. istemek: Would you care for some tea? Çay içmek ister misiniz? 3. -i sevmek, -den hoşlanmak: I don't care for that sort of music. O tür müzikten hoşlanmam.
care of
eliyle: Write me care of Sıdıka Şentürk. Bana mektup postaladığında zarftaki ismimin altına Sıdıka Şentürk eliyle diye yaz.
care
care ker isim 1. dert, kaygı, tasa. 2. bakım: He's in intensive care. O yoğun bakımda. He left him in his sister's care. Onu kız kardeşine emanet etti. 3. dikkat, özen, itina. fiil 1. umurunda olmak, umursamak: I don't care whether she comes or not. Onun gelip gelmemesi umurumda değil. I could care less! Bana ne! 2. istemek: Would you care to take a stroll? Yürüyüşe çıkmak ister misiniz?
careen
ca.reen kırin' fiil 1. (hızla giderken) bir yana yatmak. 2. denizcilikle ilgili karina etmek, karinaya basmak. 3. denizcilikle ilgili kalafat etmek, kalafatlamak. 4. (gemi) yan yatmak.
career
ca.reer kırîr' isim kariyer.
carefree
care.free ker'fri sıfat tasasız, kaygısız, dertsiz.
careful
care.ful ker'fıl sıfat 1. dikkatli, özenli; tedbirli. 2. ölçülü.
carefully
care.ful.lyzarf dikkatle.
carefulness
care.ful.nessisim dikkat, dikkatli olma. 206
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
careless
care.less ker'lîs sıfat 1. dikkatsiz. 2. bilgisiz, kayıtsız.
carelessly
care.less.lyzarf dikkatsizce.
carelessness
care.less.nessisim dikkatsizlik, ihmal.
caress
ca.ress kıres' isim okşama, kucaklama. fiil okşamak, sevmek, kucaklamak.
caretaker government
geçici hükümet.
caretaker
care.tak.er ker'teykır isim bir yerin hizmet işleriyle görevli kimse, bina yöneticisi.
careworn
care.worn ker'wôrn sıfat endişeden bitkin.
carfare
car.fare kar'fer isim (otobüste) bilet parası.
cargo
car.go kar'go isim kargo, yük.
Caribbean Sea
Karayip Denizi.
Caribbean
Car.ib.be.an kärıbi'yın, kırî'biyın sıfat Karayip.
caricature
car.i.ca.ture ker'îkıçûr isim karikatür. fiil karikatürünü çizmek.
caricaturist
caricaturistisim karikatürcü, karikatürist.
caries
car.ies ker'iz isim (diş veya kemikte) çürüme, yenirce.
carload
car.load kar'lod isim 1. araba dolusu. 2. vagon dolusu.
carmine
car.mine kar'mîn, kar'mayn sıfat, isim lal, kızıl.
carnage
car.nage kar'nîc isim katliam, kırım, kan dökme.
carnal
car.nal kar'nıl sıfat 1. şehevi. 2. cinsel. 3. bedensel.
carnation
car.na.tion karney'şın isim karanfil çiçeği.
carnival
car.ni.val kar'nıvıl isim karnaval.
carnivore
car.ni.vore kar'nıvôr isim etobur.
carnivorous
car.niv.o.rous karnîv'ırıs sıfat etobur, etçil.
carob
car.ob ker'ıb isim keçiboynuzu, harnup.
carol
car.ol ker'ıl isim Noel ilahisi. fiil Noel ilahisi söylemek.
carouse
ca.rouse kırauz' fiil içki âlemi yapmak.
carp
carp karp isim sazan.
carpenter
car.pen.ter kar'pıntır isim marangoz; dülger; doğramacı.
carpentry
car.pen.tryisim marangozluk.
carpet
car.pet kar'pît isim halı.
carport
car.port kar'port, kar'pôrt isim yanları açık garaq. 207
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük carriage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
car.riage ker'îc isim 1. binek arabası. 2. tavır, duruş. 3. nakliye, taşıma. 4. nakliye ücreti.
carrier
car.ri.er ker'iyır isim 1. taşıyan, taşıyıcı. 2. nakliye şirketi, nakliyeci.
carrion
car.ri.on ker'iyın isim leş, çürümüş et.
carrot
car.rot ker'ıt isim havuç.
carry a grudge against
birine karşı kin beslemek.
carry an amount forward to
hesaptaki bir miktarı (başka sütun, sayfa veya deftere) nakletmek.
carry an amount forward
hesaptaki bir miktarı (başka sütun, sayfa veya deftere) nakletmek.
carry away
alıp götürmek, sürüklemek.
carry coals to Newcastle
tereciye tere satmak.
carry on
(işi) sürdürmek; işi sürdürmek, devam etmek. 2. (kızgınlıktan) bağırıp çağırmak; (kederden) fenalıklar geçirmek. 3. gürültülü patırtılı bir şekilde eğlenmek, şamata etmek. 4. with (biriyle) gayrimeşru bir ilişki içinde olmak, aşna fişne olmak.
carry one through
(bir şey) birini başarılı bir sonuca ulaştırmak; (bir şey) birini ayakta tutmak: Her patience will carry her through. Sabrı sayesinde bu işi başarır.
carry one's point
amacına ulaşmak, istediğini elde etmek.
carry out
yerine getirmek, gerçekten yapmak; uygulamak, tatbik etmek. 2. (birini/bir şeyi) dışarıya taşımak.
carry something through
bir şeyi yerine getirmek, gerçekten yapmak.
carry the day
üstün gelmek, kazanmak.
carry through
(on) yerine getirmek; bitirmek. 2. (bir şeyin) sayesinde (bir işi) yapmak veya başarmak: Two tons of wood are enough to carry us through the winter. Kışı geçirmek için iki ton odun yeter bize.
carry weight
önem taşımak. 2. with -i etkilemek.
carry
car.ry ker'i fiil 1. taşımak: Carry her on your back! Onu sırtında taşı! This truck can carry a load of ten tons. Bu kamyon on tonluk bir yük taşıyabilir. 2. götürmek: Will 208
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
you carry me to the station? Beni gara götürür müsün? He screamed and shouted as they carried him out of the courtroom. Onu mahkemeden çıkarırlarken bağırıp çağırıyordu. The wind can carry these seeds for miles. Rüzgâr bu tohumları kilometrelerce öteye götürebilir. 3. üzerinde (bir şey) taşımak: He's started to carry a gun. Silah taşımaya başladı. 4. stokunda (bir şeyi) bulundurmak: We don't carry pineapples. Bizde ananas bulunmaz. 5. matematik (toplama ve çarpma işlemlerinde) (sayıyı) (sonraki basamağa) geçirmek: Carry one. Elde var bir. 6. radyo (bir olayı) yayımlamak. 7. (ses) uzaklardan duyulabilmek. carsickness
car.sick.ness kar'sîknîs isim (kara taşıtının sallanmasından ileri gelen) mide bulantısı.
cart
cart kart isim 1. atlı yük arabası. 2. el arabası. fiil 1. at arabası ile taşımak. 2. taşımak.
cartilage
car.ti.lage kar'tılîc isim, zooloji kıkırdak.
cartographer
car.tog.ra.pher kartag'rıfır isim haritacı, kartograf.
cartography
car.tog.ra.phy kartag'rıfi isim haritacılık, kartografi.
carton
car.ton kar'tın isim karton kutu, mukavva kutu.
cartoon
car.toon kartun' isim 1. karikatür. 2. çizgi film. 3. büyük resim taslağı.
cartoonist
car.toon.istisim 1. karikatürist, karikatürcü. 2. çizgi film çizen sanatçı.
cartridge belt
fişeklik; palaska.
cartridge case
(mermi için) kovan.
cartridge
car.tridge kar'trîc isim 1. fişek. 2. fotoğrafçılık film kutusu, kaset. 3. kartuş.
cartwheel
cart.wheel kart'hwil isim el yardımı ile yanlamasına atılan takla.
carve
carve karv fiil 1. oymak. 2. (kızarmış eti) dilim dilim kesmek, dilimlemek.
carver
carverisim oymacı.
carving knife
sofrada et kesmeye özgü iri bıçak. 209
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
casaba melon
kavun.
casaba
ca.sa.ba kısa'bı isim kavun.
cascade
cas.cade käskeyd' isim şelale, çağlayan.
case ending
dilbilgisi takı.
case
case keys isim 1. kutu. 2. mahfaza. 3. kın. 4. kasa. 5. çerçeve. 6. matbaacılık kasa. fiil kutu veya mahfaza içine koymak, sokmak.
casement
case.ment keys'mınt isim 1. kanatlı pencere. 2. pencere kanadı.
cash in on
-den çıkar sağlamak.
cash on delivery
tesliminde ödenecek, ödemeli _kısaltma_ C.O.D.
cash register
tesliminde ödenecek, ödemeli; yazarkasa, kasa.
cash
cash käş isim 1. para, nakit para. 2. peşin para.
cashew
cash.ew käş'u, kışu' isim 1. amerikaelması, biladerağacı. 2. mahuncevizi.
cashier
cash.ier käşîr' isim veznedar, kasadar, kasiyer.
cashmere
cash.mere käq'mîr, käş'mîr isim 1. kaşmir, kaşmir yün. 2. kaşmir kumaş. sıfat kaşmir: cashmere sweater kaşmir kazak.
casing
cas.ing key'sîng isim kaplama, çerçeve.
casino
ca.si.no kısi'no isim kumarhane.
cask
cask käsk isim 1. varil, fıçı. 2. bir varil dolusu.
casket
cas.ket käs'kît isim 1. tabut. 2. küçük kutu, mücevher kutusu. fiil kutuya koymak.
Caspian Sea
Hazar Denizi.
Caspian
Cas.pi.an käs'piyın sıfat bakınız Caspian Sea
cassava
cas.sa.va kısa'vı isim 1. manyok. 2. tapyoka, manyok kökünden çıkarılan nişasta.
casserole
cas.se.role käs'ırol isim 1. fırında kullanılan toprak veya cam kap; güveç. 2. toprak veya cam kapta pişirilen yemek.
cassette
cas.sette kıset' isim kaset.
cassock
cas.sock käs'ık isim papaz cüppesi.
cast a horoscope
zayiçesine bakmak. 210
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cast a shadow
gölge yapmak.
cast a slur on
-e leke sürmek, -i lekelemek.
cast a spell on
-i büyülemek, -e büyü yapmak.
cast a spell upon
büyü yapmak.
cast a vote
oy vermek.
cast about
düşünmek, tasarlamak.
cast anchor
demir atmak, demirlemek.
cast away
çöpe atmak. 2. ıssız adada bırakmak.
cast down
devirmek. 2. canını sıkmak.
cast in one's lot with
birinin kaderine bağlanmak.
cast iron
dökme demir, font.
cast loose
çözmek, ayırmak.
cast of mind
düşünüş şekli.
cast off
reddetmek. 2. denizcilikle ilgili alarga etmek.
cast one's bread upon the waters
karşılığını beklemeden iyilik etmek.
cast something adrift
bir şeyi akıntıya bırakmak.
cast
cast käst fiil (cast) 1. atmak, fırlatmak, savurmak. 2. (bakış v.b.) çevirmek, yöneltmek, atfetmek. 3. (oy) vermek. 4. rol taksimi yapmak.
castanet
cas.ta.net kästınet' isim kastanyet, İspanyol çalparası.
castaway
cast.a.way käst'ıwey isim deniz kazasına uğrayıp ıssız bir kıyıda mahsur kalan kimse.
caste
caste käst isim kast.
caster sugar
İngiliz İngilizcesi pudraşeker.
caster
cast.er käs'tır isim 1. dökümcü. 2. (mobilyaya takılan) küçük tekerlek.
castigate
cas.ti.gate käs'tıgeyt fiil 1. paylamak, azarlamak. 2. kınamak.
castigation
cas.ti.ga.tionisim paylama, azarlama.
castle
cas.tle käs'ıl isim 1. kale, şato. 2. satranç kale.
castor oil
hintyağı.
castor sugar
İngiliz İngilizcesi pudraşeker.
castor
cas.tor käs'tır sıfat bakınız castor oil
castrate
cas.trate käs'treyt fiil hadım etmek; iğdiş etmek. 211
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
castration
cas.tra.tion kästrey'şın isim hadım etme; iğdiş etme.
casual clothes
günlük elbiseler.
casual
ca.su.al käq'uwıl sıfat 1. tesadüfen olan. 2. kasıtlı olmayan, rasgele. 3. dikkatsiz, ihmalci. 4. ilgisiz.
casualness
cas.u.al.nessisim 1. ilgisizlik. 2. kaygısızlık.
casualty
ca.su.al.ty käq'uwılti isim 1. kazazede. 2. askeri şehit, ölü, yaralı. 3. kayıp. 4. kaza.
cat nap
şekerleme.
cat.
cat.kısaltma «catalogue» catechism
Catalan
Cat.a.lan käd'ılın isim, sıfat 1. Katalan. 2. Katalanca.
catalog
cat.a.log kät'ılôg isim katalog. fiil katalog yapmak, kataloğunu hazırlamak.
catalogue
cat.a.logue kät'ılôg isim katalog. fiil katalog yapmak, kataloğunu hazırlamak.
Catalonia
Cat.a.lo.ni.a kädılo'niyı isim Katalonya.
cat-and-dog fight
kedi köpek kavgası.
catapult
cat.a.pult kät'ıp^lt isim mancınık, katapult.
cataract
cat.a.ract kät'ıräkt isim 1. şelale, büyük çağlayan, çavlan. 2. tıbbi katarakt, perde, aksu, akbasma.
catastrophe
ca.tas.tro.phe kıtäs'trıfi isim afet, felaket.
catastrophic
cat.a.stroph.ic kät'ıstrafîk sıfat felakete yol açan.
catch a whiff of
-in kokusunu duymak.
catch at
-i yakalamaya veya tutmaya çalışmak.
catch cold
nezle olmak.
catch fire
tutuşmak, ateş almak.
catch forty winks
kestirmek, kısa bir süre uyumak.
catch hell
konuşma dili fena halde haşlanmak, adamakıllı bir zılgıt yemek.
catch it
konuşma dili papara/zılgıt yemek.
catch on
konuşma dili 1. anlamak, çakmak. 2. moda olmak, tutmak.
catch one's breath
(hayret verici bir şey karşısında) nefesi kesilmek.dinlenmek, nefes almak.
catch one's eye
dikkatini çekmek, gözüne çarpmak. 212
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük catch sight of
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-in gözüne ilişmek, birdenbire farketmek: I caught sight of Fatma. Fatma gözüme ilişti.
catch someone in the act
birini suçüstü yakalamak.
catch someone napping
birini gafil avlamak, birini hazırlıksız yakalamak.
catch someone off guard
birini gafil avlamak.
catch someone red-handed
birini suçüstü yakalamak.
catch someone unawares
birini gafil avlamak.
catch someone's attention
birinin dikkatini çekmek.
catch someone's eye
birinin dikkatini çekmek.
catch the fancy of
hoşuna gitmek.
catch up
with -e yetişmek: He's so far ahead of me I can't possibly catch up with him. Benden o kadar ileride ki ona yetişmemin imkânı yok. 2. on (arada olup biteni) öğrenmek. 3. on (biriken işleri, ertelenmiş veya ihmal edilmiş bir işi) yapmak.
catch
catch käç isim 1. yakalama, tutma. 2. kilit dili. 3. av, bir partide yakalanan av veya balık. 4. konuşma dili müstakbel eş olarak düşünülen uygun kişi. 5. parça, bölüm. 6. konuşma dili bityeniği.
catcher
catch.er käç'ır isim 1. yakalayan şey veya kimse. 2. beysbol vurucunun arkasında durup topu tutan oyuncu.
catching
catch.ing käç'îng sıfat sâri, bulaşıcı.
catchy
catchysıfat hoş ve kolaylıkla akılda kalan.
catechism
cat.e.chism kät'ıkîzım isim, Hristiyanlık ilmihal.
catechize
cat.e.chize kät'ıkayz fiil, Hristiyanlık ilmihale dayanarak din dersi vermek.
categorical
cat.e.gor.i.calsıfat kategorik, kesin, kati.
categorically
cat.e.gor.i.cal.lyzarf kategorik olarak.
categorize
cat.e.go.rize kät'ıgırayz fiil 1. sınıflandırmak. 2. vasıflandırmak.
category
cat.e.go.ry kät'ıgôri isim kategori, bölüm, sınıf, tabaka, zümre.
cater
ca.ter key'tır fiil yiyecek tedarik etmek, yemeklerin hazırlanmasını ve servisini üstüne almak. 213
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
caterpillar tread
tırtıllı palet, tırtıl.
caterpillar
cat.er.pil.lar kät'ırpîlır isim tırtıl, kurt.
catfish
cat.fish kät'fiş isim yayınbalığı.
catgut
cat.gut kät'g^t isim, müzik kiriş.
catharsis
ca.thar.sis kıthar'sîs isim katarsis, rahatsız edici duyguları dışa vurarak onlardan kurtulma.
cathartic
ca.thar.tic kıthar'tîk sıfat 1. katarsisle ilgili; katarsise yol açan. 2. müshil. isim müshil.
cathedral
ca.the.dral kıthi'drıl isim katedral.
catholic
cath.o.lic käth'ılîk, käth'lîk sıfat 1. liberal, açık fikirli. 2. evrensel, genel, umumi.
Catholicism
Ca.thol.i.cism kıthal'ısîzım isim Katoliklik, Katolik kilisesi.
catsup
cat.sup kät'sıp, keç'ıp isim bakınız ketchup
cattle
cat.tle kät'ıl isim, çoğul sığırlar.
catty
cat.ty kät'i sıfat 1. kedi gibi. 2. konuşma dili iğneli (söz). 3. konuşma dili iğneli söz söyleyen.
Caucasia
Cau.ca.sia kôkey'qı, kôkey'şı, kôkäş'ı isim Kafkasya.
Caucasian
Cau.ca.sian kôkey'qın, kôkey'şın, kôkäş'ın sıfat Kafkas. isim Kafkasyalı.
Caucasus
Cau.ca.sus kô'kısıs isim bakınız the Caucasus
caught in the act
suçüstü yakalanmış, cürmü meşhut halinde yakalanmış.
caught
caught kôt fiil bakınız catch
cauldron
caul.dron kôl'drın isim kazan.
cauliflower
cau.li.flow.er kô'lıflawır, kal'îflawır isim karnabahar.
causal
caus.al kô'zıl sıfat neden oluşturan, nedeni olan, nedensel.
causality
caus.al.i.ty kôzäl'ıti isim nedensellik.
cause a stir
heyecan yaratmak; sansasyon yaratmak. 2. herkesin ilgisini çekmek.
cause someone to sin
birini günaha sokmak.
cause
cause kôz isim 1. neden, sebep, illet. 2. amaç, gaye, hedef. 3. dava, ülkü: That's a cause worthy of one's devotion. Kendini adamaya değer bir dava. 4. hukuk 214
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dava konusu. fiil neden olmak, sebep olmak, yol açmak: What's caused this? Buna yol açan ne? Will it really cause my camellias to bloom earlier? Gerçekten kamelyalarıma daha erken çiçek açtırır mı? What causes you to act like that? Niye böyle davranıyorsun? It caused them to shout. Onların bağırmasına neden oldu. causeway
cause.way kôz'wey isim 1. göl veya bataklık üzerinden geçen uzun köprü; kazıklı yol. 2. iki kara parçasını birbirine bağlayan ve deniz kabardığında suyla kaplanan taş veya beton yol.
caustic
caus.tic kôs'tîk isim kostik madde. sıfat 1. kostik, yakıcı. 2. acı (söz).
cauterise
cau.ter.ise kô'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi, tıbbi bakınız cauterize
cauterize
cau.ter.ize kô'tırayz fiil, tıbbi yakmak, dağlamak.
caution
cau.tion kô'şın isim 1. tedbir, ihtiyat. 2. uyarma, ikaz. fiil uyarmak, ikaz etmek.
cautionary
cau.tion.arysıfat uyarıcı.
cautious
cau.tious kô'şıs sıfat ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, dikkatli.
cautiously
cau.tious.lyzarf ihtiyatla.
cautiousness
cau.tious.nessisim ihtiyatlılık.
cavalier
cav.a.lier kävılir' isim atlı şövalye. sıfat 1. kendini beğenmiş, kibirli. 2. serbest, laubali.
cavalry
cav.al.ry kävılri' isim süvari sınıfı.
cavalryman
cav.al.ry.manisim süvari.
cave in
çökmek.
cave
cave keyv isim mağara. fiil bakınız cave in
caveat
ca.ve.at key'viyät isim ihtar, uyarı, ikaz.
caveman
cave.manisim mağara adamı.
cavern
cav.ern käv'ırn isim büyük mağara.
cavernous
cav.ern.ous käv'ırnıs sıfat kocaman, ambar gibi (yer).
caviar
cav.i.ar käv'iyar isim havyar. 215
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
caviare
cav.i.are ka'viyar isim havyar.
cavil
cav.il käv'ıl fiil (önemsiz şeyler üzerinde) tartışmak; at -e itiraz etmek: I won't cavil about it with you. Seninle onu tartışmam.
cavity
cav.i.ty käv'ıti isim 1. oyuk. 2. anatomi kavite, boşluk. 3. dişçilik çürük, oyuk.
cavort
ca.vort kıvôrt' fiil sıçramak, oynamak.
caw
caw kô isim karga sesi, gak. fiil karga gibi ötmek, gaklamak.
cayenne pepper
arnavutbiberi.
cayenne
cay.enne kayen', keyen' isim arnavutbiberi.
CD player
kompakt disk çalar.
CD
CD si'di' kısaltma compact disk
CD-ROM
CD-ROM si'di'ram kısaltma compact disk with readonly memory
cease fire
ateş kesmek.
cease
cease sis fiil 1. durmak, kesilmek. 2. bitmek, sona ermek. 3. bırakmak, devam etmemek, son vermek.
ceaseless
cease.less sis'lıs sıfat aralıksız, sürekli.
ceaselessly
cease.less.lyzarf durmadan, ara vermeden.
cedar
ce.dar si'dır isim sedir, dağservisi.
cede
cede sid fiil 1. bırakmak. 2. terketmek. 3. devretmek, göçermek.
ceiling price
azami fiyat, tavan fiyatı.
ceiling
ceil.ing si'lîng isim tavan.
celebrate
cel.e.brate sel'ıbreyt fiil 1. kutlamak. 2. bayram yapmak.
celebrated
cel.e.brat.ed sel'ıbreytîd sıfat ünlü, meşhur, şöhretli.
celebration
cel.e.bra.tionisim kutlama.
celebrity
ce.leb.ri.ty sileb'rıti isim 1. ünlü, meşhur. 2. ün, şöhret.
celerity
ce.ler.i.ty sıler'ıti isim hız, sürat.
celery root
kereviz, kökkerevizi.
celery
cel.er.y sel'ıri, sel'ri isim sapkerevizi.
celestial pole
gökkutbu. 216
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük celestial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ce.les.tial sıles'çıl sıfat 1. göğe ait, göksel, semavi. 2. kutsal, ilahi.
celibacy
cel.i.ba.cy sel'ıbısi isim (genellikle dini nedenlerden dolayı) evli olmama, evlenmeme.
celibate
cel.i.bate sel'ıbît, sel'ıbeyt sıfat, isim (genellikle dini nedenlerden dolayı) evlenmeyen, mücerret.
cell
cell sel isim 1. hücre, göze. 2. küçük oda. 3. ünite. 4. elektrik pil.
cellar
cel.lar sel'ır isim 1. kiler. 2. mahzen. 3. bodrum, bodrum kat. 4. şarap mahzeni. 5. şarap stoku.
cellist
cel.list çel'îst isim viyolonselist.
cello
cel.lo çel'o isim viyolonsel.
cellophane
cel.lo.phane sel'ıfeyn isim selofan.
cellular
cel.lu.lar sel'yılır sıfat 1. hücrelerle ilgili. 2. hücreli.
celluloid
cel.lu.loid sel'yıloyd isim selüloit.
cellulose
cel.lu.lose sel'yılos isim selüloz.
Celsius thermometer
santigrat termometresi.
Celsius
Cel.si.us sel'siyıs sıfat bakınız Celsius thermometer
Celt
Celt selt, kelt isim Kelt.
Celtic
isim Keltçe. sıfat 1. Kelt, Keltlere özgü. 2. Keltçe.
cement good relations with
ile dostluk kurmak.
cement
ce.ment sîment' isim çimento. fiil 1. yapıştırmak. 2. beton ile kaplamak, çimentolamak.
cemetery
cem.e.ter.y sem'ıteri isim mezarlık, kabristan.
censor
cen.sor sen'sır isim sansürcü, sansür memuru. fiil sansürlemek, sansürden geçirmek.
censorship
cen.sor.shipisim sansür, sansür işleri.
censure
cen.sure sen'şır fiil kınamak, eleştirmek. isim kınama, eleştirme.
census
cen.sus sen'sıs isim sayım, nüfus sayımı.
cent.
cent.kısaltma «centigrade» central century
centenary
cen.te.nar.y senten'ıri, sen'tıneri sıfat 1. yüz yıllık. 2. yüz yılda bir olan. isim 1. yüzüncü yıldönümü. 2. yüzyıl, asır. 217
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük centennial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cen.ten.ni.al senten'iyıl sıfat 1. yüz yıllık. 2. yüz yılda bir olan. isim 1. yüzüncü yıldönümü. 2. yüzyıl, asır.
center of attraction
çekim merkezi. 2. dikkat merkezi.
center of gravity
ağırlık merkezi.
center
cen.ter sen'tır merkez, orta. 2. spor santr. fiil 1. ortaya almak, bir merkezde toplamak. 2. ortasını almak, ortalamak. 3. ortada olmak, ortaya gelmek.
centigrade thermometer
santigrat termometresi.
centigrade
cen.ti.grade sen'tıgreyd sıfat, isim santigrat.
centigram
cen.ti.gram sen'tıgräm isim santigram.
centigramme
cen.ti.gramme sen'tıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız centigram
centiliter
cen.ti.li.ter sen'tılitır isim santilitre.
centilitre
cen.ti.li.tre sen'tılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız centiliter
centimeter
cen.ti.me.ter sen'tımitır isim santimetre.
centimetre
cen.ti.me.tre sen'tımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız centimeter
centipede
cen.ti.pede sen'tıpid isim kırkayak, çıyan.
Central America
Orta Amerika.
central bank
merkez bankası.
central heating
kalorifer, merkezi ısıtma.
central
cen.tral sen'trıl sıfat 1. merkezi, orta. 2. ana, belli başlı. isim 1. telefon santralı. 2. santral memuru.
centralise
cen.tral.ise sen'trılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız centralize
centralization
cen.tral.iza.tionisim merkezileştirme; merkezileştirilme.
centralize
cen.tral.ize sen'trılayz fiil merkezileştirmek, merkezde toplamak; merkezileştirilmek.
centrally
cen.tral.ly sen'trıli zarf bakınız be centrally located
centre
cen.tre sen'tır isim, fiil bakınız center
centrifugal force
merkezkaç kuvveti.
218
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük centrifugal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cen.trif.u.gal sentrîf'yıgıl, sentrîf'ıgıl sıfat merkezkaç, santrifüq.
centripetal
cen.trip.e.tal sentrîp'ıtıl sıfat merkezcil, merkeze doğru yaklaşan.
century
cen.tu.ry sen'çıri isim yüzyıl, asır.
ceramic tile
fayans, karo fayans.
ceramic
ce.ram.ic sıräm'îk sıfat seramik.
ceramics
ce.ram.ics sıräm'îks isim 1. tekil seramik sanatı ve tekniği. 2. çini, çini işleri. 3. çinicilik. 4. çoğul seramik eşya, çini, çanak çömlek.
ceramist
cer.a.mistisim çinici, seramikçi.
cereal
ce.re.al sîr'iyıl isim tahıl, hububat, zahire. sıfat tahıla ait; tahıl türünden.
cerebellum
cer.e.bel.lum serıbel'ım isim, anatomi beyincik.
cerebral
cer.e.bral ser'ıbrıl, sıri'brıl sıfat 1. anatomi beyinsel. 2. ussal.
cerebrum
cer.e.brum sıri'brım isim, anatomi beyin.
ceremonial
cer.e.mo.ni.al serımo'niyıl sıfat törensel, merasimle ilgili, resmi. isim 1. tören, merasim. 2. ayin.
ceremonially
cer.e.mo.ni.al.lyzarf törensel olarak.
ceremonious
cer.e.mo.ni.ous serımo'niyıs sıfat 1. resmi. 2. törensel.
ceremoniously
cer.e.mo.ni.ous.lyzarf çok resmi bir şekilde.
ceremony
cer.e.mo.ny ser'ımoni isim 1. tören, merasim. 2. ayin. 3. resmiyet, protokol.
cert.
cert.kısaltma «certificate» certified certify
certain
cer.tain sır'tın sıfat 1. kesin, kati. 2. emin. 3. kaçınılmaz. 4. muhakkak, şüphesiz. 5. belirli, muayyen. 6. bazı.
certainly
cer.tain.lyzarf elbette, tabii, baş üstüne.
certainty
cer.tain.tyisim kesinlik, katiyet.
certificate
cer.tif.i.cate sırtîf'ıkît isim 1. belge, vesika. 2. sertifika, tasdikname, şahadetname. 3. ruhsat. 4. diploma.
certified public accountant
diplomalı/yeminli hesap uzmanı.
219
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük certify
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cer.ti.fy sır'tıfay fiil 1. onaylamak, tasdik etmek. 2. doğrulamak, teyit etmek.
certitude
cer.ti.tude sır'tıtud isim kesinlik, katiyet.
cervix
cer.vix sır'vîks isim 1. boyun. 2. rahim boynu.
Cesarean
Ce.sar.e.an sîzer'iyın isim, sıfat sezaryen.
cesium
ce.si.um si'ziyım isim, kimya sezyum.
cessation
ces.sa.tion sesey'şın isim durma, kesilme, inkıta.
cesspool
cess.pool ses'pul isim lağım çukuru.
Ceylon
Cey.lon sîlan' isim bakınız Sri Lanka
Ceylonese
Cey.lon.ese seylıniz' isim, sıfat bakınız Sri Lankan
cf.
cf. si'ef' kısaltma compare
cg
cg, cg., cgm.kısaltma centigram
ch.
ch., Ch.kısaltma «chain» chapter chief child church
Chad
Chad çäd isim Çad, Çat.
Chadian
isim Çadlı. sıfat 1. Çad, Çad'a özgü. 2. Çadlı.
chafe at the bit
işlerin gecikmesinden dolayı huzursuz olmak.
chafe
chafe çeyf fiil 1. ovarak ısıtmak. 2. ovarak aşındırmak. 3. (ayakkabı) vurmak. 4. sinirlendirmek.
chaff
chaff çäf isim tahıl kabuğu; saman, çöp.
chafing dish
(sofrada kullanılan) yemek ısıtıcısı.
chagrin
cha.grin şıgrîn' isim üzüntü, keder, iç sıkıntısı, hayal kırıklığı. fiil ümidini kırmak, sıkmak, üzmek.
chain letter
zincirleme mektup.
chain of command
komuta zinciri.
chain reaction
zincirleme reaksiyon.
chain smoker
sigara tiryakisi.
chain store
aynı mağazalar zincirine bağlı mağaza.
chain
chain çeyn isim 1. zincir. 2. silsile (dağ). fiil zincirlemek, zincirle bağlamak.
chair
chair çer isim 1. iskemle, sandalye. 2. makam. 3. kürsü.
chairman
chair.man çer'mın isim (chairmen) (erkek) başkan.
chairmanship
isim başkanlık.
chairperson
chair.per.son çer'pırsın isim başkan, reis.
220
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük chairwoman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chair.wom.an çer'wûmın isim (chairwomen) (kadın) başkan.
chaise longue
chaise longue şeyz lông şezlong.
chalcedony
chal.ced.o.ny kälsed'ıni isim kalseduan, kadıköytaşı.
chalice
chal.ice çäl'îs isim ayinde kullanılan kadeh.
chalk
chalk çôk isim tebeşir. fiil up kazanmak, sayı veya puan kaydetmek.
challenge match
spor çelenç.
challenge
chal.lenge çäl'ınc isim meydan okuma. fiil meydan okumak.
challenger
chal.lengerisim meydan okuyan kimse.
chamber music
müzik oda müziği.
chamber of commerce
ticaret ticaret odası.
chamber
cham.ber çeym'bır isim 1. oda, yatak odası, özel oda. 2. daire. 3. hâkimin oturum dışı konularda çalıştığı oda. 4. mahkeme, komisyon. 5. kamara, İngiliz yasama meclisi. 6. fişek yatağı.
chambermaid
cham.ber.maid çeym'bırmeyd isim oda hizmetçisi.
chameleon
cha.me.le.on kımi'liyın, kımil'yın isim bukalemun.
chamois
cham.ois şäm'i isim 1. dağkeçisi. 2. (madeni yüzeyleri parlatmak için kullanılan) güderi parçası.
chamomile
cham.o.mile käm'ımayl isim papatya.
champagne
cham.pagne şämpeyn' isim 1. şampanya. 2. şampanya rengi. sıfat şampanya rengi.
champion
cham.pi.on çäm'piyın isim 1. şampiyon. 2. savunucu, müdafi. sıfat şampiyon. fiil 1. savunmak, müdafaa etmek. 2. tarafını tutmak, destek olmak.
championship
cham.pi.on.shipisim şampiyonluk.
chance on
-e rastlamak, -e tesadüf etmek.
chance upon
-e rastlamak, -e tesadüf etmek.
chance
chance çäns isim 1. talih, şans. 2. kader. 3. ihtimal. 4. fırsat. 5. risk, riziko. sıfat şans eseri olan. fiil, konuşma dili rizikoyu göze alarak yapmak.
Chancellor of the Exchequer
İngiliz İngilizcesi Maliye Bakanı. 221
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük chancellor
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chan.cel.lor çän'sılır isim 1. rektör. 2. (Almanya'da) şansölye, başbakan.
chancy
chanc.y çän'si sıfat, konuşma dili kesin olmayan, rizikolu.
chandelier
chan.de.lier şändılîr' isim avize.
change color
yüzü kızarmak. 2. yüzü solmak.
change hands
el değiştirmek.
change of address
adres değişikliği.
change of air
hava değişimi.
change one's mind
caymak, fikrini/kararını değiştirmek.
change one's tune
ağız değiştirmek.
change purse
bozuk para çantası.
change the guard
askeri nöbet değiştirmek.
change
change çeync isim 1. değişim, değişme, değişiklik. 2. dönüşüm, dönüşme, tahavvül. 3. yenilik. 4. bozuk para, bozuk, bozukluk, ufaklık. 5. paranın üstü. 6. aktarma, (taşıt) değiştirme. fiil 1. değiştirmek, tahvil etmek; değişmek, değişikliğe uğramak. 2. (taşıtta) aktarma yapmak. 3. (para) bozdurmak. 4. (döviz, altın) bozdurmak. 5. (çamaşır) değiştirmek, (üstünü) değişmek. 6. (yatak takımlarını) değiştirmek.
changeability
change.abil.i.tyisim değişkenlik.
changeable
change.a.ble çeyn'cıbıl sıfat 1. değişken, kararsız, istikrarsız. 2. şanjanlı, yanardöner.
changeableness
change.able.nessisim değişkenlik.
changeover
change.o.ver çeync'ovır isim 1. değiştirme. 2. devralma. 3. geçiş.
channel
chan.nel çän'ıl isim 1. yol; su yolu; boğaz. 2. (radyo, televizyonda) kanal. 3. nehir yatağı, akak, mecra. fiil 1. kanala dökmek, mecraya sevketmek. 2. kanal açmak, oymak. 3. into -e kanalize etmek.
chant
chant çänt isim 1. şarkı, şarkı söyleme. 2. tilavet. 3. müzik nağme, monoton bir melodi. 4. monoton ses
222
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tonu. fiil 1. şarkı söylemek. 2. şarkı söyleyerek kutlamak. 3. (Kuran'ı) tilavetle okumak. chaos
cha.os key'as isim 1. kaos. 2. karışıklık, kargaşa.
chaotic
cha.ot.ic keyat'îk sıfat karmakarışık, düzensiz.
chap
chap çäp isim, konuşma dili adam, çocuk, delikanlı.
chapel
chap.el çäp'ıl isim şapel, küçük kilise.
chaperon
chap.er.on şäp'ıron isim şaperon.
chaplain
chap.lain çäp'lîn isim (okul, ordu v.b.'nde) papaz.
chapter
chap.ter çäp'tır isim bölüm, kısım.
char
char çar fiil (charred, charring) 1. yakarak kömürleştirmek; yanarak kömürleşmek. 2. kavurmak; kavrulmak. 3. ateşe tutmak. isim, İngiliz İngilizcesi hizmetçi kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
character
char.ac.ter ker'îktır isim 1. karakter, özyapı. 2. (roman, hikâye, oyun v.b.'nde) kişi, şahıs, karakter. 3. karakter, harf. 4. tip bir kimse, nevi şahsına münhasır bir kimse; eksantrik kimse; komik kimse.
characterise
char.ac.ter.ise ker'îktırayz' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız characterize
characteristic
char.ac.ter.is.tic kerîktırîs'tîk sıfat karakteristik, tipik. isim özellik, hususiyet, vasıf.
characterization
char.ac.ter.i.za.tion kerîktırızey'şın isim karakterize etme, nitelendirme.
characterize
char.ac.ter.ize ker'îktırayz' fiil karakterize etmek, nitelemek, nitelendirmek.
characterless
char.ac.ter.lesssıfat karaktersiz.
charcoal
char.coal çar'kol isim 1. mangal kömürü. 2. karakalem.
chard
chard çard isim, botanik pazı.
charge account
ticaret açık hesap.
chargé d'affaires
char.gé d'af.faires şarqey dıfer' isim (chargés d'affaires) maslahatgüzar, işgüder, şarjedafer.
charge
charge çarc isim 1. (hizmet karşılığında ödenen) ücret. 2. barut hakkı. 3. suçlama, itham. 4. hücum, hamle. 5. elektrik şarj. fiil 1. (bir masrafı birinin hesabına) 223
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
geçirmek. 2. görevlendirmek. 3. suçlamak, itham etmek. 4. hücum etmek. 5. elektrik şarq etmek. chariot
char.i.ot çer'iyıt isim, tarih iki tekerlekli savaş veya yarış arabası.
charisma
cha.ris.ma kırîz'mı isim karizma.
charitable
char.i.ta.ble çer'ıtıbıl sıfat hayırsever, yardımsever.
charity
char.i.ty çer'ıti isim 1. hayırseverlik, yardımseverlik. 2. merhamet. 3. sadaka. 4. hayır işi. 5. hayır cemiyeti, yardım derneği.
charlady
char.la.dy çar'leydi isim, İngiliz İngilizcesi hizmetçi kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
charlatan
char.la.tan şar'lıtın isim şarlatan.
charm
charm çarm isim 1. cazibe, çekicilik. 2. tılsım, muska. 3. büyü. fiil büyülemek, cezbetmek.
charming
charm.ing çarm'îng sıfat çekici, hoş, sevimli, cana yakın.
chart
chart çart isim 1. portolon, deniz haritası. 2. plan, grafik. 3. çizelge. fiil 1. plan yapmak, plan çıkarmak. 2. harita yapmak.
charter flight
çarter seferi.
charter member
kurucu üye.
charter plane
kiralanmış ucuz tarifeli uçak.
charter
char.ter çar'tır isim 1. patent, imtiyaz, berat. 2. gemi kira kontratı. fiil 1. (uçak, gemi v.b.) kiralamak, tutmak. 2. berat, imtiyaz veya patent vermek.
charwoman
char.wom.an çar'wûmın isim, İngiliz İngilizcesi (charwomen) hizmetçi kadın, hizmetçi; (kadın) hademe.
chary
char.y çer'i sıfat 1. dikkatli, tedbirli, ihtiyatlı. 2. of -i esirgeyen.
chase
chase çeys fiil kovalamak, peşine düşmek, izlemek, takip etmek. isim kovalama, peşine düşme, izleme, takip.
chasm
chasm käz'ım isim 1. kanyon, dar boğaz. 2. derin yarık.
224
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük chassis
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chas.sis şäs'i, çäs'i isim (chassis) 1. otomotiv şasi. 2. top kızağı.
chaste
chaste çeyst sıfat 1. iffetli, namuslu, sili. 2. saf, bozulmamış. 3. lekesiz. 4. basit, sade.
chasten
chas.ten çey'sın fiil ıslah etmek için cezalandırmak, uslandırmak, yola getirmek.
chastise
chas.tise çästayz' fiil cezalandırmak; döverek cezalandırmak.
chastity
chas.ti.ty çäs'tıti isim iffet, saflık, temizlik.
chat
chat çät fiil (chatted, chatting) sohbet etmek, hoşbeş etmek, çene çalmak. isim sohbet, hoşbeş.
château
châ.teau şäto' isim şato.
chattel
chat.tel çät'ıl isim taşınır mal, menkul.
chatter
chat.ter çät'ır fiil gevezelik etmek, çene çalmak. isim gevezelik.
chatterbox
chat.ter.box çät'ırbaks isim geveze, çenebaz, dillidüdük.
chattiness
chattinessisim konuşkanlık.
chatty
chat.ty çät'i sıfat konuşkan.
chauffeur
chauf.feur şo'fır isim özel şoför.
chauvinism
chau.vin.ism şo'vınîzım isim şovenizm.
chauvinist
chau.vin.istisim şoven.
chauvinistic
chau.vin.ist.icsıfat şovence.
cheap
cheap çip sıfat 1. ucuz. 2. bayağı, adi.
cheapen
cheap.en çi'pın fiil ucuzlatmak; ucuzlamak.
cheapskate
cheap.skateisim, argo pinti, cimri.
cheat
cheat çit fiil 1. dolandırmak, aldatmak. 2. kopya çekmek. isim dolandırıcı, hilekâr, üçkâğıtçı.
cheater
cheat.erisim kopyacı, kopya çeken.
check for
(belirli bir şeyi) arayarak (bir şeyi) kontrol etmek: I'm checking for leaks in the roof. Damın akıp akmadığını kontrol ediyorum.
check in
(bir yere girince) kaydını yaptırmak: First you have to check in at the hotel's reception desk. İlk önce otelin 225
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
resepsiyonunda kaydını yaptırman lazım. 2. (uçağa binebilmek için) bileti kontrol ettirmek; (birinin) uçak biletini kontrol etmek. check into
(otel, pansiyon v.b.'nde) kaydını yaptırıp bir oda tutmak.
check on
(kontrol etmek amacıyla) bakmak, gözatmak. 2. (bir şeyin) doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışmak.
check up on
(kontrol etmek amacıyla) -e bakmak, -e göz atmak. 2. (bir şeyin) doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışmak.
check valve
çek valfı.
check with
(birine) danışmak. 2. (birinden) izin almak.
check
check çek fiil 1. durdurmak: That defeat checked their advance. O yenilgi ilerlemelerini durdurdu. 2. yavaşlatmak; gem vurmak; ket vurmak; engellemek: This will check the spread of the disease. Hastalığın yayılmasını yavaşlatacak bu. 3. kontrol etmek; (birini/bir şeyi) kontrolden geçirmek; muayene etmek; gözden geçirmek. 4. (bavulu) bagaqa veya emanete vermek; (paltoyu, şapkayı) vestiyere vermek. 5. satranç şah demek. 6. (bir şeyin) doğru olup olmadığını kontrol etmek. 7. (off) (listedeki bir maddenin) yanına işaret koymak. isim 1. kontrol, gözden geçirme, muayene. 2. durdurma, durduruş. 3. yavaşlatma; engelleme. 4. engel, ket, fren görevi yapan kimse veya şey. 5. çek: bank check banka çeki. traveler's check seyahat çeki. 6. fiş; numaralı kâğıt, numara: baggage check bagaj fişi; emanetçinin verdiği fiş/numaralı kâğıt. coat check vestiyercinin verdiği fiş/numara. 7. (lokanta, bar veya gece kulübünde yenilip içilen şeyler için) hesap: Will you bring the check please? Lütfen hesabı getirir misiniz? 8. (listedeki bir maddenin yanına konulan) işaret. 9. (damalı kumaştaki) kare veya kareli desen.
checkbook
check.book çek'bûk isim çek defteri.
226
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük checkered
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
check.ered çek'ırd sıfat 1. kareli, ekose. 2. değişik olaylarla dolu.
checkers
check.ers çek'ırz isim dama oyunu.
check-in counter
hava terminalinde bilet ve bagajın kontrol edildiği tezgâh.
check-in desk
hava terminalinde bilet ve bagajın kontrol edildiği tezgâh.
checking account
çek hesabı.
checklist
check.list çek'lîst isim kontrol listesi.
checkmate
check.mate çek'meyt isim 1. satranç mat. 2. tam yenilgi. fiil 1. satranç mat etmek. 2. yenmek.
check-out counter
(süpermarketteki gibi) alınan malların hesabının yapılıp ödendiği tezgâh, çıkış tezgâhı.
check-out
check-out çek'aut isim bakınız check-out counter
checkpoint
check.point çek'poynt isim kontrol noktası.
checkup
check.up çek'^p isim çekap, genel sağlık kontrolü.
cheddar
ched.dar çed'ır isim çedar (bir çeşit peynir).
cheek by jowl
yan yana.
cheek
cheek çik isim 1. yanak, avurt. 2. konuşma dili cüret, yüzsüzlük, arsızlık.
cheekbone
cheek.boneisim elmacıkkemiği.
cheekily
cheek.i.lyzarf yüzsüzce, küstahlıkla.
cheekiness
cheek.i.nessisim yüzsüzlük, küstahlık.
cheeky
cheek.y çi'ki sıfat, konuşma dili yüzsüz, arsız, küstah.
cheep
cheep çip fiil cıvıldamak, cik cik ötmek. isim cıvıltı.
cheer an animal on
birini/bir hayvanı (sözlü) tezahüratla teşvik etmek.
cheer someone on
birini/bir hayvanı (sözlü) tezahüratla teşvik etmek.
cheer someone up
birini neşelendirmek.
cheer up
neşelenmek.
Cheer up!
Keyfine bak!/Geçmiş olsun!
cheer
cheer çîr isim 1. (sözle yapılan) tezahürat. 2. neşe, keyif. fiil 1. (sözle) tezahürat yapmak. 2. neşelendirmek.
227
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cheerful
cheer.ful çîr'fıl sıfat neşeli, şen, keyifli.
cheerfully
cheer.ful.lyzarf neşeyle.
cheerfulness
cheer.ful.nessisim neşelilik.
cheerleader
cheer.lead.er çîr'lidır isim amigo.
cheerless
cheer.less çîr'lîs sıfat neşesiz, keyifsiz.
Cheers!
Sağlığınıza!/Şerefe!
cheese
cheese çiz isim peynir.
cheeseburger
cheese.burg.er çiz'bırgır isim çizburger, peynirli hamburger.
cheesecake
cheese.cake çiz'keyk isim peynirle yapılan bir tür kek.
cheesecloth
cheese.cloth çiz'klôth isim tülbent.
cheesy
chees.ysıfat peynire benzeyen; peynir kıvamında.
cheetah
chee.tah çi'tı isim çita.
chef
chef şef isim şef, ahçıbaşı, ahçı.
chem.
chem.kısaltma «chemical» chemist chemistry
chemical compound
kimya kimyasal bileşim.
chemical engineer
kimya kimya mühendisi.
chemical reaction
kimya kimyasal reaksiyon.
chemical warfare
kimya kimyasal savaş.
chemical
chem.i.cal kem'îkıl sıfat, kimya kimyasal. isim, kimya kimyasal madde.
chemise
che.mise şımiz' isim kombinezon, kadın iç gömleği.
chemist
chem.ist kem'îst isim 1. kimyager. 2. İngiliz İngilizcesi eczacı.
chemistry major
asıl branşı kimya olan öğrenci.
chemistry
chem.is.try kem'îstri isim kimya.
chemotherapy
chem.o.ther.a.py kemother'ıpi, kimother'ıpi isim, tıbbi kemoterapi.
cheque
chejue çek isim, İngiliz İngilizcesi çek.
chequered
che.juered çek'ırd sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız checkered
cherish
cher.ish çer'îş fiil 1. aziz tutmak. 2. üzerine titremek, bağrına basmak. 3. beslemek, gütmek.
cherry
cher.ry çer'i isim kiraz; vişne. 228
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chess
chess çes isim satranç.
chessboard
chess.boardisim satranç tahtası.
chessman
chess.manisim satranç taşı.
chest of drawers
şifoniyer.
chest
chest çest isim 1. göğüs. 2. sandık. 3. kutu.
chestnut
chest.nut çes'n^t, çes'nıt isim 1. kestane. 2. kestane rengi. sıfat kestane rengi, kestane.
chew out
azarlamak.
chew the cud
geviş getirmek. 2. derin derin düşünmek.
chew the fat
çene çalmak.
chew
chew çu fiil çiğnemek.
chewing gum
çiklet.
chic
chic şik, şîk sıfat şık, modaya uygun. isim şıklık.
chicanery
chi.can.er.y şîkey'nıri isim hile, şike.
chick
chick çîk isim 1. civciv. 2. argo genç kız, piliç.
chicken feed
bozuk para, az para.
chicken pox
suçiçeği.
chicken
chick.en çîk'ın isim piliç, tavuk eti. fiil, argo out korkudan çekinmek.
chicken-hearted
sıfat korkak, ödlek.
chickpea
chick.pea çîk'pi isim nohut.
chicory
chic.o.ry çîk'ıri isim hindiba, güneğik.
chide
chide çayd fiil (chid/chided, chidden/chided) azarlamak, kusur bulmak.
chief justice
danıştay başkanı.
chief
chief çif isim şef, amir, reis, baş. sıfat 1. en yüksek rütbede olan, baş. 2. belli başlı, ana.
chiefly
chief.lyzarf başlıca, en çok.
chieftain
chief.tain çif'tın isim 1. kabile reisi. 2. başkan, şef.
child
child çayld isim (children) 1. çocuk; bebek. 2. çocuksu kimse. 3. çocuk, evlat.
childbirth
child.birth çayld'bırth isim doğum.
childhood
child.hood çayld'hûd isim çocukluk dönemi, çocukluk.
229
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük childish
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
child.ish çayl'dîş sıfat 1. çocuksu, çocuğumsu. 2. çocukça.
childless
child.less çayld'lîs sıfat çocuksuz, çocuğu olmayan.
childlike
child.like çayld'layk sıfat çocuk gibi, çocuk ruhlu, çocuksu.
childly
child.lyzarf çocukça.
children
chil.dren çîl'drın isim bakınız child
child's play
kolay iş, çocuk oyuncağı.
Chile
Chil.e çîl'i isim Şili.
Chilean
isim Şilili. sıfat 1. Şili, Şili'ye özgü. 2. Şilili.
chili
chil.i çîl'i isim kırmızıbiber.
chill
chill çîl isim 1. soğuk. 2. titreme, üşüme, ürperme. sıfat 1. üşütücü. 2. soğuk. fiil 1. üşümek, ürpermek; üşütmek. 2. (yiyecek, içecek) soğutmak.
chilled to the marrow
soğuk iliğine geçmiş, iliğine kadar üşümüş.
chilliness
chill.i.nessisim 1. soğuk. 2. soğuk davranış.
chilly
chill.y çîl'i sıfat serin, soğuk, üşütücü. zarf soğuk bir şekilde.
chime
chime çaym isim 1. çan sesi; zil sesi. 2. melodi. 3. ahenk, uyum. fiil (çan) ahenkle çalmak.
chimerical
chi.mer.i.cal kımer'îkıl, kaymer'îkıl sıfat hayali, gerçek olmayan.
chimney sweep
baca temizleyicisi.
chimney
chim.ney çîm'ni isim 1. baca. 2. lamba şişesi. 3. krater, yanardağ ağzı.
chimpanzee
chim.pan.zee çîmpänzi' isim şempanze.
chin
chin çîn isim çene.
china closet
tabak dolabı.
china
chi.na çay'nı isim porselen, seramik, çini.
Chinese
Chi.nese çayniz' isim (Chinese) 1. Çinli. 2. Çince. sıfat 1. Çin, Çin'e özgü. 2. Çince. 3. Çinli.
chink
chink çîngk isim yarık, çatlak.
230
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük chip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chip çîp isim 1. yonga, çentik. 2. İngiliz İngilizcesi patates kızartması, cips. 3. bilgisayar çip, yonga. fiil yontmak, çentmek, budamak, şekil vermek.
chipmunk
chip.munk çîp'm^ngk isim amerikasincabı.
chirp
chirp çırp fiil 1. cıvıldamak. 2. cırıldamak, cırlamak. isim 1. cıvıltı. 2. cırıltı.
chisel
chis.el çîz'ıl isim keski, kalem. fiil kalemle oymak.
chitchat
chit.chat çît'çät isim, konuşma dili (sohbette geçen) sözler: Enough of this chitchat; we'd better get to work. Bu kadar muhabbet yeter. Artık çalışsak iyi olur. fiil sohbet etmek, muhabbet etmek, çene çalmak.
chivalric
chiv.al.ric şîv'ılrîk sıfat şövalye gibi, nazik, cömert, cesur.
chivalrous
chiv.al.rous şîv'ılrıs sıfat şövalye gibi, nazik, cömert, cesur.
chivalry
chiv.al.ry şîv'ılri isim 1. şövalyelik. 2. cömertlik. 3. cesaret.
chive
chive çayv isim frenksoğanı.
chlorinate
chlo.rin.ate klôr'ıneyt fiil klorlamak.
chlorine
chlo.rine klôr'in, klôr'în isim, kimya klor.
chloroform
chlo.ro.form klôr'ıfôrm isim, kimya kloroform. fiil kloroformla uyutmak.
chock full
ağzına kadar dolu.
chocolate cake
çikolatalı kek.
chocolate
choc.o.late çôk'lît, çôk'ılît isim çikolata: a piece of chocolate candy bir çikolata. sıfat çikolatalı.
choice
choice çoys isim 1. seçme, seçiş. 2. seçilen kimse veya şey: He was our choice. Bizim seçtiğimiz oydu. 3. seçenek, şık, alternatif; çare: You've no other choice. Başka çaren yok. Won't you give me another choice? Bana başka bir alternatif tanımaz mısınız? sıfat 1. çok kaliteli, ekstra, lüks (sebze, meyve, et v.b.). 2. iyi seçilmiş. 3. iğneli, kırıcı (söz).
choir
choir kwayr isim kilise korosu, koro. 231
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
choke back one's tears
gözyaşlarını tutmak.
choke down one's rage
öfkesini bastırmak.
choke up
tıkanmak. 2. heyecandan konuşamamak, nutku tutulmak.
choke
choke çok fiil boğmak, nefesini kesmek; tıkamak, boğulmak; tıkanmak. isim 1. boğulma; tıkanma. 2. otomotiv qikle.
cholera
chol.er.a kal'ırı isim kolera.
cholesterol
cho.les.ter.ol kıles'tırol isim kolesterol.
choose
choose çuz fiil (chose, chosen) seçmek, tercih etmek, istemek.
choosey
choos.ey çu'zi sıfat titiz, zor beğenen, müşkülpesent.
choosy
choos.y çu'zi sıfat titiz, zor beğenen, müşkülpesent.
chop down
kesip düşürmek.
chop up
kıymak, doğramak. 2. (odun) yarmak.
chop
chop çap fiil (chopped, chopping) 1. balta ile parçalara ayırmak. 2. parçalamak, kesmek. 3. kıymak, doğramak. isim pirzola: lamb chop kuzu pirzolası.
chopper
chop.per çap'ır isim 1. kısa saplı balta, satır. 2. argo helikopter.
choppy
chop.py çap'i sıfat 1. değişken, yön değiştiren (rüzgâr). 2. çırpıntılı (deniz, göl).
choral
cho.ral kôr'ıl sıfat 1. koro ile ilgili. 2. koro tarafından söylenen. 3. koro için yazılmış.
chorale
cho.rale kôräl' isim, müzik koral.
chord
chord kôrd isim 1. çalgı teli, kiriş. 2. müzik akort.
chore
chore çôr isim 1. küçük bir iş. 2. çoğul bir evin veya çiftliğin günlük işleri. 3. güç ve tatsız iş.
choreographer
cho.re.og.ra.pher koriyag'rıfır isim koreograf, koregraf.
choreography
cho.re.og.ra.phy koriyag'rıfi isim koreografi, koregrafi.
chorus
cho.rus kôr'ıs isim 1. koro, koro topluluğu. 2. (müzik eseri) koro. 3. koro, şarkının koro bölümü.
chose
chose çoz fiil bakınız choose
chosen
cho.sen ço'zın fiil bakınız choose sıfat seçilmiş. 232
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chow
chow çau isim, konuşma dili yemek.
Christ
Christ krayst isim Mesih, İsa.
Christendom
Chris.ten.dom krîs'ındım isim Hristiyanlık, Hristiyan âlemi.
Christian name
ad, isim: Her Christian name is Fanny, and her family name is Burney. Adı Fanny, soyadı Burney.
Christian
Chris.tian krîs'çın sıfat, isim Hrıstiyan.
Christianity
Chris.ti.an.i.ty krîsçiyän'ıti isim Hristiyanlık.
Christmas Eve
Noel arifesi.
Christmas tree
Noel ağacı.
Christmas
Christ.mas krîs'mıs isim Noel.
chromatic
chro.mat.ic kromät'îk sıfat 1. renklerle ilgili, kromatik. 2. müzik kromatik.
chrome
chrome krom isim krom.
chromium
chro.mi.um kro'miyım isim, kimya krom.
chromosome
chro.mo.some kro'mısom isim kromozom.
chronic
chron.ic kran'îk sıfat kronik, müzmin, süreğen.
chronicle
chron.i.cle kran'îkıl isim kronik, tarih.
chronological
chron.o.log.i.cal kranılac'îkıl sıfat kronoloqik.
chronologically
chron.o.log.i.cal.lyzarf tarih sırasına göre.
chronology
chro.nol.o.gy krınal'ıci isim kronoloqi.
chronometer
chro.nom.e.ter krınam'ıtır isim kronometre, süreölçer.
chrysanthemum
chry.san.the.mum krîsän'thımım isim kasımpatı, krizantem.
chubby
chub.by ç^b'i sıfat tombul.
chuck
chuck ç^k fiil, konuşma dili 1. atmak, fırlatmak. 2. çöpe atmak. 3. istifa etmek.
chuckle
chuck.le ç^k'ıl fiil kıkır kıkır gülmek, kendi kendine gülmek. isim kıkırdama.
chum
chum ç^m isim yakın arkadaş, ahbap, dost. fiil (chummed, chumming) 1. dost olmak. 2. aynı odayı paylaşmak.
chump
chump ç^mp fiil çiğnemek.
233
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük chunk
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
chunk ç^ngk isim 1. külçe, yığın, topak. 2. konuşma dili tıknaz adam.
church
church çırç isim 1. kilise. 2. kilise ayini. 3. Hristiyanlık mezhep. 4. cemaat.
churchwarden
church.war.den çırç'wôrdın isim kilise idame amiri.
churchyard
church.yard çırç'yard isim kilise bahçesi.
churl
churl çırl isim 1. kaba adam. 2. köylü.
churlish
churl.ishsıfat kaba, terbiyesiz.
churn
churn çırn isim 1. yayık. 2. süt kabı. fiil (sütü) yayıkta çalkalamak.
CIA
CIA si'ay'ey' kısaltma Central Intelligence Agency.
cicada
ci.ca.da sîkey'dı, sîka'dı isim ağustosböceği.
cider
ci.der say'dır isim elma suyu; elma şarabı.
cigar
ci.gar sîgar' isim puro.
cigarette lighter
çakmak.
cigarette
cig.a.rette sîgıret' isim sigara.
cinch
cinch sînç isim 1. at kolanı. 2. konuşma dili sıkıca tutma, kavrama. 3. argo elde bir; çantada keklik.
cinder block
cüruf briketi.
cinder
cin.der sîn'dır isim 1. cüruf, yanmış kömür artığı. 2. çoğul kül.
Cinderella
Cin.der.el.la sîndırel'ı isim 1. Külkedisi. 2. güzelliği ve değeri anlaşılmamış kız.
cinema
cin.e.ma sîn'ımı isim, İngiliz İngilizcesi 1. sinema, sinema salonu. 2. sinema endüstrisi.
cinnamon
cin.na.mon sîn'ımın isim tarçın.
cipher
ci.pher say'fır isim 1. sıfır. 2. solda sıfır, hiç. 3. şifre.
circa
cir.ca sır'kı edat dolaylarında, takriben, aşağı yukarı. kısaltma ca./c./c .
Circassian
Cir.cas.sian sırkäş'ın isim, sıfat 1. Çerkez. 2. Çerkezce.
circle
cir.cle sır'kıl isim 1. daire, çember, halka. 2. devir. 3. çevre, muhit, grup. fiil 1. etrafını çevirmek, kuşatmak. 2. halka olmak. 3. daire içine almak. 4. etrafında dolaşmak. 5. devretmek, dönmek. 234
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
circuit breaker
elektrik devre kesici anahtar.
circuit
cir.cuit sır'kît isim 1. daire. 2. ring seferi. 3. elektrik devre.
circuitous
cir.cu.i.tous sırkyu'wıtıs sıfat dolaylı, dolambaçlı.
circuitously
cir.cu.i.tous.lyzarf dolaylı olarak.
circuitousness
cir.cu.i.tous.nessisim dolaylılık.
circular note
genelge, sirküler. 2. bir tür kredi mektubu.
circular saw
yuvarlak testere.
circular
cir.cu.lar sır'kyılır sıfat 1. dairesel, yuvarlak. 2. dolaylı, dolambaçlı.
circulate
cir.cu.late sır'kyıleyt fiil 1. deveran etmek, dolaşmak. 2. dağıtmak, elden ele geçirmek. 3. dolaştırmak.
circulating library
dışarıya ödünç kitap veren kütüphane.
circulation
cir.cu.la.tion sırkyıley'şın isim 1. dolaşım, devir, deveran, cereyan. 2. kan dolaşımı. 3. tedavül, dolanım, sirkülasyon. 4. dağıtım miktarı, tiraj.
circumcise
cir.cum.cise sır'kımsayz fiil sünnet etmek.
circumcision
cir.cum.ci.sion sırkımsîq'ın isim sünnet.
circumference
cir.cum.fer.ence sırk^m'fırıns isim daire çevresi; çember.
circumflex
cir.cum.flex sır'kımfleks isim, dilbilgisi inceltme işareti; uzatma işareti; düzeltme işareti, _konuşma dili_ şapka.
circumnavigate
cir.cum.nav.i.gate sırkımnäv'ıgeyt fiil denizden etrafını dolaşmak.
circumscribe
cir.cum.scribe sırkımskrayb' fiil 1. daire içine almak. 2. sınırlamak.
circumspect
cir.cum.spect sır'kımspekt sıfat dikkatli, sakıngan, ihtiyatlı, tedbirli.
circumspection
cir.cum.spec.tion sırkımspek'şın isim dikkat, ihtiyat.
circumstance
cir.cum.stance sır'kımstäns isim 1. durum, hal, keyfiyet, koşul, şart, vaziyet. 2. olay, vaka.
circumstantial evidence
ikinci derecede kanıt.
235
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük circumstantial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cir.cum.stan.tial sırkımstän'şıl sıfat 1. durumla ilgili. 2. ikinci derecede önemi olan. 3. ayrıntılı.
circumvent
cir.cum.vent sırkımvent' fiil 1. tekerine çomak sokmak, kösteklemek. 2. atlatmak, kaçınmak.
circus
cir.cus sır'kıs isim 1. sirk. 2. İngiliz İngilizcesi meydan. 3. gösteri, numara.
cistern
cis.tern sîs'tırn isim sarnıç, mahzen, su deposu.
cit.
cit.kısaltma «citation» cited citizen
citadel
cit.a.del sît'ıdıl isim hisar, kale.
citation
ci.ta.tion saytey'şın isim 1. alıntılama, aktarma, iktibas. 2. alıntı, aktarma. 3. celp, mahkemeye çağrı. 4. celp kâğıdı.
citizen
cit.i.zen sît'ızın isim 1. uyruk, vatandaş, tebaa. 2. hemşeri.
citizenship
cit.i.zen.shipisim uyrukluk, vatandaşlık, tabiiyet.
citric acid
sitrik asit.
citric
cit.ric sît'rîk sıfat bakınız citric acid
citron
cit.ron sît'rın isim ağaçkavunu.
citrus fruit
turunçgillerden bir meyve.
citrus
cit.rus sît'rıs sıfat turunçgillere ait. isim (citrus) turunçgillere ait ağaç veya meyve.
city block
kesişen sokaklarla ayrılan blok.
city manager
belediye başkanı.
city planner
şehir mimarı.
city
cit.y sît'i isim şehir, kent.
city-state
cit.y-stateisim şehir devleti, site.
civic center
hükümet binaları, mahkeme, kütüphane v.b.'nin bulunduğu şehir merkezi.
civic
civ.ic sîv'îk sıfat 1. şehre ait, belediye ile ilgili. 2. yurttaşlık ile ilgili.
civics
civ.icsisim yurttaşlık bilgisi, yurt bilgisi.
civil defense
sivil savunma.
civil engineer
inşaat mühendisi.
civil engineering
inşaat mühendisliği. 236
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
civil law
hukuk 1. medeni hukuk. 2. Roma hukuku.
civil liberty
insan hakları.
civil marriage
medeni nikâh.
civil rights
vatandaşlık hakları.
civil servant
İngiliz İngilizcesi devlet memuru.
civil service
sivil devlet memurları.
civil war
iç savaş.
civil
civ.il sîv'ıl sıfat 1. vatandaşlarla ilgili. 2. hükümete ait, milli. 3. sivil. 4. bireysel, ferdi. 5. uygar, medeni. 6. nazik, kibar.
civilian
ci.vil.ian sıvîl'yın isim sivil.
civilisation
civ.i.li.sa.tion sîvılayzey'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız civilization
civility
ci.vil.i.ty sıvîl'ıti isim nezaket, kibarlık, terbiye.
civilization
civ.i.li.za.tion sîvılızey'şın isim uygarlık, medeniyet.
civilize
civ.i.lize sîv'ılayz fiil 1. uygarlaştırmak, medenileştirmek. 2. aydınlatmak.
civilized
civ.i.lized sîv'ılayzd sıfat 1. uygar, medeni. 2. kibar, nazik, ince.
clad
clad kläd fiil bakınız clothe
claim for damages
tazminat davası. 2. tazminat talebi.
claim
claim kleym isim 1. talep, iddia. 2. hak. 3. sigorta poliçesi üstünden ödenecek para. fiil 1. hak talep etmek, istemek. 2. iddia etmek. 3. sahip çıkmak.
claimant
claim.antisim davacı; hak iddia eden; talep sahibi.
clairvoyance
clair.voy.ance klervoy'ıns isim 1. kehanet. 2. gaipten haber verme.
clairvoyant
clair.voy.ant klervoy'ınt isim kâhin.
clam
clam kläm isim tarak, deniz tarağı.
clamber
clam.ber kläm'bır, kläm'ır fiil tırmanmak, güçlükle tırmanmak.
clammy
clam.my kläm'i sıfat 1. yapış yapış. 2. soğuk ve nemli.
237
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük clamor
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
clam.or kläm'ır isim 1. haykırma, feryat, yaygara. 2. gürültü. fiil haykırmak, feryat etmek, yaygara koparmak.
clamorous
clam.or.oussıfat gürültülü.
clamour
clam.our kläm'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız clamor
clamp
clamp klämp isim mengene, kenet, sıkıştırıcı, kıskaç. fiil mengene ile sıkıştırmak.
clan
clan klän isim klan, boy, kabile.
clandestine
clan.des.tine kländes'tîn sıfat gizli, el altından yapılan.
clandestinely
clan.des.tine.lyzarf gizlice, el altından.
clang
clang kläng fiil 1. çınlamak; çınlatmak. 2. yüksek sesle çalmak.
clank
clank klängk isim şıngırtı; tangırtı. fiil şıngırdamak; tangırdamak.
clap
clap kläp isim 1. el çırpma. 2. gök gürültüsü, gök gürlemesi. 3. elle vuruş, şaplak. 4. argo belsoğukluğu. fiil (clapped, clapping) 1. el çırpmak, alkışlamak. 2. elle vurmak, şaplak indirmek.
claret
clar.et kler'ıt isim kırmızı Bordo şarabı.
clarification
clar.i.fi.ca.tion klerıfıkey'şın isim aydınlatma, açıklama.
clarify
clar.i.fy kler'ıfay fiil aydınlatmak, açıklamak; aydınlanmak.
clarinet
clar.i.net klerınet' isim, müzik klarnet.
clarinetist
clar.i.net.istisim klarnetçi.
clarity
clar.i.ty kler'ıti isim açıklık, vuzuh, berraklık.
clash
clash kläş fiil 1. (madeni şeyler) birbirine çarpmak; (madeni şeyleri) birbirine çarpmak. 2. çarpışmak, çatışmak, çarpışıp savaşmak; dövüşmek. 3. mücadeleye girişmek; birbiriyle mücadele etmek. 4. birbiriyle iyi gitmemek, yakışmamak; with ile iyi gitmemek, -e yakışmamak. 5. aynı zamana rastlamak; çatışmak; with
238
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ile çatışmak. isim 1. çarpışma, çatışma. 2. birbirine çarpan madeni şeylerin çıkardığı ses. clasp knife
büyük çakı, sustalı bıçak.
clasp
clasp kläsp isim 1. toka, kopça. 2. kucaklama, sarılma. fiil 1. toka ile tutturmak, kopçalamak. 2. kucaklamak, sarılmak.
class
class kläs isim 1. sınıf, tabaka, zümre. 2. kast. 3. çeşit, tür. 4. takım, grup. 5. sınıf; ders.
classic
clas.sic kläs'îk sıfat klasik. isim klasik eser, klasik.
classical
clas.si.cal kläs'îkıl sıfat klasik.
classification
classificationisim 1. sınıflama, bölümleme. 2. kategori, sınıf.
classified advertisements
küçük ilanlar.
classify
clas.si.fy kläs'ıfay fiil sınıflara ayırmak, sınıflamak, bölümlemek, tasnif etmek.
classmate
class.mate kläs'meyt isim sınıf arkadaşı.
classroom
class.room kläs'rum isim sınıf, dershane, derslik.
clatter
clat.ter klät'ır fiil takırdatmak, çatırdatmak; takırdamak. isim patırtı, takırtı, gürültü.
clause
clause klôz isim 1. madde, bent, hüküm, fıkra, şart. 2. dilbilgisi cümle veya yancümle ya da bazı geçmiş zaman sıfatfiilleri gibi bir özne ve ona ait bir fiilden oluşan kelime grubu.
clavicle
clav.i.cle kläv'ıkıl isim köprücükkemiği, köprücük.
claw hammer
domuz tırnağı çekiç.
claw
claw klô isim pençe, tırnak. fiil yırtmak, tırmalamak, pençe atmak.
clay
clay kley isim kil, balçık.
clean out
temizlemek.
clean up
temizlemek.
clean
clean klin sıfat 1. temiz, pak. 2. halis, saf, arı. 3. kusursuz. 4. engelsiz, açık. 5. masum, temiz ahlaklı. 6. yenebilir (av eti v.b.). 7. düzgün, biçimli. fiil
239
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
temizlemek, paklamak, arıtmak; temizlenmek, paklanmak, arınmak. zarf tamamen, bütünüyle. cleaner
clean.er klin'ır isim 1. temizlikçi. 2. temizleyici madde.
cleanliness
clean.li.ness klen'lînıs isim temizlik.
cleanly
clean.ly klin'li zarf temiz bir şekilde, temizce.
cleanse
cleanse klenz fiil temizlemek.
cleanser
cleans.erisim 1. temizleyici madde. 2. sabun.
clear conscience
vicdan rahatlığı.
clear off
konuşma dili sıvışmak, tüymek.
clear out
konuşma dili sıvışmak, tüymek. 2. toplayıp atmak.
clear the air
şüpheleri gidermek.
clear the table
sofrayı kaldırmak.
clear thinker
mantıklı düşünen kimse.
clear up
çözmek, halletmek, açıklığa kavuşturmak; çözülmek. 2. temizlemek. 3. (hastalığı) gidermek; (hastalık) geçmek.
clear
clear klîr sıfat 1. şeffaf, saydam; duru. 2. bulutsuz, açık (gök). 3. pürüzsüz (cilt). 4. kolaylıkla anlaşılan veya duyulan, net, açık: His instructions were juite clear. Verdiği talimat çok açıktı. She's got a clear voice. Net bir sesi var. 5. belli, aşikâr, açık, belirgin, bariz: That's a clear instance of what I was talking about. Bahsettiğim konunun açık bir örneğidir o. It's clear you've made a mistake. Hata yaptığın belli. 6. açık, boş: The top of his desk is never clear. Yazı masasının üstü hiç boş kalmıyor. 7. açık, engelsiz: With all this snow the roads won't be clear for days. Kar bu kadar çok olduğu için yollar günlerce açılmaz. 8. (zaman açısından) boş, dolu olmayan: This Thursday's a clear day for me. Bu perşembe benim için boş. zarf to ta -e kadar She could see clear to Büyükada. Ta Büyükada'ya kadar görebiliyordu. isim bakınız be in the clear fiil 1. (bir şeyi) (bir yerden) kaldırmak, uzaklaştırmak veya yok etmek: Clear the table! Sofrayı kaldır! We need to clear the area. Çevreden herkesi uzaklaştırmamız lazım. He's 240
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
clearing the steps of snow. Merdivenlerdeki karları temizliyor. They cleared a space in the middle of the room. Odanın ortasında bir yer açtılar. Clear the way! Yol ver! It really clears your nostrils. Burnunun deliklerini bayağı açar. 2. (birinin) masumiyetini göstermek; of (birinin) (bir suçun) faili olmadığını göstermek. 3. izin vermek; with (birinden) (bir şey için) izin almak: Have you cleared this with him? Bunun için ondan izin aldın mı? 4. (bir şeyin) üstünden geçmek: > clearance
clear.ance klîr'ıns isim 1. temizleme. 2. açıklık yer. 3. gümrük muayene belgesi. 4. geminin limanı terketme izni.
clear-cut
clear-cut klîr'k^t' sıfat 1. açık, net. 2. kesin. fiil (ağaçlık bir alandaki) tüm ağaç ve çalıları kesmek, (ağaçlık bir alanı) tıraşlama kesmek.
clearing
clear.ing klîr'îng isim 1. temizleme işi. 2. açığa çıkarma. 3. aydınlatma. 4. açıklık, meydan. 5. takas, kliring.
cleat
cleat klit isim 1. denizcilikle ilgili koçboynuzu. 2. kıskı, kama, takoz.
cleavage
cleav.age kli'vîc isim 1. yarık. 2. yarılma, çatlama. 3. (kadının) göğüs arası.
cleave
cleave kliv fiil (cleaved/clove/cleft, cleaved/cloven/cleft) yarmak, bölmek; yarılmak, bölünmek.
cleaver
cleav.er kli'vır isim satır, balta.
clef
clef klef isim, müzik anahtar.
cleft
cleft kleft fiil bakınız cleave isim, sıfat çatlak, yarık, ayrık.
clemency
clem.en.cy klem'ınsi isim 1. merhamet, şefkat. 2. havanın güneşli ve ılık olması.
clement
clem.ent klem'ınt sıfat 1. merhametli, şefkatli. 2. güneşli ve ılık (hava).
241
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük clench
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
clench klenç fiil 1. (yumruğunu, dişlerini) sıkmak. 2. sıkıca yakalamak, kavramak.
clergy
cler.gy klır'ci isim papazlar.
clergyman
cler.gy.man klır'cimın isim (clergymen) papaz.
cleric
cler.ic kler'îk isim papaz.
clerical
cler.i.cal kler'îkıl sıfat 1. sekretere ait, sekreterlik. 2. papaza ait.
clerk
clerk klırk, [İngiliz İngilizcesi] klark isim 1. tezgâhtar. 2. sekreter.
clever
clev.er klev'ır sıfat 1. akıllı. 2. zeki. 3. becerikli.
cleverly
clev.er.lyzarf akıllıca, zekice.
cleverness
clev.er.nessisim 1. akıllılık. 2. beceriklilik.
clew
clew klu isim bakınız clue
cliché
cli.ché klişey' isim 1. klişe, basmakalıp söz. 2. matbaacılık klişe.
click
click klîk isim çıt, çıtırtı, tıkırtı. fiil 1. çıtırdamak. 2. tıkırdamak. 3. bilgisayar fareye (mouse) tıklamak.
client
cli.ent klay'ınt isim 1. müvekkil. 2. müşteri.
clientele
cli.en.tele klayıntel' isim 1. müvekkiller. 2. müşteriler.
cliff
cliff klîf isim uçurum, sarp kayalık.
climate
cli.mate klay'mît isim iklim, hava.
climax
cli.max klay'mäks isim 1. doruk, zirve. 2. doruk noktası. 3. orgazm. fiil doruğa ulaşmak; doruğa ulaştırmak.
climb down
inmek.
climb
climb klaym fiil 1. tırmanmak. 2. çıkmak. isim 1. tırmanacak yer. 2. tırmanış, tırmanma.
climber
climb.er klay'mır isim 1. tırmanıcı sarmaşık. 2. konuşma dili toplumda yükselmek isteyen kimse.
clinch
clinch klînç fiil 1. perçinlemek. 2. sağlama bağlamak. 3. boks birbirine sarılmak. isim 1. perçinleme. 2. boks birbirine sarılma. 3. perçinlenmiş çivi.
242
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cling
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cling klîng fiil (clung) 1. yapışmak, sıkıca sarılmak, tutunmak. 2. yakınında olmak. 3. (hatıra v.b.'ne) bağlı olmak.
clinic
clin.ic klîn'îk isim klinik.
clinical
clin.i.calsıfat klinikle ilgili, klinik.
clink
clink klîngk fiil 1. şıngırdamak; şıngırdatmak. 2. (bardak, kadeh) tokuşturmak. isim 1. şıngırtı. 2. tokuşturma.
clip someone's wings
(ceza olarak) birinin hareket alanını sınırlamak.
clip
clip klîp fiil (clipped, clipping) 1. kırkmak. 2. kırpmak. 3. uçlarını kesmek. 4. konuşma dili hızla gitmek. 5. (gazete, dergi v.b.'nden) kupür kesmek. isim 1. kırkma. 2. kırpma. 3. kesme. 4. konuşma dili hız, sürat.
clipper
clip.per klîp'ır isim 1. çoğul (saç, tırnak, çim kesmek için) makas. 2. tekil hızlı bir yelkenli gemi.
clipping
clip.ping klîp'îng isim 1. kırkma. 2. kırpma. 3. kesme. 4. kupür, kesik.
clique
clijue klik, klîk isim klik, hizip.
clitoris
cli.to.ris klît'ırîs, klay'tırîs isim, anatomi klitoris, bızır.
cloak something in a guise of
bir şeyi (başka bir şeyin) kisvesine büründürmek.
cloak
cloak klok isim pelerin. fiil bakınız cloak something in a guise of
cloakroom
cloak.roomisim 1. vestiyer. 2. İngiliz İngilizcesi tuvalet.
clock
clock klak isim saat. fiil saat tutmak.
clockmaker
clock.makerisim saatçi.
clockwise
clock.wisesıfat, zarf saat yelkovanı yönünde.
clockwork
clock.workisim saatin makinesi.
clod
clod klad isim 1. toprak veya çamur parçası, kesek. 2. budala, sersem.
clog
clog klag fiil (clogged, clogging) 1. tıkamak; tıkanmak. 2. engel olmak, köstek vurmak; engel lemek.
243
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cloister
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
clois.ter kloys'tır isim 1. revaklı avlu. 2. revak, kemeraltı. 3. manastır. fiil 1. manastıra kapatmak. 2. tecrit etmek, ayırmak.
close call
konuşma dili paçayı zor kurtarma.
close combat
göğüs göğüse çarpışma.
close contest
beraberliğe yakın oyun veya yarış.
close down
kapamak, kapatmak; kapanmak.
close game
beraberliğe yakın oyun veya yarış.
close haircut
kısa saç tıraşı.
close in on
-in etrafını çevirmek.
close out
hepsini satmak, indirimli satmak.
close resemblance
yakın benzerlik.
close shave
sinek kaydı traş. 2. konuşma dili paçayı zor kurtarma.
close the deal
anlaşmaya varmak.
close up
kapatmak; kapanmak. 2. birbirine yaklaşmak.
close
close kloz fiil 1. kapamak, kapatmak; kapanmak. 2. tıkamak, doldurmak. 3. son vermek, bitirmek; sona ermek, bitmek.
closed circuit
elektrik kapalı devre.
closed season
avlanmanın yasak olduğu mevsim.
closed shop
yalnız sendika üyelerini çalıştıran fabrika.
closed
closed klozd sıfat kapalı.
close-fisted
close-fist.ed klos'fîs'tîd sıfat cimri, eli sıkı.
close-fitting
close-fit.ting klos'fît'îng sıfat dar, üste oturan (giysi).
close-mouthed
close-mouthed klos'maudhd' sıfat sıkı ağızlı, ağzı sıkı.
closet communist
gizli komünist.
closet homosexual
gizli homoseksüel.
closet
clos.et klaz'ît isim (gardırop işlevi gören sandık odası gibi) gömme dolap, yüklük. sıfat, konuşma dili gizli, gizli tutulan; aleni olmayan. fiil bakınız be closeted with
clot
clot klat isim pıhtı. fiil (clotted, clotting) 1. pıhtılaşmak; top top olmak; (süt) kesilmek. 2. pıhtılaştırmak. 244
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cloth
cloth klôth isim kumaş, bez, örtü.
clothe
clothe klodh fiil (clothed/clad) 1. giydirmek. 2. üstünü örtmek, kaplamak.
clothes basket
çamaşır sepeti.
clothes moth
elbise güvesi.
clothes
clothes kloz, klodhz isim, çoğul giysiler, elbiseler.
clotheshorse
clotheshorseisim çamaşır askısı.
clothesline
clotheslineisim çamaşır ipi.
clothes-peg
clothes-pegisim, İngiliz İngilizcesi çamaşır mandalı.
clothespin
clothes.pinisim mandal.
clothing
cloth.ing klo'dhîng isim giyim eşyası, giysiler, elbiseler.
cloud
cloud klaud isim 1. bulut. 2. duman veya toz bulutu. 3. leke. fiil 1. bulutla kaplamak, karartmak, örtmek; bulutlanmak, kararmak. 2. gölgelemek. 3. lekelemek. 4. şüphe altında bırakmak.
cloudburst
cloud.burstisim sağanak.
cloud-capped
cloud-cappedsıfat bulutlu, bulutlarla kaplı (dağ tepesi).
cloudy
cloudysıfat 1. bulutlu. 2. dalgalı (mermer). 3. dumanlı. 4. bulanık. 5. karanlık, açık olmayan. 6. şüphe altında; töhmet altında.
clout
clout klaut isim, konuşma dili 1. yumruk, tokat. 2. nüfuz. fiil 1. yumruk indirmek, tokat atmak. 2. beysbol (topa) hızla vurmak.
clove
clove klov isim karanfil (baharat).
clover
clo.ver klo'vır isim yonca.
clown
clown klaun isim palyaço, soytarı. fiil soytarılık etmek.
clownish
clown.ishsıfat soytarı gibi.
clownishness
clown.ish.nessisim soytarılık.
club
club kl^b isim 1. sopa, çomak; cop. 2. kulüp, dernek. 3. iskambil oyunları sinek, ispati. fiil (clubbed, clubbing) coplamak; sopalamak.
clubfoot
club.footisim yumru ayak.
cluck
cluck kl^k fiil gıdaklamak. isim gıdaklama. 245
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
clue
clue klu isim ipucu, iz, anahtar.
clump
clump kl^mp isim yığın, küme. fiil 1. yığmak, kümelemek. 2. ağır adımlarla yürümek.
clumsily
clum.si.lyzarf hantalca.
clumsiness
clum.si.nessisim hantallık.
clumsy
clum.sy kl^m'zi sıfat hantal, beceriksiz, sakar.
clung
clung kl^ng fiil bakınız cling
cluster
clus.ter kl^s'tır isim 1. salkım, hevenk. 2. tutam, demet. 3. küme, grup. fiil 1. salkım haline getirmek. 2. demet yapmak. 3. kümelenmek, bir araya toplanmak.
clutch at straws
ümitsizlik içinde her çareye başvurmak.
clutch pedal
otomotiv debriyaq pedalı.
clutch
clutch kl^ç isim 1. kavrama, sıkıca tutma. 2. makine kenet, ambreyaq. 3. otomotiv debriyaq. fiil 1. kavramak, yakalamak. 2. kapmak.
clutter
clut.ter kl^t'ır fiil darmadağınık etmek, yığmak, düzensizce atmak. isim dağınıklık, karışıklık.
cm.
cm.kısaltma centimeter
Co.
Co.kısaltma «company» county
coach
coach koç isim 1. spor antrenör, çalıştırıcı. 2. özel öğretmen. fiil yetiştirmek, antrenörlük etmek, özel ders vermek.
coagulate
co.ag.u.late kowäg'yıleyt fiil pıhtılaşmak; pıhtılaştırmak.
coal
coal kol isim kömür.
coalesce
co.a.lesce kowıles' fiil birleşmek, yekvücut olmak.
coalescence
co.ales.cenceisim birleşme, birleşim.
coalescent
co.ales.centsıfat birleşmek üzere olan.
coalition
co.a.li.tion kowılîş'ın isim koalisyon, birleşme.
coarse
coarse kôrs sıfat 1. adi, bayağı, kaba. 2. kalın. 3. terbiyesiz. 4. hissiz. 5. işlenmemiş.
coarsely
coarse.lyzarf kabaca.
coarsen
coars.en kôr'sın fiil kabalaşmak; kabalaştırmak.
coarseness
coarse.nessisim 1. kabalık. 2. terbiyesizlik. 246
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Coast Guard
sahil koruma.
coast
coast kost isim sahil, deniz kıyısı. fiil 1. (kayak, bisiklet) yokuş aşağı inmek veya kaymak. 2. denizcilikle ilgili kıyı boyunca gitmek.
coastal
coast.alsıfat kıyı, sahil, kıyısal.
coastline
coast.lineisim kıyı boyu.
coat hanger
elbise askısı, askı.
coat of paint
bir kat boya.
coat rack
portmanto, askılık.
coat
coat kot isim 1. palto, ceket. 2. kat, tabaka. fiil kaplamak; bir tabaka (boya v.b.) sürmek.
coating
coat.ingisim 1. tabaka, kat. 2. paltoluk kumaş.
coax something out of someone
birini tatlı sözlerle kandırarak bir şey elde etmek.
coax
coax koks fiil 1. tatlı sözlerle kandırmak, gönlünü yapmak. 2. dil dökmek.
cob
cob kab isim mısır koçanı.
cobalt
co.balt ko'bôlt isim kobalt.
cobble
cob.ble kab'ıl isim kaldırım taşı. fiil 1. kaldırım taşı döşemek. 2. ayakkabı tamir etmek.
cobbler
cob.blerisim ayakkabı tamircisi.
cobblestone
cob.ble.stoneisim parke taşı, kaldırım taşı.
cobra
co.bra ko'brı isim kobra yılanı.
cobweb
cob.web kab'web isim örümcek ağı.
cocaine
co.caine kokeyn', ko'keyn isim kokain.
cock one's hat
şapkayı yana yatırmak.
cock
cock kak isim 1. horoz. 2. erkek kuş. 3. musluk. 4. tüfek horozu, tabanca horozu. 5. argo penis, kamış. fiil tüfek horozunu çekmek. sıfat erkek.
cock-a-doodle-doo
cock-a-doo.dle-doo kak'ıdudıldu' isim horoz ötüşü, kukuriku.
cock-and-bull story
palavra, martaval.
cockchafer
cock.chaf.er kak'çeyfır isim mayısböceği.
cockerel
cock.er.el kak'ırıl isim yavru horoz.
247
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cockeyed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cock.eyed kak'ayd isim 1. şaşı gözlü. 2. çarpık, eğri. 3. argo saçma. 4. argo küfelik.
cockfight
cock.fight kak'fayt isim horoz dövüşü.
cockpit
cock.pit kak'pît isim 1. pilot kabini. 2. denizcilikle ilgili alçak güverte, kokpit. 3. horoz dövüşlerinin yapıldığı yer.
cockroach
cock.roach kak'roç isim hamamböceği.
cockscomb
cocks.comb kaks'kom isim 1. horoz ibiği. 2. botanik horozibiği. 3. züppe.
cocksure
cock.sure kak'şûr sıfat kendinden fazla emin, kendine fazla güvenen.
cocktail
cock.tail kak'teyl isim kokteyl.
cocky
cock.y kak'i sıfat, konuşma dili kendini beğenmiş.
coco
co.co ko'ko isim hindistancevizi.
cocoa bean
kakao tohumu.
cocoa butter
kakao yağı.
cocoa
co.coa ko'ko isim 1. kakao. 2. kakao rengi. 3. sütlü kakao.
coconut palm
hindistancevizi ağacı.
coconut
co.co.nut ko'kın^t, ko'kınıt isim büyükhindistancevizi, hindistancevizi.
cocoon
co.coon kıkun' isim koza.
cod
cod kad isim morina.
coddle
cod.dle kad'ıl fiil 1. üstüne titremek, ihtimam göstermek. 2. hafif ateşte kaynatmak.
code of honor
ahlak kuralları.
code
code kod isim 1. kanun, kanunname. 2. şifre; kod. fiil 1. kanun haline getirmek. 2. şifre ile yazmak; kodlamak.
codeine
co.deine ko'din, ko'dîyin isim kodein.
codger
codg.er kac'ır isim, konuşma dili moruk, pinpon adam.
codification
cod.i.fi.ca.tionisim kanun halinde toplama.
codify
cod.i.fy kad'ıfay, ko'dıfay isim 1. kanun halinde toplamak. 2. bir sisteme bağlamak.
cod-liver oil
balıkyağı. 248
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük coed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
co.ed ko'wed isim, konuşma dili karma bir üniversitede okuyan kız öğrenci. sıfat, konuşma dili bakınız coeducational
coeducation
co.ed.u.ca.tion kowecûkey'şın isim karma eğitim.
coeducational
co.ed.u.ca.tion.alsıfat karma eğitime ait; karma eğitimin uygulandığı bir okulda okuyan; karma eğitim uygulayan.
coefficient
co.ef.fi.cient kowıfîş'ınt isim katsayı.
coequal
co.e.jual kowi'kwıl isim eş. sıfat 1. eşit, müsavi. 2. akran, denk.
coerce
co.erce kowırs' isim zorlamak, mecbur etmek.
coercion
co.er.cionisim zorlama, baskı.
coercive
co.er.cive kowır'sîv sıfat zorlayıcı.
coexist
co.ex.ist kowîgzîst' fiil bir arada var olmak.
coexistence
co.ex.is.tenceisim bir arada var oluş.
coffee bean
kahve çekirdeği.
coffee cup
(alafranga) kahve fincanı.
coffee grounds
kahve telvesi.
coffee mill
kahve değirmeni.
coffee of a kind
kahveye benzer bir şey.
coffee shop
kahve, çay, tatlı, sandviç ve hafif yemekler sunan lokanta.
coffee spoon
tatlı kaşığı.
coffee store
kurukahveci dükkânı, kurukahveci.
coffee table
sehpa.
coffee
cof.fee kôf'i, kaf'i isim kahve.
coffeepot
cof.fee.potisim kahve demliği.
coffer
cof.fer kôf'ır isim sandık, kasa, kutu.
coffin
cof.fin kôf'în isim tabut.
cog
cog kag isim çark dişi, diş.
cogency
co.gen.cy ko'cınsi isim inandırıcılık, ikna kuvveti.
cogent
co.gent ko'cınt sıfat inandırıcı, ikna edici.
cogitate
cog.i.tate kac'ıteyt fiil düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak. 249
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cognac
co.gnac kon'yäk isim kanyak, konyak.
cognisance
cog.ni.sance kag'nızıns isim, İngiliz İngilizcesi bakınız cognizance
cognisant
cog.ni.sant kag'nızınt sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız cognizant
cognition
cog.ni.tion kagnîş'ın isim, ruhbilim biliş.
cognizance
cog.ni.zance kag'nızıns isim 1. farkına varma. 2. kavrama.
cognizant
cog.ni.zant kag'nızınt sıfat bakınız be cognizant of
cogwheel
cog.wheelisim dişli çark.
cohere
co.here kohîr' fiil 1. yapışmak, kaynaşmak. 2. uyum içinde olmak, uyuşmak. 3. birbirini tutmak, tutarlı olmak.
coherence
co.her.ence kohîr'ıns isim tutarlılık, tutarlık, mantıklılık.
coherent
co.her.ent kohîr'ınt sıfat 1. yapışkan. 2. tutarlı, mantıklı. 3. kolay anlaşılır. 4. fizik koherent, eşevreli.
coherently
co.her.ent.lyzarf tutarlı olarak.
cohesion
co.he.sion kohi'qın isim 1. yapışıklık, yapışma. 2. uyum içinde olma, uyuşma. 3. fizik kohezyon.
cohesive
co.he.sive kohi'sîv sıfat 1. yapışmış; birleşmiş. 2. uyum sağlayan. 3. fizik kohezif.
cohort
co.hort ko'hôrt isim 1. hempa, suç ortağı. 2. yandaş, taraftar, destekçi. 3. (insanlardan oluşan) grup.
coiffeur
coif.feur kwaför' isim kuaför, kadın berberi olan erkek.
coiffure
coif.fure kwafyûr' isim saç biçimi, saç tuvaleti.
coil
coil koyl isim 1. kangal. 2. denizcilikle ilgili roda. 3. halka, kangal şeklinde boru. 4. halka şeklinde kıvrılmış saç. 5. elektrik bobin. fiil 1. sarmak, kangallamak; sarılmak, kangallanmak. 2. denizcilikle ilgili roda etmek.
coin
coin koyn isim madeni para. fiil 1. madeni para basmak. 2. (sözcük, söz) türetmek. 250
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük coincide
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
co.in.cide kowînsayd' fiil 1. with ile rastlaşmak, aynı zamana rastlamak, çatışmak. 2. uymak, bir olmak. 3. matematik çakışmak.
coincidence
co.in.ci.dence kowîn'sîdıns isim rastlantı, tesadüf.
coincidental
co.in.ci.den.tal kowînsîden'tıl sıfat rastlantı eseri olan, tesadüfi.
coincidentally
co.in.ci.den.tal.lyzarf tesadüfen, şans eseri.
coition
co.i.tion kowîş'ın isim cinsel ilişki.
coitus
co.i.tus ko'wıtıs isim cinsel ilişki.
coke
coke kok isim 1. konuşma dili kolalı içecek. 2. argo kokain.
colander
col.an.der k^l'ındır isim kevgir, süzgeç.
cold cream
yüz kremi, cilt kremi.
cold cuts
söğüş et.
cold fish
soğuk kimse, frigo.
cold snap
havanın aniden soğuması, ani soğuk.
cold sore
uçuk.
cold war
soğuk savaş.
cold wave
soğuk dalgası.
cold
cold kold sıfat soğuk. isim 1. soğuk, soğukluk. 2. nezle.
cold-blooded
cold-blood.ed kold'bl^d'îd isim 1. duygusuz, acımasız, merhametsiz. 2. biyoloji soğukkanlı.
coldhearted
cold.heart.ed kold'har'tîd sıfat katı yürekli, merhametsiz.
coleslaw
cole.slaw kol'slô isim lahana salatası.
colic
col.ic kal'îk isim, tıbbi kolik, kalınbağırsakta ve karın boşluğunda duyulan sancı.
colitis
co.li.tis kılay'tîs isim, tıbbi kolit, kalınbağırsak iltihabı.
collaborate
col.lab.o.rate kıläb'ıreyt fiil birlikte çalışmak, işbirliği yapmak.
collaboration
col.lab.o.ra.tionisim birlikte çalışma, işbirliği.
collaborationist
col.lab.o.ra.tion.ist kıläbırey'şınîst isim işbirlikçi, kolaboratör.
251
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük collaborator
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
col.lab.o.ra.torisim 1. birlikte çalışan kimse, işbirliği yapan kimse, kolaboratör. 2. işbirlikçi, kolaboratör.
collage
col.lage kılaq' isim kolaq.
collapse
col.lapse kıläps' fiil 1. çökmek, yıkılmak; çökertmek, yıkmak. 2. (iskemle, masa) açılır kapanır olmak. 3. (proqe, plan) bir sonuca bağlanmadan dağılmak. 4. cesaretini kaybetmek. 5. (balon) sönmek. 6. tıbbi çökmek. isim göçme, çökme, yıkılma.
collapsible
col.laps.iblesıfat portatif, açılır kapanır.
collar stud
yakalık düğmesi.
collar
col.lar kal'ır isim 1. yaka. 2. gerdanlık. 3. tasma. fiil 1. yaka takmak, tasma takmak. 2. yakalamak, yakasına yapışmak.
collarbone
col.lar.bone kal'ırbon isim, anatomi köprücükkemiği, köprücük.
collate
col.late kıleyt', kal'eyt fiil 1. (sayfaları) sıraya koymak; (formaları) harman etmek, harmanlamak. 2. karşılaştırarak okumak.
collateral security
karşılıklı teminat.
collateral
col.lat.er.al kılät'ırıl sıfat 1. yan yana olan. 2. ikincil, tali, yardımcı, tamamlayıcı. 3. aynı soydan gelen. isim 1. karşılıklı teminat. 2. maddi teminat. 3. soydaş.
colleague
col.league kal'ig isim meslektaş, iş arkadaşı.
collect call
ödemeli telefon konuşması.
collect one's thoughts
kafasını toplamak.
collect oneself
kendini toparlamak.
collect
col.lect kılekt' fiil 1. toplamak; biriktirmek; derlemek; toparlamak; devşirmek; toplanmak; birikmek: He collects stamps. Pul biriktiriyor. They don't collect trash on Saturdays. Cumartesi günleri çöp toplamıyorlar. Let me collect my papers. Kâğıtlarımı toparlayayım. They went out to the orchard and collected some pears. Bahçeye çıkıp armut devşirdiler. We're collecting proverbs. Atasözü derliyoruz. A lot of dust has 252
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
collected on this couch. Bu kanepenin üstünde epey toz birikti. 2. almak: I've got to go in to collect my salary and my mail. Maaş ve postamı almaya gitmem lazım. He'll collect you at six. Seni altıda alacak. 3. (para) toplamak, (borç, vergi) tahsil etmek. sıfat, zarf ödemeli. collected
col.lect.ed kılek'tîd sıfat 1. toplu, hep bir arada, toplanmış: the collected works of Shakespeare Şekspir'in toplu eserleri. 2. aklı başında.
collection
col.lec.tion kılek'şın isim 1. toplama. 2. koleksiyon. 3. (kilisede toplanan) para, iane.
collective agreement
toplusözleşme.
collective bargaining
(işverenle işçi temsilcileri arasında) toplu görüşme.
collective farm
kolektif çiftlik.
collective memory
ruhbilim ortak bellek.
collective noun
dilbilgisi topluluk ismi.
collective ownership
ortaklaşa iyelik, ortak mülkiyet.
collective
col.lec.tive kılek'tîv sıfat kolektif; ortaklaşa; ortak.
collector
col.lec.tor kılek'tır isim 1. koleksiyoncu. 2. alımcı, tahsildar. 3. kolektör, toplaç.
college
col.lege kal'îc isim 1. üniversite. 2. yüksekokul. 3. fakülte.
collide
col.lide kılayd' fiil çarpışmak; çarpmak.
collie
col.lie kal'i isim İskoç çoban köpeği.
collier
col.lier kal'yır isim, İngiliz İngilizcesi 1. kömür gemisi. 2. kömür madeni işçisi.
collision
col.li.sion kılîq'ın isim çarpışma.
colloq.
colloj.kısaltma «colloquial» colloquialism
colloquial
col.lo.jui.al kılo'kwiyıl isim konuşma diline özgü.
colloquialism
col.lo.jui.al.ismisim konuşma dilinde kullanılan sözcük/söz.
colloquially
col.lo.jui.al.lyzarf konuşma diliyle.
colloquy
col.lo.juy kal'ıkwi isim karşılıklı konuşma, mükâleme.
Colombia
Co.lom.bi.a kıl^m'biyı isim Kolombiya.
253
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Colombian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Kolombiyalı. sıfat 1. Kolombiya, Kolombiya'ya özgü. 2. Kolombiyalı.
colon
co.lon ko'lın isim 1. dilbilgisi iki nokta üst üste (:). 2. anatomi kolon.
colonel
colo.nel kır'nıl isim albay.
colonial
co.lo.ni.al kılo'niyıl sıfat koloniye ait. isim kolonide yaşayan; koloniden gelen.
colonialism
co.lo.ni.al.ism kılo'niyılîzım isim sömürgecilik.
colonialist
co.lo.ni.al.ist kılo'niyılîst sıfat, isim sömürgeci, kolonyalist.
colonise
col.o.nise kal'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız colonize
colonist
col.o.nist kal'ınîst isim koloni kuran; kolonide yaşayan.
colonization
col.o.ni.za.tionisim 1. koloni haline getirme; koloni haline gelme. 2. sömürgeleştirme; sömürgeleşme.
colonize
col.o.nize kal'ınayz fiil 1. koloni haline getirmek. 2. sömürgeleştirmek.
colony
col.o.ny kal'ıni isim 1. koloni. 2. sömürge, koloni.
color filter
renk filtresi.
color photograph
fotoğrafçılık renkli fotoğraf.
color photography
renkli fotoğraf çekme.
color printing
fotoğrafçılık, matbaacılık renkli baskı.
color
col.or k^l'ır isim 1. renk; boya. 2. renk, canlılık. 3. çoğul bayrak, sancak. fiil 1. boyamak. 2. renklendirmek; renklenmek. 3. renk değiştirmek. 4. yüzü kızarmak.
color-blind
col.or-blind k^l'ırblaynd sıfat renkkörü.
color-blindness
col.or-blind.nessisim renkkörlüğü, akromatopsi, daltonizm.
colored
col.ored k^l'ırd sıfat renkli.
colorfast
solmaz.
colorful
renkli, canlı.
coloring book
boyama kitabı.
coloring
renk, boya. 254
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük colorless
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
1. renksiz. 2. soluk, solgun, renksiz. 3. donuk, anlamsız. 4. tarafsız, yansız, renksiz.
colossal
co.los.sal kılas'ıl sıfat muazzam, kocaman, çok büyük, devasa.
colour
İngiliz İngilizcesi bakınız color
colt
colt kolt isim tay; sıpa.
column
col.umn kal'ım isim 1. mimarlık sütun. 2. direk. 3. gazetecilik fıkra, köşe yazısı. 4. askeri kol.
columnist
col.um.nist kal'ımnîst, kal'ımîst isim, gazetecilik fıkra yazarı, köşe yazarı.
coma
co.ma ko'mı isim koma.
comatose
co.ma.tosesıfat 1. komada. 2. yarı baygın.
comatous
co.ma.toussıfat 1. komada. 2. yarı baygın.
comb out
taramak, ayırmak.
comb
comb kom isim 1. tarak. 2. ibik. 3. petek. fiil taramak.
combat troops
muharip birlikler.
combat zone
askeri muharebe/savaş alanı.
combat
com.bat kımbät' fiil 1. savaşmak. 2. dövüşmek. 3. mücadele etmek.
combatant
com.bat.ant kımbät'ınt, kam''bıtınt isim 1. savaşçı, muharip. 2. dövüşçü. 3. ateşli bir tartışmaya katılan kimse.
combative
com.bat.ive kımbät'îv, kam'bıtîv sıfat kavgacı, dövüşken.
combination lock
şifreli kilit.
combination
com.bi.na.tion kambıney'şın isim 1. birleşme, birleşim; birleştirme. 2. birlik. 3. (kilitte) şifre. 4. kimya bileşim. 5. kombinezon.
combine
com.bine kımbayn' fiil birleşmek; birleştirmek.
combustible
com.bus.ti.ble kımb^s'tıbıl sıfat kolay tutuşan, yanıcı. isim kolay tutuşan madde.
combustion
com.bus.tion kımb^s'çın isim yanma, tutuşma.
come about
olmak, meydana gelmek.
come across
rastlamak, tesadüf etmek. 255
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Come along.
Hadi canım.
come around
kendine gelmek. 2. uğramak. 3. dediğine gelmek.
come at
-e erişmek, -e ulaşmak. 2. -e varmak, -i keşfetmek. 3. üstüne yürümek, saldırmak.
come back
geri dönmek, geri gelmek. 2. akla gelmek.
come between
aralarına girmek.
come by
elde etmek.
come down in one's opinion
(birini) eskisi kadar saymamak.
come down in one's price
(kendi malının) fiyatını düşürmek.
come down in price
(bir şeyin) fiyatı düşmek.
come down in the world
(biri) (eskiden sahip olduğu) para ve prestijini kaybetmek.
come down to earth
hayal kurmaktan vazgeçmek, gerçekçi olmak.
come down with a cold
nezle olmak.
come down
to (bir kişiden, bir zamandan) (başka birine, başka bir zamana) kalmak. 2. (fiyat) düşmek. 3. çökmek, yıkılmak; düşmek.
come forward
(belirli bir amaçla) ortaya çıkmak: Nobody came forward to claim that cat. Kimse çıkıp da o kedi benim demedi.
come from afar
çok uzaklardan gelmek.
come hell or high water
ne olursa olsun, bütün zorluklara rağmen.
come home to
kafasına dank etmek.
come in handy
işe yaramak.
come in
girmek: Come in! İçeri gir!/Buyrun! 2. (yarışma sonunda) (belirli bir sırada) olmak: He came in first. Birinci oldu. 3. varmak, gelmek: Has the plane come in yet? Uçak geldi mi? 4. (met halindeki deniz) kabarmak, yükselmek. 5. moda olmak.
come into collision with
ile çarpışmak.
come into force
yürürlüğe girmek.
come into play
meydana çıkmak, kullanılmaya başlamak, etkili olmak.
come into power
iş başına geçmek. 2. iktidar mevkiine geçmek.
come into sight
görünmeye başlamak. 256
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
come into the picture
ortaya çıkmak.
come into the world
dünyaya gelmek, doğmak.
come into use
kullanılmaya başlamak.
come into view
ortaya çıkmak, görünmek.
come into
(mirasa) konmak. 2. girmek, katılmak.
Come July and we'll be swimming.
Temmuz geldiğinde denize girmiş olacağız.
come of
-den çıkmak.
come off it!
konuşma dili Yalanı bırak!/Bırak!
come off worst
yenilmek, altta kalmak. 2. en çok zarara uğramak.
come off
kopmak, çıkmak, düşmek. 2. olmak, meydana gelmek.
Come on!
Haydi! 2. Yok canım!
come one's way
başına gelmek.
come out of one's shell
açılmak, suskunluğu bırakmak.
come out on top
muzaffer çıkmak. 2. birinci olmak. 3. başarılı bir sonuç almak; başarılı olmak; dört ayak üstüne düşmek.
come out
çıkmak, görünmek, gözükmek. 2. (haber) yayılmak; (yayın) yayımlanmak. 3. (leke) çıkmak.
come through with
konuşma dili (beklenileni) yapmak.
come through
kendinden bekleneni yapmak, başkalarını hayal kırıklığına uğratmamak. 2. (zor bir durumdan) sağ olarak çıkmak. 3. (bir haber) gelmek. 4. kendini belli etmek. 5. (bir nesneye bir taraftan giren bir şey) (o nesnenin başka bir tarafında) çıkmak.
come to a dead stop
tamamen durmak.
come to a decision
karara varmak.
come to a head
had safhaya varmak: Last night things came to a head. Dün gece dananın kuyruğu koptu.
come to a point
bir noktaya/bir yere varmak. 2. (av köpeği) ferma etmek, fermaya oturmak.
come to a stop
durmak; stop/istop etmek.
come to an agreement
bir karara varmak, uyuşmak.
come to blows
yumruk yumruğa gelmek.
come to close quarters
göğüs göğüse dövüşmek, cenkleşmek.
come to fruition
gerçekleşmek. 257
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük come to grief
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kazaya uğramak; felakete uğramak; belasını bulmak. 2. (planlar, umutlar v.b.) boşa çıkmak.
come to grips with
ile ciddi bir şekilde ilgilenmek. 2. ile kapışmak, ile dövüşmeye başlamak.
come to grips
kapışmak, dövüşmeye başlamak.
come to hand
çıkmak, bulunmak. 2. gelmek, varmak.
come to life
ayılmak; canlanmak.
come to light
keşfedilmek.
come to mind
aklına gelmek, hatırlamak.
come to naught
boşa çıkmak; boşa gitmek; boşuna olmak.
come to nothing
boşa çıkmak; boşa gitmek; boşuna olmak.
come to one's senses
aklı başına gelmek, aklını başına toplamak.
come to pass
olmak, meydana gelmek.
come to rest
durmak.
come to someone's rescue
birinin imdadına yetişmek.
come to stay
(bir yere) devamlı yaşamak amacıyla gelmek.
come to terms with
ile anlaşmak, ile mutabık kalmak, ile mutabakata varmak. 2. (tatsız bir gerçeği) kabullenmek.
come to terms
anlaşmak, mutabık kalmak, mutabakata varmak.
come to the fore
öne geçmek, sivrilmek.
come to the point
sadede gelmek.
come to
ayılmak, kendine gelmek.
come true
gerçekleşmek.
come under
girmek.
come undone
açılmak, çözülmek.
come unglued
konuşma dili telaşa kapılmak, etekleri tutuşmak, itidalini kaybetmek.
come untied
çözülmek, açılmak.
come up against a blank wall
çıkmaza girmek, açmaza düşmek.
come up against
-e çatmak, ile karşılaşmak.
come up in the world
(birinin) para ve prestiji artmak.
come up to
(belirli bir hizaya) kadar gelmek. 2. (belirli bir seviyeyi) tutturmak.
come up with
konuşma dili (bir plan, çare, cevap v.b.'ni) bulmak. 258
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
come upon
-e rastlamak.
come what may
ne olursa olsun.
come
come k^m fiil (came, come) 1. gelmek. 2. konuşma dili beli gelmek, boşalmak; orgazm olmak.
comeback
come.back k^m'bäk isim 1. eski formunu bulma. 2. argo zekice ve yerinde cevap.
comedian
co.me.di.an kımi'diyın isim 1. komedyen. 2. komedi yazarı.
comedienne
co.me.di.enneisim kadın komedyen.
comedown
come.down k^m'daun isim 1. düşüş. 2. hayal kırıklığı.
comedy
com.e.dy kam'ıdi isim komedi.
comely
come.ly k^m'li sıfat alımlı.
come-on
come-on k^m'an isim bakınız give someone the comeon
comet
com.et kam'ît isim kuyrukluyıldız.
comfort
com.fort k^m'fırt isim 1. rahatlık, ferahlık, konfor. 2. teselli. fiil 1. rahat ettirmek. 2. teselli etmek.
comfortable
com.fort.a.ble k^m'fırtıbıl, k^mf'tıbıl sıfat rahat, konforlu.
comfortably
com.fort.ablyzarf rahatça.
comforter
com.fort.er k^m'fırtır isim 1. rahatlatıcı şey. 2. teselli edici kimse veya şey. 3. yorgan.
comic book
çizgi roman.
comic opera
operakomik.
comic strip
bant-karikatür.
comic
com.ic kam'îk sıfat 1. güldürücü, gülünç, komik. 2. komedi ile ilgili. isim komedi oyuncusu.
comical
com.i.cal kam'îkıl sıfat komik.
comics
com.icsisim bant-karikatür.
coming
com.ing k^m'îng isim geliş, yaklaşma. sıfat gelen, önümüzdeki, gelecek, yaklaşan.
comma
com.ma kam'ı isim, dilbilgisi virgül.
command
com.mand kımänd' isim 1. emir, komut. 2. egemenlik, buyruk, hükümranlık. 3. bilgisayar komut: search 259
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
command arama komutu. 4. komutanlık, kumandanlık: Air Defense Command Hava Savunma Komutanlığı. fiil emretmek, hâkim olmak, kumanda etmek. commandeer
com.man.deer kamındîr' fiil 1. (askeri hizmette kullanmak üzere) el koymak. 2. askeri bir hizmete mecbur etmek.
commander in chief
başkomutan.
commander
com.mand.er kımän'dır isim 1. kumandan, komutan. 2. deniz binbaşısı.
commanding
com.mand.ing kımän'dîng sıfat 1. emreden. 2. etkili. 3. hâkim.
commandment
com.mand.ment kımänd'mınt isim emir.
commando
com.man.do kımän'do isim 1. komando birliği. 2. komando.
commemorate
com.mem.o.rate kımem'ıreyt fiil anmak.
commemoration
com.mem.o.ra.tionisim 1. anma, hatırasını yad etme. 2. anma töreni.
commemorative stamp
hatıra pulu.
commemorative
com.mem.o.ra.tive kımem'ıreytîv sıfat (birinin, bir şeyin) anısına yapılan.
commence
com.mence kımens' fiil başlamak.
commencement
com.mence.ment kımens'mınt isim 1. başlama, başlangıç. 2. diploma töreni.
commend
com.mend kımend' fiil 1. tavsiye etmek, salık vermek. 2. övmek. 3. emanet etmek.
commendable
com.mend.a.ble kımend'ıbıl sıfat övgüye değer.
commensurate
com.men.su.rate kımen'şırît, kımen'sırît sıfat orantılı, eşit.
comment
com.ment kam'ent isim 1. yorum, tefsir. 2. açımlama. 3. eleştiri, tenkit. fiil söz söylemek; on hakkında fikrini söylemek, hakkında yorumda bulunmak.
commentary
com.men.taryisim yorum, tefsir.
commentator
com.men.ta.tor kam'ınteytır isim 1. yorumcu. 2. eleştirmen. 260
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
commerce
com.merce kam'ırs isim, ticaret ticaret, alım satım.
commercial law
hukuk, ticaret ticaret hukuku.
commercial traveler
İngiliz İngilizcesi satış temsilcisi.
commercial traveller
İngiliz İngilizcesi satış temsilcisi.
commercial
com.mer.cial kımır'şıl sıfat ticari. isim (radyo veya televizyonda) reklam.
commercialise
com.mer.cial.ise kımır'şılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız commercialize
commercialize
com.mer.cial.ize kımır'şılayz fiil ticarileştirmek.
commingle
com.min.gle kımîng'gıl fiil karışmak; katmak, karıştırmak.
commiserate
com.mis.er.ate kımîz'ıreyt fiil acısını paylaşmak, dert ortağı olmak.
commiseration
com.mis.er.a.tionisim teselli, acıma.
commission
com.mis.sion kımîş'ın isim 1. görev, vazife, iş. 2. işleme. 3. eylem. 4. komisyon ücreti, yüzdelik. 5. kurul, komisyon. 6. yetki. fiil 1. atamak, tayin etmek. 2. görevlendirmek. 3. denizcilikle ilgili donanmaya katmak.
commissioner
com.mis.sion.er kımîş'ınır isim 1. komisyon üyesi. 2. şube müdürü.
commit an impiety
Allaha karşı saygısızlık etmek.
commit an offense
suç işlemek.
commit oneself
(bir konuda) ne düşündüğünü söylemek, fikrini söylemek. 2. to söz vermek: You've committed yourself to doing this. Bunu yapmaya söz verdin.
commit suicide
intihar etmek.
commit to memory
ezberlemek.
commit to prison
hapsetmek.
commit to writing
yazmak.
commit
com.mit kımît' fiil (committed, committing) 1. işlemek, yapmak. 2. emanet etmek, teslim etmek. 3. söz vererek bağlamak.
261
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük commitment
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.mit.ment kımît'mınt isim 1. söz, vaat, taahhüt. 2. kesin karar. 3. teslim etme; teslim olma.
committee
com.mit.tee kımît'i isim kurul, komite, heyet, komisyon, encümen.
commode
com.mode kımod' isim 1. lazımlık iskemlesi. 2. klozet.
commodious
com.mo.di.ous kımo'diyıs sıfat ferah, geniş.
commodity
com.mod.i.ty kımad'ıti isim mal, eşya.
common fraction
matematik adi kesir, bayağı kesir.
common ground
ortak bir zevk, görüş, tutku v.b.: There's no common ground between them. Onların hiçbir ortak yanı yok.
common knowledge
bilinen gerçek.
common law
hukuk örf ve âdet hukuku.
common man
sıradan insan, sokaktaki adam.
Common Market
Ortak Pazar.
common noun
dilbilgisi cins isim.
common property
ortak mal.
common sense
sağduyu, aklıselim.
common stock
adi hisse senetleri.
common touch
sempatiklik.
common
com.mon kam'ın sıfat 1. müşterek, ortak; beraber yapılan: common defense ortak savunma. common enemy ortak düşman. common grave ortak bir mezar. common prayer herkesin beraber okuduğu dua. 2. yaygın, sıkça rastlanan: a common sentiment yaygın bir his. 3. adi, bayağı, basit: There was something common about her. Onda bir adilik vardı.
common-law marriage
resmi nikâhsız beraber yaşama.
commonly
com.mon.lyzarf çoğunlukla; genellikle.
commonplace
com.mon.place kam'ınpleys sıfat 1. sıradan, bayağı. 2. olağan. isim 1. beylik laf, klişe, basmakalıp söz. 2. sıradan bir şey.
commonwealth
com.mon.wealth kam'ınwelth isim 1. ulus. 2. cumhuriyet. 3. eyalet.
commotion
com.mo.tion kımo'şın isim 1. gürültü. 2. karışıklık. 262
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük communal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.mu.nal kam'yınıl, kımyu'nıl sıfat 1. toplumla ilgili, toplumsal, halka ait. 2. umumun malı olan.
commune
com.mune kımyun' fiil sohbet etmek, söyleşmek.
communicable
com.mu.ni.ca.ble kımyu'nîkıbıl sıfat bulaşıcı.
communicate
com.mu.ni.cate kımyu'nıkeyt fiil 1. bildirmek; iletmek, belirtmek, belli etmek, anlatmak. 2. (hastalığı) bulaştırmak, sirayet ettirmek. 3. with ile haberleşmek. 4. (odalar) birbirine açılmak; with (bir oda) (başka bir odaya) açılmak. 5. Hristiyanlık komünyon almak; (birine) komünyon vermek.
communication
com.mu.ni.ca.tion kımyunıkey'şın isim 1. iletişim, haberleşme, komünikasyon. 2. (mektup, not, telgraf gibi yazılı bir) haber.
communicative
com.mu.ni.ca.tive kımyu'nıkeytîv, kımyu'nıkıtîv sıfat konuşkan.
communion
com.mun.ion kımyun'yın isim 1. paylaşma. 2. katılma. 3. Hristiyanlık komünyon. 4. Hristiyanlık mezhep.
communiqué
com.mu.ni.jué kımyunıkey' isim (kısa ve resmi) bildiri.
communism
com.mu.nism kam'yınîzım isim komünizm.
communist
com.mu.nistisim, sıfat komünist.
community
com.mu.ni.ty kımyu'nıti isim 1. toplum, cemiyet. 2. topluluk. 3. halk, kamu, amme. 4. müşterek tasarruf, ortak mal sahipliği.
commute
com.mute kımyut' fiil 1. (cezayı) hafifletmek, çevirmek. 2. her gün iş ile ev arasında gidip gelmek.
commuter
com.mut.erisim her gün işi ile evi arasında gidip gelen kimse.
comp.
comp.kısaltma «companion» compare compiled complete
compact disk player
kompakt disk çalar.
compact disk
kompakt disk.
compact
com.pact kam'päkt isim sözleşme, sözlü anlaşma. fiil sözleşmek.
263
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük companion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.pan.ion kımpän'yın isim 1. arkadaş, yoldaş. 2. eş. 3. refakatçi. 4. elkitabı, rehber.
companionable
com.pan.ion.ablesıfat sokulgan, cana yakın, yalpak.
companionship
com.pan.ion.shipisim arkadaşlık, eşlik.
company
com.pa.ny k^m'pıni isim 1. şirket, kumpanya, ortaklık. 2. kumpanya, topluluk. 3. eşlik, refakat, arkadaşlık. 4. misafir. 5. beraberindekiler, arkadaşlar. 6. askeri bölük.
comparable
com.pa.ra.ble kam'pırıbıl sıfat karşılaştırılabilir; benzer.
comparative anatomy
karşılaştırmalı anatomi.
comparative degree
dilbilgisi üstünlük derecesi.
comparative linguisticals
dilbilim karşılaştırmalı dilbilim.
comparative linguistics
dilbilim karşılaştırmalı dilbilim.
comparative
com.par.a.tive kımper'ıtîv sıfat 1. karşılaştırmalı, mukayeseli. 2. orantılı, nispi. 3. dilbilgisi (sıfat veya zarfların) üstünlük derecesini gösteren. isim, dilbilgisi üstünlük derecesi.
compare notes
(belirli bir konu hakkında) bildiklerini birbirine söylemek, fikir alışverişinde bulunmak.
compare
com.pare kımper' fiil 1. (with) (ile) karşılaştırmak. 2. to -e benzetmek; -e benzemek.
comparison
com.par.i.son kımper'ısın isim karşılaştırma, mukayese.
compartment
com.part.ment kımpart'mınt isim kompartıman, bölme.
compartmentalize
com.part.ment.al.izefiil bölmelere ayırmak.
compass needle
pusula ibresi, pusula iğnesi.
compass
com.pass k^m'pıs isim 1. pusula. 2. pergel. 3. çevre. 4. sınır. 5. alan, saha.
compassion
com.pas.sion kımpäş'ın isim şefkat, merhamet, acıma, sevecenlik.
compassionate
com.pas.sion.ate kımpäş'ınît sıfat şefkatli, merhametli, sevecen.
compatibility
com.pat.i.bil.i.ty kımpätıbîl'ıti isim uyum, uyma, uygunluk, bağdaşma.
compatible
com.pat.i.ble kımpät'ıbıl sıfat 1. (with) uyumlu, uygun, ile bağdaşan. 2. geçimli. 264
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük compatriot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.pa.tri.ot kımpey'triyıt, kımpät'riyıt isim vatandaş, yurttaş.
compel
com.pel kımpel' fiil (compelled, compelling) zorlamak, mecbur etmek.
compensate for one thing by another bir şeyi başka bir şeyle telafi etmek: She compensates for her occasional rudenesses by frejuently making us laugh. Bizi sık sık güldürerek arasıra yaptığı kabalıkları telafi ediyor. compensate for one thing with another
bir şeyi başka bir şeyle telafi etmek: She
compensates for her occasional rudenesses by frejuently making us laugh. Bizi sık sık güldürerek arasıra yaptığı kabalıkları telafi ediyor. compensate someone for
-in bedelini birine ödemek.
compensate
com.pen.sate kam'pınseyt fiil 1. tazmin etmek, bedelini ödemek. 2. karşılamak.
compensation
com.pen.sa.tion kampınsey'şın isim 1. tazminat, bedel, karşılık. 2. tazmin, karşılama, telafi.
compete
com.pete kımpit' fiil 1. with ile rekabet etmek, ile boy ölçüşmek. 2. for için yarışmak.
competence
com.pe.tence kam'pıtıns isim 1. yeterlik, kifayet. 2. yetenek. 3. ehliyet, yetki.
competent
com.pe.tent kam'pıtınt sıfat 1. yeterli, ehil, yetenekli. 2. yetkili.
competition
com.pe.ti.tion kampıtîş'ın isim 1. yarışma. 2. rekabet.
competitive
com.pet.i.tive kımpet'ıtîv sıfat 1. rekabete dayanan. 2. rekabet edebilen.
competitor
com.pet.i.tor kımpet'ıtır isim rakip, yarışmacı, yarışçı.
compile
com.pile kımpayl' fiil derlemek.
complacency
com.pla.cen.cy kımpley'sınsi isim kendinden hoşnut olma.
complacent
com.pla.centsıfat kendinden hoşnut.
complain
com.plain kımpleyn' fiil şikâyet etmek, yakınmak.
complainant
com.plain.antisim şikâyetçi, davacı.
265
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük complaint
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.plaint kımpleynt' isim 1. şikâyet, yakınma. 2. hastalık.
complaisance
com.plai.sance kımpley'zıns, kımpley'sıns isim yumuşaklık, yumuşak başlılık.
complaisant
com.plai.santsıfat yumuşak, yumuşak başlı.
complement
com.ple.ment kam'plımınt isim 1. tamamlayıcı. 2. dilbilgisi tümleç. fiil tamamlamak.
complementary
com.ple.men.ta.ry kamplımen'tıri, kamplımen'tri sıfat tamamlayan, tamamlayıcı, tümleyici.
complete with
ile beraber: You can buy the books complete with a book case for one million liras. Kitapları, bir kitaplıkla beraber bir milyon liraya alabilirsiniz.
complete works
bütün eserler: the complete works of Hüseyin Rahmi Hüseyin Rahmi'nin bütün eserleri.
complete
com.plete kımplit' sıfat 1. tam, katıksız: I'm in complete sympathy with what you're saying. Senin dediklerine tamamıyla katılıyorum. It came as a complete surprise. Tam bir sürprizdi. He's a complete idiot! Tam bir dangalak! 2. tamam, tamamlanmış. 3. tamam, eksiksiz: This book's not complete. Bu kitap tamam değil. Dinner wouldn't be complete without soup. Çorba olmadan akşam yemeği eksik olurdu. fiil tamamlamak.
completely
com.plete.lyzarf tamamen, bütünüyle.
completion
com.ple.tion kımpli'şın isim 1. bitirme, tamamlama; bitme, tamamlanma, sona erme. 2. yerine getirme.
complex
com.plex kımpleks', kam'pleks sıfat 1. karmaşık, kompleks. 2. çapraşık.
complexion
com.plex.ion kımplek'şın isim 1. cilt, ten. 2. görünüş, görünüm.
complexity
com.plex.i.tyisim 1. karmaşıklık. 2. çapraşıklık.
compliance
com.pli.ance kımplay'ıns isim 1. uyma, razı olma. 2. itaat, boyun eğme. 3. uysallık.
compliant
com.pli.antsıfat uysal, yumuşak başlı, itaatkâr. 266
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük complicate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.pli.cate kam'plıkeyt fiil karıştırmak, zorlaştırmak, güçleştirmek. sıfat karmaşık.
complicated
com.pli.cat.edsıfat 1. karmaşık. 2. çapraşık, anlaşılması güç, çözülmesi güç, muğlak.
complication
com.pli.ca.tion kamplıkey'şın isim 1. karmaşık hale getirme. 2. (bir işe giriştikten sonra ortaya çıkan) engel, pürüz, güçlük, zorluk. 3. karmaşıklık, karışıklık. 4. tıbbi komplikasyon, ihtilat.
complicity
com.plic.i.ty kımplîs'ıti isim 1. suç ortaklığı. 2. karmaşa.
compliment
com.pli.ment kam'plımınt fiil 1. kompliman yapmak, iltifat etmek. 2. övmek. isim iltifat, kompliman.
complimentary
com.pli.men.ta.rysıfat 1. hediye olarak, ücretsiz, parasız. 2. iltifat eden; övgü dolu, övücü.
compliments of the season
İngiliz İngilizcesi tebrikler.
compliments
com.pli.ments kam'plımınts isim 1. selamlar. 2. saygılar. 3. tebrikler.
comply
com.ply kımplay' fiil 1. with -e uymak. 2. with itaat etmek.
component
com.po.nent kımpo'nınt isim öğe, unsur, parça, eleman, cüz. sıfat bileşimde bulunan.
comport oneself
davranmak, hareket etmek: She always comports herself with dignity. O her zaman ağırbaşlı bir şekilde davranır.
comport
com.port kımpôrt' fiil with -e uymak, -e uygun olmak: The results comport with our expectations. Sonuçlar beklediğimiz gibi oldu.
compose oneself
kendine hâkim olmak, kendine gelmek.
compose
com.pose kımpoz' fiil 1. (müzik, şiir) yazmak; beste yapmak; şiir yazmak. 2. (aralarındaki anlaşmazlıkları) gidermek.
composer
com.pos.er kımpo'zır isim besteci, bestekâr, kompozitör.
composite
com.pos.ite kımpaz'ît sıfat 1. bileşik. 2. karma, karışık. 267
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük composition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.po.si.tion kampızîş'ın isim 1. (yazılı ödev olarak) kompozisyon. 2. beste. 3. güzel sanatlar kompozisyon. 4. kimya bileşim. 5. beste yapma; şiir yazma. 6. oluşum.
compositor
com.pos.i.tor kımpaz'ıtır isim dizgici, mürettip.
compost
com.post kam'post isim çürümüş yaprakla karışık gübre, komposto.
composure
com.po.sure kımpo'qır isim sakinlik, soğukkanlılık.
compote
com.pote kam'pot isim komposto, hoşaf.
compound interest
bileşik faiz.
compound word
dilbilgisi birleşik sözcük.
compound
com.pound kam'paund isim içinde binalar bulunan etrafı duvarla çevrili arazi.
comprehend
com.pre.hend kamprîhend' fiil 1. anlamak, kavramak. 2. kapsamak, içine almak.
comprehensible
com.pre.hen.si.blesıfat anlaşılabilir.
comprehension
com.pre.hen.sionisim 1. anlayış. 2. kapsam.
comprehensive
com.pre.hen.sivesıfat geniş, kapsamlı, etraflı.
compress
com.press kımpres' fiil sıkıştırmak.
compressed air
sıkıştırılmış hava.
compression
com.pres.sion kımpreş'ın isim sıkıştırma, basınç, tazyik, kompresyon.
compressor
com.pres.sor kımpres'ır isim kompresör.
comprise
com.prise kımprayz' fiil kapsamak, içermek, -den oluşmak; oluşturmak.
compromise on
(bir konuda) uzlaşmak.
compromise with
ile uzlaşmak, ile uyuşmak.
compromise
com.pro.mise kam'prımayz isim uzlaşma, uyuşma. fiil 1. uzlaştırmak. 2. şerefini tehlikeye atmak. 3. tehlikeye atmak.
compulsion
com.pul.sion kımp^l'şın isim 1. zorlama. 2. dayanılmaz bir istek, içtepi, tepi.
compulsive
com.pul.sivesıfat zorlayıcı.
compulsory
com.pul.so.ry kımp^l'sıri sıfat zorunlu, mecburi.
268
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük compunction
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
com.punc.tion kımp^ngk'şın isim vicdan rahatsızlığı veya azabı.
compute
com.pute kımpyut' fiil hesap etmek, hesaplamak.
computer chip
bilgisayar çipi.
computer engineer
bilgisayar mühendisi.
computer engineering
bilgisayar mühendisliği.
computer hardware
bilgisayar donanımı.
computer operator
bilgisayar operatörü, sistem operatörü.
computer program
bilgisayar programı.
computer programmer
bilgisayar programcısı.
computer programming
bilgisayar programlaması.
computer software
bilgisayar yazılımı.
computer
com.put.er kımpyu'tır isim, bilgisayar bilgisayar, kompüter.
computerise
bakınız computerize
computerize
com.put.er.ize kımpyu'tırayz fiil, bilgisayar 1. bilgisayara geçirmek. 2. bilgisayarla donatmak.
comrade
com.rade kam'räd, kam'rîd isim arkadaş, yoldaş.
con
con kan fiil (conned, conning) aldatmak, kandırmak.
concave
con.cave kankeyv', kan'keyv sıfat içbükey, obruk, konkav. isim içbükey yüzey.
conceal
con.ceal kınsil' fiil gizlemek, gizli tutmak, saklamak, örtmek.
concede
con.cede kınsid' fiil 1. kabul etmek, itiraf etmek, teslim etmek. 2. vermek, bırakmak.
conceit
con.ceit kınsit' isim kendini beğenme, kibir, gurur.
conceited
con.ceit.edsıfat kendini beğenmiş, kibirli.
conceive of
düşünmek.
conceive
con.ceive kınsiv' fiil 1. gebe kalmak. 2. anlamak, kavramak, idrak etmek. 3. düşünmek, tasavvur etmek. 4. tasarlamak, aklına gelmek.
concentrate
con.cen.trate kan'sıntreyt fiil 1. toplamak; toplanmak. 2. yoğunlaştırmak; yoğunlaşmak. 3. deriştirmek,
269
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
koyulaştırmak. 4. düşünceyi/dikkati/gücü bir noktada toplamak, konsantre olmak. isim derişik madde. concentrated
con.cen.trat.edsıfat 1. konsantre, derişik. 2. yoğun.
concentration camp
toplama kampı.
concentration
con.cen.tra.tion kansıntrey'şın isim 1. dikkati bir noktada toplama, konsantrasyon. 2. toplanma, toplaşım; toplama. 3. derişim, konsantrasyon.
concentric
con.cen.tric kınsen'trîk sıfat merkezleri bir, ortak merkezli.
concept
con.cept kan'sept isim 1. kavram, mefhum. 2. görüş, fikir.
conception
con.cep.tion kınsep'şın isim 1. gebe kalma. 2. başlangıç. 3. kavram. 4. düşünce, fikir, görüş.
concern oneself with
ile meşgul olmak, ile ilgilenmek.
concern
con.cern kınsırn' isim 1. (birini) ilgilendiren şey: It's one of our maqor concerns. Bizi en çok ilgilendiren şeylerden biri. 2. ilgi: I understand the reason for your concern. Duyduğunuz ilginin sebebini anlıyorum. 3. endişe, kaygı: That is not a cause for concern. Kaygılanılması gereken bir şey değil o. 4. firma. fiil 1. ilgili olmak; ilgilendirmek; etkilemek: The article concerns the future. Makale gelecekle ilgili. This doesn't concern you. Bu seni ilgilendirmez. 2. kaygılandırmak.
concerned
con.cerned kınsırnd' sıfat 1. ilgili, alakalı. 2. endişeli, düşünceli.
concerning
con.cern.ing kınsır'nîng edat ile ilgili olarak, -e dair, hakkında.
concert
con.cert kan'sırt isim 1. konser, dinleti. 2. uyum, ahenk, birlik.
concerted
con.cert.ed kınsır'tîd sıfat 1. birlikte yapılmış. 2. birlikte planlanmış.
concerto
con.cer.to kınçer'to isim konçerto.
270
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük concession
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.ces.sion kınseş'ın isim 1. kabul, itiraf, teslim. 2. imtiyaz, ayrıcalık hakkı.
conch
conch kanç isim büyük deniz kabuğu.
conciliate
con.cil.i.ate kınsîl'iyeyt fiil 1. gönlünü almak, yatıştırmak. 2. uzlaştırmak.
conciliation
con.cil.i.a.tionisim 1. yatıştırma. 2. uzlaştırma.
conciliatory
con.cil.i.a.to.ry kınsîl'iyıtori sıfat yatıştırıcı.
concise
con.cise kınsays' sıfat az ve öz, kısa, veciz, özlü.
concisely
con.cise.lyzarf az ve öz, kısaca.
conclude
con.clude kınklud' fiil 1. bitirmek, son vermek; bitmek, sona ermek. 2. sonuçlandırmak, neticelendirmek. 3. bir karara varmak, karar vermek. 4. sonuç çıkarmak.
concluding
con.clud.ing kınklud'îng sıfat son, bitiş.
conclusion
con.clu.sion kınklu'qın isim 1. son, nihayet. 2. sonuç, netice. 3. karar.
conclusive
con.clu.sive kınklu'sîv sıfat 1. kesin, kati. 2. son, nihai.
concoct
con.coct kınkakt', kankakt' fiil 1. birbirine karıştırarak hazırlamak, tertip etmek, yapmak. 2. (hikâye, yalan) uydurmak, düzmek.
concoction
con.coc.tion kınkak'şın isim 1. karışım. 2. karıştırma.
concord
con.cord kan'kôrd, kang'kôrd isim 1. barış. 2. uyum. 3. anlaşma, antlaşma.
concourse
con.course kan'kôrs isim 1. toplanma, bir araya gelme. 2. kalabalık, izdiham.
concrete mixer
betonyer, betonkarar, beton karıştırıcı, malaksör.
concrete
con.crete kan'krit sıfat 1. somut. 2. beton. isim beton.
concur
con.cur kınkır' fiil (concurred, concurring) 1. aynı fikirde olmak, uyuşmak. 2. aynı zamana rastlamak, çatışmak.
concurrence
con.cur.rence kınkır'ıns isim 1. aynı olma, birlik, uyuşma. 2. aynı zamana rastlama.
concurrent
con.cur.rentsıfat 1. aynı zamana rastlayan. 2. aynı olan, uyuşan.
concurrently
con.cur.rent.lyzarf aynı zamanda. 271
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük concussion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.cus.sion kınk^ş'ın isim 1. beyin sarsıntısı. 2. şiddetli sarsıntı.
condemn to death
idama mahkûm etmek.
condemn
con.demn kındem' fiil 1. kınamak, ayıplamak. 2. suçlu çıkarmak. 3. mahkûm etmek. 4. hukuk kullanılmasını yasaklamak. 5. hukuk kamulaştırmak, istimlak etmek. 6. suçluluğunu açığa vurmak.
condemnation
con.dem.na.tion kandemney'şın isim 1. kınama, ayıplama. 2. kabahatli bulma. 3. suçlu çıkarma. 4. mahkûmiyet. 5. kamulaştırma, istimlak.
condensation
con.den.sa.tion kandensey'şın isim 1. buğu. 2. buğulaşma. 3. fizik yoğunlaştırma; yoğunlaşma, kondansasyon. 4. sıvılaştırma; sıvılaşma. 5. kısaltma, özet.
condense
con.dense kındens' fiil 1. fizik yoğunlaştırmak, koyulaştırmak; yoğunlaşmak, koyulaşmak. 2. (buharı, gazı) sıvılaştırmak; (buhar, gaz) sıvılaşmak. 3. (yazıyı, sözü) kısaltmak, özetlemek.
condensed milk
şekerli konsantre süt.
condenser
con.dens.erisim 1. fizik kondansatör, yoğunlaç. 2. kimya yoğuşturucu.
condescend
con.de.scend kandîsend' fiil tenezzül etmek, sözde alçakgönüllülük göstermek, lütfetmek.
condescending
con.de.scend.ingsıfat tenezzül eden.
condescension
con.de.scen.sionisim tenezzül.
condiment
con.di.ment kan'dımınt isim yemeğe çeşni veren şey.
condition
con.di.tion kındîş'ın isim 1. şart, koşul: It's one of the conditions of the agreement. Anlaşmanın şartlarından biri. What are living conditions like there? Oradaki hayat şartları nasıl? 2. hal, durum: This house is not in very good condition. Bu evin hali pek iyi değil. 3. sağlık durumu: He's in good condition. Sağlığı yerinde. This player's in great condition. Bu oyuncunun kondisyonu çok iyi. Does she have a heart condition? 272
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Kalbinden mi rahatsız?/Kalbi mi var? What do you think of her mental condition? Onun akli durumu hakkında ne düşünüyorsun? fiil 1. şartlandırmak, koşullandırmak. 2. etkilemek: Such teachings will condition his attitude to life. Öyle öğretiler onun hayata bakışını etkileyecek. 3. (oyuncuyu) iyi bir kondisyona getirmek. 4. (birini) (belirli bir duruma) getirmek: You can't condition him to accept that. Kendisini onu kabul edecek duruma getiremezsiniz. conditional mood
dilbilgisi şart kipi.
conditional sale
şarta bağlı satış.
conditional
con.di.tion.al kındîş'ınıl sıfat koşullu, şartlı, şarta bağlı, kayıtlı. isim, dilbilgisi şart kipi.
conditionally
con.di.tion.al.lyzarf şartlı olarak.
condole
con.dole kındol' fiil with başsağlığı dilemek, taziyede bulunmak.
condolence
con.do.lence kındol'ıns, kan'dılıns isim başsağlığı, taziye.
condom
con.dom kan'dım, k^n'dım isim prezervatif, kaput.
condone
con.done kındon' fiil göz yummak, görmezlikten gelmek.
conduce
con.duce kındus' fiil to/toward -e neden olmak, -e vesile olmak.
conducive
con.du.cive kandus'îv sıfat to -e yardım eden, -e neden olan, -e vesile olan.
conduct oneself
(belirli bir şekilde) davranmak: He conducted himself well at the party. Partide iyi davrandı.
conduct
con.duct kınd^kt' fiil 1. yürütmek; yönetmek, idare etmek: You've conducted this siege well. Bu kuşatmayı çok iyi yürüttünüz. You can't conduct such experiments here. Burada böyle denemeler yapamazsınız. They conduct a college. Bir koleji yönetiyorlar. Who's going to conduct the orchestra? Orkestrayı kim yönetecek? 2. rehberlik etmek. 3. (sesi, elektriği) iletmek. 273
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük conduction
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.duc.tion kınd^k'şın isim, fizik iletme, geçirme, nakletme.
conductive
con.duc.tive kınd^k'tîv sıfat, fizik iletici, geçirici, iletken, geçirgen.
conductivity
con.duc.tiv.i.ty kand^ktîv'ıti isim, fizik iletkenlik, geçirgenlik.
conductor
con.duc.tor kınd^k'tır isim 1. kılavuz, önder, lider, şef. 2. kondüktör, biletçi. 3. orkestra veya koro şefi. 4. iletken madde, iletken.
cone
cone kon isim 1. geometri koni. 2. makine koni biçiminde makara. 3. kozalak, kozak.
confection
con.fec.tion kınfek'şın isim şekerleme, şeker.
confectionary
con.fec.tion.ar.y kınfek'şıneri isim 1. şekerleme imalathanesi. 2. şekerleme.
confectioner
con.fec.tion.er kınfek'şınır isim şekerci.
confectioner's sugar
pudra şekeri.
confectioners' sugar
pudraşeker, pudra şekeri.
confectionery
con.fec.tion.er.y kınfek'şıneri isim 1. şekerleme imalathanesi. 2. şekerleme.
confederacy
con.fed.er.a.cy kınfed'ırısi isim konfederasyon, ittifak, birlik.
Confederate States of America
tarih Amerika Konfedere Devletleri.
confederate
con.fed.er.ate kınfed'ırît sıfat 1. birleşik, bağlaşık, konfedere. 2. bakınız Confederate States of America isim suç ortağı.
confederated
con.fed.er.at.ed kınfed'ıreytîd sıfat birleşik, bağlaşık, konfedere.
confederation
con.fed.er.a.tion kınfedırey'şın isim konfederasyon, birleşik devletler.
confer
con.fer kınfır' fiil (conferred, conferring) 1. bağışta bulunmak, ihsan etmek, vermek. 2. danışmak, akıl sormak, görüşmek: I conferred with him on the matter. Meseleyi onunla görüştüm.
274
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük conference
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.fer.ence kan'fırıns, kan'frıns isim 1. görüşme. 2. toplantı; konferans, kongre.
confess
con.fess kınfes' fiil 1. itiraf etmek. 2. günah çıkartmak.
confession
con.fes.sion kınfeş'ın isim 1. itiraf. 2. günah çıkartma.
confessional
con.fes.sion.alisim günah çıkartma hücresi.
confessor
con.fes.sorisim günah çıkartan papaz.
confidant
con.fi.dant kan'fıdant, kan'fıdänt, kanfıdant', kanfıdänt' isim sırdaş, dert ortağı.
confide in someone
birine sırrını söylemek.
confide
con.fide kınfayd' fiil to (sırrını) -e söylemek.
confidence game
dolandırıcılık, üçkâğıtçılık.
confidence man
dolandırıcı, üçkâğıtçı.
confidence
con.fi.dence kan'fıdıns isim güven, itimat.
confident
con.fi.dent kan'fıdınt sıfat emin, inanan.
confidential
con.fi.den.tial kanfıden'şıl sıfat gizli kalması gereken, gizli: This is confidential. Bu aramızda kalsın.
confidentially
con.fi.den.tial.lyzarf sır olarak.
confidently
con.fi.dent.lyzarf güvenle.
configuration
con.fig.u.ra.tion kınfîgyırey'şın isim 1. düzenleniş, düzen. 2. görünüm, biçim. 3. bilgisayar konfigürasyon.
confine
con.fine kınfayn' fiil 1. to -e kapatmak, -e hapsetmek. 2. to (bir hastalık) (birini eve/yatağa) bağlamak. 3. (hareketleri) sınırlamak. 4. to -e hasretmek.
confinement
con.fine.ment kınfayn'mınt isim 1. kapanış, hapsedilme. 2. (eve/yatağa) bağlı kalma. 3. doğum sonrası yatakta kalma süresi.
confirm
con.firm kınfırm' fiil 1. doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek. 2. konfirme etmek; kesinleştirmek; sağlama bağlamak. 3. (birini) kutsayarak kiliseye üye olarak kabul etmek.
confirmation
con.fir.ma.tion kanfırmey'şın isim 1. doğrulama, gerçekleme. 2. konfirmasyon; kesinleştirme; sağlama bağlama. 3. papazın verdiği ilmihal derslerine devam
275
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
etme ve kiliseye üye olarak kabul edilme; kiliseye üye olarak kabul töreni. confirmed bachelor
müzmin bekâr.
confiscate
con.fis.cate kan'fıskeyt fiil 1. müsadere etmek. 2. -e haciz koymak, haczetmek. 3. kamulaştırmak, istimlak etmek.
confiscation
con.fis.ca.tionisim 1. müsadere. 2. haciz. 3. kamulaştırma, istimlak.
conflagration
con.fla.gra.tion kınflıgrey'şın isim büyük yangın.
conflict of interest
çıkar çatışması.
conflict of laws
kanuni ihtilaf.
conflict
con.flict kan'flîkt isim 1. anlaşmazlık, ihtilaf. 2. savaş, harp. 3. ruhbilim çatışma.
conform
con.form kınfôrm' fiil uymak; to -e uymak.
conformism
con.form.ism kınfôr'mîzım isim konformizm, uymacılık.
conformist
con.form.ist kınfôr'mîst isim konformist, uymacı.
conformity
con.form.i.ty kınfôr'mıti isim uyma.
confound
con.found kınfaund' fiil şaşırtmak.
confounded
con.found.edsıfat, konuşma dili kör olası.
confront
con.front kınfr^nt' fiil 1. with -e gidip söylemek/anlatmak: He confronted me with the problem. Bana gelip meseleyi anlattı. 2. karşısına çıkmak; önünü kesmek. 3. ile karşı karşıya gelmek: Can you confront such dangers? Böyle tehlikelerle karşı karşıya gelebilir misin?
confuse
con.fuse kınfyuz' fiil 1. kafasını karıştırmak, şaşırtmak. 2. with (bir şeyi/birini) ile karıştırmak.
confused
con.fusedsıfat 1. kafası karışmış, şaşkına dönmüş. 2. karışık, karman çorman. 3. ayırt edilemez, seçilemez.
confusion
con.fu.sion kınfyu'qın isim 1. kafa karışıklığı, şaşkınlık. 2. karışıklık, düzensizlik.
congeal
con.geal kıncil' fiil 1. dondurmak; donmak. 2. pıhtılaştırmak; pıhtılaşmak. 276
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
congenial
con.gen.ial kıncin'yıl sıfat 1. uygun. 2. cana yakın, hoş.
congeniality
con.ge.ni.al.i.ty kıncinîyäl'ıti isim 1. uygunluk. 2. cana yakınlık.
congenital
con.gen.i.tal kıncen'ıtıl sıfat doğuştan, yaradılıştan.
congested
con.gest.ed kınces'tıd sıfat 1. kalabalık, tıklım tıklım; tıkanık. 2. tıbbi kan toplamış.
congestion
con.ges.tion kınces'çın isim 1. tıkanıklık; kalabalık, izdiham. 2. tıbbi kan toplanması, kan hücumu.
conglomerate
con.glom.er.ate kınglam'ırît isim 1. küme. 2. ticaret holding. 3. jeoloji yığışım, konglomera.
conglomeration
con.glom.er.a.tion kınglamırey'şın isim birikinti, yığın, küme.
Congo
Con.go kang'go isim bakınız the Congo sıfat Kongo, Kongo'ya özgü.
Congolese
Con.go.lese kang.goliz' isim (Congolese) Kongolu. sıfat 1. Kongo, Kongo'ya özgü. 2. Kongolu.
congratulate
con.grat.u.late kıngräç'ûleyt fiil kutlamak, tebrik etmek.
congratulation
con.grat.u.la.tion kıngräçûley'şın isim kutlama.
Congratulations!
Tebrikler!/Tebrik ederim.
congregate
con.gre.gate kang'grıgeyt fiil 1. toplamak, birleştirmek, bir araya getirmek. 2. birleşmek, bir araya gelmek.
congregation
con.gre.ga.tion kang.grıgey'şın isim 1. toplama, toplantı. 2. cemaat.
Congress
Con.gress kang'grîs isim, Amerikan İngilizcesi Millet Meclisi, Kongre.
Congressional
Con.gres.sion.al kıngreş'ınıl sıfat, Amerikan İngilizcesi Kongre'ye ait.
Congressman
Con.gress.man kang'grîsmın isim, Amerikan İngilizcesi (Congressmen) (erkek) kongre üyesi (özellikle Temsilciler Meclisi üyesi).
Congresswoman
Con.gress.wom.an kang'grîswûmîn isim, Amerikan İngilizcesi (Congresswomen) (kadın) kongre üyesi (özellikle Temsilciler Meclisi üyesi).
277
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük congruent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.gru.ent kang'gruwınt sıfat 1. uygun, münasip, yerinde. 2. matematik benzer.
congruous
con.gru.ous kang'gruwıs sıfat 1. uygun, münasip, yerinde. 2. matematik benzer.
conic
con.ic kan'îk sıfat, matematik konik.
conifer
con.i.fer kan'ıfır, ko'nıfır isim kozalaklı ağaç.
conjectural
con.jec.tur.al kıncek'çırıl sıfat tahmini, varsayımsal, farazi.
conjecture
con.jec.ture kıncek'çır isim varsayım, tahmin, zan, farz. fiil tahmin etmek, zannetmek, farzetmek.
conjugal
con.ju.gal kan'cûgıl sıfat evlilik ile ilgili, karıkocalığa ait.
conjugate
con.ju.gate kan'cûgeyt fiil, dilbilgisi çekmek.
conjugation
con.ju.ga.tion kancûgey'şın isim, dilbilgisi fiil çekimi.
conjunction
con.junc.tion kınc^ngk'şın isim 1. dilbilgisi bağlaç. 2. birlik; birleşme.
conjunctive
con.junc.tive kınc^ngk'tîv sıfat, dilbilgisi bağlayıcı.
conjunctivitis
con.junc.ti.vi.tis kınc^ngktıvay'tîs isim, tıbbi konqonktivit, konqonktiv iltihabı.
conjure up
-i anımsatmak, -i akla getirmek, -i uyandırmak. 2. (el çabukluğu ile) kotarmak.
conjure
con.jure kan'cır fiil büyü yoluyla (ruh) çağırmak.
conjurer
con.jur.erisim 1. hokkabaz, sihirbaz. 2. büyücü.
connect
con.nect kınekt' fiil bağlamak, birleştirmek; bağlanmak, birleşmek, bağlı olmak.
connecting link
halka. 2. (iki şey arasındaki) bağlantı, ilgi.
connecting rod
otomotiv piston kolu.
connection
con.nec.tion kınek'şın isim 1. bağlantı, ilişki. 2. bağ. 3. akrabalık. 4. (tren, uçak v.b.'nde) aktarma.
connexion
con.nex.ion kınek'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız connection
connivance
con.niv.ance kınay'vıns isim 1. göz yumma. 2. suç ortaklığı.
278
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük connive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.nive kınayv' fiil 1. at -e göz yummak. 2. with ile suç ortağı olmak.
connoisseur
con.nois.seur kanısır' isim eksper, erbap, uzman.
connotation
con.no.ta.tion kanıtey'şın isim yananlam, bir sözcüğün çağrıştırdığı ikincil anlam.
connote
con.note kınot' fiil akla getirmek, anlamına gelmek, demeye gelmek, göstermek, ifade etmek.
conquer
con.juer kang'kır fiil 1. fethetmek, zaptetmek. 2. yenmek.
conqueror
con.juer.orisim fatih.
conquest
con.juest kan'kwest, kang'kwest isim 1. fetih, zapt. 2. zafer.
conscience
con.science kan'şıns isim 1. vicdan. 2. vicdanlılık.
conscientious
con.sci.en.tious kanşiyen'şıs, kansiyen'şıs sıfat 1. vicdanlı. 2. dikkatli.
conscientiously
con.sci.en.tious.lyzarf 1. vicdanına dayanarak; vicdanen. 2. dikkatle.
conscious
con.scious kan'şıs sıfat 1. bilinçli. 2. farkında olan. 3. bilinci yerinde.
consciously
con.scious.lyzarf bile bile, bilinçli olarak.
consciousness
con.scious.ness kan'şısnîs isim bilinç, şuur.
conscript
con.script kan'skrîpt sıfat, isim askere alınmış (kimse).
conscription
con.scrip.tion kınskrîp'şın isim 1. askere alma. 2. mecburi askerlik.
consecrate
con.se.crate kan'sıkreyt fiil 1. kutsamak, takdis etmek. 2. (birine) dini bir törenle (belirli bir unvan) vermek. 3. to -e adamak.
consecration
con.se.cra.tion kansıkrey'şın isim 1. kutsama. 2. kutsama töreni.
consecutive
con.sec.u.tive kınsek'yıtîv sıfat 1. arka arkaya gelen, ardıl. 2. matematik ardışık.
consecutively
con.sec.u.tive.lyzarf arka arkaya, art arda, ardışık olarak.
consensus
con.sen.sus kınsen'sıs isim fikir veya oybirliği. 279
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük consent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.sent kınsent' isim rıza: They've finally given their consent. Nihayet rıza gösterdiler. How can we gain her consent? Onun rızasını nasıl alabiliriz? She can't do it without my consent. Rızam olmadan onu yapamaz. fiil (to) (-e) razı olmak, (-e) rıza göstermek.
consequence
con.se.juence kan'sıkwens isim 1. sonuç. 2. semere. 3. önem.
consequently
con.se.juent.ly kan'sıkwentli zarf sonuç olarak, dolayısıyla, binaenaleyh, bu nedenle.
conservation
con.ser.va.tion kansırvey'şın isim 1. koruma, himaye. 2. doğal kaynakları koruma.
conservationist
con.ser.va.tion.istisim doğal kaynakları koruma yanlısı.
conservatism
con.ser.va.tism kansır'vıtîzım isim tutuculuk, muhafazakârlık.
conservative
con.ser.va.tive kınsır'vıtîv sıfat 1. tutucu, muhafazakâr. 2. ılımlı. isim tutucu kimse.
conservatory
con.ser.va.to.ry kınsır'vıtori isim 1. limonluk, sera. 2. konservatuvar.
conserve
con.serve kınsırv' fiil korumak, muhafaza etmek.
consider
con.sid.er kınsîd'ır fiil 1. düşünmek. 2. göz önünde tutmak, dikkate almak. 3. üzerinde düşünmek, mütalaa etmek. 4. saymak, addetmek.
considerable
con.sid.er.a.ble kınsîd'ırıbıl sıfat 1. önemli, hatırı sayılır. 2. büyük, hayli, fazla.
considerably
con.sid.er.ablyzarf epeyce, oldukça.
considerate
con.sid.er.ate kınsîd'ırît sıfat 1. düşünceli, saygılı, hürmetkâr. 2. nazik.
consideration
con.sid.er.a.tion kınsîdırey'şın isim 1. saygı, düşünce. 2. göz önüne alma. 3. karşılık, bedel. 4. önem. 5. itibar, saygınlık. 6. neden, faktör.
considering
con.sid.er.ing kınsîd'ırîng edat -e göre, -e nazaran, göz önünde tutulursa.
consign
con.sign kınsayn' fiil 1. göndermek; vermek. 2. teslim etmek, emanet etmek. 280
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
consignee
con.sign.ee kansayni' isim malın gönderildiği kimse.
consigner
con.sign.erisim mal gönderen kimse.
consignment
con.sign.mentisim 1. mal gönderme, sevkıyat. 2. gönderilen mal.
consignor
con.sign orisim mal gönderen kimse.
consist
con.sist kınsîst' fiil 1. of -den meydana gelmek, -den oluşmak, -den ibaret olmak. 2. in -e dayanmak, -e bağlı olmak.
consistency
con.sis.ten.cy kınsîs'tınsi isim 1. tutarlık, tutarlılık, insicam. 2. kıvam; koyuluk; yoğunluk.
consistent
con.sis.tent kınsîs'tınt sıfat tutarlı.
consistently
con.sis.tent.lyzarf sürekli olarak, devamlı olarak, mütemadiyen.
consolation prize
teselli mükâfatı.
consolation
con.so.la.tion kansıley'şın isim teselli, avunç.
console
con.sole kınsol' fiil avutmak, avundurmak, teselli etmek.
consolidate
con.sol.i.date kınsal'ıdeyt fiil 1. pekiştirmek, takviye etmek, sağlamlaştırmak; pekişmek, sağlamlaşmak. 2. birleştirmek; birleşmek. 3. ticaret konsolide etmek.
consonant
con.so.nant kan'sınınt isim ünsüz, konson, konsonant. sıfat 1. to/with -e uygun, ile uyumlu. 2. ahenkli, uyumlu.
consort
con.sort kınsôrt' fiil with ile arkadaşlık etmek.
consortium
con.sor.ti.um kınsôr'şiyım isim konsorsiyum.
conspicuous
con.spic.u.ous kınspîk'yuwıs sıfat göze çarpan, dikkati çeken.
conspiracy
con.spir.a.cy kınspîr'ısi isim komplo.
conspirator
con.spir.a.tor kınspîr'ıtır isim komplocu.
conspire
con.spire kınspayr' fiil komplo kurmak.
constable
con.sta.ble kan'stıbıl, k^n'stıbıl isim, İngiliz İngilizcesi polis, polis memuru.
constabulary
con.stab.u.lar.y kınstäb'yıleri isim, İngiliz İngilizcesi polis teşkilatı. 281
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük constant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.stant kan'stınt sıfat 1. değişmez, sabit. 2. sürekli, devamlı. 3. sadık. isim 1. sabit şey. 2. matematik sabite.
constantly
con.stant.lyzarf sürekli, daima.
constellation
con.stel.la.tion kanstıley'şın isim, gökbilim takımyıldız.
consternation
con.ster.na.tion kanstırney'şın isim şaşkınlık, hayret, korku, dehşet.
constipation
con.sti.pa.tion kanstıpey'şın isim kabızlık, peklik.
constituency
con.stit.u.en.cy kınstîç'uwınsi isim 1. bir seçim bölgesindeki seçmenler. 2. seçim bölgesi.
constituent
con.stit.u.ent kınstîç'uwınt sıfat bütünü oluşturan. isim 1. seçmen. 2. öğe, unsur.
constitute
con.sti.tute kan'stıtut fiil 1. oluşturmak, teşkil etmek. 2. meydana getirmek, kurmak, tesis etmek. 3. atamak, tayin etmek.
constitution
con.sti.tu.tion kanstıtu'şın isim 1. anayasa. 2. tüzük, nizamname. 3. yapı, bünye. 4. bileşim, terkip.
constitutional
con.sti.tu.tion.al kanstıtu'şınıl sıfat 1. anayasal. 2. bünyesel, yapısal. isim sağlık için yapılan yürüyüş.
constrain
con.strain kınstreyn' fiil 1. zorlamak, mecbur etmek. 2. engellemek, menetmek.
constrained
con.strain.edsıfat zoraki.
constraint
con.straint kınstreynt' isim 1. sınırlama, tahdit. 2. kendini tutma.
constrict
con.strict kınstrîkt' fiil sıkmak, sıkıştırmak, büzmek, daraltmak.
constriction
con.stric.tion kınstrîk'şın isim 1. sıkma, büzme. 2. boğaz, dar geçit.
construct
con.struct kınstr^kt' fiil 1. yapmak, inşa etmek, bina etmek, kurmak, tertip etmek. 2. geometri çizmek.
construction
con.struc.tion kınstr^k'şın isim 1. yapı, inşaat. 2. yorum, tefsir. 3. dilbilgisi yapı, inşa, tertip. 4. geometri çizim.
constructive
con.struc.tive kınstr^k'tîv sıfat 1. yapıcı, olumlu, müspet. 2. yapısal. 282
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük construe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.strue kınstru' fiil 1. yorumlamak, tefsir etmek, mana vermek, anlamak. 2. (cümleyi) tahlil etmek.
consul general
başkonsolos.
consul
con.sul kan'sıl isim 1. konsolos. 2. (eski Roma'da) konsül.
consular agent
fahri konsolos.
consular
con.sul.arsıfat 1. konsolosa ait. 2. konsüle ait.
consulate
con.sul.ate kan'sılît isim konsolosluk, konsoloshane.
consult
con.sult kıns^lt' fiil 1. danışmak, başvurmak, müracaat etmek, sormak. 2. göz önünde tutmak, hesaba katmak. 3. with ile görüşmek.
consultant
con.sult.antisim danışman, müşavir.
consultation
con.sul.ta.tion kansıltey'şın isim 1. danışma, müzakere, istişare. 2. konsültasyon.
consultative committee
danışma kurulu.
consultative
con.sul.ta.tive kans^l'tıtîv sıfat danışmanlıkla ilgili, istişari.
consume
con.sume kınsum' fiil 1. tüketmek, yoğaltmak, istihlak etmek. 2. yakıp yok etmek.
consumed with jealousy
kıskançlıktan deliye dönmüş.
consumer durables
dayanıklı tüketim malları.
consumer goods
tüketim maddeleri.
consumer nondurables
dayanıksız tüketim malları.
consumer
con.sum.er kınsu'mır isim tüketici, yoğaltıcı.
consummate
con.sum.mate kan'sımeyt fiil tamamlamak, ikmal etmek.
consumption
con.sump.tion kıns^mp'şın isim tüketim, yoğaltma, istihlak.
cont.
cont.kısaltma «contents» continent continue
contact lens
kontakt lens, lens.
contact
con.tact kan'täkt isim 1. temas, değme, dokunma: It mustn't have any contact with the air. Havayla hiç teması olmamalı. 2. temas, ilişki; irtibat, bağlantı: Have you ever had any sort of contact with them? Onlarla 283
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
herhangi bir temasınız oldu mu? We've been in contact for some time. Epey zamandan beri temastayız. We've finally established radio contact with them. Onlarla nihayet radyoyla irtibat kurduk. 3. (faydalı olabilecek) tanıdık; kaynak, haber veren kimse; aracı, aracılık yapan kimse. 4. konuşma dili kontakt lens, lens. fiil 1. ile temasa geçmek, ile temas etmek. 2. temas etmek, değmek, dokunmak. contagious
con.ta.gious kıntey'cıs sıfat 1. tıbbi bulaşıcı, bulaşkan, sâri. 2. yayılan.
contain
con.tain kınteyn' fiil 1. kapsamak, içermek, içine almak. 2. kontrol altına almak, tutmak.
container
con.tain.erisim 1. (kutu, şişe v.b.) kap. 2. konteyner.
contaminate
con.tam.i.nate kıntäm'ıneyt fiil 1. (hastalık, mikrop, pislik) bulaştırmak, geçirmek. 2. kirletmek.
contamination
con.tam.i.na.tion kıntämıney'şın isim 1. bulaştırma. 2. kirlilik, kirlenme.
contemplate
con.tem.plate kan'tımpleyt fiil 1. düşünmek, düşünüp taşınmak. 2. niyetinde olmak, tasarlamak. 3. seyretmek.
contemplation
con.tem.pla.tion kantımpley'şın isim 1. düşünme, tefekkür. 2. tasarlama. 3. seyretme.
contemplative
con.tem.pla.tive kıntem'plıtîv sıfat dalgın, düşünceye dalmış.
contemporaneous
con.tem.po.ra.ne.ous kıntempırey'niyıs sıfat çağdaş, aynı zamanda olan.
contemporary with
ile çağdaş.
contemporary
con.tem.po.rar.y kıntem'pıreri sıfat çağdaş, muasır. isim 1. yaşıt, akran. 2. çağdaş.
contempt of court
hukuk mahkemeye itaatsizlik.
contempt
con.tempt kıntempt' isim küçük görme, hor görme.
contemptible
con.tempt.i.ble kıntemp'tıbıl sıfat aşağılık, alçak, rezil.
contemptuous
con.temp.tu.ous kıntemp'çuwıs sıfat hakir gören, hor gören.
284
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük contend
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.tend kıntend' fiil 1. for için yarışmak, çekişmek. 2. with ile uğraşmak, mücadele etmek. 3. iddia etmek, ileri sürmek.
content
con.tent kan'tent isim 1. içerik. 2. çoğul (kitaba ait) içerik, muhteviyat. 3. çoğul içindeki şeyler.
contented
con.tent.edsıfat halinden memnun, hoşnut, rahat, mutlu.
contention
con.ten.tion kınten'şın isim 1. kavga, çekişme. 2. sav, iddia, tez. 3. rekabet.
contentment
con.tent.ment kıntent'mınt isim memnuniyet, rahatlık, gönül hoşluğu.
contest
con.test kan'test isim 1. yarışma. 2. mücadele, çekişme.
contestant
con.test.ant kıntes'tınt isim yarışmacı.
context
con.text kan'tekst isim bağlam, kontekst.
Continent
Con.ti.nent kan'tınınt isim bakınız the Continent
continental
con.ti.nen.tal kantınen'tıl sıfat kıtasal.
contingency fund
ihtiyat fonu.
contingency
con.tin.gen.cy kıntîn'cınsi isim 1. olasılık, ihtimal. 2. beklenmedik olay.
contingent
con.tin.gent kıntîn'cınt sıfat on/upon -e bağlı.
continual
con.tin.u.al kıntîn'yuwıl sıfat sürekli, devamlı.
continually
con.tin.u.al.lyzarf sürekli, devamlı, sık sık, boyuna, habire.
continuation
con.tin.u.a.tion kıntînyuwey'şın isim devam, devam etme, sürme.
continue
con.tin.ue kıntîn'yu fiil devam etmek, sürmek.
continuity
con.ti.nu.i.ty kantınu'wıti, kantınyu'wıti isim süreklilik, devamlılık.
continuous
con.tin.u.ous kıntîn'yuwıs sıfat sürekli, devamlı, aralıksız.
continuously
con.tin.u.ous.lyzarf sürekli, devamlı, durmadan, aralıksız.
contort
con.tort kıntôrt' fiil burmak, bükmek, eğmek, çarpıtmak. 285
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
contorted
con.tort.edsıfat buruşuk, bükük.
contortion
con.tor.tion kıntôr'şın isim burulma, bükülme, eğilme.
contour
con.tour kan'tûr isim dış hatlar, çevre, şekil.
contra-
contra-önek karşı, zıt, aksi.
contraband
con.tra.band kan'trıbänd sıfat kaçak, ithal veya ihracı yasaklanmış. isim 1. kaçak mal. 2. kaçakçılık.
contraception
con.tra.cep.tion kantrısep'şın isim gebelikten korunma.
contraceptive
con.tra.cep.tive kantrısep'tîv sıfat, isim gebeliği önleyici (hap veya alet).
contract
con.tract kan'träkt isim 1. sözleşme, mukavele, kontrat, akit. 2. sözleşme metni, mukavelename. fiil 1. kasmak, daraltmak, kısaltmak, büzmek; kasılmak, daralmak, kısalmak, çekmek, büzülmek. 2. (hastalık) kapmak. 3. sözleşme yapmak.
contraction
con.trac.tion kınträk'şın isim 1. kasılma, daralma, kısalma, çekilme, büzülme. 2. doğum sırasında rahim kaslarının kasılması. 3. dilbilgisi (bir veya birkaç harf atılarak yapılan) kısaltma.
contractor
con.trac.tor kan'träktır, kınträk'tır isim müteahhit, üstenci, üstlenici, yüklenici.
contradict
con.tra.dict kantrıdîkt' fiil 1. yalanlamak, tekzip etmek, aksini iddia etmek. 2. ters düşmek, çelişmek.
contradiction
con.tra.dic.tion kantrıdîk'şın isim 1. aykırılık, çelişki, çelişme, tutarsızlık. 2. yalanlama.
contradictory
con.tra.dic.to.ry kantrıdîk'tıri sıfat çelişkili, çelişik, tutarsız.
contrary
con.tra.ry kan'treri, kıntrer'i sıfat karşıt, aksi, zıt, aykırı. isim aksi, ters. zarf aksine, tersine.
contrast
con.trast kan'träst isim 1. karşıtlık, zıtlık. 2. fotoğrafçılık kontrast.
contribute to
-e yardım etmek. 2. (gazete, dergi v.b.'ne) yazı vermek.
contribute
con.trib.ute kıntrîb'yut fiil 1. bağışlamak. 2. katkıda bulunmak.
286
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük contribution
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.tri.bu.tion kantrıbyu'şın isim 1. yardım, bağış, katkı. 2. makale, yazı.
contributor
con.trib.u.torisim 1. bağışçı. 2. (gazete, dergi v.b.'ne) yazı yazan kimse. 3. katkıda bulunan kimse.
contrite
con.trite kıntrayt' sıfat pişman, nadim, tövbekâr.
contrive
con.trive kıntrayv' fiil 1. (a way of/a means of) -in yolunu bulmak, için bir yol bulmak: She contrived a way to get herself invited to the party. Kendisini partiye davet ettirmenin yolunu buldu. 2. from (bir şeyi) (başka bir şeyden) uydurup yapmak.
contrived
con.trivedsıfat uydurma, uyduruk.
control tower
kontrol kulesi.
control
con.trol kıntrol' fiil (controlled, controlling) 1. kontrol etmek, denetlemek. 2. idare etmek, hâkim olmak.
controversial
con.tro.ver.sial kantrıvır'şıl sıfat tartışmalı, çekişmeli.
controversy
con.tro.ver.sy kan'trıvırsi isim tartışma, çekişme, anlaşmazlık.
convalesce
con.va.lesce kanvıles' fiil nekahet döneminde olmak, iyileşmek.
convalescence
con.va.les.cenceisim nekahet.
convalescent
con.va.les.centsıfat nekahet dönemiyle ilgili. isim nekahet dönemindeki hasta.
convection
con.vec.tion kınvek'şın isim, fizik, kimya konveksiyon, ısı yayımı, iletim.
convene
con.vene kınvin' fiil 1. toplanmak. 2. toplamak, toplantıya çağırmak.
convenience
con.ven.ience kınvin'yıns isim 1. uygunluk, rahatlık, kolaylık, elverişlilik. 2. çoğul konfor.
convenient
con.ven.ient kınvin'yınt sıfat uygun, elverişli, müsait, rahat, kullanışlı.
convent
con.vent kan'vent isim kadınlar manastırı.
convention
con.ven.tion kınven'şın isim 1. kongre, toplantı. 2. mukavele, anlaşma. 3. âdet, gelenek.
conventional weapons
konvansiyonel silahlar. 287
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük conventional
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
con.ven.tion.al kınven'şınıl sıfat 1. geleneksel. 2. beylik, basmakalıp, sıradan.
converge
con.verge kınvırc' fiil 1. bir noktaya yönelmek. 2. geometri yakınsamak.
conversant
con.ver.sant kınvır'sınt sıfat with -e aşina, -i iyi bilen.
conversation
con.ver.sa.tion kanvırsey'şın isim konuşma, sohbet.
conversational
con.ver.sa.tion.al kanvırsey'şınıl sıfat 1. konuşmaya özgü. 2. konuşma dilinde. 3. konuşmaya hazır, konuşkan.
conversationalist
con.ver.sa.tion.al.istisim hoşsohbet biri.
converse
con.verse kan'vırs sıfat karşıt, zıt, aksi, ters. isim karşıt anlamlı söz/sözcük.
conversion
con.ver.sion kınvır'qın isim 1. dönme, değişme; değiştirme, tebdil. 2. din değiştirme. 3. ihtida.
convert
con.vert kınvırt' fiil (to/into) -e değiştirmek, -e çevirmek, -e dönüştürmek.
converter
con.vert.er kınvır'tır isim, elektrik çevirgeç.
convertible
con.vert.i.ble kınvır'tıbıl sıfat değiştirilebilir, çevrilebilir, tahvili mümkün. isim 1. üstü açılabilen araba. 2. çekyat.
convex
con.vex kan'veks sıfat dışbükey, konveks.
convey
con.vey kınvey' fiil 1. taşımak, götürmek, iletmek, nakletmek. 2. iletmek, bildirmek. 3. hukuk devretmek.
conveyance
con.vey.ance kınvey'ıns isim 1. taşıma, nakil, nakletme. 2. taşıt. 3. devretme, devir. 4. hukuk temlikname; feragatname.
conveyer belt
taşıyıcı bant.
conveyer
con.vey.er kınvey'ır isim taşıyıcı.
conveyor belt
taşıyıcı bant.
conveyor
con.vey.or kınvey'ır isim taşıyıcı.
convict
con.vict kanvîkt' fiil 1. mahkûm etmek. 2. suçlu bulmak.
conviction
con.vic.tion kınvîk'şın isim 1. mahkûmiyet. 2. inanç; kanaat. 288
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
convince
con.vince kınvîns' fiil ikna etmek, inandırmak.
convincing
con.vinc.ingsıfat inandırıcı.
convivial
con.viv.i.al kınvîv'iyıl sıfat neşeli, şen, keyifli.
conviviality
con.viv.i.al.i.ty kınvîviyäl'ıti isim şenlik ve ziyafet, eğlenti, eğlence.
convoke
con.voke kınvok' fiil toplantıya davet etmek.
convolution
con.vo.lu.tion kanvılu'şın isim kıvrım.
convoy
con.voy kan'voy isim konvoy.
convulse
con.vulse kınv^ls' fiil şiddetle sarsmak.
convulsion
con.vul.sion kınv^l'şın isim çırpınma, ihtilaç, ıspazmoz.
convulsive
con.vul.sive kınv^l'sîv sıfat çırpınmalı.
coo
coo ku fiil (kumru, güvercin) ötmek, kuğurmak, üveymek. isim kumru ötüşü.
cook one's goose
işini bozmak.
cook someone's goose
-i mahvetmek, -in canına okumak.
cook up
konuşma dili uydurmak.
cook
cook kûk fiil 1. pişirmek; pişmek. 2. konuşma dili (hesaplar) üzerinde oynamak.
cookbook
cook.bookisim yemek kitabı.
cooked rice
pilav.
cookery
cook.er.y kûk'ıri isim aşçılık.
cookie
cook.ie kûk'i isim kurabiye, (tatlı) çörek, (tatlı) kuru pasta; (tatlı) bisküvi.
cooking
cook.ing kûk'îng isim (yemek) pişirme; pişme. sıfat yemeklik, yemek pişirmede kullanılan.
cooky
cook.y kûk'i isim kurabiye, (tatlı) çörek, (tatlı) kuru pasta; (tatlı) bisküvi.
cool as a cucumber
serinkanlı, soğukkanlı.
Cool it!
konuşma dili Sakin ol!/Ağır ol!
cool one's heels
konuşma dili beklemek: He made me cool my heels for at least forty-five minutes. Beni en az kırk beş dakika bekletti.
289
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cool
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cool kul sıfat 1. serin: a cool wind serin bir rüzgâr. cool water serin su. 2. insanı serin tutan (giysi). 3. serinkanlı, soğukkanlı, sakin. 4. soğuk, ilgisiz: He gave me a cool reception. Beni soğuk karşıladı. 5. konuşma dili harika, çok güzel, çok iyi. isim serinlik: the cool of the evening akşam serinliği. fiil 1. serinletmek; soğutmak; serinlemek, serinleşmek; soğumak: Cool the lijuid in the refrigerator. Sıvıyı buzdolabında soğut. It's cooled off. Hava serinledi. 2. (öfke, arzu v.b.'ni) söndürmek; (birini) sakinleştirmek, yatıştırmak; (öfke, arzu v.b.) sönmek; (biri) sakinleşmek: That will cool her growing desire. Onun büyüyen arzusunu o söndürür. You need to cool off. Sakinleşmen lazım.
coop up in
-e tıkmak, -e kapamak.
co-op
co-op ko'wap isim, konuşma dili kooperatif.
coop
coop kup isim kümes. fiil kümese sokmak.
cooperate
co.op.er.ate kowap'ıreyt fiil birlikte çalışmak, işbirliği yapmak.
cooperation
co.op.er.a.tion kowapırey'şın isim birlikte çalışma, işbirliği.
cooperative
co.op.er.a.tive kowap'rıtîv, kowap'ırıtîv sıfat 1. işbirliği yapan. 2. ortak, müşterek. isim kooperatif.
coordinate
co.or.di.nate kowôr'dıneyt fiil koordine etmek, eşgüdümlemek, birbirine göre ayarlamak.
coordination
co.or.di.na.tion kowôrdıney'şın isim koordinasyon, eşgüdüm, birbirine göre ayarlama.
cop
cop kap isim, konuşma dili polis, aynasız.
cope
cope kop fiil (with) (ile) baş etmek, (ile) başa çıkmak, (-in) üstesinden gelmek.
copier
cop.i.er kap'iyır isim fotokopi makinesi.
copious
co.pi.ous ko'piyıs sıfat bol, çok, bereketli.
copiously
co.pi.ous.lyzarf bolca, bol miktarda.
copper
cop.per kap'ır isim 1. bakır. 2. ufak para. sıfat 1. bakır. 2. bakır renginde. 290
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
coppersmith
cop.per.smithisim bakırcı.
coppice
cop.pice kap'îs isim bakınız copse
copse
copse kaps isim koru, ağaçlık, baltalık.
copter
cop.ter kap'tır isim, konuşma dili helikopter.
copulate
cop.u.late kap'yıleyt fiil çiftleşmek.
copy
cop.y kap'i fiil 1. kopya etmek. 2. taklit etmek. 3. (sınavda) kopya çekmek. 4. bilgisayar kopyalamak.
copyright
cop.y.right kap'irayt isim telif hakkı. fiil telif hakkı almak.
coquette
co.juette koket' isim fettan kadın.
coquettish
co.juet.tish koket'îş sıfat fettan, cilveli.
cor.
cor.kısaltma «corner» coroner correct correspondence
coral reef
mercan kayalığı.
coral
cor.al kôr'ıl isim, sıfat mercan.
cord
cord kôrd isim 1. ip, sicim, kaytan, şerit. 2. kiriş, çalgı teli. fiil iple bağlamak.
cordial
cor.dial kôr'cıl, [İngiliz İngilizcesi] kor'dyıl sıfat samimi, içten, yürekten, candan. isim likör.
cordiality
cor.dial.i.ty kôrciyäl'ıti isim samimiyet, içtenlik.
cordially
cor.dial.lyzarf candan, samimiyetle.
cordon off
kordon altına almak.
cordon
cor.don kôr'dın isim kordon.
corduroy
cor.du.roy kôr'dıroy isim fitilli kadife. sıfat fitilli kadifeden yapılmış.
corduroys
cor.du.roysisim, çoğul kadife pantolon.
core
core kor isim 1. (etli meyvelerde) göbek, iç. 2. nüve, öz, esas; merkez.
coriander
co.ri.an.der koriyän'dır isim kişniş.
cork
cork kôrk isim mantar, tıpa, tapa. fiil tıpalamak, mantarla kapamak.
corkscrew
cork.screwisim tirbuşon, tıpa burgusu.
cormorant
cor.mo.rant kôr'mırınt isim karabatak.
corn bread
mısır ekmeği.
corn flour
mısır unu. 2. İngiliz İngilizcesi mısır nişastası. 291
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük corn muffin
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mısır unundan yapılan ufak, yuvarlak ve tuzlu bir ekmek türü.
corn silk
mısır püskülü.
corn syrup
mısır pekmezi.
corn
corn kôrn isim 1. mısır. 2. İngiliz İngilizcesi buğday; hububat, tahıl.
corncob
corn.cob kôrn'kab isim mısır koçanı.
cornea
cor.ne.a kôr'niyı isim, anatomi saydam tabaka, kornea.
cornelian cherry
kızılcık.
cornelian
cor.ne.lian kôrnil'yın sıfat bakınız cornelian cherry
corner kick
futbol korner vuruşu, köşe atışı.
corner
cor.ner kôr'nır isim 1. köşe, köşe başı. 2. futbol korner, korner vuruşu, köşe atışı. 3. futbol korner, oyun alanının dört köşesinden biri. fiil 1. köşeye sıkıştırmak, kıstırmak. 2. (konuşmak veya konuşturmak için) yakalamak. 3. ... piyasasını ele geçirmek. 4. viraj almak.
cornet
cor.net kôrnet' isim, müzik kornet.
cornetist
cor.net.istisim kornetçi.
cornhusk
corn.huskisim mısır kabuğu.
cornice
cor.nice kôr'nîs isim 1. korniş. 2. mimarlık saçak silmesi, korniş.
cornmeal
corn.mealisim iri taneli mısır unu.
cornstarch
corn.starchisim mısır nişastası.
coronary
cor.o.nar.y kôr'ıneri sıfat, tıbbi koroner. isim koroner damar, taçdamar.
coronation
cor.o.na.tion kôrıney'şın isim taç giyme töreni.
coroner
cor.o.ner kôr'ınır isim şüpheli ölüm olaylarını araştıran görevli.
coronet
cor.o.net kôr'ınet isim küçük taç.
corporal punishment
bedensel ceza, dayak.
corporal
cor.po.ral kôr'pırıl sıfat bedensel, bedeni, cismani.
corporate
cor.po.rate kôr'pırît sıfat 1. ortak, kolektif. 2. anonim şirkete ait. 3. şirketleştirilmiş. 4. birleşik, birleşmiş.
292
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük corporation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cor.po.ra.tion kôrpırey'şın isim 1. anonim şirket. 2. tüzelkişi.
Corps of Engineers
İstihkâm Sınıfı.
corps
corps kôr isim, askeri 1. kolordu. 2. sınıf, teşkilat.
corpse
corpse kôrps isim ceset, ölü.
corpuscle
cor.pus.cle kôr'pısıl isim, anatomi yuvar.
correct usage
doğru kullanış, yerinde kullanma.
correct
cor.rect kırekt' sıfat 1. doğru, yanlışsız. 2. doğru, yerinde.
correction
cor.rec.tion kırek'şın isim düzeltme, tashih, ıslah.
corrective
cor.rec.tivesıfat düzeltici, ıslah edici.
correctly
cor.rect.lyzarf doğru olarak.
correctness
cor.rect.nessisim doğruluk.
correlate
cor.re.late kôr'ıleyt fiil 1. karşılıklı ilişkisi olmak. 2. aralarında uygunluk sağlamak, (iki şey, sonuç, rakam) arasında ilişki kurmak. isim birbiriyle ilgisi olan şeylerin her biri.
correlation
cor.re.la.tionisim 1. karşılıklı ilişki. 2. matematik bağlılaşım, korelasyon.
correspond
cor.re.spond kôrıspand' fiil 1. (to/with) uymak, tekabül etmek: It corresponds with what she said. Onun dediklerine uyuyor. 2. to (biri/bir şey) (başka birinin/başka bir şeyin) benzeri olmak: The Turkish il corresponds to the English county. Türkiye'deki ilin İngiltere'deki benzeri kontluktur. 3. (with) (ile) mektuplaşmak.
correspondence
cor.re.spon.dence kôrıspan'dıns isim 1. benzerlik; benzer taraf. 2. mektuplaşma. 3. mektuplar.
correspondent
cor.re.spon.dent kôrıspan'dınt isim muhabir: Does your paper have a correspondent in Paris? Gazetenizin Paris'te muhabiri var mı? sıfat with -e uygun: It was correspondent with her wishes. İsteklerine uygundu.
corresponding
cor.re.spond.ing kôrıspan'dîng sıfat 1. (bir şeye) karşılık olan: That century saw a lessening of Spain's 293
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
influence and a corresponding rise in that of Holland. O yüzyılda İspanya'nın etkisinin azalıp buna karşılık Hollanda'nın etkisinin arttığına tanık olundu. 2. aynı: Our sales in the first juarter of this year were better than they were in the corresponding period of last year. Bu yılın ilk üç ayına ait satışlarımız, geçen yılın aynı dönemindeki satışlardan iyiydi. 3. mektuplaşmadan sorumlu olan. 4. toplantılara gelmeyip mektup yoluyla cemiyetin faaliyetlerine katılan (üye). corridor
cor.ri.dor kôr'ıdır isim koridor, geçit, dehliz.
corroborate
cor.rob.o.rate kırab'ıreyt fiil (bir düşünce, ifade v.b.'ni) doğrulamak, desteklemek, teyit etmek.
corrode
cor.rode kırod' fiil çürütmek, aşındırmak, yemek; çürümek, paslanmak, aşınmak, yenmek.
corrosion
cor.ro.sion kıro'qın isim 1. paslanma, aşınma, çürüme. 2. jeoloji aşınma/aşındırma, korozyon.
corrosive
cor.ro.sive kıro'sîv sıfat çürütücü, aşındırıcı, kemirici.
corrugate
cor.ru.gate kôr'ıgeyt, kôr'yıgeyt fiil kırıştırmak, buruşturmak; buruşmak.
corrugated iron
oluklu saç.
corrupt
cor.rupt kır^pt' sıfat 1. ahlaksız, ahlak kurallarına uymayan, soysuz. 2. rüşvet yiyen, rüşvetçi. 3. bozuk, yozlaşmış (dil). 4. yanlış dolu (metin). fiil 1. (birini) doğru yoldan saptırmak, ayartmak. 2. -e rüşvet yedirmek. 3. (dili) bozmak, yozlaştırmak.
corruptible
cor.rupt.iblesıfat 1. ayartılabilir. 2. rüşvet almaya hazır.
corruption
cor.rup.tion kır^p'şın isim 1. ayartma. 2. rüşvet yedirme. 3. (dili) yozlaştırma.
corsage
cor.sage kôrsaq' isim 1. korsaq. 2. göğse takılan çiçek/çiçek demeti.
corset
cor.set kôr'sît isim korse.
cortege
cor.tege kôrteq isim korteq, cenaze alayı.
cortex
cor.tex kôr'teks isim beyinzarı, korteks.
cortisone
cor.ti.sone kôr'tıson, kôr'tızon isim kortizon. 294
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cos
cos kas isim bakınız cos lettuce
cosine
co.sine ko'sayn isim, matematik kosinüs.
cosmetic
cos.met.ic kazmet'îk isim, sıfat kozmetik.
cosmic
cos.mic kaz'mîk sıfat evrensel, kozmik.
cosmonaut
cos.mo.naut kaz'mınôt isim kozmonot.
cosmopolitan
cos.mo.pol.i.tan kazmıpal'ıtın sıfat, isim kozmopolit.
cosmos
cos.mos kaz'mıs isim evren, kâinat, kozmos.
cost a pretty penny
epey pahalıya mal olmak.
cost an arm and a leg
çok pahalı olmak.
cost of living
hayat pahalılığı.
cost price
maliyet, maliyet fiyatı.
cost sheet
maliyet cetveli.
cost
cost kôst isim 1. masraf, harcanan para; fiyat. 2. maliyet.
cost, insurance and freight
ticaret sif, bir malın bedeli, sigortası ve navlunu ile birlikte maliyeti.
Costa Rica
Cos.ta Ri.ca kastıri'kı isim Kosta Rika.
Costa Rican
isim Kosta Rikalı. sıfat 1. Kosta Rika, Kosta Rika'ya özgü. 2. Kosta Rikalı.
costly
cost.lysıfat çok pahalı; masraflı.
cost-of-living index
geçim indeksi.
costume
cos.tume kas'tum, kas'tyum isim 1. kıyafet, elbise. 2. kostüm.
cot
cot kat isim 1. (üzerine bez gerili) portatif karyola. 2. İngiliz İngilizcesi bebek karyolası.
coterie
co.te.rie ko'tıri isim zümre, grup.
cottage
cot.tage kat'îc isim 1. küçük ev, kulübe. 2. yazlık ev, sayfiye evi.
cotton candy
ketenhelva.
cotton gin
çırçır.
cotton wool
İngiliz İngilizcesi (hidrofil) pamuk.
cotton
cot.ton kat'ın isim 1. pamuk. 2. pamuk ipliği. 3. pamuklu kumaş, pamuklu. sıfat pamuklu.
cottonseed
cot.ton.seedisim çiğit. 295
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
couch
couch kauç fiil ifade etmek, beyan etmek.
cougar
cou.gar ku'gır isim puma.
cough drop
öksürük pastili.
cough up
vermek, sökülmek, uçlanmak.
cough
cough kôf, kaf isim öksürük. fiil öksürmek.
could do with
ise iyi olur, ise fena olmaz: He could do with a bath. Banyo yapsa iyi olur.
could
could kûd yardımcı fiil bakınız can
couldn't
could.n't kûd'ınt kısaltma could not.
Council of Ministers
Bakanlar Kurulu, Kabine.
Council of State
Danıştay, Devlet Şûrası.
council
coun.cil kaun'sıl isim kurul, komisyon; konsey, danışma kurulu.
councillor
coun.cil.lor kaun'sılır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız councilor
councilor
coun.cil.or kaun'sılır isim kurul üyesi, komisyon üyesi; konsey üyesi.
counsel
coun.sel kaun'sıl isim 1. tavsiye, fikir, görüş; nasihat, öğüt. 2. avukat. fiil nasihat vermek, öğüt vermek.
counselor
coun.sel.or kaun'sılır isim 1. rehber, danışman. 2. avukat. 3. konuşma dili kurul üyesi, komisyon üyesi; konsey üyesi.
counselor-at-law
coun.sel.or-at-lawisim avukat.
count down
geriye doğru saymak.
count noses
konuşma dili bir yerde hazır bulunanları saymak.
count on
-e güvenmek. 2. -i beklemek, -i hesaba katmak.
count one's chickens before they're hatched
ayıyı vurmadan postunu satmak.
count out money
paraları birer birer saymak.
count someone in
konuşma dili birini (bir işe) katmak: If that's what you're up to, don't count me in! Yapmayı planladığınız oysa beni o işe katmayın!
count someone out
konuşma dili birini (bir işe) katmamak: You can count me out of that! Beni o işe katma! 2. on saniye içinde
296
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
birden ona kadar sayarak boksörün nakavt olduğunu ilan etmek. count
count kaunt fiil 1. sayı saymak: Do you know how to count? Saymayı biliyor musun? She can only count from one to ten. Ancak birden ona kadar sayabiliyor. 2. saymak, sayısını bulmak: I counted twenty people. Yirmi kişiyi saydım. Count the money now! Parayı şimdi say! 3. saymak, addetmek: They count themselves lucky. Kendilerini şanslı sayıyorlar. I count her among the greatest. Onu en büyüklerden biri sayıyorum. 4. önemli olmak: My opinion doesn't count for much around here. Sözüm burada pek kale alınmıyor. That's what really counts! Esas önemli olan o!
countdown
count.down kaunt'daun isim geriye doğru sayma.
countenance
coun.te.nance kaun'tınıns isim 1. çehre, yüz, sima, görünüş; yüz ifadesi. 2. destek, onama, tasvip. fiil desteklemek, onamak, tasvip etmek.
counter
coun.ter kaun'tır isim 1. tezgâh. 2. fiş, marka. 3. sayaç, sayıcı.
counteract
coun.ter.act kauntıräkt' fiil karşı koymak, önlemek, etkisiz hale getirmek.
counterattack
coun.ter.at.tack kaun'tırıtäk isim karşı saldırı.
counterbalance
coun.ter.bal.ance kauntırbäl'ıns fiil 1. (karşılıklı olarak) dengelemek, denkleştirmek. 2. telafi etmek. isim karşılık, eş ağırlık.
countercharge
coun.ter.charge kaun'tırçarc isim karşı suçlama.
counterclockwise
coun.ter.clock.wise kauntırklak'wayz zarf, sıfat saat yelkovanının ters yönünde, sola doğru.
countercurrent
coun.ter.cur.rent kaun'tırkırınt isim ters akıntı.
counterdemonstration
coun.ter.dem.on.stra.tion kaun'tırdemınstrey'şın isim karşı gösteri.
counterespionage
coun.ter.es.pi.o.nage kauntıres'piyınaq isim karşı casusluk. 297
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük counterfeit
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
coun.ter.feit kaun'tırfît sıfat sahte, kalp. isim taklit. fiil 1. kalp para basmak. 2. taklit etmek, sahtesini yapmak.
counterfeiter
coun.ter.feit.erisim kalpazan.
countermand
coun.ter.mand kauntırmänd' fiil (yeni bir emir ile) (önceki emri) iptal etmek. isim iptal emri.
countermeasure
coun.ter.meas.ure kaun'tırmeqır isim karşı tedbir.
counteroffensive
coun.ter.of.fen.sive kaun'tırıfen'sîv isim, askeri karşı saldırı.
counterpane
coun.ter.pane kaun'tırpeyn isim yatak örtüsü.
counterpart
coun.ter.part kaun'tırpart isim 1. taydaş. 2. karşılık, tamamlayıcı şey. 3. kopya, ikinci nüsha, suret.
counterpoint
coun.ter.point kaun'tırpoynt isim, müzik kontrpuan.
counterproposal
coun.ter.pro.po.sal kauntırprıpo'zıl isim karşı öneri.
countersign
coun.ter.sign kauntırsayn' fiil (tasdik için) ikinci olarak imzalamak.
counterspy
coun.ter.spy kaun'tırspay isim karşı casus.
countess
count.ess kaun'tîs isim kontes.
counting ...
.. dahil: That makes ten, counting me. Ben dahil on kişi eder. That's sixteen people, not counting the children. Çocuklar hariç, on altı kişi oluyor.
countless
count.less kaunt'lîs sıfat sayısız, hesapsız, pek çok.
country
coun.try k^n'tri isim 1. ülke, memleket; yurt, vatan. 2. the taşra. 3. the kır, sayfiye. 4. hukuk qüri, yargıcılar kurulu. sıfat taşraya özgü.
countryman
coun.try.manisim 1. vatandaş, hemşeri. 2. taşralı.
countryside
coun.try.sideisim 1. kır, kırlık. 2. sayfiye.
county
coun.ty kaun'ti isim 1. ilçe. 2. İngiliz İngilizcesi kontluk.
coup d'état
hükümet darbesi.
coup
coup ku isim darbe, askeri darbe, hükümet darbesi.
couple
cou.ple k^p'ıl isim 1. çift. 2. çift, karı koca. fiil 1. bağlamak, bitiştirmek, birleştirmek. 2. bağlantı kurmak. 3. çiftleştirmek. 298
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
coupling
coup.ling k^p'lîng isim bağlama, kavrama.
coupon
cou.pon ku'pan, kyu'pan isim kupon.
courage
cour.age kır'îc isim cesaret, yüreklilik, yürek, yiğitlik, mertlik.
courageous
cou.ra.geous kırey'cıs sıfat cesur, yürekli, yiğit, mert.
courageously
cou.ra.geous.lyzarf cesaretle, mertçe.
courgette
cour.gette kûrqet' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız zucchini
courier
cou.ri.er kûr'iyır isim kurye, ulak.
course
course kôrs isim 1. yön, cihet, istikamet. 2. ders, kurs. 3. denizcilikle ilgili rota. 4. gidiş. 5. yol. 6. ahçılık yemek, kap, servis. fiil 1. köpekle (av) kovalamak. 2. (gözyaşı, kan v.b.) akmak.
court fool
saray soytarısı.
court of appeals
hukuk istinaf mahkemesi.
court of common pleas
hukuk medeni hukuk mahkemesi.
court of first instance
hukuk asliye mahkemesi.
court
court kôrt isim 1. avlu, iç bahçe. 2. kort. 3. saray, kralın maiyeti. 4. hukuk mahkeme. fiil 1. kur yapmak, ile flört etmek. 2. (tehlike, hastalık v.b.'ni) davet etmek.
courteous
cour.te.ous kır'tiyıs sıfat nazik, kibar, ince, saygılı.
courtesan
cour.te.san kôr'tızın isim zenginlerle düşüp kalkan fahişe.
courtesy
cour.te.sy kır'tısi isim nezaket, kibarlık, incelik.
courthouse
court.house kôrt'haus isim 1. adliye sarayı, mahkeme binası. 2. ilçe hükümet binası.
courtier
court.i.er kôr'tiyır, kôr'tyır isim saray mensubu; kralın nedimi.
courtly
court.ly kôrt'li sıfat 1. sarayla ilgili. 2. zarif, nazik.
court-martial
court-mar.tial kôrt'marşıl isim (courts-martial) askeri mahkeme. fiil askeri mahkemede yargılamak.
courtroom
court.room kôrt'rum isim mahkeme salonu.
courtship
court.ship kôrt'şîp isim kur yapma.
courtyard
court.yard kôrt'yard isim avlu, iç bahçe. 299
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cousin
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cous.in k^z'ın isim dayı oğlu/kızı; teyze oğlu/kızı; amca oğlu/kızı; hala oğlu/kızı; kuzen; kuzin.
cove
cove kov isim dik yamaçlarla çevrili koy, körfez veya vadi.
covenant
cov.e.nant k^v'ınınt isim akit, sözleşme, mukavele. fiil 1. akdetmek. 2. sözleşmek.
cover charge
(lokanta veya gece kulübüne) giriş ücreti.
cover girl
kapak kızı.
cover ground
yol katetmek. 2. hızlı gitmek. 3. (belirli bir) konu hakkında bilgi vermek.
cover one's tracks
kendini ele verebilecek şeyleri gizlemek. 2. ne yaptığını veya ne yapacağını gizlemek.
cover up for
(birinin) hata veya suçunu gizlemek.
cover up
gizlemek; örtbas etmek.
cover
cov.er k^v'ır isim 1. kapak; örtü. 2. cilt, kapak. 3. sığınak, barınak. 4. maske, paravana, perde. 5. ticaret karşılık.
coverage
cov.er.age k^v'ırîc isim 1. sigorta miktarı ve kapsamı. 2. televizyon bir konu veya olaya ayrılan yer ve zaman.
coverlet
cov.er.let k^v'ırlît isim yatak örtüsü, örtü.
covert
cov.ert k^v'ırt sıfat gizli, örtülü.
covertly
cov.ert.lyzarf gizlice.
covet
cov.et k^v'ît fiil imrenmek, gıpta etmek, göz dikmek.
covetous
cov.et.oussıfat açgözlü, hırslı, haris.
covetousness
cov.et.ous.nessisim açgözlülük.
cow
cow kau isim inek.
coward
cow.ard kau'wırd isim korkak, ödlek.
cowardice
cow.ard.iceisim korkaklık, namertlik.
cowardliness
cow.ard.li.nessisim korkaklık, namertlik.
cowardly
cow.ard.lysıfat korkak, ödlek, yüreksiz.
cowboy
cow.boy kau'boy isim kovboy, sığırtmaç.
cower
cow.er kau'wır fiil sinmek, korkup çekilmek.
cowpea
isim börülce.
cowslip
cow.slip kau'slîp isim çuhaçiçeği. 300
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
coxcomb
cox.comb kaks'kom isim züppe.
coxswain
cox.swain kak'sın, kak'sweyn isim, denizcilikle ilgili filika veya kik serdümeni, dümenci.
coy
coy koy sıfat 1. cilveli, nazlı. 2. çekingen, utangaç, mahcup.
cozy
co.zy ko'zi sıfat rahat, sıcak, samimi, hoş. isim çaydanlık örtüsü.
cp.
cp.kısaltma compare
crab louse
kasıkbiti, kılbiti.
crab
crab kräb isim yengeç, pavurya. fiil mızırdanmak, homurdanmak, sızlanmak, sızıldanmak.
crabby
crab.bysıfat huysuz.
crack a joke
şaka söylemek, şaka yapmak.
crack down on
konuşma dili -e karşı sıkı önlem almak.
crack down
konuşma dili -e karşı sıkı önlem almak.
crack up
sağlığı bozulmak. 2. gülmekten katılmak. 3. (arabayı) kazada paramparça etmek. 4. kaza geçirmek.
crack
crack kräk isim 1. çatlak, yarık. 2. çatırtı, şaklama. 3. hızlı darbe; çarpma. 4. bir çeşit eroin. fiil 1. çatlamak, yarılmak, kırılmak; çatlatmak, yarmak, kırmak. 2. (kasayı) açmak. 3. (şifreyi) çözmek. 4. (ses) çatallaşmak.
crackdown
crack.down kräk'daun isim, konuşma dili sıkı önlem.
cracked wheat
yarma buğday.
cracked
crack.edsıfat 1. çatlak. 2. konuşma dili kaçık, çatlak, deli.
cracker
crack.er kräk'ır isim kraker, bisküvi.
crackle
crack.le kräk'ıl fiil çatırdamak. isim çatırtı, çıtırtı.
cradle
cra.dle krey'dıl isim beşik. fiil beşiğe yatırmak.
craft
craft kräft isim 1. zanaat, el sanatı. 2. tekne, gemi; gemiler.
craftily
craft.i.lyzarf şeytanca, kurnazca.
craftiness
craft.i.nessisim kurnazlık.
301
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük craftsman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crafts.man kräfts'mın isim (craftsmen) zanaatçı, zanaatkâr.
craftsmanship
crafts.man.shipisim 1. zanaatçılık. 2. hüner.
crafty
craft.y kräf'ti sıfat hilekâr, şeytan, kurnaz.
crag
crag kräg isim sarp kayalık.
cram
cram kräm fiil (crammed, cramming) 1. tıkmak, tıkıştırmak, sıkıştırmak. 2. tıkınmak, tıka basa yemek. 3. sınav öncesi ineklemek.
cramp
cramp krämp isim 1. kasınç, kramp. 2. şiddetli karın ağrısı. fiil kasmak; kasılmak.
crane
crane kreyn isim 1. turna. 2. vinç, maçuna. fiil 1. vinçle kaldırmak. 2. (boynunu) uzatmak.
crank up
hareket ettirmek.
crank
crank krängk isim 1. krank, kol, manivela. 2. konuşma dili garip saplantıları olan kimse. fiil krankla hareket ettirmek.
crankshaft
crank.shaft krängk'şäft isim, makine krank mili.
cranky
crankysıfat 1. garip, tuhaf, acayip, eksantrik. 2. huysuz, ters.
cranny
cran.ny krän'i isim yarık, çatlak.
crap
crap kräp isim, argo bok. fiil, argo (crapped, crapping) sıçmak.
crape
crape kreyp isim krepon.
craps
craps kräps isim çift zarla oynanan bir oyun.
crash course
yoğun kurs.
crash diet
sıkı rejim.
crash helmet
kask.
crash of thunder
gök gürültüsü.
crash the gate
ücret vermeden girmek; izinsiz veya davetsiz girmek/katılmak.
crash
crash kräş isim 1. şangırtı; gürleme, büyük bir gürültü. 2. (taşıta ait) kaza: airplane crash uçak kazası. 3. hızla gelen büyük iflas. 4. bilgisayar arıza. fiil 1. (kaza sonucu olarak) çarpmak veya düşmek: The plane 302
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crashed into the mountainside and burst into flame. Uçak dağın yamacına çarpıp alev alarak yandı. 2. çarpa çarpa şiddetli ve gürültülü bir şekilde gitmek veya koşmak: A bull was crashing around in the china shop. Zücaciye dükkânında bir boğa etrafı kıra döke koşuyordu. 3. büyük bir gürültüyle çalmak/çarpmak/vurmak: She crashed the dishes down on the table. Tabakları büyük bir şangırtıyla masanın üstüne çaldı. 4. atarak paramparça etmek: He crashed his glass against the wall. Bardağını duvara atarak paramparça etti. 5. gürlemek, büyük bir gürültü yapmak: The thunder crashed. Gök gürledi. 6. (işyeri) hızla iflas etmek/top atmak. 7. konuşma dili (bir yere) davetsiz/izinsiz/biletsiz girmek/dalıvermek/katılmak. 8. konuşma dili at (bir yerde) gece kalmak: Can I crash at your place tonight? Bu gece sende kalabilir miyim? 9. bilgisayar arızalanmak. crash-land
crash-land kräş'länd' fiil (uçak) zorunlu iniş yapmak.
crass
crass kräs sıfat kaba, incelikten yoksun, görgüsüz.
crate
crate kreyt isim sandık, kasa. fiil sandıklamak, kasalamak.
crater
cra.ter krey'tır isim 1. krater. 2. bombanın açtığı çukur.
crave
crave kreyv fiil 1. çok istemek, -e içi gitmek, -e can atmak. 2. istirham etmek, rica etmek.
craving
crav.ing krey'vîng isim şiddetli arzu, özlem.
crawfish
craw.fish krô'fîş isim kerevit, kerevides, karavide, tatlısuıstakozu.
crawl stroke
kulaçlama yüzüş, kravl.
crawl
crawl krôl fiil 1. sürünmek; emeklemek. 2. dalkavukluk etmek. isim sürünme; emekleme.
crayfish
cray.fish krey'fîş isim kerevit, kerevides, karavide, tatlısuıstakozu.
303
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük crayon
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cray.on krey'ın, krey'an isim 1. mum boya, pastel. 2. mum boya ile yapılan resim, pastel. fiil mum boya ile resim yapmak.
craze
craze kreyz fiil çıldırtmak. isim geçici moda.
crazily
cra.zi.lyzarf çılgınca, delice.
craziness
cra.zi.nessisim delilik, çılgınlık.
crazy about
-e düşkün, -e müptela.
crazy
cra.zy krey'zi sıfat deli, kaçık, çılgın.
creak
creak krik isim gıcırtı. fiil gıcırdamak.
cream cheese
yumuşak beyaz peynir.
cream of tartar
krem tartar, beyaz tartar.
cream pitcher
(ufak sürahi biçiminde) sütlük.
cream sauce
beyaz sos.
cream
cream krim isim 1. kaymak, krema. 2. kremalı tatlı. 3. cilt kremi. 4. öz, en iyisi. 5. krem rengi, açık beq.
creamer
cream.er kri'mır isim sütlük.
creamery
cream.er.y kri'mıri isim süthane, sütçü dükkânı.
creamy
cream.y krim'i sıfat 1. kaymaklı. 2. kaymak gibi.
crease
crease kris isim 1. kırma, pli, pasta, kat. 2. çizgi, buruşuk. 3. ütü çizgisi, kat yeri. fiil 1. kırma yapmak. 2. buruşturmak. 3. katlanmak, buruşmak.
create a stir
heyecan yaratmak; sansasyon yaratmak. 2. herkesin ilgisini çekmek.
create
cre.ate kriyeyt' fiil 1. yaratmak. 2. meydana getirmek. 3. yapmak.
creation
cre.a.tion kriyey'şın isim 1. yaratma; yaratılış. 2. yaratı, kreasyon. 3. evren, kâinat.
creative
cre.a.tive kriyey'tîv sıfat yaratıcı.
creatively
cre.a.tive.lyzarf yaratıcı bir şekilde.
creativity
creativityisim yaratıcılık.
creator
creatorisim yaratıcı, yaratan, kreatör, mucit.
creature
crea.ture kri'çır isim yaratık, mahluk.
crèche
crèche kreş isim kreş, çocuk yuvası.
credence
cre.dence krid'ıns isim güven, itimat. 304
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
credentials
cre.den.tials krîden'şılz isim kimliği gösteren belgeler.
credibility
cred.i.bil.i.ty kredıbîl'ıti isim güvenirlik.
credible
cred.i.ble kred'ıbıl sıfat inanılır, güvenilir.
credit an amount to someone's account
bir miktar parayı birinin hesabına geçirmek.
credit and debit
ticaret alacak ve verecek.
credit balance
ticaret matlup bakiyesi.
credit card
ticaret kredi kartı.
credit line
ticaret kredi limiti.
credit rating
ticaret kredi değerlendirmesi.
credit someone with
sevilmeyen birinde (olumlu bir niteliğin olduğunu) kabul etmek.
credit
cred.it kred'ît fiil bakınız credit an amount to someone's account credit someone with
creditor
cred.i.torisim alacaklı; kredi açan kimse/kuruluş.
credulity
cre.du.li.ty krıdu'lıti isim saflık, her şeye inanma.
credulous
cred.u.lous krec'ılıs sıfat saf, her şeye inanan.
creed
creed krid isim 1. bir dinin temel ilkelerini içeren ifade, amentü. 2. birinin veya bir grubun felsefesini yansıtan ilkeler.
creek
creek krik, krîk isim 1. çay, dere. 2. İngiliz İngilizcesi koy, küçük körfez.
creel
creel kril isim balık sepeti.
creep up on
-e hissettirmeden yaklaşmak.
creep
creep krip fiil (crept) 1. sürünmek, emeklemek. 2. sessizce yaklaşmak. 3. ürpermek.
creeper
creep.erisim sürüngen bitki.
cremate
cre.mate kri'meyt, krîmeyt' fiil (ölüyü) yakmak.
cremation
cre.ma.tionisim ölüyü yakma.
crematorium
cre.ma.to.ri.um krimıtor'iyım isim (crematoria/crematoriums) krematoryum.
crepe paper
krepon kâğıdı.
crepe
crepe kreyp isim krep.
crept
crept krept fiil bakınız creep
305
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük crescent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cres.cent kres'ınt isim hilal, yarımay. sıfat hilal şeklinde.
cress
cress kres isim tere.
crest
crest krest isim 1. tepe, tepelik, hotoz, sorguç. 2. ibik. 3. miğfere takılan sorguç. 4. doruk, tepe, zirve.
crestfallen
crest.fall.en krest'fôlın sıfat yılgın, süngüsü düşük.
crevasse
cre.vasse krıväs' isim büyük yarık; buz yarığı.
crevice
crev.ice krev'îs isim yarık, çatlak.
crew cut
alabros tıraş, asker tıraşı.
crew
crew kru isim 1. tayfa, mürettebat. 2. takım.
crib sheet
sınavda kopya çekmek için hazırlanan kopya kâğıdı.
crib
crib krîb fiil 1. (sınavda) kopya çekmek; kopya etmek. 2. çalmak, aşırmak.
crick
crick krîk isim kasılma, tutulma.
cricket
crick.et krîk'ît isim 1. cırcırböceği. 2. kriket.
crime
crime kraym isim 1. suç, cürüm. 2. günah, acımaya yol açacak kötü davranış.
Crimea
Cri.me.a kray'miyi isim bakınız the Crimea
Crimean
sıfat Kırım, Kırım'a özgü.
criminal code
ceza kanunu.
criminal court
ağır ceza mahkemesi.
criminal law
ceza hukuku.
criminal
crim.i.nal krîm'ınıl sıfat suça ait. isim suçlu.
criminologist
crim.i.nol.o.gist krîmınal'ıcîst isim kriminolog, suçbilimci.
criminology
crim.i.nol.o.gy krîmınal'ıci isim kriminoloqi, suçbilim.
crimp
crimp krîmp isim kıvrım, dalga. fiil 1. kıvırmak. 2. dalgalandırmak.
crimson
crim.son krîm'zın sıfat, isim koyu kırmızı, kızıl, fesrengi.
cringe
cringe krînc fiil 1. korkuyla çekilmek, sinmek. 2. yaltaklanmak.
crinkle
crin.kle krîng'kıl fiil buruşturmak, kırıştırmak; buruşmak, kırışmak. isim buruşukluk, kırışık, kırışıklık. 306
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cripple
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crip.ple krîp'ıl isim topal; sakat. fiil 1. sakat etmek, sakatlamak. 2. kösteklemek.
crippled
crip.pled krîp'ıld sıfat topal, kötürüm; sakat, arızalı.
crisis
cri.sis kray'sîs isim 1. kriz, bunalım, buhran. 2. tıbbi kriz, nöbet.
crisp
crisp krîsp sıfat 1. gevrek. 2. taptaze ve sulu (meyve, sebze). 3. kuru ve soğuk (hava). 4. çabuk ve kendinden emin. fiil gevrekleşmek, gevremek; gevretmek.
crisper
crisperisim (buzdolabında) sebzelik.
crispy
crispysıfat 1. gevrek. 2. taptaze ve sulu (meyve, sebze).
crisscross
criss.cross krîs'krôs sıfat çapraz, çaprazvari. isim birbirini kesen çapraz doğrular. fiil 1. çapraz doğrular çizmek. 2. çaprazlama gidip gelmek.
criterion
cri.te.ri.on kraytîr'iyın isim (criteria) ölçüt, kriter, kıstas.
critic
crit.ic krît'îk isim 1. tenkitçi, olumsuz noktalar üzerinde duran kimse. 2. eleştirmen.
critical point
nazik nokta, kritik nokta.
critical
crit.i.cal krît'îkıl sıfat 1. tenkitçi; kusur bulmaya meyilli; kusur bulmak amacıyla söylenen veya yapılan. 2. eleştirel, değerlendirme amacıyla yapılan. 3. kritik, tehlikeli.
criticism
crit.i.cism krît'ısîzım isim 1. tenkit, kusur bulma. 2. eleştiri.
criticize
crit.i.cize krît'ısayz fiil 1. -i tenkit etmek, -de kusur bulmak, -in olumsuz noktaları üzerinde durmak. 2. eleştirmek, tenkit etmek, değerini belirtmek için -i incelemek.
critique
cri.tijue krîtik' isim eleştiri, tenkit, kritik.
croak
croak krok isim 1. kurbağa sesi, vırak. 2. gaklama sesi, gak. fiil 1. vıraklamak. 2. gaklamak. 3. argo cartayı çekmek, cavlamak, ölmek.
Croat
Cro.at krow'ät isim bakınız Croatian
Croatia
Cro.a.tia krowey'şı isim Hırvatistan. 307
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Croatian
isim, sıfat 1. Hırvat. 2. Hırvatça.
crochet hook
tığ.
crochet needle
tığ.
crochet
cro.chet kroşey' isim kroşe, tığ işi; tığla işlenen dantel. fiil kroşe yapmak, tığ ile işlemek.
crockery
crock.er.y krak'ıri isim çanak çömlek.
crocodile tears
sahte gözyaşları, timsah gözyaşları.
crocodile
croc.o.dile krak'ıdayl isim timsah.
crocus
cro.cus kro'kıs isim çiğdem; safran.
croissant
crois.sant krwasan' isim ayçöreği.
crone
crone kron isim kocakarı.
crony
cro.ny kro'ni isim dost, kafadar.
crook
crook krûk isim 1. çoban değneği; asa, sapı kıvrık baston. 2. kıvrım. 3. konuşma dili üçkâğıtçı, madrabaz, hilekâr, dalavereci. fiil kıvırmak, bükmek, eğmek.
crooked
crook.ed krûk'îd sıfat 1. eğri, çarpık. 2. virajlı. 3. konuşma dili içinde bir dalavere olan, hileli (iş). 4. konuşma dili üçkâğıtçı, düzenbaz, hilekâr.
croon
croon krun fiil mırıldanmak, alçak sesle şarkı söylemek.
crop up
birdenbire oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak, çıkmak.
crop
crop krap isim 1. ürün, mahsul, ekin, rekolte. 2. zooloji kursak. 3. binici kırbacı.
cross my heart
vallahi.
cross one's arms
kollarını kavuşturmak.
cross one's fingers
şans dilemek.
cross one's legs
ayak ayak üstüne atmak, bacak bacak üstüne atmak.
cross one's mind
hatırına gelmek, aklından geçmek.
cross oneself
ıstavroz çıkarmak, haç çıkarmak.
cross out
karalamak, silmek, üstünü çizerek iptal etmek.
cross section
kesit.
cross swords
(with) (biriyle) atışmak, ağız kavgası etmek.
cross the Rubicon
dönülmeyecek bir karar vermek.
308
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cross
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cross krôs isim 1. çapraz işareti. 2. haç, put, çarmıh, ıstavroz. 3. çile, cefa. 4. melez.
crossbar
cross.bar krôs'bar isim sürgü, kol demiri.
crossbred
cross.bred krôs'bred sıfat melez.
crossbreed
cross.breed krôs'brid fiil melezlemek, çaprazlamak. isim melez.
crosscheck
cross.check krôs'çek fiil sağlamasını yapmak.
cross-country skiing
kros kayağı, kayak krosu.
cross-country
cross-coun.try krôs'k^n'tri isim 1. kros, kır koşusu. 2. kros kayağı, kayak krosu. sıfat ülkeyi baştan başa kateden. zarf bir uçtan öbür uca.
cross-examine
cross-ex.am.ine krôs'îgzäm'în fiil sorguya çekmek.
cross-eyed
cross-eyed krôs'ayd sıfat şaşı.
crossing
cross.ing krôs'îng isim 1. geçiş. 2. geçiş yeri, geçit. 3. yaya geçidi.
cross-legged
cross-leg.ged krôs'legîd, krôs'legd sıfat 1. bağdaş kurmuş. 2. ayak ayak üstüne atmış.
cross-purpose
cross-pur.pose krôs'pır'pıs isim bakınız be at crosspurposes talk at cross-purposes
cross-reference
cross-ref.er.ence krôs'ref'ırıns isim (kitapta) gönderme.
crossroad
cross.road krôs'rod isim ara yol, yan yol.
crossroads
cross.roadsisim 1. kavşak; dörtyol ağzı. 2. dönüm noktası.
crosswalk
cross.walk krôs'wôk isim yaya geçidi.
crosswise
cross.wise krôs'wayz sıfat çapraz. zarf çaprazlama.
crossword puzzle
bulmaca.
crotch
crotch kraç isim 1. çatal, dal ile gövdenin birleştiği yer. 2. anatomi kasık. 3. terzilik pantolon ağı.
crotchet
crotch.et kraç'ît isim garip merak; tuhaflık.
crotchety
crotch.et.ysıfat 1. tuhaf, acayip. 2. huysuz, dırdırcı.
crouch
crouch krauç fiil çömelmek. isim çömelme.
croup
croup krup isim krup hastalığı, boğak.
croupier
crou.pi.er kru'piyır isim krupiye.
309
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük crouton
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crou.ton kru'tan, krutan' isim (çorbaya konulan) küp biçiminde doğranmış kızarmış ekmek.
crow
crow kro fiil (crowed/[İngiliz İngilizcesi] crew) 1. (horoz) ötmek. 2. (over) (-den dolayı) sevinçle haykırmak.
crowbar
crow.bar kro'bar isim manivela, levye, küskü.
crowd into
-e doluşmak.
crowd out
sıkıştırarak çıkarmak, dışarıya itelemek. 2. (birisine) yer bırakmamak.
crowd
crowd kraud isim kalabalık. fiil 1. doluşmak, toplanmak, birikmek. 2. sıkıştırmak, doldurmak.
crowded
crowd.edsıfat kalabalık.
crown
crown kraun isim 1. taç. 2. hükümdarlık. 3. hükümdar. 4. tepe, baş. 5. kron (para birimi). 6. diştacı. 7. dişçilik kuron. fiil 1. taç giydirmek. 2. tamamlamak. 3. tepesini süslemek, taçlandırmak. 4. (dama oyununda) dama yapmak. 5. (dişe) kuron takmak. 6. konuşma dili kafasına vurmak.
crucial
cru.cial kru'şıl sıfat çok önemli, can alıcı, kritik.
crucifix
cru.ci.fix kru'sıfîks isim çarmıha gerilmiş İsa heykeli, krüsifi.
crucifixion
cru.ci.fix.ion krusıfîk'şın isim 1. çarmıha germe. 2. Hz.İsa'nın çarmıhta ölümünü gösteren resim.
crucify
cru.ci.fy kru'sıfay fiil çarmıha germek.
crude oil
ham petrol.
crude
crude krud sıfat 1. ham, arıtılmamış. 2. kaba. 3. derme çatma, üstünkörü yapılmış. isim ham petrol.
crudely
crude lyzarf kabaca.
crudeness
crude nessisim kabalık.
cruel
cru.el kruw'ıl sıfat 1. zalim, acımasız. 2. dayanılmaz, acı.
cruelly
cru.el lyzarf zalimce, acımasızca, insafsızca.
cruelty
cru.el tyisim zulüm, acımasızlık.
310
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cruise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cruise kruz fiil 1. aynı hızla uzunca bir süre gitmek. 2. (gemiyle) dolaşmak. 3. dolaşmak, dolanmak, gezinmek. 4. (polis, polis arabası) (etrafı kolaçan ederek) dolaşmak; (taksi şoförü, taksi) (müşteri arayarak) dolaşmak: The squad car cruises the streets of the neighborhood all night. Polis arabası gece boyunca mahalle sokaklarında dolaşıyor. 5. (fahişe) sokaklarda dolaşarak müşteri aramak. isim 1. (tatil amacıyla yapılan) deniz yolculuğu. 2. dolaşma, dolanma, gezinme. 3. (polis, polis arabası) (etrafı kolaçan ederek) dolaşma; (taksi şoförü, taksi) (müşteri arayarak) dolaşma.
cruiser
cruis.er kru'zır isim kruvazör.
crumb
crumb kr^m isim 1. kırıntı, ekmek kırıntısı. 2. parça, zerre. 3. ekmek içi. fiil ufalamak.
crumble
crum.ble kr^m'bıl fiil 1. ufalamak; ufalanmak, un ufak olmak. 2. harap olmak, çökmek. 3. parçalanmak.
crumple
crum.ple kr^m'pıl fiil 1. buruşturmak, kırıştırmak; buruşmak, kırışmak. 2. çökmek.
crunch
crunch kr^nç fiil 1. çıtır çıtır yemek, kıtır kıtır yemek, katır kutur yemek, hart hurt yemek. 2. çatırtı ile ezmek. 3. çatırdamak. isim 1. çatırtı. 2. konuşma dili güç durum.
crusade
cru.sade kruseyd' isim 1. haçlı seferi. 2. din uğruna yapılan savaş, cihat. 3. kampanya, savaşım. fiil against e karşı savaşım vermek.
crusader
cru.sad.erisim 1. Haçlı. 2. bir davanın hararetli taraftarı.
crush
crush kr^ş fiil ezmek.
crust of the earth
yerkabuğu.
crust
crust kr^st isim 1. ekmek kabuğu. 2. kabuk. fiil 1. kabuklanmak, kabuk bağlamak. 2. kabukla kaplamak.
crustacean
crus.ta.cean kr^stey'şın sıfat, isim kabuklu (hayvan).
crusty
crust.y kr^s'ti sıfat 1. kabuklu. 2. aksi, huysuz.
crutch
crutch kr^ç isim 1. destek. 2. koltuk değneği. 311
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük crux
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crux kr^ks isim 1. dönüm noktası, kritik an. 2. çözülmesi zor sorun veya durum. 3. püf noktası.
cry for
-i çok gerektirmek, -e çok ihtiyacı olmak: This country is crying for a leader. Bu ülkenin bir lidere büyük bir ihtiyacı var.
cry on someone's shoulder
birine dert yanmak.
cry one's heart out
hüngür hüngür ağlamak.
cry out for
-i çok gerektirmek, -e çok ihtiyacı olmak: This country is crying for a leader. Bu ülkenin bir lidere büyük bir ihtiyacı var.
cry quits
yeter artık demek.
cry wolf
yalandan imdat diye bağırmak, yalandan imdat istemek.
cry
cry kray fiil 1. ağlamak. 2. bağırmak. isim haykırış, haykırı; feryat, çığlık.
crypt
crypt krîpt isim, mimarlık kriptos, kripta.
cryptic
cryp.tic krîp'tîk sıfat 1. örtülü, gizli, kapalı. 2. gizemli. 3. şifreli.
crystal
crys.tal krîs'tıl isim 1. kristal, billur. 2. saat camı.
crystalline
crys.tal.line krîs'tılîn sıfat 1. billur gibi, berrak. 2. kristal, billurdan yapılmış.
crystallize
crys.tal.lize krîs'tılayz fiil billurlaştırmak; billurlaşmak.
cu.
cu.kısaltma cubic
cub scout
yavrukurt.
cub
cub k^b isim yavru (tilki, ayı, aslan). fiil (cubbed, cubbing) yavrulamak.
Cuba
Cu.ba kyu'bı isim Küba.
Cuban
isim Kübalı. sıfat 1. Küba, Küba'ya özgü. 2. Kübalı.
cubbyhole
cub.by.hole k^b'ihol isim 1. odacık; hücre. 2. (yazıhane veya dolapta) önü açık ufak göz.
cube sugar
küpşeker; kesmeşeker.
cube
cube kyub isim 1. matematik küp. 2. küp, küp biçiminde nesne. fiil 1. küp biçiminde kesmek. 2. matematik (bir sayının) kübünü almak.
cubic centimeter
santimetre küp. 312
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cubic foot
ayak küp (,420 m³).
cubic inch
inç küp (78,6 cm³).
cubic meter
metre küp.
cubic
cu.bic kyu'bîk sıfat kübik.
cubical
cu.bi.cal kyu'bîkıl sıfat kübik, küp biçiminde.
cubicle
cu.bi.cle kyu'bîkıl isim kabin, kabine, odacık.
cuckold
cuck.old k^k'ıld isim boynuzlanmış koca, boynuzlu koca. fiil (kocasını) boynuzlamak.
cuckoo clock
guguklu saat.
cuckoo
cuck.oo ku'ku, kûk'u isim guguk, guguk kuşu. sıfat, argo kaçık, deli.
cucumber
cu.cum.ber kyu'k^mbır isim salatalık, hıyar.
cud
cud k^d isim geviş.
cuddle up to
-e sokulup yaslanmak; -e sokulup sarılmak.
cuddle up
(birbirine/birine) sokulmak.
cuddle
cud.dle k^d'ıl fiil 1. kucağına alıp okşamak. 2. (birbirine) sokulmak.
cudgel
cudg.el k^c'ıl isim sopa, çomak. fiil sopa atmak, sopa çekmek, sopalamak.
cue ball
bilardo topu.
cue
cue kyu isim, tiyatro 1. oyuncunun sözü arkadaşına bırakmadan önceki son söz veya hareketi. 2. sufle. fiil sufle etmek.
cuff link
kol düğmesi.
cuff
cuff k^f isim 1. kol ağzı, kolluk, manşet. 2. sille, tokat. fiil tokatlamak, tokat atmak.
cuisine
cui.sine kwîzin' isim yemek pişirme sanatı, mutfak.
cul-de-sac
cul-de-sac k^l'dısäk isim, İngiliz İngilizcesi çıkmaz sokak.
culinary
cu.li.nar.y kyu'lıneri, k^l'ıneri sıfat yemek pişirme ile ilgili, mutfakla ilgili; yemekte/mutfakta kullanılan.
culminate
cul.mi.nate k^l'mîneyt fiil 1. in ile sonuçlanmak, ile sona ermek, ile son bulmak. 2. en yüksek noktaya varmak, doruğuna yükselmek. 313
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük culmination
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cul.mi.na.tion k^lmîney'şın isim 1. sonuç, son, bitiş. 2. doruk, zirve, en yüksek nokta.
culottes
cu.lottes kyûlats', kûlats' isim pantolon-etek.
culpability
cul.pa.bil.i.tyisim kusur, kabahat, suçluluk.
culpable
cul.pa.ble k^l'pıbıl sıfat kusurlu, kabahatli.
culprit
cul.prit k^l'prît isim suçlu, mücrim.
cult
cult k^lt isim kült.
cultivable
cul.ti.va.ble k^l'tıvıbıl sıfat ekilebilir, yetiştirilebilir.
cultivatable
cul.ti.vat.a.ble k^ltıveyt'ıbıl sıfat ekilebilir, yetiştirilebilir.
cultivate a friendship
dostluk kurmaya çalışmak.
cultivate
cul.ti.vate k^l'tıveyt fiil 1. (tarlayı) sürmek, (toprağı) işlemek. 2. yetiştirmek. 3. geliştirmek. 4. (biriyle) dostluk kurmaya çalışmak.
cultivated
cul.ti.vatedsıfat 1. işlenmiş (toprak). 2. kültürlü, görgülü.
cultivation
cul.ti.va.tionisim 1. (toprağı) işleme; tarım. 2. yetiştirme. 3. geliştirme. 4. kültür, görgü.
cultivator
cul.ti.va.torisim ekici, yetiştirici.
cultural
cul.tur.alsıfat kültürel.
culture gap
kültür farkı.
culture shock
kültür şoku.
culture
cul.ture k^l'çır isim 1. kültür. 2. yetiştirme. 3. geliştirme. 4. biyoloji kültür. fiil kültür yapmak, laboratuvarda mikrop üretmek.
cultured pearl
kültive inci.
cultured
cul.turedsıfat kültürlü.
cumbersome
cum.ber.some k^m'bırsım sıfat 1. havaleli, lenduha gibi. 2. hantal. 3. kullanışsız, elverişsiz. 4. ağır; sıkıcı.
cumin
cum.in k^m'în isim kimyon.
cumulative
cu.mu.la.tive kyum'yıleytîv, kyum'yılıtîv sıfat birikerek artan, birikmiş, kümülatif.
cumulus
cu.mu.lus kyum'yılıs isim kümebulut.
cuneiform
cu.ne.i.form kyuni'yıfôrm isim çiviyazısı. 314
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük cunning
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cun.ning k^n'îng sıfat 1. kurnaz, şeytan, hin. 2. şirin, sevimli. isim kurnazlık, şeytanlık.
cunt
cunt k^nt isim, kaba 1. *am. 2. *sikişme.
cup final
kupa finali.
cup one's hands
avuçlarını bitiştirerek çanak gibi açmak.
cup winner
kupa galibi.
cup
cup k^p fiil (cupped, cupping) şişe çekmek, hacamat yapmak, vantuz çekmek.
cupboard
cup.board k^b'ırd isim dolap, yüklük.
cupidity
cu.pid.i.ty kyupîd'ıti isim hırs, tamah, açgözlülük.
cupola
cu.po.la kyu'pılı isim 1. ufak kubbe. 2. döküm ocağı.
cur
cur kır isim 1. sokak köpeği, it. 2. it herif, it.
curable
cur.a.ble kyûr'ıbıl sıfat tedavi edilebilir, iyileşebilir.
curate
cu.rate kyûr'ît isim staqyer papaz.
curator
cu.ra.tor kyûrey'tır isim müze/kütüphane müdürü.
curb
curb kırb isim 1. kaldırımın kenar taşı. 2. engel, fren. 3. suluk, gem zinciri. fiil tutmak, zaptetmek, frenlemek, hâkim olmak, yenmek, durdurmak.
curd cheese
lor peyniri, lor.
curd
curd kırd isim kesmik.
curdle one's blood
dehşete düşürmek, kanını dondurmak.
curdle
cur.dle kır'dıl fiil pıhtılaştırmak; pıhtılaşmak, kesilmek.
cure
cure kyûr fiil 1. iyileştirmek, tedavi etmek, sağaltmak, şifa vermek. 2. -e çözüm getirmek, -e çare bulmak. 3. tütsülemek; tuzlamak; kurutmak.
curfew
cur.few kır'fyu isim sokağa çıkma yasağı.
curiosity shop
hediyelik eşya dükkânı.
curiosity
cu.ri.os.i.ty kyûriyas'ıti isim 1. merak. 2. nadir şey, tuhaf şey.
curious
cu.ri.ous kyûr'iyıs sıfat 1. meraklı. 2. acayip, tuhaf, garip.
curl one's hair
saçını kıvırmak. 2. konuşma dili yüreğini oynatmak, korkutmak.
curl up
kıvrılmak. 315
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük curl
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
curl kırl isim 1. kıvrım, büklüm. 2. bukle, lüle. fiil kıvırmak, bukle yapmak, bükmek; kıvrılmak, bükülmek.
curler
curlerisim bigudi.
curling iron
saç maşası.
curly
curlysıfat kıvırcık, kıvır kıvır.
currant
cur.rant kır'ınt isim 1. kuşüzümü. 2. frenküzümü.
currency
cur.ren.cy kır'ınsi isim 1. para, nakit, nakit para. 2. sürüm, geçerlik, tedavül, revaç.
current account
ticaret cari hesap.
current events
güncel olaylar.
current expenses
günlük masraflar, günlük giderler.
current price
cari fiyat, piyasa fiyatı.
current
cur.rent kır'ınt isim cereyan, akım, akıntı.
currently
cur.rent lyzarf halen, şu anda, bugünlerde.
curriculum vitae
özgeçmiş.
curriculum
cur.ric.u.lum kırîk'yılım isim müfredat programı.
curry favor with
(pohpohlama v.b. ile) birinin gözüne girmeye çalışmak.
curry powder
toz haline getirilmiş kimyon, kişniş, zerdeçal v.b. baharat karışımı.
curry
cur.ry kır'i fiil kaşağılamak, tımar etmek.
currycomb
cur.ry.combisim kaşağı.
curse
curse kırs fiil 1. sövmek, sövüp saymak, küfretmek. 2. ilenmek, lanet etmek, beddua etmek. isim 1. ilenme, ilenç, lanet, beddua. 2. sövgü, sövme, küfür. 3. bela.
cursed
cursed kırst sıfat bakınız be cursed
cursor
cur.sor kır'sır isim, bilgisayar kürsör, ışıklı gösterge, imleç.
cursory
cur.so.ry kır'sıri sıfat gelişigüzel, üstünkörü.
curt
curt kırt sıfat ters ve kısa (söz).
curtail
cur.tail kırteyl' fiil kesmek, kısaltmak, azaltmak.
curtain ring
perde halkası.
curtain rod
perde rayı, korniş.
curtain
cur.tain kır'tın isim perde. fiil perdelemek. 316
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
curtsy
curt.sy kırt'si isim reverans. fiil reverans yapmak.
curvature
cur.va.ture kır'vıçır isim 1. eğrilik. 2. eğrilme.
curve
curve kırv isim 1. eğri, kavis, kıvrım. 2. viraj.
cushion
cush.ion kûş'ın isim 1. yastık, minder. 2. bir darbenin hızını kesen tampon. 3. bilardo masasının lastikli iç kenarı. fiil 1. hafifletmek, azaltmak. 2. altına/arkasına yastık koymak; yastıkla beslemek. 3. yastıkla kaplamak.
cuspid
cus.pid k^s'pîd isim köpekdişi.
cuss
cuss k^s fiil, konuşma dili sövmek, küfretmek. isim, konuşma dili 1. sövgü, küfür. 2. herif.
custard
cus.tard k^s'tırd isim 1. süt, şeker ve yumurta ile hazırlanan bir sos. 2. krem karamele benzeyen bir tatlı.
custodian
cus.to.di.an k^sto'diyın isim 1. koruyucu, muhafız. 2. sorumlu kimse. 3. kapıcı.
custody
cus.to.dy k^s'tıdi isim 1. vesayet. 2. gözetim; koruma.
custom
cus.tom k^s'tım isim 1. gelenek, âdet. 2. alışkanlık, itiyat. 3. (bir müşterinin yaptığı) alışveriş.
customary usage
âdet.
customary
cus.tom.ar.y k^s'tımeri sıfat alışılmış, âdet olan, mutat.
customer
cus.tom.er k^s'tımır isim müşteri.
custom-made
cus.tom-made k^s'tım.meyd' sıfat ısmarlama.
customs
cus.toms k^s'tımz isim gümrük, gümrük resmi.
customshouse
cus.toms.house k^s'tımz.haus isim gümrük.
cut a big swath
çok nüfuzlu olmak. 2. çok dikkat çekmek.
cut a tooth
(çocuk) diş çıkarmak.
cut a wide swath
çok nüfuzlu olmak. 2. çok dikkat çekmek.
cut across all boundaries
sınır tanımamak.
cut across
kestirmeden gitmek.
cut an alcoholic drink with water
içkiyi sulandırmak.
cut and run
bırakıp kaçmak.
cut back
azaltmak. 2. kesip kısaltmak. 3. geri dönmek.
cut both ways
hem lehine, hem aleyhine olmak.
cut corners
gerektiği gibi para veya zaman harcamayarak yapmak, kestirmeden gitmek. 317
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cut down a piece of clothing into
eski bir giysiden (yeni bir şey) yapmak.
cut down a tree
ağaç kesmek.
cut down on
-i azaltmak.
cut in half
yarıya bölmek.
cut in on
azaltmak.
cut in
(birinin) sözünü kesmek; araya girmek.
cut into halves
yarıya bölmek.
cut into
azaltmak.
Cut it out.
konuşma dili Yapma./Bırak.
cut loose
konuşma dili 1. from dizginleri koprıp -den ayrılmak; den çıkmak; -den kurtulmak. 2. aşka gelmek. 3. kurtlarını dökmek.
cut no ice with
konuşma dili (bir haber) (birini) fikrinden vazgeçirmemek.
cut of meat
(kasaplık hayvanın gövdesinden belirli bir şekilde kesilen) et parçası.
cut off one's nose to spite one's face gâvura kızıp oruç bozmak. cut off
kesmek. 2. yolunu kesmek. 3. -e on para (miras) bırakmamak; with (birine, miras olarak) (gülünç bir miktarda para) bırakmak.
cut one's nails to the quick
tırnaklarını dibine kadar kesmek.
cut one's own throat
konuşma dili kendi kendine zarar vermek, bindiği dalı kesmek.
cut out
kesmek; kesip çıkarmak. 2. (giysi) biçmek. 3. konuşma dili kesmek, bırakmak.
cut short
kısa kesmek.
cut someone down
birini öldürmek.
cut someone loose
ipleri v.b.'ni keserek birini serbest bırakmak.
cut someone short
birinin lafını kesmek.
cut someone to the quick
birini (acı sözlerle) derinden yaralamak.
cut something into slices
bir şeyi dilimlemek, bir şeyi dilim dilim kesmek.
cut something loose
ipleri v.b.'ni keserek bir şeyi/bir hayvanı serbest bırakmak.
cut the ground from under one's feet (birinin) dayanak noktalarını çürütmek. 318
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
cut the ground from under someone's feet
Tebriz-Turuz-2012
birinin savunduğu noktaları çürütmek.
cut the ground out from under one's feet (birinin) dayanak noktalarını çürütmek. cut the melon
kârı paylaşmak.
cut the wheels
sol yapmak; sağ yapmak.
cut to the quick
içine işlemek, içini yakmak, acı vermek.
cut up
parça parça kesmek, doğramak. 2. şaklabanlık yapmak, komik şeyler yapmak.
cut
cut k^t isim 1. kesme, kesim. 2. kesik. 3. kesim, fason, biçim. 4. dilim, parça. 5. konuşma dili hisse, pay. 6. indirim. 7. kesinti. 8. yarma, yol geçirmek için açılan yar. 9. acı söz. 10. kırıcı davranış.
cutback
cut.back k^t'bäk isim 1. kesinti, azaltma, eksiltme. 2. sinema geriye dönüş.
cute
cute kyut sıfat, konuşma dili şirin, sevimli.
cut-glass
cut-glass k^t'gläs sıfat elmastıraş billurdan yapılmış, elmastıraş.
cuticle
cu.ti.cle kyu'tîkıl isim, anatomi 1. tırnakların etrafını çevreleyen deri. 2. üstderi.
cutlery
cut.ler.y k^t'lıri isim çatal bıçak takımı.
cutlet
cut.let k^t'lît isim kotlet.
cutoff point
sona erme noktası.
cutoff
cut.off k^t'ôf isim 1. kestirme yol. 2. sona erme tarihi.
cut-price
cut-pricesıfat 1. indirimli, tenzilatlı. 2. indirimli mal satan.
cut-rate
cut-ratesıfat 1. indirimli, tenzilatlı. 2. indirimli mal satan. 3. niteliksiz, kalitesiz.
cutter
cut.ter k^t'ır isim 1. denizcilikle ilgili kotra. 2. (belirli bir şeyi) kesen kimse. 3. kesici alet, kesici: wire cutters tel makası.
cutthroat
cut.throat k^t'throt sıfat kıyasıya, amansız. isim katil, cani.
cutting
cut.ting k^t'îng isim 1. kesme, kesiş. 2. sinema kesim. 3. bahçıvanlık aşı kalemi. sıfat 1. acı, incitici, kırıcı (söz). 2. acı, keskin, sert (rüzgâr). 319
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
cuttlefish
cut.tle.fish k^t'ılfîş isim mürekkepbalığı.
cutup
cut.up k^t'^p isim şaklaban, şakacı.
cwt.
cwt. kısaltma hundredweight
cy
-cysonek isim belirten sonek: fluency akıcılık.
cyanide
cy.a.nide say'ınayd isim siyanür.
cybernetics
cy.ber.net.ics saybırnet'îks isim sibernetik, kibernetik.
cyclamen
cy.cla.men sayk'lımın isim siklamen, tavşankulağı, buhurumeryem.
cycle
cy.cle say'kıl isim 1. elektrik devre. 2. dönme, dönüş, devir. 3. bisiklet; motosiklet. fiil bisiklete binmek.
cyclist
cy.clist say'klîst isim bisikletçi; motosikletçi.
cyclone
cy.clone say'klon isim siklon, kiklon.
cylinder
cyl.in.der sîl'îndır isim silindir.
cylindrical
cy.lin.dri.cal sîlîn'drîkıl sıfat silindirsel, silindirik.
cymbal
cym.bal sîm'bıl isim, müzik büyük zil.
cynic
cyn.ic sîn'îk isim kinik, sinik.
cynical
cyn.i.cal sîn'îkıl sıfat kinik, sinik.
cynicism
cyn.i.cism sîn'ısîzım isim kinizm, sinizm.
cypress
cy.press say'prıs isim servi, selvi.
Cyprian
Cyp.ri.an sîp'riyın isim, sıfat bakınız Cypriot
Cypriot
Cyp.ri.ot sîp'riyıt isim Kıbrıslı. sıfat 1. Kıbrıs, Kıbrıs'a özgü. 2. Kıbrıslı.
Cyprus
Cy.prus say'prıs isim Kıbrıs.
Cyrillic alphabet
Kiril alfabesi.
Cyrillic
Cy.ril.lic sîrîl'îk sıfat bakınız Cyrillic alphabet
cyst
cyst sîst isim, tıbbi kist.
cystitis
cys.ti.tis sîstay'tîs isim, tıbbi sistit.
czar
czar zar isim çar.
Czech
Czech çek isim, sıfat 1. Çek. 2. Çekçe.
Czechoslovak
Czech.o.slo.vak çekıslo'vak, çekıslo'väk isim, tarih Çekoslovakyalı, Çekoslovak. sıfat, tarih 1. Çekoslovak. 2. Çekoslovakyalı.
Czechoslovakia
Czech.o.slo.va.ki.a çekıslova'kiyı isim, tarih Çekoslovakya. 320
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Czechoslovakian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Czech.o.slo.va.ki.an çekıslo'vakiyın isim, tarih Çekoslovakyalı, Çekoslovak. sıfat, tarih 1. Çekoslovak. 2. Çekoslovakyalı.
D.
D.kısaltma «December» Department Doctor Dutch
D.A.
D.A. di'ey' kısaltma District Attorney
da
dakısaltma «daughter» day
dab
dab däb isim dokunma, hafif vuruş. fiil (dabbed, dabbing) hafifçe vurmak, dokunmak.
dabble
dab.ble däb'ıl fiil 1. su serpmek, hafifçe ıslatmak. 2. in ile amatörce uğraşmak.
dabbler
dab.bler däb'lır isim bir işe heves duyup girişme eğiliminde olan kimse, amatör, hevesli.
dachshund
dachs.hund daks'hûnt isim mastı.
dad
dad däd isim, konuşma dili baba, babacığım.
daddy
dad.dy däd'i isim, konuşma dili baba, babacığım.
daddy-longlegs
dad.dy-long.legs däd'i.lông'legz isim tipula sineği.
daffodil
daf.fo.dil däf'ıdîl isim zerrin, fulya, nergis.
daft
daft däft sıfat 1. kaçık, deli, kafadan kontak. 2. saçma.
dagger
dag.ger däg'ır isim kama, hançer.
dahlia
dahl.ia däl'yı isim yıldızçiçeği.
Dahoman
Da.ho.man dıho'mın isim, sıfat bakınız Beninese
Dahomean
Da.ho.me.an dıho'miyın isim, sıfat bakınız Beninese
Dahomey
Da.ho.mey dıho'mi isim bakınız Benin
Dahomeyan
Da.ho.mey.an dıho'miyın isim, sıfat bakınız Beninese
daily
dai.ly dey'li sıfat gündelik, günlük. zarf her gün. isim 1. gündelik gazete. 2. İngiliz İngilizcesi gündelikçi (hizmetçi).
daintily
dain.ti.lyzarf zarafetle.
daintiness
dain.ti.nessisim 1. zarafet, nezaket. 2. titizlik.
dainty
dain.ty deyn'ti sıfat 1. narin, zarif, nazik. 2. titiz.
dairy cattle
sağmal inekler.
dairy farm
mandıra.
dairy products
süt ürünleri. 321
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dairy
dair.y der'i isim 1. mandıra. 2. süthane, sütçü dükkânı.
dairyman
dairy.manisim sütçü.
daisy
dai.sy dey'zi isim papatya.
dale
dale deyl isim küçük vadi.
dally away
vakit öldürmek.
dally with
oynaşmak, cilveleşmek.
dally
dal.ly däl'i fiil 1. vakit öldürmek, oyalanmak. 2. haylazlık etmek.
dam up
-i frenlemek, -i bastırmak.
dam
dam däm isim baraq, set, su bendi. fiil (dammed, damming) -e set çekmek.
damage
dam.age däm'îc isim 1. zarar, ziyan, hasar. 2. konuşma dili masraf, fiyat. fiil zarar vermek, hasar yapmak, bozmak.
damages
dam.agesisim, hukuk tazminat.
Damascus
Da.mas.cus dımäs'kıs isim Şam.
damask
dam.ask däm'ısk isim damasko (kumaş).
dame
dame deym isim 1. argo kadın. 2. kadınlara verilen şövalyelik ayarında bir asalet unvanı. 3. eski hanım, hatun, yaşlı kadın.
Damn him!
Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
Damn it!
Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
damn
damn däm fiil 1. lanetlemek. 2. lanet okumak, beddua etmek. isim lanet.
Damn!
Allah belasını versin!/Allah kahretsin!
damnation
dam.na.tion dämney'şın isim 1. lanet. 2. bela. 3. cehennem cezası.
Damnation!
Lanet olsun!
Damned if I know.
Biliyorsam kahrolayım.
damned
damned dämd sıfat 1. lanetli, melun. 2. Allahın belası, kahrolası, kör olası, lanet. zarf çok, pek.
damnedest
damned.est dämd'îst sıfat en acayip, en tuhaf. isim en iyisi.
322
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük damp
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
damp dämp sıfat nemli, rutubetli, yaş. isim 1. nem, rutubet. 2. grizu. fiil 1. boğmak, söndürmek. 2. yavaşlatmak, durdurmak. 3. nemlendirmek, ıslatmak.
dampen
damp.en däm'pın fiil 1. nemlendirmek, ıslatmak; nemlenmek, ıslanmak. 2. (titreşimi) azaltmak. 3. kırmak, kaçırmak: dampen someone's enthusiasm birinin hevesini kırmak.
dampness
damp.nessisim nem, rutubet.
dance
dance däns isim 1. dans, raks, oyun. 2. balo. fiil dans etmek, oynamak; dans ettirmek, oynatmak.
dancer
dan.cer dän'sır isim dansçı, dansör, dansöz.
dancing
dancingisim dans etme, dans.
dandelion
dan.de.li.on dän'dılayın isim karahindiba.
dandle
dan.dle dän'dıl fiil hoplatmak, zıplatmak.
dandruff
dan.druff dän'drıf isim kepek, konak.
dandy
dan.dy dän'di sıfat 1. züppe. 2. harika, mükemmel, çok iyi.
Dane
Dane deyn isim Danimarkalı.
danger
dan.ger deyn'cır isim tehlike.
dangerous
dan.ger.oussıfat tehlikeli.
dangerously
dan.ger.ous.lyzarf tehlikeli bir şekilde.
dangle
dan.gle däng'gıl fiil sarkmak, asılı durup sallanmak; sarkıtmak, asıp sallamak.
Danish
Dan.ish dey'nîş isim Danca. sıfat 1. Danimarka, Danimarka'ya özgü. 2. Danimarkalı. 3. Danca.
dank
dank dängk sıfat yaş, nemli, rutubetli, küf kokulu.
Danube
Dan.ube dän'yub isim Tuna nehri, Tuna.
daphne
daph.ne däf'ni isim defne.
dapper
dap.per däp'ır sıfat şık, zarif.
dapple
dap.ple däp'ıl sıfat benekli. fiil beneklemek. isim 1. benek. 2. benekli hayvan.
dapple-gray
dapple-graysıfat bakla kırı, alaca kır (at).
Dardanelles
Dar.da.nelles dardınelz' isim bakınız the Dardanelles
323
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dare
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dare der fiil cesaret etmek, cüret etmek, kalkışmak. Does he dare do it? O işi yapmaya cesareti var mı?
daredevil
dare.dev.il der'devıl isim gözü pek.
daring
daringisim cüret, cesaret, yiğitlik. sıfat cüretkâr, yiğit.
dark blue
lacivert.
dark
dark dark isim 1. karanlık. 2. akşam. 3. koyu renk, gölge.
darken
dark.en dar'kın fiil 1. karartmak; kararmak. 2. anlaşılması zor hale getirmek. 3. koyulaşmak, esmerleşmek.
darkness
dark.nessisim karanlık.
darkroom
dark.roomisim, fotoğrafçılık karanlık oda.
darling
dar.ling dar'lîng isim sevgili, sevgilim. sıfat 1. sevgili. 2. sevimli, cici, hoş.
Darn it!
Lanet olsun!
darn
darn darn fiil lanet etmek.
dart
dart dart isim 1. küçük ok. 2. ileri atılma, fırlama, hamle. 3. böceğin iğnesi. 4. terzilik pens. fiil 1. ok gibi fırlamak, atılmak. 2. atmak, fırlatmak.
dartboard
dart.boardisim ok atma oyununda kullanılan nişan tahtası.
darts
dartsisim ok atma oyunu.
dash off a letter
bir mektup karalamak.
dash off
acele gitmek, fırlamak.
dash someone's hopes
bir kimsenin ümitlerini kırmak, birini hayal kırıklığına uğratmak.
dash to pieces
çarpıp paramparça etmek.
dash water on one's face
yüzüne su çarpmak.
dash
dash däş fiil 1. hızla koşmak: She dashed to the child's rescue. Çocuğun imdadına koştu. 2. hızla ilerlemek, atılmak, fırlamak: I dashed to the window but saw nothing. Pencereye fırladım ama hiçbir şey görmedim. 3. vurmak, çarpmak, kırmak, parçalamak: He dashed down his broken weapon. Kırık silahını yere vurdu. He 324
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dashed the chair to pieces against the wall. Sandalyeyi duvara vurup parçaladı. 4. atmak, fırlatmak. 5. sıçratmak. 6. (umudunu) kırmak, suya düşürmek. 7. karıştırmak, katmak. isim 1. ileri atılma, fırlama, hamle. 2. az bir miktar, bir tutam. 3. kısa mesafe koşusu. 4. canlılık, enerji. 5. dilbilgisi tire, çizgi. dashboard
dash.board däş'bôrd isim, otomotiv kontrol paneli, pano.
dashing
dash.ing däş'îng sıfat 1. atak, atılgan, cesur. 2. gösterişli, şık.
data bank
bilgisayar veri bankası, bilgi bankası.
data base
bilgisayar veri tabanı, bilgi tabanı.
data file
bilgisayar veri dosyası.
data processing
bilgisayar bilgiişlem.
data
da.ta dey'tı, dä'tı isim 1. tekil bilgi. 2. veriler, data.
date line
coğrafya gündeğişme çizgisi.
date palm
hurma ağacı.
date
date deyt isim 1. tarih, zaman. 2. randevu. 3. flört, flört edilen kişi.
dated
datedsıfat 1. tarihli. 2. modası geçmiş, demode.
dative
da.tive dey'tîv sıfat, dilbilgisi -e halindeki. isim -e halindeki sözcük.
datum
da.tum dey'tım isim (data) veri.
daub
daub dôb fiil 1. sürmek, sıvamak. 2. bulaştırmak. 3. lekelemek, kirletmek. isim 1. harç, çamur. 2. leke.
daughter
daugh.ter dô'tır isim kız evlat, kız.
daughter-in-law
daughter-in-lawisim gelin.
daunt
daunt dônt fiil yıldırmak, gözünü korkutmak.
dauntless
daunt.lesssıfat gözü pek, yılmaz, korkusuz.
davenport
dav.en.port däv'ınpôrt isim kanepe, sedir, divan; çekyat.
dawdle
daw.dle dôd'ıl fiil işini ağırdan alarak vakit kaybetmek, ağır davranmak, oyalanmak.
dawn on
anlaşılmak, sezilmek. 325
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dawn
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dawn dôn isim 1. seher, tan vakti. 2. şafak, tan. fiil görünmeye başlamak, aydınlanmak.
day after day
her gün, günlerce.
day by day
günbegün, günden güne.
day in day out
her gün.
day laborer
gündelikçi.
day
day dey isim 1. gündüz: We've been working day and night on this proqect. Bu proje üzerinde gece gündüz çalışıyoruz. 2. gün: the second day of the month ayın ikinci günü. 3. zaman, devir.
daybreak
day.break dey'breyk isim seher, tan vakti.
daydream
day.dream dey'drim isim hayal. fiil hayal kurmak, dalmak.
daylight
day.light dey'layt isim gün ışığı.
daylight-saving time
yaz saati.
daytime
day.time dey'taym isim gündüz.
daze
daze deyz fiil sersemletmek, sersem etmek, serseme çevirmek. isim sersem bir hal, sersemlik.
dazed
dazedsıfat sersemlemiş, serseme çevrilmiş.
dazzle
daz.zle däz'ıl fiil göz kamaştırmak.
DC
DC, D.C. di'si kısaltma direct current
deacon
dea.con di'kın isim diyakoz.
deaconess
dea.con.ess di'kınîs isim kilisenin hayır işleriyle görevlendirdiği kadın.
dead ahead
dosdoğru.
dead beat
çok yorgun, bitkin.
dead center
tam merkez, tam orta.
dead end
çıkmaz sokak. 2. çıkmaz.
dead heat
spor berabere biten yarış.
dead language
ölü dil.
dead letter
geçersiz yasa. 2. sahibine ulaştırılamayan mektup.
dead loss
bir işe yaramayan nesne/kimse.
dead set against
-e tamamen karşı, -e muhalif.
dead set
konuşma dili kararlı. 326
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dead tired
bitkin, yorgun.
dead
dead ded sıfat 1. ölmüş, ölü. 2. cansız, hareketsiz; sönük. 3. ölü (renk).
deaden
dead.en ded'ın fiil 1. hafifletmek, azaltmak, zayıflatmak; (ses, ağrı v.b.'ni) kesmek. 2. parlaklığını gidermek, donuklaştırmak.
deadline
dead.line ded'layn isim son teslim tarihi.
deadlock
dead.lock ded'lak isim çıkmaz. fiil çıkmaza sokmak; çıkmaza girmek.
deadly
dead.lysıfat 1. öldürücü; ölümcül. 2. ölü gibi.
deaf mute
sağır ve dilsiz kimse.
deaf
deaf def sıfat 1. sağır. 2. kulak asmayan.
deafen
deaf.en def'ın fiil sağır etmek.
deal in
.. ticareti yapmak.
deal with
ile ilgilenmek. 2. -i idare etmek. 3. -in üstesinden gelmek, -in hakkından gelmek. 4. -e değinmek, -den bahsetmek. 5. -in müşterisi olmak, ile alışveriş etmek.
deal
deal dil isim 1. anlaşma, mukavele. 2. iş. 3. miktar. 4. iskambil kâğıtlarını dağıtma. fiil (dealt) (iskambil kâğıtlarını) dağıtmak.
dealer
deal.er dil'ır isim 1. (belirli bir şeyin) ticaretini yapan kimse, tüccar, satıcı: a dealer in old stamps eski pul satıcısı. 2. iskambil kâğıtlarını dağıtan kimse.
dealings
deal.ings di'lîngz isim 1. iş, alışveriş. 2. iş ilişkisi; ilişki.
dealt
dealt delt fiil bakınız deal
dean
dean din isim 1. katedralin başrahibi. 2. dekan.
Dear me!
Olur şey değil!
dear
dear dîr isim sevgili. sıfat 1. sevgili, aziz. 2. değerli, kıymetli. 3. pahalı.
dearly love to
(bir şeyi) çok arzu etmek.
dearly
dear.ly dîr'li zarf bakınız dearly love to pay dearly for
dearth
dearth dırth isim yokluk, kıtlık.
death rate
ölüm oranı. 327
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
death sentence
idam hükmü.
death squad
ölüm mangası.
death toll
ölü sayısı.
death warrant
hukuk idam hükmü.
death
death deth isim ölüm.
deathbed
death.bedisim ölüm döşeği.
deathless
death.lesssıfat baki, ölümsüz.
deathlike
death.likesıfat ölüm gibi.
deathly cold
çok soğuk: It's deathly cold outside. Dışarısı çok soğuk.
deathly pale
beti benzi atmış.
deathly silence
ölümsü bir sessizlik.
deathly
death.ly deth'li sıfat ölümsü.
debacle
de.ba.cle debak'ıl isim çöküş, yenilgi, yıkım.
debar
de.bar dîbar' fiil from engellemek; menetmek.
debase
de.base dîbeys' fiil 1. değerini düşürmek, ayarını bozmak. 2. alçaltmak, şerefini lekelemek. 3. yozlaştırmak.
debatable
de.bat.a.ble dîbey'tıbıl sıfat tartışılabilir.
debate
de.bate dîbeyt' fiil 1. tartışmak. 2. çok düşünmek, düşünüp taşınmak: He debated with himself before reaching the decision. Kararını vermeden önce çok düşündü. isim tartışma; münazara.
debilitate
de.bil.i.tate dîbîl'ıteyt fiil kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini kesmek.
debility
de.bil.i.ty dîbîl'ıti isim halsizlik, bitkinlik, güçsüzlük, zayıflık.
debit an account
bir hesabı borcuna kaydetmek.
debit and credit
borç ve kredi.
debit balance
borç bakiyesi.
debit
deb.it deb'ît isim borç. fiil 1. borç kaydetmek. 2. birinin borcuna kaydetmek.
debris
de.bris dıbri' isim yıkıntı, enkaz; döküntü.
debt of gratitude
teşekkür borcu, gönül borcu.
debt of honor
namus borcu. 328
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
debt
debt det isim borç.
debtor
debt.or det'ır isim borçlu.
debug
de.bug dib^g' fiil 1. (bir yerden) gizli dinleme aygıtını sökmek. 2. bir aygıt veya sistemin kusurlarını gidermek. 3. bilgisayar hatasızlaştırmak, ayıklamak.
debunk
de.bunk dîb^ngk' fiil, konuşma dili (bir şeyin) yanlış taraflarını açığa vurmak.
debut
de.but dîbyu' isim 1. başlangıç. 2. (sahneye) ilk çıkış. 3. bir genç kızın sosyeteye ilk defa takdimi.
dec.
dec.kısaltma deceased decrescendo
decade
dec.ade dek'eyd isim on yıl.
decadence
dec.a.dence dek'ıdıns isim çökme, çöküş, yıkılış.
decadent
de.ca.dentsıfat çökmüş.
decaffeinate
de.caf.fein.ate dikäf'ıneyt fiil kafeinini çıkarmak.
decaffeinated coffee
kafeinsiz kahve.
decal
de.cal di'käl isim çıkartma.
decamp
de.camp dîkämp' fiil 1. kampı bozup ayrılmak. 2. konuşma dili sıvışmak, savuşmak, tüymek, kaçmak.
decanter
de.cant.er dîkän'tır isim sürahi.
decapitate
de.cap.i.tate dîkäp'ıteyt fiil başını kesmek, boynunu vurmak.
decathlon
de.cath.lon dîkäth'lan isim, spor dekatlon.
decay
de.cay dîkey' fiil 1. çürümek, bozulmak; çürütmek. 2. azalmak. isim 1. çürüme, bozulma. 2. azalma.
decease
de.cease dîsis' isim ölüm, ölme, vefat. fiil ölmek.
deceit
de.ceit dîsit' isim 1. aldatma; hile, yalan. 2. hilekârlık, düzenbazlık, dolandırıcılık.
deceitful
de.ceit.fulsıfat 1. hilekâr, hileci. 2. aldatıcı.
deceitfully
de.ceit.ful.lysıfat hilekârlıkla, yalancılıkla.
deceitfulness
de.ceit.ful.nessisim hilekârlık, yalancılık.
deceive
de.ceive dîsiv' fiil aldatmak.
deceiver
de.ceiverisim aldatıcı, hilekâr.
December
De.cem.ber dîsem'bır isim aralık.
329
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük decency
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.cen.cy di'sınsi isim 1. terbiye, edep, nezaket. 2. ılımlılık. 3. iffet, namus.
decent
de.cent di'sınt sıfat terbiyeli, nazik; temiz, iyi.
decently
de.cent.lyzarf 1. terbiye ölçüsünde. 2. yeterince.
deception
de.cep.tion dîsep'şın isim 1. aldatma; aldanma. 2. yalancılık. 3. hile, düzen, dolap.
deceptive
de.cep.tivesıfat aldatan, aldatıcı.
deceptively
de.cep.tive.lyzarf aldatarak, aldatıcı bir biçimde.
deceptiveness
de.cep.tive.nessisim aldatıcılık, düzenbazlık, hilekârlık.
decide against something
bir şeyin aleyhinde karar vermek.
decide for something
bir şeyin lehinde karar vermek.
decide in favor of something
bir şeyin lehinde karar vermek.
decide
de.cide dîsayd' fiil karar vermek, kararlaştırmak, hüküm vermek.
decided
de.cid.edsıfat 1. kesin. 2. kararlı, azimli. 3. kararlı, ölçülü.
decidedly
de.cid.ed.lyzarf kesinlikle, katiyetle.
deciduous
de.cid.u.ous dîsîc'uwıs sıfat kışın yapraklarını döken (bitki).
decigram
dec.i.gram des'ıgräm isim desigram.
decigramme
dec.i.gramme des'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız decigram
deciliter
dec.i.li.ter des'ılitır isim desilitre.
decilitre
dec.i.li.tre des'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız deciliter
decimal fraction
matematik ondalık kesir.
decimal point
ondalık virgülü: 7.49 (Türk sistemine göre 7,49).
decimal system
ondalık sistem.
decimal
dec.i.mal des'ımıl sıfat, matematik ondalık. isim 1. ondalık sayı. 2. ondalık kesir.
decimate
dec.i.mate des'ımeyt fiil büyük bir kısmını yok etmek.
decimation
dec.i.ma.tionisim büyük bir kısmını yok etme; büyük bir kısmı yok olma.
decimeter
dec.i.me.ter des'ımitır isim desimetre. 330
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük decimetre
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dec.i.me.tre des'ımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız decimeter
decipher
de.ci.pher dîsay'fır fiil (şifreyi) çözmek.
decision
de.ci.sion dîsîq'ın isim karar; hüküm.
decisive
de.ci.sive dîsay'sîv sıfat 1. kesin, kati. 2. kesin sonuca ulaştıran: the decisive victory in that war o savaşı kesin sonuca ulaştıran zafer. 3. kararlı.
decisively
de.ci.sive.lyzarf 1. kesin olarak. 2. kararlı bir biçimde.
decisiveness
de.ci.sive.nessisim 1. kesinlik. 2. kararlılık.
deck chair
şezlong.
deck of cards
iskambil oyunları deste.
deck out
donatmak, süslemek.
deck
deck dek isim, denizcilikle ilgili güverte.
declaim
de.claim dîkleym' fiil 1. hararetle söylemek/konuşmak. 2. (hitabet kurallarına göre) söylemek; resmi bir şekilde söylemek.
declaration of residence
ikamet beyannamesi.
declaration
dec.la.ra.tion deklırey'şın isim 1. ilan. 2. demeç. 3. bildiri, deklarasyon.
declare bankruptcy
iflas ilan etmek.
declare war on
-e savaş açmak/ilan etmek.
declare
de.clare dîkler' fiil 1. ilan etmek. 2. bildirmek, deklare etmek.
declension
de.clen.sion dîklen'şın isim 1. dilbilgisi ad çekimi. 2. çöküş, çökme.
decline
de.cline dîklayn' fiil 1. aşağıya meyletmek. 2. azalmak, düşmek. 3. çökmek. 4. reddetmek, geri çevirmek. 5. dilbilgisi çekmek. isim 1. meyil, iniş. 2. azalma, düşüş; gerileme, yozlaşma. 3. çökme, çöküş.
declivity
de.cliv.i.ty diklîv'ıti isim iniş, meyil.
declutch
de.clutch di'kl^ç fiil debriyaq yapmak.
decode
de.code dikod' fiil (şifreyi) çözmek.
decompose
de.com.pose dikımpoz' fiil 1. ayrıştırmak. 2. çürütmek; çürümek. 331
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
decomposition
de.com.po.si.tionisim 1. ayrışma. 2. bozulma.
decorate
dec.o.rate dek'ıreyt fiil 1. süslemek, dekore etmek. 2. nişan vermek.
decoration
dec.o.ra.tion dekırey'şın isim 1. süsleme, dekorasyon. 2. süs. 3. nişan, madalya.
decorative
dec.o.ra.tive dek'ırıtîv sıfat süsleyici, süslü.
decorator
dec.o.ra.tor dek'ıreytır isim dekoratör.
decorous
dec.o.rous dek'ırıs sıfat görgü kurallarına uygun.
decorously
dec.o.rous.lyzarf görgü kurallarına uygun bir biçimde.
decorum
de.co.rum dîkôr'ım isim adaba uygun olma, terbiyeli olma.
decoy
de.coy dîkoy', di'koy isim tuzak yemi. fiil 1. away from -den hile ile uzaklaştırmak; into -e hile ile çekmek. 2. tuzağa düşürmek.
decrease
de.crease dîkris' fiil azalmak, düşmek, küçülmek; azaltmak, düşürmek. isim azalma, düşüş.
decree
de.cree dîkri' isim 1. resmi emir. 2. karar. 3. kararname. fiil 1. emretmek, buyurmak. 2. karar vermek.
decrepit
de.crep.it dîkrep'ît sıfat eskimiş, yıpranmış.
dedicate
ded.i.cate ded'ıkeyt fiil 1. adamak, vakfetmek. 2. to -in adına sunmak, -e ithaf etmek.
dedicated
ded.i.cat.edsıfat 1. ithaf olunmuş. 2. adanmış. 3. kendini işine adamış.
dedication
ded.i.cat.ionisim adama, ithaf.
deduce
de.duce dîdus' fiil sonuç çıkarmak.
deduct
de.duct dîd^kt' fiil çıkarmak, hesaptan düşmek.
deduction
de.duc.tionisim 1. sonuç çıkarma. 2. mantık tümdengelim. 3. sonuç. 4. hesaptan düşme. 5. kesinti: salary deduction ücret kesintisi.
deductive reasoning
tümdengelimli usavurma.
deed
deed did isim 1. eylem, iş, fiil. 2. hukuk senet, tapu senedi. fiil to -e senetle devretmek.
deem
deem dim fiil saymak, addetmek.
de-emphasize
de-em.pha.size diyem'fısayz fiil önemini azaltmak. 332
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
deep in debt
borca batmış.
deep in thought
derin düşünceye dalmış.
deep sea
derin deniz.
deep trouble
vahim bir durum.
deep
deep dip sıfat 1. derin. 2. anlaşılmaz. 3. şiddetli, ağır. 4. koyu (renk). 5. kalın, boğuk, pes (ses). zarf 1. into derinlerine kadar; derinliklerine kadar: It sank deep into the water. Suyun dibine battı. 2. into (gecenin) büyük bir bölümünde: They talked deep into the night. Gecenin büyük bir bölümünü konuşarak geçirdiler.
deepen
deep.en di'pın fiil 1. derinleşmek; derinleştirmek. 2. artırmak. 3. (rengi) koyulaştırmak.
deepfreeze
deep.freeze dip'friz' isim 1. dipfriz. 2. dondurup saklama. fiil (deepfroze, deepfrozen) dondurup saklamak.
deep-fry
deep-fry dip'fray' fiil bol yağda kızartmak.
deep-rooted
deep-rootedsıfat 1. kökleri derinlere inen (ağaç, çalı). 2. köklü, kökleşmiş (âdet, inanç).
deep-seated
deep-seatedsıfat 1. derin, derinden gelen; derinde olan. 2. köklü, kökleşmiş.
deer
deer dir isim (deer) geyik; karaca.
def.
def.kısaltma «defective» defendant defense deferred defined definite definition
deface
de.face dîfeys' fiil (bir şeyin yüzeyine) zarar vermek.
defamation
def.a.ma.tion defımey'şın isim karalama, kara çalma, lekeleme.
defame
de.fame dîfeym' fiil karalamak, kara çalmak, lekelemek.
default
de.fault dîfôlt' isim 1. (bir yükümlülüğü) yerine getirmeme. 2. bilgisayar varsayım. fiil (bir yükümlülüğü) yerine getirmemek: They defaulted on their loan. Borçlarını zamanında ödemediler.
defeat
de.feat dîfit' fiil yenmek, bozguna uğratmak. isim bozgun, yenilgi. 333
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük defecate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
def.e.cate def'ıkeyt fiil büyük aptesini yapmak, dışkılamak.
defect
de.fect dîfekt' isim kusur, noksan, eksiklik.
defective
de.fec.tivesıfat 1. kusurlu, sakat, eksik, noksan. 2. dilbilgisi bazı çekim şekilleri olmayan.
defector
de.fec.tor dîfek'tır isim karşı tarafa kaçan kimse.
defence
de.fence dîfens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız defense
defend
de.fend dîfend' fiil 1. savunmak. 2. from -den korumak.
defendant
de.fend.ant dîfen'dınt isim, hukuk davalı.
defender
de.fend.er dîfend'ır isim savunucu, savunan; koruyucu.
defense
de.fense dîfens' isim 1. savunma, korunma. 2. spor savunma, defans.
defenseless
de.fense.lesssıfat savunmasız, korunmasız.
defensive alliance
savunma anlaşması.
defensive
de.fen.sive dîfen'sîv sıfat 1. savunmayla ilgili. 2. (hedef alındığını zannederek) savunmaya geçen. 3. koruyucu. 4. spor defansif.
defer
de.fer dîfır' fiil (deferred, deferring) 1. sonraya bırakmak, ertelemek. 2. to -e boyun eğmek.
deference
def.er.ence def'ırıns isim riayet, (saygıdan kaynaklanan) itaat.
deferential
def.er.en.tial defıren'şıl sıfat riayetkâr; saygı ve itaat gösteren.
deferment
de.fer.mentisim erteleme.
deferred
de.ferredsıfat ertelenmiş.
defiance
de.fi.ance dîfay'ıns isim 1. meydan okuma. 2. karşı koyma.
defiant
de.fi.ant dîfay'ınt sıfat 1. meydan okuyan. 2. karşı koyan.
deficiency
de.fi.cien.cy dîfîş'ınsi isim eksiklik, noksanlık; yetersizlik.
deficient
de.fi.cient dîfîş'ınt sıfat eksik, noksan; yetersiz.
deficit
def.i.cit def'ısît isim (bütçe, hesap v.b.'nde) açık; zarar.
334
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük defile
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.file dîfayl' fiil kirletmek, pisletmek, lekelemek, bozmak.
define
de.fine dîfayn' fiil 1. tanımlamak, tarif etmek. 2. belirlemek, sınırlamak, tayin etmek.
definite article
dilbilgisi belirli tanımlık: the .
definite
def.i.nite def'ınît sıfat 1. kesin. 2. belirli, belli.
definitely
zarf kesinlikle.
definition
def.i.ni.tion defınîş'ın isim 1. tanım, tarif. 2. tanımlama.
definitive
de.fin.i.tive dîfîn'ıtîv sıfat kesin, son, tam.
deflate
de.flate dîfleyt' fiil 1. havasını veya gazını boşaltmak, söndürmek; sönmek. 2. gururunu kırmak. 3. ekonomi para arzını azaltmak.
deflation
de.fla.tion dîfley'şın isim 1. havasını veya gazını boşaltma, söndürme; sönme. 2. gururunu kırma. 3. ekonomi deflasyon.
deflect someone from her purpose
birini amacından çevirmek.
deflect someone from his purpose
birini amacından çevirmek.
deflect something into
yönünü değiştirip -e çevirmek.
deflect
de.flect dîflekt' fiil yönünü değiştirmek; başka yöne çevirmek; yönü değişmek.
deform
de.form dîfôrm' fiil biçimini bozmak, biçimsizleştirmek.
deformity
de.for.mi.tyisim 1. biçimsizlik. 2. tıbbi biçim bozukluğu, bozunum.
defraud
de.fraud dîfrôd' fiil dolandırmak, elinden almak.
defray
de.fray dîfrey' fiil ödemek; (giderleri) karşılamak.
defrost
de.frost difrôst' fiil buzlarını çözmek veya eritmek; buzları çözülmek veya erimek.
deft
deft deft sıfat becerikli, usta, marifetli.
defunct
de.funct dîf^ngkt' sıfat 1. ölü. 2. feshedilmiş.
defy
de.fy dîfay' fiil meydan okumak, karşı gelmek, karşı koymak.
degenerate
de.gen.er.ate dîcen'ırît sıfat yoz, yazlaşmış, soysuz, deqenere. 335
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük degradation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
deg.ra.da.tion degrıdey'şın isim 1. aşağılık bir durum; itibarsızlık. 2. aşağılaşma. 3. rütbeyi indirme.
degrade
de.grade dîgreyd' fiil 1. alçak bir duruma düşürmek. 2. rütbesini indirmek.
degrading
degradingsıfat alçaltıcı, onur kırıcı.
degree
de.gree dîgri' isim 1. geometri derece. 2. derece, basamak, aşama, rütbe, mertebe. 3. diploma.
dehumidifier
dehumidifierisim nem gideren alet.
dehumidify
de.hu.mid.i.fy dihyumîd'ıfay fiil nemini gidermek.
dehydrate
de.hy.drate dihay'dreyt fiil 1. suyunu almak, kurutmak. 2. su kaybetmek.
dehydrated
de.hy.dratedsıfat susuz, kurumuş.
deify
de.i.fy diy'ıfay fiil tanrılaştırmak.
deign
deign deyn fiil tenezzül etmek.
deity
de.i.ty diy'ıti isim 1. tanrı, ilah. 2. tanrısal varlık.
dejected
de.ject.ed dîcek'tîd sıfat keyifsiz, morali bozuk; hüzünlü.
dejection
de.jec.tionisim keyifsizlik, moral bozukluğu; hüzün.
delay
de.lay dîley' fiil 1. ertelemek, sonraya bırakmak. 2. geciktirmek. 3. oyalanmak. isim gecikme, geç kalma.
delegate
del.e.gate del'ıgît, del'ıgeyt isim delege, temsilci; elçi; vekil. fiil 1. havale etmek, devretmek. 2. görevlendirmek.
delegation
del.e.ga.tionisim 1. delegasyon. 2. yetki verme.
delete
de.lete dîlit' fiil silmek, çıkarmak.
deletion
de.le.tion dîli'şın isim 1. silme, çıkarma. 2. yazıdan çıkarılan parça.
deliberate
de.lib.er.ate dîlîb'ırît sıfat 1. kasıtlı, maksatlı, önceden tasarlanmış. 2. temkinli, ölçülü, dikkatli.
deliberately
de.lib.er.ate.lyzarf kasten, mahsus, bile bile.
deliberation
de.lib.er.a.tionisim 1. üzerinde düşünme, düşünüp taşınma. 2. görüşme, müzakere.
delicacy
del.i.ca.cy del'ıkısi isim 1. incelik, kibarlık. 2. lezzetli şey. 336
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük delicate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
del.i.cate del'ıkît sıfat 1. kolaylıkla kırılabilen, kırılgan, nazik. 2. hassas (alet). 3. hassas (konu); nazik (durum). 4. ince (yapı), narin. 5. hafif (koku, tat). 6. hafif, yumuşak (dokunuş). 7. hastalıklara pek dayanıklı olmayan.
delicately
del.i.cate.lyzarf 1. incelikle. 2. dikkatle, ihtiyatla, büyük bir özenle.
delicatessen
del.i.ca.tes.sen delıkıtes'ın isim şarküteri, mezeci.
delicious
de.li.cious dılîş'ıs sıfat lezzetli, leziz, nefis.
delight
de.light dîlayt' fiil 1. sevindirmek; sevinmek. 2. in -den zevk almak. isim 1. sevinç, zevk, keyif, haz. 2. sevinç veren şey.
delightful
de.light.fulsıfat hoş, güzel; zevkli.
delimit
de.lim.it dîlîm'ît fiil sınırlandırmak, tahdit etmek.
delineate
de.lin.e.ate dîlîn'iyeyt fiil 1. şeklini çizmek. 2. betimlemek.
delinquency
de.lin.juen.cyisim 1. (çocuklarda) suç işleme. 2. borçların ödenmemesi.
delinquent
de.lin.juent dîlîng'kwınt sıfat 1. suçlu, suç işleyen (çocuk). 2. ödenmemiş (hesap, vergi, borç v.b.). 3. borçlarını ödememiş. isim çocuk suçlu.
delirious
de.lir.i.ous dîlîr'iyıs sıfat 1. sayıklayan. 2. çılgına dönmüş.
delirium
de.lir.i.um dîlîr'iyım isim 1. sayıklama. 2. çılgınlık.
deliver the goods
konuşma dili istenilen şeyi yapmak.
deliver
de.liv.er dîlîv'ır fiil 1. teslim etmek, bırakmak, vermek: They will deliver the furniture tomorrow morning. Mobilyayı yarın sabah teslim edecekler. 2. (gazete, mektup v.b.'ni) dağıtmak. 3. (yumruk, darbe) indirmek. 4. (from) -den kurtarmak. 5. (çocuğu) almak, doğurtmak. 6. (söylev) vermek, (konuşma) yapmak. 7. (hüküm) vermek.
deliverance
de.liv.er.anceisim 1. kurtarma; kurtuluş. 2. hüküm.
337
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük deliverer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.liv.er.erisim 1. kurtarıcı. 2. teslim eden kimse. 3. dağıtıcı.
delivery note
ticaret teslim beyanı.
delivery order
ticaret teslim emri.
delivery receipt
ticaret teslim makbuzu.
delivery time
ticaret siparişlerin teslim süresi.
delivery
de.liv.er.yisim 1. teslim; dağıtım. 2. doğurma; doğum. 3. konuşma tarzı. 4. beysbol topa vuruş, servis.
deliveryman
de.liv.er.y.manisim satılan malı eve teslim eden kimse.
dell
dell del isim küçük vadi, korulu vadi.
delta
del.ta del'tı isim delta, çatalağız.
delude
de.lude dîlud' fiil aldatmak, yanıltmak.
deluge
del.uge del'yuc isim 1. sel, tufan. 2. şiddetli yağmur.
delusion
de.lu.sion dîlu'qın isim 1. aldanma, yanılma. 2. ruhbilim sabuklama.
delusive
de.lu.sive dîlu'sîv sıfat aldatıcı, yanıltıcı.
deluxe
de.luxe dîlûks' sıfat lüks, ihtişamlı.
delve
delve delv fiil into -i araştırmak.
demagogue
dem.a.gogue dem'ıgôg isim demagog, halkavcısı.
demagogy
dem.a.go.gy dem'ıgaci isim demagoqi, halkavcılığı.
demand deposit
vadesiz mevduat.
demand
de.mand dîmänd' isim 1. istem, istek; talep. 2. ekonomi talep, rağbet. 3. hukuk talep, hak iddia etme. fiil 1. talep etmek, istemek. 2. gerektirmek. 3. hukuk mahkemeye celbetmek.
demean
de.mean dîmin' fiil alçaltmak, küçültmek.
demeanor
de.mean.or dîmi'nır isim davranış, tavır.
demeanour
de.mean.our dîmi'nır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız demeanor
demented
de.ment.ed dîmen'tîd sıfat deli, kaçık, çılgın.
demerit
de.mer.it dîmer'ît isim (okulda) ihtar, tembih.
demi-
demi-önek yarım, yarı.
demijohn
dem.i.john dem'ican isim damacana.
demilitarize
de.mil.i.ta.rize dimîl'ıtırayz fiil askerden arındırmak. 338
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
demilitarized zone
askerden arındırılmış bölge.
demise
de.mise dîmayz' isim ölüm, vefat.
demobilization
de.mo.bi.li.za.tion dimobılızey'şın isim seferberliğin bitmesi; terhis.
demobilize
de.mo.bi.lize dimo'bılayz fiil terhis etmek.
democracy
de.moc.ra.cy dîmak'rısi isim demokrasi, elerki.
democrat
dem.o.crat dem'ıkrät isim demokrat.
democratally
dem.o.crat.ic.al.lyzarf demokratik olarak.
democratic
dem.o.crat.icsıfat demokratik, halkçı.
demolish
de.mol.ish dîmal'îş fiil yıkmak.
demolition
de.mo.li.tionisim yıkma; yıkılma.
demon
de.mon di'mın isim 1. cin, kötü ruh, şeytan, iblis. 2. kötü kimse, iblis. 3. enerqik kimse.
demonstrate
dem.on.strate dem'ınstreyt fiil 1. kanıtlamak, ispat etmek: He has demonstrated his loyalty to the firm. Şirkete olan bağlılığını kanıtladı. 2. göstererek tanıtmak: demonstrate a machine bir makineyi tanıtmak. 3. gösteri yapmak.
demonstration
dem.on.stra.tionisim 1. kanıtlama, ispat. 2. gösteri. 3. tanıtım gösterisi.
demonstrative adjective
dilbilgisi işaret sıfatı.
demonstrative pronoun
dilbilgisi işaret zamiri.
demonstrative
de.mon.stra.tivesıfat 1. kanıtlayan, gösteren. 2. duygularını açığa vuran.
demonstrator
dem.on.stra.torisim 1. göstererek tanıtan kimse. 2. uygulama öğretmeni. 3. gösterici.
demoralize
de.mor.al.ize dîmôr'ılayz fiil cesaretini kırmak, moralini bozmak, yıldırmak.
demote
de.mote dîmot' fiil aşağı dereceye indirmek, rütbesini indirmek.
demotion
de.mo.tionisim indirme.
demur
de.mur dîmır' fiil (demurred, demurring) kabul etmemek, itiraz etmek. isim bakınız without demur
demure
de.mure dîmyûr' sıfat 1. çekingen. 2. ağırbaşlı, ciddi. 339
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük den
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
den den isim 1. in, mağara. 2. konuşma dili tekke, yatak. 3. konuşma dili dinlenme odası, sığınak.
denatured alcohol
mavi ispirto, karışık ispirto.
denial
de.ni.al dînay'ıl isim 1. inkâr, yadsıma. 2. yalanlama. 3. ret.
denigrate
den.i.grate den'ıgreyt fiil iftira etmek, leke sürmek, karalamak, kara çalmak, çamur atmak.
denim
den.im den'ım isim kot (kumaş).
Denmark
Den.mark den'mark isim Danimarka.
denomination
de.nom.i.na.tion dînamıney'şın isim 1. ad, isim. 2. mezhep. 3. adlandırma. 4. değer/ölçü birimi.
denominator
de.nom.i.na.tor dînam'ıneytır isim payda.
denote
de.note dînot' fiil göstermek, belirtmek.
denounce
de.nounce dînauns' fiil 1. (insan, fikir, davranış v.b.'nin) kötü veya zararlı taraflarını açığa vurmak. 2. ihbar etmek. 3. (anlaşmanın) kaldırılacağını duyurmak.
dense
dense dens sıfat 1. yoğun, kesif. 2. sık (orman, saç v.b.). 3. anlaşılması güç, ağır (yazı). 4. kalın kafalı, mankafa. 5. fotoğrafçılık koyu (negatif).
density
den.si.ty den'sıti isim 1. yoğunluk, kesafet. 2. (orman, saç v.b. için) sıklık. 3. (yazıda) ağırlık. 4. fotoğrafçılık koyuluk.
dent
dent dent isim ufak çukur; çentik, çöküntü, girinti. fiil çentmek; çökertmek.
dental floss
diş ipliği.
dental surgery
diş cerrahisi.
dental
den.tal den'tıl sıfat 1. dişlerle ilgili. 2. dişçilikle ilgili. 3. fonetik dişsel. isim dişsel ünsüz.
dentist
den.tist den'tîst isim diş hekimi, diş tabibi, dişçi.
dentistry
den.tist.ryisim diş hekimliği, dişçilik.
dentures
den.tures den'çırz isim takma diş.
denude
de.nude dînud' fiil soymak; çıplaklaştırmak, çıplak bırakmak.
340
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük denunciation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.nun.ci.a.tion dîn^n'siyeyşın isim 1. (insan, fikir, davranış v.b.'nin) kötü veya zararlı taraflarını açığa vurma. 2. ihbar. 3. (anlaşmanın) kaldırılacağını duyurma.
deny
de.ny dînay' fiil 1. inkâr etmek, yadsımak. 2. yalanlamak. 3. reddetmek. 4. -den yoksun bırakmak, esirgemek, vermemek.
deodorant
de.o.dor.ant diyo'dırınt sıfat, isim deodoran, koku giderici.
deodorise
de.o.dor.ise diyo'dırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız deodorize
deodorize
de.o.dor.ize diyo'dırayz fiil kokusunu gidermek.
depart
de.part dîpart' fiil 1. ayrılmak, gitmek. 2. hareket etmek, kalkmak: At what time does the bus depart? Otobüs saat kaçta kalkıyor? 3. ölmek, vefat etmek. 4. from -den sapmak, -den ayrılmak.
department store
büyük mağaza, bonmarşe.
department
de.part.ment dîpart'mınt isim 1. departman, bölüm, kısım, şube, daire, kol. 2. bakanlık, vekâlet.
departure gate
çıkış kapısı.
departure lounge
çıkış salonu.
departure terminal
çıkış terminali.
departure
de.par.ture dîpar'çır isim 1. gidiş, ayrılış, terk. 2. hareket etme, kalkış. 3. değişiklik, yenilik. 4. sapma, ayrılma. 5. vazgeçme.
depend from
-den sarkmak.
Depend upon it.
Emin olunuz.
depend
de.pend dîpend' fiil 1. on/upon -e güvenmek. 2. on/upon -e bağlı olmak: The number of people who will come depends on how many tickets we can sell. Geleceklerin sayısı satabileceğimiz biletlerin sayısına bağlı. 3. -e bağımlı olmak: That child depends on her mother. O çocuk annesine bağımlı.
dependable
de.pend.ablesıfat güvenilir. 341
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dependence
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.pen.denceisim 1. güven, güvenme. 2. bağlılık. 3. bağımlılık.
dependency
de.pen.den.cyisim 1. bağımlılık. 2. sömürge. 3. ek bina.
dependent
de.pen.dentsıfat 1. on -e bağlı. 2. on -e bağımlı. 3. from -den sarkan, -e asılı. isim 1. birine muhtaç olan kimse. 2. bakmakla yükümlü olunan kimse.
depict
de.pict dîpîkt' fiil 1. resmetmek, resmini çizmek. 2. betimlemek, anlatmak.
depilate
dep.i.late dep'ıleyt fiil tüyleri gidermek/dökmek.
depilation
dep.i.la.tion depıley'şın isim depilasyon, depilaq, tüyleri giderme/dökme; epilasyon.
depilatory
de.pil.a.to.ry dîpîl'ıtori isim depilatuar, depilatif, tüy dökücü krem. sıfat depilatif, tüy giderici/dökücü.
deplete
de.plete dîplit' fiil tüketmek, bitirmek.
deplorable
de.plor.ablesıfat acınacak durumda, içler acısı.
deplorably
de.plor.ab.lyzarf acınacak biçimde.
deplore
de.plore dîplôr' fiil 1. -e çok üzülmek, -den acı duymak. 2. -e yerinmek, -e yazıklanmak.
deploy
de.ploy dîploy' fiil 1. plana göre yerleştirmek. 2. askeri yayılmak.
deployment
de.ploy.mentisim 1. plana göre yerleştirme. 2. askeri yayılma.
deport oneself
davranmak, hareket etmek.
deport
de.port dîpôrt' fiil sınırdışı etmek.
deportation
de.por.ta.tionisim sınırdışı etme.
deportment
de.port.ment dîpôrt'mınt isim davranış, tavır.
depose
de.pose dîpoz' fiil 1. tahttan indirmek. 2. görevden almak, azletmek. 3. yeminli ifade vermek.
deposit account
mevduat hesabı.
deposit
de.pos.it dîpaz'ît isim 1. emanet. 2. depozit, depozito; kaparo, pey akçesi: The salesman asked for a fifty thousand lira deposit. Satıcı elli bin lira depozit istedi. The landlord asked for a deposit as an indication of my good faith. Ev sahibi iyi niyetimin işareti olarak kaparo 342
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
istedi. 3. mevduat. 4. teminat akçesi. 5. çökelti, tortu. 6. birikinti. 7. madencilik birikinti, maden yatağı. fiil 1. koymak: You should deposit your jewels in the safe. Mücevherlerini kasaya koymalısın. 2. emanet etmek: He deposited the keys to his apartment with the doorkeeper. Dairesinin anahtarlarını kapıcıya emanet etti. 3. depozit olarak vermek: deposit money in a bank account banka hesabına para yatırmak. 4. bankaya yatırmak. 5. çökeltmek, (tortu) bırakmak: This water is depositing a brown sediment at the bottom of my glass. Bu su, bardağımın dibinde kahverengi bir tortu bırakıyor. deposition
dep.o.si.tion depızîş'ın isim 1. tahttan indirme. 2. görevden alma. 3. yeminle yazılı ifade. 4. depozit olarak verme. 5. (tortu) bırakma.
depositor
de.pos.i.torisim mudi, para yatıran kimse.
depository
de.pos.i.to.ry dîpaz'ıtori isim depo, ardiye.
depot
de.pot di'po isim 1. depo, ardiye. 2. istasyon; durak. 3. askeri depo.
deprave
de.prave dîpreyv' fiil baştan çıkarmak, ahlakını bozmak.
depraved
de.prav.edsıfat ahlakı bozuk, baştan çıkmış.
depravity
de.prav.i.ty dîpräv'ıti isim 1. ahlak bozukluğu. 2. doğru yoldan ayrılma.
deprecate
dep.re.cate dep'rıkeyt fiil onaylamamak, protesto etmek.
depreciate
de.pre.ci.ate dîpri'şiyeyt fiil 1. fiyatını kırmak, değerini düşürmek. 2. ucuzlatmak; amortize etmek.
depreciation
de.pre.ci.a.tionisim 1. değerini düşürme; değeri düşme. 2. aşınma payı, amortisman.
depress
de.press dîpres' fiil 1. -i bastırmak, -e basmak. 2. üzmek, canını sıkmak, moralini bozmak. 3. kuvvetten düşürmek, zayıflatmak. 4. değerini veya miktarını azaltmak. 343
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük depressed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.pressedsıfat 1. morali bozuk, keyifsiz. 2. değeri düşürülmüş. 3. durgun (piyasa, ekonomi).
depression
de.pres.sion dîpreş'ın isim 1. moral bozukluğu, keyifsizlik. 2. piyasada durgunluk, ekonomik kriz. 3. ruhbilim depresyon, çöküntü. 4. alçak basınç alanı.
deprive
de.prive dîprayv' fiil of -den yoksun bırakmak, -den mahrum etmek, -den etmek: This work will deprive us of our health. Bu iş bizi sağlığımızdan edecek.
dept.
dept.kısaltma department
depth of winter
kış ortası, karakış.
depth
depth depth isim 1. derinlik. 2. derin yer.
deputation
dep.u.ta.tion depyıtey'şın isim 1. temsilciler heyeti, delegasyon. 2. temsilci atama.
deputize
dep.u.tize dep'yıtayz fiil 1. vekil olarak atamak. 2. for (bir kimsenin) yerini doldurmak.
deputy
dep.u.ty dep'yıti isim 1. vekil; yardımcı, muavin. 2. polis. 3. milletvekili.
derail
de.rail direyl' fiil (treni) raydan çıkarmak; (tren) raydan çıkmak.
derailment
de.rail.mentisim (treni) raydan çıkarma; (tren) raydan çıkma.
derange
de.range dîreync' fiil 1. düzenini bozmak, altüst etmek, karıştırmak. 2. delirtmek.
deranged
de.rangedsıfat deli.
derangement
de.range.mentisim 1. düzensizlik, karışıklık. 2. delilik.
derelict
der.e.lict der'ılîkt sıfat 1. terkedilmiş, sahipsiz. 2. kayıtsız, ilgisiz, ihmalkâr.
deride
de.ride dîrayd' fiil alay etmek, alaya almak.
derision
de.ri.sion dîrîq'ın isim alay, istihza.
derisive
de.ri.sive dîray'sîv sıfat alaylı, alaycı.
derisory
de.ri.so.ry dîray'sıri sıfat 1. alaylı, alaycı. 2. gülünç, kepaze, devede kulak gibi.
derivation
der.i.va.tion derıvey'şın isim 1. türetme. 2. köken, kaynak. 344
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
derivative
de.riv.a.tive dîrîv'ıtîv isim türev.
derive
de.rive dîrayv' fiil 1. from -den sağlamak, -den elde etmek, -den almak: He derives his income from his investments. Gelirini yatırımlarından sağlıyor. He derives pleasure from music. Müzikten zevk alıyor. 2. from -den türemek; -den türetmek: Many English words derive from Latin. Çoğu İngilizce sözcük Latinceden türemiştir. Gasoline is derived from petroleum. Benzin petrolden türetilir.
dermatitis
der.ma.ti.tis dırmıtay'tîs isim deri yangısı.
dermatologist
der.ma.tol.o.gist dırmıtal'ıcîst isim dermatolog, deri hastalıkları uzmanı, cildiyeci.
dermatology
der.ma.tol.o.gy dırmıtal'ıci isim dermatoloqi, cildiye.
derogatory
de.rog.a.to.ry dîrag'ıtôri sıfat küçültücü, küçük düşürücü, aşağılayıcı.
dervish
der.vish dır'vîş isim derviş.
descend
de.scend dîsend' fiil 1. inmek; (kuş, uçak v.b.) alçalmak; (karanlık, sis v.b.) çökmek. 2. from -in soyundan gelmek. 3. on/upon inip -e saldırmak; -e sökün etmek, bastırmak: Those relatives descended upon us again this Christmas. O akrabalar bu Noel'de yine bastırdılar.
descendant
de.scend.ant dîsen'dınt isim torun; of (birinin) soyundan gelen kimse.
descent
de.scent dîsent' isim 1. iniş; alçalma; çökme. 2. on/upon inip -e saldırma; -e sökün etme; baskın. 3. soy.
describe
de.scribe dîskrayb' fiil 1. tanımlamak, betimlemek, tarif etmek. 2. anlatmak.
description
de.scrip.tion dîskrîp'şın isim 1. tanımlama, betimleme, tarif. 2. cins, çeşit, tür. 3. eşkâl: The police were unable to obtain a description of the thief. Polis hırsızın eşkâlini saptayamamıştı.
descriptive
de.scrip.tive dîskrîp'tîv sıfat tanımlayıcı, betimsel.
345
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük desecrate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
des.e.crate des'ıkreyt fiil (kutsal bir şeye) saygısızlık etmek.
desecration
des.e.cra.tion desıkrey'şın isim (kutsal bir şeye karşı) saygısızlık.
desegregate
de.seg.re.gate diseg'rıgeyt fiil ırk ayrımını kaldırmak.
desegregation
de.seg.re.ga.tionisim ırk ayrımının kaldırılması.
desensitize
de.sen.si.tize disen'sıtayz fiil uyuşturmak.
desert
de.sert dîzırt' isim hak edilen şey, layık olunan şey.
deserter
de.sert.erisim asker kaçağı.
desertion
de.ser.tionisim 1. terketme, terk. 2. askerlikten kaçma, firar.
deserve
de.serve dîzırv' fiil hak etmek, layık olmak.
deservedly
de.serv.ed.ly dîzır'vîdli zarf haklı olarak; hak ettiği gibi.
deserving of praise
övülmeye layık.
deserving
de.serv.ing dîzır'vîng sıfat of -i hak eden, -e layık.
design
de.sign dîzayn' isim 1. tasarım, dizayn, tasar çizim. 2. tasarlama. 3. plan, proqe. 4. desen. 5. amaç, maksat, hedef. 6. entrika, komplo. fiil 1. tasarımını yapmak: Fatma designs all of her own clothes. Fatma, tüm giysilerinin tasarımını kendi yapıyor. 2. plan yapmak, proqe yapmak; planlamak, niyet etmek: The city is designing new parks along the shores of the Golden Horn. Belediye Haliç kıyılarında yeni parklar yapmayı planlıyor. The architect designed this room as a library, but we use it as a bedroom. Mimar bu odayı kütüphane olarak planladı ama biz onu yatak odası olarak kullanıyoruz. 3. düzenlemek, hazırlamak: We designed that book for students. O kitabı öğrenciler için hazırladık.
designate
des.ig.nate dez'îgneyt fiil 1. göstermek, işaret etmek, belirtmek. 2. adlandırmak, isimlendirmek. 3. (to/for) -e atamak, -e tayin etmek. 4. for için ayırmak, -e ayırmak, -e tahsis etmek. 346
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük designation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
des.ig.na.tion dezîgney'şın isim 1. atama, tayin; atanma, tayin edilme. 2. ad, isim, unvan, sıfat.
designer
de.sign.erisim 1. tasarımcı. 2. desinatör. 3. modelist, stilist.
desirable
de.sir.a.ble dîzayr'ıbıl sıfat arzu edilen, istek uyandıran, çekici, cazip.
desire
de.sire dîzayr' isim 1. arzu, istek. 2. rica, dilek. 3. şehvet. fiil 1. arzu etmek, arzulamak, istemek. 2. rica etmek.
desirous
de.sir.ous dîzayr'ıs sıfat istekli, arzu eden.
desist
de.sist dîzîst' fiil from -den vazgeçmek, -i bırakmak.
desk
desk desk isim 1. yazı masası. 2. sıra. 3. kürsü: From her desk the teacher could see the desks of all her students. Öğretmen kürsüsünden tüm öğrencilerinin sıralarını görebiliyordu. 4. daire, şube, masa.
desktop computer
bilgisayar masaüstü bilgisayar.
desktop publishing
masaüstü yayımcılık.
desktop
desk.top desk'tap isim masaüstü.
desolate
des.o.late des'ıleyt fiil harap etmek, perişan etmek. isim 1. haraplık, perişanlık. 2. kimsesizlik, yalnızlık. 3. keder.
despair
de.spair dîsper' isim umutsuzluk, ümitsizlik. fiil of -den umutsuz olmak, -den ümitsiz olmak.
despairingly
de.spair.ing.lyzarf umutsuzca, ümitsizce.
desperate
des.per.ate des'pırît sıfat 1. umutsuz, ümitsiz. 2. her şeyi göze alabilen; gözü dönmüş.
desperately
des.per.ate.lyzarf umutsuzca, ümitsizce.
desperation
des.per.a.tionisim umutsuzluk, ümitsizlik.
despicable
des.pi.ca.ble des'pîkıbıl sıfat alçak, aşağılık, rezil.
despicably
de.spi.cab.lyzarf alçakça.
despise
de.spise dîspayz' fiil küçümsemek, hor görmek, adam yerine koymamak.
347
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük despite
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.spite dîspayt' isim nefret, kin, garaz. edat -e karşın, e rağmen: He was generous despite his poverty. Yoksulluğuna karşın eli açıktı.
despondent
de.spon.dent dîspan'dınt sıfat umutsuz, ümitsiz, meyus.
despot
des.pot des'pıt isim despot, tiran.
despotic
des.pot.ic dîspat'îk sıfat despotik, despotça.
despotical
des.pot.i.cal dîspat'îkıl sıfat despotik, despotça.
despotism
des.pot.ismisim despotluk, despotizm.
dessert spoon
tatlı kaşığı.
dessert
des.sert dîzırt' isim (yemeğin sonunda yenen) tatlı, yemiş, soğukluk.
destination
des.ti.na.tion destıney'şın isim 1. gidilecek yer. 2. varış yeri. 3. hedef.
destined
des.tined des'tînd sıfat bakınız be destined for be destined to
destiny
des.ti.ny des'tıni isim talih, kısmet, kader, alınyazısı, yazgı.
destitute
des.ti.tute des'tıtut sıfat 1. yoksul, muhtaç, fakir. 2. of den yoksun.
destitution
des.ti.tu.tionisim yoksulluk, fakirlik.
destroy
de.stroy dîstroy' fiil yıkmak, harap etmek, yok etmek, ortadan kaldırmak; öldürmek.
destroyer
de.stroy.er dîstroy'ır isim 1. yok edici şey veya kimse. 2. destroyer, muhrip.
destruction
de.struc.tion dîstr^k'şın isim 1. yıkma, yok etme; yıkılma, yok olma. 2. yıkım.
destructive
de.struc.tive dîstr^k'tîv sıfat yıkıcı, zararlı.
desultory
des.ul.to.ry dez'ıltôri sıfat 1. gelişigüzel, rasgele. 2. rabıtasız, bağlantısız. 3. amaçsız, gayesiz.
detach
de.tach dîtäç' fiil ayırmak, çıkarmak, sökmek.
detachable
de.tach.ablesıfat ayrılabilir, çıkarılabilir, yerinden sökülebilir.
detached
de.tach.edsıfat 1. tarafsız, yansız, obqektif. 2. müstakil (ev). 348
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük detachment
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.tach.mentisim 1. ayırma, çıkarma, sökme. 2. askeri müfreze, müfrez birlik. 3. tarafsızlık, yansızlık, objektiflik.
detail
de.tail di'teyl isim 1. ayrıntı, detay. 2. ayrıntılar, detaylar, tafsilat, teferruat. 3. askeri özel bir iş için seçilmiş grup, müfreze.
detailed
de.tail.edsıfat ayrıntılı, detaylı.
detain
de.tain dîteyn' fiil 1. alıkoymak. 2. geciktirmek. 3. gözaltına almak.
detect
de.tect dîtekt' fiil 1. sezmek, farketmek. 2. bulmak, keşfetmek.
detection
de.tec.tionisim bulma, keşif.
detective story
polisiye roman.
detective
de.tec.tive dîtek'tîv isim dedektif, hafiye.
detector
de.tec.torisim detektör, bulucu: mine detector mayın detektörü.
detention
de.ten.tion dîten'şın isim 1. alıkoyma. 2. gecikme. 3. gözaltına alma.
deter
de.ter dîtır' fiil (deterred, deterring) from -den vazgeçirmek, -den caydırmak.
detergent
de.ter.gent dîtır'cınt isim deterqan.
deteriorate
de.te.ri.o.rate dîtîr'iyıreyt fiil kötüleşmek, kötüye gitmek, fenalaşmak, bozulmak.
deterioration
de.te.ri.o.ra.tionisim kötüleşme, kötüye gitme, fenalaşma, bozulma.
determinant
de.ter.mi.nant dîtır'mınınt sıfat belirleyici, tayin eden. isim belirleyici etken.
determination
de.ter.mi.na.tion dîtırmıney'şın isim 1. azim, kararlılık. 2. belirleme, tayin; tespit, saptama.
determinative
de.ter.mi.na.tive dîtır'mıneytîv, dîtır'mınıtîv sıfat belirleyici, tayin eden. isim belirleyici şey.
determine
de.ter.mine dîtır'mîn fiil 1. belirlemek, tayin etmek; tespit etmek, saptamak: We have not yet determined the price of that book. O kitabın fiyatını henüz saptamadık. 349
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
The experts are trying to determine the cause of the accident. Bilirkişiler kazanın nedenini saptamaya çalışıyor. 2. azmetmek, karar vermek, amaçlamak: I have determined to sell my house in Ankara and move to Bodrum. Ankara'daki evimi satıp Bodrum'a taşınmaya karar verdim. determined
de.ter.minedsıfat azimli, kararlı.
deterrence
de.ter.renceisim 1. caydırma. 2. caydırıcılık.
deterrent
de.ter.rent dîtır'ınt sıfat caydırıcı. isim caydırıcı şey.
detest
de.test dîtest' fiil nefret etmek, iğrenmek, tiksinmek.
detestable
de.test.ablesıfat nefret uyandıran, iğrenç, tiksindirici.
dethrone
de.throne dithron' fiil tahttan indirmek.
detonate
det.o.nate det'ıneyt fiil patlamak, infilak etmek; patlatmak, infilak ettirmek.
detour
de.tour di'tûr, dîtûr' isim varyant (yol). fiil varyanttan gitmek.
detract
de.tract dîträkt' fiil from -i azaltmak, -e gölge düşürmek.
detriment
det.ri.ment det'rımınt isim zarar, ziyan.
detrimental
det.ri.men.tal detrîmen'tıl sıfat zarar veren, zararlı, muzır.
deuce
deuce dus isim 1. iskambil oyunları ikili. 2. (zarda) dü. 3. tenis beraberlik, berabere kalma.
devaluation
de.val.u.a.tion divälyuwey'şın isim, ekonomi devalüasyon, değerdüşürümü.
devalue
de.val.ue diväl'yu fiil, ekonomi devalüe etmek, değerini düşürmek.
devastate
dev.as.tate dev'ısteyt fiil 1. harap etmek, mahvetmek, viraneye çevirmek. 2. perişan etmek.
devastation
dev.as.ta.tionisim 1. harap etme, mahvetme; harap olma, mahvolma. 2. perişan olma. 3. yıkım, zarar.
develop
de.vel.op dîvel'ıp fiil 1. geliştirmek; gelişmek: He is working hard to develop his French. Fransızcasını geliştirmek için çok çalışıyor. developing country 350
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gelişmekte olan ülke. develop an idea bir fikri geliştirmek. 2. genişletmek; genişlemek: develop a business bir firmayı genişletmek. 3. (âdet) edinmek. 4. (fırtına, basınç alanı v.b.) oluşmak. 5. (ülke, bölge) kalkınmak, gelişmek. 6. fotoğrafçılık develope etmek, banyo etmek. developing
de.vel.op.ingsıfat gelişmekte olan.
development
de.vel.op.ment dîvel'ıpmınt isim 1. geliştirme; gelişme, gelişim. 2. genişletme; genişleme. 3. (âdet) edinme. 4. (fırtına, basınç alanı v.b.) oluşma, oluşum. 5. kalkınma, gelişme. 6. fotoğrafçılık banyo etme. 7. site.
developments
de.vel.op.mentsisim olaylar.
deviate
de.vi.ate di'viyeyt fiil sapmak, ayrılmak.
deviation
de.vi.a.tionisim sapma, ayrılma.
device
de.vice dîvays' isim 1. alet; aygıt. 2. plan, yol, yöntem. 3. hile, oyun. 4. arma, ongun.
devil
dev.il dev'ıl isim şeytan, iblis.
devilish
dev.il.ish dev'ılîş, dev'lîş sıfat şeytanca, şeytan gibi.
devil-may-care
dev.il-may-care dev'ılmeyker' sıfat kimseye aldırmayan, pervasız.
devilment
dev.il.mentisim muzırlık, yaramazlık.
devil's advocate
tartışma olsun diye zayıf tarafı savunan kimse.
devious
de.vi.ous di'viyıs sıfat 1. dolaşık, dolambaçlı. 2. sinsi, hilekâr. 3. hileli.
devise
de.vise dîvayz' fiil tasarlamak, planlamak, düzenlemek, tertiplemek.
devoid
de.void dîvoyd' sıfat of -den yoksun, -den mahrum.
devolve
de.volve dîvalv' fiil on -e geçmek, -e kalmak, -e devrolmak.
devote
de.vote dîvot' fiil to -e adamak, -e vakfetmek; -e ayırmak, -e hasretmek: He has devoted himself to serving the poor. Kendini yoksulların hizmetine adadı. He devotes an hour each day to walking in the park. Her gün parkta yürümeye bir saat ayırıyor. 351
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük devoted
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de.vot.edsıfat 1. to -e sadık, -e içten bağlı. 2. to -e düşkün; -i seven.
devotee
dev.o.tee devıti' isim 1. düşkün, meraklı, tutkun. 2. dinine çok bağlı olan kimse, zahit.
devotion
de.vo.tion dîvo'şın isim 1. sadakat, içten bağlılık. 2. adama, vakfetme; hasretme.
devotional
de.vo.tion.alsıfat ibadete özgü, ibadetle ilgili. isim kısa bir ibadet.
devotions
de.vo.tionsisim ibadet.
devour
de.vour dîvaur' fiil 1. (yemeği) silip süpürmek, bir çırpıda yiyip bitirmek; (avı) parçalayıp yutmak. 2. bir solukta okumak. 3. (bir duygu) (birini) yiyip bitirmek. 4. mahvetmek, yok etmek.
devout
de.vout dîvaut' sıfat 1. dindar, dini bütün, mütedeyyin. 2. samimi, içten, yürekten.
dew
dew du, dyu isim çiy, şebnem.
dew-drop
dew-dropisim çiy damlası.
dewy
dewysıfat üzerine çiy düşmüş, çiyle kaplı.
dexterity
dex.ter.i.ty dekster'ıti isim el çabukluğu, beceri, ustalık.
dexterous
dex.ter.ous dek'strıs sıfat eli çabuk, eli uz, usta.
dextrous
dex.trous dek'strıs sıfat eli çabuk, eli uz, usta.
diabetes
di.a.be.tes dayıbi'tîs isim şeker hastalığı, diyabet.
diabetic
di.a.bet.ic dayıbet'îk sıfat diyabetik. isim şeker hastası.
diabolic
di.a.bol.ic dayıbal'îk sıfat şeytani, şeytanca.
diabolical
di.a.bol.i.cal dayıbal'îkıl sıfat şeytani, şeytanca.
diagnose
di.ag.nose day'ıgnos, day'ıgnoz fiil teşhis etmek, tanılamak.
diagnosis
di.ag.no.sis dayıgno'sîs isim (diagnoses) teşhis, tanı.
diagonal
di.ag.o.nal dayäg'ınıl sıfat köşegenel. isim köşegen, diyagonal.
diagram
di.a.gram day'ıgräm isim 1. diyagram, grafik. 2. plan, şema. fiil diyagram ile göstermek; diyagramını çizmek.
dial direct to
-i direkt aramak.
dial tone
(telefonda) çevir sesi. 352
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
di.al day'ıl isim 1. kadran. 2. (saatte) mine, kadran. fiil (dialed/dialled, dialing/dialling) (telefon numarasını) çevirmek.
dialect
di.a.lect day'ılekt isim diyalekt, lehçe, ağız.
dialectics
di.a.lec.tics dayılek'tîks isim eytişim, diyalektik.
dialog
di.a.log day'ılôg isim diyalog.
dialogue
di.a.logue day'ılôg isim diyalog.
dialysis
di.al.y.sis dayäl'ısîs isim (dialyses) diyaliz.
diameter
di.am.e.ter dayäm'ıtır isim çap, kutur.
diametrically opposite
taban tabana zıt.
diametrically
di.a.met.ri.cal.ly dayımet'rîkli zarf 1. çap boyunca. 2. tamamen.
diamond cutter
elmastıraş.
diamond jubilee
altmışıncı veya yetmiş beşinci yıldönümü.
diamond
dia.mond day'mınd isim 1. elmas. 2. baklava biçimi. 3. iskambil oyunları karo. 4. beysbol iç alan; oyun alanı.
diaper
di.a.per day'pır isim çocuk bezi. fiil çocuk bezini sarmak/değiştirmek.
diaphragm
di.a.phragm day'ıfräm isim 1. anatomi diyafram kası, diyafram. 2. zar, böleç. 3. diyafram.
diarrhea
di.ar.rhea dayıri'yı isim ishal, sürgün.
diary
di.a.ry day'ıri isim 1. günce, günlük. 2. hatıra defteri.
dice
dice days isim, çoğul oyun zarları. fiil 1. küp şeklinde doğramak. 2. zar atmak.
dicebox
dice.boxisim zar atma kabı.
dicker
dick.er dîk'ır fiil with (ile) pazarlık etmek.
dictate
dic.tate dîk'teyt fiil 1. dikte etmek, yazdırmak. 2. emretmek. 3. zorla kabul ettirmek. 4. gerektirmek. 5. belirlemek.
dictation
dic.ta.tionisim 1. dikte. 2. emir.
dictator
dic.ta.tor dîk'teytır isim diktatör.
dictatorial
dic.ta.to.ri.al dîktıtôr'iyıl sıfat diktatörce, amirane.
dictatorship
dic.ta.tor.shipisim diktatörlük.
353
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük diction
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dic.tion dîk'şın isim 1. diksiyon, söyleyim. 2. sözcük seçimi, sözcükleri kullanma şekli.
dictionary
dic.tion.ar.y dîk'şıneri isim sözlük, lügat.
dictum
dic.tum dîk'tım isim (dicta/dictums) 1. otoriter hüküm veya söz. 2. özdeyiş, atasözü. 3. hukuk mütalaa.
Did she hurt herself?
Bir yerini mi incitti?
Did you ever?
konuşma dili Allah Allah!
Did your ears burn?
Kulaklarınız çınladı mı?
did
did dîd fiil bakınız do
didactic
di.dac.tic daydäk'tîk sıfat didaktik.
didn't
did.n't dîd'ınt kısaltma did not.
die away
(gürültü) yavaş yavaş kesilmek, (ses) azalmak.
die down
(rüzgâr, fırtına, yağmur) hafiflemek; (ateş, yangın) sönmeye yüz tutmak; (alev) azalmak.
die of boredom
sıkıntıdan patlamak.
die off
birer birer ölmek.
die out
yok olmak, ortadan kalkmak.
die
die day fiil (died, dying) 1. ölmek, vefat etmek. 2. (makine) birdenbire durmak, stop etmek. 3. (ateş) sönmek. 4. can atmak, çok istemek: Ayşe is dying to meet İbrahim. Ayşe, İbrahim'le tanışmaya can atıyor. 5. yok olmak.
diehard
die.hard day'hard isim inatla tutuculuğunu sürdüren kimse.
diet
di.et day'ıt isim 1. diyet, reqim, perhiz. 2. beslenme biçimi. 3. yiyecek. fiil perhiz yapmak, reqim yapmak.
dietician
di.e.ti.cianisim diyet uzmanı, diyetisyen.
differ
dif.fer dîf'ır fiil 1. from -den başka olmak, -e benzememek, -den farklı olmak, -den ayrılmak. 2. with ile aynı fikirde olmamak.
difference of opinion
fikir ayrılığı.
difference
dif.fer.ence dîf'ırıns isim 1. ayrılık, fark. 2. anlaşmazlık.
354
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük different
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dif.fer.ent dîf'ırınt sıfat 1. (from) farklı, başka, ayrı. 2. çeşitli, değişik.
differential
dif.fer.en.tial dîfıren'şıl isim diferansiyel.
differentiate
dif.fer.en.ti.ate dîfıren'şiyeyt fiil 1. ayırmak, ayırt etmek. 2. farklılaşmak, farklı olmak.
differently
dif.fer.ent.lyzarf başka şekilde, başka türlü.
difficult
dif.fi.cult dîf'ıkılt sıfat 1. güç, zor. 2. geçimsiz.
difficulty
dif.fi.cul.ty dîf'ıkılti isim 1. güçlük, zorluk. 2. sıkıntı, problem.
diffidence
dif.fi.dence dîf'ıdıns isim çekinme, utangaçlık, çekingenlik.
diffident
dif.fi.dent dîf'ıdınt sıfat çekingen, utangaç, sıkılgan.
diffraction
dif.frac.tion dîfräk'şın isim, fizik kırınım, difraksiyon.
diffuse
dif.fuse dîfyus' sıfat 1. fizik dağınık, yayınık, difüzyona uğramış. 2. zaman zaman konu dışına çıkarak meseleyi uzun uzadıya anlatan.
diffusion
dif.fu.sionisim, fizik yayınma, yayınım, difüzyon.
dig down
konuşma dili elini cebine atmak, sökülmek, kendi parasını ödemek.
dig in
askeri siper kazmak, avcı çukuru kazmak. 2. (bir şeyi) kürekle toprağa karıştırmak. 3. konuşma dili yemek yemeye başlamak, yumulmak: Dig in! Haydi ye! 4. konuşma dili kararlı bir şekilde işe koyulmak.
dig one's heels in
inat edip hiç yapmamaya karar vermek.
dig out
arayıp çıkarmak. 2. (gömülmüş birini/bir şeyi) kürekleyerek çıkarmak.
dig up
kazıp çıkarmak.
dig
dig dîg fiil (dug, digging) 1. kazmak, bellemek. 2. kazı yapmak. 3. dürtmek. 4. argo beğenmek, hoşlanmak. 5. argo -den anlamak. isim 1. (arkeolojik) kazı. 2. iğneli söz, taş.
digest
di.gest day'cest isim 1. özet. 2. derleme.
digestion
di.ges.tionisim sindirim.
355
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük digestive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
di.ges.tivesıfat 1. sindirime ait, sindirim. 2. sindirimi kolaylaştıran. isim sindirimi kolaylaştıran ilaç.
digit
dig.it dîc'ît isim 1. parmak. 2. sıfırdan dokuza kadar tamsayıların her biri, rakam.
digital computer
bilgisayar diqital bilgisayar.
digital
dig.i.tal dîc'ıtıl sıfat diqital, sayısal.
dignified
dig.ni.fiedsıfat ağırbaşlı.
dignify
dig.ni.fy dîg'nıfay fiil 1. onurlandırmak, şeref vermek. 2. büyütmek, yüceltmek.
dignitary
dig.ni.tar.y dîg'nıteri isim rütbe veya mevki sahibi, kodaman.
dignity
dig.ni.ty dîg'nıti isim 1. itibar, saygınlık. 2. vakar, asalet.
digress
di.gress dîgres', daygres' fiil konu dışına çıkmak, konudan ayrılmak.
digression
di.gres.sionisim 1. konudan ayrılma. 2. konu dışı söz, arasöz.
dike
dike dayk isim 1. hendek, suyolu, ark, kanal. 2. set, bent. 3. argo lezbiyen, sevici.
dilapidate
di.lap.i.date dîläp'ıdeyt fiil harap etmek, tahrip etmek; harap olmak.
dilapidated
di.lap.i.dat.edsıfat harap, köhne, yıkık dökük, yıkkın, viran.
dilapidation
di.lap.i.da.tionisim harap olma.
dilate
di.late dayleyt' fiil genişletmek, büyütmek; genişlemek, büyümek.
dilatory
dil.a.to.ry dîl'ıtôri sıfat 1. işi ağırdan alan, geciktiren. 2. ağır, yavaş.
dilemma
di.lem.ma dîlem'ı isim 1. mantık ikilem, dilemma. 2. güç durum, çıkmaz, açmaz.
dilettante
dil.et.tante dîl'ıtant isim hevesli, heveskâr, amatör.
diligence
dil.i.gence dîl'ıcıns isim özenle ve sebat ederek çalışma.
356
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük diligent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dil.i.gent dîl'ıcınt sıfat özenle ve sebat ederek çalışan (kimse); özenle ve sebat edilerek yapılan (iş).
diligently
dil.i.gent.lyzarf özenle ve sebat ederek.
dill
dill dîl isim dereotu, yabantırak.
dillydally
dil.ly.dal.ly dîl'idäl'i fiil, konuşma dili oyalanmak; kararsızlık yüzünden vakit kaybetmek; ıvır zıvırla vakit kaybetmek.
dilute
di.lute dîlut', daylut' fiil sulandırmak, su katmak; hafifletmek.
diluted
di.lut.edsıfat sulandırılmış, su katılmış.
dim
dim dîm sıfat (dimmer, dimmest) 1. loş, donuk, sönük. 2. belirsiz. 3. bulanık. fiil (dimmed, diming) 1. (ışığı) azaltmak; (ışık) azalmak. 2. söndürmek, azaltmak; sönmek, azalmak.
dime store
ucuz eşya satılan mağaza.
dime
dime daym isim on sent.
dimension
di.men.sion dîmen'şın isim 1. boyut. 2. çoğul ebat, boyutlar.
diminish
di.min.ish dîmîn'îş fiil azaltmak, eksiltmek, küçültmek; azalmak, eksilmek.
diminishing returns
ekonomi azalan verim.
diminutive
di.min.u.tive dîmîn'yıtîv sıfat küçücük, ufacık, minicik. isim, dilbilgisi 1. küçültme. 2. küçültme eki.
dimmer
dim.merisim, elektrik dimmer, azaltıcı.
dimple
dim.ple dîm'pıl isim gamze.
dimwit
dim.wit dîm'wît isim, konuşma dili aptal, budala, alık.
din
din dîn isim gürültü, patırtı.
dine out
dışarıda yemek yemek.
dine
dine dayn fiil 1. günün esas yemeğini yemek. 2. akşam yemeği yemek. 3. ziyafet vermek. 4. yemeğe davet etmek, yemek vermek.
diner
din.er day'nır isim 1. yemek yiyen kimse. 2. vagon restoran. 3. vagon restorana benzer lokanta.
357
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dingy
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
din.gy dîn'ci sıfat 1. rengi atmış, kirli. 2. karanlık, sönük.
dining car
vagon restoran.
dining hall
yemek salonu.
dining room
yemek odası.
dinner jacket
smokin.
dinner party
yemekli davet.
dinner service
sofra takımı, yemek takımı.
dinner set
sofra takımı, yemek takımı.
dinner table
sofra.
dinner
din.ner dîn'ır isim 1. günün esas yemeği. 2. akşam yemeği. 3. ziyafet.
dinnertime
din.ner.timeisim yemek vakti.
dinnerware
din.ner.wareisim yemek takımı.
dinosaur
di.no.saur day'nısôr isim dinozor.
dint
dint dînt isim bakınız by dint of
dip into a book
bir kitabı gözden geçirmek.
dip
dip dîp fiil (dipped, dipping) 1. batırmak, daldırmak, banmak; batmak, dalmak. 2. aşağıya doğru meyletmek. isim 1. dalma, batma. 2. ani iniş, çukur.
diphtheria
diph.the.ri.a dîfthîr'iyı isim, tıbbi difteri, kuşpalazı.
diphthong
diph.thong dîf'thông isim ikili ünlü, diftong.
diploma
di.plo.ma dîplo'mı isim diploma.
diplomacy
di.plo.ma.cy dîplo'mısi isim 1. diplomasi. 2. başkalarıyla ilişkide ustalık.
diplomat
dip.lo.mat dîp'lımät isim 1. diplomat. 2. ilişkilerinde ustalık gösteren kimse, diplomat.
diplomatic corps
kordiplomatik.
diplomatic immunity
diplomatik dokunulmazlık.
diplomatic relations
diplomatik ilişkiler.
diplomatic service
dışişleri memurluğu, hariciyecilik.
diplomatic
dip.lo.mat.ic dîplımät'îk sıfat 1. diplomatik. 2. başkalarıyla ilişkide usta.
358
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük diplomatically
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dip.lo.mat.ic.al.lyzarf diplomatça, diplomatik bir şekilde.
dipper
dip.per dîp'ır isim kepçe.
dipstick
dip.stick dîp'stîk isim, otomotiv yağ çubuğu.
dire
dire dayr sıfat 1. korkunç, dehşetli, müthiş. 2. acil.
direct call
ara santralsız konuşma.
direct current
elektrik doğru akım.
direct dialing
direkt arama.
direct object
dilbilgisi nesne.
direct tax
dolaysız vergi.
direct
di.rect dîrekt', dayrekt' sıfat 1. direkt, doğrudan, dolaysız. 2. açık, kesin. 3. toksözlü. zarf doğrudan doğruya, doğruca, direkt.
direction
di.rec.tion dîrek'şın isim 1. yön, istikamet, taraf. 2. yönetim, idare.
directions
di.rec.tionsisim 1. talimat. 2. kullanma talimatı.
directive
di.rec.tive dîrek'tîv isim direktif, yönerge, talimat.
directly
di.rect.lyzarf 1. doğrudan, doğrudan doğruya. 2. hemen.
director
di.rec.tor dîrek'tır isim 1. yönetici, müdür, direktör. 2. yönetmen, rejisör.
directory
di.rec.to.ry dîrek'tıri isim 1. rehber. 2. bilgisayar rehber, dizin, fihrist.
dirge
dirge dırc isim ağıt, mersiye.
dirt cheap
konuşma dili çok ucuz, sudan ucuz, bedava.
dirt poor
konuşma dili çok yoksul, çok fakir.
dirt road
toprak yol.
dirt
dirt dırt isim kir, pislik; çamur; toz.
dirty look
kötü bir bakış: He gave her a dirty look. Ona kötü kötü baktı.
dirty work
konuşma dili 1. pis iş, insanı pisleten iş. 2. tatsız işler. 3. hile, sahtekârlık.
359
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dirty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dirt.y dır'ti sıfat 1. kirli, pis. 2. iğrenç, çirkin. fiil kirletmek, pisletmek.
disability
dis.a.bil.i.ty dîsıbîl'ıti isim 1. sakatlık, maluliyet. 2. yetersizlik.
disable
dis.a.ble dîsey'bıl fiil sakatlamak.
disabled
dis.a.bledsıfat sakat.
disabuse
dis.a.buse dîsıbyuz' fiil (birini) (yanlış düşüncesinden) vazgeçirmek.
disadvantage
dis.ad.van.tage dîsıdvän'tîc isim sakınca, mahzur, dezavantaq, zarar.
disadvantageous
dis.ad.van.ta.geous dîsädvıntey'cıs sıfat sakıncalı, mahzurlu, dezavantaqlı; elverişsiz.
disagree
dis.a.gree dîsıgri' fiil 1. uyuşmamak, uymamak, çelişmek: The reports disagree on the cause of the accident. Raporlar kazanın nedeni konusunda çelişiyor. 2. with -e katılmamak, ile aynı görüşte olmamak: I disagree with his thesis. Onun savına katılmıyorum. I disagree with her about that. O konuda onunla aynı görüşte değilim. 3. anlaşamamak. 4. bozuşmak, tartışmak, atışmak. 5. with (yiyecek, iklim v.b.) -e dokunmak, -e yaramamak.
disagreeable
dis.a.gree.a.blesıfat 1. nahoş, hoşa gitmeyen, tatsız. 2. huysuz, aksi, ters, sert.
disagreement
dis.a.gree.mentisim 1. anlaşmazlık, uyuşmazlık. 2. çekişme.
disappear
dis.ap.pear dîsıpîr' fiil 1. gözden kaybolmak, kaybolmak. 2. yok olmak: Too many forests have disappeared. Pek çok orman yok oldu. 3. ortadan kaybolmak: My pen has disappeared; I can't find it anywhere. Kalemim kayboldu; hiçbir yerde bulamıyorum.
disappearance
dis.ap.pear.anceisim 1. gözden kaybolma. 2. yok olma. 3. ortadan kaybolma.
disappoint
dis.ap.point dîsıpoynt' fiil hayal kırıklığına uğratmak. 360
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disappointed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.ap.point.edsıfat hayal kırıklığına uğramış, ümidi kırılmış.
disappointment
dis.ap.point.mentisim hayal kırıklığı.
disapproval
dis.ap.prov.alisim doğru bulmama, onaylamama; kınama.
disapprove
dis.ap.prove dîsıpruv' fiil of -i doğru bulmamak, -i onaylamamak; -i kınamak.
disarm
dis.arm dîsarm' fiil 1. silahsızlandırmak; silahsızlanmak. 2. zararsız duruma getirmek. 3. güvenini kazanmak.
disarmament
dis.ar.ma.mentisim silahsızlanma.
disarrange
dis.ar.range dîsıreync' fiil karıştırmak, dağıtmak, düzenini bozmak.
disarray
dis.ar.ray dîsırey' isim karışıklık, düzensizlik.
disaster area
afet bölgesi.
disaster
dis.as.ter dîzäs'tır isim felaket, afet, yıkım, bela.
disastrous
di.sas.troussıfat felaket getiren, feci.
disastrously
di.sas.trous.lyzarf feci halde.
disavow
dis.a.vow dîsıvau' fiil reddetmek, tanımamak.
disavowal
dis.a.vow.alisim ret.
disband
dis.band dîsbänd' fiil dağıtmak; dağılmak.
disbar
dis.bar dîsbar' fiil, hukuk (disbarred, disbarring) barodan ihraç etmek.
disbelief
dis.be.liefisim inanmama, inanmayış.
disbelieve
dis.be.lieve dîsbîliv' fiil in -e inanmamak.
disburse
dis.burse dîsbırs' fiil (para) harcamak; (para) dağıtmak.
disbursement
dis.burse.mentisim 1. ödeme. 2. ödenen para.
disc harrow
diskaro, diskli tırmık makinesi.
disc jockey
diskcokey.
disc
disc dîsk isim 1. (tarım makinelerinde) disk. 2. bakınız disk
discard
dis.card dîskard' fiil atmak, ıskartaya çıkarmak.
discern
dis.cern dîsırn' fiil 1. ayırt etmek. 2. sezmek, görmek, anlamak, farkına varmak. 361
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
discernible
dis.cern.iblesıfat farkedilebilir, görülebilir.
discerning
dis.cern.ingsıfat anlayışlı; zeki.
discernment
dis.cern.mentisim 1. ayırt etme. 2. anlayış, seziş.
discharge a debt
borç ödemek, tediye etmek.
discharge
dis.charge dîsçarc' fiil 1. boşaltmak, akıtmak; boşalmak, akmak, dökülmek: discharge cargo yükü boşaltmak. That pipe is discharging sewage into the river. O boru ırmağa lağım suyu boşaltıyor. 2. çıkarmak, dışarı vermek. 3. elektrik deşarj olmak, boşalmak; elektrik akımını boşaltmak. 4. (top, tüfek v.b.'yle) ateş etmek. 5. işten çıkarmak. 6. (borç) ödemek. 7. (görevi) yerine getirmek. 8. terhis etmek: The army will discharge those soldiers next week. Ordu o askerleri gelecek hafta terhis edecek. 9. (tutukluyu) tahliye etmek, serbest bırakmak; (hastayı) taburcu etmek. 10. (yükü) boşaltmak; (yolcuları) indirmek. 11. (upon) (öfkeyi) -den çıkarmak.
disciple
dis.ci.ple dîsay'pıl isim 1. çömez, mürit. 2. havari.
disciplinarian
dis.ci.pli.nar.i.an dîsıplıner'iyın isim sert amir, disiplin yanlısı.
disciplinary
dis.ci.pli.nar.y dîs'ıplıneri sıfat disiplinle ilgili.
discipline
dis.ci.pline dîs'ıplîn isim 1. disiplin, düzence, sıkıdüzen: military discipline askeri disiplin. 2. talim. 3. itaat, boyun eğme. 4. cezalandırma. 5. bilim dalı, disiplin. fiil 1. disiplin altına almak, terbiye etmek. 2. disipline sokmak, yola getirmek. 3. cezalandırmak: The principal was obliged to discipline two students for their disobedience. Müdür iki öğrenciyi itaatsizlikleri yüzünden cezalandırmak zorunda kaldı.
disclaim
dis.claim dîskleym' fiil 1. yadsımak, inkâr etmek. 2. reddetmek, kabul etmemek. 3. yalanlamak, tekzip etmek.
disclaimer
dis.claim.erisim yalanlama, tekzip.
362
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disclose
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.close dîskloz' fiil 1. açığa vurmak, ifşa etmek: disclose a secret bir sırrı ifşa etmek. 2. açığa çıkarmak, ortaya çıkarmak: Our investigations have disclosed the existence of life on Mars. Araştırmalarımız Merih'te yaşam olduğunu ortaya çıkardı.
disclosure
dis.clo.sureisim 1. açığa çıkarma, ifşa. 2. ortaya çıkarılan şey.
disco music
disko müziği.
disco
dis.co dîs'ko isim, sıfat, konuşma dili disko.
discolor
dis.col.or dîsk^l'ır fiil rengini bozmak, soldurmak, lekelemek.
discolour
dis.col.our dîsk^l'ır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız discolor
discomfort
dis.com.fort dîsk^m'fırt isim rahatsızlık, sıkıntı, huzursuzluk. fiil rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
disconcert
dis.con.cert dîskınsırt' fiil 1. şaşırtmak. 2. düzenini bozmak, altüst etmek.
disconnect
dis.con.nect dîskınekt' fiil 1. makine from ile bağlantısını kesmek. 2. (telefon, cereyan, gaz v.b.'ni) kesmek. 3. from -den ayırmak.
disconsolate
dis.con.so.late dîskan'sılît sıfat çok kederli, avutulamaz.
discontent
dis.con.tent dîskıntent' isim hoşnutsuzluk.
discontented
dis.con.tent.edsıfat hoşnutsuz.
discontinue
dis.con.tin.ue dîskıntîn'yu fiil kesmek, durdurmak, devam etmemek, yarıda bırakmak, vazgeçmek.
discord
dis.cord dîs'kôrd isim 1. uyuşmazlık, anlaşmazlık. 2. müzik akortsuzluk.
discordant
dis.cord.antsıfat 1. uyumsuz, ahenksiz. 2. müzik akortsuz.
discothèque
dis.co.thèjue dîs'kıtek isim diskotek.
discount
dis.count dîs'kaunt isim indirim, ıskonto, tenzilat. fiil 1. indirim yapmak, ıskonto etmek, hesaptan düşmek. 2. (bono, senet) kırmak.
363
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük discourage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.cour.age dîskır'îc fiil 1. cesaretini kırmak, hevesini kırmak, gözünü korkutmak. 2. (from) -den vazgeçirmek.
discouragement
dis.cour.age.mentisim cesaretsizlik, hevesin kırılması.
discourse
dis.course dîs'kôrs isim 1. ciddi ve ayrıntılı bir konuşma/yazı. 2. söylev, nutuk. fiil ciddi ve ayrıntılı bir şekilde konuşmak/yazmak.
discourteous
dis.cour.te.ous dîskır'tiyıs sıfat nezaketsiz, kaba, saygısız.
discourteously
dis.cour.te.ous.lyzarf kabaca, saygısızca.
discourtesy
dis.cour.te.sy dîskır'tısi isim nezaketsizlik, kabalık, saygısızlık.
discover
dis.cov.er dîsk^v'ır fiil keşfetmek, bulmak; ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak.
discovery
dis.cov.eryisim keşif, buluş, bulgu; meydana çıkarma.
discredit
dis.cred.it dîskred'ît isim 1. itibarsızlık. 2. güvensizlik, itimatsızlık, şüphe. fiil 1. itibardan düşürmek, gözden düşürmek. 2. şüpheye düşürmek, güvenini sarsmak. 3. inanmamak.
discreet
dis.creet dîskrit' sıfat denli, tedbirli; ağzı sıkı, ağzından çıkana dikkat eden.
discrepancy
dis.crep.an.cy dîskrep'ınsi isim 1. farklılık, ayrılık; fark, ayrım. 2. çelişme, tutarsızlık. 3. muhasebecilik fark, uyuşmazlık.
discrete
dis.crete dîskrit' sıfat ayrı, farklı.
discretion
dis.cre.tion dîskreş'ın isim 1. sağduyu. 2. ağız sıkılığı. 3. takdir yetkisi.
discretionary
dis.cre.tion.arysıfat isteğe bağlı, ihtiyari.
discriminate against
-e karşı ayırım yapmak.
discriminate
dis.crim.i.nate dîskrîm'ıneyt fiil 1. ayırt etmek, ayırmak: He can't discriminate good books from bad. İyi kitapları kötülerinden ayırt edemez. 2. fark gözetmek, ayrı tutmak, ayırım yapmak: That company
364
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
discriminates on the basis of sex. O şirket cinsiyet ayırımı yapıyor. discriminating
dis.crim.i.nat.ing dîskrîm'ıneytîng sıfat 1. ayırt eden, ayıran. 2. zevk sahibi. 3. titiz, zor beğenen.
discrimination
dis.crim.i.na.tion dîskrîmıney'şın isim 1. ayırt etme, ayırım. 2. fark gözetme, ayırım yapma. 3. zevk, beğeni, güzeli çirkinden ayırabilme yetisi.
discus thrower
spor diskçi.
discus
dis.cus dîs'kıs isim, spor (discuses/disci) 1. disk. 2. disk atma.
discuss
dis.cuss dîsk^s' fiil 1. görüşmek, tartışmak. 2. -den söz etmek, -i ele almak.
discussion
dis.cus.sion dîsk^ş'ın isim görüşme, tartışma.
disdain to do something
bir şey yapmaya tenezzül etmemek.
disdain
dis.dain dîsdeyn' isim küçük görme, tepeden bakma, hor görme. fiil küçük görmek, tepeden bakmak, hor görmek.
disdainful
dis.dain.fulsıfat bakınız be disdainful of something
disease
dis.ease dîziz' isim hastalık, sayrılık, illet.
diseased
dis.eased dîzizd' sıfat hasta, sayrı; hastalıklı.
disembark
dis.em.bark dîsembark' fiil karaya çıkarmak/çıkmak.
disenchant
dis.en.chant dîsençänt' fiil gözünü açmak.
disenchantment
dis.en.chant.mentisim gözünü açma.
disengage
dis.en.gage dîsengeyc' fiil 1. ilgisini kesmek, bağlantısını kesmek. 2. salıvermek, serbest bırakmak. 3. (askerleri) savaş alanından çekmek.
disengaged
dis.en.gagedsıfat serbest, bağlantısız.
disentangle
dis.en.tan.gle dîsentäng'gıl fiil 1. çözmek, açmak; çözülmek, açılmak. 2. from -den kurtarmak.
disfavor
dis.fa.vor dîsfey'vır isim gözden düşme.
disfavour
dis.fa.vour dîsfey'vır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız disfavor
disfigure
dis.fig.ure dîsfîg'yır fiil biçimini bozmak, biçimsizleştirmek, çirkinleştirmek. 365
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disgrace
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.grace dîsgreys' isim 1. gözden düşme, itibardan düşme. 2. rezalet, yüzkarası. fiil 1. itibardan düşürmek, gözden düşürmek. 2. rezil etmek.
disgraceful
dis.grace.fulsıfat utanç verici, yüz kızartıcı, rezil.
disgruntled
dis.grun.tled dîsgr^n'tıld sıfat hoşnutsuz, canı sıkkın.
disguise
dis.guise dîsgayz' fiil 1. as ... olarak kılık değiştirmek: The king disguised himself as a beggar. Kral tanınmamak için dilenci kılığına girdi. 2. gizlemek, saklamak: He is disguising his true intentions. Asıl amaçlarını gizliyor. isim tanınmamak için giyilen kıyafet.
disgust
dis.gust dîsg^st' isim 1. iğrenme, tiksinti. 2. bezginlik, bıkkınlık. fiil 1. iğrendirmek, tiksindirmek. 2. bezdirmek, bıktırmak.
disgusting
dis.gust.ingsıfat tiksindirici, iğrenç.
dish drainer
(seyyar) damlalık, bulaşık damlalığı.
dish rack
(seyyar) damlalık, bulaşık damlalığı.
dish
dish dîş isim 1. tabak, çanak. 2. yemek. fiil 1. out dağıtmak, vermek. 2. up tabağa koymak.
disharmony
dis.har.mo.ny dîshar'mıni isim uyumsuzluk, ahenksizlik.
dishcloth
dish.clothisim bulaşık bezi.
dishearten
dis.heart.en dîshar'tın fiil 1. cesaretini kırmak, umudunu kırmak. 2. hevesini kırmak.
dishevel
di.shev.el dîşev'ıl fiil (disheveled/dishevelled, disheveling/dishevelling) (saç, giyim v.b.'ni) darmadağınık etmek, karmakarışık etmek.
disheveled
di.shev.el.edsıfat darmadağınık, karmakarışık.
dishful
dish.fulisim tabak dolusu.
dishonest
dis.hon.est dîsan'îst sıfat dürüst olmayan, sahtekâr, yalancı.
dishonesty
dis.hon.es.tyisim sahtekârlık, yalancılık.
dishonor
dis.hon.or dîsan'ır isim 1. yüzkarası, utanç kaynağı. 2. alçaklık. fiil şerefini lekelemek. 366
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dishonorable
dis.hon.or.ablesıfat dürüst olmayan, güvenilmez; alçak.
dishonour
dis.hon.our dîsan'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız dishonor
dishpan
dish.panisim bulaşık tası.
dishwasher
isim 1. bulaşıkçı. 2. bulaşık makinesi.
dishwater
dish.waterisim bulaşık suyu.
disillusion
dis.il.lu.sion dîsîlu'qın fiil hayal kırıklığına uğratmak, gözünü açmak.
disillusionment
dis.il.lu.sion.mentisim hayal kırıklığı, gözü açılma.
disincline
dis.in.cline dîsînklayn' fiil (bir şeyden/birinden) soğutmak, caydırmak.
disinfect
dis.in.fect dîsînfekt' fiil dezenfekte etmek, mikroplardan arındırmak, mikropsuzlandırmak.
disinfectant
dis.in.fec.tantisim, sıfat dezenfektan.
disinherit
dis.in.her.it dîsînher'ît fiil mirastan yoksun bırakmak.
disinheritance
dis.in.her.it.anceisim mirastan yoksunluk.
disintegrate
dis.in.te.grate dîsîn'tıgreyt fiil 1. parçalamak, bölmek; parçalanmak, bölünmek. 2. fizik bozunmak.
disintegration
disintegrationisim 1. parçalama; parçalanma. 2. fizik bozunum, bozunma.
disinterested
dis.in.ter.est.ed dîsîn'trîstîd sıfat bir konuyla hiçbir ilgisi olmayan, bir konuda hiçbir çıkarı olmayan (kimse); tarafsız, yansız.
disk brake
disk freni.
disk crash
bilgisayar disk kazası.
disk drive
bilgisayar disk sürücü.
disk jockey
diskcokey.
disk
disk dîsk isim 1. bilgisayar disk. 2. teker, kurs, ağırşak.
diskette
dis.kette dîsket' isim, bilgisayar disket.
dislike
dis.like dîslayk' fiil sevmemek, hoşlanmamak. isim of/for -i sevmeme, -den hoşlanmama.
dislocate
dis.lo.cate dîs'lokeyt fiil 1. yerinden çıkarmak. 2. tıbbi mafsaldan çıkarmak. 3. bozmak, altüst etmek. 367
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dislocation
dis.lo.ca.tion dîslokey'şın isim, tıbbi çıkık.
dislodge
dis.lodge dîslac' fiil yerinden çıkarmak; yerinden atmak.
disloyal
dis.loy.al dîsloy'ıl sıfat 1. vefasız, sadakatsiz. 2. hain.
disloyalty
dis.loy.al.tyisim 1. vefasızlık, sadakatsizlik. 2. ihanet, hıyanet.
dismal
dis.mal dîz'mıl sıfat 1. kederli, neşesiz, kasvetli. 2. sönük.
dismantle
dis.man.tle dîsmän'tıl fiil 1. sökmek, parçalara ayırmak. 2. eşyasını boşaltmak.
dismay
dis.may dîsmey' fiil 1. dehşete düşürmek. 2. perişan etmek. isim dehşet.
dismember
dis.mem.ber dîsmem'bır fiil parçalamak, uzuvları bedenden ayırmak, uzuvlarını kesmek.
dismiss from one's mind
aklından çıkarmak, düşünmemek.
dismiss
dis.miss dîsmîs' fiil 1. işten çıkarmak, kovmak; görevden almak, görevden uzaklaştırmak: The Prime Minister has dismissed two members of her cabinet. Başbakan kabine üyelerinden ikisini görevden aldı. 2. gitmesine izin vermek: The teacher dismissed her students. Öğretmen öğrencilerinin gitmesine izin verdi. 3. hukuk (davayı) reddetmek.
dismissal
dis.miss.alisim 1. işten çıkarma; işten çıkarılma. 2. gitmesine izin verme. 3. ciddiye almayı reddetme. 4. aklından çıkarma. 5. (davayı) reddetme.
dismount
dis.mount dîsmaunt' fiil 1. (hayvan, bisiklet v.b.'nden) inmek/indirmek. 2. makine sökmek.
disobedience
dis.o.be.di.ence dîsıbi'diyıns isim itaatsizlik, başkaldırma.
disobedient
dis.obe.di.entsıfat itaatsiz, asi.
disobediently
dis.obe.di.ent.lyzarf itaatsizce.
disobey
dis.o.bey dîsıbey' fiil -e itaat etmemek, -i dinlememek, -e uymamak; itaatsizlik etmek.
368
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disorder
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.or.der dîsôr'dır isim 1. düzensizlik. 2. karışıklık, kargaşa. 3. hastalık, bozukluk.
disorderly conduct
hukuk başkalarının huzurunu kaçıran davranış.
disorderly house
hukuk genelev.
disorderly
dis.or.der.ly dîsôr'dırli sıfat 1. düzensiz, intizamsız. 2. (bağırıp çağırarak, kavga çıkararak) başkalarının huzurunu kaçıran.
disorganization
dis.or.ga.ni.za.tionisim düzensizlik, karışıklık.
disorganize
dis.or.gan.ize dîsôr'gınayz fiil düzenini bozmak, karmakarışık etmek, altüst etmek, karıştırmak.
disorient
dis.o.ri.ent dîsôr'iyent fiil 1. (bir kimsenin) yolunu şaşırtmak. 2. zihnini karıştırmak.
disown
dis.own dîson' fiil 1. tanımamak, yadsımak. 2. evlatlıktan reddetmek.
disparage
dis.par.age dîsper'îc fiil kötülemek, küçük düşürmek.
disparagement
dis.par.age.mentisim kötüleme, küçük düşürme.
disparate
dis.pa.rate dîsper'ıt sıfat farklı, apayrı.
disparity
dis.par.i.ty dîsper'ıti isim eşitsizlik, fark.
dispassionate
dis.pas.sion.ate dîspäş'ınıt sıfat 1. tarafsız, yansız. 2. soğukkanlı, serinkanlı, sakin.
dispassionately
dis.pas.sion.ate.lyzarf tarafsızlıkla.
dispatch
dis.patch dîspäç' isim 1. gönderme, sevketme. 2. (telgraf, faks) çekme. 3. mesaq; rapor: We have received a dispatch from headquarters. Karargâhtan bir mesaj aldık. 4. öldürme; idam etme. 5. acele, hız: He always acts with dispatch. Daima hızlı hareket eder. fiil 1. (kurye, mektup) göndermek. 2. (telgraf, faks) çekmek. 3. sevketmek, göndermek: The government has dispatched new troops to the front. Hükümet cepheye yeni askerler gönderdi. 4. öldürmek, idam etmek. 5. hızla bitirmek.
dispel
dis.pel dîspel' fiil (dispelled, dispelling) dağıtmak, defetmek, gidermek.
369
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dispensable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.pen.sa.ble dîspen'sıbıl sıfat zorunlu olmayan, vazgeçilebilir.
dispensary
dis.pen.sa.ry dîspen'sıri isim dispanser.
dispensation
dis.pen.sa.tion dîspınsey'şın isim 1. dağıtma, verme. 2. (kuraldışı bir şeyin yapılması için verilen) özel izin. 3. (bir dinin etkili olduğu) dönem.
dispense with the need for
-i gereksiz kılmak.
dispense with
-den vazgeçmek; -i ekarte etmek.
dispense
dis.pense dîspens' fiil 1. dağıtmak, vermek. 2. (ilaç) hazırlamak.
dispenser
dis.pens.erisim 1. dağıtan kimse, dağıtıcı. 2. dağıtma aracı/makinesi.
dispersal
dis.pers.alisim dağıtma; dağılma.
disperse
dis.perse dîspırs' fiil 1. dağıtmak, yaymak; dağılmak. 2. fizik (ışınları) ayırmak.
dispirited
dis.pir.it.ed dîspîr'îtîd sıfat 1. morali bozuk. 2. cesareti kırık.
displace
dis.place dîspleys' fiil 1. yerinden çıkarmak, yerini değiştirmek. 2. yerini almak.
display
dis.play dîspley' isim 1. gösterme, sergileme. 2. gösteriş. 3. bilgisayar görüntüleme. fiil 1. göstermek, sergilemek. 2. bilgisayar görüntülemek.
displease
dis.please dîspliz' fiil canını sıkmak, sinirlendirmek.
displeased
dis.pleasedsıfat hoşnutsuz.
displeasure
dis.pleas.ure dîspleq'ır isim hoşnutsuzluk, öfke.
disposable
dis.pos.a.ble dîspo'zıbıl sıfat kullanıldıktan sonra atılabilen.
disposal unit
çöp öğütücü.
disposal
dis.pos.al dîspo'zıl isim 1. yok etme, imha etme. 2. yerleştirme, yerleştirme düzeni. 3. satma; elden çıkarma. 4. hukuk tasarruf, kullanım.
dispose of
(belirli bir düzene göre) yerleştirmek. 2. (zaman, para v.b.'ni) (belirli bir biçimde) harcamak. 3. yok etmek,
370
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
imha etmek. 4. satmak; elden çıkarmak; vermek; dağıtmak. 5. halletmek, tamamlamak. dispose
dis.pose dîspoz' fiil 1. yerleştirmek. 2. hazırlamak.
disposition
dis.po.si.tion dîspızîş'ın isim 1. yaradılış, mizaç, tabiat. 2. yerleştirme. 3. satış; elden çıkarma; verme; dağıtma.
dispossess
dis.pos.sess dîspızes' fiil 1. hukuk mal ve mülküne el koymak; evinden çıkarmak, tahliye etmek. 2. yoksun bırakmak.
disproportionate
dis.pro.por.tion.ate dîsprıpôr'şınît sıfat oransız; to ile orantılı olmayan.
disprove
dis.prove dîspruv' fiil aksini kanıtlamak, çürütmek.
dispute
dis.pute dîspyut' isim tartışma, münakaşa. fiil 1. tartışmak, münakaşa etmek. 2. doğruluğundan şüphe etmek.
disqualification
dis.jual.i.fi.ca.tion dîskwalıfıkey'şın isim 1. (ceza olarak) yetkisini elinden alma. 2. spor diskalifiye etme; diskalifiye olma.
disqualify
dis.jual.i.fy dîskwal'ıfay fiil 1. (ceza olarak) yetkisini elinden almak. 2. spor diskalifiye etmek, yarışdışı bırakmak.
disquiet
dis.jui.et dîskway'ıt fiil rahatsız etmek, endişe vermek, huzurunu kaçırmak. isim endişe, huzursuzluk.
disregard
dis.re.gard dîsrîgard' fiil önemsememek, aldırmamak, hiçe saymak, boş vermek. isim önemsememe, aldırmazlık, hiçe sayma, boş verme.
disrepair
dis.re.pair dîsrîper' isim bakımsızlık.
disreputable
dis.rep.u.ta.ble dîsrep'yıtıbıl sıfat adı kötüye çıkmış.
disrepute
dis.re.pute dîsrîpyut' isim bakınız bring into disrepute fall into disrepute
disrespect
dis.re.spect dîsrîspekt' isim saygısızlık, hürmetsizlik, kabalık.
disrespectful
dis.re.spect.fulsıfat saygısız.
disrobe
dis.robe dîsrob' fiil 1. (resmi giysisini) çıkarmak; resmi giysisini çıkarmak. 2. soyunmak. 371
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disrupt
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.rupt dîsr^pt' fiil 1. bozulmasına yol açmak; altüst etmek; aksatmak. 2. (toplantının) kesilmesine yol açmak.
disruption
dis.rup.tionisim aksama; kesilme.
disruptive
dis.rup.tivesıfat 1. işleri aksatan. 2. aksatan. 3. karışıklığa/kargaşaya yol açan. 4. birliği bozan, bölücü.
dissatisfaction
dis.sat.is.fac.tionisim memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, tatminsizlik.
dissatisfy
dis.sat.is.fy dîssät'îsfay fiil memnun etmemek, hoşnut etmemek, tatmin edememek.
dissect
dis.sect dîsekt' fiil 1. parçalara ayırmak. 2. inceden inceye incelemek.
dissemble
dis.sem.ble dîsem'bıl fiil gerçeği gizlemek; (gerçeği) gizlemek.
disseminate
dis.sem.i.nate dîsem'ıneyt fiil saçmak, yaymak, neşretmek.
dissension
dis.sen.sion dîsen'şın isim anlaşmazlık, ihtilaf.
dissent
dis.sent dîsent' fiil 1. from -i kabul etmemek. 2. from den ayrı görüşte olmak, -den ayrılmak. isim 1. kabul etmeyiş. 2. ayrılık.
dissenter
dis.sent.erisim ayrı görüşte olan kimse.
dissertation
dis.ser.ta.tion dîsırtey'şın isim tez, travay.
disservice
dis.ser.vice dîssır'vîs isim zarar, ziyan.
dissident
dis.si.dent dîs'ıdınt sıfat ayrı görüşte olan, karşıt görüşlü, muhalif. isim ayrı görüşte olan kimse, muhalif.
dissimilar
dis.sim.i.lar dîsîm'ılır sıfat farklı, ayrımlı, değişik; to den farklı.
dissimilarity
dis.sim.i.lar.i.ty dîsîmıler'ıti isim farklılık.
dissimulate
dis.sim.u.late dîsîm'yıleyt fiil gerçeği gizlemek; (gerçeği) gizlemek.
dissimulation
dis.sim.u.la.tion dîsîmyıley'şın isim gerçeği gizleme.
dissipate
dis.si.pate dîs'ıpeyt fiil 1. dağıtmak; dağılmak. 2. israf etmek.
dissipated
dis.si.pat.edsıfat 1. dağıtılmış. 2. israf edilmiş. 3. sefih. 372
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dissipation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.si.pa.tionisim 1. dağıtma; dağılma. 2. israf. 3. sefahat.
dissociate oneself from
-den ayrılmak.
dissociate
dis.so.ci.ate dîso'şiyeyt fiil ayırmak.
dissolute
dis.so.lute dîs'ılut sıfat ahlaksız, çapkın, sefih.
dissolve
dis.solve dîzalv' fiil 1. eritmek; erimek. 2. çözmek. 3. feshetmek, dağıtmak, son vermek. 4. zamanla kaybolmak, yok olmak.
dissonance
dis.so.nance dîs'ınıns isim ahenksizlik, uyumsuzluk.
dissonant
dis.so.nant dîs'ınınt sıfat ahenksiz, akortsuz, uyumsuz.
dissuade
dis.suade dîsweyd' fiil from -den caydırmak, -den vazgeçirmek.
distance
dis.tance dîs'tıns isim 1. uzaklık, mesafe, ara. 2. uzak, uzak yer. 3. mesafe, resmiyet. fiil geride bırakmak.
distant relative
uzak akraba.
distant
dis.tant dîs'tınt sıfat 1. uzak, ırak (yer/zaman). 2. soğuk, mesafeli (kimse).
distaste
dis.taste dîsteyst' isim beğenmeme, hoşlanmama.
distasteful
dis.taste.ful dîsteyst'fıl sıfat tatsız, nahoş, hoşa gitmeyen.
distemper
dis.tem.per dîstem'pır isim bulaşıcı bir köpek hastalığı.
distend
dis.tend dîstend' fiil şişirmek; şişmek.
distil
dis.til dîstîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız distill
distill
dis.till dîstîl' fiil damıtmak, imbikten çekmek; imbikten çekilmek.
distillation
dis.til.la.tionisim damıtma.
distilled
dis.till.edsıfat damıtık, damıtılmış.
distillery
dis.till.eryisim damıtık içki fabrikası.
distinct
dis.tinct dîstîngkt' sıfat 1. ayrı, farklı, başka. 2. açık, belli.
distinction
dis.tinc.tion dîstîngk'şın isim 1. ayırt etme. 2. fark. 3. paye. 4. üstünlük.
distinctive
dis.tinc.tive dîstîngk'tîv sıfat kolaylıkla ayırt edilebilen, farklı; kendine özgü. 373
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
distinguish oneself
sivrilmek.
distinguish
dis.tin.guish dîstîng'gwîş fiil ayırt etmek, ayırmak.
distinguished
dis.tin.guish.edsıfat 1. seçkin, güzide. 2. sivrilmiş.
distort
dis.tort dîstôrt' fiil 1. biçimini bozmak; (yüzünü) çarpıtmak. 2. çarpıtmak, gerçek anlamından saptırmak, başka anlam vermek.
distortion
dis.tor.tion dîstôr'şın isim 1. biçimini bozma; (yüzünü) çarpıtma. 2. çarpıtma, gerçek anlamından saptırma.
distract
dis.tract dîsträkt' fiil dikkatini başka yöne çekmek, dikkatini dağıtmak: Don't distract me. Beni meşgul etme.
distracted
dis.tract.edsıfat 1. (by) (-den dolayı) dikkati dağılmış. 2. şaşkına dönmüş. 3. çok endişeli. 4. with -den dolayı deliye dönmüş.
distraction
dis.trac.tion dîsträk'şın isim 1. dikkati dağıtan şey; oyalayıcı şey; eğlence. 2. dikkatini başka yöne çekme, dikkatini dağıtma.
distraught
dis.traught dîstrôt' sıfat with (-den dolayı) çılgına dönmüş; çok endişeli.
distress
dis.tress dîstres' isim 1. üzüntü; acı; endişe. 2. tehlikeli bir durum, zor bir durum. fiil 1. üzmek. 2. endişelendirmek.
distressing
dis.tress.ingsıfat üzücü, acıklı.
distribute
dis.trib.ute dîstrîb'yût fiil dağıtmak; yaymak.
distribution
dis.tri.bu.tion dîstrıbyu'şın isim 1. dağıtım. 2. dağılım.
distributor
dis.trib.u.tor dîstrîb'yûtır isim 1. dağıtıcı, bayi. 2. otomotiv distribütör.
district attorney
savcı.
district
dis.trict dîs'trîkt isim mıntıka, bölge, mahalle.
distrust
dis.trust dîstr^st' fiil güvenmemek, itimat etmemek. isim güvensizlik, itimatsızlık.
distrustful
dis.trust.fulsıfat başkalarına güvenmeyen, güvensiz, itimatsız.
374
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük disturb
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dis.turb dîstırb' fiil 1. rahatsız etmek; huzurunu kaçırmak; endişelendirmek. 2. karıştırmak, altüst etmek.
disturbance
dis.turb.anceisim 1. rahatsızlık, huzursuzluk. 2. karışıklık, kargaşa.
disturbed
dis.turb.edsıfat (ruhen/aklen) dengesiz.
disunity
dis.u.ni.ty dîsyu'nıti isim ayrılık, kopukluk.
disuse
dis.use dîsyus' isim kullanılmama, kullanılmazlık.
ditch
ditch dîç isim 1. hendek. 2. ark, kanal.
ditto
dit.to dît'o isim denden işareti.
divan
di.van dîvän' isim 1. sedir, divan. 2. divan, büyük meclis. 3. şiir divan.
dive
dive dayv fiil (dived/dove, dived) 1. suya dalmak, dalmak. 2. havacılık pike yapmak. isim 1. dalış. 2. havacılık pike. 3. konuşma dili batakhane.
diver
div.er day'vır isim dalgıç.
diverge
di.verge dîvırc', dayvırc' fiil ayrılmak, birbirinden uzaklaşmak.
divergence
di.ver.genceisim ayrılma, uzaklaşma.
divergency
di.ver.gen.cyisim ayrılma, uzaklaşma.
divergent
di.ver.gentsıfat ayrı, farklı.
diverse
di.verse dîvırs', dayvırs' sıfat çeşit çeşit, çeşitli, farklı.
diversify
di.ver.si.fy dîvır'sıfay, dayvır'sıfay fiil çeşitlendirmek.
diversion
di.ver.sion dîvır'qın, dayvır'qın isim 1. eğlence, oyalayıcı şey. 2. dikkati başka yöne çeken şey; şaşırtmaca; yanıltmaca. 3. İngiliz İngilizcesi varyant (yol). 4. saptırma.
diversionary
di.ver.sion.arysıfat dikkati başka yöne çeken.
diversity
di.ver.si.ty dîvır'sîti, dayvır'sîti isim çeşitlilik, farklılık.
divert
di.vert dîvırt', dayvırt' fiil 1. dikkatini başka yöne çekmek, dikkatini dağıtmak. 2. çevirmek, saptırmak. 3. oyalamak, eğlendirmek.
divest
di.vest dîvest' fiil of -den yoksun bırakmak.
divide down the middle
ikiye bölmek.
divide into quarters
dört kısma ayırmak, dörde bölmek. 375
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
divide up among
-e dağıtmak.
divide
di.vide dîvayd' fiil 1. bölmek, taksim etmek; bölünmek. 2. among -e dağıtmak.
divided
di.vid.edsıfat bölünmüş.
dividend
div.i.dend dîv'ıdend isim 1. matematik bölünen. 2. kâr payı.
dividers
di.vid.ers dîvay'dırz isim pergel.
divine
di.vine dîvayn' sıfat tanrısal, ilahi. isim papaz. fiil 1. sezmek, hissetmek. 2. kehanette bulunmak.
diving board
atlama tahtası, tramplen.
diving suit
dalgıç elbisesi.
divinity school
Hristiyanlık ilahiyat fakültesi.
divinity
di.vin.i.ty dîvîn'ıti isim 1. tanrısallık, ilahilik. 2. tanrı, ilah; tanrıça, ilahe. 3. ilahiyat, Tanrıbilim, teoloqi.
divisible
di.vis.i.ble dîvîz'ıbıl sıfat bölünebilir.
division of labor
işbölümü.
division sign
matematik bölme işareti.
division
di.vi.sion dîvîq'ın isim 1. bölme, taksim; bölünme. 2. bölüm, kısım. 3. bölüm, departman, seksiyon. 4. matematik bölme.
divisive
di.vi.sive dîvay'sîv sıfat bölücü.
divisor
di.vi.sor dîvay'zır isim, matematik bölen.
divorce
di.vorce dîvôrs' isim 1. boşama; boşanma. 2. ayrılma, ayrılık. fiil 1. boşamak; boşanmak. 2. ayırmak; ayrılmak.
divorcé
di.vorcéisim boşanmış erkek.
divorcée
di.vorcéeisim boşanmış kadın.
divulge
di.vulge dîv^lc' fiil açığa vurmak, ifşa etmek.
dizziness
diz.zi.nessisim baş dönmesi.
dizzy
diz.zy dîz'i sıfat 1. başı dönen, sersem, şaşkın, gözü kararmış. 2. baş döndürücü, sersemletici.
do a food justice
bir yemeğin hakkından gelmek.
do a thing by halves
bir işi yarımyamalak yapmak.
do an implant
tıbbi implantasyon yapmak. 376
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük do away with
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-i ortadan kaldırmak, -i yok etmek. 2. -i öldürmek, -i ortadan kaldırmak.
do badly
durumu kötü olmak.
do disservice to
(bir kimseye, ülkeye v.b.'ne) zarar vermek.
do honor to
şereflendirmek, şeref kazandırmak.
do in
öldürmek.
do justice
adil bir şekilde davranmak; adalet dağıtmak. 2. to (bir şeyi) gerektiği gibi yapmak: That painting doesn't do qustice to the valley's beauty. O tablo vadinin güzelliğini yeterince aksettirmiyor.
do obeisance to
-e saygı göstermek.
do one's best
elinden geleni yapmak.
do one's damnedest
elinden geleni yapmak.
do one's duty
görevini yerine getirmek.
do one's hair
saçlarını düzeltmek, saçını yapmak.
do one's own thing
konuşma dili başkalarına pek aldırış etmeden kendi seçtiği bir yolda gitmek.
do one's shopping
alışverişini yapmak.
do one's stuff
konuşma dili marifetini göstermek.
do one's utmost
elinden geleni yapmak.
do oneself justice
her zamanki performansı göstermek: He didn't do himself justice in the concert last night. Dün geceki konserde her zamanki performansını gösteremedi.
do oneself up
konuşma dili süslenmek, süslenip püslenmek.
do over again
yeni baştan yapmak.
do overtime
fazla mesai yapmak.
do penance
bir günahı bağışlatmak için papazın önerdiği kefareti yerine getirmek.
do someone a dirt
birine kahpelik etmek; birine kalleşlik etmek.
do someone a favor
birine bir iyilik etmek/yapmak.
do someone an injustice
birisine haksızlık etmek.
do someone dirt
konuşma dili birine kötülük etmek.
do someone good
birine iyi gelmek.
do someone justice
birinin hakkını vermek, birine hakça davranmak. 377
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük do someone proud
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili 1. birini çok iyi ağırlamak. 2. birine gurur vermek.
do something behind one's back
birisinden gizli yapmak.
do something the hard way
(daha kolay bir çözüm varken) bir şeyi zor bir şekilde yapmak.
do something unbeknown to someonebirinin haberi olmadan bir şey yapmak. do something with feeling
bir şeyi duyarak yapmak: He plays the piano with feeling. Piyanoyu duyarak çalıyor.
do violence to
-i bozmak.
do well
durumu iyi olmak.
do with
-i yapmak: What have you done with my book? Kitabımı ne yaptın? 2. (biriyle) baş etmek: What are we going to do with you? Seninle nasıl baş edeceğiz? I don't know what we're going to do with that child! O çocuğu ne yapacağız, bilemiyorum. 3. Arzu edilen bir şeyi belirtir: I sure could do with a drink. Şimdi bir içki çok makbule geçer.
do without
-siz yapmak/yaşamak: They can do without him. Onsuz yapabilirler.
do wonders for
(birine) çok yaramak, çok iyi gelmek.
do yeoman service
çok yardım etmek, çok yardımı dokunmak.
do
do du fiil (did, done) 1. yapmak. 2. etmek. 3. başa çıkmak, başarmak. 4. bitirmek, tamamlamak. 5. hazırlamak. 6. davranmak. 7. yetmek. 8. becermek. 9. yetişmek. 10. düzenlemek. 11. (belirli bir mesafe) katetmek. 12. çözmek. 13. (bulaşık) yıkamak. yardımcı fiil 1. Özellikle soru cümlesi veya olumsuz cümle kurmak için bir başka fiille birlikte kullanılır: Where does she live? O nerede oturuyor? He didn't go to school. Okula gitmedi. Did you like my new bicycle? Yeni bisikletimi beğendin mi? 2. Bir başka fiili vurgular veya anlamını pekiştirir: I really do like animals. Hayvanları gerçekten severim. Do come! N'olur gel! 3. Bir başka fiil yerine kullanılır: She speaks Spanish 378
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
better than her father does. İspanyolcayı babasından daha iyi konuşur. "You tripped me up." "No, I didn't." "Bana çelme attın." "Hayır, atmadım." "Lock the front door." "I've already done it." "Ön kapıyı kilitle." "Kilitledim bile." docile
doc.ile das'ıl sıfat uysal, yumuşak başlı, halim selim.
dock
dock dak fiil 1. (kuyruğunu) kısaltmak, kesmek. 2. (ücretten) kesmek.
dockyard
dock.yardisim tersane.
Doctor Brown has a large practice.
Doktor Brown'ın çok hastası var.
doctor up
(with) (yemeğe) (bir şey katarak) tat vermek.
doctor
doc.tor dak'tır isim 1. doktor, hekim, tabip. 2. doktor, doktora sahibi. fiil 1. tedavi etmek. 2. onarmak, tamir etmek. 3. (kötü bir amaçla) değiştirmek.
doctorate
doc.tor.ateisim doktora.
doctor's degree
doktora.
doctrine
doc.trine dak'trîn isim öğreti, doktrin.
document
doc.u.ment dak'yımınt isim belge, doküman. fiil belgelemek.
documental film
belgesel film, dokümanter film.
documental
doc.u.men.tal dakyımen'tıl sıfat belgesel, dokümanter.
documentary film
belgesel film, dokümanter film.
documentary
doc.u.men.ta.ry dakyımen'tıri sıfat belgesel, dokümanter.
documentation
doc.u.men.ta.tionisim belgeleme.
dodge
dodge dac fiil 1. bir yana kaçmak; bir yana kaçıp -den kurtulmak. 2. kurnazlık veya hile ile atlatmak. isim 1. bir yana kaçma. 2. kurnazlık veya hile ile atlatma. 3. kaçamak yol.
doe
doe do isim geyik, keçi, tavşan v.b. hayvanların dişisi.
does
does d^z fiil do fiilinin geniş zamandaki üçüncü şahıs tekil şekli: He does good work. İyi iş yapar.
doesn't
does.n't d^z'ınt kısaltma does not.
dog collar
köpek tasması. 379
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dog tired
çok yorgun, bitkin, hoşaf gibi.
dog
dog dôg fiil (dogged, dogging) 1. (bir isteğin üstüne düşerek) (birini) rahat bırakmamak. 2. (kötü bir şey) peşini bırakmamak.
dog-ear
dog-ear dôg'ir fiil sayfa köşelerini kıvırmak veya buruşturmak.
dog-eared
dog-ear.edsıfat sayfa köşeleri kıvrık veya buruşuk.
dog-eat-dog
dog-eat-dogisim kıran kırana rekabet. sıfat kıran kırana rekabet edilen.
dogged
dog.ged dôg'îd sıfat inatçı, dik kafalı, direngen.
dogma
dog.ma dôg'mı isim dogma, inak.
dogmatic
dog.mat.ic dôgmät'îk sıfat dogmatik, inaksal.
dogmatism
dog.ma.tism dôg'mıtîzım isim dogmatizm, inakçılık.
doily
doi.ly doy'li isim dantel veya işlemeli altlık.
doings
do.ings du'wîngz isim işler.
doldrums
dol.drums dol'drımz isim, çoğul 1. denizcilikle ilgili okyanusların ekvator dolaylarındaki durgun veya az rüzgârlı kısımları, eşleksel durgunluk alanı. 2. ticaret durgunluk, kesatlık. 3. can sıkıntısı; efkâr.
dole
dole dol isim işsizlik yardımı. fiil out dağıtmak.
doleful
dole.ful dol'fıl sıfat kederli, acılı, hüzünlü.
doll oneself up
giyinip kuşanmak, süslenip püslenmek.
doll someone up
birini süsleyip püslemek.
doll
doll dal isim oyuncak bebek. fiil bakınız doll oneself up doll someone up
dollar
dol.lar dal'ır isim dolar.
dolly
dol.ly dal'i isim 1. bebek, kukla. 2. tekerlekli kriko. 3. iki tekerlekli yük taşıyıcısı.
dolphin
dol.phin dal'fîn isim yunusbalığı, yunus.
dolt
dolt dolt isim mankafa, ahmak, budala.
domain
do.main domeyn' isim 1. nüfuz alanı, nüfuz bölgesi. 2. bilgi alanı; ilgi alanı: It's not in my domain. O benim alanım dışında.
dome
dome dom isim kubbe. 380
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
domed
sıfat kubbeli.
domestic animal
evcil hayvan, ehli hayvan.
domestic flight
yurtiçi uçuş.
domestic flights
iç hatlar.
domestic industries
yerli sanayi.
domestic market
iç pazar.
domestic politics
iç politika.
domestic trade
iç ticaret.
domestic
do.mes.tic dımes'tîk sıfat 1. ev ile ilgili; aile ile ilgili, aile içi. 2. evcimen. 3. evcil. 4. yurtiçi, iç. isim hizmetçi.
domesticate
do.mes.ti.cate dımes'tıkeyt fiil evcilleştirmek.
domicile
dom.i.cile dam'ısıl, dam'ısayl isim ikametgâh, konut, mesken.
dominance
dom.i.nanceisim 1. hâkimiyet, üstünlük. 2. biyoloji başatlık.
dominant
dom.i.nant dam'ınınt sıfat 1. hâkim, egemen. 2. biyoloji dominant, başat.
dominate
dom.i.nate dam'ıneyt fiil 1. hâkim olmak, egemen olmak, hükmetmek. 2. (bir yere) hâkim olmak, tepeden bakmak.
domination
dom.i.na.tion damıney'şın isim hâkimiyet, egemenlik, hükmetme.
domineer
dom.i.neer damınîr' fiil despotça hükmetmek, hâkim durumda olmak.
domineering
dom.i.neer.ingsıfat otoriter, hükmeden.
Dominican
Do.min.i.can dımîn'îkın sıfat 1. Dominik, Dominik Cumhuriyeti'ne özgü. 2. Dominikli. isim Dominikli, Dominik Cumhuriyeti vatandaşı.
dominion
do.min.ion dımîn'yın isim 1. egemenlik, hâkimiyet. 2. dominyon.
dominoes
dom.i.noes dam'ınoz isim domino oyunu.
donate
do.nate do'neyt fiil bağışlamak, hibe etmek.
donation
do.na.tion doney'şın isim 1. bağışlama. 2. bağış, hibe.
done in
çok yorgun, bitkin. 381
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
done through
iyi pişmiş (et).
done
done d^n fiil bakınız do sıfat 1. tamamlanmış, bitmiş. 2. iyi pişmiş.
Done!
Tamam!/Oldu!/Kabul!
donkey
don.key dang'ki isim eşek.
donor
do.nor do'nır isim 1. bağışçı. 2. tıbbi verici.
Don't bother!
Zahmet etmeyin!
Don't breathe a word of this to anyone.
Bunu sakın kimseye söyleme.
Don't look a gift horse in the mouth. Bahşiş atın dişine bakılmaz. Don't mention it.
Bir şey değil./Estağfurullah.
Don't move a muscle!
Kıpırdama!/Kımıldama!
Don't move; I've got you covered!
Kıpırdama; elimdesin!
Don't press your luck.
Şansına güvenme./Şansını zorlama.
Don't push your luck.
Şansına fazla güvenme. Şansını zorlama.
Don't trouble yourself.
Zahmet etmeyin./Zahmete girmeyin.
Don't you have any manners?
Sende hiç terbiye yok mu?
don't
don't dont kısaltma do not .
doom
doom dum isim (talihin belirlediği) kötü son, korkunç son. fiil bakınız be doomed to
doomsday
dooms.day dumz'dey isim kıyamet günü.
door salesman
ev ev dolaşarak satış yapan satıcı.
door service
kapıdan kapıya servis.
door
door dor isim kapı.
doorbell
door.bellisim kapı zili.
doorkeeper
door.keep.erisim kapıcı.
doorknob
door.knobisim kapı tokmağı.
doorman
door.manisim kapıcı.
doormat
door.matisim paspas.
doorstep
door.stepisim eşik.
doorstop
door.stopisim kapı tamponu.
door-to-door
sıfat 1. ev ev dolaşarak yapılan. 2. kapıdan kapıya.
doorway
door.wayisim giriş, kapı aralığı.
dope
dope dop isim 1. makine yağı. 2. uyuşturucu madde, narkotik. 3. argo budala, ahmak. 4. argo bilgi. 382
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dopey
dopeysıfat, argo 1. uyuşturucu etkisinde. 2. budala.
dorm
dorm dôrm isim, konuşma dili yatakhane.
dormant
dor.mant dôr'mınt sıfat uykuda, uyuşuk, cansız.
dormer window
çatı penceresi.
dormer
dor.mer dôr'mır isim bakınız dormer window
dormitory
dor.mi.to.ry dôr'mıtôri isim 1. yatakhane, koğuş. 2. öğrenci yurdu.
dosage
dos.age do'sîc isim dozaq.
dose
dose dos isim doz.
dossier
dos.si.er das'iyey isim evrak dosyası.
dot the i's and cross the t's
en ufak ayrıntıların üzerinde titizlikle durmak.
dot
dot dat isim 1. nokta. 2. puan, benek, nokta. fiil (dotted, dotting) noktalamak.
dotage
dot.age do'tîc isim bunaklık.
dotard
dot.ard do'tırd isim bunak.
dote
dote dot fiil 1. on/upon -in üstüne titremek, -e çok düşkün olmak. 2. bunamak.
dotted line
bir belgenin imza yeri.
double back
aynı yoldan geri dönmek.
double bed
iki kişilik karyola/yatak.
double boiler
iki katlı tencere, benmari.
double entry
muhasebecilik çift kayıt sistemi.
double feature
iki film birden.
double for
-in dublörlüğünü yapmak.
double header
spor üst üste yapılan iki karşılaşma.
double jeopardy
hukuk aynı suç için ikinci defa yargılanma.
double pneumonia
iki taraflı zatürree.
double room
(otelde) çift yataklı oda.
double standard
çifte standart.
double up
eğilmek; iki büklüm olmak; iki büklüm etmek. 2. with ile aynı odayı paylaşmak.
double
dou.ble d^b'ıl fiil 1. iki katına çıkarmak, iki misli yapmak; iki misli olmak. 2. iki ile çarpmak. 3. ikiye katlamak. 383
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
double-breasted
double-breast.edsıfat kruvaze (ceket).
double-check
doub.le-checkfiil tekrar kontrol etmek; çifte kontrol yapmak.
double-click
doub.le-clickfiil, bilgisayar fare düğmesine iki kez basmak.
double-cross
doub.le-crossfiil, argo sözünden dönerek aldatmak, kazık atmak. isim kazık atma.
double-dealer
doub.le-deal.erisim ikiyüzlü, dolandırıcı, sahtekâr.
double-decker
doub.le-deck.erisim 1. iki katlı otobüs. 2. ranza.
double-density
dou.ble-den.si.ty d^b'ıldensıti sıfat, bilgisayar çifte yoğunluklu.
double-edged compliment
iğneli kompliman.
double-edged
doub.le-edg.edsıfat 1. iki tarafı keskin. 2. hem lehte hem aleyhte olan.
double-entendre
doub.le-entendreiki tarafa çekilebilecek söz, ikircil söz, lastikli söz.
double-faced
doub.le-facedsıfat 1. iki yüzlü. 2. iki taraflı (kumaş).
double-glazed window
çift camlı pencere.
double-quick
doub.le-juicksıfat çok çabuk, hızlı. isim hızlı yürüyüş. fiil hızlı yürümek.
doubles
doub.lesisim, tenis çiftler.
double-space
doub.le-spacefiil (daktilo veya bilgisayarda) çift aralıkla yazmak.
doubt someone's word
birinin dediklerinden şüphe etmek.
doubt
doubt daut isim 1. kuşku, şüphe. 2. şüpheli durum. fiil 1. kuşkulanmak, kuşku duymak, şüphelenmek, şüphe etmek: I doubt his integrity. Dürüstlüğünden kuşku duyuyorum. She doubts that Yusuf will arrive on time. Yusuf'un vaktinde geleceğinden şüphe ediyor. 2. ikna olmamak: Despite his excellent qualifications l doubt that he is the right person for this job. Üstün niteliklerine karşın bu işe uygun bir kimse olduğuna hâlâ ikna olmadım.
384
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük doubtful
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
doubt.fulsıfat 1. kuşkulu, şüpheli, kuşku duyan. 2. kuşkulu, kuşkulandıran, kuşku uyandıran. 3. belirsiz; karanlık.
doubtless
doubt.lesszarf 1. kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle, muhakkak. 2. herhalde.
douche
douche duş isim, tıbbi şırınga. fiil şırınga etmek.
dough
dough do isim 1. hamur. 2. argo para, mangır.
doughnut
dough.nut do'n^t isim yağda kızarmış şekerli çörek.
doughy
doughysıfat hamur gibi.
dour
dour dûr, daur sıfat asık yüzlü, ters, haşin, aksi.
dove
dove d^v isim 1. kumru. 2. beyaz güvercin. 3. politika savaş aleyhtarı, barışçı, barış yanlısı.
dowel
dow.el dau'wıl isim geçme, ağaç çivi.
down and out
hayatta yenilgiye uğramış, bezgin, bitkin.
down at the heel
perişan kılıklı, hırpani, pejmürde.
down at the heels
perişan bir durumda.
down on his luck
talihsiz.
down on one's luck
talihsiz, bahtsız.
down payment
kaparo, pey akçesi; ilk ödeme.
down to the wire
son ana kadar: They worked right down to the wire. Son ana kadar çalıştılar.
Down with ...!
Kahrolsun ...!
down
down daun isim ince kuş tüyü, yonda.
downcast
down.cast daun'käst sıfat 1. aşağıya yönelmiş. 2. üzgün, morali bozuk.
downfall
down.fall daun'fôl isim 1. düşüş, yıkılış, çöküş, çökme. 2. (yağmur) boşanma.
downgrade
down.grade daun'greyd fiil derecesini indirmek, alçaltmak.
downhearted
down.heart.ed daun'har'tîd sıfat üzgün, morali bozuk.
downhill
down.hill daun'hîl zarf yokuş aşağı, aşağıya. sıfat inişli, meyilli.
downpour
down.pour daun'pôr isim sağanak.
385
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük downright
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
down.right daun'rayt sıfat 1. tam, düpedüz: a downright insult düpedüz bir hakaret. 2. açık, dürüst. 3. açıksözlü, sözünü esirgemeyen. zarf 1. tamamen, büsbütün: He's downright wrong. Tamamen haksız o. 2. açıkça, dobra dobra.
downstairs
down.stairs daun'sterz' zarf aşağı kata, alt kata, aşağıya; aşağı katta, alt katta, aşağıda. sıfat alt katta olan, aşağıdaki. isim aşağı kat, alt kat.
downstream
down.stream daun'strim zarf akıntı aşağı, akış aşağı.
down-to-earth
down-to-earth daun'tu.ırth' sıfat 1. gerçekçi. 2. uygulanabilir, gerçekleştirilebilir.
downtown
down.town daun'taun isim şehrin merkezi, çarşı. zarf çarşı tarafında; çarşıya. sıfat şehrin merkezinde olan.
downtrod
down.trod daun'trad sıfat 1. ayaklar altında çiğnenmiş. 2. haksızlığa uğramış, ezilmiş.
downtrodden
down.trod.den daun'tradın sıfat 1. ayaklar altında çiğnenmiş. 2. haksızlığa uğramış, ezilmiş.
downward
down.ward daun'wırd zarf aşağı doğru.
downwards
down.wards daun'wırdz zarf aşağı doğru.
downwind
down.wind daun'wînd zarf rüzgâr yönüne; rüzgârla birlikte.
dowry
dow.ry dau'ri isim 1. çeyiz. 2. drahoma.
doze off
uyuklamak, uykuya dalmak.
doze
doze doz isim hafif uyku, şekerleme, kestirme, uyuklama. fiil şekerleme yapmak, kestirmek, uyuklamak.
dozen
doz.en d^z'ın isim düzine.
dozer
doz.er do'zır isim, konuşma dili dozer, buldozer.
Dr.
Dr.kısaltma «Doctor» Drive
drab
drab dräb sıfat (drabber, drabbest) 1. kasvetli, sıkıcı. 2. ölü (renk).
draft
draft dräft fiil çekmek. isim 1. çekme, çekim, yudum. 2. poliçe, çek. 3. ödeme emri. 4. hava akımı, cereyan, soba borusunun çekmesi. sıfat fıçıdan çekilen (bira). 386
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
drafting board
çizim tahtası.
drafting
draft.ingisim çizim, teknik resim.
draftsman
drafts.manisim teknik ressam.
drafty
draftysıfat cereyanlı, soğuk hava akımı olan.
drag on
uzayıp gitmek, sürmek.
drag one's feet
konuşma dili işi ağırdan almak.
drag one's heels
istemeyerek gitmek veya kabul etmek, ayakları geri geri gitmek.
drag out
uzatmak.
drag
drag dräg fiil (dragged, dragging) 1. sürüklemek, sürümek, çekmek; sürüklenmek, sürünmek. 2. (toprağı) taramak. 3. geride kalmak. isim 1. sürükleme, çekme. 2. sürüklenen şey. 3. tırmık, tarak. 4. engel, mâni. 5. konuşma dili sıkıcı kimse/şey.
dragon
drag.on dräg'ın isim eqderha, eqder.
dragonfly
drag.on.flyisim yusufçuk, büyük kızböceği.
drain
drain dreyn fiil 1. akıtmak, süzmek; akmak, süzülmek. 2. suyunu çekmek, kurutmak; akaçlamak, drenaj yapmak. 3. bitirmek, tüketmek. isim 1. suyunu çekme veya akıtma. 2. lağım, kanalizasyon; kanal.
drainage
drain.ageisim 1. akaçlama, drenaq. 2. akıtma, boşaltma. 3. kanalizasyon, lağım döşemi.
drainboard
drain.boardisim (sabit) damlalık, bulaşık damlalığı.
draining board
İngiliz İngilizcesi (sabit) damlalık, bulaşık damlalığı.
drainpipe
drain.pipeisim 1. atık su borusu. 2. akaç, oluk.
drake
drake dreyk isim erkek ördek, suna.
drama
dra.ma dra'mı isim 1. dram, drama, oyun, piyes. 2. tiyatro edebiyatı, dram, drama; tiyatro sanatı. 3. dramatik durum, dram; dramatik olaylar dizisi; dramatik özellik.
dramatic
dra.mat.ic drımät'îk sıfat 1. dramatik, tiyatro ile ilgili. 2. dramatik, coşku veren, duyguları kamçılayan.
dramatically
dra.mat.ic.al.lyzarf dramatik bir biçimde, çarpıcı biçimde. 387
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dramatise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dram.a.tise dräm'ıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız dramatize
dramatist
dram.a.tist dräm'ıtîst isim oyun yazarı, piyes yazarı.
dramatize
dram.a.tize dräm'ıtayz fiil 1. oyunlaştırmak, dramatize etmek, dramlaştırmak. 2. dramatik hale sokmak, dramatize etmek.
drank
drank drängk fiil bakınız drink
drape
drape dreyp fiil kumaşla örtmek. isim genellikle çoğul kalın perde.
drapery
drap.eryisim 1. perde. 2. örtü. 3. güzel sanatlar drape.
drastic
dras.tic dräs'tîk sıfat sert, şiddetli, zorlayıcı.
draught
draught dräft fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız draft
draw a bead on
-e nişan almak.
draw a blank
sonuçsuz kalmak. 2. hatıra getirememek.
draw a conclusion
sonuç çıkarmak.
draw a line
konuşma dili 1. between -i -den ayırmak 2. at (kabul edilemeyecek bir şey olduğu için) (bir işe) yanaşmamak/izin vermemek. 3. sınır koymak.
draw a parallel between
-i benzetmek, -i karşılaştırmak.
draw ahead
yavaş yavaş öne geçmek.
draw away
çekilmek, kendini çekmek.
draw back
geri çekilmek; geri çekmek.
draw blood
kan akıtmak.
draw close
yaklaşmak.
draw interest
faiz getirmek.
draw lots
kura çekmek.
draw near
yaklaşmak.
draw on
(bir fon, hesap v.b.'nden) para çekmek.
draw out
uzatmak. 2. konuşturmak, söyletmek, açmak.
draw the line
konuşma dili 1. at (kabul edilemeyecek bir şey olduğu için) (bir işe) yanaşmamak/izin vermemek. 2. sınır koymak. 3. between -i -den ayırmak
388
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük draw up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(kontrat, senet v.b.'ni) hazırlamak, yazmak. 2. yaklaşıp durmak: A limousine drew up in front of the mansion. Köşkün önüne bir limuzin yaklaşıp durdu.
draw
draw drô isim 1. çekme, çekiş. 2. (silah) çekme. 3. (piyangoda) çekiliş; kura. 4. ilgi çeken şey/olay/kimse. 5. çekicilik. 6. berabere biten oyun; beraberlik, berabere kalma.
drawback
draw.back drô'bäk isim sakınca, mahzur, dezavantaq.
drawbridge
draw.bridge drô'brîc isim kaldırma köprü.
drawer
draw.er drôr isim çekmece, göz.
drawers
draw.ers drôrz isim don, külot.
drawing board
çizim tahtası.
drawing compass
resim pergeli.
drawing pin
İngiliz İngilizcesi raptiye.
drawing
draw.ing drô'wîng isim 1. çizim, eskiz. 2. resim, karakalem resim. 3. piyango, çekiliş.
drawn
drawn drôn fiil bakınız draw
drawstring
draw.string drô'strîng isim uçkur.
dread
dread dred fiil çok korkmak, korku ve endişe duymak. isim büyük korku, dehşet.
dreadful
dread.fulsıfat 1. korkunç, dehşetli. 2. konuşma dili berbat, çok kötü.
dream about someone
birini/bir şeyi rüyasında görmek.
dream about something
birini/bir şeyi rüyasında görmek.
dream that
-i rüyasında görmek.
dream up
konuşma dili hayalinde yaratmak.
dream
dream drim isim 1. düş, rüya. 2. hayal, hulya.
dreamer
dream.erisim hayalperest, hayalci, düşçü.
dreamlike
dream.likesıfat rüya gibi, hayal gibi.
dreamt
dreamt dremt fiil bakınız dream
dreary
drear.y drîr'i sıfat kasvetli, sıkıcı.
dredge
dredge drec isim, makine tarak, tırmık, tarama aygıtı; tarak dubası. fiil (deniz, göl, ırmak v.b.'nin) dibini taramak; (limanı) tarakla temizlemek. 389
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dregs
dregs dregz isim 1. tortu, telve. 2. çöp, süprüntü.
drench
drench drenç fiil sırılsıklam etmek.
dress down
konuşma dili azarlamak, haşlamak.
dress rehearsal
tiyatro kostümlü prova.
dress up
giyinip süslenmek.
dress
dress dres fiil 1. giydirmek; giyinmek. 2. düzenlemek, süslemek. 3. askeri bir hizaya getirmek. 4. (yaraya) pansuman yapmak. 5. (saça) şekil vermek. 6. (deriyi) sepilemek, tabaklamak. 7. (tavuk, balık v.b.'ni) temizlemek. isim 1. kadın elbisesi. 2. elbise, giysi. 3. giyim, kılık kıyafet, üst baş.
dressed up fit to kill
konuşma dili iki dirhem bir çekirdek.
dresser
dress.er dres'ır isim şifoniyer.
dressing gown
İngiliz İngilizcesi sabahlık; robdöşambr.
dressing table
tuvalet masası.
dressing
dress.ing dres'îng isim 1. (salata için) sos. 2. (kızarmış hindi ile yenilen) ekmek kırıntılarıyla yapılan baharatlı bir yemek. 3. pansuman.
dressmaker
dress.mak.erisim kadın terzisi.
dressmaking
dress.mak.ingisim terzilik.
drew
drew dru fiil bakınız draw
dribble down
(damlalar) akmak, süzülmek; (su) sızmak.
dribble
drib.ble drîb'ıl fiil 1. damla damla akıtmak, damlatmak. 2. spor dripling yapmak; (topu) sürmek. 3. salyası akmak. isim ufak akıntı; sızıntı.
driblet
drib.let drîb'lît isim çok az miktar.
dried
dried drayd fiil bakınız dry sıfat kurutulmuş, kuru.
drier
dri.er dray'ır isim 1. kurutucu, kurutucu madde. 2. bakınız dryer
drift apart
sürüklenmek; uzaklaşmak; tedricen ayrı düşmek.
drift
drift drîft isim 1. sürüklenme. 2. yönelim, yöneliş, kayma. 3. sürükleniş, amaçsızca sürüklenme. 4. (rüzgârın yığdığı) kar birikintisi. 5. anlam, demek istenilen şey. fiil 1. (rüzgâr veya akıntının etkisiyle) 390
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sürüklenmek. 2. hiçbir yer veya işte sürekli kalmadan yaşamak. driftwood
drift.wood drîft'wûd isim suların sürüklediği ağaç dalları.
drill
drill drîl isim 1. matkap, delgi. 2. askeri talim. 3. alıştırma. fiil 1. (matkapla) delmek. 2. askeri talim yaptırmak; talim yapmak. 3. alıştırma yaptırmak; alıştırma yapmak.
drink a toast to
(birinin) sıhhatine veya şerefine içmek.
drink in
büyük bir zevkle seyretmek/dinlemek.
drink like a fish
fazla içki içmek.
drink something straight
(içkiyi) sek içmek.
drink to excess
içkiyi fazla kaçırmak.
drink to
-in şerefine içmek.
drink
drink drîngk fiil (drank, drunk) 1. içmek. 2. içki içmek. isim 1. içecek. 2. içki. 3. bir içimlik miktar. 4. argo deniz.
drinking cup
kadeh.
drinking straw
kamış.
drinking water
içme suyu.
drinking
drink.ingisim içki içme.
drip
drip drîp fiil (dripped/dript, dripping) damlatmak; damlamak. isim 1. damla. 2. damlama. 3. damlalık, yağmur suyunu akıtan çıkıntı veya yiv.
drip-dry
drip.dry drîp'dray fiil suyu sıkılmadan kurumak. sıfat ütü istemeyen (kumaş); ütü istemeyen kumaştan yapılmış (giysi).
dripping wet
sırsıklam, sırılsıklam.
dripping
drip.ping drîp'îng isim eriyerek akıp donmuş yağ damlası.
drive a hard bargain
sıkı bir pazarlık yapmak; sıkı bir pazarlık yaparak ayrlı bir sonuç elde etmek.
drive at
demek istemek, kastetmek.
drive away
kovmak, defetmek. 2. arabayla uzaklaşmak/ayrılmak. 391
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük drive back
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
arabayla geri dönmek. 2. püskürtmek, geri dönmek zorunda bırakmak.
drive by
arabayla geçmek; arabayla önünden geçmek.
drive into a corner
köşeye sıkıştırmak, kıstırmak.
drive mad
çıldırtmak.
drive off
kovmak, defetmek. 2. arabayla uzaklaşmak/ayrılmak.
drive out
kovmak, defetmek.
drive someone ape
konuşma dili birini delirtmek.
drive someone bananas
konuşma dili birini çıldırtmak.
drive someone to distraction
birini deli etmek, birini deliye çevirmek.
drive someone to the wall
birini iflas ettirmek; birini iflasa sürüklemek; birini iflasın eşiğine getirmek. 2. birini çok zor bir duruma sokmak, birini köşeye sıkıştırmak.
drive someone up against the wall
birini iflas ettirmek; birini iflasa sürüklemek; birini iflasın eşiğine getirmek. 2. birini çok zor bir duruma sokmak, birini köşeye sıkıştırmak.
drive someone up the wall
birini deliye döndürmek, birini zıvanadan çıkarmak.
drive someone wild
birini çıldırtmak. 2. birini çılgına çevirmek, birini çok kızdırmak.
drive
drive drayv fiil (drove, driven) 1. (araba) sürmek, kullanmak: He doesn't know how to drive a car. Araba kullanmasını bilmiyor. 2. araba ile gitmek: I drive to and from work every day. İşe her gün arabayla gidip geliyorum. 3. araba ile götürmek: I'll drive you home after the party. Partiden sonra seni arabayla evine götüreceğim. 4. (hayvanları) sürmek. 5. çalıştırmak: He drives his employees much too hard. Personelini çok çalıştırıyor. isim 1. araba gezintisi. 2. cadde. 3. askeri büyük taarruz. 4. ruhbilim dürtü. 5. beceri, inisiyatif. 6. makine işletme mekanizması. 7. bilgisayar sürücü. 8. bakınız driveway
drive-in window
müşterilerine arabalarında hizmet veren banka gişesi.
drive-in
drive-inisim 1. müşterilerine arabalarında servis yapan lokanta. 2. seyircilerin arabaları içinde oturarak 392
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
seyrettikleri açık hava sineması. sıfat 1. müşterilerine arabalarında servis yapan (lokanta). 2. seyircilerin arabaları içinde oturarak seyrettikleri (açık hava sineması). drivel
driv.el drîv'ıl fiil (driveled/drivelled, driveling/drivelling) 1. salyası akmak. 2. saçmalamak. isim saçma sapan söz.
driven
driv.en drîv'ın fiil bakınız drive
driver
driv.er dray'vır isim 1. sürücü, şoför. 2. bilgisayar uyumcu.
driver's license
ehliyet, sürücü belgesi.
driveway
drive.wayisim evin garaqını sokağa bağlayan yol.
driving rain
şiddetli yağmur.
driving
driv.ing dray'vîng isim sürme, sürüş. sıfat 1. enerqik, canlı, dinamik. 2. şiddetli, sert.
drizzle
driz.zle drîz'ıl fiil (yağmur) çiselemek, serpiştirmek. isim 1. çisenti. 2. çiseleme.
drone
drone dron isim 1. erkek arı. 2. asalak, parazit, ekti. 3. monoton ses, vızıltı. fiil 1. vızıldamak. 2. homurdanmak.
drool
drool drul fiil ağzı sulanmak.
droop
droop drup fiil 1. sarkmak, bükülmek, eğilmek; sarkıtmak, eğmek. 2. (bitki, çiçek) boynunu bükmek.
drop a brick
pot kırmak, gaf yapmak, çam devirmek.
drop a hint
imada bulunmak, dokundurmak.
drop a line
iki satır yazıvermek, pusula göndermek.
drop anchor
demir atmak, demirlemek.
drop asleep
uyuyakalmak.
drop behind
geri kalmak.
drop down
düşmek.
drop in at
-e uğramak.
drop in on
-i ziyaret etmek.
drop out
(üyelikten) ayrılmak, çıkmak. 2. okula devam etmemek. 393
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük drop
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
drop drap isim 1. damla: a drop of water su damlası; bir damla su. 2. düşüş, iniş: a drop in prices fiyatlarda düşüş. 3. damla, pek az miktar; bir yudum. fiil (dropped/dropt, dropping) 1. damlatmak; damlamak. 2. düşürmek; düşmek: You dropped your pen. Kalemini düşürdün. The inflation rate has dropped to forty percent. Enflasyon oranı yüzde kırka düştü. 3. serpmek. 4. (arabadan) indirmek: Where shall I drop you? Seni nerede indireyim? 5. vazgeçmek, bırakmak: A lack of money has forced us to drop that project. Parasızlık yüzünden o proqeden vazgeçmek zorunda kaldık. 6. kesmek, son vermek: Let's drop this discussion. Bu tartışmaya son verelim. 7. (sesi) alçaltmak; alçalmak.
drop-off
drop-offisim 1. azalma, düşme. 2. dik iniş.
dropout
drop.outisim okulu bırakan öğrenci.
dross
dross drôs isim 1. cüruf, maden posası, dışık. 2. süprüntü, artık, değersiz şeyler.
drought
drought draut isim kuraklık, susuzluk.
drove
drove drov isim sürü.
drown out
(bir sesi) (daha yüksek bir sesle) bastırmak.
drown
drown draun fiil (suda) boğulmak; boğmak.
drowse
drowse drauz fiil uyuklamak, pineklemek.
drowsiness
drowsinessisim uykulu olma, uyuşukluk.
drowsy
drow.sy drau'zi sıfat 1. uykulu. 2. uyku veren.
drudge
drudge dr^c isim ağır ve sıkıcı bir işte çalışan kimse. fiil ağır ve sıkıcı bir iş yapmak.
drudgery
drudg.eryisim ağır ve sıkıcı iş, angarya.
drug addict
uyuşturucu bağımlısı; hapçı.
drug habit
uyuşturucu bağımlılığı.
drug
drug dr^g isim 1. ilaç, ecza. 2. uyuşturucu madde; hap. fiil (drugged, drugging) 1. ilaçla uyuşturmak. 2. (yiyecek veya içeceğe) uyuşturucu ilaç katmak.
druggist
drug.gistisim eczacı.
drugstore
drug.storeisim eczane. 394
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük drum
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
drum dr^m isim 1. davul, trampet, dümbelek. 2. davul sesi. 3. anatomi kulakzarı, kulakdavulu. 4. varil. fiil (drummed, drumming) davul çalmak.
drumbeat
drum.beatisim davul sesi.
drum-head cabbage
top lahana.
drummer
drum.merisim davulcu, trampetçi.
drumstick
drum.stick dr^m'stîk isim 1. davul tokmağı; fışkın; trampet değneği, baget. 2. ahçılık (kümes hayvanında) bacak.
drunk with success
başarı sevinciyle kendinden geçmiş.
drunk
drunk dr^nk fiil bakınız drink sıfat, isim sarhoş, içkili.
drunkard
drunk.ard dr^nk'ırd isim ayyaş, içkici.
drunken
drunk.ensıfat sarhoş, içkili.
drunkenness
drunk.en.nessisim sarhoşluk.
dry cell
kuru pil.
dry cleaner
kuru temizleyici.
dry cleaning
kuru temizleme.
dry cough
kuru öksürük.
dry dock
denizcilikle ilgili kuru havuz.
dry goods
manifatura, mensucat.
dry mustard
toz hardal, hardal tozu.
dry quart
7,747 litre.
dry up
kurumak, tükenmek; kurutmak, tüketmek.
dry
dry dray sıfat 1. kuru. 2. yağmursuz, kurak, susuz. 3. susamış. 4. kurumuş, suyu çekilmiş. 5. süt vermeyen, sütü kesilmiş (inek). 6. kör (kuyu). 7. sert, keskin. 8. yavan, tatsız (söz, konuşma v.b.). 9. sek (içki). 10. sıkıcı. fiil (dried) kurutmak; kurumak.
dryer
dry.er dray'ır isim kurutucu; kurutma makinesi: hair dryer saç kurutucusu. clothes dryer çamaşır kurutma makinesi.
dual
du.al du'wıl sıfat ikili, çifte, çift; çift yönlü.
dual-purpose
du.al-pur.posesıfat çift amaçlı.
395
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dub
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dub d^b fiil (dubbed, dubbing) dublaj yapmak, filmi çekimden sonra seslendirmek.
dubious
du.bi.ous du'biyıs sıfat 1. kuşkulu, şüpheli. 2. belirsiz. 3. kararsız. 4. güvenilmez.
duchess
duch.ess d^ç'îs isim düşes.
duck
duck d^k isim ördek; dişi ördek. fiil 1. (başını veya vücudunu) suya sokup çıkarmak, suya daldırmak; suya dalmak. 2. başını çabucak eğip kaldırmak.
duckling
duck.lingisim ördek yavrusu, palaz.
duct
duct d^kt isim tüp, kanal.
dud
dud d^d isim 1. patlamayan mermi veya bomba. 2. başarısız kimse; fiyasko.
duds
duds d^dz isim, çoğul, konuşma dili giysiler.
due to
-den dolayı, nedeniyle, yüzünden.
due
due du, dyu sıfat 1. ödenmesi gereken, vadesi gelmiş. 2. uygun, gereken: The rent is due at the end of each month. Kiranın, her ayın sonunda ödenmesi gerekiyor. 3. yeterli: After due consideration he accepted the qob. İyice düşünüp taşındıktan sonra işi kabul etti. isim hak.
duel
du.el du'wıl isim düello. fiil düello etmek.
dues
dues duz isim ödenti, aidat.
duet
duet duwet' isim düet, düo.
dug
dug d^g fiil bakınız dig
duke
duke duk isim dük.
dull
dull d^l sıfat 1. kalın kafalı, anlayışsız, gabi. 2. kör, kesmez (bıçak, makas v.b.). 3. donuk, sönük (renk). 4. duygusuz. 5. sıkıcı, kasvetli. fiil 1. sersemlemek; sersemletmek: dull someone's mind birini sersemletmek. 2. körletmek; körlenmek: dull a blade bıçağı körletmek. 3. donuklaştırmak; donuklaşmak. 4. duygusuzlaşmak; duygusuzlaştırmak. 5. (ağrıyı) hafifletmek, azaltmak.
duly
du.ly du'li zarf 1. uygun olarak, gereğince, gerektiği gibi, hakkıyla. 2. tam zamanında. 396
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük dumb
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dumb d^m sıfat 1. dilsiz. 2. dili tutulmuş, sessiz. 3. konuşma dili sersem, kafasız, budala.
dumbfound
dumb.found d^mfaund' fiil hayretler içinde bırakmak, şaşırtmak.
dumfound
dum.found d^mfaund' fiil bakınız dumbfound
dummy
dum.my d^m'i isim 1. taklit, sahte şey. 2. terzilik manken. sıfat taklit, sahte; yapay.
dump truck
damperli kamyon.
dump
dump d^mp fiil 1. boşaltmak, atmak. 2. ticaret damping yapmak, toptan ucuza satmak. isim çöp yığını, çöplük.
dumping
dump.ingisim, ticaret damping.
dumps
dumps d^mps isim, çoğul bakınız be down in the dumps
dun
dun d^n fiil (dunned, dunning) alacağını istemek, borçluyu sıkıştırmak.
dunce
dunce d^ns isim ahmak.
dune
dune dun isim kumul.
dung
dung d^ng isim 1. hayvan tersi. 2. gübre. fiil gübrelemek.
dungarees
dun.ga.rees d^ngıriz' isim, çoğul blucin pantolon, blucin, kot pantolon, kot; blucin tulum.
dungeon
dun.geon d^n'cın isim zindan.
dunk
dunk d^ngk fiil batırmak, banmak.
duo
du.o du'wo isim ikili, duo, düo.
duodenum
du.o.de.num duwıdi'nım isim, anatomi onikiparmak bağırsağı.
dupe
dupe dup isim safdil. fiil aldatmak, dolandırmak.
duplex
du.plex du'pleks sıfat 1. çift. 2. dubleks.
duplicate
du.pli.cate du'plıkît sıfat, isim 1. eş, çift. 2. kopya. fiil 1. kopyasını yapmak. 2. kopya etmek, suretini çıkarmak.
duplicity
du.plic.i.ty duplîs'ıti isim ikiyüzlülük, düzenbazlık, hile.
397
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük durability
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
du.ra.bil.i.ty dûrıbîl'ıti isim 1. dayanıklılık. 2. süreklilik, devam.
durable
du.ra.ble dûr'ıbıl sıfat 1. dayanıklı, sağlam, eskimez. 2. sürekli, devamlı.
duration
du.ra.tion dûrey'şın isim 1. süreklilik, devam. 2. süre.
duress
du.ress dûres' isim zorlama, baskı.
during
dur.ing dûr'îng edat boyunca, süresince, esnasında, zarfında, -de.
dusk
dusk d^sk isim alacakaranlık, akşam karanlığı.
dusky
duskysıfat 1. oldukça karanlık. 2. koyu esmer.
dust cover
şömiz, ceket.
Dust has settled on everything.
Her şey tozlandı.
dust jacket
şömiz, ceket.
dust
dust d^st isim 1. toz. 2. toprak. fiil 1. toz serpmek: dust a cake with sugar keke şeker serpmek. 2. tozunu almak; fırçalamak: She is dusting the furniture. Mobilyanın tozunu alıyor.
dustcloth
dust.clothisim toz bezi.
dustheap
dust.heap (d^st'hip)isim toz veya süprüntü yığını.
dustpan
dust.pan d^st'pän isim faraş.
dusty
dustysıfat 1. tozlu. 2. toz gibi.
Dutch treat
konuşma dili masrafın Alman usulü bölüşüldüğü eğlenti.
Dutch
Dutch d^ç sıfat 1. Hollanda, Hollanda'ya özgü. 2. Hollandalı. 3. Hollandaca. isim Hollandaca.
Dutchman
Dutch.man d^ç'mın isim (Dutchmen) Hollandalı erkek, Hollandalı.
Dutchwoman
Dutch.wom.an d^ç'wûmın isim (Dutchwomen) Hollandalı kadın, Hollandalı.
dutiful
du.ti.fulsıfat 1. ödevcil. 2. saygılı.
duty to
-e karşı sorumluluk.
duty towards
-e karşı sorumluluk.
duty
du.ty du'ti isim 1. görev, ödev, vazife. 2. gümrük resmi, gümrük vergisi. 398
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
duty-free
du.ty-free du'tifri sıfat, zarf gümrüksüz.
dwarf
dwarf dwôrf isim cüce. fiil 1. cüceleştirmek. 2. küçük göstermek. sıfat cüce, bodur.
dwell in
-de ikamet etmek, -de oturmak.
dwell
dwell dwel fiil (dwelt/dwelled) 1. ikamet etmek, oturmak. 2. on (bir konu) üzerinde durmak.
dweller
dwell.erisim oturan, sakin.
dwelling
dwell.ingisim konut, ev, ikametgâh, mesken.
dwindle
dwin.dle dwîn'dıl fiil 1. yavaş yavaş azalmak, gittikçe ufalmak, giderek küçülmek. 2. önemini kaybetmek.
dye
dye day isim boya, renk. fiil boyamak; boyanmak.
dyestuff
dye.stuff day'st^f isim boya maddesi.
dying
dy.ing day'îng fiil bakınız die
dyke
dyke dayk isim bakınız dike
dynamic
dy.nam.ic daynäm'îk sıfat 1. dinamik, devimsel. 2. mekanik gücü olan. 3. dinamik, canlı, hareketli.
dynamite
dy.na.mite day'nımayt isim dinamit. fiil dinamitle havaya uçurmak, dinamitlemek.
dynamo
dy.na.mo day'nımo isim dinamo.
dynasty
dy.nas.ty day'nısti, [İngiliz İngilizcesi] dîn'ısti isim hanedan.
dysentery
dys.en.ter.y dîs'ınteri isim, tıbbi dizanteri, kanlı basur.
dyspepsia
dys.pep.sia dîspep'şı, dîspep'siyı isim, tıbbi hazımsızlık, dispepsi.
E.
E.kısaltma «East» Eastern English
e.g.
e.g. i'ci' kısaltma exempli gratia (for example) mesela, örneğin.
ea.
ea.kısaltma each
each one
her biri.
each other
birbirini.
each
each iç sıfat her, her bir. zamir her biri, tanesi.
eager beaver
görevine fazlasıyla bağlı kimse.
eager
ea.ger i'gır sıfat istekli, hevesli, can atan.
eagerness
ea.ger.nessisim şevk, istek, arzu, canlılık. 399
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
eagle
ea.gle i'gıl isim kartal, karakuş.
eagle-eyed
ea.gle-eyed i'gılayd' sıfat keskin gözlü.
ear
ear îr isim başak.
eardrum
ear.drum îr'dr^m isim, anatomi kulakzarı, kulakdavulu.
earful
ear.ful îr'fûl isim, konuşma dili 1. azar, papara, zılgıt. 2. bir sürü dedikodu. 3. beklenmedik bir sürü laf.
earl
earl ırl isim kont.
earlobe
ear.lobe îr'lob isim kulakmemesi.
early riser
erken kalkan kimse.
early warning system
erken uyarı sistemi.
early
ear.ly ır'li sıfat erken; eski; ilk. zarf zamansız, vakitsiz, vaktinden evvel.
earmark
ear.mark îr'mark isim 1. hayvanların kulaklarına takılan marka. 2. (bir şeyin) esas niteliği. fiil belirli bir maksat için ayırmak, bir yana koymak.
earn one's keep
(biri/bir hayvan) yaptığı hizmetle kendi masrafını çıkarmak/karşılamak.
earn
earn ırn fiil kazanmak; kazandırmak.
earnest money
teminat akçesi, pey akçesi.
earnest
ear.nest ır'nîst sıfat ciddi, ağırbaşlı.
earnings
earn.ings ır'nîngz isim kazanç, kâr; maaş, gelir.
earphone
ear.phone îr'fon isim bakınız headphone
earring
ear.ring îr'rîng isim küpe.
earshot
ear.shot îr'şat isim bakınız be out of earshot be within earshot
earsplitting
ear.split.ting îr'splîtîng sıfat sağır edici (ses).
earth
earth ırth isim 1. dünya. 2. toprak. 3. elektrik toprak.
earthen
earth.en ır'thın sıfat topraktan yapılmış, toprak.
earthenware
earth.en.ware ır'thınwer isim çanak çömlek. sıfat topraktan yapılmış, toprak.
earthly
earth.ly ırth'li sıfat dünyaya ait, dünyevi.
earthquake
earth.juake ırth'kweyk isim deprem, zelzele, yersarsıntısı.
400
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük earthshaking
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
earth.shak.ing ırth'şeykîng sıfat inançları kökünden sarsan, fikirleri altüst eden.
earthworm
earth.worm ırth'wırm isim yer solucanı.
earthy
earth.y ır'thi sıfat 1. toprağa benzer, topraksı. 2. kaba, incelikten yoksun.
earwax
ear.wax îr'wäks isim kulak kiri.
ease off
gevşetmek.
ease up
gevşetmek.
ease
ease iz fiil 1. rahat ettirmek, sıkıntıdan kurtarmak. 2. (ağrıyı) yatıştırmak. 3. kolaylaştırmak. 4. dikkatle yerleştirmek. 5. yavaş yavaş hareket ettirmek.
easel
ea.sel i'zıl isim ressam sehpası, şövale.
easily
eas.i.ly i'zıli zarf kolaylıkla, kolayca, rahat rahat.
easiness
eas.i.ness i'zînîs isim 1. kolaylık. 2. yumuşaklık, yumuşak davranış.
east
east ist isim doğu, şark. sıfat doğu. zarf doğuya doğru, doğuya.
Easter egg
Paskalya yumurtası.
Easter
East.er is'tır isim Paskalya, Paskalya yortusu.
easterly
east.er.ly is'tırli zarf 1. doğudan. 2. doğuya doğru. sıfat 1. gündoğusuna bakan. 2. doğudan esen.
eastern
east.ern is'tırn sıfat doğu, doğusal, doğuya ait.
eastward
east wardsıfat 1. doğuya yönelen. 2. doğuya bakan. zarf doğuya doğru, doğu yönünde.
eastwardly
east.ward.lyzarf 1. doğuya doğru. 2. doğudan. sıfat 1. doğuya yönelen. 2. doğudan esen (rüzgâr).
eastwards
east.wardszarf doğuya doğru, doğu yönünde.
easy chair
rahat koltuk.
easy mark
konuşma dili kolayca aldatılabilen kimse.
easy money
kolay kazanılmış para.
easy
eas.y i'zi zarf, konuşma dili kolayca, rahatça.
easygoing
eas.y.go.ing i'zigo'wîng sıfat uysal, yumuşak başlı.
eat humble pie
kibri kırılmak, burnu sürtülmek; kabahatini itiraf edip af dilemek, tükürdüğünü yalamak. 401
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
eat one's fill
karnını doyurmak.
eat one's heart out
konuşma dili kendi kendini yemek, içi içini yemek, çok üzülmek.
eat one's words
sözünü geri almak.
eat someone out of house and home konuşma dili aşırı miktarda yiyerek birinin bütçesini altüst etmek. eat up
yiyip bitirmek.
eat
eat it fiil (ate, eaten) 1. yemek. 2. yemek yemek.
eaves
eaves ivz isim saçak.
eavesdrop
eaves.drop ivz'drap fiil on -e kulak misafiri olmak.
ebb tide
cezir, inik deniz.
ebb
ebb eb isim deniz sularının çekilmesi. fiil (deniz) çekilmek.
ebony
eb.on.y eb'ıni isim, sıfat abanoz.
ebullient
e.bul.lient îb^l'yınt sıfat 1. içi kaynayan, coşkun, şevkli. 2. kaynayan, taşan (sıvı).
eccentric
ec.cen.tric îksen'trîk sıfat 1. acayip, garip, tuhaf, eksantrik. 2. dışmerkezli, eksantrik. isim garip bir kişi, eksantrik.
eccentricity
ec.cen.tric.i.ty eksentrîs'ıti isim 1. tuhaflık, eksantriklik. 2. dışmerkezlilik, eksantriklik.
ecclesiastic
ec.cle.si.as.tic îkliziyäs'tîk sıfat kiliseye veya kilise örgütüne ait, dini. isim papaz, rahip.
echelon
ech.e.lon eş'ılan isim, askeri kademe.
echo
ech.o ek'o isim (echoes) yankı. fiil 1. yankılanmak, aksetmek. 2. tekrarlanmak; tekrarlamak.
éclair
é.clair îkler', eykler' isim ekler (bir çeşit pasta).
eclectic
ec.lec.tic eklek'tîk, îklek'tîk sıfat 1. çeşitli sistem ve kaynaklardan derlenmiş. 2. felsefe seçmeci, seçmeciliğe ait. isim, felsefe seçmeci.
eclecticism
ec.lec.ti.cismisim, felsefe seçmecilik.
eclipse
e.clipse îklîps' isim, gökbilim tutulma. fiil 1. ışığını karartmak. 2. (birinden) üstün çıkmak, (birini) gölgede bırakmak. 402
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ecological
ec.o.log.i.cal ekılac'îkıl sıfat ekoloqik, çevrebilimsel.
ecologist
e.col.o.gist îkal'ıcîst isim ekoloqist, çevrebilimci.
ecology
e.col.o.gy îkal'ıci isim ekoloqi, çevrebilim.
econ.
econ.kısaltma «economic» economics economy
economic
ec.o.nom.ic ekınam'îk, ikınam'îk sıfat ekonomiyle ilgili, ekonomik, iktisadi.
economical
ec.o.nom.i.calsıfat tutumlu, hesaplı; ekonomik.
economics
ec.o.nom.icsisim iktisat, ekonomi bilimi.
economist
e.con.o.mist îkan'ımîst isim iktisatçı, ekonomist.
economize
e.con.o.mize îkan'ımayz fiil tasarruf etmek, ekonomi yapmak, iktisat yapmak.
economy
e.con.o.my îkan'ımi isim 1. ekonomi, iktisat. 2. tasarruf, tutumluluk, ekonomi.
ecosystem
ec.o.sys.tem ek'osîstım isim ekosistem.
ecstasy
ec.sta.sy ek'stısi isim esrime, coşu, kendinden geçme, vecit.
ecstatic
ec.stat.ic ekstät'îk sıfat 1. esrik, kendinden geçmiş. 2. çok mutlu, sevinç dolu.
Ecuador
Ec.ua.dor ek'wıdôr isim Ekvador.
Ecuadoran
isim Ekvadorlu. sıfat 1. Ekvador, Ekvador'a özgü. 2. Ekvadorlu.
Ecuadorean
isim Ekvadorlu.
Ecuadorian
isim Ekvadorlu.
ecumenical
ec.u.men.i.cal ekyûmen'îkıl sıfat 1. kiliselerin tümünü temsil eden; tüm kiliselerin kabul ettiği. 2. tüm kiliselerin birleşmesini amaçlayan.
eczema
ec.ze.ma ek'sımı, eg'zımı isim, tıbbi egzama, mayasıl.
ed.
ed.kısaltma edited edition editor
eddy
ed.dy ed'i isim girdap, anafor, eğrim, çevri, burgaç. fiil anaforlanmak, burgaçlanmak.
edema
e.de.ma îdi'mı isim, tıbbi ödem.
edge
edge ec isim 1. kenar. 2. konuşma dili avantaq, üstünlük. fiil 1. kenarına bordür yapmak. 2. (bir tarafa doğru) yavaş yavaş gitmek. 403
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
edgewise
edge.wise ec'wayz zarf yan yan, yanlamasına; yandan.
edginess
edg.i.nessisim sinirlilik.
edging
edg.ing ec'îng isim kenar suyu, dantel, sutaşı.
edgy
edg.y ec'i sıfat sinirli, sinirleri gergin.
edible
ed.i.ble ed'ıbıl sıfat yenebilir. isim yiyecek.
edict
e.dict i'dîkt isim emir, ferman.
edifice
ed.i.fice ed'ıfîs isim büyük yapı.
edify
ed.i.fy ed'ıfay fiil ahlakça yükseltmek.
edifying
ed.i.fyingsıfat ahlakça yükselten.
edit
ed.it ed'ît fiil redaksiyon yapmak.
editing
ed.it.ingisim redaksiyon.
edition
e.di.tion îdîş'ın isim edisyon, basım.
editor
ed.i.tor ed'îtır isim 1. editör. 2. redaktör.
editorial
ed.i.to.ri.al edîtôr'iyıl isim başmakale.
editorship
ed.i.tor.shipisim 1. editörlük. 2. redaktörlük.
educate
ed.u.cate ec'ûkeyt fiil eğitmek; okutmak.
educated
ed.u.catedsıfat eğitimli, tahsilli.
education
ed.u.ca.tion ecûkey'şın isim eğitim.
educational
ed.u.ca.tion.alsıfat eğitimsel, eğitsel; eğitici.
educator
ed.u.ca.torisim eğitimci, eğitmen.
EEC
EEC i'isi kısaltma European Economic Community.
eel
eel il isim (eels/eel) yılanbalığı.
efface oneself
dikkatleri üstüne çekmemeye çalışmak.
efface
ef.face îfeys' fiil 1. silmek, bozmak. 2. yok etmek, gidermek.
effect
ef.fect îfekt' isim etki, sonuç. fiil yerine getirmek, gerçekleştirmek, başarmak.
effective
ef.fec.tive îfek'tîv sıfat 1. yürürlükte. 2. etkili, tesirli. isim, ticaret efektif, nakit.
effects
ef.fectsisim, çoğul eşya, mal.
effectual
ef.fec.tu.al îfek'çuwıl sıfat etkili, istenilen sonucu veren.
effeminate
ef.fem.i.nate îfem'ınît sıfat kadınsı, efemine.
effervesce
ef.fer.vesce efırves' fiil köpürmek, kabarmak. 404
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
effervescent
ef.fer.ves.centsıfat efervesan.
effete
ef.fete îfit' sıfat 1. bitkin, halsiz, güçsüz. 2. kısır, verimsiz. 3. efemine.
efficacious
ef.fi.ca.cious efıkey'şıs sıfat istenen sonucu veren, etkili, tesirli.
efficacy
ef.fi.ca.cy ef'ıkısi isim yarar, fayda, etki.
efficiency
ef.fi.cien.cy îfîş'ınsi isim hızlı ve verimli çalışma.
efficient
ef.fi.cient îfîş'ınt sıfat hızlı ve verimli çalışan, randımanlı.
effigy
ef.fi.gy ef'ıci isim bakınız burn someone in effigy hang someone in effigy
effluence
ef.flu.ence ef'luwıns isim 1. dışarı akma, akıntı. 2. atık su; atık madde.
effluent
effluentisim atık su; atık madde.
effort
ef.fort ef'ırt isim gayret, çaba, efor.
effortless
ef.fort.lesssıfat zahmetsiz, kolay.
effrontery
ef.fron.ter.y îfr^n'tıri isim küstahlık, yüzsüzlük.
effusive
ef.fu.sive îfyu'sîv sıfat coşkun, taşkın.
egg white
yumurta akı.
egg
egg eg fiil on tahrik etmek, kışkırtmak.
eggbeater
egg.beat.er eg'bitır isim yumurta çırpacağı.
eggcup
egg.cup eg'k^p isim yumurtalık, yumurta kabı.
egghead
egg.head eg'hed isim, argo entel, entelektüel.
eggplant
egg.plant eg'plänt isim patlıcan.
eggshell
egg.shell eg'şel isim yumurta kabuğu.
ego
e.go i'go isim benlik, ego, ben.
egocentric
e.go.cen.tric igosen'trîk sıfat egosantrik, beniçinci.
egocentricity
e.go.cen.tric.i.tyisim egosantrizm, beniçincilik.
egoism
e.go.ism i'gowîzım isim egoizm, bencillik.
egoist
e.go.istisim bencil, egoist.
egotism
e.go.tism i'gıtîzım isim egotizm, benlikçilik.
egotist
e.go.tistisim bencil.
egregious
e.gre.gious îgri'cıs sıfat fevkalade kötü, korkunç: an egregious mistake korkunç bir yanlış. 405
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Egypt
E.gypt i'cîpt isim Mısır.
Egyptian
E.gyp.tian îcîp'şın isim Mısırlı. sıfat 1. Mısır, Mısır'a özgü. 2. Mısırlı.
eh
eh ey ünlem, konuşma dili 1. ... değil mi?: He's a lucky guy, eh? Şanslı bir herif, değil mi? 2. Ne?/Ha?: "Come here!""Eh?" "I said `Come here!'" "Buraya gel!""Ne?" "`Buraya gel!' dedim.
eiderdown
ei.der.down ay'dırdaun isim kuştüyü yorgan.
eight
eight eyt sıfat sekiz. isim sekiz rakamı (6, VIII).
eighteen
eight.een ey'tin' sıfat onsekiz. isim onsekiz rakamı (36, XVIII).
eighteenth
eight.eenthsıfat, isim 1. onsekizinci. 2. onsekizde bir.
eighth note
sekizlik nota, sekizlik.
eighth
eighth eyt.th sıfat 1. sekizinci. 2. sekizde bir.
eight-hour day
günde sekiz saat çalışma sistemi.
eightieth
eightiethsıfat, isim 1. sekseninci. 2. seksende bir.
eighty
eight.y ey'ti, eyth sıfat seksen. isim seksen rakamı (68, LXXX).
Eire
Eir.e er'ı isim İrlanda Cumhuriyeti.
either this or that
ya bu ya o.
either
ei.ther i'dhır, ay'dhır sıfat ikisi de; her iki: She doesn't like either one. İkisini de sevmiyor. On either side of him sat a cat. Her iki tarafında bir kedi oturuyordu. zamir her ikisi, ikisi de; ikisinden biri: You can have either. İkisinden birini alabilirsin. bağlaç ya ... ya (da) : Either you do this or you clear out of here for good. Ya bunu yaparsın, ya buradan temelli defolursun. zarf de: "I don't know how to play bridge." "I don't either." "Briç oynamayı bilmiyorum." "Ben de."
ejaculate
e.jac.u.late îcäk'yıleyt fiil 1. birdenbire yüksek bir sesle söylemek. 2. boşalmak, meni gelmek.
ejaculation
ejac.u.la.tionisim 1. ünlem. 2. boşalma, meninin atılması.
406
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük eject
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
e.ject îcekt' fiil 1. dışarı atmak, çıkarmak, fışkırtmak. 2. defetmek, kovmak.
ejector
e.jectorisim, makine fışkırtıcı, eqektör.
eke out a living
kıt kanaat geçinmek.
eke out
(bir şey yapmakla) (yetersiz bir şeyi) artırmak.
eke
eke ik fiil bakınız eke out eke out a living
El Salvador
El Sal.va.dor el säl'vıdôr El Salvador.
elaborate
e.lab.o.rate îläb'ıreyt fiil (on) ayrıntılarına girmek.
élan
é.lan eylan' isim şevk, canlılık.
elapse
e.lapse îläps' fiil (zaman) geçmek, akmak.
elastic
e.las.tic îläs'tîk sıfat 1. esnek, elastik, elastiki. 2. lastikli. isim lastik, lastikli şerit.
elasticity
e.las.tic.i.ty îlästîs'ıti isim esneklik, elastiklik, elastisite.
elate
e.late îleyt' fiil çok sevindirmek, çok neşelendirmek.
elated
e.latedsıfat sevinçli, kıvançlı.
elation
e.la.tion îley'şın isim sevinç, kıvanç.
elbow grease
konuşma dili alın teri, emek.
elbow
el.bow el'bo isim dirsek. fiil dirsekle itmek veya vurmak, dirseklemek; ite kaka yol açmak.
elbowroom
el.bow.room el'borum' isim rahatça hareket edilebilecek yer, geniş yer.
elder brother
ağabey.
elder sister
abla.
elder
el.der el'dır isim mürver ağacı, mürver.
elderly
eld.er.ly el'dırli sıfat oldukça yaşlı.
elders
eld.ersisim, çoğul (yaşça) büyükler.
eldest
eld.est el'dîst sıfat (yaşça) en büyük.
elect
e.lect îlekt' fiil seçmek.
election
e.lec.tion îlek'şın isim seçim.
electioneer
e.lec.tion.eer îlekşınir' fiil seçim propagandası yapmak.
elective
e.lec.tive îlek'tîv sıfat 1. isteğe bağlı. 2. seçimle elde edilen (bir makam). isim seçmeli ders.
elector
e.lec.tor îlek'tır isim seçmen.
electorate
e.lec.tor.ate îlek'tırît isim seçmenler. 407
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
electric arc
fizik, elektrik elektrik arkı, elektrik yayı.
electric chair
elektrikli sandalye.
electric current
elektrik elektrik akımı, elektrik cereyanı.
electric eye
elektrikli göz.
electric fan
vantilatör.
electric guitar
müzik elektrogitar.
electric light
elektrik lambası.
electric meter
elektrik saati.
electric motor
elektrik motoru.
electric power
elektrik kuvveti.
electric shaver
elektrikli tıraş makinesi.
electric
e.lec.tric îlek'trîk sıfat, elektrik 1. elektrikle ilgili. 2. elektrikli.
electrical appliance
elektrikli alet; elektrikli aygıt.
electrical engineer
elektrik mühendisi.
electrical
e.lec.tri.cal îlek'trîkıl sıfat, elektrik 1. elektrikli. 2. elektrikle ilgili.
electrician
e.lec.tri.cian îlektrîş'ın isim elektrikçi, elektrik tesisatçısı.
electricity
e.lec.tric.i.ty îlektrîs'ıti isim elektrik.
electrification
e.lec.tri.fi.ca.tion îlektrıfîkey'şın isim elektriklendirme, elektrifikasyon.
electrify
e.lec.tri.fy îlek'trıfay fiil 1. elektriklendirmek. 2. elektriklemek. 3. heyecanlandırmak, heyecan vermek.
electrocardiogram
e.lec.tro.car.di.o.gram îlek'trokar'diyıgräm' isim, tıbbi elektrokardiyogram.
electrocute
e.lec.tro.cute îlek'trıkyut fiil 1. elektrikle öldürmek. 2. elektrikli sandalyede idam etmek.
electrode
e.lec.trode îlek'trod isim elektrot.
electrolysis
e.lec.trol.y.sis îlektral'ısîs isim elektroliz.
electrolyte
e.lec.tro.lyte îlek'trılayt isim elektrolit.
electromagnet
e.lec.tro.mag.net îlek'tromäg'nît isim elektromıknatıs.
electromagnetic
e.lec.tro.mag.net.icsıfat elektromanyetik.
electron
e.lec.tron îlek'tran isim elektron. 408
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
electronic music
müzik elektronik müzik.
electronic
e.lec.tron.ic îlektran'îk sıfat elektronik.
electronics
e.lec.tron.ics îlektran'îks isim elektronik.
electropositive
e.lec.tro.pos.i.tive îlektropaz'ıtîv sıfat elektropozitif.
electroshock
e.lec.tro.shock îlek'troşak isim, tıbbi elektroşok.
elegance
el.e.gance el'ıgıns isim zarafet.
elegant
el.e.gant el'ıgınt sıfat zarif.
elegy
el.e.gy el'ıci isim eleqi, ağıt.
element
el.e.ment el'ımınt isim 1. öğe, unsur, eleman, parça. 2. kimya element, öğe.
elemental
el.e.men.tal elımen'tıl sıfat 1. ilkel; dizginsiz, frenlenmemiş. 2. doğadaki güçlere özgü. 3. doğal.
elementary education
ilköğretim.
elementary school
ilkokul.
elementary
el.e.men.ta.ry elımen'tıri sıfat 1. başlayanlar için: elementary French course yeni başlayanlar için Fransızca kursu. 2. temel. 3. ilkel. 4. basit, kolay.
elements
el.e.mentsisim, çoğul 1. the doğa güçleri. 2. gruplar. 3. temel ilkeler.
elephant
el.e.phant el'ıfınt isim fil.
elevate
el.e.vate el'ıveyt fiil 1. yükseltmek; kaldırmak. 2. terfi ettirmek.
elevation
el.e.va.tion elıvey'şın isim 1. yükseltme; kaldırma. 2. terfi. 3. coğrafya yükselti.
elevator shaft
asansör boşluğu.
elevator
el.e.va.tor el'ıveytır isim 1. asansör. 2. silo.
eleven
e.lev.en îlev'ın sıfat on bir. isim on bir rakamı (33, XI).
eleventh hour
son dakika.
eleventh
e.lev.enthsıfat 1. on birinci. 2. on birde bir.
elf
elf elf isim (elves) cüce ve yaramaz cin.
elicit
e.lic.it îlîs'ît fiil 1. (gerçeği) ortaya çıkarmak. 2. (bilgi) edinmek, sağlamak. 3. -e yol açmak, -e neden olmak.
eligibility
el.i.gi.bil.i.tyisim uygunluk.
eligible
el.i.gi.ble el'ıcıbıl sıfat for -e uygun. 409
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük eliminate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
e.lim.i.nate îlîm'ıneyt fiil 1. gidermek; yok etmek. 2. (bir yarışçıyı) elemek. 3. konuşma dili öldürmek, temizlemek.
elimination
elim.i.na.tionisim 1. giderme; yok etme. 2. (yarışçıyı) eleme.
elite
e.lite elit', îlit' isim elit, seçkinler. sıfat elit, seçkin.
elixir
e.lix.ir îlîk'sır isim iksir.
elk
elk elk isim kanadageyiği; avrupamusu.
ellipse
el.lipse îlîps' isim elips.
ellipsis
el.lip.sis îlîp'sîs isim, dilbilgisi (ellipses) eksilti, eksiltili anlatım.
elliptical
el.lip.ti.cal îlîp'tîkıl sıfat eliptik.
elm
elm elm isim karaağaç.
elocution
el.o.cu.tion elıkyu'şın isim 1. söz söyleme sanatı. 2. etkili ve güzel konuşma tarzı.
elongate
e.lon.gate îlông'geyt fiil uzatmak.
elongation
elon.ga.tionisim uzatma.
elope
e.lope îlop' fiil evlenmek için evden kaçmak, âşığıyla kaçmak.
eloquence
el.o.juence el'ıkwıns isim etkili ve güzel söz söyleme yeteneği.
eloquent
el.o.juentsıfat 1. etkili ve güzel söz söyleyen. 2. etkili ve güzel (sözler, konuşma tarzı).
else
else els zarf başka: What else can he do? Başka ne yapabilir? Who else was there? Orada başka kim vardı? Where else can they be? Başka nerede olabilirler?
elsewhere
else.where els'hwer zarf başka yere; başka yerde.
elucidate
e.lu.ci.date îlu'sıdeyt fiil açıklamada bulunmak, izahat vermek; açıklamak.
elude
e.lude îlud' fiil 1. (izleyenleri, bir tehlikeyi) atlatmak. 2. hatırlayamamak, aklına gelmemek: The name of the town eludes me. Şehrin adı aklıma gelmiyor.
elusive
e.lu.sive îlu'sîv sıfat 1. yakalanması zor. 2. tarifi zor; anlaşılması zor. 3. çabucak geçen. 410
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
elves
elves elvz isim, çoğul bakınız elf
emaciated
e.ma.ci.at.ed îmey'şiyeytıd sıfat (açlıktan veya hastalıktan) çok zayıflamış, sıskası çıkmış, bir deri bir kemik kalmış.
emanate
em.a.nate em'ıneyt fiil from -den çıkmak; -den yayılmak; -den fışkırmak; -den akmak.
emancipate
e.man.ci.pate îmän'sıpeyt fiil 1. azat etmek, serbest bırakmak, özgürlüğüne kavuşturmak. 2. from -den kurtarmak.
emancipation
eman.ci.pa.tionisim 1. azat etme, serbest bırakma. 2. özgürlük, kurtuluş.
emasculate
e.mas.cu.late îmäs'kyıleyt fiil 1. hadım etmek, enemek, burmak. 2. kuvvetten düşürmek. 3. (bazı kısımları çıkararak veya sansür ederek) (bir yazıyı) kuşa çevirmek/benzetmek.
embalm
em.balm îmbam' fiil tahnit etmek, mumyalamak.
embankment
em.bank.ment îmbängk'mınt isim toprak set.
embargo
em.bar.go îmbar'go isim (embargoes) ambargo.
embark on
-e girişmek, -e başlamak.
embark upon
-e girişmek, -e başlamak.
embark
em.bark îmbark' fiil gemiye binmek.
embarkation
em.bark.a.tionisim gemiye binme.
embarrass
em.bar.rass îmbär'ıs fiil utandırmak, mahcup etmek.
embarrassment
em.bar.rass.mentisim utanma, utanç duyma, mahcup olma.
embassy
em.bas.sy em'bısi isim elçilik, sefaret.
embattled
em.bat.tled îmbät'ıld sıfat güç durumda, sıkışmış.
embed
em.bed îmbed' fiil (embedded, embedding) (in) (içine) iyice yerleştirmek, gömmek.
embellish
em.bel.lish îmbel'îş fiil süslemek.
embellishment
em.bel.lish.mentisim 1. süsleme. 2. süs.
ember
em.ber em'bır isim kor; köz.
embezzle
em.bez.zle îmbez'ıl fiil (emanet para veya mülkü) zimmetine geçirmek. 411
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
embezzlement
em.bez.zle.mentisim zimmete geçirme.
embezzler
em.bez.zler îmbez'lır isim zimmetine para geçiren kimse.
embitter
em.bit.ter îmbît'ır fiil hayata küstürmek.
emblazon
em.bla.zon îmbley'zın fiil 1. süslemek, tezyin etmek. 2. armalarla donatmak. 3. kutlamak.
emblem
em.blem em'blım isim amblem, simge.
embodiment
em.bod.i.ment îmbad'imınt isim (bir şeyin) somut hali; kendisi: She is the embodiment of elegance. Zarafetin ta kendisi.
embody
em.bod.y îmbad'i fiil 1. in (belirli veya somut bir halde) dışa vurmak. 2. kapsamak.
embolden
em.bold.en îmbol'dın fiil cesaret vermek, yüreklendirmek.
embolism
em.bo.lism em'bılîzım isim, tıbbi amboli.
emboss
em.boss îmbôs' fiil 1. kabartma desenle süslemek. 2. kakmak, kabartmak.
embrace
em.brace îmbreys' fiil 1. (birine) sarılmak, (birini) kucaklamak; kucaklaşmak. 2. kapsamak. 3. (bir dini) kabul etmek, (bir dine) girmek. 4. (bir teklifi) kabul etmek. isim kucak.
embroider
em.broi.der îmbroy'dır fiil 1. üzerine nakış işlemek. 2. (anlatılan bir öykü veya olayı) hayalinden bir şeyler katarak süslemek.
embroidery frame
kasnak.
embroidery
em.broi.der.yisim nakış, işleme.
embroil
em.broil îmbroyl' fiil (birini) (zor bir işe) sokmak, karıştırmak.
embryo
em.bry.o em'briyo isim, biyoloji embriyon, oğulcuk.
emcee
em.cee em'si' isim sunucu. fiil (bir programın) sunuculuğunu yapmak.
emend
e.mend îmend' fiil (bir metnin) yanlışlarını düzeltmek.
emendation
e.mend.a.tionisim (metne ait) düzeltme.
412
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük emerald
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
em.er.ald em'ırıld isim 1. zümrüt. 2. zümrüt yeşili. sıfat zümrüt yeşili.
emerge
e.merge îmırc' fiil çıkmak, meydana çıkmak.
emergency door
acil çıkış kapısı.
emergency exit
acil çıkış kapısı.
emergency landing
mecburi iniş.
emergency treatment
acil tedavi.
emergency ward
(hastanede) acil servis.
emergency
e.mer.gen.cy îmır'cınsi isim acil durum.
emergent
e.mergentsıfat çıkan, meydana çıkan.
emeritus
e.mer.i.tus îmer'ıtıs sıfat emeritus (emekli bir üniversite öğretim görevlisine verilen unvan).
emery board
zımparalı tırnak törpüsü.
emery
em.er.y em'ıri isim zımpara.
emetic
e.met.ic îmet'îk sıfat, isim kusturucu (ilaç).
emigrant
em.i.grant em'ıgrınt isim göçmen.
emigrate
em.i.grate em'ıgreyt fiil göç etmek.
emigration
em.i.gra.tionisim göç.
émigré
é.mi.gré em'ıgre isim siyasi göçmen.
eminence
em.i.nence em'ınıns isim 1. yüksek bir mevki. 2. yükseklik; yüksek yer, tepe.
eminent
em.i.nent em'ınınt sıfat 1. yüksek (mevki). 2. tanınmış ve üstün, ünlü (kişi). 3. yüksek (yer).
emissary
em.is.sar.y em'ıseri isim özel bir görevle gönderilen kişi.
emission
e.mis.sion îmîş'ın isim 1. çıkarma; yayma. 2. mali işler emisyon.
emit
e.mit îmît' fiil (emitted, emitting) çıkarmak; fışkırtmak; yaymak.
emollient
e.mol.lient îmal'yınt sıfat yumuşatıcı. isim yumuşatıcı ve acıyı dindiren merhem.
emolument
e.mol.u.ment îmal'yımınt isim ücret; maaş; kazanç.
emotion
e.mo.tion îmo'şın isim duygu, his; heyecan.
413
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük emotional
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
e.mo.tion.al îmo'şınıl sıfat duygusal, duygulu, heyecanlı.
empathy
em.pa.thy em'pıthi isim, ruhbilim bir başkasının duygularını anlayabilme, duygu sezgisi.
emperor
em.per.or em'pırır isim imparator.
emphasis
em.pha.sis em'fısîs isim (emphases) 1. vurgu, vurgulama. 2. önem.
emphasise
em.pha.sise em'fısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız emphasize
emphasize
em.pha.size em'fısayz fiil vurgulamak.
emphatic
em.phat.ic emfät'îk sıfat 1. vurgulanarak söylenen. 2. ısrarlı. 3. göze çarpan, frapan.
emphatically
em.phat.ic.al.lyzarf 1. üzerinde durarak. 2. kesin olarak.
emphysema
em.phy.se.ma emfısi'mı isim, tıbbi anfizem.
empire
em.pire em'payr isim imparatorluk.
empirical
em.pir.i.cal empîr'îkıl sıfat deneysel, ampirik.
empiricism
em.pir.i.cism empîr'ısîzım isim deneycilik, ampirizm.
empiricist
em.pir.i.cist empîr'ısîst isim deneyci, ampirist.
employ
em.ploy împloy' fiil 1. kullanmak. 2. bir hizmet veya işte kullanmak, istihdam etmek. isim bakınız be in the employ of
employee
em.ploy.ee împloy'i, employi' isim çalışan; görevli; işçi.
employer
em.ploy.erisim patron, işveren.
employment agency
iş bulma bürosu, iş ve işçi bulma kurumu.
employment
em.ploy.ment împloy'mınt isim iş verme, istihdam.
empower
em.pow.er împaw'ır fiil yetki vermek.
empress
em.press em'prîs isim imparatoriçe.
emptiness
emp.ti.nessisim boşluk.
empty words
boş laf.
empty
emp.ty emp'ti sıfat 1. boş. 2. of -den yoksun. 3. konuşma dili aç. isim boş şey, boş. fiil boşaltmak; dökmek; boşalmak; dökülmek. 414
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
empty-handed
emp.ty-handedsıfat eli boş.
emulate
em.u.late em'yıleyt fiil benzerini veya daha iyisini yapmaya çalışmak; taklit etmeye çalışmak.
emulsion
e.mul.sion îm^l'şın isim emülsiyon.
en route
yoldayken, giderken.
enable
en.a.ble îney'bıl fiil 1. imkân vermek, mümkün kılmak, sağlamak. 2. yetki vermek.
enact
en.act înäkt' fiil yasalaştırmak.
enamel
e.nam.el înäm'ıl isim 1. emay. 2. mine. 3. (dişlere ait) mine. sıfat emaye. fiil (enameled/enamelled, enameling/enamelling) 1. emaylamak. 2. minelemek.
enameled
enam.eledsıfat emaye.
enamor
en.am.or înäm'ır fiil bakınız be enamored of
enamour
en.am.our înäm'ır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız enamor
encase
en.case înkeys' fiil bakınız be encased in
enchant
en.chant înçänt' fiil 1. büyülemek. 2. konuşma dili (birinin) çok hoşuna gitmek.
enchanting
en.chant.ingsıfat 1. büyüleyici. 2. konuşma dili harika, fevkalade, çok güzel.
enchilada
en.chi.la.da ençîla'dı isim Meksika mutfağına özgü böreğe benzeyen acılı bir yemek.
encircle
en.cir.cle ensır'kıl fiil etrafını çevirmek, kuşatmak.
encl.
encl.kısaltma enclosed enclosure
enclose
en.close înkloz' fiil 1. (bir şeyi) (bir mektupla aynı zarf içine) koymak: I've enclosed a photograph with this letter. Bu mektupla birlikte bir fotoğraf gönderiyorum. 2. (bir yeri) (duvar, çit v.b. ile) çevirmek: She enclosed her garden with a hedge. Bahçesini çitle çevirdi.
enclosure
en.clo.sure înklo'qır isim 1. (bir yeri) (duvar, çit v.b. ile) çevirme. 2. (duvar, çit v.b. ile) çevrili olan yer.
enclosures
en.clo.suresisim (mektupla aynı zarf içinde) gönderilen şeyler, ilişiktekiler.
415
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük encompass
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.com.pass înk^m'pıs fiil 1. kapsamak. 2. kaplamak, örtmek. 3. kuşatmak.
encore
en.core ang'kôr ünlem Bravo! isim bis.
encounter
en.coun.ter înkaun'tır fiil 1. (bir tehlike veya zorlukla) karşı karşıya gelmek. 2. rastlamak.
encourage
en.cour.age înkır'îc fiil 1. teşvik etmek, özendirmek. 2. cesaret vermek, yüreklendirmek.
encouragement
en.cour.age.mentisim 1. teşvik etme, özendirme. 2. cesaret verme, yüreklendirme.
encouraging
en.cour.ag.ing înkır'îcîng sıfat 1. ümitlendirici, umut verici. 2. teşvik edici, özendirici. 3. cesaret verici, yüreklendirici.
encroach
en.croach înkroç' fiil upon (başkasının hakkına) tecavüzde bulunmak.
encroachment
en.croach.mentisim (başkasının hakkına) tecavüzde bulunma.
encrust
en.crust înkr^st' fiil bakınız be encrusted with
encumber
en.cum.ber înk^m'bır fiil bakınız be encumbered with
encumbrance
en.cum.branceisim 1. yük. 2. çocuk. 3. hukuk ipotek.
encyclopaedia
en.cy.clo.pae.di.a ensayklıpi'diyı isim, İngiliz İngilizcesi bakınız encyclopedia
encyclopedia
en.cy.clo.pe.di.a ensayklıpi'diyı isim ansiklopedi.
encyclopedic
en.cy.clo.pe.dicsıfat ansiklopedik.
end table
küçük masa, sehpa.
end
end end isim 1. uç. 2. son, nihayet. 3. akıbet. 4. gaye, amaç; niyet, maksat. 5. mecazi ölüm, son. fiil bitirmek, son vermek; bitmek, sona ermek.
endanger
en.dan.ger îndeyn'cır fiil tehlikeye atmak.
endear oneself to someone
kendini birine sevdirmek.
endear
en.dear îndîr' fiil sevdirmek.
endearing
en.dear.ingsıfat sevimli, tatlı.
endeavor
en.deav.or îndev'ır fiil yapmaya çalışmak; gayret etmek, çalışmak. isim çaba, gayret.
416
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük endemic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.dem.ic endem'îk sıfat in (bir yer veya halka) özgü: That disease is endemic in India. O hastalık Hindistan'a özgü.
ending
end.ing en'dîng isim 1. son, nihayet. 2. dilbilgisi takı, sonek.
endive
en.dive en'dayv, an'div isim acımarul, yabanimarul, hindiba.
endless
end.less end'lîs sıfat sonsuz.
endlessly
end.less.lyzarf durmadan, bitmek tükenmek bilmeksizin.
endlessness
end.less.nessisim sonsuzluk.
endorse a bill
çeki ciro etmek.
endorse
en.dorse îndôrs' fiil 1. ciro etmek. 2. onaylamak.
endorsement
en.dorse.ment îndôrs'mınt isim 1. ciro. 2. onay.
endow
en.dow îndau' fiil with -e bağışta bulunmak.
endowment
en.dow.mentisim 1. Allah vergisi, doğuştan gelen özel yetenek. 2. bağışlardan oluşan toplu sermaye. 3. bağışta bulunma.
endurable
en.dur.ablesıfat dayanılabilir.
endurance
en.dur.ance îndûr'ıns isim dayanma gücü, tahammül.
endure
en.dure îndûr', îndyûr' fiil dayanmak, tahammül etmek, çekmek, kaldırmak.
enduring
en.dur.ing îndûr'îng, îndyûr'îng sıfat 1. dayanıklı. 2. devamlı, sürekli.
endways
end.ways end'weyz zarf 1. dik, dikine. 2. ucu ileriye doğru; uzunluğuna. 3. uç uca.
endwise
end.wise end'wayz zarf bakınız endways
enema
en.e.ma en'ımı isim, tıbbi lavman, tenkıye.
enemy
en.e.my en'ımi isim düşman.
energetic
en.er.get.ic enırcet'îk sıfat enerqik, faal.
energize
en.er.gize en'ırcayz fiil enerqi vermek, güç vermek.
energy crisis
enerji krizi.
energy
en.er.gy en'ırci isim 1. enerqi, erke. 2. enerji, güç, kuvvet. 417
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük enervate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.er.vate en'ırveyt fiil zayıflatmak, kuvvetten düşürmek.
enfold
en.fold înfold' fiil 1. katlamak, sarmak. 2. kucaklamak, bağrına basmak.
enforce
en.force înfôrs' fiil uygulamak, tatbik etmek, yerine getirmek.
enforceable
en.force.ablesıfat uygulanabilir.
enforcement
en.force.mentisim uygulama.
enfranchise
en.fran.chise înfrän'çayz fiil oy hakkı vermek.
Eng.
Eng.kısaltma «England» English
engage in
ile meşgul olmak.
engage someone's attention
birinin kafasını meşgul etmek.
engage
en.gage îngeyc' fiil 1. işe almak, tutmak, angaqe etmek. 2. birbirine girmek, çarpışmak. 3. söz vermek, taahhüt etmek. 4. makine birbirine geçmek; birbirine geçirmek, birbirine tutturmak.
engaged
en.gaged îngeycd' sıfat 1. nişanlı. 2. meşgul (telefon).
engagement
en.gage.ment îngeyc'mınt isim 1. nişanlanma. 2. randevu. 3. söz; vaat, taahhüt. 4. çarpışma, dövüşme. 5. belirli bir süre için ücretli iş.
engaging
en.gag.ing îngey'cîng sıfat hoş, sevimli, çekici.
engender
en.gen.der încen'dır fiil 1. meydana getirmek, oluşturmak. 2. doğurmak.
engine driver
İngiliz İngilizcesi, demiryolu makinist.
engine
en.gine en'cın isim 1. motor. 2. lokomotif.
engineer
en.gi.neer encınîr' isim 1. mühendis. 2. demiryolu makinist. 3. denizcilikle ilgili çarkçı. fiil planlayıp düzenlemek.
engineering
en.gi.neer.ingisim mühendislik.
England
Eng.land îng'glınd isim İngiltere.
English
Eng.lish îng'glîş sıfat 1. İngiliz. 2. İngilizce. isim İngilizce.
Englishman
Eng.lish.man îng'glîşmın isim (Englishmen) İngiliz erkek, İngiliz. 418
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Englishwoman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Eng.lish.wom.an îng'glîşwûmın isim (Englishwomen) İngiliz kadın, İngiliz.
engrain
en.grain îngreyn' fiil 1. in (düşünce, alışkanlık v.b.'ni) e aşılamak. 2. in -in içine iyice çektirmek/geçirtmek.
engrave
en.grave îngreyv' fiil hakketmek, kazımak.
engraver
en.grav.erisim 1. hakkâk, oymacı. 2. gravürcü.
engraving
en.grav.ing îngrey'vîng isim 1. gravür. 2. hakkâklık, oymacılık. 3. hakkâk işi.
engross one's thoughts
kafasını bütünüyle işgal etmek.
engross
en.gross îngros' fiil bakınız engross one's thoughts be engrossed in
engrossing
en.gross.ingsıfat çok sürükleyici (roman, film v.b.).
engulf
en.gulf îng^lf' fiil içine çekmek, yutmak.
enhance
en.hance înhäns' fiil (değer, fiyat v.b.'ni) artırmak, yükseltmek.
enigma
e.nig.ma înîg'mı isim bilmece, muamma.
enjoin
en.join încoyn' fiil 1. tembih etmek; emretmek: I enqoined him to leave. Gitmesini tembih ettim. 2. yasaklamak.
enjoy good health
sağlığı yerinde olmak.
enjoy oneself
eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
enjoy
en.joy încoy' fiil zevk almak, hoşlanmak.
enjoyable
en.joy.ablesıfat hoş, tatlı, zevkli, eğlenceli.
enjoyment
en.joy.mentisim zevk.
enlarge upon
daha ayrıntılı bir şekilde anlatmak.
enlarge
en.large înlarc' fiil büyütmek; genişletmek; büyümek; genişlemek.
enlargement
en.large.mentisim 1. büyütme; büyüme. 2. fotoğrafçılık agrandisman.
enlarger
en.larg.erisim, fotoğrafçılık agrandisör, büyülteç.
enlighten
en.light.en înlayt'ın fiil aydınlatmak, bilgilendirmek.
enlightened
en.light.en.edsıfat aydın (kimse).
enlightenment
en.light.en.mentisim aydınlatma, bilgilendirme; aydınlanma, bilgilenme. 419
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük enlist
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.list înlîst' fiil 1. askere kaydolmak/yazılmak; askere kaydetmek/yazmak. 2. yardımını sağlamak.
enliven
en.liv.en înlay'vın fiil canlandırmak.
enmesh
en.mesh enmeş' fiil in (birini) (olumsuz bir duruma) düşürmek.
enmity
en.mi.ty en'mıti isim düşmanlık, husumet.
ennoble
en.no.ble îno'bıl fiil 1. soylular sınıfına almak, asalet unvanı vermek. 2. yüceltmek.
enormity
e.nor.mi.ty înôr'mıti isim 1. şer, büyük kötülük. 2. muazzamlık, büyüklük.
enormous
e.nor.mous înôr'mıs sıfat kocaman, muazzam.
enough and to spare
yeter de artar bile.
enough
e.nough în^f' isim yeterli miktar. sıfat yeterli, kâfi. zarf kâfi derecede. ünlem Yeter!
Enough's enough.
Yeter artık!
enquire
en.juire înkwayr' fiil bakınız inquire
enrage
en.rage înreyc' fiil öfkelendirmek, hiddetlendirmek.
enrich
en.rich înrîç' fiil 1. zenginleştirmek, zengin etmek. 2. zenginleştirmek, değerini artırmak.
enroll
en.roll înrol' fiil kaydını yapmak, kaydetmek; kaydolmak, yazılmak.
enrollment
en.roll.mentisim kaydetme, kayıt.
ensconce oneself in
-e yerleşmek.
ensconce
en.sconce enskans' fiil yerleştirmek.
ensemble
en.sem.ble ansam'bıl isim 1. müzik topluluk. 2. tiyatro trup. 3. bütün. 4. birkaç parçadan oluşan kadın kostümü, takım, döpiyes.
enshrine
en.shrine înşrayn' fiil -i -in içinde saygın bir yere koymak.
ensign
en.sign en'sayn, en'sın isim bayrak, sancak, bandıra.
enslave
en.slave însleyv' fiil köle yapmak, esir etmek.
ensnare
en.snare însneyr' fiil tuzağa düşürmek.
ensue
en.sue însu' fiil çıkmak, meydana gelmek; ardından gelmek, izlemek. 420
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ensure
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.sure înşûr' fiil 1. sağlamak, temin etmek. 2. garanti etmek.
entail
en.tail înteyl' fiil gerektirmek.
entangle
en.tan.gle întäng'gıl fiil 1. dolaştırmak, karmakarışık etmek. 2. in (olumsuz bir şeye) karıştırmak, bulaştırmak.
entanglement
en.tan.gle.mentisim 1. karışıklık, dolaşıklık. 2. engel, mânia.
enter into an agreement
anlaşmaya girmek.
enter into
-e başlamak, - e girişmek.
enter on
-e başlamak, -e girişmek.
enter one's head
-in aklına gelmek.
enter upon
-e başlamak, -e girişmek.
enter
en.ter en'tır fiil 1. girmek, içine girmek. 2. girişmek, başlamak. 3. deftere yazmak, kaydetmek. 4. bilgisayar "Enter" tuşuna basarak (bir komutu) gerçekleştirmek.
enterprise
en.ter.prise en'tırprayz isim girişim, teşebbüs.
enterprising
en.ter.pris.ing en'tırprayzîng sıfat uyanık, açıkgöz, girişken, müteşebbis.
entertain a motion
(başkan) bir teklifi kabul edip kurula sunmak.
entertain
en.ter.tain entırteyn' fiil 1. eğlendirmek. 2. misafir etmek, ağırlamak, ikram etmek.
entertaining
en.ter.tain.ing entırtey'nîng sıfat eğlenceli, eğlendirici.
entertainment
en.ter.tain.ment entırteyn'mınt isim parti, davet; ziyafet; balo.
enthrall
en.thrall înthrôl' fiil büyülemek.
enthrone
en.throne înthron' fiil tahta çıkarmak.
enthuse
en.thuse înthuz' fiil about/over göklere çıkarmak, çok övmek.
enthusiasm
en.thu.si.asm înthu'ziyäzım isim şevk, istek; heves.
enthusiastic
en.thu.si.as.ticsıfat şevkli, hararetli.
entice
en.tice întays' fiil (birini) tatlılıkla (kötü bir şey yapmaya) ikna etmek.
421
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük enticement
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
en.tice.mentisim 1. baştan çıkarma. 2. çekici ancak tehlikeli şey. 3. çekicilik.
enticing
en.tic.ingsıfat çekici, cazip.
entire
en.tire întayr' sıfat bütün, tamam, hepsi: the entire group grubun hepsi.
entirely
en.tire.ly întayr'li zarf büsbütün, tamamıyla, tamamen.
entirety
en.tire.ty întay'rıti isim tüm, bütün.
entitle
en.ti.tle întayt'ıl fiil 1. hak vermek. 2. yetki vermek.
entity
en.ti.ty en'tıti isim varlık.
entomb
en.tomb întum' fiil mezara koymak, gömmek.
entomologist
en.to.mol.o.gistisim entomoloqist, böcekbilimci.
entomology
en.to.mol.o.gy entımal'ıci isim entomoloqi, böcekbilim.
entourage
en.tou.rage antûraq' isim beraberindekiler, maiyet.
entrails
en.trails en'treylz isim bağırsaklar.
entrance examination
giriş sınavı.
entrance fee
giriş ücreti.
entrance
en.trance en'trıns isim 1. giriş, girme. 2. giriş yeri, giriş kapısı, giriş. 3. giriş ücreti, giriş.
entrap
en.trap înträp' fiil (entrapped, entrapping) tuzağa düşürmek, yakalamak.
entreat
en.treat întrit' fiil yalvarmak.
entreaty
en.treatyisim yalvarma, yalvarış, yakarış.
entrée
en.trée an'trey isim 1. giriş, giriş izni, giriş hakkı. 2. baş yemek. 3. İngiliz İngilizcesi balıkla baş yemek arasında yenilen yemek.
entrench
en.trench întrenç' fiil sağlam bir şekilde yerleştirmek.
entrenchment
en.trench.mentisim, askeri siper.
entrepôt
en.tre.pôt an'trıpo isim antrepo.
entrepreneur
en.tre.pre.neur antrıprınır' isim girişimci, müteşebbis.
entrust
en.trust într^st' fiil emanet etmek.
entry
en.try en'tri isim 1. giriş, girme. 2. giriş, giriş yeri, antre. 3. kayıt.
entryway
en.try.wayisim giriş, giriş yeri.
entwine itself around
(bitki, yılan v.b.) (bir şeyin) etrafına dolanmak. 422
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
entwine something around
bir şeyi (başka bir şeye) dolamak.
entwine
en.twine întwayn' fiil bakınız entwine itself around entwine something around
enumerate
e.nu.mer.ate înu'mıreyt fiil saymak, birer birer saymak veya söylemek.
enunciate
e.nun.ci.ate în^n'siyeyt fiil telaffuz etmek.
envelop
en.vel.op învel'ıp fiil sarmak; kuşatmak, örtmek.
envelope
en.ve.lope en'vılop, an'vılop isim zarf, mektup zarfı.
enviable
en.vi.a.ble en'viyıbıl sıfat gıpta edilecek.
envious
en.vi.ous en'viyıs sıfat kıskanç.
environment
en.vi.ron.ment învay'rınmınt isim çevre, muhit.
environmental
en.vi.ron.men.tal învayrınmen'tıl sıfat çevresel.
environmentalism
en.vi.ron.men.tal.ismisim çevrecilik.
environmentalist
en.vi.ron.men.tal.istisim çevreci.
environs
en.vi.rons învay'rınz isim, çoğul dolay, civar.
envisage
en.vis.age envîz'îc fiil kafasında canlandırmak, tasavvur etmek.
envision
en.vi.sion envîq'ın fiil kafasında canlandırmak, tasavvur etmek.
envoy
en.voy en'voy, an'voy isim 1. delege, temsilci. 2. diplomat; elçi.
envy
en.vy en'vi isim 1. kıskançlık, haset. 2. gıpta. fiil 1. kıskanmak. 2. gıpta etmek.
enzyme
en.zyme en'zaym isim, biyokimya enzim.
epaulet
ep.au.let ep'ılet isim apolet.
epaulette
ep.au.lette ep'ılet isim apolet.
ephemeral
e.phem.er.al îfem'ırıl sıfat çok kısa süren; çok kısa ömürlü; gelip geçici.
epic
ep.ic ep'îk sıfat epik, destansı. isim epik, destan.
epicenter
ep.i.cen.ter ep'ısentır isim, jeoloji depremin merkezi, deprem özeği.
epidemic
ep.i.dem.ic epıdem'îk sıfat salgın, salgınlaşmış. isim salgın: flu epidemic grip salgını.
epidermis
ep.i.der.mis epıdır'mîs isim epiderm. 423
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
epigram
ep.i.gram ep'ıgräm isim nükte, nükteli söz.
epilepsy
ep.i.lep.sy ep'ılepsi isim, tıbbi sara.
epileptic
ep.i.lep.ticisim saralı. sıfat 1. sara hastalığına özgü. 2. saralı.
epilogue
ep.i.logue ep'ılôg isim sonsöz, epilog.
Epiphany
E.piph.a.ny îpîf'ıni isim, Hristiyanlık 4 Ocak'ta kutlanan bir yortu.
episcopal
e.pis.co.pal îpîs'kıpıl sıfat 1. piskoposlara ait. 2. piskoposlarca yönetilen.
episode
ep.i.sode ep'ısod isim 1. edebiyat (olaylar zincirinde) olay, epizot. 2. televizyon (dizide) bölüm.
episodic
ep.i.sod.ic epısad'îk sıfat, edebiyat epizodik.
epistle
e.pis.tle îpîs'ıl isim mektup.
epitaph
ep.i.taph ep'ıtäf isim mezar kitabesi.
epithet
ep.i.thet ep'ıthet isim (övücü veya hakaret edici) söz, laf.
epitome
e.pit.o.me îpît'ımi isim bakınız the epitome of
epoch
ep.och ep'ık isim devir, çağ.
Epsom salts
İngiliz tuzu.
equable
ej.ua.ble ek'wıbıl sıfat 1. sakin, rahat, kolayca kızmayan. 2. ılıman (iklim).
equal sign
eşit işareti (=).
equal
e.jual i'kwıl fiil 1. eşit olmak: Two plus two equals four. İki artı iki eşit dört. 2. aynı düzeyde olmak, emsali olmak: No one ejuals her. Emsali yok.
equality
e.jual.i.ty îkwal'ıti isim eşitlik.
equalize
e.jual.ize i'kwılayz fiil eşitlemek.
equanimity
e.jua.nim.i.ty ikwınîm'ıti, ekwınîm'ıti isim itidal, ılım, temkin.
equate
e.juate ikweyt' fiil ile eşit saymak.
equation
e.jua.tion ikwey'qın isim denklem.
equator
e.jua.tor ikwey'tır isim ekvator.
Equatorial Guinea
Ekvator Ginesi.
424
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Equatorial Guinean
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Ekvator Gineli. sıfat 1. Ekvator Ginesi, Ekvator Ginesi'ne özgü. 2. Ekvator Gineli.
equatorial
e.jua.to.ri.al ikwıtor'iyıl sıfat ekvatoral.
equestrian
e.jues.tri.an îkwes'triyın sıfat 1. biniciliğe ait. 2. atlı (heykel, portre): an ejuestrian statue of Napoleon Napolyon'un atlı heykeli.
equidistant
e.jui.dis.tant ikwıdîs'tınt sıfat eşit uzaklıkta, aynı mesafede olan.
equilateral
e.jui.lat.er.al ikwılät'ırıl sıfat eşkenar: equilateral triangle eşkenar üçgen.
equilibrium
e.jui.lib.ri.um ikwılîb'riyım isim denge, muvazene.
equinox
e.jui.nox i'kwınaks isim, gökbilim ekinoks, ılım, güntün eşitliği.
equip
e.juip îkwîp' fiil (equipped, equipping) donatmak.
equipment
e.juip.mentisim 1. donatım. 2. gereçler.
equitable
ej.ui.ta.ble ek'wıtıbıl sıfat adil, adaletli.
equity
ej.ui.ty ek'wıti isim 1. adalet. 2. ticaret özsermaye. 3. muhasebecilik net varlık.
equivalence
ejuiv.a.lenceisim eşitlik.
equivalent
e.juiv.a.lent îkwîv'ılınt isim 1. karşılık, eşit. 2. eşanlamlı sözcük, eşanlamlı. sıfat bakınız be ejuivalent to
equivocal
e.juiv.o.cal îkwîv'ıkıl sıfat kaçamaklı; iki anlama gelebilen.
equivocate
e.juiv.o.cate îkwîv'ıkeyt fiil kaçamaklı konuşmak; ne evet ne de hayır demek.
era
e.ra îr'ı isim devir, çağ.
eradicate
e.rad.i.cate îräd'ıkeyt fiil 1. kökünden söküp atmak. 2. yok etmek.
erase
e.rase îreys' fiil 1. silmek. 2. gidermek, yok etmek.
eraser
eras.erisim silgi.
erasure
e.ra.sure îrey'şır isim silinmiş yer; silinti.
ere long
çok geçmeden.
ere now
bundan önce. 425
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ere
ere er edat, bağlaç, şiir evvel, önce.
erect
e.rect îrekt' sıfat 1. dimdik, ayakta duran, ayağa kalkmış. 2. dik, dikilmiş, dikelmiş. fiil 1. (heykel, direk, v.b.'ni) dikmek. 2. kurmak; yapmak; inşa etmek.
erection
e.rec.tion îrek'şın isim 1. (heykel, direk v.b.'ni) dikme. 2. kurma; yapma; inşa etme. 3. penisin sertleşmesi.
Eritrea
Er.i.tre.a erıtri'yı, erıtre'yı isim Eritrea, Eritre.
Eritrean
isim Eritrealı. sıfat 1. Eritrea, Eritrea'ya özgü. 2. Eritrealı.
ermine
er.mine ır'mîn isim (ermines/ermine) ermin, as.
erode
e.rode îrod' fiil, jeoloji aşındırmak; aşınmak.
erosion
e.ro.sion îro'qın isim, jeoloji erozyon, aşınma; aşındırma.
erosive
e.ro.sive îro'sîv sıfat aşındırıcı.
erotic
e.rot.ic îrat'îk sıfat erotik.
eroticism
e.rot.i.cism îrat'ısîzım isim erotizm.
err
err ır, er fiil hata etmek.
errand boy
ayak işlerine bakan kimse, ayakçı.
errand
er.rand er'ınd isim ayak işi.
erratic
er.rat.ic îrät'îk sıfat istikrarsız, dengesiz, birden değişiveren.
erroneous
er.ro.ne.ous îro'niyıs sıfat yanlış, hatalı.
error
er.ror er'ır isim hata, yanlış, yanlışlık.
erudite
er.u.dite er'yıdayt sıfat çok bilgili, bilgin, âlim.
erudition
er.u.di.tion eryıdîş'ın isim bilginlik, âlimlik.
erupt
e.rupt îr^pt' fiil 1. (yanardağ) püskürmek. 2. patlak vermek.
eruption
e.rup.tion îr^p'şın isim 1. (yanardağ) püskürme. 2. tıbbi döküntü. 3. patlak verme.
escalate
es.ca.late es'kıleyt fiil 1. (fiyat v.b.'ni) yükseltmek; yükselmek. 2. (savaş, anlaşmazlık v.b.'ni) kızıştırmak; kızışmak.
escalator
es.ca.la.tor es'kıleytır isim yürüyen merdiven.
escapade
es.ca.pade es'kıpeyd isim macera. 426
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
escape from someone's grasp
birinin pençesinden kurtulmak.
escape
es.cape ıskeyp' isim kaçış, kaçma, firar. fiil 1. kaçmak, firar etmek. 2. kurtulmak, paçayı kurtarmak; atlatmak. 3. gözünden kaçmak; aklından çıkmak.
escapist
es.cap.ist ıskey'pîst sıfat insana gündelik hayatı ve dertlerini unutturan çok sürükleyici (roman, film).
eschew
es.chew esçu' fiil -den sakınmak, -den kaçınmak.
escort vessel
refakat gemisi.
escort
es.cort eskôrt' fiil 1. kavalyelik etmek. 2. (korumak veya gözetmek amacıyla) eşlik etmek.
escutcheon
es.cutch.eon îsk^ç'ın isim armalı kalkan.
Eskimo dog
Eskimo köpeği.
Eskimo
Es.ki.mo es'kımo isim 1. Eskimo. 2. Eskimoca, Eskimo dili. sıfat 1. Eskimo. 2. Eskimoca.
esophagus
e.soph.a.gus îsaf'ıgıs isim, anatomi yemek borusu.
esoteric
es.o.ter.ic esıter'îk sıfat 1. ancak ufak bir grupça bilinen; ufak bir gruba özgü; batıni, içrek. 2. anlaşılması zor. 3. nadir; olağandışı. 4. gizli inançları olan.
especial
es.pe.cial espeş'ıl sıfat özel, hususi.
especially
es.pe.cial.lyzarf özellikle, bilhassa.
espionage
es.pi.o.nage es'piyınaq isim casusluk.
esplanade
es.pla.nade esplıneyd', esplınad' isim gezi, gezinti yeri; kordon.
espousal
es.pou.sal espau'zıl isim destekleme.
espouse
es.pouse espauz' fiil desteklemek.
espresso
es.pres.so espres'o isim ekspreso kahve, ekspreso.
esprit de corps
(bir grup içindeki) birlik ruhu.
esprit
es.prit espri' isim bakınız esprit de corps
Esq.
Esj.kısaltma Esquire
Esquire
Es.juire es'kwayr, eskwayr' isim, İngiliz İngilizcesi mektup zarfı üzerine isim ve soyadından sonra kısaltılarak yazılan ve "bay" anlamına gelen bir unvan: John Smith, Esj.
427
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük essay
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
es.say es'ey isim 1. deneme (bir düzyazı türü). 2. deneme, yapmaya kalkışma.
essence of peppermint
naneruhu.
essence
es.sence es'ıns isim 1. öz, asıl. 2. esans, ıtır.
essential
es.sen.tial îsen'şıl sıfat 1. asıl, esas, temel, ana. 2. gerekli, zaruri. isim esas, temel.
essentially
es.sen.tial.lyzarf aslında.
establish
es.tab.lish îstäb'lîş fiil 1. kurmak. 2. saptamak, tespit etmek.
establishment
es.tab.lish.ment îstäb'lîşmınt isim 1. kurum, kuruluş, müessese. 2. kurma; kuruluş. 3. tespit etme; tespit edilme.
estate agent
İngiliz İngilizcesi emlakçi.
estate car
İngiliz İngilizcesi steyşın.
estate
es.tate îsteyt' isim 1. hukuk tereke, bırakıt. 2. malikâne.
esteem
es.teem îstim' fiil -e saygı duymak. isim saygı, itibar.
esthete
es.thete es'thit isim bakınız aesthete
esthetic
es.thet.ic esthet'îk sıfat, isim bakınız aesthetic
estimable
es.ti.ma.ble es'tımıbıl sıfat saygıdeğer, itibarlı.
estimate
es.ti.mate es'tımeyt fiil 1. tahmin etmek, kestirmek. 2. (kıymetini) takdir etmek, değerlendirmek. isim 1. tahmin, kestirme. 2. takdir, değerlendirme, değer biçme. 3. tahmini hesap.
estimation
es.ti.ma.tionisim (birisi hakkındaki) fikir, düşünce: in my estimation benim gözümde, bana göre, bence.
estival
es.ti.val es'tıvıl sıfat bakınız aestival
Estonia
Es.to.ni.a eston'yı, esto'niyı isim Estonya.
Estonian
isim 1. Estonyalı. 2. Estçe. sıfat 1. Estonya, Estonya'ya özgü. 2. Estçe. 3. Estonyalı.
estrange
es.trange îstreync' fiil aralarını açmak, soğutmak.
estranged
es.trangedsıfat birbirinden ayrılmış, ayrı yaşayan.
estuary
es.tu.ar.y es'çuweri isim, coğrafya haliç.
et cetera
et cet.er.a et set'ırı v.s., ve saire, v.b., ve benzeri.
etc.
etc.kısaltma et cetera 428
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
etch a design on
asitle oyarak (madeni bir yüzeye) desen hakketmek.
etch
etch eç fiil (desen hakketmek için) (madeni bir yüzeyi) asitle oymak.
etching
etch.ing eç'îng isim asitle oyulmuş resim.
eternal
e.ter.nal îtır'nıl sıfat ebedi ve ezeli, başı ve sonu olmayan, ölümsüz.
eternally
e.ter.nal.lyzarf ebediyen, daima.
eternity
e.ter.ni.ty îtır'nıti isim ebediyet.
ether
e.ther i'thır isim, kimya eter, lokmanruhu.
ethereal
e.the.re.al îthîr'iyıl sıfat göksel, semavi.
ethic
eth.ic eth'îk isim ahlak sistemi.
ethical
eth.i.calsıfat ahlaki, etik.
ethics
eth.icsisim törebilim, ahlak bilimi, etik.
Ethiopia
E.thi.o.pi.a ithiyo'piyı isim Etyopya, Etiyopya, Habeşistan.
Ethiopian
isim Etyopyalı, Etiyopyalı, Habeş. sıfat 1. Etyopya, Habeş, Etyopya'ya özgü. 2. Etyopyalı.
ethnic
eth.nic eth'nîk sıfat etnik.
ethnography
eth.nog.ra.phy ethnag'rıfi isim etnografya.
ethnology
eth.nol.o.gy ethnal'ıci isim etnoloqi.
ethos
e.thos i'thas isim 1. ruh, değerler sistemi. 2. değer ve inançlar sistemi, dünya görüşü, yoltöre.
etiquette
et.i.juette et'ıkît isim görgü kuralları, adabımuaşeret.
etymological
et.y.mo.log.i.cal etımılac'îkıl sıfat etimoloqik, kökenbilimsel.
etymology
et.y.mol.o.gy etımal'ıci isim etimoloqi, kökenbilim.
eucalyptus
eu.ca.lyp.tus yukılîp'tıs isim okaliptüs.
Eucharist
Eu.char.ist yu'kırîst isim bakınız the Eucharist
eulogize
eu.lo.gize yu'lıcayz fiil övmek.
eulogy
eu.lo.gy yu'lıci isim övgü; methiye.
eunuch
eu.nuch yu'nık isim hadım.
euphemism
eu.phe.mism yu'fımîzım isim örtmece, edebi kelam.
euphony
eu.pho.ny yu'fıni isim ses ahengi.
Euphrates
Eu.phra.tes yufrey'tiz isim Fırat nehri. 429
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Eur.
Eur.kısaltma «Europe» European
Eurasia
Eur.a.sia yûrey'qı isim Avrasya.
Europe
Eu.rope yûr'ıp isim Avrupa.
European Economic Community
Ortak Pazar.
European
Eu.ro.pe.an yûrıpi'yın isim Avrupalı. sıfat Avrupa, Avrupa'ya özgü; Avrupai.
Eustachian tube
anatomi östaki borusu.
Eustachian
Eu.sta.chian yustey'şın, yustey'kiyın, yustey'şiyın sıfat bakınız Eustachian tube
evacuate
e.vac.u.ate îväk'yuweyt fiil 1. (insanları) (bir yerden) almak, götürmek; (bir yeri) boşaltmak. 2. (bağırsakları) boşaltmak.
evacuation
evac.u.a.tionisim 1. (insanları) (bir yerden) alma; (bir yeri) boşaltma, boşaltım. 2. (bağırsakları) boşaltma, boşaltım.
evade
e.vade îveyd' fiil 1. -den kurtulmak. 2. (bir bahaneyle) kendini (bir yükümlülükten) kurtarmak. 3. (birinin sorusuna, birine) cevap vermekten kaçmak; (bir işte) yan çizmek.
evaluate someone on his own merits birini/bir şeyi kendi yeteneklerine/özelliklerine göre değerlendirmek. evaluate something on its own merits birini/bir şeyi kendi yeteneklerine/özelliklerine göre değerlendirmek. evaluate
e.val.u.ate îväl'yuweyt fiil değerlendirmek.
evaluation
eval.u.a.tionisim değerlendirme.
evangelical
e.van.gel.i.cal îväncel'îkıl sıfat 1. son derece Protestanca (bir öğreti, yaklaşım v.b.). 2. İncil'in mesajına uyan/sadık; İncil'de bulunan; İncil'e ait. 3. hararetli, ateşli. isim bazı Protestan ilkelerine çok önem veren/çok bağlı kimse.
evangelise
e.van.gel.ise îvän'cılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız evangelize
430
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük evangelist
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
e.van.gel.ist îvän'cılîst isim 1. ateşli vaazlar veren gezici Protestan. 2. İncil'in mesajını yaymaya çalışan kimse. 3. belirli bir mesaqı yaymaya çalışan kimse.
evangelize
e.van.gel.ize îvän'cılayz fiil İncil'in mesaqını bildirmek/öğretmek/yaymak.
evaporate
e.vap.o.rate îväp'ıreyt fiil buharlaştırmak; buharlaşmak.
evaporation
evap.o.ra.tionisim buharlaşma; buharlaştırma.
evaporator
evap.o.ra.torisim evaporatör, buharlaştırıcı.
evasion
e.va.sion îvey'qın isim 1. (bir bahaneyle) kendini bir yükümlülükten kurtarma. 2. -den kurtulma.
evasive
e.va.sive îvey'sîv sıfat kaçamaklı; cevap vermekten kaçan; (bir işte) yan çizen.
eve
eve iv isim 1. akşam. 2. arife gecesi. 3. arife.
even if
olsa bile.
even so
yine de, gene de: "That book contains some mistakes." "Even so, it's still worth buying." "O kitapta bazı yanlışlar var." "Olsun, yine de almaya değer."
even though
-e rağmen, -diği halde: Even though he studied hard, he couldn't pass the exam. Çok çalıştığı halde sınavı veremedi.
even
e.ven i'vın sıfat 1. düz, engebesiz. 2. bir düzeyde. 3. çift (sayı); tam (sayı). 4. temkinli. fiil düzleştirmek; düzlemek, tesviye etmek.
evenhanded
even.hand.edsıfat tarafsız, yansız.
evening dress
gece elbisesi, tuvalet. 2. smokin; frak.
evening paper
akşam gazetesi.
evening
eve.ning iv'nîng isim akşam.
event
e.vent îvent' isim olay, vaka, hadise.
even-tempered
e.ven-tem.pered i'vıntem'pırd sıfat itidalli, itidal sahibi.
eventful
e.vent.fulsıfat olaylı, hadiseli.
eventual
e.ven.tu.al îven'çuwıl sıfat er geç olan, en sonunda olan, nihai.
eventuality
e.ven.tu.al.i.ty îvençuwäl'ıti isim ihtimal.
eventually
e.ven.tu.al.lyzarf er geç. 431
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük eventuate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
e.ven.tu.ate îven'çuweyt fiil 1. meydana gelmek, olmak. 2. in ile sonuçlanmak, ile son bulmak.
ever after
ondan sonra, hep: They lived happily ever after. Ondan sonra hep mutlu yaşadılar.
ever changing
daima değişen.
ever
ev.er ev'ır zarf hiç: Have you ever been to Beykoz? Hiç Beykoz'a gittin mi?
evergreen
ev.er.green ev'ırgrin sıfat, isim yaprağını dökmeyen, her dem taze (ağaç, çalı).
everlasting
ev.er.last.ing evırläs'tîng sıfat 1. sürekli, sonsuz. 2. çok dayanıklı. 3. kör olası: You and your everlasting typewriter! Sen ve senin kör olası daktilon!
evermore
ev.er.more evırmor' zarf daima, ebediyen, ilelebet.
every few days
birkaç günde bir.
every four days
dört günde bir.
every inch
tepeden tırnağa.
every jot and tittle
en ufak her şey.
every man jack
herkes.
every now and again
ara sıra, arada bir.
every now and then
ara sıra, arada bir.
every once in a while
arada bir.
every one
her biri.
every other day
günaşırı, iki günde bir.
every other person
her iki kişiden biri.
every single
her: She remembers every single mistake they made. Yaptıkları her hatayı hatırlıyor.
every so often
ara sıra, arada sırada.
every which way
konuşma dili her yöne, her tarafa.
every
eve.ry ev'ri sıfat her, her bir.
everybody else
başkaları, öbürleri.
everybody
eve.ry.bod.y ev'ribadi zamir herkes.
everyday
eve.ry.day ev'ridey isim her gün. sıfat her günkü.
Everyman
Eve.ry.man ev'rimän isim herhangi bir kimse, sokaktaki adam. 432
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
everyone
eve.ry.one ev'riw^n zamir herkes.
everything
eve.ry.thing ev'rithîng zamir her şey.
everywhere
eve.ry.where ev'rihwer zarf her yer; her yerde; her yere.
evict
e.vict îvîkt' fiil, hukuk tahliye ettirmek.
eviction
e.vic.tion îvîk'şın isim, hukuk tahliye ettirme.
evidence
ev.i.dence ev'ıdıns isim kanıt, delil. fiil göstermek, açığa vurmak.
evident
ev.i.dent ev'ıdınt sıfat açık, belli.
evil eye
kem göz, nazar.
evil
e.vil i'vıl isim şer, kötülük. sıfat çok kötü, şerir.
evildoer
e.vil.do.erisim kötülük eden kimse, şerir.
evil-minded
evil-mindedsıfat kötü niyetli.
evince
e.vince îvîns' fiil göstermek.
evocative
e.voc.a.tive îvak'ıtîv sıfat of (birtakım şeyleri) akla getiren; birtakım çağrışımlar yapan.
evoke
e.voke îvok' fiil aklına getirmek, çağrıştırmak.
evolution
ev.o.lu.tion evılu'şın isim evrim.
evolutionary
ev.o.lu.tion.arysıfat evrimsel.
evolutionism
ev.o.lu.tion.ismisim evrimcilik.
evolutionist
ev.o.lu.tion.istisim evrimci.
evolve
e.volve îvalv' fiil yavaş yavaş geliştirmek; yavaş yavaş gelişmek.
ewe
ewe yu isim dişi koyun, marya.
ewer
ew.er yu'wır isim ibrik.
ex.
ex.kısaltma «examination» example except
exacerbate
ex.ac.er.bate îgzäs'ırbeyt fiil daha kötü bir duruma sokmak, (kötü durumdaki bir şeyi) artırmak.
exact
ex.act îgzäkt' sıfat 1. tam, kesin. 2. hatasız, doğru (bir şey).
exacting
ex.act.ingsıfat titizlik isteyen (bir iş); işin titizlikle yapılmasını isteyen (kimse).
exactitude
ex.act.i.tude îgzäk'tîtud isim eksiksizlik, kusursuzluk, kesinlik. 433
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
exactly
ex.act.ly îgzäkt'li zarf tam, tamamen, aynen.
exactness
ex.act.ness îgzäkt'nîs isim eksiksizlik, kusursuzluk, kesinlik.
exaggerate
ex.ag.ger.ate îgzäc'ıreyt fiil abartmak, mübalağa etmek.
exaggerated
ex.ag.ger.atedsıfat abartılmış, abartılı, mübalağalı.
exaggeration
ex.ag.ger.a.tionisim abartma, abartı, mübalağa.
exalt
ex.alt îgzôlt' fiil yüceltmek.
exaltation
ex.al.ta.tion egzôltey'şın isim 1. yüceltme. 2. coşkunluk; vecit.
exalted
ex.alt.ed îgzôl'tîd sıfat yüce, ulu.
exam
ex.am îgzäm' isim, konuşma dili sınav, imtihan.
examination
ex.am.i.na.tion îgzämıney'şın isim 1. sınav, imtihan. 2. hukuk sorgu.
examine
ex.am.ine îgzäm'în fiil 1. dikkatle gözden geçirmek. 2. incelemek, tetkik etmek. 3. muayene etmek. 4. hukuk sorguya çekmek.
examiner
ex.am.in.erisim 1. imtihan eden kimse. 2. hukuk sorguya çeken kimse.
example
ex.am.ple îgzäm'pıl isim örnek, misal.
exasperate
ex.as.per.ate îgzäs'pıreyt fiil çileden çıkarmak, çok kızdırmak.
exasperation
ex.as.per.a.tionisim kızgınlık.
excavate
ex.ca.vate eks'kıveyt fiil 1. kazı yapmak, hafriyat yapmak. 2. kazıyıp ortaya çıkarmak.
excavation
ex.ca.va.tionisim 1. kazı. 2. kazı yeri.
excavator
ex.ca.va.tor eks'kıveytır isim ekskavatör, kazı makinesi.
exceed
ex.ceed îksid' fiil geçmek, aşmak.
exceedingly
ex.ceed.ing.lyzarf fazlasıyla, çok, son derece.
excel
ex.cel îksel' fiil (excelled, excelling) -den üstün olmak.
excellence
ex.cel.lence ek'sılıns isim üstünlük.
Excellency
Ex.cel.len.cy ek'sılınsi isim Ekselans: His Excellency Ekselansları. Your Excellency Ekselans.
excellent
ex.cel.lent ek'sılınt sıfat üstün, mükemmel. 434
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük except for
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
olmasaydı: I'd be there, except for this. Bu olmasaydı orada olacaktım. 2. dışında, -den başka: Everyone was there except for him. Onun dışında herkes hazırdı.
except
ex.cept îksept' fiil -in dışında tutmak: He excepted Faik from this. Faik'i bunun dışında tuttu.
excepting
ex.cept.ing îksep'tîng edat -den başka, hariç, dışında.
exception
ex.cep.tion îksep'şın isim istisna.
exceptional
ex.cep.tion.al îksep'şınıl sıfat 1. olağanüstü. 2. çok iyi.
excerpt
ex.cerpt ek'sırpt isim (bir kitap veya yazıdan) seçilmiş parça, pasaq.
excess
ex.cess îkses', ek'ses isim aşırılık, ifrat, fazlalık. sıfat fazla, ziyade, artan.
excessive
ex.ces.sivesıfat fazla, aşırı.
excessively
ex.ces.sive.lyzarf aşırı olarak, ziyadesiyle.
exchange blows
yumruklaşmak.
exchange pleasantries
hoşbeş etmek.
exchange rate
ekonomi döviz kuru.
exchange
ex.change îksçeync' isim 1. değiş tokuş, trampa, değiştirme. 2. borsa; kambiyo. 3. telefon santralı.
exchangeable
ex.change.ablesıfat değiştirilebilir.
Exchequer
Ex.chej.uer eksçek'ır isim bakınız the Exchequer Chancellor of the Exchequer
excise
ex.cise ek'sayz isim, ticaret tüketim vergisi.
excitable
ex.cit.a.ble îksay'tıbıl sıfat kolay heyecanlanan; kolay telaşa kapılır.
excite
ex.cite îksayt' fiil 1. heyecanlandırmak; telaşa vermek. 2. kışkırtmak, tahrik etmek. 3. (bir duygu veya tepki) uyandırmak.
excited
ex.cit.edsıfat heyecanlı.
excitedly
ex.cit.ed.lyzarf heyecanla.
excitement
ex.cite.ment îksayt'mınt isim heyecan.
exciting
ex.cit.ingsıfat heyecan verici.
exclaim
ex.claim îkskleym' fiil 1. çığlık atmak. 2. ... diye bağırmak. 435
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
exclamation mark
dilbilgisi ünlem işareti (!).
exclamation point
dilbilgisi ünlem işareti (!).
exclamation
ex.cla.ma.tion eksklımey'şın isim ünlem.
exclude
ex.clude îksklud' fiil from -in dışında bırakmak.
exclusion
ex.clu.sion îksklu'qın isim (from) (bir şeyin) dışında bırakılma; (bir şeyin) dışında bırakma.
exclusive
ex.clu.sive îksklu'sîv sıfat ancak özel seçilmiş bazı kişilere açık olan.
excommunicate
ex.com.mu.ni.cate ekskımyu'nıkeyt fiil kiliseden aforoz etmek.
excommunication
ex.com.mu.ni.ca.tionisim aforoz.
ex-con
ex.con eks.kan' isim, konuşma dili ağır bir suçtan dolayı hapiste yatmış biri, sabıkalı.
ex-convict
ex.con.vict eks'kan'vict isim ağır bir suçtan dolayı hapiste yatmış biri, sabıkalı.
excrement
ex.cre.ment eks'krımınt isim dışkı.
excrete
ex.crete ekskrit' fiil (vücuttan) çıkarmak.
excretion
ex.cre.tionisim 1. salgı, ifrazat. 2. salgılama.
excruciating
ex.cru.ci.a.ting îkskru'şiyeytîng sıfat dayanılmaz derecede acı veren.
excursion ticket
indirimli gidiş-dönüş bileti.
excursion
ex.cur.sion îkskır'qın isim gezinti, kısa yolculuk.
excusable
ex.cus.ablesıfat affedilebilir.
excuse from
(birini) (bir şeyi yapmaktan) muaf tutmak.
Excuse me.
Özür dilerim./Affedersiniz./Beni bağışlayın.
excuse oneself
izin istemek.
excuse
ex.cuse îkskyus' isim özür, mazeret.
execute
ex.e.cute ek'sıkyut fiil 1. idam etmek. 2. uygulamak, yerine getirmek; (bir yargıyı) infaz etmek. 3. (manevra, hareket) yapmak.
execution
ex.e.cu.tion eksıkyu'şın isim 1. idam, idamın infazı. 2. uygulama, yerine getirme; infaz. 3. (manevra, hareket) yapma.
executioner
ex.e.cu.tion.erisim cellat. 436
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
executive committee
yürütme kurulu.
executive power
yürütme yetkisi.
executive
ex.ec.u.tive îgzek'yıtîv isim yönetici, idareci. sıfat 1. yöneticiye ait. 2. yönetimsel, idari.
executor
ex.ec.u.tor ek'sıkyutır, îgzek'yıtır isim icra eden.
executory
executorysıfat icrai.
exemplar
ex.em.plar îgzem'plır isim örnek.
exemplary
ex.em.pla.ry îgzem'plıri sıfat örnek niteliğinde olan, örnek.
exemplify
ex.em.pli.fy îgzem'plıfay fiil 1. -e örnek olmak. 2. -i örnekle göstermek.
exempt
ex.empt îgzempt' fiil muaf tutmak. sıfat bakınız be exempt be exempt from
exemption
ex.emp.tionisim muafiyet, bağışıklık.
exercise
ex.er.cise ek'sırsayz isim 1. uygulama, yerine getirme, kullanma. 2. alıştırma. 3. egzersiz. fiil 1. uygulamak, yerine getirmek, kullanmak. 2. hareket ettirmek, çalıştırmak. 3. egzersiz yapmak.
exert oneself
çabalamak, uğraşmak, gayret sarfetmek.
exert
ex.ert îgzırt' fiil (güç) kullanmak, (gayret) sarfetmek.
exertion
ex.er.tion îgzır'şın isim gayret, çaba, emek.
exhale
ex.hale eks.heyl' fiil 1. nefes vermek. 2. (egzoz, duman v.b.'ni) çıkarmak.
exhaust pipe
egzoz borusu.
exhaust
ex.haust îgzôst' fiil 1. tüketmek, bitirmek. 2. bütün kuvvetini tüketmek, çok yormak.
exhausted
ex.haust.edsıfat 1. tükenmiş. 2. yorgun, bitkin.
exhausting
ex.haust.ingsıfat yorucu, zahmetli.
exhaustion
ex.haus.tion îgzôs'çın isim 1. yorgunluk, bitkinlik. 2. tüketme; tükenme.
exhaustive
ex.haus.tive îgzôs'tîv sıfat geniş kapsamlı ve ayrıntılı.
exhibit
ex.hib.it îgzîb'ît isim sergi. fiil 1. sergilemek. 2. (bir duygu veya niteliği) göstermek. 3. hukuk (dava sırasında belge veya kanıt) ibraz etmek. 437
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük exhibition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.hi.bi.tion eksıbîş'ın isim 1. sergi. 2. (bir duygu veya niteliği) gösterme. 3. hukuk (dava sırasında belge veya kanıt) ibraz etme.
exhilarate
ex.hil.a.rate îgzîl'ıreyt fiil çok neşelendirip zindeleştirmek, çok keyiflendirmek.
exhilaration
ex.hil.a.ra.tionisim neşe ve zindelik.
exhort
ex.hort îgzôrt' fiil teşvik etmek.
exhortation
ex.hor.ta.tionisim 1. teşvik etme. 2. teşvik edici söz.
exhume
ex.hume îgzum', eks.hyum' fiil mezardan çıkarmak.
ex-husband
ex-hus.band eks'h^zbınd isim eski koca.
exile
ex.ile eg'zayl, ek'sayl isim 1. sürgün. 2. sürgün edilen kimse. fiil sürgüne göndermek.
exist
ex.ist îgzîst' fiil var olmak, mevcut olmak.
existence
ex.is.tence îgzîs'tıns isim 1. varlık, varoluş. 2. hayat, yaşam.
existential
ex.is.ten.tialsıfat, felsefe varoluşsal.
existentialism
ex.is.ten.tial.ismisim, felsefe varoluşçuluk, egzistansiyalizm.
existentialist
ex.is.ten.tial.istisim, sıfat, felsefe varoluşçu, egzistansiyalist.
exit
ex.it eg'zît, ek'sît isim 1. çıkış. 2. çıkış kapısı, çıkış. fiil çıkmak, gitmek.
exodus
ex.o.dus ek'sıdıs isim çıkış.
exonerate
ex.on.er.ate îgzan'ıreyt fiil beraat ettirmek, aklamak, temize çıkarmak.
exorbitant
ex.or.bi.tant îgzor'bıtınt sıfat aşırı yüksek, fahiş (fiyat).
exorcise
ex.or.cise ek'sırsayz, eg'zırsayz fiil (cin, kötü ruh v.b.'ni) dualarla defetmek.
exotic
ex.ot.ic îgzat'îk sıfat egzotik, yabancıl.
exp.
exp.kısaltma «export» express
expand
ex.pand îkspänd' fiil 1. genişletmek; genişlemek; büyütmek; büyümek. 2. fizik genleşmek; genleştirmek.
expanse
ex.panse îkspäns' isim 1. geniş alan. 2. enginlik.
438
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük expansion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.pan.sion îkspän'şın isim 1. genişletme; genişleme; büyütme; büyüme. 2. fizik genleşme; genleştirme.
expansive
ex.pan.sive îkspän'sîv sıfat 1. engin, geniş. 2. genişleyen, açılan. 3. samimi, içten.
expat
ex.pat eks'pät isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bakınız expatriate
expatriate
ex.pa.tri.ate ekspey'triyît isim kendi vatanından başka bir ülkede yaşayan kimse.
expect the worst
en kötü ihtimalin gerçekleşeceğini ummak.
expect
ex.pect îkspekt' fiil 1. beklemek. 2. düşünmek; zannetmek, sanmak. 3. (birinden) (bir şeyin yapılmasını) beklemek: He expects me to carry out the garbage. Benden çöpleri dışarı çıkarmamı bekliyor.
expectancy
ex.pect.an.cy îkspek'tınsi isim 1. ümit, umut. 2. beklenti, beklenen şey.
expectant mother
hamile kadın.
expectant
ex.pect.ant îkspek'tınt sıfat ümitle bekleyen.
expectation
ex.pec.ta.tion ekspektey'şın isim beklenti.
expedience
ex.pe.di.enceisim (belki doğru olmayan fakat) elverişli bir çareye başvurma.
expedient
ex.pe.di.ent îkspi'diyınt sıfat (belki doğru olmayan fakat) elverişli (bir çare). isim (belki doğru olmayan fakat) elverişli bir çare.
expedite
ex.pe.dite ek'spıdayt fiil hızlandırmak, kolaylaştırmak.
expedition
ex.pe.di.tion ekspıdîş'ın isim (özel bir amaçla yapılan) uzun yolculuk.
expel
ex.pel îkspel' fiil (expelled, expelling) 1. kovmak, çıkarmak, atmak. 2. sınırdışı etmek.
expend
ex.pend îkspend' fiil sarfetmek, harcamak.
expenditure
ex.pend.i.ture îkspen'dıçır isim masraf, harcama, gider.
expense account
gider hesabı; masraf hesabı.
expense
ex.pense îkspens' isim masraf.
expensive
ex.pen.sive îkspen'sîv sıfat pahalı, masraflı. 439
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük experience
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.pe.ri.ence îkspîr'iyıns isim deneyim, tecrübe. fiil (bizzat) yaşamak, başından geçmek; (sıkıntı, acı v.b.'ni) çekmek.
experienced
ex.pe.ri.encedsıfat deneyimli, tecrübeli.
experiment
ex.per.i.ment îksper'ımınt isim deney, tecrübe, deneme. fiil deney yapmak.
experimental
ex.per.i.men.talsıfat deneysel.
expert
ex.pert ek'spırt sıfat usta. isim uzman; eksper, bilirkişi.
expertise
ex.per.tise ekspırtiz' isim (belirli bir alandaki) bilgi, uzmanlık.
expiration
ex.pi.ra.tion ekspırey'şın isim sürenin dolması; sona erme, bitiş.
expire
ex.pire îkspayr' fiil 1. (süre) dolmak; süresi dolmak; sona ermek. 2. ölmek, son nefesini vermek.
expiry
ex.pi.ry îkspayr'i isim sürenin dolması; sona erme, bitiş.
explain away
(bahane öne sürerek bir şeyi) mazur veya makul göstermek.
explain oneself
kendisinin ne demek istediğini anlatmak. 2. kendisinin niye öyle davrandığını anlatmak.
explain
ex.plain îkspleyn' fiil anlatmak, açıklamak, izah etmek; açıklamada bulunmak, izahat vermek.
explanation
ex.pla.na.tion eksplıney'şın isim açıklama, izah; izahat.
explanatory
ex.plan.a.to.ry îksplän'ıtori sıfat açıklayıcı.
explicable
ex.pli.ca.ble eks'plîkıbıl, eksplî'kıbıl sıfat açıklanabilir, anlatılabilir.
explicate
ex.pli.cate eks'plıkeyt fiil (ayrıntılı bir şekilde) açıklamada bulunmak, izahat vermek.
explicit
ex.plic.it îksplîs'ît sıfat açık, sarih.
explicitly
ex.plic.it.lyzarf açıkça, açık bir şekilde.
explode
ex.plode îksplod' fiil 1. patlatmak; patlamak. 2. yanlış olduğunu göstermek, çürütmek.
exploit
ex.ploit îksployt' fiil sömürmek, istismar etmek, (kendi çıkarı için) kullanmak. 440
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük exploitation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.ploi.ta.tionisim kendi çıkarına kullanma, sömürme, sömürü, istismar.
exploiter
ex.ploit.erisim sömüren, sömürücü.
exploration
ex.plo.ra.tionisim 1. (keşifte bulunmak amacıyla) (bir bölgeyi) dolaşma. 2. (bir konuyu) araştırma, inceleme.
explore
ex.plore îksplor' fiil 1. (keşifte bulunmak amacıyla) (bir bölgeyi) dolaşmak. 2. (bir konuyu) araştırmak, incelemek.
explorer
ex.plor.erisim (keşifte bulunmak amacıyla) (bir bölgeyi) dolaşan kimse.
explosion of laughter
kahkaha tufanı.
explosion
ex.plo.sion îksplo'qın isim patlama, infilak.
explosive
ex.plo.sive îksplo'sîv sıfat 1. patlayıcı. 2. hakkında şiddetli tartışmalar yapılan (konu), şiddetli tartışmalara yol açabilen (konu). isim patlayıcı madde, patlayıcı.
exponent
ex.po.nent îkspo'nınt isim 1. savunucu, taraftar. 2. matematik üst, üs.
exponential
ex.po.nen.tialsıfat, matematik üstel.
export duty
ihracat vergisi.
export license
ihracat lisansı.
export
ex.port eks'pôrt isim 1. ihracatçılık. 2. ihraç malı.
exportation
ex.por.ta.tionisim ihraç etme, dışsatım, ihracat.
exporter
ex.port.erisim ihracatçı.
exposé
ex.po.sé ekspozey' isim gizli işleri açığa vuran makale/kitap.
expose
ex.pose îkspoz' fiil 1. maruz bırakmak, etkisine açık bırakmak. 2. sergilemek, teşhir etmek, herkese duyurmak. 3. (satış için) sergilemek. 4. fotoğrafçılık (filmi) ışıklamak, pozlandırmak.
exposition
ex.po.si.tion ekspızîş'ın isim sergi, fuar.
exposure meter
fotoğrafçılık pozometre.
exposure time
fotoğrafçılık ışıklama süresi, pozlandırma süresi, poz süresi.
441
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük exposure
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.po.sure îkspo'qır isim 1. maruz bırakma, etkisine açık bırakma; maruz kalma. 2. sergileme, herkese duyurma. 3. fotoğrafçılık ışıklama, pozlandırma, ekspozisyon.
expound
ex.pound îkspaund' fiil açıklamak, izah etmek, yorumlamak.
express delivery
İngiliz İngilizcesi acele posta.
express in other terms
başka sözlerle anlatmak.
express one's sympathy
for (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak. 2. to (birine) taziyede bulunmak; (birinin) acısını paylaştığını belirtmek.
express one's thanks to
(birine) minnettar/müteşekkir olduğunu belirtmek, şükranlarını ifade etmek.
express one's thanks
(birine) minnettar/müteşekkir olduğunu belirtmek, şükranlarını ifade etmek.
express oneself
maksadını anlatmak, meramını ifade etmek.
express
ex.press îkspres' sıfat 1. açık, belli. 2. özel. 3. tam, tıpkı. 4. ekspres (taşıt). 5. İngiliz İngilizcesi ekspres, özel ulak, acele. zarf ekspresle. isim 1. ekspres tren. 2. İngiliz İngilizcesi acele posta. fiil (mektubu) ekspresle göndermek.
expression
ex.pres.sion îkspreş'ın isim 1. deyim, tabir. 2. (yüzdeki) ifade. 3. ifade, anlatım, dışavurum. 4. mantık deyim, ifade.
expressionless
ex.pres.sion.lesssıfat ifadesiz, anlamsız, manasız.
expressive
ex.pres.sive îkspres'îv sıfat anlamlı, manalı.
expressly
ex.press.ly îkspres'li zarf 1. açıkça. 2. özellikle, bilhassa.
expressway
ex.press.way îkspres'wey isim otoyol, ekspres yol.
expropriate
ex.pro.pri.ate ekspro'priyeyt fiil istimlak etmek, kamulaştırmak.
expropriation
ex.pro.pri.a.tionisim istimlak, kamulaştırma.
expulsion
ex.pul.sion îksp^l'şın isim kovma, ihraç etme; kovulma, ihraç edilme. 442
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
expunge
ex.punge îksp^nc' fiil çıkarmak, silmek.
expurgate
ex.pur.gate eks'pırgeyt fiil (bir kitap, oyun v.b.'nin) müstehcen veya sakıncalı bölümlerini çıkarmak.
exquisite
ex.jui.site eks'kwîzît, îkskwîz'ît sıfat 1. üstün, mükemmel, süper. 2. çok büyük (acı veya mutluluk). 3. ince bir güzelliğe sahip.
extant
ex.tant ek'stınt, îkstänt' sıfat mevcut.
extemporaneous
ex.tem.po.ra.ne.ous îkstempırey'niyıs sıfat doğaçlamayla söylenen veya yapılan.
extemporaneously
ex.tem.po.ra.ne.ous.lyzarf doğaçlamayla, doğaçtan, irticalen.
extempore
ex.tem.po.re îkstem'pıri zarf doğaçlamayla, doğaçtan, irticalen. sıfat doğaçlamayla söylenen veya yapılan.
extend
ex.tend îkstend' fiil 1. uzatmak. 2. uzamak, sürmek. 3. (yardım, kredi v.b.) vermek.
extended order
askeri dağınık düzen.
extension cord
uzatma kablosu, uzatma kordonu.
extension
ex.ten.sion îksten'şın isim 1. uzatma. 2. uzama. 3. (yardım, kredi v.b.) verme. 4. paralel telefon, paralel.
extensive
ex.ten.sive îksten'sîv sıfat geniş, büyük, kapsamlı.
extent
ex.tent îkstent' isim boyut.
extenuate
ex.ten.u.ate îksten'yuweyt fiil bakınız extenuating circumstances
extenuating circumstances
hukuk hafifletici sebepler.
exterior angle
dış açı.
exterior
ex.te.ri.or îkstir'iyır sıfat dış, harici, zahiri. isim dış taraf, dış, hariç.
exterminate
ex.ter.mi.nate îkstır'mıneyt fiil yok etmek, imha etmek.
external affairs
dışişleri.
external
ex.ter.nal îkstır'nıl sıfat 1. dış, harici. 2. yüzeysel.
externals
ex.ter.nals îkstır'nılz isim, çoğul bakınız qudge by externals
extinct volcano
sönmüş yanardağ.
extinct
ex.tinct îkstîngkt' sıfat nesli tükenmiş. 443
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
extinguish
ex.tin.guish îkstîng'gwîş fiil söndürmek.
extinguisher
ex.tin.guish.erisim yangın söndürme aleti.
extirpate
ex.tir.pate ek'stırpeyt fiil 1. söküp atmak, kökünü kazımak. 2. kökünden sökmek.
extol
ex.tol îkstol' fiil (extolled, extolling) övmek.
extoll
ex.toll îkstol' fiil bakınız extol
extort
ex.tort îkstôrt' fiil (para) sızdırmak, (haraç) almak; zorla almak.
extortion
ex.tor.tion îkstôr'şın isim para sızdırma, haraca kesme; zorla alma.
extortionate
ex.tor.tion.ate îkstôr'şınît sıfat 1. çok fazla, fahiş (fiyat). 2. para sızdıran, insanı haraca kesen.
extortioner
ex.tor.tion.erisim haraççı; zorla alan kimse.
extortionist
ex.tor.tion.istisim haraççı; zorla alan kimse.
extra
ex.tra eks'trı sıfat 1. fazla: Do you have an extra pencil? Fazla kalemin var mı? 2. çok çok, fevkalade: Work extra hard! Çok çok çalış! isim 1. ek ücrete tabi şey. 2. figüran. 3. gazetecilik özel baskı.
extract
ex.tract îksträkt' fiil 1. çıkarmak. 2. söyletmek, itiraf ettirmek. 3. (bilgi) almak; (para) koparmak. 4. (özünü/suyunu) çıkarmak. 5. seçmek; (bir kitap v.b.'nden bir parça) almak.
extraction
ex.trac.tion îksträk'şın isim 1. çıkarma. 2. (diş) çekme. 3. öz.
extracurricular
ex.tra.cur.ric.u.lar eks'trıkırîk'yılır sıfat ders programı dışında kalan.
extradite
ex.tra.dite eks'trıdayt fiil to (suçluyu) (suç işlediği ülkeye) iade etmek/ettirmek.
extradition
ex.tra.di.tion ekstrıdîş'ın isim suçluları iadesi.
extraneous
ex.tra.ne.ous îkstrey'niyıs sıfat 1. konu dışı. 2. yabancı (madde, cisim).
extraordinarily
ex.traor.di.nari.lyzarf fevkalade, olağanüstü: extraordinarily beautiful fevkalade güzel.
444
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük extraordinary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ex.traor.di.nar.y îkstrôr'dıneri sıfat olağanüstü, fevkalade.
extrapolation
ex.trap.o.la.tion îksträpıley'şın isim, matematik dışdeğerbiçim, ekstrapolasyon.
extravagance
ex.trav.a.gance îksträv'ıgıns isim 1. israf, savurganlık. 2. aşırılık, fazlalık; abartı.
extravagant
ex.trav.a.gant îksträv'ıgınt sıfat 1. savurgan, müsrif. 2. aşırı, fazla; abartılı.
extravagantly
ex.trav.a.gant.lyzarf 1. har vurup harman savurarak, müsrifçe. 2. aşırı.
extreme case
olağanüstü bir örnek.
extreme point
matematik aşıt noktası, ekstrem nokta.
extreme
ex.treme îkstrim' sıfat 1. uçta olan. 2. aşırı, çok. isim uç, sınır.
extremely
ex.treme.lyzarf aşırı derecede.
extremes
ex.tremesmatematik dışlar.
extremist
ex.trem.ist îkstri'mîst isim ifrata kaçan kimse.
extremity
ex.trem.i.ty îkstrem'ıti isim uç, sınır.
extricate
ex.tri.cate eks'trıkeyt fiil kurtarmak, çıkarmak.
extroversion
ex.tro.ver.sion ekstrıvır'qın isim, ruhbilim dışadönüklük.
extrovert
ex.tro.vert eks'trıvırt isim, ruhbilim dışadönük kimse. sıfat dışadönük.
extrude
ex.trude îkstrud' fiil 1. uzatmak. 2. çıkarmak; çıkmak.
exuberance
ex.u.ber.ance îgzu'bırıns isim 1. canlılık ve neşelilik. 2. (bitkilerde) gürlük.
exuberant
ex.u.ber.ant îgzu'bırınt sıfat 1. çok canlı ve neşeli. 2. gür (bitkiler).
exudation
ex.u.da.tionisim dışarı sızan şey, sızıntı.
exude
ex.ude îgzud' fiil sızmak.
exult
ex.ult îgz^lt' fiil (bir zaferden sonra) çok sevinmek.
exultation
ex.ul.ta.tionisim sevinme.
ex-wife
ex-wife eks'wayf isim eski karı (eş).
eye shadow
far, göz farı. 445
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
eye
eye ay isim göz.
eyeball
eye.ball ay'bôl isim göz yuvarı, göz yuvarlağı, göz küresi.
eyebrow pencil
kaş kalemi.
eyebrow
eye.brow ay'brau isim kaş.
eye-catching
eye-catch.ing ay'käçîng sıfat gözalıcı, alımlı.
eyeful
eye.ful ay'fûl isim, konuşma dili 1. göz alıcı şey. 2. güzel kız.
eyeglasses
eye.glass.es ay'gläsîz isim gözlük.
eyelash
eye.lash ay'läş isim kirpik.
eyelid
eye.lid ay'lîd isim gözkapağı.
eyeliner
eye.lin.er ay'laynır isim göz kalemi.
eye-opener
eye-o.pen.er ay'opınır isim aydınlatıcı veya şaşırtıcı olay/haber.
eyesight
eye.sight ay'sayt isim görme duyusu, görüş.
eyesocket
eye.sock.et ay'sakît isim göz çukuru.
eyestrain
eye.strain ay'streyn isim göz yorgunluğu.
eyewash
eye.wash ay'wôş isim göz banyosu.
eyewitness
eye.wit.ness ay'wîtnîs isim görgü tanığı.
f.
f.kısaltma «feminine» fine fluid following frequency
f.o.b.
f.o.b. ef'o'bi' kısaltma free on board ticaret fob (gemide/trende teslim).
fable
fa.ble fey'bıl isim masal, fabl.
fabric
fab.ric fäb'rîk isim 1. kumaş, bez, dokuma. 2. yapı, bünye, doku.
fabricate
fab.ri.cate fäb'rıkeyt fiil 1. uydurmak, yalan söylemek. 2. imal etmek, yapmak, üretmek.
fabrication
fab.ri.ca.tionisim 1. uydurmasyon, yalan. 2. imal, yapım, üretim.
fabricator
fab.ri.ca.torisim 1. imalatçı. 2. uydurmacı, yalancı.
fabulous
fab.u.lous fäb'yılıs sıfat 1. harika, süper, çok güzel, enfes. 2. inanılmaz, olağanüstü. 3. efsanevi.
fabulously
fab.u.lous.lyzarf, konuşma dili inanılmaz derecede, süper. 446
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük façade
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fa.çade fısad' isim 1. (yapılarda) ön yüz, ön cephe. 2. (gerçeği maskeleyen bir) dış görünüş.
face down
(karşısındakini) sindirmek.
face the issue
bir durumu olduğu gibi kabul edip ona göre davranmak.
face the music
kendisini eleştirecek veya cezalandıracak insanların önüne çıkmak.
face to face
yüz yüze.
face up to
cesaretle karşılamak.
face value
ticaret nominal değer, itibari değer.
face
face feys isim 1. yüz, surat, çehre, sima. 2. ön yüz, cephe. 3. madencilik alın, ayna. 4. geometri yüz. 5. (saatte) mine, kadran.
facedown
face.down feys'daun' zarf yüzüstü, yüzükoyun.
face-saving
face-sav.ing feys'seyvîng sıfat vaziyeti kurtaran.
facet
fac.et fäs'ît isim faseta, façeta.
facetious
fa.ce.tious fısi'şıs sıfat şakacı.
facial
fa.cial fey'şıl sıfat yüze ait. isim yüz masaqı.
facile
fac.ile fäs'ıl sıfat kolay.
facilitate
fa.cil.i.tate fısîl'ıteyt fiil kolaylaştırmak.
facility
fa.cil.i.ty fısîl'ıti isim 1. kolaylık. 2. yetenek. 3. (özel bir) hizmet, servis. 4. (özel bir hizmet için yapılmış) tesis, yer.
facsimile
fac.sim.i.le fäksîm'ıli isim 1. tıpkıbasım, faksimile, kopya. 2. faks.
fact
fact fäkt isim gerçek.
fact-finding
fact-find.ingsıfat kanıt toplayan.
faction
fac.tion fäk'şın isim hizip, grup.
factional
fac.tion.alsıfat 1. hizipçi. 2. hizipler arası.
factionalism
fac.tion.al.ismisim hizipçilik.
factious
fac.tious fäk'şıs sıfat kavgacı.
factitious
fac.ti.tious fäktîş'ıs sıfat sahte, uydurma.
factor cost
ticaret faktör fiyatı.
factor
fac.tor fäk'tır isim 1. faktör, etken, etmen. 2. matematik çarpan; tambölen. fiil, matematik çarpanlara ayırmak. 447
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
factory
fac.to.ry fäk'tıri isim fabrika.
factual
fac.tu.al fäk'çuwıl sıfat gerçeklere dayanan.
faculty
fac.ul.ty fäk'ılti isim 1. yeti; duyu, duyum; yetenek, kabiliyet. 2. (bir öğretim kurumundaki) tüm öğretim personeli; (bir okulun) öğretmen kadrosu; (bir üniversitenin) öğretim üyeleri. 3. fakülte: the Faculty of Law Hukuk Fakültesi.
fad
fad fäd isim geçici bir moda veya heves.
fade away
yavaş yavaş yok olmak.
fade in
sinema, televizyon açılmak.
fade out
sinema, televizyon kararmak.
fade
fade feyd fiil solmak, rengi atmak; soldurmak.
faecal
fae.cal fi'kıl sıfat bakınız fecal
faeces
fae.ces fi'siz isim bakınız feces
fag someone out
birisini çok yormak, turşusunu çıkarmak.
fag
fag fäg fiil (fagged, fagging) bakınız fag someone out be fagged be fagged out isim, argo 1. sigara. 2. homoseksüel erkek, ibne.
fagot
fag.ot fäg'ıt isim çalı çırpı demeti.
Fahrenheit
Fahr.en.heit fer'ınhayt isim, sıfat fahrenhayt.
faience
fa.ience fayans' isim fayans, çini.
fail
fail feyl fiil 1. başaramamak; becerememek. 2. iflas etmek. 3. kuvveti kesilmek, güçten düşmek. 4. sınıfta kalmak; sınıfta bırakmak. 5. sınavda kalmak; sınavda bırakmak. 6. boşa çıkarmak, bırakmak, ümidini kırmak. 7. ihmal etmek, yapmamak. 8. (ekinler) ürün vermemek.
failing that
aksi takdirde.
failing
fail.ing fey'lîng edat olmadığı takdirde.
failure
fail.ure feyl'yır isim 1. başarısızlık; beceremeyiş; fiyasko. 2. ihmal, yapmayış. 3. iflas. 4. mesleğinde/iş hayatında hiç başarı gösteremeyen kimse. 5. arıza: power failure elektrik arızası.
448
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük faint
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
faint feynt sıfat 1. donuk, belirsiz, zayıf. 2. baygın. isim baygınlık, bayılma. fiil bayılmak.
fainthearted
faint.heart.edsıfat yüreksiz; çekingen.
faintness
faint.nessisim baygınlık, bayılma.
fair and square
dürüst bir şekilde, dürüstçe.
fair game
kolaylıkla eleştirilebilecek veya alay konusu olabilecek kimse/durum.
fair to middling
konuşma dili fena olmayan.
fair wind
uygun rüzgâr.
fair
fair fer sıfat 1. adaletli, adil. 2. kurallara uygun. 3. fena olmayan, oldukça iyi. 4. güzel, açık ve güneşli (hava). 5. temiz (kopya). 6. sarışın; açık tenli. 7. güzel, alımlı.
fairground
fair.groundisim (açıkta olan) fuar yeri, fuar meydanı.
fairness
fair.nessisim 1. adaletlilik. 2. kurallara uygunluk. 3. sarışınlık; açık tenlilik. 4. güzellik, alımlılık.
fair-weather friend
iyi gün dostu.
fairy tale
peri masalı.
fairy
fair.y fer'i isim 1. peri. 2. argo homoseksüel erkek, ibne. sıfat 1. peri gibi. 2. perilere ait.
fait accompli
fait ac.com.pli fetakônpli' isim oldubitti, olupbitti, emrivaki.
faith
faith feyth isim 1. inanç; itikat; iman. 2. din. 3. güven, itimat.
faithful to his word
sözüne sadık.
faithful
faith.ful feyth'fıl sıfat sadık, vefakâr.
faithfulness
faith.ful.nessisim sadakat, vefakârlık.
faithless
faith.less feyth'lîs sıfat vefasız, sadık olmayan, sadakatsiz.
fake
fake feyk sıfat uydurma, sahte. fiil uydurmak. isim 1. sahte bir şey. 2. üçkâğıtçı, aldatıcı.
faker
fak.erisim üçkâğıtçı, sahtekâr, dolandırıcı.
falcon
fal.con fäl'kın isim şahin; doğan.
fall asleep
uykuya dalmak, uyumak.
fall away
çekilmek, gerilemek. 449
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fall back on
(güvenilecek bir kimseye/yere) başvurmak.
fall back upon
(çare olarak) -e başvurmak.
fall back
geri çekilmek.
fall behind
geri kalmak.
fall down in a fit
fenalık geçirerek yere düşmek.
fall down
düşmek.
fall due
vadesi gelmek: The next installment will fall due on 17 May. Sonraki taksidin 93 Mayısta ödenmesi gerekecek.
fall flat
umulan rağbeti hiç görmemek.
fall for
argo 1. aldatılmak. 2. çok beğenmek, bayılmak.
fall foul of
ile çatışmak.
fall guy
başkasının cezasını çeken kimse. 2. dolandırılan kimse. 3. keriz, enayi.
fall ill
hastalanmak.
fall in battle
askeri savaşırken ölmek.
fall in love with
-e âşık olmak.
fall in love
âşık olmak.
fall in
dizilmek, sıraya girmek.
fall into a trap
tuzağa düşmek.
fall into disfavor
gözden düşmek.
fall into disrepute
adı kötüye çıkmak.
fall into disuse
kullanılmaz olmak, bırakılmak, terkedilmek.
fall into error
hataya düşmek.
fall off
azalmak, düşmek. 2. bozulmak.
fall on one's feet
dört ayağının üstüne düşmek, atlatmak, sıyrılmak, başarmak.
fall on
-e hücum etmek, -e saldırmak.
fall out
kavga etmek, bozuşmak. 2. askeri sıradan çıkmak.
fall over oneself
kendini çok istekli göstermek.
fall over
yıkılmak.
fall prostrate
yüzüstü düşmek, yüzükoyun kapaklanmak.
fall short
of -e varamamak; -e varmamak. 2. (of) (para, malzeme) (birinin) ihtiyaçlarını karşılayacak kadar olmamak. That week I had fallen short of money. O hafta param yeterli 450
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
değildi. Our food supplies began to fall short. Kumanyamız tükenmeye başladı. fall through
suya düşmek, gerçekleşmemek.
fall to
yemeğe/savaşa başlamak; -e başlamak, -e koyulmak.
fall upon
-e saldırmak.
fall victim to
-e kurban gitmek.
fall
fall fôl isim 1. düşüş, düşme. 2. çökme. 3. yağış. 4. (fiyat, talep, ısı v.b.'nde) düşüş. 5. sonbahar, güz. 6. güreş düşüş.
fallacious
fal.la.cious fıley'şıs sıfat yanlış fikirlere dayanan, çürük, temelsiz.
fallacy
fal.la.cy fäl'ısi isim 1. yanlış düşünce veya inanç. 2. mantık yanıltmaca, safsata, mantık kurallarına aykırı sav.
fallen woman
düşmüş kadın, fahişe.
fallen
fall.en fô'lın fiil bakınız fall
fallible
fal.li.ble fäl'ıbıl sıfat yanılabilir, hataya düşebilir.
falling star
akanyıldız.
fallout
fall.out fôl'aut isim radyoaktif serpinti.
fallow deer
alageyik, sığın.
fallow
fal.low fäl'o sıfat nadasa bırakılmış, ekilmemiş.
falls
falls fôlz isim çağlayan, şelale.
false pride
boş gurur.
false step
falso, yanlış davranış.
false teeth
takma dişler.
false
false fôls sıfat 1. sahte. 2. vefasız, güvenilmez.
falsehood
false.hood fôls'hûd isim 1. yalan. 2. yalan söyleme.
falseness
false.nessisim sahtelik.
falsify
fal.si.fy fôl'sıfay fiil 1. (hesap, kayıt, belge v.b.'nde) tahrifat yapmak. 2. (gerçekleri) çarpıtmak.
falter
fal.ter fôl'tır fiil 1. tereddüt etmek. 2. azalmak, düşmek; gücünü/hızını kaybetmek. 3. sendeleyerek yürümek, sendelemek. 4. (ses) titremek; titrek bir sesle konuşmak.
fame
fame feym isim ün, şöhret, nam. 451
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
famed
famedsıfat ünlü, meşhur.
familial
fa.mil.ial fımîl'yıl sıfat ailevi, aileye ait.
familiar
fa.mil.iar fımîl'yır sıfat 1. iyi bilinen, bildik; iyi tanınan, tanıdık; aşina. 2. samimi, teklifsiz. isim iyi arkadaş.
familiarise
fa.mil.iar.ise fımîl'yırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız familiarize
familiarity
fa.mil.i.ar.i.ty fımîliyer'ıti isim 1. aşinalık. 2. samimiyet, teklifsizlik. 3. laubalilik.
familiarize oneself with
bir şey hakkında bilgi edinmek.
familiarize
fa.mil.iar.ize fımîl'yırayz fiil (bir şeyi) herkese tanıtmak.
family circle
aile çevresi, aile muhiti.
family man
ev bark sahibi, aile babası.
family name
soyadı, aile adı.
family planning
aile planlaması.
family tree
şecere, soyağacı.
family
fam.i.ly fäm'li, fäm'ıli isim 1. aile; akrabalar; çoluk çocuk. 2. zooloji familya.
famine
fam.ine fäm'în isim kıtlık, açlık.
famish
fam.ish fäm'îş fiil bakınız be famished
famous
fa.mous fey'mıs sıfat ünlü, meşhur, tanınmış.
famously
fa.mous.lyzarf, konuşma dili çok iyi.
fan belt
makine pervane kayışı.
fan blade
makine pervane kanadı.
fan the flames
kışkırtmak, körüklemek.
fan
fan fän fiil (fanned, fanning) yelpazelemek.
fanatic
fa.nat.ic fınät'îk sıfat, isim fanatik, bağnaz, mutaassıp.
fanatical
fa.nat.i.calsıfat fanatik, bağnaz, mutaassıp.
fanciful
fan.ci.ful fän'sîfıl sıfat 1. hayalperest. 2. hayali.
fancy dress ball
kıyafet balosu.
fancy oneself
hayallerinde kendini (şöyle veya böyle) görmek.
fancy
fan.cy fän'si fiil 1. hayal etmek. 2. sanmak, zannetmek, düşünmek. 3. -den hoşlanmak. 4. istemek. 452
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fang
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fang fäng isim 1. (yırtıcı hayvanlarda) köpekdişi. 2. yılanın zehirli dişi.
fanny
fan.ny fän'i isim, konuşma dili kıç, popo.
fantastic
fan.tas.tic fäntäs'tîk sıfat 1. harika, süper, enfes. 2. inanılmayacak kadar büyük (miktar). 3. akıl almaz, akıldışı, gerçekdışı. 4. fantastik, hayali, düşlemsel.
fantasy
fan.ta.sy fän'tızi isim 1. fantezi, düşlem, sınırsız hayal veya hayal gücü. 2. müzik fantezi.
far afield
konu dışında.
far and away
(öbürlerinden) kat kat daha ...: He's far and away the best. Öbürlerinden kat kat daha iyi.
Far from it.
konuşma dili Ne münasebet./Bilakis./Tersine.
far off
çok uzak.
far
far far zarf 1. -den uzak; uzağa; uzakta: He's never qourneyed far from Istanbul. İstanbul'dan uzağa hiç seyahat etmedi. They didn't go far. Uzağa gitmediler. I saw her far in the distance. Ta uzakta onu gördüm. How far is it to Bursa from here? Bursa buradan ne kadar uzak? 2. çok; fazla; çok fazla: The light's far too dim. Işık çok fazla loş. sıfat 1. uzak: a far country uzak bir ülke. 2. öte, öbür: at the far end of the garden bahçenin öte ucunda. 3. politika (bir kanadın) ucundaki, aşırı: He supports the far right. Aşırı sağı destekliyor.
faraway
far.a.way far'ıwey sıfat 1. uzak. 2. dalgın (bakış).
farce
farce fars isim 1. tiyatro fars. 2. saçmalık, maskaralık.
farcical
far.ci.cal far'sîkıl sıfat gülünç.
fare badly
(birisi) için kötü olmak: He fared badly. Onun için kötüydü.
fare well
(birisi) için iyi gitmek.
fare
fare fer isim 1. yol parası, bilet ücreti. 2. taksi müşterisi. 3. yiyecekler, yemekler.
farewell dinner
veda yemeği.
farewell
fare.well ferwel' ünlem Elveda! isim veda.
far-famed
far-famed farfeymd' sıfat çok meşhur. 453
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
farfetched
far.fetched farfeçt' sıfat gerçek payı çok az olan.
far-flung
far-flung farfl^ng' sıfat uzaklara yayılmış.
farina
fa.ri.na fıri'nı isim irmik.
farm
farm farm fiil çiftçilik yapmak.
farmer
farm.er far'mır isim çiftçi.
farmhand
farm.handisim rençper, ırgat.
farmhouse
farm.house farm'haus isim çiftlik evi.
farming
farm.ingisim çiftçilik.
farmost
far.most far'most sıfat bakınız farthest
farmstead
farm.stead farm'sted isim çiftlik ve içindeki binalar.
farmyard
farm.yard farm'yard isim çiftlik avlusu, çiftlik binaları arasındaki meydan.
far-reaching
far-reach.ing far'ri'çîng sıfat çok kişi veya şeyi etkileyen.
farsighted
far.sight.ed far'saytîd sıfat 1. ileri görüşlü, öngörülü. 2. tıbbi hipermetrop.
fart
fart fart isim, kaba osuruk. fiil osurmak.
farther
far.ther far'dhır sıfat 1. daha uzak. 2. öteki, ötedeki; daha uzaktaki; daha ötedeki; daha ilerdeki.
farthermost
far.ther.mostsıfat 1. en uzak. 2. en ötedeki.
farthest
far.thest far'dhîst sıfat en uzak. zarf en uzakta; en ötede; en ilerde; en uzağa.
farthing
far.thing far'dhîng isim çeyrek peni (eski bir İngiliz parası).
fascicle
fas.ci.cle fäs'îkıl isim fasikül.
fascinate
fas.ci.nate fäs'ıneyt fiil (birinin) ilgisini/merakını çok çekmek.
fascinating
fas.ci.nat.ingsıfat çok ilginç, çok enteresan.
fascination
fas.ci.na.tionisim 1. büyük merak. 2. cazibe.
fascism
fas.cism fäş'îzım isim faşizm.
fascist
fas.cistisim, sıfat faşist.
fashion designer
modacı.
fashion model
manken.
fashion show
defile. 454
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fashion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fash.ion fäş'ın isim 1. moda. 2. biçim, şekil; tarz. fiil yapmak, şekil vermek.
fashionable
fash.ion.a.ble fäş'ınıbıl sıfat moda olan, şık, revaçta olan, rağbette olan.
fast asleep
derin uykuya dalmış.
fast color
solmaz renk.
fast food
(hamburger, pizza gibi) hazır yiyecekler.
fast lane
(otoyolda) sürat şeridi.
fast
fast fäst sıfat 1. hızlı, süratli; seri. 2. solmaz, sabit (renk). 3. hızlı yaşayan, uçarı. 4. hafifmeşrep. zarf çabuk, tez.
fastback
fast.back fäst'bäk isim arka kaportası yatık spor araba.
fasten on
üstünde durmak; -e takılmak; -e saplanmak; -i kafasına takmak.
fasten the blame on someone
suçu birine yüklemek, suçu birinin üstüne atmak.
fasten upon
üstünde durmak; -e takılmak; -e saplanmak; -i kafasına takmak.
fasten
fas.ten fäs'ın fiil 1. bağlamak; tutturmak; bağlanmak; tutturulmak. 2. çengelle bağlamak, çengellemek. 3. on (gözü) (bir yere) dikmek.
fastener
fas.ten.erisim 1. bağlayan şey, bağ. 2. kopça; çıtçıt.
fast-food restaurant
hazır yiyecek satan lokanta.
fastidious
fas.tid.i.ous fästîd'iyıs sıfat titiz, zor beğenen.
fastness
fast.ness fäst'nîs isim 1. (kumaş boyası için) sabitlik; sabitlik derecesi. 2. korunak; mahfuz yer. 3. ücra yer.
fat cat
zengin adam.
fat
fat fät sıfat (fatter, fattest) 1. şişman; semiz, yağlı. 2. dolgun; kalın. isim yağ.
fatal
fa.tal fey'tıl sıfat 1. öldürücü; ölümcül. 2. vahim.
fatalism
fa.tal.ism feyt'ılîzm isim fatalizm, kadercilik, yazgıcılık.
fatalist
fa.tal.ist feyt'ılîst isim fatalist, kaderci, yazgıcı.
fatalistic
fa.tal.is.ticsıfat fatalist, kaderci, yazgıcı.
455
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fatality
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fa.tal.i.ty feytäl'ıti isim 1. (kaza sonucu olan) ölüm. 2. öldürücülük; ölümcüllük. 3. fatalite.
fate
fate feyt isim kader, yazgı, alınyazısı, mukadderat.
fated
fat.edsıfat kaderde olan.
fateful
fate.ful feyt'fıl sıfat vahim.
Father Christmas
İngiliz İngilizcesi Noel Baba.
Father
Fa.ther fa'dhır isim Peder (papazlara verilen unvan).
father-in-law
father-in-lawisim kayınpeder.
fatherland
fa.ther.land fa'dhırländ isim anavatan, anayurt.
fatherless
fa.ther.lesssıfat babasız.
fatherly
fa.ther.lysıfat baba gibi, babacan.
fathom
fath.om fädh'ım isim kulaç (uzunluk ölçü birimi). fiil 1. iskandil etmek. 2. anlamak, kavramak.
fatigue
fa.tigue fıtig' isim yorgunluk, bitkinlik. fiil yormak.
fatten
fat.ten fät'ın fiil semirtmek, şişmanlatmak; semirmek, şişmanlamak.
fatty acid
kimya yağ asidi.
fatty
fat.ty fät'i sıfat yağlı. isim, aşağılayıcı şişko, dobiş.
fatuity
fa.tu.i.ty fıtu'wıti isim hebennekalık, budalalık.
fatuous
fat.u.ous fäç'ıwıs sıfat 1. hebenneka, kendini akıllı sanan budala. 2. budalaca.
faucet
fau.cet fô'sît isim musluk.
fault
fault fôlt isim 1. (birinin karakterinde) kusur, noksan. 2. yanlış, kabahat. 3. jeoloji kırık, fay. 4. tenis servis hatası. fiil -de kusur bulmak.
faultless
fault.lesssıfat 1. kusursuz, noksansız. 2. yanlışsız.
faultlessness
fault.less.nessisim 1. noksansızlık. 2. yanlışsızlık.
faulty
fault.y fôl'ti sıfat 1. kusurlu, defolu. 2. çürük, sağlam bir temele dayanmayan.
fauna
fau.na fô'nı isim (faunas/faunae) fauna, direy.
faux pas
faux pas fo pa' falso, pot.
fava bean
bakla.
favor
fa.vor fey'vır isim 1. beğenme, onay; sevgi, sempati. 2. iltimas, kayırma. 3. iyilik, lütuf. 4. (bir davete 456
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
katılanlara verilen) ufak hediye. fiil 1. tarafını tutmak. 2. tercih etmek. 3. benzemek. favorable
fa.vor.a.ble fey'vırıbıl sıfat 1. uygun, müsait. 2. hoşa giden, iyi.
favorite
fa.vor.ite fey'vırît isim 1. çok sevilen kimse veya şey; sevgili, gözde. 2. favori, kazanacağına inanılan yarışçı. sıfat en çok sevilen, favori, gözde.
favoritism
fa.vor.it.ismisim kayırıcılık.
favour
fa.vour fey'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız favor
fawn
fawn fôn fiil yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
fax
fax fäks isim 1. faks makinesi, faks. 2. faksla gelen mesaj, faks. fiil fakslamak.
faze
faze feyz fiil, konuşma dili etkilemek: It didn't faze him at all. Onu hiç etkilemedi.
FBI
FBI ef'bi'ay' kısaltma Federal Bureau of Investigation
fear the worst
en kötü ihtimalin gerçekleşmesinden korkmak.
fear
fear fîr fiil korkmak.
fearful
fear.ful fîr'fıl sıfat 1. korku veren, korkunç. 2. korkak.
fearless
fear.lesssıfat korkusuz, gözü pek, yılmaz.
fearlessly
fear.less.lyzarf korkusuzca, yılmadan.
fearlessness
fear.less.nessisim korkusuzluk.
fearsome
fear.some fîr'sım sıfat dehşetli, korkunç.
feasibility study
fizibilite raporu.
feasibility
fea.si.bil.i.ty fizıbîl'ıti isim fizibilite, yapılabilirlik.
feasible
fea.si.ble fi'zıbıl sıfat 1. mümkün. 2. yapılabilir, uygulanabilir.
feast
feast fist isim 1. ziyafet. 2. Hristiyanlık yortu, bayram. fiil 1. ziyafette yiyip içmek, doyasıya yemek. 2. ziyafet vermek.
feat
feat fit isim (cesaret veya bedensel güç isteyen) başarı.
feather bed
kuştüyü yatak.
feather one's nest
küpünü doldurmak.
feather
feath.er fedh'ır isim tüy. 457
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
featherbrained
feath.er.brained fedh'ırbreynd sıfat kuş beyinli.
feathered
feath.eredsıfat tüylü.
featherweight
feath.er.weight fedh'ırweyt isim tüysıklet.
feature
fea.ture fi'çır isim 1. yüzdeki organlardan biri. 2. çoğul yüz, sima, çehre; yüz hatları. 3. özellik. 4. asıl film. 5. uzun makale. fiil 1. -de önemli bir rolü olmak: This film features Cahide Sonku. Bu filmde Cahide Sonku'nun önemli bir rolü var. 2. -i ön plana çıkarmak, -e ağırlık vermek: All the fashion shows are featuring mink. Tüm defilelerde vizona ağırlık veriliyor. This week our restaurant is featuring fried oysters. Lokantımızın bu haftaki spesiyalitesi istiridye tava. 3. (bir şeyin) önemli bir öğesi olmak: Acorns feature heavily in the diet of sjuirrels. Sincapların beslenmesinde meşe palamudu önemli bir yer tutar.
Feb.
Feb.kısaltma February
February
Feb.ru.ar.y feb'ruweri isim şubat.
fecal
fe.cal fi'kıl sıfat dışkıya ait.
feces
fe.ces fi'siz isim dışkı.
feckless
feck.less fek'lîs sıfat 1. beceriksiz, elinden iş gelmeyen. 2. cansız, zayıf.
fed
fed fed fiil bakınız feed
Federal Bureau of Investigation
Amerikan İngilizcesi Federal Araştırma Bürosu.
federal
fed.er.al fed'ırıl sıfat federal.
federalism
fed.er.al.ism fed'ırılîzım isim, politika federalizm.
federalist
fed.er.al.ist fed'ırılîst isim, sıfat federalist.
federalize
fed.er.al.ize fed'ırılayz fiil (devletleri) federasyon haline getirmek.
federate
fed.er.ate fed'ıreyt fiil federasyon haline getirmek.
federation
fed.er.a.tion fedırey'şın isim federasyon.
fedora
fe.do.ra fîdôr'ı isim fötr şapka, fötr.
fee
fee fi isim ücret; giriş ücreti; doktor ücreti, vizite.
feeble
fee.ble fi'bıl sıfat zayıf, kuvvetsiz.
feeble-minded
fee.ble-mindedsıfat geri zekâlı. 458
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
feebleness
fee.ble.nessisim zayıflık, kuvvetsizlik.
feebly
feeblyzarf zayıf bir şekilde, hafifçe, kuvvetsizce.
feed
feed fid fiil (fed) 1. yemek vermek. 2. beslemek. 3. yedirmek; on ile beslemek. 4. (hayvan) beslenmek; on yemek, ile beslenmek.
feedback
feed.backisim 1. birinin bir şey hakkındaki düşündükleri veya izlenimleri. 2. fizik fidbek, geribesleme, geribildirim.
feedbag
feed.bag fid'bäg isim yem torbası.
feeder
feed.erisim yemlik, yem kabı.
feeding bottle
biberon.
feel an affinity for
(birini) çok çekici bulmak.
feel an urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
feel at ease
içi rahat etmek.
feel at home
kendini rahat hissetmek, yadırgamamak.
feel bad
kendini iyi hissetmemek. 2. konuşma dili üzülmek.
feel disinclined
canı istememek.
feel for
-in çektiklerini anlamak.
feel giddy
başı dönmek.
feel in one's bones
içine doğmak.
feel keenly
kuvvetle hissetmek.
feel like a fish out of water
sudan/denizden çıkmış balığa dönmek.
feel like doing
canı yapmak istemek.
feel like oneself
kendini iyi hissetmek.
feel nauseous
midesi bulanmak.
feel no pain
konuşma dili bayağı sarhoş olmak, zilzurna sarhoş olmak.
feel one's oats
konuşma dili 1. yerinde duramamak, çok hareketli olmak. 2. kendini bir şey zannetmek.
feel one's way
el yordamıyla ilerlemek. 2. çok ihtiyatlı davranmak.
feel pity for
-e acımak.
feel rotten
keyfi olmamak. 2. kendini turşu gibi hissetmek. 459
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
feel shame for
-den utanç duymak.
feel shame
-den utanç duymak.
feel sick about
-e çok üzgün olmak.
feel sick at
-e çok üzgün olmak.
feel small
utanmak, mahcup olmak.
feel sorry for
-e acımak.
feel the urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
feel under the weather
(kendini) bir hoş/tuhaf hissetmek.
feel up to
kendini (belirli bir şeyi) yapacak kadar güçlü hissetmek.
feel woozy
başı dönmek; sersemlemek. 2. midesi bulanmak.
feel
feel fil isim 1. (bir şeyin dokununca uyandırdığı) his. 2. dokunma.
feeler
feel.er fi'lır isim, zooloji dokunaç.
feeling
feel.ing fi'lîng isim 1. his, duygu. 2. çoğul his dünyası, iç âlemi.
feet
feet fit isim bakınız foot
feign madness
deli numarası yapmak.
feign
feign feyn fiil (yapar) gibi görünmek, ... numarası yapmak.
feint
feint feynt isim, askeri yanıltma hareketi, yanıltma. fiil yanıltma hareketi yapmak.
feldspar
feld.spar feld'spar isim, mineraloji feldispat.
felicitous
fe.lic.i.tous fîlîs'ıtıs sıfat 1. mutlu, mesut. 2. uygun, münasip, yerinde, isabetli.
felicity
fe.lic.i.ty fılîs'ıti isim mutluluk, saadet.
fell
fell fel fiil 1. kesip devirmek. 2. yere sermek, düşürmek.
fellow citizen
vatandaş, yurttaş.
fellow countryman
vatandaş, yurttaş.
fellow sufferer
dert ortağı.
fellow townsman
hemşeri, hemşehri.
460
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fellow
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fel.low fel'o isim 1. adam, kişi; arkadaş. 2. (bir bilim kurumunda) üye.
felon
fel.on fel'ın isim, hukuk suçlu.
felony
fel.o.ny fel'ıni isim, hukuk ağır suç.
felt pen
keçeli kalem.
felt
felt felt isim keçe, fötr.
felt-tipped pen
keçeli kalem.
fem.
fem.kısaltma «female» feminine
female
fe.male fi'meyl sıfat, isim dişi.
feminine
fem.i.nine fem'ınîn sıfat 1. kadına özgü; kadınsı. 2. dilbilgisi dişil.
femininity
fem.i.nin.i.tyisim kadınlık, dişilik.
feminism
fem.i.nism fem'ınîzım isim feminizm.
feminist
fem.i.nist fem'ınîst isim, sıfat feminist.
fen
fen fen isim bataklık.
fence
fence fens isim 1. parmaklık; tahta perde; çit. 2. çalıntı mal alıp satan kimse.
fencer
fenc.erisim eskrimci.
fencing
fenc.ing fen'sîng isim 1. eskrim. 2. çit veya parmaklık malzemesi.
fend for oneself
kendini geçindirmek, başının çaresine bakmak.
fend off
kovmak, uzaklaştırmak.
fend
fend fend fiil bakınız fend for oneself fend off
fender
fend.er fen'dır isim 1. çamurluk. 2. şöminenin önüne konulan alçak parmaklık.
fennel
fen.nel fen'ıl isim rezene, raziyane.
fenugreek
fen.u.greek fen'yûgrik isim, botanik çemen.
ferment trouble among
(birilerini) kışkırtmak.
ferment
fer.ment fırment' fiil mayalanmak, ekşimek.
fermentation
fer.men.ta.tion fırmıntey'şın isim mayalanma, fermantasyon.
fern
fern fırn isim eğreltiotu, aşk merdiveni, fuqer.
ferocious
fe.ro.cious fıro'şıs sıfat vahşi, yırtıcı.
ferocity
fe.roc.i.ty fıras'ıti isim vahşilik, vahşet. 461
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ferret out
arayıp tarayıp bulmak.
ferret
fer.ret fer'ît fiil arayıp taramak.
Ferris wheel
dönme dolap.
Ferris
Fer.ris fer'îs sıfat bakınız Ferris wheel
ferroconcrete
fer.ro.con.crete ferokan'krit isim betonarme.
ferry
fer.ry fer'i isim 1. iki kıyı arasında araba veya insan taşıyan gemi, kayık, sal v.b.; araba vapuru, feribot; vapur. 2. böyle bir taşıtın işlediği yer. fiil böyle bir taşıtla götürmek.
fertile
fer.tile fır'tıl sıfat verimli, bereketli.
fertility
fer.til.i.tyisim verimlilik.
fertilize
fer.til.ize fır'tîlayz fiil 1. gübrelemek. 2. döllemek.
fertilizer
fer.til.iz.erisim gübre.
fervent
fer.vent fır'vınt sıfat hararetli, ateşli.
fervid
fer.vid fır'vîd sıfat hararetli, ateşli.
fervor
fer.vor fır'vır isim hararetlilik, hararet, ateşlilik, ateş.
fester
fes.ter fes'tır fiil irinlenmek, iltihaplanmak, azmak.
festival
fes.ti.val fes'tıvıl isim 1. bayram; yortu. 2. festival, şenlik.
festive
fes.tive fes'tîv sıfat 1. şen, neşeli. 2. bayrama ait.
festivity
fes.tiv.i.ty festîv'ıti isim kutlama: What kind of festivities will there be? Ne gibi kutlamalar olacak?
festoon
fes.toon festun' isim feston.
fetal
fet.alsıfat cenine ait.
fetch
fetch feç fiil 1. alıp getirmek, getirmek. 2. gelir sağlamak, hasılat getirmek.
fetching
fetch.ingsıfat, konuşma dili cazibeli, çekici, alımlı.
fetid
fet.id fet'îd sıfat pis kokan, kokuşmuş.
fetish
fet.ish fet'îş isim fetiş.
fetishism
fet.ish.ismisim fetişizm.
fetter
fet.ter fet'ır isim 1. bukağı. 2. genellikle çoğul engel. fiil 1. ayağına zincir vurmak; elini ayağını bağlamak. 2. bağlamak, engellemek.
fettle
fet.tle fet'ıl isim bakınız in fine fettle 462
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fetus
fe.tus fi'tıs isim cenin.
feud
feud fyud isim 1. uzun süren düşmanlık. 2. kan davası. fiil ihtilaflı olmak, kavga etmek.
feudal
feu.dal fyud'ıl sıfat feodal.
feudalism
feu.dal.ismisim feodalizm.
feudality
feu.dal.i.ty fyudäl'ıti isim feodalite.
fever
fe.ver fi'vır isim 1. tıbbi ateş, hararet. 2. tıbbi humma. 3. Duygu yoğunluğu belirtir: He was shouting in a fever of excitement. Büyük bir heyecanla bağırıyordu.
fevered
fe.ver.edsıfat ateşli, hararetli olan.
feverish
fe.ver.ish fi'vırîş sıfat 1. ateşli, ateşi çıkmış. 2. hararetli, ateşli. 3. heyecanlı, telaşlı.
few and far between
çok nadir.
few
few fyu sıfat az. isim az miktar.
fez
fez fez isim (fezzes) fes.
fiancé
fi.an.cé fiyansey' eril, isim nişanlı.
fiancée
fi.an.cée fiyansey' dişil, isim nişanlı.
fiasco
fi.as.co fiyäs'ko isim fiyasko.
fiat
fi.at fi'yat, fi'yıt, fay'ıt, fay'ät isim 1. emir. 2. karar.
fib
fib fib fiil (fibbed, fibbing) yalan söylemek, uydurmak, atmak. isim küçük yalan.
fiber
fi.ber fay'bır isim lif.
fiberglass
fi.ber.glassisim cam elyafı.
fibre
fi.bre fay'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız fiber
fibrous
fi.brous fay'brıs sıfat lifli.
fickle
fick.le fîk'ıl sıfat 1. (aşkta) vefasız, hercai. 2. fırdöndü, hercai, değişken; kaypak, dönek.
fiction
fic.tion fîk'şın isim 1. roman ve hikâye edebiyatı. 2. hukuk kolaylık olsun diye gerçek gibi farzolunan şey, mevhume.
fictionalise
fic.tion.al.ise fîk'şınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız fictionalize
fictionalize
fic.tion.al.ize fîk'şınılayz fiil hikâye veya roman şekline sokmak. 463
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fictitious
fic.ti.tious fîktîş'ıs sıfat uydurma, hayali.
fiddle around
vakit geçirmek, oyalanmak.
fiddle away
(zamanı) boş geçirmek.
fiddle
fid.dle fîd'ıl isim, konuşma dili keman. fiil, konuşma dili 1. keman çalmak. 2. vakit geçirmek, oyalanmak.
Fiddle!
ünlem Hay Allah!
fiddle-faddle
fid.dle-fad.dle fîd'ılfäd'ıl isim saçma sapan sözler.
fidelity
fi.del.i.ty faydel'ıti isim sadakat, vefa.
fidget
fidg.et fîc'ît fiil rahat oturamamak, yerinde duramamak, durmadan kımıldamak.
fidgety
fid.getysıfat rahat durmayan, kıpır kıpır.
fief
fief fif isim tımar, zeamet.
field artillery
askeri sahra topçu sınıfı.
field day
spor bayramı.
field events
alan yarışları.
field exercise
askeri kıta tatbikatı.
field glasses
(çifte) dürbün.
field hockey
spor çim hokeyi.
field hospital
sahra hastanesi.
field maneuver
askeri kara manevrası.
field manual
askeri sahra talimatnamesi.
field marshal
feldmareşal.
field mouse
tarla faresi.
field officer
askeri üstsubay.
field trip
(öğretimde) gezi.
field
field fild isim 1. tarla. 2. çayır; otlak, mera. 3. alan, saha. fiil (bir spor takımını) sahaya çıkarmak.
fieldpiece
isim sahra topu.
fiend
fiend find isim 1. şeytan, ifrit, zebani. 2. konuşma dili düşkün, meraklı, hasta, deli, tiryaki: a tennis fiend tenis hastası. an opium fiend afyonkeş.
fiendish
fiend.ish fin'dîş sıfat şeytani, şeytanca.
fierce
fierce fîrs sıfat 1. şiddetli. 2. sert, vahşi.
464
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fiery
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fi.er.y fayr'i sıfat 1. ateş gibi. 2. kızgın. 3. çabuk öfkelenen, barut gibi. 4. ateşli; coşturucu; galeyana getiren. 5. ateşli, şehvet dolu.
fiesta
fi.es.ta fiyes'tı isim 1. yortu; bayram. 2. festival.
fifteen
fif.teen fîftin' sıfat on beş. isim on beş, on beş rakamı (35, XV).
fifteenth
fif.teenthsıfat, isim 1. on beşinci. 2. on beşte bir.
fifth wheel
gereksiz şey veya kimse.
fifth
fifth fîfth sıfat, isim 1. beşinci. 2. beşte bir.
fiftieth
fif.ti.eth fîf'tiyîth sıfat, isim 1. ellinci. 2. ellide bir.
fifty
fif.ty fîf'ti sıfat elli. isim elli, elli rakamı (58, L).
fifty-fifty
fif.ty-fif.tysıfat yarı yarıya.
fig
fig fîg isim 1. incir ağacı. 2. incir.
fight
fight fayt isim 1. kavga, dövüş. 2. mücadele. fiil (fought) 1. kavga etmek, dövüşmek. 2. mücadele etmek, uğraşmak. 3. savaşmak.
fighter
fight.erisim 1. savaşçı. 2. boksör. 3. avcı uçağı.
fighting cock
dövüş horozu.
fighting
fight.ingisim savaş.
figment
fig.ment fîg'mınt isim bakınız a figment of the imagination
figurative
fig.ur.a.tive fîg'yırıtîv sıfat mecazi.
figure of speech
dilbilim mecaz.
figure on
konuşma dili 1. -i hesaba katmak. 2. -e güvenmek. 3. -i planlamak.
figure out
-i anlamak, -i çözmek.
figure skater
artistik patinajcı.
figure skating
artistik patinaj, figür pateni.
figure up
(bir hesabı) toplamak.
figure
fig.ure fîg'yır, [İngiliz İngilizcesi] fîg'ır isim 1. sayı, rakam, numara. 2. boy bos, endam. 3. figür.
figurehead
fig.ure.headisim gemi aslanı.
Fiji
Fi.ji fi'ci isim Fiqi.
465
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Fijian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Fi.ji.an fi'ciyın, fîci'yın isim Fiqili. sıfat 1. Fiqi; Fiqi'ye özgü; Fiqi Adaları'na özgü. 2. Fijili.
filament
fil.a.ment fîl'ımınt isim 1. tel, iplik, lif. 2. botanik ercik sapı. 3. elektrik filaman.
filbert
fil.bert fîl'bırt isim fındık.
filch
filch fîlç fiil çalmak, aşırmak, yürütmek.
file a complaint
yazılı olarak şikâyet etmek.
file clerk
evrakları dosyalayan görevli.
file suit against
-i dava etmek.
file
file fayl isim eğe; törpü. fiil eğelemek; törpülemek.
filet mignon
fileminyon.
filet
fi.let fîley' isim fileto.
filial
fil.i.al fîl'îyıl sıfat evlada ait; evlada yakışır.
filing cabinet
dosya dolabı.
filings
fil.ings fay'lîngz isim, çoğul eğe talaşı.
fill a prescription
reçetedeki ilaçları vermek.
fill a tooth
dolgu yapmak.
fill dirt
dolgu toprak.
Fill her up!
otomotiv Depoyu doldur!
fill in for
(birinin) yerine çalışmak.
fill in
doldurmak. 2. geçici olarak bir işte çalışmak.
Fill me in on the situation.
Durumu bana açıkla.
fill out
(formu) doldurmak. 2. toplamak, kilo almak.
fill someone's shoes
birinin yerini doldurmak.
fill the bill
konuşma dili işe uygun olmak: He fills the bill. İşe uygundur o.
fill up
doldurmak.
fill
fill fîl fiil 1. doldurmak; dolmak. 2. doyurmak. isim 1. dolgu maddesi, dolgu. 2. dolgu, dolguyla meydana getirilmiş yer.
filler
fill.er fîl'ır isim 1. dolgu, katkı maddesi. 2. _boyacılık_ filler, dolgu macunu.
fillet
fil.let fîl'ît isim 1. saç bandı. 2. kemiksiz et veya balık, fileto. 466
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
filling station
benzin istasyonu.
filling
fill.ing fîl'îng isim 1. doldurma; dolma. 2. dişçilik dolgu.
filly
fil.ly fîl'i isim kısrak.
film speed
film duyarlığı.
film star
film yıldızı.
film
film fîlm isim 1. zar; ince örtü, ince tabaka. 2. sinema film. fiil 1. filme almak. 2. film çekmek.
filter paper
filtre kâğıdı.
filter tip
filtreli sigara. 2. sigara filtresi.
filter
fil.ter fîl'tır isim 1. filtre. 2. çoğul filtreli sigaralar. fiil filtreden geçirmek.
filter-tipped
fil.ter-tippedsıfat filtreli (sigara).
filth
filth fîlth isim pislik.
filthy
filthysıfat çok pis.
filtrate
fil.trate fîl'treyt isim süzüntü, filtrat.
fin
fin fîn isim yüzgeç.
final heat
spor final koşusu.
final
fi.nal fay'nıl sıfat 1. son, sonuncu; kesin. 2. spor final: final match final maçı. isim 1. yıl sonu, sömestr sonu veya kurs sonu sınavı. 2. spor final, final karşılaşması. 3. gazetecilik son baskı.
finale
fi.na.le fînäl'i isim, müzik final.
finalist
fi.nal.ist fay'nılîst isim finalist.
finality
fi.nal.i.ty faynäl'ıti isim kesinlik.
finalize
fi.nal.ize fay'nılayz fiil bitirmek, son şeklini vermek.
finally
fi.nal.lyzarf nihayet, sonunda.
finance
fi.nance fînäns', fay'näns isim 1. maliye, finans: Ministry of Finance Maliye Bakanlığı. 2. finansman. fiil finanse etmek.
finances
fi.nancesisim 1. para: A lack of finances was the problem. Problem parasızlıktı. 2. mali durum: His finances are in good shape. Onun mali durumu iyi.
financial pressure
para sıkıntısı. 467
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
financial year
bütçe yılı; mali yıl.
financial
fi.nan.cial fînän'şıl sıfat mali.
financier
fin.an.cier fînınsîr' isim 1. finansçı. 2. yatırımcı.
financing
financingisim finansman.
finch
finch fînç isim ispinoz.
find employment
iş bulmak.
find fault with
(-de/-e) kusur bulmak.
find fault
(-de/-e) kusur bulmak.
find guilty
suçlu çıkarmak.
Find out if he came.
Gelip gelmediğini öğren.
find out
öğrenmek.
find someone strange
biri/bir şey (birinin) tuhafına gitmek.
find something strange
biri/bir şey (birinin) tuhafına gitmek.
find something sympathetic
bir şey birinin hoşuna gitmek: She didn't find his ways sympathetic. Onun davranışları hoşuna gitmedi.
find
find faynd fiil (found) bulmak, keşfetmek.
finding
find.ingisim 1. bulunmuş veya keşfedilmiş şey. 2. hukuk (qürinin verdiği) karar.
fine arts
güzel sanatlar güzel sanatlar.
fine
fine fayn sıfat 1. güzel, ince, zarif. 2. ince. 3. saf, katışıksız, halis. 4. hassas, ince ruhlu, duygulu. 5. âlâ, mükemmel, üstün. 6. açık, güzel (hava).
finery
fin.er.y fay'nıri isim süslü giyim.
finesse
fi.nesse fînes' isim incelik, ustalık. fiil ustalıkla durumu idare etmek.
fine-toothed comb
ince dişli tarak.
finger
fin.ger fîng'gır isim parmak. fiil parmakla dokunmak, el sürmek, ellemek.
fingernail
fin.ger.nail fîng'gırneyl isim tırnak, parmak tırnağı.
fingerprint
fin.ger.print fîng'gır.prînt isim parmak izi.
fingertip
fin.ger.tip fîng'gırtîp isim parmak ucu.
finicky
fin.ick.y fîn'îki sıfat titiz, kılı kırk yaran.
finish line
spor finiş, bitiş.
finish off
bitirmek. 468
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
finish up
bitirmek.
finish with
ile işi bitmek: If you've finished with that computer, I'd like to use it. O bilgisayarla işin bittiyse onu kullanmak istiyorum. 2. ile ilişkisini kesmek/bitirmek/sona erdirmek: Belma's finished with Burhan. Belma, Burhan'la ilişkisini kesti.
finish
fin.ish fîn'îş fiil 1. bitirmek; sona erdirmek; tamamlamak; bitmek; sona ermek; tamamlanmak. 2. konuşma dili öldürmek, işini bitirmek. 3. konuşma dili bitirmek, mahvetmek; bozmak; bitkin duruma getirmek. 4. (bir müsabakada) ... gelmek: He finished first. Birinci geldi. isim 1. son, nihayet. 2. spor finiş, bitiş. 3. (ağaç işlerinde) cila, perdah: This table has a lovely finish. Bu masanın cilası güzel.
finite verb
dilbilgisi çekimli fiil.
finite
fi.nite fay'nayt sıfat 1. sınırlı, mahdut. 2. matematik sonlu.
fink
fink fîngk isim, argo 1. hain; ispiyoncu, ispiyon, gammaz, ihbarcı. 2. grev kırıcı.
Finland
Fin.land fîn'lınd isim Finlandiya.
Finlander
isim Finlandiyalı.
Finn
Finn fîn isim Finli. sıfat Fin.
Finnish
isim Fince. sıfat 1. Fin. 2. Fince.
fiord
fiord fyôrd isim bakınız fqord
fir
fir fır isim köknar.
fire alarm
yangın zili; yangın alarmı.
fire brigade
İngiliz İngilizcesi itfaiye.
fire department
itfaiye teşkilatı.
fire engine
itfaiye arabası.
fire escape
(yangında kullanlmak üzere binaya raptedilmiş demirden) yangın merdiveni.
fire extinguisher
yangın söndürme aleti.
fire hydrant
yangın musluğu.
fire insurance
yangın sigortası. 469
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fire questions at
(birini) soru yağmuruna tutmak.
fire someone up
(birini) gayrete getirmek. 2. (soba, kalorifer, v.b.'ni) fayrap etmek. 3. (motoru) çalıştırmak.
fire someone with enthusiasm for
(bir iş için) (birini) şevke getirmek.
fire something up
(birini) gayrete getirmek. 2. (soba, kalorifer, v.b.'ni) fayrap etmek. 3. (motoru) çalıştırmak.
fire tower
yangın kulesi.
fire
fire fay'ır isim 1. ateş. 2. yangın.
firearms
fire.armsisim ateşli silahlar.
fireboat
fire.boatisim yangın söndürme gemisi.
firebrand
fire.brandisim 1. yanan odun parçası. 2. ortalığı karıştıran delifişek.
firebrick
fire.brickisim yangın tuğlası.
firebug
fire.bugisim kundakçı.
firecracker
fire.crack.erisim kestanefişeği.
firefly
fire.flyisim ateşböceği.
fireman
fire.manisim itfaiyeci.
fireplace
fire.placeisim şömine, ocak.
fireplug
fire.plugisim yangın musluğu.
fireproof
fire.proofsıfat yanmaz.
fire-resistant
sıfat ateşe dayanıklı.
fireside
fire.sideisim ocak başı.
firewood
fire.woodisim odun.
fireworks
fire.worksisim havai fişekler, kestanefişekleri, çatapatlar v.b.
firing line
ateş hattı.
firing mechanism
ateşleme mekanizması, ateşleme tertibatı.
firing pin
ateşleme iğnesi, ateşleme pimi.
firing range
atış alanı, poligon.
firing squad
askeri idam mangası.
firing
fir.ing fay'rîng isim 1. (tüfek, top, v.b.'ni) ateşleme; ateşlenme, ateş alma. 2. (kurşun, top, belirli bir el silah) atma, atış. 3. (toprak eşyayı) pişirme; pişim. 4. konuşma dili işten kovma, sepetleme. 470
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
firm offer
ticaret kesin teklif.
firm
firm fırm isim firma.
firmament
fir.ma.ment fır'mımınt isim gök kubbe.
firman
fir.man fır'mın, fırman' isim ferman.
firmness
firm.nessisim 1. (qöle, pelte, çikolata v.b.'ne özgü) donmuşluk. 2. sağlamlık. 3. sıkılık. 4. (fiyatlarda) istikrar.
first aid
tıbbi ilk yardım.
first and foremost
en başta.
first class
(taşıtta) birinci mevki.
first floor
zemin kat. 2. İngiliz İngilizcesi birinci kat.
first impression
ilk izlenim.
first lady
cumhurbaşkanının karısı.
first lieutenant
askeri üsteğmen.
first name
ilk ad.
first night
gala, açılış gecesi.
first person
dilbilgisi birinci şahıs.
first watch
gecenin ilk nöbeti.
first
first fırst sıfat 1. ilk, birinci. 2. baş, en büyük. zarf 1. ilkin, evvela, ilkönce, önce. 2. ilk: When we first came here it was a village. İlk geldiğimiz zaman burası bir köydü. isim ilk, birinci.
firstborn
first.bornisim ilk çocuk. sıfat ilk doğan.
firsthand
first.handzarf doğrudan, doğrudan doğruya, ilk elden. sıfat ilk elden, ilk elden alınmış.
firstly
first.ly fırst'li zarf ilkin, evvela, ilkönce, önce.
first-rate
first-ratesıfat üstün, mükemmel; birinci sınıf, ekstra.
firth
firth fırth isim (İskoçya'da) haliç.
fiscal year
mali işler mali yıl.
fiscal
fis.cal fîs'kıl sıfat, mali işler mali.
fish for
dolaylı bir şekilde istemek/aramak.
fish in troubled waters
bulanık suda balık avlamak.
471
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fish or cut bait
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili bir şeyi yapmak ya da ondan tamamıyla vazgeçmek: You must either fish or cut bait! Ya bu deveyi güdersin, ya da bu diyardan gidersin!
fish story
palavra, masal, hikâye.
fish
fish fîş fiil balık tutmak, balık avlamak.
fishbone
fish.boneisim kılçık, balık kılçığı.
fisherman
fish.er.man fîş'ırmın isim balıkçı.
fishing line
olta, olta ipi, misina.
fishing pole
olta kamışı.
fishing rod
olta çubuğu.
fishing tackle
olta takımı.
fishnet stocking
file çorap.
fishnet
fish.net fîş'net isim balık ağı.
fishy
fish.y fîş'i sıfat 1. balık kokan; içinde balık tadı olan. 2. balığı çok. 3. konuşma dili şüphe uyandıran: There's something fishy about this. Bu işte bir bityeniği var.
fissile
fis.sile fîs'ıl sıfat bölünebilir, yarılabilir.
fission
fis.sion fîş'ın isim, fizik bölünüm, yarılım.
fissure
fis.sure fîş'ır isim ince çatlak.
fist
fist fîst isim yumruk.
fisticuffs
fist.i.cuffs fîs'tîk^fs isim yumruklaşma, dövüşme.
fit for nothing
hiçbir işe yaramaz, beş para etmez.
fit like a glove
tıpatıp uymak.
fit someone out for
birine (bir şey için) gerekli şeyleri sağlamak/tedarik etmek.
fit to be tied
konuşma dili çok öfkeli, babaları tutmuş, küplere binmiş, zıvanadan çıkmış.
fit
fit fît fiil (fitted, fitting) 1. -e göre olmak, -e yakışmak; -e uygun olmak; -i uydurmak, -i ayarlamak, -in uymasını sağlamak: This qob fits you perfectly. Bu iş tam sana göre. The colors don't fit. Renkler birbirine uymuyor. You should fit your remarks to the educational level of your listeners. Sözlerinizi dinleyicilerinizin eğitim düzeyine göre ayarlamalısınız. 472
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
2. in/into (bir yere, çevreye, gruba v.b.'ne) uygun düşmek/olmak, uymak: He just doesn't fit in here. Buraya uygun biri değil o. How does she fit into the scheme of things here? Onun buradaki rolü ne? 3. -e uymak, ölçüleri birbirini tutmak: This coat fits you. Bu palto senin ölçülerine uyuyor. The key didn't fit the lock. Anahtar kilide uymadı. 4. -e yerleştirmek; -e takmak: He fitted the crown onto the tooth. Kuronu dişin üstüne geçirdi. 5. into/in -i programına almak/sıkıştırmak: I'll try to fit Gümüşhane into our schedule. Gümüşhane'yi programımızın içine almaya çalışırım. 6. into/in -e yerleştirmek, -e sığdırmak, -e girmesini sağlamak; -e sığmak, -e girmek: Can you fit this into the trunk of the car? Bunu otomobilin bagajına yerleştirebilir misin? No, it won't fit. Hayır, sığmaz. 7. uymak, tutmak, çelişmemek: He fits your description. Senin tarifine uyuyor o. 8. for (birini) -e hazırlamak, (birinin) (bir şey) için hazır/uygun olmasını sağlamak: The education you get here will fit you for university. Burada gördüğünüz tahsil sizi üniversiteye hazırlar. 9. for (bir şey) için ölçü almak: She fitted him for a new pair of shoes. Yeni bir çift ayakkabı için ayağının ölçüsünü aldı. 10. with (bir giysinin) provasını yapmak: We'll fit you with the dress tomorrow. Elbis fitful
fit.fulsıfat kısa aralıklarla bölünen, kesintili, düzensiz.
fitness
fit.ness fît'nıs isim 1. uygunluk, uygun olma. 2. (bedenen) formda olma, spor yapmaya hazır olma.
fitter
fit.ter fît'ır isim borucu, tesisatçı.
fitting
fit.ting fît'îng isim 1. terzilik prova. 2. çoğul (rakor, manşon gibi) tesisat işlerinde kullanılan parça; fitings. 3. (bir) aksesuar. sıfat uygun.
five
five fayv sıfat beş. isim 1. beş, beş rakamı (5, V). 2. iskambil oyunları beşli.
five-and-ten
bakınız five-and-ten-cent store 473
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
five-and-ten-cent store
ucuz eşya satılan mağaza.
fivefold
five.foldsıfat, zarf beş kat, beş misli.
fiver
fiverisim, konuşma dili beş dolarlık kâğıt para.
fix a place up
bir yeri tamir etmek.
fix on
-i seçmek, -e karar vermek.
fix one's attention on
dikkatini -e çevirmek.
fix one's eyes on
gözünü -e dikmek.
fix oneself up
süslenmek, kendini süslemek.
fix someone up with
konuşma dili birine (bir şey) ayarlamak/sağlamak.
fix some-one's wagon
konuşma dili 1. birini mahvetmek. 2. birinin hakkından gelmek.
fix
fix fîks fiil 1. tamir etmek. 2. (sabitleştirecek bir şekilde) takmak, yerleştirmek. 3. (tarih, miktar v.b.'ni) kararlaştırmak, tayin etmek. 4. (kahvaltı/öğle yemeği/akşam yemeği) hazırlamak. 5. (saçını) yapmak. 6. (filmin) fiksajını yapmak. 7. konuşma dili şike yaparak (maçın) sonucunu tayin etmek; rüşvet yedirerek (mahkemenin) sonucunu tayin etmek. 8. konuşma dili gününü göstermek, hakkından gelmek, çanına ot tıkamak.
fixation
fix.a.tion fîksey'şın isim aşırı bağlılık, aşırı düşkünlük.
fixed asset
sabit değer.
fixed idea
saplantı.
fixed price
sabit fiyat.
fixed
fixed fîkst sıfat 1. sabit, değişmeyen. 2. konuşma dili şike veya rüşvet yoluyla ayarlanmış.
fixings
fix.ings fîk'sîngz isim, çoğul, konuşma dili (bir et yemeğini tamamlayan) diğer yemekler.
fixture
fix.ture fîks'çır isim 1. (bir yapı veya odaya ait) sabit eşya. 2. spor müsabaka.
fizz
fizz fîz fiil (gazoz, soda, şampanya v.b.) fış fış/fışır fışır köpürdemek, fışırdamak, fışıldamak. isim 1. (köpüren gazoz, soda v.b.'nin çıkardığı) fışırtılı ses, fışırtı, fışıltı. 2. canlılık. 474
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fizzle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fiz.zle fîz'ıl fiil, konuşma dili out iyi başlayıp sonradan suya düşmek.
fizzy
fizzysıfat karbonatlı (içecek).
fjord
fjord fyôrd isim fiyort.
fl. oz.
fl. oz.kısaltma fluid ounce
flabbergast
flab.ber.gast fläb'ırgäst fiil, konuşma dili çok şaşırtmak, küçük dilini yutturmak.
flabby
flab.by fläb'i sıfat 1. gevşemiş, gevşek (adale, doku). 2. cansız, güçsüz, ruhsuz, sönük.
flaccid
flac.cid fläk'sîd, fläs'ıd sıfat bakınız flabby
flag a taxi
taksi çevirmek.
flag down a taxi
taksi çevirmek.
flag
flag fläg isim büyük ve yassı kaldırım taşı. fiil (flagged, flagging) bu taşlarla döşemek.
flagpole
flag.poleisim gönder, bayrak direği.
flagrant
fla.grant fley'grınt sıfat göze batan (kötülük, ahlaksızlık); pervasız (suç işleyen kimse).
flagrante delicto
fla.gran.te de.lic.to flıgrän'ti dîlîk'to suçüstü, cürmü meşhut halinde.
flagship
flag.shipisim 1. amiral gemisi. 2. bir şirket grubundaki en önemli şirket: The Chicago Hilton is the flagship of the Hilton chain of hotels. Şikago Hiltonu, Hilton otel zincirinin baş oteli.
flagstaff
flag.staffisim gönder, bayrak direği.
flagstone
flag.stoneisim büyük ve yassı kaldırım taşı.
flair
flair fler isim 1. yetenek, kabiliyet. 2. içgüdü.
flake
flake fleyk isim 1. ince bir tabaka halinde olan parça. 2. ince bir tabaka halindeki kar tanesi. fiil (of/away) (boya tabakaları v.b.) kabarıp dökülmek; tabaka halinde dökülmek.
flambeau
flam.beau fläm'bo isim meşale.
flamboyant
flam.boy.ant flämboy'ınt sıfat 1. frapan, göze çarpan (renk). 2. aşırı davranışlarından dolayı göze çarpan (kimse). 475
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük flame
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flame fleym isim 1. alev, yalaz. 2. konuşma dili sevgili. fiil alev alev yanmak.
flamethrower
flame.throw.erisim alev makinesi.
flamingo
fla.min.go flımîng'go isim (flamingos/flamingoes) flamingo.
flammable
flam.ma.ble fläm'ıbıl sıfat yanıcı.
Flanders
Flan.ders flän'dırz isim Flandra.
flange
flange flänc isim flanş.
flank attack
askeri yan saldırısı, yan taarruzu.
flank
flank flängk isim 1. böğür. 2. denizcilikle ilgili yan. fiil, askeri 1. yandan kuşatmak. 2. yan saldırısı yapmak, yan taarruzu yapmak.
flanking action
askeri yan hareketi.
flannel
flan.nel flän'ıl isim 1. flanel. 2. pazen. 3. İngiliz İngilizcesi elbezi; sabun bezi, sabunluk. 4. İngiliz İngilizcesi saçma, palavra.
flannelette
flan.nel.etteisim pazen.
flap
flap fläp isim 1. (kanat) çırpma, çırpıntı, çırpış. 2. (yelken, bayrak, v.b.) dalgalanma. 3. (zarfa ait) kapak. 4. (kaskette) kulaklık. 5. (çadıra ait) etek. 6. (uçağın kanadındaki) kanatçık. 7. (masaya ait) kanat. fiil (flapped, flapping) 1. (kuş) (kanatlarını) çırpmak. 2. (bayrak, yelken, v.b.) (rüzgârda) dalgalanmak.
flare
flare fler fiil 1. parlamak, alevlenmek. 2. parlamak, ışık saçmak. 3. (etekler) kabarmak. 4. up parlamak, öfkelenmek. isim 1. askeri aydınlatma cephanesi. 2. denizcilikle ilgili işaret fişeği.
flash flood
aniden gelen sel.
flash in the pan
saman alevi gibi bir şey.
flash through one's mind
birden aklından geçmek.
flash
flash fläş isim 1. ani bir parıldama. 2. flaş, kısa fakat önemli bir haber. 3. fotoğrafçılık flaş aygıtı, flaş. 4. cep feneri.
flashback
flash.backisim geriye dönüş. 476
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flashbulb
flash.bulbisim, fotoğrafçılık flaş ampulü.
flashgun
flash.gunisim, fotoğrafçılık flaş lambası, flaş.
flashing
flash.ing fläş'îng isim etek, yağmur sularına karşı konulan sac örtü.
flashlight
flash.lightisim el feneri.
flashy
flash.y fläş'i sıfat frapan, göze çarpan.
flask
flask fläsk isim 1. cep şişesi; matara. 2. kimya balon (cam kap).
flat broke
konuşma dili meteliksiz, züğürt.
flat on one's back
yatalak.
flat rate
tek fiyat.
flat tire
patlak lastik.
flat
flat flät sıfat (flatter, flattest) 1. düz; yassı. 2. yavan, tatsız. 3. müzik bemol. 4. gazı gitmiş (meşrubat, bira, şampanya).
flatcar
flat.carisim, demiryolu açık yük vagonu.
flat-footed
flat-foot.edsıfat düztaban.
flatiron
flat.ironisim ütü.
flatness
flat.nessisim 1. düzlük; yassılık. 2. yavanlık, tatsızlık.
flatten
flat.ten flät'ın fiil yassılaştırmak, yassıltmak, yassılatmak; ezmek.
flatter
flat.ter flät'ır fiil pohpohlamak, koltuklamak, samimi olmayan iltifatlarda bulunmak.
flatterer
flat.ter.erisim pohpohçu.
flattery
flat.teryisim pohpohlama.
flattop
flat.topisim alabros saç.
flaunt
flaunt flônt fiil göz önüne sermek, sergilemek.
flautist
flau.tist flô'tîst isim, müzik flütçü.
flavor
fla.vor fley'vır isim 1. (duyum olarak) tat, lezzet. 2. lezzetli bir tat, çeşni. 3. çeşit: Their ice cream comes in twenty flavors. Onların dondurmasının yirmi çeşidi var. 4. (belirli bir) nitelik. fiil (bir yiyeceğe) tat vermek için (bir şey) katmak: She flavored it with vanilla. Tat vermek için ona vanilya kattı. 477
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flavorful
fla.vor.fulsıfat lezzetli.
flavoring
fla.vor.ingisim yemeğe tat veren şey, tatlandırıcı.
flavorless
fla.vor.lesssıfat tatsız, lezzetsiz, yavan.
flavour
fla.vour fley'vır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız flavor
flaw
flaw flô isim kusur; (kumaş veya giyside) defo.
flawed
flaw.edsıfat kusurlu; defolu.
flawless
flaw.lesssıfat kusursuz; defosuz.
flax
flax fläks isim, botanik keten.
flaxen
flax.ensıfat sarı, lepiska.
flaxseed
flax.seed fläks'sid isim ketentohumu.
flay
flay fley fiil 1. (derisini) yüzmek. 2. fena halde azarlamak, haşlamak.
flea
flea fli isim pire.
fleck
fleck flek isim 1. nokta, benek, leke. 2. çok ufak parça.
fled
fled fled fiil bakınız flee
fledgling
fledg.ling flec'lîng isim 1. tüyleri henüz bitmiş yavru kuş. 2. acemi çaylak, bir işe yeni başlayan kimse.
flee
flee fli fiil (fled) kaçmak; firar etmek.
fleece
fleece flis isim 1. (bir koyunun üstünde biten) yünün tümü. 2. (bir koyundan kırkılan) yünün tümü. fiil 1. (koyunu) kırkmak. 2. konuşma dili (hile ile) soyup soğana çevirmek; kazıklamak.
fleecy
flee.cysıfat 1. uzun tüylü yün kümelerine benzeyen. 2. uzun tüylü yünle kaplı.
fleet
fleet flit isim filo, donanma.
fleeting
fleet.ingsıfat çabuk geçen, uçup giden; geçici, fani.
Fleming
Flem.ing flem'îng isim Flaman.
Flemish
Flem.ish flem'îş isim Flamanca. sıfat 1. Flaman. 2. Flamanca.
flesh color
ten rengi.
flesh
flesh fleş isim et.
flew
flew flu fiil bakınız fly
flex
flex fleks fiil (kası) bükmek.
flexibility
flex.i.bil.i.ty fleksıbîl'ıti isim esneklik, elastikiyet. 478
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flexible
flex.i.ble flek'sıbıl sıfat esnek, elastiki.
flick one's fingers
fiske atmak.
flick one's wrist
çabuk ve kesik bir şekilde elini sallamak.
flick
flick flîk isim 1. çabuk bir sallama hareketi: a flick of the fingers bir fiske. a flick of the wrist çabuk ve kesik bir el sallama. 2. konuşma dili (sinema salonunda gösterilen) film. fiil çabuk bir sallama hareketinde bulunmak.
flicker
flick.er flîk'ır isim 1. titreşim, titreme. 2. ufacık bir belirti: He suddenly felt a flicker of hope. Birdenbire ufacık bir umut duydu. fiil 1. (ışık, gölge) oynamak. 2. titreyen alevlerle/bir alevle yanmak.
flier
fli.er flay'ır isim 1. pilot. 2. el ilanı.
flight of fancy
hayal, hayal kurma.
flight of stairs
(bir kattan başka bir kata giden) merdiven. 2. (bir kattan merdiven sahanlığına kadar giden) merdiven bölümü.
flight
flight flayt isim 1. uçuş, uçma. 2. kaçış; firar.
flighty
flight.y flay'ti sıfat hercai; havai; kaprisli.
flimsy
flim.sy flîm'zi sıfat 1. dayanıksız; çürük; derme çatma. 2. uydurma olduğu belli, uyduruk, uydurmasyon.
flinch
flinch flînç fiil (darbe yememek için) (vücudunu, vücudunun bir parçasını) geri veya bir yana çekmek.
fling back open
(pencereyi, kapıyı) hızla açmak.
fling oneself into
(bir işe) dört elle sarılmak, balıklama dalmak.
fling
fling flîng fiil (flung) 1. fırlatmak, hızla atmak. 2. (kollarını) savurmak. isim bakınız have a fling have a fling at
flint
flint flînt isim çakmaktaşı.
flip a coin
yazı tura atmak.
flip one's lid
konuşma dili 1. tepesi atmak, zıvanadan çıkmak, çok öfkelenmek. 2. oynatmak, delirmek. 3. (over) (-e) deli divane olmak; (-den) sevinçten uçmak.
479
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük flip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flip flîp fiil (flipped, flipping) 1. fiske atmak. 2. konuşma dili çıldırmak, keçileri kaçırmak. 3. konuşma dili over -e hayran olmak. sıfat, konuşma dili saygısız, küstah.
flip-flop
flip-flopisim tokyo.
flippant
flip.pant flîp'ınt sıfat saygısız, küstah.
flipper
flip.per flîp'ır isim 1. (deniz kaplumbağalarında ve yüzen memelilerde) yüzgeç. 2. (yüzmek için kullanılan) palet.
flirt
flirt flırt fiil with (erkek) (kadına) âşık gibi davranmak; (kadın) (erkeğe) cilve yapmak. isim kadınlara âşık rolü yapmayı seven erkek; erkeklere cilve yapmayı seven kadın.
flit
flit flît fiil (flitted, flitting) 1. oradan oraya uçmak. 2. den hızla geçmek.
float
float flot isim 1. olta mantarı. 2. şamandıra, flotör. 3. duba. fiil 1. su yüzünde/havada yüzmek/gitmek. 2. (gemiyi) yüzdürmek. 3. (bir şeyin) su yüzünde yüzerek bir yere gitmesini sağlamak; su yüzünde götürmek; yüzdürmek. 4. hisseleri satarak (bir şirket) kurmak. 5. (döviz kurunu) dalgalanmaya bırakmak. 6. boş verip her şeyi oluruna bırakmak.
floating assets
ticaret cari aktifler.
floating capital
ticaret döner sermaye.
floating dock
yüzer havuz.
floating population
gelip geçici nüfus.
floating
float.ing flo'tîng sıfat su yüzünde/havada yüzen.
flock
flock flak isim sürü. fiil sürü halinde toplanmak.
floe
floe flo isim denizde yüzen üstü düz buz kütlesi.
flog
flog flag fiil (flogged, flogging) kırbaçlamak.
flood plain
coğrafya taşkın yatağı.
flood tide
kabarma, met.
480
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük flood
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flood fl^d isim sel; su baskını, taşkın. fiil 1. sel basmak; su basmak. 2. sel gibi akmak. 3. otomotiv (motoru) ambale etmek.
floodgate
flood.gateisim bent kapağı.
floodlight
flood.lightisim proqektör.
floor lamp
ayaklı lamba, abajur.
floor plan
mimarlık kat planı.
floor show
eğlence programı.
floor
floor flôr isim 1. taş veya tahta döşeme, yer, zemin. 2. (binadaki) kat. fiil 1. taş veya tahta döşemek. 2. vurup yere yıkmak. 3. konuşma dili şaşırtmak, küçük dilini yutturmak.
floorboard
floor.board flor'bord isim döşeme tahtası. fiil, konuşma dili (motorlu taşıtın) gaz pedalına sonuna kadar basmak, alabildiğine gazlamak.
flooring
floor.ingisim döşemelik.
floorwalker
floor.walk.erisim büyük mağazalarda işi idare eden ve müşterilere yardımcı olmak üzere dolaşan görevli.
floozy
floo.zy flu'zi isim, konuşma dili hayat kadını, fahişe.
flop
flop flap fiil (flopped, flopping) 1. çırpınmak. 2. konuşma dili başaramamak. 3. (bir şeyi) birden sertçe bırakıvermek. isim, konuşma dili başarısızlık, fiyasko.
flophouse
flop.houseisim berduşların kalabileceği yurt; berduşların kaldığı otel.
floppy disk
bilgisayar disket, esnek disk.
floppy
flop.py flap'i sıfat yumuşak ve kenarları sarkık.
flora
flo.ra flor'ı isim (floras/florae) flora, bitey, bitki örtüsü.
floral
flo.ral flor'ıl sıfat çiçeklere ait.
florid
flor.id flôr'îd sıfat 1. tumturaklı (yazı); fazla süslü. 2. kırmızı (yüz, yanak).
florist
flo.rist flôr'îst isim çiçekçi, kesme çiçek satılan dükkânı işleten kimse.
floss
floss flôs isim diş ipliği. fiil (diş aralarını) iplikle temizlemek. 481
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flossy
flossysıfat, konuşma dili şatafatlı.
flotation
flo.ta.tion flotey'şın isim 1. yüzme; yüzdürme. 2. ticaret (senetleri) ihraç etme.
flotsam and jetsam
denizde yüzen veya kıyıya vuran şeyler.
flotsam
flot.sam flat'sım isim bakınız flotsam and qetsam
flounce
flounce flauns isim fırfır, farbala.
flounder
floun.der flaun'dır isim dilbalığı.
flour
flour flaur, flau'wır isim un.
flourish
flour.ish flır'îş fiil 1. gelişmek, büyümek; ilerlemek. 2. sallamak. isim gösterişli bir hareket.
flout
flout flaut fiil hor görmek, reddetmek veya itaat etmemek.
flow
flow flo fiil 1. akmak. 2. (saç) sarkmak. 3. (elbise, kumaş) (belirli bir şekilde) dökülmek, düşmek, durmak, oturmak. isim akış.
flower bed
çiçek tarhı.
flower girl
çiçekçi kız. 2. nikâh töreninde çiçek taşıyan küçük kız.
flower
flow.er flau'wır isim çiçek. fiil çiçeklenmek, çiçek vermek, çiçek açmak.
flowerpot
flow.er.potisim saksı.
flower-seller
flow.er-sell.erisim (sokakta çiçek satan) çiçekçi.
flowery
flow.er.y flau'wıri sıfat 1. çiçekli, çiçeği çok. 2. süslü (yazı, sözler, üslup).
flowing
flow.ingsıfat 1. akan. 2. akıcı.
flown
flown flon fiil bakınız fly
flu
flu flu isim grip.
fluctuate
fluc.tu.ate fl^k'çuweyt fiil 1. yükselip alçalmak; inip çıkmak. 2. değişmek. 3. ticaret dalgalanmak.
fluctuation
fluc.tu.a.tionisim 1. yükselip alçalma; inip çıkma. 2. değişme. 3. ticaret dalgalanma.
flue
flue flu isim büyük bir baca içindeki birkaç ayrı duman yolunun her biri; duman yolu.
fluency
flu.en.cy fluw'ınsi isim (dilde) akıcılık.
482
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fluent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
flu.ent fluw'ınt sıfat akıcı (yazı, üslup); akıcı bir şekilde konuşan (biri).
fluently
flu.ent.lyzarf akıcı bir şekilde.
fluff
fluff fl^f isim (halıdan, kumaştan dökülmüş) hav. fiil (tüylerini, saçını) kabartmak.
fluffy
fluffysıfat tüyleri kabarık.
fluid ounce
23,59 cc. 2. İngiliz İngilizcesi 20.67 cc.
fluid
flu.id flu'wîd sıfat akıcı; akışkan. isim sıvı; akışkan.
fluke
fluke fluk isim (bir) şans, şans eseri.
flung
flung fl^ng fiil bakınız fling
flunk out
başarısızlıktan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmak.
flunk
flunk fl^ngk fiil, konuşma dili 1. (sınavda) çakmak; çaktırmak. 2. (sınıfta) kalmak; (sınıfta) bırakmak.
flunky
flun.ky fl^ng'ki isim 1. birinin emirlerine koşan, uşak, piyon. 2. dalkavuk.
fluorescent light
floresan lamba, floresan. 2. floresan ışık.
fluorescent
flu.o.res.cent flûres'ınt sıfat floresan.
fluoride
flu.o.ride flû'rayd isim, kimya flüorür.
flurry
flur.ry flır'i isim 1. kısa süren hafif bir kar yağışı. 2. kısa süren bir heyecan veya telaş. 3. ticaret borsada kısa süren bir fiyat yükselişi veya inişi.
flush someone out
birini saklandığı yerden çıkarmak.
flush something down the toilet
tuvalete atıp sifonu çekmek.
flush tank
(tuvalete ait) rezervuar.
flush the toilet
sifonu çekmek.
flush
flush fl^ş sıfat 1. düz, aynı hizada olan. 2. konuşma dili üzerinde bol para olan. fiil 1. (av kuşunu) ürkütüp uçurmak. 2. (yüzü) kızarmak; (yanaklarını) kızartmak. isim (yüzde) kızartı.
fluster
flus.ter fl^s'tır fiil (birini) heyecanlandırıp şaşırtmak. isim heyecanlı ve şaşkın bir hal.
flute
flute flut isim 1. müzik flüt, flavta. 2. mimarlık (sütundaki) yiv.
fluted column
yivli sütun. 483
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fluting
flutingisim (sütundaki) yiv veya yivler.
flutist
flutistisim flütçü, flavtacı.
flutter
flut.ter fl^t'ır fiil 1. (kanatlarını) çırpmak. 2. çırpınmak. 3. (rüzgârda) titremek veya hafifçe dalgalanmak. 4. çabuk çabuk sallamak. 5. çırpınır gibi düşmek. isim 1. çırpınma, çırpınış. 2. (rüzgârda) titreme veya hafifçe dalgalanma.
flux
flux fl^ks isim akış.
fly a kite
uçurtma uçurmak.
fly at someone's throat
birine birdenbire (sözlerle) saldırmak.
fly at
birdenbire üstüne saldırmak.
fly away
uçup gitmek.
fly blind
kör uçmak. 2. (tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden) sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek.
fly by the seat of one's pants
(tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden) sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek.
fly in the face of
-i hiçe saymak.
fly into a rage
küplere binmek, hiddetlenmek.
fly into a tantrum
(hiddetten) bağırıp çağırıp tepinmeye başlamak.
fly into a temper
hemen öfkelenmek.
fly off on a tangent
(önemsiz/ilgisiz bir şeye takılarak) asıl konudan ayrılmak/uzaklaşmak, amaçtan sapmak.
fly off the handle
zıvanadan çıkmak, çok öfkelenmek.
fly off
uçup gitmek.
fly swatter
sineklik.
fly the coop
konuşma dili kaçmak, sıvışmak, tüymek.
fly
fly flay isim 1. sinek. 2. erkek pantolonunun önündeki fermuar veya düğmelerle açılıp kapanan bölüm: Your fly's open. Pantolonunun önü açık.
fly-by-night
fly-by-night flay'baynayt sıfat güvenilmez.
flyer
fly.er flay'ır isim bakınız flier
flying buttress
mimarlık dayanma kemeri.
flying saucer
uçan daire.
484
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük flying
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fly.ing flay'îng isim 1. uçma, uçuş; uçurma. 2. havacılık; pilotaj; pilotluk. sıfat 1. uçan. 2. havacılıkla ilgili.
flypaper
fly.pa.perisim sinek kâğıdı.
flyweight
fly.weight flay'weyt isim, boks sinekağırlık, sineksıklet.
flywheel
fly.wheel flay'hwil isim volan, düzenteker.
FM
FM ef'em' kısaltma Frequency Modulation
foal
foal fol isim tay. fiil tay doğurmak.
foam at the mouth
ağzı köpürmek. 2. çok öfkeli olmak, köpürmek.
foam rubber
sünger.
foam
foam fom isim köpük. fiil köpürmek.
foamy
foamysıfat köpüklü.
focal point
odak noktası.
focal
fo.cal fo'kıl sıfat, fizik odaksal, mihraki.
focus one's attention on
-e dikkatini çevirmek.
focus
fo.cus fo'kıs isim (focuses/foci) odak. fiil (focused/focussed, focusing/focussing) odaklamak.
fodder
fod.der fad'ır isim (saman veya ot gibi) hayvan yemi.
foe
foe fo isim düşman, hasım.
foetal
foe.tal fi'tıl isim bakınız fetal
foetid
foet.id fet'îd sıfat bakınız fetid
foetus
foe.tus fi'tıs isim bakınız fetus
fog
fog fag isim sis. fiil (fogged, fogging) buğulanmak; buğulandırmak.
foggy
fog.gy fag'i sıfat sisli.
foghorn
fog.hornisim sis düdüğü.
fogy
fo.gy fo'gi isim örümcek kafalı kimse.
foible
foi.ble foy'bıl isim zaaf, zayıf yön.
foil
foil foyl isim 1. alüminyum folyo, folyo. 2. (altın, kalay v.b. madenleri döverek oluşturulan) varak, yaprak.
foist
foist foyst fiil 1. on -e zorla kabul ettirmek, -in başına yıkmak: foist a qob (off) on someone bir işi birinin
485
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
başına yıkmak. 2. on -e kakalamak. 3. in/into -e sokuşturmak, -e kurnazlıkla koymak. fold one's arms
kollarını kavuşturmak.
fold
fold fold isim 1. ağıl. 2. koyun sürüsü.
folder
fold.er fol'dır isim 1. dosya. 2. broşür.
folding chair
katlanır iskemle.
folding door
katlanır kapı; akordeon kapı, armonik kapı, körüklü kapı.
foliage plant
yapraklarının güzelliği için yetiştirilen süs bitkisi.
foliage
fo.li.age fo'liyîc isim bitki yaprakları; yeşillik.
folk dance
halk oyunu.
folk literature
halk edebiyatı.
folk song
halk şarkısı.
folk
folk fok isim 1. halk. 2. çoğul insanlar, kimseler. 3. konuşma dili akrabalar, aile, ana baba.
folklore
folk.loreisim folklor.
follow in someone's footsteps
bir kimsenin izinde olmak.
follow one's nose
dosdoğru gitmek. 2. düşünmeden hareket etmek.
follow someone's advice
birinin sözünü dinlemek.
follow suit
aynı şeyi yapmak.
follow the lead of someone
birinin ardından gitmek.
follow through
konuşma dili 1. başladığı bir işin sonunu getirmek; on (başlandığı bir işin) sonunu getirmek. 2. avantajını değerlendirmek.
follow up
(başka bir şey yaparak) (bir şeyi) tamamlamak.
follow
fol.low fal'o fiil 1. takip etmek, izlemek. 2. anlamak, kavramak.
follower
fol.low.er fal'owır isim taraftar, yandaş.
following
fol.low.ing fal'owîng isim taraftarlar, yandaşlar. sıfat aşağıdaki; -den sonraki. edat - den sonra, -i müteakip.
folly
fol.ly fal'i isim delilik, budalalık.
foment
fo.ment foment', fo'ment fiil 1. kışkırtmak. 2. teşvik etmek.
fomenter
fo.ment.erisim kışkırtıcı, tahrikçi. 486
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fond memories
güzel hatıralar.
fond
fond fand sıfat 1. fazla müsamahakâr. 2. sevgi dolu.
fondle
fon.dle fan'dıl fiil okşamak, sevmek.
fondly
fond.lyzarf sevgiyle, şefkatle.
fondness
fond.nessisim 1. düşkünlük. 2. fazla müsamaha.
fondue
fon.due fôndü', fandu' isim fondü.
font
font fant isim, matbaacılık, bilgisayar font.
food
food fud isim yemek, yiyecek; gıda, besin.
foodstuff
food.stuffisim yiyecek, gıda maddesi.
fool around
konuşma dili 1. vaktini boşa geçirmek; vaktini çalışacağına eğlenmekle geçirmek. 2. with ile oynamak. 3. with bir hobi olarak (bir şey) ile ilgilenmek.
fool
fool ful isim ahmak, budala, enayi, aptal.
foolhardy
fool.har.dy ful'hardi sıfat kendini veya diğerlerini boş yere tehlikeye atan.
foolish
fool.ish fu'lîş sıfat ahmak, budala, aptal (kimse); ahmakça, budalaca, aptalca (şey).
foolishness
fool.ish.nessisim ahmaklık, budalalık, aptallık.
foolproof
fool.proof ful'pruf sıfat 1. sağlam ve kullanılması kolay. 2. çok sağlam, dört dörtlük, mükemmel.
fool's gold
pirit.
fool's paradise
hayaller üzerine kurulmuş mutluluk.
foot it
yaya gitmek.
foot the bill
konuşma dili parasını vermek, hesabı ödemek.
foot
foot fût fiil bakınız foot it foot the bill
football
foot.ball fût'bôl isim 1. Amerikan futbolu. 2. İngiliz İngilizcesi futbol.
footboard
foot.board fût'bôrd isim (karyolanın) ayakucundaki tahta.
footbridge
foot.bridge fût'brîc isim yaya köprüsü.
footed
foot.ed fût'îd sıfat ayaklı: a four-footed animal dört ayaklı bir hayvan.
foothills
foot.hills fût'hîlz isim, çoğul sıradağların veya bir dağın uzantısı olan tepeler. 487
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
foothold
foot.hold fût'hold isim ayak basacak yer.
footing
foot.ing fût'îng isim ayak basacak yer.
footlights
foot.lights fût'layts isim, tiyatro ramp ışıkları.
footlocker
foot.lock.er fût'lakır isim küçük sandık.
footloose
foot.loose fût'lus sıfat serbest, başıboş.
footnote
foot.note fût'not isim dipnot. fiil dipnot koymak.
footpath
foot.path fût'päth isim patika.
footprint
foot.print fût'prînt isim ayak izi.
footsore
foot.sore fût'sôr sıfat yürümekten ayakları şişmiş, yaralanmış veya ağrıyan.
footstep
foot.step fût'step isim 1. adım. 2. ayak sesi. 3. ayak izi.
footwear
foot.wear fût'wer isim ayak giyecekleri.
fop
fop fap isim züppe.
for a song
çok ucuza, yok pahasına.
for a variety of reasons
çeşitli nedenlerden dolayı.
for ages
uzun bir zaman, senelerce, çoktan beri.
for all one is worth
var kuvvetiyle/gücüyle: He was running for all he was worth. Var kuvvetiyle koşuyordu.
for all that
her şeye rağmen.
for all the world like
konuşma dili gerçekten, hakikaten: She looks for all the world like her grandmother. Tıpkı büyükannesine benziyor.
for all the world
dünyayı verseler: She wouldn't do that for the world. Dünyayı verseler onu yapmaz.
for appearances' sake
görünüşü kurtarmak için.
for aught I care.
.. bana ne, ... beni hiç ilgilendirmez: He can do it for aught I care! Varsın yapsın, bana ne!
for aught I know
benim bildiğime göre, bildiğim kadarıyla: He's still in Paris for aught I know. Benim bildiğime göre hâlâ Paris'te.
for better or for worse
iyi de olsa, kötü de olsa; anca beraber kanca beraber.
for certain
muhakkak, kesinlikle.
for dear life
vargücüyle.
for effect
gösteriş için. 488
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
for ever and a day
konuşma dili ilelebet, daima.
for ever and ever
ilelebet, ebediyen.
for ever
sonsuza kadar, ebediyen.
for example
örneğin, mesela.
for fear of
korkusundan, korkusuyla, -den korkarak.
for free
konuşma dili bedava, parasız.
for fun
zevk için. 2. şakadan.
for good measure
fazladan, ek olarak.
for good
konuşma dili 1. bir daha dönmemek üzere (gitmek). 2. gerçekten. 3. kesinlikle.
For goodness sake!
Allah aşkına!
for heaven's sake
Allah aşkına.
For heaven's sake!
Allah aşkına!
for hire
kiralık.
for instance
örneğin, mesela.
for keeps
her zaman için, temelli olarak, sonuna kadar.
for life
ömür boyu.
for luck
uğur getirsin diye.
For mercy's sake!
Aman!/Allah aşkına!
for months
aylarca.
for my sake
hatırım için.
for nothing
parasız, bedava. 2. boş yere, boşuna.
for once
yalnız bu sefer/kez; bir kere/kez de olsa. For once he wasn't lying. Yalnız bu sefer yalan söylemiyordu. For once tell me the truth! Bir kere de olsa bana gerçeği söyle!
For one thing ..., and for another ...
Sebepler sıralanırken kullanılır: I don't want to go. For one thing it's too cold, and for another I'm tired. Gitmek istemiyorum. Evvela dışarısı fazla soğuk, ayrıca yorgunum.
for one's part
.. ise. For my part, I intend to stay. Ben ise kalmak niyetindeyim.
for pity's sake
Allah aşkına.
For shame!
Ne ayıp! 489
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
for starters
konuşma dili ilkin, evvela.
for sure
kesin: That's for sure! Orası kesin!
for that matter
ona gelince. 2. hatta.
for the asking
istersen: It's yours for the asking. Alabilirsin. If you want to use my boat on Mondays, it's yours for the asking. Teknemi pazartesileri kullanmak istersen alabilirsin.
for the birds
konuşma dili saçma.
for the life of one
konuşma dili bir türlü, hiç: I can't for the life of me remember her name. İsmini bir türlü hatırlayamıyorum.
for the love of
aşkına, hatırı için.
for the most part
genel olarak.
for the present
şimdilik, şu anda.
for the public weal
umumun refahı için. 2. kamu yararına.
for the purpose of
-mek amacıyla.
for the sake of argument
varsayalım ki, farz edelim ki.
for the sake of clarity
anlaşılsın diye.
for the time being
şimdilik.
for the world
dünyayı verseler: She wouldn't do that for the world. Dünyayı verseler onu yapmaz.
for weeks
haftalarca.
for what it's worth
işinize yarar mı, bilmiyorum: Here's what I heard, for whatever it's worth. İşinize yarar mı, bilmiyorum, ama duyduğum bu.
for whatever it's worth
işinize yarar mı, bilmiyorum: Here's what I heard, for whatever it's worth. İşinize yarar mı, bilmiyorum, ama duyduğum bu.
for
for fôr edat 1. için, -e. 2. uğruna. 3. şerefine. 4. -den dolayı. 5. -e karşı. bağlaç çünkü, zira.
forage
for.age fôr'îc fiil 1. karıştırarak aramak. 2. aramak; toplamak.
foray
for.ay fôr'ey isim 1. akın, baskın. 2. dalma, girme.
forbade
for.bade fırbäd' fiil bakınız forbid
490
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük forbear
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
for.bear fôrber' fiil (forbore, forborne) 1. (merhamet veya şefkatten dolayı) (bir şeyi) yapmamak. 2. (from) kendini (bir şey yapmaktan) alıkoymak.
forbid
for.bid fırbîd' fiil (forbade, forbidden, forbidding) yasaklamak, yasak etmek.
forbidden
for.bid.densıfat yasak, yasaklanmış.
forbidding
for.bid.ding fırbîd'îng sıfat 1. sert, haşin. 2. ürkütücü, korku veren.
forbore
for.bore fôrbor' fiil bakınız forbear
forborne
for.borne fôrborn' fiil bakınız forbear
force a smile
zorla gülümsemek.
force majeure
fors majör, zorlayıcı neden.
force someone at gunpoint
tabancayla/tüfekle birini zorlamak.
force the door
kapıyı zorlamak.
force
force fôrs fiil zorlamak; mecbur etmek.
forced labor
zorla işe koşulanların emeği. 2. zorla çalışma.
forced landing
havacılık mecburi iniş.
forced march
askeri cebri yürüyüş.
forced sale
mecburi satış.
forceful
force.ful fôrs'fıl sıfat güçlü, kuvvetli.
forceps
for.ceps fôr'sıps isim, tıbbi forseps.
forcible
for.ci.ble fôr'sıbıl sıfat 1. zora dayanan. 2. güçlü, etkili.
forcibly
for.cib.lyzarf zorla.
ford
ford ford isim ırmakta yürüyerek geçilen sığ yer, geçit. fiil sığ yerden yürüyerek geçmek.
fore
fore for sıfat öndeki. isim ön.
forearm
fore.arm for'arm isim, anatomi önkol, kolun dirsekle bilek arasındaki bölümü.
forebear
fore.bear for'ber isim ata, cet.
forebode
fore.bode forbod' fiil 1. önceden haber vermek. 2. (özellikle uğursuz bir şeyi) önceden hissetmek.
foreboding
fore.bod.ingisim kötü bir şeyin meydana geleceğini önceden hissetme, önsezi.
491
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük forecast
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fore.cast for'käst fiil (forecast/forecasted) önceden tahmin etmek. isim tahmin.
forecastle
fore.cas.tle fok'sıl isim, denizcilikle ilgili baş kasarası.
foreclose
fore.close for.kloz' fiil, hukuk parayı ödemediği için ipotekli malı sahibinin elinden almak.
forefather
fore.fa.ther for'fadhır isim ata, cet.
forefinger
fore.fin.ger for'fîng.gır isim işaret parmağı.
forefoot
fore.foot for'fût isim (forefeet) ön ayak.
forefront
fore.front for'fr^nt isim en öndeki yer; ön plan.
foregone conclusion
önceden belli olan sonuç.
foregone
fore.gone for'gôn sıfat bakınız foregone conclusion
foreground
fore.ground for'graund isim ön plan.
forehand
fore.hand for'händ isim, tenis sağ vuruş. sıfat sağ vuruşla yapılan.
forehead
fore.head fôr'îd isim alın.
foreign affairs
dışişleri.
foreign exchange
ekonomi döviz.
foreign minister
dışişleri bakanı.
Foreign Office
İngiliz İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı.
foreign parts
dış ülkeler, yabancı ülkeler.
Foreign Secretary
Dışişleri Bakanı.
foreign trade
dış ticaret.
foreign
for.eign fôr'în sıfat yabancı, ecnebi; dış.
foreigner
for.eign.erisim yabancı, ecnebi.
foreknowledge
fore.knowl.edge for'nalîc isim önceden bilme.
forelady
fore.la.dy for'leydi isim işçibaşı kadın.
foreleg
fore.leg for'leg isim (hayvanlarda) ön ayak.
foreman
fore.man for'mın isim (foremen) 1. işçibaşı; ustabaşı. 2. hukuk jüri başkanı.
foremost
fore.most for'most sıfat başta gelen, en öndeki. zarf başta.
forename
fore.name for'neym isim ilk isim; küçük isim.
forensic medicine
adli tıp.
492
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük forensic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fo.ren.sic fıren'sîk sıfat 1. mahkemeye ait. 2. münazaraya ait, hitabetle ilgili.
forensics
fo.ren.sicsisim münazara sanatı.
foreplay
fore.play for'pley isim cinsel ilişkiden önce oynaşma, peşrev, ön oyun.
forerunner
fore.run.ner for'r^nır isim 1. haberci; önden gelen. 2. selef, öncel.
foresee
fore.see forsi' fiil (foresaw, foreseen) önceden görmek, önceden sezmek.
foreshadow
fore.shad.ow forşä'do fiil (birinin, bir şeyin) habercisi olmak.
foresight
fore.sight for'sayt isim öngörü, ileri görüş; basiret, sağgörü.
foreskin
fore.skin for'skîn isim, anatomi sünnet derisi.
forest ranger
devlet ormanlarında görevli ormancı.
forest
for.est fôr'îst isim orman. fiil ağaç dikip orman haline getirmek, ağaçlandırmak, ormanlaştırmak.
forestall
fore.stall forstôl' fiil erken davranıp önlemek.
forester
for.est.erisim orman mühendisi, ormancı.
forestry
for.est.ryisim orman mühendisliği, ormancılık.
foretaste
fore.taste for'teyst isim önceden alınan tat.
foretell
fore.tell fortel' fiil (foretold) önceden haber vermek; kehanette bulunmak.
forethought
fore.thought for'thôt isim önceden düşünme.
forever
for.ev.er fırev'ır zarf 1. sonsuza kadar, ebediyen. 2. hep, durmadan.
forewarn
fore.warn forwôrn' fiil önceden uyarmak/ikaz etmek.
forewoman
fore.wom.an for'wûmın isim (forewomen) 1. işçibaşı kadın, işçibaşı. 2. hukuk kadın jüri başkanı.
foreword
fore.word for'wırd isim önsöz.
forfeit
for.feit fôr'fît isim ceza, bedel. fiil ceza olarak kaybetmek.
forgave
for.gave fırgeyv' fiil bakınız forgive
forge ahead
hızla ilerlemek. 2. öne geçmek. 493
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
forge
forge fôrc fiil bakınız forge ahead
forger
forg.er fôr'cır isim 1. bir şeyin sahtesini yapıp oriqinal olduğunu ileri süren kimse. 2. sahtekâr; kalpazan.
forgery
for.ger.y fôr'cıri isim 1. bir şeyin sahtesini yapıp oriqinal olduğunu ileri sürme. 2. sahtekârlık; kalpazanlık. 3. sahte şey.
forget
for.get fırget' fiil (forgot, forgotten, forgetting) unutmak.
forgetful
for.get.ful fırget'fıl sıfat unutkan.
forgetfulness
for.get.ful.nessisim unutkanlık.
forget-me-not
for.get-me-not fırget'minat isim unutmabeni.
forgive
for.give fırgîv' fiil (forgave, forgiven) affetmek, bağışlamak.
forgiven
for.giv.en fırgîv'ın fiil bakınız forgive
forgivingness
for.giv.ing.nessisim bağışlama, af.
forgo
for.go fôrgo' fiil (forwent, forgone) vazgeçmek, bırakmak.
forgone
for.gone fôrgôn' fiil bakınız forgo
forgot
for.got fır'gat fiil bakınız forget
forgotten
for.got.ten fırgat'ın fiil bakınız forget
fork
fork fôrk isim 1. çatal. 2. bahçıvanlık bel. 3. yol veya nehrin çatallaşan yer veya kolu, çatal. fiil 1. çatallaşmak. 2. bahçıvanlık bellemek.
forked
forked fôrkt sıfat çatallı.
forklift
fork.liftisim forklift.
forlorn
for.lorn fôrlôrn' sıfat 1. yalnız, ümitsiz ve üzgün. 2. terkedilmiş ve harap.
form a government
hükümet kurmak.
form a habit
alışkanlık edinmek, âdet edinmek.
form a line
sıra olmak, sıraya girmek.
form a single file
tek sıra olmak, birbiri ardınca sıralanmak.
form an opinion
fikir edinmek.
form
form fôrm isim 1. şekil, biçim. 2. spor form. 3. form, doldurulmak üzere hazırlanmış basılı belge. 4. İngiliz 494
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
İngilizcesi (okullarda) sınıf. fiil 1. şekil vermek, biçim vermek, biçimlendirmek. 2. oluşturmak, teşkil etmek; oluşmak. 3. düzenlemek, tertip etmek, kurmak: That party was unable to form a government. O parti hükümet kuramadı. 4. yapmak: He formed those boys into soldiers. O çocukları alıp birer asker yaptı. Form the dough into little balls. Bu hamurdan ufak topaklar yap. How do you form the plural of this noun? Bu ismin çoğulu nasıl yapılır? formal
for.mal fôr'mıl sıfat 1. resmi. 2. biçimsel.
formalise
for.mal.ise fôr'mılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız formalize
formality
for.mal.i.ty fôrmäl'ıti isim 1. resmiyet. 2. formalite.
formalize
for.mal.ize fôr'mılayz fiil 1. resmileştirmek, resmiyete dökmek. 2. biçimlendirmek, biçim/şekil vermek.
format
for.mat fôr'mät isim, bilgisayar format, biçim. fiil, bilgisayar (formated/formatted, formating/formatting) format etmek, formatlamak, biçimlemek.
formated diskette
formatlı disket.
formation
for.ma.tion fôrmey'şın isim 1. oluşma; oluşturma, teşkil. 2. şekil verme, biçim verme, biçimlendirme. 3. askeri düzen.
formative
form.a.tive fôr'mıtîv sıfat şekil veren, biçim veren, biçimlendiren.
former
for.mer fôr'mır sıfat 1. eski, önceki. 2. the birinci, ilk, ilk söylenen.
formerly
for.mer.lyzarf eskiden.
formidable
for.mi.da.ble fôr'mîdıbıl sıfat zor, güç, müşkül; aşılması zor.
Formosa
For.mo.sa fôrmo'sı isim Formoza.
Formosan
isim Formozalı. sıfat 1. Formoza, Formoza'ya özgü. 2. Formozalı.
formula
for.mu.la fôr'myılı isim (formulas/formulae) 1. reçete. 2. kimya formül. 495
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük formulate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
for.mu.late fôr'myıleyt fiil kesin ve açık olarak belirtmek.
fornicate
for.ni.cate fôr'nıkeyt fiil evlilikdışı cinsel ilişkide bulunmak, zina etmek.
forsake
for.sake fırseyk' fiil (forsook, forsaken) 1. vazgeçmek. 2. yüzüstü bırakmak, terketmek.
forsaken
for.sak.en fırsey'kın fiil bakınız forsake
forsook
for.sook fırsûk' fiil bakınız forsake
forswear
for.swear fôr.swer' fiil (forswore, forsworn) bırakmak için yemin etmek, tövbe etmek.
forswore
for.swore fôr.swor' fiil bakınız forswear
forsworn
for.sworn fôr.sworn' fiil bakınız forswear
fort
fort fôrt isim kale, hisar.
forte
forte fôrt isim birinin en iyi yaptığı iş; birinin asıl uzmanlık alanı.
forth
forth fôrth zarf ileri, dışarı, dışarıya doğru.
forthcoming
forth.com.ing fôrth'k^mîng sıfat gelecek, önümüzdeki.
forthright
forth.right fôrth'rayt sıfat 1. açıksözlü. 2. içten, samimi. 3. doğrudan.
forthwith
forth.with fôrth.wîdh' zarf hemen, derhal.
fortieth
for.ti.eth fôr'tiyîth sıfat, isim 1. kırkıncı. 2. kırkta bir.
fortification
for.ti.fi.ca.tion fôrtıfıkey'şın isim, askeri 1. tahkimat. 2. tahkimat yapma.
fortify
for.ti.fy fôr'tıfay fiil 1. -de tahkimat yapmak. 2. -e moral vermek.
fortitude
for.ti.tude fôr'tıtud isim metanet.
fortnight
fort.night fôrt'nayt isim iki hafta, on beş gün.
fortress
for.tress fôr'trîs isim büyük kale, büyük hisar.
fortuitous
for.tu.i.tous fôrtu'wıtıs sıfat rastlantı sonucu olan, tesadüfi.
fortunate
for.tu.nate fôr'çınît sıfat şanslı, talihli.
fortunately
for.tu.nate.lyzarf iyi ki, çok şükür, Allahtan, bereket versin.
496
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fortune
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
for.tune fôr'çın isim 1. kısmet, kader; şans, talih. 2. servet.
fortuneteller
for.tune.tell.erisim falcı.
forty winks
kısa süren uyku, şekerleme.
forty
for.ty fôr'ti sıfat kırk. isim kırk, kırk rakamı (08, XL).
forum
fo.rum for'ım isim (forums/fora) forum.
forward
for.ward fôr'wırd sıfat 1. ileride olan, öndeki, ön; ileri. 2. küstah, şımarık. isim, futbol forvet.
forwarding agent
nakliye acentesi.
forwards
for.wards fôr'wırdz zarf bakınız forward
forwent
for.went fôrwent' fiil bakınız forgo
fossil
fos.sil fas'ıl isim fosil, taşıl.
fossilise
fos.sil.ise fas'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız fossilize
fossilize
fos.sil.ize fas'ılayz fiil fosilleşmek, taşıllaşmak; fosilleştirmek, taşıllaştırmak.
foster child
evlatlık.
foster parents
evlatlığa bakan ana baba.
foster
fos.ter fôs'tır fiil beslemek, büyütmek, bakmak.
fought
fought fôt fiil bakınız fight
foul play
cinayet, suikast.
foul
foul faul sıfat 1. kirli, pis. 2. iğrenç, tiksindirici. 3. kötü, fena. 4. birbirine karışmış (ipler, zincirler v.b.). isim, spor faul.
foulmouthed
foul.mouthedsıfat ağzı bozuk, küfürbaz.
found
found faund fiil kurmak.
foundation
foun.da.tion faundey'şın isim 1. kurma, tesis etme. 2. temel. 3. temel, esas. 4. kurum, vakıf.
founder
found.erisim dökümcü, dökmeci.
foundling
found.ling faund'lîng isim buluntu, terkedilip sokakta veya başka bir yerde bulunan bebek.
foundry
foun.dry faun'dri isim dökümhane.
fount
fount faunt isim pınar, kaynak, çeşme.
fountain pen
dolmakalem. 497
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fountain
foun.tain faun'tın isim 1. fıskıye. 2. çeşme.
fountainhead
foun.tain.head faun'tınhed isim 1. pınar başı, kaynak, memba. 2. asıl kaynak.
four corners of the earth
dünyanın dört bucağı.
four
four for sıfat dört. isim dört, dört rakamı (0, IV).
foursquare
four.sjuaresıfat cesur, güvenilir ve inançlı.
fourteen
four.teen fôr'tin' sıfat on dört. isim on dört, on dört rakamı (30, XIV).
fourth
fourth fôrth sıfat, isim 1. dördüncü. 2. dörtte bir.
fowl
fowl faul isim (fowl/fowls) 1. kuş; kümes hayvanı. 2. tavuk, hindi veya ördek eti.
fowling piece
av tüfeği.
fox
fox faks isim 1. tilki. 2. tilki kürkü. 3. kurnaz kimse, tilki. fiil aldatmak.
foxglove
fox.glove faks'gl^v isim yüksükotu.
foxy
fox.y fak'si sıfat tilki gibi, kurnaz.
foyer
foy.er foy'ır isim fuaye.
fracas
fra.cas frey'kıs isim arbede; gürültülü kavga; dalaş.
fraction
frac.tion fräk'şın isim 1. matematik kesir. 2. (bir şeyden) küçük bir parça.
fractious
frac.tious fräk'şıs sıfat huysuz, aksi.
fracture
frac.ture fräk'çır isim 1. kırma; kırılma. 2. kırık, bir şeyin kırılan yeri.
fragile
frag.ile fräc'ıl sıfat kolay kırılan, kırılgan.
fragility
fra.gil.i.ty frıcîl'ıti isim 1. kolay kırılma, kırılganlık. 2. naziklik.
fragment
frag.ment fräg'mınt isim kırık parça, kırık.
fragrance
fra.grance frey'grıns isim güzel koku.
fragrant
fra.grant frey'grınt sıfat güzel kokulu, mis kokulu.
frail
frail freyl sıfat 1. ince ve zayıf nahif; ince ve güçsüz; hafif ve kırılgan. 2. zayıf (umut, şans v.b.).
frailty
frail.tyisim 1. ince ve zayıf nahif olma; ince ve güçsüz olma; hafif ve kırılgan olma. 2. (umut, şans v.b.'nde) zayıflık. 3. zaaf, irade zayıflığı. 498
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük frame of mind
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(ruhi) hal, durum: I left him in a cheerful frame of mind. Onu neşeli bir halde bıraktım.
frame
frame freym isim 1. çerçeve; (pencere, kapıya ait) kasa; telaro. 2. (binaya ait) iskelet, karkas. 3. (vücuda ait) bünye, yapı. 4. (otomobil, kamyon v.b.'nde) şasi. 5. sinema kare, resim.
frame-up
frame-upisim, argo suçu (aslında suçsuz olan birine) yıkma, kumpas kurma, kumpas, tuzak.
framework
frame.workisim (binaya ait) iskelet, karkas.
framing
fram.ing frey'mîng isim (binaya ait) iskelet, karkas.
franc
franc fränk isim (Fransa, Belçika, İsviçre para birimi) frank.
France
France fräns isim Fransa.
franchise
fran.chise frän'çayz isim 1. the oy hakkı. 2. (şirketin bayie tanıdığı) imtiyaz.
frank
frank frängk fiil (posta pulunu) damgalamak; (zarfın üstüne) posta damgasını veya posta ücretinin ödenmiş olduğunu gösteren bir işareti basmak.
frankfurter
frank.furt.er frängk'fırtır isim bir çeşit sosis.
frankly
frank.lyzarf açıkça.
frankness
frank.nessisim açıksözlülük.
frantic
fran.tic frän'tîk sıfat 1. çılgına dönmüş. 2. çok acele ve telaşlı; çılgın.
fraternal
fra.ter.nal frıtır'nıl sıfat 1. kardeşçe. 2. kardeşlere özgü.
fraternise
frat.er.nise frät'ırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız fraternize
fraternity
fra.ter.ni.ty frıtır'nıti isim 1. kardeşlik. 2. erkek üniversite öğrencilerine ait birlik.
fraternize
frat.er.nize frät'ırnayz fiil arkadaşlık etmek: Officers are forbidden to fraternize with enlisted men. Subayların eratla arkadaşlık etmesi yasak.
fraud
fraud frôd isim 1. dolandırıcılık, sahtekârlık, hile, aldatma, desise. 2. dolandırıcı, sahtekâr, hileci.
fraudulent bankruptcy
hukuk hileli iflas. 499
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fraudulent transaction
hukuk hileli muamele.
fraudulent
fraud.u.lent frôc'ılınt sıfat hileli.
fraught
fraught frôt sıfat (ile) dolu: a qourney fraught with danger tehlike dolu bir seyahat.
fray
fray frey fiil (kumaşı, ipi) yıpratmak; yıpranmak; saçaklanmak.
frazzle
fraz.zle fräz'ıl isim bakınız worn to a frazzle
freak
freak frik isim 1. hilkat garibesi. 2. garabet; garip bir olay. 3. argo hastası, delisi: a soccer freak futbol hastası. fiil, argo 1. out çılgına döndürmek; çılgına dönmek. 2. out küplere bindirmek; küplere binmek.
freckle
freck.le frek'ıl isim çil.
freckled
freck.ledsıfat çilli.
free and easy
free and easy rahat, sert olmayan; teklifsiz. 2. serbest, hafifmeşrep (kadın); mezhebi geniş. 3. çok hoşgörülü, çok toleranslı.
free enterprise
ekonomi özel girişim, hür teşebbüs.
free from
- siz: free from error hatasız. free from pain ağrısız.
free kick
spor frikik, serbest vuruş.
free of
- den muaf: free of tax vergiden muaf.
free on board
ticaret nakliyecinin aracına ücretsiz teslim, fob.
free pass
parasız giriş kartı.
free port
serbest liman, açık liman.
free will
felsefe hür irade.
free zone
ticaret serbest bölge.
free
free fri sıfat 1. özgür, hür; serbest. 2. bedava, parasız. 3. meşgul olmayan, boş. 4. laubali, saygısız. zarf bedava, parasız.
freedman
freed.man frid'mın isim (freedmen) kölelikten azat edilmiş kimse, azatlı.
freedom of the press
basın özgürlüğü.
freedom
free.dom fri'dım isim özgürlük, hürriyet; serbestlik.
500
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük free-lance
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
free-lance fri'läns sıfat serbest çalışan (gazeteci, yazar, fotoğrafçı). fiil (gazeteci, yazar, fotoğrafçı) serbest çalışmak.
freeload
free.load fri'lod fiil, argo otlamak, otlakçılık etmek.
freeloader
free.load.erisim bedavacı kimse, otlakçı kimse.
freely
free.lyzarf serbestçe.
freemason
free.ma.son fri'meysın isim mason, farmason.
freesia
free.si.a fri'qı, fri'qiyı isim frezya.
freestyle swimming
serbest yüzme.
freestyle wrestling
serbest güreş.
freestyle
free.style fri'stayl sıfat bakınız freestyle swimming freestyle wrestling
freeway
free.way fri'wey isim otoyol, çevre yolu.
freewheel
free.wheel fri'hwil fiil 1. arka tekerleği zincirden güç almadan serbest dönen bisikletle gitmek; pedal çevirmeden gitmek. 2. etrafa aldırmadan hareket etmek; çok serbest veya teklifsiz davranmak. 3. sorumsuzca yaşamak.
freeze one's blood
kanını dondurmak, çok korkutmak.
freeze over
üstü buz tutmak.
freeze
freeze friz fiil (froze, frozen) 1. donmak; buz tutmak, buz bağlamak; dondurmak. 2. çok üşümek, donmak: I'm freezing! Donuyorum! isim donma.
freeze-dry
freeze-dry friz'dray' fiil dondurarak kurutmak.
freezer
freez.er fri'zır isim dipfriz; (buzdolabının içindeki) buzluk.
freezing compartment
(buzdolabının içindeki) buzluk.
freezing point
donma noktası.
freezing
freez.ing fri'zîng sıfat dondurucu; çok soğuk.
freight car
yük vagonu.
freight train
marşandiz, yük treni.
freight
freight freyt isim 1. taşıma ücreti, nakliye; navlun. 2. ücretle taşınan mal; navlun.
freighter
freight.er frey'tır isim şilep. 501
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
French doors
camlı ve çift kanatlı kapının kanatları.
French fried
yağda kızartılmış.
French fries
kızarmış patates, patates tava.
French Guiana
Fransız Guyanası.
French horn
müzik korno, Fransız kornosu.
French toast
yumurtaya batırılıp tavada kızartılmış ekmek.
French windows
(balkon, teras veya bahçeye açılan) camlı ve çift kanatlı kapının kanatları.
French
French frenç isim Fransızca. sıfat 1. Fransız. 2. Fransızca.
Frenchman
French.man frenç'mın isim (Frenchmen) Fransız erkek, Fransız.
Frenchwoman
French.wom.an frenç'wûmın isim (Frenchwomen) Fransız kadın, Fransız.
frenetic
fre.net.ic frınet'îk sıfat 1. telaşlı, çok heyecanlı. 2. çılgın (bir olay).
frenzied
frenziedsıfat çılgın.
frenzy
fren.zy fren'zi isim çılgın bir hal; çılgınlık.
frequency modulation
frekans modülasyonu.
frequency
fre.juen.cy fri'kwınsi isim 1. sık sık tekrarlanma; sıklık. 2. fizik frekans.
frequent
fre.juent fri'kwınt sıfat sık sık tekrarlanan.
frequently
fre.juent.lyzarf sık sık.
fresco
fres.co fres'ko isim fresk.
fresh air
taze hava.
fresh
fresh freş sıfat 1. taze. 2. yeni; yeni yapılmış; yeniden yapılan. 3. zinde; canlı. 4. taze (hava). 5. konuşma dili fazla samimi davranan, sulu, cıvık.
freshen up
yüzünü yıkayıp kendine bir çekidüzen vermek. 2. (bir yeri) daha güzel ve daha çekici bir hale sokmak.
freshen
fresh.en freş'ın fiil (rüzgâr) kuvvetlenmek, artmak.
freshman
fresh.man freş'mın isim (freshmen) (kolej veya üniversitede) birinci sınıf öğrencisi.
freshwater
fresh.wat.ersıfat tatlı suya ait, tatlı su. 502
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fret
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fret fret fiil (fretted, fretting) 1. (küçük şeyler için) endişe etmek; endişelendirmek, endişeye düşürmek. 2. (küçük şeyler yüzünden) sinirlenmek, kızmak, sıkılmak; sinirlendirmek, kızdırmak, sıkmak. 3. yıpratmak; aşındırmak; çürütmek. 4. dalgalandırmak.
fretful
fret.ful fret'fıl sıfat sinirli, huysuz, aksi, ters.
fretsaw
fret.sawisim kıl testere.
fretwork
fret.workisim, mimarlık fretler, sapaklar, fretleme işi, fretaq.
Fri.
Fri.kısaltma Friday
friar
fri.ar fray'ır isim, Hristiyanlık (erkeklere özgü bazı dini tarikatlarda) frer, rahip.
friction tape
elektrik izole bant.
friction
fric.tion frîk'şın isim 1. sürtünme; sürtünüm. 2. tıbbi friksiyon, ovma, ovuşturma. 3. anlaşmazlık, uyuşmazlık, sürtüşme, ihtilaf.
Friday
Fri.day fray'di, fray'dey isim cuma.
fridge
fridge frîc isim, konuşma dili buzdolabı.
fried egg
sahanda yumurta.
fried
fried frayd sıfat yağda pişirilmiş, kızartılmış.
friend
friend frend isim arkadaş; ahbap; dost.
friendly
friend.ly frend'li sıfat 1. cana yakın, sıcakkanlı, kanı sıcak. 2. arkadaşça; dostça.
friendship
friend.ship frend'şîp isim arkadaşlık; ahbaplık; dostluk.
frier
fri.er fray'ır isim bakınız fryer
frieze
frieze friz isim, mimarlık efriz, friz.
frigate
frig.ate frîg'ît isim, denizcilikle ilgili firkateyn.
fright
fright frayt isim korku, dehşet.
frighten someone out of his wits
birinin ödünü koparmak/patlatmak.
frighten the wits out of someone
birinin ödünü koparmak/patlatmak.
frighten
fright.en frayt'ın fiil korkutmak.
frightening
fright.en.ing frayt'ınîng sıfat korkutucu.
frightful
fright.ful frayt'fıl sıfat korkunç, müthiş.
503
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük frightfully
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fright.ful.lyzarf 1. korkunç bir şekilde. 2. konuşma dili çok.
frigid
frig.id frîc'ıd sıfat 1. çok soğuk, buz gibi. 2. soğuk, cana yakın olmayan, içten olmayan. 3. tıbbi frijit, soğuk.
frigidaire
frig.i.daire frîc'ıder' isim buzdolabı, friqider.
frill
frill frîl isim fırfır, farbala.
fringe benefit
(sosyal sigorta, emeklilik sigortası gibi) işçiye ücreti dışında sağlanan herhangi bir şey.
fringe benefits
maaş dışında verilen haklar.
fringe
fringe frînc isim 1. saçak, püsküllü saçak. 2. perçem, kâkül. 3. kenar. fiil saçak takmak.
frisk
frisk frîsk fiil 1. (mutlu bir şekilde) sıçrayıp oynamak. 2. (birinin) üstünü aramak.
frisky
frisk.ysıfat oynak, yerinde duramayan.
fritter
frit.ter frît'ır fiil away azar azar çarçur etmek, parça parça harcamak.
frivolity
fri.vol.i.ty frîval'ıti isim 1. havailik, delişmenlik. 2. ciddiyetten yoksun hareket veya söz. 3. eğlence.
frivolous
friv.o.lous frîv'ılıs sıfat 1. ciddi olmayan, önemsiz, boş, saçma. 2. havai (kimse); hoppa (kadın).
frizzle
friz.zle frîz'ıl fiil 1. cızırdamak. 2. cızırdatarak kızartmak.
frizzly
friz.zly frîz'li sıfat kıvırcık, kıvır kıvır (saç).
frizzy
friz.zy frîz'i sıfat kıvırcık, kıvır kıvır (saç).
fro
fro fro zarf bakınız to and fro
frock coat
redingot.
frock
frock frak isim kadın elbisesi, rop.
frog
frog frag isim kurbağa.
frogman
frog.manisim kurbağa adam.
frolic
frol.ic fral'îk isim eğlence. fiil (frolicked, frolicking) 1. gülüp geçmek. 2. sıçrayıp oynamak.
frolicsome
frol.ic.somesıfat şen, neşeli.
from a distance
uzaktan. 504
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
from afar
uzaktan.
from beginning to end
baştan sona kadar.
from day to day
günden güne.
from end to end
bir uçtan bir uca.
from head to foot
tepeden tırnağa (kadar), baştan aşağı.
from mouth to mouth
dilden dile, ağızdan ağıza.
from pillar to post
bir güçlükten diğer bir güçlüğe. 2. kapı kapı (dolaşma).
from the first
baştan itibaren.
From the sound of it things are pretty bad.
Anladığım kadarıyla durum vahim.
from the word go
ta başından beri.
from time to time
zaman zaman, arada sırada.
from top to bottom
baştan başa.
from top to toe
konuşma dili tepeden tırnağa, baştan ayağa.
from within
içten; içinden; içeriden: We'll take the city from within. Şehri içten fethedeceğiz.
from
from fr^m edat 1. (bir yer)den, (bir başlangıç noktasın)dan: She's from Edirne. O Edirneli. He qumped from the branch. Daldan atladı. Her ranking rose from twelfth to first. O, on ikinci sıradan birinci sıraya yükseldi. 2. itibaren: from the first of January 3 Ocak'tan itibaren. 3. Uzaklığı gösterir: It's ten kilometers from here. Buradan on kilometre uzak. 4. Bir şeyi yapan kişiyi veya bir şeyin kaynağını gösterir: It's from Saffet. Saffet'tendir. 5. Ortalamada kullanılır: from twenty to twenty-five people yirmi, yirmi beş kişi arasında. 6. Ürünün yapıldığı malzemeyi gösterir: This statue's made from human teeth. Bu heykel insan dişlerinden yapılmış. 7. Bir şeyin sebebini gösterir: He died from its side effects. Yan etkileri yüzünden öldü. 8. Bir farkı gösterir: He can't tell black from white. Akla karayı birbirinden ayıramaz.
front line
askeri cephe, cephe hattı, ileri hat.
front page
gazetecilik baş sayfa.
front sight
(tüfekte) arpacık. 505
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük front
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
front fr^nt isim 1. ön; ön cephe; ön taraf. 2. (savaşta) cephe. 3. (havaya ait) cephe. 4. (göl, deniz v.b.'ne ait) kıyı, kenar. sıfat ön, öndeki. fiil on -e bakmak.
frontage
front.age fr^n'tîc isim binanın cephesi; arsanın sokağa, denize, göle veya nehre bakan tarafı.
frontal attack
cephe taarruzu.
frontal
fron.tal fr^n'tıl sıfat 1. ön, öne ait. 2. cepheye ait, cephe. 3. direkt. 4. alna ait.
frontier
fron.tier fr^ntîr' isim hudut, sınır; hudut bölgesi.
frontispiece
fron.tis.piece fr^n'tîspis isim kitabın başındaki resimli veya süslü sayfa.
front-wheel drive
otomotiv önden çekişli: This car's got front-wheel drive. Bu araba önden çekişli.
frost line
yeraltı don seviyesi.
frost
frost frôst isim ayaz, don, kırağı. fiil 1. kırağı düşmek. 2. (keki) şekerli bir karışımla kaplamak.
frostbite
frost.bite frôst'bayt isim (bir uzuv) soğuktan yanma; soğuktan donma.
frostbitten
frost.bit.ten frôst'bîtın sıfat soğuktan yanmış (uzuv); soğuktan donmuş.
frosted glass
buzlucam.
frosted
frost.edsıfat 1. kırağılı. 2. şekerli bir karışımla kaplı (kek).
frosting
frost.ing frôs'tîng isim keklerin üzerine konulan şekerli karışım.
frosty
frost.y frôs'ti sıfat 1. dona çekmiş (hava). 2. kırağılı. 3. soğuk (tavır, cevap v.b.).
froth
froth frôth isim köpükçük kümesi, köpükçükler. fiil köpükçükler çıkmak/akmak.
frothy
frothysıfat üstü köpükçüklerle kaplı.
froufrou
frou.frou fru'fru isim 1. (eteklerin çıkardığı) hışırtılı ses, hışırtı. 2. (fırfır, tül veya aksesuarlardan oluşan) aşırı süs. 3. (evin iç dekorasyonunda) ufak süslerin oluşturduğu aşırılık. 506
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
frown on
-i uygun görmemek.
frown
frown fraun fiil kaşlarını çatmak. isim kaş çatma.
froze
froze froz fiil bakınız freeze
frozen food
dondurulmuş yiyecek.
frozen prices
donmuş fiyatlar.
frozen
fro.zen fro'zın fiil bakınız freeze sıfat donmuş.
frugal
fru.gal fru'gıl sıfat 1. tutumlu. 2. küçük, sade ve ucuz.
frugality
fru.gal.i.ty frugäl'ıti isim tutumluluk.
fruit
fruit frut isim 1. meyve. 2. sonuç, netice. fiil meyve vermek.
fruiterer
fruit.er.er fru'tırır isim, İngiliz İngilizcesi manav.
fruitful
fruit.ful frut'fıl sıfat verimli.
fruitfulness
fruit.ful.nessisim verimlilik.
fruition
fru.i.tion fruwîş'ın isim gerçekleşme.
fruitless
fruit.less frut'lıs sıfat faydasız, nafile.
fruity
fruit.y fru'ti sıfat 1. meyvemsi. 2. fazla nağmeli (insan sesi).
frump
frump fr^mp isim kılıksız kadın, demode giyimli kadın.
frumpish
frump.ishsıfat demode giyimli, gösterişsiz.
frumpy
frumpysıfat demode giyimli, gösterişsiz.
frustrate
frus.trate fr^s'treyt fiil 1. engellemek; kösteklemek, ket vurmak; set çekmek. 2. hüsrana uğratmak.
frustrated
frus.tratedsıfat 1. engellenmiş; kösteklenmiş, ket vurulmuş; set çekilmiş. 2. hüsran dolu; ümitleri suya düşmüş, istekleri gerçekleşmemiş. 3. hüsranı yansıtan; hüsrandan ileri gelen.
frustrating
frus.trat.ingsıfat sinir bozucu, moral bozucu: This work is very frustrating. Bu çok sinir bir iş.
frustration
frus.tra.tionisim 1. engellenme; kösteklenme; set çekilme. 2. hüsran.
fry
fry fray isim bakınız small fry
fryer
fry.er fray'ır isim piliç.
frying pan
tava.
ft.
ft.kısaltma «foot» feet 507
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fuchsia
fuch.sia fyu'şı isim küpeçiçeği.
fuck about
vakit geçirmek/öldürmek. 2. şakalaşmak.
fuck all
İngiliz İngilizcesi hiçbir şey.
fuck around
vakit geçirmek/öldürmek. 2. şakalaşmak.
Fuck off!
Siktir git!
fuck someone over
birini sikmek/düzmek, birine çok aşağılık bir şey/bir kahpelik/bir puştluk yapmak.
fuck something up
bir şeyin içine etmek, bir şeyin içine sıçmak, bir şeyi berbat etmek.
fuck up
işin içine etmek, işi berbat etmek.
Fuck you!
Siktir git!
fuck
fuck f^k isim, kaba sikişme, düzüşme.
Fuck!
Allah kahretsin!
fucked-up
fucked-up f^kt'^p' sıfat, kaba 1. kafayı yemiş; kafayı üşütmüş; bayağı problemli/kompleksli. 2. berbat, rezil; kokuşmuş; yozlaşmış.
fucker
fuck.erisim herif.
Fucking hell!
Allah kahretsin!
fucking
fuck.ingsıfat 1. Vurgulamak için kullanılır: You're a fucking idiot! Tam bir dangalaksın! 2. kahrolası.
fuckup
fuck.up f^k'^p isim, kaba tam bir fiyasko.
fud
fud f^d' isim, konuşma dili aşırı titiz ve örümcek kafalı kimse.
fuddy-duddy
fud.dy-dud.dy f^'did^di isim, konuşma dili aşırı titiz ve örümcek kafalı kimse. sıfat aşırı titiz ve örümcek kafalı.
fudge
fudge f^c isim yumuşak ve çikolatalı şekerleme. fiil 1. biraz uydurmak; ufak çapta bir yalan söylemek; ufak bir hile yapmak. 2. kesin bir tavır almamak. 3. -den kaçınmak. 4. sözünü tutmamak.
fuel gauge
makine akaryakıt göstergesi.
fuel oil
fuel-oil, yağyakıt.
fuel pump
yakıt pompası.
fuel tank
yakıt deposu.
508
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fuel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fu.el fyu'wıl isim yakıt. fiil (fueled/fuelled, fueling/fuelling) 1. yakmak, yanmasını sağlamak; çalıştırmak. 2. up yakıt almak.
fugitive
fu.gi.tive fyu'cıtîv sıfat kaçak, kaçan, firari. isim firari, kaçak.
fugue
fugue fyug isim, müzik füg.
fulfil
ful.fil fûlfîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız fulfill
fulfill
ful.fill fûlfîl' fiil 1. yerine getirmek, yapmak: fulfill an obligation bir görevi yerine getirmek. 2. (insan) içindeki potansiyelini kendini tatmin edecek bir şekilde kullanmak.
fulfilling
ful.fill.ingsıfat tatmin edici, doyurucu: Do you find your work fulfilling? İşin seni tatmin ediyor mu?
fulfillment
ful.fill.mentisim 1. yerine getirme, yapma. 2. içindeki potansiyelini iyi kullanmaktan doğan memnuniyet.
fuliginous
fu.lig.i.nous fyulîc'ınıs sıfat 1. isli; is dolu. 2. is renginde, is renkli.
full dress
çok resmi toplantılarda giyilen elbise.
full fare
tam bilet.
full general
askeri orgeneral.
full measure
tam ölçü.
full membership
tam üyelik.
full moon
dolunay.
full speed
tam sürat.
full stop
İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi nokta (noktalama işareti).
full to overflowing
ağzına kadar dolu, dopdolu.
full to the brim
ağzına kadar dolu, dopdolu.
full
full fûl sıfat 1. (of) (ile) dolu: The glass was full. Bardak doluydu. The glass was full of water. Bardak suyla doluydu. 2. tam: full member tam üye. a full hour tam bir saat. 3. doymuş, karnı tok. 4. bol (giysi). 5. dolgun.
fullback
full.backisim, futbol bek.
full-blooded
full-blood.edsıfat 1. safkan. 2. tam bir, gerçek bir. 509
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
full-blown
full-blownsıfat tamamen açmış; tam gelişmiş.
full-fledged
full-fledgedsıfat tam, gerçek, ehliyetli.
full-grown
full-grownsıfat tamamıyla büyümüş; yetişkin.
full-length
full-lengthsıfat tam boy (portre).
full-time job
tamgün bir çalışma gerektiren iş.
full-time
full-timesıfat fultaym, tamgün.
fully
ful.lyzarf tamamen, tamamıyla.
fulminate
ful.mi.nate f^l'mıneyt fiil against (-e) ateş püskürmek.
fumble
fum.ble f^m'bıl fiil 1. el yordamıyla aramak, yoklamak. 2. (oyunda) topu düşürmek. isim topu düşürme.
fume
fume fyum fiil 1. öfkeli olmak. 2. pis kokulu gazları yaymak.
fumes
fumesisim, çoğul pis kokulu gazlar.
fumigate
fu.mi.gate fyu'mıgeyt fiil buharla dezenfekte etmek.
fun fair
İngiliz İngilizcesi lunapark.
fun
fun f^n isim eğlence, zevk. fiil, konuşma dili (funned, funning) şaka etmek.
function
func.tion f^ngk'şın isim 1. iş, görev, vazife, işlev, fonksiyon. 2. tören, merasim. 3. matematik fonksiyon, işlev. fiil işlemek, çalışmak.
functional
func.tion.alsıfat işlevsel, fonksiyonel.
functionary
func.tion.ar.y f^ngk'şıneri isim memur, görevli.
functioning
func.tion.ingsıfat faal, işler durumda.
fund
fund f^nd isim 1. fon. 2. çoğul para. 3. çoğul fonlar. fiil (bir iş veya kimse için) para sağlamak.
fundamental
fun.da.men.tal f^ndımen'tıl sıfat temel, esaslı, asıl. isim esas, temel.
fundamentally
fun.da.men.tal.lyzarf temelde, özünde.
funeral march
cenaze marşı.
funeral
fu.ner.al fyu'nırıl, fyun'rıl isim cenaze töreni.
funereal
fu.ne.re.al fyunîr'iyıl sıfat kasvetli; cenaze törenine yakışan.
fungicide
fun.gi.cide f^n'cısayd, f^n'gısayd isim mantar öldürücü ilaç. 510
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük fungus
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fun.gus f^ng'gıs isim, botanik (fungi/funguses) mantar veya mantar türünden bitki.
funicular
fu.nic.u.lar fyunîk'yılır isim füniküler.
funnel
fun.nel f^n'ıl isim 1. huni. 2. (vapurda) baca.
funnies
fun.nies f^n'iz isim, çoğul bakınız the funnies
funny bone
anatomi dirsekte bir şeye çarpınca kolun karıncalanmasına sebep olan sinirin geçtiği yer.
funny business
yalan dolan, hilecilik, düzenbazlık.
funny paper
(gazetede) bant- karikatürlerin bulunduğu sayfa.
funny
fun.ny f^n'i sıfat 1. komik, güldürücü, eğlendirici. 2. tuhaf, garip, acayip. 3. şüpheli, şüphe uyandıran.
fur
fur fır isim 1. kürk. 2. kürklü giysi, kürk. 3. (bazı yumuşak tüylü hayvanlara ait) tüyler: the cat's fur kedinin tüyleri. 4. (çaydanlık veya borularda oluşan) kireç.
furbish
fur.bish fır'bîş fiil 1. parlatmak. 2. yenileştirmek.
furious
fu.ri.ous fyûri'yıs sıfat 1. çok öfkeli, küplere binmiş, gözü dönmüş. 2. şiddetli, sert.
furl
furl fırl fiil (yelken, bayrak) sarmak.
furlough
fur.lough fır'lo isim izin, vazifeden izinle ayrılma.
furnace
fur.nace fır'nîs isim büyük ocak, kalorifer ocağı; (demirhanede) ocak.
furnish
fur.nish fır'nîş fiil 1. döşemek; donatmak. 2. sağlamak.
furnished
fur.nish.edsıfat 1. möbleli, mobilyalı. 2. with ile döşeli.
furnishings
fur.nish.ingsisim mefruşat.
furniture
fur.ni.ture fır'nıçır isim mobilya, möble.
furrier
fur.ri.er fır'iyır isim kürkçü.
furrow
fur.row fır'o isim 1. sabanın açtığı iz. 2. kırışık. fiil 1. saban izi yapmak. 2. kırıştırmak.
furry
fur.rysıfat tüyleri kabarık, tüylü.
further
fur.ther fır'dhır ( Further çoğunlukla miktar ve derece, farther ise mesafe için kullanılır.) sıfat 1. ötedeki, uzaktaki, daha uzak. 2. ilave olunan. zarf 1. daha öteye;
511
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
daha ötede. 2. bundan başka, ayrıca. fiil ilerlemesini sağlamak. furtherance
fur.ther.ance fır'dhırıns isim ilerlemesini sağlama.
furthermore
fur.ther.morezarf bundan başka, ayrıca.
furthermost
fur.ther.mostsıfat en ötedeki.
furthest
fur.thest fır'dhîst sıfat en çok, en uzak.
furtive
fur.tive fır'tîv sıfat gizli, sinsi.
fury
fu.ry fyûr'i isim 1. büyük öfke, gazap. 2. şiddet.
fuse
fuse fyuz fiil eritmek; erimek; eriyip birbiriyle kaynaşmak.
fuselage
fu.se.lage fyu'sılaq isim uçak gövdesi.
fusion
fu.sion fyu'qın isim 1. eritme; erime; eriyip kaynaşma. 2. fizik füzyon.
fuss
fuss f^s isim 1. gereksiz telaş, heyecan veya öfke. 2. yaygara. fiil ufak meseleleri sorun yapmak; ufak şeyler yüzünden telaşa düşmek.
fussy
fus.sy f^s'i sıfat kılı kırk yaran, çok titiz.
fusty
fus.ty f^s'ti sıfat 1. küf kokan. 2. eski, demode, küflenmiş, küflü.
futile
fu.tile fyu'tıl sıfat boş, nafile, abes.
futility
fu.til.i.ty fyutîl'ıti isim boşuna olma, abes olma.
future tense
dilbilgisi gelecek zaman.
future
fu.ture fyu'çır sıfat gelecek, müstakbel. isim gelecek, istikbal.
fuze
fuze fyuz isim (top mermisine ait) tapa.
fuzz
fuzz f^z isim 1. hav. 2. ince tüyler, ayva tüyü. 3. kıvırcık saç. 4. argo polis. fiil havlanmak.
fuzzy
fuzzysıfat 1. ince tüylerle kaplı. 2. çok tüylü (köpek v.b.). 3. hatları belirsiz, flu. 4. çok havlı (kumaş). 5. kıvırcık (saç).
G
G, g ci isim 1. G, İngiliz alfabesinin yedinci harfi. 2. müzik sol notası. 3. argo bin dolar.
G.B.
G.B.kısaltma Great Britain
512
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük G.H.Q.
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
G.H.Q. ci'eyç'kyu' kısaltma General Headquarters 1. askeri başkumandanlık karargâhı. 2. merkez, idare merkezi.
G.O.P.
G.O.P. ci'o'pi' kısaltma the G.O.P.
G.P.O.
G.P.O. ci'pi'o' kısaltma, İngiliz İngilizcesi the General Post Office
gab
gab gäb fiil, konuşma dili (gabbed, gabbing) çene çalmak. isim çene çalma.
gabardine
gab.ar.dine gäb'ırdin isim gabardin.
gabble
gab.ble gäb'ıl fiil çabuk ve anlaşılamayacak bir şekilde konuşmak. isim çabuk ve anlaşılmaz konuşma.
gaberdine
gab.er.dine gäb'ırdin isim cüppe.
gabfest
gab.fest gäb'fest isim, konuşma dili çene çalma.
gable roof
beşikçatı.
gable
ga.ble gey'bıl isim bina duvarının beşikçatı ile birleştiği yerdeki üçgen bölüm.
Gabon
Ga.bon gıbon' isim Gabon.
Gabonese
Ga.bon.ese gäbıniz' isim (Gabonese) Gabonlu. sıfat 1. Gabon, Gabon'a özgü. 2. Gabonlu.
gad
gad gäd fiil (gadded, gadding) about/around başıboş dolaşmak.
gadfly
gad.fly gäd'flay isim atsineği.
gadget
gad.get gäc'ît isim alet, küçük aygıt.
Gaelic
Gael.ic gey'lîk isim, sıfat Gaelce; İrlandaca; İskoçça.
gaffe
gaffe gäf isim gaf.
gag on
(bir şey) boğazını tıkamak.
gag
gag gäg isim şaka; gülüt.
gaga
ga.ga ga'ga sıfat, konuşma dili budala, deli.
gage
gage geyc isim, fiil bakınız gauge
gaiety
gai.e.ty gey'ıti isim neşelilik, şenlik, neşe.
gain an advantage over
(bir başkasından) daha kuvvetli olmak.
gain ground
(hastanın durumu) iyileşmek. 2. (hisse senetlerinin değeri) artmak. 3. (bir görüş) rağbet kazanmak. 4. on
513
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(rakibini takip eden biri) (rakibe) daha yaklaşmak. 5. askeri (ordu) (düşmandan) yer kazanmak. gain the upper hand
avantaj (birine) geçmek, avantaj (birinde) olmak.
gain time
vakit kazanmak. 2. (saat) ileri gitmek.
gain weight
kilo almak.
gain
gain geyn isim 1. kazanç, kâr. 2. artma, artış. fiil 1. -i elde etmek, -e sahip olmak. 2. on (takip eden kişi/şey) yaklaşmak, aradaki mesafeyi kapatmak.
gainsay
gain.say geyn.sey' fiil (gainsaid) inkâr etmek.
gait
gait geyt isim yürüyüş, gidiş.
gaiter
gai.ter gey'tır isim tozluk, getr.
gal.
gal.kısaltma gallon
galaxy
gal.ax.y gäl'ıksi isim, gökbilim galaksi, gökada.
gale
gale geyl isim kuvvetli rüzgâr, bora, fırtına.
gall
gall gôl isim bakınız gallbladder
gallant
gal.lant gäl'ınt sıfat centilmen, efendi.
gallantry
gal.lant.ry gäl'ıntri isim kahramanlık, yiğitlik.
gallbladder
isim safra kesesi.
galleon
gal.le.on gäl'iyın isim kalyon.
gallery
gal.ler.y gäl'ıri isim 1. sanat galerisi. 2. balkon, galeri. 3. madencilik galeri.
galley proof
matbaacılık ilk tashih.
galley
gal.ley gäl'i isim 1. kadırga. 2. gemi mutfağı.
galling
gall.ingsıfat sinir edici, sinirlendirici.
gallivant
gal.li.vant gäl'ıvänt fiil gezip tozmak.
gallon
gal.lon gäl'ın isim 1. galon (9,16 litre). 2. İngiliz İngilizcesi galon (0,55 litre).
gallop
gal.lop gäl'ıp fiil dörtnala gitmek. isim dörtnala gidiş.
gallows
gal.lows gäl'oz isim darağacı.
gallstone
gall.stone gôl'ston isim safra taşı.
galore
ga.lore gılor' sıfat çok miktarda, bol: You can find blackberries galore there. Orada böğürtlenden geçilmiyor.
galosh
ga.losh gılaş' isim kaloş, galoş, lastik. 514
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük galvanize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gal.va.nize gäl'vınayz fiil 1. galvanizlemek. 2. hemen harekete geçirmek.
Gambia
Gam.bi.a gäm'bîyı isim Gambiya.
Gambian
isim Gambiyalı. sıfat 1. Gambiya, Gambiya'ya özgü. 2. Gambiyalı.
gamble for high stakes
büyük para için kumar oynamak.
gamble
gam.ble gäm'bıl fiil kumar oynamak. isim, konuşma dili çok riskli iş, kumar.
gambler
gam.blerisim kumarbaz.
gambling den
kumarhane.
gambling
gam.bling gäm'blîng isim kumar, kumar oynama.
gambol
gam.bol gäm'bıl fiil sıçrayıp oynamak. isim sıçrayış, zıplama.
game
game geym sıfat sakat (bacak).
gamekeeper
game.keep.er geym'kipır isim avlak bekçisi.
gamma ray
gamma ışını.
gamma
gam.ma gäm'ı isim bakınız gamma ray
gammon
gam.mon gäm'ın isim, İngiliz İngilizcesi domuz budundan yapılmış qambon.
gammy
gam.my gäm'i sıfat, İngiliz İngilizcesi sakat (bacak).
gamut
gam.ut gäm'ıt isim (of) her çeşit, her tür.
gander
gan.der gän'dır isim 1. erkek kaz. 2. konuşma dili bakış.
gang up on
(birine) karşı cephe oluşturmak. 2. (birkaç kişi) toplanıp (birine) karşı saldırmaya hazırlanmak.
gang
gang gäng isim 1. çete. 2. takım; güruh.
gangling
gan.gling gäng'glîng sıfat fasulye sırığı gibi, leylek gibi.
gangplank
gang.plank gäng'plängk isim iskele, iskele tahtası, sürme iskele.
gangrene
gan.grene gäng'grin isim, tıbbi kangren.
gangrenous
gan.gren.oussıfat kangrenli.
gangster
gang.ster gäng'stır isim gangster.
gangway
gang.way gäng'wey isim, ünlem Destur!/Yol ver! 515
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gantlet
gant.let gänt'lît isim bakınız gauntlet
gaol
gaol qeyl isim, İngiliz İngilizcesi bakınız qail
gaoler
gaol.er cey'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız qailer
gap
gap gäp isim 1. aralık; boşluk, gedik. 2. eksiklik.
gape
gape geyp fiil 1. ağzı açık bir şekilde hayret veya şaşkınlıkla bakmak. 2. açılmak.
garage sale
evde istenilmeyen eşyayı satmak amacıyla garaj veya bahçede düzenlenen satış.
garage
ga.rage gıraq', gırac', [İngiliz İngilizcesi] ger'îc isim garaq. fiil garaqda bırakmak.
garb
garb garb isim kılık, kıyafet, giysiler.
garbage can
çöp tenekesi.
garbage man
çöpçü.
garbage truck
çöp kamyonu, çöp arabası.
garbage
gar.bage gar'bîc isim 1. çöp; süprüntü. 2. pis ve değersiz şey.
garbanzo
gar.ban.zo garbän'zo isim nohut.
garble
gar.ble gar'bıl fiil yanlış bir şekilde anlatmak/nakletmek.
garden party
gardenparti.
garden
gar.den gar'dın isim bahçe; bostan. fiil bahçede çalışmak, çiçeklerle uğraşmak.
gardener
gar.den.erisim bahçıvan.
gardenia
gar.de.nia gardin'yı isim gardenya.
gargantuan
gar.gan.tu.an gargän'çuwın sıfat çok büyük, kocaman.
gargle
gar.gle gar'gıl fiil gargara yapmak. isim gargara.
garish
gar.ish ger'îş sıfat 1. çiğ, cart, cırlak, parlak (renk). 2. cafcaflı.
garland
gar.land gar'lınd isim çelenk.
garlic
gar.lic gar'lîk isim sarımsak, sarmısak.
garment
gar.ment gar'mınt isim giysi, elbise.
garner
gar.ner gar'nır fiil toplamak.
garnet
gar.net gar'nît isim grena, lal taşı.
garnish
gar.nish gar'nîş fiil garnitürle süslemek. isim garnitür. 516
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
garret
gar.ret ger'ît isim tavanarası; tavanarasındaki oda.
garrison
gar.ri.son ger'ısın isim garnizon.
garrulous
gar.ru.lous ger'ılıs sıfat geveze, lafazan, çenebaz.
garter
gar.ter gar'tır isim qartiyer.
gas mask
gaz maskesi.
gas meter
doğalgaz saati/sayacı; havagazı saati/sayacı.
gas station
benzin istasyonu.
gas up
benzin deposunu doldurmak.
gas
gas gäs isim (gases/gasses) 1. benzin. 2. gaz. 3. (midede) gaz. 4. havagazı; doğalgaz. fiil (gassed, gassing) 1. gazla zehirlemek. 2. konuşma dili çene çalmak.
gaseous
gas.e.ous gäs'îyıs sıfat gaz gibi; gazlı.
gash
gash gäş isim derin yara. fiil -de derin yara açmak; -i kesmek.
gasket
gas.ket gäs'kît isim conta.
gaslight
gas.light gäs'layt isim gaz ışığı.
gasoline
gas.o.line gäsılin' isim benzin.
gasp
gasp gäsp fiil 1. soluk soluğa kalmak, nefesi daralmak, nefesi kesilmek. 2. solumak. 3. soluk soluğa söylemek. isim soluma, nefes.
gastric
gas.tric gäs'trîk sıfat, tıbbi mideye ait, midevi.
gastritis
gas.tri.tis gästray'tîs isim, tıbbi gastrit.
gastronome
gas.tro.nome gäs'trınom isim gastronom.
gastronomic
gas.tro.nom.ic gästrınam'îk sıfat gastronomik.
gastronomy
gas.tron.o.my gästranımi' isim gastronomi, iyi yemek yeme ve yemekten anlama sanatı.
gasworks
gas.works gäs'wırks isim gazhane.
gate
gate geyt isim 1. kapı (kapı aralığını kapayan kanat). 2. kanal kapağı. 3. (maç, konser, sirk v.b.'nde bilet satışından sağlanan) hâsılat; gişe hâsılatı.
gatecrasher
gate.crash.erisim, konuşma dili parasız veya davetiyesiz giren kimse.
gateway
gate.wayisim 1. kapı aralığı, kapı. 2. giriş. 517
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gather speed
hız kazanmak.
gather
gath.er gädh'ır fiil 1. toplamak, bir araya getirmek; toplanmak, bir araya gelmek. 2. devşirmek, toplamak. 3. anlamak, sonuç çıkarmak. 4. büzmek. 5. (irin) toplanmak. isim büzgü.
gathering
gath.er.ing gädh'ırîng isim toplantı.
GATT
GATT gät kısaltma General Agreement on Tariffs and Trade
gauche
gauche goş sıfat 1. pot kıran, gaf yapan. 2. uygunsuz, münasebetsiz.
gaudy
gaud.y gô'di sıfat 1. çiğ (renk); çiğ renkli. 2. aşırı ve zevksiz bir şekilde süslü.
gauge
gauge geyc isim 1. çap; ölçü; kalınlık. 2. demiryolu ray açıklığı. 3. ölçme aleti. fiil 1. ölçmek. 2. ölçümlemek.
gaunt
gaunt gônt sıfat sıska, çok zayıf ve kuru.
gauntlet
gaunt.let gônt'lît isim bakınız run the gauntlet
gauze
gauze gôz isim gaz bezi, gazlı bez.
gave
gave geyv fiil bakınız give
gavel
gav.el gäv'ıl isim (toplantıda oturumun açıldığını ilan etmek için başkanın masaya vurduğu) tokmak.
gawk
gawk gôk fiil aval aval bakmak, bön bön bakmak.
gawky
gawkysıfat kolları, bacakları uzun, biçimsiz ve hantal.
gawp
gawp gôp fiil at ağzı açık bir şekilde seyretmek; aval aval bakmak, bön bön bakmak.
gay
gay gey sıfat 1. neşeli, şen. 2. canlı, parlak ve güzel (renk); parlak ve güzel renkli. 3. eşcinsel, homoseksüel. isim eşcinsel, homoseksüel.
gaze
gaze geyz fiil at gözünü dikip bakmak, seyretmek. isim dik bakış.
gazebo
ga.ze.bo gızi'bo isim belveder; güzel manzaralı kameriye, çardak, pavyon; bir yapının üzerindeki teras veya pavyon.
gazelle
ga.zelle gızel' isim ceylan, ahu, gazal.
gazette
ga.zette gızet' isim resmi gazete. 518
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gazetteer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gaz.et.teer gäzıtîr' isim 1. yer adları sözlüğü. 2. (atlasta) yer adları dizini.
gear down
vitesi azaltmak.
gear up
vitesi yükseltmek.
gear wheel
dişli çark.
gear
gear gîr isim 1. (belirli bir iş için kullanılan) eşya, takım veya giysi. 2. tertibat, düzen, aygıt. 3. dişli çark. 4. vites.
gearbox
gear.boxisim vites kutusu, şanqman, şanzıman.
gearshift lever
vites kolu.
gearshift
gear.shiftisim vites.
gee
gee ci ünlem 1. Allah Allah! 2. Birinin veya bir şeyin beğenildiğini gösterir: Gee you're swell! Sen bir harikasın!
geese
geese gis isim, çoğul bakınız goose
Geiger counter
Gayger sayacı.
Geiger
Gei.ger gay'gır isim bakınız Geiger counter
geisha
gei.sha gey'şı isim geyşa.
gel
gel cel isim qel, pelte.
gelatin
gel.a.tin cel'ıtîn isim qelatin.
gelatine
gel.a.tine cel'ıtîn isim qelatin.
geld
geld geld fiil iğdiş etmek, enemek.
gelding
geld.ingisim iğdiş edilmiş at.
gem
gem cem isim 1. değerli taş, mücevher. 2. değerli kişi, cevher; değerli nesne.
Gemini
Gem.i.ni cem'ınay isim, astroloji İkizler burcu.
gemstone
gem.stone cem'ston isim yontulmamış değerli taş.
gendarme
gen.darme qan'darm, qandarm' isim qandarma.
gender
gen.der cen'dır isim 1. dilbilgisi cins. 2. konuşma dili cinsiyet.
gene
gene cin isim, biyoloji gen.
genealogy
ge.ne.al.o.gy ciniyal'ıci isim şecere, soyağacı.
General Agreement on Tariffs and TradeGümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması. general election
İngiliz İngilizcesi genel seçim. 519
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
General Post Office
İngiliz İngilizcesi, eski Ulusal Posta Müdürlüğü.
general practice
pratisyen hekimlik.
general practitioner
tıbbi pratisyen, pratisyen doktor.
general staff
askeri kurmay sınıfı.
general strike
genel grev.
general
gen.er.al cen'ırıl sıfat genel. isim, askeri general.
generalise
gen.er.al.ise cen'ırılayz, cen'rılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız generalize
generality
gen.er.al.i.ty cenıräl'ıti isim 1. genellik. 2. çoğunluk. 3. genelleme; genelleme içeren söz.
generalization
gen.er.al.i.za.tion cenırılızey'şın isim 1. genelleştirme. 2. genelleme, genelleme içeren söz.
generalize
gen.er.al.ize cen'ırılayz, cen'rılayz fiil genelleştirmek.
generally
gen.er.al.lyzarf genellikle.
generate
gen.er.ate cen'ıreyt fiil üretmek; meydana getirmek; -e yol açmak.
generation gap
kuşak farkı, kuşaklar arasındaki fark.
generation
gen.er.a.tion cenırey'şın isim 1. kuşak, nesil. 2. üretim; meydana getirme.
generator
gen.er.a.tor cen'ıreytır isim qeneratör, dinamo.
generic
ge.ner.ic cîner'îk sıfat, isim ambalaqında üreticinin adı veya markası bulunmayan (gıda maddesi).
generosity
gen.er.os.i.ty cenıras'ıti isim cömertlik.
generous
gen.er.ous cen'ırıs sıfat cömert, eli açık.
genesis
gen.e.sis cen'ısîs isim (geneses) başlangıç.
genetic
ge.net.ic cınet'îk sıfat, biyoloji genetik.
genetics
ge.net.ics cınet'îks isim, biyoloji genetik.
genial
gen.ial cin'yıl sıfat 1. canayakın, arkadaşça davranan, iyi huylu, güleryüzlü. 2. yumuşak (iklim).
genital
gen.i.tal cen'ıtıl sıfat, tıbbi üreme organlarına ait.
genitals
gen.i.talsisim, çoğul, tıbbi üreme organları, cinsel organlar.
genitive
gen.i.tive cen'ıtîv sıfat, dilbilgisi -in halindeki. isim -in halindeki sözcük. 520
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük genius
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gen.ius cin'yıs isim (geniuses) 1. deha. 2. dâhi. 3. istidat, yetenek. 4. özellik.
genocide
gen.o.cide cen'ısayd isim soykırım, qenosit.
genre
gen.re qan'r isim tarz, tür, nevi.
gent
gent cent isim, halk dili erkek, adam.
genteel
gen.teel centil' sıfat efendilik/kibarlık taslayan.
gentian
gen.tian cen'şın isim centiyana, centiyan, kantaron.
gentile
gen.tile cen'tayl isim Musevi olmayan kimse. sıfat Musevi olmayan.
gentle
gen.tle cen'tıl sıfat 1. yumuşak ve nazik. 2. hafif (rüzgâr, yağmur). 3. meyli çok az (yokuş).
gentleman
gen.tle.man cen'tılmın isim (gentlemen) centilmen, efendi.
gentlemanly
gen.tle.man.lysıfat centilmence, efendice, centilmene yakışan.
gentleman's agreement
karşılıklı anlayışa dayanan ve yazılı olmayan anlaşma.
gentlemen's agreement
karşılıklı anlayışa dayanan ve yazılı olmayan anlaşma.
gentleness
gen.tle.nessisim yumuşaklık, nezaket.
gently
zarf 1. yumuşak ve nazik bir şekilde. 2. hafifçe (esen). 3. yavaşça (yükselen yokuş).
gentry
gen.try cen'trî isim, çoğul sosyal statüsü iyi olanlar.
genuflect
gen.u.flect cen'yuflekt fiil, Hristiyanlık (ibadette) diz çökmek.
genuflec'tion
isim (özellikle ibadet ederken) diz çökme.
genuine
gen.u.ine cen'yuwîn sıfat 1. gerçek, hakiki. 2. içten gelen. 3. içten, samimi.
genus
ge.nus ci'nıs isim, biyoloji (genera) (birkaç türden meydana gelen) cins.
geodesic dome
geodezik kubbe.
geodesic
ge.o.des.ic ciyıdes'îk sıfat geodezik, qeodezik, geodeziyle ilgili.
geodesy
ge.od.e.sy ciyad'ısi isim geodezi, qeodezi.
geographer
ge.og.ra.pherisim coğrafya uzmanı, coğrafyacı.
geographic
ge.o.graph.ic ciyıgräf'îk sıfat coğrafi. 521
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
geographical
ge.o.graph.i.cal ciyıgräf'îkıl sıfat coğrafi.
geography
ge.og.ra.phy ciyag'rıfi isim coğrafya.
geologic
geo.log.icsıfat qeoloqik, yerbilimsel.
geological
geo.log.i.calsıfat qeoloqik, yerbilimsel.
geologist
ge.ol.o.gistisim qeolog.
geology
ge.ol.o.gy ciyal'ıci isim qeoloqi, yerbilim.
geometric
ge.o.met.ric ciyımet'rîk sıfat 1. geometrik, uzambilgisel: geometric figure geometrik şekil. 2. geometrik, eşçarpanlı: geometric series geometrik seri.
geometry
ge.om.e.try ciyam'ıtri isim geometri, uzambilgisi.
geophysics
ge.o.phys.ics ciyofîz'îks isim qeofizik.
geopolitics
ge.o.pol.i.tics ciyopal'îtîks isim qeopolitik.
georgette
geor.gette côrcet' isim qorqet.
Georgia
Geor.gia côr'cı isim Gürcistan.
Georgian
isim, sıfat 1. Gürcü. 2. Gürcüce.
geranium
ge.ra.ni.um cırey'niyım isim sardunya.
Gerber daisy
gerbera.
Gerber
Ger.ber gır'bır isim bakınız Gerber daisy
geriatric
ger.i.at.ric ceriyät'rîk sıfat geriatrik, qeriyatrik.
geriatrics
ger.i.at.ricsisim geriatri, qeriyatri.
germ
germ cırm isim 1. mikrop. 2. tohumun özü. 3. başlangıç, tohum.
German measles
kızamıkçık.
German
Ger.man cır'mın sıfat, isim 1. Alman. 2. Almanca.
germander
ger.man.der cırmän'dır isim 1. dalakotu, yermeşesi, yerpalamudu. 2. kurtluca, yerpalamudu, yermeşesi.
germane
ger.mane cırmeyn' sıfat (to) (ile) ilgili.
Germany
Ger.man.y cır'mıni isim Almanya.
germicide
ger.mi.cide cır'mısayd isim mikrop öldürücü, antiseptik.
germinate
ger.mi.nate cır'mıneyt fiil (tohum) çimlenmek; (tohumu) çimlendirmek.
germination
ger.mi.na.tion cırmıney'şın isim (tohum) çimlenme; (tohumu) çimlendirme. 522
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gerrymander
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ger.ry.man.der cer'imändır, ger'imändır fiil (seçim bölgesini) bir siyasi partinin çıkarlarına uygun düşecek şekilde ayarlamak.
gerund
ger.und cer'ınd isim, dilbilgisi fiilden türetilen isim.
gestalt
ge.stalt gıştalt' isim, ruhbilim geştalt.
gestation
ges.ta.tion cestey'şın isim 1. gebelik. 2. gebelik süresi.
gesticulate
ges.tic.u.late cestîk'yuleyt fiil el, kol veya baş hareketleri yapmak, qestler yapmak.
gesticulation
ges.tic.u.la.tionisim 1. qestler yapma. 2. el, kol veya baş hareketi, jest.
gesture
ges.ture ces'çır isim 1. el, kol veya baş hareketi, qest. 2. jest, güzel davranış. fiil el, kol veya baş hareketi yapmak, jest yapmak.
Gesundheit
Ge.sund.heit gızûnt'hayt ünlem Çok yaşayın! (Hapşıran bir kimseye söylenir.).
get a bang on a part of one's body
konuşma dili vücudunun bir yerine darbe yemek: She got a bang on her head. Başına bir darbe yedi.
get a bang out of
konuşma dili -e bayılmak, -e bitmek.
get a fright
korkmak.
get a grasp on oneself
kendine hâkim olmak, kendine gelmek.
get a hard-on
-in kuşu kalkmak/uyanmak, -in penisi beton olmak/dikelmek.
get a hustle on
konuşma dili acele etmek, çabuk olmak.
get a kick out of
-den zevk almak.
get a load of
konuşma dili 1. (çok ilginç, güzel veya tuhaf birine veya bir şeye) bakmak. 2. (çok ilginç, güzel veya tuhaf bir şeyi) dinlemek.
get a lump in one's throat
çok duygulanmak. 2. boğazı düğümlenmek.
Get a move on!
konuşma dili Haydi!/Çabuk!
get a rise out of someone
konuşma dili dalga geçerek birini kızdırmak.
get a rise out of
birinin bamteline basıp çileden çıkarmak.
get a swelled head
kendini bir şey zannetmek, başı dönmek, şımarmak.
get a whiff of
-in kokusunu duymak.
get a whipping
dayak yemek. 523
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
get a woman into trouble
bir kadını hamile bırakmak.
get about
(haber, söylenti) yayılmak. 2. (bir hastalıktan sonra yeniden) çıkıp dolaşmak. 3. seyahat etmek; gezmek.
get across
anlatmak; açıklamak: He couldn't get his point across. Ne demek istediğini anlatamadı. What he said obviously didn't get across to them. Ne demek istediğini anlamadıkları belli.
get after
çıkışmak, paylamak.
get ahead
konuşma dili başarılı olmak. 2. of -i geçmek.
get along in years
yaşlanmak.
get along on in years
yaşlanmak.
get along up in years
yaşlanmak.
get along without
-siz yapmak/idare etmek: I can get along without them. Onlarsız yapabilirim. Can you get along wthout eight hours of sleep? Sekiz saat uyumadan yapabilir misin?
get along
birbiriyle iyi geçinmek. 2. idare etmek, yapmak; ile arası ... olmak: How will he get along over there? Orada nasıl yapacak? He'll get along fine. İyi olacak./Becerir o. How's she getting along in French? Fransızcayla arası nasıl? 3. (on) (ile) idare etmek, geçinmek. 4. (saat/zaman) ilerlemek; towards (belirli bir zaman) yaklaşmak; towards (saat) (belirli bir saate) gelmek/yaklaşmak. 5. yaşlanmak. 6. with (bir işle) meşgul olmak. 7. gitmek: We'd better be getting along. Gitmeliyiz.
get an erection
penisi sertleşmek.
get an urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
get anxious
endişelenmek, merak etmek, meraklanmak.
get around to
konuşma dili 1. (bir şeyi yapmaya) vakit bulmak/ayırmak; (geciktirilmiş bir işi) yapmak. 2. (epey bir geciktirmeden sonra) (bir konuyu) ele almak.
524
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük get around
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çok gezmek. 2. hareket etmek, yürümek. 3. (haber) yayılmak. 4. bir yol bulup -den kurtulmak; bir yol bulup (birini) atlatmak.
get at
-e ulaşmak, -e erişmek. 2. zarar vermek, kötülük etmek. 3. (bir şeyle) meşgul olmak. 4. kastetmek, demek istemek; ima etmek.
get away with murder
konuşma dili bir kötülüğün cezasını çekmemek.
get away with something
konuşma dili (yapılan bir iş) yanına kâr kalmak: He's gotten away with it. Yaptığı yanına kâr kaldı. I won't let him get away with this. Bunu yanına bırakmayacağım./Bunu yapmasına izin vermeyeceğim.
get away
kaçmak. 2. çıkmak.
get back at someone for something
konuşma dili birine bir şeyi ödetmek, birinden bir şeyin öcünü almak.
get behind in
(bir işte) gecikmek; (bir işin) gerisinde kalmak: He's gotten behind in his payments. Ödemelerinde gecikti. They've gotten behind in their work. Çalışma programının gerisinde kaldılar. 2. konuşma dili arka çıkmak, desteklemek.
get better
iyileşmek.
get bogged down in
fiil (bogged, bogging) (bir yerde) saplanıp kalmak.
get by
konuşma dili 1. geçmek. 2. ile atlatmak, ile geçirmek; ile idare etmek; (bir şeyi) durumu kurtaracak kadar yapmak: I can get by this year with these shoes. Bu ayakkabılarla bu seneyi atlatabilirim. She only studies enough to get by. Ancak durumu kurtaracak kadar ders çalışır. 3. vartayı atlatmak.
get carried away
kendini kaptırmak, kapılıp gitmek; heyecanlanıp aşırıya kaçmak.
get cold feet
konuşma dili tereddüde düşmek, kararsızlığa kapılmak, şüpheler duymaya başlamak.
get cracking
konuşma dili (gayretle) başlamak.
get dark
akşam olmak, hava kararmak.
525
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük get down off one's high horse
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili kibiri bırakmak, kibirli davranmaktan vazgeçmek.
get down to brass tacks
konuşma dili asıl işe bakmak, asıl işi ele almak.
get down to business
konuşma dili asıl işe bakmak, asıl işi ele almak.
get down to work
ciddi olarak işe koyulmak.
get down to
konuşma dili (bir işe) bakmak, başlamak.
get even with
konuşma dili -den öç almak.
Get fucked!
Siktir git!
get going
konuşma dili 1. (gayretle) başlamak. 2. başlatmak, kızdırmak: Don't get him going! Onu başlatma!
get hell
konuşma dili fena halde haşlanmak, adamakıllı bir zılgıt yemek.
get hold of
-i eline geçirmek. 2. (birini) bulmak.
get hot
ısınmak. 2. kızmak, öfkelenmek.
get hysterical over
(bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri boşanmak.
get hysterical
(bir şey) (karşısında) çılgına dönmek, sinirleri boşanmak.
get in a state
çok endişeli, heyecanlı veya sinirli bir hale girmek.
get in a stew
konuşma dili telaşa/endişeye düşmek.
get in a tizzy
gereksiz yere telaşlanmak veya heyecanlanmak, eli ayağı dolaşmak, eteği ayağına dolaşmak.
get in by the back door
konuşma dili 1. arka kapıdan girmak. 2. normal yoldan başka bir yol ile (bir kuruluşa/bir gruba) girmak/dahil olmak.
get in good with
konuşma dili (birinin) gözüne girmek.
get in on the ground floor
konuşma dili bir işe başlangıçta katılmak.
get in one's hair
konuşma dili - e musallat olmak, başından ayrılmayarak rahatsız etmek.
get in one's two cents worth
fikrini söylemek, görüşünü belirtmek.
get in one's way
konuşma dili -e engel olmak, -in işlerini aksatmak.
get in someone's hair
birini rahatsız etmek.
526
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük get in through the back door
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili 1. arka kapıdan girmak. 2. normal yoldan başka bir yol ile (bir kuruluşa/bir gruba) girmak/dahil olmak.
get in with
konuşma dili (birinin) arkadaşlığını kazanmak; (birinin) gözüne girmek.
get into a predicament
sıkıya gelmek.
get into a scrape
belaya çatmak.
get into hot water
konuşma dili başı derde girmek.
get into mischief
yaramazlık etmek.
get into one's stride
konuşma dili bakınız hit one's stride
get into the swing of things
işlere alışmak.
get into trouble
belaya çatmak, başı belaya girmek.
get it in the neck
konuşma dili 1. ağır bir darbe yemek. 2. alabandayı yemek, fırçayı yemek.
get it into one's head that ...
-i kafasına koymak.
get it
konuşma dili zılgıt yemek; gününü görmek: We're going to get it now! Şimdi çattık belaya!
get loose
kurtulmak.
get off easy
konuşma dili hafif bir cezayla veya cezasız olarak kurtulmak; ucuz kurtulmak.
get off on the wrong foot with someone get off scot-free
konuşma dili başlangıçta birini kızdırmak.
konuşma dili (sanık) hiçbir ceza yemeden serbest bırakılmak.
get off someone's back
konuşma dili birini rahat bırakmak, birini azarlamaktan veya eleştirmekten vazgeçmek.
get off someone's tail
konuşma dili birini rahat bırakmak.
get off the ground
(uçak) havalanmak. 2. konuşma dili tam anlamıyla başlamak.
get off
inmek. 2. from (işten) izin almak. 3. paçayı kurtarmak; (birini) cezadan kurtarmak: How can we get him off? Onu cezadan nasıl kurtarabiliriz? 4. yollamak. 5. çıkarmak: Get that dirty shirt off this minute! O kirli gömleği hemen çıkar!
get on someone's good side
(birinin) gözüne girmek. 527
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
get on someone's nerves
konuşma dili birinin sinirine dokunmak.
get on the ball
konuşma dili dikkat etmek, dikkatli olmak, uyanık olmak.
get on the bandwagon
konuşma dili başkalarının yaptığı bir eyleme katılmak.
Get on the stick!
Dikkat et!/Aklını başına topla!/Kendine gel!/Uyan! 2. Çabuk ol!
get on the wrong side of someone
konuşma dili birini kızdırmak.
get on
(-e) binmek; (-e) çıkmak. 2. (bir konuya) girmek. 3. konuşma dili -i azarlamak, -e çıkışmak. 4. birbiriyle iyi geçinmek. 5. idare etmek, yapmak; ile arası ... olmak: How will he get on over there? Orada nasıl yapacak? He'll get on fine. İyi olacak./Becerir o. How's she getting on in French? Fransızcayla arası nasıl? 6. (zaman) ilerlemek; towards (belirli bir zaman) yaklaşmak; towards (saat) (belirli bir saate) gelmek/yaklaşmak. 7. yaşlanmak. 8. with (bir iş) ile meşgul olmak. 9. gitmek: We'd better be getting on. Gitmeliyiz.
get one's back up
öfkelenmek.
get one's ducks in a row
konuşma dili hazırlıklarını yapmak.
get one's feet wet
konuşma dili başlamak, denemek.
get one's goat
konuşma dili sinirlendirmek, kızdırmak.
get one's hands on
yakalamak, eline geçirmek. 2. -e sahip olmak.
get one's money's worth
konuşma dili ödenen paranın karşılığında iyi mal almak: You get your money's worth in that store. O dükkânda ödediğin paranın karşılığında iyi mal alırsın.
get one's number
konuşma dili birinin ne menem biri olduğunu anlamak.
get one's second wind
(koşucu v.b.) (ilk kez yorulup soluğu kesildikten sonra) soluklanıp tekrar eski formunu kazanmak. 2. (birinin hızı kesildikten sonra) gayrete gelmek, canlanmak.
get one's way
istediğini yaptırmak: She always gets her way. Hep onun istediği olur.
get one's wind up
korkuya kapılmak, korkmak. 2. sinirlenmek.
get one's wits about one
aklını başına toplamak. 528
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
get oneself couthed up
konuşma dili süslenip püslenmek.
get oneself in a fix
kendini zor bir duruma sokmak.
get onto
konuşma dili 1. (bir işe) bakmak, (bir işi) ele almak, (bir işle) meşgul olmak. 2. (bir konuya) girmek, (bir konudan) bahsetmeye başlamak. 3. (biriyle) temasa geçmek. 4. (bir kurula) seçilmek, seçim yoluyla girmek. 5. (birinin) suç işlediğini keşfetmek.
get out of debt
borçtan kurtulmak.
get out of hand
çığırından çıkmak, idare edilememek.
get out of the way
yoldan çekilmek, kenara çekilmek.
get out
çıkmak. 2. çıkarmak, yayımlamak.
Get out!
Defol!
get over
üstünden geçmek. 2. (bir hastalık) geçmek: Have you gotten over your cold? Nezlen geçti mi? 3. (bir üzüntüyü) unutmak. 4. (şaşırtıcı bir olaya) inanmak.
get ready for
için/-e hazırlanmak.
get rid of
(birini) savmak, başından savmak. 2. yok etmek; ortadan kaldırmak; kovmak, defetmek. 3. (istenmeyen bir şeyden) kurtulmak.
get set
hazırlanmak.
get shot of
konuşma dili -den kurtulmak.
get showered on
konuşma dili yağmura yakalanmak.
get shut of
konuşma dili -den kurtulmak.
get someone couthed up
konuşma dili birini süsleyip püslemek.
get someone down
konuşma dili birinin moralini bozmak.
get someone in shape for
birini/bir şeyi hazırlamak.
get someone in shape
birini/bir şeyi hazırlamak.
get someone into hot water
konuşma dili birinin başını derde sokmak.
get someone into trouble
birinin başını belaya sokmak.
get someone off the hook
konuşma dili birini (zor bir durumdan) kurtarmak.
get someone out of one's mind
birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
get someone out of the way
birini yoldan çekmek, birini kenara çekmek. 2. birini devredışı etmek, birini etkisiz hale getirmek.
get someone over a barrel
konuşma dili birini köşeye sıkıştırmak. 529
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
get someone under one's thumb
birini istediği gibi idare etmek veya kullanmak.
get someone wrong
birini/bir şeyi yanlış anlamak.
get someone's goat
konuşma dili birini sinir etmek, kızdırmak.
get someone's number
birinin ne mal olduğunu öğrenmek/anlamak.
get something across to someone
konuşma dili bir şeyi birine anlatabilmek.
get something in shape for
birini/bir şeyi hazırlamak.
get something in shape
birini/bir şeyi hazırlamak.
get something off one's chest
konuşma dili derdini dökmek, içini dökmek.
get something out of one's mind
birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
get something out of one's system
(birinin) vücudu bir şeyi atmak. 2. (biri) çok arzuladığı bir şeyi arzulamaz olmak; bir şeyden hevesini almak.
get something out of the way
bir şeyi yoldan çekmek, bir şeyi kenara çekmek.
get something over with
bir şeyi yapıp bitirmek; bir şeyi bitirmek.
get something over
bir şeyi bitirmek, bir şeyi sona erdirmek.
get something right
bir şeyi tam istenilen şekilde yapmak.
get something straight
bir şeyi doğru anlamak. 2. (bir yeri) bir düzene/düzenli bir hale sokmak.
get something through one's head
bir şeyi anlamak: Why can't you get this through your head? Kafan niçin bunu almıyor?
get something through someone's head
bir şeyi birine anlatmak, birinin kafasına sokmak.
get something wrong
birini/bir şeyi yanlış anlamak.
get steamed up about
(bir şeye) kızmak, sinirlenmek.
get stuck
in (çamur, kum v.b.'ne) saplanıp kalmak. 2. in (bir yerde) sıkışıp kalmak. 3. on -e yapışıp kalmak. 4. bir problemin içinden çıkamamak, çıkmaza girmek. 5. with (külfet sayılan bir iş veya istenilmeyen biri) (birinin) başına kalmak. 6. on (birine) tutulmak, âşık olmak.
get tangled
up (karmaşık bir durumun) içinden çıkamamak. 2. with (iyi olmayan bir iş veya kimseye) bulaşmak.
get the ax
konuşma dili iş veya okuldan atılmak, sepetlenmek.
get the ball rolling
konuşma dili başlamak, işleri başlatmak.
get the best of
-i alt etmek/yenmek, -e galip gelmek. 2. kazançlı çıkmak; in (bir işte) (başkasından) kazançlı çıkmak. 3. in en iyisi (birine) nasip olmak. 530
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
get the better of
-i alt etmek/yenmek, -e galip gelmek.
get the blues
konuşma dili efkârlanmak.
get the boot
sepetlenmek, kapı dışarı edilmek, kıçına tekmeyi yemek, işten çıkarılmak.
get the brush off
konuşma dili(from) soğuk bir davranış veya sözle kovulmak; soğuk bir karşılık görmek: I got the brush off from her. Bana soğuk davrandı.
get the cart before the horse
konuşma dili bir işi tersinden yapmak.
get the cold shoulder
konuşma dili soğuk bir şekilde karşılanmak.
get the feel of
-e alışmak.
get the goods on someone
konuşma dili biri hakkında elinde kuvvetli deliller olmak: We've got the goods on him. Onun hakkında elimizde kuvvetli deliller var.
get the hang of
konuşma dili (bir şeyin) nasıl yapıldığını/çalıştığını öğrenmek; (bir şeyi) anlamak/kavramak; (bir işin) havasına girmek.
get the jitters
sinirli olmak, korku duymak.
get the jump on someone
birinden önce davranmak, üstün gelerek birini şaşırtmak.
get the jump on
konuşma dili -den önce davranmak.
get the message
anlamak, çakmak.
get the nod
argo 1. izin almak. 2. seçilmek.
get the picture
anlamak, çakmak.
get the push
konuşma dili sepetlenmek/işten atılmak.
get the red carpet treatment
konuşma dili şatafatlı bir şekilde karşılanıp ağırlanmak.
get the runaround
kaçamak cevap almak.
get the sack
konuşma dili işten kovulmak, sepetlenmek.
get the shaft
(birinin) canı yanmak.
get the shakes
konuşma dili titremeye başlamak, titreme nöbetine tutulmak.
get the short end of the stick
konuşma dili (birinin) payına en kötüsü düşmek: I got the short end of the stick. Benim payıma en kötüsü düştü.
get the show on the road
konuşma dili başlamak; işleri başlatmak. 531
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük get the upper hand
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
üstün duruma geçmek; on (birinden) daha avantajlı bir duruma geçmek.
get the urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
get the worst of it
yenilmek, altta kalmak. 2. en çok zarara uğramak.
get the worst of
yenilmek, sırtı yere getirilmek, alt edilmek. 2. -den kazançlı çıkmamak.
get through to
-e bir şey anlatmak: I can't get through to her. Ona bir şey anlatamam. 2. kafasına girmek: I think it's finally gotten through to him. Nihayet anladı galiba.
get through
(to) -e varmak, -e ulaşmak. 2. (tasarı, teklif v.b.) (meclisten) geçmek, onaylanmak. 3. (sınav, sınıf, kurs v.b.'ni) geçmek; (okulu) bitirmek. 4. to (birine) (bir şeyi) anlatmak, (bir şeyi) (birinin) kafasına sokmak. 5. (to) (biriyle) telefon bağlantısı kurmak; (birinin numarasını) telefonda çıkarmak. 6. (with) -i bitirmek. 7. -i tüketmek. 8. (zor bir durumu) atlatmak; (zor bir zamanı) geçirmek.
get to know
-i tanımak.
get to sleep
uyumak.
get to the bottom of something
esas meselenin ne olduğunu öğrenmek.
get to the finals
finale kalmak.
get to the heart of
-in özüne inmek, -in esas anlamını kavramak.
get to the point
sadede gelmek.
get to work
işe başlamak: Get to work! Haydi, iş başına!
get to
konuşma dili 1. başlamak (Mastarla birlikte kullanılır.): They got to talking. Konuşmaya başladılar. 2. lazım olmak, gerekmek; şart olmak: I've got to go now! Şimdi gitmem gerek!
get together
toplamak, biriktirmek. 2. bir araya gelmek, buluşmak. 3. (on) (üzerinde) anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
get under one's skin
-i kızdırmak, -i sinir etmek.
get under someone's skin
birinin sinirine dokunmak. 532
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük get up on one's soapbox
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sokakta nutuk çeken birinin üstüne çıktığı sandık; nutuk çekmek için kullanılan kürsü v.b. nutuk çekmeye başlamak.
get up on the wrong side of the bed
konuşma dili ters tarafından kalkmak.
get up the nerve to
(bir şey yapmak için) cesaretini toplamak.
get up
yataktan kalkmak. 2. ayağa kalkmak. 3. hazırlamak, düzenlemek. 4. (birini) (belirli bir kıyafete) sokmak: She got herself up as a mouse. Kendini fare kılığına soktu. 5. -i çıkmak; -i çıkarmak: Can you get up these stairs? Bu merdivenleri çıkabilir misiniz? Can you get the piano up the stairs? Piyanoyu merdivenlerden çıkarabilir misin? 6. -i kaldırmak: Can they get it up with a winch? Onu vinçle kaldırabilirler mi? 7. to -e varmak: Which chapter have you gotten up to? Hangi bölüme vardın?
get what's coming to one
cezasını bulmak, layığını bulmak: She got what was coming to her! Müstahaktır!
get wind of
-i duymak, -i öğrenmek, -den haberdar olmak.
get wise to
konuşma dili (birinin) ne yaptığının farkına varmak, (birinin) ne yaptığını çakmak; (bir durumun) ne olduğunun farkına varmak, (bir durumun) ne olduğunu çakmak.
get with it
konuşma dili uyanmak, kendine gelmek (Mecazen söylenir.).
get worse
daha kötü olmak.
get
get get fiil (got, gotten/got, getting) 1. elde etmek; edinmek; kazanmak; almak; satın almak; yakalamak; ele geçirmek: He got it with difficulty. Zorla elde etti. I hear they've gotten a dog. Köpek edinmişler. I didn't get much for it. Ondan pek bir şey kazanmadım. When will you get that book for me? Bana o kitabı ne zaman alacaksın? I've got him by the tail. Kuyruğundan yakaladım. 2. almak; yemek: She got a letter from Perihan. Perihan'dan mektup aldı. He got a blow on his 533
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jaw. Çenesine bir yumruk yedi. 3. bulup getirmek; getirmek; götürmek: Will you get me my walking stick? Bastonumu getirir misin? 4. (telefona, kapıya) bakmak: Will you get the door? Kapıya bakar mısın? 5. Belirli bir duruma geçişi gösterir: Let's get moving! Haydi gidelim! Get going! Haydi yürü! He's getting older. Yaşlanıyor. It's gotten hot. Sıcak oldu. Get her dressed! Onu giydir! 6. Yardımcı fiil olarak başka fiilleri ettirgen yapar: Get him to get it for you. Ona aldır. 7. (bir yere) gitmek veya varmak: How will you get there? Oraya nasıl gideceksin? When did you get there? Oraya ne zaman vardın? 8. Bir yere koyma, sokma veya bir yerden çıkarmayı gösterir: Get that animal out of here! O hayvanı buradan çıkar! 9. - ebilmek: He got to go on the trip. Seyahate katılabildi. When will I get to see him? Onu ne zaman görebilirim? At last he got to go too. Nihayet o da gidebildi. 10. (bir öğün yemek) hazırlamak: I'm getting breakfast. Kahvaltı hazırl getup
get.up get'^p isim kıyafet, kılık.
geyser
gey.ser gay'zır, [İngiliz İngilizcesi] gi'zır isim 1. gayzer, kaynaç. 2. İngiliz İngilizcesi (havagazı veya doğalgazla çalışan) şofben.
Ghana
Gha.na ga'nı isim Gana.
Ghanaian
Gha.na.ian ga'niyın, gän'iyın, ganey'ın isim Ganalı. sıfat 1. Gana, Gana'ya özgü. 2. Ganalı.
ghastly
ghast.ly gäst'li sıfat 1. beti benzi atmış. 2. korkunç. 3. konuşma dili berbat, çok kötü.
ghazi
gha.zi ga'zi isim gazi.
gherkin
gher.kin gır'kîn isim kornişon.
ghetto
ghet.to get'o isim (ghettos/ghettoes) getto.
ghost town
ölü kent; terkedilmiş yerleşim yeri.
ghost
ghost gost isim hayalet, hortlak.
ghostwriter
ghost.writ.erisim bir diğerinin hesabına ve onun ismi altında kitap yazan kimse. 534
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ghoul
ghoul gul isim gulyabani.
GI Joe
asker.
GI
GI ci'yay isim, konuşma dili asker, er.
giant
gi.ant cay'ınt isim dev. sıfat dev gibi, kocaman.
giaour
giaour cawır isim gâvur.
gibberish
gib.ber.ish cîb'ırîş, gîb'ırîş isim konuşmaya benzeyen anlamsız sesler.
gibe
gibe cayb fiil dokunaklı/incitici söz söylemek, alay etmek. isim dokunaklı/incitici söz.
giblets
gib.lets cîb'lîts isim, çoğul (kümes hayvanlarından elde edilen) sakatat.
Gibraltar
Gi.bral.tar cîbrôl'tır isim Cebelitarık.
Gibraltarian
Gi.bral.tar.i.an cîbrôlter'iyın isim Cebelitarıklı. sıfat 1. Cebelitarık, Cebelitarık'a özgü. 2. Cebelitarıklı.
giddiness
gid.di.nessisim 1. baş dönmesi. 2. hoppalık, havailik, terelellilik.
giddy
gid.dy gîd'i sıfat 1. baş döndürücü (yükseklik veya dönme hareketi). 2. hoppa, havai, terelelli.
gift
gift gîft isim 1. hediye, armağan. 2. yetenek, istidat, Allah vergisi.
gifted
gift.edsıfat yetenekli, istidatlı.
gigantic
gi.gan.tic caygän'tîk sıfat dev gibi, kocaman.
giggle
gig.gle gîg'ıl fiil kıkırdamak, kıkır kıkır gülmek. isim kıkırdama.
gigolo
gig.o.lo cîg'ılo isim qigolo.
gild
gild gîld fiil (gilded/gilt) yaldızlamak.
gilding
gild.ing gîl'dîng isim yaldız.
gill
gill gîl isim solungaç.
gilt
gilt gîlt fiil bakınız gild sıfat yaldızlı. isim yaldız.
gimmick
gim.mick gîm'îk isim 1. numara, trük. 2. alet.
gin
gin cîn isim cin (içki).
ginger ale
zencefilli gazoz.
ginger
gin.ger cîn'cır isim zencefil. sıfat kızıl (saç).
535
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gingerbread
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gin.ger.breadisim 1. zencefilli, pekmezli kek. 2. zencefilli, pekmezli kurabiye.
gingerly
gin.ger.ly cîn'cırli zarf büyük bir dikkatle.
gingham
ging.ham gîng'ım isim çizgili veya damalı pamuklu kumaş.
ginkgo
gink.go gîng'ko isim ginko, kızsaçı.
ginseng
gin.seng cîn'seng isim ginseng.
Gipsy
Gip.sy cîp'si isim bakınız Gypsy
giraffe
gi.raffe cıräf' isim zürafa.
gird one's loins
(zor bir işe) iyice hazırlanmak, (zor bir iş için) paçaları/kolları sıvamak.
gird oneself for
kendini -e iyice hazırlamak.
gird oneself with
-i takmak, -i takınmak, -i kuşanmak.
gird someone with
birine (bir şeyi) vermek/bahşetmek.
gird
gird gırd fiil (girded/girt) 1. çevrelemek, kuşatmak. 2. (on) (kılıç v.b.'ni) kuşanmak.
girder
gird.er gır'dır isim putrel, potrel.
girdle
gir.dle gır'dıl isim 1. korse. 2. kuşak, kemer.
girl friend
kız arkadaş.
girl scout
kız izci.
girl
girl gırl isim 1. kız. 2. konuşma dili kız arkadaş.
girlhood
girl.hoodisim kızlık çağı, kızlık.
girlish
girl.ish gır'lîş sıfat kız gibi; kızlara özgü.
girth
girth gırth isim 1. (semere ait) kolan. 2. çevre ölçüsü, çevre: The tree's girth was ninety centimeters. Ağacın çevresi doksan santimetreydi. 3. bel ölçüsü, bel.
gismo
gis.mo gîz'mo isim bakınız gizmo
gist
gist cîst isim ana fikir, esas anlam; başlıca fikirler.
give a good account of oneself
Kendine düşen işi iyi yapmak anlamına gelir: He gave a good account of himself on the battlefield today. Bugün iyi savaştı.
give a hand to
-e yardım etmek, elini uzatmak.
give a play
bir piyes oynamak.
give a roundup of the news
önemli haberleri özet halinde vermek. 536
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
give a slip
sıvışarak birinin elinden kurtulmak.
give a speech
bir konuşma yapmak.
give a wide berth to
-den kaçınmaya dikkat etmek.
give affront to
- i kızdırmak, -i gücendirmek.
give an account of oneself
kendisi hakkında hesap vermek.
give an edge to
-i bilemek. 2. (iştahı) açmak; (keyif, öfke v.b.'ni) artırmak.
give away
hediye olarak vermek, hediye etmek: She gave her dog away. Köpeğini birine hediye etti. 2. ele vermek.
give back
geri vermek, iade etmek.
give birth to
-i doğurmak.
give chase
(av köpeği) avın kokusunu alıp peşine düşmek. 2. kovalamaya başlamak.
give ear to
-e kulak vermek, - i dinlemek.
give heed to
-e dikkat etmek, -e kulak asmak.
Give her my love!
Ona sevgilerimi söyle!
Give her my regards.
Ona benden selam söyle.
give in to temptation
şeytana uymak.
give in
teslim olmak, razı olmak, kabul etmek.
give it one's best shot
elinden geleni yapmak.
Give me a little time.
Bana biraz zaman verin.
give no leg to stand on
tutunacak bir dal bırakmamak.
give notice
işten çıkacağını önceden haber vermek.
give off
(koku, buhar v.b.'ni) yaymak, çıkarmak: Plants give off oxygen. Bitkiler havaya oksiqen verir.
give offense
gücendirmek, darıltmak.
give one a black eye
bir gözünü patlatmak.
give oneself airs
burnu havada olmak.
give out
çok yorulmak, bitmek.
give preference to
-i tercih etmek.
give priority to
-e öncelik tanımak.
give rein to
dizginini salıvermek, başıboş bırakmak.
give rise to
-e yol açmak, -e neden/sebep olmak.
give short notice
(bir işin yapılması için) çok az zaman vermek. 537
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
give solace to
-i teselli etmek, -e teselli vermek.
give someone a bath
birini yıkamak.
give someone a belt on
konuşma dili birine yumruk indirmek.
give someone a blessing out
konuşma dili birine sapartayı çekmek/vermek.
give someone a blowjob
birinin penisini ağızla uyarmak, supet/süpet yapmak; saksofon çalmak.
give someone a cold welcome
birini soğuk karşılamak.
give someone a fair shake
birine adaletli veya dürüst bir şekilde davranmak.
give someone a free hand
birine geniş yetki vermek.
give someone a fright
birini korkutmak.
give someone a hand
birine yardım etmek. 2. birini alkışlamak.
give someone a hard time
(alay etmek veya tenkit etmek için) biriyle uğraşmak, birine çullanmak. 2. birini çok uğraştırmak.
give someone a helping hand
birine yardım elini uzatmak.
give someone a lift
birini arabasına almak.
give someone a piece of one's mind
konuşma dili birini iyice haşlamak, birini sertçe azarlamak.
give someone a raw deal
birine haksızlık etmek.
give someone a ride
birini (at, araba v.b. ile) götürmek.
give someone a ring
birine telefon etmek.
give someone a scare
birini korkutmak.
give someone a shampoo
birinin saçını şampuanla yıkamak.
give someone a spanking
birinin kıçına şaplak atmak.
give someone a sporting chance
birine kazanma imkânı tanımak.
give someone a start in life
birinin hayata atılmasını sağlamak.
give someone a start
birini irkiltmek. 2. (birinin) arabasının motorunu çalıştırmak.
give someone a trial
birini/bir şeyi denemek.
give someone a warm welcome
birini nezaket ve içtenlikle karşılamak. 2. birini pişman ettirmek.
give someone asylum
politika birine sığınma hakkı tanımak.
give someone credit for
birinin (yaptığı bir şey) takdir etmek. 2. birinin (yaptığı bir şey) (bir şekilde) belirtmek.
give someone custody of
birine (birinin) vesayetini vermek. 538
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük give someone hell
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili birini fena halde haşlamak, birine adamakıllı bir zılgıt vermek.
give someone his due
bir kimseye hakkını vermek.
give someone no quarter
birine aman vermemek.
give someone one's illness
birine hastalığını bulaştırmak/geçirmek: Don't give me your cold! Nezleni bana bulaştırma!
give someone one's word
birine söz vermek.
give someone rope
birini serbest bırakmak, birini kendi haline bırakmak.
give someone shelter
birini korumak.
give someone the benefit of the doubt konuşma dili birinin kötü/olumsuz bir şey yapmadığını farzetmek. give someone the bird
konuşma dili el işaretiyle birine "Siktir!" demek.
give someone the boot
birini sepetlemek, birinin kıçına tekmeyi atmak, birini işten çıkarmak.
give someone the bum's rush
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini yaka paça etmek/götürmek; birini âdeta kapı dışarı etmek.
give someone the cold shoulder
konuşma dili birine soğuk davranmak.
give someone the come-on
-e pas vermek.
give someone the glad eye
birine pas vermek, birine davetkâr bir bakış yöneltmek.
give someone the glad hand
sahte bir sıcaklıkla el sıkmak/selam vermek.
give someone the jumps
birini çok sinirlendirmek, birinin tepesini attırmak.
give someone the once-over
birini tepeden tırnağa süzmek.
give someone the push
konuşma dili birini sepetlemek/işten atmak.
give someone the sack
konuşma dili birini işten atmak, birini sepetlemek.
give someone the shirt off one's back çok cömert olmak. give someone the slip
sıvışarak birinden kaçmak/kurtulmak.
give someone the third degree
birini konuşturmak için işkence yapmak. 2. birini sıkı bir sorguya çekmek.
give someone the willies
birinin tüylerini ürpertmek, birinin tüylerini diken diken etmek.
give someone tit for tat
birine misilleme yapmak, birine aynı biçimde karşılık vermek.
give someone to understand something
birine bir şeyi ima etmek.
539
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük give someone what for
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili 1. birini haşlamak, birine zılgıt vermek. 2. birine dayak atmak.
give something a lick and a promise bir şeyi yalapşap/yalap şalap yapmak. give something a stir
bir şeyi karıştırmak.
give something a trial
birini/bir şeyi denemek.
give something a whirl
konuşma dili bir şeyi denemek: Give it a whirl! Onu bir dene!
give something some thought
bir şeyi iyice düşünmek.
give something the benefit of the doubt
konuşma dili bir şeyin kötü/olumsuz bir sonuç
vermediğini farzetmek. give something the once-over
bir şeyi gözden geçirmek. 2. etrafı şöyle bir düzeltmek.
give thanks
şükretmek.
give the alarm
tehlike işareti vermek.
give the land a wide berth
karadan çok uzakta bulunmak.
give the lie to
-in yalan veya yanlış olduğunu göstermek.
give the start signal
spor start vermek.
give umbrage to
-i gücendirmek.
give up the ghost
konuşma dili 1. (makine/motor) (arızadan dolayı) durmak, stop etmek. 2. ruhunu teslim etmek, ölmek.
give up thought of
-i aklından çıkarmak.
give up
vazgeçmek. 2. pes etmek.
give vent to
-i belli etmek, -i göstermek.
give voice to
-i anlatmak, -i ifade etmek, -i dile getirmek.
give witness
tanıklık/şahitlik etmek.
give
give gîv fiil (gave, given) 1. vermek. 2. sebep olmak: Her presence gives him pleasure. Varlığı ona mutluluk veriyor. It gave him a shock. Onu şoke etti. This noise is giving me a headache. Bu gürültü başımı ağrıtıyor. 3. göstermek: Can you give us some proof? Bize kanıt gösterebilir misiniz? 4. esnemek, açılmak, eğilmek. 5. esnek davranmak. 6. çökmek.
give-and-take
give-and-takeisim karşılıklı fedakârlık.
given name
küçük isim. 540
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük given
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
giv.en gîv'ın fiil bakınız give sıfat belirli, muayyen. isim veri.
gizmo
giz.mo gîz'mo isim aygıt; alet.
gizzard
giz.zard gîz'ırd isim 1. biyoloji taşlık, katı. 2. şaka mide.
glacial
gla.cial gley'şıl sıfat 1. buzullara ait: glacial lake buzul gölü. 2. buz gibi, çok soğuk.
glacier
gla.cier gley'şır isim buzul.
glad rags
konuşma dili en iyi giysiler, bayramlıklar.
glad
glad gläd isim, konuşma dili bakınız gladiolus
gladden
glad.den gläd'ın fiil sevindirmek.
glade
glade gleyd isim orman içindeki açık alan.
glad-hand
fiil sahte bir sıcaklıkla el sıkmak/selam vermek.
gladiator
glad.i.a.tor gläd'iyeytır isim gladyatör.
gladiolus
glad.i.o.lus glädiyo'lıs isim (gladioli) glayöl, kuzgunkılıcı.
gladly
glad.lyzarf memnuniyetle.
gladness
glad.nessisim memnuniyet.
glamor
glam.or gläm'ır isim romantik bir çekicilik.
glamorise
glam.or.ise gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız glamorize
glamorize
glam.or.ize gläm'ırayz fiil 1. romantik ve çekici bir şekilde tarif etmek. 2. romantik ve çekici bir hava vermek.
glamorous
glam.or.oussıfat romantik bir çekiciliği olan.
glamour
glam.our gläm'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız glamor
glamourise
glamour.ise gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız glamorize
glamourize
glam.our.ize gläm'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız glamorize
glance off
-i sıyırıp geçmek.
glance
glance gläns fiil at -e göz atmak. isim bakış.
gland
gland gländ isim, anatomi bez, beze, gudde. 541
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük glare
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
glare gler fiil 1. göz kamaştıracak bir şekilde parlamak. 2. at -e ters ters bakmak. isim 1. göz kamaştırıcı parıltı. 2. ters bakış.
glaring
glar.ing gler'îng sıfat 1. göz kamaştırıcı. 2. çok parlak, çiğ (renk). 3. çok göze çarpan. 4. ters ters bakan.
glass cutter
elmastıraş, elmas.
glass in
-i camla kapatmak.
glass wool
cam yünü.
glass
glass gläs fiil cam takmak, camlamak.
glassblower
glass.blow.erisim üfleyerek cam ve şişe yapan kimse.
glasses frames
gözlük çerçevesi.
glasses
glassesisim, çoğul gözlük.
glassful
glass.fulisim bardak dolusu.
glasshouse
glass.houseisim 1. cam fabrikası. 2. İngiliz İngilizcesi sera.
glassware
glass.wareisim zücaciye.
glassworks
glass.worksisim cam fabrikası.
glassy
glassysıfat 1. cam gibi. 2. durgun ve parıldayan (deniz, göl v.b.). 3. donuk (bakış).
glaucoma
glau.co.ma glôko'mı isim, tıbbi glokom, karasu.
glaze
glaze gleyz fiil 1. (pencereye) cam takmak. 2. (seramik nesneleri) sırlamak. 3. (bakış) donuklaşmak. isim (seramik nesnelerdeki) sır.
glazier
gla.zier gley'qır isim camcı.
gleam
gleam glim isim pırıltı. fiil pırıldamak, parıldamak, parlamak.
glean
glean glin fiil 1. hasattan sonra ekin toplamak; hasattan sonra (tarladaki) ekinleri toplamak. 2. azar azar (bilgi) toplamak.
glee club
koro.
glee
glee gli isim neşe.
gleeful
glee.ful gli'fıl sıfat neşeli, neşe dolu.
glen
glen glen isim küçük vadi, dere.
542
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük glib
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
glib glîb sıfat (glibber, glibbest) 1. cerbezeli. 2. kolaya kaçan ve içtenliksiz (cevap, söz).
glide
glide glayd fiil süzülerek gitmek, süzülmek; sessizce ve kayıyormuş gibi gitmek.
glider
glid.er glay'dır isim planör.
gliding
glid.ing glay'dîng isim 1. süzülerek gitme, süzülme. 2. planörcülük.
glimmer
glim.mer glîm'ır fiil hafifçe pırıldamak. isim hafif pırıltı.
glimpse
glimpse glîmps isim anlık bakış, kısa bakış. fiil (birini, bir şeyi) bir an için görmek.
glint
glint glînt fiil pırıldamak, parıldamak. isim pırıltı.
glisten
glis.ten glîs'ın fiil pırıldamak, parıldamak. isim parıltı.
glitter
glit.ter glît'ır fiil pırıldamak, parıldamak. isim pırıltı.
gloat
gloat glot fiil over -den şeytanca bir zevk duymak, (birinin başarısızlığını) zevkle seyretmek; "Oh olsun!" demek.
glob
glob glab isim 1. damla. 2. topak.
global
glob.al glo'bıl sıfat 1. tüm dünyayı kapsayan veya ilgilendiren. 2. global.
globe
globe glob isim 1. küre, yuvarlak, yuvar. 2. yerküre, yeryuvarlağı, yeryuvarı. 3. küre, yerküreyi simgeleyen model. 4. (lamba için) karpuz.
globetrotter
globe.trot.terisim sık sık dünyayı dolaşan kimse.
gloom
gloom glum isim 1. karanlık; loşluk. 2. kasvet, hüzün.
gloomy
gloom.y glu'mi sıfat 1. karanlık; loş. 2. kasvetli, hüzünlü.
glorification
glo.ri.fi.ca.tion glorıfîkey'şın isim 1. hamdederek (Allahı) yüceltme. 2. yüceltme.
glorify
glo.ri.fy glor'ıfay fiil 1. hamdederek (Allahı) yüceltmek. 2. yüceltmek.
glorious
glo.ri.ous glor'iyıs sıfat 1. çok şerefli, yüceltilmeye değer. 2. fevkalade güzel, harikulade, muhteşem.
543
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük glory
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
glo.ry glor'i isim 1. şan ve şeref. 2. ihtişam, görkem. 3. medarı iftihar. fiil 1. in -e çok sevinmek. 2. in ile çok övünmek.
gloss
gloss glas isim 1. parlaklık. 2. sahte bir dış görünüm: Her politeness was merely a gloss. Onun nezaketi sadece bir gösterişti. fiil over (bir yanlışı, doğru olmayan bir şeyi) doğru veya makul göstermek.
glossary
glos.sa.ry glas'ıri isim lügatçe, kitabın sonundaki sözlük bölümü.
glossy
glos.sy glas'i sıfat parlak.
glove compartment
torpido gözü.
glove
glove gl^v isim eldiven.
glow
glow glo fiil 1. (kor) parlamak; kor gibi parlamak: The cat's eyes glowed in the dark. Kedinin gözleri karanlıkta kor gibi parlıyordu. 2. (yüzü, yanakları) kızarmak. isim 1. parıltı. 2. kızarıklık.
glower
glow.er glaw'ır fiil ters ters bakmak. isim ters bakış.
glowworm
glow.wormisim ateşböceği.
gloxinia
glox.in.i.a glaksîn'iyı isim gloksinya.
glucose
glu.cose glu'kos isim glikoz.
glue
glue glu isim zamk. fiil zamklamak.
glum
glum gl^m sıfat (glummer, glummest) 1. asık suratlı, somurtuk. 2. kasvet veren.
glut oneself on
-i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears. Armutları tıka basa yediler.
glut oneself with
-i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears. Armutları tıka basa yediler.
glut the market with
piyasayı (aşırı miktarda mala) boğmak: She glutted the market with bananas. Piyasayı muza boğdu.
glut
glut gl^t isim aşırı miktar: There's a glut of turnips on the market. Piyasa şalgama boğuldu. fiil (glutted, glutting) bakınız glut oneself with glut oneself on glut the market with
glutinous
glu.ti.nous glut'ınıs sıfat tutkala benzer, yapış yapış. 544
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
glutton
glut.ton gl^t'ın isim obur.
gluttonous
glut.ton.oussıfat obur.
gluttony
glut.ton.y gl^t'ıni isim oburluk.
glycerin
glyc.er.in glîs'ırîn isim gliserin.
glycerine
glyc.er.ine glîs'ırîn isim gliserin.
GMT
GMT ci'em'ti' kısaltma Greenwich Mean Time
gnarled
gnarled narld sıfat boğum boğum.
gnash
gnash näş fiil (diş) gıcırdatmak.
gnat
gnat nät isim 1. tatarcık. 2. titrersinek.
gnaw
gnaw nô fiil kemirmek.
gnome
gnome nom isim (peri masallarında) cüce.
GNP
GNP ci'en'pi' kısaltma gross national product
go a long way towards
(bir şey) çok katkıda bulunmak, çok yararlı olmak: This'll go a long way towards making up for what you did. Bu, yaptığını affettirmeye bayağı yardımcı olur.
go aboard
binmek.
go about a task
bir işi ele almak, bir işe başlamak.
go about
denizcilikle ilgili tiramola etmek.
go abroad
yurtdışına gitmek, dışarı gitmek.
go after
(yakalamak veya almak için) peşinden gitmek; kovalamak.
go against the grain
(birinin) tabiatına aykırı olmak.
go against
-e karşı gelmek, -e karşı olmak. 2. -e aykırı olmak. 3. (sonuç) -in aleyhinde olmak.
go aground
karaya oturmak.
Go ahead and smoke!
Buyur, sigaranı iç!
go ahead
(of) -den önce gitmek. 2. (with) -e devam etmek.
Go ahead!
Devam et!
go all the way
konuşma dili 1. with (biriyle) tamamıyla hemfikir olmak; (birinin dediğine) tamamıyla katılmak. 2. (with) (ile) cinsel ilişkide bulunmak, (ile) sevişmek.
go along with
ile beraber gitmek. 2. -e razı olmak, -i kabul etmek.
Go along!
Haydi, git!
Go along.
Hadi git. 545
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
go ape over
konuşma dili -e bayılmak, için deli olmak.
go around
herkese yetmek. 2. with ile arkadaş olmak, ile birlikte olmak. 3. (hastalık) çok kişiye bulaşmak.
go ashore
karaya çıkmak.
go astray
(hayvan) sürüden çıkıp kendi başına gitmek, sürüden ayrılmak. 2. (insan) kötü yola sapmak, doğru yoldan sapmak. 3. yanlış yapmak, hata yapmak.
go at
-e saldırmak.
go away
gitmek, ayrılmak.
go awry
ters gitmek.
go back on one's promise
sözünden dönmek.
go back on one's word
sözünden dönmek.
go back on someone
birine ihanet etmek.
go back
dönmek.
go bad
(yiyecek) bozulmak.
go bail for
(sanığın) kefaletini yatırmak. 2. (sanığa) kefil olmak.
go bananas
konuşma dili çıldırmak.
go bankrupt
iflas etmek, batmak.
go begging
istenilmemek, rağbet görmemek.
go belly-up
konuşma dili topu atmak, iflas etmek.
go berserk
çıldırarak etrafı kırıp geçirmek.
go beyond
-in ötesine geçmek.
go bust
konuşma dili iflas etmek, sıfırı tüketmek, topu atmak.
go by the board
konuşma dili (iyi şeyler) yok olmak, gitmek; (fırsat) kaçırılmak; (iş, tasarı v.b.) suya düşmek.
go by the wayside
daha önemli bir şeyden dolayı rafa kaldırılmak.
go by
geçmek: Several hours went by. Birkaç saat geçti. I've never gone by your house. Evinin önünden hiç geçmedim. Don't let that chance go by. O fırsatı kaçırma! 2. (bir şeyi) kılavuz saymak; (bir şeye) riayet etmek: Don't go by what he says! Onun dediklerine göre hareket etme. 3. -e bakarak hükme varmak, -e bakmak: If you go only by appearances, you'd say he's
546
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
poor. Sadece görünüşüne bakarsan fakir olduğunu söylerdin. go counter to
-e aykırı düşmek, -e uymamak. 2. -e zıt gitmek.
go down in history
tarihe geçmek.
go down the drain
konuşma dili (para) boşuna harcanmak, boşa gitmek.
go down
(seviye, kalite) düşmek. 2. batmak. 3. (şiş, sular) inmek; (lastik) sönmek. 4. karşılanmak: The proposal went down well. Teklif iyi karşılandı. 5. to -e uzanmak.
go downhill
(başarı, sağlık v.b.) düşüş göstermek, bozulmak; baş aşağı gitmek.
go Dutch
konuşma dili (bir eğlentide) masrafı Alman usulü bölüşmek.
go far
konuşma dili (hayatta/bir meslekte) çok başarılı olmak.
Go fly a kite!
Çek arabanı!
go for a song
çok ucuza satılmak.
Go for it!
Yallah!
go for nothing
boşa gitmek, heder olmak.
go for
-e saldırmak, -in üstüne varmak. 2. -i elde etmeye çalışmak. 3. -i seçmek; -i tercih etmek. 4. -den hoşlanmak. 5. için geçerli olmak: I'm fed up with all of you. And that goes for you too Nadide. Hepinizden bıktım artık. Bu senin için de geçerli, Nadide.
go from bad to worse
(iş/işler) daha kötü olmak.
go gaga over
(bir şey için) deli olmak.
go green around the gills
benzi atmak.
go halves
konuşma dili yarı yarıya paylaşmak.
go haywire
konuşma dili 1. sapıtmak, delirmek. 2. bozulmak.
go hog wild
konuşma dili çılgınlaşmak, çılgınca davranmak, iyice azmak.
go in for
(bir şeyin) meraklısı olmak, (bir şeyi) yapmaktan hoşlanmak.
go in with someone on
(bir şeyde) biriyle ortak olmak.
go in
girmek. 2. girmek, uymak. 3. (güneş, ay) bulutla örtülmek. 547
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
go into a decline
kuvvetten düşmek.
go into a skid
(araba) kaymaya başlamak.
go into action
harekete geçmek.
go into detail
ayrıntılara girmek.
go into details
ayrıntılara girmek.
go into effect
yürürlüğe girmek.
go into one's shell
kabuğuna çekilmek, susup insanlarla konuşmamak.
go into operation
yürürlüğe girmek.
go into
(bir mesleğe) girmek. 2. (bir iş) için (belirli bir süre) harcanmak: Three months of work have gone into the preparation of this proqect. Bu projeyi hazırlamak için üç ay çalıştık. 3. (bir şeyi konuşmaya, tartışmaya, açıklamaya veya araştırmaya) girmek.
go it alone
kendi başına hareket etmek/yaşamak.
Go it!
Koş! 2. Haydi gayret!
go native
yerliler gibi davranmaya/düşünmeye/giymeye başlamak.
go off at half cock
hazırlıksız iş görmek.
go off half-cocked
konuşma dili yeterince düşünmeden hemen harekete geçmek.
go off on a tangent
(önemsiz/ilgisiz bir şeye takılarak) asıl konudan ayrılmak/uzaklaşmak, amaçtan sapmak.
go off the deep end
konuşma dili kendini bir işe fazlasıyla kaptırmak.
go off the rails
raydan çıkmak. 2. aklını kaçırmak, aklını oynatmak.
go off
patlamak. 2. çalmaya başlamak. 3. (ışıklar, kalorifer) sönmek; (bir aygıt) durmak, işlemez olmak, çalışmamak. 4. (yemek) bozulmak. 5. (bir olay) (belirli bir şekilde) geçmek. 6. konuşma dili -den hoşlanmamaya başlamak.
go on a diet
perhize başlamak.
go on strike
greve gitmek.
go on the assumption that
(bir şeyin olacağını) zannederek harekete geçmek/harekete geçmiş olmak.
go on the dole
işsizlik yardımı almak. 548
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
go on the road
(tiyatro topluluğu) turneye çıkmak.
go on the stage
oyuncu olmak, tiyatrocu olmak.
go on tour
turneye çıkmak.
go on
olmak; devam etmek: What's going on? Ne oluyor? The party went on all night. Parti gece boyunca devam etti. 2. (ışıklar, kalorifer) yanmaya başlamak; (aygıt) çalışmaya başlamak. 3. (bir işi sürdürebilmek için) (bir söz veya kanıta) dayanmak: What are you going on? Neye dayanıyorsun? 4. devam etmek, gitmek: Go on; I'll wait here for the others. Sen devam et; ben burada öbürlerini bekleyeceğim. 5. (zaman) geçmek. 6. (with) e devam etmek. 7. (belirli bir şekilde) davranmaya devam etmek: If you go on like this you'll end up in a loony bin. Böyle devam edersen tımarhaneyi boylarsın. 8. konuşmaya devam etmek. 9. (about) (hakkında) fazlasıyla konuşmak, bıktıracak kadar konuşmak. 10. (at) -i azarlamak, -in başının etini yemek.
Go on!
Aman sen de! Haydi canım sen de!
go one's way
kendi yoluna gitmek, bildiğini okumak.
go out of one's way
zahmet etmek, zahmete katlanmak.
go out of sight
gözden kaybolmak.
go out
eğlenmek için dışarı çıkıp insanlarla buluşmak, çıkmak. 2. (with) ile flört etmek, ile gezmek, ile çıkmak: Faik's started to go out with Leyla. Faik, Leyla ile çıkmaya başladı. 3. (mektup, koli, ilan v.b.) yollanmak, gönderilmek. 4. (ateş, ışık) sönmek. 5. (deniz) çekilmek: The tide's going out. Deniz çekiliyor. 6. demode olmak.
go over the matter with a fine-toothed comb
ince eleyip sık dokumak.
go over the top
amaçlanan sınırı aşmak.
go over
-i incelemek, -i kontrol etmek. 2. -i tekrar anlatmak, -i tekrar açıklamak. 3. -i tekrar gözden geçirmek. 4. (belirli bir şekilde) karşılanmak: It went over well in the meeting. Toplantıda iyi karşılandı. 5. (bir grubu 549
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bırakarak) (başka bir gruba) girmek: He abandoned the Anglican church and went over to Rome. Anglikan kilisesini bırakıp Katolik oldu. go overboard about
konuşma dili -e fazla tutkun olmak.
go overboard for
konuşma dili -e fazla tutkun olmak.
go places
konuşma dili (hayatta/bir meslekte) çok başarılı olmak.
go round
bakınız go around
go scot-free
konuşma dili (sanık) hiçbir ceza yemeden serbest bırakılmak.
go shares with
ile paylaşmak, ile üleşmek.
go shares
paylaşmak: I'll go shares with you in this. Bunu seninle paylaşırım.
go shopping
çarşıya çıkmak, alışverişe çıkmak.
go short of
(birine) yeterli miktarda (bir şey) olmamak: They won't go short of bread. Onlara yetecek kadar ekmek var.
go short
(birine) yeterli miktarda (bir şey) olmamak: They won't go short of bread. Onlara yetecek kadar ekmek var.
go soft in the head
aklını oynatmak, oynatmak.
go someone one better
birinin yaptığından daha iyisini yapmak, birini geçmek.
go sour
ekşimek. 2. bozulmak, kötüye gitmek.
go stag
(bir erkek) (bir eğlenceye/partiye) damsız gitmek.
go steady with
sadece (belirli biriyle) çıkmak/flört etmek.
go steady
konuşma dili (birbirine âşık iki genç) ancak birbiriyle çıkmak/gezmek.
go straight
düz/doğru gitmek. 2. doğru yoldan ayrılmamak, ahlaklı bir şekilde yaşamak.
go swimmingly
(işler) çok iyi/tıkırında gitmek.
go the round
ağızdan ağıza dolaşmak.
go the whole hog
konuşma dili bir işi layıkıyla yapmak, bir işi tam olarak yapmak.
go through the mill
büyük zorluklar atlatmak. 2. feleğin çemberinden geçmek.
go through the roof
konuşma dili çok kızmak, küplere binmek.
550
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük go through
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-den/içinden geçmek: He went through the door. Kapıdan geçti. 2. (tasarı, teklif v.b.) (meclis veya kuruldan) geçmek, (meclis veya kurulda) onaylanmak; (bir satış) olmak/gerçekleşmek. 3. -i incelemek; -e bakmak; -i gözden geçirmek, -i kontrol etmek. 4. (sıkıntı) çekmek; (hastalık, zor durum v.b.'ni) geçirmek/atlatmak/yaşamak. 5. -i bitirmek, -i tamamlamak. 6. konuşma dili (parayı) harcamak. 7. with (planlanmış bir şeyi) gerçekten yapmak, gerçekleştirmek. Are you really going to go through with this? Bunu gerçekten yapacak mısın? 8. -i konuşmak: We've already gone through this once. Bunu zaten bir kez konuştuk. 9. (işlemden/safhalardan) geçmek/geçirilmek. 10. (temsil, konser v.b.'nin) provasını yapmak; (bir şeyi mükemmelleştirmek üzere) -i (bir daha) yapmak: Let's go through this scene ones more. Bu sahneyi bir kez daha oynayalım.
go to all lengths
her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to any extent
her şeye başvurmak: He'll go to any extent to get it. Onu elde etmek için her şeye başvurur.
go to any length
her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to bed with
ile cinsel ilişkide bulunmak, ile sevişmek.
go to bed
yatmak.
Go to blazes!
konuşma dili Cehennem ol!
go to extremes
ifrata kaçmak.
go to great expense
(bir şeyi yapmak için) çok masraf etmek, büyük masrafa girmek.
go to great lengths
her çareyi kullanmak, her çareye başvurmak.
go to hell
cehennemin dibine gitmek.
Go to hell!
Cehennem ol!
go to one's glory
ölmek.
go to one's head
kendini bir şey zannetmesine sebep olmak, başını döndürmek. 2. (içki) başına vurmak.
551
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük go to pieces
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili sinir krizi geçirmek, kendini kaybetmek, sinirleri boşanmak.
go to pot
konuşma dili bozulmak, mahvolmak.
go to press
(gazete v.b.) baskıya girmek.
go to rack and ruin
harabeye dönmek, harap olmak; mahvolmak.
go to sea
denizci olmak. 2. deniz yolculuğuna çıkmak.
go to seed
(bitki) tohuma kaçmak. 2. konuşma dili bozulmak, iyi niteliklerini kaybetmek.
go to sleep
uyumak.
go to sugar
(reçel, bal v.b.) şekerlenmek.
go to the dogs
konuşma dili bozulmak, iyi niteliklerini kaybetmek.
go to the flicks
konuşma dili (film seyretmek için) sinemaya gitmek.
go to the wall
iflas etmek; iflasın eşiğinde olmak.
go to town
şehre gitmek. 2. konuşma dili tam gazla çalışmak, bayağı hızlı çalışmak. 3. konuşma dili çok başarılı olmak.
go to waste
ziyan olmak, heder olmak, boşa gitmek.
go to wrack and ruin
bakımsızlıktan harabeye dönüşmek.
go together
birbirine uymak.
go too far
ileri gitmek, fazla olmak, çok olmak.
go under the name of
adıyla tanınmak.
go under
konuşma dili batmak, iflas etmek. 2. batmak.
go underground
faaliyetlerini gizli olarak sürdürmeye başlamak.
go up in flames
yanıp kül olmak.
go up in smoke
yanıp kül olmak. 2. konuşma dili yok olmak.
go up
çıkmak, yükselmek. 2. artmak. 3. tiyatro (perde) kalkmak.
go white as a sheet
konuşma dili sapsarı/bembeyaz kesilmek, benzi atmak/uçmak, beti benzi atmak.
go whole hog
konuşma dili bir işi layıkıyla yapmak, bir işi tam olarak yapmak.
go wild
çıldırmak.
go with the crowd
grubun isteğine uymak.
552
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük go with
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-e uygun olmak, -e uymak; -e yakışmak. 2. ile flört etmek.
go without saying
söylemeye lüzum olmamak: It goes without saying that you must be punctual. Vaktinde gelmenizin gerekli olduğunu söylemeye lüzum yok.
go without
(bir şeyden) mahrum kalmak: He's gone without food for three days. Üç gün yemeksiz kaldı. 2. (bir şeysiz) yapmak/yaşamak. Can you go without it? Onsuz yapabilir misin?
go wrong
yanılmak, yanlış yapmak. 2. bozulmak; aksamak: After that everything began to go wrong. Ondan sonra her şey aksamaya başladı.
go
go go fiil (went, gone) 1. gitmek. 2. -e çıkmak: She's gone shopping. Alışverişe çıktı. They've gone for a walk. Onlar yürüyüşe çıktı. 3. (bir şeyin) yeri (belirli bir) yer olmak: That book goes there. O kitabın yeri orası. 4. (makine) işlemek, çalışmak. 5. olmak: Mehmet's gone crazy. Mehmet delirdi. That bank's gone private. O banka özel sektöre geçti. 6. (belirli bir) durumda kalmak: Her screams went unheard. Çığlıkları duyulmadı. He went hungry all day. Gün boyunca aç kaldı. 7. gitmek, satılmak: The apartment went for a song. Daire çok ucuza gitti. 8. (on) (para) gitmek, harcanmak: One third of his salary goes on rent. Maaşının üçte biri kiraya gidiyor. 9. yok olmak, kaybolmak; (zaman, mevsim) uçup gitmek. 10. ortadan kaldırılmak; işten çıkarılmak; yürürlükten kaldırılmak: The chairman must go; that's certain. Başkan gitmeli; orası kesin. 11. gitmek, ölmek: I know they'll sell this farm once I'm gone. Ben gittikten sonra bu çiftliği satacaklarını biliyorum. 12. (zaman, toplantı) geçmek; (hayat, işler) (herhangi bir durumda) olmak, gitmek: How'd the meeting go? Toplantı nasıl geçti? How's it going? İşler nasıl gidiyor? 13. (şiir, tekerleme v.b.'nin 553
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sözleri, müziğin nağmesi) (belirli bir biçimde) olmak: The first line of the rhyme goes like this:"Little Miss Muffet sat on a tuffet." Tekerlemenin ilk satırı şöyle: "Minnacık Matmazel Muffet bir ot kümesi üstünde oturuyordu." 14. matematik into (bir sayı) (başka bir sayıyı) bölmek: Five won't go into four. Beş dördü bölemez. goad
goad god isim üvendire. fiil 1. üvendire ile dürtmek. 2. dürtmek; kışkırtmak; itmek.
goal kick
kale vuruşu, aut atışı.
goal line
gol çizgisi.
goal posts
spor kale direkleri.
goal
goal gol isim 1. amaç, gaye, hedef, erek, maksat. 2. spor kale. 3. spor gol.
goalie
goal.ieisim kaleci.
goalkeeper
goal.keep.erisim kaleci.
goat
goat got isim keçi; teke.
goatee
goat.ee goti' isim keçisakalı.
gob
gob gab isim, konuşma dili 1. parça. 2. çoğul büyük miktar, çok.
gobble
gob.ble gab'ıl fiil acele yemek, atıştırmak.
gobbler
gob.blerisim baba hindi.
go-between
go-be.tween go'bîtwin isim aracı, arabulucu.
goblet
gob.let gab'lît isim kadeh.
goblin
gob.lin gab'lîn isim cin (göze görünmeyen efsanevi yaratık).
God bless you!
Allah senden razı olsun!
God forbid!
Allah korusun!
God help us!
Allah yardımcımız olsun!
God only knows!
Allah bilir!
God willing
inşallah.
god
god gad isim tanrı, ilah.
godchild
god.child gad'çayld isim vaftiz çocuğu.
goddamn
god.damn gad'däm' ünlem Kahrolsun! sıfat kahrolası. 554
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
goddess
god.dess gad'îs isim tanrıça, ilahe.
godfather
god.fa.ther gad'fadhır isim vaftiz babası.
God-fearing
God-fear.ing gad'fîrîng sıfat dindar, dini bütün, mütedeyyin.
godforsaken
god.for.sak.en gad'fırseykın sıfat 1. çok tenha, cinlerin cirit oynadığı (yer). 2. sefil.
godhead
god.head gad'hed isim tanrılık, uluhiyet.
godless
god.less gad'lîs sıfat Allahsız, Tanrısız.
godlike
god.like gad'layk sıfat Tanrısal.
godly
god.ly gad'li sıfat dindar.
godmother
god.moth.er gad'm^dhır isim vaftiz anası.
godsend
god.send gad'send isim Hızır gibi yetişen devlet kuşu, beklenmedik nimet.
Godspeed
God.speed gad'spid ünlem 1. Allah yardımcın olsun! 2. İyi yolculuklar!
gofer
go.fer go'fır isim, argo (işyerinde) ayak işlerini yapan kimse, hizmetli, odacı.
go-getter
go-get.ter go'get'ır isim gayretli ve tuttuğunu koparan kimse.
goggles
gog.gles gag'ılz isim, çoğul gözleri toz, su, kar veya rüzgârdan koruyan gözlük.
going concern
kâr eden ticari kuruluş.
going price
şimdiki fiyat.
going
go.ing go'wîng isim 1. gidiş, ayrılış. 2. ilerleme hızı: That part of the road is hard going. Yolun o bölümünden geçmek zor. This book's heavy going. Bu kitabı okumak zor. sıfat bakınız going concern
goings-on
isim olup bitenler.
goiter
goi.ter goy'tır isim, tıbbi guatr.
goitre
goi.tre goy'tır isim, tıbbi guatr.
gold digger
erkeklerden para sızdırmaya çalışan kadın.
gold
gold gold isim altın. sıfat altın, altından yapılmış.
goldbrick
gold.brick gold'brîk fiil kaytarmak, işten kaçmak; işini üstünkörü yapmak; kendi işini başkalarına bırakmak. 555
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük golden
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gold.en gol'dın sıfat 1. altın, altından yapılmış. 2. altın renginde.
goldfinch
gold.finch gold'fînç isim saka, sakakuşu.
goldfish
gold.fish gold'fîş isim kırmızı balık, havuz balığı.
goldsmith
gold.smith gold'smîth isim altın kuyumcusu.
golf club
golf sopası. 2. golf kulübü.
golf course
golf alanı.
golf links
golf alanı.
golf
golf gôlf isim golf. fiil golf oynamak.
golfer
golf.erisim golfçü, golf oyuncusu.
golly
gol.ly gal'i ünlem Hay Allah!
golosh
go.losh gılaş' isim bakınız galosh
gondola
gon.do.la gan'dılı, gando'lı isim gondol.
gone
gone gôn, gan fiil bakınız go
gong
gong gang, gông isim gonk.
gonorrhea
gon.or.rhe.a ganıriy'ı isim, tıbbi belsoğukluğu.
goo
goo gu isim yapışkan madde.
goober
goo.ber gu'bır isim, konuşma dili yerfıstığı.
good and
konuşma dili iyice, bayağı: She was good and mad. Bayağı kızmıştı.
Good day!
İyi günler!
Good evening!
İyi akşamlar!
Good evening.
İyi akşamlar.
good faith
(birine karşı beslenen) güven, itimat. 2. niyetin ciddiliği.
Good for you!
Aferin!
Good Friday
Hristiyanlık Paskalya yortusundan önceki cuma.
Good God!
Aman yarabbi!
Good gracious!
Allah Allah!
Good grief!
Allah Allah!
Good heavens!
Aman yarabbi!
good humor
iyi huy, hoş mizaç.
good looks
güzellik. 556
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Good morning!
Günaydın!
Good night!
İyi geceler! 2. Allah Allah!
good offices
arabuluculuk.
Good riddance to bad rubbish!
konuşma dili bakınız Good riddance!
Good riddance!
konuşma dili Çok şükür!/Şükürler olsun! (İstenmeyen biri/bir şey gidince söylenir.)
good sense
akıllılık.
Good show!
Aferin!
good sport
şaka kaldırabilen kimse.
good works
hayır işleri.
good
good gûd sıfat (better, best) 1. iyi. 2. iyi, sağlam. 3. iyi, taze, çürümüş olmayan. isim 1. iyilik; hayır. 2. iyilik, menfaat, yarar.
good-by
good-by gûdbay' ünlem, isim Allaha ısmarladık.
good-bye
good-bye gûdbay' ünlem, isim Allaha ısmarladık.
good-for-nothing
good-for-noth.ingsıfat hiçbir işe yaramayan/yaramaz.
good-looking
good.look.ingsıfat yakışıklı, güzel.
goodly
good.ly gûd'li sıfat 1. epey büyük (bir miktar). 2. güzel, çok hoş.
good-natured
good.na.turesıfat iyi huylu.
Goodness knows!
Allah bilir!
goodness
good.ness gûd'nîs isim 1. iyilik. 2. faziletlilik, erdemlilik. 3. (bir yemekteki) besleyici değer veya lezzet.
goods train
İngiliz İngilizcesi marşandiz, yük katarı.
goods
goods gûdz isim, çoğul 1. menkuller, taşınırlar; menkuller ve gayrimenkuller. 2. mallar, eşya. 3. kumaş. 4. İngiliz İngilizcesi yük, kargo.
good-tempered
good-tem.peredsıfat iyi huylu, yumuşak başlı.
goodwill
good.will gûd'wîl' isim 1. iyi niyet. 2. (ticari) itibar.
goody
good.y gûd'i isim, konuşma dili 1. lezzetli (özellikle tatlı) bir yiyecek. 2. güzel şey, istenilen bir şey.
gooey
goo.ey gu'wi sıfat yapışkan, vıcık vıcık, yapış yapış.
goof off
konuşma dili haylazlık etmek, aylaklık etmek. 557
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük goof
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
goof guf isim, konuşma dili aptalca bir hata. fiil, konuşma dili (up) aptalca bir hata yapmak; aptalca bir hata yaparak her şeyi bozmak.
goofy
goof.y gu'fi sıfat, konuşma dili aptal, ahmak.
gook
gook gûk, guk isim, konuşma dili çamur gibi yapışkan bir karışım.
goon
goon gun isim, konuşma dili adam, fedai, goril.
goop
goop gup isim, konuşma dili yapışkan madde.
goose
goose gus isim (geese) kaz. fiil, konuşma dili poposuna parmak atmak.
gooseberry
goose.ber.ry gus'beri isim bektaşiüzümü.
gooseflesh
goose.fleshisim tüyleri diken diken olmuş deri.
gopher
go.pher go'fır isim 1. zooloji Amerikan yersincabı. 2. argo (işyerinde) ayak işlerini yapan kimse, hizmetli, odacı.
gore
gore gor isim kan.
gorge oneself on
midesini (bir şey) ile tıka basa doldurmak.
gorge
gorge gôrc isim iki dağ arasındaki geçit/boğaz.
gorgeous
gor.geous gôr'cıs sıfat çok güzel, harika.
gorilla
go.ril.la gırîl'ı isim 1. zooloji goril. 2. argo goril, koruyucu.
gory
gor.y gor'i sıfat kanlı.
gosh
gosh gaş ünlem Hay Allah!
gosling
gos.ling gaz'lîng isim kaz palazı, kaz yavrusu.
go-slow
go-slow go'slo' isim, İngiliz İngilizcesi işi yavaşlatma grevi, işi yavaşlatma.
gospel music
siyah Amerikalılara özgü dini müzik türü.
gospel truth
asıl gerçek.
Gospel
Gos.pel gas'pıl isim, Hristiyanlık dört İncil'den biri, İncil.
gossamer
gos.sa.mer gas'ımır isim 1. havada uçan ince örümcek ağı. 2. çok ince bir tür bürümcük. sıfat incecik, hafif.
558
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gossip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gos.sip gas'ıp isim 1. dedikodu. 2. dedikoducu kimse. fiil 1. dedikodu yapmak. 2. about -in dedikodusunu yapmak.
got
got gat fiil bakınız get
Gothic
Goth.ic gath'îk sıfat, mimarlık Gotik.
gotten
got.ten gat'ın fiil bakınız get
gouge
gouge gauc isim iskarpela, oyma kalemi. fiil iskarpelayla oymak.
gourd
gourd gôrd isim 1. sukabağı. 2. (sukabağından yapılmış) su kabı.
gout
gout gaut isim, tıbbi gut, damla hastalığı.
govern
gov.ern g^v'ırn fiil 1. yönetmek, idare etmek. 2. iktidarda bulunmak.
governance
gov.ern.ance g^v'ırnıns isim yönetim, idare.
governess
gov.ern.ess g^v'ırnîs isim mürebbiye.
government
gov.ern.ment g^v'ırnmınt isim 1. hükümet, devlet yönetimi. 2. idare, yönetme, yönetim.
governmen'tal
sıfat idari, hükümete ait.
governor
gov.er.nor g^v'ırnır isim 1. vali. 2. yönetici, idareci. 3. makine regülatör.
governorship
gov.er.nor.shipisim valilik.
gown
gown gaun isim 1. uzun etekli kadın elbisesi. 2. gecelik. 3. sabahlık (giysi). 4. cüppe.
GP
GP ci'pi' kısaltma «grade» general practitioner general practice
gr. wt.
gr. wt.kısaltma gross weight
gr.
gr.kısaltma «grade» grain gram grammar gravity gross group great
grab
grab gräb fiil (grabbed, grabbing) 1. kapmak, çabucak ve zorla elinden almak. 2. (elle) tutmak. 3. at -i (elle) tutmaya çalışmak. isim bakınız be up for grabs
grace
grace greys isim 1. zarafet, letafet, incelik. 2. (Allaha özgü) inayet. 3. Hristiyanlık (yemekten önce veya sonra söylenen) şükran duası. 4. ertelenme süresi: I'll give you 559
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a week's grace. Sana bir haftalık mühlet vereceğim. fiil şereflendirmek, onurlandırmak. graceful
grace.ful greys'fıl sıfat zarif, latif.
graceless
grace.less greys'lîs sıfat 1. kaba, görgüsüz. 2. çirkin. 3. zarafetten yoksun.
gracious
gra.cious grey'şıs sıfat kibar, ince, hoş. ünlem Hay Allah!/Allah Allah!
grad
grad gräd isim, konuşma dili mezun.
gradation
gra.da.tion greydey'şın isim 1. derece, aşama. 2. bir tondan diğer bir tona geçme; geçiş.
grade crossing
hemzemin geçit.
grade school
ilkokul.
grade
grade greyd isim 1. derece; rütbe; cins; sınıf, kalite. 2. (ilk veya orta öğretimde) sınıf: He's six years old and in the first grade. Altı yaşında ve birinci sınıfta. 3. (öğretmenin öğrenciye verdiği) not. 4. eğim, meyil. fiil 1. (sınav kâğıdını veya ödevi okuyup) not vermek. 2. derecelere ayırmak, tasnif etmek. 3. tesviye etmek, düzlemek.
grader
grad.erisim greyder.
gradient
gra.di.ent grey'diyınt isim eğim, meyil.
gradual
grad.u.al gräc'uwıl sıfat derece derece olan, yavaş yavaş olan, yavaş.
gradually
grad.u.al.lyzarf yavaş yavaş, derece derece, gittikçe, giderek.
graduate school
(bir üniversiteye ait) lisansüstü eğitim birimi.
graduate student
lisansüstü öğrencisi.
graduate
grad.u.ate gräc'uweyt fiil from -den mezun olmak; -i mezun etmek.
graduation ceremony
mezuniyet töreni.
graduation
grad.u.a.tion gräcuwey'şın isim 1. mezun olma. 2. mezuniyet töreni.
graffiti
graf.fi.ti grıfi'ti isim duvardaki yazılar, graffiti.
560
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük graft
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
graft gräft isim 1. para, makam v.b.'ni yolsuzlukla elde etme. 2. yolsuzlukla elde edilen para, makam v.b. 3. rüşvet.
grain
grain greyn isim 1. (arpa, buğday, mısır v.b.) tane: three grains of wheat üç buğday tanesi. 2. tahıl, hububat. 3. zerre. 4. (bir ağaç parçasının içindeki) damarların düzeni.
gram
gram gräm isim gram.
grammar school
ilkokul. 2. İngiliz İngilizcesi (öğrencilerini üniversiteye hazırlayan) lise.
grammar
gram.mar gräm'ır isim 1. dilbilgisi, gramer. 2. gramer açısından ifade. 3. dilbilgisi kitabı, gramer kitabı.
grammatical
gram.mat.i.cal grımät'îkıl sıfat 1. gramere ait, dilbilgisel. 2. gramatikal, gramer kurallarına uygun.
gramme
gramme gräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız gram
granary
gran.a.ry grey'nıri, grän'ırî isim tahıl ambarı.
grand duchess
grandüşes.
grand duke
grandük.
grand jury
hukuk tahkikat heyeti.
grand piano
kuyruklu piyano.
grand total
(genel) toplam.
grand vizier
sadrazam.
grand
grand gränd sıfat 1. muhteşem, görkemli, ihtişamlı. 2. büyük, mühim. 3. konuşma dili çok güzel, harika. isim 1. konuşma dili kuyruklu piyano. 2. argo bin dolar.
grandchild
grand.childisim torun.
granddaughter
grand.daugh.terisim kız torun.
grandeur
gran.deur grän'cır isim 1. ihtişam, görkem, heybet. 2. büyüklük, azamet.
grandfather clock
dolaplı saat, sandıklı saat, ayaklı duvar saati.
grandfather
grand.fa.therisim dede, büyükbaba.
grandiloquent
gran.dil.o.juent grändîl'ıkwınt sıfat tumturaklı.
grandiose
gran.di.ose grän'diyos sıfat fazlasıyla büyük ve görkemli, şatafatlı, cafcaflı. 561
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
grandma
grand.maisim nine, büyükanne.
grandmother
grand.moth.erisim nine, büyükanne; anneanne; babaanne.
grandpa
grand.paisim dede, büyükbaba.
grandparent
grand.par.entisim büyükbaba; büyükanne.
grandson
grand.sonisim erkek torun.
grandstand
grand.standisim, spor kapalı tribün.
granite
gran.ite grän'ît isim granit.
granny
gran.ny grän'i isim nine, büyükanne.
grant someone bail
birini kefaletle/kefaleten tahliye etmek.
grant
grant gränt fiil 1. kabul etmek; rıza göstermek; yerine getirmek: She granted his request. Ricasını yerine getirdi. Granting the truth of what you're saying, I still don't see that there's anything we can do about it. Dediklerinizin doğruluğunu kabul etsek bile, yine de bu işte bizim yapabileceğimiz bir şey göremiyorum. 2. vermek, lütfetmek, bahşetmek. isim 1. ödenek, tahsisat. 2. burs.
Granted.
(cevaben) Evet.
granulated sugar
tozşeker.
granulated
gran.u.lat.ed grän'yıleytîd sıfat bakınız granulated sugar
granule
gran.ule grän'yul isim tanecik.
grape
grape greyp isim üzüm.
grapefruit
grape.fruit greyp'frut isim greypfrut, greyfrut, greyfurt, altıntop, kızmemesi.
grapeshot
grape.shot greyp'şat isim, askeri (bomba veya şarapnel içindeki) misket.
grapevine
grape.vine greyp'vayn isim asma.
graph paper
kareli kâğıt.
graph
graph gräf isim grafik, çizge.
graphic design
grafik dizayn.
graphic designer
grafiker.
graphic
graph.ic gräf'îk sıfat 1. grafikle ilgili. 2. canlı ve net; tüm ayrıntıları gösteren; canlı ve açık seçik bir şekilde 562
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yazan. 3. çarpıcı. 4. yazılmış, çizilmiş veya kazılmış. 5. grafik sanatlarla ilgili. graphite
graph.ite gräf'ayt isim grafit.
grapple
grap.ple gräp'ıl fiil with ile boğuşmak.
grasp at straws
uçan kuştan medet ummak.
grasp the nettle
zor bir probleme çözüm yolu bulmak.
grasp
grasp gräsp fiil 1. sıkı tutmak; kavramak; yakalamak. 2. at kapmaya çalışmak. 3. kavramak, anlamak. isim 1. kavrayış, anlayış. 2. pençe.
grasping
grasp.ing gräs'pîng sıfat açgözlü, haris, tamahkâr.
grass widow
boşanmış veya kocasından ayrı yaşayan kadın. 2. kocası geçici olarak bir yere gitmiş olan kadın.
grass widower
boşanmış veya karısından ayrı yaşayan adam. 2. karısı geçici olarak bir yere gitmiş olan adam.
grass
grass gräs isim 1. çimen; çim, ot. 2. argo (sigara halinde içilen) hintkenevirinin kurutulmuş yaprakları. fiil 1. çimenle kaplamak. 2. çimlemek.
grasshopper
grass.hop.per gräs'hapır isim çekirge.
grassroots
grass.roots gräs'ruts isim, konuşma dili sıradan insanlar, sokaktaki kişiler, ortadirek. sıfat 1. sıradan insanlara yönelik. 2. sıradan insanlardan kaynaklanan.
grassy
grassysıfat çimenli, çimenlik.
grate on one's nerves
sinirine dokunmak.
grate on
-e sürtünerek/çarparak ses çıkarmak.
grate one's teeth
dişlerini gıcırdatmak.
grate
grate greyt fiil rendelemek.
grateful
grate.ful greyt'fıl sıfat minnettar.
gratefully
grate.ful.lyzarf minnetle.
grater
grat.er grey'tır isim rende.
gratification
grat.i.fi.ca.tion grätîfîkey'şın isim 1. memnuniyet, zevk, haz. 2. zevk veren şey.
gratify
grat.i.fy grät'îfay fiil memnun etmek, hoşnut etmek, tatmin etmek.
grating
grat.ing grey'tîng isim ızgara; demir parmaklık. 563
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gratis
gra.tis grey'tîs, grät'îs zarf, sıfat bedava, parasız.
gratitude
grat.i.tude grät'îtud isim minnettarlık.
gratuitous
gra.tu.i.tous grıtyu'wîtıs sıfat 1. bedava, parasız. 2. gereksiz.
gratuity
gra.tu.i.ty grıtyu'wıtî isim bahşiş.
grave
grave greyv isim mezar.
gravedigger
grave.dig.ger greyv'dîgır isim mezarcı.
gravel
grav.el gräv'ıl isim çakıl. fiil (graveled/gravelled, graveling/gravelling) çakıl döşemek.
gravestone
grave.stone greyv'ston isim mezar taşı.
graveyard
grave.yard greyv'yard isim mezarlık.
gravitate
grav.i.tate gräv'îteyt fiil 1. (towards/to) -e yönelmek. 2. yerçekimiyle hareket etmek. 3. çökelmek, çökmek.
gravitation
grav.i.ta.tion grävıtey'şın isim 1. yerçekimi. 2. yerçekimiyle hareket etme. 3. yönelme. 4. çökelme, çökme.
gravitational
grav.i.ta.tion.alsıfat yerçekimiyle ilgili.
gravity
grav.i.ty gräv'ıti isim, fizik 1. yerçekimi. 2. ciddiyet, vahamet. 3. ağırbaşlılık.
gravy
gra.vy grey'vi isim sos; et suyu.
gray matter
konuşma dili beyin, akıl.
gray
gray grey sıfat, isim gri.
graze
graze greyz fiil otlamak; otlatmak.
grease someone's palm
birine rüşvet vermek.
grease
grease gris isim 1. yağ, içyağı, et yağı. 2. makineyağı, gres, gresyağı. fiil yağ sürmek, yağlamak.
greasy
greas.y gri'si sıfat yağlı, yağlanmış.
Great Britain
Büyük Britanya.
Great Dane
Danua cinsi köpek.
great
great greyt sıfat 1. büyük (derece, miktar), çok. 2. büyük, muazzam; önemli. 3. konuşma dili mükemmel, fevkalade, harika.
great-grandchild
great-grand.child greyt'gränd'çayld isim torun çocuğu.
great-grandfather
great-grand.fa.ther greyt'gränd'fa'dhır isim büyük dede. 564
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük great-grandmother
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
great-grand.moth.er greyt'gränd'm^dh'ır isim büyük nine.
great-hearted
great-heart.ed greyt'har'tîd sıfat 1. cesur, yiğit. 2. cömert.
greatly
great.lyzarf çok, pek çok; fazlasıyla.
greatness
great.nessisim büyüklük.
Greece
Greece gris isim Yunanistan.
greed
greed grid isim hırs, tamah, açgözlülük.
greedy
greedysıfat tamahkâr, hırslı, açgözlü.
Greek
Greek grik isim 1. Yunanlı; Rum. 2. Yunanca; Rumca. sıfat 1. Yunan; Rum. 2. Yunanca; Rumca. 3. Yunanlı.
green bean
ayşekadın; çalı fasulyesi.
green inclining to blue
maviye çalan yeşil.
green light
(trafik lambasında) yeşil ışık. 2. konuşma dili müsaade, izin, yeşil ışık.
green onion
taze soğan, yeşil soğan.
green pea
bezelye.
green pepper
dolmalık biber. 2. yeşil biber (olgunlaşmamış biber).
green
green grin sıfat 1. yeşil. 2. henüz olgunlaşmamış, ham (meyve). 3. konuşma dili acemi, toy. isim 1. yeşil renk, yeşil. 2. çimenlik.
greenback
green.back grin'bäk isim, konuşma dili papel, dolar, yeşil.
greenery
green.er.y gri'nıri isim yeşillik.
greengrocer
green.gro.cer grin'grosır isim, İngiliz İngilizcesi manav.
greenhorn
green.horn grin'hôrn isim acemi kimse, acemi çaylak.
greenhouse
green.house grin'haus isim sera, ser, limonluk.
Greenland
Green.land grin'lınd isim Grönland.
Greenlander
isim Grönlandlı.
Greenlandic
isim Grönlandca. sıfat 1. Grönland, Grönland'a özgü. 2. Grönlandca. 3. Grönlandlı.
greens
greensisim (yaprakları çiğ veya haşlanmış olarak yenilen) yeşil yapraklı sebzeler. 565
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Greenwich mean time
Greenwich ortalama saati.
Greenwich
Green.wich grin'îç isim bakınız Greenwich mean time
greet
greet grit fiil selamlamak, selam vermek; karşılamak; selamlaşmak.
greeting card
tebrik kartı.
greeting
greet.ing gri'tîng isim selam.
gregarious
gre.gar.i.ous grıger'iyıs sıfat 1. başkalarıyla beraber olmayı seven, girgin. 2. sürü halinde yaşamayı seven; sürücül.
Gregorian calendar
Gregoryen takvimi, Miladi takvim.
gremlin
grem.lin grem'lîn isim (makineleri bozduğuna inanılan) cin.
grenade
gre.nade grıneyd' isim el bombası.
grew
grew gru fiil bakınız grow
grewsome
grew.some gru'sım sıfat bakınız gruesome
grey
grey grey sıfat, isim bakınız gray
greyhound
grey.hound grey'haund isim tazı.
grid
grid grîd isim 1. ızgara. 2. grid.
griddle
grid.dle grîd'ıl isim (alçak kenarlı, demir) tava.
gridiron
grid.i.ron grîd'ayırn isim 1. ızgara. 2. konuşma dili Amerikan futbol sahası.
grief
grief grif isim büyük üzüntü, acı, keder.
grief-stricken
grief-strick.ensıfat büyük bir üzüntü içinde olan.
grievance
griev.ance gri'vıns isim 1. şikâyet, yakınma. 2. şikâyete yol açan durum.
grieve
grieve griv fiil büyük bir üzüntü içinde olmak; -e büyük üzüntü vermek, -e acı vermek.
grievous
griev.ous gri'vıs sıfat çok büyük (yanlış, zarar, kayıp, acı); ağır (masraf).
grill
grill grîl isim 1. ızgara (alet). 2. (alçak kenarlı, demir) tava. 3. ufak lokanta. fiil 1. ızgarada pişirmek. 2. konuşma dili sorguya çekmek.
grim
grim grîm sıfat (grimmer, grimmest) 1. korkunç. 2. aman bilmez, katı, sert. 3. amansız (mücadele). 566
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük grimace
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gri.mace grî'mıs, grîmeys' isim yüz buruşturma/çarpıtma. fiil yüzünü buruşturmak/çarpıtmak.
grime
grime graym isim kir, kirlilik.
grimy
grimysıfat kirli.
Grin and bear it!
Gülümseyip sineye çek!
grin
grin grîn fiil (grinned, grinning) sırıtmak. isim sırıtma.
grind to a halt
gıcırdayarak yavaş yavaş stop etmek; stop etmek, durmak.
grind
grind graynd fiil (ground) 1. (değirmen, havan, dibek v.b.'nde) öğütmek, çekmek, dövmek. 2. (kıyma makinesinde) (et) çekmek; (mutfak robotunda) (sebze v.b.'ni) çekmek. 3. (dişlerini, vitesi) gıcırdatmak. 4. (bıçak v.b.'ni) bilemek. 5. konuşma dili (away at) ders için çok çalışmak, ineklemek. isim 1. zor ve sıkıcı iş. 2. (kahvenin) çekiliş şekli; (unun) öğütülüş şekli: What grind of coffee do you prefer? Kahvenizi nasıl çekelim? 3. konuşma dili çok çalışan öğrenci, inek.
grinder
grind.er grayn'dır isim 1. (aletle veya makineyle bir şeyi) öğüten, çeken veya döven kimse. 2. öğütücü (alet, makine). 3. öğütücü diş. 4. bileyici.
grindstone
grind.stone graynd'ston isim 1. (çark ile döndürülen) bileğitaşı, bileği çarkı. 2. değirmentaşı.
grip someone's imagination
-i alıp götürmek.
grip
grip grîp fiil (gripped, gripping) 1. sıkı tutmak, kavramak. 2. (birinin) dikkatini çekmek. isim 1. tutma/kavrama şekli. 2. kontrol, idare: Get a grip on yourself! Kendine hâkim ol! Don't let the firm get into their grip. Firma onların kontrolüne geçmesin. 3. bavul.
gripe
gripe grayp fiil 1. konuşma dili (about/at) şikâyet etmek, yakınmak. 2. (mide) sancımak. isim 1. konuşma dili şikâyet, yakınma. 2. (midede) sancı.
grisly
gris.ly grîz'li sıfat tüyler ürpertici, korkunç, dehşet verici. 567
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
grist
grist grîst isim öğütülecek veya öğütülmüş tahıl.
gristle
gris.tle grîs'ıl isim kıkırdak.
grit one's teeth
metin olmak; dişini sıkmak.
grit
grit grît isim 1. kum tanesi; kum tanesi gibi taş parçacığı. 2. metanet. fiil (gritted, gritting) bakınız grit one's teeth
grits
grits grîts isim, çoğul kabuksuz mısır tanelerini kaba bir şekilde öğüterek yapılan ezme.
gritty
grit.ty grît'i sıfat 1. kumlu; kumlu gibi. 2. metin, dayanıklı.
grizzly bear
(Kuzey Amerika'ya özgü) korkunçayı.
grizzly
griz.zly grîz'li isim (Kuzey Amerika'ya özgü) korkunçayı. sıfat boz, gri, kurşuni.
groan
groan gron fiil inlemek. isim inilti.
grocer
gro.cer gro'sır isim bakkal.
groceries
gro.cer.ies gro'sıriz isim, çoğul bakkaldan alınan gıda maddeleri.
grocery store
bakkal dükkânı, bakkal, bakkaliye.
grocery
gro.cer.y gro'sıri isim bakkal dükkânı, bakkal, bakkaliye.
groggy
grog.gy grag'i sıfat sersem, zihni karışık; mahmur; uyku sersemi; içki sersemi.
groin
groin groyn isim, anatomi kasık.
groom
groom grum isim güvey. fiil tımar etmek.
groove
groove gruv isim 1. yiv. 2. rutin. fiil yiv açmak.
grope for words
kelimeleri zor bulmak.
grope
grope grop fiil 1. el yordamıyla aramak/ilerlemek. 2. (elle) sarkıntılık etmek.
gross income
brüt gelir.
gross national product
ekonomi gayri safi milli hasıla.
gross profit
brüt kâr.
gross weight
brüt ağırlık.
gross
gross gros isim grosa, on iki düzine.
568
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük grotesque
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gro.tesjue grotesk' sıfat gülünç, güldürecek kadar acayip; çok garip.
grotty
grot.ty grat'i sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1. pis, kirli, pasaklı, kırtıpil. 2. kıtıpiyoz, kıtıpiyos, kırtıpil, değersiz.
grouch
grouch grauç isim, konuşma dili her zaman şikâyetçi olan kimse, dırdırcı.
grouchy
grouchysıfat, konuşma dili 1. şikâyetçi, dırdırcı. 2. sinirli.
ground beef
sığır kıyması.
ground crew
(havaalanında) yer mürettebatı.
ground floor
zemin kat.
ground forces
kara kuvvetleri.
ground glass
buzlucam.
ground meat
kıyma.
ground rule
temel kural.
ground someone in
birine (bir konunun) temel ilkelerini öğretmek.
ground wire
elektrik toprak teli.
ground
ground graund fiil 1. karaya oturmak; karaya oturtmak. 2. (uçak) (hava koşullarından dolayı) uçamamak; (uçağı) uçurtmamak. 3. (birini) (ceza olarak) (ev, okul, v.b.'nden) dışarı çıkartmamak. 4. (bir sebebe) dayanmak/dayatmak. 5. elektrik (bir cihazı) topraklamak.
groundbreaking ceremony
temel atma töreni.
groundbreaking
ground.break.ing graund'breykîng sıfat çığır açan (olay v.b.). isim bakınız the groundbreaking groundbreaking ceremony
groundhog
ground.hog graund'hôg isim dağsıçanı.
groundless
ground.less graund'lîs sıfat asılsız, temelsiz.
groundnut
ground.nut graund'n^t isim, İngiliz İngilizcesi yerfıstığı.
groundwork
ground.work graund'wırk isim ön hazırlıklar.
group insurance
grup sigortası. 569
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
group therapy
grup terapisi, küme sağaltımı.
group
group grup isim grup. fiil gruplandırmak; gruplaşmak.
groupie
group.ie gru'pi isim pop müzik topluluğu üyelerinin peşinde koşan kız.
grouse
grouse graus isim ormantavuğu.
grove
grove grov isim 1. koru. 2. (meyve ağaçlarından oluşan) bahçe: orange grove portakal bahçesi.
grovel
grov.el gr^v'ıl fiil (groveled/grovelled, groveling/grovelling) 1. kendini alçaltmak, yaltaklanmak. 2. yerde sürünmek.
grow away from
ile ilişkileri azalmak, -den uzaklaşmak.
grow into
olmak. 2. zamanla büyüyüp (bir giysinin) ölçülerine uymak. 3. (bir işe) alışmak.
grow old
yaşlanmak, ihtiyarlamak. 2. eskimek.
grow on someone
zamanla birinin hoşuna gitmeye başlamak.
grow out of
büyüdüğü için (bir giysiyi) giyememek. 2. büyüyüp/olgunlaşıp (kötü bir şeyden) vazgeçmek. 3. den kaynaklanmak.
grow too big for one's boots
yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek.
grow up
büyümek. 2. meydana gelmek, vuku bulmak.
Grow up!
Çocukluğu bırak!
grow
grow gro fiil (grew, grown) 1. büyümek; gelişmek; artmak. 2. (bitki, sebze, meyve) yetiştirmek; yetişmek. 3. olmak: She's grown ugly. Çirkinleşti./Çirkin oldu. He's grown old. Yaşlandı.
grower
grow.er grow'ır isim yetiştirici.
growl
growl graul fiil hırlamak. isim hırlama.
grown
grown gron fiil bakınız grow sıfat yetişkin.
grown-up
grown-upsıfat, isim yetişkin.
growth
growth groth isim 1. büyüme; gelişme; artma. 2. bir bitkiden süren dallar, sürgünler veya yapraklar. 3. ur, tümör.
570
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük grub
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
grub gr^b fiil (grubbed, grubbing) 1. up kazarak/belleyerek -i çıkarmak/sökmek. 2. (bir yerdeki) kökleri kazarak sökmek. 3. kazmak, bellemek.
grubby
grub.bysıfat kirli, pis.
grudge
grudge gr^c fiil (bir şeyi) (birine) çok görmek; kıskanmak: Do you grudge me this? Bunu bana çok mu görüyorsun? isim kin, garaz, hınç.
grudgingly
grudg.ing.lyzarf istemeyerek.
gruel
gru.el gru'wıl isim sulu yulaf v.b. lapası.
grueling
gru.el.ing gru'wılîng sıfat çok zor; zorlu.
gruelling
gru.el.ling gru'wılîng sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız grueling
gruesome
grue.some gru'sım sıfat korkunç, dehşet verici.
gruff
gruff gr^f sıfat sert, katı, sevimsiz.
grumble
grum.ble gr^m'bıl fiil şikâyet etmek. isim şikâyet.
grumpy
grump.y gr^m'pi sıfat aksiliği tutmuş, hırçınlığı üstünde.
grunt
grunt gr^nt fiil domuz gibi ses çıkarmak, homurdanmak. isim homurtu.
G-string
G-string ci'strîng isim, konuşma dili (şovlarda dansçıların giydiği) minicik tanga.
guarantee
guar.an.tee gerınti' isim garanti. fiil garanti etmek.
guarantor
guar.an.tor ger'ıntır isim kefil.
guaranty
guar.an.ty ger'ınti isim, hukuk garanti.
guard a secret
sır tutmak.
guard against
-e karşı önlem almak.
guard of honor
askeri şeref kıtası.
guard one's tongue
ağzını sıkı tutmak, dilini tutmak.
guard 's van
İngiliz İngilizcesi marşandizin arkasına takılan ve demiryolu görevlilerini taşıyan cumbalı vagon.
guard
guard gard isim 1. koruma görevlisi, muhafız; nöbetçi. 2. muhafızlar. 3. basketbol gard. 4. boks gard, savunma duruşu. 5. İngiliz İngilizcesi (trende) biletçi.
guarded
guard.ed gar'dîd sıfat ihtiyatlı (söz, cevap, rapor v.b.). 571
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
guardian angel
koruyucu melek.
guardian
guard.i.an gar'diyın isim 1. hukuk vasi. 2. koruyucu.
guardianship
guard.i.an.ship gar'diyınşîp isim vesayet, vasilik.
guardrail
guard.rail gard'reyl isim (yol kenarındaki) bariyer, korkuluk.
guardsman
guards.man gardz'mın isim (guardsmen) muhafız.
Guatemala
Gua.te.ma.la gwatıma'lı isim Guatemala.
Guatemalan
isim Guatemalalı. sıfat 1. Guatemala, Guatemala'ya özgü. 2. Guatemalalı.
gubernatorial
gu.ber.na.to.ri.al gubırnıtôr'iyıl sıfat valiye veya valiliğe ait.
guerilla
gue.ril.la gırîl'ı isim bakınız guerrilla
guerrilla warfare
gerilla savaşı.
guerrilla
guer.ril.la gırîl'ı isim gerilla, gerillacı, çeteci.
guess
guess ges fiil 1. tahmin etmek; tahminde bulunmak. 2. zannetmek, sanmak. isim tahmin.
guesswork
guess.work ges'wırk isim 1. tahmini iş. 2. tahmine dayanan sonuç/sonuçlar.
guest artist
konuk sanatçı.
guest of honor
şeref konuğu/misafiri.
guest room
misafir odası.
guest
guest gest isim 1. misafir, konuk; davetli. 2. otel veya pansiyon müşterisi.
guesthouse
guest.house gest'haus isim pansiyon.
guff
guff g^f isim, konuşma dili boş laf, palavra, martaval.
guffaw
guf.faw gıfô' isim nahoş bir kahkaha. fiil nahoş kahkaha atmak.
Guiana
Gui.an.a giyän'ı, giya'nı, [İngiliz İngilizcesi] gayän'ı isim 1. Fransız Guyanası. 2. Guyana bölgesi, Guyana.
Guianan
isim 1. Fransız Guyanalı. 2. Guyana bölgesi halkından biri, Guyanalı. sıfat 1. Fransız Guyanası, Fransız Guyanası'na özgü. 2. Guyana, Guyana bölgesi veya halkına özgü. 3. Fransız Guyanalı. 4. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından olan. 572
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Guianese
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Gui.a.nese giyıniz', [İngiliz İngilizcesi] gayıniz' isim, sıfat (Guianese) bakınız Guianan
guidance counselor
rehber öğretmen.
guidance
guid.ance gayd'ıns isim 1. rehberlik, yol gösterme. 2. güdüm.
guide
guide gayd fiil 1. rehberlik etmek, yol göstermek. 2. yönetmek, idare etmek. isim 1. rehber, kılavuz. 2. rehber kitabı, rehber.
guidebook
guide.book gayd'bûk isim rehber, rehber kitabı.
guided missile
askeri güdümlü mermi.
guideline
guide.line gayd'layn isim (bir proqedeki) ana hatlar.
guild
guild gîld isim esnaf birliği, lonca.
guile
guile gayl isim kurnazlık, açıkgözlük.
guileful
guile.fulsıfat kurnaz, açıkgöz.
guileless
guile.lesssıfat saf, art niyetsiz.
guillotine
guil.lo.tine gîl'ıtin, gi'yıtin isim giyotin. fiil giyotin ile idam etmek.
guilt
guilt gîlt isim suçluluk.
guiltless
guilt.lesssıfat suçsuz.
guilty conscience
vicdan azabı.
guilty
guilt.y gîl'ti sıfat suçlu.
guinea fowl
beçtavuğu.
guinea pig
kobay.
Guinea
Guin.ea gîn'i isim Gine.
Guinea-Bissau
Guin.ea-Bis.sau gîn'ibîsau', gîn'ibîso' isim Gine-Bisav.
Guinea-Bissauan
isim Gine-Bisavlı. sıfat 1. Gine-Bisav, Gine-Bisav'a özgü. 2. Gine-Bisavlı.
Guinean
isim Gineli. sıfat 1. Gine, Gine'ye özgü. 2. Gineli.
guise
guise gayz isim 1. kılık. 2. dış görünüş.
guitar
gui.tar gîtar' isim gitar.
guitarist
gui.tar.istisim gitarist.
gulch
gulch g^lç isim küçük kanyon.
Gulf Stream
golfstrim.
gulf
gulf g^lf isim 1. körfez. 2. çok derin kanyon. 573
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gull
gull g^l isim martı.
gullet
gul.let g^l'ît isim boğaz, gırtlak.
gullibility
gull.ibil.i.tyisim kolay aldatılma, saflık.
gullible
gul.li.ble g^l'ıbıl sıfat kolay aldatılabilir.
gully
gul.ly g^l'i isim sel yatağı.
gulp something down
bir şeyi yutuvermek.
gulp
gulp g^lp fiil yutuvermek. isim yutuverme.
gum boot
lastik çizme.
gum mastic
sakız.
gum tree
okaliptüs, sıtmaağacı. 2. (çamdan başka herhangi bir) reçineli ağaç.
gum
gum g^m isim genellikle çoğul dişeti.
gumbo
gum.bo g^m'bo isim bamyalı yahni.
gumdrop
gum.drop g^m'drap isim qelatinli şekerleme.
gummed
gum.medsıfat zamklı.
gumption
gump.tion g^mp'şın isim, konuşma dili inisiyatif ve cesaret.
gun for
(birinin) çanına ot tıkamak için fırsat kollamak. 2. (belirli bir yeri) elde etmek için bütün gayretiyle çalışmak.
gun rack
tüfeklik.
gun someone down
birini (ateşli silahla) vurmak.
gun
gun g^n isim ateşli silah; top; tüfek; tabanca. fiil (motoru) birdenbire tam gazla çalıştırmak; (arabayı) birdenbire tam gaz sürmek.
gunboat
gun.boat g^n'bot isim gambot.
gunfight
gun.fight g^n'fayt isim (iki kişi arasındaki) silahlı çatışma.
gunfire
gun.fire g^n'fayr isim ateş etme, ateş.
gunge
gunge g^nc isim, İngiliz İngilizcesi bakınız gunk
gung-ho
gung-ho g^ng'ho' sıfat, konuşma dili fazlasıyla istekli, dünden hazır.
gunk
gunk g^ngk isim, konuşma dili vıcık vıcık şey.
574
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gunman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gun.man g^n'mın isim (gunmen) silahlı kimse, ateşli silah taşıyan kimse.
gunner
gun.ner g^n'ır isim topçu.
gunnery
gun.ner.y g^n'ıri isim topçuluk; atış ilmi.
gunnysack
gun.ny.sack g^n'isäk isim çuval.
gunpoint
gun.point g^n'poynt isim bakınız force someone at gunpoint
gunpowder
gun.pow.der g^n'paudır isim barut.
gunrunner
gun.run.ner g^n'r^nır isim silah kaçakçısı.
gunrunning
gun.run.ning g^n'r^nîng isim silah kaçakçılığı.
gunshot
gun.shot g^n'şat isim 1. silah atışı. 2. (ateşli silaha ait) menzil, erim, atım.
gunsmith
gun.smith g^n'smîth isim tüfekçi, tüfek ve tabanca yapan veya tamir eden kimse.
gurgle
gur.gle gır'gıl fiil 1. çağıldamak. 2. (bebek) agulamak. isim 1. çağıltı. 2. agu.
guru
gu.ru gu'ru isim guru, mürşit, rehber.
gush
gush g^ş fiil 1. fışkırmak. 2. (about) hayranlığını abartılı bir şekilde anlatmak; yağlayıp ballamak. isim fışkırma, fışkırış; fışkırtı.
gusset
gus.set g^s'ît isim kuş, verev takılan kumaş parçası.
gussy oneself up
süslenip püslenmek.
gussy
gus.sy g^s'i fiil, konuşma dili up -i süslemek.
gust
gust g^st isim rüzgârın ani ve sert esmesi.
gustatory
gus.ta.to.ry g^s'tıtôri sıfat tat alma duyusuyla ilgili.
gusto
gus.to g^s'to isim zevk.
gut
gut g^t isim bağırsak.
gutless
gut.lesssıfat, konuşma dili yüreksiz.
guts
guts g^ts isim 1. çoğul bağırsaklar. 2. konuşma dili cesaret, yürek: He's got guts. Bayağı cesur o.
gutsy
gutsysıfat, konuşma dili cesur, yürekli.
gutter
gut.ter g^t'ır isim 1. (çatı veya dam kenarındaki) oluk. 2. (kaldırım kenarındaki) oluk, kanivo.
guttural
gut.tur.al g^t'ırıl sıfat gırtlaksı (ses). 575
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
guy
guy gay isim, konuşma dili adam.
Guyana
Guy.a.na gayän'ı, gaya'nı isim 1. Guyana, eski İngiliz Guyanası. 2. Guyana, Guyana bölgesi.
Guyanan
isim 1. Guyanalı, eski İngiliz Guyanası halkından biri. 2. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından biri. sıfat 1. Guyana, eski İngiliz Guyanası veya halkına özgü. 2. Guyana, Guyana bölgesi veya halkına özgü. 3. Guyanalı, Guyana uyruklu. 4. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından olan.
Guyanese
Guy.a.nese gayıniz' isim (Guyanese) 1. Guyanalı, eski İngiliz Guyanası halkından biri. 2. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından biri. sıfat 1. Guyana, eski İngiliz Guyanası veya halkına özgü. 2. Guyana, Guyana bölgesi veya halkına özgü. 3. Guyanalı, Guyana uyruklu. 4. Guyanalı, Guyana bölgesi halkından olan.
guzzle
guz.zle g^z'ıl fiil (içki) çokça içmek.
gym
gym cîm isim 1. spor salonu, qimnastik salonu. 2. (okullarda) beden eğitimi.
gymnasium
gym.na.si.um cîmney'ziyım isim spor salonu, qimnastik salonu.
gymnast
gym.nast cîm'näst isim qimnastikçi.
gymnastic
gym.nas.ticsıfat qimnastiğe ait.
gymnastics
gym.nas.ticsisim, çoğul qimnastik.
gynaecologist
gy.nae.col.o.gistisim bakınız gynecologist
gynaecology
gy.nae.col.o.gy gaynıkal'ıci isim bakınız gynecology
gynecologist
gy.ne.col.o.gistisim qinekolog.
gynecology
gy.ne.col.o.gy gaynıkal'ıci isim qinekoloqi, nisaiye.
gyp joint
kazık bir yer.
gyp
gyp cîp isim, konuşma dili üçkâğıtçı, hileci, sahtekâr; kazıkçı. fiil (gypped, gypping) aldatmak; kazık atmak.
gypsum
gyp.sum cîp'sım isim alçıtaşı, qips.
Gypsy
Gyp.sy cîp'si isim Roman, Çingene.
gyrate
gy.rate cay'reyt fiil dönmek, dönerek sallanmak.
gyra'tion
isim dönme, dönerek sallanma. 576
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük gyropilot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gy.ro.pi.lot cay'ropaylıt isim, havacılık bakınız automatic pilot
gyroscope
gy.ro.scope cay'rıskop isim cayroskop, qiroskop.
H
H, h eyç isim H, İngiliz alfabesinin sekizinci harfi. ( Honor, hour, herb gibi bazı kelimelerin başında ve herhangi bir kelime veya hecenin sonunda telaffuz edilmez. Bazı ünsüzlerden sonra başka şekillerde telaffuz edilir.)
H.H.
H.H. eyç'eyç' kısaltma 1. His/Her Highness. 2. His Holiness.
H.M.S.
H.M.S. eyç'em'es' kısaltma His/Her Maqesty's Service , His/Her Maqesty's Ship .
H.P.
H.P., HP, h.p.kısaltma high pressure horsepower
H.Q.
H.Q. eyç'kyu' kısaltma Headquarters
H.R.H.
H.R.H.kısaltma His Royal Highness ; Her Royal Highness .
H.S.
H.S.kısaltma «high school» Home Secretary
haberdasher
hab.er.dash.er häb'ırdäşır isim 1. erkek giyimi satan mağaza. 2. İngiliz İngilizcesi tuhafiyeci.
haberdashery
hab.er.dash.eryisim 1. şapka dükkânı. 2. İngiliz İngilizcesi tuhafiye. 3. İngiliz İngilizcesi tuhafiye dükkânı.
habit
hab.it häb'ît isim 1. alışkanlık, itiyat, âdet. 2. Hristiyanlık din görevlilerine özgü kıyafet.
habitat
hab.i.tat häb'ıtät isim 1. habitat, hayvan veya bitkinin yetiştiği doğal ortam. 2. bir şeyin doğal yeri.
habit-forming
hab.it-form.ingsıfat alışkanlık meydana getiren.
habitual
ha.bit.u.al hıbîç'uwıl sıfat 1. alışılmış, mutat. 2. daimi.
habitually
ha.bit.u.al.lyzarf alışıldığı şekilde, âdet üzere.
hack stand
taksi durağı.
hack
hack häk fiil 1. çentmek, yarmak, yontmak, kıymak. 2. kuru kuru öksürmek. 3. argo becermek. isim 1. çentik. 2. kuru öksürük.
hackberry
hack.ber.ry häk'beri isim çitlembik, melengiç. 577
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hackles
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hack.les häk'ılz isim, çoğul (hayvan dövüşmeye hazırlanınca dikleşen/kabaran) tüyler.
hackneyed
hack.neyed häk'nid sıfat basmakalıp, klişe, bayat.
had best do
yapmalı, yapsa daha iyi olur.
had better
-se iyi olur: I had better go. Gitsem iyi olur.
had
had häd fiil bakınız have
haddock
had.dock häd'ık isim mezgit.
hadj
hadj häc isim hac.
hadji
hadj.i häc'i isim hacı.
hadn't
had.n't häd'ınt kısaltma had not.
hag
hag häg isim 1. yaşlı çirkin kadın, kocakarı. 2. büyücü kadın.
haggard
hag.gard häg'ırd sıfat yorgunluk ve açlıktan bitkin, bitkin, argın.
haggle
hag.gle häg'ıl fiil sıkı pazarlık etmek, çekişe çekişe pazarlık etmek.
ha-ha
ha-ha ha'ha isim kahkaha sesi. ünlem Hah hah!
hail fellow well met
yakın arkadaş. 2. herkesle çabuk ahbap olan kimse.
hail from
denizcilikle ilgili 1. .. limanından kalkmak.
hail
hail heyl fiil selamlamak; çağırmak; seslenmek.
hailstone
hail.stoneisim dolu tanesi.
hailstorm
hail.stormisim dolu fırtınası.
hair curler
bigudi.
hair dryer
saç kurutma makinesi, saç kurutucusu.
hair net
saç filesi.
hair spray
saç spreyi.
hair
hair her isim saç, kıl, tüy.
hairbrush
hair.brush her'br^ş isim saç fırçası.
haircut
hair.cut her'k^t isim 1. saç tıraşı. I want a haircut. Saçımı kestirmek istiyorum. 2. saçın kesilme biçimi.
hairdo
hair.do her'du isim (hairdos) saç tuvaleti, saç şekli.
hairdresser
hair.dress.er her'dresır isim 1. kadın kuaförü, kadın berberi. 2. İngiliz İngilizcesi erkek berberi.
hairless
hair.less her'lîs sıfat 1. tüysüz; kılsız. 2. saçsız. 578
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hairpin turn
keskin viraj.
hairpin
hair.pin her'pîn isim saç tokası, firkete. sıfat U şeklinde kıvrılan.
hair-raising
hair-rais.ingsıfat tüyler ürpertici, korkunç.
hairsplitter
hair.split.ter her'splîtır isim kılı kırk yaran kimse.
hairsplitting
hair.split.ting her'splîtîng isim kılı kırk yarma. sıfat kılı kırk yaran.
hairy
hair.y her'i sıfat 1. tüylü; kıllı. 2. argo tehlikeli. 3. argo çok zor.
Haiti
Hai.ti hey'ti isim Haiti.
Haitian
Hai.tian hey'şın isim Haitili. sıfat 1. Haiti, Haiti'ye özgü. 2. Haitili.
hale and hearty
turp gibi, sapasağlam.
hale
hale heyl sıfat bakınız hale and hearty
half a dozen
yarım düzine.
half brother
üvey erkek kardeş.
half fare
yarım bilet.
half glasses
yarım gözlük.
half measures
yeterli olmayan tedbirler.
half sister
üvey kızkardeş.
half sole
yarım pençe.
half the battle
işin yarısı; işin çoğu, işin en zor tarafı.
half
half häf isim (halves) yarım, yarı: Two halves make a whole. İki yarım bir bütün eder. half an apple yarım elma. Half the students have come. Öğrencilerin yarısı geldi. sıfat buçuk; yarı, yarım: one and a half kilos bir buçuk kilo. a half page yarım sayfa. zarf yarı, yarı yarıya: He half filled my glass. Bardağımı yarı yarıya doldurdu.
halfback
half.back häf'bäk isim, spor hafbek.
half-baked
half-baked häf'beykt' sıfat 1. yarı pişmiş. 2. iyi düşünülmemiş.
half-breed
half-breed häf'brid sıfat, isim melez.
halfhearted
half.heart.ed häf'har'tîd sıfat isteksiz, gönülsüz. 579
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük halfheartedly
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
half.heart.ed.lyzarf istemeye istemeye, isteksizce, gönülsüzce; yarım ağız, yarım ağızla.
half-length
half-length häf'length sıfat yarım boy. isim vücudun yukarı kısmını gösteren resim.
half-life
half-lifeisim, fizik yarılanma süresi.
half-mast
half-mast häf'mäst' isim bayrağın yarıya indirilmesi.
half-moon
half-moon häf'mun' isim yarımay.
half-time
half-timesıfat yarım günlük (iş çalışma).
halfway
half.way häf'wey' zarf 1. ortada, yarı yolda. 2. yetersiz olarak. sıfat 1. yarı yolda bulunan (yer). 2. yetersiz.
half-witted
half-wit.ted häf'wîtîd sıfat ahmak, budala.
Halicarnassus
Hal.i.car.nas.sus hälıkarnäs'ıs isim Bodrum, Halikarnas.
hall
hall hôl isim 1. koridor. 2. hol. 3. salon. 4. okul veya üniversite binası. 5. malikâne, çiftlikteki köşk.
hallow
hal.low häl'o fiil 1. kutsamak. 2. kutsallaştırmak.
Halloween
Hal.low.een hälowin' isim (eski bir inanışa göre) cadıların, hayaletlerin, hortlakların ortalığa çıktığı gece (17 Ekim).
hallucinate
hal.lu.ci.nate hılu'sıneyt fiil sanrılamak.
hallucination
hal.lu.ci.na.tionisim, ruhbilim sanrı.
hallway
hall.way hôl'wey isim 1. koridor. 2. hol.
halo
ha.lo hey'lo isim (halos/haloes) hale, ağıl, ayla.
halogen
hal.o.gen häl'ıcın isim haloqen.
halt
halt hôlt isim 1. durma, duruş. 2. mola. fiil durmak; durdurmak.
halter
hal.ter hôl'tır isim yular.
halve
halve häv fiil 1. yarıya bölmek. 2. yarıya indirmek.
halves
halves hävz isim, çoğul bakınız half
ham
ham häm isim 1. qambon. 2. argo abartarak oynayan oyuncu. 3. konuşma dili amatör radyo operatörü. fiil, argo (hammed, hamming) abartarak oynamak.
hamburger
ham.burg.er häm'bırgır isim 1. sığır kıyması. 2. hamburger. 580
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hamlet
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ham.let häm'lît isim mezra, ufak köy.
hammer an idea into someone's head bir fikri birinin kafasına sokmak. hammer away
durmadan çalışmak.
hammer out
-e şekil vermek.
hammer throw
spor çekiç atma.
hammer
ham.mer häm'ır isim çekiç; tokmak.
hammock
ham.mock häm'ık isim hamak.
hamper
ham.per häm'pır fiil engel olmak, güçleştirmek.
hamster
ham.ster häm'stır isim hamster, cırlaksıçan.
hamstring
ham.string häm'strîng isim dizardı kirişi. fiil (hamstrung) 1. kösteklemek. 2. dizardı kirişini koparmak/kesmek.
hamstrung
ham.strung häm'str^ng fiil bakınız hamstring
hand down
kuşaktan kuşağa devretmek.
hand grenade
el bombası.
hand in hand
el ele.
hand in
vermek, teslim etmek.
hand labor
el ile yapılan iş.
hand on
babadan oğula geçirmek. 2. başkasına vermek.
hand organ
laterna.
hand out
dağıtmak.
hand over
vermek, devretmek, teslim etmek.
hand
hand händ fiil elle vermek, uzatmak: Please hand me that book. O kitabı bana uzatır mısınız?
handbag
hand.bag händ'bäg isim el çantası.
handball
hand.ball händ'bôl isim, spor hentbol, eltopu.
handbill
hand.bill händ'bîl isim el ilanı.
handbrake
hand.brake händ'breyk isim el freni.
handcuff
hand.cuff händ'k^f isim kelepçe. fiil kelepçe vurmak, kelepçelemek.
handful
hand.fulisim 1. avuç dolusu. 2. az miktar. 3. konuşma dili idare edilmesi zor biri; ele avuca sığmaz çocuk.
handgun
hand.gun händ'g^n isim tabanca.
581
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük handicap
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hand.i.cap hän'dikäp isim 1. engel. 2. sakatlık, özür. 3. handikap. 4. spor handikap. fiil (handicapped, handicapping) engel olmak, engellemek.
handicapped
hand.i.cappedsıfat özürlü, sakat.
handicraft
hand.i.craft hän'dikräft isim el sanatı.
handily
hand.i.lyzarf kolayca, elverişli bir şekilde.
handiness
hand.i.nessisim beceriklilik.
handiwork
hand.i.work hän'diwırk isim iş, elişi.
handkerchief
hand.ker.chief häng'kırçîf isim mendil.
handle someone with kid gloves
(çok kırılgan veya sinirli birine) son derece dikkatli davranmak.
handle
han.dle hän'dıl fiil 1. el sürmek, ellemek, dokunmak. 2. ele almak. 3. kullanmak. 4. idare etmek. 5. satmak. isim sap, kulp, kabza, tutamaç.
handlebar
han.dle.bar hän'dılbar isim (bisiklette) gidon.
handling
han.dling hän'dlîng isim 1. elle dokunma. 2. işleme tarzı.
handmade
hand.made händ'meyd sıfat elişi, el yapımı.
hand-me-down
hand-me-down händ'midaun sıfat kullanılmış, elden düşme. isim kullanılmış elbise veya eşya.
handrail
hand.rail händ'reyl isim merdiven parmaklığı, tırabzan.
hands down
parmağını kıpırdatmadan, kolaylıkla. 2. şüphesiz, apaçık: He was hands down the best. Onun en iyi olduğu apaçıktı.
Hands off!
Dokunma!/Elini sürme!
Hands up!
Eller yukarı!
handshake
hand.shake händ'şeyk isim el sıkma.
handsome
hand.some hän'sım sıfat 1. yakışıklı. 2. çok, bol; büyük. 3. cömert.
handwork
hand.work händ'wırk isim elişi.
handwriting
hand.writ.ing händ'raytîng isim el yazısı.
handy
hand.y hän'di sıfat 1. hazır, yakın, el altında. 2. eli işe yatkın, becerikli, marifetli, usta. 3. elverişli, kullanışlı.
582
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük handyman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hand.y.man hän'dimän isim (handymen) elinden her iş gelen işçi.
hang around
konuşma dili başıboş gezerek beklemek.
hang back
tereddüt etmek, çekinmek.
hang fire
geri kalmak.
hang in the balance
(sonuç) belli olmamak: For a week her life hung in the balance. Bir hafta boyunca yaşayıp yaşamayacağı belli değildi. The fate of the city was hanging in the balance. Şehrin kaderi meçhuldü.
hang on someone's every word
birinin her dediğini can kulağıyla dinlemek.
hang on
(to) (-e) sıkı tutunmak. 2. dayanmak, katlanmak.
hang someone in effigy
protesto olarak sevilmeyen birinin kuklasını yakmak veya asmak.
hang up
telefonu kapamak.
hang
hang häng fiil (hung) 1. asmak; asılmak, asılı olmak, sallanmak, sarkmak. 2. takmak. 3. (başını) eğmek. 4. kaplamak, yapıştırmak.
hangar
han.gar häng'ır isim hangar.
hangdog
hang.dog häng'dôg isim sinsi adam. sıfat 1. alçak, habis. 2. ürkek, korkak.
hanger
hang.erisim 1. askı, askı kancası. 2. çengel.
hanger-on
hang.er-on häng'ıran isim (hangers-on) beleşçi kimse.
hanging
hang.ingisim 1. asma. 2. ipe çekme, asma, idam. sıfat asılı, sarkan.
hangman
hang.man häng'mın isim (hangmen) cellat.
hangnail
hang.nail häng'neyl isim şeytantırnağı.
hangover
hang.o.ver häng'ovır isim içki sersemliği.
hangup
hang.up häng'^p isim 1. güçlük, engel. 2. takınak.
hank
hank hängk isim 1. çile, yün veya ipek çilesi. 2. kangal.
hanker
han.ker häng'kır fiil after/for arzulamak, özlemini çekmek.
haphazard
hap.haz.ard häp'häz'ırd sıfat, zarf rasgele, gelişigüzel. isim rastlantı, şans.
hapless
hap.less häp'lîs sıfat şanssız, talihsiz, bahtsız. 583
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
happen on
rastgelmek, bulmak.
happen
hap.pen häp'ın fiil olmak, meydana gelmek.
happening
hap.pen.ing häp'ınîng isim olay, vaka.
happily
hap.pi.ly häp'ıli zarf 1. mutlulukla, sevinçle. 2. çok şükür, Allahtan, bereket versin ki.
happy
hap.py häp'i sıfat 1. mutlu, mesut; şen, neşeli. 2. yerinde, iyi. 3. ... delisi: girl-happy kız delisi.
happy-go-lucky
hap.py-go-luckysıfat kaygısız; bir şeye aldırmaz, neşeli.
harangue
ha.rangue hıräng' isim uzun ve tumturaklı konuşma, tirat. fiil uzun ve tumturaklı bir şekilde konuşmak, tirat söylemek.
harass
har.ass hıräs', her'ıs fiil 1. rahat vermemek, rahatsız etmek, taciz etmek; bizar etmek, tedirgin etmek. 2. askeri aralıksız saldırılarla taciz etmek.
harbor
har.bor har'bır isim 1. liman. 2. barınak, sığınak. fiil 1. barındırmak. 2. misafir etmek. 3. beslemek.
harbour
har.bour har'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız harbor
hard cash
nakit para.
hard currency
sağlam döviz/para.
hard disk
bilgisayar sabit disk.
hard drink
sert içki.
hard hat
kask, miğfer.
hard labor
hukuk ağır iş cezası.
hard luck
şanssızlık.
hard nut to crack
çetin ceviz.
hard row to hoe
zor iş.
hard
hard hard sıfat 1. katı, sert, pek. 2. güç, zor, çetin. 3. katı, acımasız, sert. 4. acı, ağır, sert (söz). 5. şiddetli, kuvvetli. 6. şiddetli, sert; çok soğuk (mevsim, hava). 7. sert, kireçli, acı (su). 8. sert (içki). 9. tehlikeli ve bağımlılık yapan (madde).
hard-boiled egg
lop yumurta.
584
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hard-boiled
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hard-boiled hard'boyld' sıfat 1. lop, katı (yumurta). 2. konuşma dili kül yutmaz, kurt.
hard-core
hard-core hard'kôr' sıfat 1. yolundan şaşmaz, boyun eğmez, kararlı. 2. cinsel organları ve sevişme hareketlerini yakından gösteren. 3. çetin ceviz.
harden
hard.en har'dın fiil 1. sertleştirmek, katılaştırmak; sertleşmek, katılaşmak. 2. pekiştirmek, kuvvetlendirmek; pekişmek, kuvvetlenmek. 3. (çimento) donmak.
hardheaded
hard.head.ed hard'hed'îd sıfat makul düşünen.
hardhearted
hard.heart.ed hard'har'tîd sıfat katı yürekli, acımasız, kalpsiz.
hard-line
hard-line hard'layn' sıfat katı, inatçı, uzlaşmaz.
hardly to have time to breathe
(birinin) nefes alacak zamanı bile olmamak, çok meşgul olmak.
hardly
hard.lyzarf 1. zorla, güçlükle, güçbela. 2. hemen hemen: Hardly anything was left. Hemen hemen hiçbir şey kalmamıştı. I hardly knew her. Tanışıklığımız çok yüzeyseldi. This is hardly the time for that! Şimdi hiç de onun zamanı değil!
hardness
hard.nessisim 1. (fiziksel olarak) katılık, sertlik. 2. güçlük, zorluk. 3. katılık, sertlik, acımasızlık.
hard-nosed
hard-nosed hard'nozd' sıfat kendi çıkarını düşünen, çıkarcı.
hard-on
hard-on hard'an isim bakınız get a hard-on
hardship
hard.ship hard'şîp isim sıkıntı, darlık, güçlük.
hardware store
nalbur dükkânı.
hardware
hard.ware hard'wer isim 1. madeni eşya, hırdavat. 2. silah. 3. bilgisayar donanım.
hardwood
hard.wood hard'wûd isim 1. kerestesi sert ağaç. 2. sert kereste.
hardy
har.dy har'di sıfat dayanıklı, dirençli.
hare
hare her isim yabani tavşan.
harebrained
hare.brained her'breynd sıfat kuş beyinli, kafasız. 585
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
harelip
hare.lip her'lîp isim yarık dudak, tavşandudağı.
harem
har.em her'ım isim harem.
haricot bean
kuru fasulye.
hark back to
(geçmişe, önceki konuya) dönmek; (geçmişten, eski olaylardan) söz etmek.
hark
hark hark fiil dinlemek. ünlem Dinle!/Dur!/Sus!
harlot
har.lot har'lıt isim fahişe, orospu.
harm
harm harm isim 1. zarar, hasar, ziyan. 2. kötülük. fiil zarar vermek, kötülük etmek.
harmful
harm.fulsıfat zararlı.
harmless
harm.lesssıfat zararsız.
harmonic
har.mon.ic harman'îk sıfat 1. uyumlu, ahenkli. 2. müzik armonik, armoniye ait.
harmonica
har.mon.i.ca harman'îkı isim armonika, mızıka.
harmonious
har.mo.ni.ous harmo'niyıs sıfat ahenkli, uyumlu.
harmonise
har.mo.nise har'mınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız harmonize
harmonize
har.mo.nize har'mınayz fiil 1. uyum sağlamak. 2. müzik armonize etmek. 3. uymak.
harmony
har.mo.ny har'mıni isim 1. ahenk, uyum. 2. müzik armoni.
harness
har.ness har'nîs isim koşum takımı. fiil 1. (ata) koşum takmak. 2. to (atı) (arabaya) koşmak; (öküzleri) (sabana) koşmak. 3. (doğal bir gücü dizginleyerek) yararlanmak, kullanmak.
harp on
-in üzerinde çok durmak, (aynı şeyleri) tekrarlayıp durmak.
harp
harp harp isim, müzik harp, arp. fiil harp çalmak.
harpoon
har.poon harpun' isim zıpkın. fiil zıpkınlamak.
harpsichord
harp.si.chord harp'sıkôrd isim klavsen.
harrow
har.row her'o isim 1. kesek kırma makinesi. 2. tapan. fiil 1. tırmık çekmek, kesek kırmak. 2. tapanlamak, tapan çekmek.
harrowing
har.row.ingsıfat üzücü, asap bozucu. 586
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
harsh
harsh harş sıfat 1. sert, acı. 2. kaba, haşin, ters, huysuz.
hart
hart hart isim erkek geyik; kızıl geyiğin erkeği.
harvest
har.vest har'vîst isim 1. hasat. 2. hasat zamanı, hasat, orak mevsimi. 3. ürün, mahsul, rekolte. 4. sonuç, semere. fiil hasat etmek, biçmek.
has
has häz fiil bakınız have
hash over
konuşma dili tartışmak.
hash
hash häş isim 1. kuşbaşı doğranarak yeniden pişirilen et yemeği. 2. karmakarışık şey. 3. bozulmuş şey. 4. argo haşiş. fiil 1. kuşbaşı doğramak. 2. bozmak, altüst etmek.
hasheesh
hash.eesh häş'iş isim haşiş, hintkenevirinden çıkarılan esrar.
hashish
hash.ish häş'iş isim haşiş, hintkenevirinden çıkarılan esrar.
hasn't
has.n't häz'ınt kısaltma has not.
hasp
hasp häsp isim asma kilit köprüsü.
hassle
has.sle häs'ıl isim 1. tartışma. 2. zorluk, güçlük.
Haste makes waste.
Acele işe şeytan karışır.
haste
haste heyst isim 1. acele. 2. ivedilik.
hasten
has.ten hey'sın fiil acele ettirmek; acele etmek.
hastily
hast.i.lyzarf aceleyle.
hasty
hast.y heys'ti sıfat 1. acele, tez, çabuk. 2. düşüncesiz. 3. aceleci, telaşçı.
hat press
şapka kalıbı.
hat
hat hät isim şapka.
hatch
hatch häç isim, denizcilikle ilgili ambar ağzı; ambar kapağı.
hatchback
hatch.backisim, otomotiv arkada kapısı olan küçük araba.
hatchet
hatch.et häç'ît isim küçük balta.
hatchway
hatch.way häç'wey isim, denizcilikle ilgili ambar ağzı; lombar ağzı.
hate
hate heyt fiil nefret etmek. isim nefret.
hateful
hate.fulsıfat 1. nefret edilen. 2. nefret dolu. 587
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hatred
ha.tred hey'trîd isim kin, nefret, düşmanlık.
haughtiness
haughtinessisim kibirlilik, kendini beğenmişlik.
haughty
haugh.ty hô'ti sıfat kibirli, kendini beğenmiş, mağrur.
haul over the coals
haşlamak, azarlamak.
haul someone over the coals
birini azarlamak/haşlamak.
haul
haul hôl fiil 1. çekmek. 2. taşımak. 3. denizcilikle ilgili vira etmek. 4. (rüzgâr, gemi) yön değiştirmek, dönmek. isim 1. çekme, çekiş. 2. bir ağda çıkarılan balıklar. 3. taşıma uzaklığı. 4. taşınılan şey.
haunch
haunch hônç isim 1. kalça. 2. çoğul kıç, popo. 3. but; sağrı.
haunt
haunt hônt fiil 1. (hortlak veya ruhlar) sık sık uğramak. 2. usandırmak. 3. akıldan çıkmamak. 4. sık sık gitmek, dadanmak. 5. sürekli yanında bulunmak. isim sık sık gidilen yer, uğrak, uğrak yeri.
haunted
haunt.edsıfat tekin olmayan, perili.
haunting
haunt.ingsıfat zor unutulan, akıldan çıkmayan.
hauteur
hau.teur hotır' isim kibir, gurur.
have a ball
konuşma dili çok eğlenmek.
have a bath
banyo yapmak, yıkanmak.
have a bearing on
ile ilgisi olmak; -i etkilemek.
have a bee in one's bonnet
bir fikri kafasına takmış olmak.
have a big lead
çok önde olmak.
have a blast
konuşma dili çok eğlenmek.
have a BM
büyük aptes bozmak.
have a bone to pick with someone
biriyle paylaşacak kozu olmak, halledilecek davası olmak.
have a bone to pick with
ile paylaşılacak kozu olmak.
have a bowel movement
büyük aptes bozmak.
have a change of heart
fikir veya davranışlarını değiştirmek.
have a chip on one's shoulder
çok alıngan olmak.
have a crush on someone
konuşma dili birine fena halde tutulmak.
have a feeling for
-in dilinden anlamak: She has a feeling for animals. Hayvanların dilinden anlar. 588
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük have a field day
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bayram etmek. 2. with makaraya almak, sarakaya almak.
have a finger in the pie
çorbada tuzu bulunmak.
have a fit of the sulks
somurtup durmak.
have a fit
(öfkeden) deli olmak, babaları tutmak, küplere binmek, zıvanadan çıkmak. 2. mest olmak, deli olmak, neredeyse zil takıp oynamak, çok sevinmek. 3. fenalık geçirmek.
have a fling at
(bir şey yapmayı) denemek.
have a fling
kurtlarını dökmek.
have a gander at
konuşma dili -e bir göz atmak, -e bir bakmak.
have a go at
denemek: Have a go! Bir dene!
have a go
denemek: Have a go! Bir dene!
have a good grasp of
-i iyi kavramak, -e iyice vâkıf olmak.
have a good head on one's shoulders sağduyu sahibi olmak. have a good mind to
konuşma dili Aniden akla gelen ve neredeyse uygulamasına kalkışılacak olan bir fikri belirtmek için kullanılır: I've a good mind to give you a good whipping! Sana bir güzel dayak atmak geliyor içimden!
have a grudge against
birine karşı kin beslemek.
have a hand in
(bir işte) parmağı olmak.
have a heart
insaflı davranmak.
Have a heart!
İnsaf be!
have a line on
hakkında bilgi almak, bilgisi olmak.
have a losing streak
(birinin) şansı rast gitmemek.
have a lot of brass
çok yüzsüz olmak.
have a lucky streak
şansı rast gitmek.
have a lump in one's throat
üzüntüden boğazı tıkanmak.
have a mind to
-eceği gelmek, -esi gelmek: I have a mind to go there this instant. Oraya hemen gidesim geliyor.
have a narrow escape
ucuz kurtulmak.
have a one-track mind
bir konuyu tutturmak: You've got a one-track mind. Aklın fikrin hep onda.
589
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük have a penchant for
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-e meraklı olmak; -e düşkün olmak: He has a penchant for fixing things. Eşyaları tamir etmeye meraklı.
have a rough time
zor/sıkıntılı bir dönem geçirmek, zor/sıkıntılı bir dönemden geçmek; zor bir hayat geçirmek.
Have a round of drinks on me.
Herkese benden birer bardak içki.
have a run-in with someone
biriyle atışmak.
have a screw loose
konuşma dili bir tahtası eksik olmak, kafadan kontak olmak, kontak olmak.
have a share in
- de payı olmak.
have a short memory
çabuk unutmak, hafızası zayıf olmak.
have a soft heart
yumuşak kalpli olmak, müşfik olmak.
have a soft spot for
konuşma dili -e zaafı olmak.
have a sore throat
anjin olmak, boğazı yanmak.
have a spill
atın sırtından düşmek.
have a stiff neck
boynu tutulmak.
have a stomachache
(birinin) midesi ağrımak.
have a sweet tooth
tatlı sevmek, tatlı yiyecekleri sevmek.
have a temper
çabuk öfkelenen biri olmak.
have a tickle in one's throat
(birinin) boğazı gıcıklanmak.
have a voice in
-de söz hakkı olmak.
have a way with machines
makinelerden anlamak.
have a way with someone
birini kolaylıkla etkilemek.
have a whale of a time
çok eğlenmek.
have a whip-round
para toplamak.
have a winning streak
şansı rast gitmek.
have a word with someone
biriyle konuşmak.
have a working knowledge of
(bir şeyi) iyi kötü kullanabilecek kadar bilmek: They have a working knowledge of Russian. Bir Rusla iyi kötü anlaşabilecek kadar Rusça biliyorlar.
have a wreck
trafik kazası geçirmek.
have a yearning for
-i arzu etmek.
have a yearning to
-i arzu etmek.
have a yen to
(bir şey yapmayı) arzu etmek.
have a zizz
şekerleme yapmak, kestirmek, kısa bir uyku çekmek. 590
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
have an abortion
düşük yapmak.
have an accident
kaza geçirmek, kazaya uğramak.
have an ace in the hole
elinde kozu olmak.
have an ace up one's sleeve
elinde kozu olmak.
have an advantage over someone
başkasına göre avantajlı bir durumda olmak.
have an affair with
(kendisiyle evli olmayan biriyle) bir aşk ilişkisinde bulunmak.
have an aptitude for
-e yeteneği olmak.
have an in
(bir yerde) torpili olmak.
have an itching palm
para hırsı olmak.
have an option on something
bir şeyi belirli bir süre içinde alma veya reddetme hakkı olmak.
have an urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
have bats in the belfry
bir tahtası eksik olmak, kafadan kontak olmak.
have been around
konuşma dili görmüş geçirmiş olmak.
have both one's feet on the ground
aklı başında olmak, gerçekçi ve pratik bir şekilde düşünmek.
have cold feet
konuşma dili tereddüde düşmek, kararsızlığa kapılmak, şüpheler duymaya başlamak.
have designs on
-de gözü olmak.
have done with
bitirmek, işi tamamlamak.
have had it
argo 1. bıkmak: I've had it; I am going to divorce my husband. Artık bıktım; kocamdan boşanacağım. 2. artık yetmek: He's been cheating me for years, but now he's had it. Senelerdir beni aldatıyordu, ama artık yeter.
have half a mind to
konuşma dili bakınız have a good mind to
have hard feelings about
konuşma dili -e gücenmiş olmak.
have in mind
hatırında tutmak, aklında olmak.
have in reserve
ihtiyat olarak saklamak.
have it coming
-i hak etmek.
591
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük have it in for someone
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili birinin canını yakmak istemek; birinin canını yakmak için frsat kollamak; birine düşmanlık beslemek.
have it in one
yeteneği olmak.
have it made
ısmarlamak. 2. argo işi iş olmak, işleri tıkırında olmak.
have it out
bir davayı kavga ederek veya tartışarak sonuçlandırmak.
Have it your own way.
Siz bilirsiniz./Nasıl isterseniz öyle olsun.
Have it your way.
Nasıl istersen öyle yap.
have kittens
içini kurt kemirmek, dokuz doğurmak.
have many irons in the fire
kırk tarakta bezi olmak.
have no business doing something
(birinin) bir şey yapmaya hakkı olmamak: You have no business interfering in my affairs. Benim işlerime burnunu sokmaya hiç hakkın yok.
have no stomach for
(belirli bir şey için) (birinde) hiç istek/arzu olmamak.
have no thought of
hiç aklından geçmemek, -e hiç niyeti olmamak.
have no time for
-den hiç hoşlanmamak, -i hiç sevmemek. 2. (birinin) -e harcayacak vakti olmamak, (birinin) (biri/bir şey) için vakti olmamak.
have no use for
konuşma dili -i hiç sevmemek, -den hiç hoşlanmamak, -i adam yerine koymamak, -e hiç değer vermemek. 2. (birine) lazım olmamak; (birinin) işine yaramamak.
have none of
-e izin vermemek, -i kabul etmemek.
have nothing to do with
ile hiç görüşmemek; ile hiç ahbaplık etmemek; ile hiç emasta bulunmamak. 2. ile hiç ilgisi/alakası olmamak; I hiç ilgilendirmemek.
have nothing to show for it
elinde ne yaptığını gösterecek hiçbir şey olmamak.
have on
giyinmek. 2. şaka etmek.
have one foot in the grave
bir ayağı çukurda olmak.
have one's back to the wall
çaresiz kalmak.
have one's eyes on
gözü -in üzerinde olmak. 2. -e göz koymak.
have one's fill of
konuşma dili -den bıkmak, -den illallah demek.
have one's guard down
tetikte olmamak.
have one's guard up
tetikte olmak. 592
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
have one's hands free
elleri boş olmak. 2. boş olmak, meşgul olmamak.
have one's hands full
konuşma dili yeterince meşgul olmak.
have one's head screwed on right
aklı başında biri olmak.
have one's head screwed on the right wayaklı başında biri olmak. have one's head screwed on
aklı başında biri olmak.
have one's way
istediğini yaptırmak: She always gets her way. Hep onun istediği olur.
have one's wits about one
kafası yerinde olmak, doğru dürüst düşünebilmek.
have one's work cut out for one
(birinin) önünde zor bir iş olmak.
have other fish to fry
başka bir işi olmak.
have preference
tercih hakkına sahip olmak.
have recourse to
-e başvurmak.
have scruples about doing something vicdani nedenle bir şeyi yapmaktan çekinmek. have second thoughts about
(daha önce verilen bir karar hakkında) tereddüt etmeye başlamak.
have second thoughts
(daha önce verilen bir karar hakkında) tereddüt etmeye başlamak.
have sex
seks yapmak, sevişmek.
have shadows around one's eyes
gözleri mor halkalarla çevrili olmak.
have some say in
-de söz sahibi olmak.
have someone in mind
birini/bir şeyi düşünmek, biri/bir şey aklında olmak.
have someone on a string
birini parmağında oynatmak.
have someone on one's mind
biri/bir şey kafasını meşgul etmek, aklı birine/bir şeye takılmak.
have someone under one's thumb
birini istediği gibi idare etmek veya kullanmak.
have someone's number
birinin ne mal olduğunu öğrenmek/anlamak.
have something at one's fingertips
bir şey elinin altında bulunmak. 2. bir şeyi çok iyi bilmek.
have something dry-cleaned
bir şeyi kuru temizleyiciye vermek, bir şeyi temizletmek.
have something in common with someonebiriyle bir şeyi paylaşmak: I have nothing in common with him. Onunla ortak hiçbir şeyim yok. have something in mind
birini/bir şeyi düşünmek, biri/bir şey aklında olmak.
593
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük have something on one's mind
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
biri/bir şey kafasını meşgul etmek, aklı birine/bir şeye takılmak.
have something on someone
elinde suçlayıcı delil bulunmak.
have something on the brain
bir şeyi kafasına takmak.
have stars in one's eyes
ortalığı toz pembe görmek; çok sevinçli olmak.
have sympathy for
(görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek. 2. (birinin) halini anlamak.
have the best of it
galip gelmek, üstün olmak.
have the blues
konuşma dili efkârlı olmak.
have the courage of one's convictions inandığı şeyi yapma veya söyleme cesaretini göstermek. have the face to do something
bir şey yapmaya yüzü olmak/cüret etmek.
have the floor
mecliste söz söyleme hakkı olmak.
have the gall to
(belirli bir şeyi) yapacak kadar küstah olmak.
have the inside track
yarış alanının en iç kısmına yakın olmak. 2. daha elverişli durumda olmak.
have the last laugh
sonunda başarmak.
have the last word
(bir tartışma veya ağız kavgasının sonunda) son söz birinin olmak: He always has the last word. Son söz hep onun. 2. in (bir konuda) nihai karar/son söz birinin olmak.
have the run of
(bir yere) rahatça girip çıkabilmek; (bir yeri) serbestçe kullanabilmek.
have the runs
konuşma dili ishal olmak.
have the shits
ishal olmak.
have the squirts
konuşma dili içi sürmek, içi gitmek, ishal olmak.
have the time of one's life
olağanüstü güzel vakit geçirmek.
have the trots
konuşma dili ishal olmak, dibi tutmamak.
have the urge to
(bir şey yapmayı) çok istemek: He suddenly got the urge to make money. Birdenbire içinde para kazanma tutkusu uyandı.
have to do with
ile ilgisi olmak.
have to
-meli, -malı: I have to go. Gitmeliyim.
594
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük have what it takes
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili gereken niteliklere sahip olmak: She's got what it takes to be number one in her class. Sınıfının birincisi olmak için gerekli niteliklere sahip.
have words
kavga etmek, atışmak.
have
have häv fiil (had, having) kuraldışı çekimleri: şimdiki zaman I, you, we, they have; he, she it has; geçmiş zaman had . 1. sahip olmak; -si olmak. 2. almak; elinde tutmak. 3. elde etmek, ele geçirmek. 4. yapmak, etmek; yaptırmak, ettirmek. 5. konuşma dili aldatmak. 6. konuşma dili cinsel ilişkide bulunmak. Yardımcı fiil olarak geçmiş zamanı gösterir: I have gone. Gittim.
haven
ha.ven hey'vın isim 1. liman. 2. sığınak.
haven't
have.n't häv'ınt kısaltma have not .
haves
haves hävz isim, çoğul bakınız the haves and the havenots
havoc
hav.oc häv'ık isim hasar, tahribat, zarar ziyan.
haw
haw hô isim alıç.
hawk
hawk hôk isim 1. şahin; doğan. 2. atmaca. 3. çaylak.
hawker
hawk.erisim işportacı.
hawthorn
haw.thorn hô'thôrn isim alıç.
hay fever
tıbbi saman nezlesi.
hay
hay hey isim saman, kuru ot. fiil 1. (kurutmak için) ot biçmek. 2. otu biçip kurutmak.
hayloft
hay.loft hey'lôft isim otluk, samanlık.
hayrick
hay.rick hey'rîk isim kuru ot yığını, otluk; tınaz.
haystack
hay.stack hey'stäk isim kuru ot yığını, otluk; tınaz.
haywire
hay.wire hey'wayr sıfat bakınız go haywire
hazard a guess
tahmin etmek, kafadan atmak.
hazard
haz.ard häz'ırd isim şans, tehlike, riziko. fiil 1. tehlikeye atmak, şansa bırakmak. 2. -e cesaret etmek.
hazardous
haz.ard.oussıfat tehlikeli, rizikolu.
haze
haze heyz isim hafif sis, ince duman, pus.
hazel
ha.zel hey'zıl isim 1. fındık ağacı. 2. kestane rengi. sıfat ela (göz). 595
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hazelnut
ha.zel.nutisim fındık.
hazy
haz.y hey'zi sıfat 1. sisli, dumanlı, puslu. 2. anlaşılmaz, belirsiz, bulanık.
He came at the stroke of ten.
Saat onu çalarken geldi.
He can stew in his own juice!
Ne hali varsa görsün!
He can't see the woods for the trees. Ayrıntılara takılıp kaldığı için durumu bir bütün olarak göremiyor. He did what little he could.
Elinden geleni yaptı.
He didn't let any grass grow under his feet.
Hiç vakit kaybetmedi.
He doesn't give a damn.
Ona vız gelir. Umurunda değil. İplemez.
He failed to come.
Gelmedi.
He feels queasy.
Midesi bulanıyor.
He gives you good value for your money. Ödediğin para karşılığında sana iyi mal verir. He got his deserts.
Hak ettiğini buldu.
He had better not.
Yapmazsa daha iyi eder.
He had, say, a thousand dollars.
Diyelim ki bin doları vardı.
He has a bad name.
Adı kötüye çıkmış./Kötü şöhreti var.
He has a good head on his shoulders. Onun kafası çalışıyor./Aklı başında biri. He has his limitations.
Yetenekleri sınırlıdır.
He has left for India.
Hindistan'a hareket etti.
He has lots of friends.
Pek çok dostu var.
He has turned sixty.
Yaşı altmışı geçti./Altmış yaşına bastı.
He is down with a fever.
Ateşten yatağa düşmüş.
He is due in at noon.
Öğleyin varacak./Öğleyin gelmesi bekleniyor.
He is lousy with money.
Onun parası çok.
He is minus his hat.
Şapkası yok./Şapkasız.
He is not himself.
Kendinde değil.
He is past hope.
Ümitsiz durumda.
He is riding for a fall.
Belasını arıyor.
He is riding high.
İşleri yolunda/tıkırında.
He is welcome to come and go at his pleasure.
İstediği zaman gelip gidebilir.
He jolly well had to.
İngiliz İngilizcesi Yapmaktan başka çaresi yoktu.
He just missed being run over.
Ezilmekten zor kurtuldu.
He little knows ....
Bilmiyor ki .... 596
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
He looked me through and through. Beni iyice inceledi./Beni süzdü. He no longer comes here.
Artık buraya gelmiyor.
He numbers eighty years.
Seksen yaşında.
He read the book from cover to cover. He sends his compliments.
Kitabı başından sonuna kadar okudu.
Selamlarını gönderdi.
He should have known better than to do it.
O işi yapmayacak kadar aklı olmalıydı.
He treated me to a beer.
Bana bir bira ısmarladı.
He walks home to save carfare.
Yol parası harcamamak için eve yürür.
He was the life of the party.
Toplantıyı canlandıran o idi.
He will amount to something.
Başarılı bir adam olacak.
He will come to no good.
Onun sonu iyi olmaz.
He will have it that ....
-i iddia ediyor.
He will not take nay.
"Yok" sözünden anlamaz.
He wouldn't hurt a fly.
Karıncayı bile ezmez.
he
he hi zamir, eril o. sıfat erkek: he-goat teke.
head honcho
şef, başkan.
head over heels
başaşağı. 2. konuşma dili sırılsıklam (âşık olmak). 3. konuşma dili gırtlağına kadar (borç içinde olmak).
head someone off
birinin yolunu kesmek, birinin ilerlemesini engellemek. 2. birini kösteklemek.
head something off
bir şeyin yolunu kesmek, bir şeyin ilerlemesini engellemek. 2. bir şeyi engellemek.
head start
spor avantaq.
head up
konuşma dili başkanlık etmek.
head wind
pruva rüzgârı.
head
head hed sıfat baş, başta olan; başa ait. fiil 1. (bir şeyin) başkanlığını yapmak/başkanı olmak: Who heads this outfit? Buranın başkanı kim? 2. -in birincisi olmak: She headed her class. Sınıfının birincisiydi. 3. for -e gitmek; -in istikametini tutmak, -e doğru gitmek: You're heading for trouble. Bu gidişle başın belaya girecek. 4. towards -e doğru yöneltmek: Head your horses towards Kangal! Atlarınızı Kangal'a sürün!
headache
head.ache hed'eyk isim 1. baş ağrısı. 2. dert, baş belası. 597
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
headband
head.band hed'bänd isim saç bandı, bant.
headboard
head.board hed'bôrd isim karyolanın başucundaki tahta.
headdress
head.dress hed'dres isim başlık.
header
head.er hed'ır isim sayfa başlığı.
headfirst
head.first hed'fırst' zarf başı önde, balıklama (dalma).
headgear
head.gear hed'gîr isim başlık.
heading
head.ing hed'îng isim (yazıda) başlık.
headland
head.land hed'lınd, hed'länd isim, coğrafya burun.
headlight
head.light hed'layt isim, otomotiv far.
headline
head.line hed'layn isim başlık, manşet.
headlong
head.long hed'lông zarf 1. pervasızca, sakınmadan; balıklama. 2. apar topar.
headmaster
head.mas.ter hed'mäs'tır isim özel okul müdürü.
headmistress
head.mis.tress hed'mîs'trîs isim özel okul müdiresi.
head-on
head-on hed'an' sıfat, zarf baştan (çapma), kafa kafaya, burun buruna (çarpışma).
headphone
head.phone hed'fon isim telefon veya radyo kulaklığı.
headquarters
head.juar.ters hed'kwôrtırz isim 1. karargâh. 2. kumanda merkezi. 3. merkez büro. 4. merkezde çalışanlar.
headrest
head.rest hed'rest isim koltuk başlığı.
Heads or tails?
Yazı mı, tura mı?
headstrong
head.strong hed'strông sıfat inatçı, dik başlı, bildiğini okuyan.
headwaiter
head.wait.er hed'wey'tır isim şef garson.
headwaters
head.wa.ters hed'wôtırz isim, çoğul ırmağı besleyen kaynaklar.
headway
head.way hed'wey isim ilerleme, yol alma.
heady
head.y hed'i sıfat 1. kuvvetli, sert, çarpıcı (esans, içki). 2. inatçı, kafa tutan.
heal
heal hil fiil iyileştirmek; iyileşmek.
healer
heal.erisim 1. doktor. 2. üfürükçü.
health certificate
sağlık belgesi. 598
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
health food
sağlığa yararlı, katkısız, doğal besin.
health insurance
sağlık sigortası.
health officer
sağlık memuru.
health
health helth isim sağlık.
healthful
health.fulsıfat 1. sağlığa yararlı. 2. sağlıklı.
healthy
healthysıfat 1. sağlıklı, sağlam. 2. sağlığa yararlı.
heap
heap hip isim 1. yığın, küme. 2. konuşma dili çok miktar. 3. konuşma dili kalabalık. fiil 1. yığmak, kümelemek. 2. (hediye, hakaret) yağdırmak.
hear about
-den haberi olmak, -i duymak.
hear of
-den haberi olmak, -i duymak.
hear out
sonuna kadar dinlemek.
hear
hear hîr fiil (heard) 1. işitmek, duymak. 2. dinlemek, kulak vermek. 3. haber almak, mektup almak. 4. sorguya çekmek, ifadesini almak.
Hear! Hear!
İngiliz İngilizcesi Bravo!/Yaşa!
heard
heard hırd fiil bakınız hear
hearing aid
kulaklık, işitme cihazı.
hearing
hear.ing hîr'îng isim 1. işitme, işitim. 2. hukuk celse, duruşma, oturum.
hearsay evidence
hukuk başkalarından işitilerek öne sürülen delil.
hearsay
hear.say hîr'sey isim söylenti, dedikodu.
hearse
hearse hırs isim cenaze arabası.
heart attack
kalp krizi.
heart disease
kalp hastalığı.
heart failure
kalp yetmezliği.
heart transplant
kalp nakli.
heart
heart hart isim 1. yürek, kalp. 2. kasaplık yürek. 3. gönül, can. 4. merkez, orta. 5. (marul, enginar v.b.'nde) göbek. 6. öz, can damarı. 7. kuvvet, enerji. 8. cesaret, şevk. 9. iskambil oyunları kupa.
heartache
heart.ache hart'eyk isim kalp ağrısı, üzüntü, acı, keder.
heartbeat
heart.beat hart'bit isim kalp atışı, yürek vuruşu. 599
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük heartbreak
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
heart.break hart'breyk isim 1. büyük acı/keder. 2. büyük acı veren kimse/şey.
heartbreaking
heart.break.ingsıfat büyük acı veren.
heartburn
heart.burn hart'bırn isim, tıbbi mide ekşimesinden dolayı yemek borusunda veya midede duyulan yanma hissi.
hearten
heart.en har'tın fiil yüreklendirmek, cesaretlendirmek.
heartfelt
heart.felt hart'felt sıfat yürekten, candan, içten.
hearth
hearth harth isim 1. ocak, şömine. 2. yurt, aile ocağı.
heartless
heart.lesssıfat kalpsiz, acımasız, merhametsiz.
heart-rending
heart-rend.ing hart'rendîng sıfat yürek parçalayıcı, çok acıklı, yürekler acısı.
heartstrings
heart.strings hart'strîngz isim, çoğul bakınız pull at one's heartstrings tear at one's heartstrings tug at one's heartstrings
heart-to-heart
heart-to-heart hart'tıhart' sıfat samimi, açık.
hearty
heartysıfat 1. candan, yürekten, içten. 2. sağlam, kuvvetli, sağlıklı.
heat conduction
ısı iletimi.
heat rash
isilik.
heat stroke
sıcak çarpması.
heat wave
sıcak dalgası.
heat
heat hit fiil ısıtmak; ısınmak.
heated
heat.edsıfat 1. öfkeli. 2. kızışmış, kızışık, hararetli (tartışma).
heater
heat.er hi'tır isim ısıtıcı, soba, ocak, fırın.
heath
heath hith isim 1. fundalık. 2. funda, süpürge çalısı, süpürgeotu.
heathen
hea.then hi'dhın isim (heathen/heathens) 1. kâfirler, kefere, küffar. 2. kâfir. sıfat kâfir, kâfirlere özgü.
heather
heath.er hedh'ır isim süpürgeotuna benzer bir çalı.
heating coil
elektrik rezistans.
heating
heat.ing hi'tîng sıfat ısıtıcı. isim ısıtma.
heave a sigh
içini çekmek, ah çekmek. 600
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Heave ho!
denizcilikle ilgili Yisa! Vira salpa!
heave to
rüzgârı başa alıp gemiyi durdurmak. 2. faça edip durmak.
heave
heave hiv fiil (heaved/hove) 1. büyük bir güçle atmak veya fırlatmak. 2. kaldırmak, çekmek. 3. yukarı kaldırmak. 4. yükseltmek, kabartmak. 5. (deniz) kabarmak. 6. (göğüs) şişirmek; (göğüs) inip kalkmak. 7. (inilti) güçlükle çıkarmak. 8. kusmak. 9. denizcilikle ilgili ırgatı çevirmek, vira etmek.
heaven
heav.en hev'ın isim cennet.
heavenly body
gökcismi.
heavenly
heav.en.lysıfat 1. cennet gibi, çok güzel. 2. göksel, gökle ilgili, göğe ilişkin. 3. ilahi, Tanrısal.
heavily
heav.i.ly hev'ıli zarf 1. ağır bir şekilde. 2. şiddetle.
heaviness
heav.i.ness hev'inıs isim 1. ağırlık. 2. şiddet, yeğinlik.
heavy guns
ağır silahlar.
heavy industry
ağır sanayi.
heavy metals
ağır metaller.
heavy sea
dalgalı deniz.
heavy water
kimya ağır su.
heavy
heav.y hev'i sıfat 1. ağır. 2. şiddetli, kuvvetli (yağmur, rüzgâr, fırtına). 3. kalın (kar tabakası). 4. çok miktarda (oy kullanımı). 5. (borsada) çok miktarda (alım satım). 6. kabarmış (deniz). 7. aşırı. 8. kalın (elbise). 9. ciddi, önemli. 10. güç, zor (iş). 11. bulutlu, kapalı (gök). 12. sıkıcı, ezici, usandırıcı. 13. sıkıntılı, üzücü. 14. kederli. 15. zarafetsiz, incelikten yoksun, kaba. 16. ağır, hazmı güç (yemek). 17. ağır, boğucu (koku). 18. derin (sessizlik). 19. uyku basmış, ağırlaşmış (göz). 20. fizik ağır (izotop). 21. yoğun (trafik).
heavy-duty
heav.y-du.tysıfat dayanıklı, ağır iş için elverişli.
heavy-handed
heav.y-hand.edsıfat eli ağır, beceriksiz, sakar.
heavy-hearted
heav.y-heart.edsıfat üzgün, kederli.
heavyweight
heav.y.weight hev'iweyt isim, sıfat ağırsıklet. 601
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Hebrew
He.brew hi'bru isim, sıfat 1. İbrani. 2. İbranice.
heck
heck hek ünlem, argo Kahrolası.
heckle
heck.le hek'ıl fiil (konuşmacının) sözünü kesmek, soru yağmuruna tutmak, sıkıştırmak.
hectare
hec.tare hek'ter isim hektar.
hectic
hec.tic hek'tîk sıfat heyecanlı, telaşlı.
he'd
he'd hid kısaltma 1. he had. 2. he would.
hedge
hedge hec isim sık ağaç veya çalılardan oluşan çit; çalı çit. fiil 1. etrafına çalı dikmek, çalı ile çevirmek. 2. kuşatmak, sarmak, çevirmek. 3. kaçamak cevap vermek.
hedgehog
hedge.hog hec'hôg isim kirpi.
hedgerow
hedge.rowisim ekilmiş çalı veya ağaçlardan oluşan çit.
heed
heed hid fiil dikkat etmek, dinlemek, önemsemek. isim dikkat, önemseme.
heedless
heed.lesssıfat 1. dikkatsiz. 2. pervasız.
heehaw
hee.haw hi'hô isim eşek anırması, anırma.
heel
heel hil fiil ökçe takmak.
hefty
heft.y hef'ti sıfat, konuşma dili 1. oldukça ağır. 2. kuvvetli. 3. iriyarı. 4. bol.
heifer
heif.er hef'ır isim düve, doğurmamış genç inek.
height
height hayt isim 1. yükseklik. 2. boy. 3. yükselti. 4. doruk, en yüksek nokta.
heighten
height.en hayt'ın fiil 1. yükseltmek; yükselmek. 2. artırmak; artmak. 3. çoğaltmak; çoğalmak.
heinous
hei.nous hey'nıs sıfat tiksindirici, iğrenç, kötü, çirkin.
heir
heir er isim vâris, mirasçı, kalıtçı.
heiress
heir.ess er'ıs isim kadın mirasçı.
heirloom
heir.loom er'lum isim kuşaktan kuşağa geçen değerli şey.
held
held held fiil bakınız hold
helicopter
hel.i.cop.ter hel'ıkaptır, hi'lıkaptır isim helikopter.
heliotrope
he.li.o.trope hi'liyıtrop isim bambulotu.
helium
he.li.um hi'liyım isim helyum. 602
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hell
hell hel isim cehennem. ünlem Kahrolsun!
he'll
he'll hil kısaltma he will.
hellebore
hel.le.bore hel'ıbor isim çöpleme.
hellish
hell.ish hel'îş sıfat kötü, berbat, korkunç.
hello
hel.lo hılo' ünlem 1. Merhaba. 2. Alo.
helm
helm helm isim, denizcilikle ilgili dümen yekesi; dümen.
helmet
hel.met hel'mît isim 1. miğfer, tolga. 2. kask.
helmsman
helms.manisim dümenci.
help oneself to
(kendi kendine servis yaparak) (yiyeceklerden) almak: He helped himself to a piece of the cake. Kekten bir dilim aldı.
help out
yardımda bulunmak.
help someone out
birine yardım etmek: Can you help her out with her French? Fransızcasına yardım edebilir misin?
Help wanted.
Eleman aranıyor.
help
help help fiil 1. yardım etmek; katkıda bulunmak: I don't see how I can help you. Sana nasıl yardım edeyim bilemiyorum. 2. faydası olmak, fayda etmek; rahatlatmak; (acıyı) dindirmek; (gergin/zor bir durumu) yumuşatmak: I can lend you some money, if that'll help. Faydası olursa sana biraz borç verebilirim. Complaining won't help. Şikâyet etmek fayda etmez. A little lemon quice'll help. Biraz limon sıksan iyi olur. isim (help) 1. yardım; katkı. 2. yardımcı; hizmetçi; hizmetkâr. 3. ırgat, rençper.
Help!
İmdat!
helper
help.erisim yardımcı; muavin; çırak.
helpful
help.fulsıfat 1. faydalı, yararlı; kullanışlı. 2. yardımsever, yardımcı: You're not being helpful. Yardımcı olmuyorsun.
helping
help.ingisim 1. yardım etme; katkıda bulunma. 2. ahçılık porsiyon.
helpless
help.lesssıfat âciz; savunmasız. 603
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
helplessness
help.less.nessisim aciz, âcizlik; savunmasızlık.
helter-skelter
hel.ter-skel.ter hel'tır.skel'tır zarf alelacele, telaşla, apar topar. sıfat 1. karmakarışık. 2. gelişigüzel.
hem about
kuşatmak, içine almak, çevirmek.
hem in
kuşatmak, içine almak, çevirmek.
hem
hem hem isim elbise kenarı, baskı. fiil (hemmed, hemming) kıvırıp kenarını bastırmak.
hemisphere
hem.i.sphere hem'îsfîr isim yarıküre.
hemline
hem.line hem'layn isim, terzilik elbise veya paltonun etek kenarı, etek boyu, etek.
hemlock
hem.lock hem'lak isim baldıran, ağıotu.
hemoglobin
he.mo.glo.bin hi'mıglobîn isim hemoglobin.
hemophilia
he.mo.phil.i.a himıfîl'iyı isim, tıbbi hemofili.
hemophiliac
he.mo.phil.i.ac himıfîl'iyäk isim, sıfat hemofil.
hemorrhage
hem.or.rhage hem'ırîc isim, tıbbi kanama.
hemorrhoid
hem.or.rhoid hem'ıroyd isim, tıbbi basur, emoroit.
hemp
hemp hemp isim kenevir, kendir.
hemstitch
hem.stitch hem'stîç isim aqur, antika, sıçandişi.
hen
hen hen isim 1. tavuk. 2. dişi kuş.
hence
hence hens zarf 1. bu nedenle, bundan dolayı, dolayısıyla. 2. (belirli bir zaman) sonra. 3. buradan.
henceforth
hence.forthzarf bundan böyle, bundan sonra.
henceforward
hence.for.wardzarf bundan böyle, bundan sonra.
hencoop
hen.coop hen'kup isim kümes.
henpeck
hen.peck hen'pek fiil başının etini yemek, vır vır etmek, dır dır etmek.
henpecked
hen.peck.edsıfat kılıbık.
hepatitis
hep.a.ti.tis hepıtay'tîs isim, tıbbi hepatit, karaciğer iltihabı.
Her conscience pricked her.
Vicdanı kendisini rahatsız etti.
Her heart sank.
Birdenbire umutsuzluğa düştü.
her
her hır zamir, dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased her. Onun 604
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hoşuna gitti. sıfat onun; kendi: It's her book. Onun kitabı. She gazed at her portrait. Kendi portresini seyretti. herald
her.ald her'ıld isim 1. haberci, müqdeci. 2. protokol görevlisi, teşrifatçı. fiil haber vermek, ilan etmek.
herb
herb ırb, hırb isim 1. ot. 2. yemeklere tat vermek için kullanılan bitki. 3. şifalı bitki.
herbal
herb.alsıfat otlara ait; otlardan yapılan, bitkisel.
herbicide
her.bi.cide hır'bısayd isim herbisit, yabancı ot öldürücü.
herbivore
her.bi.vore hır'bıvôr isim otçul hayvan.
herbivorous
her.biv.or.ous hırbîv'ırıs sıfat otçul.
Hercules' allheal
çavşırotu, çavşır.
Hercules
Her.cu.les hır'kyıliz isim Herkül.
herd instinct
sürü içgüdüsü.
herd
herd hırd isim 1. hayvan sürüsü, sürü. 2. avam, ayaktakımı. fiil 1. gütmek. 2. sürü halinde gitmek.
herdsman
herds.man hırdz'mın isim (herdsmen) çoban.
here and there
orada burada, şurada burada.
Here goes!
Bismillah!/Haydi bakalım!/İşte başlıyorum! (Zor sayılan veya biraz korkulan bir şeyi yapmaya başlamadan hemen önce söylenir.)
Here you are.
Buyur, al. 2. Ha, geldin mi? 3. İşte!
here
here hîr zarf burada; buraya; burası.
hereabouts
here.a.bouts hîr'ıbauts zarf buralarda.
hereafter
here.af.ter hîräf'tır zarf ileride, bundan sonra.
hereby
here.by hîrbay' zarf bu vesile ile.
hereditary
he.red.i.tar.y hıred'ıteri sıfat 1. miras yoluyla geçen. 2. kalıtsal, kalıtımsal, irsi.
heredity
he.red.i.ty hıred'ıti isim kalıtım, soyaçekim, irsiyet.
herein
here.in hîrîn' zarf bunda, bunun içinde.
heresy
her.e.sy her'ısi isim 1. dince kabul olunmuş inançlara aykırı düşünce, dalalet. 2. hâkim olan felsefi veya siyasi doktrinlere karşı gelen düşünce.
605
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük heretic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
her.e.tic her'ıtîk isim kabul olunmuş doktrinlere karşı olan kimse.
heretical
he.ret.i.cal hıret'îkıl sıfat kabul olunmuş doktrinlere karşı olan.
heretofore
here.to.fore hir'tıfor zarf şimdiye kadar, bundan önce.
hereupon
here.up.on hîrıpan' zarf bunun üzerine.
herewith
here.with hîrwîth' zarf 1. bununla. 2. ilişikte.
heritage
her.i.tage her'ıtîc isim miras, kalıt.
hermit
her.mit hır'mît isim münzevi, topluluktan kaçan, yalnız başına yaşayan kimse.
hernia
her.ni.a hır'niyı isim fıtık, kavlıç.
hero
he.ro hîr'o, hi'ro isim (heroes) 1. kahraman, yiğit. 2. edebiyat kahraman, baş karakter.
heroic
he.ro.icsıfat 1. kahraman, kahramanca, cesur. 2. güzel sanatlar muazzam, gerçek boyutlarından çok büyük (heykel, resim). 3. edebiyat kahramanlarla ilgili, destansı, epik.
heroical
he.ro.icalsıfat 1. kahraman, kahramanca, cesur. 2. güzel sanatlar muazzam, gerçek boyutlarından çok büyük (heykel, resim). 3. edebiyat kahramanlarla ilgili, destansı, epik.
heroin
her.o.in her'owîn isim eroin.
heroine
her.o.ine her'owîn isim kadın kahraman.
heroism
her.o.ism her'owîzım isim kahramanlık.
heron
her.on her'ın isim balıkçıl.
herring
her.ring her'îng isim, zooloji ringa.
hers
hers hırz zamir, dişil onunki; onun: Take hers. Onunkini al. That's hers. O onun. That damn goat of hers is eating my roses. Onun o kör olası keçisi güllerimi yiyor.
herself
her.self hırself' zamir, dişil kendisi, kendi; bizzat.
hertz
hertz hırts isim, fizik (hertz/hertzes) hertz.
He's a good speller.
Onun imlası iyi.
He's a man of few words.
Az konuşan biri o. 606
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
He's a man of principle.
Prensip sahibi bir adam.
He's an object of scorn.
Herkes onu hor görüyor.
He's not the only fish in the sea!
Ondan başkası yok mu bu dünyada?
he's
he's hiz kısaltma 1. he is. 2. he has.
hesitant
hes.i.tant hez'ıtınt sıfat tereddütlü, ikircikli, ikircimli, kararsız, duruksun.
hesitantly
hes.i.tant.lyzarf tereddütle, duraksayarak.
hesitate
hes.i.tate hez'ıteyt fiil tereddüt etmek, duraksamak; çekinmek.
hesitation
hes.i.ta.tionisim tereddüt, duraksama, ikircik, ikircim.
heterogeneous
het.er.o.ge.ne.ous hetırıci'niyıs sıfat heteroqen.
heterophyte
het.er.o.phyte het'ırıfayt isim tamasalak.
heterosexual
het.er.o.sex.u.al hetırısek'şuwıl sıfat karşı cinse ilgi duyan, heteroseksüel.
hew down
(ağacı) kesip devirmek.
hew out
yontarak şekil vermek. 2. zahmetle meydana getirmek.
hew
hew hyu fiil (hewed, hewn) 1. balta ile kesmek. 2. yontmak. 3. kesmek, yarmak.
hewn
hewn hyun fiil bakınız hew
hexagon
hex.a.gon hek'sıgan isim, geometri altıgen.
hey
hey hey ünlem 1. Hey!/Baksana! 2. Haydi! 3. A!
heyday
hey.day hey'dey isim altın çağ, en parlak dönem.
hi
hi hay ünlem 1. Merhaba! 2. İngiliz İngilizcesi Hey!
hiatus
hi.a.tus hayey'tıs isim (hiatuses/hiatus) aralık, açıklık, ara, fasıla, boş yer.
hibernate
hi.ber.nate hay'bırneyt fiil kış uykusuna yatmak.
hibernation
hi.ber.na.tionisim kış uykusu.
hibiscus
hi.bis.cus haybîs'kıs, hîbîs'kıs isim çingülü.
hiccough
hic.cough bakınız hiccup
hiccup
hic.cup hîk'ıp isim hıçkırık. fiil hıçkırmak.
hick
hick hîk isim, konuşma dili taşralı, hödük, hanzo, kıro.
hickory
hick.o.ry hîk'ıri, hîk'ri isim, botanik karya.
hid
hid hîd fiil bakınız hide
hidden
hid.den hîd'ın fiil bakınız hide sıfat gizli, kapalı. 607
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hide away
saklamak; saklanmak.
hide
hide hayd isim hayvan derisi, deri; post.
hide-and-seek
hide-and-seek hayd'ınsik' isim saklambaç.
hideaway
hide.a.way hayd'ıwey isim (polisten) saklanacak yer, yatak.
hidebound
hide.bound hayd'baund sıfat dar görüşlü, eski kafalı.
hideous
hid.e.ous hîd'iyıs sıfat çok çirkin, iğrenç, korkunç.
hide-out
hide-out hayd'aut isim bakınız hideaway
hiding-place
hid.ing-place hay'dîng.pleys isim 1. saklanacak yer, gizlenecek yer. 2. zula.
hierarchical
hi.er.ar.chi.cal hayırar'kîkıl sıfat hiyerarşik.
hierarchy
hi.er.ar.chy hay'ırarki isim hiyerarşi.
hieroglyph
hi.er.o.glyph hay'ırıglîf isim hiyeroglif.
hi-fi
hi-fi hay'fay isim, sıfat bakınız high fidelity
high and low
her yerde. 2. zengin fakir, herkes.
high fidelity
sesi çok doğal bir şekilde verme. 2. sesi çok doğal bir şekilde veren (radyo, pikap, hoparlör).
high frequency
yüksek frekans.
high gear
otomotiv en hızlı vites.
high hurdles
yüksek engel. 2. yüksek engelli 338 metrelik koşu.
high jinks
şamata, cümbüş.
high jump
spor yüksek atlama.
high latitudes
kutuplara yakın yerler.
high living
lüks hayat.
high octane gasoline
yüksek oktanlı benzin.
high places
yüksek mertebeler.
high point
en önemli veya en heyecanlı nokta.
high price
yüksek fiyat.
high relief
güzel sanatlar yüksek kabartma.
high school
lise.
high seas
enginler, açık deniz.
high tide
denizin kabarmış olması, denizin kabarmış hali. 2. denizin kabarmış olduğu zaman.
608
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük high
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
high hay sıfat 1. yüksek. 2. kibirli, kendini beğenmiş. 3. yüce. 4. müzik tiz, yüksek perdeden. 5. lüks (yaşantı). 6. kokmuş (et). 7. coğrafya kutuplara yakın. 8. coşkun, taşkın (neşe). 9. yüksek, fahiş (fiyat). 10. şiddetli, sert (rüzgâr). 11. kabarık, azgın (deniz). 12. argo uyuşturucu etkisi altında.
highbrow
high.brow hay'brau sıfat, isim entelektüel.
highchair
high.chair hay'çer isim yüksek mama iskemlesi.
high-class
high-class hay'kläs' sıfat, konuşma dili kaliteli, birinci sınıf.
high-density
high-den.si.ty hay'densıti sıfat, bilgisayar yüksek yoğunluklu.
higher education
yükseköğrenim.
higher
high.er hay'ır sıfat daha yüksek.
high-grade
high-grade hay'greyd' sıfat kaliteli, üstün nitelikli, ekstra.
highlands
high.lands hay'lındz isim, çoğul dağlık yer.
highlight
high.light hay'layt isim 1. (resimde) ışıklı bölüm. 2. fotoğrafçılık parlak nokta. 3. ilgi çekici olay; en önemli bölüm. fiil 1. -i vurgulamak, -in altını çizmek, -e dikkati çekmek. 2. bilgisayar aydınlatmak.
highly
high.ly hay'li zarf 1. çok, pek çok, son derece. 2. çok iyi; çok olumlu bir şekilde.
high-minded
high-mind.ed hay'mayn'dîd sıfat yüce gönüllü.
highness
high.ness hay'nîs isim yücelik.
high-pitched
high-pitched hay'pîçt' sıfat çok tiz.
high-pressure
high-pres.sure hay'preş'ır isim yüksek basınç. sıfat 1. zorla yapılan (satış). 2. zorlayıcı.
high-rise
high-rise hay'rayz' sıfat, isim yüksek (bina, apartman).
highroad
high.road hay'rod isim anayol.
high-speed train
hızlı tren.
high-speed
high-speed hay'spid' sıfat büyük hızla giden.
high-strung
high-strung hay'str^ng' sıfat sinirli, sinirleri gergin.
609
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük high-water mark
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
suyun azami kabarma noktası. 2. doruk, en üstün başarı düzeyi.
high-water
high-wa.ter hay'wô'tır isim 1. azami kabarma. 2. taşkın.
highway
high.way hay'wey isim anayol.
highwayman
high.way.man hay'weymîn isim eşkıya, haydut.
hijack
hi.jack hay'cäk fiil 1. (uçak, gemi) kaçırmak. 2. (kamyon, tren v.b.'ni) soymak.
hijacker
hi.jack.erisim 1. uçak korsanı. 2. (kamyon, tren v.b.'ni durdurarak soyan) soyguncu.
hike
hike hayk fiil 1. uzun yürüyüş yapmak. 2. (eteğini) toplamak. 3. (fiyatı) yükseltmek, artırmak. isim 1. uzun ve çetin yürüyüş. 2. yükselme, artış.
hiker
hikerisim uzun yürüyüş yapan kimse.
hilarious
hi.lar.i.ous hîler'iyıs sıfat gürültülü ve neşeli.
hilarity
hi.lar.i.tyisim neşe, kahkaha.
hill
hill hîl isim 1. tepe. 2. bayır, yokuş.
hillside
hill.side hîl'sayd isim yamaç.
hilltop
hill.top hîl'tap isim doruk.
hilly
hillysıfat tepelik.
hilt
hilt hîlt isim kabza, kılıç kabzası.
him
him hîm zamir, eril onu; ona.
himself
him.self hîmself' zamir, eril kendisi, kendi; bizzat.
hind legs
arka ayaklar.
hind quarter
but (et).
hind
hind haynd isim dişi geyik.
hinder
hin.der hîn'dır fiil engellemek.
hindermost
hind.er.mostsıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
Hindi
Hin.di hîn'di isim, sıfat Hintçe.
hindmost
hind.mostsıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
hindmoster
hind.mostersıfat en arkadaki, en gerideki, en sondaki.
hindrance
hin.drance hîn'drıns isim 1. engelleme. 2. engel.
Hindu
Hin.du hîn'du isim Hindu, dini Hinduizm olan kimse. sıfat Hindu; Hinduizme özgü; dini Hinduizm olan.
610
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hinge
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hinge hînc isim 1. menteşe, reze. 2. dayanak noktası. fiil 1. menteşe takmak. 2. on/upon -e bağlı olmak, -e dayanmak.
hint at
-i hissettirmek, -i üstü kapalı söylemek, -i dokundurmak, -i ima etmek.
hint
hint hînt isim ima, üstü kapalı söz. fiil ima etmek, çıtlatmak.
hinterland
hin.ter.land hîn'tırländ isim hinterlant, iç bölge.
hip
hip hîp isim kalça.
hipbone
hip.boneisim kalça kemiği.
hippie
hip.pie hîp'i isim hippi.
hippo
hip.po hîp'o isim, konuşma dili suaygırı.
hippopotamus
hip.po.pot.a.mus hîpıpat'ımıs isim (hippopotamuses/hippopotami) suaygırı.
hire oneself out
ücretle çalışmak.
hire out
-i kiraya vermek.
hire
hire hay'ır isim kira; ücret. fiil 1. ücretle tutmak. 2. kira ile tutmak, kiralamak.
hirsute
hir.sute hır'sut sıfat 1. kıllı, tüylü. 2. saçlı sakallı.
His All Holiness
Patrik Cenapları (Ekümenik Patrik için kullanılır.).
His bark is worse than his bite.
Ne varsa dilindedir.
His blood is up.
konuşma dili Bayağı kızdı.
His eye fell upon me.
Gözü bana ilişti.
His face became purple.
Öfkeden mosmor kesildi.
His face fell.
Suratı asıldı.
His face was wreathed in smiles.
Tebessüm ediyordu.
His hair stood on end.
Tüyleri ürperdi.
His head is spinning.
Başı dönüyor.
His heart is in the right place.
İyi niyetlidir.
His Highness
Ekselansları.
His Holiness
Papa Cenapları.
His Honor
Sayın Yargıç. 2. Sayın Başkan (belediye başkanı).
his opposite number
karşı tarafta aynı yeri işgal eden kimse.
his strong point
onun kuvvetli tarafı. 611
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük his
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
his hîz zamir, eril onunki; onun: I don't want his. Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun. Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. sıfat onun; kendi: It's his car. Onun arabası. He likes his handwriting. Kendi elyazısını beğeniyor.
hiss someone off the stage
birini ıslıklayarak sahneden kovmak.
hiss
hiss hîs fiil 1. tıslamak. 2. ıslıklamak, ıslık çalarak yuhalamak. isim 1. tıslama. 2. ıslık.
hist.
hist.kısaltma «historian» historical history
histoid
his.toid hîs'toyd sıfat dokusal.
histology
his.tol.o.gy hîstal'ıci isim dokubilim, histoloqi.
historian
his.to.ri.an hîstôr'iyın isim tarihçi.
historic moment
dönüm noktası, tarihi an.
historic
his.tor.ic hîstôr'îk sıfat 1. tarihsel, tarihi. 2. önemli.
historical novel
tarihi roman.
historical
his.tor.i.cal hîstôr'îkıl sıfat tarihsel, tarihi, tarihle ilgili.
historically
his.tor.i.cal.lyzarf tarihe göre.
history
his.to.ry hîs'tıri isim tarih.
hit below the belt
konuşma dili doğru olmayan bir şekilde saldırmak; mertliğe/delikanlılığa yakışmayan bir şekilde saldırmak. 2. boks belden aşağı vurmak.
hit it off
anlaşmak, uyuşmak.
hit man
konuşma dili kiralık katil.
hit one's head against a stone wall
boşuna uğraşmak, haybeye kürek çekmek.
hit one's stride
konuşma dili iyi iş yapar duruma gelmek, işin havasına girmek; (deneyim kazandıktan sonra artık) iyi iş yapmak.
hit pay dirt
konuşma dili (bir şeyi arayan biri) aradığını bulmak/kendisini çok umutlandıran bir şey bulmak.
hit the books
konuşma dili ineklemek.
hit the bottle
şişeyi devirmek.
hit the ceiling
tepesi atmak.
hit the deck
argo 1. yataktan kalkmak. 2. iki/bir seksen uzanmak.
612
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hit the high spots
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ancak en önemli noktalara değinmek. 2. ancak en önemli şeyleri görmek.
hit the hoy
konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
hit the jackpot
konuşma dili turnayı gözünden vurmak, aşığı cuk oturmak; en büyük para ödülünü kazanmak.
hit the mark
hedefi vurmak. 2. tahmini doğru olmak.
hit the nail on the head
taşı gediğine koymak. 2. tam bilmek. 3. tam isabet kaydetmek.
hit the roof
küplere binmek, tepesi atmak.
hit the sack
konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
hit the spot
(yiyecek, içecek) çok makbule geçmek.
hit the trail
yola koyulmak.
hit upon
rasgele bulmak.
hit
hit hît fiil (hit, hitting) 1. vurmak, çarpmak. 2. isabet ettirmek; isabet etmek. isim 1. vuruş, vurma, darbe. 2. isabet. 3. başarı. 4. yerinde söz.
hit-and-run
sıfat çarpıp kaçan (şoför).
hitch on to
-e bağlamak.
hitch up
to (atı) -e koşmak. 2. yukarı çekmek.
hitch
hitch hîç fiil 1. ip ile bağlamak; bağlamak, iliştirmek, takmak. 2. topallamak. 3. çekelemek. isim 1. engel. 2. aksama. 3. bağlantı parçası. 4. volta, bağ, adi düğüm.
hitchhike
hitch.hikefiil otostop yapmak.
hitchhiker
hitch.hikerisim otostopçu.
hither and thither
oraya buraya, şuraya buraya. 2. bir ileri bir geri.
hither and yon
oraya buraya, şuraya buraya. 2. bir ileri bir geri.
hither
hith.er hîdh'ır zarf buraya. sıfat beriki, beri yandaki.
hitherto
hith.er.tozarf şimdiye kadar, şimdiye dek.
hive
hive hayv isim kovan; arı kovanı.
hives
hives hayvz isim, tıbbi ürtiker, kurdeşen.
hoard
hoard hôrd isim biriktirilmiş şey, istif. fiil biriktirmek, stok etmek, istiflemek.
hoarder
hoard.erisim biriktirip saklayan kimse, istifçi.
hoarding
hoard.ingisim istifçilik. 613
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hoarfrost
hoar.frost hôr'frôst' isim kırağı.
hoarhound
hoar.hound hor'haund isim bakınız horehound
hoarse
hoarse hôrs sıfat 1. boğuk. 2. boğuk sesli.
hoarsely
hoarse.lyzarf boğuk sesle.
hoarseness
hoarse.nessisim 1. boğukluk. 2. boğuk seslilik.
hoary
hoar.y hôr'i sıfat kır; ak, ağarmış.
hoax
hoax hoks isim 1. şaka, latife. 2. hile, oyun. fiil aldatmak, oyun etmek, işletmek.
hobble
hob.ble hab'ıl fiil 1. topallamak, aksayarak yürümek. 2. bukağı vurmak, kösteklemek. 3. topal etmek. isim 1. topallama, aksama. 2. bukağı, köstek. 3. dert. 4. ayak bağı, engel.
hobby
hob.by hab'i isim hobi, düşkü, özel zevk.
hobgoblin
hob.gob.lin hab'gablîn isim 1. ifrit, gulyabani. 2. yersiz korku; saplantı.
hobo
ho.bo ho'bo isim (hoboes/hobos) 1. gezici rençper. 2. serseri, aylak, boş gezenin boş kalfası.
hock
hock hak isim, konuşma dili rehin. fiil rehine koymak.
hockey
hock.ey hak'i isim, spor hokey.
hodgepodge
hodge.podge hac'pac isim 1. karmakarışık şey. 2. türlü yemeği.
hoe
hoe ho isim çapa. fiil çapalamak.
hog wild
çılgın.
hog
hog hôg, hag isim büyük domuz.
hoist
hoist hoyst fiil 1. yukarı kaldırmak; yukarı çekmek. 2. (bayrak) çekmek. isim yük asansörü.
hold a child back a year
çocuğa (okulda) aynı sınıfı tekrarlatmak.
hold a crowd back
kalabalığı zaptetmek.
hold a thing over someone
birini bir şey ile durmadan tehdit etmek.
hold against
(suçu) -e yüklemek. 2. yüzüne vurmak.
hold aloof
uzak durmak, yaklaşmamak, ilişki kurmamak.
hold an animal at bay
birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini önlemek, sindirmek.
hold at bay
arada mesafe bırakmak, yaklaştırmamak. 614
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hold by
konuşma dili tutmak, inanmak.
hold down
konuşma dili (bir işi) yürütmek. 2. baskı altında tutmak.
hold forth
önermek, öne sürmek. 2. nutuk söylemek, uzun uzadıya konuşmak.
hold good
geçerli olmak.
hold in contempt
hakir görmek, hor görmek.
hold in esteem
saymak, saygı göstermek.
hold in leash
yularını elden bırakmamak.
hold in pledge
rehin olarak tutmak.
hold in reserve
ihtiyat olarak saklamak.
hold in
tutmak, zaptetmek.
hold incommunicado
kimseyle görüştürmemek, başkalarıyla görüşmesine izin vermemek.
hold no brief for
-in savunucusu olmamak, -in taraftarı olmamak.
hold off
uzakta tutmak, yaklaştırmamak. 2. ertelemek.
hold on to
-i tutmak, -e tutunmak.
hold on
devam etmek, süregelmek. 2. tutmak. 3. dayanmak, direnmek. 4. (telefonda) beklemek.
Hold on!
konuşma dili Dur!/Bekle!
hold one's ground
durumunu korumak.
hold one's own
konuşma dili 1. bir şeyi başkaları/başkası kadar iyi yapabilmek: She can hold her own with the best of 'em. En iyi olanlarla aşık atabilir. 2. var olan durumu sürdürmek; daha kötüye gitmemek: This firm's holding its own. Bu firma eski durumunu koruyor.
hold one's peace tongue
dilini tutmak, konuşmamak.
hold one's peace
susmak, bir şey söylememek.
hold one's tongue
dilini tutmak, konuşmamak.
hold out on one
birinden gizlemek.
hold out
dayanmak. 2. ileri sürmek. 3. yetmek. 4. ayak diremek.
hold over
ertelemek.
hold someone at bay
birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini önlemek, sindirmek. 615
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hold someone back
birinin ilerlemesini durdurmak/engellemek.
hold someone in high regard
birine/bir şeye saygı duymak.
hold someone in one's arms
birini kucağında tutmak.
hold something in high regard
birine/bir şeye saygı duymak.
hold still
kıpırdamamak.
hold sway
egemen olmak.
hold the field
üstünlüğünü korumak.
hold the line
değişikliğe karşı olmak. 2. telefonu kapatmamak.
hold the pass
geçidi tutmak.
hold the purse strings of
kasanın anahtarı (birinde) olmak, para (birinin) elinde olmak.
hold together
bir arada tutmak. 2. ayrılmamak. 3. (ifade) tutarlı olmak.
hold up
kaldırmak. 2. tutmak, yardımda bulunmak, korumak. 3. geciktirmek; engellemek. 4. arzetmek, göstermek. 5. yolunu kesip soymak.
hold water
konuşma dili geçerli olmak, makul olmak.
hold with
ile aynı fikirde olmak.
Hold your horses!
konuşma dili Dur!/Bekle!
hold
hold hold fiil (held) 1. tutmak: Hold my hand. Elimi tut. 2. bırakmamak, zaptetmek. 3. içine almak: How much water will this glass hold? Bu bardak ne kadar su alır? 4. alıkoymak, salıvermemek, durdurmak. 5. sahip olmak, elinde tutmak. 6. (toplantı) düzenlemek. 7. (makam) işgal etmek. 8. (mevzi) savunmak, korumak. 9. (ağırlık) taşımak, çekmek. 10. devam ettirmek. 11. inanmak; kabul etmek; düşünmek, saymak; karar vermek. 12. devam etmek. 13. (zamk) yapışmak. 14. dayanmak, sabit olmak. 15. to -e sadık kalmak, -den caymamak, -den vazgeçmemek: He held to his decision. Kararından caymadı. 16. değişmemek. 17. devam etmek, arkası kesilmemek, ilerlemek. 18. durmak. isim 1. tutma, tutuş. 2. tutunacak yer. 3. tutamak. 4.
616
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sığınacak yer, destek, dayanak noktası. 5. nüfuz, hüküm. 6. müzik uzatma işareti. holder
hold.er hol'dır isim 1. kulp, tutamak, tutamaç. 2. tutacak. 3. hukuk hamil, sahip. 4. kiracı.
holding company
holding.
holding
hold.ing hol'dîng isim 1. tutma. 2. kira ile tutulmuş arazi. 3. Genellikle çoğul mal, mülk ve tahvil gibi eldeki değerler, edinç.
holdover
hold.o.ver hold'ovır isim, konuşma dili süresi uzatılmış şey veya kimse.
holdup
hold.up hold'^p isim 1. durdurma. 2. gecikme. 3. engel. 4. yolunu kesip soyma.
hole up
saklanmak.
hole
hole hol isim 1. delik. 2. boşluk. 3. çukur. fiil delik açmak, delmek.
holiday
hol.i.day hal'ıdey isim 1. tatil günü; tatil. 2. bayram günü; yortu günü.
holiness
ho.li.ness ho'linîs isim kutsallık, kutsiyet.
Holland
Hol.land hal'ınd isim Hollanda.
holler
hol.ler hal'ır fiil, konuşma dili bağırmak, haykırmak. isim bağırış, haykırış.
hollow victory
bir şeye yaramayan zafer, boş başarı.
hollow
hol.low hal'o sıfat 1. içi boş, oyuk. 2. çukur, derin, çökük. 3. yankı yapan, boşluktan gelen (ses). 4. yalan, sahte. isim oyuk, çukur. fiil out oymak.
holly
hol.ly hal'i isim çobanpüskülü.
hollyhock
hol.ly.hock hal'ihak isim gülhatmi.
holocaust
hol.o.caust hal'ıkôst isim 1. yakarak yok etme. 2. katliam.
holster
hol.ster hol'stır isim tabanca kılıfı.
Holy Ghost
Kutsal Ruh.
Holy Scripture
Kitabı Mukaddes.
Holy Week
Paskalyadan önceki hafta.
holy
ho.ly ho'li sıfat kutsal, mukaddes. 617
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük homage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hom.age ham'îc, am'îc isim (hükümdara v.b.'ne gösterilen) saygı, hürmet.
home base
merkez, üs.
home economics
ev ekonomisi.
home office
(büyük bir firmaya ait) merkez bürosu, merkez.
home port
demirleme limanı.
Home Secretary
İngiliz İngilizcesi İçişleri Bakanı.
home
home hom isim 1. ev, aile ocağı, yuva. 2. vatan, yurt, memleket. sıfat 1. ev ile ilgili, eve özgü. 2. İngiliz İngilizcesi içişlerine ait.
homebody
home.bod.y hom'badi isim evde oturmayı tercih eden kimse.
homeland
home.land hom'länd isim anavatan, anayurt.
homeless
home.less hom'lîs sıfat evsiz, evsiz barksız.
homelike
home.like hom'layk sıfat ev gibi, rahat.
homely
home.ly hom'li sıfat 1. basit, sade. 2. çirkin.
homemade
home.made hom'meyd' sıfat evde yapılmış.
homemaker
home.mak.er hom'meykır isim ev kadını.
homeroom
home.roomisim (okulda) esas dershane.
homesick
home.sick hom'sîk sıfat vatan veya ev hasreti çeken.
homesickness
home.sick.nessisim sıla hasreti.
homespun
home.spun hom'sp^n sıfat 1. evde dokunmuş. 2. basit, sade.
homestead
home.stead hom'sted isim 1. ev ve eklentileri. 2. çiftlik ve eklentileri.
homeward bound
memleketine dönen; evine giden.
homeward
home.ward hom'wırd zarf eve doğru.
homework
home.work hom'wırk isim ev ödevi, ödev.
homicide
hom.i.cide ham'ısayd isim adam öldürme, cinayet, katil.
homogeneity
ho.mo.ge.ne.i.ty homıcıni'yıti isim homoqenlik, bağdaşıklık, türdeşlik.
homogeneous
ho.mo.ge.ne.ous homıci'niyıs sıfat homoqen, bağdaşık, türdeş. 618
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük homogenise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ho.mog.e.nise hımac'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız homogenize
homogenize
ho.mog.e.nize hımac'ınayz fiil 1. homoqenleştirmek, bağdaşık hale getirmek. 2. dövüp kıvamına getirmek.
homogenized
ho.mog.e.nizedsıfat homoqenize: homogenized milk homojenize süt.
homogenizer
ho.mog.e.nizerisim homoqenleştirici.
homologous
ho.mol.o.gous homal'ıgıs sıfat homolog.
homonym
hom.o.nym ham'ınîm, ho'mınîm isim eşadlı.
homosexual
ho.mo.sex.u.al homısek'şuwıl isim, sıfat homoseksüel, eşcinsel.
Hon.
Hon.kısaltma Honorable
Honduran
Hon.du.ran handur'ın, handyur'ın isim Honduraslı. sıfat 1. Honduras, Honduras'a özgü. 2. Honduraslı.
Honduras
Hon.du.ras handur'ıs, handyur'ıs isim Honduras.
hone
hone hon fiil bilemek.
honest
hon.est an'îst sıfat 1. dürüst, namuslu. 2. hilesiz.
honestly
hon.est.lyzarf 1. sahiden, gerçekten. 2. dürüstçe, hilesizce.
Honesty is the best policy.
Dürüstlük en iyi yoldur.
honesty
hon.es.ty an'îsti isim dürüstlük, namus.
honey in the comb
petek balı.
honey
hon.ey h^n'i isim 1. bal. 2. konuşma dili sevgilim; canım.
honeybee
hon.ey.bee h^n'ibi isim balarısı.
honeycomb
hon.ey.comb h^n'ikom isim (ballı veya balsız) petek. fiil bakınız be honeycombed with
honeymoon
hon.ey.moon h^n'imun isim balayı. fiil balayına çıkmak.
honeysuckle
hon.ey.suck.le h^n'is^kıl isim hanımeli.
honk
honk hôngk isim 1. yabankazı sesi. 2. klakson sesi. fiil 1. kaz sesi çıkarmak. 2. klakson çalmak.
honor a debt
borcunu ödemek. 619
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
honor roll
iftihar listesi.
honor
hon.or an'ır isim 1. onur, şeref. 2. şöhret, nam, ün. 3. namus, iffet. fiil 1. şereflendirmek, şeref vermek. 2. (bono, çek) kabul edip karşılığını ödemek.
honorable mention
mansiyon.
honorable
hon.o.ra.blesıfat şerefli.
honorarium
hon.o.rar.i.um anırer'iyım isim (honoraria/honorariums) ücret, serbest meslek sahibine hizmet karşılığında verilen para.
honorary
hon.or.ar.y an'ıreri sıfat 1. fahri, onursal. 2. ücretsiz yapılan.
honour
hon.our an'ır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız honor
hood
hood hûd isim 1. kukuleta, başlık. 2. otomotiv motor kapağı, kaput. 3. gangster.
hoodlum
hood.lum hud'lım isim serseri, kabadayı.
hoodwink
hood.wink hûd'wîngk fiil aldatmak, göz boyamak.
hoof it
konuşma dili 1. yaya gitmek, taban tepmek. 2. dans etmek.
hoof
hoof hûf, huf isim (hoofs/hooves) toynak. fiil bakınız hoof it
hook and eye
erkek ve dişi kopça.
hook up with
argo 1. ile ilişki kurmak. 2. ile evlenmek.
hook up
kancayla bağlamak. 2. birleştirmek.
hook
hook hûk isim 1. kanca, çengel; kopça. 2. orak. fiil 1. çengel ile yakalamak, tutmak, çekmek, bağlamak. 2. olta ile (balık) tutmak. 3. çengel şekline sokmak. 4. takılmak, asılmak.
hook, line and sinker
konuşma dili tamamen, olduğu gibi: He swallowed my story hook, line and sinker. Masalımı olduğu gibi yuttu.
hooka
hook.aisim bakınız hookah
hookah
hook.ah hûk'ı isim nargile.
hooked
hook.edsıfat 1. çengelli. 2. çengel şeklinde, çengelsi. 3. konuşma dili (on) -e düşkün.
hooker
hook.er hûk'ır isim, konuşma dili orospu, fahişe. 620
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hooky
hook.y hûk'i isim bakınız play hooky
hooligan
hoo.li.gan hu'lîgın isim, konuşma dili sokak serserisi.
hoop
hoop hup isim çember, kasnak. fiil çemberlemek.
hoopoe
hoo.poe hu'pu isim ibibik, hüthüt, çavuşkuşu.
hoopoo
hoo.poo hu'pu isim ibibik, hüthüt, çavuşkuşu.
hooray
hoo.rayünlem, fiil bakınız hurrah
hoot
hoot hut fiil 1. (baykuş) ötmek. 2. yuhalamak, yuha çekmek. isim 1. baykuş sesi. 2. yuhalama. 3. konuşma dili güldürücü şey.
hoover
hoo.ver hu'vır fiil, İngiliz İngilizcesi elektrikli süpürge ile temizlemek.
hooves
hooves huvz isim bakınız hoof
hop
hop hap fiil (hopped, hopping) sıçramak, sekmek. isim 1. sıçrama, sekme. 2. konuşma dili uçuş, uçak seferi.
hope
hope hop isim ümit, umut. fiil ümit etmek, ummak.
hopeful
hope.fulsıfat ümitli, ümit verici.
hopefully
hope.fullyzarf 1. ümitle. 2. konuşma dili inşallah.
hopeless
hope.lesssıfat 1. ümitsiz, umutsuz. 2. ümit vermeyen.
hoping against hope
ümidini kesmeyerek.
hopper
hop.per hap'ır isim silo, sarpın.
hopscotch
hop.scotch hap'skaç isim seksek oyunu.
horde
horde hôrd isim 1. horda. 2. kalabalık.
horehound
hore.hound hor'haund isim 1. karaısırgan, köpekotu. 2. köpekayası.
horizon
ho.ri.zon hıray'zın isim ufuk, çevren.
horizontal
hor.i.zon.tal hôrızan'tıl sıfat yatay. isim yatay düzlem veya çizgi.
hormone
hor.mone hôr'mon isim hormon.
horn of plenty
bereket boynuzu.
horn
horn hôrn isim 1. boynuz. 2. müzik boru. 3. klakson, korna.
hornbeam
horn.beam hôrn'bim isim gürgen.
hornet
hor.net hôr'nît isim büyük eşekarısı.
horns of a dilemma
birinin seçilmesi gereken iki güç seçenek. 621
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük horny
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
horn.y hôr'ni sıfat 1. boynuzlu. 2. argo seks yapma arzusuyla yanıp tutuşan; abaza, abazan. 3. nasırlı.
horoscope
hor.o.scope hôr'ıskop isim 1. zayiçe. 2. yıldız falı.
horrible
hor.ri.ble hôr'ıbıl sıfat 1. müthiş, dehşetli, korkunç, iğrenç. 2. konuşma dili berbat.
horribly
hor.rib.lyzarf korkunç bir şekilde.
horrid
hor.rid hôr'îd sıfat 1. korkunç, iğrenç. 2. konuşma dili kötü, çirkin, berbat.
horridly
hor.rid.lyzarf korkunç bir şekilde.
horrify
hor.ri.fy hôr'ıfay fiil korkutmak.
horror
hor.ror hôr'ır isim dehşet, yılgı, korku.
hors d'oeuvre
hors d'oeu.vre ôr'dırv' Fransızca ordövr, çerez, meze.
horse chestnut
atkestanesi.
horse mackerel
istavrit.
horse
horse hôrs isim 1. at, beygir. 2. atlama beygiri, beygir.
horseback
horse.back hôrs'bäk isim at sırtı. zarf at sırtında, ata binerek.
horsebean
horse.bean hôrs'bin isim bakla.
horsehair
horse.hair hôrs'her isim 1. at kılı. 2. at kılından dokunmuş kumaş.
horseman
horse.man hôrs'mın isim (horsemen) binici; süvari.
horsemanship
horse.man.shipisim binicilik.
horseplay
horse.play hôrs'pley isim eşek şakası; hoyratlık.
horsepower
horse.pow.er hôrs'pawır isim, makine beygirgücü.
horseradish
horse.rad.ish hôrs'rädîş isim, botanik bayırturpu.
horseshoe
horse.shoe hôrs'şu isim 1. at nalı. 2. nal şeklinde şey. 3. çoğul nal ile oynanılan oyun.
horsewhip
horse.whip hôrs'hwîp isim kamçı, kırbaç. fiil (horsewhipped, horsewhipping) kamçılamak.
hort.
hort.kısaltma horticulture
hortative
hor.ta.tive hôr'tıtîv sıfat 1. öğüt veren, nasihat dolu. 2. teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici.
hortatory
hor.ta.to.ry hôr'tıtôri sıfat 1. öğüt veren, nasihat dolu. 2. teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici. 622
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük horticulture
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hor.ti.cul.ture hôr'tık^lçır isim bahçıvanlık, bahçecilik, çiçekçilik.
hose
hose hoz isim (hoses) hortum.
hosier
ho.sier ho'qır isim, İngiliz İngilizcesi çorapçı.
hosiery
ho.sieryisim 1. çoraplar. 2. çorap fabrikası. 3. mensucat. 4. mensucat fabrikası.
hospice
hos.pice has'pîs isim 1. özellikle rahip veya rahibeler tarafından idare edilen misafirhane veya yurt. 2. ölümcül hastaların ölene kadar bakıldığı bakımevi.
hospitable
hos.pi.ta.ble has'pîtıbıl, haspît'ıbıl sıfat konuksever, misafirperver.
hospital
hos.pi.tal has'pîtıl isim hastane.
hospitalise
hos.pi.tal.ise has'pîtılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız hospitalize
hospitality
hos.pi.tal.i.ty haspıtäl'ıti isim konukseverlik, misafirperverlik.
hospitalize
hos.pi.tal.ize has'pîtılayz fiil hastaneye yatırmak.
host
host host isim kalabalık, çokluk.
hostage
hos.tage has'tîc isim rehine, tutak.
hostel
hos.tel has'tıl isim 1. genç turistler için ucuz otel. 2. İngiliz İngilizcesi öğrenci yurdu.
hostess
host.ess hos'tîs isim 1. ev sahibesi. 2. garson kadın. 3. konsomatris. 4. hostes.
hostile
hos.tile has'tıl, has'tayl sıfat düşman, düşmanca, saldırgan.
hostility
hos.til.i.ty hastîl'ıti isim 1. düşmanlık. 2. çoğul savaş, çarpışmalar.
hot air
boş laf, martaval, atmasyon.
hot chocolate
sütlü kakao.
hot dog
bir çeşit sosis. 2. bu sosisle yapılan sandviç, sosisli sandviç.
hot line
direkt telefon hattı (özellikle devlet başkanları arasında). 2. her zaman cevap veren imdat telefonu.
hot pepper
acı biber. 623
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hot plate
elektrikli ocak; elektrik ocağı.
hot spring
kaplıca.
hot
hot hat sıfat (hotter, hottest) 1. sıcak, kızgın. 2. acı (biber v.b.). 3. şiddetli, sert. 4. yüksek gerilimli akım taşıyan (tel). 5. yeni, taze (haber v.b.). 6. radyoaktif. 7. kızışmış, şehvetli. 8. argo çalıntı veya kaçak (mal).
hotbed
hot.bed hat'bed isim 1. camekânda bulunan gübreli toprak. 2. (fesat, kötülük, huzursuzluk) kaynağı veya yuvası.
hot-blooded
hot-blood.ed hat'bl^d'îd sıfat 1. çabuk parlayan (kimse). 2. (cinsel açıdan) ateşli.
hotchpot
hotch.pot haç'pat isim bakınız hodgepodge
hotchpotch
hotch.potch haç'paç isim bakınız hodgepodge
hotel
ho.tel hotel' isim otel.
hothead
hot.head hat'hed isim öfkeli kimse, çabuk kızan kimse.
hothouse
hot.house hat'haus isim limonluk, sera, ser.
hot-water bottle
sıcak su torbası, buyot.
hound
hound haund isim 1. tazı, av köpeği. 2. it, alçak herif. fiil 1. tazı ile ava gitmek. 2. peşini bırakmamak, izlemek.
hour hand
(saatte) akrep.
hour
hour aur isim 1. saat. 2. vakit, zaman.
hourglass
hour.glass aur'gläs isim kum saati.
hourly
hour.lyzarf saatte bir, saat başı.
house arrest
evde göz hapsi.
house dog
ev köpeği.
house martin
evkırlangıcı, pencerekırlangıcı.
house of cards
dayanıksız iş; derme çatma şey.
House of Commons
İngiliz İngilizcesi Avam Kamarası.
House of Representatives
Amerikan İngilizcesi Temsilciler Meclisi.
house
house haus isim 1. ev. 2. ev halkı, aile. 3. tiyatro. 4. hükümet meclisi. 5. genellikle büyük harf ile hanedan. 6. ticarethane.
housebreaker
house.break.er haus'breykır isim ev hırsızı. 624
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
housecoat
house.coat haus'kot isim sabahlık (giysi).
housedress
house.dressisim ev kıyafeti.
houseguest
house.guestisim gece yatısına gelen misafir.
household word
her gün kullanılan kelime.
household
house.hold haus'hold isim ev halkı, aile. sıfat ev, eve ait.
householder
house.hold.erisim aile reisi, ev sahibi.
housekeeper
house.keep.er haus'kipır isim kâhya kadın.
housekeeping
house.keep.ing haus'kipîng isim ev idaresi.
housetop
house.top haus'tap isim dam.
housewarming
house.warm.ing haus'wôrmîng isim yeni eve taşınanlar tarafından dostlarına verilen ziyafet.
housewife
house.wife haus'wayf isim (housewives) 1. ev hanımı. 2. İngiliz İngilizcesi dikiş kutusu.
housework
house.work haus'wırk isim ev işi.
housing project
toplu konut.
housing
hous.ing hau'zîng isim 1. iskân. 2. evler. 3. barınacak yer. 4. makine kutu, mahfaza.
hove
hove hov fiil bakınız heave
hovel
hov.el h^v'ıl, hav'ıl isim 1. açık ağıl. 2. harap kulübe.
hover
hov.er h^v'ır, hav'ır fiil 1. fazla hareket etmeden üzerinde ve etrafında uçmak. 2. etrafında dolaşıp durmak. 3. tereddüt etmek.
hovercraft
hov.er.craft h^v'ırkräft isim hoverkraft.
How about coming with us?
Bizimle gelmeye ne dersin?
How about it?
Ne dersiniz?
How are you?
Nasılsınız?
How did he measure up?
O, diğerlerine göre nasıldı?
How do you do?
Nasılsınız?
How goes it?
Ne var ne yok?/Ne âlemdesiniz?/İşler nasıl?
How good of you!
Çok naziksiniz.
How is it going?
Ne var ne yok?/Ne âlemdesiniz?/İşler nasıl?
how much
ne kadar: No matter how much I try, I just can't do it. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, yine de yapamam. 625
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
How much money do you need? Ne kadar para lazım sana? 2. kaça, ne kadar: How much is that computer? O bilgisayar kaça? How old are you?
Kaç yaşındasın?/Yaşın kaç?
How so?
Niçin?/Nasıl olabilir?
how
how hau zarf 1. nasıl: How did it happen? Nasıl oldu? How will he do this? Bunu nasıl yapacak? How does it work? Nasıl çalışıyor? 2. ne kadar: How long must I wait? Ne kadar beklemem gerekiyor? How much did you pay for that? Ona ne kadar ödedin? 3. kaç: How old are you? Kaç yaşındasın?/Yaşın kaç? How many kilos of meat did you buy? Kaç kilo et aldın? "How old will Murat, who was born on 3 June 3778, be on 3 June 3775?" "He will be 5 years old." "3 Haziran 3778'da doğan Murat, 3 Haziran 3775'te 5 yaşında olacak?" "5 yaşında olacak." isim yapma tarzı.
however
how.ev.er hawev'ır zarf 1. bununla birlikte, ama, fakat. 2. ne kadar.
howl
howl haul fiil ulumak; inlemek. isim uluma, inleme.
howler
howl.erisim, konuşma dili gülünç hata, budalaca yanlışlık.
How's it going?
İşler nasıl gidiyor?
hr.
hr.kısaltma hour
hrs.
hrs.kısaltma hours
ht.
ht.kısaltma «heat» height
hub
hub h^b isim 1. poyra, tekerlek göbeği. 2. (of) merkez.
hubble-bubble
hub.ble-bub.ble h^b'ıl.b^b'ıl isim nargile.
hubbub
hub.bub h^b'^b isim gürültü.
hubby
hub.by h^b'i isim, konuşma dili koca, eş.
hubcap
hub.cap h^b'käp isim, otomotiv qant kapağı.
huckleberry
huck.le.ber.ry h^k'ılberi isim kamburüzüm.
huckster
huck.ster h^k'stır isim 1. parlak reklamlarla bir şeyi satmaya/yutturmaya çalışan kimse, çığırtkan. 2. başlıca
626
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
amacı para kazanmak olan kimse, tüccar. 3. seyyar satıcı. huddle
hud.dle h^d'ıl fiil 1. bir araya sıkışmak. 2. birbirine sokulup sarılmak.
hue and cry
protesto, yuhalama.
hue
hue hyu isim 1. renk tonu. 2. renk.
huff
huff h^f isim öfke.
hug
hug h^g fiil (hugged, hugging) 1. kucaklamak, sarılmak. 2. bağrına basmak, sımsıkı tutmak. 3. benimsemek. isim kucaklama, sarılma.
huge
huge hyuc sıfat çok iri, kocaman, muazzam.
huh
huh h^ ünlem 1. Ne? 2. Ne olacak, ...! (Küçümseme belirtir.).
hulk
hulk h^lk isim 1. hurda gemi. 2. çok büyük ve kaba gemi. 3. iri ve hantal kimse veya şey.
hulking
hulk.ingsıfat 1. iriyarı ve hantal. 2. lenduha gibi.
hull
hull h^l isim 1. fındık v.b.'nin dış kabuğu. 2. kuru tekne. fiil kabuğunu ayıklamak.
hum
hum h^m fiil (hummed, humming) 1. vızıldamak. 2. (şarkı) mırıldanmak. 3. konuşma dili faaliyette olmak: The office was humming. Büroda herkes arı gibi çalışıyordu.
human being
insan, insanoğlu.
human nature
insan tabiatı.
human race
insan ırkı.
human rights
insan hakları.
human
hu.man hyu'mın sıfat insani, beşeri. isim insan.
humane
hu.mane hyumeyn' sıfat insancı, insancıl, merhametli.
humanely
hu.mane.lyzarf insanca, merhametle.
humanism
hu.man.ism hyu'mınîzım isim hümanizm, insancılık.
humanist
hu.man.ist hyu'mınîst isim hümanist.
humanitarian
hu.man.i.tar.i.an hyumänıter'iyın sıfat iyiliksever, insancı, insani. isim yardımsever kimse.
humanity
hu.man.i.ty hyumän'ıti isim insanlık. 627
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
humankind
hu.man.kind hyu'mınkaynd isim insanoğlu.
humanly
hu.man.lyzarf insanca.
humble apology
alçakgönüllülükle özür dileme.
humble someone's pride
birinin kibrini kırmak.
humble
hum.ble h^m'bıl sıfat 1. alçakgönüllü, mütevazı. 2. hakir, âciz. fiil kibrini kırmak, burnunu kırmak.
humbleness
hum.ble.nessisim alçakgönüllülük, tevazu.
humbly
humblyzarf alçakgönüllülükle, tevazu ile.
humbug
hum.bug h^m'b^g isim 1. yalan dolan; sahtekârlık; dolap, hile. 2. sahtekâr.
humdinger
hum.ding.er h^m'dîng'ır isim olağanüstü bir şey; harika bir şey: That was one humdinger of a storm! O ne fırtınaydı öyle!
humdrum
hum.drum h^m'dr^m sıfat can sıkıcı, yeknesak, yavan.
humid
hu.mid hyu'mîd sıfat yaş, rutubetli, nemli.
humidifier
hu.mid.i.fi.er hyumîd'ıfayır isim nemlendirici, rutubetlendirici.
humidify
hu.mid.i.fy hyumîd'ıfay fiil nemlendirmek.
humidity
hu.mid.i.tyisim rutubet, nem.
humidness
hu.mid.nessisim rutubet, nem.
humiliate
hu.mil.i.ate hyumîl'iyeyt fiil küçük düşürmek, çok utandırmak.
humiliation
hu.mil.i.a.tion hyumîliyey'şın isim küçük düşürme, utandırma.
humility
hu.mil.i.ty hyumîl'ıti isim alçakgönüllülük, tevazu.
hummingbird
hum.ming.bird h^m'îngbırd isim sinekkuşu.
humongous
hu.mon.gous hyumang'gıs sıfat, argo çok büyük, kocaman.
humor
hu.mor hyu'mır isim 1. komiklik. 2. nüktedanlık. 3. mizah, güldürü. 4. keyif. 5. huy, tabiat. 6. kapris. fiil ayak uydurmak, kaprisine boyun eğmek, suyuna gitmek: You shouldn't humor that spoiled brat. O şımarık veledin suyuna gitmemelisin.
humorist
hu.mor.istisim 1. şakacı, nüktedan. 2. güldürü yazarı. 628
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
humorous
hu.mor.oussıfat gülünç, komik, mizahi.
humour
hu.mour hyu'mır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız humor
hump
hump h^mp isim 1. kambur. 2. hörgüç. 3. tümsek yer, tepe. fiil kamburlaştırmak.
humpback
hump.back h^mp'bäk isim 1. kambur. 2. kambur kimse.
humph
humph h^mf ünlem 1. Hım! 2. Hıh!
humus
hu.mus hyu'mıs isim, bahçıvanlık humus.
hunch
hunch h^nç fiil kamburlaştırmak. isim 1. kambur. 2. konuşma dili önsezi, içe doğma.
hunchback
hunch.back h^nç'bäk isim 1. kambur. 2. kambur kimse.
hundred
hun.dred h^n'drîd sıfat yüz. isim yüz, yüz rakamı (388, C).
hundredth
hun.dredthsıfat yüzüncü. isim yüzde bir.
hundredweight
hun.dred.weight h^n'drîdweyt isim 1. 388 libre (05,5 kg.). 2. İngiliz İngilizcesi 332 libre (yaklaşık 58 kg.).
hung jury
kararında oybirliğine varamayan jüri.
hung
hung h^ng fiil bakınız hang sıfat asılmış, asılı.
Hungarian
Hun.gar.i.an h^nger'iyın isim, sıfat 1. Macar. 2. Macarca.
Hungary
Hun.ga.ry h^ng'gıri isim Macaristan.
hunger strike
açlık grevi.
hunger
hun.ger h^ng'gır isim açlık. fiil for -in hasretini çekmek, -in özlemini duymak, -i şiddetle arzulamak.
hungrily
hun.gri.lyzarf 1. açlıkla. 2. arzuyla.
hungry
hun.gry h^ng'gri sıfat 1. aç, karnı acıkmış. 2. istekli. 3. kuru, kıraç.
hunk
hunk h^ngk isim, konuşma dili iri parça.
hunt down
yakalayıncaya kadar peşini bırakmamak.
hunt out of season
av mevsimi dışında avlanmak.
hunt up
aramak, arayıp bulmak.
hunt
hunt h^nt fiil 1. avlanmak; avlamak. 2. for -i aramak.
hunter
hunt.erisim 1. avcı. 2. arayıcı. 3. av atı veya köpeği.
629
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük hunting
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hunt.ing h^n'tîng isim avcılık. sıfat av: hunting dog av köpeği. hunting knife av bıçağı.
hurdle
hur.dle hır'dıl isim 1. (yarışlarda) engel, mania. 2. çoğul engelli yarış.
hurdler
hur.dlerisim engelli koşuya katılan yarışmacı.
hurl
hurl hırl fiil 1. fırlatmak, savurmak. 2. (tehdit, küfür v.b.) yağdırmak.
hurrah
hur.rah hûrô' ünlem Yaşa! fiil "Yaşa!" diye bağırmak.
hurray
hur.rayünlem, fiil bakınız hurrah
hurricane lamp
rüzgâr feneri, gemici feneri.
hurricane
hur.ri.cane hır'ıkeyn isim kasırga.
Hurry up!
Acele et!/Çabuk ol!/Haydi!
hurry
hur.ry hır'i fiil 1. acele etmek. 2. acele ile göndermek. 3. sıkıştırmak. isim acele, telaş.
hurt one's feelings
gücendirmek, hatırını kırmak.
hurt
hurt hırt isim 1. yara, bere. 2. acı, ağrı, sızı. fiil (hurt) 1. incitmek, acıtmak, yaralamak. 2. acımak, ağrımak.
hurtful
hurt.fulsıfat 1. zararlı. 2. incitici, acı veren.
hurtle
hur.tle hır'tıl fiil 1. çarpmak. 2. hızla atılmak/fırlamak. 3. hızla fırlatmak.
husband
hus.band h^z'bınd isim koca. fiil idare etmek, idareli kullanmak.
husbandry
hus.band.ry h^z'bındri isim 1. çiftçilik. 2. idarecilik. 3. idareli kullanma.
hush money
susmalık, sus payı.
hush up
örtbas etmek, kapatmak.
hush
hush h^ş isim derin sessizlik. fiil susmak; susturmak.
Hush!
Susun!
hush-hush
hush-hush h^ş'h^ş sıfat, konuşma dili çok gizli. isim büyük gizlilik.
husk
husk h^sk isim 1. mısır başağının dış yaprakları. 2. (bazı tohum ve meyvelerde) dış kabuk, kapçık. 3. bir şeyin işe yaramayan dış kısmı. fiil dış kabuğunu çıkarmak. 630
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük husky
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
husk.y h^s'ki sıfat 1. kabuklu. 2. boğuk, kısık (ses). 3. konuşma dili iriyarı, üçlü kuvvetli. isim 1. eskimoköpeği. 2. güçlü kuvvetli kimse.
hussy
hus.sy h^z'i, h^s'i isim 1. ahlaksız kadın. 2. civelek kız, fındıkçı.
hustle and bustle
hareketlilik, koşuşturma.
hustle someone into
birini apar topar (bir yere) sokmak.
hustle someone off to
birini apar topar (bir yere) götürmek.
hustle someone out of
birini apar topar (bir yerden) çıkarmak.
hustle
hus.tle h^s'ıl isim bakınız hustle and bustle get a hustle on fiil, konuşma dili 1. acele etmek, çabuk olmak; iki ayağını bir pabuca sokmak, acele ettirmek. 2. gözünü dört açıp çok çalışmak. 3. fahişelik yapmak.
hustler
hus.tler h^s'lır isim, konuşma dili 1. üçkâğıtçı, numaracı, dümenci, hileci. 2. fahişe. 3. gözünü dört açıp çok çalışan kimse.
hut
hut h^t isim 1. kulübe. 2. asker barakası.
hutch
hutch h^ç isim tavşan kafesi.
hyacinth
hy.a.cinth hay'ısînth isim sümbül.
hyaena
hy.ae.naisim bakınız hyena
hybrid
hy.brid hay'brîd isim melez hayvan veya bitki, hibrit. sıfat melez, hibrit.
hybridise
hy.brid.ise hay'brîdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız hybridize
hybridization
hy.brid.i.za.tion haybrîdîzey'şın isim melezleşme, hibritleşme.
hybridize
hy.brid.ize hay'brîdayz fiil melezlemek; melezleşmek.
hydrangea
hy.dran.gea haydreyn'cı, haydrän'cı isim, botanik ortanca.
hydrant
hy.drant hay'drınt isim yangın musluğu.
hydrate
hy.drate hay'dreyt isim hidrat. fiil su ile karıştırarak bileşik meydana getirmek.
hydraulic
hy.drau.lic haydrô'lîk sıfat hidrolik.
hydraulics
hy.drau.licsisim hidrolik. 631
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hydro-
hydro-önek suya ait, hidro-.
hydrobiology
hy.dro.bi.ol.o.gy haydrobayal'ıci isim hidrobiyoloqi.
hydrocarbon
hy.dro.car.bon haydrıkar'bın isim, kimya hidrokarbon.
hydrocephalic
hy.dro.ce.phal.ic haydrosıfäl'îk sıfat, isim, tıbbi hidrosefal.
hydrocephalus
hy.dro.ceph.a.lus haydrısef'ılıs isim, tıbbi hidrosefali.
hydrocephaly
hy.dro.ceph.a.lyisim, tıbbi hidrosefali.
hydrochloric acid
hidroklorik asit.
hydrochloric
hy.dro.chlo.ric haydrıklôr'îk sıfat klorhidrik.
hydrodynamic
hy.dro.dy.nam.ic haydrodaynäm'îk sıfat hidrodinamik.
hydrodynamics
hy.dro.dy.nam.icsisim hidrodinamik.
hydroelectric
hy.dro.e.lec.tric hay'drowilek'trîk sıfat hidroelektrik.
hydrofoil
hy.dro.foil hay'drıfoyl isim deniz otobüsü.
hydrogen bomb
hidrojen bombası.
hydrogen peroxide
hidrojen peroksit; oksijenli su.
hydrogen
hy.dro.gen hay'drıcın isim hidroqen.
hydrologist
hy.drol.o.gist haydral'ıcîst isim hidrolog, subilimci.
hydrology
hy.drol.o.gy haydral'ıci isim hidroloqi, subilim.
hydrolysis
hy.drol.y.sis haydral'ısîs isim hidroliz.
hydromechanics
hy.dro.me.chan.ics haydromıkän'îks isim hidromekanik.
hydrometer
hy.drom.e.ter haydram'ıtır isim hidrometre, suölçer.
hydrophobia
hy.dro.pho.bi.a haydrıfo'biyı isim hidrofobi, su korkusu.
hydroplane
hy.dro.plane hay'drıpleyn isim deniz uçağı, suya inebilen uçak.
hydroponics
hy.dro.pon.ics haydrıpan'îks isim su içinde bitki yetiştirme.
hydrosphere
hy.dro.sphere hay'drısfîr isim hidrosfer, suküre, suyuvarı.
hydrotherapy
hy.dro.ther.a.py haydrıther'ıpi isim hidroterapi, su tedavisi.
hyena
hy.e.na hayi'nı isim sırtlan.
hygiene
hy.giene hay'cin isim hiqyen, sağlık bilgisi. 632
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hygienic
hy.gien.icsıfat hiqyenik, sağlıksal.
hygrometer
hy.grom.e.ter haygram'ıtır isim higrometre.
hygroscope
hy.gro.scope hay'grıskop isim higroskop.
hymen
hy.men hay'mın isim, anatomi kızlık zarı.
hymn
hymn hîm isim ilahi. fiil ilahi okumak; ilahi okuyarak kutlamak veya ifade etmek.
hyper-
hyper-önek aşırı, yüksek, hiper-.
hyperbola
hy.per.bo.la haypır'bılı isim, geometri (hyperbolae/hyperbolas) hiperbol.
hyperbole
hy.per.bo.le haypır'bıli isim abartma, mübalağa.
hyperbolic
hy.per.bol.ic haypırbal'îk sıfat, geometri hiperbolik.
hyperbolical
hy.per.bol.i.cal haypırbal'îkıl sıfat abartmalı.
hyperboloid
hy.per.bo.loid haypır'bıloyd isim, geometri hiperboloit.
hyperboloidal
hy.per.bo.loi.dal haypırbıloy'dıl sıfat, geometri 1. hiperboloidal. 2. hiperboloit.
hypercritical
hy.per.crit.i.cal haypırkrît'îkıl sıfat aşırı derecede eleştiren.
hypersensitive
hy.per.sen.si.tive haypırsen'sıtîv sıfat 1. aşırı duyarlı. 2. alerjik.
hypertension
hy.per.ten.sion haypırten'şın isim, tıbbi hipertansiyon, yüksek tansiyon.
hyperthermia
hy.per.ther.mi.a haypır.thır'miyı isim hipertermi.
hypertrophy
hy.per.tro.phy haypır'trıfi isim, tıbbi hipertrofi, irileşim, irileşme. fiil, tıbbi irileşmek.
hyphen
hy.phen hay'fın isim, dilbilgisi tire, kısa çizgi.
hyphenate
hy.phen.ate hay'fıneyt fiil, dilbilgisi tire ile birleştirmek veya ayırmak.
hyphenated
hy.phen.at.edsıfat, dilbilgisi tireli.
hypnosis
hyp.no.sis hîpno'sîs isim ipnoz, hipnoz.
hypnotic
hyp.not.ic hîpnat'îk sıfat uyutucu. isim uyuşturucu.
hypnotise
hyp.no.tise hîp'nıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız hypnotize
hypnotism
hyp.no.tismisim ipnotizma, hipnotizma.
hypnotist
hyp.no.tistisim ipnotizmacı. 633
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hypnotize
hyp.no.tize hîp'nıtayz fiil ipnotize etmek.
hypochondria
hy.po.chon.dri.a haypıkan'driyı isim, tıbbi hastalık hastalığı.
hypochondriac
hy.po.chon.dri.acisim hastalık hastası.
hypocrisy
hy.poc.ri.sy hîpak'rısi isim ikiyüzlülük.
hypocrite
hyp.o.crite hîp'ıkrît isim ikiyüzlü kimse.
hypocritical
hyp.o.crit.i.calsıfat ikiyüzlü.
hypodermic needle
tıbbi 1. enqektör iğnesi. 2. enjektör, iğne.
hypodermic syringe
tıbbi 1. enqektör, iğne. 2. enjektör şırıngası.
hypodermic
hy.po.der.mic haypıdır'mîk sıfat, tıbbi hipodermik.
hypoglycemia
hy.po.gly.ce.mi.a haypoglaysi'miyı isim, tıbbi hipoglisemi.
hypotension
hy.po.ten.sion haypıten'şın isim hipotansiyon.
hypotenuse
hy.pot.e.nuse haypat'ınus isim, geometri hipotenüs.
hypothesis
hy.poth.e.sis haypath'ısîs isim varsayım, hipotez, faraziye.
hypothetical
hy.po.thet.i.calsıfat varsayımlı, varsayımsal, hipotetik, farazi.
hypothetically
hy.po.thet.i.cal.lyzarf varsayımlı olarak.
hyssop
hys.sop hîs'ıp isim, botanik çördükotu, zufaotu.
hysteria
hys.te.ri.a hîstîr'iyı, hîster'iyı isim isteri, histeri.
hysteric
hys.ter.ic hîster'îk sıfat bakınız hysterical
hysterical
hys.ter.i.cal hîster'îkıl sıfat 1. isterik, histerik. 2. çok komik: a hysterical joke çok komik bir şaka.
hysterically funny
çok komik.
hysterically
hys.ter.i.cal.lyzarf 1. çılgınca, deli gibi. 2. isterik bir şekilde.
hysterics
hys.ter.ics hîster'îks isim isteri nöbeti.
I am inclined to think ....
.. düşünme eğilimindeyim.
I am much obliged.
Çok minnettarım.
I am proud to know him.
Onu tanımakla iftihar ediyorum.
I beg your pardon.
Affedersiniz.
I can't make head or tail of it.
Hiçbir şey anlayamıyorum./İşin içinden çıkamıyorum.
I can't make heads or tails of it.
Ondan hiçbir şey anlayamıyorum. 634
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
I couldn't help smiling.
Kendimi gülümsemekten alamadım.
I dare say
herhalde, zannedersem: You, I dare say, will be late. Sen herhalde geç kalırsın.
I dare you.
Haydi yap bakalım.
I don't doubt that
Hiç kuşkum yok ki ....
I don't feel like myself.
İyi değilim./Keyfim yok.
I don't give a darn.
Bana vız gelir.
I don't give a toot!
Bana ne!/Bana vız gelir!
I don't have the foggiest idea.
Hiç fikrim yok.
I don't like the sound of it.
Bana iyi bir şey gibi gelmiyor.
I don't think he's all there.
Bence bir tahtası eksik.
I doubt whether ....
.. pek sanmam. ... pek sanmıyorum.
I feel like resting.
Canım dinlenmek istiyor.
I feel refreshed.
Kendime geldim.
I for one do not believe it.
Kendi hesabıma ben inanmıyorum.
I had better go.
Gitsem iyi olacak.
I had him there.
O noktada onu mat ettim.
I had rather go.
Gitmeyi tercih ederim.
I have conceived a dislike for him.
Ona karşı içimde bir nefret uyandı.
I have confidence in him.
Ona güvenirim. Ona itimadım var.
I have had enough of him.
Burama kadar geldi.
I have no idea.
Hiçbir fikrim yok.
I haven't a penny to my name.
Hiç param yok.
I haven't seen hide or hair of him.
İzi tozu yok.
I heard it on the grapevine.
konuşma dili Kulağıma geldi.
I hope nothing's wrong.
İnşallah kötü bir şey yok/yoktur.
I hope so.
İnşallah./Umarım öyle olur.
I kind of expected it.
Bunu biraz da bekliyordum.
I myself am doubtful.
Ben bile kuşkulanıyorum.
I never saw the likes of it.
Benzerini hiç görmedim.
I paid through the nose for it.
Bana çok pahalıya mal oldu.
I say.
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Bana bak!
I should have liked ...
.. isterdim. I should have liked you to have known her. Onu tanımış olmanızı isterdim. 635
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük I should have thought ...
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
.. zannederdim. I should have thought her to be older. Daha yaşlı olduğunu zannederdim.
I should like ...
.. istiyorum. I should like to tell you I'm sorry. Senden özür dilemek istiyorum. I'd like to buy a novel. Roman almak istiyorum.
I should say so!
Hem de nasıl!
I should say so.
Öyle zannediyorum./Herhalde.
I should think so.
Öyle zannediyorum./Herhalde.
I shouldn't think so.
Zannetmiyorum.
I swear ....
Bir sözü pekiştirmek için kullanılır: I swear I didn't do it! Vallahi yapmadım!
I think he would rather die!
Bence ölmeyi tercih eder!
I think so.
Öyle zannediyorum.
I thought as much.
Zaten bunu bekliyordum./Hiç şaşırmadım.
I treated myself to a new dress.
Paraya kıyıp kendime yeni bir elbise aldım.
I want no more of it.
Bu kadarı yeter./Sözü uzatma.
I warrant you ....
Sizi temin ederim ki ....
I was under the impression that ....
Öyle zannediyordum ki .... Bana öyle geliyordu ki ....
I will not labor the point.
İşin ayrıntılarına girmeyeceğim.
I won't hear of it.
Kabul etmem.
I would not know!
Ne bileyim ben!
I wouldn't know.
Hiçbir bilgim yok./Bilmiyorum.
I wouldn't touch that with a ten-foot pole.
Ona hiç yaklaşmam.
I
I, i ay isim İ, İngiliz alfabesinin dokuzuncu harfi.
i.e.
i.e. ay'i' kısaltma id est yani, demek ki.
ice age
buzul devri.
ice cream cone
dondurma külahı.
ice cream
dondurma.
ice cube
küçük buz kalıbı.
ice field
isfilt.
ice hockey
spor buz hokeyi.
ice pack
buz torbası.
ice pick
buz kıracağı.
ice rink
buz pateni alanı. 636
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ice
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ice ays isim 1. buz. 2. buzlu şerbetten yapılan tatlı. fiil 1. dondurmak; donmak. 2. (over/up) buzlanmak. 3. buzda soğutmak. 4. üzerine krema sürmek. 5. argo öldürmek.
iceberg
ice.berg ays'bırg isim aysberg, buzdağı.
icebound
ice.bound ays'baund sıfat 1. etrafı buzlarla çevrili (gemi). 2. buzlarla kaplı, buz tutmuş (liman).
icebox
ice.box ays'baks isim, konuşma dili buzdolabı.
icebreaker
ice.break.er ays'breykır isim buzkıran.
icecap
ice.cap ays'käp isim buzul.
ice-cold
ice-cold ays'kold' sıfat buz gibi.
ice-cream soda
üstüne soda dökülmüş dondurma.
iced
icedsıfat 1. buzlu: iced tea buzlu çay. 2. üzerine krema sürülmüş (pasta, kek).
iced-tea spoon
uzun saplı tatlı kaşığı.
iced-tea
iced-tea ayst'ti sıfat bakınız iced-tea spoon
Iceland
Ice.land ays'lınd isim İzlanda.
Icelander
isim İzlandalı.
Icelandic
Ice.lan.dic ayslän'dîk isim İzlandaca. sıfat 1. İzlanda, İzlanda'ya özgü. 2. İzlandaca. 3. İzlandalı.
icicle
i.ci.cle ay'sîkıl isim buz, saçak buzu, buz saçağı, buz salkımı, kar dişi.
icing
ic.ing ay'sîng isim (pasta ve kek üzerine sürülen) krema v.b.
icon
i.con ay'kan isim ikona, ikon.
iconoclasm
i.con.o.clasm aykan'ıkläzım isim 1. yerleşmiş inanç, gelenek veya kurumlara karşı çıkma/saldırma. 2. tarih büyük harf ile ikonoklazm, ikon kırıcılık.
iconoclast
i.con.o.clast aykan'ıkläst isim 1. yerleşmiş inanç, gelenek veya kurumlara karşı çıkan/saldıran kimse. 2. tarih büyük harf ile ikonoklast, ikon kırıcı.
iconoclastic
i.con.o.clas.tic aykanıkläs'tîk sıfat 1. yerleşmiş inanç, gelenek veya kurumlara karşı çıkan/saldıran. 2. tarih büyük harf ile ikonoklast, ikon kırıcı. 637
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
icy
i.cy ay'si sıfat 1. buz gibi. 2. buzlu, buz kaplı.
ID card
ID card ay'di' card kimlik kartı, kimlik.
I'd just as soon ...
-i tercih etmek. I'd just as soon stay here. Burada kalmayı tercih ederim. "Will you come with us?" "I'd just as soon not." "Bizimle gelir misin?" "Gelmeyeyim."
I'd sooner die!
Ölmeyi tercih ederim!
I'd
I'd ayd kısaltma 1. I had . 2. I would/should .
idea
i.de.a aydi'yı isim fikir, düşünce.
ideal
i.de.al aydi'yıl, aydil' isim ideal, ülkü. sıfat 1. ideal, ülküsel. 2. ideal, mükemmel.
idealise
i.de.al.ise aydi'yılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız idealize
idealism
i.de.al.ism aydi'yılîzım isim, felsefe idealizm, ülkücülük.
idealist
i.de.al.ist aydi'yılîst isim idealist, ülkücü.
idealistic
i.de.al.is.ticsıfat idealist, ülkücü.
idealize
i.de.al.ize aydi'yılayz fiil idealleştirmek.
ideally
i.de.al.lyzarf ideal olarak.
idée fixe
i.dée fixe idey' fiks' saplantı, sabit fikir, idefiks.
identical
i.den.ti.cal ayden'tîkıl sıfat aynı, bir, tıpkı, özdeş.
identically
i.den.ti.cal.lyzarf aynen, aynı şekilde.
identification tag
askeri (kolye zincirine takılı) künye.
identify with
ile bir tutmak. 2. ile özdeşleştirmek.
identify
i.den.ti.fy ayden'tıfay fiil 1. tanılamak, teşhis etmek. 2. tanımak, teşhis etmek, kimliğini saptamak.
identity card
kimlik belgesi, kimlik cüzdanı.
identity crisis
kimlik bunalımı.
identity disk
askeri künye.
identity
i.den.ti.ty ayden'tıti isim 1. kimlik, hüviyet. 2. özdeşlik.
ideological
i.de.ol.o.gicalsıfat ideoloqik.
ideologist
i.de.ol.o.gistisim ideolog.
ideology
i.de.ol.o.gy îdiyal'ıci, aydiyal'ıci isim ideoloqi.
638
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük idiom
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
id.i.om îd'iyım isim 1. deyim, tabir. 2. (bir gruba özgü) dil, ağız.
idiomatic
id.i.om.at.icsıfat (bir dilin) ifade tarzına uygun.
idiomatically
id.i.om.at.i.cal.lyzarf (bir dilin) ifade tarzına uygun olarak.
idiosyncracy
id.i.o.syn.cra.cy îdiyısîng'krısi isim 1. kişisel özellik. 2. mizaç, huy.
idiot
id.i.ot îd'iyıt isim 1. geri zekâlı. 2. ahmak, alık.
idiotic
id.i.ot.ic îdiyat'îk sıfat ahmak.
idle away time
zaman öldürmek.
idle hours
boş vakit.
idle
i.dle ay'dıl sıfat 1. işsiz, aylak. 2. tembel. 3. boş, asılsız (söz, vaat, tehdit). 4. boşta, işlemeyen (makine). 5. boş (vakit). fiil (motor) rölantide/avarada çalışmak.
idler gear
avara dişlisi.
idler wheel
avara kasnağı.
idler
i.dlerisim 1. boş gezen kimse. 2. makine avara dişlisi. 3. makine avara kasnağı.
idol
i.dol ay'dıl isim 1. put, sanem. 2. çok sevilen kimse veya şey.
idolater
i.dol.a.ter aydal'ıtır isim putperest.
idolatry
idol.a.tryisim putperestlik.
idolise
i.dol.ise ay'dılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız idolize
idolize
i.dol.ize ay'dılayz fiil 1. tapınmak. 2. putlaştırmak.
idyl
i.dyl ay'dıl isim bakınız idyll
idyll
i.dyll ay'dıl isim idil.
idyllic
idyl.licsıfat 1. pastoral. 2. hoş ve sakin.
if ever
şayet.
If he hasn't done it again!
Hay Allah, yine aynı şeyi yaptı.
If I only knew!
Keşke bilseydim!
If it weren't for you ....
Siz olmasaydınız ....
If it's just the same to ...
.. için farketmezse. If it's just the same to you, I'll go with them. Senin için farketmezse, onlarla giderim.
if need be
gerekirse. 639
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
if not
aksi takdirde, değilse, olmazsa.
if only
keşke: If only I had known. Keşke bilseydim.
if perchance
eğer, şayet.
if push comes to shove
çok gerekirse.
if worst comes to worst
en kötü ihtimal gerçekleşecek olursa/gerçekleşirse: If worst comes to worst, we can always live in the cave. En kötü ihtimal gerçekleşecek olursa mağarada yaşayabiliriz.
If you don't like it you can lump it.
konuşma dili Beğensen de bir, beğenmesen de.
If you don't mind, ....
Müsaade ederseniz .../İzin verirseniz .../İzninizle ....
if you please
lütfen, rica ederim. 2. isterseniz.
if
if îf bağlaç eğer, ise, şayet. isim şart.
iffy
if.fy îf'i sıfat, konuşma dili şüpheli; belirsiz.
igneous
ig.ne.ous îg'niyıs sıfat püskürük (kütle).
ignite
ig.nite îgnayt' fiil tutuşturmak, yakmak, ateşlemek; tutuşmak, yanmak, ateş almak.
ignition key
otomotiv kontak anahtarı.
ignition switch
otomotiv kontak, ateşleme düzeninin açılıp kapanmasını sağlayan aygıt.
ignition
ig.ni.tion îgnîş'ın isim 1. tutuşma; tutuşturma, ateşleme. 2. otomotiv ateşleme tertibatı.
ignoble
ig.no.ble îgno'bıl sıfat 1. alçak, aşağılık, bayağı. 2. soysuz, şerefsiz.
ignominious
ig.no.min.i.ous îgnımîn'iyıs sıfat 1. alçakça, namussuzca. 2. yüz kızartıcı.
ignominy
ig.no.min.y îg'nımîni isim rezalet, alçaklık.
ignoramus
ig.no.ra.mus îgnırey'mıs isim cahil.
ignorance
ig.no.rance îg'nırıns isim bilgisizlik, cehalet, cahillik.
ignorant
ig.no.rantsıfat bilgisiz, cahil.
ignore
ig.nore îgnor' fiil 1. aldırmamak, boş vermek. 2. bilmezlikten gelmek.
iguana
i.gua.na îgwa'nı isim iguana, hintkertenkelesi.
ileum
il.e.um îl'iyım isim, anatomi (ilea) kıvrım bağırsak. 640
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ilex
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
i.lex ay'leks isim 1. pırnal, pırnar, yeşilmeşe. 2. çobanpüskülü.
ill at ease
huzursuz, içi rahat olmayan.
I'll be buggered!
Hay Allah!
I'll be damned!
Olur şey değil!/Allah Allah!
I'll bet ....
Bahse girerim ki ....
I'll come in a minute or two.
Bir iki dakikaya kadar geleceğim.
I'll go along now.
Gidiyorum artık.
I'll have his head!
konuşma dili Kellesini uçuracağım!/Derisini yüzeceğim!
I'll have his hide!
konuşma dili Kellesini uçuracağım!/Derisini yüzeceğim!
ill humor
ters huy, aksi mizaç.
ill will
düşmanlık, husumet; kin, garaz.
I'll
I'll ayl kısaltma I will/shall .
ill
ill îl sıfat (worse, worst) 1. hasta, rahatsız. 2. kötü, fena. 3. ters, uğursuz. isim kötülük, fenalık, zarar.
ill-adapted
ill-adaptedsıfat uymayan, uygun olmayan.
ill-advised
ill-ad.visedsıfat yanlış, sakıncalı.
ill-disposed
ill-disposedsıfat 1. kötü huylu. 2. düzensiz.
illegal
il.le.gal îli'gıl sıfat 1. yasadışı, illegal. 2. yolsuz.
illegibility
il.leg.i.bil.i.tyisim okunaksızlık.
illegible
il.leg.i.ble îlec'ıbıl sıfat okunaksız.
illegitimate
il.le.git.i.mate îlîcît'ımît sıfat 1. gayri meşru, evlilikdışı. 2. yasadışı, yolsuz.
ill-fated
ill-fat.edsıfat bahtsız, talihsiz.
ill-gotten gains
haksız kazanç.
illiberal
il.lib.er.al îlîb'ırıl sıfat 1. cimri. 2. dar görüşlü. 3. kültürsüz, bilgisiz.
illicit
il.lic.it îlîs'ît sıfat 1. yasadışı. 2. haram; caiz olmayan.
illiterate
il.lit.er.ate îlît'ırît sıfat okumamış, kara cahil, okuma yazma bilmeyen.
ill-mannered
ill-man.neredsıfat terbiyesiz, kaba.
ill-natured
ill-na.turedsıfat huysuz, ters, serkeş. 641
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
illness
ill.ness îl'nîs isim hastalık, rahatsızlık.
illogical
il.log.i.cal îlac'îkıl sıfat mantıksız, mantığa aykırı.
ill-omened
ill-omenedsıfat uğursuz.
ill-starred
ill-starredsıfat bahtı kara, talihsiz.
ill-timed
ill-timedsıfat vakitsiz, zamansız, mevsimsiz.
ill-treat
ill-treatfiil kötü davranmak.
illuminate
il.lu.mi.nate îlu'mıneyt fiil 1. aydınlatmak, ışıklandırmak. 2. (kitap veya yazıyı) tezhip etmek. 3. (birini veya bir konuyu) aydınlatmak.
illuminating
illuminatingsıfat aydınlatıcı.
illumination
il.lu.mi.na.tionisim 1. aydınlatma. 2. tezhip.
illusion
il.lu.sion îlu'qın isim 1. yanılsama, illüzyon. 2. hayal.
illusive
il.lu.sive îlu'sîv sıfat aldatıcı, asılsız.
illusory
il.lu.so.ry îlu'sıri sıfat aldatıcı, asılsız.
illustrate
il.lus.trate îl'ıstreyt fiil 1. örneklemek. 2. resimlemek.
illustration
il.lus.tra.tion îlıstrey'şın isim 1. örnek. 2. resim, illüstrasyon.
illustrative
il.lus.tra.tive îl^s'trıtîv sıfat örnekleyen.
illustrator
il.lus.tra.torisim çizer, illüstratör.
illustrious
il.lus.tri.ous îl^s'triyıs sıfat 1. ünlü, meşhur. 2. şanlı, şerefli.
illuvium
il.lu.vi.um îlu'viyım isim, jeoloji (illuvia/illuviums) ilüvyon.
ILO
ILO ay'el'o' kısaltma International Labor Organization .
I'm buggered!
Pestilim çıktı!/ Bittim!
I'm on the horns of a dilemma.
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık.
I'm pleased to meet you.
Tanıştığımıza memnun oldum.
I'm surprised at you.
Yaptığına şaşırıyorum. 2. Aşkolsun!
I'm willing to bet ....
Bahse girerim ki ....
I'm
I'm aym kısaltma I am .
image
im.age îm'îc isim 1. imaq. 2. görüntü. 3. hayal, imge. 4. put.
imagery
isim betimleme.
642
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük imaginable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.ag.i.na.ble îmäc'ınıbıl sıfat hayal edilebilir, göz önüne getirilebilir.
imaginary
im.ag.i.nar.y îmäc'ıneri sıfat imgesel, hayal ürünü, hayali.
imagination
im.ag.i.na.tion îmäcıney'şın isim 1. hayal gücü. 2. imgelem. 3. hayal. 4. kuruntu.
imaginative
im.ag.i.na.tive îmäc'ınıtîv sıfat 1. hayal gücü kuvvetli, yaratıcı. 2. iyi planlanmış.
imaginatively
im.ag.i.na.tive.lyzarf hayal gücüne dayanarak.
imagine
im.ag.ine îmäc'în fiil 1. hayal etmek, imgelemek; tasarımlamak. 2. sanmak, zannetmek.
imagism
im.ag.ism îm'ıcîzım isim imgecilik.
imagist
im.ag.ist îm'ıcîst isim, sıfat imgeci.
imbalance
im.bal.ance îmbäl'ıns isim dengesizlik.
imbecile
im.be.cile îm'bısîl sıfat, isim budala, ahmak, aptal.
imbecility
imbecilityisim budalalık, ahmaklık, aptallık.
imbibe
im.bibe îmbayb' fiil 1. içmek. 2. soğurmak, emmek. 3. öğrenmek, kapmak; özümsemek.
imbue
im.bue îmbyu' fiil with (fikir) aşılamak.
IMF
IMF ay'em'ef' kısaltma the International Monetary Fund
imitate
im.i.tate îm'ıteyt fiil 1. taklit etmek, taklidini yapmak. 2. (birini) örnek almak.
imitation
im.i.ta.tion îmıtey'şın isim 1. taklit. 2. taklit etme.
immaculate
im.mac.u.late îmäk'yılît sıfat 1. lekesiz, tertemiz. 2. kusursuz.
immaculately
im.mac.u.late.lyzarf lekesiz olarak, tertemiz bir şekilde.
immanence
im.ma.nence îm'ınıns isim, felsefe içkinlik.
immanent
im.ma.nent îm'ınınt sıfat, felsefe içkin.
immaterial
im.ma.te.ri.al îmıtîr'iyıl sıfat 1. önemsiz. 2. konu dışı. 3. maddi olmayan.
immature
im.ma.ture îmıçûr' sıfat 1. olgunlaşmamış. 2. ham, olmamış. 3. toy, gelişmemiş.
643
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük immaturity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.ma.tur.i.tyisim 1. olgun olmama. 2. hamlık. 3. toyluk.
immeasurable
im.meas.ur.a.ble îmeq'ırıbıl sıfat ölçülemez; ölçülemeyecek kadar büyük/çok, tahmin edilemeyecek boyutlarda; sonsuz.
immediate cause
(bir şeye) doğrudan yol açan neden.
immediate
im.me.di.ate îmi'diyît sıfat 1. şimdiki. 2. acil. 3. yakın.
immediately
im.me.di.ate.lyzarf 1. hemen, derhal. 2. doğrudan doğruya.
immense
im.mense îmens' sıfat çok büyük, kocaman; uçsuz bucaksız.
immensely
im.mense.lyzarf gayet, pek çok.
immensity
im.men.si.ty îmen'sıti isim çok büyük olma; uçsuz bucaksız olma.
immerse
im.merse îmırs' fiil daldırmak, suya batırmak.
immersed in thought
dalgın, derin düşüncelere dalmış.
immersion
im.mer.sion îmır'qın, îmır'şın isim dalma, batma; daldırma, batırma.
immigrant
im.mi.grant îm'ıgrınt isim göçmen, muhacir.
immigrate
im.mi.grate îm'ıgreyt fiil göç etmek.
immigration
im.mi.gra.tionisim göç etme.
imminent
im.mi.nent îm'ınınt sıfat yakında olmasından korkulan, yakın.
immobile
im.mo.bile îmo'bıl sıfat 1. kımıldatılamaz. 2. hareketsiz.
immobilise
im.mo.bi.lise îmo'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız immobilize
immobility
im.mo.bilityisim hareketsizlik.
immobilize
im.mo.bi.lize îmo'bılayz fiil kımıldayamaz duruma getirmek, tespit etmek.
immoderate
im.mod.er.ate îmad'ırît sıfat aşırı, ölçüsüz.
immodest
im.mod.est îmad'îst sıfat 1. utanmaz, arsız. 2. açık saçık. 3. haddini bilmez.
644
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük immoral
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.mor.al îmôr'ıl sıfat 1. ahlaksız, edepsiz. 2. ahlaka aykırı.
immorality
im.mo.ral.i.tyisim ahlaksızlık.
immortal
im.mor.tal îmôr'tıl sıfat ölümsüz, ebedi, sonsuz. isim ölümsüz varlık.
immortalise
im.mor.tal.ise îmôr'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız immortalize
immortality
im.mor.tal.i.ty îmôrtäl'îti isim ölümsüzlük.
immortalize
im.mor.tal.ize îmôr'tılayz fiil ölümsüzleştirmek, ebedileştirmek.
immovable
im.mov.a.ble îmu'vıbıl sıfat 1. kımıldamaz, yerinden oynamaz, sabit. 2. değişmez. 3. kolay etkilenmez. 4. hukuk gayri menkul, taşınmaz.
immune
im.mune îmyun' sıfat to -e karşı bağışık; from/to -den muaf.
immunise
im.mu.nise îm'yınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız immunize
immunity
im.mu.ni.ty îmyu'nıti isim 1. bağışıklık. 2. hukuk dokunulmazlık.
immunize
im.mu.nize îm'yınayz fiil (against) (-e karşı) bağışık kılmak.
immutable
im.mu.ta.ble îmyu'tıbıl sıfat değişmez, sabit.
imp
imp împ isim 1. küçük şeytan. 2. afacan çocuk, şeytanın art ayağı.
impact
im.pact îm'päkt isim 1. vuruş. 2. çarpışma. 3. etki. fiil sıkıştırmak, pekiştirmek.
impacted tooth
dişçilik çene kemiğine kaynamış diş.
impair
im.pair împer' fiil bozmak, zayıflatmak.
impale
im.pale împeyl' fiil kazıklamak, kazığa oturtmak, kazığa vurmak.
impart
im.part împart' fiil 1. (to) (-e) bildirmek, söylemek. 2. to -e vermek.
impartial
im.par.tial împar'şıl sıfat tarafsız, yansız.
impartiality
im.par.ti.al.i.ty împarşiyäl'ıti isim tarafsızlık, yansızlık. 645
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük impassable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.pass.a.ble împäs'ıbıl sıfat geçilmez, aşılmaz, geçit vermez.
impasse
im.passe îm'päs, împäs' isim çıkmaz, açmaz, kördüğüm.
impassion
im.pas.sion împäş'ın fiil 1. hırslandırmak, kızdırmak, çileden çıkarmak. 2. coşturmak, heyecanlandırmak.
impassioned
im.pas.sionedsıfat ateşli, coşkulu, heyecanlı.
impassive
im.pas.sive împäs'îv sıfat duygularını açığa vurmayan.
impatience
im.pa.tienceisim sabırsızlık.
impatient
im.pa.tient împey'şınt sıfat sabırsız, tez canlı.
impatiently
im.pa.tient.lyzarf sabırsızlıkla.
impeach
im.peach împiç' fiil (devlet memurunu) mahkeme önünde suçlandırmak; suçlamak.
impeccable
im.pec.ca.ble împek'ıbıl sıfat kusursuz.
impecunious
im.pe.cu.ni.ous împıkyu'niyıs sıfat parasız.
impede
im.pede împid' fiil engellemek.
impediment
im.ped.i.ment împed'ımınt isim 1. engel, mâni. 2. özür, engel.
impel
im.pel împel' fiil (impelled, impelling) sürmek, itmek, sevketmek.
impending
im.pend.ing împend'îng sıfat olması yakın.
impenetrable
im.pen.e.tra.ble împen'ıtrıbıl sıfat 1. delinmez. 2. to (yağmur, hava) geçirmez. 3. içinden geçilmez (orman). 4. girilmesi imkânsız (kale). 5. çözülemeyen (sav, söz, sır v.b.). 6. koyu, zifiri (karanlık).
impenitence
im.pen.i.tenceisim pişman olmama, pişmanlık duymama.
impenitent
im.pen.i.tent împen'ıtınt sıfat pişman olmayan, pişmanlık duymayan.
imperative
im.per.a.tive împer'ıtîv sıfat 1. zorunlu, mecburi. 2. emreden. 3. dilbilgisi emir belirten. isim 1. zorunlu şey. 2. zorunluk, zorunluluk. 3. emir. 4. dilbilgisi emir kipi.
imperceptible
im.per.cep.ti.ble împırsep'tıbıl sıfat görülmez, seçilmez, farkedilmez, hissedilmez; belli belirsiz. 646
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük imperfect
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.per.fect împır'fîkt sıfat 1. eksik, noksan, kusurlu. 2. defolu. 3. dilbilgisi bitmemiş bir eylemi gösteren (zaman). isim, dilbilgisi bitmemiş bir eylemi gösteren zaman veya fiil.
imperfection
im.per.fec.tion împırfek'şın isim kusur, eksiklik.
imperial
im.pe.ri.al împîr'iyıl sıfat 1. imparatora özgü; imparatorluğa ait. 2. şahane. isim keçisakalı.
imperialism
im.pe.ri.al.ism împîr'iyılîzım isim 1. imparatorluk sistemi. 2. emperyalizm, yayılımcılık.
imperialist
im.pe.ri.al.istisim emperyalist, yayılımcı.
imperialistic
im.pe.ri.al.ist.ic împirîyılîs'tîk sıfat emperyalist, yayılımcı.
imperil
im.per.il împer'îl fiil (imperiled/imperilled, imperiling/imperilling) tehlikeye atmak.
imperious
im.pe.ri.ous împîr'iyıs sıfat emretmeyi seven, buyurgan; amirane.
imperishable
im.per.ish.a.ble împer'îşıbıl sıfat bozulmaz, çürümez, yok olmaz.
impermanent
im.per.ma.nent împır'mınınt sıfat geçici, kalıcı olmayan.
impermeable
im.per.me.a.ble împır'miyıbıl sıfat 1. sugeçirmez; hava geçirmez. 2. geçirimsiz (toprak).
impersonal
im.per.son.al împır'sınıl sıfat kişisel olmayan, kişilikdışı.
impersonate
im.per.son.ate împır'sıneyt fiil 1. taklit etmek. 2. canlandırmak, temsil etmek.
impersonation
im.per.son.ationisim 1. taklit etme. 2. canlandırma.
impertinence
im.per.ti.nenceisim küstahlık; münasebetsizlik.
impertinency
im.per.ti.nen.cyisim küstahlık; münasebetsizlik.
impertinent
im.per.ti.nent împır'tınınt sıfat terbiyesiz, küstah; münasebetsiz.
imperturbable
im.per.turb.a.ble împırtır'bıbıl sıfat ağırbaşlı, temkinli, istifini bozmayan, soğukkanlı.
647
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük impervious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.per.vi.ous împır'viyıs sıfat 1. to (su, hava v.b.'ni) geçirmez. 2. nüfuz edilemeyen. 3. to (öğüt, eleştiri v.b.'ne) kulak asmaz, (öğüt, eleştiri v.b.'ni) dinlemez. 4. to (korku, acı v.b.'nden) etkilenmez.
impetuous
im.pet.u.ous împeç'uwıs sıfat 1. aceleci. 2. düşünmeden yapılan. 3. sert, şiddetli. 4. çabuk, hızlı.
impetus
im.pe.tus îm'pıtıs isim 1. güç, zor, şiddet. 2. uyarı; dürtü; güdü.
impiety
im.pi.e.ty împay'ıti isim Allaha karşı saygısızlık.
impinge
im.pinge împînc' fiil on/upon -i etkilemek.
impious
im.pi.ous îm'piyıs sıfat Allaha karşı saygısız.
implacable
im.plac.a.ble împläk'ıbıl, împley'kıbıl sıfat 1. yatıştırılmaz (öfke, nefret v.b.). 2. amansız (düşman).
implant
im.plant împlänt' fiil 1. dikmek. 2. aklına sokmak, aşılamak. 3. tıbbi implantasyon yoluyla aşılamak/dikmek. isim tıbbi implantasyon.
implantation
im.plan.ta.tion împläntey'şın isim 1. tıbbi implantasyon. 2. mimarlık aplikasyon.
implement
im.ple.ment îm'plıment fiil 1. (taahhüt, plan v.b.'ni) yerine getirmek, uygulamak. 2. (yasa, karar v.b.'ni) yürürlüğe koymak. isim alet, araç.
implementation
im.ple.men.ta.tion împlımentey'şın isim 1. yerine getirme, yürütme. 2. yürürlüğe koyma.
implicate
im.pli.cate îm'plıkeyt fiil (birini) (olumsuz bir şeye) karıştırmak.
implication
im.pli.ca.tionisim 1. (bir şeyin içinde) saklı olan anlam. 2. (birini) (olumsuz bir şeye) karıştırma.
implicit
im.plic.it împlîs'ît sıfat 1. ifade edilmeden anlaşılan, saklı. 2. ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan. 3. tam, kesin: implicit trust tam güven.
implicitly
im.plic.it.lyzarf 1. dolaylı olarak. 2. tamamıyla.
implore
im.plore împlor' fiil yalvarmak.
648
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük imply
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.ply împlay' fiil 1. (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, -e işaret etmek. 2. içermek: Smoke implies fire. Duman ateşi içerir. 3. beraberinde getirmek: Privileges imply duties. Ayrıcalıklar beraberinde görevleri getirir.
impolite
im.po.lite împılayt' sıfat terbiyesiz, kaba.
impolitely
im.po.lite.lyzarf terbiyesizce, kaba bir şekilde.
impoliteness
im.po.lite.nessisim terbiyesizlik, kabalık.
impolitic
im.pol.i.tic împal'ıtîk sıfat uygunsuz, isabetsiz.
imponderable
im.pon.der.a.ble împan'dırıbıl sıfat tartıya gelmez, ağırlığı olmayan, ölçülemeyen. isim önceden kestirilemeyen etken.
import duty
ithalat vergisi.
import license
permi, ithalat izni.
import permit
permi, ithalat izni.
import quota
ithalat kotası.
import
im.port împôrt' fiil ithal etmek. isim 1. ithal malı. 2. anlam. 3. önem.
importance
im.por.tance împôr'tıns isim 1. önem. 2. etki, nüfuz, itibar.
important
im.por.tant împor'tınt sıfat 1. önemli. 2. etkili, nüfuzlu, itibarlı.
importation
im.por.ta.tionisim ithalat, dışalım.
importer
im.port.erisim ithalatçı.
imports and exports
ithalat ve ihracat.
importunate
im.por.tu.nate împôr'çınît sıfat isteğinde çok ısrar eden; çok ısrarlı.
importune
im.por.tune împôrtun' fiil ısrarla istemek.
impose
im.pose împoz' fiil 1. on/upon -e (vergi) koymak. 2. on/upon zorla kabul ettirmek, empoze etmek. 3. on/upon rahatsız etmek. 4. on/upon zahmet vermek. 5. on/upon (ceza) vermek. 6. on/upon (zorla) yüklemek. 7. on/upon hile ile kabul ettirmek. 8. on/upon etkilemek.
imposing
im.pos.ing împo'zîng sıfat heybetli, görkemli.
649
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük imposition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.po.si.tion împızîş'ın isim 1. (vergi) koyma. 2. zorla kabul ettirme. 3. zahmet. 4. ceza. 5. yük. 6. hile. 7. haksız talep.
impossibility
im.pos.si.bil.i.tyisim olanaksızlık, imkânsızlık.
impossible
im.pos.si.ble împas'ıbıl sıfat olanaksız, imkânsız.
impossibly
impossiblyzarf imkânsız bir şekilde.
I've a sinking feeling you're right.
Korkarım haklısın.
I've been had.
konuşma dili Üçkâğıda geldim.
I've half a notion to give you a hiding!
Sana dayak atasım geliyor.
I've never seen the like of it.
Benzerini hiç görmedim.
I've
I've ayv kısaltma I have .
impost
im.post îm'post isim vergi; resim, harç.
impostor
im.pos.tor împas'tır isim sahtekâr, dolandırıcı.
impotence
im.po.tenceisim 1. güçsüzlük. 2. iktidarsızlık.
impotency
im.po.ten.cyisim 1. güçsüzlük. 2. iktidarsızlık.
impotent
im.po.tent îm'pıtınt sıfat 1. güçsüz, âciz, zayıf. 2. iktidarsız (erkek).
impound
im.pound împaund' fiil 1. haczetmek, kanunen el koymak. 2. ağıla kapamak.
impoverish
im.pov.er.ish împav'ırîş fiil 1. yoksullaştırmak, fakirleştirmek. 2. kuvvetini kesmek.
impracticable
im.prac.ti.ca.ble împräk'tîkıbıl sıfat 1. yapılamaz. 2. uygulanamaz. 3. kullanışsız, elverişsiz, pratik olmayan. 4. geçilmez, çetin (yol).
impractical
im.prac.ti.cal împräk'tîkıl sıfat 1. yapılamaz. 2. uygulanamaz. 3. elverişsiz, pratik olmayan, mantıksız. 4. beceriksiz.
imprecise
im.pre.cise împrîsays' sıfat 1. kesin olmayan. 2. dikkatsiz, titiz olmayan, özensiz.
impregnable
im.preg.na.ble împreg'nıbıl sıfat 1. zaptedilemez. 2. kazanılamaz.
impregnate
im.preg.nate împreg'neyt fiil 1. gebe bırakmak, döllemek. 2. kimya emdirmek, emprenye etmek. 3. with (fikir) aşılamak. 650
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük impress
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.press împres' fiil 1. etkilemek. 2. on/upon aklına sokmak. 3. (damga) basmak.
impression
im.pres.sion împreş'ın isim 1. etki. 2. izlenim. 3. damga. 4. baskı.
impressionable
im.pres.sion.ablesıfat 1. aşırı duyarlı, hassas. 2. kolayca etkilenen.
impressionism
im.pres.sion.ismisim izlenimcilik, empresyonizm.
impressionist
im.pres.sion.istisim izlenimci, empresyonist.
impressionistic
im.pres.sion.ist.icsıfat izlenimci, empresyonist.
impressive
im.pres.sive împres'îv sıfat duyguları etkileyen, etkileyici.
impressively
im.pres.sive.lyzarf etkileyici bir şekilde, şaşırtıcı derecede.
imprint
im.print îm'prînt isim 1. baskı. 2. damga. 3. iz. 4. etki. 5. izlenim. 6. (kitapta) yayınevinin adı. fiil 1. (on) (damga, mühür) basmak. 2. (on) (zihnine) sokmak, nakşetmek.
imprison
im.pris.on împrîz'ın fiil hapsetmek.
imprisonment
im.pris.on.mentisim 1. hapsetme. 2. hapis.
improbable
im.prob.a.ble împrab'ıbıl sıfat ihtimal dışı, olmayacak.
impromptu
im.promp.tu împramp'tu sıfat hazırlıksız. zarf hazırlıksız olarak, doğaçtan.
improper
im.prop.er împrap'ır sıfat 1. uygunsuz. 2. yakışıksız, çirkin.
impropriety
im.pro.pri.e.ty împrıpray'ıti isim uygunsuzluk.
improve
im.prove împruv' fiil 1. düzeltmek, yoluna koymak; düzelmek, yola girmek: Ercan's health is improving. Ercan'ın sağlığı düzeliyor. 2. geliştirmek, ilerletmek; gelişmek, ilerlemek: He is trying to improve his Latin. Latincesini ilerletmeye çalışıyor. 3. değerlendirmek; değerlenmek.
improvement
im.prove.mentisim 1. düzelme; düzeltme. 2. geliştirme; gelişme. 3. ilerleme.
651
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük improvise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
im.pro.vise îm'prıvayz fiil 1. anında uydurmak, uydurup yapmak. 2. doğaçtan çalmak.
imprudence
im.pru.denceisim tedbirsizlik, ihtiyatsızlık.
imprudent
im.pru.dent împrud'ınt sıfat tedbirsiz, ihtiyatsız.
impudence
im.pu.denceisim küstahlık, yüzsüzlük, arsızlık.
impudent
im.pu.dent îm'pyıdınt sıfat küstah, yüzsüz, arsız.
impugn
im.pugn împyun' fiil yalancı çıkarmak.
impulse
im.pulse îm'p^ls isim 1. tepi, itki. 2. itici güç. 3. ani bir istek.
impulsive
im.pul.sive împ^l'sîv sıfat 1. düşüncesizce davranan. 2. ruhbilim tepisel.
impulsively
im.pul.sive.lyzarf düşünmeden, birdenbire.
impunity
im.pu.ni.ty împyu'nıti isim cezadan muaf olma.
impure
im.pure împyûr' sıfat 1. kirli, pis, murdar. 2. karışık, katışık. 3. iffetsiz.
impurity
im.pu.ri.tyisim 1. kirlilik, pislik, murdarlık. 2. katışıklık. 3. saflığı bozan şey, yabancı madde, katışkı.
impute
im.pute împyut' fiil 1. atfetmek. 2. üstüne yıkmak, yüklemek. 3. vermek.
in a bad way
kötü bir durumda. 2. tehlikede. 3. çok hasta.
in a big way
büyük çapta.
in a body
hep birlikte/beraber.
in a breeze
kolaylıkla.
in a coon's age
konuşma dili çoktandır, epeydir.
in a daze
sersem sepelek.
in a ferment
kargaşalık içinde.
in a flash
yıldırım hızıyla.
in a good light
(bir şeyi) iyimser olarak (görmek).
in a hurry
acele ile, telaşla.
in a jiffy
hemen.
in a lather
konuşma dili heyecanlı.
in a lump sum
peşin ve taksitsiz olarak.
in a manner of speaking
bir anlamda.
in a monotone
monoton bir şekilde, sesini alçaltıp yükseltmeden. 652
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in a nutshell
az ve öz olarak.
in a pinch
gerektiğinde, gereğinde; sıkışınca.
in a roundabout way
dolambaçlı yoldan. 2. dolaylı yoldan, dolaylı olarak.
in a slapdash manner
gelişigüzel, baştan savma.
in a small way
azıcık, küçük çapta.
in a state of undress
çıplak.
in a trice
bir anda, çabucak, bir çırpıda.
in a twitter
heyecan içinde.
in a way
bir bakıma.
in a word
sözün kısası.
in absolute privacy
tamamen aralarında kalmak üzere.
in accordance with
-e uygun olarak; uyarınca, gereğince: in accordance with the law kanun uyarınca.
in acknowledgment of
-in karşılığı olarak: in acknowledgment of his years of service yıllarca verdiği hizmetin karşılığı olarak.
in actuality
gerçekten, hakikaten.
in addition to
-e ilaveten, -e ek olarak, ayrıca, fazla olarak.
in advance
önde, ileride. 2. peşin olarak.
in aid of
menfaatine, -e yardım için.
in all probability
büyük bir olasılıkla.
in all
toplam olarak.
in alphabetical order
alfabetik olarak dizilmiş. 2. alfabetik sıraya göre.
in and of itself
özünde, kendisi, bizatihi: In itself it's not a problem. Kendi başına bir problem değil.
in and out
kâh içeride, kâh dışarıda.
in any case
neyse, her neyse, her ne hal ise; her nasılsa: In any case, she won't be able to walk for at least a week. Her neyse, en az bir hafta yürüyemez. 2. en azından: He was, in any case, alive. En azından yaşıyordu. 3. zaten: I was going there in any case. Zaten oraya gidiyordum. 4. ne olursa olsun, herhalde, her halükârda: In any case, I'll be there by nine o'clock. Ne olursa olsun, saat dokuzda oradayım.
in any event
bakınız in any case 653
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in any shape or form
hiçbir şekilde.
in apple-pie order
çok düzenli bir şekilde.
in between
aralarında: two houses with a yard in between aralarında bir bahçe olan iki ev.
in bloom
çiçek açmış, çiçekte.
in brief
kısaca, özetle.
in broad daylight
güpegündüz.
in bulk
açık, ambalajsız. 2. toptan.
in camera
hukuk gizli celsede.
in care of
eliyle: Write me care of Sıdıka Şentürk. Bana mektup postaladığında zarftaki ismimin altına Sıdıka Şentürk eliyle diye yaz.
in case of emergency
acil bir durumda.
in case of
halinde: In case of fire press this button. Yangın anında bu düğmeye basın. in case of emergency acil durumda.
in case
takdirde: I can work late in case it's necessary. Gerektiği takdirde geç vakte kadar çalışabilirim.
in cipher
şifreli.
in cold blood
soğukkanlılıkla, amansızca.
in command
amir, sözü geçen.
in commission
sefere hazır (gemi). 2. işe hazır.
in company with
ile beraber, birlikte.
in comparison with
-e oranla, -e nispetle, -e nispeten.
in compliance with
-e uygun olarak, mucibince.
in concert
uyum içinde, birlik içinde.
in conclusion
son olarak.
in conference
toplantıda, meşgul.
in conformity with
-e uyarak; -e uygun.
in conjunction with
ile bir arada, birlikte.
in consequence of
sonucunda, nedeniyle.
in danger
tehlikede.
in days of yore
çok eskiden.
in default of
yokluğunda, yokluğundan dolayı.
654
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük in defiance of
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-i hiçe sayarak, -e meydan okuyarak. 2. -e aykırı olarak.
in despite of
-e karşın, -e rağmen.
in detail
ayrıntılı olarak, ayrıntılarıyla.
in diameter
çap olarak.
in dismay
dehşet içinde, dehşetle.
in disrepair
tamire muhtaç, harap.
in doubt
kuşkulu, şüpheli, henüz belli olmayan.
in due course
zamanı/vakti gelince. 2. zamanla.
in due time
zamanı/vakti gelince. 2. zamanla.
in duplicate
iki suret halinde.
in earnest
ciddi olarak, ciddi, gerçekten. 2. bayağı, çok.
in easy circumstances
hali vakti yerinde, varlıklı.
in effect
aslında. 2. yürürlükte.
in excess of
-den fazla, -i geçen.
in fact
aslında; haddi zatında: He is, in fact, ninety five. Aslınde doksan beş yaşında.
in favor of
-in lehinde, -in lehine, -den yana, -in taraftarı.
in fear and trembling
korkudan titreyerek.
in fine fettle
keyfi yerinde.
in flames
alevler içinde.
in focus
iyi odaklanmış.
in front of
önünde: in front of the building binanın önünde.
in front
önde.
in full view
tam göz önünde.
in fun
şakadan.
in general
genellikle, genel olarak.
in good company
iyi arkadaşlarla.
in good faith
sadece birinin sözüne güvenerek.
in good spirits
keyfi yerinde.
in good time
biraz erken. 2. vaktinde, önceden belirlenen zamanda. 3. süresi gelince.
in good trim
iyi durumda/vaziyette, formda.
in great demand
çok revaçta, çok aranan, büyük rağbet gören, tutulan. 655
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in hand
elde. 2. hazırlanmakta. 3. kontrol altında.
in harness
iş başında.
in haste
aceleyle, telaşla.
in hiding
saklı.
in his own backyard
kendi çevresinde.
in hock
rehinde.
in honor of
şerefine.
in hopes of
ümidi ile.
in imitation of
-i taklit ederek.
in irons
zincire vurulmuş; eli kelepçeli.
in itself
özünde, kendisi, bizatihi: In itself it's not a problem. Kendi başına bir problem değil.
in jeopardy of his life
idam cezası tehlikesiyle karşı karşıya. 2. hayatı tehlikede.
in jest
şaka olarak.
in keeping with
-e uygun olarak.
in labor
doğurma halinde.
in leaf
yapraklanmış.
in less than no time
bir çırpıda, çabucak.
in lieu of
-in yerine, -e bedel olarak.
in line for
-e aday, için sırada.
in luck
talihli, şansı açık.
in memory of
-in anısına, -in hatırasına.
in mesh
birbirine girmiş.
in miniature
ufak çapta, minyatür.
in motion
hareket halinde.
in my book
bana göre.
in my judgement
fikrimce, bana kalırsa.
in my judgment
fikrimce, bana kalırsa.
in my opinion
bence, bana göre, kanımca.
in name
sözde, ismen.
in no time at all
konuşma dili bir çırpıda, çabucak.
in no time
konuşma dili bir çırpıda, çabucak.
in no uncertain terms
sert bir şekilde/açıkça (söylemek). 656
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in nothing flat
bir an evvel, hemen.
in one body
hep birlikte/beraber.
in one fell swoop
bir çırpıda.
in one's mind's eye
hayalinde, kafasında.
in one's pocket
nüfuzu altında, avucunun içinde.
in one's spare time
boş vaktinde.
in operation
yürürlükte.
in order of priorities
önem sırasına göre.
in order that
-sin diye: in order that he may see görsün diye.
in order to keep up appearances
ele güne karşı rezil olmamak için.
in order to
için: in order to see görmek için.
in order
düzenli. 2. sıra ile. 3. yolunda, usule göre.
in other words
yani, demek.
in our midst
aramızda.
in part
kısmen.
in particular
özellikle.
in parts
parça parça, kısım kısım.
in passing
geçerken. 2. tesadüfen.
in patches
kısmen, yer yer.
in pawn
rehinde.
in perpetuity
ebediyen, her zaman için, daima.
in person
şahsen, bizzat.
in place of
-in yerine.
in place
yerinde.
in plain English
açıkçası.
in plain words
açıkça. 2. açıkçası.
in play
şaka olarak.
in point of fact
aslında, gerçekte.
in point of
bakımından.
in position
tam yerinde.
in practice
uygulamada.
in press
baskıda, basılmakta.
in print
basılmış, satılmakta.
in private
özel olarak. 2. gizlice. 657
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in process of construction
inşa halinde, yapılmakta.
in proportion to
-e oranla, -e göre.
in public
alenen, açıkça, herkesin önünde.
in pursuance of
yerine getirirken, peşinde koşarken, gerçekleştirmeye çalışırken: He sacrificed his wealth in pursuance of his ideals. İdeallerinin peşinde koşarken servetini feda etti.
in regard to
-e gelince.
in relation to
hakkında.
in reply to
-e cevap olarak.
in respect to
ile ilgili olarak.
in response to
-e karşılık; -e karşılık olarak.
in retrospect
geçmişe bakarak.
in return for
-e karşılık olarak, -in karşılığında.
in revenge for
-den öç almak için.
in ruins
harap, viran, yıkkın.
in self-defense
kendini korumak için.
in sequence
sırayla. 2. art arda.
in seventh heaven
çok mutlu.
in shore
kıyıya yakın.
in short course
kısaca.
in short order
konuşma dili çabucak, çok kısa bir zaman içinda.
in short
kısaca, sözün kısası.
in sight
görünürde.
in single file
tek sıra halinde.
in so far as
-e kadar.
in so many words
açık seçik bir şekilde, açıkça.
in some measure
bir dereceye kadar, kısmen.
in some ways
bazı bakımlardan.
in someone's stead
birinin yerine, birinin namına: Ürkmez can go in her stead. Onun yerine Ürkmez gidebilir.
in spite of
-e rağmen, -e karşın: He's carrying on in spite of the difficulties. Zorluklara rağmen devam ediyor.
in stock
ticaret mevcut.
in sum
sözün kısası, kısaca. 658
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük in tandem
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
art arda dizilmiş bir şekilde. 2. koordinasyon içinde, birbirine bağlı olarak; ortaklaşa, birlikte, beraber.
in ten seconds flat
tam on saniyede.
in terms of
... açıdan: Don't look at the situation in those terms! Duruma o açıdan bakma! 2. konuşma dili -e gelince, ce/-çe: She's got no problems in terms of money. Paraca hiçbir sorunu yok.
in that case
o takdirde.
in that
yüzünden, -den dolayı; çünkü; mademki.
in the aggregate
toplam olarak.
in the background
ikinci planda.
in the bag
konuşma dili emin, garantili; çantada keklik.
in the cards
muhtemel, olası.
in the clouds
hayal âleminde, dalgın.
in the course of time
zamanla.
in the course of
sırasında, esnasında.
in the crunch
paçası sıkışınca.
in the dark
karanlıkta. 2. habersiz.
in the end
sonunda, eninde sonunda.
in the event of
takdirde, halinde.
in the extreme
son derece.
in the eyes of
gözünde.
in the face of
karşısında.
in the family way
konuşma dili gebe, hamile.
in the flesh
bizzat.
in the hole
konuşma dili borçlu; para kaybetmiş durumda.
in the interest of
yararına, için.
in the interim
aradaki zamanda.
in the land of the living
sağ, hayatta.
in the large
bütün kapsamı ile.
in the light of the facts
olayların gelişmesine göre, olayların ışığı altında.
in the limelight
genel ilgiyi üzerinde toplamış, revaçta, gözde. 2. herkes tarafından bilinen.
in the long run
konuşma dili uzun vadede. 659
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in the long term
uzun vadede.
in the lump
bütünüyle, bütün olarak.
in the main
çoğunlukla, çoğu.
in the making
olmakta, yapılmakta.
in the matter of
konusunda.
in the meantime
o/bu arada, o/bu süre içinde.
in the midst of
-in ortasında, -in arasında.
in the morning
sabahleyin.
in the name of
adına, namına, yerine. 2. başı için, hakkı için, aşkına.
in the nature of things
doğal olarak, tabiatıyla.
in the neighborhood of
yaklaşık olarak, civarında.
in the nick of time
tam zamanında (Gecikmeye hiç yer olmayan durumlar için kullanılır.).
in the nude
çıplak.
in the offing
yakında, pek uzak olmayan (olay).
in the open
açık havada.
in the presence of a large company
büyük bir topluluk önünde.
in the present case
bu durumda.
in the process of time
zamanla, zaman geçtikçe.
in the raw
doğal halde, işlenmemiş. 2. konuşma dili çıplak.
in the rough
kaba taslak durumda. 2. işlenmemiş durumda.
in the same breath
bir solukta, aynı zamanda.
in the second place
ikinci olarak, ondan sonra.
in the short run
konuşma dili kısa vadede.
in the short term
kısa vadede.
in the thick of the battle
muharebenin en şiddetli yerinde.
in the twinkling of an eye
göz açıp kapayıncaya kadar; kaşla göz arasında.
in the vicinity of
dolaylarında: He lives in the vicinity of Kadıköy. Kadıköy civarında oturuyor. 2. konuşma dili aşağı yukarı, yaklaşık olarak: His salary is in the vicinity of ten million a month. Ayda aşağı yukarı on milyon maaş alıyor.
in the wake of
-in ardında, -in peşinde. 2. -in ardından, - den sonra; ... sonucunda. 660
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük in the world
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili Allah aşkına, Allahı/Allahını seversen (Soru zamirleriyle kullanılır.): What in the world is that? O ne, Allahını seversen? How in the world did you do that? Onu nasıl yaptın Allah aşkına?
in this connection
bu münasebetle, bu hususta.
in three months
üç aya kadar.
in time
vaktinde, zamanında (yetişmek veya yetiştirmek). 2. zamanla.
in total
toplam olarak. 2. bütünüyle, tamamıyla.
in tow
konuşma dili beraberinde: He had his girl friend in tow as well. Beraberinde kız arkadaşı da vardı.
in triplicate
üç kopya olarak.
in truth
hakikaten, gerçekten.
in tune
akortlu.
in turn
sıra ile; sırasıyla; nöbetleşe: Each charge was mowed down in turn by their deadly fire. Hücuma kalkan her grup onların öldürücü ateşiyle helak oldu. 2. kâh ... kâh ...: She was cutting and tender in turn. Kâh kırıcı, kâh şefkatliydi.
in two shakes
konuşma dili bir lahzada.
in two
iki kısma, ikiye (kesmek, bölmek, ayırmak).
in unison
birlikte, beraber, bir ağızdan.
in vain
boş yere, boşuna.
in view of
-den dolayı, yüzünden, -i göz önünde tutarak.
in view
görünürde, ortada.
in vogue
moda. 2. rağbette.
in
in în zarf 1. içeride; içeriye; içine. 2. evde. 3. görev başında. 4. mevsimi gelmiş. 5. moda, gözde.
inability
in.a.bil.i.ty înıbîl'ıti isim yetersizlik, ehliyetsizlik; yeteneksizlik; güçsüzlük; beceriksizlik.
inaccessible
in.ac.ces.si.ble înäkses'ıbıl sıfat yanına varılmaz, erişilmez.
inaccurate
in.ac.cu.rate înäk'yırît sıfat yanlış, kusurlu, hatalı.
inaction
in.ac.tion înäk'şın isim hareketsizlik. 661
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inactive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ac.tive înäk'tîv sıfat 1. hareketsiz. 2. kimya etkisiz. 3. ticaret durgun.
inactivity
in.ac.tiv.i.tyisim 1. hareketsizlik. 2. kimya etkisizlik. 3. ticaret durgunluk.
inadequate
in.ad.e.juate înäd'ıkwît sıfat 1. yetersiz. 2. eksik, noksan.
inadmissible
in.ad.mis.si.ble înıdmîs'ıbıl sıfat kabul olunmaz, uygun görülmez.
inadvertent
in.ad.ver.tent înıdvır'tınt sıfat kasıtsız, elde olmayan.
inalienable
in.al.ien.a.ble îneyl'yınıbıl sıfat 1. (kişinin) elinden alınamayacak (hak). 2. satılamaz, devrolunamaz.
inane
in.ane îneyn' sıfat 1. boş, anlamsız. 2. budala, aptal; budalaca, aptalca.
inanimate
in.an.i.mate înän'ımît sıfat 1. cansız, ruhsuz, ölü. 2. donuk, sönük.
inappropriate
in.ap.pro.pri.ate înıpro'priyît sıfat uygunsuz, yersiz, münasebetsiz.
inapt
in.apt înäpt' sıfat bakınız inept
inarticulate
in.ar.tic.u.late înartîk'yılît sıfat 1. kendini iyi ifade edemeyen. 2. anlaşılmaz. 3. dilsiz. 4. iyi ifade edilmemiş.
inasmuch as
-diğine göre. 2. -diği derecede/kadar.
inasmuch
in.as.much înızm^ç' zarf bakınız inasmuch as
inattention
in.at.ten.tion înıten'şın isim dikkatsizlik.
inattentive
in.at.ten.tivesıfat dikkatsiz.
inattentiveness
in.at.ten.tive.nessisim dikkatsizlik.
inaugural
in.au.gu.ral înô'gyırıl sıfat açılış töreni ile ilgili.
inaugurate
in.au.gu.rate înô'gyıreyt fiil 1. resmen işe başlatmak, (birini) törenle bir göreve getirmek. 2. törenle açmak, açılış töreniyle başlatmak. 3. başlamak; başlatmak, -in başlangıcı olmak.
inauguration
in.au.gu.ra.tionisim 1. resmen işe başlama. 2. göreve başlama töreni. 3. açılış töreni, açılış.
inauspicious
in.aus.pi.cious înôspîş'ıs sıfat uğursuz, meşum. 662
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inborn
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.born în'bôrn sıfat 1. (birinin) tabiatında olan, doğuştan gelen. 2. irsi, kalıtsal.
inbound
in.bound în'baund sıfat 1. limana veya havaalanına giren (gemi, uçak). 2. şehir merkezine doğru giden (tren, otobüs v.b.).
inbred
in.bred în'bred' sıfat uzun zaman boyunca edinilegelmiş.
incalculable
in.cal.cu.la.ble înkäl'kyılıbıl sıfat hesap edilemez, hesaplanamayan; haddi hesabı olmayan.
incandescence
in.can.des.cenceisim akkorluk.
incandescent lamp
elektrik elektrik ampulü.
incandescent
in.can.des.cent înkındes'ınt sıfat akkor.
incapable
in.ca.pa.ble înkey'pıbıl sıfat yeteneksiz, kabiliyetsiz; âciz, güçsüz.
incapacitate
in.ca.pac.i.tate înkıpäs'ıteyt fiil güçsüz duruma getirmek; for -i yapamaz duruma getirmek.
incapacity
in.ca.pac.i.ty înkıpäs'ıti isim güçsüzlük, yeteneksizlik.
incarcerate
in.car.cer.ate înkar'sıreyt fiil hapsetmek.
incarnate
in.car.nate înkar'nît sıfat 1. cisimlenmiş. 2. insan şekline girmiş.
incase
in.case înkeys' fiil bakınız encase
incautious
in.cau.tious înkô'şıs sıfat dikkatsiz, tedbirsiz, düşüncesiz.
incendiary bomb
yangın bombası.
incendiary
in.cen.di.ar.y însen'diyeri sıfat 1. kasten yangın çıkaran. 2. kışkırtıcı, karışıklık çıkaran. isim kundakçı.
incense
in.cense însens' fiil kızdırmak, öfkelendirmek.
incentive pay
teşvik primi.
incentive
in.cen.tive însen'tîv isim 1. isteklendiren ödül; özendirici şey. 2. dürtü, güdü.
inception
in.cep.tion însep'şın isim başlama, başlangıç.
incessant
in.ces.sant înses'ınt sıfat devamlı, sürekli, ardı arkası kesilmeyen.
incessantly
in.ces.sant.lyzarf sürekli olarak, ardı arkası kesilmeden. 663
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
incest
in.cest în'sest isim yakın akraba ile cinsel ilişki kurma.
inch along
yavaş yavaş ilerlemek. 2. yavaş yavaş hareket ettirmek.
inch
inch înç isim inç, parmak, 2,50 cm.
incident
in.ci.dent în'sıdınt isim olay, hadise.
incidental
in.ci.den.tal însıden'tıl sıfat 1. ikinci derecede önemi olan (masraflar v.b.). 2. to -e eşlik eden, -in yol açabileceği: problems incidental to divorce boşanmanın yol açabileceği sorunlar.
incidentally
in.ci.den.tal.lyzarf aklıma gelmişken.
incinerate
in.cin.er.ate însîn'ıreyt fiil yakıp kül etmek.
incinerator
in.cin.er.a.torisim fırın; çöp fırını.
incipient
in.cip.i.ent însîp'iyınt sıfat henüz başlamakta olan, yeni başlayan.
incise
in.cise însayz' fiil hakketmek, oymak, kazımak.
incision
in.ci.sion însîq'ın isim 1. yarma, deşme. 2. tıbbi ensizyon.
incisive
in.ci.sive însay'sîv sıfat 1. keskin. 2. zeki.
incisor
in.ci.sor însay'zır isim kesicidiş.
incite
in.cite însayt' fiil kışkırtmak, tahrik etmek; teşvik etmek.
incitement
in.cite.mentisim kışkırtma, tahrik; teşvik.
incivility
in.ci.vil.i.ty însıvîl'ıti isim 1. kabalık, nezaketsizlik. 2. kaba davranış.
inclement
in.clem.ent înklem'ınt sıfat sert, fırtınalı (hava).
inclination
in.cli.na.tion înklıney'şın isim 1. eğilim, meyil; istek, heves. 2. eğim, eğiklik.
incline one's ear
kulak kabartmak.
incline
in.cline înklayn' fiil 1. eğmek; eğilmek. 2. to/towards -e eğilim göstermek. isim 1. eğri yüzey. 2. yokuş.
inclined plane
eğri yüzey.
inclose
in.close înkloz' fiil bakınız enclose
inclosure
in.clo.sure înklo'qır isim bakınız enclosure
include
in.clude înklud' fiil 1. içine almak, içermek, kapsamak. 2. dahil etmek, katmak. 664
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
included
in.clud.edsıfat dahil.
inclusion
in.clu.sion înklu'qın isim 1. dahil etme, katma; dahil olma, katılma. 2. içindeleme. 3. katılan şey.
inclusive
in.clu.sive înklu'sîv sıfat 1. of -i kapsayan, dahil: The charge is a million liras inclusive of service. Hesap, servis dahil bir milyon lira tuttu. 2. içlemci.
incognito
in.cog.ni.to înkagni'to zarf takma adla; kılık değiştirerek.
incoherence
in.co.her.ence înkohîr'ıns isim tutarsızlık.
incoherency
in.co.her.en.cy înkohîr'ınsi isim tutarsızlık.
incoherent
in.co.her.entsıfat tutarsız.
income tax
gelir vergisi.
income
in.come în'k^m isim gelir, kazanç.
incoming
in.com.ing în'k^mîng sıfat 1. giren, ele geçen. 2. yeni (hükümet, yıl).
incommensurate
in.com.men.su.rate înkımen'şırît sıfat 1. oransız. 2. yetersiz.
incommunicado
in.com.mu.ni.ca.do înkımyunıka'do zarf bakınız hold incommunicado
incommunicative
in.com.mu.ni.ca.tive înkımyu'nıkıtîv sıfat bildiğini başkalarına söylemeyen, ketum.
incomparable
in.com.pa.ra.ble înkam'pırıbıl sıfat 1. eşsiz, emsalsiz. 2. with/to ile karşılaştırılamaz, ile kıyaslanamaz.
incompatibility
in.com.pat.i.bil.i.tyisim uyuşmazlık, bağdaşmazlık.
incompatible
in.com.pat.i.ble înkımpät'ıbıl sıfat 1. birbirine uymayan, birbirine zıt. 2. uyuşmaz, bağdaşmaz.
incompetence
in.com.pe.tenceisim yetersizlik, beceriksizlik.
incompetency
in.com.pe.ten.cyisim yetersizlik, beceriksizlik.
incompetent
in.com.pe.tent înkam'pıtınt sıfat 1. yetersiz, beceriksiz. 2. hukuk ehliyetsiz.
incomplete
in.com.plete înkımplit' sıfat eksik, noksan, bitmemiş; kusurlu.
665
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük incomprehensible
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.com.pre.hen.si.ble înkamprîhen'sıbıl sıfat anlaşılmaz, akıl almaz.
incomprehension
in.com.pre.hen.sion înkamprîhen'şın isim anlayışsızlık, kavrayamama.
inconceivable
in.con.ceiv.a.ble înkınsi'vıbıl sıfat kavranılmaz, anlaşılmaz.
inconclusive
in.con.clu.sive înkınklu'sîv sıfat 1. bir sonuca varmayan, sonuçsuz. 2. inandırıcı olmayan. 3. etkisiz.
incongruity
in.con.gru.i.ty înkang.gru'wıti isim 1. uyuşmazlık, bağdaşmazlık. 2. uygunsuzluk, yersizlik. 3. uyuşmayan kısım veya şey.
incongruous
in.con.gru.ous înkang'gruwıs sıfat 1. uyuşmaz, bağdaşmaz. 2. uygunsuz, yersiz.
inconsequent
in.con.se.juent înkan'sıkwınt sıfat 1. tutarsız. 2. mantıksız. 3. konu dışı.
inconsequential
in.con.se.juen.tialsıfat 1. yersiz. 2. önemsiz.
inconsiderate
in.con.sid.er.ate înkınsîd'ırît sıfat düşüncesiz, saygısız.
inconsistent
in.con.sis.tent înkınsîs'tınt sıfat 1. uyuşmaz, tutarsız. 2. kararsız, değişken.
inconsolable
in.con.sol.a.ble înkınso'lıbıl sıfat avutulamaz.
inconspicuous
in.con.spic.u.ous înkınspîk'yuwıs sıfat 1. farkedilmeyen, göze çarpmayan. 2. önemsiz.
inconstant
in.con.stant înkan'stınt sıfat 1. kararsız, değişken. 2. vefasız.
incontestable
in.con.test.a.ble înkıntes'tıbıl sıfat tartışılmaz, itiraz edilemez, su götürmez.
incontinent
in.con.ti.nent înkan'tınınt sıfat 1. kendini tutamayan. 2. idrarını tutamayan.
incontrovertible
in.con.tro.vert.i.ble înkantrıvır'tıbıl sıfat yadsınamaz, inkâr edilemez.
incontrovertibly
incontrovertiblyzarf yadsınamayacak şekilde.
inconvenience
in.con.ven.ience înkınvin'yıns isim güçlük, zahmet, rahatsızlık. fiil zahmet vermek, rahatsız etmek.
666
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inconvenient
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.con.ven.ient înkınvin'yınt sıfat 1. uygunsuz. 2. zahmetli, müşkül. 3. elverişsiz.
incorporate
in.cor.po.rate înkôr'pıreyt fiil 1. içermek, kapsamak. 2. into/in -e dahil etmek, -e katmak. 3. anonim şirket haline getirmek. 4. birleştirmek; birleşmek. 5. cisimlendirmek.
incorporated
in.cor.po.ratedsıfat anonim.
incorrect
in.cor.rect înkırekt' sıfat 1. yanlış. 2. düzeltilmemiş. 3. biçimsiz.
incorrigible
in.cor.ri.gi.ble înkôr'ıcıbıl sıfat adam olmaz, yola getirilemez, düzelmez (kimse).
incorruptible
in.cor.rupt.i.ble înkır^p'tıbıl sıfat 1. rüşvet kabul etmez. 2. ahlakı bozulmaz. 3. bozulmaz, çürümez, kokuşmaz.
increase
in.crease înkris' fiil 1. artmak, çoğalmak; artırmak, çoğaltmak. 2. büyümek, gelişmek; verimli olmak; büyütmek, geliştirmek. isim 1. artış, artma, çoğalma. 2. ürün. 3. kâr. 4. hâsılat.
increasingly
in.creas.ing.ly înkris'îngli zarf gittikçe artarak: become increasingly difficult gittikçe zorlaşmak.
incredible
in.cred.i.ble înkred'ıbıl sıfat 1. inanılmaz, akıl almaz. 2. konuşma dili harika.
incredulity
in.cre.du.li.ty înkrıdu'lıti isim 1. inanmazlık. 2. kuşku.
incredulous
in.cred.u.lous înkrec'ılıs sıfat 1. inanmayan. 2. kuşkulu, kuşkulanan.
incredulousness
in.cred.u.lous.nessisim 1. inanmazlık. 2. kuşku.
increment
in.cre.ment în'krımınt isim artış, artma, çoğalma.
incriminate
in.crim.i.nate înkrîm'ıneyt fiil suçlamak.
incrust
in.crustfiil bakınız encrust
incubate
in.cu.bate în'kyıbeyt fiil 1. kuluçkaya yatmak. 2. civciv çıkarmak. 3. kafasında (plan) kurmak.
incubation
in.cu.ba.tionisim kuluçka dönemi.
incubator
in.cu.ba.torisim 1. kuluçka makinesi. 2. kuvöz.
inculcate
in.cul.cate înk^l'keyt fiil öğretmek, tekrarlayarak kafasına sokmak, aşılamak. 667
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
incumbency
in.cum.ben.cyisim 1. görev, vazife. 2. görev süresi.
incumbent
in.cum.bent înk^m'bınt isim makamı işgal eden kimse. sıfat bakınız be incumbent on
incur a debt
borçlanmak, borca girmek.
incur
in.cur înkır' fiil (incurred, incurring) 1. uğramak, maruz kalmak, girmek. 2. üstüne çekmek, uyandırmak.
incurable
in.cur.a.ble înkyûr'ıbıl sıfat onulmaz, amansız, şifasız.
incurious
in.cu.ri.ous înkyûr'iyıs sıfat 1. meraksız. 2. ilgisiz, kayıtsız.
incursion
in.cur.sion înkır'qın isim akın, hücum, saldırı.
indebted
in.debt.ed îndet'îd sıfat 1. borçlu. 2. teşekkür borçlu, minnettar.
indecent
in.de.cent îndi'sınt sıfat 1. yakışıksız, edepsiz, kaba. 2. hukuk toplum töresine aykırı.
indecipherable
in.de.ci.pher.a.ble îndîsay'fırıbıl sıfat okunmaz, çözülmez, sökülmez.
indecision
in.de.ci.sion îndîsîq'ın isim kararsızlık.
indecisive
in.de.ci.sive îndîsay'sîv sıfat 1. kararsız. 2. kesin olmayan.
indecorous
in.de.co.rous îndek'ırıs, îndîko'rıs sıfat uygunsuz, münasebetsiz, yakışıksız, yakışık almayan.
indecorum
in.de.co.rum îndîko'rım isim 1. uygunsuz davranış veya söz, uygunsuzluk. 2. uygunsuzluk, uygunsuz olma.
indeed
in.deed îndid' zarf gerçekten, hakikaten, doğrusu. ünlem Öyle mi?
indefatigable
in.de.fat.i.ga.ble îndîfät'ıgıbıl sıfat yorulmaz, yorulmak bilmez.
indefensible
in.de.fen.si.ble îndîfen'sıbıl sıfat savunulamaz.
indefinable
in.de.fin.a.ble îndîfay'nıbıl sıfat tanımlanamaz, açıklanması olanaksız, anlatılamaz.
indefinite article
belgisiz sıfat: bir (İngiliz İngilizcesi a, an ).
indefinite pronoun
dilbilgisi belirsizlik zamiri.
indefinite
in.def.i.nite îndef'ınît sıfat 1. belirsiz. 2. dilbilgisi belgisiz. 668
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
indelible ink
sabit mürekkep.
indelible pencil
kopya kalemi.
indelible
in.del.i.ble îndel'ıbıl sıfat 1. silinmez, çıkmaz, giderilmez (leke, iz). 2. silinmez, kalıcı (izlenim, etki, duygu). 3. sabit (boya, mürekkep).
indelicacy
in.del.i.ca.cyisim 1. uygunsuzluk. 2. kabalık.
indelicate
in.del.i.cate îndel'ıkît sıfat 1. uygun olmayan. 2. kaba, nezaketsiz.
indemnify
in.dem.ni.fy îndem'nıfay fiil 1. zararını ödemek. 2. zarar görmeyeceğine dair peşinen kefil olmak.
indemnity
in.dem.ni.ty îndem'nıti isim 1. tazminat, ödence. 2. kefalet, teminat, güvence.
indent
in.dent îndent' fiil içerlek yazmak, paragraf başı yapmak.
indentation
in.den.ta.tionisim içerlek yazma.
indenture
in.den.ture înden'çır isim sözleşme. fiil kontrat veya senetle bağlamak.
Independence Day
Amerikan İngilizcesi Bağımsızlık Günü 0 Temmuz.
independence
in.de.pen.dence îndîpen'dıns isim bağımsızlık.
independent
in.de.pen.dent îndîpen'dınt sıfat 1. bağımsız. 2. başına buyruk. 3. (ekonomik açıdan) bağımsız, kendi geliri ile geçinebilen. 4. politika bağımsız. isim, politika bağımsız.
independently
in.de.pen.dent.lyzarf 1. bağımsız olarak. 2. birbirini etkilemeden.
indescribable
in.de.scrib.a.ble îndîskray'bıbıl sıfat tanımlanamaz, anlatılmaz.
indestructible
in.de.struc.ti.ble îndîstr^k'tıbıl sıfat yıkılmaz, yok edilemez.
indeterminate
in.de.ter.mi.nate îndîtır'mınît sıfat 1. sınırsız, belirsiz, bellisiz. 2. kuşkulu.
index card
fiş.
index finger
işaretparmağı.
669
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük index
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.dex în'deks isim (indexes/indices) 1. dizin, indeks, fihrist. 2. katalog. 3. gösterge. fiil 1. (kitap) için dizin hazırlamak, (kitabın) indeksini yapmak. 2. işaret etmek, göstermek.
India ink
çini mürekkebi.
India
In.di.a în'diyı isim Hindistan.
Indian corn
mısır.
Indian file
tek sıra (yürüyüş).
Indian hemp
hintkeneviri.
Indian lotus
hintfulü.
Indian rice
hintpirinci.
Indian summer
pastırma yazı.
Indian yellow
hintsarısı.
Indian
In.di.an în'diyın isim 1. Hintli. 2. Kızılderili. sıfat 1. Hint; Hindistan; Hindistan'a özgü. 2. Hintli. 3. Kızılderili, Kızılderililere özgü. 4. Kızılderili.
indicate
in.di.cate în'dıkeyt fiil işaret etmek, göstermek, imlemek.
indication
in.di.ca.tionisim 1. bildirme, anlatma, gösterme. 2. belirti, delil, gösterge, işaret.
indicative mood
dilbilgisi bildirme kipi.
indicative
in.dic.a.tive îndîk'ıtîv sıfat 1. of -i gösteren, -i belirten. 2. of -i bildiren.
indicator
in.di.ca.torisim gösterge, ibre.
indict
in.dict îndayt' fiil for ile suçlamak.
indictment
in.dict.mentisim 1. iddianame, savca. 2. suçlama. 3. dava açma.
indifference
in.dif.fer.ence îndîf'ırıns isim 1. aldırmazlık. 2. ilgisizlik.
indifferent
in.dif.fer.ent îndîf'ırınt sıfat 1. kaygısız, aldırmaz, umursamayan. 2. duygusuz. 3. önemsiz.
indigenous
in.dig.e.nous îndîc'ınıs sıfat 1. yerli. 2. to (bir yere) özgü, (bir yerde) doğal olarak bulunan/yetişen.
indigent
in.di.gent în'dıcınt sıfat yoksul, fakir. 670
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
indigestible
in.di.gest.i.ble îndîces'tıbıl sıfat sindirilemeyen.
indigestion
in.di.ges.tion îndıces'çın isim sindirim güçlüğü, hazımsızlık, mide fesadı.
indignant
in.dig.nant îndîg'nınt sıfat (haksızlıktan dolayı) kızgın, öfkeli.
indignation
in.dig.na.tion îndîgney'şın isim (haksızlıktan dolayı) kızgınlık, öfke.
indignity
in.dig.ni.ty îndîg'nıti isim küçük düşürücü hareket, hakaret; onur kırıcı durum.
indigo blue
çivit rengi, çivit mavisi.
indigo plant
çivitotu, indigo.
indigo
in.di.go în'dıgo, în'digo isim 1. çivit rengi, çivit mavisi. 2. çivitotu. sıfat çivit rengi, çivit mavisi, çividi.
indirect cost
dolaylı masraf.
indirect lighting
dolaylı ışıklandırma.
indirect object
dilbilgisi -e halindeki isim, dolaylı tümleç.
indirect tax
dolaylı vergi.
indirect
in.di.rect îndırekt' sıfat 1. dolaylı. 2. dolaşık, dolambaçlı.
indirectly
in.di.rect.lyzarf dolaylı olarak.
indiscernible
in.dis.cern.i.ble îndîsır'nıbıl sıfat seçilemez, ayırt edilemez, farkedilemeyecek.
indiscreet
in.dis.creet îndîskrit' sıfat düşüncesiz; geveze, boşboğaz, ağzı gevşek.
indiscrete
in.dis.crete îndîskrit' sıfat kısımlara bölünmemiş, toplu halde.
indiscretion
in.dis.cre.tion îndîskreş'ın isim 1. düşüncesizlik; boşboğazlık. 2. düşüncesiz hareket.
indiscriminate
in.dis.crim.i.nate îndîskrîm'ınıt sıfat gelişigüzel, rasgele; ayırt edilmemiş, karışık.
indispensable
in.dis.pen.sa.ble îndîspen'sıbıl sıfat gerekli, vazgeçilmez, zorunlu.
indispose
in.dis.pose îndîspoz' fiil 1. hevesini kırmak, soğutmak. 2. rahatsız etmek. 671
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
indisposed
in.dis.posedsıfat 1. rahatsız, keyifsiz. 2. isteksiz.
indisposition
in.dis.po.si.tion îndîspızîş'ın sıfat 1. rahatsızlık, keyifsizlik. 2. isteksizlik.
indisputable
in.dis.put.a.ble îndîspyu'tıbıl sıfat su götürmez, kesin, tartışılmaz.
indistinct
in.dis.tinct îndîstîngkt' sıfat belirsiz, iyice görülmeyen, bulanık.
indistinguishable
in.dis.tin.guish.a.ble îndîstîng'gwîşıbıl sıfat ayırt edilmesi olanaksız, seçilemez.
individual
in.di.vid.u.al îndıvîc'uwıl sıfat 1. tek, yalnız, ayrı. 2. bireysel. isim 1. birey, fert. 2. kişi, kimse, şahıs.
individualism
in.di.vid.u.al.ismisim bireycilik.
individualist
in.di.vid.u.al.istisim bireyci.
individuality
in.di.vid.u.al.i.ty îndıvîcuwäl'ıti isim bireysellik.
individually
in.di.vid.u.al.lyzarf ayrı ayrı.
indivisible
in.di.vis.i.ble îndıvîz'ıbıl sıfat bölünmez.
Indochina
In.do.chi.na în'do.çay'nı isim Çinhindi.
Indochinese
In.do.chi.nese în'do.çayniz' isim (Indo-chinese) Çinhintli. sıfat 1. Çinhindi, Çinhindi'ne özgü. 2. Çinhintli.
indoctrinate
in.doc.tri.nate îndak'trıneyt fiil 1. bir düşünce sisteminin esaslarını öğretmek. 2. telkin etmek, (fikir) aşılamak.
Indo-European languages
Hint-Avrupa dilleri.
Indo-European
In.do-Eu.ro.pe.an în'do.yûrıpi'yın sıfat Hint-Avrupa dil ailesine ait.
indolent
in.do.lent în'dılınt sıfat 1. tembel, üşengen, üşengeç. 2. tıbbi ağrısız.
indomitable
in.dom.i.ta.ble îndam'îtıbıl sıfat yılmaz, boyun eğmez.
Indonesia
In.do.ne.sia îndıni'qı isim Endonezya, İndonezya.
Indonesian
isim Endonezyalı. sıfat 1. Endonezya, Endonezya'ya özgü. 2. Endonezyalı.
indoor
in.door în'dôr sıfat 1. iç mekânlara uygun; iç mekânlarda kullanılan: indoor shoes iç mekânlarda 672
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
giyilen ayakkabılar. 2. kapalı: indoor tennis court kapalı tenis kortu. 3. iç mekânlarda yapılan: He's got an indoor qob. Onun işi içeride çalışmasını gerektiriyor. 4. tiyatro iç mekânda geçen (sahne). indoors
in.doors în'dôrz' zarf içeride; içeri, içeriye: Stay indoors! İçeride kal! She went indoors. İçeri gitti.
indorse
in.dorsefiil bakınız endorse
induce
in.duce îndus' fiil 1. neden olmak. 2. ikna etmek, kandırıp yaptırmak.
inducement
in.duce.ment îndus'mınt isim 1. neden, vesile. 2. ikna, teşvik.
induct
in.duct înd^kt' fiil 1. askere almak. 2. göreve getirmek, memuriyete başlatmak.
induction
in.duc.tion înd^k'şın isim 1. göreve getirme. 2. mantık tümevarım. 3. sonuç çıkarma. 4. elektrik indüksiyon, indükleme.
inductive reasoning
tümevarımlı usavurma.
inductive
in.duc.tive înd^k'tîv sıfat 1. mantık tümevarımsal. 2. elektrik indükleyen, indüksiyon yapan.
indulge
in.dulge înd^lc' fiil 1. (sakınılması gereken bir şeye) teslim olmak: She indulged her desire for candy. Şeker yeme arzusuna yenildi. 2. in kendine bir şey yapma izni vermek: I haven't indulged in cigarettes for a week. Bir haftadır sigaradan uzak duruyorum. 3. (arzu, rica v.b.'ni) yerine getirmek. 4. -e yüz vermek: Don't indulge that naughty child. O yaramaz çocuğa yüz verme.
indulgence
in.dul.gence înd^l'cıns isim 1. düşkünlük. 2. hoşgörü.
indulgent
in.dul.gent înd^l'cınt sıfat hoşgörülü.
industrial arts
endüstriyel sanatlar.
industrial engineer
endüstri mühendisi.
industrial school
endüstri meslek lisesi.
industrial
in.dus.tri.al înd^s'triyıl sıfat endüstriyel, sınai, işleyimsel.
673
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük industrialise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.dus.tri.al.ise înd^s'triyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız industrialize
industrialist
in.dus.tri.al.istisim sanayici.
industrialize
in.dus.tri.al.ize înd^s'triyılayz fiil sanayileştirmek.
industrious
in.dus.tri.ous înd^s'triyıs sıfat çalışkan, gayretli.
industry
in.dus.try în'dıstri isim 1. sanayi, endüstri, işleyim. 2. çalışkanlık, gayret.
inebriate
in.e.bri.ate îni'briyeyt fiil sarhoş etmek, mest etmek.
inedible
in.ed.i.ble îned'ıbıl sıfat yenmez.
ineffable
in.ef.fa.ble înef'ıbıl sıfat 1. sözü edilmez, ağza alınmaz (kutsal). 2. tarifsiz, anlatılmaz.
ineffective
in.ef.fec.tive înîfek'tîv sıfat 1. etkisiz (çare, ilaç v.b.). 2. yeteneksiz (yönetici, işçi v.b.).
ineffectual
in.ef.fec.tu.al înîfek'çuwıl sıfat 1. etkisiz (çare, ilaç v.b.). 2. yeteneksiz (yönetici, işçi v.b.).
inefficient
in.ef.fi.cient înîfîş'ınt sıfat 1. istenilen etkiyi uyandırmayan, etkisiz. 2. zaman ve enerjiyi ekonomik bir şekilde kullanmayan, verimsiz, randımansız (iş yöntemi, makine v.b.).
inelegant
in.el.e.gant înel'ıgınt sıfat zarif olmayan, incelikten yoksun.
ineligible
in.el.i.gi.ble înel'ıcıbıl sıfat 1. katılma hakkı olmayan. 2. bir makam için yeterli nitelikleri olmayan, yetersiz. 3. askeri hizmete alınamaz.
ineluctable
in.e.luc.ta.ble înîl^k'tıbıl sıfat kaçınılmaz.
inept
in.ept înept' sıfat 1. uygunsuz, yersiz, yakışıksız. 2. beceriksiz, hünersiz.
ineptitude
in.ep.ti.tudeisim 1. uygunsuzluk. 2. beceriksizlik. 3. gaf, pot.
inequality
in.e.jual.i.ty înikwal'ıti isim 1. eşitsizlik, farklılık. 2. değişebilirlik, değişkenlik.
inequitable
in.ej.ui.ta.blesıfat haksız, insafsız.
inequity
in.ej.ui.ty înek'wıti isim haksızlık, insafsızlık.
674
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inert
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ert înırt' sıfat 1. fizik süreduran. 2. hareketsiz. 3. ağır, tembel, uyuşuk. 4. kimya eylemsiz.
inertia
in.er.tia înır'şı isim 1. fizik süredurum, atalet. 2. tembellik.
inescapable
in.es.cap.a.ble înıskey'pıbıl sıfat kaçınılmaz.
inessential
in.es.sen.tial înîsen'şıl sıfat gereksiz.
inestimable
in.es.ti.ma.ble înes'tımıbıl sıfat 1. hesaba sığmaz, hesapsız. 2. paha biçilmez, çok değerli.
inevitable
in.ev.i.ta.ble înev'ıtıbıl sıfat kaçınılmaz, çaresiz.
inevitably
inevitablyzarf kaçınılmaz şekilde.
inexact
in.ex.act înîgzäkt' sıfat 1. kesin olmayan. 2. tam doğru olmayan, yanlış, hatalı.
inexcusable
in.ex.cus.a.ble înîkskyu'zıbıl sıfat bağışlanamaz, affedilmez.
inexcusably
inexcusablyzarf affedilmeyecek şekilde.
inexhaustible
in.ex.haust.i.ble înîgzôs'tıbıl sıfat 1. tükenmez, bitmez tükenmez. 2. yorulmaz.
inexorable
in.ex.o.ra.ble înek'sırıbıl sıfat 1. amansız, insafsız, acımasız. 2. değiştirilemez.
inexpedient
in.ex.pe.di.ent înîkspi'diyınt sıfat amaca uygun düşmeyen, elverişsiz.
inexpensive
in.ex.pen.sive înîkspen'sîv sıfat ucuz, masrafı az.
inexpensively
in.ex.pen.sive.lyzarf ucuza.
inexperience
in.ex.pe.ri.ence înîkspîr'iyıns isim tecrübesizlik, deneyimsizlik, acemilik.
inexperienced
in.ex.pe.ri.encedsıfat tecrübesiz, deneyimsiz, acemi.
inexpert
in.ex.pert înek'spırt sıfat 1. tecrübesiz, deneyimsiz, acemi. 2. beceriksiz.
inexplicable
in.ex.pli.ca.ble înek'splîkıbıl, îneksplîk'ıbıl sıfat nedeni anlaşılmaz, açıklanamaz.
inexplicably
inexplicablyzarf açıklanamayacak şekilde.
inexpressible
in.ex.press.i.ble înîkspres'ıbıl sıfat anlatılmaz, ifade edilemez.
inexpressibly
inexpressiblyzarf anlatılamayacak derecede. 675
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inextricable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ex.tri.ca.ble îneks'trîkıbıl sıfat 1. içinden çıkılmaz. 2. çözülmez. 3. ayrılmaz; girift.
inextricably
inextricablyzarf içinden çıkılamayacak şekilde.
infallibility
in.fal.li.bil.i.tyisim yanılmazlık.
infallible
in.fal.li.ble înfäl'ıbıl sıfat yanılmaz, şaşmaz, hata yapmaz.
infallibly
infalliblyzarf yanılmadan.
infamous
in.fa.mous în'fımıs sıfat 1. adı kötüye çıkmış. 2. rezil. 3. ayıp, çok çirkin.
infamy
in.fa.my în'fımi isim rezalet, alçaklık.
infancy
in.fan.cy în'fınsi isim 1. bebeklik, çocukluk. 2. küçüklük. 3. (tasarı, iş v.b.'nin) başlangıç aşaması, emekleme dönemi.
infant
in.fant în'fınt isim bebek, küçük çocuk. sıfat küçük.
infantile paralysis
tıbbi çocuk felci.
infantile
in.fan.tile în'fıntayl sıfat 1. çocuğa özgü. 2. çocukça. 3. çocuğa benzer.
infantilism
in.fan.til.ism înfän'tılîzım isim, ruhbilim bebeksilik.
infantry
in.fan.try în'fıntri isim piyade.
infatuate
in.fat.u.ate înfäç'uweyt fiil aklını çelmek, çıldırtmak.
infatuated with
-e deli gibi âşık.
infatuation
in.fat.u.a.tionisim (with) -e delicesine âşık olma.
infect
in.fect înfekt' fiil bulaştırmak, geçirmek.
infection
in.fec.tion înfek'şın isim 1. bulaşma; bulaştırma. 2. enfeksiyon.
infectious
in.fec.tious înfek'şıs sıfat 1. bulaşıcı. 2. başkalarına kolay geçen (gülme, neşe).
infelicitous
in.fe.lic.i.toussıfat hoş olmayan/nahoş (söz veya davranış).
infelicity
in.fe.lic.i.ty înfılîs'ıti isim hoş olmayan/nahoş söz veya davranış.
infer
in.fer înfır' fiil (inferred, inferring) 1. (from) (-den) anlamak, çıkarmak. 2. (from) (-den) sonuç çıkarmak.
inference
in.fer.ence în'fırıns isim sonuç çıkarma. 676
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inferior
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.fe.ri.or înfîr'iyır sıfat 1. (to) (-den) aşağı, adi, bayağı, düşük, (-e göre) değersiz. 2. ikinci derecede.
inferiority complex
ruhbilim aşağılık kompleksi.
inferiority feeling
aşağılık duygusu.
inferiority
in.fe.ri.or.i.ty înfîriyôr'ıti isim aşağılık, adilik, bayağılık, değerce aşağılık.
infernal
in.fer.nal înfır'nıl sıfat 1. cehenneme ait. 2. iğrenç.
inferno
in.fer.no înfır'no isim 1. cehennem. 2. cehennem gibi yer.
infertile
in.fer.tile înfır'tîl sıfat 1. çorak, verimsiz. 2. kısır.
infertility
infertilityisim 1. verimsizlik. 2. kısırlık.
infest
in.fest infest' fiil (bit, kurt, fare) istila etmek, etrafı sarmak.
infestation
in.fes.ta.tionisim (bit, kurt, fare) istila etme, etrafı sarma.
infidel
in.fi.del în'fîdıl isim kâfir.
infidelity
in.fi.del.i.ty înfîdel'ıti isim 1. sadakatsizlik. 2. zina. 3. imansızlık, küfür.
infiltrate
in.fil.trate înfîl'treyt fiil 1. süzülmek, içeri sızmak. 2. süzmek.
infiltration
infiltrationisim süzme; süzülme.
infinite pains
sonsuz gayret.
infinite
in.fin.ite în'fınît sıfat 1. sonsuz, sınırsız. 2. bitmez, tükenmez.
infinitely
in.fin.ite.lyzarf son derece, çok.
infinitesimal
in.fin.i.tes.i.mal înfînîtes'ımıl sıfat 1. matematik infinitezimal, sonsuzküçük. 2. ölçülemeyecek kadar küçük.
infinitive
in.fin.i.tive înfîn'ıtîv isim, dilbilgisi mastar.
infinity
in.fin.i.ty înfîn'ıti isim sonsuzluk, sınırsızlık.
infirm
in.firm înfırm' sıfat zayıf, kuvvetsiz, halsiz.
infirmary
in.fir.ma.ry înfır'mıri isim 1. (okulda, fabrikada) revir. 2. hastane. 3. klinik.
infirmity
in.fir.mi.tyisim 1. zayıflık. 2. hastalık. 3. sakatlık. 677
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inflame
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.flame înfleym' fiil 1. tutuşturmak, alevlendirmek; tutuşmak; alevlenmek. 2. kışkırtmak, tahrik etmek. 3. öfkelendirmek. 4. tıbbi iltihaplandırmak.
inflammable
in.flam.ma.ble înfläm'ıbıl sıfat 1. kolay tutuşan, parlayıcı. 2. kolay kızdırılır.
inflammation
in.flam.ma.tion înflımey'şın tıbbi 1. kızarma. 2. iltihaplanma, iltihap, yangı.
inflammatory
in.flam.ma.to.ry înfläm'ıtori sıfat kışkırtıcı, tahrik edici.
inflate
in.flate înfleyt' fiil 1. hava ile şişirmek. 2. (fiyatları) suni olarak yükseltmek, şişirmek. 3. piyasaya çok miktarda kâğıt para çıkarmak.
inflation
in.fla.tionisim enflasyon, para şişkinliği.
inflect
in.flect înflekt' fiil 1. ses tonunu değiştirmek. 2. dilbilgisi çekmek.
inflection
in.flec.tion înflek'şın isim 1. sesin yükselip alçalması. 2. dilbilgisi çekim.
inflexible
in.flex.i.ble înflek'sıbıl sıfat 1. eğilmez, bükülmez. 2. inatçı.
inflexion
in.flex.ion înflek'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız inflection
inflict a punishment on someone
birini cezaya çarptırmak.
inflict
in.flict înflîkt' fiil (on/upon) -e (ağrı, acı, ceza) vermek.
inflorescence
in.flo.res.cence înflıres'ıns isim, botanik çiçek durumu.
inflow
in.flow în'flo isim içeriye akış.
influence
in.flu.ence în'fluwıns isim etki, tesir, nüfuz. fiil 1. etkilemek, tesir etmek. 2. sözünü geçirmek.
influential
in.flu.en.tial înfluwen'şıl sıfat etkili, sözü geçen.
influenza
in.flu.en.za înfluwen'zı isim grip, enflüanza.
influx
in.flux în'fl^ks isim 1. içeriye akma. 2. akın.
inform
in.form înfôrm' fiil 1. (of/about/that) -den haberdar etmek, hakkında bilgi vermek, -i bildirmek: I informed him that I would not come tomorrow. Ona yarın gelmeyeceğimi bildirdim. 2. bilgilendirmek. 3. against/on -i ihbar etmek. 678
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
informal
in.for.mal înfôr'mıl sıfat teklifsiz, resmi olmayan.
informality
in.for.mal.i.ty înfôrmäl'ıti isim teklifsizlik.
informally
in.for.mal.lyzarf teklifsizce, gayri resmi olarak.
informant
in.for.mant înfôr'mınt isim bilgi veren kimse.
information booth
danışma, müracaat, danışma yeri.
information
in.for.ma.tion înfırmey'şın isim 1. bilgi, haber. 2. danışma.
informative
in.form.a.tive înfôr'mıtîv sıfat bilgilendirici, aydınlatıcı, eğitici.
informed
in.formed înfôrmd' sıfat bilgili, haberli.
informer
in.form.er înfôr'mır isim qurnalci, ihbarcı, muhbir.
infraction
in.frac.tion înfräk'şın isim (kuralları) bozma, ihlal.
infrared
in.fra.red înfrıred' sıfat kızılötesi, kızılaltı, enfraruq.
infrastructure
in.fra.struc.ture în'frıstr^kçır isim altyapı, enfrastrüktür.
infrequent
in.fre.juent înfri'kwınt sıfat seyrek.
infringe
in.fringe înfrînc' fiil 1. (anlaşma, antlaşma v.b.'ni) bozmak, ihlal etmek. 2. on/upon -e tecavüz etmek.
infringement
in.fringe.mentisim 1. (anlaşma, antlaşma v.b.'ni) bozma. 2. on/upon -e tecavüz etme.
infuriate
in.fu.ri.ate înfyûr'iyeyt fiil çıldırtmak, çileden çıkarmak, çok öfkelendirmek.
infuse
in.fuse înfyuz' fiil 1. with -i aşılamak; into -e aşılamak. 2. into içine dökmek veya akıtmak. 3. (çay) demlemek, demlendirmek.
infusion
in.fu.sion înfyu'qın isim 1. içine dökme veya akıtma; içine dökülme. 2. demleme, demlendirme. 3. demlenmiş içecek (çay, ilaç). 4. tıbbi damara zerketme, içitim.
ingenious
in.gen.ious încin'yıs sıfat 1. hünerli. 2. usta. 3. usta işi.
ingeniously
in.gen.ious.lyzarf ustalıkla.
ingenuity
in.ge.nu.i.ty încınu'wıti isim yaratıcılık; hüner, marifet.
ingenuous
in.gen.u.ous încen'yuwıs sıfat 1. açıkyürekli, samimi, candan. 2. saf, masum.
inglorious
in.glo.ri.ous înglor'iyıs sıfat 1. utandırıcı, yüz kızartıcı. 2. şerefsiz. 3. tanınmamış. 679
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ingoing
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.go.ing în'gowîng sıfat 1. iktidara yeni gelen (hükümet). 2. kabaran (deniz).
ingot
in.got îng'gıt isim külçe.
ingrate
in.grate în'greyt isim nankör kimse.
ingratiate oneself with someone
birinin gözüne girmeye çalışmak.
ingratiate
in.gra.ti.ate în.grey'şiyeyt fiil bakınız ingratiate oneself with someone
ingratitude
in.grat.i.tude în.grät'ıtud isim nankörlük.
ingredient
in.gre.di.ent în.gri'diyınt isim karışımdaki madde, malzeme.
ingrowing
in.grow.ing în'growîng sıfat içe doğru büyüyen.
inguinal gland
kasık bezi.
inguinal
in.gui.nal îng'gwınıl sıfat kasıksal, kasığa ait.
inhabit
in.hab.it înhäb'ît fiil içinde oturmak.
inhabitable
in.hab.it.ablesıfat içinde oturulur, oturmaya elverişli.
inhabitant
in.hab.i.tant înhäb'ıtınt isim (bir yerde) oturan kimse, sakin.
inhalation
in.ha.la.tion înhıley'şın isim 1. nefes alma. 2. (sigara dumanı v.b.'ni) içine çekme.
inhale
in.hale înheyl' fiil 1. nefes almak. 2. (sigara dumanı v.b.'ni) içine çekmek.
inherence
in.her.ence înhîr'ıns isim (bir şeye/birine) özgü olma.
inherency
in.her.en.cy înhîr'ınsi isim (bir şeye/birine) özgü olma.
inherent
in.her.ent înhîr'ınt, înher'ınt sıfat (bir şeye/birine) özgü/has; esas, asıl, öz: inherent rights temel haklar.
inherit
in.her.it înher'ît fiil -e miras kalmak; vâris olmak.
inheritance
in.her.i.tance înher'ıtıns isim 1. miras, kalıt. 2. biyoloji kalıtım, soyaçekim.
inherited
in.her.itedsıfat 1. irsi, kalıtsal. 2. miras kalan.
inheritor
in.her.itorisim mirasçı, vâris.
inhibit
in.hib.it înhî'bît fiil 1. from -den alıkoymak, -i engellemek. 2. yavaşlatmak. 3. ruhbilim inhibe etmek.
inhibited
in.hib.itedsıfat çekingen. 680
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inhibition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.hi.bi.tion înhîbîş'ın isim 1. alıkoyma, engelleme. 2. yavaşlatma. 3. ruhbilim inhibisyon, inhibe etme.
inhospitable
in.hos.pi.ta.ble înhas'pîtıbıl, înhaspît'ıbıl sıfat 1. konuk sevmez. 2. barınak olmayan (yer).
inhuman
in.hu.man înhyu'mın sıfat insanlık dışı, merhametsiz, şefkatsiz, zalim.
inhumane
in.hu.mane înhyumeyn' sıfat zalim, merhametsiz.
inhumanity
in.hu.man.i.ty înhyumän'ıti isim insaniyetsizlik.
inimical
in.im.i.cal înîm'îkıl sıfat 1. to -e düşman: That village is inimical to strangers. O köy yabancılara düşman. 2. to e ters düşen, -e karşıt; -e zararlı: His plan is inimical to our interests. Onun planı bizim çıkarlarımıza ters düşüyor.
inimitable
in.im.i.ta.ble înîm'ıtıbıl sıfat 1. taklit edilemez. 2. eşsiz.
iniquity
in.ij.ui.ty înîk'wıti isim 1. günah. 2. kötülük. 3. haksızlık, adaletsizlik.
initial
in.i.tial înîş'ıl sıfat baştaki, birinci, ilk. isim kelimenin ilk harfi. fiil (initialed/initialled, initialing/initialling) kısa imza atmak.
initiate
in.i.ti.ate înîş'iyeyt fiil 1. başlatmak. 2. into -e alıştırmak, -i göstermek. 3. üyeliğe kabul etmek. isim üyeliğe yeni kabul edilmiş kimse.
initiation
in.i.ti.a.tion înîşiyey'şın isim 1. üyeliğe kabul töreni. 2. başlatma.
initiative
in.i.tia.tive înîş'ıtîv isim 1. inisiyatif. 2. girişim, teşebbüs.
initiator
initiatorisim başlatan kimse.
inject
in.ject încekt' fiil şırınga etmek, enqeksiyon yapmak.
injection
in.jec.tion încek'şın isim enqeksiyon, iğne.
injudicious
in.ju.di.cious încudîş'ıs sıfat tedbirsiz; düşüncesiz; patavatsız.
injure
in.jure în'cır fiil 1. incitmek, zarar vermek. 2. bozmak.
injurious
in.ju.ri.ous încûr'iyıs sıfat 1. zararlı, dokunur. 2. kırıcı, yerici, aşağılayıcı. 681
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük injury
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ju.ry în'cıri isim 1. zarar, ziyan. 2. eza, üzgü. 3. haksızlık. 4. yara.
injustice
in.jus.tice înq^s'tîs isim haksızlık, adaletsizlik.
ink
ink îngk isim mürekkep.
inkling
ink.ling îngk'lîng isim 1. işaret, ipucu. 2. seziş.
inkpad
ink.padisim ıstampa.
inkwell
ink.wellisim mürekkep hokkası.
inlaid
in.laid în'leyd sıfat kakma, kakmalı, işlemeli.
inland sea
kapalı deniz, içdeniz.
inland waters
iç sular.
inland
in.land în'lınd isim ülkenin denizden uzak yerleri; ülkenin iç kısmı. sıfat denizden uzak, iç. zarf denizden uzakta, iç kısımlarda; iç kısımlara doğru.
in-law
in-law în'lô isim, konuşma dili evlilik dolayısıyla yakın akraba.
inlay
in.lay in'ley, înley' fiil (inlaid) içine kakmak, kakma yapmak. isim 1. kakma işi. 2. dişçilik dolgu.
inlet
in.let în'let isim 1. koy, küçük körfez. 2. giriş, giriş yeri.
inmate
in.mate în'meyt isim 1. hapishane veya akıl hastanesinde bulunan kimse. 2. sakin. 3. başkası ile aynı evde oturan kimse. 4. birlikte oturan kimse.
inn
inn în isim han, otel.
innards
in.nards în'ırdz isim, çoğul, konuşma dili iç kısımlar, iç organlar.
innate
in.nate în'eyt, îneyt' sıfat 1. (bir şeye/birine) özgü/has; esas, asıl, öz. 2. irsi, kalıtsal. 3. (birinin) tabiatında olan. 4. felsefe doğuştan olan.
inner city
şehrin merkezinde yoksulların oturduğu mahalle.
Inner Mongolia
İç Moğolistan.
inner resources
manevi kuvvet.
inner significance
derin veya gizli anlam.
inner tube
iç lastik.
682
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük inner
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ner în'ır sıfat 1. iç, dahili. 2. iç, ruhsal. 3. gizli, saklı (anlam v.b.).
innermost
in.ner.mostsıfat en içerideki, en içteki.
inning
in.ning în'îng isim, beysbol her iki takımdaki oyuncuların birer vuruş sırası.
innings
in.ningsisim 1. kriket bir takımdaki on oyuncunun oyun dışı edilinceye kadar vuruş sıraları. 2. sıra, nöbet.
innkeeper
inn.keep.erisim hancı, otelci.
innocence
in.no.cence în'ısıns isim 1. masumluk, suçsuzluk. 2. saflık.
innocent amusement
zararsız eğlence.
innocent
in.no.cent în'ısınt sıfat 1. masum, suçsuz. 2. zararsız. 3. saf, safdil. isim 1. masum kimse veya çocuk. 2. aptal kimse.
innocuous
in.noc.u.ous înak'yuwıs sıfat zararsız, incitmeyen.
innovate
in.no.vate în'ıveyt fiil yenilik çıkarmak, değişiklik yapmak.
innovation
in.no.va.tionisim 1. yenilik, değişiklik. 2. buluş, icat.
innovator
innovatorisim yenilik yapan kimse.
innuendo
in.nu.en.do înyuwen'do isim olumsuz bir şey ima eden söz, taş, kinaye.
innumerable
in.nu.mer.a.ble înu'mırıbıl sıfat sayısız, hesapsız, pek çok.
inoculate
in.oc.u.late înak'yıleyt fiil aşılamak.
inoculation
in.oc.u.la.tionisim 1. aşı. 2. aşılama.
inoffensive
in.of.fen.sive înıfen'sîv sıfat zararsız, incitmeyen.
inoperable
in.op.er.a.ble înap'ırıbıl sıfat 1. ameliyat edilemez. 2. çalıştırılamaz; uygulanamaz.
inoperative
in.op.er.a.tive înap'ırıtîv sıfat işlemeyen, çalışmayan.
inopportune
in.op.por.tune înapırtun' sıfat zamansız, mevsimsiz, uygunsuz, sırasız.
inordinate
in.or.di.nate înôr'dınît sıfat 1. aşırı. 2. düzensiz.
inorganic chemistry
inorganik kimya.
inorganic
in.or.gan.ic înôrgän'îk sıfat inorganik. 683
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
inpatient
in.pa.tient în'peyşınt isim hastanede yatan hasta.
input data
bilgisayar girdi, giriş verileri.
input device
bilgisayar girdi aygıtı.
input
in.put în'pût isim 1. ekonomi girdi. 2. elektrik girdi. 3. bilgisayar girdi, giriş.
input-output
in.put-out.putsıfat, bilgisayar girdi-çıktı, giriş-çıkış.
inquest
in.juest în'kwest isim resmi soruşturma; nedeni bilinmeyen ölüm hakkında adli soruşturma.
inquire after someone
bir kimsenin hal ve hatırını sormak.
inquire
in.juire înkwayr' fiil 1. about hakkında bilgi almak. 2. into -i araştırmak. 3. into -i soruşturmak. 4. -i sormak.
inquiry
in.juir.y înkwayr'i, îng'kwıri isim sorgu, soruşturma, araştırma.
inquisition
in.jui.si.tion înkwızîş'ın isim 1. soruşturma. 2. sorgu. 3. büyük harf ile Engizisyon.
inquisitive
in.juis.i.tive înkwîz'ıtîv sıfat meraklı.
inroad
in.road în'rod isim genellikle çoğul akın, baskın.
insane person
deli.
insane
in.sane înseyn' sıfat 1. deli, çıldırmış. 2. delice, anlamsız.
insanity
in.san.i.ty însän'ıti isim delilik, cinnet.
insatiability
insatiabilityisim doymazlık, açgözlülük.
insatiable
in.sa.tia.ble însey'şıbıl sıfat 1. doymak bilmez, doymaz, kanmaz. 2. açgözlü, obur.
insatiableness
in.sa.tia.ble.nessisim doymazlık, açgözlülük.
inscribe
in.scribe înskrayb' fiil 1. yazmak, kaydetmek. 2. (yazıt) yazmak, hakketmek. 3. to/for (bir yapıtı imzalayarak) -e ithaf etmek.
inscription
in.scrip.tion înskrîp'şın isim 1. kitabe, yazıt, yazı. 2. ithaf. 3. madalya veya para üzerindeki yazı.
inscrutable
in.scru.ta.ble înskru'tıbıl sıfat anlaşılmaz, esrarlı.
insect
in.sect în'sekt isim böcek.
insecticide
in.sec.ti.cide însek'tîsayd isim böcek ilacı.
insectivorous
in.sec.tiv.o.rous însektîv'ırıs sıfat böcekçil. 684
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük insecure
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.se.cure însıkyûr' sıfat 1. emniyetsiz, sağlam olmayan, garantili olmayan, tehlikeli. 2. kendine güvenmeyen.
insecurity
in.se.cu.ri.tyisim emniyetsizlik, sağlam olmama.
inseminate
in.sem.i.nate însem'ıneyt fiil 1. döllemek. 2. aşılamak, telkin etmek.
insemina'tion
isim dölleme.
insensible
in.sen.si.ble însen'sıbıl sıfat 1. to -i duymaz, -i hissetmez. 2. to -e karşı duygusuz. 3. kendinden geçmiş, baygın. 4. of -in farkında olmayan.
insensitive
in.sen.si.tive însen'sıtîv sıfat 1. to -e karşı duyarsız. 2. duygusuz, anlayışsız, düşüncesiz.
inseparable
in.sep.a.ra.ble însep'ırıbıl sıfat ayrılmaz.
inseparables
in.sep.a.ra.blesisim ayrılmaz dostlar.
insert
in.sert însırt' fiil 1. (in) (-e) sokmak. 2. (into) (-e) koymak. 3. arasına koymak. isim 1. araya eklenen şey. 2. kitap ortasına eklenen sayfalar. 3. dergi veya gazete arasına konulan ek.
insertion
in.ser.tion însır'şın isim 1. ekleme. 2. eklenen şey. 3. bir ilanın gazeteye bir kez konması.
inshore
in.shore în'şôr sıfat kıyıya yakın. zarf kıyıya doğru.
inside information
içeriden sızan haberler.
inside of an hour
bir saate kadar.
inside out
tersyüz.
inside
in.side în'sayd' isim iç, iç taraf: the inside of the box kutunun içi. sıfat iç, içteki. zarf içeride; içeriye. edat içine, içerisine; içinde, içerisinde: The mouse is hiding inside that piano. Fare o piyanonun içinde saklanıyor.
insider
in.siderisim içeriden biri, iç yüzünü bilen kimse.
insides
in.sidesisim bağırsaklar; iç organlar, iç kısımlar.
insidious
in.sid.i.ous însîd'iyıs sıfat 1. sinsi, gizlice fırsat kollayan. 2. hain, hilekâr.
insight
in.sight în'sayt isim anlayış, bir şeyin iç yüzünü kavrama. 685
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük insignia
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.sig.ni.a însîg'niyı isim, çoğul 1. nişanlar. 2. rütbe işaretleri.
insignificant
in.sig.nif.i.cant însîgnîf'ıkınt sıfat 1. anlamsız. 2. önemsiz. 3. pek az. 4. ufak. 5. değersiz, değmez.
insincere
in.sin.cere însînsîr' sıfat samimiyetsiz, içtenliksiz, ikiyüzlü.
insincerity
in.sin.cer.i.ty însînser'ıti isim samimiyetsizlik, içtensizlik.
insinuate
in.sin.u.ate însîn'yuweyt fiil 1. (olumsuz bir şeyi) üstü kapalı söylemek. 2. kurnazlıkla anıştırmak, çıtlatmak. 3. demeye getirmek.
insinuation
in.sin.u.a.tion însînyuwey'şın isim 1. üstü kapalı olumsuz söz. 2. kurnazlıkla anıştırma.
insipid
in.sip.id însîp'îd sıfat 1. sönük. 2. tatsız, yavan, lezzetsiz.
insist
in.sist însîst' fiil (on/upon) -de ısrar etmek, -de direnmek, için diretmek, -de ayak diremek, -i tutturmak: She insisted on buying the red dress. Kırmızı elbiseyi almakta ısrar etti. He insisted that there be an immediate investigation. Derhal bir soruşturma açılması için diretti.
insistence
in.sis.tenceisim ısrar, ayak direme.
insistent
in.sis.tentsıfat 1. ısrar edici, direngen. 2. ısrarlı.
insofar as
-diği derecede/kadar.
insofar
in.so.far însofar' zarf bakınız insofar as
insolence
in.so.lenceisim küstahlık.
insolent
in.so.lent în'sılınt sıfat küstah, terbiyesiz, arsız.
insoluble
in.sol.u.ble însal'yıbıl sıfat 1. erimez, çözünmez. 2. çözülmez, halledilmez (problem v.b.).
insolvency
in.sol.ven.cyisim, hukuk aciz hali.
insolvent
in.sol.vent însal'vınt sıfat, ticaret ödeme aczine düşmüş; iflas etmiş, batkın. isim ödeme aczine düşmüş kişi/şirket; müflis kimse, batkın.
686
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük insomnia
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.som.ni.a însam'niyı isim uykusuzluk, uyuyamazlık, uyku yitimi.
insomniac
in.som.ni.ac însam'niyäk isim uykusuzluk çeken kimse.
insomuch as
-diğine göre. 2. -diği derecede/kadar.
insomuch that
o kadar ki.
insomuch
in.so.much însom^ç' zarf bakınız insomuch as insomuch that
inspect
in.spect înspekt' fiil teftiş etmek, denetlemek, kontrol etmek, yoklamak.
inspection
in.spec.tion înspek'şın isim teftiş, denetleme, kontrol, yoklama.
inspector
in.spec.tor înspek'tır isim 1. müfettiş, enspektör. 2. kontrol memuru.
inspiration
in.spi.ra.tion înspırey'şın isim 1. ilham, esin. 2. aşılama, telkin.
inspire
in.spire înspayır' fiil 1. ilham etmek, esinlemek. 2. (öfke, sevgi v.b.'ni) uyandırmak. 3. solumak.
inst.
inst.kısaltma «instant» institute institution
instability
in.sta.bil.i.ty înstıbîl'ıti isim 1. dayanıksızlık. 2. kararsızlık, sebatsızlık.
install
in.stall înstôl' fiil 1. yerine koymak. 2. kurmak, tesis etmek. 3. (memuru) makamına getirmek. 4. bilgisayar kurmak.
installation
in.stal.la.tion înstıley'şın isim 1. tesisat, döşem; tertibat, düzen. 2. askeri üs. 3. bilgisayar kurma.
installment plan
taksit usulü.
installment
in.stall.ment înstôl'mınt isim 1. taksit. 2. kısım, bölüm.
instalment
in.stal.ment înstôl'mınt isim, İngiliz İngilizcesi bakınız installment
instance
in.stance în'stıns isim 1. örnek. 2. kere, defa. 3. durum.
instant
in.stant în'stınt sıfat 1. ani, hemen olan, derhal olan. 2. acil, ivedi. 3. şimdiki. 4. su katılarak hemen hazırlanan (yiyecek veya içecek). isim an, dakika: at this instant bu anda. the instant I came ben gelir gelmez. 687
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
instantly
in.stant.lyzarf hemen, derhal.
instead
in.stead însted' zarf of -in yerine, -ecek yerde, -eceğine: He came here instead. Oraya gideceğine buraya geldi./Başkasının yerine kendisi buraya geldi.
instep
in.step în'step isim ayağın üst kısmı, ağım.
instigate
in.sti.gate în'stıgeyt fiil kışkırtmak, tahrik etmek, teşvik etmek.
instigation
in.sti.ga.tionisim kışkırtma.
instigator
in.sti.ga.torisim kışkırtıcı.
instil
in.stil înstîl' fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız instill
instill
in.still înstîl' fiil 1. in/into -e yavaş yavaş aşılamak/telkin etmek. 2. with -i yavaş yavaş aşılamak/telkin etmek.
instillation
in.stil.la.tionisim fikir aşılama.
instinct
in.stinct în'stîngkt isim içgüdü.
instinctive
in.stinc.tivesıfat içgüdüsel.
instinctively
in.stinc.tive.lyzarf içgüdüsel olarak.
institute
in.sti.tute în'stıtut isim 1. kuruluş, müessese. 2. enstitü, okul. 3. bilimsel kurum. fiil 1. kurmak. 2. atamak, tayin etmek.
institution
in.sti.tu.tion înstıtu'şın isim 1. yerleşmiş gelenek. 2. kurum, müessese.
institutional
in.sti.tu.tion.alsıfat 1. kuruluş veya kuruma ait. 2. kurumsal.
institutionalise
in.sti.tu.tion.al.ise înstıtu'şınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız institutionalize
institutionalize
in.sti.tu.tion.al.ize înstıtu'şınılayz fiil 1. kurum haline getirmek. 2. âdet haline getirmek. 3. akıl hastanesi, ıslahevi v.b.'ne yerleştirmek.
instruct
in.struct înstr^kt' fiil 1. okutmak, öğretmek, eğitmek. 2. talimat vermek, yol göstermek.
instruction
in.struc.tion înstr^k'şın isim 1. öğretme, eğitim. 2. öğrenim. 3. bilgi; ders.
instructions
in.struc.tionsisim direktif, yönerge; açıklama. 688
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
instructive
in.struc.tive înstr^k'tîv sıfat öğretici, eğitici.
instructor
in.struc.torisim 1. öğretmen, eğitmen. 2. asistan; okutman.
instrument panel
kontrol tablosu.
instrument
in.stru.ment în'strımınt isim 1. alet. 2. araç. 3. müzik enstrüman, çalgı. 4. belge. 5. belgit, senet.
instrumental music
müzik enstrümantal müzik.
instrumental
in.stru.men.tal înstrımen'tıl sıfat 1. yararlı, etkili. 2. yardımcı, aracı olan. 3. müzik enstrümantal.
instrumentalist
in.stru.men.tal.istisim, müzik çalgı çalan müzisyen.
insubordinate
in.sub.or.di.nate însıbôr'dınît sıfat asi, itaatsiz, kafa tutan, baş kaldıran.
insubordination
in.sub.or.di.na.tionisim baş kaldırma.
insubstantial
in.sub.stan.tial însıbstän'şıl sıfat 1. asılsız, temelsiz, hayali. 2. zayıf; hafif.
insufferable
in.suf.fer.a.ble îns^f'ırıbıl sıfat çekilmez, katlanılmaz.
insufficient
in.suf.fi.cient însıfîş'ınt sıfat eksik, yetersiz.
insufficiently
in.suf.fi.cient.lyzarf yetersiz derecede.
insular
in.su.lar în'sılır sıfat 1. adaya ait, adaya özgü. 2. ayrılmış, ayrı. 3. dar görüşlü.
insulate
in.su.late în'sıleyt fiil izole etmek, yalıtmak.
insulating tape
elektrik izole bant, yalıtım sargısı.
insulation
in.su.la.tionisim 1. izolasyon, yalıtım. 2. yalıtım maddesi.
insulator
in.su.la.torisim izolatör, yalıtkan.
insulin
in.su.lin în'sılîn isim ensülin.
insult
in.sult în's^lt isim hakaret, onur kırma, aşağısama. fiil hakaret etmek, aşağısamak, hor görmek.
insuperable
in.su.per.a.ble însu'pırıbıl sıfat 1. başa çıkılmaz, yenilemez. 2. geçilemez.
insurance broker
sigorta simsarı.
insurance company
sigorta şirketi.
insurance policy
sigorta poliçesi.
insurance premium
sigorta primi. 689
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
insurance
in.sur.ance înşûr'ıns isim sigorta.
insure
in.sure înşûr' fiil 1. against -e karşı sigorta etmek; sigorta olmak. 2. emin olmak; sağlamak, temin etmek: I called the hotel to insure that I had a reservation. Rezervasyonumun yapıldığından emin olmak için otele telefon ettim. My investments insure that I have sufficient income. Yatırımlarım bana yeteri kadar gelir sağlar.
insurgent
in.sur.gent însır'cınt sıfat asi, baş kaldıran, kafa tutan. isim isyancı, asi.
insurmountable
in.sur.mount.a.ble însırmaun'tıbıl sıfat yenilmez, geçilemez, başa çıkılmaz, üstesinden gelinemez.
insurrection
in.sur.rec.tion însırek'şın isim isyan, ayaklanma.
int.
int.kısaltma «intelligence» interest interior interqection internal international interval intransitive
intact
in.tact întäkt' sıfat bozulmamış, dokunulmamış, el sürülmemiş; sağlam, eksiksiz.
intangible
in.tan.gi.ble întän'cıbıl sıfat 1. fiziksel varlığı olmayan, elle tutulamaz, dokunulamaz. 2. kavranamaz.
integer
in.te.ger în'tıcır isim, matematik tamsayı.
integral calculus
integral hesabı/kalkülüsü.
integral equation
integral denklemi.
integral
in.te.gral în'tıgrıl sıfat 1. bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan. 2. parçalardan oluşan. isim, matematik integral.
integrate
in.te.grate în'tıgreyt fiil 1. tamamlamak, bütünlemek. 2. with ile birleştirmek. 3. into -e katmak: He integrated the letters into his book. Mektupları kitabına kattı.
integration
in.te.gra.tion întıgrey'şın isim 1. bütünleşme, birleşme, integrasyon, entegrasyon. 2. matematik integrasyon.
integrity
in.teg.ri.ty înteg'rıti isim 1. doğruluk, dürüstlük. 2. bütünlük.
intellect
in.tel.lect în'tılekt isim 1. akıl, zihin, idrak, anlık, entelekt, intelekt. 2. akıl sahibi. 690
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük intellectual
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.tel.lec.tu.al întılek'çuwıl sıfat 1. akla ait, zihinsel. 2. yüksek zekâ sahibi. 3. entelektüel, aydın. isim entelektüel, aydın.
intellectualism
in.tel.lec.tu.al.ism întılek'çuwılîzım isim, felsefe anlıkçılık, entelektüalizm, intelektüalizm.
intelligence bureau
istihbarat bürosu.
intelligence quotient
zekâ bölümü.
intelligence service
istihbarat teşkilatı.
intelligence test
zekâ testi.
intelligence
in.tel.li.gence întel'ıcıns isim 1. akıl, zekâ, anlayış. 2. zekâ sahibi. 3. haber. 4. bilgi. 5. istihbarat.
intelligent
in.tel.li.gent întel'ıcınt sıfat akıllı, zeki, anlayışlı.
intelligible
in.tel.li.gi.ble întel'ıcıbıl sıfat anlaşılır.
intemperate
in.tem.per.ate întem'pırît sıfat 1. taşkın, aşırı. 2. sert, fırtınalı, bozuk (hava). 3. sert, şiddetli (söz).
intend
in.tend întend' fiil 1. kastetmek, demek istemek: That's not what she intended to say. Demek istediği o değil. 2. niyetinde olmak, niyetlenmek; kararlı olmak: I don't intend to speak to him ever again. Onunla bir daha konuşmamakta kararlıyım. 3. tasarlamak, planlamak: He intends to build a summer house in Yalova. Yalova'da bir yazlık yapmayı tasarlıyor.
intense
in.tense întens' sıfat 1. şiddetli, kuvvetli, keskin, hararetli. 2. gergin. 3. ciddi olan (kimse).
intensely
in.tense.lyzarf 1. şiddetle. 2. yoğun bir şekilde.
intensify
in.ten.si.fy înten'sıfay fiil şiddetlendirmek, yoğunlaştırmak; şiddetlenmek, yoğunlaşmak: The storm is intensifying. Fırtına şiddetleniyor. They intensified their search for the lost child. Kayıp çocuğu bulmak için aramalarını yoğunlaştırdılar.
intensity
in.ten.si.ty înten'sıti isim 1. keskinlik, şiddet. 2. yoğunluk.
intensive care unit
tıbbi yoğun bakım servisi.
intensive
in.ten.sive înten'sîv sıfat 1. şiddetli. 2. yoğun. 691
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük intent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.tent întent' isim amaç, maksat, niyet. sıfat 1. on -e kararlı: He is intent on solving the problem. Sorunu çözmeye kararlı. 2. on -e dalmış: He was so intent on his work that he lost all track of time. İşine öyle dalmıştı ki zamanı tamamen unuttu.
intention
in.ten.tion înten'şın isim 1. niyet, amaç, maksat: His intention is to help you. Amacı size yardım etmek. He has no intention of coming. Gelmek niyetinde değil. 2. anlam, mana: That's not the intention of the poem. Şiirin anlamı öyle değil. 3. kasıt.
intentional
in.ten.tion.alsıfat kasıtlı, kasti, maksatlı, bile bile yapılan, isteyerek yapılan.
intentionally
in.ten.tion.al.lyzarf kasten, bile bile, isteyerek, mahsus.
inter
in.ter întır' fiil (interred, interring) gömmek, defnetmek.
interact
in.ter.act întıräkt' fiil birbirini etkilemek.
interaction
in.ter.ac.tion întıräk'şın isim 1. birbirini etkileme, etkileşim. 2. fizik interaksiyon, etkileşim.
intercede
in.ter.cede întırsid' fiil araya girmek, aracılık etmek.
intercellular
in.ter.cel.lu.lar întırsel'yılır sıfat, biyoloji hücrelerarası, gözelerarası.
intercept
in.ter.cept întırsept' fiil yolunu kesip durdurmak, yolunu kesip yakalamak.
intercession
in.ter.ces.sion întırseş'ın isim araya girme, aracılık.
intercessor
in.ter.ces.sor întırses'ır isim aracı, arabulucu.
interchange
in.ter.change întırçeync' fiil değiştirmek, değiş tokuş etmek. isim değiştirme, değiş tokuş etme.
interchangeable
in.ter.change.ablesıfat birbiriyle değiştirilebilir.
interconnect
in.ter.con.nect întırkınekt' fiil birbirine bağlamak.
interconnecting rooms
birbirine açılan odalar.
interconnection
in.ter.con.nec.tion întırkınek'şın isim 1. birbirine bağlı olma. 2. elektrik interkoneksiyon.
intercontinental
in.ter.con.ti.nen.tal întırkantınen'tıl sıfat kıtalararası.
intercourse
in.ter.course în'tırkôrs isim 1. görüşme, konuşma; ilişki. 2. cinsel ilişki. 692
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük interdependence
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ter.de.pend.ence întırdîpend'ıns isim karşılıklı dayanışma.
interdependent
in.ter.de.pen.dentsıfat birbirine bağlı olan.
interdict
in.ter.dict în'tırdîkt isim yasak. fiil yasaklamak, menetmek.
interest
in.ter.est în'tırîst isim 1. in -e ilgi, merak. 2. hisse, pay. 3. çıkar. 4. kâr, kazanç. 5. faiz. fiil 1. ilgilendirmek. 2. merakını uyandırmak.
interesting
in.ter.est.ing în'tırîstîng sıfat ilginç, enteresan.
interface
in.ter.face în'tırfeys isim 1. arayüzey. 2. bilgisayar arabirim.
interfere
in.ter.fere întırfîr' fiil 1. in -e karışmak, -e burnunu sokmak, -e müdahale etmek. 2. with ile çatışmak. 3. with -i engellemek.
interference
in.ter.fer.enceisim 1. karışma, müdahale. 2. çatışma. 3. engel. 4. radyo parazit.
interim
in.ter.im în'tırîm isim aralık, ara, fasıla. sıfat geçici.
interior decoration
içmimarlık.
interior decorator
içmimar.
interior
in.te.ri.or întîr'iyır sıfat içerideki, iç, dahili. isim 1. iç, dahil. 2. iç yerler, iç kısım.
interject
in.ter.ject întırcekt' fiil arada (söz) söylemek.
interjection
in.ter.jec.tion întırcek'şın isim 1. ünlem. 2. arada söyleme.
interlace
in.ter.lace întırleys' fiil 1. birbirine dolanmak; birbirine dolamak. 2. birbirine geçmek; birbirine geçirmek. 3. with -e yer yer serpiştirmek: He interlaced his writings with aphorisms. Yazılarına yer yer özdeyişler serpiştirdi.
interlock
in.ter.lock întırlak' fiil birbirine bağlamak, birbirine kenetlemek; birbirine bağlanmak, birbirine kenetlenmek.
interlope
in.ter.lope întırlop' fiil başkasının işine karışmak.
interloper
in.ter.loperisim başkasının işine burnunu sokan kimse. 693
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük interlude
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ter.lude în'tırlud isim 1. ara dönem. 2. konser ara, antrakt. 3. tiyatro ara oyunu.
intermarriage
in.ter.mar.riage întırmer'îc isim 1. çeşitli aileler veya milletler arasında evlenme. 2. yakın akrabalar arasında evlenme.
intermediary
in.ter.me.di.ar.y întırmi'diyeri sıfat arada bulunan, aracılık eden. isim aracı, arabulucu.
intermediate
in.ter.me.di.ate întırmi'diyît sıfat ortadaki, aradaki, orta.
interment
in.ter.ment întır'mınt isim (ölüyü) gömme, defnetme.
intermezzo
in.ter.mez.zo întırmet'so isim, müzik intermezzo.
interminable
in.ter.mi.na.ble întır'mînıbıl sıfat sonsuz, bitmez tükenmez.
intermission
in.ter.mis.sion întırmîş'ın isim 1. konser ara, antrakt. 2. futbol ara, haftaym. 3. basketbol ara, mola.
intermittent current
elektrik kesikli akım.
intermittent fever
tıbbi belirli aralıklarla gelen ateş.
intermittent
in.ter.mit.tent întırmît'ınt sıfat kesik kesik, aralıklı.
intermittently
in.ter.mit.tent.lyzarf kesik kesik, aralıklı olarak.
intern
in.tern întırn' fiil 1. enterne etmek, gözaltına almak. 2. (bir gemiyi bir limanda) hapsetmek. isim 1. stajını yapan tıp öğrencisi, intern. 2. staq yapan kimse.
internal affairs
içişleri.
internal combustion engine
iç yakımlı motor.
internal inflection
dilbilgisi içbükün.
internal medicine
tıbbi dahiliye.
internal migration
içgöç.
internal organs
iç organlar.
internal revenue
devlet geliri.
internal structure
iç bünye, iç yapı.
internal
in.ter.nal întır'nıl sıfat 1. iç, dahili. 2. içilir (ilaç). 3. içten.
international law
hukuk uluslararası hukuk.
International Standard Book Number
uluslararası standart kitap numarası.
694
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük international
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ter.na.tion.al întırnäş'ınıl sıfat uluslararası, milletlerarası, enternasyonal.
internationalism
in.ter.na.tion.al.ism întırnäş'ınılîzım isim enternasyonalizm, uluslararasıcılık.
internationalist
in.ter.na.tion.al.ist întırnäş'ınılîst isim enternasyonalist, uluslararasıcı.
interpenetrate
in.ter.pen.e.trate întırpen'ıtreyt fiil 1. tamamen içine geçmek, nüfuz etmek. 2. birbirinin içine geçmek.
interplay
in.ter.play în'tırpley isim karşılıklı etkileme.
Interpol
In.ter.pol în'tırpol isim İnterpol.
interpolate
in.ter.po.late întır'pıleyt fiil 1. yazıya sözcük veya cümle ekleyerek asıl metni değiştirmek. 2. iki şey arasına başka bir şey sokmak.
interpolation
in.ter.po.la.tion întırpıley'şın isim 1. yazıya sözcük veya cümle ekleyerek asıl metni değiştirme. 2. metne eklenmiş sözcük veya cümle, eklenti. 3. araya bir şey sokma. 4. matematik interpolasyon.
interpose
in.ter.pose întırpoz' fiil 1. iki şeyin arasına koymak. 2. araya girmek.
interpret
in.ter.pret întır'prît fiil 1. yorumlamak. 2. çevirmek, tercüme etmek. 3. çevirmenlik yapmak.
interpretation
in.ter.pre.ta.tionisim yorum, açıklama.
interpreter
in.ter.pret.erisim 1. yorumcu. 2. çevirmen, tercüman.
interracial
in.ter.ra.cial întır.rey'şıl sıfat ırklararası.
interrelated
in.ter.re.lat.edsıfat birbiriyle ilgili.
interrelation
in.ter.re.la.tion întır.rîley'şın isim karşılıklı ilişki.
interrogate
in.ter.ro.gate înter'ıgeyt fiil 1. sorguya çekmek. 2. soru sormak.
interrogation
in.ter.ro.ga.tionisim 1. sorguya çekme. 2. soru sorma.
interrogative pronoun
dilbilgisi soru zamiri.
interrogative
in.ter.rog.a.tive întırag'ıtîv sıfat sorulu, soru ifade eden. isim soru zamiri; soru sözcüğü.
interrogator
in.ter.rog.a.torisim 1. sorgu yargıcı. 2. soru soran kimse. 695
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük interrupt
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.ter.rupt întır^pt' fiil 1. yarıda kesmek. 2. engellemek. 3. (birinin) sözünü kesmek.
interruption
in.ter.rup.tion întır^p'şın isim ara, kesinti, kesilme.
intersect
in.ter.sect întırsekt' fiil 1. kesişmek. 2. katetmek, kesmek, ikiye bölmek.
intersection
in.ter.sec.tion întırsek'şın isim 1. kesişme. 2. kavşak. 3. geometri arakesit.
intersperse
in.ter.sperse întırspırs' fiil arasına serpmek, karıştırmak.
interspersion
interspersionisim serpiştirme.
intertwine
in.ter.twine întırtwayn' fiil 1. birbirine sarılmak, birbirine geçmek. 2. with -e sarmak, -e dolamak.
interuniversity
in.ter.u.ni.ver.si.ty întıryunıvır'sıti sıfat üniversitelerarası.
interval
in.ter.val în'tırvıl isim 1. aralık, ara. 2. süre. 3. müzik iki ses arasındaki perde farkı, enterval.
intervene
in.ter.vene întırvin' fiil 1. araya girmek. 2. in -e karışmak.
intervention
in.ter.ven.tion întırven'şın isim 1. aracılık. 2. karışma.
interview
in.ter.view întır.vyu fiil 1. görüşmek. 2. röportaj yapmak. isim 1. görüşme. 2. röportaq.
interweave
in.ter.weave întırwiv' fiil (interwove, interwoven) 1. beraber dokumak. 2. birbirine karıştırmak.
intestinal
in.tes.ti.nalsıfat bağırsaklara ait.
intestine
in.tes.tine întes'tîn isim bağırsak.
intimacy
in.ti.ma.cy în'tımısi isim samimilik, samimiyet.
intimate
in.ti.mate în'tımît sıfat 1. samimi, çok yakın (arkadaş). 2. çok yakın, sıkı: There is an intimate relationship between love and hate. Aşk ve nefret arasında çok yakın bir ilişki var. 3. derin, ayrıntılı (bilgi). 4. özel, mahrem. isim 1. samimi arkadaş. 2. sırdaş.
intimately
in.ti.mate.ly în'tımîtli zarf 1. içtenlikle, samimiyetle. 2. çok yakından: He's a distant relative; I don't know him intimately. O uzak bir akraba; kendisini yakından tanımıyorum. The two subjects are intimately related. 696
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
İki konu birbiriyle yakından ilgili. 3. derinlemesine, çok iyi: She is intimately familiar with Bach's music. Bach'ın müziğini derinlemesine biliyor. intimation
in.ti.ma.tionisim üstü kapalı söyleme, ima.
intimidate
in.tim.i.date întîm'ıdeyt fiil gözünü korkutmak, sindirmek, yıldırmak; gözdağı vermek.
intimidation
in.tim.i.da.tionisim gözünü korkutma, yıldırma, sindirme; gözdağı verme.
into the bargain
üstelik, caba.
into
in.to în'tu edat içine; içeri; -e, -ye.
intolerable
in.tol.er.a.ble întal'ırıbıl sıfat çekilmez, dayanılmaz.
intolerance
in.tol.er.anceisim hoşgörüsüzlük.
intolerant
in.tol.er.ant întal'ırınt sıfat of -e karşı hoşgörüsüz.
intonation
in.to.na.tion întıney'şın isim 1. ses tonunun yükselip alçalma şekli, tonlanma, titremleme. 2. müzik entonasyon, tonötüm.
intoxicant
in.tox.i.cant întak'sıkınt sıfat sarhoş edici. isim sarhoş eden madde.
intoxicate
in.tox.i.cate întak'sıkeyt fiil 1. sarhoş etmek. 2. mest etmek. 3. tıbbi zehirlemek.
intoxication
intoxicationisim 1. sarhoşluk. 2. mest olma. 3. tıbbi zehirlenme.
intractable
in.trac.ta.ble înträk'tıbıl sıfat 1. inatçı, serkeş, yola getirilemeyen. 2. kolay kontrol edilemeyen.
intramuscular
in.tra.mus.cu.lar întrım^s'kyılır sıfat kasiçi.
intransigence
in.tran.si.genceisim uzlaşmazlık.
intransigent
in.tran.si.gent înträn'sıcınt sıfat uzlaşmaz, uzlaşması olanaksız.
intransitive verb
dilbilgisi geçişsiz fiil.
intransitive
in.tran.si.tive înträn'sıtîv sıfat, dilbilgisi geçişsiz, nesnesiz (fiil).
intrauterine device
tıbbi spiral.
intrauterine
in.tra.u.ter.ine întrıyu'tırîn sıfat bakınız intrauterine device 697
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
intravenous
in.tra.ve.nous întrıvi'nıs sıfat damariçi.
intrepid
in.trep.id întrep'îd sıfat yılmaz, korkusuz, cesur.
intricate
in.tri.cate în'trîkît sıfat karışık, çapraşık, girişik, girift.
intrigue
in.trigue întrig' fiil 1. merakını uyandırmak, ilgisini çekmek; şaşırtmak. 2. entrika çevirmek, dalavere çevirmek. 3. gizlice sevişmek. isim 1. entrika, hile. 2. gizli aşk macerası.
intrinsic
in.trin.sic întrîn'sîk sıfat asıl, esas, kendine özgü.
intrinsical
in.trin.si.cal întrîn'sîkıl sıfat bakınız intrinsic
intrinsically
in.trin.si.cal.lyzarf aslında, özünde.
introduce
in.tro.duce întrıdus' fiil 1. to ile tanıştırmak: She introduced him to her mother. Onu annesiyle tanıştırdı. 2. to -i tanıtmak: This book introduces preschool children to biology. Bu kitap okulöncesi çocuklarına biyoloqiyi tanıtıyor. 3. ortaya koymak, ileri sürmek, öne sürmek: I'm about to introduce new evidence in support of my thesis. Tezimi desteklemek için yeni kanıtlar ortaya koymak üzereyim. 4. into içine sokmak: The nurse introduced the needle into the vein with difficulty. Hemşire iğneyi damara sokmakta zorlandı. 5. into -e sunmak: The bill was introduced into the Grand National Assembly. Yasa tasarısı Büyük Millet Meclisine sunuldu. 6. into (soyut bir şeyi) -e (ilk olarak) getirmek, -e tanıtmak: He introduced double-entry accounting into that firm. O firmaya çift kayıt defter tutma yöntemini o tanıttı. 7. into (somut bir şeyi) -e (ilk olarak) getirmek/götürmek: The English introduced rabbits into Australia. Avustralya'ya tavşanı ilk olarak İngilizler getirdi.
introduction
in.tro.duc.tion întrıd^k'şın isim 1. tanıtım. 2. tanıştırma, takdim. 3. başlangıç, giriş, önsöz.
introductory
in.tro.duc.to.ry întrıd^k'tıri sıfat 1. tanıtıcı. 2. başlangıç ile ilgili.
introspection
in.tro.spec.tion întrıspek'şın isim içgözlem, içebakış. 698
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
introspectionism
in.tro.spec.tion.ismisim içebakışçılık.
introspectionist
in.tro.spec.tion.istisim, sıfat içebakışçı.
introspectionistic
in.tro.spec.tion.ist.icsıfat içebakışçı.
introspective
in.tro.spec.tive întrıspek'tîv sıfat içgözlemsel.
introvert
in.tro.vert în'trıvırt isim içedönük kimse.
intrude
in.trude întrud' fiil 1. zorla içeriye sokmak; zorla girmek. 2. istenilmeyen bir yere izinsiz ve davetsiz girmek.
intruder
in.trud.erisim 1. zorla giren kimse. 2. davetsiz misafir.
intrusion
in.tru.sion întru'qın isim 1. zorla girme. 2. izinsiz ve davetsiz girme.
intrusive
in.tru.sive întru'sîv sıfat 1. zorla giren. 2. izinsiz ve davetsiz giren.
intuition
in.tu.i.tion întuwîş'ın isim sezgi, sezi, içe doğma.
intuitionism
in.tu.i.tion.ismisim, felsefe sezgicilik.
intuitionist
in.tu.i.tion.istisim, sıfat, felsefe sezgici.
intuitionistic
in.tu.i.tion.ist.icsıfat, felsefe sezgici.
intuitive knowledge
sezgiyle edinilen bilgi.
intuitive
in.tu.i.tive întu'wıtîv sıfat sezgiyle anlaşılan veya öğrenilen, sezgisel.
intuitively
in.tu.i.tive.lyzarf sezgiyle.
inundate
in.un.date în'^ndeyt fiil 1. su basmak, sel basmak. 2. garketmek.
invade
in.vade înveyd' fiil 1. saldırmak, hücum etmek. 2. istila etmek.
invader
in.vaderisim istilacı.
invalid
in.val.id înväl'îd sıfat geçersiz, hükümsüz.
invalidate
in.val.i.date înväl'ıdeyt fiil geçersizleştirmek, hükümsüz kılmak.
invaluable
in.val.u.a.ble înväl'yuwıbıl sıfat çok değerli, paha biçilmez.
invariable
in.var.i.a.ble înver'iyıbıl sıfat değişmeyen, değişmez, sabit kalan.
699
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük invariably
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
invariablyzarf 1. değişmeyerek. 2. aynı şekilde. 3. her zaman.
invasion
in.va.sion învey'qın isim istila, saldırı, akın.
invective
in.vec.tive învek'tîv isim ağır hakaret, sövüp sayma, küfür.
inveigh
in.veigh învey' fiil against -i şiddetle eleştirmek; -i paylamak.
invent
in.vent învent' fiil 1. icat etmek, yaratmak. 2. uydurmak.
invention
in.ven.tion înven'şın isim buluş, icat.
inventive
in.ven.tivesıfat yaratıcı.
inventor
in.ven.torisim icat eden, yaratıcı.
inventory
in.ven.to.ry în'vıntori isim 1. envanter. 2. deftere kayıtlı eşya, demirbaş.
inverse
in.verse învırs', în'vırs sıfat ters, aksi. isim, matematik ters sonuç.
inversion
in.ver.sion învır'qın isim 1. ters dönme, altüst olma. 2. tersine dönmüş şey. 3. ters çevirme.
invert
in.vert învırt' fiil 1. tersine çevirmek, tersyüz etmek. 2. sırasını değiştirmek.
invertebrate
in.ver.te.brate învır'tıbreyt, învır'tıbrît sıfat omurgasız. isim omurgasız hayvan.
inverted comma
dilbilgisi tırnak işareti.
inverted commas
İngiliz İngilizcesi tırnak işaretleri.
inverted
in.vert.ed învırt'îd sıfat tersine çevrilmiş, ters.
invest
in.vest învest' fiil 1. in -e (para) yatırmak. 2. in (bir proje için) (para, emek, zaman) harcamak. 3. with (bir makama) getirmek. 4. with (sorumluluk, yetki v.b.'ni) vermek. 5. (with) (belirli bir) hava vermek: His voice invests what he says with authority. Sesi söylediklerine otoriter bir hava veriyor. 6. askeri kuşatmak, muhasara etmek.
investigate
in.ves.ti.gate înves'tıgeyt fiil 1. hakkında tahkikat/soruşturma yapmak: The detective was 700
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
investigating the murder. Dedektif cinayet hakkında tahkikat yapıyordu. 2. araştırmak, incelemek: They were investigating the problem. Problemi araştırıyorlardı. investigation
in.ves.ti.ga.tionisim 1. tahkikat, soruşturma. 2. araştırma, inceleme.
investigator
in.ves.ti.ga.tor înves'tıgeytır isim 1. dedektif. 2. araştırıcı.
investment
in.vest.ment învest'mınt isim 1. yatırım, envestisman. 2. (sorumluluk, yetki v.b.'ni) verme.
investor
in.ves.torisim yatırımcı.
inveterate
in.vet.er.ate învet'ırît sıfat 1. kökleşmiş, yerleşmiş. 2. müzmin; düşkün, tiryaki.
invidious
in.vid.i.ous învîd'iyıs sıfat 1. kıskandırıcı. 2. haksız. 3. tiksindirici.
invigorate
in.vig.or.ate învîg'ıreyt fiil canlandırmak, güçlendirmek.
invincible
in.vin.ci.ble învîn'sıbıl sıfat yenilmez.
inviolable
in.vi.o.la.ble învay'ılıbıl sıfat 1. dokunulmaz. 2. bozulamaz, çiğnenemez.
inviolate
in.vi.o.late învay'ılît sıfat bozulmamış, çiğnenmemiş.
invisibility
invisibilityisim görünmezlik.
invisible
in.vis.i.ble învîz'ıbıl sıfat 1. görülmez, görünmez, gözle seçilemez. 2. çabuk kestirilemez. 3. mali işler resmi hesaplarda gözükmeyen.
invisibleness
in.vis.i.ble.nessisim görünmezlik.
invitation
in.vi.ta.tion învıtey'şın isim 1. davet, çağrı. 2. davetiye.
invite
in.vite învayt' fiil 1. davet etmek, çağırmak: He invited only his close friends to the exhibit. Sergiye sadece en yakın arkadaşlarını davet etti. 2. rica etmek: He invited me to apply for the job. İşe başvurmamı rica etti. 3. davet etmek, yol açmak: Carelessness invites criticism. Dikkatsizlik eleştiriye yol açar.
invoice
in.voice în'voys isim fatura. fiil faturasını çıkarmak. 701
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük invoke
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
in.voke învok' fiil 1. (yardım, koruma v.b.'ni) istemek. 2. (Allaha) yakarmak, yalvarmak. 3. (ruh) çağırmak. 4. başvurmak: He invoked his diplomatic immunity. Diplomatik dokunulmazlığına başvurdu. He invoked Plato in defense of his thesis. Tezini savunmak için Eflatun'a başvurdu.
involve
in.volve învalv' fiil 1. gerektirmek, istemek: Expertise involves practice. Ustalık pratik ister. 2. in -e karıştırmak, -e bulaştırmak, -e sokmak: Don't involve me in your illegal activities. Beni yasadışı işlerinize bulaştırmayın. 3. içermek, kapsamak: This problem involves other problems. Bu sorun başka sorunları içeriyor.
involvement
in.volve.mentisim 1. ilgi, ilişki. 2. karışma, bulaşma. 3. konuşma dili aşk ilişkisi.
invulnerable
in.vul.ner.a.ble înv^l'nırıbıl sıfat 1. zarar görmekten veya yaralanmaktan tamamen korunmuş. 2. fethedilemez; ele geçirilmez (yer). 3. gayet sağlam: His position in the firm is invulnerable. Firmadaki yeri gayet sağlam.
inward
in.ward în'wırd zarf 1. içeriye doğru. 2. fikir veya ruhun derinliğine doğru, içe doğru.
inwards
in.wards în'wırdz zarf 1. içeriye doğru. 2. fikir veya ruhun derinliğine doğru, içe doğru.
iodic
i.od.ic ayad'îk sıfat iyotlu.
iodine
i.o.dine ay'ıdayn isim iyot.
iodise
i.o.dise ay'ıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız iodize
iodization
i.o.di.za.tion ayıdîzey'şın isim iyotlama.
iodize
i.o.dize ay'ıdayz fiil iyotlamak.
ion
i.on ay'ın, ay'an isim iyon.
ionic
i.on.ic ayan'îk sıfat iyonik.
ionise
i.on.ise ay'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız ionize
ionization
ion.iza.tionisim iyonlaşma, iyonlanma.
ionize
i.on.ize ay'ınayz fiil iyonlaştırmak; iyonlaşmak. 702
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ionosphere
i.on.o.sphere ayan'ısfîr isim iyonyuvarı.
iota
i.ot.a ayo'tı isim zerre, nebze: There's not an iota of truth in it. Onda zerre kadar gerçeklik yok.
IOU
IOU ay'o'yu' kısaltma I owe you size olan borcum; borç senedi.
Iran
I.ran îran', îrän' isim İran.
Iranian
isim İranlı. sıfat 1. İran, İran'a özgü. 2. İranlı.
Iraq
I.raj îrak', îräk' isim Irak.
Iraqi
isim Iraklı. sıfat 1. Irak, Irak'a özgü. 2. Iraklı.
irascible
i.ras.ci.ble îräs'ıbıl sıfat çabuk öfkelenen, sinirli, huysuz.
irate
i.rate ay'reyt, ayreyt' sıfat öfkeli, hiddetli, kızgın.
ire
ire ayr isim öfke, hiddet, kızgınlık.
Ireland
Ire.land ayr'lınd isim İrlanda.
iridescent
ir.i.des.cent îrıdes'ınt sıfat yanardöner.
iris
i.ris ay'rîs isim 1. anatomi iris. 2. süsen.
Irish coffee
üstüne kremşantiyi konulan viskili ve şekerli kahve, İrlanda kahvesi.
Irish Gaelic
İrlandaca.
Irish
I.rish ay'rîş isim İrlandaca. sıfat 1. İrlanda, İrlanda'ya özgü. 2. İrlandaca. 3. İrlandalı.
Irishman
I.rish.man ay'rîşmın isim (Irishmen) İrlandalı erkek, İrlandalı.
Irishwoman
I.rish.wom.an ay'rîşwûmın isim (Irishwomen) İrlandalı kadın, İrlandalı.
irk
irk ırk fiil 1. bıktırmak, usandırmak. 2. canını sıkmak, sinirlendirmek.
irksome
irk.somesıfat sıkıcı, bıktırıcı, usandırıcı.
Iron Curtain
tarih Demirperde.
iron foundry
dökümhane, demirhane.
iron gray
demirkırı.
iron out
ütülemek, (buruşuklukları) gidermek. 2. (pürüz, sorun v.b.'ni) gidermek.
703
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük iron
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
i.ron ay'ırn isim 1. demir. 2. ütü. 3. maden uçlu golf sopası. sıfat 1. demir, demirden yapılmış. 2. demir gibi. fiil ütülemek.
ironic
i.ron.ic ayran'îk sıfat inceden inceye alay eden, alaylı, ironik.
ironical
i.ron.i.cal ayran'îkıl sıfat inceden inceye alay eden, alaylı, ironik.
ironing board
ütü tahtası/masası.
ironing
i.ron.ingisim 1. ütüleme: Have you done the ironing? Çamaşırları ütüledin mi? 2. ütülenecek çamaşırlar: She's got a lot of ironing to do. Çok ütü işi var. 3. ütülenmiş/ütülü çamaşırlar.
irony of fate
kaderin cilvesi.
irony
i.ro.ny ay'rıni isim 1. ironi, istihza. 2. insana alay gibi gelen bir tesadüf.
irrational
ir.ra.tion.al îräş'ınıl sıfat 1. akılsız, mantıksız. 2. akıldışı, usdışı, irrasyonel.
irrationalism
ir.ra.tion.al.ismisim, felsefe usdışıcılık, irrasyonalizm.
irrationally
ir.ra.tio.nal.lyzarf mantıksızca.
irreconcilable
ir.rec.on.cil.a.ble îrekınsay'lıbıl sıfat uzlaştırılamaz, barıştırılamaz. isim 1. uzlaşmaz kimse. 2. çoğul uyuşmayan fikirler.
irrecoverable
ir.re.cov.er.a.ble îrîk^v'ırıbıl sıfat 1. düzeltilemez. 2. geri alınamaz.
irredeemable
ir.re.deem.a.ble îrîdi'mıbıl sıfat 1. kurtulamaz. 2. paraya çevrilemez. 3. bedeli ödenerek kurtarılamaz. 4. çaresiz.
irrefutable
ir.ref.u.ta.ble îref'yıtıbıl, îrîfyu'tıbıl sıfat aksi iddia edilemez, su götürmez, çürütülemez.
irregular
ir.reg.u.lar îreg'yılır sıfat 1. düzensiz, kuralsız. 2. yolsuz, usulsüz. 3. çarpık, düz olmayan. 4. başıbozuk (asker). 5. dilbilgisi kuraldışı.
irrelevant
ir.rel.e.vant îrel'ıvınt sıfat konu dışı; to ile ilgisi olmayan. 704
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük irremediable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ir.re.me.di.a.ble îrîmi'diyıbıl sıfat 1. çaresiz. 2. tedavisi olanaksız.
irreparable
ir.rep.a.ra.ble îrep'ırıbıl sıfat onarılamaz, tamir olunamaz; onulmaz, çaresiz.
irreplaceable
ir.re.place.a.ble îrîpley'sıbıl sıfat yeri doldurulamaz.
irrepressible
ir.re.pres.si.ble îrîpres'ıbıl sıfat 1. bastırılamayan, frenlenemeyen, önüne geçilemeyen. 2. zaptolunmaz, gemlenmez.
irreproachable
ir.re.proach.a.ble îrîpro'çıbıl sıfat kusur bulunamaz, aleyhinde söylenecek bir şey olmayan, kusursuz.
irresistible
ir.re.sis.ti.ble îrîzîs'tıbıl sıfat karşı konulmaz, dayanılmaz, çok çekici.
irresolute
ir.res.o.lute îrez'ılut sıfat kararsız, ikircimli, mütereddit.
irresolvable
ir.re.solv.a.ble îrîzal'vıbıl sıfat çözülemez.
irrespective
ir.re.spec.tive îrîspek'tîv sıfat of -e bakmaksızın.
irresponsibility
irresponsibilityisim sorumsuzluk.
irresponsible
ir.re.spon.si.ble îrîspan'sıbıl sıfat sorumsuz.
irretrievable
ir.re.triev.a.ble îrîtri'vıbıl sıfat 1. bir daha ele geçmez. 2. telafi edilemez.
irreverence
ir.rev.er.enceisim saygısızlık.
irreverent
ir.rev.er.ent îrev'ırınt sıfat saygısız.
irreversible
ir.re.vers.i.ble îrîvır'sıbıl sıfat 1. ters çevrilemez. 2. değiştirilemez, geri alınamaz. 3. fizik tersinmez.
irrevocable
ir.rev.o.ca.ble îrev'ıkıbıl sıfat geri alınamaz, değişmez, değiştirilemez.
irrigate
ir.ri.gate îr'ıgeyt fiil 1. (toprağı) sulamak. 2. tıbbi yıkamak, lavaq yapmak.
irrigation
ir.ri.ga.tion îrıgey'şın isim 1. (toprağı) sulama. 2. tıbbi yıkama, lavaq.
irritable
ir.ri.ta.ble îr'ıtıbıl sıfat çabuk kızan, sinirli.
irritant
ir.ri.tant îr'ıtınt sıfat 1. sinirlendirici. 2. tahriş edici. isim 1. tahriş edici şey. 2. sinirlendirici şey.
irritate
ir.ri.tate îr'ıteyt fiil 1. sinirlendirmek. 2. tahriş etmek. 705
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük irritating
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ir.ri.tat.ing îr'ıteytîng sıfat 1. sinirlendirici. 2. tahriş edici.
irritation
ir.ri.ta.tionisim sinirlendirme.
Is he the man for the job?
O bu işin adamı mı?
is
is îz bakınız be
ISBN
ISBN ay'es'bi'en' kısaltma International Standard Book Number
Islam
Is.lam îslam' isim İslam, Müslümanlık, İslamiyet.
Islamic
sıfat İslam, İslami, Müslüman.
Islamise
Is.lam.ise îz'lımayz, îs'lımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız Islamize
Islamize
Is.lam.ize îz'lımayz, îs'lımayz fiil İslamlaştırmak; İslamlaşmak.
island
is.land ay'lınd isim ada.
islander
is.land.erisim adalı.
isle
isle ayl isim ada.
islet
is.let ay'lît isim adacık.
isn't
is.n't îz'ınt kısaltma is not .
isobar
i.so.bar ay'sıbar isim izobar, eşbasınç.
isolate
i.so.late ay'sıleyt fiil 1. izole etmek, ayırmak. 2. (hastayı) tecrit etmek. 3. kimya ayırmak.
isolation
i.so.la.tion aysıley'şın isim 1. izolasyon, ayırma. 2. (hastayı) tecrit etme. 3. kimya ayırma.
isomer
i.so.mer ay'sımır isim, kimya izomer.
isomeric
i.so.mer.ic aysımer'îk sıfat izomerik.
isomerism
i.som.er.ism aysam'ırîzım isim izomerizm.
isomorph
i.so.morph ay'sımôrf isim izomorf, eşbiçim.
isomorphic
i.so.mor.phic aysımôr'fîk sıfat izomorfik, eşbiçimli.
isomorphism
i.so.mor.phism aysımôr'fîzım isim izomorfizm, eşbiçimlilik.
isosceles triangle
geometri ikizkenar üçgen.
isosceles
i.sos.ce.les aysas'ıliz sıfat ikizkenar.
isotherm
i.so.therm ay'sıthırm isim izoterm, eşsıcak.
isotope
i.so.tope ay'sıtop isim izotop, yerdeş. 706
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Israel
Is.ra.el îz'riyıl isim İsrail.
Israeli
Is.rae.li îzrey'li isim İsrailli. sıfat 1. İsrail, İsrail'e özgü. 2. İsrailli.
issue of shares
hisse senedi ihracı.
issue
is.sue îş'u fiil 1. yayımlama, yayım, basım. 2. konu. 3. sorun, mesele. 4. sonuç, netice. 5. sayı, nüsha. 6. boşalma yeri. 7. boşalma, çıkış. 8. dağıtım. 9. çocuklar. 10. mali işler piyasaya sürme, emisyon.
isthmus
isth.mus îs'mıs, [İngiliz İngilizcesi] îst'mıs isim, coğrafya kıstak, berzah.
It appeals to the eye.
Göze hoş geliyor./Göze güzel görünüyor.
It comes to the same thing.
Aynı kapıya çıkar.
It dawned on me.
Kafama dank etti.
It doesn't matter.
Önemi yok./Fark etmez.
It fell to my lot.
Benim payıma düştü.
It gives me a kick.
Bana zevk veriyor./Hoşuma gidiyor.
It has seen better days.
Artık eskidi.
It is an ill wind that blows nobody good. Her işte bir hayır vardır. It is beyond my power.
Elimde değil.
It is half past one.
Saat bir buçuk.
It is more than probable that ....
Büyük bir olasılıkla ....
It is neither here nor there.
Onun önemi yok./Mesele onda değil.
It is only a question of time.
Sadece bir zaman meselesi.
It is reported that ....
-diği söyleniyor.
It is rumored that ....
Söylentiye göre ....
It is usual to do so.
Böyle yapmak âdettir.
It isn't done.
Yakışık almaz./Hiç hoş bir şey değil.
It isn't worth a farthing.
Beş para etmez.
It leaves me cold.
Beni etkilemiyor./Bana vız gelir.
It looks like rain.
Yağmur yağacağa benziyor.
It makes my flesh creep.
Tüylerimi ürpertiyor.
It makes no difference.
Farketmez.
It requires qualification.
Kısmen doğru.
It rings a bell with me.
Tanıdık gibi geliyor./Bana bir şey hatırlatıyor. 707
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
It rings a bell.
Tanıdık gibi geliyor./Bana bir şey hatırlatıyor.
It seems as if
Sanki .../Galiba .../... imiş gibi.
It seems as though
Sanki .../Galiba .../... imiş gibi.
It serves him right!
Müstahaktır!/Oh olsun!
It set my teeth on edge.
Dişlerimi kamaştırdı.
It stands to reason ....
Kuvvetle tahmin edilen bir durum için kullanılır: It stands to reason he'll come. Gelmemesi için bir neden olmadığına göre gelir.
It stands to reason that ....
Kuvvetle tahmin edilen bir durum için kullanılır: It stands to reason he'll come. Gelmemesi için bir neden olmadığına göre gelir.
It was just one of those things.
Ne yapalım? Kısmet!
It was like this.
Böyleydi.
It would seem that ....
.. gibi görünüyor.
it
it ît zamir o; onu; ona. isim (oyunlarda) ebe.
Italian
I.tal.ian îtäl'yın isim, sıfat 1. İtalyan. 2. İtalyanca.
italic
i.tal.ic îtäl'îk sıfat italik. isim genellikle çoğul italik.
italicise
i.tal.i.cise îtäl'ısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız italicize
italicize
i.tal.i.cize îtäl'ısayz fiil italik harflerle basmak.
Italy
It.a.ly ît'ıli isim İtalya.
itch mite
uyuzböceği.
itch
itch îç fiil 1. kaşınmak. 2. to -i şiddetle arzu etmek. isim 1. kaşıntı, kaşınma. 2. şiddetli arzu.
itchy
itchysıfat 1. kaşıntılı. 2. kaşıntı yapan.
it'd
it'd ît'ıd kısaltma 1. it had . 2. it would .
item
i.tem ay'tım isim 1. parça, kalem, adet. 2. madde, fıkra. 3. gazetecilik haber. 4. hesapta tek rakam.
itemise
i.tem.ise ay'tımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız itemize
itemize
i.tem.ize ay'tımayz fiil ayrıntılarıyla yazmak.
itinerant
i.tin.er.ant aytîn'ırınt sıfat dolaşan, gezgin, seyyar. isim gezginci, seyyar kimse.
708
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük itinerary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
i.tin.er.ar.y aytîn'ıreri isim 1. yol. 2. seyahat programı. 3. yolcu rehberi. sıfat 1. yola ait. 2. yolculukla ilgili.
It'll set tongues wagging.
Herkesin ağzına sakız olacak.
it'll
it'll ît'ıl kısaltma it will .
It's a bit thick of you to ask me to do this.Benden bunu istemen biraz fazla. It's a crying shame!
Yazıklar olsun!
It's a deal!
Anlaştık!
It's a pleasure.
Benim için bir zevktir.
It's a real pity!
Çok yazık!
It's a sure thing!
Yüzde yüz olacak bir şey!/Sağlam bir iş bu!
It's a wonder she's still alive.
Onun hayatta kalması bir mucize.
It's about time we went.
Artık gitmeliyiz.
It's all very well but ....
Hepsi iyi hoş ama .../Her şey iyi güzel de ....
It's anybody's guess.
Kesin olarak kimse bilmiyor.
It's Greek to me.
Hiç anlayamıyorum.
It's high time.
Tam vakti./Zamanı geldi de geçti bile.
It's my treat.
Ben ısmarlıyorum.
It's no go.
Olmuyor.: It's no go; he won't change his mind. Olmuyor; kararından vazgeçmiyor.
It's no joke.
konuşma dili Şaka değil bu./Ciddi söylüyorum./Ciddiyim.
It's no laughing matter.
İşin şakası yok./Şakaya gelmez.
It's no skin off my nose!
Bana ne!
It's no sweat!
Hiç problem değil!/Çok kolay! 2. Hiç de zahmet değil!
It's no wonder he took to drink.
Kendini içkiye vermesi şaşılacak bir şey değil.
It's not my cup of tea.
O bana göre değil.
It's not within her capacity.
Kapasitesi ona yetmez.
It's not within reach.
El altında değil.
It's nothing special.
Ahım şahım bir şey değil.
It's one o'clock.
Saat bir.
It's time for school.
Okul zamanı geldi.
It's your turn.
Sıra sende.
it's
it's îts kısaltma 1. it is . 2. it has .
its
its îts zamir onun ( it 'in iyelik hali). 709
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
itself
it.self îtself' zamir kendi, kendisi.
IUD
IUD ay'yu'di' kısaltma intrauterine device
Ivorian
I.vo.ri.an ayvo'riyın isim Fildişi Kıyılı. sıfat 1. Fildişi Kıyısı, Fildişi Kıyısı'na özgü. 2. Fildişi Kıyılı.
ivory tower
fildişi kule.
ivory
i.vo.ry ay'vıri isim 1. fildişi. 2. fildişi rengi.
ivy
i.vy ay'vi isim duvarsarmaşığı, ağaçsarmaşığı, sarmaşık, hedera.
J
J, j cey isim J, İngiliz alfabesinin onuncu harfi.
J.P.
J.P. cey'pi' kısaltma Justice of the Peace
jab
jab cäb fiil (qabbed, qabbing) 1. dürtmek, itmek. 2. saplamak. isim 1. dürtme. 2. saplama.
jabber
jab.ber cäb'ır fiil 1. çabuk çabuk konuşmak. 2. anlaşılmayacak şekilde konuşmak.
jack
jack cäk isim 1. otomotiv kriko, kaldırıcı. 2. adam; köylü. 3. gemici. 4. bocurgat. 5. iskambil oyunları oğlan, bacak, vale. 6. (bazı oyunlarda) top. 7. argo para. 8. elektrik priz. 9. denizcilikle ilgili cıvadra sancağı. 10. erkek eşek. 11. erkek tavşan. 12. çoğul beş taş oyunu. fiil 1. up kriko ile kaldırmak. 2. up bocurgatla kaldırmak. 3. up bir kimseye görevini hatırlatmak.
jackal
jack.al cäk'ıl isim çakal.
jackass
jack.ass cäk'äs isim 1. erkek eşek. 2. ahmak adam, eşek herif, marsıvan eşeği.
jackboot
jack.boot cäk'but isim 1. kaba kuvvet. 2. kaba kuvvet kullanan kimse, zorba. fiil kaba kuvvetle başkasını boyun eğmeye zorlamak. sıfat kaba kuvvete dayanan.
jackdaw
jack.daw cäk'dô isim bir tür küçük karga.
jacket
jack.et cäk'ît isim 1. ceket. 2. şömiz. 3. makine silindir ceketi.
jackknife
jack.knife cäk'nayf isim (qackknives) büyük çakı.
jack-of-all-trades
jack-of-all-trades cäk'ıvôl'treydz isim elinden her iş gelen kimse, on parmağında on marifet olan kimse.
710
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük jackpot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jack.pot cäk'pat isim, iskambil oyunları pot, ortada biriken para.
jade
jade ceyd isim yeşim.
jaded
jadedsıfat 1. çok yorgun, bitkin. 2. isteksiz, bıkkın.
Jaffa orange
yafa, yafa portakalı.
Jaffa
Jaf.fa cäf'ı isim yafa, yafa portakalı.
jag
jag cäg isim 1. viraq, keskin dönüş. 2. diş, sivri uç. fiil (jagged, jagging) diş diş etmek, çentmek.
jagged
jag.ged cäg'îd sıfat dişli, çentikli, sivri uçlu.
jaguar
jag.uar cäg'war isim qaguar, qagar.
jail
jail ceyl isim cezaevi, hapishane. fiil hapse atmak, hapsetmek.
jailbird
jail.bird ceyl'bırd isim 1. hapishane gediklisi. 2. ip kaçkını. 3. pranga kaçağı.
jailer
jail.er cey'lır isim gardiyan.
jaloppy
ja.lop.py cılap'i isim, argo külüstür otomobil, düldül.
jalopy
ja.lop.y cılap'i isim, argo külüstür otomobil, düldül.
jam session
cazcıların bir araya gelip doğaçtan çaldığı caz müziği.
jam
jam cäm isim reçel, marmelat.
Jamaica
Ja.mai.ca cımey'kı isim Jamaika.
Jamaican
isim Jamaikalı. sıfat 1. Jamaika, Jamaika'ya özgü. 2. Jamaikalı.
jamb
jamb cäm isim kapı veya pencerenin dik yanı veya kenar pervazı.
jamboree
jam.bo.ree cämbıri' isim, argo cümbüş, eğlenti, gırgır.
jam-packed
jam-pack.edsıfat dopdolu, hıncahınç dolu, tıklım tıklım.
Jan.
Jan.kısaltma January
jangle
jan.gle cäng'gıl fiil 1. ahenksiz ses çıkarmak. 2. kavga etmek, çekişmek. isim 1. ahenksiz ses. 2. gürültü.
janissary
jan.is.sar.y cän'ısıri isim yeniçeri.
janitor
jan.i.tor cän'îtır isim kapıcı; odacı.
janizary
jan.i.zar.y cän'ızıri isim yeniçeri.
January
Jan.u.ar.y cän'yuweri isim ocak ayı. 711
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Jap.
Jap.kısaltma «Japan» Japanese
Japan
Ja.pan cıpän' isim Japonya.
Japanese cedar
botanik kriptomerya.
Japanese maple
japonakçaağacı.
Japanese persimmon
trabzonhurması.
Japanese plum
maltaeriği, yenidünya.
Japanese quince
japonayvası.
Japanese
Jap.a.nese cäpıniz' isim (Japanese) 1. Japon. 2. Japonca. sıfat 1. Japon. 2. Japonca.
japonica
ja.pon.i.ca cıpan'îkı isim qaponayvası.
jar
jar car fiil (qarred, qarring) 1. kulak tırmalayıcı bir ses çıkarmak. 2. zangırdatmak; zangırdamak. 3. (with) (-e) ters düşmek, (ile) çatışmak. 4. on/upon sinirlendirmek. 5. sarsmak; sarsılmak. isim 1. sarsıntı; şok. 2. zangırtı.
jargon
jar.gon car'gın isim 1. anlaşılmaz dil. 2. meslek argosu. 3. özel dil.
jasmine
jas.mine cäz'mîn, cäs'mîn isim yasemin.
jaundice
jaun.dice côn'dîs isim 1. tıbbi sarılık. 2. hoşnutsuzluk; karamsarlık; düşmanlık; kıskançlık; önyargı.
jaundiced
jaun.dicedsıfat 1. sarılık olmuş. 2. hoşnutsuz; karamsar; düşmanca; kıskançlık dolu; önyargılı.
jaunt
jaunt cônt fiil gezmek. isim gezinti.
jauntily
jaun.ti.lyzarf kaygısızca, fütursuzca.
jaunty
jaun.tysıfat 1. neşeli, şen, kaygısız. 2. gösterişli, şık.
Java
Ja.va ca'vı isim Cava.
Javan
isim Cavalı. sıfat bakınız Javanese
Javanese
Jav.a.nese cavıniz' isim (Javanese) 1. Cavalı. 2. Cavaca. sıfat 1. Cava, Cava'ya özgü. 2. Cavaca. 3. Cavalı.
javelin throw
cirit atma, cirit.
javelin
jav.e.lin cäv'lîn, cäv'ılîn isim cirit.
jaw
jaw cô isim 1. çene. 2. çoğul ağız. 3. argo çene çalma, laflama. fiil, argo 1. çene çalmak, laflamak. 2. dırlanmak. 712
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük jawbone
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jaw.boneisim çene kemiği. fiil, argo tehditle baskı yapmak.
jawbreaker
jaw.break.erisim, konuşma dili 1. çok sert akide şekeri. 2. söylenişi zor sözcük.
jay
jay cey isim alakarga, kestanekargası.
jaywalker
jay.walk.erisim caddeyi trafik kurallarına uymadan geçen kimse.
jazz band
cazbant.
jazz up
canlandırmak, hareketlendirmek.
jazz
jazz cäz isim, sıfat caz.
jealous
jeal.ous cel'ıs sıfat kıskanç.
jealously
jeal.ous.lyzarf kıskançlıkla.
jealousy
jeal.ou.syisim kıskançlık.
jean
jean cin isim cin kumaş.
jeans
jeansisim cin, cin pantolon; blucin.
jeep
jeep cip isim cip.
jeer
jeer cîr fiil at ile alay etmek, ile eğlenmek. isim alay.
jell
jell cel fiil 1. pelteleşmek. 2. konuşma dili biçimlenmek, belirginleşmek.
jelly
jel.ly cel'i isim qöle. fiil pelteleştirmek; pelteleşmek.
jellybean
jel.ly.bean cel'ibin isim içi qöleli fasulye biçiminde bir şeker.
jellyfish
jel.ly.fish cel'ifîş isim 1. denizanası, medüz. 2. konuşma dili kararsız kimse.
jeopardise
jeop.ard.ise cep'ırdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız qeopardize
jeopardize
jeop.ard.ize cep'ırdayz fiil tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak.
jeopardy
jeop.ard.y cep'ırdi isim 1. tehlike, nazik durum. 2. hukuk yargılanan sanığın cezaya çarpılma olasılığı.
jerboa
jer.bo.a cırbo'wı isim cırboğa, çölfaresi, çölsıçanı.
jerk off
otuz bir çekmek, abaza çekmek, masturbasyon yapmak.
jerk out
kesik kesik ve hızlı söylemek. 713
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük jerk
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jerk cırk fiil 1. birdenbire ve şiddetle çekmek. 2. silkip atmak. 3. fırlatmak. 4. sarsıla sarsıla gitmek.
jerkily
jerk.i.lyzarf sarsıntılarla, sarsarak.
jerky
jer.kysıfat 1. sarsıntılı. 2. spazmodik. 3. argo aptal, salak.
jerry-built
jer.ry-built cer'ibîlt sıfat kötü malzemeyle yapılmış.
jersey
jer.sey cır'zi isim qarse.
Jerusalem artichoke
yerelması.
Jerusalem
Je.ru.sa.lem cıru'sılım isim Kudüs.
jessamine
jes.sa.mine ces'ımîn isim bakınız qasmine
jest
jest cest isim şaka, latife, alay. fiil latife etmek, şaka söylemek; şaka etmek.
jester
jest.erisim soytarı, maskara.
Jesus
Je.sus ci'zıs isim Hz.İsa.
Jesus!
ünlem Allah Allah!
jet lag
(uzun bir uçak yolculuğundan sonra) zaman farkından doğan uyku düzensizliği, yorgunluk v.b.
jet plane
jet uçağı, tepkili uçak.
jet propulsion
tepkili çalıştırma, jetli sürüş.
jet set
jet sosyete.
jet setter
jet sosyeteden bir kimse.
jet
jet cet fiil (qetted, qetting) 1. fışkırtmak; fışkırmak. 2. qetle yolculuk yapmak. isim 1. qet. 2. fışkırma. 3. fıskıye.
jet-black
jet-blacksıfat simsiyah.
jet-propelled
jet-pro.pelledsıfat 1. tepkili. 2. jet gibi hızlı. 3. enerqik, hareketli.
jettison
jet.ti.son cet'ısın fiil (tehlike anında gemiyi hafifletmek için) (yükü) denize atmak.
jetton
jet.ton cet'ın isim qeton.
jetty
jet.ty cet'i isim 1. dalgakıran, mendirek. 2. kâgir iskele.
Jew
Jew cu isim, sıfat Musevi, Yahudi.
jewel
jew.el cu'wıl isim 1. değerli taş, cevher, mücevher. 2. cep saatinin içindeki taş. 3. değerli kimse veya şey. fiil 714
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(qeweled/qewelled, qeweling/qewelling) değerli taşlarla süslemek. Jewish
Jew.ish cu'wîş sıfat Musevi, Yahudi.
jib
jib cîb isim, denizcilikle ilgili flok yelkeni.
jibe
jibe cayb fiil 1. denizcilikle ilgili bumba ile seren veya yelkeni rüzgâr yönünde giderken kavanço etmek. 2. konuşma dili with -e uymak, ile uyuşmak.
jiff
jiff cîf isim bakınız qiffy
jiffy
jif.fy cîf'i isim, konuşma dili an, lahza.
jiggle
jig.gle cîg'ıl fiil salınmak, dingildemek, ırgalanmak; sallamak. isim 1. titreme. 2. hafif sallantı.
jigsaw puzzle
kesilmiş parçaları birleştirerek oynanan resimbilmece.
jigsaw
jig.saw cîg'sô isim motorlu oyma testeresi.
jihad
ji.had cîhad' isim cihat.
jilt
jilt cîlt fiil (sevgilisini) terketmek. isim sevgilisini terkeden kız.
jimmy
jim.my cîm'i isim (hırsızların kullandığı) ufak levye. fiil (hırsızların kullandığı) ufak levye ile açmak.
jimsonweed
jim.son.weed cîm'sınwid isim tatula, şeytanelması.
jingle
jin.gle cîng'gıl isim 1. şıngırtı; çıngırtı; şıkırtı. 2. (tekerleme gibi) kısa şiir. 3. tekerlemeli şarkı. fiil şıngırdatmak; çıngırdatmak; şıkırdatmak.
jinks
jinks cîngks isim bakınız high qinks
jinni
jin.ni cîn'i isim cin.
jinx
jinx cîngks isim, argo uğursuz şey veya kimse, uğursuzluk. fiil uğursuzluk getirmek.
jitters
jit.ters cît'ırz isim, konuşma dili the aşırı sinirlilik.
jittery
jit.ter.y cît'ıri sıfat, konuşma dili çok sinirli.
jiujitsu
jiu.jit.su cucît'su isim bakınız quqitsu
job work
götürü iş.
job
job cab isim iş, görev, vazife, memuriyet.
jobber
job.ber cab'ır isim 1. toptancı, toptan mal satan tüccar, toptan dağıtımcı. 2. parça başına çalışan işçi.
jockey for position
(bir yarışta) daha avantajlı bir yere geçmeye çalışmak. 715
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jockey
jock.ey cak'i fiil dalavere ile kandırmak.
jockstrap
jock.strap cak'sträp isim suspansuvar.
jocular
joc.u.lar cak'yılır sıfat 1. şakalı, şaka yollu. 2. şakacı.
jocularity
joc.u.lar.i.ty cakyılär'ıti isim şakacılık.
jocularly
joc.u.lar.lyzarf şaka olarak.
jog someone's memory
(bir şeyi hatırlatmak için ipucu vererek) birinin belleğini canlandırmak.
jog
jog cag fiil (qogged, qogging) 1. itmek, sarsmak, dürtmek. 2. yavaş koşmak, qogging yapmak. isim 1. dürtme. 2. yavaş koşma.
jogging
jog.gingisim yavaş koşma, qogging.
joggle
jog.gle cag'ıl fiil 1. hafifçe sarsmak, yavaşça sallamak; hafifçe sarsılmak veya sallanmak. 2. geçme ile tutturmak. isim 1. birden dürtme, sallama. 2. sarsıntı. 3. geçme.
join battle
(iki ordu) çarpışmaya başlamak.
join hands
el ele tutuşmak.
join up
konuşma dili 1. asker yazılmak. 2. üye yazılmak.
join
join coyn fiil 1. (kulüp, parti v.b.'ne) katılmak. 2. buluşmak. 3. birleştirmek; birleşmek. 4. bağlamak; bağlanmak. 5. konuşma dili bitişmek. 6. in -de yer almak, -e katılmak. isim 1. bitişme noktası. 2. birleşme; bitişme.
joiner
join.er coy'nır isim 1. birleştirici şey veya kimse. 2. İngiliz İngilizcesi doğramacı, marangoz.
joinery
join.eryisim doğramacılık, marangozluk.
joint account
ticaret müşterek hesap.
joint creditors
müteselsil alacaklılar.
joint debtors
müteselsil borçlular.
joint heir
mirasta ortak.
joint owner
mülkiyette/tasarrufta ortak; paydaş.
joint surety
müteselsil kefil.
joint
joint coynt isim 1. anatomi eklem, mafsal. 2. ek. 3. ek yeri. 4. kasaplık büyük et parçası. 5. botanik düğüm, 716
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
boğum. 6. argo afyon çekilen veya kumar oynanan batakhane. 7. argo esrarlı sigara. fiil 1. bitiştirmek, eklemek, raptetmek. 2. ek veya oynak yeri yapmak. 3. (eti) oynak yerlerinden ayırmak. jointly
joint.lyzarf ortaklaşa, birlikte.
joint-stock company
ticaret anonim şirket.
joist
joist coyst isim kiriş; putrel.
joke
joke cok isim şaka, latife, nükte. fiil şaka yapmak, şaka etmek.
joker
jok.er co'kır isim 1. şakacı kimse. 2. iskambil oyunları qoker.
jokingly
jokinglyzarf şaka ederek, şakayla.
jolly good
İngiliz İngilizcesi çok iyi.
jolly
jol.ly cal'i sıfat 1. şen, neşeli. 2. neşe verici. 3. konuşma dili hoş, güzel. zarf, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili pek çok, son derece.
jolt
jolt colt fiil 1. sarsmak; sarsılmak. 2. şaşkına çevirmek, şoke etmek. isim 1. sarsma, sarsıntı. 2. şok.
jonquil
jon.juil can'kwîl isim fulya, zerrin.
Jordan
Jor.dan côr'dın isim Ürdün.
Jordanian
Jor.da.ni.an côrdey'niyın isim Ürdünlü. sıfat 1. Ürdün, Ürdün'e özgü. 2. Ürdünlü.
josh
josh caş fiil, konuşma dili takılmak, şaka etmek, alay etmek.
jostle
jos.tle cas'ıl fiil itip kakmak, itelemek, dürtüklemek. isim itip kakma.
jot
jot cat fiil (qotted, qotting) down yazmak, not etmek. isim zerre, nebze: I won't change a jot of it! Bir noktasını bile değiştirmem! Don't you miss a jot or a tittle! En ufak bir noktayı kaçırma!
joule
joule cul, caul isim, fizik qul.
journal
jour.nal cır'nıl isim 1. günlük, günce. 2. denizcilikle ilgili seyir defteri. 3. ticaret günlük defter, yevmiye defteri. 4. gazete. 5. dergi. 717
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
journalism
jour.nal.ism cır'nılîzım isim gazetecilik.
journalist
jour.nal.ist cır'nılîst isim gazeteci.
journey
jour.ney cır'ni isim yolculuk, gezi, seyahat, sefer, yol. fiil yolculuk etmek.
journeyman
jour.ney.man cır'nimın isim (qourneymen) ustabaşı.
jovial
jo.vi.al co'viyıl sıfat şen, neşeli.
joviality
jo.vi.al.i.ty coviyäl'ıti isim şenlik, neşe.
jovialness
jo.vi.al.nessisim şenlik, neşe.
jowl
jowl caul, col isim çene kemiği, alt çene.
joy
joy coy isim sevinç, keyif, haz, neşe.
joyful
joy.fulsıfat sevinçli, sevindirici, neşeli, neşeyle dolu.
joyfully
joy.ful.lyzarf neşeyle.
joyous
joy.ous coy'ıs sıfat sevinçli, keyifli, neşeli.
joyride
joy.rideisim otomobil gezintisi; çalıntı araba ile gezme.
joystick
joy.stickisim 1. uçakta manevra kolu. 2. bilgisayar kumanda kolu.
Jr.
Jr.kısaltma Junior
jubilant
ju.bi.lant cu'bılınt sıfat sevinçli, coşkun.
jubilation
ju.bi.la.tion cubıley'şın isim coşkulu sevinç, coşku.
jubilee
ju.bi.lee cu'bıli isim 1. herhangi bir olayın ellinci yıldönümü. 2. evlilikte altın yıl. 3. qübile.
Judaism
Ju.da.ism cu'diyîzım isim 1. Musevilik, Musevi dini. 2. Musevi olma, Musevilik. 3. Musevi âlemi.
Judas tree
erguvanağacı, erguvan.
Judas
Ju.das cu'dıs isim bakınız Judas tree
Judeo-German
Ju.de.o-Ger.man cudey'o.cır'mın isim, sıfat bakınız Yiddish
Judeo-Spanish
Ju.de.o-Span.ish cudey'o.spän'îş isim, sıfat Yahudi İspanyolcası.
judge by externals
görünüşe dayanarak hükme varmak.
judge
judge c^c isim 1. yargıç, hâkim. 2. hakem. 3. bilirkişi. fiil 1. yargılamak. 2. hakemlik etmek. 3. hüküm vermek; hükmetmek. 4. tahmin etmek.
Judgement Day
kıyamet günü. 718
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
judgement
judge.ment c^c'mınt isim hüküm, karar, yargı.
Judgment Day
kıyamet günü.
judgment
judg.ment c^c'mınt isim hüküm, karar, yargı.
judicial
ju.di.cial cudîş'ıl sıfat adli, hukuki, türel.
judiciary
ju.di.ci.ar.y cudîş'iyeri sıfat adli, hukuki; yargılama ile ilgili. isim 1. adliye. 2. yargıçlar.
judicious
ju.di.cious cudîş'ıs sıfat akıllıca, tedbirli, sağgörülü, mantıklı.
judo
ju.do cu'do isim qudo.
judoist
ju.do.ist cu'dowîst isim qudocu.
jug
jug c^g isim 1. testi. 2. İngiliz İngilizcesi (kulplu) sürahi. 3. argo hapishane, kodes.
juggle the books
aldatmak için hesap defterlerini karıştırıp hazırlamak.
juggle
jug.gle c^g'ıl fiil 1. hokkabazlık yapmak. 2. el çabukluğu ile marifet yapmak. 3. hile yapmak. 4. aldatmak. isim 1. hokkabazlık. 2. hile.
juggler
jug.gler c^g'lır isim 1. hokkabaz, qonglör. 2. hilekâr kimse.
Jugoslav
Ju.go.slav yu'goslav isim, sıfat bakınız Yugoslav
Jugoslavia
Ju.go.slav.ia yugoslav'iyı, yugoslav'yı isim bakınız Yugoslavia
Jugoslavian
Ju.go.slav.ian yugoslav'iyın, yugoslav'yın isim, sıfat bakınız Yugoslavian
Jugoslavic
Ju.go.slav.ic yugoslav'îk sıfat bakınız Yugoslavic
jugular vein
şahdamarı.
jugular
jug.u.lar c^g'yılır sıfat boyuna ait.
juice
juice cus isim 1. özsu. 2. sebze, meyve veya et suyu. 3. argo cereyan, elektrik. 4. argo benzin. 5. argo kuvvet, enerji.
juiceless
juice.lesssıfat özü veya suyu olmayan, kuru.
juicy
juicysıfat 1. özlü, sulu. 2. ilginç, ilgi çekici.
jujitsu
ju.jit.su cucît'su isim, spor qiuqitsu.
jujube
ju.jube cu'cub isim, botanik hünnap, çiğde.
719
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük jukebox
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
juke.box cuk'baks isim para ile plak çalan otomatik pikap.
July
Ju.ly cûlay', cu'lay' isim temmuz.
jumble
jum.ble c^m'bıl isim karmakarışık şey; karışıklık, düzensizlik. fiil karmakarışık olmak; karmakarışık etmek.
jumbo
jum.bo c^m'bo sıfat çok büyük, kocaman.
jump a train
trene atlamak.
jump at a conclusion
acele hüküm vermek.
jump bail
konuşma dili (kefaletle tahliye edilen sanık) hazır bulunması gereken duruşmaya gelmemek.
jump down someone's throat
konuşma dili birini sert bir şekilde azarlamak, birini haşlamak, birine sapartayı vermek.
jump on the bandwagon
konuşma dili başkalarının yaptığı bir eyleme katılmak.
jump on
konuşma dili -e saldırmak, -e çatmak.
jump one's bail
kefalet altındayken duruşmaya gelmemek.
jump out of one's skin
hayretle yerinden sıçramak; ödü kopmak, ödü patlamak.
jump out of the frying pan into the fire
yağmurdan kaçıp doluya tutulmak.
jump ship
(tayfa) gemiyi haber vermeden terketmek.
jump the gun
konuşma dili vaktinden önce davranmak/hareket etmek/başlamak.
jump the track
(tren) raydan çıkmak.
jump
jump c^mp fiil 1. atlamak, sıçramak, zıplamak; sıçratmak, zıplatmak, fırlatmak, atlatmak. 2. üzerinden atlamak. 3. (fiyat) fırlamak.
jumper
jump.er c^m'pır isim 1. bluz veya kazak üzerine giyilen kolsuz elbise. 2. çocuklara giydirilen pantolonlu ceket, tulum. 3. İngiliz İngilizcesi kazak.
jumping-off place
dünyanın öbür ucu. 2. başlama noktası, başlangıç noktası.
jumpy
jump.y c^m'pi sıfat sinirli, sinirleri gergin, diken üstünde.
Jun.
Jun.kısaltma «June» Junior
junction box
elektrik buat, kutu. 720
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük junction
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
junc.tion c^ngk'şın isim 1. bitişme, birleşme. 2. birleşme yeri, kavşak. 3. demiryolu makas.
juncture
junc.ture c^ngk'çır isim 1. bitişme, bağlantı. 2. oynak yeri. 3. dikiş yeri. 4. önemli an. 5. aralık, zaman.
June bug
haziranböceği.
June
June cun isim haziran.
Juneberry
June.ber.ry cun'beri isim kayaarmudu.
jungle
jun.gle c^ng'gıl isim cengel, cangıl.
junior college
üniversitenin birinci ve ikinci sınıf öğretim programını uygulayan iki senelik okul.
junior high school
ilkokul ve lise arasındaki 9., 0. ve 3. sınıfları kapsayan ortaokul.
junior
jun.ior cun'yır sıfat 1. yaşça küçük. 2. kıdemce aşağı, ast. 3. iki kişiden küçük olanı. 4. büyük harf ile küçük (babasıyla aynı adı taşıyan kimsenin adına eklenir). 5. spor genç. isim 1. yaşça küçük kimse. 2. mevki veya kıdemce küçük olan kimse. 3. lise veya üniversitede sondan bir önceki sınıf öğrencisi.
juniper
ju.ni.per cu'nıpır isim ardıç.
junk food
tadı güzel, besin değeri az olan yiyecek.
junk heap
hurdası çıkmış araba.
junk mail
reklam olarak gelen posta.
junk
junk c^ngk isim Çin yelkenlisi.
junkie
junk.ie c^ng'ki isim, argo keş, uyuşturucu bağımlısı; eroinman.
junkman
junk.man c^ngk'mın isim (qunkmen) eskici; hurdacı.
junkyard
junk.yard c^ngk'yard isim hurda deposu, hurdalık.
junta
jun.ta cın'tı, hûn'tı isim cunta.
Jupiter
Ju.pi.ter cu'pıtır isim Jüpiter, Erendiz.
jurisdiction
ju.ris.dic.tion cûrîsdîk'şın isim 1. hukuk yargı hakkı, yargılama hakkı. 2. yetki. 3. hükümet, hükümetin nüfuz dairesi.
jurisprudence
ju.ris.pru.dence cûrîspru'dıns isim hukuk ilmi, hukuk.
jurist
ju.rist cûr'îst isim hukuk ilmi uzmanı; hukukçu. 721
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
juror
ju.ror cûr'ır isim qüri üyesi.
jury
ju.ry cûr'i isim 1. qüri, yargıcılar kurulu. 2. jüri, seçiciler kurulu, seçici kurul.
Just a sec!
konuşma dili Bir saniye!
just about
-mek üzere: I was just about to leave. Tam çıkmak üzereydim. 2. hemen hemen: We're qust about finished. Hemen hemen bitirdik. She's acted in qust about every play you can think of. Hemen hemen bildiğin her oyunda rol aldı.
just like
aynı, tıpkı: Fehmi looks just like his father. Fehmi tıpkı babasına benziyor. That's just like Fettah, isn't it? O tam Fettah'ça bir şey, değil mi?
just my luck
tam benim şansıma.
just now
şimdi. 2. biraz önce: They were here qust now. Biraz önce buradaydılar.
just so
çok düzenli bir halde: She keeps her house just so. Evini çok muntazam tutuyor. 2. çok dikkatli bir şekilde: When you're with them you have to behave qust so. Onlarla beraberken çok dikkatli davranman lazım. 3. şartıyla: Go where you will, just so you get back here by six. Nereye gitmek istersen git, ancak herhalükârda altıda burada ol.
just the same
her zamanki gibi, her zaman olduğu gibi, eskisi gibi. 2. gene de, yine de, buna rağmen.
just then
tam o sırada; tam o anda.
just there
tam orada.
Just think!
Bir düşün!/Düşünsene! Just think! This time tomorrow we'll be in China! Düşünsene! Yarın bu saatte Çin'de olacağız!
just to spite
-e inat: He's doing this just to spite them. Onlara inat bunu yapıyor.
Just try and catch me!
konuşma dili Haydi, yakala bakalım!
just under the wire
son anda, ucu ucuna.
Just what the fuck do you mean?
Ne demek istiyorsun be? 722
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük just
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
just c^st zarf 1. tam: qust across from us tam karşımızda. qust at that spot tam o noktada. qust in time tam vaktinde. That's qust what I've been looking for. O tam aradığım şey. 2. hemen, şimdi, biraz önce: She has just arrived. Şimdi geldi. I was just going out the door when the telephone rang. Tam kapıdan çıkıyordum ki telefon çaldı. 3. ancak, yalnız, sadece: There are qust two new students this year. Bu sene ancak iki yeni öğrenci var. 4. anca, ancak, zorla, güçlükle, güçbela: From that window you can just see a bit of the Galata Tower. O pencereden Galata kulesinin azıcık bir kısmını anca görebilirsin. Her house is just within the city limits. Evi anca şehrin sınırları içinde kalıyor.
justice of the peace
hukuk sulh hâkimi.
justice
jus.tice c^s'tîs isim 1. adalet, hak. 2. haklılık, yerindelik, doğruluk.
justification
jus.ti.fi.ca.tion c^stıfıkey'şın isim 1. haklı çıkarma veya çıkma. 2. haklı neden, gerekçe. 3. bilgisayar metnin sağ kenarını hizalama.
justify
jus.ti.fy c^s'tıfay fiil 1. doğrulamak, haklı çıkarmak. 2. suçsuzluğunu kanıtlamak, temize çıkarmak. 3. bilgisayar metnin sağ kenarını hizalamak.
justly
just.lyzarf 1. adaletle, adil bir şekilde. 2. haklı olarak.
jut
jut c^t fiil (qutted, qutting) 1. out çıkıntı yapmak, çıkık olmak. 2. çıkmak, uzanmak.
jute
jute cut isim qüt, muhliye.
juvenile court
hukuk çocuk mahkemesi.
juvenile delinquency
çocuğun suç işlemesi.
juvenile delinquent
hukuk çocuk suçlu.
juvenile
ju.ve.nile cu'vınıl, cu'vınayl sıfat 1. genç; gençliğe özgü. 2. olgunlaşmamış, çocuksu. isim genç; çocuk.
juxtapose
jux.ta.pose c^kstıpoz' fiil birbirine yakın koymak; yanyana koymak.
723
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük juxtaposition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
jux.ta.po.si.tion c^kstıpızîş'ın isim 1. birbirine yakın koyma; yanyana koyma. 2. birbirine yakın bulunma/bulundurma; yanyana bulunma/bulundurulma.
K
K key isim K, İngiliz alfabesinin on birinci harfi.
Kaaba
Kaa.ba ka'bı isim Kâbe.
kale
kale keyl isim karalahana.
kaleidoscope
ka.lei.do.scope kılay'dıskop isim çiçek dürbünü, kaleydoskop.
Kampuchea
Kam.pu.che.a kämpu'çiyı isim Kampuçya, Kamboçya, Kamboç.
Kampuchean
isim 1. Kampuçyalı, Kamboçyalı, Kamboçlu. 2. Kampuçça, Kamboçça. sıfat 1. Kampuçya, Kampuçya'ya özgü. 2. Kampuçça. 3. Kampuçyalı.
kangaroo
kan.ga.roo käng.gıru' isim kanguru.
kaput
ka.put kapût' sıfat, argo mahvolmuş.
karat
kar.at ker'ıt isim ayar, altın ayarı.
karate
ka.ra.te kıra'ti isim karate.
Karelia
Ka.re.li.a kıril'yı, kıri'liyı isim Karelya.
Karelian
isim 1. Karelyalı. 2. Karelyaca. sıfat 1. Karelya, Karelya'ya özgü. 2. Karelyaca. 3. Karelyalı.
karyokinesis
kar.yo.ki.ne.sis käriyokîni'sîs isim, biyoloji karyokinez, mitoz.
Kashmir
Kash.mir käşmir', käş'mir isim Keşmir.
Kashmiri
Kash.mir.i käşmir'i isim, sıfat Keşmirli.
Kashmirian
Kash.mir.i.an käşmir'iyın sıfat 1. Keşmir, Keşmir'e özgü. 2. Keşmirli. isim Keşmirli.
Kazak
Ka.zak kazak' isim, sıfat bakınız Kazakh
Kazakh
Ka.zakh kazak' isim, sıfat 1. Kazak. 2. Kazakça.
Kazakhstan
Ka.zakh.stan kazak'stan isim Kazakistan.
Kazakstan
Ka.zak.stan kazak'stan isim bakınız Kazakhstan
keel over
alabora olmak. 2. birden devrilip düşmek.
keel
keel kil isim gemi omurgası, karina. fiil alabora etmek.
keelage
keel.ageisim liman resmi.
keen on acting
aktörlüğe hevesli. 724
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
keen on
konuşma dili -e çok hevesli, -e meraklı, -e düşkün.
keen
keen kin sıfat 1. keskin, sivri. 2. acı. 3. sert, şiddetli, keskin. 4. kuvvetli, yoğun. 5. gözü açık, zeki. 6. doymak bilmez (iştah).
keenly
keen.lyzarf 1. şiddetle. 2. şevkle.
keenness
keen.nessisim 1. keskinlik. 2. şiddet. 3. düşkünlük, merak. 4. zekâ, akıllılık.
keep a civil tongue in one's head
terbiyeli bir şekilde konuşmak: I'll thank you to keep a civil tongue in your head! Terbiyeni takın!
keep a journal
günlük tutmak.
keep a low profile
dikkati çekmemeye çalışmak, sivri olmamaya çalışmak, göze batmamaya çalışmak.
keep a secret
sır saklamak/tutmak.
keep a stiff upper lip
konuşma dili (zor bir durumda iken) duygularını örtbas etmek.
keep a straight face
hiç gülmemek, ciddiyetini korumak, istifini bozmamak.
keep a tab on
-i takip etmek, -i izlemek; -i gözetlemek.
keep abreast of
yeni gelişmeleri öğrenmek, olan biteni öğrenmek.
keep account of
-i aklında tutmak.
keep an account of
-in kaydını tutmak, -i kaydetmek, -i not etmek.
keep an animal at bay
birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini önlemek, sindirmek.
keep an ear to the ground
kulağı kirişte olmak, kulağı tetikte olmak.
keep an eye on
-e göz kulak olmak, gözü üstünde olmak.
keep an eye out for
(bir şey için) göz kulak olmak.
keep away
uzak durmak. 2. uzak tutmak.
keep back
saklamak, gizlemek.
Keep back!
Uzak dur!
keep bankers' hours
konuşma dili 1. günde pek az saat açık olmak. 2. günde pek az saat çalışmak.
keep company
yalnız bırakmamak. 2. with ile arkadaşlık etmek.
keep count of
-in sayısını tutmak.
keep count
-in sayısını tutmak.
keep dark
saklamak, sır vermemek. 725
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
keep down
baş kaldırtmamak. 2. yükselmesine izin vermemek.
keep early hours
eve erken dönmek; erken yatmak.
keep fit
formunu korumak.
keep from
-den korumak.
keep going
devam etmek. 2. ilerlemek. 3. sürdürmek, devam ettirmek.
keep good time
(saat) her zaman zamanı doğru göstermek.
keep house
ev idare etmek.
keep in mind
-i aklında tutmak, -i unutmamak. You should also bear this in mind. Bunu da unutmamalısın. 2. dikkate almak, hesaba katmak.
keep in reserve
ihtiyat olarak saklamak.
keep in the background
arka planda kalmak, kendini göstermemek.
keep in view
gözden kaybetmemek; gözden uzak tutmamak. 2. göz önünde tutmak.
keep in with
ile dost kalmak.
keep in
içeride kalmak. 2. içeride alıkoymak, saklamak.
keep it up
sürdürmek, devam etmek.
keep off
-i yaklaştırmamak, -i uzak tutmak. 2. -den uzak kalmak.
keep on
devam etmek.
keep one's balance
(düşmemek için) dengesini korumak.
keep one's counsel
sır saklamak.
keep one's distance from
-den uzak durmak, ile arasına mesafe koymak.
keep one's end up
kendine düşen görevi yerine getirmek; kendine düşen payı ödemek.
keep one's eyes peeled for
konuşma dili (etrafta bulunabilecek birine/bir şeye) dikkat etmek: Keep your eyes peeled for snakes! Yılanlara dikkat et!
keep one's eyes peeled
konuşma dili (etrafta bulunabilecek birine/bir şeye) dikkat etmek: Keep your eyes peeled for snakes! Yılanlara dikkat et!
keep one's feet
düşmemek. 726
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
keep one's figure
vücut hatlarını korumak.
keep one's head
kendine hâkim olmak.
keep one's mouth shut
ağzını sıkı tutmak, çenesini tutmak.
keep one's nose to the grindstone
konuşma dili durmadan çalışmak, durup dinlenmeden çalışmak.
keep one's own counsel
fikirlerini kendine saklamak.
keep one's promise
sözünü tutmak.
keep one's seat
oturduğu yerden kalkmamak. 2. parlamentodaki yerini korumak.
keep one's shirt on
konuşma dili 1. sinirlenmemek, patlamamak. 2. sabırsızlanmamak. 3. telaşa kapılmamak.
keep one's temper
öfkeye kapılmamak; öfkesini yenmek.
keep one's trap shut
çenesini tutmak, gagasını kısmak.
keep one's word
sözünü tutmak; sözünü yerine getirmek; sözünden dönmemek.
keep oneself aloof from
kendini -den uzak tutmak.
keep order
disiplini korumak.
keep out of mischief
yaramazlıktan kaçınmak.
keep out of sight
hiç görünmemek, hiç gözükmemek.
keep out
dışında kalmak. 2. dışarıda bırakmak.
Keep out!
Girilmez. 2. Yaklaşma!
keep pace with
-e ayak uydurmak.
keep score
(puan) saymak.
keep silent
sessiz kalmak, susmak.
keep someone advised of
birini -den haberdar etmek, birini (bir konuda) bilgilendirmek.
keep someone at a distance
birisine soğuk davranmak.
keep someone at arm's length
konuşma dili biriyle arasına mesafe koymak, biriyle samimi olmamak, biriyle samimiyet kurmamak.
keep someone at bay
birini/bir hayvanı korkutarak yaklaşıp zarar vermesini önlemek, sindirmek.
keep someone engaged
birini meşgul etmek.
keep someone from doing something birini bir şey yapmaktan alıkoymak. keep someone guessing
birini doğru dürüst haberdar etmemek. 727
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük keep someone in sight
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(izlerken) gözünü/gözlerini birinden/bir şeyden ayırmamak.
keep someone under surveillance
birini sürekli olarak gizlice izlemek.
keep someone waiting
birini bekletmek.
keep something in perspective
bir şeye bir bütün olarak bakmak, bir şeyi bir bütünsellik içinde ele almak.
keep something in sight
(izlerken) gözünü/gözlerini birinden/bir şeyden ayırmamak.
keep something under one's hat
bir şeyi gizli tutmak.
keep something under wraps
bir şeyi gizli tutmak.
keep step with
-e ayak uydurmak.
keep tabs on
-i takip etmek, -i izlemek; -i gözetlemek.
keep the accounts
hesap tutmak, defter tutmak.
keep the ball rolling
iyi bir işi sürdürmek.
keep the lid on
konuşma dili 1. -i gizli tutmak, -i gizlemek. 2. (çığırından çıkmaması için) -i denetim altında tutmak.
keep the peace
hukuk sulhu bozmamak.
keep time
tempo tutmak. 2. spor (bir yarış, maç v.b.'nde) zaman tutmak. 3. (saat) her zaman zamanı doğru göstermek.
keep to the straight and narrow
doğru yoldan ayrılmamak, ahlaklı bir şekilde yaşamak.
keep to
-e bağlı kalmak.
keep touch with
ile ilişkiyi sürdürmek.
keep track
(of) (bir şeyi) aklında tutmak. 2. of (bir şeye) dikkat etmek, (bir şeyi) takip etmek; (birinin) izini kaybetmemek.
keep under
baş kaldırtmamak. 2. yükselmesine izin vermemek.
keep up with the times
çağın gerisinde kalmamak, çağa ayak uydurmak.
keep up with
-den geri kalmamak, -e yetişmek.
keep up
devam etmek. 2. yüksek tutmak.
keep watch
bekçilik etmek, nöbet beklemek, gözetlemek.
keep
keep kip fiil (kept) 1. tutmak, saklamak. 2. (dükkân) sahibi olmak, işletmek. 3. beslemek.
keeper
keep.er ki'pır isim 1. bekçi. 2. gardiyan. 3. bakıcı.
728
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük keeping
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
keep.ing ki'pîng isim 1. tutma, koruma. 2. geçim, geçimini sağlama. 3. himaye. 4. uyum.
keepsake
keep.sake kip'seyk isim andaç, anmalık, hatıra.
keg
keg keg isim küçük fıçı, varil.
kelp
kelp kelp isim esmer suyosunu, varek.
Kelt
Kelt kelt isim bakınız Celt
ken
ken ken fiil, İskoçya (kenned, kenning) bilmek, anlamak, tanımak. isim 1. görüş alanı; görüş açısı. 2. bilgi alanı.
kennel
ken.nel ken'ıl isim 1. köpek kulübesi. 2. köpek yetiştirilen yer.
kennels
ken.nelsisim, çoğul köpek yetiştirilen yer.
Kenya
Ken.ya ken'yı, kin'yı isim Kenya.
Kenyan
isim Kenyalı. sıfat 1. Kenya, Kenya'ya özgü. 2. Kenyalı.
kept
kept kept fiil bakınız keep
kerb
kerb kırb isim, İngiliz İngilizcesi kaldırım taşı, bordür.
kerchief
ker.chief kır'çîf isim 1. başörtüsü, eşarp. 2. boyun atkısı. 3. mendil.
kermes mineral
madenkırmız, kırmız madeni.
kermes oak
kırmızmeşesi.
kermes
ker.mes kır'miz isim kırmız.
kernel
ker.nel kır'nıl isim 1. tahıl tanesi. 2. çekirdek içi. 3. iç. 4. öz, cevher, esas, ruh.
kerosene lamp
gaz lambası.
kerosene
ker.o.sene kerısin' isim gazyağı, gaz.
ketchup
ketch.up keç'ıp isim ketçap.
kettle
ket.tle ket'ıl isim 1. çaydanlık. 2. tencere. 3. kazan. 4. güğüm.
key position
önemli yer; yetkili mevki.
key ring
anahtar halkası.
key up
heyecanlandırmak, coşturmak. 2. müzik perdesini yükseltmek.
key word
(sözlük veya ansiklopedide) madde, madde başı sözcük. 729
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük key
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
key ki isim 1. anahtar. 2. kurgu, zemberek kurgusu. 3. çözüm yolu. 4. cevap anahtarı, şifre cetveli. 5. (klavyede) tuş. 6. müzik anahtar. 7. ses perdesi. sıfat baş, ana, en önemli.
keyboard
key.board ki'bôrd isim klavye.
keyhole
key.hole ki'hol isim anahtar deliği.
keynote address
toplantıyı açış konuşması.
keynote
key.note ki'not isim 1. müzik ana nota. 2. temel düşünce, ilke, dayanak.
keystone
key.stone ki'ston isim 1. anahtar taşı, kilit taşı. 2. temel taşı, ana ilke, temel.
kg.
kg.kısaltma «keg» kilogram
khaki
khak.i käk'i sıfat, isim (koyu) beq.
khakis
khak.isisim 1. (koyu) beq pantolon. 2. (koyu) bej üniforma.
Khyber
Khy.ber kay'bır isim Hayber.
kibla
kib.la kîb'lı isim bakınız qibla
kiblah
kib.lah kîb'lı isim bakınız qibla
kick a goal
topa vurup gol atmak.
kick around
konuşma dili 1. kötüye kullanmak. 2. ihmal etmek. 3. diyar diyar dolaşmak. 4. düşünüp taşınmak.
kick ass
konuşma dili bazılarına dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
kick at
tekme vurmak.
kick back
(tüfek) geri tepmek. 2. argo rüşvet vermek.
kick off
futbol oyuna başlamak. 2. argo nalları dikmek, mortoyu çekmek, ölmek.
kick out
kapı dışarı etmek; işten çıkarmak.
kick over the traces
dizginleri koparmak.
kick the bucket
nalları dikmek, mortoyu çekmek, ölmek.
kick the habit
konuşma dili uyuşturucu bağımlılığından veya sigara tiryakiliğinden kurtulmak.
kick up a fuss
konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti koparmak, çıngar çıkarmak. 730
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük kick up a row
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti koparmak, çıngar çıkarmak.
kick up one's heels
konuşma dili dans edip eğlenmek.
kick
kick kîk fiil 1. tekmelemek, tekme atmak; çifte atmak. 2. (silah) geri tepmek, seğirdim yapmak. 3. konuşma dili karşı durmak. 4. tekmeleyerek kovmak.
kickback
kick.back kîk'bäk isim, argo rüşvet, komisyon.
kicker
kick.er kîk'ır isim 1. vuran şey veya kimse. 2. konuşma dili şikâyetçi, yakınan kimse. 3. argo konuyu veya tartışmayı etkileyecek gizli nokta.
kickoff
kick.off kîk'ôf isim 1. futbol oyuna başlama vuruşu. 2. konuşma dili başlama.
kid
kid kîd isim 1. oğlak, keçi yavrusu. 2. konuşma dili çocuk. fiil (kidded, kidding) 1. konuşma dili takılmak, işletmek, dalga geçmek. 2. oğlak doğurmak.
kid-glove
sıfat fazla nazik.
kid-gloved
sıfat fazla nazik.
kidnap
kid.nap kîd'näp fiil (kidnapped/kidnaped, kidnapping/kidnaping) (fidye için) (birini) kaçırmak.
kidney bean
bir tür barbunya fasulyesi, barbunya.
kidney machine
böbrek makinesi, diyaliz makinesi.
kidney
kid.ney kîd'ni isim böbrek.
kill off
hepsini öldürmek, kılıçtan geçirmek.
kill the fatted calf
büyük bir karşılama töreni hazırlamak.
kill the goose that lays the golden egg altın yumurtlayan kazı kesmek. kill time
zaman öldürmek.
kill two birds with one stone
bir taşla iki kuş vurmak, iki işi birden görmek.
kill
kill kîl fiil 1. öldürmek, katletmek. 2. mahvetmek, yok etmek. 3. argo çok heyecanlandırmak. 4. etkisiz hale getirmek. 5. (zamanı) boşa geçirmek, öldürmek. 6. veto etmek, reddetmek. isim 1. öldürme. 2. avda öldürülmüş hayvan, av.
killer
kill.erisim 1. öldüren şey veya kimse. 2. argo çok çekici kimse. 731
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük killing
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kill.ingisim 1. öldürme, katil. 2. vurgun (av). 3. konuşma dili vurgun, büyük kazanç. sıfat 1. öldürücü. 2. konuşma dili çok komik. 3. yorucu, yıpratıcı.
kiln
kiln kîl, kîln isim tuğla veya kireç ocağı, fırın.
kiln-dry
kiln-dryfiil ocakta kurutmak.
kilo
ki.lo ki'lo isim kilo, kilogram.
kilocalory
kil.o.cal.o.ry kîl'ıkälıri isim kilokalori.
kilocycle
kil.o.cy.cle kîl'ısaykıl isim kilosikl.
kilogram
kil.o.gram kîl'ıgräm isim kilogram, kilo.
kilogram-force
kil.o.gram-force kîl'ıgrämfôrs' isim, fizik kilogramkuvvet.
kilogramme
kil.o.gramme kîl'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız kilogram
kilogram-meter
kil.o.gram-me.ter kîl'ıgräm.mi'tır isim, fizik kilogrammetre.
kilohertz
kil.o.hertz kîl'ıhırts isim, fizik kilohertz.
kilojoule
kil.o.joule kîl'ıcul isim, fizik kiloqul.
kiloliter
kil.o.li.ter kîl'ılitır isim kilolitre.
kilolitre
kil.o.li.tre kîl'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız kiloliter
kilometer
kil.o.me.ter kîlam'ıtır isim kilometre.
kilometre
kil.o.me.tre kîlam'ıtır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız kilometer
kilowatt
kil.o.watt kîl'ıwat isim kilovat.
kilt
kilt kîlt isim fistan, İskoç erkeklerinin giydiği eteklik.
kin
kin kîn isim (kin) akraba.
kind
kind kaynd isim çeşit, cins, tür, nevi.
kindergarten
kin.der.gar.ten kîn'dırgartın isim anaokulu.
kindhearted
kind.heart.edsıfat iyi kalpli.
kind-heartedness
isim iyi kalplilik.
kindle
kin.dle kîn'dıl fiil 1. tutuşturmak, yakmak; tutuşmak, yanmak, ateş almak. 2. uyandırmak; uyanmak.
kindling wood
çıra.
kindling
çıra. 732
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük kindly
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kind.ly kaynd'li sıfat 1. iyi niyetli, iyilikten kaynaklanan. 2. iyi, iyiliksever; sevecen; merhametli. zarf 1. iyi; müşfik/merhametli bir şekilde. 2. lütfen: Will you kindly open the door? Kapıyı lütfen açar mısınız?
kindness
kind.nessisim 1. iyilik, iyilikseverlik, iyilikçilik; sevecenlik; merhametlilik. 2. iyilik, lütuf.
kindred
kin.dred kîn'drîd isim 1. akraba. 2. soy. 3. akrabalık. sıfat akraba olan; birbirine benzer; aynı soydan; aynı türden.
kinetic art
kinetik sanat.
kinetic energy
kinetik enerji.
kinetic
ki.net.ic kînet'îk sıfat kinetik.
kinetics
ki.net.icsisim, fizik, kimya kinetik, hızbilim.
king orange
king, kink.
king
king kîng isim 1. kral. 2. başta olan kimse. 3. bir konuda en usta kimse. 4. satranç şah. 5. iskambil oyunları papaz.
kingdom
king.dom kîng'dım isim 1. krallık. 2. biyoloji âlem.
kingfisher
king.fish.er kîng'fîşır isim yalıçapkını, iskelekuşu.
kingpin
king.pin kîng'pîn isim, konuşma dili en nüfuzlu kişi, en önemli kişi; kilit noktasında bulunan kimse.
king-size
king-size kîng'sayz sıfat, konuşma dili olağandan daha büyük; çok büyük.
king-sized
king-sized kîng'sayzd sıfat, konuşma dili bakınız kingsize
kink
kink kîngk isim 1. halat, tel veya ipin dolaşması. 2. garip fikir, kapris.
kinky
kinkysıfat 1. dolaşık, karışık. 2. argo müstehcen. 3. argo garip.
kinship
kin.ship kîn'şîp isim 1. akrabalık, yakınlık. 2. birbirine benzerlik.
733
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük kiosk
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ki.osk ki'yask isim 1. kulübe: newspaper kiosk gazete kulübesi. telephone kiosk telefon kulübesi. 2. (parkta bulunan ve büyük bir kameriyeye benzeyen) pavyon.
kipper
kip.per kîp'ır isim çiroz. fiil (balığı) tuzlayıp tütsülemek veya kurutmak.
Kirghiz
Kir.ghiz kîrgiz' isim (Kirghiz) 1. Kırgız. 2. Kırgızca. sıfat 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
Kirghizia
Kir.ghi.zia kîrgi'qı, kîrgi'qiyı, kîrgi'ziyı isim, tarih Kırgızistan.
Kirghizistan
Kir.ghiz.i.stan kîrgiz'îstän, kîrgiz'îstan isim bakınız Kyrgyzstan
Kirgiz
Kir.giz kîrgiz' isim, sıfat bakınız Kirghiz
Kirgizia
Kir.gi.zia kîrgi'qı, kîrgi'qiyı, kîrgi'ziyı isim bakınız Kirghizia
Kirgizistan
Kir.giz.i.stan kîrgiz'îstän, kîrgiz'îstan isim bakınız Kirghizistan
kiss and be friends
barışmak.
kiss away the hurt
ağrıyı öpücükle geçirmek.
kiss the dust
boyun eğmek, mağlup olmak. 2. vurulup ölmek.
kiss
kiss kîs fiil 1. öpmek. 2. hafifçe dokunmak. isim 1. öpüş, öpücük, buse. 2. hafif temas. 3. şeker, şekerleme.
kit
kit kît isim 1. takım. 2. alet takımı, avadanlık. 3. monte edilmemiş takım. 4. takım çantası.
kitchen cabinet
mutfak dolabı.
kitchen garden
sebze bahçesi.
kitchen sink
eviye, bulaşık teknesi.
kitchen
kitch.en kîç'ın isim mutfak.
kitchenette
kitch.en.ette kîçınet' isim ufak mutfak.
kite
kite kayt isim 1. uçurtma. 2. zooloji çaylak.
kitten
kit.ten kît'ın isim 1. yavru kedi, enik, encik. 2. tavşan yavrusu.
kitty
kit.ty kît'i isim pisi, pisipisi, kedi. 734
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kittycat
kit.ty.cat kît'ikät isim bakınız kitty
kiwi
ki.wi ki'wi isim 1. zooloji kivi. 2. botanik kivi.
kiwifruit
ki.wi.fruit ki'wifrut isim kivi (meyve).
kleptomania
klep.to.ma.ni.a kleptımey'niyı isim kleptomani.
kleptomaniac
klep.to.ma.ni.acisim kleptoman.
klutz
klutz kl^ts isim, argo saloz, dangalak.
km.
km.kısaltma kilometer
knack
knack näk isim 1. ustalık, marifet, hüner. 2. ustalıklı iş.
knapsack
knap.sack näp'säk isim sırt çantası.
knave
knave neyv isim 1. hilekâr kimse. 2. iskambil oyunları bacak, vale, oğlan.
knead
knead nid fiil 1. yoğurmak. 2. masaj yapmak.
knee joint
diz eklemi.
knee
knee ni isim diz.
knee-deep
knee-deep ni'dip sıfat diz boyu derinliğinde.
knee-high to a grasshopper
konuşma dili çok kısa boylu.
knee-high
knee-high ni'hay sıfat dize kadar yükselen, diz boyunda.
knee-jerk
knee-jerk ni'cırk sıfat düşünmeden yapılan, tepke olarak yapılan.
kneel
kneel nil fiil (knelt/kneeled) 1. diz çökmek. 2. diz üstü oturmak. 3. diz büküp selamlamak.
knell
knell nel isim 1. matem çanı. 2. ölüm haberi, kara haber. 3. herhangi bir şeyin yok olacağı haberi.
knelt
knelt nelt fiil bakınız kneel
knew
knew nu fiil bakınız know
knickerbockers
knick.er.bock.ers nîk'ırbakırz isim, çoğul diz altından büzgülü bol pantolon, golf pantolonu.
knickers
knick.ers nîk'ırz isim 1. golf pantolonu. 2. İngiliz İngilizcesi dizde büzülen kadın donu.
knickknack
knick.knack nîk'näk isim biblo, süs eşyası.
knife grinder
bıçak bileyici.
knife sharpener
bıçak bileyici alet, bileği.
735
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük knife
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
knife nayf isim (knives) bıçak, çakı. fiil 1. bıçakla kesmek. 2. bıçaklamak. 3. argo arkadan vurmak.
knight
knight nayt isim 1. şövalye. 2. satranç at.
knit goods
örme eşya; triko eşya.
knit one, purl one
bir düz, bir ters örmek.
knit
knit nît fiil (knitted/knit) 1. örmek. 2. sıkı sıkıya bağlamak, birleştirmek. 3. (kaşları) çatmak: He knit his brows. Kaşlarını çattı. 4. (kemik) kaynamak: The bone has knit. Kemik kaynamış.
knitted
knit.ted nît'ıd sıfat örme, örülmüş.
knitting machine
örgü makinesi.
knitting needle
örgü şişi, şiş.
knitting work
örgü işi.
knitting
knit.ting nît'îng isim 1. örme. 2. örgü.
knitwear
knit.wear nît'wer isim örme eşya/giysiler.
knives
knives nayvz isim, çoğul bakınız knife
knob
knob nab isim 1. top, yumru. 2. topuz, tokmak. 3. tepecik, yuvarlak tepe. fiil (knobbed, knobbing) yumrulaştırmak.
knobby
knob.bysıfat 1. yumrulu, yumru yumru. 2. tokmak gibi.
knock about
tekrar tekrar vurmak, şiddetle sarsmak, tartaklamak. 2. konuşma dili oradan oraya dolaşmak.
knock at the door
kapıyı çalmak.
knock down
yumrukla yere devirmek. 2. mezatta çekici vurup malı son fiyatı verenin üzerine bırakmak. 3. (fiyatı) indirmek.
knock off work
(geçici olarak) işi bırakmak; paydos etmek; mola vermek.
knock off
konuşma dili işi bırakmak, paydos etmek, tatil etmek. 2. şıpınişi yapıvermek. 3. argo öldürmek. 4. argo soymak.
knock on the door
kapıyı çalmak.
knock out
vurup yıkmak. 2. nakavt etmek, oyun dışı etmek.
knock over
devirmek. 736
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
knock together
birbirine çarpmak.
knock up
bir araya toplamak. 2. kriket puan yapmak. 3. İngiliz İngilizcesi kapıya vurup uyandırmak. 4. argo hamile bırakmak.
knock
knock nak fiil 1. vurmak, çarpmak. 2. tokuşmak. 3. at/on -i çalmak, -e vurmak. 4. otomotiv vuruntu/detonasyon yapmak. 5. against/into -e çarpmak. 6. argo kusur bulmak, eleştirmek. isim 1. vurma, vuruş. 2. kapı çalınması. 3. makine vuruntu, detonasyon.
knocker
knock.er nak'ır isim 1. kapı tokmağı, tokmak. 2. argo (kadında) göğüs, meme, far, ampul, çıngırak, çan.
knock-kneed
knock-kneed nak'nid sıfat çarpık bacaklı, yürürken dizleri birbirine çarpan.
knockout
knock.out nak'aut isim, boks nakavt. sıfat 1. sersemletici. 2. askeri düşmana çok zarar veren (saldırı). 3. konuşma dili çok güzel, muhteşem.
knoll
knoll nol isim tepecik.
knot
knot nat isim 1. düğüm. 2. güçlük, zorluk. 3. rabıta, bağ. 4. küme. 5. budak, boğum. 6. denizcilikle ilgili deniz mili: twenty knots saatte yirmi mil. fiil (knotted, knotting) 1. düğümlemek; düğümlenmek, düğüm olmak. 2. karmakarışık etmek. 3. budaklanmak.
knotty
knot.tysıfat 1. düğümlü, düğüm düğüm. 2. karışık, dolaşık. 3. budaklı.
know all the wrinkles
konuşma dili işin bütün yönlerini bilmek.
know how to
-in usulünü bilmek: Do you know how to swim? Yüzmeyi biliyor musun?
know one's own mind
konuşma dili ne istediğini bilen biri olmak.
know one's stuff
ilgilendiği konuyu iyi bilmek.
know one's way around a place
bir yerin girdisini çıktısını bilmek.
know someone by sight only
birini sadece yüzünden tanımak.
know something cold
bir şeyi eksiksiz bir şekilde bilmek.
know the ropes
konuşma dili bir işin nasıl yapılması gerektiğini bilmek; usulü/kuralları/prosedürü bilmek. 737
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
know the score
konuşma dili dünyada olup bitenleri bilmek.
know what's what
uyanık olmak, dünyada olup bitenleri bilmek.
know which side one's bread is buttered on know
gerçek çıkarının nerede olduğunu bilmek.
know no fiil (knew, known) 1. bilmek. 2. tanımak. 3. seçmek, farketmek. 4. haberi olmak, haberdar olmak.
know-how
know-how no'hau isim 1. teknik ustalık. 2. beceri.
knowing
know.ingsıfat 1. bilgisi olan. 2. çok bilmiş, şeytan. 3. kurnaz, açıkgöz.
knowingly
know.ing.lyzarf bilerek, bile bile, kasten.
knowledge
knowl.edge nal'îc isim 1. bilgi, malumat. 2. haber.
knowledgeable
knowl.edge.ablesıfat bilgili, zeki.
known
known non fiil bakınız know sıfat bilinen. isim bakınız the known
knuckle down
işe koyulmak.
knuckle under
teslim olmak, boyun eğmek.
knuckle
knuck.le n^k'ıl isim parmağın oynak yeri, boğum.
knuckledusters
knuck.le.dust.ersisim demir muşta.
kohlrabi
kohl.rabi kolra'bi, kol'rabi, kolrä'bi isim (kohlrabies) alabaş.
kook
kook kûk isim, argo antika kimse.
kooky
kookysıfat antika.
Koran
Ko.ran korän' isim Kuran.
Koranic
Ko.ran.icsıfat Kuran'a ait; Kuran'da bulunan; Kuran'ın buyurduklarına göre/uygun.
Korea
Ko.re.a kıri'yı, kori'yı isim Kore.
Korean
isim 1. Koreli. 2. Korece. sıfat 1. Kore, Kore'ye özgü. 2. Korece. 3. Koreli.
Kos
Kos kôs isim İstanköy.
kosher
ko.sher ko'şır sıfat 1. turfa olmayan, kaşer. 2. konuşma dili dürüst.
kowtow
kow.tow kau'tau' fiil to -e yaltaklanmak.
Kremlin
Krem.lin krem'lîn isim bakınız the Kremlin
kudos
ku.dos kyu'dos, ku'dos isim övgü, övücü sözler.
kudzu
kud.zu kûd'zu isim qaponsarmaşığı. 738
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kumquat
kum.juat k^m'kwat isim, botanik kumkat.
kung fu
kung fu k^ng fu spor kung fu.
Kurd
Kurd kırd, kûrd isim Kürt.
Kurdish
sıfat, isim 1. Kürt. 2. Kürtçe.
Kuwait
Ku.wait kuweyt' isim Kuveyt.
Kuwaiti
isim Kuveytli. sıfat 1. Kuveyt, Kuveyt'e özgü. 2. Kuveytli.
Kyrgyz
Kyr.gyz kır'gız isim (Kyrgyz) 1. Kırgız. 2. Kırgızca. sıfat 1. Kırgız. 2. Kırgızca.
Kyrgyzstan
Kyr.gyz.stan kır'gız.stan isim Kırgızistan.
L
LL, Romen rakamları dizisinde 54 sayısı.
L.L.D.
L.L.D. el'el'di' kısaltma Doctor of Laws
la
la la isim, müzik la notası, müzik gamında altıncı nota.
lab
lab läb isim, konuşma dili laboratuvar.
labdanum
lab.da.num läb'dınım isim laden reçinesi.
label
la.bel ley'bıl isim 1. etiket. 2. nitelendirici isim veya cümlecik. fiil (labeled/labelled, labeling/labelling) 1. etiket yapıştırmak, etiketlemek. 2. sınıflandırmak. 3. nitelendirmek, ... damgasını vurmak.
labor dispute
iş anlaşmazlığı.
labor exchange
iş ve işçi bulma kurumu.
labor relations
iş ilişkileri. 2. işçi ve işveren ilişkileri.
labor under a misconception
yanlış kanıda olmak.
labor union
işçi sendikası.
labor
la.bor ley'bır isim 1. çalışma, iş, emek. 2. işçi sınıfı. 3. doğum sancısı. 4. zahmet. 5. denizcilikle ilgili fırtınada geminin şiddetle çalkalanması. fiil 1. çalışmak, çabalamak. 2. uğraşmak, emek vermek. 3. güçlükle ilerlemek. 4. denizcilikle ilgili denizlerde çalkalanmak, çok hırpalanmak. 5. doğurma halinde olmak. 6. ağrı çekmek. 7. emekle meydana getirmek.
laboratory
lab.o.ra.to.ry läb'rıtôri, [İngiliz İngilizcesi] lıbar'ıtri isim laboratuvar.
739
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük labored
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
la.bor.edsıfat 1. güçlükle yapılan. 2. fazla şatafatlı; yapmacıklı.
laborer
la.bor.er ley'bırır isim işçi, rençper.
labor-intensive
la.bor-in.ten.sivesıfat yoğun işgücü gerektiren.
laborious
la.bo.ri.ous lıbôr'iyıs sıfat 1. zahmetli, emekli, yorucu. 2. çalışkan.
laboriously
la.bo.ri.ous.lyzarf zahmetle, emek vererek.
laborsaving
la.bor.sav.ingsıfat zahmeti azaltan, kolaylaştırıcı, daha az emek isteyen.
labour
la.bour ley'bır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız labor
labourer
la.bour.er ley'bırır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız laborer
Labrador retriever
labradorköpeği.
Labrador
Lab.ra.dor läb'rıdor isim 1. coğrafya Labrador. 2. labradorköpeği.
Labradorean
isim Labradorlu. sıfat 1. Labrador, Labrador'a özgü. 2. Labradorlu.
Labradorian
isim, sıfat bakınız Labradorean
laburnum
la.bur.num lıbır'nım isim sarısalkım.
labyrinth
lab.y.rinth läb'ırînth isim labirent.
lace into
konuşma dili 1. -e yumrukla saldırmak. 2. -i fena halde haşlamak, -e fırça çekmek, -i şiddetle azarlamak.
lace up
(ayakkabı, bot v.b.'ni) bağlamak.
lace
lace leys isim 1. dantel. 2. şerit. 3. kaytan. 4. kordon. 5. bağ, bağcık.
lacerate
lac.er.ate läs'ıreyt fiil 1. yırtmak, yaralamak. 2. (kalbini) kırmak, (duygularını) incitmek, üzmek.
laceration
lacerationisim 1. yırtma, yaralama. 2. incitme.
lachrymal
lach.ry.mal läk'rımıl sıfat bakınız lacrimal
lachrymatory
lach.ry.ma.to.ry läk'rımıtori isim bakınız lacrimatory
lack
lack läk isim 1. eksiklik, noksan. 2. gereksinme. 3. yoksunluk. fiil 1. eksiği olmak. 2. gereksemek, ihtiyacı olmak, yoksun kalmak.
740
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lackadaisical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lack.a.dai.si.cal läkıdey'zîkıl sıfat 1. canından bezmiş gibi, cansız. 2. uyuşuk, tembel.
lackey
lack.ey läk'i isim uşak.
lackluster
lack.lus.ter läk'l^stır isim donukluk, cansızlık. sıfat donuk, cansız.
lacklustre
lack.lus.tre läk'l^stır isim, sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız lackluster
laconic
la.con.ic lıkan'îk sıfat az ve öz, özlü, veciz.
lacquer
lac.juer läk'ır isim vernik, laka. fiil verniklemek.
lacrimal gland
gözyaşı bezi.
lacrimal sac
gözyaşı kesesi.
lacrimal
lac.ri.mal läk'rımıl sıfat gözyaşı ile ilgili, lakrimal.
lacrimatory
lac.ri.ma.to.ry läk'rımıtori isim gözyaşı testisi.
lactate
lac.tate läk'teyt isim laktik asidin tuzu veya esteri. fiil 1. süt salgılamak. 2. meme vermek, emzirmek.
lactation
lac.ta.tionisim 1. süt salgılama. 2. meme verme, emzirme.
lactic acid
laktik asit.
lactic
lac.tic läk'tîk sıfat bakınız lactic acid
lactose
lac.tose läk'tos isim laktoz, süt şekeri.
lacuna
la.cu.na lıkyu'nı isim (lacunae/lacunas) boşluk, aralık, boş yer, eksiklik.
lacustrine
la.cus.trine lıkıs'trîn sıfat 1. gölsel. 2. gölcül.
lacy
lac.y ley'si sıfat 1. dantel gibi. 2. dantelli. 3. dantelden yapılmış.
lad
lad läd isim 1. erkek çocuk; delikanlı, genç. 2. İngiliz İngilizcesi (erkekleri kastederek) arkadaşlar: Tell the lads! Arkadaşlara söyle! Come on, lads! Haydi beyler!
ladanum
lad.a.num läd'ınım isim bakınız labdanum
ladder stitch
iğneardı teyel, çapraz teyel.
ladder
lad.der läd'ır isim 1. merdiven, portatif merdiven. 2. çorap kaçığı.
lade
lade leyd fiil (laded, laded/laden) yüklemek.
laden
lad.en ley'dın fiil bakınız lade sıfat yüklü. 741
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lading
lad.ing ley'dîng isim yükleme.
Ladino
La.di.no lıdi'no isim, sıfat Yahudi İspanyolcası, Yahudice.
ladle
la.dle ley'dıl isim kepçe. fiil kepçe ile doldurmak veya boşaltmak.
ladleful
la.dle.fulisim kepçe dolusu.
lady in waiting
kraliçe veya prensesin nedimesi.
lady of the house
evi idare eden kadın.
lady
la.dy ley'di isim 1. bayan, hanım, hanımefendi. 2. büyük harf ile Leydi. 3. sevilen kadın, sevgili.
ladybird
la.dy.bird ley'dibırd isim bakınız ladybug
ladybug
la.dy.bug ley'dib^g isim hanımböceği, gelinböceği.
lady-killer
la.dy-kill.er ley'dikîlır isim kadın avcısı.
ladylike
la.dy.like ley'dilayk sıfat hanımca, hanıma yakışır, hanım gibi, zarif.
lag end
geç kalan, son.
lag
lag läg fiil (lagged, lagging) 1. behind -den geri kalmak. 2. oyalanmak. isim geri kalma, gerilik. sıfat ağır, geri.
lager
la.ger la'gır isim hafif bir Alman birası.
laggard
lag.gard läg'ırd sıfat 1. tembel, ağır. 2. geri kalan. isim ağır hareket eden kimse.
lagoon
la.goon lı'gun isim lagün, denizkulağı, kıyı gölü.
laic
la.ic ley'îk sıfat laik.
laicise
la.i.cise ley'ısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız laicize
laicize
la.i.cize ley'ısayz fiil laikleştirmek.
laid up
biriktirilmiş, ilerisi için saklanmış. 2. hastalık nedeniyle evde veya yatakta.
laid
laid leyd fiil bakınız lay
lain
lain leyn fiil bakınız lie
lair
lair ler isim 1. in. 2. gizli barınak, yatak.
laissez-passer
lais.sez-pas.ser le'seypasey' isim lesepase.
laity
la.i.ty ley'ıti isim 1. papazdan başka bütün halk. 2. meslekten olmayanlar. 742
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lake
lake leyk isim göl.
lamb chop
kuzu pirzolası.
lamb
lamb läm isim 1. kuzu. 2. kuzu eti. 3. kuzu gibi masum ve zayıf kimse.
lamblike
lamb.likesıfat kuzu gibi, iyi huylu, yumuşak başlı.
lamb's wool
kuzu yünü.
lambskin
lamb.skinisim kuzu derisi.
lame excuse
sudan bahane, kabul edilmez özür.
lame
lame leym sıfat 1. topal, ayağı sakat. 2. eksik, kusurlu. fiil topal etmek.
lamebrain
lame.brainisim, konuşma dili aptal, kuş beyinli, beyinsiz.
lament
la.ment lıment' fiil ağlamak, dövünmek.
lamentable
la.men.ta.blesıfat acınacak, esef edilecek.
lamentation
lam.en.ta.tionisim ağlama, dövünme.
lamina
lam.i.na läm'ını isim (laminae/laminas) 1. ince tabaka, yaprak. 2. botanik yaprak ayası.
laminate
lam.i.nate läm'ıneyt fiil 1. ince tabakalara ayırmak. 2. lamine etmek.
lamination
lam.i.na.tionisim tabaka, varak, yaprak.
lamp chimney
lamba şişesi.
lamp shade
abajur.
lamp
lamp lämp isim lamba.
lampblack
lamp.blackisim lamba isi.
lamplight
lamp.lightisim lamba ışığı.
lampoon
lam.poon lämpun' fiil taşlamak, yermek. isim taşlama, yergi.
lamppost
lamp.postisim sokak lambası direği.
lance
lance läns isim mızrak.
land agent
emlakçi.
land bank
emlak bankası.
land breeze
kara meltemi.
land force
askeri kara kuvveti.
743
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük land grant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hükümet tarafından okul binası yapımı gibi işler için verilen toprak.
land mine
kara mayını.
land
land länd isim 1. kara. 2. toprak, yer, arsa. 3. ülke, memleket. 4. emlak, arazi. fiil 1. karaya çıkarmak; karaya çıkmak. 2. yere indirmek; yere inmek: That airplane is about to land. O uçak inmek üzere. 3. (gemiden yük, yolcu v.b.'ni) indirmek. 4. (balık) tutup karaya çıkarmak. 5. elde etmek, kazanmak. 6. (yumruk) indirmek.
landed
land.edsıfat arazisi olan, arazi sahibi.
landing craft
çıkartma gemisi.
landing field
havaalanı.
landing gear
havacılık iniş takımı.
landing place
iskele.
landing stage
iskele.
landing strip
(uçaklar için) iniş pisti.
landing
land.ing län'dîng isim 1. havacılık iniş. 2. iskele. 3. karaya çıkma veya çıkarma.
landlady
land.la.dy länd'leydi isim 1. pansiyoncu kadın. 2. evini kiraya veren mal sahibi kadın, ev sahibesi.
landlocked
land.locked länd'lakt sıfat kara ile kuşatılmış.
landlord
land.lord länd'lôrd isim evini kiraya veren mal sahibi, ev sahibi.
landmark
land.mark länd'mark isim 1. sınır işareti. 2. herhangi bir şeyin yerini gösteren işaret. 3. dönüm noktası.
landmass
land.massisim kıta, büyük kara parçası.
landowner
land.own.er länd'onır isim emlak ve arazi sahibi.
landscape architect
bahçe mimarı.
landscape architecture
bahçe mimarlığı; peyzaj mimarlığı.
landscape garden
manzara bahçesi.
landscape gardener
bahçeyi düzenleyen kimse.
landscape
land.scape länd'skeyp isim kır manzarası, peyzaq.
744
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük landslide
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
land.slide länd'slayd isim 1. toprak kayması, yer göçmesi, kayşa, heyelan. 2. seçimde oyların çoğunu kazanma.
landslip
land.slip länd'slîp isim toprak kayması, yer göçmesi, kayşa, heyelan.
lane
lane leyn isim 1. dar yol, dar sokak, dar geçit. 2. otomotiv şerit. 3. spor kulvar. 4. havacılık rota.
lang.
lang.kısaltma language
language laboratory
dil laboratuvarı.
language
lan.guage läng'gwîc isim dil, lisan.
languid
lan.guid läng'gwîd sıfat 1. ruhsuz, gevşek, yavaş, ağır. 2. isteksiz.
languish in prison
hapishanede çürümek.
languish
lan.guish läng'gwîş fiil zayıf düşmek, takatı kesilmek.
languor
lan.guor läng'gır isim bitkinlik, dermansızlık, kuvvetsizlik.
languorous
lan.guor.oussıfat bitkin, dermansız, kuvvetsiz.
lanky
lank.y läng'ki sıfat leylek gibi, sırık gibi.
lanolin
lan.o.lin län'ılîn isim lanolin.
lantana
lan.ta.na läntä'nı, länta'nı isim ağaçminesi.
lantern
lan.tern län'tırn isim fener.
lantern-jawed
lan.tern-jaw.edsıfat çene kemiği ince ve uzun olan.
Lao
Lao lau isim, sıfat 1. Lao. 2. Laoca.
Laos
La.os la'os, ley'ıs isim Laos.
Laotian
La.o.tian leyo'şın isim Laoslu. sıfat 1. Laos, Laos'a özgü. 2. Laoslu.
lap dog
kucağa alınan ufak köpek, fino.
lap of luxury
servet ve konfor.
lap
lap läp fiil (lapped, lapping) (yarışta) (rakibini) bir devirlik mesafe ile geçmek. isim, spor tur.
lapel
la.pel lıpel' isim klapa.
lapful
lap.fulisim kucak dolusu.
745
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lapidary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lap.i.dar.y läp'ıderi isim kıymetli taş kesicisi. sıfat 1. kıymetli taş kesme sanatına ait. 2. taşlara ait. 3. özlü. 4. yazıta elverişli.
Lapland
Lap.land läp'länd isim Laponya.
Laplander
isim Laponyalı.
Lapp
Lapp läp isim, sıfat 1. Lapon. 2. Laponca.
lapse into silence
sessizliğe gömülmek.
lapse
lapse läps isim 1. (zaman) geçme. 2. yanılma. 3. yanlış (söz veya yazı). 4. sapma. 5. (adalette) kusur. 6. kullanılmaz duruma gelme. fiil 1. geçmek. 2. kullanılmaz durumda olmak. 3. sapmak. 4. yanılmak, hata etmek, kusur etmek. 5. bir süre için inanç ve prensiplerinden vazgeçmek.
laptop computer
bilgisayar dizüstü bilgisayar.
lapwing
lap.wing läp'wîng isim kızkuşu.
larceny
lar.ce.ny lar'sıni isim hırsızlık.
larch
larch larç isim melezçam, melez.
lard
lard lard isim domuz yağı. fiil 1. domuz yağı ile yağlamak. 2. with (yazı veya sözü) (tumturaklı kelimelerle) süslemek.
larder
lard.er lar'dır isim kiler.
large as life
ta kendisi.
large intestine
kalınbağırsak.
large
large larc sıfat 1. büyük. 2. geniş. 3. iri. 4. bol.
largehearted
large.heart.edsıfat iyi kalpli, cömert ruhlu.
largely
large.lyzarf 1. büyük ölçüde. 2. bol bol.
large-minded
large-mind.edsıfat geniş fikirli, geniş görüşlü.
largeness
large.nessisim 1. büyüklük. 2. genişlik. 3. bolluk. 4. irilik.
larger-than-life
larger-than-lifesıfat epik ve efsanevi özellikleri olan.
largess
lar.gess larces' isim 1. bahşiş, büyük hediye. 2. cömertlik.
largesse
lar.gesse larces' isim 1. bahşiş, büyük hediye. 2. cömertlik. 746
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
largish
larg.ishsıfat irice, büyücek.
lariat
lar.i.at ler'iyıt isim kement.
lark
lark lark isim 1. şaka, muziplik. 2. eğlence, eğlenti, cümbüş.
larkspur
lark.spur lark'spır isim hezaren çiçeği.
larva
lar.va lar'vı isim, zooloji (larvae) tırtıl, kurtçuk.
larval
lar.valsıfat tırtıla ait.
larviphagic
lar.vi.phag.ic lar'vıfäc'îk sıfat bakınız larvivorous
larvivorous
lar.viv.o.rous larvîv'ırıs sıfat kurtçul.
laryngitis
lar.yn.gi.tis lerıncay'tîs isim, tıbbi larenqit.
larynx
lar.ynx ler'îngks isim, anatomi (larynxes/larynges) gırtlak.
lasagna
la.sa.gna lızan'yı isim, ahçılık lasanya.
lascivious
las.civ.i.ous lısîv'iyıs sıfat 1. şehvetli. 2. şehvete düşkün. 3. şehvet uyandırıcı.
lasciviously
las.civ.i.ous.lyzarf şehvetle.
lasciviousness
las.civ.i.ous.nessisim şehvet.
laser printer
bilgisayar lazer yazıcı/printer.
laser
la.ser ley'zır isim, fizik lazer.
lash out at
-e sert ve ani çıkış yapmak.
lash someone into a fury
birini galeyana getirmek.
lash together
iple birbirine bağlamak.
lash
lash läş fiil bağlamak.
lass
lass läs isim 1. kız, genç kadın. 2. sevgili.
lassitude
las.si.tude läs'ıtud isim dermansızlık, halsizlik, bitkinlik, yorgunluk.
lasso
las.so lä'so isim kement. fiil kementle tutmak.
last but not least
son fakat aynı derecede önemli.
last ditch
son çare.
last for many hours
saatlerce sürmek.
last mentioned
en son olarak söylenen.
last night
dün gece.
last resort
son çare.
last rites
cenaze töreni. 747
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
last straw
bardağı taşıran damla.
last word
son söz. 2. son model. 3. en mükemmel şey.
last
last läst fiil 1. sürmek, devam etmek. 2. dayanmak. 3. bitmemek, yetmek.
lasting
last.ingsıfat devam eden, dayanıklı, devamlı olan.
lastly
last.lyzarf son olarak.
latch on to
elde etmek.
latch
latch läç isim kapı mandalı. fiil mandallamak; mandallanmak.
latchkey child
anne ve babası çalışan çocuk.
late for dinner
yemeğe geç kalmış.
late in the day
günün sonuna doğru. 2. geç kalınmış.
late
late leyt sıfat 1. geç. 2. gecikmiş. 3. sabık, eski. 4. ölü, merhum, rahmetli, müteveffa.
latecomer
late.com.er leyt'k^mır isim geç gelen, geç kalan.
lately
late.lyzarf yakın zamanlarda, bugünlerde, yakınlarda.
latent
la.tent ley'tınt sıfat gelişmemiş, belirti göstermeyen, gizil, potansiyel.
later on
daha sonra.
lateral thinking
etraflıca düşünme.
lateral
lat.er.al lät'ırıl sıfat 1. yana ait. 2. yanal. 3. yandan gelen. 4. yana doğru.
latex
la.tex ley'teks isim lateks.
lath
lath läth isim lata, tiriz.
lathe
lathe leydh isim torna tezgâhı.
lather
lath.er lädh'ır isim sabun köpüğü. fiil 1. sabunlamak. 2. köpürmek.
lathery
lath.erysıfat köpüklü.
Latin alphabet
Latin alfabesi.
Latin
Lat.in lät'în sıfat, isim 1. Latince. 2. Latin.
latitude
lat.i.tude lät'ıtud isim 1. enlem. 2. serbestlik, tolerans, hoşgörü.
latter
lat.ter lät'ır sıfat 1. ikisinden sonuncusu, ikincisi. 2. son.
lattice
lat.tice lät'îs isim pencere kafesi, kafes. 748
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Latvia
Lat.vi.a lät'vîyı isim Letonya.
Latvian
isim 1. Leton; Letonyalı. 2. Letonca. sıfat 1. Leton. 2. Letonca. 3. Letonyalı.
laud
laud lôd isim 1. övme, yüceltme. 2. övgü, methiye. fiil övmek, yüceltmek.
laudable
laud.ablesıfat övgüye değer.
laudative
lau.da.tivesıfat övücü, övgü dolu.
laudatory
lau.da.to.rysıfat övücü, övgü dolu.
laugh at
-e gülmek.
laugh away
gülerek konuyu kapatmak, gülerek geçiştirmek.
laugh down
gülerek susturmak.
laugh off
gülerek geçiştirmek.
laugh on the other side of the mouth burnu sürtülmek. laugh on the wrong side of one's mouth laugh up one's sleeve
gülerken ağlamak.
içinden gülmek, için için gülmek, bıyık altından gülmek.
laugh
laugh läf fiil gülmek. isim gülme, gülüş.
laughable
laugh.ablesıfat 1. gülünç, gülünecek, gülünür. 2. tuhaf, acayip.
laughing gas
güldürücü gaz.
laughing
laugh.ing läf'îng sıfat gülen; güldüren. isim gülme, gülüş.
laughingstock
laugh.ing.stockisim gülünecek kişi, alay konusu, maskara.
laughter
laugh.ter läf'tır isim gülüş, gülme, kahkaha.
launch forth
işe başlamak, işe atılmak.
launch out
işe başlamak, işe atılmak.
launch pad
fırlatma rampası, atış rampası.
launch
launch lônç fiil 1. (gemiyi) kızaktan suya indirmek. 2. (roket) fırlatmak. 3. (yeni işi) başlatmak. 4. mızrak gibi atmak. isim 1. (gemiyi) kızaktan suya indirme. 2. (roketi) uzaya fırlatma. 3. denizcilikle ilgili işkampaviye.
launching pad
fırlatma rampası, atış rampası. 749
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük launder
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
laun.der lôn'dır fiil 1. (çamaşır) yıkamak. 2. yıkayıp ütülemek. 3. çamaşır yıkamak.
laundromat
laun.dro.mat lôn'drımät isim çamaşırhane.
laundry
laun.dryisim 1. çamaşırhane. 2. çamaşır, kirli çamaşır.
laurel
lau.rel lôr'ıl isim 1. defne. 2. çoğul şeref, şan, şöhret.
lava
la.va la'vı isim lav, püskürtü.
lavatory
lav.a.to.ry läv'ıtôri isim 1. lavabo (el ve yüz yıkamaya yarayan tekne). 2. tuvalet, lavabo, hela.
lavender
lav.en.der läv'ındır isim lavanta.
lavish gifts on someone
birine bol bol hediye vermek, birini hediyelere boğmak.
lavish
lav.ish läv'îş sıfat 1. savurgan. 2. bol, pek çok. fiil bol bol harcamak, savurmak.
lavishness
lav.ish.nessisim savurganlık.
law and order
hukuk yasa ve düzen.
law court
hukuk mahkeme.
law enforcement officer
polis.
law of supply and demand
ekonomi sunu ve istem kuralı, arz ve talep kanunu.
law school
hukuk hukuk fakültesi.
law
law lô isim, hukuk 1. kanun, yasa. 2. kural. 3. hukuk.
law-abiding
law-a.bid.ing lô'ıbaydîng sıfat yasalara uyan, kanuna itaat eden.
lawbreaker
law.break.er lô'breykır isim yasaya aykırı hareket eden kimse.
lawful
law.ful lô'fıl sıfat yasal, yasalara uygun, kanuni.
lawfully
law.ful.lyzarf yasalara uygun bir şekilde.
lawgiver
law.giv.er lô'gîvır isim yasa yapan kimse.
lawless
law.less lô'lîs sıfat 1. yasalara aykırı, kanunsuz. 2. serkeş.
lawlessness
law.less.nessisim kanunsuzluk, kanun tanımazlık.
lawmaker
law.mak.er lô'meykır isim meclis üyesi.
lawn mower
çimen biçme makinesi.
lawn
lawn lôn isim çimen, çimenlik, çayır.
lawsuit
law.suit lô'sut isim, hukuk dava.
lawyer
law.yer lô'yır isim, hukuk avukat. 750
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lax
lax läks sıfat 1. gevşek, zayıf. 2. savsak, ihmalci.
laxative
lax.a.tive läk'sıtîv isim müshil, laksatif. sıfat ishal edici.
laxity
lax.ityisim gevşeklik.
laxness
lax.nessisim gevşeklik.
lay about one
sağına soluna vurmak.
lay an ambush
pusu kurmak.
lay an egg
yumurtlamak.
lay aside
bir yana koymak. 2. terketmek, vazgeçmek. 3. biriktirmek.
lay at one's door
-in üstüne atmak, -e yüklemek.
lay at someone's door
(bir suçu) birine yüklemek, birinin üstüne atmak.
lay awake
gözüne uyku girmemek.
lay away
bir yana koymak. 2. ayırmak, saklamak.
lay bare
açmak, açıkça ortaya koymak.
lay by
biriktirmek, yığmak.
lay down one's arms
silahlarını bırakmak. 2. savaşmaktan vazgeçmek; teslim olmak.
lay down one's life
canını feda etmek.
lay down the law
direktif vermek, zart zurt etmek.
lay for
-e pusu kurmak, -i pusuda beklemek.
lay great store on
-e çok değer vermek.
lay hands on
konuşma dili 1. (bir şeyi) bulmak. 2. (birini) yakalamak/ele geçirmek.
lay hold of
-i ele geçirmek. 2. -in yakasına yapışmak.
lay into
argo -i dövmek, -e dayak atmak. 2. -i azarlamak, -i haşlamak.
lay it on thick
konuşma dili çok fazla iltifat etmek, birini iltifatlara boğmak, birini koltuklamak/pohpohlamak.
lay low
yatağa düşürmek. 2. argo gizlenmek.
lay off
(işçiye) geçici olarak yol vermek. 2. argo -i rahat bırakmak.
lay on
üzerine atılmak, saldırmak. 2. üstüne sürmek.
lay one's cards on the table
konuşma dili ne düşündüğünü açıkça söylemek. 751
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lay one's hand on
-i bulmak.
lay one's hands on
(cezalandırmak veya dövmek için) yakalamak, ele geçirmek. 2. -e sahip olmak, -i elde etmek. 3. -i bulmak.
lay open
açmak, açıklamak. 2. kesip içini açmak.
lay out
sermek. 2. sergilemek. 3. ölüyü gömülmeye hazırlamak. 4. harcamak. 5. tasarlamak.
lay siege to
-i kuşaltma altına almak; -i kulaştma altında tutmak.
lay someone to rest
birini gömmek/defnetmek.
lay stress on
-i vurgulamak.
lay the groundwork for
(bir iş için) ön hazırlık yapmak.
lay to rest
gömmek, defnetmek. 2. gidermek, son vermek.
lay up
biriktirmek, toplamak, saklamak.
lay waste
yakıp yıkmak; tahrip etmek, harap etmek, kasıp kavurmak; viraneye çevirmek.
lay
lay ley fiil (laid) 1. yatırmak; sermek. 2. yatıştırmak. 3. koymak. 4. yumurtlamak. 5. (suç) yüklemek. 6. yaymak. 7. (sofra) kurmak, hazırlamak. 8. (tuğla) örmek. 9. (plan, tuzak v.b.'ni) kurmak. 10. denizcilikle ilgili (bir yöne) gitmek.
layer cake
kat kat kremalı pasta.
layer
lay.er ley'ır isim 1. kat, tabaka. 2. botanik daldırma, daldırma yöntemiyle daldırılan dal.
layering
lay.er.ing ley'ırîng isim, botanik daldırma.
layman
lay.man ley'mın isim (laymen) 1. papaz veya rahip sınıfından olmayan erkek. 2. bir meslek veya ilmin yabancısı.
layoff
lay.off ley'ôf isim işçilerin geçici olarak işten çıkarılması.
layover
lay.o.ver ley'ovır isim (uçak, otobüs, gemi veya trenle yolculuk ederken) (bir yerde) bekleme; konaklama.
layperson
lay.per.son ley'pırsın isim (laypeople) 1. papaz, rahip veya rahibe sınıfından olmayan Hristiyan. 2. bir meslek veya ilmin yabancısı.
752
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük laywoman
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lay.wom.an ley'wûmın isim (laywomen) 1. papaz veya rahibe sınıfından olmayan kadın. 2. bir meslek veya ilmin yabancısı olan kadın.
laziness
la.zi.nessisim tembellik, haylazlık; miskinlik, uyuşukluk.
lazy Susan
döner tepsi.
lazy
la.zy ley'zi sıfat tembel, haylaz; miskin, uyuşuk.
lazybones
la.zy.bonesisim tembel kimse.
lb.
lb.kısaltma pound
lead a dog's life
çok sıkıntı çekmek, sürünmek.
lead a happy life
mutlu bir yaşam sürmek.
lead a life of pleasure
zevk ve sefa sürmek.
lead off
başlamak.
lead pencil
kurşunkalem.
lead poisoning
kurşun zehirlenmesi.
lead someone a chase
birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak; birini çok yormak.
lead someone a dance
birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak; birini çok yormak.
lead someone a merry chase
birini çok uğraştırmak; birini çok zahmete sokmak; birini çok yormak.
lead someone astray
birini doğru yoldan saptırmak, birini ayartmak.
lead someone by the nose
birini parmağında oynatmak/çevirmek, birinin yuları elinde olmak.
lead someone on
birini kandırmak/ayartmak.
lead the way
yol göstermek, kılavuzluk etmek, öne düşmek.
lead up to
-in kapısını yapmak, -e zemin hazırlamak. 2. -e yol açmak.
lead
lead lid isim 1. kılavuzluk, rehberlik. 2. önde bulunma. 3. önde gelme, başta olma, ileride bulunma. 4. tiyatro başrol. 5. tiyatro başrol oyuncusu, başoyuncu. 6. elektrik bağlama teli.
leaden
lead.en led'ın sıfat 1. kurşundan, kurşun. 2. kurşun renginde, kurşuni. 3. ağır, kurşun gibi. 4. kasvetli. 753
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük leader
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lead.er li'dır isim 1. kılavuz, rehber. 2. önder, lider, baş. 3. orkestra, bando veya koro şefi.
leadership
lead.er.shipisim öncülük, önderlik, liderlik.
lead-free
lead-freesıfat kurşunsuz (benzin).
leading article
İngiliz İngilizcesi başmakale.
leading lady
başrol oyuncusu kadın.
leading man
başrol oyuncusu erkek.
leading question
belirli bir cevaba yönelten soru.
leading
lead.ing li'dîng sıfat önde olan, yol gösteren, kılavuzluk eden.
leaf through
(kitap, dergi v.b.'nin) sayfalarını karıştırmak.
leaf
leaf lif isim (leaves) 1. yaprak. 2. ince madeni tabaka. 3. (masada) kanat. fiil yaprak vermek, yapraklanmak.
leaflet
leaf.let lif'lît isim 1. broşür, kitapçık; bildiri; el ilanı. 2. ufak yaprak, yaprakçık.
leafstalk
leaf.stalk lif'stôk isim yaprak sapı.
league
league lig isim 1. birlik, cemiyet. 2. spor lig.
leak
leak lik isim 1. su sızdıran delik veya çatlak. 2. sızıntı. fiil 1. sızdırmak, kaçırmak; sızmak: The tire is leaking air. Lastik hava kaçırıyor. 2. out (sır) dışarı sızmak, ifşa olunmak.
leakage
leak.ageisim sızıntı, sızma.
leaky
leakysıfat sızıntılı.
lean
lean lin sıfat 1. zayıf, sıska. 2. yağsız.
leaning
lean.ingisim eğilim.
leanness
lean.nessisim 1. zayıflık. 2. yağsızlık.
leant
leant lent fiil bakınız lean
leap day
artıkgün.
leap in the dark
sonu belirsiz iş.
leap year
artıkyıl.
leap
leap lip fiil (leaped/leapt) sıçramak, atlamak, fırlamak, hoplamak; sıçratmak. isim 1. atlama, sıçrama. 2. atlanılan yer. 3. atlanılan uzaklık.
leapfrog
leap.frogisim birdirbir oyunu. 754
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
leapt
leapt lept, lipt fiil bakınız leap
learn by heart
ezbere öğrenmek, ezberlemek.
learn by rote
tekrarlaya tekrarlaya ezberlemek.
learn something from the ground up bir şeyi her yönüyle öğrenmek. learn
learn lırn fiil (learned/learnt) 1. öğrenmek. 2. haber almak, öğrenmek.
learned
learn.ed lır'nîd sıfat bilgili.
learning
learn.ingisim ilim, irfan.
learnt
learnt lırnt fiil bakınız learn
lease
lease lis isim 1. kira sözleşmesi. 2. kiralama. fiil 1. kiralamak. 2. kiraya vermek.
leaseholder
lease.hold.erisim kiracı.
leash
leash liş isim tasma kayışı.
least common denominator
matematik en küçük ortak payda. 2. ortalama seviye. 3. asgari müşterek.
least common multiple
matematik en küçük ortakkat.
least
least list sıfat en ufak, en küçük, en az, asgari. zarf en az derecede. isim 1. en az derece. 2. en az miktar. 3. en önemsiz kimse veya şey.
leather
leath.er ledh'ır isim deri; kösele; meşin. sıfat deriden yapılmış, deri.
leatherette
leath.er.ette ledhıret' isim suni deri.
leave a bad impression with someone birinde iyi/kötü bir izlenim bırakmak. leave a good impression with someone
birinde iyi/kötü bir izlenim bırakmak.
leave a place a shambles
bir yeri darmadağınık bir halde bırakmak.
leave a place in a shambles
bir yeri darmadağınık bir halde bırakmak.
leave no stone unturned
her çareye başvurmak.
leave nothing undone
yapılmamış hiçbir şey bırakmamak.
leave of absence
izin.
leave off
-i giymemek. 2. -i takmamak. 3. -den vazgeçmek, -i bırakmak.
leave out
-i atlamak.
leave over
ertelemek.
755
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük leave someone alone
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
birini rahat bırakmak; birini karışmamak; birini kendi haline bırakmak, birini bırakmak. 2. birini yalnız bırakmak.
leave someone in the lurch
konuşma dili birini yüzüstü bırakmak, işleri bozulmaya başlayınca birini bırakmak.
leave someone in the shade
birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
leave someone out in the cold
birine hiç haber vermemek. 2. birine hiçbir şey vermemek.
leave someone short
birini -siz bırakmak. That leaves me two thousand liras short. Ondan dolayı hesabımda iki bin liralık bir eksiklik var.
leave someone to his own devices
birini kendi haline bırakmak.
leave something alone
bir şeyi ellememek, bir şeye dokunmamak. 2. bir şeyi içmemek/yememek/kullanmamak. 3. bir konuya girmemek; bir konu hakkında hiç bir girişimde bulunmamak.
leave something in the shade
birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
leave something undone
bir şeyi yarıda bırakmak.
Leave the house!
Defol!
leave word with someone
birine haber bırakmak.
leave
leave liv isim 1. izin. 2. veda, ayrılma.
leaven
leav.en lev'ın isim hamur mayası. fiil mayalandırmak.
leaves
leaves livz isim bakınız leaf
leave-taking
leave-tak.ingisim ayrılma, veda.
leavings
leav.ings li'vîngz isim, çoğul artıklar.
Lebanese
Leb.a.nese lebıniz' isim (Lebanese) Lübnanlı. sıfat 1. Lübnan, Lübnan'a özgü. 2. Lübnanlı.
Lebanon
Leb.a.non leb'ının isim Lübnan.
lecher
lech.er leç'ır isim zampara.
lecherous
lech.er.oussıfat şehvet düşkünü, zampara.
lectern
lec.tern lek'tırn isim kürsü.
lecture
lec.ture lek'çır isim 1. konferans, konuşma. 2. (üniversitede) ders. 3. azarlama. fiil 1. konferans vermek. 2. (üniversitede) ders vermek. 3. azarlamak. 756
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lecturer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lec.tur.erisim 1. konferans veren kimse, konferansçı, konuşmacı. 2. okutman, lektör.
led
led led fiil bakınız lead
ledge
ledge lec isim 1. düz çıkıntı. 2. resif.
ledger
ledg.er lec'ır isim ana hesap defteri, defteri kebir.
lee
lee li isim, denizcilikle ilgili rüzgâr altı, boca, poca.
leech
leech liç isim 1. sülük. 2. çanak yalayıcı kimse, sülük.
leek
leek lik isim pırasa.
leer
leer lîr fiil yan bakmak, yan gözle bakmak. isim yan bakma.
leery
lee.rysıfat bakınız be leery of
leeward
lee.ward li'wırd sıfat boca yönündeki. zarf boca yönüne.
leeway
lee.way li'wey isim 1. rahatça kımıldanacak yer, bol yer. 2. denizcilikle ilgili rüzgâr altına düşme.
left hand
sol el. 2. sol taraf.
left wing
politika sol kanat.
left winger
solaçık.
left
left left sıfat sol, soldaki. isim sol, sol taraf. zarf sola.
left-handed compliment
acemice veya samimi olmayan kompliman.
left-handed
left-hand.ed left'händîd sıfat solak.
left-handedness
left-hand.ed.nessisim 1. solaklık. 2. gizli anlamı olma.
leftist
left.ist lef'tîst isim, politika solcu.
leftover
left.o.ver left'ovır sıfat artan, artık.
leftovers
left.o.versisim artan yemek.
leg of lamb
kasaplık kuzu budu.
leg of mutton
koyun budu.
leg
leg leg isim 1. bacak. 2. (mobilyada, pergelde) ayak. 3. (pantolonda) bacak.
legacy
leg.a.cy leg'ısi isim kalıt, miras.
legal error
adli hata.
legal holiday
resmi tatil günü.
legal science
hukuk ilmi.
legal separation
evli bir çiftin ayrı yaşaması. 757
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük legal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
le.gal li'gıl sıfat 1. yasal, legal, kanuni, meşru. 2. hukuksal, hukuki.
legalise
le.gal.ise li'gılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız legalize
legality
le.gal.i.ty lîgäl'ıti isim yasallık, kanunilik, yasaya uygunluk, meşruluk.
legalize
le.gal.ize li'gılayz fiil yasallaştırmak, kanunlaştırmak.
legally
le.gal.lyzarf 1. yasal olarak, kanunen. 2. hukuken.
legation
le.ga.tion lîgey'şın isim ortaelçilik.
legend
leg.end lec'ınd isim 1. efsane, söylence. 2. sikke veya harita üzerindeki yazı.
legendary
leg.end.arysıfat efsanevi, söylencesel.
legging
leg.ging leg'îng isim genellikle çoğul tozluk, getr.
leggy
leg.gy leg'i sıfat uzun bacaklı.
legibility
leg.i.bil.i.tyisim okunaklılık, açıklık.
legible
leg.i.ble lec'ıbıl sıfat okunur, açık, okunaklı.
legibleness
leg.i.ble.nessisim okunaklılık, açıklık.
legibly
le.gib.lyzarf okunaklı olarak.
legion
le.gion li'cın isim 1. leqyon. 2. kalabalık, alay.
legislate
leg.is.late lec'îsleyt fiil kanun yapmak, yasa çıkarmak, yasamak.
legislation
leg.is.la.tion lecîsley'şın isim 1. kanun yapma, yasama. 2. yasa, kanunlar.
legislative immunity
milletvekilliği dokunulmazlığı.
legislative power
yasama gücü.
legislative
leg.is.la.tive lec'îsleytîv sıfat kanun koyan, yasamalı.
legislator
leg.is.la.tor lec'îsleytır isim millet meclisi üyesi.
legislature
leg.is.la.ture lec'îsleyçır isim yasama kurulu.
legitimate
le.git.i.mate lıcît'ımeyt fiil 1. yasallaştırmak. 2. (çocuğun) nesebini tashih etmek.
legitimatise
le.git.i.ma.tise lıcît'ımıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız legitimatize
758
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük legitimatize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
le.git.i.ma.tize lıcît'ımıtayz fiil 1. yasallaştırmak. 2. haklı göstermek, mazur göstermek. 3. (çocuğun) nesebini tashih etmek.
legitimise
le.git.i.mise lıcît'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız legitimize
legitimize
le.git.i.mizefiil 1. yasallaştırmak. 2. haklı göstermek, mazur göstermek. 3. (çocuğun) nesebini tashih etmek.
legume
leg.ume leg'yum, lıgyum' isim 1. baklagiller familyasından bitkinin tanesi veya tohumu. 2. baklagiller familyasından bitki.
leisure
lei.sure li'qır, leq'ır isim boş zaman.
leisurely
lei.sure.lysıfat 1. acelesiz iş yapan. 2. acelesiz yapılan. zarf acele etmeden.
lemon balm
oğulotu, kovanotu, melisa.
lemon peel
limon kabuğu.
lemon
lem.on lem'ın isim 1. limon. 2. limon ağacı. 3. argo değersiz kimse veya şey, moloz, gazoz.
lemonade
lem.on.adeisim limonata.
lend a hand to
-e yardım etmek, elini uzatmak.
lend a hand
yardım etmek.
lend an ear
kulak vermek, dinlemek.
lend itself to
-e uygun olmak, -e elverişli olmak.
lend oneself to
-e yardım etmek.
lend someone a helping hand
birine yardım elini uzatmak.
lend
lend lend fiil (lent) 1. ödünç vermek. 2. borç vermek.
length
length lengkth, length isim 1. uzunluk, boy. 2. süre.
lengthen
length.en lengk'thın, leng'thın fiil uzatmak; uzamak.
lengthways
length.ways lengkth'weyz zarf bakınız lengthwise
lengthwise
length.wise lengkth'wayz zarf uzunlamasına.
lengthy
lengthysıfat uzun, fazlasıyla uzun.
lenience
le.ni.enceisim yumuşaklık.
leniency
le.nien.cyisim yumuşaklık.
lenient
le.ni.ent li'niyınt, lin'yınt sıfat yumuşak.
leniently
le.ni.ent.lyzarf yumuşaklıkla. 759
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lens
lens lenz isim 1. mercek. 2. göz merceği. 3. obqektif.
lent
lent lent fiil bakınız lend
lenticel
len.ti.cel len'tısel isim, botanik kovucuk.
lentil
len.til len'tıl isim mercimek.
Leo
Le.o li'yo isim, astroloji Aslan burcu.
leopard
leop.ard lep'ırd isim leopar, pars.
leopardess
leop.ard.essisim dişi leopar.
leotard
le.o.tard liy'ıtard isim genellikle çoğul dansçıların giydiği mayo.
leper
lep.er lep'ır isim cüzamlı kimse.
leprosy
lep.ro.sy lep'rısi isim cüzam, lepra.
leprous
lep.rous lep'rıs sıfat 1. cüzamlı. 2. cüzam gibi.
Lesbian
Les.bi.an lez'biyın isim Midillili. sıfat 1. Midilli, Midilli'ye özgü. 2. Midillili.
lesbianism
les.bi.an.ismisim lezbiyenlik, sevicilik.
Lesbos
Les.bos lez'bıs, lez'bas isim Midilli.
lesion
le.sion li'qın isim, tıbbi 1. doku bozukluğu, lezyon. 2. yara, bere.
Lesotho
Le.so.tho lısu'tu, lıso'to isim Lesoto.
less
less les sıfat daha küçük, daha az. zarf aşağı bir derecede, bir derece aşağı. isim 1. eksik bir miktar, daha az bir şey. 2. daha küçük kimse veya şey. edat eksi.
lessen
less.en les'ın fiil küçültmek, eksiltmek, azaltmak; küçülmek, azalmak.
lesser
less.er les'ır sıfat daha küçük, daha az.
lesson
les.son les'ın isim 1. ders. 2. ibret: Let it be a lesson to you. Size ibret olsun.
lest
lest lest bağlaç 1. -mesin diye. 2. korkusu ile.
let alone
şöyle dursun: He can't support himself, let alone three relatives. Üç akraba şöyle dursun, kendisini bile geçindiremiyor.
Let be!
Bırak!/Öyle kalsın!/Dokunma!/Bozma!
Let bygones be bygones.
Geçmişi unutalım./Olan oldu./Geçmişe mazi derler.
let down one's hair
samimi davranmak. 760
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
let down
indirmek. 2. boşa çıkarmak, hayal kırıklığına uğratmak.
Let 'er rip!
konuşma dili Haydi başla!/Haydi fayrop et!
let fall
düşürmek.
let fly
ağzına geleni söylemek. 2. with bir şeyin şiddetini vurgulamak için kullanılır: He let fly with his right fist. Sağ yumruğunu indiriverdi.
let go
bırakmak, tutmamak; of (tutulan bir şeyi) bırakmak. 2. konuşma dili ağzına geleni söylemek.
Let go!
Bırak!
Let him have his say.
Bırak, diyeceğini desin.
let in
kapıyı açıp içeriye almak.
Let it be.
Bırak. Öyle olsun.
let loose
-i serbest bırakmak. 2. konuşma dili -e yol açmak, -i meydana getirmek. 3. konuşma dili with Bir şeyin şiddetini vurgulamak için kullanılır: At that moment Recep let loose with a violent oath. O an Recep sumturlu bir küfür savurdu. 4. konuşma dili gök delinmek. 5. konuşma dili başlamak. 6. konuşma dili ağzına geleni söylemek.
Let me see.
Bakayım./Dur bakalım./Düşüneyim.
let off steam
konuşma dili deşarq olmak, içini dökerek rahatlamak.
let off
cezasını affetmek, cezasını hafifletmek. 2. dışarı vermek.
let on
sırrı başkasına söylemek, sırrı ifşa etmek.
let one's hair down
içini dökmek.
let oneself go
kendini bırakıp coşmak. 2. kendini kapıp koyuvermek, kendini bırakmak, kendine özen göstermemek.
let oneself in
kapıyı anahtarla açıp içeriye girmek.
let out
dışarıya bırakmak, koyuvermek, kaçmasına izin vermek. 2. (ip, kablo v.b.'ni) gevşetmek, genişletmek. 3. (elbiseyi) genişletmek. 4. İngiliz İngilizcesi kiraya vermek.
let rip
konuşma dili ağzına geleni söylemek.
let sleeping dogs lie
fincancı katırlarını ürkütmemek. 761
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
let slide
vazgeçmek.
let slip through one's fingers
elinden kaçırmak.
let slip
ağzından kaçırmak. 2. (fırsatı) elinden kaçırmak.
let someone alone
birini rahat bırakmak; birini karışmamak; birini kendi haline bırakmak, birini bırakmak. 2. birini yalnız bırakmak.
let someone be
bakınız let someone alone
let someone down gently
birini yavaş yavaş alıştırarak hayal kırıklığına uğratmak.
let someone have it
birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek; birini haşlamak.
let someone loose
birini serbest bırakmak. 2. in/on birinin (bir yerde) istediği gibi hareket etemesine/davranmasına izin vermek.
let something alone
bir şeyi ellememek, bir şeye dokunmamak. 2. bir şeyi içmemek/yememek/kullanmamak. 3. bir konuya girmemek; bir konu hakkında hiç bir girişimde bulunmamak.
let something be
bir konuya girmemek, bir konu hakkında hiçbir girişimde bulunmamak.
let something go by the board
fırsatı kaçırmak. 2. bir şeyden vazgeçmek.
let something slide
işi oluruna bırakmak.
let something slip
bir şeyi ağzından kaçırıvermek. 2. fırsatı kaçırmak.
let the cat out of the bag
konuşma dili gizli bir şeyi söylemek; baklayı ağzından çıkarmak: Don't let the cat out of the bag! Sakın ağzından kaçırma!
let the side down
bekleneni yapmayarak arkadaşlarını büyük bir hayal kırıklığına uğratmak.
Let the water stand for three days.
Suyu üç gün dinlendir.
Let things stand for now.
Şimdilik her şey olduğu gibi kalsın.
let up
yumuşamak, sertliğini kaybetmek. 2. (yağmur) kesilmek, dinmek.
Let us part friends.
Dost olarak ayrılalım./Dost kalalım.
let well enough alone
olanla yetinmek. 762
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Let x equal 2y.
x'in 2y'ye eşit olduğunu farzedelim.
let
let let fiil (let, letting) 1. izin vermek. 2. by/through/in mesine izin vermek: Let him through. Geçmesine izin verin. 3. kiraya vermek. 4. (birinci veya üçüncü şahıs emir kipi) -elim, -sin, -sinler : Let's go. Gidelim.
lethal
le.thal li'thıl sıfat öldürücü.
lethargic
le.thar.gicsıfat 1. uyuşuk. 2. tıbbi letarqik.
Let's call it quits!
Haydi bırakalım artık!/Paydos edelim!/Haydi vazgeçelim!
Let's do it; nobody'll be any the wiser.
Onu yapalım. Kimsenin haberi olmaz.
Let's get this show on the road!
Haydi başlayalım!
letter of condolence
başsağlığı mektubu.
letter of credit
ticaret akreditif, kredi mektubu.
license tag
otomotiv plaka.
lichen
li.chen lay'kın isim, botanik liken.
lick clean
yalayıp temizlemek.
lick into shape
biçim vermek.
lick one's chops
düşündükçe ağzı sulanmak.
lick someone's boots
birinin elini eteğini öpmek, birine dalkavukluk etmek.
lick the boot of
çanak yalamak, dalkavukluk etmek.
lick the dust
öldürülmek. 2. yere serilmek, yeri öpmek, iki seksen uzanmak. 3. el etek öpmek, çanak yalamak.
lick
lick lîk fiil 1. yalamak. 2. alev gibi yalayıp geçmek. 3. argo dayak atmak. 4. argo üstün gelmek, yenmek. isim yalama, yalayış.
licorice
lic.o.rice lîk'ırîs, lîk'ırîş isim meyan, meyankökü.
lid
lid lîd isim 1. kapak. 2. gözkapağı.
lie behind
-in ardında yatmak, -in ardında gizli olmak.
lie down
yatmak, uzanmak.
lie fallow
boş kalmak.
lie in ambush
pusuya yatmak.
lie in one's teeth
korkunç yalanlar söylemek.
lie in ruins
harap olmak.
lie in wait
pusuda beklemek; pusuya yatmak. 763
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lie like a trooper
çok yalan söylemek.
lie low
gizlenmek, saklanmak.
lie off
denizcilikle ilgili alargada yatmak.
lie one's way out of something
yalan söyleyerek bir işten sıyrılıvermek.
lie sick
hasta yatmak.
lie
lie lay fiil (lay, lain, lying) 1. yatmak, uzanmak. 2. durmak, kalmak, olmak. isim 1. yatış. 2. duruş. 3. mevki.
Liechtenstein
Liech.ten.stein lîk'tınştayn isim Lihtenştayn. sıfat Lihtenştayn, Lihtenştayn'a özgü.
Liechtensteiner
isim Lihtenştaynlı.
lieu
lieu lu isim bakınız in lieu of
lieutenant colonel
askeri yarbay.
lieutenant commander
askeri ön yüzbaşı, kıdemli yüzbaşı.
lieutenant general
askeri korgeneral.
lieutenant governor
vali vekili.
lieutenant
lieu.ten.ant luten'ınt, [İngiliz İngilizcesi] leften'ınt isim 1. askeri teğmen. 2. askeri yüzbaşı. 3. vekil.
lieutenant, junior grade
denizcilikle ilgili, askeri teğmen.
lieutenant, senior grade
askeri yüzbaşı.
life assurance
İngiliz İngilizcesi hayat sigortası.
life belt
cankurtaran kemeri.
life buoy
cankurtaran simidi.
life expectancy
(istatistiklere göre belirli bir yaşta olan biri için) tahmin edilen yaşam süresi.
life imprisonment
ömür boyu hapis cezası.
life insurance
hayat sigortası.
life jacket
cankurtaran yeleği.
life line
cankurtaran halatı. 2. avuç içinde görülen yaşam çizgisi.
life preserver
cankurtaran.
life sentence
ömür boyu hapis cezası.
life span
ömür.
764
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük life
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
life layf isim (lives) 1. yaşam, hayat, dirim; ömür. 2. canlılık. 3. can. 4. yaşam tarzı.
lifeboat
life.boat layf'bot isim cankurtaran sandalı.
lifeguard
life.guard layf'gard isim (plaqlarda) can kurtaran görevli, cankurtaran.
lifeless
life.less layf'lîs sıfat cansız, ölü.
lifelike
life.like layf'layk sıfat canlı gibi görünen.
lifelong
life.long layf'lông sıfat ömür boyu.
lifesaver
life.sav.er layf'seyvır isim 1. (plaqlarda) can kurtaran görevli, cankurtaran. 2. imdada yetişen şey.
life-size
life-size layf'sayz sıfat doğal büyüklükte (resim, heykel).
life-sized
life-sized layf'sayzd sıfat doğal büyüklükte (resim, heykel).
lifestyle
life.style layf'stayl isim, konuşma dili yaşam biçimi.
lifetime
life.time layf'taym isim ömür.
lift a blockade
ablukayı kaldırmak.
lift off
(roket) havalanmak, kalkmak.
lift up one's voice
bağırmak, sesini yükseltmek.
lift
lift lîft fiil 1. kaldırmak, yükseltmek. 2. konuşma dili çalmak, yürütmek, aşırmak. 3. (sis, duman) dağılmak. 4. (kulakları) dikmek. isim 1. kaldırma, yükseltme; yükselme. 2. İngiliz İngilizcesi asansör.
liftoff
lift.off lîft'ôf isim (roket) havalanma, kalkma.
ligament
lig.a.ment lîg'ımınt isim, anatomi bağ.
ligate
li.gate lay'geyt fiil, tıbbi (kan damarını) bağlamak.
ligation
li.ga.tionisim bağlama; bağlanma.
ligature
lig.a.ture lîg'ıçûr, lîg'ıçır isim 1. bağ. 2. bağlama, raptetme. 3. tıbbi kan damarını bağlamak için kullanılan iplik. 4. müzik bağ.
light comedy
hafif komedi.
light fixtures
(duvar veya tavana yerleştirilen) lamba armatürleri.
light in the head
başı dönmüş, sersemlemiş. 2. budala, ahmak. 3. deli.
light industry
hafif sanayi. 765
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
light into
konuşma dili -e saldırmak.
light literature
eğlendirici, kolay okunan hafif kitaplar.
light meal
hafif yemek.
light meter
ışıkölçer.
light opera
operet.
light out
aceleyle yola çıkmak, yola düzülmek.
light sleeper
uykusu hafif kimse.
light up
-i aydınlatmak; aydınlanmak. 2. (sigara, puro, pipo) yakmak.
light year
ışık yılı.
light
light layt fiil (lighted/lit) 1. konmak. 2. üzerine düşmek. 3. (at veya arabadan) inmek.
lighten
light.en layt'ın fiil aydınlatmak, ışık saçmak.
lighter
light.er lay'tır isim mavna, salapurya, layter.
light-fingered
light-fin.gered layt'fîng.gırd sıfat hırsızlığı benimsemiş, eli uzun.
light-footed
light-foot.ed layt'fûtîd sıfat çevik, zarif.
lightheaded
light.head.ed layt'hedîd sıfat başı dönen, sersemlemiş.
lighthearted
light.heart.ed layt'hartîd sıfat kaygısız, endişesiz, tasasız, neşeli, şen.
lighthouse
light.house layt'haus isim fener kulesi.
lighting
light.ing layt'îng isim aydınlatma, ışıklandırma.
lightly
light.ly layt'li zarf 1. hafifçe. 2. kolayca, kolaylıkla. 3. ciddiye almadan, umursamazca. 4. neşeyle.
lightness
light.nessisim hafiflik.
lightning bug
ateşböceği, yıldızböceği.
lightning conductor
İngiliz İngilizcesi yıldırımsavar, paratoner.
lightning rod
yıldırımsavar, paratoner.
lightning
light.ning layt'nîng isim şimşek; yıldırım.
lightweight
light.weight layt'weyt sıfat 1. hafif. 2. önemsiz. isim 1. spor tüysıklet, hafifsıklet. 2. yeteneksiz kimse.
lignite
lig.nite lîg'nayt isim linyit.
lignum vitae
lig.num vi.tae lîg'nım vay'ti peygamberağacı.
ligustrum
li.gus.trum lîgıs'trım isim kurtbağrı. 766
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
likable
lik.a.ble lay'kıbıl sıfat hoşa giden, hoş.
like a bolt out of the blue
beklenmedik bir şekilde, birdenbire.
like a drowned rat
sırsıklam, sırılsıklam.
like a house afire
şiddetle, kuvvetle.
like a shot
derhal, hemen, hiç tereddüt etmeden. 2. şimşek gibi, yıldırım gibi, çabucak.
like a streak of lightning
yıldırım gibi.
like all get-out
konuşma dili son sürat, delicesine, deli gibi: They were working like all get-out. Eşek gibi çalışıyorlardı. He was running like all get-out. Deli gibi koşuyordu.
like clockwork
saat gibi, çok düzenli, tıkır tıkır.
like crazy
konuşma dili Bir şeyi vurgulamak için kullanılır: These ties are selling like crazy. Bu kıravatlar kapış kapış gidiyor. This rose is blooming like crazy this year. Bu gül bu yıl çok çiçek açıyor. They are working like crazy. Deli gibi çalışıyorlar.
Like father, like son.
Tıpkı babasına benzer.
like hell
konuşma dili 1. deli gibi: He was running like hell. Deli gibi koşuyordu. 2. hiç; aksine.
like lightning
şimşek gibi, yıldırım gibi, çok çabuk.
like mad
konuşma dili bakınız like crazy
like
like layk fiil hoşlanmak, sevmek; beğenmek.
likeable
like.a.ble lay'kıbıl sıfat bakınız likable
likelihood
like.li.hood layk'lihûd isim olasılık, ihtimal.
likely
like.ly laykli sıfat 1. olası, muhtemel. 2. uygun: a likely day for a picnic pikniğe uygun bir gün. 3. geleceği parlak: a likely candidate geleceği parlak bir aday. 4. inanılır: a likely story inanılır bir hikâye. zarf muhtemelen.
likeminded
like.mind.ed layk'mayn'dîd sıfat hemfikir.
liken
lik.en lay'kın fiil to -e benzetmek.
likeness
like.ness layk'nîs isim 1. suret, kılık. 2. resim, portre. 3. benzerlik, benzeşme.
likes and dislikes
(bir kimsenin) sevdiği ve sevmediği şeyler. 767
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük likewise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
like.wise layk'wayz zarf 1. aynı biçimde, aynen; keza. 2. ayrıca, ve de.
liking
lik.ing lay'kîng isim 1. hoşlanma, sevme; beğenme. 2. sevgi. 3. ilgi; eğilim.
lilac
li.lac lay'läk, lay'lık isim 1. leylak. 2. leylak rengi, açık mor, lila. sıfat leylak rengindeki, açık mor, lila.
lilt
lilt lîlt isim (ses tonunda) hoş bir iniş çıkış.
lily of the valley
müge, inciçiçeği.
lily
lil.y lîl'i isim zambak.
lily-livered
lily-liv.eredsıfat korkak, ödlek, yüreksiz.
lily-white
lily-whitesıfat bembeyaz, zambak gibi beyaz.
lima bean
limafasulyesi.
lima
li.ma lay'mı isim bakınız lima bean
limb
limb lîm isim 1. kol ve bacak gibi vücuda eklemle bağlı organ. 2. ağacın ana dalı. 3. kol, dal.
limber
lim.ber lîm'bır fiil, spor up bedeni ısıtmak, ısınma hareketleri yapmak. sıfat eğilir bükülür, oynak (özellikle kol ve bacaklar).
limbo
lim.bo lîm'bo isim büyük harf ile Araf.
lime
lime laym isim misket limonu.
limekiln
lime.kiln laym'kîl, laym'kîln isim kireç ocağı.
limelight
lime.light laym'layt isim 1. kireç lambası. 2. tiyatro spot, spotlu lamba. 3. ilgi merkezi, ilgi odağı.
limestone
lime.stone laym'ston isim kireçtaşı.
limit
lim.it lîm'ît isim limit, sınır, had, uç. fiil sınırlandırmak, sınırlamak, kısıtlamak.
limitation
lim.i.ta.tion lîmıtey'şın isim sınırlama, kısıtlama.
limited liability company
ticaret limitet şirket.
limited
lim.i.ted lîm'îtîd sıfat 1. sınırlı, kısıtlı; az, sayılı. 2. çevrili. 3. ekspres (tren). 4. İngiliz İngilizcesi sınırlı sorumlu (şirket).
limitless
lim.it.less lîm'îtlîs sıfat sınırsız, sonsuz.
limousine
lim.ou.sine lîm'ızin isim limuzin.
768
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük limp
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
limp lîmp fiil topallamak, aksamak. isim topallama. sıfat yumuşak, bükülgen, gevşek.
limpid
lim.pid lîm'pîd sıfat berrak, şeffaf, duru.
linchpin
linch.pin lînç'pîn isim tekerleğin dingil çivisi.
linden tea
ıhlamur.
linden
lin.den lîn'dın isim ıhlamur ağacı, ıhlamur.
line of defence
askeri savunma hattı. 2. savunma tezimiz.
line of least resistance
en kolay yol.
line of vision
görüş hattı.
line
line layn isim 1. çizgi. 2. yol, hat. 3. ip, sicim. 4. satır; dize, mısra: There are fiftyfour lines on this page. Bu sayfada elli dört satır var. a line of poetry bir şiir dizesi. 5. dizi, sıra; saf: a line of oaks bir sıra meşe. Stay in line! Sıradan çıkmayın! The worshipers were arrayed in lines. Müminler saf bağlamışlardı. 6. kuyruk: We stood in that line for hours. O kuyrukta saatlerce bekledik. 7. kısa mektup, pusula, not. 8. hiza. 9. konuşma dili iş, meslek. 10. (telefon, telgraf, tren, gemi v.b. için) hat. 11. olta. 12. seri, dizi. 13. belirli bir cins veya marka mal. 14. tiyatro rol. 15. soy. 16. argo kandırıcı sözler, martaval, masal. 17. çoğul ana hatlar. 18. askeri hat; saf: line of retreat ricat hattı. front line cephe hattı. line of communications ulaşım hattı. fiil 1. çizgilerle göstermek. 2. çizgi çekmek. 3. up dizmek, sıralamak. 4. up sıraya girmek.
lineage
lin.e.age lîn'iyîc isim soy, nesil, silsile.
lineament
lin.e.a.ment lîn'iyımınt isim, çoğul yüz hatları.
linear measure
uzunluk ölçüsü.
linear
lin.e.ar lîn'iyır sıfat 1. çizgisel. 2. doğrusal.
lineman
line.man layn'mın isim hat bekçisi; hat döşeyicisi.
linen closet
çamaşır dolabı.
linen
lin.en lîn'ın sıfat keten. isim 1. keten kumaş, keten. 2. masa örtüleri ve yatak çarşafları. 3. iç çamaşırı, çamaşır.
liner
lin.er lay'nır isim 1. yolcu gemisi. 2. yolcu uçağı. 769
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lineup
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
line.up layn'^p isim, spor oyun başlamadan oyuncuların yerini alması.
linger
lin.ger lîng'gır fiil 1. (gitmesi gerekirken) kalmak, ayrılamamak. 2. on kolay kolay geçmemek.
lingerie
lin.ge.rie lanqıri', lanqırey' isim kadın iç çamaşırı ve gecelik.
lingo
lin.go lîng'go isim (lingoes) dil; yabancı dil.
lingua franca
lin.gua fran.ca lîng'gwı fräng'kı anadili farklı insanların konuştuğu ortak dil.
linguist
lin.guist lîng'gwîst isim dilbilimci, dilci, lengüist.
linguistic
lin.guis.tic lîng.gwîs'tîk sıfat 1. dile ait. 2. dilbilimsel.
linguistical
lin.guist.i.cal lîng.gwîs'tîkıl sıfat 1. dile ait. 2. dilbilimsel.
linguisticals
lin.guist.i.calsisim, dilbilim dilbilim, lengüistik.
linguistics
lin.guis.ticsisim, dilbilim dilbilim, lengüistik.
lining
lin.ing lay'nîng isim astar.
link up
bağlamak, birleştirmek; bağlanmak, birleşmek.
link
link lîngk isim 1. halka, zincir baklası. 2. bağ, bağlantı. fiil birbirine bağlamak, birleştirmek, zincirlemek; birbirine bağlanmak, birleşmek, zincirlenmek.
linkage
link.ageisim 1. bağlama, bağlayış. 2. makine bağlantı.
linnet
lin.net lîn'ît isim ketenkuşu.
linoleum
li.no.le.um lînol'yım, lîno'liyım isim muşamba, linolyum.
linotype
li.no.type lay'nıtayp isim, matbaacılık linotip.
linseed oil
beziryağı.
linseed
lin.seed lîn'sid isim ketentohumu.
lint
lint lînt isim 1. keten tiftiği. 2. yaraları sarmak için kullanılan yumuşak bir madde.
lion
li.on lay'ın isim 1. aslan. 2. cesur kişi, aslan yürekli adam. 3. ünlü kişi, şöhret.
lioness
li.on.essisim dişi aslan.
lionhearted
sıfat aslan yürekli, cesur.
lip service
sahte bağlılık. 770
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lip lîp isim 1. dudak. 2. kenar, uç. 3. argo küstahlık, yüzsüzlük.
lipid
lip.id lîp'îd isim, biyokimya lipit.
lipide
lip.ide lîp'ayd isim, biyokimya lipit.
lipoma
li.po.ma laypo'mı isim, tıbbi (lipomas/lipomata) lipom, yağ uru.
lipstick
lip.stick lîp'stîk isim ruq, dudak boyası.
liquefaction
lij.ue.fac.tion lîkwıfäk'şın isim sıvılaştırma; sıvılaşma.
liquefy
lij.ue.fy lîk'wıfay fiil eritmek, sıvılaştırmak; erimek, sıvılaşmak.
liqueur
li.jueur lîkır' isim likör.
liquid measure
sıvı ölçüsü; sıvı ölçü birimleri.
liquid quart
4,368 litre. 2. İngiliz İngilizcesi 7,718 litre.
liquid
lij.uid lîk'wîd sıfat 1. sıvı, akıcı, akışkan. 2. şeffaf, berrak. 3. hemen paraya çevrilebilir; likit. isim sıvı.
liquidate
lij.ui.date lîk'wıdeyt fiil 1. (borcu) ödeyip kapatmak, tediye etmek. 2. (bir ticaret kuruluşunu) kapatmak, tasfiye etmek, likide etmek. 3. argo öldürmek, temizlemek.
liquidation
lij.ui.da.tion lîkwıdey'şın isim tasfiye, işi kapatma, likidasyon.
liquidity
lij.uid.i.ty lîkwîd'ıti isim 1. sıvılık. 2. ekonomi likidite.
liquor
lij.uor lîk'ır isim 1. içki; sert içki. 2. et suyu.
liquorice
lij.uo.rice lîk'ırîs, lîk'ırîş isim, İngiliz İngilizcesi bakınız licorice
lira
li.ra lîr'ı isim 1. lira. 2. liret.
lisp
lisp lîsp fiil peltek konuşmak. isim pelteklik.
list price
katalog fiyatı; liste fiyatı.
list
list lîst fiil yan yatmak. isim yan yatma.
listen in
başkasının konuşmasını dinlemek, kulak misafiri olmak.
listen to reason
mantığa kulak vermek.
listen
lis.ten lîs'ın fiil to -i dinlemek, -e kulak vermek.
listless
list.less lîst'lîs sıfat neşesiz, halsiz. 771
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
listlessness
list.less.nessisim neşesizlik, halsizlik.
lit
lit lît fiil bakınız light sıfat 1. yanmış, tutuşturulmuş. 2. aydınlatılmış.
liter
li.ter li'tır isim litre.
literacy
lit.er.a.cy lît'ırısi isim okuryazarlık.
literal
lit.er.al lît'ırıl sıfat 1. kelimesi kelimesine, harfi harfine. 2. gerçek.
literally
lit.er.al.lyzarf 1. harfi harfine. 2. gerçekten.
literary
lit.er.ar.y lît'ıreri sıfat yazınsal, edebi.
literate
lit.er.ate lît'ırît sıfat, isim okuryazar.
literature
lit.er.a.ture lît'ırıçûr, lît'ırıçır, lît'rıçır isim yazın, edebiyat.
lithe
lithe laydh sıfat kolay eğilip bükülebilen, kıvrak.
lithium
lith.i.um lîth'iyım isim, kimya lityum.
lithograph
lith.o.graph lîth'ıgräf isim taşbasması resim, taşbasması, taşbaskı, litografya, litografi.
lithographer
li.thog.ra.pher lîthag'rıfır isim litografyacı, taşbaskıcı.
lithography
li.thog.ra.phy lîthag'rıfi isim litografya, litografi, taşbaskı, taşbasması.
lithology
li.thol.o.gy lîthal'ıci isim taşbilim, litoloqi.
lithosphere
lith.o.sphere lîth'ısfîr isim taşyuvarı, taşküre, litosfer.
Lithuania
Lith.u.a.ni.a lîthıwey'niyı, lîthuwey'niyı isim Litvanya.
Lithuanian
isim 1. Litvanyalı. 2. Litvanyaca, Litovca. sıfat 1. Litvanya, Litvanya'ya özgü. 2. Litvanyaca, Litovca. 3. Litvanyalı.
litigant
lit.i.gantisim davacı.
litigate
lit.i.gate lît'ıgeyt fiil 1. mahkemeye başvurmak. 2. dava etmek, dava açmak.
litigation
lit.i.ga.tionisim 1. dava etme. 2. dava.
litmus paper
turnusol kâğıdı.
litmus
lit.mus lît'mıs isim turnusol.
litre
li.tre li'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız liter
litter bag
çöp torbası.
litter up
karmakarışık etmek. 772
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük litter
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lit.ter lît'ır isim 1. döküntü, çerçöp, süprüntü. 2. bir defada doğan yavrular. 3. tahtırevan. 4. sedye. 5. hayvanları yatırmak için serilen saman veya kuru ot. fiil 1. darmadağın etmek. 2. saçmak, dağıtmak. 3. doğurmak, birden çok yavru doğurmak. 4. ahırda hayvanın altına yataklık ot sermek.
little by little
azar azar, yavaş yavaş.
Little did I think.
Aklımdan geçirmedim.
Little Dipper
gökbilim Küçükayı.
little or nothing
hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç.
Little pitchers have big ears.
Çocukların kulağı delik olur.
little
lit.tle lît'ıl sıfat (littler, littlest) 1. küçük, ufak. 2. kısa, az, biraz. 3. cici. 4. önemsiz, değersiz. zarf (less/lesser, least) 1. az miktarda. 2. hemen hiç. isim 1. az miktar. 2. ufak şey. 3. az zaman.
littoral
lit.to.ral lît'ırıl sıfat sahile yakın. isim sahil boyu.
liturgical
li.tur.gi.cal lîtır'cîkıl sıfat 1. liturqiye ait, liturqik. 2. liturjisi olan, liturjik (kilise). 3. liturqiye göre yapılan, liturqik (ayin).
liturgy
lit.ur.gy lît'ırci isim 1. liturqi, liturya. 2. Hristiyanlık ekmek ve şarap ayini, kudas.
live a double life
iki yüzlü bir hayat yaşamak.
live a lie
sahte hayat geçirmek.
live among
-in içinde/-in arasında yaşamak.
live and learn
yaşadıkça öğrenmek.
live by one's wits
(geçinmek için) uyanık ve kurnaz olmak.
live embers
sönmemiş ateş korları.
live fast
hızlı yaşamak.
live from hand to mouth
elden ağıza yaşamak, kıt kanaat geçinmek.
live in a world of one's own
kendi dünyasında yaşamak.
live in someone's shadow
daha güçlü veya ünlü birinin gölgesinde kaybolup gitmek.
live like a lord
lord gibi lüks içinde yaşamak.
live off the fat of the land
bir eli yağda, bir eli balda yaşamak. 773
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
live on the razor's edge
ölümle kalım arasında olmak; iki ateş arasında kalmak.
live out
sonuna kadar yaşamak.
live through
(bir zamanı, bir olayı) yaşamak. 2. (zor bir durumdan) sağ olarak çıkmak, sağ salim çıkmak.
live up to one's reputation
şöhretini doğrulayacak bir yaşam sürmek.
live wire
cereyanlı tel. 2. konuşma dili başkalarını harekete getirme yeteneği olan çok enerjik kimse.
live with
ile birlikte yaşamak.
live
live lîv fiil 1. yaşamak. 2. oturmak, ikamet etmek. 3. (yaşam, ömür) sürmek, geçirmek, (hayat) yaşamak. 4. on ile beslenmek. 5. on ile geçinmek. 6. off ile geçinmek, geçimini -den sağlamak.
live-in
live-in lîv'în sıfat 1. işyerinde oturan. 2. işyerinde oturmayı gerektiren (iş).
livelihood
live.li.hood layv'lihûd isim 1. geçim, geçinme. 2. geçim yolu. 3. rızk.
livelong
live.long lîv'lông sıfat bitmez tükenmez, bütün.
lively hope
güçlü umut.
lively
live.ly layv'li sıfat 1. canlı, neşeli. 2. parlak (renk).
liven
liv.en lay'vın fiil up -i neşelendirmek, -i canlandırmak; neşelenmek, canlanmak.
liver
liv.er lîv'ır isim karaciğer, ciğer.
livery
liv.er.y lîv'ıri isim 1. özel üniforma. 2. hizmetçi sınıfı. 3. kılık, kıyafet.
lives
lives layvz isim bakınız life
livestock
live.stock layv'stak isim çiftlik hayvanları.
livid
liv.id lîv'îd sıfat 1. sinirden mosmor kesilmiş. 2. kurşuni. 3. konuşma dili çok öfkeli, kanı beynine sıçramış.
living image of
-in tıpkısı.
living language
yaşayan dil.
living picture
canlı tablo.
living room
oturma odası.
living wage
geçindirebilecek maaş. 774
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
living
liv.ing lîv'îng isim 1. yaşam. 2. yaşam tarzı. 3. geçim.
lizard
liz.ard lîz'ırd isim kertenkele.
llama
lla.ma la'mı isim lama.
loach
loach loç isim çoprabalığı.
load up
-i yükletmek.
load
load lod fiil 1. yükletmek; yüklemek. 2. with (hediye) yağdırmak. 3. (zar) doldurmak. 4. (silah) doldurmak. 5. (fotoğraf makinesine) film koymak.
loaded question
şaşırtıcı soru.
loaded
load.ed lo'dîd sıfat 1. dolu. 2. hileli (zar). 3. argo sarhoş, yüklü. 4. argo zengin, yüklü.
loading
load.ingisim 1. yükleme. 2. yük.
loads
loadsisim, konuşma dili çok miktar, yığın: loads of love pek çok sevgiler, kucak dolusu sevgiler.
loadstar
load.star lod'star isim 1. Çobanyıldızı. 2. Kutupyıldızı. 3. yol gösterici rehber veya ilke.
loaf
loaf lof isim (loaves) ekmek somunu, somun.
loafer
loaf.erisim 1. aylak, boş gezen; haylaz kimse. 2. mokasen.
loam
loam lom isim 1. kil, kum ve çürümüş bitkisel maddelerden oluşan toprak. 2. pahsa, samanlı balçık, kerpiç çamuru. 3. killi toprak.
loan shark
konuşma dili tefeci.
loan
loan lon isim 1. ödünç verme. 2. ödünç alma, borçlanma. 3. ödünç verilen şey. fiil 1. özellikle faiz karşılığında ödünç para vermek. 2. ödünç vermek.
loanword
loan.word lon'wırd isim başka bir dilden alınan sözcük.
loath
loath loth sıfat bakınız be loath to do something nothing loath
loathe
loathe lodh fiil 1. nefret etmek, hiç sevmemek. 2. tiksinmek, iğrenmek.
loathing
isim nefret.
loathsome
loath.some lodh'sım sıfat tiksindirici, iğrenç.
loaves
loaves lovz isim, çoğul bakınız loaf 775
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lob
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lob lab fiil (lobbed, lobbing) havaya atmak, havaya doğru vurmak. isim havaya atılmış top, havaya doğru vurulmuş top.
lobby
lob.by lab'i isim 1. dehliz, koridor, geçit. 2. antre. 3. bekleme salonu, lobi. 4. kulis yapanlar, lobi. 5. kulis faaliyeti. fiil kulis yapmak.
lobe
lobe lob isim 1. yuvarlakça kısım. 2. anatomi lop. 3. kulakmemesi.
lobed leaf
botanik oymalı yaprak.
lobelia
lo.be.lia lobil'yı isim, botanik lobelya.
lobster
lob.ster lab'stır isim ıstakoz.
local call
şehir içi konuşma.
local color
güzel sanatlar, edebiyat yöresel özellikler.
local government
yerel yönetim.
local
lo.cal lo'kıl sıfat 1. yerel, yöresel, mahalli. 2. dar, sınırlı. 3. tıbbi lokal.
locale
lo.cale lokäl' isim (bir olayın geçtiği) yer.
localise
lo.cal.ise lo'kılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız localize
locality
lo.cal.i.ty lokäl'ıti isim yer, mevki, mahal.
localization
lo.cal.i.za.tion lokılîzey'şın isim 1. lokalizasyon, -in (belirli bir yerden) çıkmasını önleme. 2. lokalizasyon, in yerini tayin etme/saptama.
localize
lo.cal.ize lo'kılayz fiil 1. -i lokalize etmek, -in (belirli bir yerden) çıkmasını önlemek. 2. -in yerini tayin etmek/saptamak, -i lokalize etmek.
locate
lo.cate lo'keyt fiil 1. (bir yerde) iskân etmek, yerleştirmek. 2. yerini saptamak, yerini keşfetmek.
location
lo.ca.tion lokey'şın isim 1. yer, mahal, konum, mevki. 2. yerini saptama.
locative
loc.a.tive lak'ıtîv sıfat, dilbilgisi -de halindeki. isim -de halindeki sözcük.
loch
loch lak isim, İskoçya 1. göl. 2. körfez, haliç.
lock in
kilitlemek, üzerine kapıyı kilitlemek. 776
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lock out
dışarıda bırakmak. 2. lokavt yapmak.
lock up
kilit altında saklamak. 2. hapsetmek. 3. (parayı) bağlamak, yatırmak. 4. bilgisayar kilitlenmek.
lock
lock lak fiil 1. kilitlemek; kilitlenmek. 2. birbirine geçmek, kenetlenmek. 3. bilgisayar kilitlenmek.
lock, stock and barrel
baştan başa, tamamen.
locker room
sporcuların elbise ve aletleri için dolaplı oda, soyunma odası.
locker
lock.er lak'ır isim 1. kilitli çekmece veya dolap. 2. denizcilikle ilgili dolap, ambar.
locket
lock.et lak'ît isim madalyon.
lockjaw
lock.jaw lak'cô isim, konuşma dili tetanos, kazıklıhumma.
locknut
lock.nut lak'n^t isim emniyet somunu, kilit somunu.
lockout
lock.out lak'aut isim lokavt.
locksmith
lock.smith lak'smîth isim çilingir.
lockup
lock.up lak'^p isim, konuşma dili tutukevi, dam.
loco
lo.co lo'ko sıfat, argo deli, çılgın.
locomobile
lo.co.mo.bile lokımobil' isim lokomobil.
locomotion
lo.co.mo.tion lokımo'şın isim hareket.
locomotive
lo.co.mo.tive lokımo'tîv sıfat 1. harekete ait. 2. hareket edebilen. 3. hareket ettiren. isim lokomotif.
locus
lo.cus lo'kıs isim (loci) yer, mahal, konum, mevki.
locust bean
keçiboynuzu.
locust
lo.cust lo'kıst isim 1. çekirge. 2. ağustosböceği. 3. akasya, yalancı akasya, salkımağacı.
locution
lo.cu.tion lokyu'şın isim 1. anlatış tarzı. 2. deyim, tabir.
lode
lode lod isim maden damarı.
lodestar
load.star lod'star isim 1. Çobanyıldızı. 2. Kutupyıldızı. 3. yol gösterici rehber veya ilke.
lodge
lodge lac isim 1. tekke. 2. mason locası. 3. ufak ev. 4. kapıcı veya bahçıvan kulübesi. 5. tatil evi. 6. hayvan ini.
lodger
lodg.erisim 1. misafir. 2. kiracı.
lodging house
kiralık odaları olan ev, pansiyon. 777
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lodging
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lodg.ing lac'îng isim 1. geçici konut. 2. çoğul pansiyon. 3. kiralık oda.
loess
lo.ess low'es, les isim, jeoloji lös.
loft
loft lôft isim 1. tavanarası. 2. tavanarası odası. 3. güvercinlik. 4. samanlık. 5. kilise balkonu.
lofty
loft.y lôf'ti sıfat 1. yüksek, yüce. 2. azametli, çalımlı.
log cabin
kütüklerden yapılmış kulübe.
log in to
bilgisayar (-e) girmek.
log in
bilgisayar (-e) girmek.
log off
bilgisayar -i sonlandırmak.
log on to
bilgisayar (-e) girmek.
log on
bilgisayar (-e) girmek.
log
log lôg isim 1. kütük, ağaç gövdesi. 2. denizcilikle ilgili parakete. 3. denizcilikle ilgili qurnal, gemi qurnalı.
logarithm
log.a.rithm lag'ırîdhım, lôg'ırîdhım isim, matematik logaritma.
logbook
log.book lôg'bûk isim gemi qurnalı.
loge
loge loq isim loca, tiyatro locası.
loggerhead
log.ger.head lôg'ırhed isim Atlantik Okyanusu'na özgü çok iri denizkaplumbağası.
logic
log.ic lac'îk isim mantık ilmi, mantık, eseme.
logical
log.i.calsıfat 1. mantıksal. 2. mantıklı, esemeli.
logically
log.i.cal.lyzarf mantığa göre, mantıklı olarak.
logician
lo.gi.cian locîş'ın isim mantıkçı.
logistics
lo.gis.tics locîs'tîks isim loqistik.
logo
lo.go lo'go isim logo.
logos
lo.gos lo'gas, lo'gos isim logos, deyi.
loin
loin loyn isim 1. bel. 2. fileto.
loincloth
loin.clothisim peştamal.
loiter
loi.ter loy'tır fiil yolda oyalanmak, aylakça dolaşmak.
loiterer
loi.ter.erisim aylakça dolaşan kimse.
loitering
loi.ter.ingisim aylak aylak dolaşma.
778
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük loll
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
loll lal fiil 1. iş yapmadan dolaşmak, sallanmak. 2. out (dil) ağzından dışarı sarkmak; (dilini) ağzından dışarı sarkıtmak. 3. away (zamanı) tembelce geçirmek.
lollipop
lol.li.pop lal'ipap isim lolipop; saplı şeker.
Lombardy poplar
karakavak.
Lombardy
Lom.bar.dy lam'bardi isim Lombardiya.
London pride
botanik taşkıran.
London
Lon.don l^n'dın isim Londra.
lone wolf
yalnızlığı seven kimse.
lone
lone lon sıfat tek, yalnız.
loneliness
lone.li.nessisim yalnızlık, kimsesizlik.
lonely
lone.ly lon'li sıfat 1. yalnız, kimsesiz. 2. ıssız, tenha.
loner
lon.er lo'nır isim yalnızlığı seven kimse.
lonesome
lone.some lon'sım sıfat yalnız, yapayalnız.
long after a friend
bir dostun özlemini çekmek.
long distance call
şehirlerarası konuşma; milletlerarası konuşma.
long for
-i özlemek.
long hours
uzun çalışma saatleri.
long johns
konuşma dili uzun paçalı don.
long jump
uzun atlama.
long since
çok zaman önce. 2. çoktan beri.
Long time no see!
Epeydir görüşemedik!
long
long lông sıfat 1. uzun: a long corridor uzun bir koridor. 2. uzun süren, yorucu: What a long speech! Ne uzun bir konuşma! zarf çok, uzun zaman: The meeting won't last long. Toplantı uzun sürmez. She left here long ago. Buradan çok zaman önce gitti.
long-distance
long-dis.tance lông'dîs'tıns sıfat 1. uzun mesafeli. 2. şehirlerarası, uluslararası (telefon konuşması).
long-drawn-out
long-drawn-out lông'drôn'aut sıfat çok uzun süren.
longevity
lon.gev.i.ty lôncev'ıti isim uzun ömürlülük.
longhand
long.hand lông'händ isim el yazısı.
longing
long.ingisim özlem, hasret.
longitude
lon.gi.tude lan'cıtud isim boylam. 779
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
long-lived
long-lived lông'layvd', lông'lîvd' sıfat uzun ömürlü.
long-playing record
uzunçalar, longpley.
long-playing
long-play.ing lông'pley'îng sıfat uzun devirli (plak).
long-range plans
uzun vadeli planlar.
long-range
long-range lông'reync' sıfat uzun menzilli (top).
long-sighted
long-sight.ed lông'saytîd sıfat uzağı gören.
long-suffering
long-suf.fer.ing lông's^f'ırîng sıfat sabırlı.
long-term
long-term lông'tırm' sıfat uzun vadeli.
long-winded
long-wind.ed lông'wîn'dîd sıfat sözü bitmez.
loo
loo lu isim yüznumara, hela.
look about
etrafına bakmak, bakınmak.
look after
-e bakmak, -i gözetmek, ile ilgilenmek.
look ahead
ileriye bakmak.
look alive
acele etmek.
look around for
-i araştırmak.
look around
-i araştırmak.
look at someone askance
birine yan bakmak.
look at something in perspective
bir şeye geniş bir açıdan bakmak.
look back
geriye bakmak. 2. geçmişe bakmak, geçmişi düşünmek.
Look before you leap.
Düşüncesizce iş görmeyin.
look daggers at someone
birine öfke ile bakmak.
look daggers
kötü kötü bakmak; kaşlarını çatmak.
look down on
-i hor görmek, -e tepeden bakmak.
look down one's nose at
-i hor görmek.
look for a needle in a haystack
saman yığınında iğne aramak, olanaksız şeyi bulmaya çalışmak.
look for
-i aramak. 2. -i beklemek.
look forward to
-i dört gözle beklemek, -i sabırsızlıkla beklemek, -i iple çekmek; -e can atmak.
Look here!
Bana bak!
Look here.
Buraya bak./Baksana.
look in on
kısa bir ziyaret yapmak.
look into
-i araştırmak, -i soruşturmak, -i incelemek. 780
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
look kindly upon
-i hoş görmek/karşılamak.
look like
-e benzemek, -cek gibi olmak: It looks like rain. Yağmur yağacağa benziyor.
Look lively!
Acele et!/Çabuk ol!
look on the bright side
iyimser olmaya çalışmak.
look on
bakıp durmak, seyretmek. 2. başkası ile aynı kitaptan okumak.
look onto
-e bakmak, -e nazır olmak.
Look out for number one.
Kendi çıkarına bak.
look out
-den dışarı bakmak. 2. sakınmak. 3. for -e dikkat etmek, -i gözetmek.
look over
-i incelemek, -e göz gezdirmek, -i yoklamak.
look sharp
konuşma dili (biri) şık olmak. You're looking sharp today. Bugün şıksın. 2. dikkatli olmak.
look someone in the face
utanmayarak veya cesaretle birinin yüzüne bakmak.
look the other way
görmezlikten gelmek.
look the worse for wear
konuşma dili pek iyi bir halde olmamak, pek iyi gözükmemek: You look the worse for wear today. Bugün seni pek iyi görmüyorum.
look through
-den bakmak. 2. -i gözden geçirmek, -i incelemek.
Look to your manners!
Davranışlarına dikkat et!/Kendine gel!
look up to
-e saygı göstermek. 2. -e hayranlık duymak; -i örnek almak.
look up
gözleri yukarı dikmek. 2. -i aramak, -e bakmak. 3. -i ziyaret etmek, -i yoklamak. 4. iyileşmek, düzelmek.
look
look lûk fiil 1. bakmak. 2. görünmek, gözükmek: He looks ill. Hasta görünüyor. isim 1. bakış, bakma, nazar. 2. görünüş. 3. ifade, yüz ifadesi.
looking-glass
look.ing-glass lûk'îng.gläs sıfat 1. ters yönde olan. 2. karmakarışık.
lookout
look.out lûk'aut isim 1. gözetleme yeri, gözleği. 2. gözetleme; gözleme.
look-see
look-see lûk'si isim, konuşma dili bakma.
loom large in
-de çok önem taşımak. 781
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
loom
loom lum fiil hayal gibi belirmek.
loop
loop lup isim 1. ilmik; ilik halkası. 2. havacılık takla. 3. bilgisayar döngü. 4. elektrik kapalı devre.
loophole
loop.hole lup'hol isim 1. kaçamak, kaçamak noktası. 2. mazgal deliği, mazgal.
loose ends
yarım kalmış işler.
loose
loose lus sıfat 1. gevşek. 2. dağınık, seyrek. 3. serbest, aslından uzak (çeviri, yorum v.b.). 4. bol, dökümlü (giysi). 5. sallanan (diş). 6. yumuşak (öksürük). 7. serbest, hafifmeşrep.
loose-leaf
loose-leafsıfat sayfaları çıkarılıp tekrar takılabilen (kitap, defter).
loosely made
bol yapılmış, gevşek örülmüş (elbise).
loosely
loose.lyzarf gevşek, gevşek bir biçimde.
loot
loot lut isim 1. ganimet. 2. yağma. 3. argo para. fiil yağma etmek.
lop
lop lap fiil (lopped, lopping) 1. (ağacın dallarını) kesmek, budamak. 2. off -i kesip düşürmek; -i kaldırmak.
lope
lope lop fiil (hayvan) uzun adımlarla koşmak. isim uzun adımlarla koşma.
lopsided
lop.sid.ed lap'say'dîd sıfat 1. bir yana eğik. 2. orantısız.
loquacious
lo.jua.cious lokwey'şıs sıfat konuşkan, dilli.
loquat
lo.juat lo'kwat isim maltaeriği, yenidünya.
lord it over someone
gururlu davranmak, kibirlilik göstermek, amirane tavır takınmak.
lord
lord lôrd isim 1. efendi, sahip, mal sahibi. 2. hâkim, hükümdar. 3. lord. 4. büyük harf ile Rab, Allah, Tanrı. 5. büyük harf ile Hz.İsa. fiil lord payesi vermek.
lordly
lord.ly lôrd'li sıfat 1. amirane, lordvari, lorda yaraşır. 2. gururlu.
lore
lore lôr isim ilim, bilgi, irfan (özellikle eski zaman bilgileri).
782
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lorry
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lor.ry lôr'i isim 1. İngiliz İngilizcesi kamyon. 2. alçak, yanları açık ve dört tekerlekli yük arabası.
lose count
hesabını şaşırmak; of -in sayısını hatırlamamak.
lose face
rezil olmak; itibarını kaybetmek; itibarı zedelenmek.
lose ground
askeri (savaşta) toprak kaybetmek. 2. (hasta) kötüye gitmek/kötüleşmek. 3. (herhangi bir uğraşıda) yenilgiye uğramak, yenilmek.
lose one's appetite
iştahı kesilmek.
lose one's balance
dengesini kaybetmek.
lose one's bearings
şaşırmak, pusulayı şaşırmak.
lose one's footing
ayağı kaymak, ayağı sürçmek.
lose one's head
kendinden geçmek, aklı başından gitmek.
lose one's life
hayatını kaybetmek.
lose one's marbles
aklını kaçırmak.
lose one's mind
aklını kaçırmak/oynatmak.
lose one's nerve
cesaretini kaybetmek.
lose one's reason
aklı başından gitmek.
lose one's seat
yerini kaybetmek.
lose one's shirt
konuşma dili meteliksiz kalmak.
lose one's stake
(kumarda) koyduğu parayı kaybetmek.
lose one's temper
öfkeye kapılmak, soğuk kanlılığını yitirmek, itidalini kaybetmek..
lose one's way
yolunu şaşırmak.
lose oneself in
-e dalmak.
lose oneself
kendini kaybetmek, kendinden geçmek.
lose out on
-i kaybetmek.
lose sight of
(birini/bir hayvanı) gözden kaybetmek. 2. -i unutmak.
lose the toss
yazı turada kaybetmek.
lose track of
(bir şeyi) aklında tutmamak. 2. (bir şeye) dikkat etmemek, (bir şeyi) takip etmemek; (birinin) izini kaybetmek.
lose weight
kilo vermek, zayıflamak.
lose
lose luz fiil (lost) 1. yitirmek, kaybetmek. 2. kaçırmak, elden kaçırmak. 3. şaşırmak. 4. (saat) geri kalmak. 5. 783
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yenilmek, kaybetmek: "Did your team win?" "No, it lost." "Sizin takım kazandı mı?" "Hayır, kaybetti." loser
los.er lu'zır isim 1. kaybeden kimse. 2. zarar eden kimse.
losing
los.ing lu'zîng sıfat kazançlı olmayan, zarar gören.
löss
löss les, lıs isim bakınız loess
loss
loss lôs isim 1. zarar, ziyan, hasar. 2. kayıp.
lost cause
kaybedilmiş dava, ümitsiz dava.
lost in
-e tamamen dalmış, -e dalıp gitmiş.
lost
lost lôst fiil bakınız lose sıfat 1. kaybolmuş, kayıp; kaybedilmiş. 2. boşa gitmiş (zaman). 3. harap olmuş. 4. yolunu şaşırmış, kaybolmuş.
lot
lot lat isim 1. kısmet, kader, talih. 2. kura. 3. arazi parçası. 4. hisse, pay. 5. kısım, parça. 6. ticaret (mal) parti.
lotion
lo.tion lo'şın isim losyon.
lottery
lot.ter.y lat'ıri isim piyango.
lotus
lo.tus lo'tıs isim nilüfer, lotus.
loud
loud laud sıfat 1. yüksek (ses). 2. gürültülü, patırtılı. 3. çok parlak, çiğ, cart (renk). zarf 1. yüksek sesle. 2. gürültüyle.
loudly
loud.lyzarf 1. yüksek sesle. 2. gürültüyle.
loudmouthed
loud.mouthedsıfat ağzı kalabalık.
loudspeaker
loud.speak.erisim hoparlör.
loud-voiced
loud-voicedsıfat yüksek sesli.
lough
lough lah isim, İskoçya 1. göl. 2. körfez, haliç.
lounge away
(zamanı) tembelce geçirmek.
lounge suit
İngiliz İngilizcesi takım elbise.
lounge
lounge launc fiil 1. tembelce uzanmak, yayılıp oturmak. 2. aylaklık etmek, aylakça vakit geçirmek. isim 1. lobi; fuaye. 2. (okul veya işyerinde) oturma salonu. 3. İngiliz İngilizcesi (evde) oturma odası/salonu. 4. İngiliz İngilizcesi kanepe.
lounger
loungerisim tembelce yaşayan kimse, aylak. 784
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
louse
louse laus isim (lice) bit.
lousy
lous.y lau'zi sıfat 1. bitli. 2. argo kötü. 3. argo alçak, iğrenç.
lout
lout laut isim kaba adam, hırbo.
love affair
aşk macerası, macera.
love letter
aşk mektubu.
love potion
aşk iksiri.
love seat
iki kişilik kanepe.
love story
aşk hikâyesi.
love vine
botanik küsküt, şeytansaçı.
love
love l^v fiil sevmek, âşık olmak. isim 1. sevgi. 2. sevi, aşk. 3. sevgili. 4. tenis sıfır.
lovebird
love.bird l^v'bırd isim muhabbetkuşu.
lovely
love.ly l^v'li sıfat güzel, hoş, sevimli.
lover of art
sanat âşığı.
lover
lov.er l^v'ır isim âşık, sevgili, yâr, dost.
lovesick
love.sick l^v'sîk sıfat aşk hastası, sevdalı.
loving
lov.ing l^v'îng sıfat 1. seven. 2. sevecen, müşfik.
loving-kindness
lov.ing-kind.nessisim şefkat.
lovingly
lov.ing.lyzarf sevgi ile.
low frequency
alçak frekans.
low gear
birinci vites.
low hurdles
alçak engel. 2. alçak engelli 288 metrelik koşu.
low life
yoksulluk.
low pressure
alçak basınç.
low price
düşük fiyat.
low relief
hafif kabartma.
low tide
denizin alçalmış olması, denizin alçalmış hali. 2. deniz alçalmış olduğu zaman.
low
low lo fiil böğürmek. isim böğürme.
lowbrow
low.brow lo'brau isim hiç entelektüel olmayan kimse. sıfat hiç entelektüel olmayanlara hitap eden; hiç entelektüel olmayan birine uygun.
785
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lowdown
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
low.down lo'daun isim, konuşma dili hakikat, işin içyüzü.
low-down
low-down lo'daun' sıfat, konuşma dili 1. alçak, ahlaksız. 2. alçakça yapılan.
lower case
küçük harf, minüskül.
lower deck
ikinci güverte, tavlun.
lower
low.er lo'wır fiil 1. indirmek; inmek. 2. azaltmak, eksiltmek, alçaltmak; azalmak, eksilmek, alçalmak. 3. (gurur) kırmak; alçaltmak. 4. zayıflatmak. 5. (güneş) batmak. sıfat, zarf 1. daha aşağı. 2. daha alçak.
lower-class
low.er-class lo'wır.kläs sıfat (toplumdaki) alt sınıfa ait.
lowermost
low.er.mostsıfat en aşağı, en alt, en aşağıdaki.
lowland
low.land lo'lınd, lo'länd isim genellikle çoğul düz arazi, ova. sıfat ovaya özgü.
lowliness
low.li.nessisim alçakgönüllülük.
lowly
low.ly lo'li sıfat 1. rütbe veya mevkice aşağı. 2. alçakgönüllü. zarf ikinci derecede, aşağı.
lownecked
low.necked lo'nekt' sıfat açık yakalı (elbise), dekolte.
lowpitched
low.pitched lo'pîçt' sıfat 1. pes sesli. 2. heyecansız. 3. az eğimli (çatı).
low-rise
low-rise lo'rayz sıfat asansörsüz ve alçak (bina).
low-spirited
low-spir.it.ed lo'spîr'îtîd sıfat neşesiz, keyifsiz, üzgün.
low-water mark
alçak su seviyesi işareti. 2. bir şeyin en alçak veya en düşük noktası.
low-water
low-wa.ter lo'wôtır sıfat bakınız low-water mark
loyal
loy.al loy'ıl sıfat sadık, vefalı.
loyally
loy.al.lyzarf sadakatle.
loyalty
loy.al.tyisim sadakat, vefa, bağlılık.
lozenge
loz.enge laz'înc isim 1. pastil. 2. eşkenar dörtgen.
LP
LP el'pi' isim uzunçalar, longpley.
lube oil
bakınız lubricating oil
lube
lube lub isim bakınız lube oil
lubricant
lu.bri.cantisim yağlayıcı madde.
lubricate
lu.bri.cate lu'brıkeyt fiil yağlamak. 786
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lubricating oil
makine yağı, motor yağı.
lubrication
lu.bri.ca.tionisim yağlama.
lubricator
lu.bri.ca.torisim 1. yağ pompası, gresör. 2. yağlayıcı madde. 3. yağlama işi yapan kimse.
lucid
lu.cid lu'sîd sıfat 1. kolay anlaşılır, açık. 2. aklı başında. 3. duru, berrak. 4. şeffaf.
lucidity
lu.cid.i.tyisim 1. açıklık. 2. berraklık. 3. sağduyu.
lucidness
lu.cid.nessisim 1. açıklık. 2. berraklık. 3. sağduyu.
luck
luck l^k isim 1. talih, şans, baht. 2. uğur, yom.
luckily
luck.i.ly l^k'ıli zarf çok şükür, talihine, bereket versin ki.
luckless
luck.lesssıfat talihsiz, şanssız.
lucky day
uğurlu gün.
lucky dog
talihli adam.
Lucky dog!
Şanslı kerata!
lucky
luck.y l^k'i sıfat 1. talihli, şanslı. 2. uğurlu.
lucrative
lu.cra.tive lu'krıtîv sıfat kârlı, kazançlı, yararlı.
ludicrous
lu.di.crous lu'dıkrıs sıfat 1. gülünç, güldürücü, komik. 2. saçma.
lug
lug l^g fiil (lugged, lugging) 1. çekmek, sürüklemek. 2. güçlükle taşımak.
luggage rack
bagaj rafı.
luggage van
İngiliz İngilizcesi eşya vagonu.
luggage
lug.gage l^g'îc isim bagaq, eşya.
lugubrious
lu.gu.bri.ous lûgu'briyıs sıfat mahzun, kederli.
lukewarm
luke.warm luk'wôrm' sıfat 1. ılık. 2. soğuk, kayıtsız.
lukewarmness
luke.warm.nessisim 1. ılıklık. 2. kayıtsızlık.
lull someone into a false sense of security birine sahte bir güven duygusu vermek. lull someone to sleep
ninni söyleyerek uyutmak.
lull
lull l^l fiil 1. yatıştırmak. 2. (fırtına, rüzgâr v.b.) dinmek. 3. (konuşmada) geçici bir sessizlik olmak. isim 1. geçici bir durulma/dinme. 2. durgunluk, kesatlık.
lullaby
lull.a.by l^l'ıbay isim ninni.
787
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lulu
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lu.lu lu'lu isim, konuşma dili 1. fevkalade bir gaf/falso. 2. facia, felaket, püsküllü bela: She's a real lulu. Tam bir facia.
lumbago
lum.ba.go l^mbey'go isim, tıbbi bel ağrısı, lumbago.
lumber mill
kereste kesme yeri.
lumber
lum.ber l^m'bır fiil hantal hantal yürümek.
lumberjack
lum.ber.jackisim ormanda ağaç kesen kimse.
lumberyard
lum.ber.yardisim kereste deposu.
luminary
lu.mi.nar.y lu'mıneri isim 1. ışık veren cisim (özellikle güneş ve ay). 2. (belirli bir meslekte) şöhret, önde gelen kişi.
luminescence
lu.mi.nes.cence lumınes'ıns isim gazışı, lüminesans; ışıldama, ışıltı.
luminescent paint
fosforlu boya.
luminescent
lu.mi.nes.cent lumınes'ınt sıfat gazışıl; ışıldayan.
luminous paint
fosforlu boya.
luminous
lu.mi.nous lu'mınıs sıfat 1. (fosforlu boya gibi) karanlıkta ışık saçan/ışıldayan. 2. çok aydınlık, ışık dolu.
lump sugar
kesmeşeker.
lump sum
bir defada yapılan ödeme, toptan ödenen para.
lump
lump l^mp isim 1. parça, topak, yumru. 2. küme, öbek. 3. şiş. 4. yığın, toptan şey. 5. hantal kimse; abullabut kimse. fiil 1. yığmak. 2. bir araya toplamak. 3. hantal hantal dolaşmak.
lumpen proletarian
lümpen proleter.
lumpen proletariat
lümpen proletarya.
lumpen
lum.pen lûm'pın sıfat lümpen.
lumpy
lumpysıfat yumrulu, yumru yumru, topak topak.
lunacy
lu.na.cy lu'nısi isim delilik, cinnet.
lunar eclipse
ay tutulması.
lunar month
kameri ay.
lunar year
ay yılı.
lunar
lu.nar lu'nır sıfat aya ait, ay. 788
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lunatic fringe
(siyasal, toplumsal veya dinsel bir gruptaki) fanatikler.
lunatic
lu.na.tic lu'nıtîk sıfat 1. deli, çılgın. 2. delice, çılgınca. isim deli.
lunch counter
büfe.
lunch hour
öğle tatili.
lunch
lunch l^nç isim öğle yemeği. fiil öğle yemeği yemek veya yedirmek.
luncheon
lunch.eon l^n'çın isim öğle yemeği. fiil öğle yemeği yemek.
lung
lung l^ng isim akciğer, ciğer.
lunge
lunge l^nc isim 1. (kılıç ile) hamle. 2. hamle. fiil 1. at (kılıç ile) -e doğru hamle etmek. 2. hamle etmek.
lungs
lungsisim, çoğul akciğer.
lupine
lu.pine lu'pîn isim acıbakla, yahudibaklası.
lupus
lu.pus lu'pıs isim deri veremi.
lurch
lurch lırç isim bakınız leave someone in the lurch
lure
lure lûr isim 1. yem. 2. cazibe; tuzak. fiil cezbetmek, çekmek, ayartmak.
lurid
lu.rid lûr'îd sıfat 1. korkunç, dehşetli, heyecan uyandıran. 2. donuk, uçuk renkli. 3. parlak, renkli.
lurk
lurk lırk fiil 1. in -de gizlenmek. 2. in -de saklı olmak, de gizli olmak. 3. about/around gizli gizli dolaşmak.
luscious
lus.cious l^ş'ıs sıfat 1. pek tatlı, çok lezzetli. 2. fazla tatlı. 3. zevki okşayan.
lush
lush l^ş isim, argo ayyaş. fiil 1. içki içmek. 2. (içki) içmek.
lust
lust l^st isim 1. şehvet. 2. çok güçlü ve karşı konulmaz arzu. fiil for/after -i şehvetle arzu etmek.
luster
lus.ter l^s'tır isim 1. parlaklık, parıltı. 2. cila. 3. şaşaa, göz alıcılık. 4. şöhret.
lustful
lust.ful l^st'fıl sıfat şehvet dolu, şehvetli.
lustre
lus.tre l^s'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız luster
lustrous
lus.trous l^s'trıs sıfat parlak.
789
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük lusty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lust.y l^s'ti sıfat 1. sağlam, dinç, canlı, gürbüz. 2. kuvvetli.
lutanist
lutanistisim lavtacı.
lute
lute lut isim lök, lökün.
Lutheran
Lu.ther.an lu'thırın sıfat, isim Lüteriyen.
luting
lut.ing lu'tîng isim lök, lökün.
lutist
lutistisim lavtacı.
luxate
lux.ate l^k'seyt fiil eklemden çıkarmak; yerinden çıkarmak; burkmak.
Luxembourg
Lux.em.bourg l^k'sımbırg isim Lüksemburg.
Luxembourger
isim Lüksemburglu.
Luxembourgian
Lux.em.bourg.i.an l^k'sımbır'giyın sıfat Lüksemburg, Lüksemburg'a özgü.
Luxemburg
Lux.em.burg l^k'sımbırg isim bakınız Luxembourg
Luxemburgian
Lux.em.burg.i.an l^k'sımbır'giyın sıfat bakınız Luxembourgian
luxmeter
lux.me.ter l^ks'mitır isim lüksmetre, aydınlıkölçer.
luxometer
lux.om.e.ter lıksam'ıtır isim lüksmetre, aydınlıkölçer.
luxuriant
lux.u.ri.ant l^gqûr'iyınt, l^kşûr'iyınt sıfat 1. bereketli, çok bol. 2. çok süslü.
luxuriate
lux.u.ri.ate l^gqûr'iyeyt, l^kşûr'iyeyt fiil 1. lüks içinde yaşamak. 2. in -den pek çok zevk almak, -den tat almak. 3. in -in zevkini çıkarmak, -in tadını çıkarmak. 4. iyi yetişmek/gelişmek.
luxurious
lux.u.ri.ous l^gqûr'iyıs, l^kşûr'iyıs sıfat 1. lüks. 2. zevk verici, çok rahat.
luxury
lux.u.ry l^k'şıri, l^g'qıri isim lüks şey, lüks. sıfat lüks.
lye
lye lay isim küllü su, boğada suyu.
lying
ly.ing lay'îng isim yalan söyleme, yalancılık.
lymph node
lenf boğumu, akkan düğümü.
lymph
lymph lîmf isim lenf, lenfa, akkan.
lymphatic
lym.phat.ic lîmfät'îk sıfat 1. lenfatik. 2. ağır kanlı, uyuşuk.
lymphatism
lym.pha.tism lîm'fıtîzım isim, tıbbi lenfatizm. 790
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
lymphocyte
lym.pho.cyte lîm'fısayt isim, biyoloji lenfosit.
lymphoduct
lym.pho.duct lîm'fıd^kt isim, anatomi lenf damarı.
lynch law
linç kanunu.
lynch
lynch lînç fiil linç etmek.
lynx
lynx lîngks isim vaşak.
lyre
lyre layr isim, müzik lir.
lyric
lyr.ic lîr'îk sıfat lirik. isim lirik şiir.
lyrical
lyr.i.calsıfat lirik.
M
MM, Romen rakamları dizisinde 7444 sayısı.
M.A.
M.A. em'ey' kısaltma Master of Arts
M.C.
M.C. em'si' kısaltma Master of Ceremonies
M.D.
M.D. em'di' kısaltma Doctor of Medicine
M.P.
M.P. em'pi' kısaltma «Member of Parliament» Military Police Military Policeman Military Policewoman
M.S.
M.S. em'es' kısaltma Master of Science
ma
ma ma isim, konuşma dili anne.
ma'am
ma'am mäm isim madam, efendim, hanımefendi (Bir cevap veya cümle sonunda kullanılır.)
macaber
ma.ca.ber mıka'bır sıfat 1. ölümü hatırlatan. 2. dehşetli, korkunç.
macabre
ma.ca.bre mıka'bır sıfat 1. ölümü hatırlatan. 2. dehşetli, korkunç.
macadam
mac.ad.am mıkäd'ım isim makadam, şose.
macadamise
mac.ad.am.ise mıkäd'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız macadamize
macadamize
mac.ad.am.ize mıkäd'ımayz fiil makadam yöntemi ile şose yapmak.
macaroni and cheese
fırında makarna.
macaroni
mac.a.ro.ni mäkıro'ni isim düdük makarnası.
macaroon
mac.a.roon mäkırun' isim 1. koko. 2. acıbadem kurabiyesi.
mace
mace meys isim 1. ortaçağda kullanılan ağır topuz. 2. süslü asa.
Macedonia
Mac.e.do.ni.a mäsıdo'niyı isim Makedonya. 791
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Macedonian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim 1. Makedonyalı. 2. Makedonca. sıfat 1. Makedonya, Makedonya'ya özgü. 2. Makedonca. 3. Makedonyalı.
macfarlane
mac.far.lane mıkfar'lîn isim makferlan.
machete
ma.chet.e mışet'i isim büyük bir çeşit bıçak.
machinate
mach.i.nate mäk'ıneyt fiil düzenbazlık etmek, dolap çevirmek, entrika çevirmek.
machination
mach.i.na.tionisim genellikle çoğul entrika, dolap.
machine gun
makineli tüfek, makineli, mitralyöz.
machine oil
makine yağı.
machine shop
makine atölyesi. 2. tornacı dükkanı.
machine
ma.chine mışin' isim 1. makine. 2. motorlu araç. 3. mekanizma. 4. politika çarkı. sıfat 1. makineyle ilgili. 2. makine ile yapılmış. fiil makine ile yapmak veya şekil vermek.
machine-made
ma.chine-madesıfat makine işi.
machinery
ma.chin.er.y mışi'nıri, mışin'ri isim 1. makineler. 2. makine aksamı. 3. mekanizma, sistem, düzenek.
machinist
ma.chin.ist mışi'nîst isim makinist.
mackerel
mack.er.el mäk'ırıl isim uskumru.
mackintosh
mack.in.tosh mäk'ıntaş isim yağmurluk.
macramé
mac.ra.mé mäk'rımey isim makrame.
macro-
macro-önek makro-, büyük.
macrocephalic
mac.ro.ce.phal.ic mäkrosıfäl'îk sıfat bakınız macrocephalous
macrocephalous
mac.ro.ceph.a.lous mäkrosef'ılıs sıfat makrosefal.
macrocephalus
mac.ro.ceph.a.lus mäkrosef'ılıs isim (macrocephali) makrosefal.
macrocephaly
mac.ro.ceph.a.ly mäkrosef'ıli isim makrosefali.
macroeconomics
mac.ro.e.co.nom.ics mäkro.ikınam'îks isim makroiktisat.
mad as a hatter
zırdeli.
mad as a March hare
zırdeli.
792
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mad
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mad mäd sıfat (madder, maddest) 1. deli. 2. çılgın. 3. konuşma dili çok kızmış, kudurmuş. 4. kuduz. 5. delice, deli gibi.
Madagascan
Mad.a.gas.can mädıgäs'kın isim Madagaskarlı. sıfat 1. Madagaskar, Madagaskar'a özgü. 2. Madagaskarlı.
Madagascar
Mad.a.gas.car mädıgäs'kır isim Madagaskar.
Madagascarian
Mad.a.gas.car.i.an mädıgäsker'iyın sıfat 1. Madagaskar, Madagaskar'a özgü. 2. Madagaskarlı.
madam
mad.am mäd'ım isim 1. bayan, madam. 2. hanımefendi. 3. genelev işleten kadın, mama, çaça.
Madame
Ma.dame mıdäm' isim (Mesdames) Madam.
madcap
mad.cap mäd'käp sıfat delişmen, ele avuca sığmaz.
madden
mad.den mäd'ın fiil 1. delirtmek; delirmek. 2. sinirlendirmek.
maddening
mad.den.ingsıfat 1. çıldırtıcı, delirtici. 2. sinirlendirici, can sıkıcı.
madder
mad.der mäd'ır isim 1. botanik kökboyası, kökboya, kızılkök. 2. kökboyası, kökboya, kökkırmızısı, alizarin.
made to measure
ısmarlama yapılmış (elbise).
made
made meyd fiil bakınız make sıfat yapılmış: made of wood ağaçtan yapılmış.
made-to-order
made-to-or.der meyd'tuwôr'dır sıfat ısmarlama.
made-up
made-up meyd'^p' sıfat 1. uydurma. 2. makyajlı.
madhouse
mad.house mäd'haus isim tımarhane.
madly
mad.lyzarf delice.
madman
mad.man mäd'män isim (madmen) deli.
madness
mad.nessisim delilik.
madrigal
mad.ri.gal mäd'rıgıl isim, müzik madrigal.
madrona apple
kocayemiş.
madrona
ma.dro.na mıdro'nı isim kocayemiş ağacı.
magazine
mag.a.zine mägızin' isim 1. dergi, magazin, mecmua. 2. depo. 3. cephanelik. 4. şarjör.
maggot
mag.got mäg'ıt isim kurt, kurtçuk, larva.
maggoty
mag.got.ysıfat kurtlu. 793
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
magic marker
keçeli kalem.
magic wand
sihirli değnek.
magic
mag.ic mäc'îk isim 1. sihirbazlık. 2. sihir, büyü. 3. gözbağcılık, hokkabazlık. sıfat 1. sihirle ilgili, büyücülükte kullanılan. 2. sihirli, büyülü.
magical
mag.ic.alsıfat büyü gibi, sihirle ilgili.
magically
mag.ic.al.lyzarf büyülü bir şekilde, büyüleyerek.
magician
ma.gi.cian mıcîş'ın isim 1. sihirbaz, büyücü. 2. gözbağcı, hokkabaz.
magistracy
mag.is.tra.cy mäc'îstrısi isim 1. yargıçlık, hâkimlik. 2. yargıçlar, hâkimler. 3. bir yargıcın nüfuz bölgesi.
magistrate
mag.is.trate mäc'îstreyt isim sulh yargıcı.
magma
mag.ma mäg'mı isim, jeoloji magma.
magnanimity
mag.na.nim.i.ty mägnınîm'ıti isim yüce gönüllülük.
magnanimous
mag.nan.i.mous mägnän'ımıs sıfat yüksek ruhlu, yüce gönüllü.
magnanimously
mag.nan.i.mous.lyzarf cömertçe.
magnate
mag.nate mäg'neyt, mäg'nît isim 1. nüfuzlu kimse. 2. gazetecilik patron. 3. büyük işadamı.
magnesium
mag.ne.si.um mägni'ziyım, mägni'qım isim magnezyum.
magnet
mag.net mäg'nît isim mıknatıs.
magnetic field
manyetik alan.
magnetic needle
pusula iğnesi.
magnetic
mag.net.ic mägnet'îk sıfat manyetik.
magnetism
mag.net.ism mäg'nıtîzım isim manyetizma.
magnetize
mag.net.ize mäg'nıtayz fiil mıknatıslamak.
magneto
mag.ne.to mägni'to isim (magnetos) manyeto.
magnification
mag.ni.fi.ca.tion mägnıfıkey'şın isim büyütme, büyütüm.
magnificence
mag.nif.i.cenceisim ihtişam, görkem.
magnificent
mag.nif.i.cent mägnîf'ısınt sıfat 1. görkemli, ihtişamlı. 2. harika, nefis, fevkalade.
794
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük magnify
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mag.ni.fy mäg'nıfay fiil 1. büyütmek, büyük göstermek. 2. abartmak, büyütmek.
magnifying glass
mag.ni.fy.ing glassbüyüteç.
magnitude
mag.ni.tude mäg'nıtud isim 1. büyüklük, boy. 2. önem. 3. gökbilim kadir.
magnolia
mag.no.li.a mägno'liyı isim manolya.
magnum opus
edebiyat, güzel sanatlar başyapıt, şaheser.
magnum
mag.num mäg'nım sıfat bakınız magnum opus
magpie
mag.pie mäg'pay isim saksağan.
mahaleb cherry
mahlep, kokulukiraz.
mahaleb
ma.ha.leb ma'hıleb isim mahlep, kokulukiraz.
mahogany
ma.hog.a.ny mıhag'ıni isim 1. maun, akaqu (ağaç veya kereste): a mahogany table maun bir masa. 2. maun/akaju rengi.
mahonia
ma.ho.nia mıhon'yı, mıho'niyı isim, botanik mahunya, mahonya.
maid of honor
baş nedime.
maid
maid meyd isim 1. hizmetçi, hizmetçi kadın. 2. evlenmemiş genç kız.
maiden name
bekârlık soyadı, kızlık adı.
maiden
maid.en meyd'ın isim evlenmemiş genç kız. sıfat 1. evlenmemiş (kadın). 2. ilk: maiden effort ilk girişim. maiden voyage (gemi için) ilk sefer.
maidenhair fern
baldırıkara.
maidenhair tree
kızsaçı, gingko.
maidenhair
maid.en.hair meyd'ınher isim baldırıkara.
maidenhead
maid.en.head meyd'ınhed isim bekâret, kızlık.
maidenhood
maid.en.hood meyd'ınhûd isim genç kızlık çağı.
maidservant
maid.ser.vant meyd'sırvınt isim hizmetçi, hizmetçi kadın.
maigre
mai.gre mey'gır isim, zooloji 1. sarıağız. 2. işkine.
mail carrier
postacı.
mail order
posta ile sipariş.
mail route
postacının güzergâhı. 795
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mail train
posta treni.
mail
mail meyl isim zırh.
mailbag
mail.bag meyl'bäg isim 1. postacı çantası. 2. posta torbası.
mailbox
mail.box meyl'baks isim posta kutusu.
mailed fist
saldırı tehdidi, baskı.
mailman
mail.man meyl'män isim (mailmen) postacı.
mail-order house
posta ile sipariş alan mağaza.
maim
maim meym fiil sakat etmek, sakatlamak.
main body
askeri asıl kuvvet.
main deck
denizcilikle ilgili baş güverte.
main dish
baş yemek.
main road
anayol.
Main Street
ana cadde. 2. taşra gelenekleri.
main
main meyn sıfat asıl, esas, başlıca, ana, temel.
mainframe computer
bilgisayar merkezi işlem birimi.
mainland
main.land meyn'länd isim anakara.
mainly
main.lyzarf başlıca, esasen.
mainspring
main.spring meyn'sprîng isim 1. büyük zemberek, ana yay. 2. asıl neden, baş etken.
mainstay
main.stay meyn'stey isim başlıca dayanak.
maintain
main.tain meyn.teyn' fiil 1. sürdürmek, devam ettirmek. 2. korumak: maintain one's reputation şöhretini korumak, adını bozmamak. 3. beslemek, bakmak, geçindirmek: maintain a family aile geçindirmek. 4. makine bakımını sağlamak. 5. iddia etmek: maintain that it is so böyledir diye iddia etmek.
maintenance
main.te.nance meyn'tınıns isim 1. makine bakım. 2. koruma. 3. sürdürme. 4. geçim. 5. nafaka. 6. iddia.
maize
maize meyz isim, İngiliz İngilizcesi mısır.
majestic
ma.jes.tic mıces'tîk sıfat görkemli, şahane, muhteşem, heybetli.
majestically
ma.jes.tic.allyzarf görkemli bir şekilde.
796
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük majesty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
maj.es.ty mäc'îsti isim 1. görkem, haşmet, heybet. 2. büyük harf ile kral veya eşine verilen unvan: Your/His/Her Majesty Maqesteleri, Maqeste, Haşmetmeap.
major general
askeri tümgeneral.
major key
majör perdesi.
major offense
büyük suç.
major premise
mantık büyük önerme.
major premiss
mantık büyük terim.
major term
mantık büyük terim.
major
ma.jor mey'cır isim 1. askeri binbaşı. 2. müzik maqör. 3. (üniversitede) asıl branş.
Majorca
Ma.jor.ca mıcôr'kı isim Mayorka.
Majorcan
isim Mayorkalı. sıfat 1. Mayorka, Mayorka'ya özgü. 2. Mayorkalı.
majority
ma.jor.i.ty mıcôr'ıti isim 1. çoğunluk. 2. oy çoğunluğu. 3. erginlik, rüşt.
majuscule
ma.jus.cule mıc^s'kyul, mäc'ıskyul isim büyük harf, maqüskül. sıfat 1. büyük (harf), maqüskül. 2. büyük harfle yazılmış.
make a bad impression on someone
bakınız leave a good impression with someone leave a bad impression with someone
make a bargain
anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
make a bed
yatak yapmak.
make a beeline for
-e hemen gitmek.
make a beeline to
-e hemen gitmek.
make a big splash
büyük bir sükse yapmak; dikkatleri üzerine çekmek.
make a bolt for
fırlayıp (bir yere) doğru koşmak.
make a clean breast of
itiraf etmek, içini boşaltmak, içini dökmek.
make a decision
karar vermek, karar almak.
make a detour
varyanttan gitmek.
make a difference
fark etmek.
make a display
gösteriş yapmak.
make a face
suratını buruşturmak, somurtmak. 797
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make a faux pas
pot kırmak, falso yapmak.
make a fire
ateş yakmak.
make a fool of
(birini) maskaraya çevirmek, rezil etmek.
make a fuss about
-i mesele yapmak.
make a fuss over
-in üzerine titremek; -i baş tacı etmek.
make a go of
(bir işyerini) başarılı bir şekilde idare etmek.
make a good impression on someone bakınız leave a good impression with someone leave a bad impression with someone make a grab for
- e elini atmak.
make a hash of
konuşma dili -i bozmak, -i iyice karıştırmak; -i yüzüne gözüne bulaştırmak.
make a hit
üstün başarı sağlamak. 2. çok beğenilmek.
make a mess of
-i altüst etmek. 2. -i berbat etmek.
make a mistake
yanlış yapmak, hata etmek/işlemek.
make a motion
önerge vermek, teklifte bulunmak.
make a mountain out of a molehill
habbeyi kubbe yapmak, pireyi deve yapmak.
make a name for oneself
ad yapmak.
make a night of it
konuşma dili sabaha kadar bir şeyi yapmak: Let's make a night of it! Sabaha kadar yapalım!
make a nuisance of oneself
baş belası olmak.
make a pass at
(birine) duyulan erotik hisleri belli etmek.
make a play for
konuşma dili 1. -i ayartmaya çalışmak. 2. -i kazanmaya çalışmak.
make a point of
(bir şeyi) mahsus/özellikle yapmak: He made a point of speaking to her. Özellikle ona selam verdi.
make a point
(bir konuşma sırasında) önemli bir şey söylemek. 2. spor (sporcu/spor takımı) puan kazanmak. 3. (av köpeği) ferma etmek, fermaya oturmak.
make a practice of doing something bir şeyi âdet edinmek. make a row
konuşma dili kavga çıkarmak, hır çıkarmak, kıyameti koparmak, çıngar çıkarmak.
make a show of
gibi yapmak, -mişçesine davranmak: They made a show of resistance. Karşı koyar gibi yaptılar.
make a speech
bir konuşma yapmak. 798
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make a stab at
-i denemek.
make a stand against
(düşmana karşı) direnmek, direnerek savaşmak.
make a stand
(düşmana karşı) direnmek, direnerek savaşmak.
make a travesty of
-i gülünç/rezil bir hale sokmak.
make a vow to do something
bir şey yapmaya ant içmek.
make a wish
dilekte bulunmak; niyet tutmak.
make a wry face
yüzünü ekşitmek/buruşturmak.
make after
takip etmek, kovalamak.
make allowance for
-i hesaba katmak.
make amends to someone for something bir şeyin zararını telafi etmek. 2. birinden bir şey için özür dilemek. make an example of someone
birini ibret olsun diye cezalandırmak.
make an example of
ibret olsun diye -i cezalandırmak.
make an exhibition of oneself
kendini rezil etmek.
make as if
yapar gibi görünmek.
make away with
alıp götürmek, yürütmek.
make believe
-i (bir şey) olarak düşünmek/hayal etmek: Make believe you're a king. Kendini kral olarak düşün.
make bold to
-e cesaret etmek, -e cüret etmek.
make bold
cüret göstermek, cesaret etmek.
make both ends meet
konuşma dili (para açısından) idare etmek.
make capital of
kendi çıkarına kullanmak, istismar etmek.
make common cause with
(bir uğurda) ... ile birlikte hareket etmek.
make difficulties
zorluk çıkarmak.
make do with
ile yetinmek, ile idare etmek.
make eyes at
konuşma dili kaş göz etmek, gözle flört etmek.
make faces
alay ederek yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokmak.
make for home
evin yolunu tutmak, eve koşmak.
make free with
(başkasının malı olan bir şeyi) izin almadan kullanmak. 2. (bir kadına) fazla samimi davranmak.
make friends with
(ile) arkadaş olmak.
make friends
(ile) arkadaş olmak.
make fun of
(bir kimse) ile alay etmek.
make good one's charge
iddiasını kanıtlamak. 799
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make good one's escape
kaçmayı başarmak.
make good time
(yolu) hızla katetmek: We made good time between Bor and Niğde. Bor'la Niğde arasındaki yolu hızla katettik.
make good
konuşma dili (biri) başarılı olmak, başarmak. 2. (on) (sözünü) yerine getirmek; (söylediğini) yapmak.. 3. (on) (borcu) ödemek. 4. telafi etmek. 5. ispatlamak.
make great strides
(bir işte) hızla ilerlemek, çok yol katetmek.
make haste
acele etmek.
make havoc of
-i harabeye çevirmek.
Make hay while the sun shines.
Yağmur yağarken küpünü doldur.
make headway
ilerlemek.
make heavy weather
yalpa vurmak, yalpalamak. 2. zorluk çıkarmak.
make inroads on
-de gedik açmak; -i azaltmak: make inroads on one's budget bütçede gedik açmak. make inroads on one's time zamanını azaltmak.
make into
-e dönüştürmek, durumuna getirmek.
Make it snappy!
konuşma dili Çabuk ol!
make it to the finals
finale kalmak.
make it
konuşma dili 1. yetişmek, zamanında varmak. 2. başarmak. 3. hayatta başarılı olmak; köşeyi dönmek.
make life miserable for
(birine) çok çektirmek, (birinin) ensesinde boza pişirmek.
make light of
-e önem vermemek, -i hafife almak.
make like
taklidini yapmak.
make little of
-i küçümsemek, -i önemsememek.
make love
sevişmek, aşk yapmak.
make mention of
-i anmak, -in sözünü etmek.
make merry
eğlenmek.
make mincemeat of
-i paramparça etmek.
make much of
-e çok önem vermek.
make no bones about
açıkça söylemek.
make no bones of it
bir işi duraksamadan hemen yapmak, duraksamamak, tereddüt etmemek. 2. saklamamak, açıkça itiraf etmek.
make noises about
-den bahsetmek. 800
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make nothing of
-e önem vermemek. 2. -i anlayamamak.
make of
-den anlamak: What do you make of this? Bundan ne anlıyorsunuz? 2. -e anlam vermek: I couldn't make anything of his behavior. Onun davranışına hiçbir anlam veremedim.
make off with
aşırmak, çalıp kaçmak.
make off
sıvışmak, kaçmak.
make one's blood boil
çok kızdırmak, çok öfkelendirmek, kanına dokunmak.
make one's blood run cold
tüylerini ürpertmek.
make one's deposition
yeminle yazılı ifade vermek.
make one's eyes water
gözlerini yaşartmak.
make one's heart bleed
- in kalbini kırmak, -i üzmek.
make one's living
hayatını kazanmak, geçinmek.
make one's mark
ün kazanmak, isim yapmak.
make one's mouth water
ağzını sulandırmak, imrendirmek.
make one's point
ne demek istediğini yeterince anlatmak: You've made your point; now sit down! Ne demek istediğini anladık; otur artık!
make one's way
ileri gitmek, ilerlemek.
make one's will
vasiyetini yazmak veya yazdırmak.
make oneself scarce
konuşma dili ortadan kaybolmak.
make or break
ya kazanmak ya da batırmak.
make out a case for
(bir iddianın) savunulabilecek yanlarını bulmak.
make out
(ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak; seçmek, fark etmek. 2. anlam çıkarmak, anlamak. 3. okumak, çözmek. 4. yazmak. 5. başarmak. 6. geçinmek, idare etmek.
make over
yenilemek. 2. to -e devretmek.
make peace with
ile barışmak.
make peace
barışmak.
make redundant
işten çıkarmak. 2. gereksiz kılmak.
make reference to
-den söz etmek, -den bahsetmek.
make room for someone
biri için yer açmak.
make room for
-e yer açmak. 801
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make sense out of
-den anlam çıkarmak.
make sense
anlamı olmak. 2. mantıklı olmak.
make shift with
ile idare etmek.
make short work of
(bir şeyi) yiyivermek, çabucak yemek, silip süpürmek. 2. çabuk bitirmek; (biri) (biriyle) olan işini çabucak bitirmek/halletmek: He made short work of those salesmen. O pazarlamacılarla olan görüşmesini çabucak bitirdi. 3. (birini) kolaylıkla pes ettirmek/yenmek.
make small talk
havadan sudan konuşmak, hoşbeş etmek.
make someone a curtsy
(kadın) birine reverans yapmak.
make someone look sick
birini gölgede bırakmak, birini çok geride bırakmak, birinin pabucu dama atılmak.
make someone see reason
birinin aklını başına getirmek.
make someone see stars
konuşma dili birini bir yumrukla sersemletmek.
make someone thirsty
birini susatmak.
make someone turn in his grave
(mezarında) birinin kemiklerini sızlatmak.
make someone's acquaintance
biriyle tanışmak.
make someone's hackles rise
birini öfkelendirmek.
make something clear
bir şeyi belli etmek, bir şeyi belirtmek.
make something tingle
bir şeyi tatlı bir şekilde ürpertmek. 2. bir şeyi çınlatmak.
make sure of
(bir şeyin) doğru olup olmadığından emin olmak. 2. Emri pekiştirmek için kullanılır: Make sure she's here at eight! Ne yapıp edip onun saat sekizde burada olmasını sağla!
make sure
emin olmak. 2. kontrol etmek, bakmak.
make the best of
(kötü olan veya çekici olmayan bir durumdan) yararlanmaya çalışmak.
make the fur fly
konuşma dili 1. adamakıllı dövmek, dayak atmak. 2. sert bir şekilde azarlamak, haşlamak.
make the grade
başarmak.
make the most of something
bir şeyden azami derecede faydalanmak.
make the supreme sacrifice
canını feda etmek.
make things lively for someone
birinin başına iş açmak. 802
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
make time with
(biriyle) flört etmek.
make time
(biriyle) flört etmek.
make to order
ısmarlama yapmak.
make tracks
konuşma dili 1. çıkıp gitmek. 2. hızla gitmek.
make up for lost time
kayıp zamanı telafi etmek.
make up one's mind
karara varmak. 2. to -i aklına koymak, -e karar vermek.
make up to
konuşma dili -in gözüne girmeye çalışmak, ile barışmak.
make up with
konuşma dili -in gözüne girmeye çalışmak, ile barışmak.
make use of
-i kullanmak, -den yararlanmak.
make water
su dökmek, işemek.
make waves
düzeni bozmak, karışıklık yaratmak.
make way for
-e yol açmak, -e yol vermek.
make way
yol vermek, yol açmak. 2. ilerlemek.
Make yourself at home.
Kendi evinizdeymiş gibi hareket edin. 2. Rahatınıza bakın.
make
make meyk fiil (made) 1. yapmak, etmek. 2. yaratmak. 3. olarak atamak, yapmak: The board made him president of the company. Yönetim kurulu onu şirketin başına getirdi. 4. anlamak, anlam çıkarmak: I can't make anything of this poem. Bu şiirden hiçbir anlam çıkaramıyorum. 5. göstermek. 6. girişmek. 7. kazanmak, elde etmek: make money para kazanmak. 8. etmek, tutmak: Two plus three makes five. İki artı üç, beş eder. 9. hesap etmek. 10. hazırlamak, düzenlemek, yapmak: Who made this plan? Bu planı kim yaptı? 11. zorlamak, mecbur etmek, yaptırmak: They made me do it. Onu bana yaptırdılar. 12. sağlamak. 13. olmak. 14. başarıya ulaştırmak: This will either make you or break you. Bu seni ya başarıya ulaştıracak, ya da batıracak. 15. (yol) almak, katetmek. 16. varmak, ulaşmak: The bus driver hopes he can make Adana by nine o'clock tonight. Otobüs şoförü Adana'ya bu gece saat dokuzda 803
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
varabileceğini umuyor. 17. yetişmek: I wasn't able to make the eight-thirty boat. Sekiz otuz vapuruna yetişemedim. 18. erişmek. 19. elektrik (devreyi) kapatmak, tamamlamak. 20. inşa etmek. makeshift
make.shift meyk'şîft isim geçici çare. sıfat geçici, eğreti.
make-up
make-up meyk'^p isim 1. yapılış. 2. makyaj. 3. matbaacılık mizanpaj, sayfa düzeni. 4. bütünleme sınavı.
making
mak.ing mey'kîng isim 1. yapma, etme. 2. yapı. 3. başarı nedeni: This will be the making of him. Bu, onun başarısına neden olacak. 4. çoğul malzeme. 5. çoğul nitelikler: He has the makings of a man. Adam olacağa benziyor.
malabsorption
mal.ab.sorp.tion mälıbsôrp'şın isim kötü emilim.
maladjusted
mal.ad.just.edsıfat uyumsuz, intibaksız.
maladjustment
mal.ad.just.ment mälıc^st'mınt isim uyumsuzluk, intibaksızlık.
maladministration
mal.ad.min.is.tra.tion mälıdmînîstrey'şın isim kötü yönetim.
maladroit
mal.a.droit mälıdroyt' sıfat beceriksiz, eli işe yakışmaz, sakar.
malady
mal.a.dy mäl'ıdi isim hastalık.
Malagasy
Mal.a.gas.y mälıgäs'i isim (Malagasy) 1. sıfat Malgaş. 2. Malgaşça.
malaise
mal.aise mäleyz' isim kırıklık, keyifsizlik.
malaria
ma.lar.i.a mıler'iyı isim sıtma, malarya.
Malawi
Ma.la.wi mıla'wi isim Malavi.
Malawian
isim Malavili. sıfat 1. Malavi, Malavi'ye özgü. 2. Malavili.
Malay
Ma.lay mey'ley, mıley'ı isim, sıfat 1. Malay. 2. Malayca.
Malaysia
Ma.lay.sia mıley'qı isim Malezya.
804
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Malaysian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Malezyalı. sıfat 1. Malezya, Malezya'ya özgü. 2. Malezyalı.
malcontent
mal.con.tent mäl'kıntent sıfat hoşnutsuz, memnun olmayan, tatmin olmayan. isim hoşnutsuz kimse.
Maldive
Mal.dive mäl'dayv isim bakınız the Maldives
Maldivian
Mal.div.i.an mäldîv'iyın isim Maldivli. sıfat 1. Maldiv, Maldiv Adaları'na özgü. 2. Maldivli.
male chauvinism
erkek şovenizmi.
male prostitute
erkek fahişe.
male
male meyl sıfat, isim erkek.
malediction
mal.e.dic.tion mälıdîk'şın isim lanet, beddua.
malefactor
mal.e.fac.tor mäl'ıfäktır isim 1. suçlu kimse. 2. kötülük eden kimse.
malevolence
ma.lev.o.lenceisim kötü niyet.
malevolent
ma.lev.o.lent mılev'ılınt sıfat kötü niyetli, hain.
malevolently
ma.lev.o.lent.lyzarf kötü niyetle.
malformation
mal.for.ma.tion mälfôrmey'şın isim kusurlu oluşum, sakatlık.
Mali
Ma.li ma'li isim Mali.
Malian
isim Malili. sıfat 1. Mali, Mali'ye özgü. 2. Malili.
malice
mal.ice mäl'îs isim kötü niyet.
malicious
ma.li.cious mılîş'ıs sıfat kötü niyetli.
maliciously
ma.li.cious.lyzarf kötü niyetle.
malign
ma.lign mılayn' sıfat 1. kötü, zararlı. 2. kötücül (kimse). 3. kötücül, habis (ur, hastalık). fiil iftira etmek, kötülemek, yermek.
malignant tumor
kötücül ur.
malignant
ma.lig.nant mılîg'nınt sıfat 1. kötücül, kötü yürekli. 2. uğursuz. 3. tıbbi kötücül, habis.
mall
mall môl, mal, mäl isim 1. kapalı alışveriş merkezi, kapalı çarşı. 2. ağaçlık yol.
mallard
mal.lard mäl'ırd isim, zooloji yeşilbaş.
malleable
mal.le.a.ble mäl'iyıbıl sıfat 1. dövülgen (maden). 2. yumuşak başlı, uysal. 805
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mallet
mal.let mäl'ît isim 1. tokmak. 2. spor sopa.
mallow
mal.low mäl'o isim ebegümeci.
malnutrition
mal.nu.tri.tion mälnutrîş'ın isim 1. yetersiz beslenme. 2. kötü beslenme, dengesiz beslenme.
malodorous
mal.o.dor.ous mälo'dırıs sıfat pis kokulu.
malpractice
mal.prac.tice mälpräk'tîs isim 1. yolsuzluk, görevi kötüye kullanma. 2. yanlış tedavi.
malt
malt môlt isim çimlendirilmiş arpa, malt. fiil 1. (arpa veya başka tahıldan) malt yapmak. 2. malt haline gelmek.
Malta fever
maltahumması.
Malta
Mal.ta môl'tı isim Malta.
Maltese
Mal.tese môltiz' isim (Maltese) 1. Maltalı. 2. Maltaca. sıfat 1. Malta, Malta'ya özgü. 2. Maltaca. 3. Maltalı.
maltose
malt.ose môl'tos isim maltoz.
maltreat
mal.treat mältrit' fiil kötü davranmak, eziyet etmek.
maltreatment
mal.treat.mentisim kötü davranma.
mama
ma.ma ma'mı isim, çocuk dili anne.
mamma
mam.ma ma'mı isim, çocuk dili anne.
mammal
mam.mal mäm'ıl isim memeli hayvan.
mammoth
mam.moth mäm'ıth isim mamut. sıfat dev gibi, muazzam.
man about town
tiyatro ve gece kulübüne sıkça giden adam.
Man alive!
Yahu!/Be adam!
man and wife
karı koca.
man in the street
sokaktaki adam, sıradan kimse.
man of letters
yazar; edebiyatçı, yazıncı. 2. bilim adamı.
man of substance
zengin adam.
man of the world
görmüş geçirmiş adam.
Man overboard!
Yetişin! Adam denize düştü.
man to man
erkek erkeğe, samimi olarak, açıkça.
man
man män isim (men) 1. adam, erkek. 2. insan, insanoğlu. 3. uşak, erkek işçi. 4. biri, kimse, şahıs, kişi. 5. dama taş. 806
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük manacle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
man.a.cle män'ıkıl isim genellikle çoğul kelepçe. fiil kelepçe takmak, kelepçelemek.
manage
man.age män'îc fiil 1. yönetmek, idare etmek. 2. to meyi becermek. 3. kullanmak. 4. (ev, insan v.b.'ni) çekip çevirmek. 5. (hayvan) terbiye etmek. 6. düzenlemek. 7. kontrol etmek. 8. işini uydurmak, işini çevirmek. 9. geçinmek.
manageable
man.age.a.ble män'îcıbıl sıfat 1. yönetilebilir, idare edilebilir. 2. kontrol edilebilir. 3. kullanışlı. 4. gerçekleştirilebilen, yerine getirilebilen. 5. şekle girebilen (saç).
management
man.age.ment män'îcmınt isim 1. yönetim, idare. 2. yönetim kurulu.
manager
man.ag.er män'îcır isim 1. yönetmen, müdür, direktör. 2. yönetici, idareci. 3. menaqer, bir sanatçı veya spor takımının işlerini yöneten kimse.
managerial decision
yönetim kararı.
managerial position
yönetim mevkii.
managerial staff
yönetim kadrosu.
managerial
man.a.ge.ri.al mänıcîr'iyıl sıfat yönetimsel.
Manchu
Man.chu mänçu' isim, sıfat 1. Mançu. 2. Mançuca.
Manchuria
Man.chu.ri.a mänçur'iyı isim Mançurya.
Manchurian
isim Mançuryalı. sıfat 1. Mançurya, Mançurya'ya özgü. 2. Mançuryalı.
mandarin duck
çinördeği.
mandarin orange
mandalina. 2. king, kink.
mandarin
man.da.rin män'dırîn mandalina. 2. king, kink.
mandate
man.date män'deyt isim 1. manda. 2. emir, ferman.
mandatory
man.da.to.ry män'dıtori sıfat zorunlu, gerekli. isim 1. mandater, mandacı. 2. vekil.
mandolin
man.do.lin män'dılîn isim mandolin.
mandrake
man.drake män'dreyk isim adamotu, kankurutan, adamkökü, abdüsselamotu, hacılarotu, köpekelması.
mane
mane meyn isim yele. 807
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük maneuver
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ma.neu.ver mınu'vır isim 1. manevra. 2. hile, dolap. fiil 1. manevra yapmak. 2. dolap çevirmek.
maneuverly
ma.neu.ver.lyzarf erkekçe, yiğitçe.
manful
man.ful män'fıl sıfat erkekçe, mert, yiğit.
manganese
man.ga.nese mäng'gıniz isim manganez, mangan.
mange
mange meync isim (hayvanlarda) uyuz hastalığı.
manger
man.ger meyn'cır isim (ahırda) yemlik.
mangle
man.gle mäng'gıl fiil 1. parçalamak. 2. bozmak.
mango
man.go mäng'go isim (mangoes/mangos) hintkirazı, mango.
mangosteen
man.go.steen mäng'gıstin isim, botanik mangostan.
mangrove
man.grove mäng'grov isim, botanik mangrov, rizofora, hindistansakızağacı.
mangy
man.gy meyn'ci sıfat 1. uyuz (hayvan). 2. pis, iğrenç, tiksinti veren.
manhandle
man.han.dle män'händıl fiil hırpalamak, itip kakmak.
manhole cover
rögar kapağı.
manhole
man.hole män'hol isim rögar, baca, kontrol deliği, bakmalık.
mania
ma.ni.a mey'niyı isim 1. for -e aşırı düşkünlük, -e tutku. 2. cinnet.
maniac
ma.ni.ac mey'niyäk sıfat, isim çılgın, deli, manyak.
manic-depressive
man.ic-de.pres.sive män'îkdîpres'îv sıfat, isim, ruhbilim manikdepresif.
manicure
man.i.cure män'ıkyûr isim manikürcü. fiil manikür yapmak.
manicurist
man.i.cur.istisim manikürcü.
manifest itself
kendini belli etmek, kendini göstermek.
manifest
man.i.fest män'ıfest isim manifesto, gümrük bildirgesi.
manifestation
man.i.fest.a.tionisim 1. açıkça gösterme. 2. belirti, gösterge. 3. gösteri.
manifestly
man.i.fest.lyzarf açıkça.
manifesto
man.i.fes.to mänıfes'to isim (manifestoes) 1. bildiri, tebliğ, beyanname. 2. politika parti programı. 808
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük manifold
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
man.i.fold män'ıfold sıfat türlü türlü, pek çok, çeşit çeşit.
manikin
man.i.kin män'ıkîn isim manken.
manipulate
ma.nip.u.late mınîp'yıleyt fiil 1. elle hareket ettirmek. 2. kullanmak, hareket ettirmek, çalıştırmak, işletmek. 3. kendi çıkarları için kullanmak. 4. hile yaparak (fiyatları) istediği şekilde değiştirmek.
manipulation
ma.nip.u.la.tionisim 1. elle hareket ettirme. 2. kullanma, hareket ettirme, çalıştırma, işletme. 3. kendi çıkarları için kullanma. 4. hile yaparak (fiyatları) istediği şekilde değiştirme.
manipulative
ma.nip.u.la.tive mınîp'yılıtîv sıfat 1. kendi çıkarları için başkalarını kullanan, çıkarcı (kimse). 2. çıkarcı (davranış). 3. hileli. 4. el becerisine ait. 5. elle hareket ettirmeye özgü.
mankind
man.kind män'kaynd' isim insanlık, beşeriyet, insanoğulları.
manly
man.ly män'li sıfat 1. erkekçe. 2. mert, yiğit.
manmade
man.made män'meyd sıfat insan tarafından yapılan, yapay, suni.
mannequin
man.ne.juin män'ıkîn isim manken.
manner of life
yaşam biçimi, yaşayış tarzı.
manner
man.ner män'ır isim 1. tavır. 2. usul. 3. çeşit. 4. çoğul görgü, terbiye. 5. çoğul örf, töre.
mannered
man.nered män'ırd sıfat yapmacıklı, yapma tavırlı.
mannerism
man.ner.ism män'ırîzım isim bir kişiye özgü hareket, tavır veya ifade tarzı.
mannerly
man.ner.lysıfat terbiyeli.
manoeuvre
ma.noeu.vre mınu'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız maneuver
man-of-war
man-of-war män'ıvwôr' isim (men-of-war) 1. iri bir tür denizanası. 2. tarih savaş gemisi.
manor house
malikâne. 809
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
manor
man.or män'ır isim malikâne.
manpower
man.pow.er män'pawır isim 1. insan gücü. 2. işgücü. 3. işçi sayısı, personel.
mansard roof
mansart çatı, mansart.
mansard
man.sard män'sard isim bakınız mansard roof
manse
manse mäns isim papaz loqmanı, papaz evi.
manservant
man.ser.vant män'sırvınt isim (menservants) uşak; hizmetkâr.
mansion
man.sion män'şın isim konak; kâşane; köşk; malikâne.
manslaughter
man.slaugh.ter män'slôtır isim önceden tasarlamadan adam öldürme, kasıtsız cinayet.
mantle
man.tle män'tıl isim 1. kolsuz manto. 2. örtü, örten şey. 3. lüks gömleği. 4. jeoloji çekirdek kabuğu. 5. anatomi örtenek.
manual labor
amelelik. 2. ağır iş.
manual
man.u.al män'yuwıl sıfat 1. ele ait. 2. elle yapılan; elle çalıştırılan. isim 1. elkitabı, kılavuz. 2. müzik (orgda) klavye.
manually
man.u.al.lyzarf el ile.
manufacture
man.u.fac.ture mänyıfäk'çır isim 1. imal, yapım. 2. mamul, yapılmış eşya veya yiyecek. fiil 1. imal etmek, yapmak. 2. (bahane) uydurmak.
manure
ma.nure mınûr', mınyûr' isim gübre. fiil gübrelemek.
manuscript
man.u.script män'yıskrîpt isim 1. yazma, el yazması. 2. müsvedde.
Manx cat
mankedisi.
Manx
Manx mängks isim Manca. sıfat 1. Man, Man Adası'na özgü. 2. Manca.
Manxman
Manx.man mängks'mın isim (Manxmen) Manlı erkek, Manlı.
Manxwoman
Manx.wom.an mängks'wûmın isim (Manxwomen) Manlı kadın, Manlı.
many a time
çok kere.
Many thanks!
Çok teşekkür!/Çok mersi! 810
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük many
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
man.y men'i sıfat (more, most) çok, bir hayli. isim bir çoğu.
many-colored
many-col.oredsıfat çok renkli, rengârenk.
manyplies
man.y.plies men'iplayz isim, zooloji kırkbayır.
Many's the time ....
Çok kez ...:
many-sided
man.y-sid.edsıfat 1. matematik çokyüzlü; çokkenar. 2. çok yönlü.
map
map mäp isim harita, plan. fiil (mapped, mapping) 1. haritasını yapmak. 2. out ayrıntılarıyla plan-lamak.
maple sugar
akçaağaç şekeri.
maple syrup
akçaağaç pekmezi.
maple
ma.ple mey'pıl isim akçaağaç, isfendan.
maquis
ma.juis maki' isim, botanik maki.
mar
mar mar fiil (marred, marring) bozmak, mahvetmek.
marabou stork
murabutkuşu, murabut, marabut.
marabou
mar.a.bou mär'ıbu isim (marabous/marabou) murabutkuşu, murabut, marabut.
marabout
mar.a.bout mär'ıbut isim 1. murabıt, murabut. 2. murabutkuşu, murabut, marabut.
maraschino cherry
maraska, marask, maraska kirazı.
maraschino
mar.a.schi.no märıski'no isim 1. maraskino, marasken (likör). 2. maraska, marask, maraska kirazı.
marathon
mar.a.thon mer'ıthan isim maraton.
maraud
ma.raud mırôd' fiil çapulculuk amacıyla akın etmek, çapulculuk etmek.
marauder
ma.raud.erisim çapulcu, yağmacı.
marble
mar.ble mar'bıl isim 1. mermer. 2. bilye, misket. 3. çoğul misket oyunu. sıfat mermer, mermerden yapılmış. fiil ebrulamak.
marbled
mar.bledsıfat 1. ebrulu. 2. mermer döşeli.
March
March març isim mart ayı.
marchioness
mar.chio.ness mar'şınîs isim markiz, markinin karısı.
march-past
march-pastisim geçit töreni.
mare
mare mer isim kısrak. 811
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
margarine
mar.ga.rine mar'cırîn isim margarin.
margin of safety
emniyet payı, hava payı.
margin
mar.gin mar'cîn isim 1. kenar, sınır. 2. ticaret maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark. 3. ticaret ihtiyat akçesi, marq. 4. sayfa kenarındaki boşluk, marj.
marginal
mar.gi.nal mar'cınıl sıfat 1. kenarda olan. 2. kenarda yazılı, marjinal. 3. pek az: It is of marginal importance. Pek az önemi var. 4. ruhbilim marqinal.
marigold
mar.i.gold mer'ıgold isim kadifeçiçeği.
marijuana
mar.i.jua.na merıwan'ı isim 1. marihuana. 2. botanik hintkeneviri, kenevir, kendir.
marina
ma.ri.na mıri'nı isim yat limanı, marina.
marinate
mar.i.nate mer'ıneyt fiil (eti yumuşatmak için) zeytinyağlı salamurada bırakmak.
marine
ma.rine mırin' sıfat 1. denize ait, denizle ilgili. 2. denizciliğe ait. 3. deniz kuvvetlerine ait. isim 1. denizcilik. 2. denizci, deniz askeri.
mariner
mar.i.ner mer'ınır isim 1. gemici. 2. denizci.
mariner's compass
gemici pusulası.
marital rights
evlilikte karı kocaya tanınan haklar.
marital status
medeni hal.
marital
mar.i.tal mer'ıtıl sıfat evlenmeye ait, evlilikle ilgili.
maritime law
deniz hukuku.
maritime
mar.i.time mer'ıtaym sıfat 1. deniz kıyısında olan; denize yakın. 2. denizle ilgili; denizcilikle ilgili. 3. denizciye özgü.
marjoram
mar.jo.ram mar'cırım isim mercanköşk, merzengûş, şile.
mark down
fiyat indirmek. 2. not etmek, kaydetmek.
mark off
sınırlarını çizmek.
mark out
sınırlarını çizmek. 2. planını yapmak. 3. seçip ayırmak.
mark time
yerinde saymak.
mark up
çizmek. 2. (fiyat) yükseltmek, artırmak.
812
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mark
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mark mark fiil 1. işaretlemek. 2. damga vurmak, damgalamak. 3. göstermek, belirtmek. 4. çizmek, yazmak. 5. not vermek. 6. dikkat etmek, dikkate almak, hesaba katmak. 7. etiketlemek.
marked
marked markt sıfat 1. göze çarpan, belirgin. 2. işaretli.
markedly
marked.lyzarf önemli derecede.
marker
mark.er mar'kır isim 1. markacı. 2. işaret, damga.
market garden
bostan.
market place
pazar yeri.
market value
piyasa değeri, piyasa fiyatı.
market
mar.ket mar'kît isim 1. pazar, çarşı. 2. piyasa. 3. for -e talep, -e rağbet. fiil 1. pazarlamak. 2. satışa çıkarmak. 3. çarşıda alışveriş etmek.
marketable
mar.ket.a.ble mar'kîtıbıl sıfat 1. pazarlanabilir. 2. kolaylıkla satılabilir.
marketing
mar.ket.ing mar'kîtîng isim 1. pazarlama. 2. alışveriş.
marksman
marks.man marks'mın isim (marksmen) nişancı.
marksmanship
marks.man.shipisim nişancılık.
markup
mark.up mark'^p isim 1. alış ve satış fiyatları arasındaki fark. 2. fiyat artışı.
marl
marl marl isim, jeoloji marn, pekmez toprağı.
marmalade
mar.ma.lade marmıleyd' isim marmelat.
marmot
mar.mot mar'mıt isim dağsıçanı, marmot.
maroon
ma.roon mırun' isim, sıfat kestane rengi, maron.
marquee
mar.juee marki' isim 1. (kapı önündeki) markiz. 2. büyük çadır, otağ.
marquis
mar.juis mar'kwîs isim marki.
marriage certificate
evlenme cüzdanı.
marriage licence
nikâh kâğıdı, evlenme izni.
marriage vows
evlilik sözü.
marriage
mar.riage mer'îc isim 1. evlenme. 2. evlenme töreni. 3. evlilik. 4. birleşme.
marriageable
mar.riage.ablesıfat evlenecek yaşta, yetişmiş.
married life
evlilik yaşamı. 813
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük married
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mar.ried mer'id sıfat 1. evli. 2. to ile evli. 3. evliliğe veya evlilere özgü.
marrow
mar.row mär'o isim 1. anatomi ilik. 2. öz. 3. İngiliz İngilizcesi sakızkabağı, kabak.
marrowbone
mar.row.bone mär'obon isim iliği çok olan kemik.
marry
mar.ry mer'i fiil 1. evlenmek; evlendirmek. 2. evermek. 3. birleşmek; birleştirmek.
Mars
Mars marz isim, gökbilim Merih, Mars.
marsh crocodile
hinttimsahı.
marsh
marsh marş isim bataklık.
marshal
mar.shal mar'şıl isim 1. askeri mareşal. 2. teşrifatçı, protokol görevlisi. 3. polis müdürü. fiil (marshaled/marshalled, marshaling/marshalling) 1. sıraya koymak, sıralamak, dizmek. 2. önüne düşüp götürmek.
marshmallow
marsh.mal.low marş'melo isim 1. hatmi. 2. lokuma benzer şekerleme.
marshy
marsh.y mar'şi sıfat 1. bataklığa özgü. 2. bataklık gibi. 3. bataklı.
marsupial
mar.su.pi.al marsu'piyıl sıfat, zooloji keseli. isim keseli hayvan.
mart
mart mart isim çarşı, pazar.
marten
mar.ten mar'tın isim 1. ağaçsansarı, zerdeva. 2. zerdeva kürkü.
martial law
sıkıyönetim, örfi idare.
martial
mar.tial mar'şıl sıfat 1. savaşa özgü. 2. askeri. 3. savaşçı, savaşkan.
martin
mar.tin mar'tîn isim kırlangıç.
martinet
mar.ti.net martınet' isim sert amir.
martini
mar.ti.ni marti'ni isim martini.
martyr
mar.tyr mar'tır isim şehit. fiil şehit etmek.
marvel
mar.vel mar'vıl isim harika, mucize. fiil (marveled/ marvelled, marveling/marvelling) hayret etmek, şaşmak. 814
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
marvelous
mar.vel.ous mar'vılıs sıfat olağanüstü; harika.
Marxism
Marx.ism mark'sîzım isim Marksizm.
Marxist
Marx.ist mark'sîst isim, sıfat Marksist.
masc.
masc.kısaltma masculine
mascara
mas.car.a mäsker'ı isim rimel, maskara.
mascot
mas.cot mäs'kat, mäs'kıt isim maskot.
masculine
mas.cu.line mäs'kyılîn sıfat 1. erkeğe özgü, erkeksi. 2. dilbilgisi eril. isim, dilbilgisi 1. eril cins. 2. eril sözcük.
masculinity
mas.cu.lin.i.tyisim erkeklik.
mash
mash mäş isim 1. lapa. 2. bira yapmak için ezilmiş arpa ile su karışımı. fiil ezmek, püre yapmak.
mashed potatoes
patates püresi.
masher
mash.er mäş'ır isim, argo askıntı, kadınlara askıntı olan erkek.
mask
mask mäsk isim maske. fiil maskelemek, gizlemek.
masked ball
maskeli balo.
masochism
mas.och.ism mäz'ıkîzım isim mazoşizm.
mason
ma.son mey'sın isim 1. duvarcı; taşçı. 2. genellikle büyük harf ile mason, farmason.
masonry
ma.son.ryisim 1. duvarcılık; taşçılık. 2. genellikle büyük harf ile masonluk, farmasonluk.
masque
masjue mäsk isim maskeli balo.
masquerade as
fiil kendini ... gibi göstermek, kendini ... olarak tanıtmak.
masquerade
mas.juer.ade mäskıreyd' isim 1. maskeli balo. 2. maskeli balo kostümü. 3. (sahte bir) gösteri.
mass media
kitle iletişim araçları.
mass meeting
kitlesel miting.
mass movement
kitle hareketi.
mass production
toptan üretim; seri üretim.
mass
mass mäs isim 1. ekmek ve şarap ayini, kudas. 2. bu ayine özgü müzik.
massacre
mas.sa.cre mäs'ıkır isim katliam, kırım, toplukıyım. fiil katletmek, kırıp geçirmek. 815
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
massage
mas.sage mısaq' isim masaq. fiil masaq yapmak.
masseur
mas.seur mäsır' isim masaqcı, masör.
masseuse
mas.seuse mäsız' isim kadın masaqcı, masöz.
massif
mas.sif mäsif' isim dağ kitlesi.
massive
mas.sive mäs'îv sıfat 1. büyük ve ağır. 2. çok büyük, kocaman, koca; heybetli; büyük çapta, muazzam. 3. iriyarı, irikıyım. 4. şiddetli (deprem, kalp krizi v.b.).
mass-produce
mass-pro.duce mäs'prıdus' fiil seri olarak üretmek.
mast
mast mäst isim direk, gemi direği.
master builder
mimar; kalfa.
master copy
orijinal, orijinal kopya, asıl.
master key
ana anahtar.
Master of Arts
hümaniter bilimlerde master derecesi/yüksek lisans.
master of ceremonies
protokol görevlisi, teşrifatçı.
Master of Science
fen bilimlerinde master derecesi/yüksek lisans.
master plan
ana plan.
master switch
elektrik ana anahtar.
master touch
usta eli. 2. yerinde söz veya davranış.
master
mas.ter mäs'tır fiil 1. yenmek, üstesinden gelmek. 2. hükmetmek. 3. iyice öğrenmek, uzmanlaşmak: Hayriye's mastered French. Hayriye Fransızcayı çok iyi öğrendi.
masterful
mas.ter.ful mäs'tırfıl sıfat 1. amirane, buyurucu. 2. ustaca, ustalıklı.
masterly
mas.ter.ly mäs'tırli sıfat ustaca, ustalıklı.
mastermind
mas.ter.mind mäs'tırmaynd isim bir işin beyni. fiil (bir işin) beyni olmak.
masterpiece
mas.ter.piece mäs'tırpis isim 1. şaheser, başyapıt. 2. harika.
masterstroke
mas.ter.strokeisim 1. mükemmel bir çözüm; (tartışmada) çok etkileyici bir cevap. 2. kesin başarı.
mastery
mas.ter.y mäs'tıri, mäs'tri isim 1. üstünlük, hâkim olma, hâkimiyet. 2. ustalık.
mastic tree
damlasakızağacı, sakızağacı. 816
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mastic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mas.tic mäs'tîk isim 1. damlasakızı, sakız, mastika, sakızağacından çıkarılan reçine. 2. mastika, sakız rakısı. 3. damlasakızağacı, sakızağacı.
masticate
mas.ti.cate mäs'tıkeyt fiil çiğnemek.
mastication
mas.ti.ca.tionisim çiğneme.
mastiff
mas.tiff mäs'tîf isim mastı (köpek).
masturbate
mas.tur.bate mäs'tırbeyt fiil mastürbasyon yapmak.
masturbation
mas.tur.ba.tionisim mastürbasyon.
mat
mat mät isim 1. hasır. 2. paspas. 3. altlık. 4. keçeleşmiş saç, kıllar, lifler v.b. 5. (saç, kıl, lif v.b.'nde) düğüm. fiil (matted, matting) 1. hasır ile örtmek. 2. keçeleştirmek; keçeleşmek. 3. düğümlenmek, birbirine dolaşmak.
matador
mat.a.dor mät'ıdôr isim matador, boğa güreşçisi.
match
match mäç isim kibrit.
matchbox
match.box mäç'baks isim kibrit kutusu.
matchless
match.less mäç'lîs sıfat eşsiz, emsalsiz, rakipsiz.
matchmaker
match.mak.er mäç'meykır isim çöpçatan.
maté
ma.té ma'tey isim mate, Paraguay çayı.
mate
mate meyt isim 1. eş, misil. 2. karı, koca, eş. 3. arkadaş. 4. ikinci kaptan, muavin. fiil 1. eşlemek. 2. evlendirmek; evlenmek. 3. çiftleştirmek; çiftleşmek. 4. uymak. 5. satranç mat etmek.
material well-being
maddi refah.
material
ma.te.ri.al mıtîr'iyıl sıfat 1. maddi, özdeksel. 2. bedensel. 3. önemli. 4. to -e değgin. isim 1. madde, özdek. 2. materyal, gereç, malzeme. 3. bez, dokuma, kumaş.
materialise
ma.te.ri.al.ise mıtîr'iyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız materialize
materialism
ma.te.ri.al.ism mıtîr'iyılîzım isim materyalizm, maddecilik, özdekçilik.
materialist
ma.te.ri.al.istisim materyalist, maddeci, özdekçi.
materialistic
ma.te.ri.al.ist.icsıfat materyalist, maddeci, özdekçi.
817
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük materialize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ma.te.ri.al.ize mıtîr'iyılayz fiil 1. maddileşmek; maddileştirmek. 2. gerçekleşmek. 3. (hortlak, ruh) görünmek, peydahlanmak.
maternal aunt
teyze.
maternal grandmother
anneanne.
maternal uncle
dayı.
maternal
ma.ter.nal mıtır'nıl sıfat 1. anneliğe özgü. 2. anneye yakışır. 3. anne tarafından.
maternity dress
hamile elbisesi.
maternity hospital
doğumevi, doğum hastanesi.
maternity
ma.ter.ni.ty mıtır'nıti isim analık, annelik.
math.
math.kısaltma «mathematical» mathematician mathematics
mathematical
math.e.mat.i.cal mäthımät'îkıl sıfat 1. matematiksel, matematikle ilgili. 2. kesin, tam.
mathematician
math.e.ma.ti.cian mäthımıtîş'ın isim matematikçi.
mathematics
math.e.mat.ics mäthımät'îks isim matematik.
maths
maths mäths isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili matematik.
matinée
mat.i.née mätıney' isim matine.
mating season
çiftleşme mevsimi.
mating
mat.ing mey'tîng isim çiftleşme; çiftleştirme.
matriarch
ma.tri.arch mey'triyark isim aile reisi sayılan kadın.
matriarchal
ma.tri.arch.alsıfat anaerkil, matriarkal, maderşahi.
matriarchy
ma.tri.arch.yisim anaerki, maderşahilik.
matriculate
ma.tric.u.late mıtrîk'yıleyt fiil 1. kaydetmek. 2. (özellikle üniversiteye) öğrenci olarak kaydedilmek.
matriculation
ma.tric.u.la.tionisim 1. öğrenci kaydı. 2. üniversite giriş sınavı.
matrimony
mat.ri.mo.ny mät'rımoni isim evlenme, evlilik.
matrix printer
bilgisayar matrisli yazıcı.
matrix
ma.trix mey'trîks isim (matrices/matrixes) 1. bir nesneye biçim veren veya dayanak olan şey. 2. anatomi dölyatağı, rahim. 3. matbaacılık matris. 4. dişi kalıp. 818
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük matron
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ma.tron mey'trın isim 1. (özellikle çocuğu olan) orta yaşlı evli kadın. 2. (hapishane ve yetimhanede) kadın yönetici. 3. başhemşire.
matronly
ma.tron.lysıfat 1. ana gibi. 2. toplu, dolgun. 3. ağırbaşlı (kadın).
matter of course
usul, yöntem; âdet.
matter of life and death
ölüm kalım meselesi.
matter
mat.ter mät'ır isim 1. özdek, madde. 2. konu, sorun, iş. 3. önem. 4. of/for neden.
matter-of-fact
mat.ter-of-fact mät'ırıvfäkt' sıfat 1. gerçekçi. 2. tabii, heyecansız.
mattress
mat.tress mät'rıs isim döşek, yatak, şilte.
mature
ma.ture mıçûr', mıtyûr' fiil 1. olgunlaşmak; olgunlaştırmak. 2. erginleşmek. sıfat 1. olgun, ergin. 2. iyi hazırlanmış (plan, eser v.b.). 3. vadesi gelmiş, vadesi dolmuş.
maturity
ma.tu.ri.tyisim 1. olgunluk, erginlik. 2. vade.
maudlin
maud.lin môd'lîn sıfat aşırı duygusal.
maul
maul môl fiil dövmek; berelemek; hırpalamak.
Mauritania
Mau.ri.ta.ni.a môrıtey'niyı isim Moritanya.
Mauritanian
isim Moritanyalı. sıfat 1. Moritanya, Moritanya'ya özgü. 2. Moritanyalı.
Mauritian
Mau.ri.tian môrîş'ın isim Morityuslu. sıfat 1. Morityus, Morityus'a özgü. 2. Morityuslu.
Mauritius
Mau.ri.tius môrîş'ıs isim Morityus.
mausoleum
mau.so.le.um môsıli'yım isim mozole, anıtmezar.
mauve
mauve mov isim leylak rengi. sıfat leylak renginde olan.
maverick
mav.er.ick mäv'ırîk isim 1. damgalanmamış ve sahipsiz dana. 2. konuşma dili toplum kurallarına uymayan kimse. 3. parti disiplinine uymayan politikacı.
maw
maw mô isim 1. mide; boğaz; ağız. 2. (korkunç bir yere açılan) ağız.
mawkish
mawk.ish mô'kîş sıfat 1. tiksindirici. 2. aşırı dokunaklı. 819
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
max.
max. mäks kısaltma maximum
maxi
max.i mäk'si isim 1. maksi etek. 2. maksi palto.
maxim
max.im mäk'sîm isim özdeyiş, özlü söz, vecize.
maximal
max.i.mal mäk'sımıl sıfat maksimal.
maximum
max.i.mum mäk'sımım isim (maximums/maxima) maksimum, azami derece, en yüksek düzey. sıfat maksimum, maksimal, azami.
May Day
7 Mayıs.
May I trouble you for the salt?
Tuzu verebilir misiniz?
May I venture a suggestion?
Bir teklifte bulunabilir miyim?
May
May mey isim Mayıs (ay).
Maybe it's all for the best.
Belki de böylesi daha iyi olur.
maybe
may.be mey'bi zarf belki, olabilir.
Mayday
May.day mey'dey isim Mayday (telsizle yapılan uluslararası imdat çağrısı).
mayhem
may.hem mey'hem isim kargaşa.
mayonnaise
may.on.naise meyıneyz' isim mayonez.
mayor
may.or mey'ır isim belediye başkanı.
mayoress
may.or.essisim kadın belediye başkanı.
Maypole
May.pole mey'pol isim 3 Mayıs'ta kızların etrafında dans ettiği çiçeklerle süslü direk.
maypop
may.pop mey'pap isim, botanik çarkıfelek.
maze
maze meyz isim 1. labirent. 2. şaşkınlık, hayret.
mazourka
ma.zour.ka mızûr'kı isim mazurka.
mazurka
ma.zur.ka mızır'kı isim mazurka.
MC
MC em'si' isim protokol görevlisi, teşrifatçı.
Mc.Coy
Mc.Coy mıkoy' isim bakınız the real Mc.Coy
mdse.
mdse.kısaltma merchandise
me
me mi zamir beni; bana.
mead
mead mid isim mayalandırılmış bal ve sudan yapılan alkollü bir içki.
meadow
mead.ow med'o isim çayır.
meager
mea.ger mi'gır sıfat 1. yetersiz, eksik, az. 2. yavan, tatsız. 3. zayıf. 820
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
meagre
mea.gre mi'gır sıfat, İngiliz İngilizcesi meager.
meal
meal mil isim yemek.
mealtime
meal.time mil'taym isim yemek zamanı.
mealy-mouthed
meal.y-mouthed mi'limautht', mi'limaudhd' sıfat samimiyetsiz.
mean business
çok ciddi olmak, şaka yapmamak: This time she means business. Bu kez ciddidir.
mean daily temperature
günlük ortalama sıcaklık.
mean distance
ortalama uzaklık.
mean little
-in değeri/önemi az olmak: That prize means little to her. Onun gözünde o ödülün pek az önemi var.
mean pressure
ortalama basınç.
mean solar time
ortalama güneş zamanı.
mean well
-in niyeti iyi olmak.
mean
mean min sıfat orta, vasat; ortalama. isim orta; ortalama.
meander
me.an.der miyän'dır fiil 1. dolambaçlı yoldan gitmek. 2. avare dolaşmak, gezinmek.
meaning
mean.ing mi'nîng isim anlam, mana.
meaningful
mean.ing.fulsıfat anlamlı, manalı.
meaningless
mean.ing.lesssıfat 1. anlamsız, manasız. 2. boş, abes.
means of support
birini geçindiren iş veya para.
means of transport
ulaşım araçları, taşıtlar.
means to an end
araç, vasıta.
means
means minz isim 1. araç, vasıta. 2. servet, varlık. 3. gelir, para.
meant
meant ment fiil bakınız mean
meantime
mean.time min'taym isim bakınız in the meantime
meanwhile
mean.while min'hwayl zarf bu arada.
measles
mea.sles mi'zılz isim kızamık.
measly
mea.sly miz'li sıfat 1. kızamıklı. 2. argo adi, değersiz.
measure out
ölçüp ayırmak.
measure up
istenilen ölçülere göre/uygun olmak. 2. to kadar iyi olmak: Gül doesn't measure up to Derya. Gül, Derya 821
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kadar iyi değil. Her performance that day didn't measure up to her ability. O günkü performansı asıl yeteneğinin gerisinde kaldı. measure
meas.ure meq'ır fiil 1. ölçmek; ölçüsünü almak: Measure the height of that door right now! O kapının yüksekliğini hemen ölç! The tailor is measuring me for a new suit. Terzi yeni bir elbise için ölçümü alıyor. They're going to measure Zeki's intelligence. Zeki'nin zekâsını ölçecekler. 2. -in ölçüleri ... olmak: That piece of paper measures ten centimeters by twelve centimeters. O kâğıdın ölçüleri on çarpı on iki santimetre.
measured
meas.uredsıfat 1. ölçülü. 2. düzgün, düzenli. 3. hesaplı, ölçülü.
measureless
meas.ure.lesssıfat ölçüsüz, sınırsız, hesapsız.
measurement
meas.ure.mentisim 1. ölçü. 2. ölçme, ölçüm.
measuring cup
ölçü kabı.
measuring spoon
ölçü kaşığı.
measuring
meas.ur.ing meq'ırîng isim ölçme, ölçüm.
meat loaf
rulo köfte.
meat packing
toptan kasap işi.
meat pie
etli börek.
meat
meat mit isim 1. yenecek et, et. 2. öz.
meaty
meat.ysıfat 1. etli. 2. özlü, dolgun.
Mecca
Mec.ca mek'ı isim Mekke.
mech.
mech.kısaltma «mechanical» mechanics mechanism
mechanic
me.chan.ic mıkän'îk isim makinist, makine ustası.
mechanical drawing
teknik resim.
mechanical engineer
makine mühendisi.
mechanical
me.chan.i.cal mıkän'îkıl sıfat 1. mekanik. 2. makineye ait.
mechanically
me.chan.i.cal.lyzarf mekanik olarak.
mechanics
me.chan.ics mıkän'îks isim, fizik mekanik.
822
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mechanise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mech.a.nise mek'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mechanize
mechanism
mech.a.nism mek'ınîzım isim 1. mekanizma. 2. işleyiş. 3. felsefe mekanikçilik, mekanizm.
mechanization
mech.a.niza.tionisim makineleştirme; makineleşme.
mechanize
mech.a.nize mek'ınayz fiil 1. makineleştirmek. 2. askeri mekanize etmek.
mechanized
mech.a.nizedsıfat 1. makineleştirilmiş. 2. askeri mekanize.
meconium
me.co.ni.um mıko'niyım isim ilkdışkı, mekonyum.
med.
med.kısaltma «medicine» medieval medium
medal
med.al med'ıl isim madalya.
medalist
med.al.istisim 1. madalya yapan kimse. 2. madalya kazanan kimse.
medallion
me.dal.lion mıdäl'yın isim madalyon.
meddle
med.dle med'ıl fiil karışmak, burnunu sokmak.
meddler
med.dlerisim herkesin işine karışan kimse, her şeye burnunu sokan kimse, işgüzar.
meddlesome
med.dle.somesıfat her şeye burnunu sokan, her işe karışan, işgüzar.
medfly
med.fly med'flay isim akdenizmeyvesineği.
media
me.di.a mi'diyı isim, çoğul araçlar, vasıtalar.
mediaeval
me.di.ae.val mi'dîyi'vıl sıfat bakınız medieval
medial
me.di.al mi'diyıl sıfat 1. orta. 2. ortada olan.
median
me.di.an mi'diyın sıfat orta. isim 1. orta. 2. medyan. 3. geometri kenarortay.
mediate
me.di.ate mi'diyeyt fiil 1. aracılık etmek, arabuluculuk etmek, aracı olmak, araya girmek. 2. ara bulmak. sıfat 1. dolaylı ilgisi olan, doğrudan doğruya olmayan. 2. ortada olan, ikisi ortası.
mediation
me.di.a.tionisim aracılık, arabuluculuk.
mediator
me.di.a.tor mi'diyeytır isim arabulucu, aracı.
medical
med.i.cal med'îkıl sıfat 1. tıbba ait, tıbbi. 2. iyileştirici.
823
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Medicare
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Med.i.care med'îker isim, Amerikan İngilizcesi (yaşlılar için) devlet sağlık sigortası.
medicate
med.i.cate med'ıkeyt fiil 1. ilaçla tedavi etmek. 2. ilaçlamak; içine ilaç katmak.
medication
med.i.ca.tionisim ilaçla tedavi.
medicinal
me.dic.i.nal mıdîs'ınıl sıfat ilaç özelliği olan, iyileştirici, tedavi edici, tıbbi.
medicine chest
ilaç dolabı.
medicine
med.i.cine med'ısın isim 1. ilaç. 2. tıp, hekimlik.
medieval
me.di.e.val mîdi'vıl sıfat ortaçağa ait, ortaçağa özgü.
Medina
Me.di.na mıdi'nı isim Medine.
mediocre
me.di.o.cre midiyo'kır sıfat alelade, olağan, sıradan, ne iyi ne kötü, orta karar.
mediocrity
me.di.oc.ri.ty midiyak'rıti isim aleladelik, sıradanlık.
meditate
med.i.tate med'ıteyt fiil 1. (on) (-i) derin derin düşünmek. 2. meditasyon yapmak.
meditation
med.i.ta.tionisim 1. derin derin düşünme. 2. meditasyon. 3. derin düşüncelerin ürünü olan yazı.
Mediterranean fruit fly
akdenizmeyvesineği.
Mediterranean
Med.i.ter.ra.ne.an medıtırey'niyın sıfat Akdeniz, Akdeniz'e veya Akdeniz bölgesine özgü.
medium frequency
radyo orta dalga.
medium
me.di.um mi'diyım isim (mediums) medyum.
medium-sized
me.di.um-sized mi'diyımsayzd' sıfat orta boy.
medlar
med.lar med'lır isim muşmula, döngel, beşbıyık.
medley
med.ley med'li isim 1. karmakarışık şey. 2. müzik potpuri.
medulla oblongata
me.dul.la ob.lon.ga.ta mîd^l'ı ablông.ga'tı anatomi (medulla oblongatas/medullae oblongatae) soğancık.
meek
meek mik sıfat 1. sabırlı ve yumuşak başlı, uysal. 2. alçakgönüllü.
meekly
meek.lyzarf uysalca.
meekness
meek.nessisim uysallık.
meek-spirited
meek-spiritedsıfat alçakgönüllü. 824
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük meerschaum
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
meer.schaum mîr'şım isim 1. eskişehirtaşı, lületaşı, denizköpüğü, manyezit. 2. lületaşı pipo.
meet one's match
hakkından gelebilecek birine rastlamak.
meet
meet mit fiil (met) 1. -e rastlamak, -e rast gelmek, ile karşılaşmak: I met Deniz by chance on my way to work. İşe giderken Deniz'e rastladım. 2. karşılamak: They plan to meet him at the bus stop. Onu otobüs durağında karşılamayı tasarlıyorlar. 3. tanışmak: I met him for the first time last year. Onunla geçen yıl tanıştım. 4. (masraf, borç v.b.'ni) ödemek, karşılamak. 5. spor karşılaşmak: The two teams will meet again on Saturday. İki takım cumartesi günü yeniden karşılaşacak. 6. buluşmak: Let's meet in front of the restaurant at nine o'clock. Saat dokuzda lokantanın önünde buluşalım. 7. toplanmak: The staff will meet in the conference room. Personel toplantı odasında toplanacak. 8. with ile karşılaşmak: He met with several problems. Birkaç sorunla karşılaştı. 9. with ile görüşmek: I met with him over lunch. Onunla öğle yemeğinde görüştüm. 10. with -e uğramak: He met with an accident. Kazaya uğradı.
meeting place
toplantı yeri. 2. buluşma yeri.
meeting
meet.ing mi'tîng isim 1. toplantı. 2. birleşme, bitişme. 3. miting.
megahertz
meg.a.hertz meg'ıhırts isim, fizik megahertz.
megalomania
meg.a.lo.ma.ni.a megılomey'niyı isim, ruhbilim megalomani, büyüklük hastalığı.
megalomaniac
meg.a.lo.ma.ni.acisim, sıfat megaloman.
megaphone
meg.a.phone meg'ıfon isim megafon.
megaton
meg.a.ton meg'ıt^n isim megaton.
megawatt
meg.a.watt meg'ıwat isim megavat.
melancholy
mel.an.chol.y mel'ınkali isim melankoli, karasevda. sıfat 1. melankolik. 2. kasvetli.
Melanesia
Mel.a.ne.sia melıni'qı isim Melanezya. 825
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Melanesian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Melanezyalı. sıfat 1. Melanezya, Melanezya'ya özgü. 2. Melanezyalı.
melba toast
bir çeşit gevrek.
melba
mel.ba mel'bı isim bakınız melba toast
meld
meld meld fiil birbirine karışmak.
melee
me.lee mey'ley isim meydan kavgası.
meliorate
mel.io.rate mil'yıreyt fiil düzeltmek, iyileştirmek; düzelmek, iyileşmek.
mellow
mel.low mel'o sıfat 1. olgun. 2. yıllanmış (şarap). 3. yumuşak, tatlı (ses, renk). 4. iyi huylu. 5. keyifli. 6. yumuşak (toprak). fiil 1. olgunlaşmak. 2. yumuşatmak; yumuşamak.
melodious
me.lo.di.ous mılo'diyıs sıfat 1. ahenkli. 2. melodik, ezgili.
melodrama
mel.o.dra.ma mel'ıdramı isim melodram.
melodramatic
mel.o.dra.mat.ic melıdrımät'îk sıfat 1. melodram türünden. 2. aşırı duygusal.
melody
mel.o.dy mel'ıdi isim melodi, ezgi.
melon
mel.on mel'ın isim 1. kavun; karpuz. 2. argo havadan gelen kâr.
melt into tears
gözyaşlarına boğulmak.
melt
melt melt fiil (melted, melted/[eski] molten) 1. eritmek; erimek. 2. yumuşatmak; yumuşamak. 3. away yok etmek; yok olmak, kaybolmak. 4. into -in içine karışmak.
melting point
erime noktası.
melting pot
pota. 2. çeşitli ırk ve ulustan insanların kaynaştığı yer.
member of parliament
milletvekili.
member
mem.ber mem'bır isim 1. üye. 2. organ.
membership
mem.ber.shipisim 1. üyelik. 2. üyeler.
membrane
mem.brane mem'breyn isim zar, örtenek.
memento
me.men.to mımen'to isim (mementos/mementoes) hatıra, andaç, yadigâr.
memo
mem.o mem'o isim, konuşma dili kısa not. 826
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük memoir
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mem.oir mem'war isim 1. biyografi. 2. inceleme yazısı, rapor.
memoirs
mem.oirs mem'warz isim anılar, hatırat.
memorabilia
mem.o.ra.bil.i.a memırıbîl'iyı isim, çoğul hatırlanmaya değer şeyler.
memorable
mem.o.ra.ble mem'ırıbıl sıfat anmaya değer, hatırlanmaya değer.
memorandum
mem.o.ran.dum memırän'dım isim (memorandums/memoranda) 1. muhtıra. 2. not. 3. hukuk layiha.
memorial
me.mo.ri.al mımôr'iyıl sıfat hatırlatıcı. isim 1. anıt. 2. muhtıra, önerge.
memorialise
me.mo.ri.al.ise mımôr'iyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız memorialize
memorialize
me.mo.ri.al.ize mımôr'iyılayz fiil 1. takdirle anmak. 2. anma töreni yapmak.
memorise
mem.o.rise mem'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız memorize
mélange
mé.lange melanq' isim karışık şey, karışım.
memorize
mem.o.rize mem'ırayz fiil ezberlemek, ezbere öğrenmek.
memory
mem.o.ry mem'ıri isim 1. bellek, hafıza. 2. hatır. 3. hatıra, anı.
men of weight
nüfuzlu adamlar, kodamanlar.
menace
men.ace men'îs isim 1. tehdit, gözdağı. 2. tehdit eden şey. fiil tehdit etmek, gözdağı vermek.
menagerie
me.nag.er.ie mınäc'ıri isim 1. yabanıl hayvanlar koleksiyonu. 2. yabanıl hayvanların sergilendiği yer.
Mend your ways.
Davranışlarına dikkat et.
mend
mend mend isim onarım, tamir.
mendacious
men.da.cious mendey'şıs sıfat 1. yalancı. 2. yalan.
mendacity
men.dac.i.ty mendäs'ıti isim yalancılık.
mendicant
men.di.cant men'dıkınt sıfat 1. dilencilik eden, dilenen. 2. dilenciye özgü. isim dilenci. 827
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük menial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
me.ni.al mi'niyıl sıfat 1. hizmetçiye ait. 2. köleye yakışır. 3. bayağı, adi, aşağılık. isim hizmetçi.
meningitis
men.in.gi.tis menıncay'tîs isim, tıbbi menenqit.
menopause
men.o.pause men'ıpôz isim menopoz.
menstrual
men.stru.al men'struwıl sıfat âdetle ilgili, aybaşına ait, menstrüel.
menstruate
men.stru.ate men'struweyt, men'streyt fiil âdet görmek, aybaşı olmak.
menstruation
men.stru.a.tionisim âdet, aybaşı, menstrüasyon.
mental age
ruhbilim zekâ yaşı.
mental arithmetic
akıldan yapılan hesap.
mental deficiency
geri zekâlılık, zekâ geriliği, zihinsel özür.
mental hospital
akıl hastanesi.
mental retardation
geri zekâlılık, zekâ geriliği, zihinsel özür.
mental
men.tal men'tıl sıfat 1. zihinsel, zihni, akıl ile ilgili. 2. argo deli, kaçık.
mentality
men.tal.i.ty mentäl'ıti isim 1. zihniyet, düşünüş. 2. anlak, zekâ.
mentally deficient
geri zekâlı, zihinsel özürlü.
mentally retarded
geri zekâlı.
mentally
men.tal.lyzarf aklen, zihnen.
menthol
men.thol men'thôl isim mentol.
mentholated
men.tho.lat.ed men'thıleytîd sıfat mentollü.
mention
men.tion men'şın isim 1. söyleme. 2. bahsetme, anma. fiil anmak, sözünü etmek, -den söz etmek, -den bahsetmek.
mentor
men.tor men'tır isim rehber, danışman; akıl hocası, yol gösterici.
menu
men.u men'yu isim yemek listesi, menü.
meow
me.ow miyau', myau' isim miyav. fiil miyavlamak.
mercantile
mer.can.tile mır'kıntil, mır'kıntayl sıfat ticarete ait, ticari.
828
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mercenary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mer.ce.nar.y mır'sıneri sıfat 1. kâr gözeten, çıkarcı, paragöz. 2. (yabancı orduda hizmet eden) paralı (asker). isim (yabancı orduda hizmet eden) paralı asker.
mercer
mer.cer mır'sır isim, İngiliz İngilizcesi kumaşçı, kumaş satıcısı.
mercerise
mer.cer.ise mır'sırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mercerize
mercerize
mer.cer.ize mır'sırayz fiil merserizelemek.
mercerized
mer.cer.izedsıfat merserize.
merchandise
mer.chan.dise mır'çındayz isim ticari eşya, emtia, mal. fiil alıp satmak, -in ticaretini yapmak.
merchant marine
ticaret filosu.
merchant prince
çok zengin tüccar.
merchant
mer.chant mır'çınt isim tüccar. sıfat ticari.
merchantman
isim (merchantmen) ticaret gemisi.
merciful
mer.ci.ful mır'sıfıl sıfat 1. merhametli. 2. acı çektirmeyen.
merciless
mer.ci.less mır'sılîs sıfat merhametsiz, amansız, acımasız.
mercurial
mer.cu.ri.al mırkyûr'iyıl sıfat 1. cıvalı. 2. canlı, cıva gibi. 3. değişken.
mercury
mer.cu.ry mır'kyıri isim, kimya cıva.
mercy
mer.cy mır'si isim 1. merhamet. 2. insaf.
Mercy!
Aman!/Allah aşkına!
mere
mere mîr sıfat 1. katkısız, saf. 2. önemsiz.
merely
mere.lyzarf sadece, ancak, yalnız, sade.
merest
mer.est mîr'ıst sıfat en az, en ufak.
merge
merge mırc fiil 1. birleşmek; birleştirmek. 2. içine karışıp kaybolmak.
merger
merg.er mır'cır isim iki veya daha çok şirketin birleşmesi.
meridian
me.rid.i.an mırîd'iyın isim 1. meridyen. 2. doruk, zirve. sıfat meridyen.
829
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük meringue
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
me.ringue mıräng' isim, ahçılık 1. beze. 2. (turtanın üzerine konulduktan sonra pişirilen) çırpılmış yumurta akı, şeker v.b. karışımı, mereng.
merino wool
merinos yünü, merinos.
merino
me.ri.no mıri'no isim merinos.
merit system
devlet memurluğunda başarıya göre atama ve terfi sistemi.
merit
mer.it mer'ît isim 1. değer. 2. erdem, fazilet. fiil -i hak etmek, -e layık olmak; -e değmek.
meritorious
mer.i.to.ri.ous merıtôr'iyıs sıfat övgüye değer, saygıya değer.
merlon
mer.lon mır'lın isim mazgal dişi/siperi.
mermaid
mer.maid mır'meyd isim denizkızı.
merrily
mer.ri.lyzarf neşeyle.
merriment
mer.ri.ment mer'îmınt isim 1. eğlence, keyif. 2. şenlik, neşe, keyif.
merry
mer.ry mer'i sıfat 1. şen, neşeli, keyifli. 2. neşe verici, keyiflendirici.
merry-go-round
mer.ry-go-round mer'igoraund isim atlıkarınca.
merrymaking
mer.ry.mak.ing mer'imeykîng isim cümbüş, eğlence.
mesa
me.sa mey'sı isim mesa, masatepe.
mesh
mesh meş isim 1. ağ gözü. 2. ağ, şebeke. 3. çark dişlerinin birbirine girmesi. fiil 1. ağ ile tutmak. 2. (çark dişlerini) birbirine geçirmek; birbirine geçmek.
mesmerise
mes.mer.ise mez'mırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mesmerize
mesmerize
mes.mer.ize mez'mırayz fiil 1. ipnotizmayla uyutmak. 2. büyülemek, gözünü bağlamak.
Mesopotamia
Mes.o.po.ta.mi.a mesıpıtey'miyı isim Mezopotamya.
mess around with
ile uğraşmak, ile ilgilenmek.
mess up
yüzüne gözüne bulaştırmak. 2. kirletmek, bozmak. 3. altüst etmek.
mess
mess mes isim 1. karışıklık, düzensizlik, dağınıklık. 2. karışık durum, güç veya utandırıcı durum. 3. pislik, 830
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kirlilik. fiil 1. yüzüne gözüne bulaştırmak, berbat etmek. 2. kirletmek, bozmak. 3. altüst etmek. message
mes.sage mes'îc isim 1. mesaq, haber. 2. resmi bildiri.
messenger
mes.sen.ger mes'ıncır isim 1. haberci, ulak. 2. kurye.
Messiah
Mes.si.ah mısay'ı isim 1. Mesih, İsa. 2. küçük harf ile kurtarıcı.
met
met met fiil bakınız meet
metabolic
met.a.bol.ic metıbal'îk sıfat metabolik.
metabolism
me.tab.o.lism mıtäb'ılîzım isim, biyoloji metabolizma.
metal
met.al met'ıl isim metal, maden. sıfat metal, metalik, madeni.
metallic
me.tal.lic mıtäl'îk sıfat metalik, madeni.
metallurgical
met.al.lur.gi.calsıfat metalurqik, metalbilimsel.
metallurgy
met.al.lur.gy met'ılırci isim metalurqi, metalbilim.
metamorphic
met.a.mor.phic metımôr'fîk sıfat başkalaşmış, metamorfik.
metamorphose
met.a.mor.phose metımôr'foz fiil başkalaştırmak; başkalaşmak.
metamorphosis
met.a.mor.pho.sis metımôr'fısîs isim (metamorphoses) başkalaşma, başkalaşım, metamorfoz.
metaphor
met.a.phor met'ıfôr isim mecaz.
metaphoric
met.a.phor.icsıfat mecazi.
metaphorical
met.a.phor.ic.alsıfat mecazi.
metaphorically
met.a.phor.ic.al.lyzarf mecazen.
metaphysical
met.a.phys.i.calsıfat metafizik, doğaötesi, fizikötesi.
metaphysics
met.a.phys.ics metıfîz'îks isim metafizik, doğaötesi, fizikötesi.
metaplasia
met.a.pla.sia metıpley'qı isim, biyoloji dönüşüm, metaplazi.
metapsychic
met.a.psy.chic metısay'kîk sıfat ruhötesi, metapsişik.
metapsychics
met.a.psy.chicsisim ruhötesi, metapsişik.
metastasis
me.tas.ta.sis mıtäs'tısîs isim (metastases) metastaz.
metathesis
me.tath.e.sis mıtäth'ısîs isim, dilbilim (metatheses) göçüşme, yer değiştirme, metatez. 831
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mete
mete mit fiil out vermek.
metempsychosis
me.tem.psy.cho.sis mıtemsıko'sîs isim ruh göçü.
meteor
me.te.or mi'tiyır isim akanyıldız, meteor.
meteoric
me.te.or.ic mitiyôr'îk sıfat 1. akanyıldıza ait. 2. akanyıldıza benzer. 3. parlak, göz kamaştırıcı. 4. çok hızlı.
meteorite
me.te.or.ite mi'tiyırayt isim göktaşı, meteortaşı, meteorit.
meteorological
me.te.or.ol.o.gi.calsıfat meteoroloqik.
meteorologist
me.te.or.ol.o.gistisim meteoroloqi uzmanı.
meteorology
me.te.or.ol.o.gy mitiyıral'ıci isim meteoroloqi.
meter
me.ter mi'tır isim metre.
methane
meth.ane meth'eyn isim, kimya metan.
method
meth.od meth'ıd isim 1. yöntem, metot, usul, yol. 2. düzen.
methodical
me.thod.i.cal mıthad'îkıl sıfat 1. yöntemli, metotlu. 2. düzenli, sistemli.
methodically
me.thod.i.cal.lyzarf düzenli olarak.
methodological
meth.od.o.log.i.cal methıdılac'îkıl sıfat metodoloqik, yöntembilimsel.
methodology
meth.od.ol.o.gy methıdal'ıci isim metodoloqi, yöntembilim.
methyl alcohol
metil alkol.
methyl
meth.yl meth'ıl isim metil.
meticulous
me.tic.u.lous mıtîk'yılıs sıfat çok titiz, çok dikkatli.
meticulousness
me.tic.u.lous.nessisim titizlik.
metre
me.tre mi'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız meter
metric system
metre sistemi, metrik sistem.
metric
met.ric met'rîk sıfat 1. metrik, metre ile ilgili. 2. metrik, metre sistemini kullanan. 3. şiir vezinli, ölçülü.
metrical
met.ri.cal met'rîkıl sıfat 1. metrik, metre ile ilgili. 2. metrik, metre sistemini kullanan. 3. şiir vezinli, ölçülü.
832
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük metro
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
met.ro met'ro sıfat, konuşma dili anakente ait, metropoliten. isim (İngiltere hariç, Avrupa'da bulunan) metro.
metronome
met.ro.nome met'rınom isim, müzik metronom.
metropolis
me.trop.o.lis mıtrap'ılîs isim anakent, büyükşehir, metropol.
metropolitan
met.ro.pol.i.tan metrıpal'ıtın sıfat 1. anakente ait, metropoliten. 2. Hristiyanlık metropolite ait. isim, Hristiyanlık metropolit.
mettle
met.tle met'ıl isim 1. huy, mizaç. 2. yüreklilik, atılganlık.
mew
mew myu fiil 1. miyavlamak. 2. (martı) miyavlar gibi ses çıkarmak. isim miyav.
Mexican
isim Meksikalı. sıfat 1. Meksika, Meksika'ya özgü. 2. Meksikalı.
Mexico
Mex.i.co mek'sıko isim Meksika.
mezzanine
mez.za.nine mez'ınin isim asmakat.
miaow
mi.aow mi'yav isim, fiil bakınız meow
mica
mi.ca may'kı isim mika, evrenpulu.
mice
mice mays isim, çoğul bakınız mouse
Michaelmas daisy
saraypatı, aster.
Michaelmas
Mich.ael.mas mîk'ılmıs isim, Hristiyanlık başmeleklerden Mikâil'in 27 Eylül'de kutlanan yortusu.
micro-
micro-önek mikro-, küçük.
microbe
mi.crobe may'krob isim mikrop.
microbial
mi.cro.bi.al maykro'biyıl sıfat mikrobik.
microbic
mi.cro.bic maykro'bîk sıfat mikrobik.
microbiologist
mi.cro.bi.ol.o.gist maykrobayal'ıcîst isim mikrobiyolog.
microbiology
mi.cro.bi.ol.o.gy maykrobayal'ıci isim mikrobiyoloqi.
microcephalic
mi.cro.ce.phal.ic maykrosıfäl'îk sıfat mikrosefal.
microcephalous
mi.cro.ceph.a.lous maykrosef'ılıs sıfat bakınız microcephalic
833
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük microcephalus
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mi.cro.ceph.a.lus maykrosef'ılıs isim (microcephali) mikrosefal.
microcephaly
mi.cro.ceph.a.ly maykrosef'ıli isim mikrosefali.
microchip
mi.cro.chip may'krıçîp isim, bilgisayar yongacık.
micrococcus
mi.cro.coc.cus maykrokak'ıs isim (micrococci) mikrokok.
microcopy
mi.cro.cop.y may'krıkapi isim mikrokopya.
microeconomics
mi.cro.e.co.nom.ics maykro.ikınam'îks isim mikroiktisat.
microfiche
mi.cro.fiche may'krıfiş isim mikrofiş.
microfilm
mi.cro.film may'krıfîlm isim mikrofilm.
micrometer
mi.crom.e.ter maykram'ıtır isim mikrometre.
micron
mi.cron may'kran isim mikron.
Micronesia
Mi.cro.ne.sia maykrıni'qı isim Mikronezya.
Micronesian
isim Mikronezyalı. sıfat 1. Mikronezya, Mikronezya'ya özgü. 2. Mikronezyalı.
microorganism
mi.cro.or.gan.ism maykrowôr'gınîzım isim mikroorganizma.
microphone
mi.cro.phone may'krıfon isim mikrofon.
microscope
mi.cro.scope may'krıskop isim mikroskop.
microscopic
mi.cro.scop.ic maykrıskap'îk sıfat 1. mikroskobik. 2. çok ufak.
microsecond
mi.cro.sec.ond may'krosekınd isim mikrosaniye.
microsurgery
mi.cro.sur.ger.y may'krosırcıri isim mikrocerrahi.
microwave oven
mikrodalga fırın.
microwave
mi.cro.wave may'krıweyv isim mikrodalga.
mid
mid mîd sıfat orta, ortadaki.
mid-air
mid-air mîd'er' sıfat havadaki.
midday
mid.day mîd'dey isim öğle, gün ortası.
middle age
orta yaş.
middle C
müzik do.
middle class
orta sınıf, burjuva.
middle
mid.dle mîd'ıl sıfat 1. orta, vasat. 2. ortadaki, aradaki. isim orta yer, orta. 834
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
middle-aged
mid.dle-aged mîd'ıleycd' sıfat orta yaşlı.
middleman
mid.dle.man mîd'ılmän isim (middlemen) komisyoncu, aracı.
middlemost
mid.dle.most mîd'ılmost sıfat en ortadaki.
middle-of-the-road
mid.dle-of-the-road mîd'ılıvdhırod' sıfat ılımlı bir yol veya politika izleyen, ılımlı.
middle-sized
mid.dle-sized mîd'ılsayzd sıfat orta boy.
middleweight
mid.dle.weight mîd'ılweyt isim ortasıklet, ortaağırlık.
middling
mid.dling mîd'lîng sıfat 1. orta, iyice. 2. orta sınıfa özgü. zarf, konuşma dili şöyle böyle.
midget
midg.et mîc'ît isim cüce.
midi
mid.i mîd'i isim 1. midi etek. 2. midi palto.
midland
mid.land mîd'lınd sıfat ülkenin iç kısmında bulunan. isim bir ülkenin iç kısmı.
midmost
mid.most mîd'most sıfat en orta yerdeki, tam ortadaki.
midnight
mid.night mîd'nayt isim gece yarısı.
midpoint
mid.point mîd'poynt isim orta, göbek, orta yer.
midriff
mid.riff mîd'rîf isim 1. göğüsle karın arasındaki kısım. 2. anatomi diyafram.
midst
midst mîdst isim orta, orta yer. edat ortasında.
midstream
mid.stream mîd'strim isim nehrin orta yeri.
midsummer
mid.sum.mer mîd's^mır isim yaz ortası.
midterm
mid.term mîd'tırm isim 1. sömestr ortası. 2. sömestr ortasında yapılan sınav.
midway
mid.way mîd'wey sıfat yarı yolda olan. zarf yarı yolda.
midweek
mid.week mîd'wik isim hafta ortası.
Midwest
Mid.west mîd'west' isim bakınız the Midwest
midwife
mid.wife mîd'wayf isim (midwives) ebe.
midwifery
mid.wife.ry mîd'wayfıri, mîd'wayfri isim ebelik.
midwinter
mid.win.ter mîd'wîn'tır isim kış ortası, karakış.
midyear
mid.year mîd'yîr sıfat sene ortasındaki. isim sene ortasında yapılan sınav.
mien
mien min isim 1. surat, çehre. 2. eda, tavır.
might
might mayt fiil bakınız may 835
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mighty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mightysıfat 1. güçlü, kuvvetli, kudretli. 2. güçlü, büyük. 3. konuşma dili fevkalade.
mignonette
mi.gnon.ette mînyınet' isim muhabbetçiçeği.
migraine
mi.graine may'greyn, [İngiliz İngilizcesi] mi'greyn isim migren.
migrant
mi.grantisim göçmen.
migrate
mi.grate may'greyt fiil göç etmek.
migration
mi.gra.tionisim göç.
migratory bird
göçmen kuş.
migratory
mi.gra.to.ry may'grıtôri sıfat 1. göçmen, göçebe, göçer. 2. göçle ilgili.
mihrab
mih.rab mi'rıb isim mihrap.
mike
mike mayk isim, konuşma dili mikrofon.
mil.
mil.kısaltma military
milage
mil.age may'lîc isim bakınız mileage
milch
milch mîlç sıfat süt veren, sağmal.
mild
mild mayld sıfat 1. yumuşak başlı, ılımlı. 2. hafif. 3. ılıman (iklim).
mildew
mil.dew mîl'du isim 1. küf. 2. mildiyu. fiil küflendirmek; küflenmek.
mildly
mild.lyzarf 1. kibarca. 2. biraz.
mile
mile mayl isim mil (uzaklık ölçü birimi).
mileage
mile.age may'lîc isim mil hesabı ile uzaklık.
milestone
mile.stone mayl'ston isim 1. kilometre taşı. 2. önemli bir olay, dönüm noktası.
milfoil
mil.foil mîl'foyl isim, botanik 1. binyaprak. 2. civanperçemi, kandilçiçeği.
milieu
mi.lieu milyö' isim (milieus/milieux) ortam, çevre.
militant
mil.i.tant mîl'ıtınt sıfat 1. kavgacı. 2. militan. isim militan.
military police
askeri inzibat.
military uniform
asker üniforması, üniforma.
military
mil.i.tar.y mîl'ıteri sıfat askeri. isim bakınız the military
militate against
-in aleyhine olmak, -e engel olmak. 836
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
militate in favor of
-in lehine olmak, -e yararlı olmak.
militate
mil.i.tate mîl'ıteyt fiil bakınız militate against militate in favor of
militia
mi.li.tia mılîş'ı isim milis.
milk jug
İngiliz İngilizcesi (sürahi şeklinde) sütlük.
milk shake
milkşeyk.
milk sugar
laktoz, süt şekeri.
milk teeth
sütdişleri.
milk thistle
meryemanadikeni.
milk
milk mîlk isim süt. fiil 1. sağmak. 2. faydalanmak, kötüye kullanmak, sömürmek.
milker
milk.er mîl'kır isim 1. süt sağan kimse, sağıcı. 2. sağma makinesi. 3. sağmal hayvan, sağmal.
milking machine
sağma makinesi.
milking
milk.ing mîl'kîng isim sağma, sağım.
milkmaid
milk.maid mîlk'meyd isim sütçü kız.
milkman
milk.man mîlk'män isim (milkmen) sütçü (erkek).
milkweed
milk.weed mîlk'wid isim ipekotu.
milky
milk.y mîl'ki sıfat 1. süt gibi, süte benzer. 2. sütlü.
mill wheel
değirmen çarkı veya dolabı.
mill
mill mîl isim 1. değirmen. 2. el değirmeni. 3. fabrika, yapımevi, imalathane. fiil 1. değirmende öğütmek, çekmek. 2. değirmenden geçirmek. 3. (paranın kenarını) diş diş yapmak. 4. konuşma dili around dolanıp durmak.
millennium
mil.len.ni.um mîlen'iyım isim (millenniums/millennia) 1. bin yıllık devre. 2. bininci yıldönümü. 3. mutluluk çağı.
miller
mill.erisim değirmenci.
millet
mil.let mîl'ît isim darı.
milligram
mil.li.gram mîl'ıgräm isim miligram.
milligramme
mil.li.gramme mîl'ıgräm isim, İngiliz İngilizcesi bakınız milligram
milliliter
mil.li.li.ter mîl'ılitır isim mililitre. 837
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük millilitre
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mil.li.li.tre mîl'ılitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız milliliter
millimeter
mil.li.me.ter mîl'ımitır isim milimetre.
millimetre
mil.li.me.tre mîl'ımitır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız millimeter
million
mil.lion mîl'yın isim milyon.
millionaire
mil.lion.aire mîlyıner' isim milyoner.
millionth
mil.lionthsıfat, isim 1. milyonda bir. 2. milyonuncu.
millipede
mil.li.pede mîl'ıpid isim kırkayak.
mimbar
mim.bar mîm'bar isim bakınız minbar
mime
mime maym isim, tiyatro mim.
mimic
mim.ic mîm'îk sıfat taklit eden. isim 1. taklitçi. 2. taklit. fiil (mimicked, mimicking) 1. taklidini yapmak. 2. taklit etmek, kopya etmek. 3. zooloji benzemek.
mimicry
mim.ic.ryisim 1. taklitçilik. 2. biyoloji benzeme.
minaret
min.a.ret mînıret' isim minare.
minbar
min.bar mîn'bar isim minber.
mince
mince mîns fiil kıymak, ince ince doğramak.
Mind one's p's and q's.
konuşma dili ne yaptığına dikkat etmek.
Mind you, ....
Aslında, ...: Mind you, I don't for a minute think he'll agree. Doğrusunu istersen kabul edeceğini hiç sanmıyorum.
Mind your own business!
Sen kendi işine bak!
Mind your step!
Dikkat et!
mind
mind maynd isim 1. akıl, zihin, bellek. 2. hatır. 3. fikir, düşünce. 4. zekâ, anlak. 5. istek, arzu.
mindful
mind.fulsıfat dikkatli, dikkat eden.
mindless
mind.lesssıfat 1. akılsız. 2. dikkatsiz. 3. of -e aldırış etmeyen.
mine detector
mayın dedektörü.
mine shaft
maden kuyusu.
mine
mine mayn isim 1. maden, maden ocağı. 2. hazine, kaynak. 3. askeri mayın. fiil 1. madencilik kazıp
838
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çıkarmak. 2. yeraltında (lağım veya yol) kazmak. 3. araştırıp bulmak. 4. askeri mayın dökmek, mayınlamak. minefield
mine.field mayn'fild isim mayın tarlası.
miner
minerisim madenci.
mineral oil
madeni yağ, mineral yağ.
mineral water
madensuyu.
mineral
min.er.al mîn'ırıl, mîn'rıl sıfat 1. madensel, madeni. 2. mineral. isim 1. maden, mineral. 2. maden filizi. 3. konuşma dili madensuyu.
mineralogist
min.er.al.o.gistisim mineralog.
mineralogy
min.er.al.o.gy mînıral'ıci isim mineralbilim, mineraloqi.
minesweeper
mine.sweep.er mayn'swipır isim mayın tarama gemisi.
mingle
min.gle mîng'gıl fiil 1. katıp karıştırmak. 2. birbirine karıştırmak; katmak; katılmak.
mini-
mini-önek mini-, küçük.
miniature camera
15 mm.'lik veya daha dar bir film kullanan fotoğraf makinesi.
miniature
min.i.a.ture mîn'iyıçır isim minyatür. sıfat minyatür, çok ufak.
miniaturise
min.i.a.tur.ise mîn'iyıçırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız miniaturize
miniaturist
min.i.a.tur.istisim minyatürcü.
miniaturize
min.i.a.tur.ize mîn'iyıçırayz fiil (bir şeyin) daha küçüğünü yapmak; minyatürleştirmek.
minibus
min.i.bus mîn'ib^s isim minibüs.
minimal
min.i.mal mîn'ımıl sıfat en az, asgari, minimal, minimum.
minimise
min.i.mise mîn'ımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız minimize
minimize
min.i.mizefiil 1. mümkün olduğu kadar azaltmak veya ufaltmak. 2. önemsememek, küçümsemek.
minimum wage
asgari ücret.
839
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük minimum
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
min.i.mum mîn'ımım isim (minimums/minima) en az miktar, en ufak derece, minimum. sıfat asgari, minimum, en az, en küçük, en aşağı.
mining engineer
maden mühendisi.
mining
min.ing may'nîng isim 1. madencilik. 2. maden kazma. 3. askeri mayın dökme, mayınlama.
minion
min.ion mîn'yın isim 1. yardakçı. 2. buyruk altında olan biri.
miniskirt
min.i.skirt mîn'iskırt isim mini etek.
minister
min.is.ter mîn'îstır fiil to -e bakmak, -e yardım etmek, e hizmet etmek.
ministration
min.is.tra.tion mînîstrey'şın isim özenli bakım, ihtimam.
Ministry of Agriculture
Tarım Bakanlığı.
Ministry of Commerce
Ticaret Bakanlığı.
Ministry of Communications
Ulaştırma Bakanlığı.
Ministry of Culture and Tourism
Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Ministry of Customs and Monopolies Gümrük ve Tekel Bakanlığı. Ministry of Defense
Milli Savunma Bakanlığı.
Ministry of Development and Housing Ministry of Education
İmar ve İskân Bakanlığı.
Milli Eğitim Bakanlığı.
Ministry of Energy and Natural Resources
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.
Ministry of Finance
Maliye Bakanlığı.
Ministry of Foreign Affairs
Dışişleri Bakanlığı.
Ministry of Forestry
Orman Bakanlığı.
Ministry of Health
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı.
Ministry of Industry and Technology Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı. Ministry of Justice
Adalet Bakanlığı.
Ministry of Labor
İngiliz İngilizcesi Çalışma Bakanlığı.
Ministry of Public Works
Bayındırlık Bakanlığı.
Ministry of the Interior
İçişleri Bakanlığı.
Ministry of Village Affairs
Köy İşleri Bakanlığı.
Ministry of Youth and Sports
Gençlik ve Spor Bakanlığı.
ministry
min.is.try mîn'îstri isim 1. bakanlık. 2. papazlık. 840
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mink
mink mîngk isim vizon, mink.
minnow
min.now mîn'o isim 1. (yem olarak kullanılabilen) ufak balık. 2. golyan balığı.
minor league
spor ikinci lig.
minor premise
mantık küçük önerme.
minor premiss
mantık küçük terim.
minor term
mantık küçük terim.
minor
mi.nor may'nır sıfat 1. küçük. 2. ikincil, önemi az. 3. müzik minör. isim 1. ergin olmayan kimse, rüştünü ispat etmemiş kimse. 2. (üniversitede) yardımcı branş. 3. müzik minör. fiil in (üniversitede) -i yardımcı branş olarak almak.
Minorca
Mi.nor.ca mînôr'kı isim Minorka.
Minorcan
isim Minorkalı. sıfat 1. Minorka, Minorka'ya özgü. 2. Minorkalı.
minority
mi.nor.i.ty mınôr'ıti, maynôr'ıti isim 1. azınlık. 2. ergin olmama, reşit olmama.
minster
min.ster mîn'stır isim, İngiliz İngilizcesi 1. manastır kilisesi. 2. büyük kilise, katedral.
minstrel
min.strel mîn'strıl isim ozan, âşık, halk şairi.
mint
mint mînt isim 1. darphane. 2. büyük miktar (özellikle para). fiil (para) basmak.
minuet
min.u.et mînyuwet' isim menuet.
minus seven degrees Centigrade
sıfırın altında yedi derece.
minus sign
eksi işareti.
minus
mi.nus may'nıs edat eksi, çıkarsa.
minuscule
mi.nus.cule mîn'ıskyul isim küçük harf, minüskül. sıfat 1. küçük harfle yazılı. 2. küçük, ufacık, önemsiz.
minute book
tutanak defteri.
minute hand
saat yelkovanı.
minute
min.ute mîn'ît isim 1. dakika. 2. an. 3. tutanak, zabıt.
minutia
mi.nu.ti.a mînu'şîyı isim (minutiae) önemsiz ayrıntı.
minutiae
mi.nu.ti.ae mînu'şîyi isim, çoğul önemsiz ayrıntılar.
miracle
mir.a.cle mîr'ıkıl isim mucize, harika. 841
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük miraculous
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mi.rac.u.lous mîräk'yılıs sıfat mucize türünden, harikulade, hayret verici.
mirage
mi.rage mîraq' isim serap, ılgım, yalgın.
mire down
yarıda kalmak, başarısızlığa uğramak.
mire
mire mayr isim 1. çamur, batak. 2. kir, pislik. fiil 1. çamura saplamak; çamura saplanmak. 2. çamur bulaştırmak.
mirror
mir.ror mîr'ır isim ayna. fiil yansıtmak, aksettirmek.
mirth
mirth mırth isim şenlik, cümbüş.
mirthful
mirth.fulsıfat şen, sevinçli, neşeli.
mirthless
mirth.lesssıfat neşesiz.
miry
mir.y may'ri sıfat 1. çamurlu. 2. kirli, pis.
mis-
mis-önek yanlış, kötü, hatalı.
misadventure
mis.ad.ven.ture mîsıdven'çır isim kaza, bela, talihsizlik, felaket.
misadvise
mis.ad.vise mîsädvayz' fiil yanlış öğüt veya bilgi vermek.
misanthrope
mis.an.thrope mîs'ınthrop isim 1. insanlardan nefret eden veya insanlara güvenmeyen kimse. 2. insanlardan kaçan kimse, merdümgiriz kimse.
misanthropist
mis.an.thro.pist mîsän'thrıpîst isim 1. insanlardan nefret eden veya insanlara güvenmeyen kimse. 2. insanlardan kaçan kimse, merdümgiriz kimse.
misapply
mis.ap.ply mîsıplay' fiil yanlış uygulamak.
misapprehend
mis.ap.pre.hend mîsäprîhend' fiil yanlış anlamak.
misapprehension
mis.ap.pre.hen.sion mîsäprîhen'şın isim yanlış anlama.
misappropriate
mis.ap.pro.pri.ate mîsıpro'priyeyt fiil haksız olarak almak veya kullanmak.
misbehave
mis.be.have mîs'bîheyv' fiil 1. yaramazlık etmek; terbiyesizlik etmek. 2. kötü davranmak.
misbehavior
mis.be.ha.vior mîsbîheyv'yır isim 1. yaramazlık; terbiyesizlik. 2. kötü davranış.
misc.
misc.kısaltma «miscellaneous» miscellany
miscalculate
mis.cal.cu.late mîskäl'kyıleyt fiil yanlış hesap etmek. 842
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
miscalculation
mis.cal.cu.la.tionisim yanlış hesaplama.
miscarriage of justice
adli hata.
miscarriage
mis.car.riage mîsker'îc isim 1. çocuk düşürme, düşük. 2. işin boşa çıkması, işin ters gitmesi, başarısızlık. 3. yanlış yere sevketme.
miscarry
mis.car.ry mîsker'i fiil 1. başaramamak. 2. boşa çıkmak, ters gitmek. 3. çocuk düşürmek. 4. yanlış yere götürülmek.
miscast
mis.cast mîskäst' fiil (miscast) tiyatroda yanlış rol vermek.
miscellaneous
mis.cel.la.ne.ous mîsıley'niyıs sıfat 1. çeşitli, muhtelif, karışık. 2. çok yönlü.
miscellany
mis.cel.la.ny mîs'ıleyni isim derleme.
mischance
mis.chance mîsçäns' isim talihsizlik, kaza.
mischief
mis.chief mîs'çîf isim 1. yaramazlık, haylazlık. 2. fesat, kötülük. 3. zarar. 4. haylaz kimse. 5. fesatçı.
mischief-maker
mis.chief-makerisim fitneci, fitçi, arabozucu, fesatçı, fesat kumkuması.
mischievous
mis.chie.vous mîs'çîvıs sıfat 1. yaramaz, haylaz. 2. zarar verici.
misconceive
mis.con.ceive mîskınsiv' fiil yanlış kavramak; yanlış yorumlamak; yanlış anlamak.
misconception
mis.con.cep.tion mîskınsep'şın isim yanlış kavram; yanlış yorum; yanlış kanı.
misconduct
mis.con.duct mîskan'd^kt isim 1. yetkisini kötüye kullanma. 2. zina; ahlaksızca davranma.
misconstrue
mis.con.strue mîskınstru' fiil yanlış yorumlamak; yanlış anlamak.
miscount
mis.count mîskaunt' fiil yanlış saymak, yanlış hesap etmek. isim yanlış hesap.
misdate
mis.date mîsdeyt' fiil yanlış tarihlendirmek, yanlış tarih koymak.
misdeed
mis.deed mîsdid' isim kötü ve ahlaksızca hareket, kötülük, günah. 843
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük misdirect
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mis.di.rect mîsdîrekt' fiil 1. yanıltmak. 2. yanlış yere veya adrese göndermek. 3. yanlış yön göstermek.
miser
mi.ser may'zır isim cimri kimse, pinti kimse.
miserable
mis.er.a.ble mîz'ırıbıl sıfat 1. çok kötü, berbat; çok mutsuz, insanı mutsuz eden, insanın keyfini kaçıran: I feel miserable. Kendimi çok kötü hissediyorum. What a miserable winter that was! O kış herkesi perişan etti. The weather is miserable. Hava berbat. Sahir turned into a miserable old man. Sahir huysuz ve mutsuz bir ihtiyar oldu. What a miserable life this is! Ne çekilmez bir hayat bu böyle! You'll die miserable. Büyük bir mutsuzluk içinde öleceksin. 2. aşağılık, çok kötü, alçakça (davranış). 3. cüzi, çok az (bir miktar). 4. sefil; sefalet çeken; sefalet kokan.
miserly
mi.ser.lysıfat cimri, pinti.
misery
mis.er.y mîz'ıri, mîz'ri isim 1. çok acı bir durum, çok kötü bir durum, perişanlık. 2. sefalet. 3. İngiliz İngilizcesi hep şikâyet eden kimse.
misfire
mis.fire mîsfayr' fiil 1. (silah) ateş almamak. 2. (içten yanmalı motor) iyi çalışmamak. 3. hedefe isabet ettirememek. isim ateş almama.
misfit
mis.fit mîs'fît isim 1. uygun gelmeyiş. 2. iyi uymayan şey. 3. uyumsuz kimse.
misfortune
mis.for.tune mîsfôr'çın isim 1. talihsizlik, aksilik. 2. kaza, bela, felaket.
misgiving
mis.giv.ing mîsgîv'îng isim 1. genellikle çoğul endişe, kuşku, şüphe. 2. genellikle çoğul korku.
misguide
mis.guide mîsgayd' fiil 1. saptırmak, azdırmak, baştan çıkarmak. 2. yanıltmak.
mishandle
mis.han.dle mîshän'dıl fiil 1. kötü kullanmak. 2. kötü yönetmek.
mishap
mis.hap mîs'häp isim aksilik, talihsizlik.
mishmash
mish.mash mîş'mäş isim nahoş karışım.
misinform
mis.in.form mîsînfôrm' fiil yanlış bilgi vermek. 844
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
misinformation
mis.in.form.a.tionisim yanlış bilgi.
misinterpret
mis.in.ter.pret mîsîntır'prît fiil yanlış yorumlamak, yanlış anlamak.
misinterpretation
mis.in.ter.pret.a.tionisim yanlış yorum.
misjudge
mis.judge mîsc^c' fiil 1. yanlış hüküm vermek. 2. yanlış anlamak. 3. yanlış fikir edinmek.
mislay
mis.lay mîsley' fiil (mislaid) yanlış yere koymak, kaybetmek.
mislead
mis.lead mîslid' fiil (misled) 1. yanlış yoldan götürmek. 2. yanıltmak.
misleading
mis.lead.ingsıfat yanıltıcı.
mismanage
mis.man.age mîsmän'îc fiil kötü yönetmek, kötü idare etmek.
mismanagement
mis.man.age.mentisim kötü yönetim, kötü idare.
misplace one's confidence
yanlış kimseye güvenmek.
misplace
mis.place mîspleys' fiil yanlış yere koymak, kaybetmek.
misprint
mis.print mîsprînt' fiil yanlış basmak. isim baskı hatası.
mispronounce
mis.pro.nounce mîsprınauns' fiil yanlış telaffuz etmek, yanlış söylemek.
mispronunciation
mis.pro.nun.ci.a.tion mîsprın^nsiyey'şın isim yanlış söyleyiş, yanlış söyleniş, yanlış telaffuz.
misquotation
mis.juota.tionisim yanlış aktarma.
misquote
mis.juote mîskwot' fiil yanlış aktarmak, (birinin sözünü) yanlış tekrarlamak.
misread
mis.read mîsrid' fiil (misread) 1. yanlış okumak. 2. yanlış yorumlamak.
misrepresent
mis.rep.re.sent mîsreprîzent' fiil bile bile yanlış bir şekilde tanıtmak.
misrepresentation
mis.rep.re.sent.a.tionisim bile bile yanlış bir şekilde tanıtma.
miss fire
ateş almamak.
miss the mark
hedefi tutturamamak. 2. tahmini yanlış çıkmak.
miss the point
sorunu kavramamak. 845
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük miss
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
miss mîs isim 1. konuşma dili genç kız. 2. büyük harf ile Bayan, Matmazel (Soyadından önce gelir.).
misshape
mis.shape mîs.şeyp' fiil kötü biçim vermek.
misshapen
mis.shapensıfat biçimsiz, deforme olmuş.
missile
mis.sile mîs'ıl, [İngiliz İngilizcesi] mîs'ayl isim 1. füze. 2. mermi. 3. atılan şey.
missing
miss.ing mîs'îng sıfat eksik, olmayan, kayıp: There is a page missing. Bir sayfa eksik.
mission
mis.sion mîş'ın isim 1. özel görev. 2. askeri uçuş. 3. politika misyon. 4. misyoner heyeti, misyon. 5. elçilik; sefarethane.
missionary
mis.sion.ar.y mîş'ıneri isim 1. misyoner, dinyayar, dinyayıcı. 2. misyoner, misyon sahibi kimse. sıfat misyoner.
missive
mis.sive mî'sîv isim uzun mektup.
misspell
mis.spell mîs.spel' fiil (misspelled/misspelt) imlasını yanlış yazmak.
misspelled
mis.spell.edsıfat imlası bozuk, yanlış yazılmış.
mist
mist mîst isim 1. sis, duman, pus. 2. buhar, buğu. 3. karartı. fiil 1. sisle kaplamak, sis basmak. 2. buğulamak; buğulanmak. 3. çiselemek.
mistake
mis.take mîsteyk' fiil (mistook, mistaken) 1. yanlış anlamak. 2. for yanlışlıkla -e benzetmek, ile karıştırmak: I mistook them for students. Onları öğrencilerle karıştırdım.
mistaken
mis.tak.en mîstey'kın fiil bakınız mistake sıfat yanlış, yanlış fikre dayanan, hatalı.
mistakenly
mis.tak.en.lyzarf yanlışlıkla.
Mister
Mis.ter mîs'tır isim Bay, Efendi (Soyadından önce gelir.).
mistletoe
mis.tle.toe mîs'ılto isim ökseotu, burç, göğce.
mistook
mis.took mîstûk' fiil bakınız mistake
mistranslate
mis.trans.late mîstränsleyt' fiil yanlış çevirmek, yanlış tercüme etmek. 846
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mistranslation
mis.trans.la.tionisim yanlış çeviri.
mistreat
mis.treat mîstrit' fiil 1. kötü kullanmak. 2. kötü davranmak.
mistress
mis.tress mîs'trîs isim 1. hanım, sahibe. 2. metres. 3. İngiliz İngilizcesi kadın öğretmen.
mistrust
mis.trust mîstr^st' isim güvensizlik, kuşku, şüphe. fiil güvenmemek, hakkında kuşkulanmak/şüphe etmek.
mistrustful
mis.trust.fulsıfat güvensiz, kuşkulu, şüpheli.
misty
mistysıfat 1. sisli, dumanlı. 2. bulanık.
misunderstand
mis.un.der.stand mîs^ndırständ' fiil (misunderstood) yanlış anlamak, ters anlamak.
misunderstanding
mis.un.der.stand.ingisim 1. yanlış anlama. 2. anlaşmazlık.
misunderstood
mis.un.der.stood mîs^ndırstûd' fiil bakınız misunderstand sıfat yanlış anlaşılmış.
misuse
mis.use mîsyuz' fiil 1. yanlış kullanmak. 2. kötüye kullanmak.
mite
mite mayt isim, zooloji akar.
miter
mi.ter may'tır isim piskoposluk tacı.
mitigate
mit.i.gate mît'ıgeyt fiil 1. yatıştırmak. 2. hafifletmek, azaltmak.
mitigation
mit.i.ga.tionisim hafifletme, azaltma.
mitosis
mi.to.sis mayto'sîs isim, biyoloji mitoz, karyokinez.
mitral insufficiency
tıbbi mitral yetersizlik.
mitral valve
anatomi mitral kapakçık, ikili kapacık.
mitral
mi.tral may'trıl sıfat, anatomi mitral.
mitre
mi.tre may'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız miter
mitt
mitt mît isim 1. beysbol eldiveni. 2. tek parmaklı eldiven, kolçak. 3. argo el. 4. argo boks eldiveni.
mitten
mit.ten mît'ın isim tek parmaklı eldiven, kolçak.
mix up
karıştırmak.
mix
mix mîks fiil 1. karıştırmak, birbirine karıştırmak; karışmak: Oil and water won't mix. Yağ, su ile karışmaz. 2. karmak. 3. into -e katmak. 4. melez elde 847
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
etmek için çiftleştirmek. 5. kaynaşmak, uyuşmak, bağdaşmak: They do not mix well. Anlaşamıyorlar./Uyuşamıyorlar. mixed doubles
tenis karışık çiftler.
mixed economy
karma ekonomi.
mixed group
karma grup.
mixed marriage
değişik din veya ırktan kişilerin evlenmesi.
mixed
mixed mîkst sıfat 1. karışık. 2. karma.
mixer
mix.er mîk'sır isim 1. karıştırıcı. 2. mikser.
mixture
mix.ture mîks'çır isim 1. karıştırma; karışma. 2. karma. 3. katma. 4. karışım: a mixture of salt and flour tuz ve un karışımı.
mizzenmast
miz.zen.mast mîz'ınmäst isim, denizcilikle ilgili mizana direği, mizana.
mm.
mm.kısaltma millimeter
mnemonic
mne.mon.ic niman'îk sıfat hatırlamaya yardımcı olan, belletici, bellemsel. isim belleteç.
mnemonics
mne.mon.ics niman'îks isim mnemotekni.
mnemotechnics
mne.mo.tech.nics nimotek'nîks isim mnemotekni, belletmece.
moan
moan mon fiil inlemek. isim inilti.
moat
moat mot isim kale hendeği.
mob
mob mab isim 1. kalabalık, izdiham. 2. ayaktakımı, avam. 3. konuşma dili gangster çetesi. fiil (mobbed, mobbing) güruh halinde saldırmak.
mobile
mo.bile mo'bıl, [İngiliz İngilizcesi] mo'bayl sıfat 1. devingen, hareket eden. 2. kolay değişen (çehre). 3. değişken (fikir). 4. askeri seyyar (ordu).
mobilise
mo.bi.lise mo'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mobilize
mobility
mo.bil.i.ty mobîl'ıti isim 1. devingenlik. 2. değişkenlik.
mobilize
mo.bi.lize mo'bılayz fiil seferber etmek, harekete geçirmek; seferber olmak, harekete geçmek.
mobster
mob.ster mab'stır isim, argo gangster. 848
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
moccasin
moc.ca.sin mak'ısîn isim mokasen.
mocha
mo.cha mo'kı isim moka, Yemen kahvesi.
mock orange
filbahri, filbahar.
mock
mock mak isim 1. alay, eğlenme. 2. taklit, sahte şey. sıfat sahte, kalp, taklit. fiil 1. alay etmek, alaya almak, eğlenmek. 2. küçümsemek. 3. aldatmak. 4. taklidini yapmak.
mockery
mock.eryisim 1. alay. 2. taklit. 3. alay konusu.
mod.
mod.kısaltma «moderate» modern
mode
mode mod isim 1. müzik makam. 2. dilbilgisi kip. 3. usul, tarz, üslup, şekil.
model
mod.el mad'ıl isim 1. örnek, model. 2. kalıp. 3. resim, plan. 4. örnek tutulacak kimse. 5. manken. sıfat 1. model. 2. örnek. 3. örnek tutulmaya uygun. fiil (modeled/modelled, modeling/modelling) 1. modelini yapmak. 2. biçimlendirmek. 3. mankenlik yapmak.
moderate
mod.er.ate mad'ırît sıfat 1. ılımlı. 2. orta, ikisi ortası. isim ılımlı kimse.
moderation
mod.er.a.tion madırey'şın isim 1. yatıştırma, yumuşatma, azaltma, hafifletme; yatışma, yumuşama, azalma, hafifleme. 2. ılımlılık.
moderator
mod.er.a.tor mad'ıreytır isim 1. toplantı başkanı. 2. fizik ılımlayıcı.
modern
mod.ern mad'ırn sıfat modern, çağcıl; çağdaş. isim modern kimse, çağcıl kimse.
modernise
mod.ern.ise mad'ırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız modernize
modernistic
mod.ern.is.tic madırnîs'tîk sıfat sözümona modern.
modernity
mo.der.ni.ty madır'nıti isim modernlik, çağcıllık.
modernize
mod.ern.ize mad'ırnayz fiil modernleştirmek, modernize etmek, çağcıllaştırmak, yenileştirmek.
modest
mod.est mad'îst sıfat 1. alçakgönüllü. 2. gösterişsiz. 3. ılımlı. 4. namuslu, iffetli. 849
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
modesty
mod.estyisim 1. alçakgönüllülük. 2. ılımlılık. 3. iffet.
modicum
mod.i.cum mad'ıkım isim bakınız a modicum of
modification
mod.i.fi.ca.tion madıfıkey'şın isim 1. değiştirme. 2. değişiklik.
modifier
mod.i.fi.er mad'ıfayır isim 1. değiştiren şey. 2. dilbilgisi niteleyen sözcük veya cümlecik.
modify
mod.i.fy mad'ıfay fiil 1. biraz değiştirmek. 2. azaltmak, hafifletmek. 3. dilbilgisi nitelemek.
modulate
mod.u.late mac'ûleyt fiil 1. (konuşma ve şarkı söylemede) ses perdesini gereğine göre değiştirmek, bir tondan başka bir tona geçmek. 2. (sesi) yumuşatmak, hafifleştirmek, tatlılaştırmak. 3. radyo modüle etmek.
module
mod.ule mac'ul isim 1. modül. 2. ölçü birimi.
mohair
mo.hair mo'her isim 1. tiftik. 2. tiftik kumaş.
Mohammed
Mo.ham.med mohäm'îd isim bakınız Muhammad
moist
moist moyst sıfat 1. nemli, rutubetli. 2. ıslak. 3. yaşlı (göz).
moisten
mois.ten moys'ın fiil nemlendirmek, ıslatmak; nemlenmek, ıslanmak.
moisture
mois.ture moys'çır isim nem, rutubet.
molar
mo.lar mo'lır isim azıdişi.
molasses
mo.las.ses mıläs'îz isim 1. pekmez. 2. melas.
mold public opinion
kamuoyu oluşturmak.
mold
mold mold isim kalıp. fiil şekil vermek, biçimlendirmek.
Moldavia
Mol.da.vi.a maldey'viyı, maldeyv'yı isim, tarih Moldavya.
Moldavian
isim, tarih Moldavyalı. sıfat, tarih 1. Moldavya, Moldavya'ya özgü. 2. Moldavyalı.
moldiness
mold.i.nessisim küf, küflülük.
molding
mold.ing mol'dîng isim tiriz; pervaz; korniş; silme.
Moldova
Mol.do.va môldo'vı isim Moldova.
Moldovan
isim Moldovalı. sıfat 1. Moldova, Moldova'ya özgü. 2. Moldovalı. 850
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
moldy
moldysıfat küflü, küf bağlamış.
mole bean
hintyağıbitkisinin tohumu. 2. hintyağıbitkisi, keneotu.
mole cricket
danaburnu, kökkurdu.
mole
mole mol isim dalgakıran, mendirek.
molecular
mo.lec.u.lar mılek'yılır sıfat moleküler, özdeciksel.
molecule
mol.e.cule mal'ıkyul isim molekül, özdecik, tozan, zerre.
molehill
mole.hill mol'hîl isim bakınız make a mountain out of a molehill
molest
mo.lest mılest' fiil -e cinsel tacizde bulunmak.
molestation
mo.les.ta.tion molestey'şın isim 1. cinsel taciz. 2. engelleme.
molester
mo.lest.er mıles'tır isim cinsel tacizde bulunan kimse.
mollify
mol.li.fy mal'ıfay fiil yumuşatmak, yatıştırmak.
mollycoddle
mol.ly.cod.dle mal'ikadıl isim muhallebi çocuğu, hanım evladı. fiil üstüne titremek.
Molotov cocktail
molotofkokteyli.
Molotov
Mo.lo.tov ma'lıtôf sıfat bakınız Molotov cocktail
molt
molt molt fiil 1. tüylerini dökmek. 2. deri değiştirmek.
molten
mol.ten mol'tın fiil, eski bakınız melt sıfat 1. erimiş. 2. dökme.
Molucca
Mo.luc.ca mıl^k'ı sıfat Molük, Molük Adaları'na özgü.
Moluccan
isim Molüklü. sıfat 1. Molük, Molük Adaları'na özgü. 2. Molüklü.
mom
mom mam isim, konuşma dili anne.
moment of truth
karar anı, kritik an.
moment
mo.ment mo'mınt isim 1. an. 2. önem. 3. fizik moment.
momentary
mo.ment.arysıfat 1. bir an süren, bir anlık. 2. geçici, çok az süren.
momentous
mo.men.tous momen'tıs sıfat önemli, ciddi.
momentum
mo.men.tum momen'tım isim, fizik (momentums/momenta) moment.
mommy
mom.my mam'i isim, konuşma dili anne.
851
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Monacan
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Mon.a.can man'ıkın, mınak'ın isim Monakolu. sıfat 1. Monako, Monako'ya özgü. 2. Monakolu.
Monaco
Mon.a.co man'ıko, mına'ko isim Monako.
monarch
mon.arch man'ırk isim kral, hükümdar.
monarchy
mon.archyisim monarşi, tekerklik.
monastery
mon.as.ter.y man'ısteri isim manastır.
monastic
mo.nas.tic mınäs'tîk sıfat manastıra veya manastır hayatına özgü. isim keşiş.
monasticism
mo.nas.tic.ismisim manastır hayatı veya sistemi.
Monday
Mon.day m^n'di, m^n'dey isim pazartesi.
Monegasque
Mon.e.gasjue manıgäsk' isim Monakolu. sıfat 1. Monako, Monako'ya özgü. 2. Monakolu.
monetary
mon.e.tar.y man'ıteri, m^n'ıteri sıfat parayla ilgili, parasal, para ....
money belt
para taşımaya elverişli kuşak.
Money is no object.
İş parada değil./Para önemli değil.
money market
para piyasası.
money on deposit
bankadaki para, mevduat.
money order
para havalesi.
money plant
denizlahanası, ayotu.
money
mon.ey m^n'i isim para.
moneybags
mon.ey.bags m^n'ibägz isim, argo zengin kimse, para babası.
moneychanger
mon.ey.chang.er m^n'içeyncır isim sarraf.
moneyed
mon.ey.edsıfat paralı.
moneylender
mon.ey.lend.er m^n'ilendır isim faizci, tefeci.
moneyless
mon.ey.lesssıfat parasız.
monger
mon.ger mang'gır isim, İngiliz İngilizcesi satıcı.
Mongol
Mon.gol mang'gıl isim Moğol, Moğol halkından biri. sıfat Moğol, Moğollara özgü.
Mongolia
Mon.go.li.a mang.go'liyı, mang.gol'yı isim Moğolistan.
Mongolian
isim 1. Moğol, Moğolistan halkından biri. 2. Moğolca. sıfat 1. Moğol. 2. Moğolca.
mongolism
mon.gol.ism man'gılîzım isim mongolizm. 852
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mongrel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mon.grel mang'grıl isim melez köpek veya başka hayvan. sıfat melez (köpek, hayvan).
monism
mon.ism man'îzım, mo'nîzım isim, felsefe monizm, tekçilik.
monist
mon.ist man'îst, mo'nîst isim, felsefe monist, tekçi.
monitor
mon.i.tor man'ıtır isim 1. televizyon monitör. 2. sınıf başkanı. 3. izleme veya gözlem sistemi.
monk
monk m^ngk isim keşiş.
monkey about with
ile oynamak, -i ellemek.
monkey about
oynamak, oyalanmak.
monkey around with
ile oynamak, -i ellemek.
monkey around
oynamak, oyalanmak.
monkey business
dalavere, dolap, düzenbazlık.
monkey puzzle
botanik şiliarokaryası.
monkey with
ile oynamak, -i ellemek.
monkey wrench
ingilizanahtarı.
monkey
mon.key m^ng'ki isim maymun.
monkfish
monk.fish m^ngk'fîş isim kelerbalığı.
monkshood
monks.hood m^ngks'hûd isim, botanik kurtboğan, fırtınakülahı.
mono
mon.o man'o isim, konuşma dili intani mononükleoz, monositli anqin.
monobloc
mon.o.bloc man'ıblak isim tekgövde, monoblok.
monochromatic
mon.o.chro.mat.ic manıkromät'îk sıfat tekrenkli, monokrom.
monochrome monitor
bilgisayar tekrenkli monitör.
monochrome
mon.o.chrome man'ıkrom isim tekrenkli resim. sıfat tekrenkli, monokrom.
monochromous
mon.o.chro.mous manıkro'mıs sıfat bakınız monochromatic
monocle
mon.o.cle man'ıkıl isim tekgözlük, monokl.
monogamous
monogamoussıfat tekeşli, monogam.
monogamy
mo.nog.a.my mınag'ımi isim tekeşlilik, monogami.
monogenesis
mon.o.gen.e.sis manıcen'ısîs isim tekkaynakçılık. 853
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
monogram
mon.o.gram man'ıgräm isim monogram.
monograph
mon.o.graph man'ıgräf isim monografi, tekyazı.
monolog
mon.o.log man'ılag isim monolog.
monologue
mon.o.logue man'ılôg isim monolog.
mononuclear
mon.o.nu.cle.ar manınu'kliyır sıfat tekçekirdekli.
mononucleosis
mon.o.nu.cle.o.sis manonukliyo'sîs, manınukliyo'sîs isim (mononucleoses) 1. intani mononükleoz, monositli anjin. 2. mononükleoz.
monopolise
mo.nop.o.lise mınap'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız monopolize
monopolist
mo.nop.o.list mınap'ılîst isim tekelci.
monopolistic
mo.nop.o.list.icsıfat tekelci.
monopolize the conversation
başka kimseyi konuşturmamak.
monopolize
mo.nop.o.lize mınap'ılayz fiil tekeline almak.
monopoly
mo.nop.o.ly mınap'ıli isim tekel, inhisar, monopol.
monotheism
mon.o.the.ism man'ıthiyîzım isim tektanrıcılık, monoteizm.
monotheist
mon.o.the.istisim tektanrıcı, monoteist.
monotheistic
mon.o.the.ist.icsıfat tektanrıcılıkla ilgili.
monotone
mon.o.tone man'ıton isim bakınız in a monotone
monotonous
mo.not.o.noussıfat tekdüze, monoton.
monotony
mo.not.o.ny mınat'ıni isim tekdüzelik, monotonluk.
monotype
mon.o.type man'ıtayp isim monotip.
monsoon
mon.soon mansun' isim muson.
monster
mon.ster man'stır isim 1. canavar. 2. ucube. 3. dev gibi şey veya kimse. sıfat çok büyük, koskoca, muazzam; dev gibi.
monstrosity
mon.stros.i.ty manstras'ıti isim ucube, devasa ve çok çirkin şey.
monstrous
mon.strous man'strıs sıfat 1. acayip/korkunç derecede büyük; devasa ve çok çirkin, ucube gibi. 2. çok korkunç, korkunç derecede kötü.
montage
mon.tage mantaq' isim 1. fotomontaq. 2. televizyon montaq. 854
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Montenegrin
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Mon.te.ne.grin mantıni'grîn isim Karadağlı. sıfat 1. Karadağ, Karadağ'a özgü. 2. Karadağlı.
Montenegro
Mon.te.ne.gro mantıni'gro isim Karadağ.
month
month m^nth isim ay.
monthly
month.lysıfat 1. ayda bir olan. 2. aylık. isim aylık dergi. zarf ayda bir.
monument
mon.u.ment man'yımınt isim 1. anıt, abide. 2. eser.
monumental
mon.u.ment.alsıfat 1. anıtsal. 2. muazzam, koskoca. 3. güzel sanatlar aslından büyük.
moo
moo mu fiil böğürmek. isim böğürme.
mood
mood mud isim, dilbilgisi kip.
moody
moodysıfat 1. birdenbire bambaşka bir ruh haline geçebilen, ruhsal açıdan aniden değişebilen. 2. canı sıkkın.
moon
moon mun isim ay. fiil, konuşma dili about/around dalgın dalgın gezinmek.
moonbeam
moon.beam mun'bim isim ay ışını.
moonlight
moon.light mun'layt isim ay ışığı, mehtap.
moonlighting
moon.light.ing mun'laytîng isim, argo asıl işinden başka bir işte de çalışma.
moonrise
moon.rise mun'rayz isim ayın doğması.
moonstruck
moon.struck mun'str^k sıfat aysar, çılgın, deli.
moonwalk
moon.walk mun'wôk isim ayda yürüyüş.
moor
moor mûr isim, İngiliz İngilizcesi engebeli ve ağaçsız arazi.
moorings
moor.ingsisim 1. palamar takımı. 2. geminin bağlanacağı yer.
moose
moose mus isim, zooloji (moose) mus.
moot
moot mut sıfat tartışmalı.
mop one's brow
alnının terini silmek.
mop the floor with
(bir tartışma veya oyunda) -i bozguna uğratmak.
mop up
paspaslamak. 2. askeri düşmanı temizlemek.
855
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mop
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mop map isim 1. saplı tahta bezi, paspas. 2. karışık ve taranmamış saç. fiil (mopped, mopping) paspas yapmak, paspaslamak, bezle silmek.
mope
mope mop fiil 1. üzüntülü olmak. 2. üzmek.
moraine
mo.raine mıreyn' isim, jeoloji moren, buzultaş.
moral defeat
manevi yenilgi.
moral principle
ahlak kuralı.
moral support
manevi destek.
moral victory
manevi zafer.
moral
mor.al môr'ıl sıfat 1. ahlaksal, ahlaki, törel. 2. ahlak prensiplerine bağlı, namuslu. 3. ahlak kurallarına uyan. 4. (cinsel açıdan) namuslu.
morale
mo.rale mıräl', môräl' isim moral, içgücü.
moralise
mor.al.ise môr'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız moralize
moralize
mor.al.ize môr'ılayz fiil 1. ahlaki yönlerini açıklamak, den ahlak dersi çıkarmak. 2. ahlakını düzeltmek.
morass
mo.rass mıräs', môräs' isim 1. bataklık, batak. 2. güçlük, engel.
moratorium
mor.a.to.ri.um môrıtor'iyım isim moratoryum.
moray eel
murana.
moray
mo.ray mo'rey, mırey' isim, zooloji murana.
morbid
mor.bid môr'bîd sıfat 1. ürkütücü ve marazi konulara aşırı ilgi duyan. 2. hastalıklı, marazi.
mordant
mor.dant môr'dınt sıfat acıtıcı, acı veren, keskin.
more or less
oldukça, az çok. 2. aşağı yukarı.
More power to him!
Allah gücünü artırsın!/Tebrikler!
more than one
birden fazla.
more
more môr sıfat 1. daha çok, daha fazla: He needs more money. Daha çok paraya ihtiyacı var. 2. daha: one more time bir kez daha. five more bananas beş muz daha. zarf 1. (than) (-den) daha. 2. (than) (-den) daha çok.
Morea
Mo.re.a môri'yı isim bakınız the Morea
856
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Morean
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Mo.re.an môri'yın isim Moralı. sıfat 1. Mora, Mora'ya özgü. 2. Moralı.
morello cherry
vişne.
moreover
more.o.ver môro'vır zarf bundan başka, ayrıca, üstelik.
morgue
morgue môrg isim morg.
moribund
mor.i.bund môr'ıbınd sıfat 1. ölmek üzere olan, can çekişen. 2. çok sönük, zayıf.
morning coat
jaketatay, ceketatay.
morning dress
jaketatay ve çizgili pantolon.
morning glory
kahkahaçiçeği, gündüzsefası.
morning sickness
hamilelikte sabah bulantısı.
morning star
sabah yıldızı.
morning
morn.ing môr'nîng isim sabah.
mornings
morn.ingszarf, konuşma dili sabahları.
Moroccan
isim Faslı. sıfat 1. Fas, Fas'a özgü. 2. Faslı.
Morocco
Mo.roc.co mırak'o isim Fas.
moron
mo.ron môr'an isim 1. kısmen geri zekâlı kimse. 2. konuşma dili kuş beyinli, gerzek.
morose
mo.rose mıros' sıfat marazi, somurtkan, suratsız.
morpheme
mor.pheme môr'fim isim, dilbilim morfem, biçimbirim.
morphine
mor.phine môr'fin isim, kimya morfin.
morphological
mor.pho.log.i.cal môrfılac'îkıl sıfat morfoloqik.
morphology
mor.phol.o.gy môrfal'ıci isim, biyoloji, dilbilim biçimbilim, yapıbilim, morfoloqi.
Morse code
Mors alfabesi.
Morse
Morse môrs isim bakınız Morse code
morsel
mor.sel môr'sıl isim lokma, parça.
mortal enemies
birbirinin can düşmanı.
mortal
mor.tal môr'tıl sıfat 1. ölümlü, fani. 2. öldürücü. 3. ölümcül. isim insan, insanoğlu.
mortality
mor.tal.i.ty môrtäl'ıti isim 1. ölümlülük, fanilik. 2. büyük ölçüde can kaybı. 3. ölüm oranı.
mortar
mor.tar môr'tır isim 1. havan. 2. havan topu. 3. kireçli harç. fiil harç ile sıvamak. 857
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mortgage
mort.gage môr'gîc isim ipotek. fiil ipotek etmek.
mortice
mor.tice môr'tîs isim bakınız mortise
mortician
mor.ti.cian môrtîş'ın isim cenaze levazımatçısı.
mortification
mor.ti.fi.ca.tion môrtıfıkey'şın isim 1. küçük düşme. 2. çile. 3. tıbbi kangren.
mortify the flesh
nefsin isteklerini kırmak.
mortify
mor.ti.fy môr'tıfay fiil 1. küçük düşürmek, mahcup etmek. 2. tıbbi kangrenleştirmek; kangren olmak.
mortise
mor.tise môr'tîs isim zıvana, yuva.
mortuary
mor.tu.ar.y môr'çuweri isim morg.
mosaic
mo.sa.ic mozey'îk isim, sıfat mozaik.
Moslem
Mos.lem maz'lım, mas'lım sıfat, isim bakınız Muslim
mosque
mosjue mask isim cami, mescit.
mosquito net
cibinlik.
mosquito netting
cibinlik kumaşı.
mosquito
mos.jui.to mıski'to isim sivrisinek.
moss
moss môs, mas isim yosun.
mossy
mossysıfat yosunlu.
Most of it is true.
Büyük bir kısmı doğru./Çoğu doğru.
Most people think so.
Çoğu kimse böyle düşünüyor.
most
most most sıfat 1. çoğu, pek çok: Most of these people spend their evenings watching television. Bu insanların çoğu gece televizyon izler. 2. en çok, en fazla: Who's got the most money? En çok para kimde? zarf 1. en çok: Which one did you like most? En çok hangisini beğendin? 2. en: That's the most beautiful one I've ever seen. Şimdiye kadar gördüklerimin en güzeli o. 3. konuşma dili çok. isim en fazla miktar, en büyük kısım.
mostly
most.lyzarf 1. çoğunlukla, çoğu kez. 2. genellikle. 3. en çok.
mote
mote mot isim zerre, tanecik, parçacık.
motel
mo.tel motel' isim motel.
moth
moth môth, math isim 1. güve. 2. pervane.
858
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mothball
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
moth.ball môth'bôl isim naftalin topu. fiil (gemiyi) kullanımdan çıkarıp tekrar kullanılıncaya kadar muhafaza altında tutmak; (fabrikanın) faaliyetine son verip tekrar kullanılıncaya kadar muhafaza altında tutmak.
moth-eaten
moth-eat.en môth'itın sıfat güve yemiş.
mother country
anayurt, anavatan.
mother tongue
anadili.
mother
moth.er m^dh'ır isim anne, ana. fiil annelik etmek.
motherboard
moth.er.board m^dh'ırbôrd isim, bilgisayar ana levha.
motherhood
moth.er.hood m^dh'ırhûd isim annelik, analık.
mother-in-law
moth.er-in-law m^dh'ırînlô isim kayınvalide, kaynana.
motherly
moth.er.lysıfat 1. ana gibi. 2. anaya yakışır.
mother-of-pearl
moth.er-of-pearl m^dh'ırıvpırl' isim sedef.
Mother's Day
Anneler Günü.
mothproof
moth.proof môth'pruf sıfat güve yemez.
motif
mo.tif motif' isim motif.
motion picture
sinema film.
motion
mo.tion mo'şın isim 1. hareket, devinim. 2. teklif, önerge. fiil el ile işaret etmek.
motionless
mo.tion.lesssıfat hareketsiz.
motivate
mo.ti.vate mo'tıveyt fiil harekete geçirmek, sevketmek.
motivation
mo.ti.va.tionisim 1. harekete getirme. 2. motivasyon, güdülenme. 3. güdü.
motive
mo.tive mo'tîv isim 1. güdü, neden. 2. müzik motif. sıfat 1. hareket ettirici, devindirici, itici. 2. güdüsel.
motley
mot.ley mat'li sıfat 1. çeşitli kısımlardan oluşmuş, birbirine benzemez, karmakarışık. 2. karışık renkli, alaca, rengârenk.
motor launch
motorlu sandal, motorbot, motor.
motor police
motosikletli polis.
motor
mo.tor mo'tır isim 1. motor. 2. İngiliz İngilizcesi otomobil. sıfat 1. hareket ettirici. 2. motorlu. 3. tıbbi
859
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hareket kaslarına ait. 4. devimsel, hareki. fiil otomobille gitmek; otomobille götürmek. motorbike
mo.tor.bike mo'tırbayk isim motosiklet.
motorboat
mo.tor.boat mo'tırbot isim motorbot, deniz motoru, motor.
motorcade
mo.tor.cade mo'tırkeyd isim araba konvoyu.
motorcar
mo.tor.car mo'tırkar isim, İngiliz İngilizcesi otomobil.
motorcycle
mo.tor.cy.cle mo'tırsaykıl isim motosiklet.
motorise
mo.tor.ise mo'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız motorize
motorist
mo.tor.istisim sürücü.
motorize
mo.tor.izefiil motor ile donatmak, motorize etmek.
motorman
mo.tor.man mo'tırmın isim (motormen) vatman.
motorway
mo.tor.way mo'tırwey isim karayolu, otoban, otoyol.
mottle
mot.tle mat'ıl fiil beneklemek, alacalamak.
mottled
mot.tledsıfat benekli, alacalı.
motto
mot.to mat'o isim (mottos/mottoes) özdeyiş, özlü söz, vecize.
mould
mould mold isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız mold
moult
moult molt fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız molt
mound
mound maund isim 1. tümsek, tepecik, küme. 2. höyük. 3. yığın.
mount a production of
(oyunu) sahneye koymak.
mount guard
nöbet tutmak.
Mount Sinai
Sina Dağı.
mount
mount maunt isim dağ, tepe.
mountain chain
sıradağ, sıradağlar.
mountain range
dağ silsilesi.
mountain
moun.tain maun'tın isim 1. dağ. 2. yığın.
mountaineer
moun.tain.eerisim 1. dağlı kimse. 2. dağcı.
mountainous
moun.tain.oussıfat 1. dağlık. 2. dağ gibi, çok büyük, çok iri.
mounted gem
kakma taş.
mounted police
atlı polis. 860
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mounted troops
süvari, atlı asker.
mounted
mount.ed maun'tîd sıfat 1. ata binmiş, atlı. 2. takılı, hazır. 3. kakılmış, kakma.
mourn
mourn môrn fiil 1. yas tutmak, matem tutmak. 2. kederlenmek.
mourner
mourn.erisim yaslı kimse.
mournful
mourn.fulsıfat 1. kederli, üzgün. 2. yaslı. 3. acıklı, dokunaklı.
mourning
mourn.ingisim 1. yas tutma. 2. yas, matem. 3. matem elbisesi. 4. yas süresi.
mouse
mouse maus isim (mice) 1. fare, sıçan. 2. bilgisayar fare.
mousetrap
mouse.trap maus'träp isim 1. fare kapanı. 2. tuzak.
mouth organ
mızıka, armonika.
mouth
mouth maudh fiil 1. söylemek. 2. dudaklarını oynatarak (bir şey) söyler gibi yapmak.
mouthful
mouth.ful mauth'fûl isim 1. ağız dolusu. 2. lokma. 3. konuşma dili söylenişi güç sözcük.
mouthpiece
mouth.piece mauth'pis isim 1. ağızlık. 2. sözcü.
mouthwash
mouth.wash mauth'wôş isim gargara.
movable feast
Hristiyanlık her yıl değişik bir tarihe rastlayan yortu.
movable
mov.a.ble mu'vıbıl sıfat 1. kımıldayabilen, hareket edebilen. 2. taşınabilir. 3. tarihi değişen (yortu). 4. hukuk taşınır, menkul. isim, çoğul, hukuk taşınır mallar, menkuller.
move down
(öğrenciyi) bir alt sınıfa indirmek; bir alt sınıfa inmek.
move heaven and earth
konuşma dili mümkün olan her şeyi yapmak.
move in
eve taşınmak. 2. içeri girmek.
move on
ileri gitmek.
move out
evden taşınmak. 2. dışarı çıkmak.
move up
(öğrenciyi) bir üst sınıfa yükseltmek; bir üst sınıfa yükselmek.
move
move muv fiil 1. kımıldatmak, oynatmak, hareket ettirmek; kımıldamak, oynamak, hareket etmek: My 861
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
right leg is paralyzed; I can't move it. Sağ bacağım felç oldu; hareket ettiremiyorum. Don't move! Kımıldama! 2. taşımak, nakletmek; taşınmak: She plans to move this table into the kitchen. Bu masayı mutfağa taşımayı düşünüyor. Fatma has moved to her summer place in Gümüşköy. Fatma, Gümüşköy'deki yazlığına taşındı. 3. önermek, teklif etmek: I move that the meeting be adjourned. Toplantının sona erdirilmesini öneriyorum. 4. etkilemek, dokunmak: His story deeply moved me. Onun öyküsü beni derinden etkiledi. 5. gayrete getirmek. 6. harekete getirmek. 7. (satranç veya dama taşını) yürütmek, sürmek. 8. (bağırsaklar) işlemek; işletmek. 9. satmak; sattırmak: It's difficult to move these high-priced books. Bu pahalı kitapları satmak zor. 10. kalkmak, ilerlemek, ileri gitmek. isim 1. hareket, kımıldanma. 2. taşınma. 3. dama taş sürme. 4. dama oynama sırası. moveable
move.a.ble mu'vıbıl sıfat, isim bakınız movable
movement
move.ment muv'mınt isim 1. hareket, kımıldanma. 2. akım, hareket: the women's liberation movement kadınların özgürlüğü hareketi. 3. askeri manevra. 4. saatin makinesi veya parçaları. 5. müzik bölüm. 6. bağırsakların işlemesi.
movie house
sinema.
movie
mov.ie mu'vi isim, sinema film.
moving day
taşınma günü.
moving picture
sinema film.
moving platform
hareket eden platform.
moving
mov.ing mu'vîng sıfat 1. hareket eden, devingen, oynak. 2. ilerleyen. 3. harekete geçiren. 4. etkileyici, dokunaklı.
movingly
mov.ing.lyzarf etkileyici bir şekilde, dokunaklı olarak.
mow
mow mo fiil (mowed, mown) 1. biçmek. 2. down (top veya tüfek ateşiyle) toptan öldürmek/biçmek. 862
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Mozambican
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Mo.zam.bi.can mozımbi'kın, mozämbi'kın isim Mozambikli. sıfat 1. Mozambik, Mozambik'e özgü. 2. Mozambikli.
Mozambique
Mo.zam.bijue mozämbik' isim Mozambik.
Mozambiquean
isim Mozambikli. sıfat 1. Mozambik, Mozambik'e özgü. 2. Mozambikli.
MP
MPkısaltma Military Police
Mr.
Mr. mîs'tır isim Bay (Soyadından önce kullanılır.).
Mrs.
Mrs. mîs'îz isim Bayan (Evli kadının soyadından önce kullanılır.).
MS.
MS., ms. em'es' kısaltma manuscript
Mt.
Mt., mt.kısaltma «mount» mountain
much as
her ne kadar ... ise de, ise de: Much as I would like to I can't go. Gitmek istesem de gidemem.
much less
şöyle dursun: I can't walk, much less run. Koşmak şöyle dursun, yürüyemiyorum.
much the same
hemen hemen aynı.
much
much m^ç sıfat (more, most) çok, epey, hayli: There's much work still to be done. Hâlâ yapacak epey iş var. zarf 1. çok, epey, hayli, pek: I'm feeling much better. Kendimi çok daha iyi hissediyorum. She is much admired. Çok beğeniliyor. I didn't much like that play. O oyunu pek beğenmedim. 2. aşağı yukarı, hemen hemen. isim 1. çok şey, çok miktarda şey. 2. önemli şey.
muck
muck m^k isim 1. pislik. 2. çamur. 3. gübre, yaş gübre. fiil 1. gübrelemek. 2. konuşma dili up kirletmek, pisletmek.
muckrake
muck.rake m^k'reyk fiil (önemli birine) çamur atmak.
mucus
mu.cus myu'kıs isim 1. sümük. 2. balgam.
mud
mud m^d isim 1. çamur. 2. kötü söz veya iftira.
muddle along
iyi kötü geçinip gitmek. 2. yanılmalara karşın bir işten sıyrılıp çıkmak.
863
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük muddle on
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
iyi kötü geçinip gitmek. 2. yanılmalara karşın bir işten sıyrılıp çıkmak.
muddle through
İngiliz İngilizcesi her şeye karşın gemisini kurtarmak.
muddle
mud.dle m^d'ıl fiil 1. karmakarışık etmek. 2. sersemletmek. 3. up yüzüne gözüne bulaştırmak. isim 1. karışıklık. 2. sersemlik. 3. karmakarışık iş.
muddleheaded
mud.dle.head.ed m^d'ılhedîd sıfat sersem.
muddy
mud.dy m^d'i sıfat 1. çamurlu. 2. bulanık, kirli, pis. 3. karışık. fiil 1. çamurlamak, çamura bulamak. 2. bulandırmak.
mudguard
mud.guard m^d'gard isim çamurluk.
mudslinger
mud.sling.er m^d'slîngır isim, politika rakibine çamur atan kimse.
muezzin
mu.ez.zin myuwez'în isim müezzin.
muff
muff m^f fiil 1. becerememek, yüzüne gözüne bulaştırmak. 2. spor (topu) kaçırmak.
muffin
muf.fin m^f'în isim şamkurabiyesine benzeyen ufak, yuvarlak ve tatlı bir ekmek türü.
muffle oneself up
sarınıp sarmalanmak.
muffle
muf.fle m^f'ıl fiil 1. in/with -e sarınmak. 2. up sarınıp sarmalanmak; sarıp sarmalamak. 3. (bir şeyi) ses çıkarmayacak şekilde örtmek/sarmak.
muffler
muf.fler m^f'lır isim 1. susturucu. 2. boyun atkısı.
mufti
muf.ti m^f'ti isim müftü.
mug
mug m^g fiil (mugged, mugging) saldırıp soymak.
mugger
mug.ger m^g'ır isim hinttimsahı.
muggy
mug.gy m^g'i sıfat sıcak ve rutubetli, kapalı, sıkıntılı (hava).
Muhammad
Mu.ham.mad mûhäm'ıd isim Hz.Muhammed.
mulatto
mu.lat.to mılät'o, myûlät'o isim beyaz ile zenci melezi kimse.
mulberry
mul.ber.ry m^l'beri, m^l'bıri isim dut.
mule
mule myul isim 1. katır. 2. konuşma dili çok inatçı kimse. 864
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mulish
mul.ishsıfat inatçı, katır gibi.
mulishly
mul.ish.lyzarf inatla.
mull
mull m^l isim ince muslin kumaş.
mullah
mul.lah m^l'ı, mûl'ı isim molla.
mullein
mul.lein m^l'ın isim, botanik sığırkuyruğu.
mullion
mul.lion m^l'yın isim pencere tirizi. fiil tirizlerle ayırmak.
multi-
multi-önek çok, mülti-.
multicellular
mul.ti.cel.lu.lar m^ltîsel'yılır sıfat çokgözeli, çokhücreli.
multidimensional
mul.ti.di.men.sion.al m^ltîdîmen'şınıl sıfat çokboyutlu.
multifarious
mul.ti.far.i.ous m^ltıfer'iyıs sıfat çok çeşitli, türlü türlü.
multiform
mul.ti.form m^l'tıfôrm sıfat çokbiçimli, çokşekilli.
multilateral
mul.ti.lat.er.al m^ltîlät'ırıl sıfat 1. çok yanlı, çok taraflı. 2. hukuk çok taraflı.
multilingual
mul.ti.lin.gual m^ltîlîng'gwıl sıfat çokdilli, çok dil bilen.
multimillionaire
mul.ti.mil.lion.aire m^ltîmîlyıner' isim mültimilyoner.
multinational
mul.ti.na.tion.al m^ltînäş'ınıl sıfat çokuluslu.
multiple
mul.ti.ple m^l'tıpıl sıfat 1. birçok, çok yönlü. 2. katmerli. isim, matematik katsayı.
multiplicand
mul.ti.pli.cand m^ltıplıkänd' isim, matematik çarpılan.
multiplication table
çarpım tablosu.
multiplication
mul.ti.pli.ca.tion m^ltıplıkey'şın isim 1. çoğaltma; çoğalma. 2. matematik çarpma, çarpım.
multiplicity
mul.ti.plic.i.ty m^ltıplîs'ıti isim çokluk, çeşitlilik.
multiplier
mul.ti.pli.er m^l'tıplayır isim, matematik çarpan.
multiply
mul.ti.ply m^l'tıplay fiil 1. çoğaltmak, artırmak; çoğalmak, artmak. 2. matematik çarpmak. 3. biyoloji üremek.
multitude
mul.ti.tude m^l'tıtud isim 1. kalabalık, halk yığını. 2. çokluk.
multitudinous
mul.ti.tu.di.nous m^ltıtu'dınıs sıfat çok, pek çok.
multi-user
mul.ti-us.er m^l'tıyuzır isim, bilgisayar çoklu kullanıcı. 865
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mum
mum m^m isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili anne.
mumble
mum.ble m^m'bıl fiil mırıldanmak. isim mırıltı.
mummification
mummificationisim 1. mumyalama, mumya yapma. 2. mumyalaşma.
mummify
mum.mi.fy m^m'ıfay fiil 1. mumyalamak. 2. mumyalaşmak.
mummy
mum.my m^m'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili anne.
mumps
mumps m^mps isim, çoğul, tıbbi kabakulak.
Mum's the word!
Hiç kimseye söyleme!
Mum's the word.
Sakın kimseye söyleme.
munch
munch m^nç fiil kıtır kıtır yemek, hapır hupur yemek.
mundane
mun.dane m^n'deyn' sıfat 1. günlük, olağan, sıradan. 2. dünyaya ait, dünyevi.
municipal
mu.nic.i.pal myunîs'ıpıl sıfat belediyeye ait, belediye.
municipality
mu.nic.i.pal.ity myunîsıpäl'ıti isim belediye.
munificence
mu.nif.i.cenceisim cömertlik.
munificent
mu.nif.i.cent myunîf'ısınt sıfat cömert, eliaçık.
munitions
mu.ni.ti.ons myunîş'ınz isim, çoğul savaş gereçleri.
mural
mu.ral myûr'ıl sıfat 1. duvara ait. 2. duvara asılan. 3. duvar gibi. isim duvar resmi.
murder in the first degree
kasten adam öldürme.
murder mystery
cinai roman.
murder
mur.der mır'dır isim 1. cinayet, adam öldürme. 2. konuşma dili baş belası, işkence. fiil 1. katletmek, öldürmek. 2. konuşma dili bozmak, berbat etmek: murder a piece of music bir müzik parçasını berbat etmek.
murderer
mur.der.erisim katil.
murderess
mur.der.essisim kadın katil.
murderous
mur.der.oussıfat 1. öldürücü, ölüm saçan, kanlı. 2. tehlikeli.
murk
murk mırk isim karanlık, kasvet.
866
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük murky
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
murk.y mır'ki sıfat 1. karanlık, kasvetli. 2. bulutlu, bulanık. 3. belirsiz, anlaşılması güç.
murmur
mur.mur mır'mır isim 1. mırıldanma, mırıltı. 2. söylenme, şikâyet. 3. çağıltı; uğultu. 4. hırıltı, üfürüm. fiil 1. mırıldanmak. 2. söylenmek, homurdanmak. 3. çağıldamak; uğuldamak.
muscle
mus.cle m^s'ıl isim kas, adale.
muscular
mus.cu.lar m^s'kyılır sıfat 1. kaslı, adaleli. 2. kasa ait.
muse
muse myuz fiil düşünceye dalmak, derin derin düşünmek.
museum
mu.se.um myuzi'yım isim müze.
mush
mush m^ş isim 1. mısır unu lapası. 2. lapa gibi şey. 3. konuşma dili aşırı duygusallık.
mushroom cloud
(özellikle nükleer patlama sonucunda) mantar şeklinde yükselen bulut.
mushroom growth
birdenbire büyüyüp yayılma, mantar gibi büyüme.
mushroom
mush.room m^ş'rum, m^ş'rûm isim mantar. sıfat mantarımsı. fiil hızla büyümek, mantar gibi büyümek; (yapılar) mantar gibi bitmek.
mushy
mush.y m^ş'i sıfat 1. lapa gibi. 2. konuşma dili aşırı duygusal.
music book
müzik nota kitabı.
music box
müzik müzik kutusu.
music hall
müzik müzikhol. 2. tiyatro vodvil.
music stand
müzik nota sehpası.
music
mu.sic myu'zîk isim, müzik müzik; musiki.
musical
mu.si.cal myu'zîkıl sıfat, müzik 1. müziğe ait; müzikle ilgili, müzikal. 2. ahenkli, uyumlu. 3. müziksever. 4. bestelenmiş. isim, müzik müzikal.
musician
mu.si.cian myuzîş'ın isim, müzik 1. müzisyen. 2. çalgıcı.
musicologist
mu.si.col.o.gist myuzîkal'ıcîst isim, müzik müzikbilimci, müzikolog.
867
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük musicology
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mu.si.col.o.gy myuzîkal'ıci isim, müzik müzikbilim, müzikoloqi.
musk ox
misköküzü, misksığırı.
musk
musk m^sk isim 1. misk. 2. misk kokusu.
musket
mus.ket m^s'kît isim (eski model) tüfek.
muskmelon
musk.mel.on m^sk'melın isim şamama, miskkavunu.
muskrat
musk.rat m^sk'rät isim misksıçanı, miskfaresi.
Muslim calendar
Hicri takvim.
Muslim
Mus.lim m^z'lîm isim, sıfat Müslüman.
muslin
mus.lin m^z'lîn isim muslin.
muss
muss m^s isim karışıklık. fiil 1. up -i buruşturmak. 2. up -i karıştırmak, -i altüst etmek, -i bozmak.
mussel
mus.sel m^s'ıl isim midye.
must
must m^st yardımcı fiil 1. Şart belirtir: You must do it. Onu yapman şart. 2. Gereklilik belirtir: You must do it. Onu yapman lazım. 3. Kuvvetli bir tahmin belirtir: You must be freezing. Dondun herhalde. Ahmet must have done it. Herhalde Ahmet yaptı./Ahmet yaptı demek. 4. Kızgınlık, yakınma veya istihza belirtir: Despite being warned she must go and try it. İhtar edilmesine rağmen yine de gidip onu denedi. 5. Kararlılık belirtir: If you must go, do so after the children have gone to bed. Gitmeyi kafana koydunsa bari çocuklar yattıktan sonra git. 6. -meli, -malı: You must come to see us. Bizi ziyaret etmelisin. isim, konuşma dili şart, zaruri bir şey: In the summer a mosjuito net is a must. Yazın cibinlik şart.
mustache
mus.tache mıstäş', m^s'täş isim bıyık.
mustang
mus.tang m^s'täng isim, Amerikan İngilizcesi (A.B.D.'nin batısına özgü) yabani at.
mustard greens
hardal yaprakları.
mustard
mus.tard m^s'tırd isim hardal.
muster
mus.ter m^s'tır fiil 1. toplamak; toplanmak. 2. askeri içtima yapmak. isim, askeri içtima. 868
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mustn't
must.n't m^s'ınt kısaltma must not .
musty
must.y m^s'ti sıfat küflü; küf kokulu.
mutable
mu.ta.ble myu'tıbıl sıfat 1. değişebilir, değişken. 2. dönek, kararsız.
mutant
mu.tant myu'tınt sıfat, biyoloji mutasyona uğramış. isim mutasyona uğramış hayvan veya bitki.
mutate
mu.tate myu'teyt fiil, biyoloji mutasyona uğramak; mutasyona uğratmak.
mutation
mu.ta.tion myutey'şın isim 1. değişme, dönüşme. 2. biyoloji değişinim, mutasyon.
mutationism
mu.ta.tion.ismisim, biyoloji değişinimcilik, değişimcilik, mutasyonizm.
mute
mute myut sıfat 1. sessiz, suskun. 2. dilsiz. isim dilsiz kimse. fiil sesini kısmak.
mutilate
mu.ti.late myu'tıleyt fiil 1. sakatlamak, kötürüm etmek. 2. önemli kısımları çıkararak bozmak.
mutilation
mu.ti.la.tionisim 1. kötürüm etme. 2. bozma.
mutineer
mu.ti.neer myutınîr' isim isyancı, asi.
mutinous
mu.ti.nous myu'tınıs sıfat isyankâr, asi.
mutiny
mu.ti.ny myu'tıni isim (özellikle asker veya gemiciler için) isyan, başkaldırma, ayaklanma. fiil isyan etmek, başkaldırmak, ayaklanmak.
mutt
mutt m^t isim, argo it, köpek.
mutter
mut.ter m^t'ır fiil 1. mırıldanmak. 2. söylenmek, homurdanmak. isim mırıltı.
mutton chop
koyun pirzolası.
mutton
mut.ton m^t'ın isim koyun eti, koyun.
mutual
mu.tu.al myu'çuwıl sıfat 1. iki taraflı, karşılıklı: mutual love karşılıklı sevgi. 2. ortak, müşterek: mutual friend ortak dost.
muzzle
muz.zle m^z'ıl isim 1. hayvan burnu. 2. burunsalık. 3. top veya tüfek ağzı. fiil 1. burunsalık takmak. 2. susturmak.
My arm is affected.
Hastalık koluma yayıldı. 869
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
My bet is ....
Bahse girerim ki ....
My flesh creeps.
Tüylerim ürperiyor.
my lord
efendim.
my off day
izin günüm. 2. fena günüm.
my
my may zamir benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.) : My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
myalgia
my.al.gi.a mayäl'cı, mayäl'ciyı isim, tıbbi kas ağrısı.
mycology
my.col.o.gy maykal'ıci isim mantarbilim, mikoloqi.
myeloid
my.e.loid may'ıloyd sıfat, anatomi iliksel.
myocardial infarction
miyokard enfarktüsü.
myocardial
my.o.car.di.al mayıkar'diyıl sıfat bakınız myocardial infarction
myocarditis
my.o.car.di.tis mayıkarday'tîs isim, tıbbi miyokardit, kalp kası iltihabı/yangısı.
myocardium
my.o.car.di.um mayıkar'diyım isim, anatomi miyokard, kalp kası.
myology
my.ol.o.gy mayal'ıci isim kasbilim.
myoma
my.o.ma mayo'mı isim, tıbbi (myomas/myomata) miyom, kas uru.
myopia
my.o.pi.a mayo'piyı isim miyopluk.
myopic
my.op.ic mayap'îk sıfat miyop.
myriad
myr.i.ad mîr'iyıd sıfat çok büyük sayıda, sayısız, çok.
myrrh
myrrh mır isim 1. (reçine olarak) mürrüsafi. 2. laden reçinesi; laden reçinesiyle mürrüsafiden oluşan bir karışım.
myrtle
myr.tle mır'tıl isim mersin.
myself
my.self mayself' zamir kendim, bizzat, ben: I will come myself. Kendim geleceğim./Bizzat geleceğim. I do not regard myself as a mathematician. Kendimi matematikçi saymıyorum.
mysterious
mys.te.ri.ous mîstîr'iyıs sıfat 1. gizemli, esrarengiz, esrarlı. 2. akıl ermez, anlaşılmaz. 3. garip.
870
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük mysteriously
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mys.te.ri.ous.lyzarf gizemli bir şekilde, esrarengiz bir şekilde.
mystery
mys.ter.y mîs'tıri isim gizem, sır, esrar.
mystic
mys.tic mîs'tîk sıfat 1. mistik, mistisizmle ilgili. 2. gizemli, esrarengiz. isim mistik, gizemci.
mystical
mys.tic.alsıfat mistik, gizemli.
mysticism
mys.ti.cism mîs'tısîzım isim mistisizm, gizemcilik, tasavvuf.
mystify
mys.ti.fy mîs'tıfay fiil 1. şaşırtmak, hayrete düşürmek. 2. anlaşılmasını güçleştirmek.
myth
myth mîth isim 1. söylence, efsane, mit, mitos. 2. hayali kimse veya şey.
mythic
mythicsıfat 1. söylencesel, efsanevi. 2. hayali.
mythical
mythicalsıfat 1. söylencesel, efsanevi. 2. hayali.
mythological
myth.o.log.i.cal mîthılac'îkıl sıfat mitoloqik, söylencebilimsel.
mythology
my.thol.o.gy mîthal'ıci isim mitoloqi, söylencebilim.
Mytilene
Myt.i.le.ne mîtıli'ni isim bakınız Lesbos
n.
n.kısaltma «name» nephew net neuter new nominative noon north northern note noun number
N.C.O.
N.C.O. en'si'o' kısaltma Noncommissioned Officer .
n.d.
n.d.kısaltma no date .
N.E.
N.E.kısaltma Near East Northeast
N.N.E.
N.N.E.kısaltma north-northeast .
N.N.W.
N.N.W.kısaltma north-northwest .
N.P.
N.P.kısaltma notary public
N.T.
N.T.kısaltma New Testament
nab
nab näb' fiil, konuşma dili (nabbed, nabbing) 1. yakalamak, ele geçirmek, tutuklamak. 2. kapmak.
nacre
na.cre ney'kır isim sedef.
nadir
na.dir ney'dır isim 1. gökbilim ayakucu. 2. en aşağı nokta.
nag
nag näg fiil (nagged, nagging) 1. dırdır etmek, başının etini yemek. 2. rahatsız etmek. 871
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nail brush
tırnak fırçası.
nail down
-i çivilerle sabitleştirmek. 2. -i garantiye almak.
nail file
tırnak törpüsü.
nail polish
oje, tırnak cilası.
nail scissors
tırnak makası.
nail up
-i çivileyerek kapatmak.
nail
nail neyl isim 1. çivi, mıh. 2. tırnak. 3. (hayvanlarda) pençe, toynak. fiil 1. to -e çivilemek, -e mıhlamak. 2. sıkı sıkı bağlamak, kavramak. 3. argo tutmak; yakalamak. 4. argo (bir yalanı) meydana çıkarmak. 5. argo çalmak. 6. argo vurmak.
naïve
na.bve na.iv' sıfat bakınız naive
naive
na.ive na.iv' sıfat 1. saf. 2. toy, tecrübesiz. 3. naif (resim).
naively
na.ive.lyzarf safça.
naiveté
na.ive.téisim 1. saflık. 2. toyluk.
naivety
na.ive.tyisim 1. saflık. 2. toyluk.
naked
na.ked ney'kîd sıfat 1. çıplak. 2. yalın, açık. 3. çaresiz, savunmasız.
nakedness
na.ked.nessisim 1. çıplaklık. 2. yalınlık. 3. çaresizlik.
name tag
isim kartı.
Name your price.
Düşündüğünüz fiyatı söyleyin.
name
name neym isim 1. ad, isim. 2. şöhret, ün.
name-dropping
name-drop.ping neym'drapîng isim, konuşma dili kendine paye vermek için ünlü isimlerden söz etme.
nameless
name.lesssıfat adsız, isimsiz.
namely
name.lyzarf yani, şöyle ki.
namesake
name.sake neym'seyk isim adaş.
Namibia
Na.mib.i.a nımîb'iyı isim Namibya.
Namibian
isim Namibyalı. sıfat 1. Namibya, Namibya'ya özgü. 2. Namibyalı.
nanny goat
dişi keçi.
nanny
nan.ny nän'i isim 1. İngiliz İngilizcesi dadı. 2. dişi keçi.
872
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nap
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nap näp fiil (napped, napping) uyuklamak, hafif uykuya dalmak, kestirmek, şekerleme yapmak. isim hafif kısa uyku, şekerleme.
nape
nape neyp isim ense.
naphthalene
naph.tha.lene näf'thılin isim, kimya naftalin.
naphthaline
naph.tha.line näf'thılîn isim, kimya naftalin.
napkin ring
peçete halkası.
napkin
nap.kin näp'kîn isim 1. peçete, peşkir. 2. İngiliz İngilizcesi çocuk bezi.
nappy
nap.py näp'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili çocuk bezi.
narcissism
nar.cis.sism narsîs'îzım isim narsisizm, narsislik, özseverlik.
narcissist
nar.cis.sist narsîs'îst isim narsist, özsever.
narcissus
nar.cis.sus narsîs'ıs isim (narcissus/narcissi) sim; nergis, zerrin.
narcosis
nar.co.sis narko'sîs isim narkoz.
narcotic drug
uyuşturucu ilaç.
narcotic
nar.cot.ic narkat'îk sıfat, isim uyuşturucu, narkotik.
narrate
nar.rate nereyt', ner'eyt fiil hikâye etmek, öykülemek, anlatmak.
narration
nar.ra.tionisim 1. anlatım, anlatış. 2. hikâye, öykü.
narrative
nar.ra.tive ner'ıtîv isim hikâye, öykü. sıfat hikâye türünden.
narrator
nar.ra.tor nerey'tır isim anlatıcı, anlatan.
narrow circumstances
fakirlik, parasızlık, darlık.
narrow escape
darı darına kurtulma, ucuz kurtulma.
narrow
nar.row ner'o sıfat 1. dar, ensiz. 2. sınırlı, kısıtlı. 3. dar görüşlü. 4. darlık içinde olan. 5. cüzi, az. 6. sıkı, dikkatli. isim 1. dar geçit. 2. çoğul dar boğaz. fiil 1. daraltmak; daralmak, çekmek, ensizleşmek. 2. sınırlamak. 3. kısmak.
narrowly
nar.row.lyzarf dar, güçbela, darı darına.
narrow-minded
nar.row-mind.ed ner'omayn'dîd sıfat dar görüşlü. 873
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nasal cavity
burun boşluğu.
nasal
na.sal ney'zıl sıfat 1. buruna ait. 2. fonetik genizsi, genzel. isim, fonetik genizsi ses, genizsil.
nascent
nas.cent ney'sınt sıfat gelişmeye başlayan, yeni oluşan.
nasturtium
nas.tur.tium nästır'şım isim latinçiçeği.
nasty blow
ağır darbe, tehlikeli vuruş.
nasty sea
fırtınalı deniz.
nasty story
müstehcen hikâye.
nasty
nas.ty näs'ti sıfat 1. tiksindirici, iğrenç. 2. kötü, çirkin. 3. ayıp, müstehcen. 4. pis, çok kirli.
nat.
nat.kısaltma «national» natural
natal
na.tal ney'tıl sıfat 1. doğuma ait; doğumla ilgili. 2. doğuştan olan/gelen, doğumda var olan, doğumsal.
nation
na.tion ney'şın isim ulus, millet.
national anthem
milli marş.
national bank
ulusal banka.
national debt
devlet borcu.
national monument
ulusal anıt.
national park
milli park.
national
na.tion.al näş'ınıl sıfat ulusal, milli. isim vatandaş, yurttaş, uyruk.
nationalise
na.tion.al.ise näş'ınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız nationalize
nationalism
na.tion.al.ismisim ulusçuluk, milliyetçilik.
nationalist
na.tion.al.istisim ulusçu, milliyetçi.
nationalistic
na.tion.al.ist.icsıfat ulusçu, milliyetçi.
nationality
na.tion.al.i.ty näşınäl'ıti isim milliyet, uyrukluk, tabiiyet.
nationalize
na.tion.al.ize näş'ınılayz fiil ulusallaştırmak, devletleştirmek, millileştirmek.
nation-wide
na.tion-widesıfat ülke çapında olan.
native ability
Allah vergisi yetenek.
native citizen
doğuştan uyrukluk hakkı olan kimse.
native land
anayurt, anavatan. 874
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
native language
anadili.
native
na.tive ney'tîv sıfat 1. yerli. 2. doğal. 3. doğuştan olan. isim yerli.
native-born
na.tive-bornsıfat doğma büyüme, yerli.
nativity
na.tiv.i.ty neytîv'ıti isim doğuş, doğum.
natural child
evlilikdışı çocuk.
natural color
doğal renk, asıl renk.
natural selection
doğal ayıklama/ayıklanma.
natural
nat.u.ral näç'ırıl sıfat 1. doğal, tabii. 2. doğuştan olan. isim, konuşma dili doğuştan yetenekli kimse.
naturalise
nat.u.ral.ise näç'ırılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız naturalize
naturalist
nat.u.ral.ist näç'ırılîst isim doğabilimci.
naturalize
nat.u.ral.ize näç'ırılayz fiil 1. vatandaşlığa kabul etmek. 2. (yabancı bir sözcüğü) dile almak. 3. (bir bitki veya hayvanı) yeni iklime alıştırmak.
naturally
nat.u.ral.lyzarf 1. doğal bir biçimde. 2. doğuştan. 3. doğal olarak, tabii, kuşkusuz, şüphesiz.
naturalness
nat.u.ral.nessisim doğallık, tabiilik.
nature
na.ture ney'çır isim 1. doğa, tabiat. 2. huy, mizaç, tabiat.
naught
naught nôt isim 1. hiç, hiçbir şey. 2. sıfır.
naughtily
naugh.ti.lyzarf yaramazca, haylazca.
naughtiness
naugh.ti.nessisim yaramazlık.
naughty
naugh.ty nô'ti sıfat 1. yaramaz, haylaz. 2. açık saçık.
Nauru
Na.u.ru na.u'ru isim Nauru.
Nauruan
isim Naurulu. sıfat 1. Nauru, Nauru'ya özgü. 2. Naurulu.
nausea
nau.se.a nô'ziyı isim 1. bulantı, mide bulantısı. 2. tiksinme, iğrenme.
nauseate
nau.se.ate nô'ziyeyt fiil 1. midesini bulandırmak. 2. iğrendirmek, tiksindirmek.
nauseous
nau.seous nô'şıs, nô'ziyıs sıfat mide bulandırıcı, tiksindirici. 875
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nautical mile
deniz mili (7052 metre).
nautical
nau.ti.cal nô'tîkıl sıfat denizcilikle ilgili, deniz; gemicilikle ilgili.
naval academy
deniz harp akademisi.
naval base
deniz üssü.
naval forces
deniz kuvvetleri.
naval officer
deniz subayı.
naval
na.val ney'vıl sıfat 1. deniz kuvvetlerine ait, deniz. 2. savaş gemilerine ait.
nave
nave neyv isim (kilisede) ana nef.
navel cord
tıbbi göbek kordonu.
navel orange
vaşington (portakal).
navel
na.vel ney'vıl isim 1. göbek. 2. merkez.
navigable
nav.i.ga.ble näv'ıgıbıl sıfat deniz taşıtlarının seyrine elverişli.
navigate
nav.i.gate näv'ıgeyt fiil 1. gemi ile gezmek. 2. içinde gemi veya kayıkla gezmek. 3. kaptanlık etmek, kılavuzluk etmek.
navigation
nav.i.ga.tionisim 1. gemi seferi, gemi yolculuğu. 2. gemicilik; denizcilik.
navy blue
lacivert, koyu mavi.
navy
na.vy ney'vi isim 1. donanma. 2. deniz kuvvetleri.
nay
nay ney zarf hayır, yok. isim 1. ret. 2. olumsuz oy. 3. olumsuz oy veren kimse.
Nazi
Na.zi na'tsi isim, sıfat Nazi.
Nazism
isim Nazizm.
near at hand
yakın.
near
near nîr zarf 1. yakın, yakında. 2. hemen hemen, az daha, az kaldı, az kalsın, neredeyse: He came near to falling. Az daha düşecekti. 3. aşağı yukarı, yaklaşık olarak: The soldiers number near a thousand. Yaklaşık bin tane asker var. sıfat 1. yakın. 2. samimi, yakın. 3. sadık (çeviri). 4. soldaki (araba veya at). 5. cimri,
876
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
elisıkı. edat -e bitişik, -e yakın, -in yakınında. fiil yaklaşmak, yakınlaşmak. nearby
near.bysıfat yakın. zarf yakında.
nearly
near.ly nîr'li sıfat 1. az daha, neredeyse, hemen hemen. 2. yakından.
nearness
near.nessisim yakınlık.
nearsighted
near.sight.ed nîr'saytîd sıfat miyop.
neat
neat nit sıfat 1. temiz, derli toplu, düzgün. 2. sek (içki). 3. argo harika.
neatly
neat.lyzarf temizce.
neatness
neat.nessisim temizlik, düzgünlük.
nebula
neb.u.la neb'yılı isim, gökbilim (nebulas/nebulae) bulutsu, nebülöz.
nebulous
neb.u.lous neb'yılıs sıfat 1. bulutlu, dumanlı. 2. belirsiz, bulanık.
necessarily
nec.es.sar.i.lyzarf 1. ister istemez. 2. muhakkak.
necessary
nec.es.sar.y nes'ıseri isim 1. gerekli, lüzumlu, lazım; zorunlu, zaruri. 2. kaçınılmaz.
necessitate
ne.ces.si.tate nıses'ıteyt fiil gerektirmek; zorunlu kılmak.
necessity
ne.ces.si.ty nıses'ıti isim 1. gerekli şey. 2. gereksinim, ihtiyaç. 3. zorunluluk.
neck and neck
yarışta at başı beraber.
neck
neck nek isim 1. boyun. 2. coğrafya kıstak. 3. (telli çalgılarda) sap. 4. elbise yakası. 5. (şişede) boyun, boğaz. fiil, argo sevişirken kucaklaşıp öpüşmek.
neckband
neck.band nek'bänd isim (giyside) dik yaka.
neckerchief
neck.er.chief nek'ırçîf isim boyun atkısı.
necking
neck.ing nek'îng isim, argo sevişirken kucaklaşıp öpüşme.
necklace
neck.lace nek'lîs isim kolye, gerdanlık.
necktie
neck.tie nek'tay isim kravat, boyunbağı.
necromancer
necromancerisim büyücü, sihirbaz.
877
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük necromancy
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nec.ro.man.cy nek'rımänsi isim 1. ölülerle haberleşerek fala bakma. 2. büyücülük, sihirbazlık.
nectar
nec.tar nek'tır isim 1. mitoloji nektar. 2. balözü, nektar.
nectarine
nec.tar.ine nektırin' isim tüysüz şeftali, nektarin.
need to
gerekmek, lazım olmak; zorunda olmak, -e mecbur olmak: I need to leave soon. Yakında gitmem gerekiyor. I don't need to obey his orders. Emirlerine itaat etmek zorunda değilim.
need
need nid isim 1. gereksinim, gereksinme, ihtiyaç; gerek, gereklik, gereklilik, lüzum: a need for money para gereksinimi. There's no need to hurry. Acele etmeye gerek yok. 2. yoksulluk. fiil 1. -e ihtiyacı olmak, -i gereksemek, -e muhtaç olmak; gerekmek, gerekli olmak: I need a better computer. Daha iyi bir bilgisayara ihtiyacım var. 2. istemek, gerektirmek: That plant needs water. O bitki su ister. This work needs time. Bu iş zaman gerektiriyor.
needful
need.fulsıfat gerekli, lüzumlu, lazım olan.
needle
nee.dle nid'ıl isim 1. iğne, dikiş iğnesi. 2. örgü şişi. 3. tığ. 4. ibre. 5. iğneyaprak. fiil 1. iğne ile dikmek. 2. konuşma dili iğnelemek, sataşmak.
needlefish
nee.dle.fish nid'ılfîş isim (needlefish/needlefishes) zargana.
needless
need.lesssıfat gereksiz, lüzumsuz.
needlessly
need.less.lyzarf gereksizce, gereksiz yere.
needn't
need.n't ni'dınt kısaltma need not .
needy
need.y ni'di sıfat yoksul, fakir.
ne'er-do-well
ne'er-do-well ner'duwel sıfat, isim hiçbir işi beceremeyen (kimse).
nefarious
ne.far.i.ous nîfer'iyıs sıfat kötü, alçakça.
negate
ne.gate nîgeyt' fiil 1. reddetmek, inkâr etmek. 2. çürütmek, boşa çıkarmak.
negation
ne.ga.tion nîgey ' şın isim 1. ret, inkâr. 2. doğru olmadığını kanıtlama. 3. boşa çıkarma. 4. yokluk. 878
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
negative evidence
olumsuz kanıt.
negative sign
eksi işareti, eksi.
negative vote
aleyhte verilen oy.
negative
neg.a.tive neg'ıtîv sıfat 1. olumsuz, negatif. 2. aksi, ters. isim 1. olumsuz söz veya yanıt. 2. fotoğrafçılık negatif.
negativism
neg.a.tiv.ism neg'ıtîvîzım isim, felsefe yadsımacılık.
neglect
neg.lect nîglekt' fiil 1. ihmal etmek, savsaklamak, boşlamak. 2. bakmamak, aldırmamak. isim 1. ihmal, savsaklama, boşlama. 2. bakmama, aldırmama.
neglectful
sıfat ihmalci, ihmalkâr, savsak.
negligee
neg.li.gee neglîqey' isim (uzun ve süslü) sabahlık.
negligée
neg.li.gée neglîqey' isim (uzun ve süslü) sabahlık.
negligence
neg.li.gence neg'lıcıns isim ihmal, savsaklama; ihmalkârlık.
negligent
neg.li.gent neg'lıcınt sıfat ihmalci, ihmalkâr, savsak.
negligible
neg.li.gi.ble neg'lıcıbıl sıfat önemsemeye değmez, önemsiz.
negotiate
ne.go.ti.ate nîgo'şiyeyt fiil 1. (anlaşmayı) görüşmek. 2. (çek, bono) ciro etmek. 3. (senet) kırdırmak. 4. (engel) aşmak.
negotiation
ne.go.ti.a.tion nîgoşiyey'şın isim 1. görüşme. 2. (çek, bono) ciro etme. 3. (senet) kırdırma. 4. (engel) aşma.
negotiator
ne.go.ti.a.tor nîgo'şiyeytır isim 1. delege. 2. arabulucu.
negro
ne.gro ni'gro isim, sıfat, aşağılayıcı zenci.
neigh
neigh ney fiil kişnemek. isim kişneme.
neighbor
neigh.bor ney'bır isim komşu.
neighborhood
neigh.bor.hoodisim 1. civar, yöre. 2. semt, mahalle.
neighboring on
-e komşu, -e yakın.
neighborly
neigh.bor.lysıfat komşuya yakışır, dostça.
neighbour
neigh.bour ney'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız neighbor
neighbourhood
neigh.bour.hoodisim, İngiliz İngilizcesi bakınız neighborhood 879
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
neither fish nor fowl
hiçbir kategoriye girmeyen; garip bir kişi/şey.
neither more nor less
ne fazla ne eksik, tam öyle, tam o kadar.
neither
nei.ther ni'dhır, nay'dhır sıfat ikisinden hiçbiri, ne bu ne öteki: Neither of them knows. Hiçbirinin haberi yok. bağlaç ne, ne de: neither white nor red nor black ne beyaz, ne kırmızı, ne de siyah.
nemesis
nem.e.sis nem'ısîs isim 1. hak edilen ve kaçınılmaz ceza. 2. güçlü rakip.
neolithic age
cilalı taş devri.
neolithic
ne.o.lith.ic niyılîth'îk sıfat neolitik.
neologism
ne.ol.o.gism niyal'ıcîzım isim yeni sözcük.
neology
ne.ol.o.gy niyal'ıci isim bakınız neologism
neon lamp
neon lambası.
neon light
neon lambası.
neon
ne.on ni'yan isim, kimya neon.
Nepal
Ne.pal nıpôl' isim Nepal.
Nepalese
Nep.a.lese nepıliz' isim (Nepalese) Nepalli. sıfat 1. Nepal, Nepal'e özgü. 2. Nepalli.
Nepali
Ne.pa.li nıpô'li, nıpa'li, nıpä'li isim 1. Nepalli. 2. Nepalce. sıfat 1. Nepal, Nepal'e özgü. 2. Nepalce. 3. Nepalli.
nephew
neph.ew nef'yu isim erkek yeğen.
nephritis
ne.phri.tis nîfray'tîs isim, tıbbi böbrek iltihabı, nefrit.
nepotism
nep.o.tism nep'ıtîzım isim akrabalara yapılan iltimas, akraba kayırma.
Neptune
Nep.tune nep'tun isim, gökbilim Neptün.
nerve center
kalp, merkez: Istanbul is the economic nerve center of Turkey. Türk ekonomisinin kalbi İstanbul'da atıyor.
nerve gas
sinir gazı.
nerve oneself
cesaretini toplamak.
nerve
nerve nırv isim 1. sinir. 2. soğukkanlılık, cesaret. 3. küstahlık. fiil cesaret vermek.
nerve-racking
nerve-rack.ing nırv'räkîng sıfat sinir bozucu.
nerve-wracking
nerve-rack.ing nırv'räkîng sıfat sinir bozucu. 880
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nervous breakdown
sinir argınlığı, nevrasteni.
nervous prostration
sinir argınlığı, nevrasteni.
nervous system
sinir sistemi.
nervous
ner.vous nır'vıs sıfat 1. heyecanlı. 2. endişeli, kaygılı. 3. sinirleri gergin. 4. sinirsel.
ness
-nesssonek -lik, -lık: ful ness . isim doluluk.
nest
nest nest isim yuva. fiil yuva yapmak.
nestle
nes.tle nes'ıl fiil 1. birbirine sokulmak. 2. gömülmek, yerleşmek; gömmek, koymak. 3. bağrına basmak.
net income
net gelir.
net profit
net kâr.
net
net net sıfat net, kesintisiz. fiil (netted, netting) 1. kazanmak, kâr etmek. 2. kazanç getirmek, kâr getirmek.
nether
neth.er nedh'ır sıfat alt, alttaki.
Netherlands
Neth.er.lands nedh'ırlındz isim bakınız the Netherlands
netting
net.ting net'îng isim 1. örme, ağ örme. 2. ağ. 3. cibinlik.
nettle tree
çitlembik.
nettle
net.tle net'ıl isim ısırgan, ısırganotu. fiil kızdırmak, sinirlendirmek.
network
net.work net'wırk isim ağ, şebeke.
neural tissue
anatomi sinirdoku.
neural
neu.ral nûr'ıl sıfat sinirsel, sinire ait, sinirle ilgili.
neuralgia
neu.ral.gia nûräl'cı isim, tıbbi nevralqi, sinir ağrısı.
neurasthenia
neu.ras.the.ni.a nûrısthi'niyı isim, tıbbi nevrasteni, sinir argınlığı.
neurogenic
neu.ro.gen.ic nûrıcen'îk sıfat, tıbbi sinir kökenli.
neurologist
isim nörolog, sinir hastalıkları uzmanı.
neurology
neu.rol.o.gy nûral'ıci isim nöroloqi, sinirbilim.
neuropath
neu.ro.path nûr'ıpäth isim nevropat.
neuropathic
neu.ro.path.icsıfat nevropatik.
neuropathy
neu.rop.a.thy nûrap'ıthi isim, tıbbi nevropati.
neurosis
neu.ro.sis nûro'sîs isim nevroz, sinirce.
881
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük neurotic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
neu.rot.ic nûrat'îk sıfat 1. nevrotik, nevrozla ilgili. 2. nevrozlu, nevrotik, sinir hastası. isim nevrotik kimse, sinir hastası.
neuter
neu.ter nu'tır sıfat 1. dilbilgisi yansız, cinssiz. 2. dilbilgisi geçişsiz (fiil). 3. biyoloji cinsliksiz, cinsiyetsiz, eşeysiz. isim 1. cinssiz sözcük. 2. iğdiş edilmiş hayvan. 3. cinsiyetsiz hayvan veya bitki.
neutral
neu.tral nu'trıl sıfat 1. tarafsız, yansız. 2. nötr. isim 1. tarafsız kimse veya ülke. 2. otomotiv boş vites.
neutralise
neu.tral.ise nu'trılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız neutralize
neutrality
neu.tral.i.ty nuträl'ıti isim tarafsızlık, yansızlık.
neutralize
neu.tral.ize nu'trılayz fiil 1. etkisiz duruma getirmek. 2. tarafsız kılmak, yansızlaştırmak. 3. kimya nötrleştirmek, nötralize etmek.
neutron
neu.tron nu'tran isim nötron.
Never fear.
Korkma, öyle bir tehlike yok.
never in the world
dünyada, asla, hiçbir zaman: I'd never in the world think of doing something like that. Öyle bir şey yapmayı dünyada düşünmem.
Never mind.
Boş ver.
Never say die.
Davandan asla vazgeçme.
never
nev.er nev'ır isim hiç, hiçbir zaman, asla, katiyen.
never-ending
nev.er-end.ing nev'ıren'dîng sıfat hiç bitmeyen, bitmez tükenmez.
nevermore
nev.er.more nev'ırmôr' zarf asla, hiçbir zaman.
nevertheless
nev.er.the.less nevırdhıles' zarf yine de, bununla birlikte.
new arrival
yeni gelen.
New Guinea
Yeni Gine.
New Guinean
Yeni Gineli. 2. Yeni Gine, Yeni Gine'ye özgü.
new moon
yeniay, ayça, hilal.
882
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük new recruit
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(silahlı kuvvetlere gönüllü olarak yazılmış/askere alınmış) acemi er.
New Year
yeni yıl.
New Year's Day
Yılbaşı; 7 Ocak.
New Year's Eve
Yılbaşı gecesi; 17 Aralık gecesi.
New Zealand
Yeni Zelanda. 2. Yeni Zelanda, Yeni Zelanda'ya özgü. 3. Yeni Zelandalı.
New Zealander
Yeni Zelandalı.
new
new nu sıfat 1. yeni. 2. taze.
newborn
new.born nu'bôrn sıfat yeni doğmuş.
newcomer
new.com.er nu'k^mır isim yeni gelen.
new-fangled
new-fan.gled nu'fäng'gıld sıfat, konuşma dili yeni çıkmış, yeni model.
Newfoundland
New.found.land nu'fınlınd isim 1. coğrafya Ternöv. 2. Ternöv köpeği, Ternöv. sıfat 1. Ternöv, Ternöv'e özgü. 2. Ternövlü.
Newfoundlander
isim Ternövlü.
newly
new.lyzarf 1. yakın zamanlarda, geçenlerde, yeni. 2. yeniden.
news agency
haber ajansı.
news
news nuz isim haber.
newsboy
news.boy nuz'boy isim gazete satıcısı, gazeteci.
newscast
news.cast nuz'käst isim haber yayını.
newspaper
news.pa.per nuz'peypır isim gazete.
newspaperman
news.pa.per.man nuz'peypırmän isim (newspapermen) 1. gazeteci. 2. gazete sahibi.
newsprint
news.print nuz'prînt isim gazete kâğıdı.
newsstand
news.stand nuz'ständ isim gazete satış yeri.
newsworthy
news.wor.thy nuz'wırdhi sıfat bahsedilmeye değer.
next door neighbor
kapı komşu.
next of kin
hukuk en yakın akraba.
next to nothing
konuşma dili hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç.
next to
-in yanında, -e bitişik; -in yakınındaki. 2. hemen hemen. 883
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük next
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
next nekst sıfat 1. bir sonraki, sonraki: the next street bir sonraki sokak. 2. ertesi: the next day ertesi gün. 3. gelecek: next year gelecek yıl. zarf sonra, ondan sonra, daha sonra, hemen sonra. edat en yakın.
next-door
next-doorsıfat 1. yandaki evde oturan. 2. yandaki, bitişikteki, bitişik.
nib
nib nîb isim kalem ucu.
nibble at
-i dişlemek.
nibble
nib.ble nîb'ıl fiil 1. azar azar yemek, çöplenmek. 2. kemirmek. isim 1. kemirme. 2. ufak lokma.
Nicaragua
Nic.a.ra.gua nîkıra'gwı, [İngiliz İngilizcesi] nîkıräg'yuwı isim Nikaragua.
Nicaraguan
isim Nikaragualı. sıfat 1. Nikaragua, Nikaragua'ya özgü. 2. Nikaragualı.
nice
nice nays sıfat 1. hoş, güzel, cazip, iyi. 2. nazik. 3. latif, tatlı.
nicely
nice.lyzarf güzel bir şekilde, güzelce, iyi.
niceties
nicetiesisim, çoğul ince noktalar, incelikler.
nicety
ni.ce.ty nay'sıti isim incelik, hassaslık, titizlik.
niche
niche nîç isim 1. (heykel v.b. için) duvarda oyuk. 2. niş. 3. mevki, uygun yer.
nick
nick nîk isim 1. diş, çentik, kertik. 2. konuşma dili hapishane, kodes, delik. fiil 1. çentmek, kertik yapmak. 2. argo tutuklamak. 3. konuşma dili çalmak, yürütmek.
nickel
nick.el nîk'ıl isim 1. nikel. 2. beş sentlik para.
nickname
nick.name nîk'neym isim lakap, takma ad. fiil lakap takmak.
nicotine
nic.o.tine nîk'ıtin isim nikotin.
niece
niece nis isim kız yeğen.
nifty
nif.ty nîf'ti sıfat, argo 1. şık. 2. hoş. 3. kullanışlı.
Niger
Ni.ger nay'cır, niqer', ni'qır isim Niqer.
Nigeria
Ni.ge.ri.a naycir'iyı isim Niqerya.
Nigerian
isim Niqeryalı. sıfat 1. Niqerya, Niqerya'ya özgü. 2. Nijeryalı. 884
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Nigerien
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ni.ger.i.en niqeryen', niqer'iyın isim Niqerli. sıfat 1. Niqer, Niqer'e özgü. 2. Nijerli.
Nigerois
Ni.ge.rois niqerwa' isim (Nigerois) Nijerli. sıfat 1. Nijer, Nijer'e özgü. 2. Niqerli.
niggard
nig.gard nîg'ırd isim cimri kimse.
niggardly
sıfat 1. cimri, eli sıkı. 2. çok az.
niggle
nig.gle nîg'ıl fiil 1. about/over (cüzi şeyler, ufak kusurlar) üzerinde durmak/ile uğraşmak. 2. at (bir şey) in kafasını hep kurcalamak.
niggling
sıfat 1. çok önemsiz. 2. ufak ayrıntıları insanı çok uğraştıran (iş). 3. insanın kafasını hep kurcalayan.
night and day
gece gündüz.
night blindness
gece körlüğü.
night nurse
gece hemşiresi.
night owl
geceleri geç yatmayı âdet edinen kimse, gece kuşu.
night school
gece okulu.
night
night nayt isim 1. gece. 2. akşam.
nightcap
night.cap nayt'käp isim 1. gece başlığı, takke. 2. yatmadan önce içilen içki.
nightclub
night.club nayt'kl^b isim gece kulübü.
nightfall
night.fall nayt'fôl isim akşam vakti, akşam karanlığı.
nightgown
night.gown nayt'gaun isim gecelik (kadın giysisi).
nightingale
night.in.gale nay'tın.geyl isim bülbül.
night-light
night-light nayt'layt isim gece açık bırakılan loş ışık.
nightlong
night.long nayt'lông zarf, sıfat gece boyunca (süren).
nightly
night.lyzarf 1. geceleyin. 2. her gece.
nightmare
night.mare nayt'mer isim kâbus, karabasan.
nightshirt
night.shirt nayt'şırt isim gecelik entarisi (erkek giysisi).
nightspot
night.spot nayt'spat isim, konuşma dili gece kulübü.
nightstick
night.stick nayt'stîk isim cop.
nighttime
night.time nayt'taym isim gece vakti, gece.
nighty
night.y nay'ti isim, konuşma dili gecelik (kadın giysisi).
nihilism
ni.hil.ism nay'ılîzım, ni'yılîzım isim nihilizm, hiççilik, yokçuluk. 885
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nihilist
ni.hil.ist nay'ılîst, ni'yılîst isim nihilist, hiççi, yokçu.
nil
nil nîl isim hiç.
nimble
nim.ble nîm'bıl sıfat 1. çevik, atik. 2. uyanık, zeki, açıkgöz.
nimbus
nim.bus nîm'bıs isim (nimbi/nimbuses) 1. nimbus, karabulut. 2. hale, ayla.
nincompoop
nin.com.poop nîn'kımpup isim dangalak, kuş beyinli.
nine
nine nayn sıfat dokuz. isim dokuz, dokuz rakamı (7, IX).
nineteen
nine.teen nayn'tin' sıfat on dokuz. isim on dokuz, on dokuz rakamı (37, XIX).
nineteenth
nine.teenthsıfat, isim 1. on dokuzuncu. 2. on dokuzda bir.
ninetieth
nine.ti.ethsıfat, isim 1. doksanıncı. 2. doksanda bir.
ninety
nine.ty nayn'ti sıfat doksan. isim doksan, doksan rakamı (78, XC).
ninny
nin.ny nîn'i isim ahmak, budala, sersem.
ninth
ninth naynth sıfat, isim 1. dokuzuncu. 2. dokuzda bir.
nip in the bud
başlangıçta durdurmak veya bastırmak.
nip
nip nîp isim azıcık içki. fiil (nipped, nipping) azıcık içki içmek.
nipper
nip.per nîp'ır isim 1. çoğul kıskaç. 2. yengeç veya ıstakozun kıskacı. 3. konuşma dili erkek çocuk, oğlan. 4. argo kelepçe.
nipple
nip.ple nîp'ıl isim 1. meme başı. 2. (biberon için) emzik. 3. (boru için) nipel.
nit
nit nît isim bit yumurtası, sirke.
niter
ni.ter nay'tır isim güherçile.
nitpick
nit.pick nît'pîk fiil, konuşma dili ufak kusurlar aramak.
nitrate
ni.trate nay'treyt isim nitrat.
nitrogen
ni.tro.gen nay'trıcın isim nitroqen, azot.
nitroglycerin
ni.tro.glyc.er.in naytroglîs'ırîn isim nitrogliserin.
nitroglycerine
ni.tro.glyc.er.ine naytroglîs'ırîn isim nitrogliserin.
886
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nitty-gritty
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nit.ty-grit.ty nît'i.grît'i isim bir konunun özü; asıl mesele.
nitwit
nit.wit nît'wît isim kuş beyinli, beyinsiz.
No admittance.
Girilmez.
no better than
-den daha iyi olmayan.
No dice.
Olmaz./Olmayacak.
no doubt
hiç kuşkusuz, hiç şüphesiz, elbette.
no end of talk
sonu gelmez laf.
No ifs or buts!
İtiraz yok!
no laughing matter
şakaya gelmez durum, gülünmeyecek şey.
no man's land
iki cephe arasındaki sahipsiz toprak. 2. çok tehlikeli bölge.
no matter how difficult ....
ne kadar güç olursa olsun ....
no matter what
konuşma dili ne olursa olsun.
No matter.
Önemi yok./Zararı yok.
no mean cook
çok iyi bir aşçı.
no more than
-den daha çok değil.
No offense!
Gücenmek yok!/Alınmak yok!
No smoking.
Sigara içilmez.
no soap
konuşma dili imkânsız, imkânı yok.
No sooner said than done.
Söz ağızdan çıkar çıkmaz yapılır.
no sooner
-er -mez: He'd no sooner begun to speak than the lights went out. Konuşmaya başlar başlamaz ışıklar söndü.
No sweat!
Hiç problem değil!/Çok kolay! 2. Hiç de zahmet değil!
No Trespassing
Girilmez./Girmek yasak.
No way!
konuşma dili Asla!/Katiyen!
no wonder
hiç garip değil, pek tabii, tabii ki.
no
no no zarf hayır, yok, değil, olmaz: "Would you like some tea?" "No, thank you." "Çay içer misiniz?" "Hayır, teşekkür ederim." "Is there any film in the camera?" "No, there isn't." "Fotoğraf makinesinde film var mı?" "Yok." "It's a beautiful day, isn't it?" "No, it isn't." "Güzel bir gün, değil mi?" "Değil." "Can you finish the work in an hour?" "No, I can't." "İşi bir saat 887
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
içinde bitirebilir misiniz?" "Olmaz, bitiremem." sıfat hiç, hiçbir. isim (noes/nos) 1. yok cevabı. 2. olumsuz oy veya karar. 3. olumsuz oy veren kimse: The noes have it. Aleyhte oy verenler kazandı. No, indeed!
Hiç de öyle değil!/Yok canım!
Noah
No.ah no'wı isim Nuh peygamber.
Noah's ark
Nuh'un gemisi.
nobility
no.bil.i.ty nobîl'ıti isim soyluluk, asalet.
noble
no.ble no'bıl sıfat 1. soylu, asil. 2. âlicenap, yüce gönüllü. 3. yüce, ulu. isim soylu, asilzade.
nobleman
no.ble.manisim asilzade.
noblewoman
no.ble.wom.anisim soylu kadın.
nobody
no.bod.y no'b^di zamir hiç kimse. isim önemsiz biri, hiç.
nocturnal emission
tıbbi uyurken belsuyunun boşalması, düş azması.
nocturnal
noc.tur.nal naktır'nıl sıfat geceye özgü; geceleyin olan.
nod
nod nad fiil (nodded, nodding) 1. baş sallamak. 2. off uyuklamak, kestirmek. isim baş sallama.
node
node nod isim 1. düğüm. 2. botanik düğüm, nod. 3. tıbbi nod, yumru, şiş. 4. fizik boğum. 5. bilgisayar düğüm.
nodule
nod.ule nac'ul, nad'yul isim, tıbbi, botanik nodül, yumrucuk, düğümcük.
noggin
nog.gin nag'în isim 1. konuşma dili kafa. 2. ufak bardak. 3. ufak bir içki ölçüsü.
noise
noise noyz isim ses, gürültü, patırtı, şamata. fiil about/around/abroad etrafa yaymak, ilan etmek.
noiseless
noise.lesssıfat sessiz, gürültüsüz.
noiselessly
noise.less.lyzarf sessizce.
noisome
noi.some noy'sım sıfat 1. iğrenç, pis kokulu. 2. zararlı.
noisy
nois.y noy'zi sıfat 1. sesli, gürültülü. 2. gürültücü, yaygaracı.
nomad
no.mad no'mäd sıfat, isim göçebe.
nomadic
no.mad.icsıfat göçebe, göçerkonar, göçer. 888
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nomenclature
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
no.men.cla.ture no'mınkleyçır isim 1. adlar dizgisi, adlandırma. 2. terminoloji.
nominal value
nominal değer.
nominal
nom.i.nal nam'ınıl sıfat 1. saymaca, itibari, nominal. 2. ismen var olan, sözde. 3. önemsiz (fark, derece v.b.), çok düşük (fiyat, rakam v.b.).
nominalism
nom.i.nal.ism nam'ınılîzım isim nominalizm, adcılık.
nominalist
nom.i.nal.ist nam'ınılîst isim, sıfat nominalist, adcı.
nominally
nom.i.nal.lyzarf ismen.
nominate
nom.i.nate nam'ıneyt fiil 1. aday göstermek. 2. atamak, görevlendirmek.
nomination
nom.i.na.tion namıney'şın isim aday gösterme.
nominative
nom.i.na.tive nam'ınıtîv sıfat, dilbilgisi yalın, nominatif.
nominee
nom.i.nee namıni' isim aday.
non-
non-önek gayri-, -siz.
nonalcoholic
non.al.co.hol.ic nan'älkıhôl'îk sıfat alkolsüz.
nonchalance
non.cha.lanceisim soğukkanlılık.
nonchalant
non.cha.lant nan'şılınt, nanşılant' sıfat kayıtsız, ilgisiz, soğukkanlı.
noncom
non.com nan'kam isim, konuşma dili, askeri astsubay
noncombatant
non.com.bat.ant nankımbät'ınt, nankam'bıtınt isim, askeri 1. geri hizmetlerde görevli kimse. 2. savaş zamanında sivil olan kimse.
noncommissioned officer
astsubay.
noncommissioned
non.com.mis.sioned nankımîş'ınd sıfat resmen görevli olmayan.
noncommittal
non.com.mit.tal nankımît'ıl sıfat 1. tarafsız, yansız. 2. ne olumlu, ne de olumsuz (cevap, söz v.b.).
noncompliance
non.com.pli.ance nankımplay'ıns isim karşı gelme, emredilen bir şeye uymama.
nonconformist
non.con.form.ist nankınfôr'mîst isim 1. topluma ayak uydurmayan kimse. 2. İngiliz İngilizcesi büyük harf ile Anglikan kilisesine bağlı olmayan kimse. 889
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nonconformity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
non.con.form.i.ty nankınfôr'mıti isim 1. uymayı reddetme. 2. İngiliz İngilizcesi büyük harf ile resmi kiliseye uymama.
nondescript
non.de.script nan'dîskrîpt sıfat kolay tanımlanamaz, sınıflandırılamaz.
none
none n^n zamir hiçbiri, hiç kimse. zarf hiç, asla, hiçbir biçimde.
nonentity
non.en.ti.ty nanen'tıti isim 1. önemsiz kimse. 2. değersiz şey. 3. hiçlik, yokluk.
nonetheless
none.the.less n^n'dhıles' zarf bununla birlikte, her şeye karşın, gene de, yine de.
nonexistence
non.ex.is.tence nanîgzîs'tıns isim yokluk, varolmama.
nonexistent
sıfat varolmayan.
nonfiction
non.fic.tion nanfîk'şın isim kurgusal olmayan düzyazı.
nonfigurative
non.fig.ur.a.tive nanfîg'yırıtîv sıfat nonfigüratif.
nonintervention
non.in.ter.ven.tion nanîntırven'şın isim başka devletlerin işine karışmama politikası.
nonleaded
non.lead.ed nanled'îd sıfat kurşunsuz (benzin).
no-no
no-no no'no isim, argo yapılmaması gereken şey.
nonpartisan
non.par.ti.san nanpar'tızın sıfat 1. partiye bağlı olmayan. 2. tarafsız, yansız.
nonplus
non.plus nan'pl^s isim şaşkınlık, hayret. fiil şaşırtmak, hayrete düşürmek.
nonproductive
non.pro.duc.tive nanprıd^k'tîv sıfat verimsiz.
nonprofit
non.prof.it nanpraf'ît sıfat kâr amacı gütmeyen.
nonresident
non.res.i.dent nanrez'ıdınt sıfat, isim 1. görevli bulunduğu yerde oturmayan (kimse). 2. ülkesi dışında yaşayan (kimse).
nonrestrictive
non.re.stric.tive nanrîstrîk'tîv sıfat kısıtlamayan.
nonsectarian
non.sec.tar.i.an nansekter'iyın sıfat bir mezhebe bağlı olmayan.
nonsense
non.sense nan'sens isim 1. saçma, zırva, boş laf. 2. saçmalık.
890
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nonsensical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
non.sen.si.calsıfat saçma, saçma sapan, anlamsız, abuk sabuk, ipe sapa gelmez.
nonstop
non.stop nan'stap' sıfat 1. direkt giden, hiçbir yerde durmayan, direkt. 2. aralıksız, sürekli. zarf 1. duraklamadan, direkt. 2. durmadan, sürekli, aralıksız.
nonunion
non.un.ion nanyun'yın sıfat sendikaya bağlı olmayan, sendikasız.
noodle
noo.dle nud'ıl isim 1. erişte, şerit halindeki makarna. 2. konuşma dili kafa.
nook
nook nûk isim kuytu yer, köşe.
noon
noon nun isim öğle.
noose
noose nus isim ilmik, bağ. fiil ilmiklemek.
nope
nope nop zarf, argo Yok./Hayır.
nor
nor nôr bağlaç ne de, ne: His answer was neither positive nor negative. Cevabı ne olumlu, ne de olumsuzdu.
norm
norm nôrm isim norm, düzgü, standart, örnek.
normal price
normal fiyat.
normal
nor.mal nôr'mıl sıfat normal, düzgülü.
normal-angle lens
fotoğrafçılık olağan açılı mercek.
normalise
nor.mal.ise nôr'mılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız normalize
normalize
nor.mal.ize nôr'mılayz fiil normalleştirmek; normalleşmek.
normly
norm.lyzarf normal olarak; genellikle, çoğunlukla.
north
north nôrth isim kuzey. sıfat 1. kuzey. 2. kuzeyden esen veya gelen. 3. kuzeye bakan. zarf 1. kuzeye doğru. 2. kuzeyde, kuzey tarafta.
northeast
north.eastisim, sıfat kuzeydoğu.
northeastern
north.east.ernsıfat 1. kuzeydoğuda olan. 2. kuzeydoğudan esen veya gelen.
Northern Ireland
Kuzey İrlanda.
northern
north.ern nôr'dhırn sıfat kuzeye ait, kuzey.
northerner
north.ern.erisim kuzeyli kimse, kuzeyli. 891
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
northward
north.ward nôrth'wırd zarf kuzeye doğru.
northwest
north.westisim, sıfat kuzeybatı.
northwestern
north.west.ernsıfat 1. kuzeybatıda olan. 2. kuzeybatıdan esen veya gelen.
Norway maple
çınar yapraklı akçaağaç, sivriakçaağaç.
Norway spruce
avrupaladini.
Norway
Nor.way nôr'wey isim Norveç.
Norwegian
Nor.we.gian nôrwi'cın isim 1. Norveçli. 2. Norveççe. sıfat 1. Norveç, Norveç'e özgü. 2. Norveççe. 3. Norveçli.
nose out
-i kıl payı farkla yenmek, -i az bir farkla yenmek.
nose
nose noz isim 1. burun. 2. koklama duyusu. 3. burun gibi çıkıntı. 4. (uçakta) burun.
nosebleed
nose.bleed noz'blid isim burun kanaması.
nose-dive
nose-dive noz'dayv fiil 1. pike yapmak. 2. aniden düşmek.
nostalgia
nos.tal.gi.a nastäl'cı, nastäl'ciyı isim 1. nostalqi, geçmişe duyulan özlem. 2. vatan özlemi.
nostalgic
nos.tal.gicsıfat nostalqik, özlem dolu.
nostril
nos.tril nas'trıl isim burun deliği.
nosy
nos.y no'zi sıfat, konuşma dili başkasının işine burnunu sokan, meraklı.
not a bit
hiç de değil, asla.
not a little
epey.
not at all
hiç, asla: This house is not at all suitable. Bu ev hiç uygun değil.
Not at all!
Bir şey değil!/Rica ederim! ( Thank you! sözüne karşılık).
Not bad!
konuşma dili Fena değil!/Oldukça iyi!
not by a long shot
konuşma dili hiç.
Not by a long shot!
Bir işte birinin başarıdan çok uzak kaldığını belirtir: "Did she pass the test?" "Not by a long shot!" "İmtihanı verdi mi?" "Fena halde çaktı."
892
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük not excepting
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
de dahil olmak üzere: Everybody's going to be affected by this, not excepting Fatma. Fatma da dahil olmak üzere herkes bundan etkilenecek.
not fit to be seen
konuşma dili insan içine çıkacak durumda olmayan.
not for love or money
asla, ölsem, dünyada, hayatta.
not give the least sign
en küçük bir işaret vermemek.
not half bad
hiç de fena olmayan.
not in the least
hiç.
Not just yet.
Yok, şimdi değil./Şimdi değil./Henüz değil./Henüz vakti değil.
not one tittle
en ufak hiçbir şey.
not only this
yalnız bu değil.
not sleep a wink
hiç uyumamak, göz kırpmamak.
Not that I know of.
Bildiğime göre, değil/yok.
Not that it matters but ....
Önemli değil ama ....
not to be advisable
akıl kârı bir iş olmamak.
not to be long for this world
konuşma dili yakında bu dünyadan gitmek, yakında ölmek: He's not long for this world. Yakında bu dünyadan göçecek.
not to be sure
emin olmamak, tam olarak bilmemek: I'm not sure how to do this. Bunun nasıl yapılacağını tam olarak bilmiyorum. She's not sure where he is. Onun nerede olduğunu tam olarak bilmiyor.
not to be worth a damn
beş para bile etmemek.
not to be worth a hill of beans
beş para bile etmemek.
not to be worth a shit
beş para etmemek; değersiz bir şey olmak, boktan bir şey olmak; aşağılık bir şey olmak.
not to be worth a tinker's damn
beş para bile etmemek.
not to be worth a toot
beş para bile etmemek.
not to be worth one's keep
(biri/bir hayvan) masrafına değmemek.
not to care a whit
(birinin) hiç umurunda olmamak.
not to give a fuck about
(-i) siklememek, (-e) hiç değer veya önem vermemek.
not to give a fuck
(-i) siklememek, (-e) hiç değer veya önem vermemek.
not to give a shit
(birinin) umurunda olmamak. 893
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
not to have a care in the world
(birinin) hiç derdi olmamak.
not to have a good word to say for
-i hiç beğenmemek, -i hep tenkit etmek.
not to have a stitch on
çırılçıplak olmak.
not to let an animal out of one's sight birini/bir hayvanı gözünden hiç kaçırmamak. not to let someone out of one's sight birini/bir hayvanı gözünden hiç kaçırmamak. not to lift a hand
parmağını kıpırdatmamak, en ufak bir gayret göstermemek.
not to make a peep
konuşma dili gık dememek, gıkı çıkmamak.
not to say
hem de ....
not to turn a hair
kılını bile kıpırdatmamak, aldırış etmemek.
not turn a hair
kılını kıpırdatmamak.
not worth considering
düşünmeye değmez.
not worth his salt
masrafını karşılamaz, beş para etmez.
not
not nat zarf değil, olmayan.
notable
no.ta.ble no'tıbıl sıfat 1. dikkate değer. 2. belli. 3. tanınmış, ünlü. 4. unutulmaz. isim 1. tanınmış kimse, ünlü kimse. 2. çoğul ileri gelenler.
notably
no.ta.bly no'tıbli zarf 1. özellikle, başta ... olmak üzere. 2. bayağı, epey, bir hayli. 3. dikkati çekecek bir şekilde.
notarise
no.ta.rise no'tırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız notarize
notarize
no.ta.rize no'tırayz fiil 1. notere onaylatmak, notere tasdik ettirmek. 2. (noter) onaylamak, tasdik etmek.
notary public
noter.
notary
no.ta.ry no'tıri isim noter.
notation
no.ta.tion notey'şın isim 1. işaret veya rakamlarla gösterme sistemi. 2. simgelenim, notasyon. 3. not etme, kayıt.
notch
notch naç isim 1. çentik, kertik, diş. 2. dar ve derin dağ geçidi. 3. konuşma dili derece. fiil 1. çentmek, kertiklemek, diş diş etmek. 2. (oku) yaya yerleştirmek.
note down
not etmek, kaydetmek.
note
note not fiil 1. dikkat etmek, önem vermek. 2. işaretlemek, işaret etmek. 3. -den söz etmek, anmak. 894
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
notebook
note.book not'bûk isim defter.
noted
not.edsıfat ünlü, tanınmış.
notepaper
isim mektup kâğıdı.
noteworthy
note.wor.thy not'wırdhi sıfat dikkate değer, önemli.
nothing but
sırf, yalnız. 2. -den başka bir şey.
Nothing doing.
konuşma dili Olmaz./Ben karışmam.
nothing else
başka hiçbir şey: He said nothing else. Başka hiçbir şey söylemedi.
nothing like
benzemez, hiç de değil.
nothing loath
seve seve.
nothing more than
yalnız, sadece.
Nothing of the kind.
Hiç de öyle değil.
nothing short of
-den başka hiçbir şey: He will accept nothing short of an apology. Kendisinden özür dilenilmesinden başka hiçbir şeyi kabul etmez.
nothing
noth.ing n^th'îng isim 1. hiçbir şey. 2. sıfır. 3. önemsiz şey veya kimse, hiç: Your problems are nothing compared to mine. Senin sorunların benimkilerin yanında hiç kalır. 4. hiçlik, yokluk. zarf hiç, hiçbir biçimde, asla, katiyen.
nothingness
noth.ing.ness n^th'îngnîs isim yokluk, hiçlik.
notice
no.tice no'tîs isim 1. ilan, duyuru, bildiri. 2. ihbarname. 3. uyarma, ikaz. 4. dikkat, önemseme. fiil 1. dikkat etmek. 2. farkına varmak. 3. saygı göstermek. 4. -den söz etmek, anmak.
noticeable
no.tice.ablesıfat belli, açık.
notification
no.ti.fi.ca.tion notıfıkey'şın isim bildirme, haber verme.
notify
no.ti.fy no'tıfay fiil bildirmek, haber vermek.
notion
no.tion no'şın isim 1. düşünce, fikir, inanç. 2. heves; ani fikir: She goes whenever she takes a notion. Aklına estiği zaman gidiyor. 3. delice fikir: Don't you go getting any such notions! Sen sakın öyle delice fikirleri kafana koyma! 895
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
notions
no.tionsisim, çoğul tuhafiye.
notoriety
no.to.ri.e.ty notıray'ıti isim şöhret, ün (köyü anlamda).
notorious
no.to.ri.ous notôr'iyıs sıfat adı çıkmış, kötülüğüyle ün salmış, dile düşmüş.
notwithstanding
not.with.stand.ing natwîth.stän'dîng zarf gene de, yine de. edat -e karşın, -e rağmen.
noumenon
nou.me.non nu'mınan isim, felsefe (noumena) numen.
noun
noun naun isim isim.
nourish false hopes
gerçekleşemeyecek umutlar beslemek.
nourish
nour.ish nır'îş fiil 1. beslemek, gıda vermek. 2. (duygu, umut v.b.'ni) beslemek.
nourishing
nour.ish.ingsıfat besleyici.
nourishment
nour.ish.mentisim 1. besin, gıda, yemek. 2. besleme, beslenme.
Nov.
Nov.kısaltma November
nova
no.va no'vı isim, gökbilim nova.
novel
nov.el nav'ıl sıfat 1. yeni, yeni çıkmış. 2. orijinal, tuhaf, garip.
novelist
nov.el.istisim romancı.
novelties
noveltiesisim tuhafiye.
novelty
nov.el.ty nav'ılti isim 1. yenilik. 2. yeni çıkmış şey.
November
No.vem.ber novem'bır isim kasım.
novice
nov.ice nav'îs isim 1. acemi, toy. 2. çırak. 3. rahip veya rahibe adayı. 4. kiliseye yeni giren kimse.
Now ... now ....
Bazen/Kâh ... bazen/Kâh ....
now and again
ara sıra, zaman zaman.
now and then
ara sıra, zaman zaman.
now that
mademki.
now then
şu halde, öyle ise.
Now we are in for it.
Çattık belaya!
now
now nau zarf şimdi. isim şimdiki zaman.
nowadays
now.a.days nau'wıdeyz zarf bugünlerde, günümüzde.
nowhere
no.where no'hwer zarf hiçbir yerde; hiçbir yere.
noxious
nox.i.ous nak'şıs sıfat zararlı. 896
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nozzle
noz.zle naz'ıl isim (hortum için) ağızlık, meme.
nt. wt.
nt. wt.kısaltma net weight
nth
nth enth sıfat 1. matematik n derecesinde olan. 2. konuşma dili son, sonuncu.
nuance
nu.ance nuwans' isim ince fark, ayırtı, nüans.
nub
nub n^b isim 1. yumru. 2. konuşma dili öz, nüve: nub of the story hikâyenin özü, hikâyenin nüvesi.
nubile
nu.bile nu'bîl sıfat evlenecek yaşa gelmiş, gelinlik.
nuclear energy
nükleer enerji.
nuclear family
çekirdek aile.
nuclear physics
nükleer fizik.
nuclear power plant
nükleer santral.
nuclear reactor
nükleer reaktör.
nuclear warhead
nükleer harp başlığı.
nuclear waste
nükleer artık.
nuclear weapons
nükleer silahlar.
nuclear
nu.cle.ar nu'kliyır sıfat nükleer, çekirdeksel.
nucleon
nu.cle.on nu'kliyan isim, fizik nükleon.
nucleus
nu.cle.us nu'kliyıs isim (nuclei) çekirdek, öz, nüve.
nude
nude nud sıfat çıplak. isim, güzel sanatlar nü, çıplak.
nudge
nudge n^ç fiil dirsek ile dürtmek. isim dürtme.
nudist colony
çıplaklar kampı.
nudist
nud.ist nu'dîst isim çıplaklık yanlısı, nüdist.
nudity
nu.di.tyisim çıplaklık.
nugget
nug.get n^g'ît isim (altın) külçe.
nuisance
nui.sance nu'sıns isim baş belası.
nuke
nuke nuk isim, konuşma dili atom bombası. fiil -e atom bombası atmak.
null and void
hükümsüz, geçersiz.
null
null n^l sıfat 1. geçersiz, hükümsüz. 2. değersiz, önemsiz.
nullify
nul.li.fy n^l'ıfay fiil 1. hükümsüz kılmak. 2. etkisiz bırakmak.
num.
num.kısaltma «number» numeral 897
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük numb
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
numb n^m sıfat 1. hissiz, duygusuz. 2. uyuşuk, uyuşmuş. fiil uyuşturmak.
number someone among
birini/bir şeyi -den saymak: He doesn't number Galip among his friends. Galip'i arkadaşlarından saymıyor. 2. birini/bir şeyi -in arasına katmak: Most critics number Halit Ziya among the greatest writers of this century. Çoğu eleştirmen Halit Ziya'yı bu yüzyılın en büyük yazarları arasına katıyor.
number something among
birini/bir şeyi -den saymak: He doesn't number Galip among his friends. Galip'i arkadaşlarından saymıyor. 2. birini/bir şeyi -in arasına katmak: Most critics number Halit Ziya among the greatest writers of this century. Çoğu eleştirmen Halit Ziya'yı bu yüzyılın en büyük yazarları arasına katıyor.
number
num.ber n^m'bır isim 1. sayı, rakam: fractional number kesirli sayı. Add up these numbers. Bu sayıları topla. 2. numara: room number oda numarası. telephone number telefon numarası. 3. sayı, miktar: a large number of books çok sayıda kitap. the number of pages sayfa sayısı. 4. çoğul çokluk. 5. müzik parçası.
numberless
num.ber.lesssıfat sayısız, hesapsız.
numbness
numb.nessisim uyuşukluk, uyuşma.
numbskull
numb.skull n^m'sk^l isim bakınız numskull
numeral
nu.mer.al nu'mırıl sıfat sayısal, sayı. isim sayı, rakam.
numerator
nu.mer.a.tor nu ' mıreytır isim 1. matematik pay. 2. sayıcı.
numerical
nu.mer.i.cal numer'îkıl sıfat sayısal.
numerous
nu.mer.ous nu'mırıs sıfat çok, pek çok.
numismatics
nu.mis.mat.ics numîzmät'îks isim nümismatik.
numismatist
nu.mis.ma.tist numîz'mıtîst isim nümismat.
numskull
num.skull n^m'sk^l isim mankafa, dangalak.
nun
nun n^n isim rahibe.
nunnery
nun.ner.y n^n'ıri isim rahibe manastırı.
898
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nuptial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nup.tial n^p'şıl sıfat evlenmeye veya düğüne ait. isim, çoğul nikâh; düğün.
nurse a grudge
kin beslemek.
nurse
nurse nırs isim 1. hemşire, hastabakıcı. 2. sütnine, sütanne, sütana. 3. dadı. fiil 1. (hastaya) bakmak. 2. emzirmek.
nursemaid
nurse.maid nırs'meyd isim dadı.
nursery rhyme
çocuk şiiri; çocuk şarkısı.
nursery school
anaokulu.
nursery
nurs.er.y nır'sıri isim 1. çocuk odası. 2. çocuk yuvası, kreş. 3. fidanlık.
nursing bottle
biberon.
nursing home
şifa yurdu, huzurevi.
nursing sister
İngiliz İngilizcesi hemşire.
nursing
nurs.ing nırs'îng isim hemşirelik, hastabakıcılık.
nurture
nur.ture nır'çır isim 1. besleyen şey, gıda. 2. terbiye, yetişme. 3. eğitim. fiil 1. beslemek. 2. yetiştirmek. 3. eğitmek.
nut
nut n^t isim 1. fındık, fıstık, ceviz gibi kabuklu yemiş. 2. botanik kapçık meyve. 3. makine somun. 4. argo çatlak kimse. 5. argo kafa, baş.
nutcracker
nut.crack.er n^t'kräkır isim fındıkkıran.
nutmeg
nut.meg n^t'meg isim küçükhindistancevizi.
nutrient
nu.tri.ent nu'triyınt sıfat besleyici. isim besin, gıda.
nutriment
nu.tri.ment nu'trımınt isim besin, gıda.
nutrition
nu.tri.tion nutrîş'ın isim besi, besleme; beslenme.
nutritious
nu.tri.tioussıfat besleyici.
nutritive
nu.tri.tivesıfat besleyici.
nuts
nuts n^ts sıfat, argo bakınız be nuts be nuts about
nutshell
nut.shell n^t'şel isim fındık, fıstık, ceviz gibi yemişlerin kabuğu.
nutty
nut.ty n^t'i sıfat 1. argo deli, çatlak. 2. fındık, fıstık, ceviz v.b. ile dolu.
nux vomica
nux vom.i.ca n^ks vam'îkı botanik kargabüken. 899
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük nuzzle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
nuz.zle n^z'ıl fiil 1. burunla eşmek/eşelemek; burun sürtmek. 2. kucağına sokulmak.
nylon
ny.lon nay'lan isim 1. naylon. 2. konuşma dili naylon çorap.
nymph
nymph nîmf isim su perisi; orman perisi.
nymphomania
nym.pho.ma.ni.a nîmfımey'niyı isim nemfomani.
nymphomaniac
nym.pho.ma.ni.ac nîmfımey'niyäk isim nemfoman, nemfomanyak. sıfat nemfomanyak.
O woe is me!
Vay başıma gelenler vay!
O
O, o o isim 1. O, İngiliz alfabesinin on beşinci harfi. 2. sıfır.
O.D.
O.D. o'di' kısaltma «overdose» Officer of the Day
O.T.
O.T.kısaltma Old Testament
oaf
oaf of isim hödük, hırbo.
oafish
oaf.ishsıfat hödük gibi; kaba saba.
oak
oak ok isim meşe.
oakum
oa.kum o'kım isim üstüpü, kalafat üstüpüsü.
oar
oar or isim kürek. fiil kürek çekmek.
oarsman
oars.manisim kürekçi.
oasis
o.a.sis owey'sîs isim (oases) vaha.
oat
oat ot isim genellikle çoğul yulaf.
oath
oath oth isim 1. yemin, ant. 2. küfür, lanet.
oatmeal
isim yulaf ezmesi.
obbligato
ob.bli.ga.to ablîga'to isim, müzik obligato.
obdurate
ob.du.rate ab'dyırît sıfat 1. inatçı, boyun eğmez, dik başlı. 2. sert, katı, kırıcı.
obedience
o.be.di.ence obi'diyıns isim itaat, söz dinleme; boyun eğme.
obedient
o.be.di.ent obi'diyınt sıfat itaatli, söz dinleyen.
obeisance
o.bei.sance obey'sıns, obi'sıns isim 1. saygıyla eğilme. 2. saygı, hürmet.
obelisk
ob.e.lisk ab'ılîsk isim dikilitaş, obelisk.
obese
o.bese obis' sıfat çok şişman.
obesity
o.be.si.ty obi'sıti, obes'ıti isim şişmanlık. 900
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük obey
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.bey obey' fiil itaat etmek, söz dinlemek; boyun eğmek.
obfuscate
ob.fus.cate ab'fıskeyt, abf^s'keyt fiil 1. örtmek, gizlemek, perde çekmek. 2. şaşırtmak.
obfuscation
ob.fus.ca.tion abfıskey'şın isim 1. örtme, gizleme, perde çekme. 2. şaşırtma.
obituary
o.bit.u.ar.y obîç'uweri isim 1. bir ölü hakkında yazılan kısa biyografi. 2. ölüm ilanı. sıfat birinin ölümüne ait.
obj.
obj.kısaltma «obqect» obqection obqective
object at issue
anlaşmazlık konusu. 2. iddia olunan şey.
object lesson
ibret.
object
ob.ject ab'cîkt, ab'cekt isim 1. nesne, obqe, şey, cisim. 2. amaç, gaye, maksat, hedef: Money's her object. Onun amacı para. 3. dilbilgisi nesne.
objection
ob.jec.tion ıbcek'şın isim 1. itiraz; itiraz etme. 2. itiraz nedeni.
objectionable
ob.jec.tion.ablesıfat itiraz edilebilir, nahoş, uygunsuz, münasebetsiz: His actions were obqectionable. Terbiyesizce davrandı.
objective case
dilbilgisi belirtme durumu, ismin -i hali.
objective
ob.jec.tive ıbcek'tîv sıfat nesnel, obqektif. isim 1. amaç, gaye, maksat, hedef. 2. objektif, mercek.
objectively
ob.jec.tive.lyzarf nesnel olarak.
objectivity
ob.jec.tiv.i.tyisim nesnellik, obqektiflik.
obligate
ob.li.gate ab'lıgeyt fiil zorlamak, mecbur etmek.
obligation
ob.li.ga.tion ablıgey'şın isim 1. zorunluluk, zorunluk, mecburiyet; yüküm, yükümlülük; farz. 2. senet, borç.
obligatory
ob.lig.a.to.ry ıblîg'ıtôri sıfat mecburi, gerekli, zorunlu.
oblige
o.blige ıblayc' fiil 1. mecbur etmek, zorlamak. 2. iyilik etmek, memnun etmek.
obliging
o.blig.ing ıblay'cîng sıfat yardım etmeye hazır.
oblique angle
geometri yatık açı.
oblique
ob.lijue ıblik' sıfat 1. eğik, yatık, meyilli. 2. dolaylı.
obliterate
ob.lit.er.ate ıblît'ıreyt fiil yok etmek, silmek. 901
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
obliteration
oblit.er.a.tionisim yoketme, silme.
oblivion
ob.liv.i.on ıblîv'iyın isim 1. unutma; unutulma. 2. kayıtsızlık, ilgisizlik.
oblivious
ob.liv.i.ous ıblîv'iyıs sıfat unutkan.
oblong
ob.long ab'lông sıfat 1. dikdörtgen biçiminde olan, boyu eninden fazla. 2. botanik oblong, yumurta biçiminde (yaprak).
obnoxious
ob.nox.ious ıbnak'şıs sıfat iğrenç, tiksindirici.
oboe
o.boe o'bo isim obua.
oboist
obo.istisim obuacı.
obs.
obs.kısaltma «observation» observatory obsolete
obscene
ob.scene ıbsin' sıfat 1. müstehcen, açık saçık. 2. ağza alınmaz (söz). 3. konuşma dili tiksindirici, iğrenç.
obscenity
ob.scen.i.ty ıbsen'ıti isim 1. açık saçıklık, müstehcenlik. 2. açık saçık laf.
obscure
ob.scure ıbskyûr' sıfat 1. çapraşık, anlaşılması güç. 2. belirsiz. 3. bulutlu, karanlık. fiil 1. karartmak. 2. örtmek, gözden saklamak.
obscurity
ob.scu.ri.tyisim 1. çapraşıklık. 2. belirsizlik. 3. karanlık.
obsequious
ob.se.jui.ous ıbsi'kwiyıs sıfat 1. aşırı derecede itaatli. 2. dalkavukluk eden.
observance
ob.ser.vance ıbzır'vıns isim 1. of -i yerine getirme; -e uyma. 2. âdet, örf. 3. tören.
observant
ob.ser.vant ıbzır'vınt sıfat 1. dikkatli. 2. itaatli.
observation
ob.ser.va.tion abzırvey'şın isim 1. inceleme. 2. gözlem. 3. izlem. 4. düşünce. 5. gözetleme.
observatory
ob.ser.va.to.ry ıbzır'vıtôri isim gözlemevi, rasathane, observatuar.
observe
ob.serve ıbzırv' fiil 1. gözlemlemek, gözlemek. 2. fark etmek, görmek. 3. (kural, yasa, v.b.'ne) uymak; (âdeti) yerine getirmek. 4. (bayramı) kutlamak. 5. (oruç) tutmak. 6. ileri sürmek.
observer
ob.serv.erisim 1. gözlemci. 2. izlemci. 902
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük obsess
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ob.sess ıbses' fiil -in aklına takılmak, -in kafasına takılmak.
obsession
ob.ses.sionisim 1. akla takılan düşünce, takınak. 2. sürekli endişe.
obsolescence
ob.so.les.cenceisim eskime.
obsolescent
ob.so.les.cent absıles'ınt sıfat modası geçmekte olan (sözcük, makine).
obsolete
ob.so.lete ab'sılit, absılit' sıfat kullanılmayan, modası geçmiş (sözcük, makine, görenek v.b.).
obstacle race
engelli koşu.
obstacle
ob.sta.cle ab'stıkıl isim engel, mâni.
obstetrician
ob.ste.tri.cian abstıtrîş'ın isim doğum uzmanı.
obstinacy
ob.sti.na.cy ab'stınısi isim inatçılık, dik başlılık.
obstinate
ob.sti.nate ab'stınît sıfat inatçı, direngen, dik kafalı.
obstinately
ob.sti.nate.lyzarf inatla.
obstreperous
ob.strep.er.ous ıbstrep'ırıs sıfat 1. gürültücü, yaygaracı. 2. ele avuca sığmaz, haylaz.
obstruct
ob.struct ıbstr^kt' fiil 1. engellemek, engel olmak, mâni olmak. 2. tıkamak, kapamak.
obstruction
ob.struc.tion ıbstr^k'şın isim 1. engelleme. 2. engel, mâni, set.
obstructive
ob.struc.tivesıfat engelleyici.
obtain
ob.tain ıbteyn' fiil 1. elde etmek, almak, edinmek, sağlamak, ele geçirmek. 2. geçerli olmak.
obtainable
ob.tain.ablesıfat elde edilebilir, bulunabilir.
obtrude
ob.trude ıbtrud' fiil upon -e empoze etmek.
obtrusive
ob.tru.sive ıbtru'sîv sıfat göze batan; kendini fazlasıyla hissettiren/belli eden.
obtuse angle
geometri geniş açı.
obtuse
ob.tuse ıbtus' sıfat 1. kalın kafalı. 2. geometri geniş.
obviate
ob.vi.ate ab'viyeyt fiil önünü almak, önüne geçmek, önlemek.
obvious
ob.vi.ous ab'viyıs sıfat aşikâr, açık, apaçık, belli.
obviously
ob.vi.ous.lyzarf açıkça. 903
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük occasion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
oc.ca.sion ıkey'qın isim 1. fırsat, vesile, elverişli durum. I would like to take this occasion to thank you all. Bu vesileyle hepinize teşekkür etmek istiyorum. 2. neden, sebep. 3. gerek, lüzum. fiil neden olmak, sebep olmak, vesile olmak.
occasional
oc.ca.sion.alsıfat ara sıra olan.
occasionally
oc.ca.sion.al.lyzarf ara sıra, bazen.
Occident
Oc.ci.dent ak'sıdınt isim bakınız the Occident
Occidental
Oc.ci.den.tal aksıden'tıl sıfat 1. Batı'ya özgü. 2. Batılı. isim Batılı.
occult
oc.cult ık^lt' sıfat 1. büyücülükle ilgili; medyumlukla ilgili. 2. esrarlı, gizli, bilinmez.
occupant
oc.cu.pant ak'yıpınt isim 1. (ev, bina, oda v.b.'nde) oturan kimse. 2. (koltuk, masa v.b.'nde) oturan kimse. The occupants of these beds are heart patients. Bu yataklardakiler kalp hastaları.
occupation
oc.cu.pa.tion akyıpey'şın isim 1. iş. 2. uğraş, meşguliyet. 3. meslek, sanat. 4. işgal, zorla alma.
occupational
oc.cu.pa.tion.alsıfat 1. mesleki, meslek dolayısıyla meydana gelen: occupational disease mesleki hastalık. occupational hazard mesleki tehlike. 2. işgal kuvvetleriyle ilgili.
occupy
oc.cu.py ak'yıpay fiil 1. (ev, bina, oda v.b.'nde) oturmak. 2. (koltuk, masa v.b.'nde) oturmak. 3. (belirli bir yerde) bulunmak: A fountain occupies the center of the garden. Bahçenin ortasında fıskıyeli bir havuz var. 4. (yer) işgal etmek, tutmak: Your firm occupies a lot of this building's space. Firmanız bu binada epey yer işgal ediyor. Which bed do you occupy? Hangi yatak senin? You're occupying my seat. Benim yerime oturmuşsunuz. The hotel is fully occupied. Otel tamamen dolu. 5. işgal etmek, ele geçirmek; işgal altında tutmak: The army occupied the city for three
904
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
years. Ordu şehri üç yıl boyunca işgal altında tuttu. 6. meşgul etmek; (zamanını) almak. occur to someone
birinin aklına gelmek.
occur
oc.cur ıkır' fiil (occurred, occurring) 1. olmak, meydana gelmek. 2. bulunmak.
occurrence
oc.cur.rence ıkır'ıns isim 1. oluş, meydana gelme. 2. olay.
ocean current
okyanus akıntısı.
ocean sunfish
aybalığı, pervanebalığı.
ocean
o.cean o'şın isim okyanus.
Oceania
O.ce.an.i.a oşiyän'iyı isim Okyanusya.
Oceanian
isim Okyanusyalı. sıfat 1. Okyanusya, Okyanusya'ya özgü. 2. Okyanusyalı.
oceanography
o.cean.og.ra.phy oşınag'rıfi isim oşinografi, denizbilim.
o'clock
o'clock ıklak' zarf saate göre.
OCR
OCR o'si'ar' kısaltma optical character recognition
ocrea
oc.re.a ak'riyı isim, botanik kın.
Oct.
Oct.kısaltma October
octagon
oc.ta.gon ak'tıgan isim, geometri sekizgen.
octahedron
oc.ta.he.dron aktıhi'drın isim, geometri (octahedrons/octahedra) sekizyüzlü.
octane
oc.tane ak'teyn isim oktan.
octave
oc.tave ak'tîv, ak'teyv isim, müzik oktav.
October
Oc.to.ber akto'bır isim ekim.
octopus
oc.to.pus ak'tıpıs isim ahtapot.
ocular
oc.u.lar ak'yılır sıfat göze ait, gözle ilgili, göz. isim oküler.
oculist
oc.u.list ak'yılîst isim göz doktoru.
OD
OD, O.D. o'di' fiil, konuşma dili (OD'd/O.D.'d, OD'ing/O.D.'ing) aşırı miktarda ilaç/uyuşturucu madde almak.
odd or even
tek mi çift mi oyunu.
odd
odd ad sıfat 1. garip, tuhaf, acayip, bambaşka. 2. tek: odd number tek sayı. odd sock tek çorap. 3. küsur: ten 905
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thousand odd dollars on bin küsur dolar. 4. ara sıra meydana gelen. oddity
odd.i.ty ad'ıti isim 1. tuhaflık, acayiplik. 2. garip özellik. 3. garip kimse veya şey.
oddly enough
İşin tuhafı şu ki ....
odds and ends
ufak tefek şeyler, ıvır zıvır, öteberi.
odds
odds adz isim, çoğul ihtimal: The odds are very much in our favor. Başarı ihtimalimiz yüksek. The odds are against us. Başarı ihtimalimiz düşük.
ode
ode od isim od; kaside; gazel.
odious
o.di.ous o'diyıs sıfat tiksindirici, iğrenç, nefret verici.
odometer
o.dom.e.ter odam'ıtır isim yol sayacı, kilometre sayacı.
odor
o.dor o'dır isim koku.
odoriferous
o.dor.if.er.oussıfat 1. hoş kokulu. 2. kötü kokan.
odorless
o.dor.lesssıfat kokusuz.
odour
o.dour o'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız odor
oeil-de-boeuf
oeil-de-boeuf öydıböf' isim, mimarlık (oeils-de-boeuf) gözpencere.
of a different kind
başka tür.
of a piece with
ile aynı, -in tıpkısı.
of age
reşit, rüştünü ispat etmiş.
of course
tabii, elbette.
of high standing
çok itibarlı.
of late
son zamanlarda, yakın zamanlarda.
of long standing
çok eski.
of necessity
zaruri olarak.
of no account
önemsiz, değersiz.
of no avail
faydası yok; boşuna.
of no consequence
önemsiz.
of no earthly use
hiçbir faydası olmayan, beş para etmez.
of one's own accord
kendiliğinden, kendi rızasıyla.
of one's own free will
kendiliğinden: She did it of her own free will. Kendiliğinden yaptı.
of one's own volition
kendi iradesiyle, isteyerek, gönüllü olarak. 906
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
of sorts
bir çeşit: It's a game of sorts. Bir çeşit oyun.
of the first water
birinci sınıf, fevkalade: She's a poet of the first water. O çok iyi bir şair. He's an idiot of the first water. Dangalağın teki o.
of the old school
eski kafalı.
of yore
çok eskiden: Here lived of yore an archduchess. Çok eskiden burada bir arşidüşes yaşardı. 2. eski zaman, eski: I miss those bookshops of yore. O eski zaman kitabevlerini özlüyorum.
of
of ^v, ıv edat 1. -in: the properties of light ışığın özellikleri. the works of Shakespeare Shakespeare'in eserleri. 2. -li: a man of talent hünerli bir adam. 3. -den: make mention of -den söz etmek. be afraid of -den korkmak. made of -den yapılmış. 4. hakkında, ile ilgili: speak of hakkında konuşmak. write of ile ilgili yazı yazmak.
off and on
kesintili. 2. arada sırada, zaman zaman.
off base
yanlış yolda; yanılmış.
off chance
zayıf bir ihtimal.
off duty
izinli.
off limits
yasak bölge.
off one's feed
konuşma dili iştahsız.
off one's head
konuşma dili deli, çıldırmış.
off one's rocker
çatlak, dengesiz, deli.
off shore
denizcilikle ilgili açıkta.
off the beam
yanlış yolda; yanlış.
off the coast of
sahillerine yakın.
off the cuff
doğaçtan, irticalen.
off the hook
(sıkıntıdan, sorumluluktan) kurtulmuş.
off the map
ortadan kaybolmuş.
off the press
baskıdan çıkmış.
off the record
gizli. 2. açıklanmamak şartıyla.
off the top of one's head
konuşma dili hiç düşünmeden, hemen. 907
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Off with you!
Defol!
off
off ôf zarf 1. uzağa; uzakta. 2. ileriye; ileride. 3. öteye; ötede. sıfat 1. uzak. 2. kapalı. 3. kesat (iş). 4. yanlış (ölçü). 5. uzak, zayıf, az (bir olasılık). 6. sağdaki. edat 1. -den, -dan. 2. -den uzak: It's two kilometers off the main road. Anayoldan iki kilometre uzakta.
offal
of.fal ô'fıl isim 1. kasaplık hayvanların yenilmeyen kısımları. 2. İngiliz İngilizcesi sakatat. 3. çerçöp, süprüntü.
offbeat
off.beat ôf'bit' sıfat, konuşma dili olağandışı.
off-color
off-col.or ôf'k^l'ır sıfat 1. doğal renkte olmayan. 2. açık saçık.
offence
of.fence ıfens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız offense
offend
of.fend ıfend' fiil 1. against -e karşı gelmek, -e aykırı davranmak. 2. gücendirmek, darıltmak, kırmak.
offended
of.fend.edsıfat gücenik, küskün, dargın, kırgın.
offender
of.fend.erisim suçlu.
offense
of.fense ıfens' isim 1. kusur, kabahat, suç. 2. saldırı, hücum, tecavüz. 3. gücenme, küsme, darılma. 4. spor hücum, ofans.
offensive
of.fen.sive ıfen'sîv sıfat 1. çirkin, iğrenç, itici. 2. saldırıya özgü, hücuma ait. 3. yakışmaz. 4. hakaret edici. 5. spor ofansif. isim saldırı, hücum.
offer battle
savaş açmak.
offer for sale
satılığa çıkarmak.
offer resistance
karşı koymak.
offer thanks
Allaha şükretmek, Allaha şükranlarını sunmak.
offer
of.fer ô'fır fiil 1. sunmak, takdim etmek, arzetmek. 2. teklif etmek, önermek. 3. (fiyat) vermek. 4. vermek, sağlamak. isim 1. teklif. 2. fiyat teklifi.
offering
of.fer.ingisim 1. sunma. 2. teklif. 3. sunulan şey. 4. Hristiyanlık (ayin sırasında cemaatten toplanan) para, bağışlar.
908
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük offhand
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
off.hand ôf'händ' sıfat düşünmeden yapılmış, rasgele yapılmış. zarf düşünmeden, rasgele.
office hours
çalışma saatleri.
office
of.fice ô'fîs isim 1. yazıhane, işyeri, daire, ofis. 2. iş, memuriyet. 3. görev, vazife.
officeholder
of.fice.hold.erisim devlet memuru.
officer of the day
askeri nöbetçi amir.
officer
of.fi.cer ô'fîsır isim 1. memur. 2. askeri subay. 3. polis memuru.
official minute book
kararname defteri.
official
of.fi.cial ıfîş'ıl sıfat 1. resmi. 2. memuriyete ait; memura yakışır. isim memur.
officially
of.fi.cial.lyzarf resmen.
officiate
of.fi.ci.ate ıfîş'iyeyt fiil 1. ayin yönetmek. 2. resmi bir görevi yerine getirmek.
officious
of.fi.cious ıfîş'ıs sıfat işgüzar.
officiously
of.fi.cious.lyzarf işgüzarlık ederek.
offing
off.ing ô'fîng isim bakınız in the offing
off-line
off-line ôf'layn sıfat, bilgisayar çevrim dışı.
offprint
off.print ôf'prînt isim ayrıbasım.
offset
off.set ôfset' fiil (offset, offsetting) 1. karşılamak; dengelemek. 2. ofset basmak. isim, matbaacılık ofset.
offshoot
off.shoot ôf'şut isim 1. dal. 2. yan kuruluş. 3. yan çalışma; yan ürün.
offshore
off.shore ôf'şôr' sıfat 1. kıyıdan uzak. 2. kıyıdan esen.
offside
off.side ôf'sayd' sıfat, spor ofsayt.
offspring
off.spring ôf'sprîng isim 1. döl, evlat. 2. ürün.
often
of.ten ô'fın zarf sık sık, çoğu kez.
ogle
o.gle o'gıl, ag'ıl fiil göz süzerek bakmak. isim göz süzme.
ogre
o.gre o'gır isim 1. insan yiyen dev. 2. canavara benzer kimse.
Oh yeah?
Bir sözün küçümsendiğini belirtir: "I'm going to beat you." "Oh yeah?" "Sana pes dedirteceğim." "Yap da 909
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
görelim!" 2. Söylenen şeyin doğruluğundan şüphe edildiğini belirtir: "She was at the concert." "Oh yeah?" "O konserdeydi." "Öyle mi?"/"Sahi mi?" Oh
Oh o ünlem 1. Ay! (Korku veya şaşkınlık belirtir.). 2. Ay!/Ah!/Of! (Ağrı veya acı belirtir.). 3. Ah! (Pişmanlık veya özlem belirtir.). 4. Oh!/O! (Beğenme, sevinç veya hayranlık belirtir.). 5. Of!/Öf! (Kızgınlık veya hoşnutsuzluk belirtir.). 6. Birine seslenirken kullanılır: Oh, waiter! Will you bring us the bill? Garson, bize hesabı getirir misin?
Oh, for wings!
Keşke kanatlarım olsaydı!
ohm
ohm om isim, elektrik om, ohm.
oho
o.ho oho' ünlem Ooo! (Biraz şaşırtıcı bir haber ilk kez öğrenildiğinde söylenir.).
oil field
petrol sahası.
oil filter
otomotiv yağ filtresi.
oil gauge
yağ basınçölçeri, yağ basınç manometresi.
oil lamp
kandil.
oil painting
yağlıboya resim.
oil pan
yağ deposu.
oil slick
(göl, deniz v.b. üzerinde yüzen) yağ tabakası.
oil someone's hand
birine rüşvet vermek.
oil someone's palm
birine rüşvet vermek.
oil tanker
akaryakıt tankeri.
oil well
petrol kuyusu.
oil
oil oyl isim 1. yağ, sıvıyağ: olive oil zeytinyağı. corn oil mısıryağı. 2. petrol. 3. yağlıboya. fiil 1. yağlamak. 2. yağ çekmek, pohpohlamak.
oilcan
oil.can oyl'kän isim yağdanlık.
oilcloth
oil.cloth oyl'klôth isim muşamba.
oilstone
oil.stone oyl'ston isim yağtaşı.
oily
oilysıfat yağlı.
ointment
oint.ment oynt'mınt isim merhem.
910
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük OK
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
OK, O.K. okey' zarf Peki!/Tamam!/Olur!/Oldu! sıfat 1. geçer. 2. iyi. 3. doğru. isim onay, tasdik. fiil (OK'd/O.K.'d, OK'ing/O.K.'ing) peki demek, onaylamak, tasdik etmek, kabul etmek.
okay
o.kay okey' zarf, sıfat, isim, fiil bakınız OK
okra
o.kra o'krı isim bamya.
old age
yaşlılık, ihtiyarlık.
old bird
konuşma dili ihtiyar kurt, tecrübeli kimse.
Old Church Slavonic
Slavonca.
old fellow
ünlem azizim.
old fogy
eski kafalı kimse.
Old Glory
Amerikan bayrağı, A.B.D.'nin bayrağı.
old hand
tecrübeli kimse, usta.
old hat
modası geçmiş.
old lady
argo 1. anne, kocakarı. 2. karı, kocakarı.
old salt
tecrübeli denizci, deniz kurdu.
old standby
eskiden beri kullanılıp popüler olan şey.
old timer
yaşlı adam.
old wives' tale
batıl itikat.
old
old old sıfat 1. eski. 2. yaşlı, ihtiyar. 3. deneyimli, tecrübeli. 4. modası geçmiş. 5. sevgili (dost).
old-clothesman
isim eskici.
olden
old.ensıfat, eski eski zamana ait, eski.
old-fashioned
old-fash.ioned old'fäş'ınd sıfat eski moda, modası geçmiş.
oldish
old.ishsıfat 1. oldukça yaşlı. 2. eskice.
oldster
old.sterisim, konuşma dili yaşlı.
oleander
o.le.an.der oliyän'dır isim zakkum, ağıağacı.
oleaster
o.le.as.ter oliyäs'tır isim iğde.
olfactory
ol.fac.to.ry alfäk'tıri sıfat koklama duyusuna ait.
oligarchy
ol.i.gar.chy al'ıgarki isim takımerki, oligarşi.
olive branch
(barış sembolü olan) zeytin dalı. 2. barış sembolü olarak kullanılan herhangi bir şey.
olive oil
zeytinyağı. 911
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
olive tree
zeytin ağacı.
olive
ol.ive al'îv isim zeytin.
Olympic
O.lym.pic olîm'pîk isim, çoğul olimpiyat oyunları, olimpiyatlar.
Oman
O.man oman' isim Umman.
Omani
isim Ummanlı. sıfat 1. Umman, Umman'a özgü. 2. Ummanlı.
omasum
o.ma.sum omey'sım isim, zooloji (omasa) kırkbayır.
omelet
om.e.let am'lît, am'ılît isim omlet.
omelette
om.e.lette am'lît, am'ılît isim omlet.
omen
o.men o'mın isim (bir olayın gerçekleşeceğini önceden belirten) alamet, işaret.
ominous
om.i.nous am'ınıs sıfat uğursuz, meşum.
omission
o.mis.sion omîş'ın isim 1. ihmal, boşlama, savsama. 2. atlama, dışarıda bırakma.
omit
o.mit omît' fiil (omitted, omitting) 1. ihmal etmek, yapmamak. 2. atlamak, dışarıda bırakmak.
omnipotence
om.nip.o.tenceisim her şeye gücü yetme.
omnipotent
om.nip.o.tent amnîp'ıtınt sıfat her şeye gücü yeten.
omnipresent
om.ni.pres.ent amnîprez'ınt sıfat her yerde ve her zaman hazır.
omniscience
om.ni.scienceisim her şeyi bilme.
omniscient
om.nis.cient amnîş'ınt sıfat her şeyi bilen.
omnivorous reader
ne bulursa okuyan kimse.
omnivorous
om.niv.o.rous amnîv'ırıs sıfat 1. her şeyi yiyen. 2. zooloji hepçil.
on a line
aynı hizada, bir sırada.
on a regular basis
düzenli olarak, muntazaman.
on a shoestring
az parayla.
on account of
-den dolayı, için.
on account
krediyle, veresiye.
on all fours
dört ayak üzerinde.
on alternate days
günaşırı, iki günde bir.
912
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük on an even keel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
başta ve kıçta çektiği su aynı, dengede (gemi). 2. her şey yolunda.
on and on
ara vermeden, biteviye.
on approval
beğenilmediği takdirde geri verilmek şartıyla.
on behalf of
-in namına, -in adına.
on bended knee
yalvararak, diz çökmüş durumda.
on board
gemide, trende.
on call
hazır.
on condition that
şartıyla, koşuluyla: You can stay here on condition that you look after the animals and the garden. Hayvanlara ve bahçeye bakma şartıyla burada kalabilirsin.
on consignment
konsinye olarak.
on contract
sözleşmeli, mukaveleli, mukavele ile.
on credit
ticaret veresiye.
on demand
mal istenildiğinde.
on duty
görev başında.
on easy street
hali vakti yerinde, varlıklı.
on file
dosyaya geçirilmiş (evrak).
on foot
yaya olarak.
on hand
elde; hazır.
on his merits
değerine göre.
on horseback
ata binmiş, at sırtında.
on ice
yedekte.
on leave
izinli.
on loan
ödünç olarak.
on location
sinema, televizyon stüdyo dışında yapılan (çekim).
on no account
asla, katiyen.
on one's last legs
ölmek üzere. 2. çok bitkin durumda.
on one's mind
aklında, hatırında.
on one's own initiative
kendi inisiyatifini kullanarak.
on one's own
kendi hesabına, kendi başına.
on paper
kâğıt üzerinde kalan.
on parole
şartlı olarak tahliye edilmiş.
on pins and needles
huzursuz, endişeli, diken üstünde. 913
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
on purpose
mahsus, bile bile, kasten.
on record
kaydedilen, kayıtlı, kaydı olan.
on request
istek üzerine, istenildiği zaman.
on schedule
tam zamanında, vaktinde, tarifede belirtilen zamanda.
on second thought
Yok, ... (Az önce verilmiş bir karardan vazgeçince söylenir.): On second thought, let's not go. Yok, gitmeyelim. 2. Düşündüm de ...: On second thought, maybe you should buy that house. Düşündüm de, o evi alsan iyi olur galiba.
on shore
kıyıda.
on suspicion of
zannıyla: He was arrested on suspicion of murder. Cinayetten tutuklandı.
on that score
o nedenle. 2. o konuda.
on the average
ortalama olarak.
on the beam
doğru yönde; doğru, tam.
on the bias
verevine, verev.
on the chance that
ümidiyle.
on the contrary
tersine, aksine, bilakis.
on the cuff
veresiye.
on the decrease
azalmakta.
on the dot
konuşma dili dakikası dakikasına, tam zamanında.
on the face of it
dış görünüşe bakılırsa.
on the high seas
açık denizlerde, enginlerde.
on the hour
saat başında.
on the house
bedava, şirketten.
on the increase
gittikçe artmakta.
on the line
peşin (ödeme).
on the loose
serbest.
on the mend
iyileşmekte, gelişen, düzelen.
on the move
hareket halinde.
on the nail
hemen, derhal. 2. söz konusu.
on the occasion of
nedeniyle, dolayısıyla.
on the one hand
diğer taraftan.
on the order of
tarzında. 914
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
on the other hand
diğer taraftan.
on the part of
-in tarafından.
on the point of
-mek üzere: He was on the point of going. Gitmek üzereydi.
on the rocks
kayalara çarpmış. 2. iflas etmiş; meteliksiz. 3. buzlu (fakat soda veya su katılmamış) (viski).
on the run
kaçmakta. 2. geri çekilmekte. 3. koşarken.
on the sly
gizli gizli, gizlice.
on the spot
hemen, derhal.
on the spur of the moment
anında, o anda.
on the strength of
-e dayanarak; -in yüzünden.
on the wagon
konuşma dili içkiyi bırakmış durumda.
on the wane
azalmakta.
on the water
denizde.
on the whole
her şeyi düşünürsek, her şey hesaba katılırsa: It is, on the whole, a good job. Her şeyi düşünürsek iyi bir iş. 2. genellikle.
on thin ice
çok nazik veya müşkül bir durumda; büyük bir riske girmiş.
on Thursday
perşembe günü.
on time
zamanında, vaktinde, vakitli.
on tiptoe
ayaklarının ucuna basarak.
on tiptoes
ayaklarının ucuna basarak.
on top of
-e ek olarak, -in yanı sıra, ile beraber: He's doing this on top of his regular job. Bunu asıl işinden ayrı olarak yapıyor. She asked for a promotion, and on top of that she wanted a raise. Terfiini istedi; bir de üstüne üstlük bir maaş artışı talep etti.
on welfare
ihtiyaç dolayısıyla resmi kuruluştan yardım alan.
on
on an edat 1. üzerinde, üstünde; üzerine, üstüne: on the end table sehpanın üstünde. on the wall duvarın üstünde. Don't write on the wall. Duvarın üzerine yazma. 2. -de: on the bus otobüste. on the list listede. on the first of March bir martta. on the governing board 915
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yönetim kurulunda. 3. hakkında, konusunda, üstünde, üzerinde, üstüne, üzerine, ile ilgili: a talk on friendship arkadaşlık hakkında bir konuşma. research on the Battle of Manzikert Malazgirt Savaşı üzerine araştırmalar. 4. durumunda, halinde: on the defensive savunma durumunda. on the move hareket halinde. on the offensive hücum halinde. 5. ile: live on five dollars a day günde beş dolarla geçinmek. buy on credit taksitle satın almak. 6. kenarında; kıyısında: a house on the river nehrin kıyısında bir ev. zarf 1. ileri, ileriye; ileride, ilerde: walk on ileri gitmek. The next gas station is five kilometers on. Bundan sonraki benzin istasyonu beş kilometre ilerde. 2. durmadan, aralıksız: She sang on. Durmadan şarkı söyledi. 3. -ince: on receiving the gift hediyeyi alınca. on hearing this bunu duyunca. 4. üstüne, üzerine; üstünde, üzerinde, giyilmiş: have a coat on üzerinde bir palto olmak. once again
bir kez daha, tekrar.
once for all
son olarak. 2. ilk ve son olarak.
once in a blue moon
kırk yılda bir.
once in a while
arasıra, arada bir.
once more
bir kez daha.
once or twice
bir iki kere.
Once upon a time ....
Bir varmış bir yokmuş... (Masal anlatmaya başlarken söylenir.).
once
once w^ns zarf 1. bir kez, bir defa. 2. bir zamanlar, eskiden. bağlaç 1. bir -se: Once he starts he will be obliged to continue. Bir başlarsa devam etmek zorunda kalır. 2. -ir -mez: We can start once he arrives. Gelir gelmez başlayabiliriz. isim bir kez, bir kere.
once-over
once-o.ver w^ns'ovır isim bakınız give someone the once-over give something the once-over
oncology
on.col.o.gy ang.kal'ıci isim onkoloqi.
916
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük oncoming
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
on.com.ing an'k^mîng sıfat yaklaşmakta olan. isim yaklaşma.
one after another
birbiri ardından, birbiri peşi sıra, peş peşe, arka arkaya.
one after the other
birbiri ardından, birbiri peşi sıra, peş peşe, arka arkaya.
one and all
hepsi; herkes; her biri.
one and only
tek: It was her one and only desire. Onun tek arzusuydu.
one and the same
aynı, bir, tek: They're one and the same person. Onlar aynı kişi.
one another
birbiri, birbirleri (Hep çekimli bir şekilde kullanılır.): You must get along with one another. Birbirinizle iyi geçinmeniz lazım. Don't kill one another. Birbirinizi öldürmeyin.
one by one
birer birer, teker teker.
one fine day
günün birinde.
one foot in the grave
bir ayağı çukurda.
one or two
birkaç.
one
one w^n sıfat 1. bir: Give me one loquat. Bana bir maltaeriği ver. One hundred and twenty people came. Yüz yirmi kişi geldi. One half of them were crazy. Onların yarısı deliydi. She came here one day in January. Ocak ayında bir gün buraya geldi. 2. tek: It's the one lake that's not polluted. Suları kirlenmemiş tek göl o. 3. adında biri: While you were out one Melahat Gözüpek called. Siz dışardayken Melahat Gözüpek adında biri telefon etti. 4. aynı, bir, tek: The writer of the play and his main character are one. Oyunun yazarı ve başkişisi aynı. They shouted with one voice. Hep bir ağızdan bağırdılar. zamir 1. biri; bir tane: One of them must have been you. Onlardan biri herhalde sendin. I'd like one of those flowers. O çiçeklerden bir tane istiyorum. 2. Genellemelerde kullanılır: One doesn't go there alone. Oraya tek başına gidilmez. 3. insan (Kibar konuşmalarda bazen ben veya biz zamirleri yerine kullanılır.): One dislikes having to talk with such 917
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
persons. Öyle insanlarla konuşmak zorunda olmak insanın hiç hoşuna gitmiyor. isim 1. (belirli) biri/bir tane: Which one? Hangisi? I'd like the one with the variegated flowers. Çiçekleri ebruli olanı istiyorum. That's the one I want. Benim istediğim o. That's a lovely one. Çok güzel o. Give me qust one. Bana sadece bir tane ver. 2. (sayı olarak) bir: Put a one to the left of that zero. O sıfırın soluna bir bir koy. 3. saat bir; saat on üç: Let's meet here at one. Birde burada buluşalım. oneiric
o.nei.ric onay'rîk sıfat düşsel.
oneirology
o.nei.rol.o.gy onayral'ıci isim düşbilim.
one-man show
tek kişilik sergi.
one-man
one-man w^n'män' sıfat bakınız one-man show
onerous
on.er.ous an'ırıs, o'nırıs sıfat zahmetli, meşakkatli, külfetli, eziyetli.
oneself
one.self w^nself' zamir 1. kendi, kendisi, bizzat. 2. kendi kendini; kendi kendine.
one-sided
one-sid.ed w^n'saydîd sıfat tek taraflı.
one-track
one-track w^n'träk sıfat bakınız have a one-track mind
one-way ticket
gidiş bileti; dönüş bileti.
one-way
one-way w^n'wey sıfat tek yönlü.
ongoing
on.go.ing an'gowîng sıfat devam eden.
onion
on.ion ^n'yın isim soğan.
on-line
on-line an'layn sıfat, bilgisayar çevrim içi.
onlooker
on.look.er an'lûkır isim seyirci.
only
on.ly on'li sıfat bir tek, eşsiz, biricik, yegâne. zarf yalnız, ancak. bağlaç 1. yalnız, ancak. 2. daha: only yesterday daha dün.
onomatopoeia
on.o.mat.o.poe.ia anımätıpi'yı isim yansıma, onomatope.
onrush
on.rush an'r^ş isim üşüşme, saldırı.
onset
on.set an'set isim 1. saldırı, hücum. 2. başlama, başlangıç.
onshore
on.shore an'şor sıfat kıyıya doğru. zarf kıyıda. 918
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
onslaught
on.slaught an'slôt isim şiddetli saldırı, hücum.
on-the-job
on-the-job an.dhı.cab' sıfat hizmetiçi, işbaşında (eğitim).
onto
on.to an'tu edat üstüne, -e.
ontology
on.tol.o.gy antal'ıci isim varlıkbilim, ontoloqi.
onus
o.nus o'nıs isim sorumluluk, yükümlülük.
onward
on.ward an'wırd zarf ileriye doğru, ileri; ileride.
onwards
on.wards an'wırdz zarf bakınız onward
onyx
on.yx an'îks isim oniks.
oops
oops ups ünlem Ay!
ooze
ooze uz isim 1. sulu çamur, balçık; batak. 2. sızma. 3. sızıntı. fiil sızmak; sızdırmak.
opal
o.pal o'pıl isim opal, panzehirtaşı.
opaque
o.pajue opeyk' sıfat ışık geçirmez, donuk, saydam olmayan.
open air
açık hava.
open end wrench
somun anahtarı.
open fire
ateş açmak.
open into
-e açılmak.
open onto
-e açılmak.
open out on
-e açılmak.
open question
çözümlenmemiş sorun.
open sea
açık deniz.
open someone's eyes
birinin gözünü açmak, birini uyarmak, birini haberdar etmek.
open to the public
halka açık, umuma açık.
open
o.pen o'pın sıfat 1. açık. 2. serbest. 3. aşikâr, meydanda olan. 4. kapanmamış, ödenmemiş borç. 5. çözülmemiş (sorun). fiil 1. açmak; açılmak. 2. başlamak; başlatmak. 3. yaymak, sermek. 4. açığa vurmak. isim bakınız in the open
open-ended
o.pen-end.ed o'pınend'îd sıfat sonuca bağlanmamış, açık bırakılmış.
openhanded
o.pen.hand.ed o'pınhän'dîd sıfat eliaçık, cömert. 919
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
open-heart surgery
açık kalp ameliyatı.
openhearted
o.pen.heart.ed o'pınhar'tîd sıfat açık yürekli, açık kalpli, samimi.
opening
o.pen.ingisim 1. açıklık, delik. 2. açılış: opening day açılış günü. 3. açma; açılma. 4. fırsat.
openly
o.pen.lyzarf açıkça, açıktan açığa.
open-minded
o.pen-mind.ed o'pınmayn'dîd sıfat açık fikirli.
openness
o.pen.nessisim açıklık.
opera glasses
opera dürbünü.
opera
op.er.a ap'ırı isim opera.
operate on someone
birini ameliyat etmek.
operate
op.er.ate ap'ıreyt fiil 1. makine işlemek, çalışmak; işletmek, çalıştırmak. 2. (ticari veya sınai bir kuruluşu) işletmek, yönetmek, idare etmek. 3. ameliyat yapmak. 4. (borsada) alışveriş yapmak. 5. etkilemek.
operation
op.er.a.tion apırey'şın isim 1. makine işleme, çalışma. 2. (ticari veya sınai bir kuruluşu) işletme, yönetme. 3. iş, çalışma. 4. ameliyat. 5. (borsada) alışveriş. 6. etki. 7. askeri harekât; tatbikat. 8. matematik işlem.
operational
op.er.a.tion.alsıfat 1. işlemsel; işletimsel. 2. kullanılmaya hazır.
operative
op.er.a.tive ap'ırıtîv sıfat 1. işleyen, çalışan, faal. 2. yürürlükte olan. 3. etkin, etkili. 4. ameliyata ait. 5. ameliyat edilebilir. isim 1. usta işçi. 2. teknisyen. 3. casus, aqan. 4. dedektif.
operator
op.er.a.tor ap'ıreytır isim 1. operatör. 2. teknisyen. 3. ticari veya sınai bir kuruluşun sahip veya yöneticisi. 4. santral memuru. 5. argo lüpçü.
operetta
op.e.ret.ta apıret'ı isim operet.
ophthalmia
oph.thal.mi.a af.thäl'miyı isim, tıbbi göz iltihabı/yangısı.
ophthalmologist
oph.thal.mol.o.gist af.thälmal'ıcîst isim göz doktoru/hekimi, oftalmolog.
920
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ophthalmology
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
oph.thal.mol.o.gy af.thälmal'ıci isim oftalmoloqi, gözbilim.
ophthalmoscope
oph.thal.mo.scope af.thäl'mıskop isim oftalmoskop, göz aynası.
opiate
o.pi.ate o'piyît, o'piyeyt sıfat 1. afyonlu. 2. uyuşturucu, uyku getirici, sersemletici. isim afyonlu ilaç.
opinion
o.pin.ion ıpîn'yın isim görüş, fikir, düşünce.
opinionated
o.pin.ion.at.ed ıpîn'yıneytîd sıfat inatçı, fikrinden dönmeyen, dik kafalı.
opium poppy
haşhaş.
opium
o.pi.um o'piyım isim afyon.
opopanax
o.pop.a.nax ıpap'ınäks isim (reçine olarak) çavşır.
opoponax
o.pop.o.nax ıpap'ınäks isim bakınız opopanax
opossum
o.pos.sum ıpas'ım, opas'ım isim opossum, sarig.
opp.
opp.kısaltma opposed opposite
opponent
op.po.nent ıpo'nınt isim 1. düşman. 2. rakip.
opportune
op.por.tune apırtun' sıfat 1. elverişli, uygun. 2. tam zamanında olan, vakitli.
opportunely
op.por.tune.lyzarf tam zamanında.
opportunism
op.por.tun.ism apırtu'nîzım isim fırsatçılık, oportünizm.
opportunist
op.por.tun.istisim fırsatçı, oportünist.
opportunity
op.por.tu.ni.ty apırtu'nıti isim fırsat, elverişli durum.
oppose
op.pose ıpoz' fiil 1. karşı koymak, karşı çıkmak, direnmek. 2. karşılaştırmak.
opposite angle
geometri tersaçı.
opposite leaves
botanik karşılıklı yapraklar.
opposite
op.po.site ap'ızît sıfat 1. karşıki, karşı. 2. karşıt, ters, zıt, aksi. isim 1. karşıt olan şey veya kimse. 2. karşıda olan şey veya kimse. zarf, edat 1. karşı karşıya. 2. karşılıklı. 3. karşısında.
opposition
op.po.si.tion apızîş'ın isim 1. politika muhalefet. 2. karşıtlık, zıtlık. 3. karşı koyma, karşı çıkma.
921
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük oppress
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
op.press ıpres' fiil 1. sıkmak, sıkıştırmak, baskı yapmak. 2. eziyet etmek, zulmetmek. 3. bunaltmak, sıkıntı vermek.
oppression
op.pres.sion ıpreş'ın isim 1. baskı. 2. eziyet, zulüm. 3. sıkıntı, ağırlık.
oppressive
op.pres.sive ıpres'îv sıfat 1. ezici, zulmedici. 2. bunaltıcı, sıkıcı, ağır.
oppressor
op.pres.sorisim zalim kimse.
opt out
-den çekilmek, -den vazgeçmek, -i yapmamaya karar vermek.
opt
opt apt fiil 1. seçmek. 2. karar vermek.
optative
op.ta.tive ap'tıtîv sıfat istek belirten. isim, dilbilgisi istek kipi.
optic nerve
görme siniri.
optic
op.tic ap'tîk sıfat optik, görsel.
optical character reader
bilgisayar optik karakter okuyucu.
optical character recognition
bilgisayar optik karakter tanıma.
optical illusion
gözü yanıltan görüntü.
optical scanner
bilgisayar optik tarayıcı.
optical
op.ti.cal ap'tîkıl sıfat 1. optikle ilgili. 2. görsel.
optician
op.ti.cian aptîş'ın isim gözlükçü.
optics
op.ticsisim optik.
optimise
op.ti.mise ap'tımayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız optimize
optimism
op.ti.mism ap'tımîzım isim iyimserlik, optimizm.
optimist
op.ti.mistisim iyimser, optimist.
optimistic
op.ti.mis.ticsıfat iyimser.
optimistically
op.ti.mis.ti.cal.lyzarf iyimserlikle.
optimize
op.ti.mize ap'tımayz fiil en iyi şekilde kullanmak.
optimum
op.ti.mum ap'tımım isim en uygun durum, optimum. sıfat en uygun, optimum.
option key
bilgisayar seçme tuşu.
option to purchase
satın alma opsiyonu.
922
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük option
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
op.tion ap'şın isim 1. seçme. 2. seçme hakkı, tercih. 3. seçenek, şık. 4. ticaret opsiyon.
optional
op.tion.alsıfat zorunlu olmayan, isteğe bağlı, seçmeli.
opulence
op.u.lence ap'yılıns isim 1. servet, zenginlik. 2. bolluk.
opulency
op.u.len.cy ap'yılınsi isim 1. servet, zenginlik. 2. bolluk.
opulent
op.u.lentsıfat 1. zengin. 2. bol.
opulently
op.u.lent.lyzarf bolca.
opus
o.pus o'pıs isim 1. yapıt, eser. 2. müzik opus.
or else
yoksa: Go now or else you'll miss the train. Şimdi git, yoksa treni kaçıracaksın.
or so I think
zannedersem.
or so
kadar, civarında, yaklaşık: It's fifteen miles or so from here. Buradan on beş mil kadar uzakta.
or whatever
veya öyle bir şey, veya onun gibi bir şey.
or
or ôr bağlaç veya, ya da, yahut; yoksa: one or two bir veya iki. Are you qoking, or have you really taken offense? Şaka mı söylüyorsun, yoksa gerçekten gücendin mi?
oracle
or.a.cle ôr'ıkıl isim 1. kehanet. 2. kâhin.
oracular
o.rac.u.lar ôräk'yılır sıfat 1. kehanetle ilgili. 2. gizli anlamlı.
oral
o.ral ôr'ıl sıfat 1. sözlü, ağızdan söylenen. 2. ağıza ait. 3. oral, ağızdan alınan (ilaç). 4. ruhbilim oral.
orally
o.ral.lyzarf 1. ağızdan. 2. sözlü olarak.
orange blossom
portakal çiçeği.
orange marmalade
turunç/portakal marmeladı.
orange
or.ange ôr'înc isim 1. portakal. 2. portakal rengi, turuncu. sıfat portakal renginde olan, turuncu.
orangoutan
o.rang.ou.tan oräng'ıtän isim bakınız orangutan
orangoutang
o.rang.ou.tang oräng'ıtäng isim bakınız orangutan
orangutan
o.rang.u.tan oräng'ıtän isim orangutan.
orate
o.rate oreyt' fiil nutuk çekmek.
oration
o.ra.tion ôrey'şın isim söylev, nutuk, hitabe. 923
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
orator
or.a.tor ôr'ıtır isim hatip, nutuk çeken kimse.
oratorical
or.a.tor.i.cal ôrıtôr'îkıl sıfat hatipliğe ait.
oratory
or.a.to.ry ôr'ıtôri isim 1. hatiplik, hitabet. 2. belagat, dil uzluğu.
orbit
or.bit ôr'bît isim yörünge. fiil 1. bir yörüngede dönmek. 2. -in etrafında dönmek.
orchard
or.chard ôr'çırd isim meyve bahçesi.
orchestra
or.ches.tra ôr'kîstrı isim 1. müzik orkestra. 2. tiyatro orkestra. 3. tiyatro parter.
orchestrate
or.ches.trate ôr'kîstreyt fiil 1. orkestra için müzik parçası yazmak. 2. planlamak, düzenlemek.
orchid
or.chid ôr'kîd isim orkide.
ordain
or.dain ôrdeyn' fiil 1. emretmek, buyurmak; (Tanrı) takdir etmek. 2. papazlığa atamak.
ordeal
or.deal ôrdil' isim 1. karakter veya dayanıklılık denemesi. 2. büyük sıkıntı.
order of precedence
kıdem sırası.
order
or.der ôr'dır isim 1. düzen, tertip. 2. sıra, dizi. 3. yöntem, usul. 4. emir, buyruk. 5. ısmarlama, sipariş. 6. tarikat. 7. şeref rütbesi. 8. cins, çeşit, tür. 9. mimari üslup. 10. biyoloji takım. fiil 1. emretmek, emir vermek: Who ordered you to shoot that cat? O kediyi vurmanı kim emretti? 2. ısmarlamak, sipariş etmek: The tea that I ordered still hasn't come. Ismarladığım çay hâlâ gelmedi. That company ordered one thousand pairs of snakeskin boots from South Africa. O firma Güney Afrika'dan bin çift yılan derisi çizme sipariş etti. 3. düzenlemek, sıraya koymak, tertip etmek: We have ordered the words alphabetically. Sözcükleri alfabetik sıraya göre dizdik.
orderly
or.der.lysıfat düzenli, derli toplu, düzgün. isim 1. emir eri. 2. hastane hademesi.
ordinal numbers
matematik sıra sayıları.
924
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ordinal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
or.di.nal ôr'dınıl sıfat 1. sıra veya derece gösteren. 2. biyoloji takıma ait.
ordinance
or.di.nance ôr'dınıns isim 1. düzen, kural. 2. emir. 3. yasa; yönetmelik.
ordinarily
or.di.nari.lyzarf genellikle, çoğunlukla.
ordinariness
or.di.nari.nessisim sıradanlık.
ordinary
or.di.nar.y ôr'dıneri sıfat 1. sıradan, alelade: an ordinary house sıradan bir ev. 2. olağan, alışılmış, her zamanki, normal, tipik: his ordinary way of speaking her zamanki konuşma biçimi. 3. hukuk doğal (hak). isim alışılmış şey.
ordnance
ord.nance ôrd'nıns isim 1. savaş gereçleri. 2. ordonat.
ore
ore or isim maden cevheri.
oregano
o.reg.a.no ıreg'ıno isim keklikotu, güveyotu, güveyiotu.
org.
org.kısaltma «organic» organization organized
organ bank
organ bankası.
organ grinder
laternacı.
organ
or.gan ôr'gın isim 1. org, erganun. 2. örgen, organ, uzuv. 3. organ, kuruluş; yayın organı.
organdie
or.gan.die ôr'gındi isim bakınız organdy
organdy
or.gan.dy ôr'gındi isim organze.
organic chemistry
organik kimya.
organic disease
organik hastalık.
organic substance
organik madde.
organic
or.gan.ic ôrgän'îk sıfat örgensel, organik.
organically
or.gan.i.cal.lyzarf organik olarak.
organisation
or.gan.i.sa.tion ôrgınızey'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız organization
organise
or.gan.ise ôr'gınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız organize
organism
or.gan.ism ôr'gınîzım isim organizma, örgenlik.
organist
or.gan.ist ôr'gınîst isim orgcu.
organization
or.gan.i.za.tion ôrgınızey'şın isim 1. örgüt, kuruluş. 2. düzen. 3. örgütleme. 4. düzenleme, organizasyon. 925
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük organize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
or.gan.ize ôr'gınayz fiil 1. düzenlemek, organize etmek. 2. örgütlemek.
orgasm
or.gasm ôr'gäzım isim orgazm.
orgy
or.gy ôr'ci isim 1. sefahat. 2. aşırı düşkünlük.
orient oneself to
-e uymak, -e alışmak.
orient
o.ri.ent ôr'iyınt isim 1. doğu, şark. 2. büyük harf ile Doğu, genellikle Asya ülkeleri. fiil yönlendirmek, yöneltmek.
Oriental poppy
botanik doğuhaşhaşı.
Oriental rug
Şark halısı.
oriental
o.ri.en.tal ôriyen'tıl sıfat 1. Doğulu. 2. Doğu'ya özgü. isim büyük harf ile Doğulu.
Orientalist
O.ri.en.tal.istisim doğubilimci, şarkiyatçı, oryantalist.
orientate
o.ri.en.tate ô'riyenteyt fiil 1. yönlendirmek, yöneltmek. 2. alıştırmak.
orientation
ori.en.ta.tionisim 1. yönlendirme. 2. alıştırma. 3. alıştırma programı.
orifice
or.i.fice ô'rıfîs isim delik, ağız.
orig.
orig.kısaltma «origin» original originally
origanum
o.rig.a.num ırîg'ınım isim bakınız oregano
origin
or.i.gin ôr'ıcîn isim 1. köken, kaynak, asıl. 2. nesil, soy.
original
o.rig.i.nal ırîc'ınıl sıfat 1. ilk, asıl: Who was the original owner of this car? Bu arabanın ilk sahibi kimdi? 2. orijinal, asıl, kopya olmayan: Is this an original painting? Bu resim oriqinal mi? 3. özgün, oriqinal. isim oriqinal, asıl. She read Crime and Punishment in the original. Suç ve Ceza'yı yazıldığı dilde okudu.
originality
o.rig.i.nal.i.ty ırîcınäl'ıti isim oriqinallik, özgünlük.
originally
o.rig.i.nal.lyzarf 1. ilk başta; başlangıçta. 2. özgün/orijinal bir şekilde. 3. aslen: She was originally from Edirne. O, Edirne kökenli.
originate
o.rig.i.nate ırîc'ıneyt fiil icat etmek, meydana getirmek, çıkarmak, yaratmak; meydana gelmek, çıkmak, kaynaklanmak. 926
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük originator
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.rig.i.nat.or ırîc'ıneytır isim yaratan kimse, icat eden kimse.
ornament
or.na.ment ôr'nımınt isim süs.
ornamental plants
süs bitkileri.
ornamental
or.na.men.tal ôrnımen'tıl sıfat 1. süs olarak kullanılan. 2. süsleyici; dekoratif.
ornamentation
or.na.men.ta.tionisim 1. süs. 2. süsleme.
ornate
or.nate ôrneyt' sıfat çok süslü, şatafatlı, gösterişli.
ornately
or.nate.lyzarf çok süslü bir biçimde.
ornery
or.ner.y ôr'nıri, ôrn'ri sıfat 1. huysuz, aksi. 2. inatçı. 3. alçak, aşağılık.
ornithologist
or.ni.thol.o.gistisim kuşbilimci, ornitolog.
ornithology
or.ni.thol.o.gy ôrnıthal'ıci isim kuşbilim, ornitoloqi.
orogenesis
o.ro.gen.e.sis ôrıcen'ısîs isim bakınız orogeny
orogeny
o.rog.e.ny ôrac'ıni isim dağoluş, oroqeni.
orography
o.rog.ra.phy ôrag'rıfi isim dağbilgisi.
orology
o.rol.o.gy ôral'ıci isim dağbilgisi.
orphan
or.phan ôr'fın isim, sıfat öksüz. fiil öksüz bırakmak.
orphanage
or.phan.ageisim yetimhane, öksüzler yurdu.
orthodontics
or.tho.don.tics ôrthıdan'tîks isim ortodonti.
orthodox
or.tho.dox ôr'thıdaks sıfat 1. ortodoks. 2. geleneksel, göreneksel.
orthopedic
or.tho.pe.dic ôrthıpi'dîk sıfat ortopedik.
orthopedics
or.tho.pe.dics ôrthıpi'dîks isim, tıbbi ortopedi.
orthopedist
or.tho.pe.distisim ortopedist, ortopedi uzmanı.
oscillate
os.cil.late as'ıleyt fiil 1. salınmak. 2. kararsız olmak, tereddüt etmek, bocalamak.
osmosis
os.mo.sis azmo'sîs, asmo'sîs isim, kimya geçişme, geçişim, ozmos.
osprey
os.prey as'pri isim balıkkartalı, deniztavşancılı.
Osset
Os.set as'ît isim bakınız Ossete
Ossete
Os.sete a'sit isim Oset.
Ossetia
Os.se.tia ısi'şı isim Osetya, Osetiya.
Ossetian
Os.se.tian ısi'şın isim, sıfat Oset. 927
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ossetic
Os.set.ic ıset'îk isim Osetçe. sıfat 1. Oset. 2. Osetçe.
ossicle
os.si.cle as'îkıl isim, anatomi kemikçik, küçük kemik.
ossification
os.si.fi.ca.tion asıfıkey'şın isim 1. kemikleşme; kemikleştirme. 2. katılaşma; katılaştırma.
ossify
os.si.fy as'ıfay fiil 1. kemikleşmek; kemikleştirmek. 2. katılaşmak; katılaştırmak.
osteitis
os.te.i.tis astiyay'tîs isim, tıbbi kemik iltihabı/yangısı.
ostensible
os.ten.si.ble asten'sıbıl sıfat görünüşteki, görünen.
ostensibly
ostensiblyzarf görünüşte, görünürde.
ostensive
os.ten.sive asten'sîv sıfat görünüşte olan.
ostentation
os.ten.ta.tion astıntey'şın isim gösteriş, gereksiz gösteriş.
ostentatious
os.ten.ta.tioussıfat dikkati çeken, gösterişli, fiyakalı, cakalı.
ostentatiously
os.ten.ta.tious.lyzarf gösterişli bir biçimde.
osteogenesis
os.te.o.gen.e.sis astiyıcen'ısîs isim kemik oluşumu.
osteoid
os.te.oid as'tiyoyd sıfat kemiksi. isim kemiksi doku.
osteology
os.te.ol.o.gy astiyal'ıci isim osteoloqi, kemikbilim.
osteolysis
os.te.ol.y.sis astiyal'ısîs isim, tıbbi kemik erimesi.
osteoporosis
os.te.o.po.ro.sis astiyopıro'sîs isim, tıbbi (osteoporoses) osteoporoz.
ostracise
os.tra.cise as'trısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız ostracize
ostracism
os.tra.cism as'trısîzım isim 1. toplum dışına itme; dışlama. 2. sürme, sürgüne gönderme.
ostracize
os.tra.cize as'trısayz fiil 1. toplum dışına itmek; dışlamak. 2. sürmek, sürgüne göndermek.
ostrich
os.trich ôs'trîç isim devekuşu.
ostrichlike
os.trich.likesıfat devekuşu gibi.
other
oth.er ^dh'ır sıfat başka, diğer, öbür. zamir başkası, diğeri, öbürü.
otherwise
oth.er.wise ^dh'ırwayz zarf 1. başka türlü. 2. yoksa, olmazsa, aksi takdirde.
otter
ot.ter at'ır isim susamuru. 928
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ottoman
Ot.to.man at'ımın sıfat, isim (Ottomans) Osmanlı.
ouch
ouch auç ünlem Ah!/Of!/Aman!
ought
ought ôt yardımcı fiil -meli, -malı (Gereklilik ve zorunluluk belirtir.): I ought to go. Gitmeliyim. It ought not to be allowed. Buna izin verilmemeli. You ought to know better. Bu hareketin fena olduğunu bilmeniz gerekir. I ought to have gone. Gitmeliydim.
oughtn't
ought.n't ôt'ınt kısaltma ought not .
ounce
ounce auns isim ons, 26,9 gram.
our
our aur zamir, sıfat bizim.
ours
ours aurz zamir bizimki.
ourselves
our.selves aurselvz' zamir, çoğul kendimiz, bizler: We ourselves will help. Biz kendimiz yardım edeceğiz.
oust
oust aust fiil çıkarmak, dışarı atmak, kovmak.
ouster
oust.erisim dışarı atma.
out at the elbows
kılıksız, hırpani, üstü başı dökülen. 2. eskimiş (giysi).
out back
konuşma dili binanın/bir yerin arkasındaki yer, arka: I'll meet you out back in five minutes. Seni beş dakika sonra binanın arka tarafında bulurum.
out front
konuşma dili binanın/bir yerin önündeki yer, ön: He's standing out front. Binanın önünde duruyor.
out loud
sesli; yüksek sesle.
out of action
işlemeyecek hale gelmiş. 2. saf dışı (oyuncu, asker).
out of breath
soluğu kesilmiş, soluk soluğa.
out of commission
görev yapamaz durumda. 2. bozuk.
out of curiosity
meraktan.
out of danger
tehlikeyi atlatmış.
out of date
modası geçmiş, demode. 2. tarihi geçmiş.
out of deference to
-e riayeten, -e uyarak.
out of fashion
demode, modası geçmiş.
out of favor
bakınız be out of favor
out of focus
odaklanmamış, flu.
out of hand
hemen, derhal. 2. kontrolden çıkmış; çığırından çıkmış.
out of harm's way
emniyette, emin yerde. 929
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
out of hearing
işitemeyecek uzaklıkta.
out of his senses
aklı başından gitmiş, çıldırmış.
out of humor
canı sıkkın; sinirli, öfkeli.
out of joint
çıkık, çıkmış. 2. çığırından çıkmış.
out of line
with -e uymayan. 2. itaatsiz (kimse). 3. uygunsuz (söz, davranış).
out of luck
talihsiz.
out of one's depth
boyunu aşan, bilgi ve yeteneği dışında.
out of one's head
konuşma dili deli, çıldırmış.
out of order
bozuk. 2. düzensiz. 3. usule aykırı. 4. uygunsuz.
out of pity
merhameten, acıyarak.
out of place
yersiz, uygunsuz.
out of position
yerinden çıkmış.
out of practice
yeteneği körelmiş, pratiğini kaybetmiş.
out of print
baskısı tükenmiş.
out of proportion
oransız, orantısız.
out of reach
erişilmez.
out of regard for
-in hatırı için.
out of regard to
-in hatırı için.
out of spite
inadına: She did it out of spite. Onu inadına yaptı.
out of stock
ticaret elde kalmamış, mevcudu tükenmiş.
out of the blue
birdenbire, aniden, damdan düşer gibi.
out of the corner of one's eye
gözünün ucuyla (bakmak).
out of the ordinary
olağandışı.
out of the question
imkânsız, olamaz, söz konusu olamaz.
out of trim
kötü durumda, fena vaziyette. 2. idmansız.
out of tune
akortsuz. 2. ahenksiz, uyumsuz.
out of turn
sıra beklemeden, sırası gelmeden.
out of use
geçersiz, kullanılmayan.
out of wedlock
evlilik dışı, gayri meşru.
out of whack
bozuk, çalışamaz/işleyemez durumda.
out of
-den (Yeri değişen birinin veya bir nesnenin çıkış yerini bildirir.): Take your hands out of your pockets! Ellerini ceplerinden çıkar! 2. dışında: It's out of range. 930
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Menzil dışında. That's out of my sphere. Bilgi alanımın dışında o. 3. -den uzak, dışında: It's twenty kilometers out of town. Şehirden yirmi kilometre uzakta. 4. -den dolayı, için, -den: He did it out of love. Sevdiği için yaptı. She did it out of necessity. Mecbur kaldığı için yaptı. He went to them out of desperation. Çaresizlikten onlara gitti. 5. arasından: Out of three hundred candidates they selected her. Üç yüz aday arasından onu seçtiler.
Out with it!
Söylesene!
Out you go!
Haydi çık!
out
out aut zarf 1. Belirli bir yerden gitme veya gönderme anlamındaki fiillerle birlikte kullanılır: They started out at dawn. Şafak sökerken yola çıktılar. Take him out! Onu dışarı çıkar! She's gone out for lunch. Öğle yemeği için dışarı çıktı. She was sent out to India. Hindistan'a gönderildi. The tide's going out. Deniz alçalıyor. 2. dışarı; dışarıda; dışarıya: No sooner had she hung out the laundry than it began to rain. Çamaşırı dışarıya asar asmaz yağmur yağmaya başlamıştı. His shirttails were hanging out. Gömleğinin etekleri pantolonunun üzerinden sarkıyordu. Don't stick your tongue out! Dilini çıkarma! He took out his checkbook. Çek defterini çıkardı. We'll smoke him out. Onu dumanla dışarı çıkarırız. It's nice out today. Dışarısı güzel bugün./Bugün hava güzel. Let's sit out. Dışarıda oturalım. 3. Birinin/Bir şeyin merkez sayılan bir yerden uzak olduğunu göstermek için kullanılır: They live way out in Maltepe. Onlar ta Maltepe'de oturuyor. 4. Bazı fiilleri pekiştirmek için kullanılır: Write it all out! Hepsini yaz! Sing out! Yüksek sesle söyle! I'm tuckered out. Pestilim çıktı. 5. (Birinin belirli bir şey yapmaktan yorulduğunu göstermek için kullanılır.): edat (-den) 931
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dışarıya/öteye. I'm meetinged out. Toplantılara gitmekten yoruldum artık. He looked out the window. Pencereden baktı. Don't throw him out the door! Onu kapı dışarı etme! Drive out that road for twenty kilometers. O yoldan yirmi kilometre git. isim, konuşma dili çare; bahane; mazeret. fiil (bir şey) kendini belli etmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak: Sooner or later the truth will out. Hakikat ergeç meydana çıkar. Out!
Çık dışarı!
out-and-out
out-and-out aut'ınaut' sıfat, konuşma dili tam, düpedüz: He's an out-and-out fraud. O tam bir sahtekâr.
outbid
out.bid autbîd' fiil (outbid, outbidding) (açık artırmada) (-den) daha fazla fiyat vermek.
outboard motor
takma motor.
outboard
out.board aut'bôrd sıfat, denizcilikle ilgili takma motorlu, dıştan motorlu.
outbreak
out.break aut'breyk isim 1. (istenmeyen bir olay) ortaya çıkma, çıkma, baş gösterme, patlama. 2. salgın.
outburst
out.burst aut'bırst isim patlak verme, patlama.
outcast
out.cast aut'käst isim toplum dışına itilmiş kimse. sıfat toplum dışına itilmiş.
outclass
out.class autkläs' fiil üstün olmak, üstün gelmek.
outcome
out.come aut'k^m isim sonuç.
outcrop
out.crop aut'krap isim 1. (istenmeyen bir olay) ortaya çıkma, çıkma, baş gösterme, patlama. 2. jeoloji bir kayacın yeryüzüne çıkmış uzantısı, çıkma, çıkıntı.
outcropping
isim, jeoloji bir kayacın yeryüzüne çıkmış uzantısı, çıkma, çıkıntı.
outcry
out.cry aut'kray isim 1. haykırış, çığlık, bağırış. 2. protesto.
outdated
out.dated autdeyt'îd sıfat 1. modası geçmiş. 2. günün şartlarına uymayan, zamana uymayan, köhne. 3. eski (teknoloqi, makine v.b.). 932
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
outdistance
out.dis.tance autdîs'tıns fiil geçmek, geride bırakmak.
outdo
out.do autdu' fiil (outdid, outdone) geçmek, geride bırakmak, bastırmak.
outdoor
out.door aut'dôr sıfat dışarıda yapılan.
outdoors
out.doors autdôrz' zarf 1. dışarıya. 2. dışarıda, açık havada. isim açık hava.
Outer Mongolia
Dış Moğolistan.
outer
out.er au'tır sıfat 1. dıştaki, diş. 2. dışarıdaki.
outermost
out.er.mostsıfat en dıştaki.
outfit
out.fit aut'fît isim 1. takım, donatı. 2. gereçler. 3. konuşma dili askeri birlik. 4. konuşma dili ekip. 5. konuşma dili kuruluş. fiil (outfitted, outfitting) donatmak, gereçlerini sağlamak.
outfitter
out.fit.terisim 1. teçhizatçı. 2. giyim eşyası satıcısı.
outflank
out.flank autflängk' fiil, askeri (düşmanın) yanından dolanıp arkasına geçmek.
outgoing
out.go.ing aut'gowîng sıfat 1. sempatik, cana yakın. 2. giden, çıkan. 3. ayrılan, kalkan. isim gidiş, çıkış.
outgrow
out.grow autgro' fiil (outgrew, outgrown) 1. küçük gelmek: The child has outgrown his clothes. Giysileri çocuğa artık küçük geliyor. 2. (büyüyünce) -den vazgeçmek.
outgrowth
out.growth aut'groth isim 1. bir başka şeyden gelişerek büyüyen şey. 2. fazlalık. 3. doğal bir sonuç veya gelişme.
outing
out.ing au'tîng isim gezinti.
outlandish
out.land.ish autlän'dîş sıfat 1. tuhaf, acayip, garip. 2. yabancı. 3. uzak.
outlast
out.last autläst' fiil -den çok dayanmak.
outlaw
out.law aut'lô isim 1. haydut, yasaya karşı gelen kimse. 2. yasal haklardan yoksun bırakılmış kimse. fiil 1. yasaklamak. 2. yasadışı ilan etmek. 3. yasal haklardan yoksun bırakmak.
outlay
out.lay aut'ley isim masraf, giderler, harcama. 933
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük outlet
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
out.let aut'let isim 1. dışarı çıkacak yer, çıkış yeri, çıkış, kapı, çıkak, çıkıt. 2. yol, çıkış yolu. 3. satış yeri. 4. elektrik priz.
outline
out.line aut'layn isim 1. kontur. 2. ana hatlar. 3. taslak, kroki. fiil taslağını çizmek.
outlook
out.look aut'lûk isim 1. görüş açısı. 2. gelecek: The outlook for the company is good. Şirketin geleceği olumlu. 3. manzara.
outlying
out.ly.ing aut'layîng sıfat uzakta bulunan, uzak.
outmoded
out.mod.ed autmo'dîd sıfat 1. demode, modası geçmiş. 2. eski (teknoloji, makine).
outnumber
out.num.ber autn^m'bır fiil sayıca üstün olmak; sayıca geçmek.
out-of-doors
out-of-doors autıvdôrz' zarf dışarıda, açık havada. isim açık hava.
out-of-the-way
out-of-the-way autıvdhıwey' sıfat sapa.
outpatient
out.pa.tient aut'peyşınt isim ayakta tedavi edilen hasta.
outpost
out.post aut'post isim ileri karakol.
outpour
out.pour aut'pôr isim dökülme, taşma, akma.
output
out.put aut'pût isim 1. ticaret üretim; ürün, çıktı. 2. fizik çıktı. 3. bilgisayar çıkış, çıktı. 4. randıman, verim.
outrage
out.rage aut'reyc isim 1. hakların açıkça çiğnenmesi; büyük hakaret; büyük ayıp. 2. (büyük bir haksızlık veya hakaretten kaynaklanan) öfke. fiil çok öfkelendirmek.
outrageous price
fahiş fiyat.
outrageous
out.ra.geous autrey'cıs sıfat 1. korkunç, çok fazla, ölçüyü aşan, şoke edici. 2. fazlasıyla frapan; acayip.
outrank
out.rank aut'rängk fiil -den daha yüksek rütbede olmak.
outreach program
sosyal yardım programı.
outreach
out.reach aut'riç fiil aşmak, geçmek. isim sosyal yardım.
outright
out.right aut'rayt' zarf 1. açıkça, kesin olarak. 2. tamamen, resmen. 3. hemen, derhal. 4. peşin olarak, bir ödemede: He bought the house outright. Parayı bastırıp 934
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
evi aldı. sıfat 1. kesin; tam, resmen, düpedüz. 2. yalnızca, karşılıksız (bir hediye/bağış/yardım). outrun
out.run aut'r^n fiil (outran, outrun, outrunning) 1. -den daha hızlı koşmak, -i geçmek. 2. aşmak: This year income outran expenses. Bu yıl gelir gideri aştı.
outset
out.set aut'set isim başlangıç.
outshine
out.shine autşayn' fiil (outshone) (başkasını) gölgede bırakmak, -den daha fazla parlamak.
outside of
konuşma dili -den başka.
outside
out.side aut'sayd isim 1. dış, dış taraf. 2. dış görünüş. sıfat 1. dış. 2. en fazla, en yüksek, azami. zarf 1. dışarıda; dışarıya. 2. açık havada. 3. dıştan. edat -in dışında.
outsider
isim bir grubun dışında olan kimse.
outsize
out.size aut'sayz isim büyük boy. sıfat büyük boyda olan, büyük.
outskirts
out.skirts aut'skırts isim varoşlar, dış mahalleler.
outsmart
out.smart aut.smart' fiil, konuşma dili kurnazlıkla yenmek.
outspoken
out.spo.ken aut'spo'kın sıfat sözünü sakınmayan, açıksözlü.
outstanding account
ticaret vadesi geçmiş borç.
outstanding
out.stand.ing autstän'dîng sıfat 1. üstün, seçkin. 2. göze çarpan. 3. ödenmemiş; kalmış (borç).
outstay one's welcome
(misafir) fazla kalmak.
outstay
out.stay aut'stey' fiil fazla kalmak.
outstretch
out.stretch autstreç' fiil aşmak, geçmek.
outstretched hand
uzatılan el.
outstrip
out.strip autstrîp' fiil (outstripped, outstripping) 1. (yarışta) geçmek. 2. -den üstün çıkmak.
outward
out.ward aut'wırd sıfat dış. zarf 1. dışarıya doğru. 2. görünüşte, dıştan.
outwardly
out.ward.lyzarf 1. dıştan. 2. dışa doğru. 3. dış görünüşe göre, görünüşte. 935
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
outwards
out.wardszarf dışarıya doğru.
outweigh
out.weigh autwey' fiil 1. -den daha ağır gelmek. 2. daha ağır basmak, daha önemli olmak.
outwit
out.wit autwît' fiil (outwitted, outwitting) kurnazlıkla yenmek.
outworn
out.worn autwôrn' sıfat fazla eskimiş.
oval
o.val o'vıl sıfat oval. isim oval şey.
ovary
o.va.ry o'vıri isim, anatomi yumurtalık.
ovation
o.va.tion ovey'şın isim coşkunca alkış.
oven
ov.en ^v'ın isim fırın.
over again
tekrar, yeniden, baştan, bir daha.
over and above
konuşma dili -den ayrı olarak, -den başka.
over and over
defalarca, tekrar tekrar.
over the hump
iyileşme yolunda.
over-
over-önek 1. aşırı, fazla. 2. üstüne, üzerine; üstünde, üzerinde; üstünden, üzerinden. 3. öteye, ötesine. 4. üst-.
overact
o.ver.act ovıräkt' fiil (rolü) abartmalı bir şekilde oynamak.
overall
o.ver.all o'vırôl sıfat 1. baştan başa olan, bir uçtan bir uca olan. 2. kapsamlı, ayrıntılı. isim 1. İngiliz İngilizcesi iş önlüğü.
overalls
o.ver.alls o'vırôlz isim, çoğul iş tulumu.
overarch
o.ver.arch ovırarç' fiil üzerinde kemer meydana getirmek.
overawe
o.ver.awe ovırô' fiil korkutup hareketsiz bırakmak.
overbalance
o.ver.bal.ance ovırbäl'ıns fiil 1. ağır basmak. 2. dengesini bozmak, devirmek; dengesini kaybetmek.
overbearing
o.ver.bear.ing ovırber'îng sıfat 1. zorba tavırlı, otoriter. 2. ezici.
overblown
o.ver.blown ovırblon' sıfat abartmalı, şişirilmiş.
overboard
o.ver.board o'vırbôrd zarf gemiden denize.
overbook
o.ver.book o'vırbûk' fiil fazla rezervasyon yapmak.
936
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük overburden
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.ver.bur.den ovırbır'dın fiil 1. taşıyabileceğinden fazla yük yüklemek. 2. fazla sıkıntı vermek, fazla sorumluluk yüklemek.
overcast
o.ver.cast o'vırkäst sıfat bulutlu, kapalı (hava).
overcharge
o.ver.charge ovırçarc' fiil 1. fazla fiyat istemek. 2. makine fazla yüklemek, fazla doldurmak. isim 1. fazla fiyat. 2. fazla yük.
overcoat
o.ver.coat o'vırkot isim palto.
overcome
o.ver.come ovırk^m' fiil (overcame, overcome) -i yenmek; -in üstesinden gelmek.
overcompensate
o.ver.com.pen.sate ovırkam'pınseyt fiil fazlasıyla karşılamak.
overconfident
o.ver.con.fi.dent ovırkan'fîdınt sıfat kendine fazla güvenen.
overcrowd
o.ver.crowd ovırkraud' fiil fazla kalabalık etmek.
overdo
o.ver.do ovırdu' fiil (overdid, overdone) 1. fazla yapmak, aşırıya kaçmak. 2. fazla -mek. 3. fazla kullanmak. 4. gereğinden fazla pişirmek.
overdose
o.ver.dose o'vırdos isim 1. belirli bir ölçüden fazla ilaç verme, dozu aşma. 2. aşırı doz. fiil 1. (with) fazla miktarda ilaç vermek: She overdosed him with morphine. Ona fazla morfin verdi.
overdraft
o.ver.draft o'vırdräft isim 1. hesaptan çekilen fazla para. 2. hesaptan fazla para çekme.
overdraw
o.ver.draw ovırdrô' fiil (overdrew, overdrawn) 1. abartmak. 2. hesaptan fazla para çekmek.
overdrive
o.ver.drive o'vırdrayv isim, otomotiv overdrayv, fazla hızlandırma mekanizması.
overdue
o.ver.due ovırdu' sıfat 1. gecikmiş. 2. vadesi geçmiş.
overeat
o.ver.eat ovırit' fiil (overate, overeaten) 1. fazla yemek yemek. 2. tıka basa yemek.
overestimate
o.ver.es.ti.mate ovıres'tımeyt fiil fazla tahmin etmek.
937
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük overexpose
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.ver.ex.pose ovırîkspoz' fiil, fotoğrafçılık (filme) aşırı poz vermek.
overexposure
o.ver.ex.po.sure ovırîkspo'qır isim, fotoğrafçılık aşırı poz verme, aşırı ışıklama.
overflow pipe
taşma borusu.
overflow
o.ver.flow ovırflo' fiil (overflowed, overflown) 1. taşmak. 2. çok bol olmak. isim 1. taşma. 2. fazlalık. 3. taşma borusu.
overgrow
o.ver.grow ovırgro' fiil (overgrew, overgrown) (bitkiler) birbirini örtecek derecede büyümek.
overgrown with
(yabani bitkiler v.b.) ile kaplı, ile örtülü.
overgrown
sıfat yaşına göre fazla büyümüş.
overhang
o.ver.hang o'vırhäng fiil (overhung) 1. üzerine süslü şeyler asmak. 2. üzerine sarkmak. 3. (tehlike v.b.) tehdit etmek. isim 1. çıkıntı. 2. çıkıntı derecesi.
overhaul
o.ver.haul ovırhôl fiil 1. gereken onarımı yapmak için elden geçirmek. 2. arkasından yetişip önüne geçmek.
overhead
o.ver.head o'vırhed isim genel giderler. sıfat 1. baştan yukarıda olan. 2. yukarıdan geçen. 3. genel giderlerle ilgili. zarf baştan yukarı, yukarıda, üstte.
overhear
o.ver.hear ovırhîr' fiil (overheard) kulak misafiri olmak.
overjoy
o.ver.joy ovırcoy' fiil fazlasıyla sevindirmek.
overkill
o.ver.kill o'vırkîl isim 1. gereğinden fazla silah. 2. fazlalık, aşırılık.
overladen
o.ver.lad.en ovırley'dın sıfat fazlasıyla yüklenmiş.
overland
o.ver.land o'vırländ sıfat karayolu ile yapılan. zarf karada; karadan.
overlap
o.ver.lap ovırläp' fiil (overlapped, overlapping) üst üste bindirmek; üst üste binmek, binişmek.
overlay
o.ver.lay ovırley' fiil (overlaid) kaplamak. isim 1. örten tabaka, örtü. 2. kaplama.
overload
o.ver.load ovırlod' fiil fazla yüklemek, fazla doldurmak. 938
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük overlook
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.ver.look ovırlûk fiil 1. gözden kaçırmak. 2. göz yummak. 3. dikkate almamak. 4. bakmak: The house overlooks the Bosporus. Ev Boğaz'a bakıyor.
overmuch
o.ver.much o'vırm^ç' zarf gereğinden fazla.
overnight
o.ver.night o'vırnayt' zarf 1. geceleyin, bir gece içinde. 2. birdenbire. sıfat bir gecelik.
overpass
o.ver.pass o'vırpäs isim üstgeçit.
overpay
o.ver.pay ovırpey' fiil (overpaid) fazla ödemek.
overplay one's hand
kendi olanaklarına fazla güvenmek.
overplay
o.ver.play ovırpley' fiil büyütmek, abartmak.
overplus
o.ver.plus o'vırpl^s isim fazlalık.
overpopulation
o.ver.pop.u.la.tion ovırpapyıley'şın isim nüfus fazlalığı.
overpower
o.ver.pow.er ovırpau'wır fiil 1. zararsız duruma getirmek. 2. zor kullanarak yenmek. 3. çok etkilemek.
overpowering
o.ver.pow.er.ingsıfat 1. yıkıcı, kahredici. 2. çok kuvvetli (neden, koku, duygu).
overprice
o.ver.price ovırprays' fiil fazla yüksek fiyat koymak.
overproduce
o.ver.pro.duce ovırprıdus' fiil gereğinden fazla üretmek.
overproduction
o.ver.pro.duc.tion ovırprıd^k'şın isim aşırı üretim.
overprotect
o.ver.pro.tect ovırprıtekt' fiil gereğinden fazla korumak.
overrate
o.ver.rate ovırreyt' fiil fazla önemsemek.
overreach oneself
altından kalkamayacak kadar çok iş üstlenmek.
overreach
o.ver.reach ovır.riç' fiil 1. yetişip geçmek. 2. ötesine geçmek. 3. aldatmak, dolandırmak.
override
o.ver.ride ovır.rayd' fiil (overrode, overridden) 1. (bir sorun) (hepsinden) önemli olmak. 2. yetkisini kullanarak (başka birinin kararını) geçersiz kılmak. 3. -i bastırmak, -e üstün gelmek, -e engel olmak: His emotions overrode his judgment. Duyguları aklını kullanmasına engel oldu. 4. (atı) fazla binerek yormak.
overriding
sıfat en önemli (amaç, neden v.b.).
939
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük overrule
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.ver.rule ovır.rul' fiil yetkisini kullanarak (başka birinin kararını) geçersiz kılmak/iptal etmek.
overrun
o.ver.run ovır.r^n' fiil (overran, overrun, overrunning) 1. istila etmek; kaplamak. 2. geçmek, aşmak.
overseas
o.ver.seas ovırsiz' sıfat, zarf denizaşırı.
oversee
o.ver.see ovırsi' fiil (oversaw, overseen) yönetmek, denetlemek.
overseer
o.ver.seerisim 1. ustabaşı, kalfa. 2. yönetici, denetçi.
overshadow
o.ver.shad.ow ovırşäd'o fiil gölgelemek, gölge düşürmek, gölgede bırakmak.
overshoe
o.ver.shoe o'vırşu isim şoson, lastik.
overshoot
o.ver.shoot ovırşut' fiil (overshot) 1. hedeften öteye atmak. 2. geçmek. 3. aşırılığa kaçmak.
oversight
o.ver.sight o'vırsayt isim 1. yanlış, kusur. 2. gözetim, bakım; yönetim.
oversimplification
o.ver.sim.pli.fi.ca.tionisim fazla basitleştirme.
oversimplify
o.ver.sim.pli.fy ovırsîm'plîfay fiil fazla basitleştirmek.
oversize
o.ver.size o'vırsayz sıfat fazla büyük.
oversleep
o.ver.sleep ovırslip' fiil (overslept) fazla uyumak; uyuyakalıp gecikmek.
overspend
o.ver.spend ovırspend' fiil (overspent) fazla masraf yapmak, bütçeyi aşmak.
overstate
o.ver.state ovırsteyt' fiil abartmak.
overstatement
o.ver.state.mentisim abartma, abartı.
overstay one's welcome
fazla kalıp tadını kaçırmak, ziyareti uzatıp bıktırmak.
overstay
o.ver.stay ovırstey' fiil fazla kalmak.
overstep
o.ver.step ovırstep' fiil (overstepped, overstepping) geçmek, aşmak.
oversupply
o.ver.sup.ply o'vırsıplay isim fazlalık.
overt
o.vert o'vırt, ovırt' sıfat açık olarak yapılan, açıktan açığa olan, ortada olan.
overtake
o.ver.take ovırteyk' fiil (overtook, overtaken) 1. yetişmek, yakalamak. 2. İngiliz İngilizcesi (taşıtı) sollamak, geçmek. 3. birden karşısına çıkmak. 940
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük overtax
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
o.ver.tax ovırtäks' fiil 1. ağır vergi koymak. 2. aşırı yüklenmek.
overthrow the government
hükümeti devirmek.
overthrow
o.ver.throw ovırthro' fiil (overthrew, overthrown) devirmek, yıkmak, düşürmek. isim devirme, yıkma.
overtime
o.ver.time o'vırtaym isim fazla mesai.
overtly
o.vert.lyzarf açık bir biçimde, açıkça.
overtone
o.ver.tone o'vırton isim ima edilen fikir.
overture
o.ver.ture o'vırçır isim 1. öneri, teklif. 2. müzik uvertür.
overturn
o.ver.turn ovırtırn' fiil devirmek, altüst etmek, bozmak.
overweening
o.ver.ween.ing ovırwi'nîng sıfat kendinden fazla emin.
overweight
o.ver.weight o'vırweyt isim 1. fazla ağırlık. 2. şişmanlık. sıfat şişman.
overwhelm
o.ver.whelm ovır.hwelm' fiil 1. akın ederek (düşmanı) yenmek. 2. (su, sel v.b.) basmak, kaplamak. 3. with (iltifat, iyilik, hediye v.b.'ne) boğmak, garketmek.
overwork
o.ver.work ovırwırk' fiil fazla çalıştırmak; fazla çalışmak. isim fazla çalışma.
overwrought
o.ver.wrought ovır.rôt' sıfat 1. sinirleri bozuk. 2. aşırı heyecanlı.
ovulate
o.vu.late ov'yıleyt fiil, biyoloji yumurtlamak.
ovulation
o.vu.la.tion ovyıley'şın isim, biyoloji yumurtlama.
owe
owe o fiil borcu olmak, borçlu olmak: How much do I owe you? Sana ne kadar borcum var? That company owes us a billion liras. O şirketin bize bir milyar lira borcu var. owing to nedeniyle, -in sayesinde, yüzünden, -den dolayı.
owl
owl aul isim baykuş.
own something in common
aynı şeye sahip olmak: We own this building in common. Bu binanın ortak sahibiyiz.
own up to
konuşma dili (bir suçu) itiraf etmek, kabul etmek.
own
own on fiil 1. sahip olmak, -si olmak. 2. kabul etmek, itiraf etmek.
owner
own.er o'nır isim sahip, iye, malik. 941
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ownership
isim sahiplik, iyelik, mülkiyet.
ox
ox aks isim (oxen) öküz.
oxalis
ox.al.is aksäl'îs isim ekşiyonca.
oxcart
ox.cart aks'kart isim öküz arabası, kağnı.
oxeye
ox.eye aks'ay isim, mimarlık gözpencere.
oxidation
ox.i.da.tion aksıdey'şın isim oksitlenme, oksidasyon.
oxide
ox.ide ak'sayd isim, kimya oksit.
oxidise
ox.i.dise ak'sıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız oxidize
oxidize
ox.i.dize ak'sıdayz fiil oksitlemek; oksitlenmek.
oxygen
ox.y.gen ak'sıcın isim oksiqen.
oyster bed
istiridye yatağı.
oyster
oys.ter oys'tır isim istiridye.
oz.
oz.kısaltma ounce
ozone
o.zone o'zon isim ozon.
ozonosphere
o.zo.no.sphere ozo'nısfir isim ozonyuvarı.
p
pkısaltma piano
P.A. system
(mikrofon ve hoparlörden oluşan) ses düzeni.
p.a.
p.a.kısaltma per annum
P.M.
P.M. pi'em' kısaltma prime minister
P.O.
P.O. pi'o' kısaltma «Post Office» petty officer
P.S.
P.S. pi'es' kısaltma «postscript» public school
P.T.
P.T. pi'ti' kısaltma «physical training» physical therapy
P.T.A.
P.T.A. pi'ti'ey' kısaltma bakınız Parent-Teacher Association .
P.T.O.
P.T.O. pi'ti'o' kısaltma bakınız Parent-Teacher Organization
pa
pa pa isim, konuşma dili baba.
pace back and forth
bir aşağı bir yukarı yürümek, volta atmak.
pace up and down
bir aşağı bir yukarı yürümek, volta atmak.
pace
pace peys isim 1. adım. 2. bir adımda alınan yol. 3. gidiş, yürüyüş. 4. yürüyüş hızı. 5. hız. fiil 1. adımlamak. 2. arşınlamak, bir aşağı bir yukarı yürümek, volta atmak. 3. (yarışçının) hızını ayarlamak. 942
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pacemaker
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pace.mak.er peys'meykır isim 1. örnek alınan kimse. 2. kalbin atış hızını ayarlayan aygıt, geçici kalp pili.
pacific
pa.cif.ic pısîf'îk sıfat 1. uzlaştırıcı, barıştırıcı. 2. sakin.
pacification
pac.i.fi.ca.tion päsıfıkey'şın isim 1. barışı sağlama. 2. kontrol altına alma. 3. barıştırma, uzlaştırma; barışma, uzlaşma.
pacifier
pac.i.fi.er päs'ıfayır isim emzik.
pacifism
pac.i.fism päs'ıfîzım isim barışseverlik, barışçılık.
pacifist
pac.i.fistisim barışçı kimse.
pacify
pac.i.fy päs'ıfay fiil 1. barıştırmak, uzlaştırmak. 2. yatıştırmak, sakinleştirmek.
pack a wallop
konuşma dili 1. bomba gibi bir etki yapmak. 2. çok şiddetli bir yumruk atmak.
pack animal
yük hayvanı.
pack off
göndermek, defetmek, kovmak.
pack up
bavula veya sandığa koymak. 2. (makine) durmak.
pack
pack päk isim 1. bohça, çıkın. 2. denk. 3. (sigara için) paket. 4. sürü. 5. iskambil oyunları deste. 6. tıbbi kompres, tampon.
package deal
ticaret paket teklif.
package tour
grup turu, paket tur.
package
pack.age päk'îc isim 1. paket. 2. bohça. 3. ambalaq.
packed like sardines
sardalye gibi istif edilmiş.
packed
pack.edsıfat 1. paketlenmiş. 2. ağzına kadar dolu.
packer
pack.er päk'ır isim paketçi; ambalaqcı.
packet
pack.et päk'ît isim 1. paket. 2. bohça, çıkın.
packhorse
pack.horse päk'hôrs isim yük beygiri.
packing box
eşya sandığı.
packing case
eşya sandığı.
packing
pack.ing päk'îng isim 1. paketleme, paket etme; ambalaqlama. 2. ambalaj. 3. salmastra, tıkaç, conta.
packinghouse
pack.ing.houseisim büyük mezbaha.
packsaddle
pack.sad.dle päk'sädıl isim semer.
pact
pact päkt isim pakt, antlaşma; sözleşme. 943
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pad
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pad päd isim 1. yumuşak bir maddeden yapılmış koruyucu şey: kneepad dizlik. saddle pad semer yastığı. desk pad sumen. 2. bloknot, kâğıt destesi. 3. bazı hayvanların yumuşak tabanı. fiil (padded, padding) 1. (yumuşak bir madde ile) doldurmak. 2. (konuşma, yazı v.b.'ni) şişirmek.
padding
pad.dingisim 1. dolgu maddesi. 2. vatka. 3. fodra. 4. abartma.
paddle
pad.dle päd'ıl isim 1. kısa kürek. 2. tokaç. fiil 1. kısa kürekle yürütmek. 2. kürek çekmek. 3. konuşma dili pataklamak.
paddock
pad.dock päd'ık isim 1. ahıra yakın etrafı çevrili küçük çayır veya otlak. 2. padok.
paddy
pad.dy päd'i isim çeltik tarlası.
padishah
pa.di.shah pa'dîşa isim padişah.
padlock
pad.lock päd'lak isim asma kilit. fiil asma kilitle kilitlemek, asma kilit vurmak.
paeony
pae.o.ny pi'yıni isim, İngiliz İngilizcesi bakınız peony
pagan
pa.gan pey'gın isim, sıfat 1. pagan; putperest. 2. dinsiz.
paganism
pa.gan.ismisim 1. paganizm; putperestlik. 2. dinsizlik.
page through
sayfalarını çevirmek; sayfalarını çevirip göz atmak.
page
page peyc isim 1. (otelde) komi. 2. içoğlanı. 3. uşak. fiil hoparlör ile çağırmak.
pageant
pag.eant päc'ınt isim 1. alay, tören. 2. gösteri.
pageantry
pag.eant.ryisim tantana, debdebe, şatafat.
paginate
pag.i.nate päc'ıneyt fiil (bir yazının) sayfalarını numaralamak.
pagination
pag.i.na.tionisim (bir yazının) sayfalarını numaralama.
paid
paid peyd fiil bakınız pay
pail
pail peyl isim kova.
pailful
pail.fulisim bir kova dolusu.
pain in the neck
baş belası.
944
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pain peyn isim 1. ağrı, acı, sızı. 2. acı, ıstırap. 3. dert, keder. 4. çoğul özen, ihtimam, itina. 5. çoğul doğum sancıları. fiil 1. canını yakmak, eziyet etmek. 2. üzmek.
painful
pain.fulsıfat 1. ağrılı. 2. zahmetli, güç. 3. acıklı, üzücü.
painkiller
pain.kill.er peyn'kîlır isim ağrı kesici.
painless
pain.lesssıfat 1. acısız, ağrısız. 2. zahmetsiz.
painstaking
pains.tak.ing peynz'teykîng sıfat 1. titiz, özenli, itinalı. 2. zahmetli.
paint
paint peynt isim 1. boya. 2. allık. 3. makyaq. fiil 1. boyamak. 2. tasvir etmek, betimlemek, resmetmek. 3. makyaq yapmak.
paintbox
paint.box peynt'baks isim boya kutusu.
paintbrush
paint.brush peynt'br^ş isim boya fırçası.
painter
paint.er peyn'tır isim 1. ressam. 2. boyacı, badanacı.
painting
paint.ing peyn'tîng isim 1. resim, tablo. 2. ressamlık. 3. boyacılık, badanacılık. 4. resim sanatı.
pair of compasses
pergel.
pair of pajamas
pijama.
pair of pants
pantolon.
pair of scissors
makas.
pair of trousers
pantolon.
pair off
eşleşmek; eşleştirmek.
pair
pair per isim (pairs) çift. fiil eşleştirmek, çiftleştirmek.
pajamas
pa.ja.mas pıca'mız isim piqama.
Pakistan
Pak.i.stan päk'îstän isim Pakistan.
Pakistani
Pak.i.sta.ni päkîstän'i isim Pakistanlı. sıfat 1. Pakistan, Pakistan'a özgü. 2. Pakistanlı.
pal
pal päl isim, konuşma dili arkadaş, dost.
palace
pal.ace päl'îs isim saray.
palatable
pal.at.a.ble päl'îtıbıl sıfat 1. lezzetli. 2. yenebilir. 3. içilebilir. 4. hoşa giden, hoş.
palate
pal.ate päl'ît isim 1. damak. 2. tat alma duyusu. 3. (for) damak zevki.
palatial
pa.la.tial pıley'şıl sıfat saray gibi. 945
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük palaver
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pa.lav.er pıläv'ır isim 1. boş laf, palavra. 2. pohpohlama. fiil 1. boş laf etmek, palavra atmak. 2. pohpohlamak.
pale
pale peyl sıfat 1. soluk, solgun, renksiz. 2. açık, uçuk (renk). 3. donuk. fiil beti benzi atmak, sararmak; sarartmak.
paleness
pale.nessisim 1. solgunluk. 2. açıklık. 3. donukluk.
paleography
pa.le.og.ra.phy peyliyag'rıfi isim paleografi.
paleontologist
pa.le.on.tol.o.gist peyliyantal'ıcîst isim paleontoloqist, taşılbilimci.
paleontology
pa.le.on.tol.o.gy peyliyantal'ıci isim paleontoloqi, taşılbilim.
Palestine
Pal.es.tine päl'îstayn isim Filistin.
Palestinian
Pal.es.tin.i.an pälîstîn'iyın isim Filistinli. sıfat 1. Filistin, Filistin'e özgü. 2. Filistinli.
palette
pal.ette päl'ît isim 1. palet. 2. bir ressama özgü renkler, palet.
paling
pal.ing pey'lîng isim 1. çit yapmaya özgü kazık. 2. kazık çit, çit.
palisade
pal.i.sade pälıseyd' isim 1. savunmada kullanılan ve sivri kazıklardan yapılmış çit; kazık çit. 2. çoğul (ırmak boyunca uzanan) kayalık uçurum dizisi. fiil etrafına sivri kazıklar dikerek çit çevirmek.
pall
pall pôl isim 1. (siyah çuha veya kadifeden) tabut örtüsü. 2. örtü, tabaka: A pall of thick mist covered the city. Kenti koyu bir sis tabakası örtmüştü.
pallet
pal.let päl'ît isim 1. çömlekçi spatulası. 2. (yük kaldırma veya taşımada kullanılan) palet.
palliate
pal.li.ate päl'iyeyt fiil 1. (hastalık, zorluk v.b.'ni) hafifletmek. 2. (kabahat, hakaret v.b.'ni) önemsizmiş gibi göstermek.
pallid
pal.lid päl'îd sıfat solgun, soluk.
pallor
pal.lor päl'ır isim solgunluk, beniz sarılığı.
palm branch
zafer simgesi olan hurma dalı. 946
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
palm oil
hurma yağı.
palm something off on someone
birine bir şeyi hile ile kabul ettirmek.
Palm Sunday
paskalyadan önceki pazar günü.
palm
palm pam isim 1. avuç içi, aya. 2. hurma ağacı. 3. palmiye. fiil avuç içinde saklamak.
palmetto
pal.met.to pälmet'o isim, botanik (palmettos/palmettoes) sabal.
palmist
palm.ist pa'mîst isim el falına bakan kimse.
palmistry
palm.ist.ryisim el falı.
palpable
pal.pa.ble päl'pıbıl sıfat 1. hissedilir, dokunulabilir. 2. aşikâr, açık.
palpably
pal.pa.blyzarf 1. el ile hissedilerek. 2. aşikâr olarak, açıkça.
palpitate
pal.pi.tate päl'pıteyt fiil (kalp) hızlı atmak, çarpmak.
palpitation
pal.pi.ta.tionisim çarpıntı.
palsy
pal.sy pôl'zi isim inme, felç, nüzul. fiil felce uğratmak.
paltriness
pal.tri.nessisim değersizlik, önemsizlik.
paltry
pal.try pôl'tri sıfat değersiz, önemsiz.
pampa
pam.pa päm'pı, pam'pı isim pampa.
pampas grass
pampaotu, tüykamışı.
pamper
pam.per päm'pır fiil 1. şımartmak. 2. pohpohlamak.
pamphlet
pam.phlet päm'flît isim broşür, risale.
pan out
konuşma dili 1. sonuç vermek. 2. başarıya ulaşmak.
pan
pan pän isim 1. tepsi. 2. tava. 3. kefe, terazi gözü. fiil (panned, panning) 1. toprağı yıkayarak altın çıkarmak. 2. konuşma dili eleştirmek.
panacea
pan.a.ce.a pänısi'yı isim her derde deva.
Panama
Pan.a.ma pän'ıma, pän'ımô isim Panama.
Panamanian
Pan.a.ma.ni.an pänımey'niyın isim Panamalı. sıfat 1. Panama, Panama'ya özgü. 2. Panamalı.
pancake
pan.cake pän'keyk isim krep; gözleme.
pancreas
pan.cre.as pän'kriyıs isim, anatomi pankreas.
panda
pan.da pän'dı isim panda.
947
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pandemonium
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pan.de.mo.ni.um pändımo'niyım isim kargaşa, velvele, kıyamet.
pander
pan.der pän'dır isim pezevenk. fiil 1. to (çıkar amacıyla) (birinin olumsuz bir eğilimini) tatmin etmeye çalışmak: He is pandering to their reactionary tendencies. Onların gerici eğilimlerini tatmin etmeye çalışıyor. 2. pezevenklik etmek.
panderer
pan.der.erisim pezevenk.
pane
pane peyn isim pencere camı.
panegyric
pan.e.gyr.ic pänıcîr'îk isim birini veya bir şeyi göklere çıkaran yazı veya söylev, övgü.
panel discussion
(dinleyiciler önünde yapılan) panel.
panel
pan.el pän'ıl isim 1. mimarlık panel. 2. kapı aynası. 3. pano, duvar panosu. 4. (dinleyiciler önünde belirli bir konuyu tartışmak için seçilen) tartışmacı grubu. 5. jüri heyetinin isim listesi. 6. qüri heyeti. fiil (paneled/panelled, paneling/panelling) 1. mimarlık panellerle kaplamak. 2. panolarla süslemek.
pang
pang päng isim ani ve şiddetli ağrı, sancı, spazm.
panhandle
pan.han.dle pän'händıl isim 1. tava sapı. 2. ileri doğru uzanan dar kara parçası. fiil, konuşma dili dilenmek.
panic
pan.ic pän'îk isim panik, ürkü. fiil (panicked, panicking) paniğe kapılmak; paniğe kaptırmak.
panicky
pan.ic.kysıfat 1. paniğe kapılmış. 2. kolayca paniğe kapılan.
panic-stricken
sıfat paniğe kapılmış.
Panjab
Pan.jab p^ncab', p^n'cab isim bakınız the Panqab
Panjabi
isim 1. Pencapça. 2. Pencaplı. sıfat 1. Pencapça. 2. Pencap, Pencap'a özgü. 3. Pencaplı.
panorama
pan.o.ram.a pänırä'mı isim panorama.
panoramic
pan.o.ram.icsıfat panoramik.
pansy
pan.sy pän'zi isim hercaimenekşe, alacamenekşe.
948
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pant pänt fiil 1. nefes nefese kalmak, solumak. 2. after/for -e can atmak, -e içi gitmek, için yanıp tutuşmak. 3. (kalp) şiddetle çarpmak, hızla atmak.
pantheism
pan.the.ism pän'thiyîzım isim panteizm, tümtanrıcılık, kamutanrıcılık.
pantheist
pan.the.istisim panteist, tümtanrıcı, kamutanrıcı.
panther
pan.ther pän'thır isim 1. panter, pars, leopar. 2. puma, yenidünyaaslanı.
panties
pant.ies pän'tiz isim, çoğul kadın külotu.
pantograph
pan.to.graph pän'tıgräf isim pantograf, leylekgagası.
pantomime
pan.to.mime pän'tımaym isim pantomim. fiil pantomim oynamak.
pantry
pan.try pän'tri isim kiler.
pants
pants pänts isim, çoğul 1. pantolon. 2. İngiliz İngilizcesi külot, don.
pantyhose
pant.y.hose pän'tihoz isim külotlu çorap.
pantywaist
pant.y.waist pän'tiweyst isim 1. pantolonu ve bluzu birbirine düğmelenen çocuk tulumu. 2. argo kadınsı adam, efemine erkek.
pap
pap päp isim lapa; papara; mama.
papa
pa.pa pa'pı isim (özellikle çocuk dilinde) baba.
papacy
pa.pa.cy pey'pısi isim papalık.
papal
pa.pal pey'pıl sıfat papaya veya papalığa ait.
papaw
pa.paw pôpô', pıpô' isim 1. şişeağacının meyvesi. 2. şişeağacı. 3. kavunağacının meyvesi. 4. kavunağacı.
papaya
pa.pa.ya pıpa'yı isim 1. kavunağacının meyvesi. 2. kavunağacı.
paper clip
ataş, kâğıt maşası.
paper credit
vadeli senet ile kredi.
paper mill
kâğıt fabrikası.
paper money
kâğıt para, banknot.
paper mulberry
kâğıtdutu, kâğıtağacı.
paper profits
kâğıt üzerindeki kâr.
949
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük paper tiger
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
güçlüymüş gibi görünen ama aslında zayıf kimse/kuruluş/ülke.
paper
pa.per pey'pır isim 1. kâğıt. 2. gazete. 3. herhangi bir yazı, tez, bildiri, tebliğ. 4. duvar kâğıdı. 5. yazılı ödev. 6. sınav kâğıdı. 7. mali işler değerli kâğıt. 8. çoğul bir kimsenin toplu mektup, günce ve diğer yazıları. 9. çoğul kimlik. sıfat 1. kâğıt, kâğıttan yapılmış. 2. kâğıt üzerinde kalan. fiil 1. üzerine kâğıt kaplamak, kâğıtlamak; kâğıt yapıştırmak. 2. duvar kâğıdı ile kaplamak.
paperback
pa.per.back pey'pırbäk sıfat, isim karton kapaklı (kitap).
paper-bag
pa.per-bag pey'pırbäg isim kesekâğıdı.
paperhanger
pa.per.hang.er pey'pırhängır isim duvar kâğıdı yapıştıran kimse.
paperknife
pa.per.knife pey'pırnayf isim, İngiliz İngilizcesi kitap açacağı; mektup açacağı.
paper-mâché
pa.per-mâ.ché peypırmışey' isim bakınız papier-mâché
paperweight
pa.per.weight pey'pırweyt isim prespapye.
papier-mâché
pa.pier-mâ.ché peypırmışey' isim ezilmiş kâğıt, tutkal v.b.'nden oluşan ve kalıplara dökülerek çeşitli eşya yapılan madde, kâğıt ezmesi; kartonpiyer.
papist
pa.pist pey'pîst isim, aşağılayıcı Katolik.
papoose
pa.poose päpus' isim (Kızılderili) bebek.
pappy
pap.py päp'i isim, konuşma dili baba.
paprika
pa.pri.ka päpri'kı, päp'rıkı isim tatlı bir tür kırmızı biberin tozuyla yapılan baharat.
Papua New Guinea
Papua-Yeni Gine.
Papua
Pap.u.a päp'yıwı isim Papua.
Papuan
isim Papualı. sıfat 1. Papua, Papua'ya özgü. 2. Papualı.
papyrus
pa.py.rus pıpay'rıs isim (papyruses/papyri) papirüs.
par value
ticaret yazılı değer, saymaca değer.
par
par par isim bakınız above par at par below par par value be on a par with be up to par 950
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük parable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
par.a.ble per'ıbıl isim içinde gerçek payı olan kısa alegorik hikâye, mesel.
parabola
pa.rab.o.la pıräb'ılı isim, geometri parabol.
parabolic
par.a.bol.ic perıbal'îk sıfat alegorik. 2. geometri parabolik.
parabolical
par.a.bol.i.cal perıbal'îkıl bakınız parabolic
paraboloid
pa.rab.o.loid pıräb'ıloyd isim, geometri paraboloit.
parachute
par.a.chute per'ışut isim paraşüt. fiil 1. paraşütle atlamak. 2. paraşütle indirmek.
parachutist
par.a.chut.istisim paraşütçü.
parade ground
tören alanı.
parade
pa.rade pıreyd' isim 1. geçit töreni, alay. 2. gösteriş. 3. gezinti yeri, gezi. fiil 1. geçit töreni yapmak. 2. gösteriş yapmak. 3. övünerek sergilemek.
paradigm
par.a.digm per'ıdîm isim 1. örnek, numune. 2. dilbilgisi çekim örneği. 3. paradigma, dizi.
paradise
par.a.dise per'ıdays isim cennet.
paradox
par.a.dox per'ıdaks isim paradoks.
paradoxical
par.a.dox.i.calsıfat paradoksal.
paradoxically
par.a.dox.i.callyzarf paradoksal olarak.
paraffin wax
parafin mumu.
paraffin
par.af.fin per'ıfîn isim 1. parafin mumu, petrol mumu. 2. İngiliz İngilizcesi gazyağı, gaz. 3. kimya parafin.
paragon
par.a.gon per'ıgan isim mükemmel olduğu kabul edilen örnek, numune.
paragraph
par.a.graph per'ıgräf isim 1. paragraf. 2. hukuk paragraf, fıkra; bent, madde.
Paraguay tea
Paraguay çayı, mate.
Paraguay
Par.a.guay pär'ıgwey, pär'ıgway isim Paraguay.
Paraguayan
isim Paraguaylı. sıfat 1. Paraguay, Paraguay'a özgü. 2. Paraguaylı.
parakeet
par.a.keet per'ıkit isim muhabbetkuşu.
parallax
par.al.lax pär'ıläks isim paralaks, ıraklık açısı.
parallel bars
spor paralel bar, paralel. 951
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
parallel port
bilgisayar paralel kapı, paralel port.
parallel
par.al.lel per'ılel sıfat 1. paralel, koşut. 2. aynı, benzer. 3. aynı doğrultuda olan. fiil 1. paralel olmak. 2. paralel olarak koymak. 3. -e benzetmek, ile karşılaştırmak.
parallelepiped
par.al.lel.e.pi.ped perılelıpay'pîd isim, geometri paralelyüz.
parallelogram
par.al.lel.o.gram perılel'ıgräm isim, geometri paralelkenar.
paralyse
par.a.lyse per'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız paralyze
paralysis
pa.ral.y.sis pıräl'ısîs isim felç, inme.
paralytic
par.a.lyt.ic perılît'îk sıfat felçli, inmeli. isim felçli kimse.
paralyze
par.a.lyze per'ılayz fiil 1. felç etmek; kötürüm etmek. 2. felce uğratmak.
parameter
pa.ram.e.ter pıräm'ıtır isim parametre.
paramount
par.a.mount per'ımaunt sıfat 1. üstün, en önemli, başlıca. 2. rütbece üstün olan.
paranoia
par.a.noi.a perınoy'ı isim paranoya.
paranoiac
par.a.noi.ac perınoy'äk sıfat, isim paranoyak.
paranoid
par.a.noid per'ınoyd sıfat, isim paranoit.
parapet
par.a.pet per'ıpît isim 1. siper. 2. korkuluk. 3. parmaklık.
paraphasia
par.a.pha.sia perıfey'qı isim, tıbbi söz karışıklığı, kelime karışıklığı, parafazi.
paraphernalia
par.a.pher.na.li.a perıfırney'liyı isim, çoğul 1. kişisel eşyalar. 2. donatı, teçhizat.
paraphrase
par.a.phrase per'ıfreyz isim başka sözcüklerle anlatma. fiil başka sözcüklerle anlatmak.
parapsychology
par.a.psy.chol.o.gy perısaykal'ıci isim parapsikoloqi, ruhbilim ötesi.
parasite
par.a.site per'ısayt isim asalak, parazit.
parasitic
par.a.sit.ic perısît'îk sıfat 1. asalak, parazit. 2. asalaksal.
952
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük parasitical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
par.a.sit.i.cal perısît'îkıl sıfat 1. asalak, parazit. 2. asalaksal.
parasitology
par.a.si.tol.o.gy perısîtal'ıci isim asalakbilim, parazitoloqi.
parasol
par.a.sol per'ısôl isim güneş şemsiyesi.
paratrooper
par.a.troop.erisim paraşütçü asker.
paratroops
par.a.troops per'ıtrups isim, çoğul, askeri paraşüt birlikleri.
paratyphoid
par.a.ty.phoid perıtay'foyd isim, tıbbi paratifo.
parboil
par.boil par'boyl fiil yarı kaynatmak.
parcel
par.cel par'sıl isim 1. paket. 2. bohça, çıkın. 3. parsel. fiil 1. out -i parsellemek. 2. out -i eşit kısımlara ayırıp dağıtmak, -i üleştirmek. 3. up -i paketlemek.
parch
parch parç fiil kavurmak, yakmak.
parchment
parch.ment parç'mınt isim 1. parşömen, tirşe. 2. parşömen kâğıdı.
Pardon me.
Pardon.
pardon
par.don par'dın fiil affetmek, bağışlamak. isim af, bağışlama.
pardonable
par.don.ablesıfat affedilebilir, bağışlanabilir.
pare
pare per fiil 1. (kabuğunu) soymak. 2. (tırnak, peynir kabuğu v.b.'ni) kesmek. 3. down azaltmak, kısmak.
parenchyma
pa.ren.chy.ma pıreng'kımı isim, biyoloji özekdoku, parenkima.
parent
par.ent per'ınt isim 1. anne/baba. 2. ata, cet. 3. çoğul ana baba, ebeveyn: My parents and your parents are old friends. Bizim ana babalarımız eski dost. the parents of the children çocukların ana babaları.
parentage
par.ent.ageisim 1. ana babalık. 2. soy, nesil.
parental
pa.ren.tal pıren'tıl sıfat ana babaya ait.
parenthesis
pa.ren.the.sis pıren'thısîs isim, dilbilgisi (parentheses) parantez, ayraç.
parenthetical
par.en.thet.i.cal perınthet'îkıl sıfat parantez içi.
Parent-Teacher Association
okul aile birliği. 953
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Parent-Teacher Organization
okul aile birliği.
pariah
pa.ri.ah pıray'ı, per'iyı isim 1. parya. 2. toplum dışı bırakılmış kimse.
paring
par.ing per'îng isim 1. kabuğunu soyma. 2. kabuk, soyuntu.
parish
par.ish per'îş isim, Hristiyanlık 1. (bir kilise ve papazının sorumlu olduğu) mahalle/semt. 2. bu mahalle veya semtte oturanlar.
parishioner
par.ish.i.on.er perîş'ınır isim parish 'te oturan kimse.
parity
par.i.ty per'ıti isim 1. eşitlik. 2. ticaret parite.
park
park park isim park. fiil park etmek.
parka
par.ka par'kı isim parka.
parking lot
park yeri, otopark.
parking meter
park saati.
parkway
park.way park'wey isim bulvar.
parl.
parl.kısaltma «parliament» parliamentary
parlance
par.lance par'lıns isim 1. deyiş, dil. 2. deyim.
parlay
par.lay par'ley, par'li fiil (kazanılan parayı) bir sonraki yarışa yatırmak.
parley
par.ley par'li isim görüşme, müzakere. fiil barış görüşmeleri yapmak.
parliament
par.lia.ment par'lımınt isim parlamento.
parliamentarian
par.lia.mentar.ianisim parlamenter.
parliamentarianism
par.lia.men.tar.i.an.ism parlımenter'iyınîzım isim bakınız parliamentarism
parliamentarism
par.lia.men.ta.rism parlımen'tırîzım isim parlamentarizm.
parliamentary procedure
parlamento usulleri.
parliamentary
par.lia.men.ta.rysıfat parlamentoya ait.
parlor
par.lor par'lır isim oturma odası, salon.
parlour
par.lour par'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız parlor
Parmesan cheese
parmıcan.
Parmesan
Par.me.san par'mızän isim bakınız Parmesan cheese
parochial school
dini bir kuruluş veya grubun yönetimindeki özel okul. 954
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük parochial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pa.ro.chi.al pıro'kiyıl sıfat 1. (bir kilise ve papazının sorumlu olduğu) mahalleye/semte ait. 2. dar görüşlü; dar (görüş).
parody
par.o.dy per'ıdi isim 1. parodi. 2. gülünç bir taklit. fiil 1. parodisini yazmak. 2. gülünç bir taklidini yapmak.
parole
pa.role pırol' isim şartlı tahliye. fiil (mahkûmu) şartlı olarak serbest bırakmak.
parquet
par.juet parkey' isim parke. fiil parke döşemek.
parrot
par.rot per'ıt isim papağan. fiil papağan gibi tekrarlamak.
parry
par.ry per'i fiil 1. (darbeyi) bertaraf etmek. 2. kaçamak cevap vermek.
parsimonious
par.si.mo.ni.ous parsımo'niyıs sıfat cimri, pinti, hasis, eli sıkı.
parsimony
par.si.mo.ny par'sımoni isim cimrilik, pintilik, hasislik.
parsley
pars.ley pars'li isim maydanoz.
parsnip
pars.nip pars'nîp isim yabanhavucu, yabanihavuç, karakavza.
parson
par.son par'sın isim papaz.
parsonage
par.son.age par'sınîc isim papaz evi.
part company with
-den ayrılmak.
part company
birbirinden ayrılmak. 2. with ile ilişkisini kesmek.
part from
-den ayrılmak.
part owner
hissedar.
part with
-i bırakmak.
part.
part.kısaltma «participle» particular
partake of
-i yemek; -i içmek. 2. -in niteliğinde olmak, -i andırmak.
partake
par.take parteyk' fiil (partook, partaken) 1. in -e katılmak. 2. paylaşmak.
parthenogenesis
par.the.no.gen.e.sis parthınocen'ısîs isim, biyoloji kendiliğinden türeme/üreme, partenogenez.
partial
par.tial par'şıl sıfat 1. kısmi; kısmen etkili. 2. taraf tutan, tarafgir. 3. to -e meyilli. 955
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük partiality
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
par.ti.al.i.ty parşiyäl'ıti isim 1. taraf tutma, tarafgirlik. 2. tarafgirlikten ileri gelen haksızlık. 3. yeğleme. 4. düşkünlük, özel sevgi.
partially
par.tial.lyzarf 1. kısmen. 2. tarafgirlikle, bir tarafı tutarak.
participant
par.tic.i.pant partîs'ıpınt isim katılan, iştirakçi. sıfat paylaşan, katılan.
participate
par.tic.i.pate partis'ıpeyt fiil in -e katılmak.
participation
par.tic.i.pa.tionisim 1. katılma. 2. ortaklık.
participle
par.ti.ci.ple par'tısîpıl isim, dilbilgisi sıfat-fiil, ortaç, partisip.
particle
par.ti.cle par'tîkıl isim 1. zerre, parçacık, partikül. 2. dilbilgisi edat; ek, takı.
particular to
-e özgü.
particular
par.tic.u.lar pırtîk'yılır sıfat 1. belirli; özel. 2. -e özgü: his particular style ona özgü biçem. 3. titiz, meraklı. 4. ayrıntılı. isim 1. madde, husus. 2. çoğul ayrıntılar.
particularly
par.tic.u.lar.lyzarf özellikle.
parting of the ways
ayrılma noktası; yol ayrımı.
parting shot
giderayak söylenen iğneli laf, son taş.
parting
part.ing par'tîng isim 1. ayrılma. 2. veda. sıfat ayrılırken yapılan.
partisan
par.ti.san par'tîzın isim 1. partizan, tarafgir. 2. askeri gerillacı, partizan. sıfat partizan.
partisanship
par.ti.san.shipisim partizanlık.
partition
par.ti.tion partîş'ın isim 1. bölme; bölünme. 2. bölme, perde. 3. bilgisayar bölüntü. 4. müzik partisyon. fiil 1. bölmek, ayırmak. 2. bilgisayar bölüntülemek.
partitur
par.ti.tur par'tıtûr isim, müzik partisyon.
partitura
par.ti.tu.ra partıtû'rı isim, müzik partisyon.
partizan
par.ti.zan par'tîzın isim, sıfat bakınız partisan
partly
part.ly part'li zarf kısmen, bir dereceye kadar.
partner
part.ner part'nır isim 1. ortak; arkadaş. 2. eş, partner. 3. dans arkadaşı, kavalye/dam. 956
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
partnership
part.ner.shipisim ortaklık.
partridge
par.tridge par'trîc isim, zooloji keklik.
parts of speech
dilbilgisi sözbölükleri.
part-time
part-time part'taym sıfat parttaym.
parturition
par.tu.ri.tion parçırîş'ın, partyûrîş'ın isim doğurma.
party in power
iktidar partisi.
party line
parti veya grubun benimsediği fikirler.
party organ
parti organı.
party
par.ty par'ti isim 1. parti, eğlence. 2. politika parti. 3. grup, takım. 4. hukuk taraf. 5. katılan. 6. konuşma dili kişi, şahıs.
pasha
pa.sha pa'şı, pä'şı isim paşa.
Pashto
Pash.to p^ş'to isim, sıfat Peştuca, Afganca.
Pashtu
Pash.tu p^ş'tu isim, sıfat bakınız Pashto
pass an examination
sınavı geçmek, imtihanı vermek.
pass away
ölmek. 2. sona ermek.
pass by
yanından geçmek.
pass for
.. gözüyle bakılmak, ... diye kabul edilmek.
pass in review
geçit töreni yapmak.
pass judgement
hukuk hüküm vermek.
pass judgment
hukuk hüküm vermek. 2. on hakkında yargıya varmak.
pass muster
yeterli olmak, geçmek.
pass on
vefat etmek. 2. to (başka bir konuya) geçmek.
pass oneself off as
.. diye geçinmek, kendini ... diye satmak.
pass out
bayılmak, kendinden geçmek. 2. dağıtmak.
pass over
atlayıp geçmek, üstünden geçmek. 2. öbür tarafa geçmek. 3. ihmal etmek, görmemek. 4. göz yummak.
pass something on to
. bir şeyi (başkasına) vermek/geçirmek.
pass the ball to
spor (-e) pas vermek.
pass the ball
spor (-e) pas vermek.
pass the buck
sorumluluğu başkasının üzerine atmak.
pass the hat
konuşma dili yardım için toplamak.
pass the time of day
selamlaşmak.
pass the time
vakit geçirmek. 957
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pass through one's mind
aklından geçmek.
pass through
içinden geçmek. 2. nüfuz etmek.
pass up
konuşma dili yararlanmamak, fırsatı kaçırmak.
pass
pass päs isim 1. geçiş, geçme. 2. paso, şebeke. 3. sınavda geçme. 4. boğaz, geçit. 5. askeri hatlardan geçme izni. 6. durum, hal. 7. spor pas.
passable
pass.a.ble päs'ıbıl sıfat 1. geçirilebilir, geçer. 2. kabul edilir, geçerli. 3. geçit verir (yol).
passage
pas.sage päs'îc isim 1. geçme, gitme. 2. yol; boğaz, geçit. 3. pasaq. 4. yolculuk. 5. koridor, dehliz. 6. metin parçası, parça, pasaj. 7. (tasarı) kabul edilip yürürlüğe girme.
passageway
isim pasaq, geçit.
passbook
pass.book päs'buk isim hesap cüzdanı.
passenger
pas.sen.ger päs'ıncır isim yolcu.
passe-partout
passe-par.tout päspırtu', paspartu' isim (passe-partouts) paspartu.
passerby
pass.er.by päs'ırbay isim (passersby) yoldan geçen kimse.
passing grade
geçer not.
passing
pass.ing päs'îng sıfat geçen: I heard the sound of a passing train. Geçen bir trenin sesini duydum. It was but a passing fancy. Gelip geçici bir hayalden başka bir şey değildi. isim 1. geçme. 2. vefat.
passion
pas.sion päş'ın isim 1. hırs; tutku. 2. aşk. 3. şehvet. 4. hiddet, öfke.
passionate
pas.sion.ate päş'ınît sıfat 1. aşırı tutkulu. 2. heyecanlı, hararetli, ateşli. 3. çabuk öfkelenen, hiddetli.
passionately
pas.sion.ate.lyzarf 1. tutkuyla. 2. hararetle.
passionflower
isim çarkıfelek, fırıldakçiçeği.
passionless
pas.sion.lesssıfat tutkusuz, ruhsuz.
passive resistance
pasif direniş, eylemsiz direniş.
passive
pas.sive päs'îv sıfat 1. pasif, eylemsiz, edilgin. 2. dilbilgisi edilgen. 958
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
passively
pas.sive.lyzarf pasif olarak.
passiveness
pas.sive.nessisim pasiflik, edilginlik.
passivity
pas.siv.i.ty päsîv'ıti isim pasiflik, edilginlik.
passport
pass.port päs'pôrt isim pasaport.
password
pass.word pas'wırd isim parola.
past participle
geçmiş zaman sıfat-fiili.
past perfect tense
dilbilgisi -miş'li geçmiş zaman.
past redemption
kurtarılamaz.
past tense
dilbilgisi geçmiş zaman.
past
past päst sıfat geçmiş, geçen, olmuş, sabık. isim 1. geçmiş, mazi. 2. bir kimsenin geçmişi. 3. dilbilgisi geçmiş zaman kipi. zarf geçerek. edat 1. -den daha ötede veya öteye. 2. ötesinde.
pasta
pas.ta pas'tı isim makarna.
paste
paste peyst isim 1. beyaz tutkal. 2. kola. 3. macun. 4. lapa, ezme. fiil 1. yapıştırmak. 2. argo yumruk atmak.
pasteboard
paste.board peyst'bôrd isim mukavva. sıfat mukavva, mukavvadan yapılmış.
pastel
pas.tel pästel' isim 1. pastel boya. 2. pastel resim.
pasteurise
pas.teur.ise päs'çırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız pasteurize
pasteurization
pas.teur.i.za.tion päsçırîzey'şın isim pastörizasyon.
pasteurize
pas.teur.ize päs'çırayz fiil pastörize etmek.
pasteurized milk
pastörize süt.
pastille
pas.tille pästil' isim, tıbbi pastil.
pastime
pas.time päs'taym isim eğlence.
pastor
pas.tor päs'tır isim (Protestanlıkta) papaz.
pastoral
pas.tor.al päs'tırıl sıfat 1. pastoral, çobanlara veya kır hayatına ait. 2. papazlığa ait. isim, edebiyat pastoral.
pastorale
pas.to.rale pästıral' isim, müzik pastoral.
pastrami
pas.tra.mi pıstra'mi isim sığır pastırması.
pastry shop
pastane.
959
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pastry
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pas.try peys'tri isim 1. hamur; yufka. 2. hamur tatlısı. 3. hamur tatlıları.
pasturage
isim otlak.
pasture
pas.ture päs'çır isim otlak, mera. fiil otlamak; otlatmak.
pasty
past.y peys'ti sıfat 1. hamur gibi, macun kıvamında. 2. solgun.
pat on the back
tebrik etmek.
pat
pat pät fiil (patted, patting) (takdir veya sevgi belirtisi olarak) elle hafifçe/yumuşakça vurmak; okşamak, sıvazlamak. isim (takdir veya sevgi belirtisi olarak) elle hafifçe/yumuşakça vurma; okşama, sıvazlama.
patch someone up
birinin yaralarını tedavi etmek.
patch something together
bir şeyi eğreti bir şekilde tamir etmek.
patch something up
bir şeyi eğreti bir şekilde tamir etmek.
patch things up
aradaki anlaşmazlığı gidermek.
patch
patch päç isim 1. yama. 2. benek. 3. toprak parçası. fiil 1. yamamak, yamalamak, yama vurmak. 2. eğreti bir şekilde tamir etmek.
patchwork
patch.work päç'wırk isim 1. kumaş artıklarından dikilmiş yorgan. 2. uydurma iş. 3. yama işi.
pate
pate peyt isim _alay_ baş, kafa.
patent leather
rugan (deri).
patent medicine
hazır ilaç, müstahzar.
patent rights
patent hakkı.
patent
pat.ent pät'ınt, [İngiliz İngilizcesi] peyt'ınt isim 1. patent, imtiyaz. 2. imtiyazlı arazi. sıfat patentli. fiil patentini almak.
patentee
pat.ent.ee pätınti' isim patent sahibi.
patently
pat.ent.lyzarf açıkça, aşikâr olarak.
paternal
pa.ter.nal pıtır'nıl sıfat 1. babaya ait. 2. babacan. 3. baba tarafından olan. 4. babadan kalma.
paternalism
pa.ter.nal.ism pıtır'nılîzım isim (devletin, hükümetin, bir kuruluşun, patronun) kendine bağlı bireylere karşı babanın çocuğuna davrandığı gibi davranması. 960
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
paternally
pat.ter.nal.lyzarf baba gibi.
paternity suit
hukuk babalık davası.
paternity test
babalık testi.
paternity
pa.ter.ni.ty pıtır'nıti isim babalık.
path
path päth isim 1. yol. 2. patika.
pathetic
pa.thet.ic pıthet'îk sıfat 1. acıklı, dokunaklı, etkili, patetik. 2. konuşma dili gülünç: What you've written is so bad it's pathetic! Yazdıkların o kadar berbat ki ... gülünç buluyorum!
pathfinder
path.find.er päth'fayndır isim çığır açan kimse, kâşif.
pathogen
path.o.gen päth'ıcın isim, tıbbi patoqen mikrop.
pathological
path.o.log.i.cal päthılac'îkıl sıfat patoloqik.
pathologist
pa.thol.o.gist pıthal'ıcîst isim patolog.
pathology
pa.thol.o.gy pıthal'ıci isim patoloqi.
pathos
pa.thos pey'thas isim acınma duygusu uyandıran nitelik.
pathway
path.way päth'wey isim yol: the pathway to success başarıya giden yol.
patience dock
botanik labada.
patience
pa.tience pey'şıns isim 1. sabır, dayanç, tahammül. 2. botanik labada.
patient
pa.tient pey'şınt sıfat sabırlı. isim hasta.
patiently
pa.tient.lyzarf sabırla.
patio
pa.ti.o pät'iyo isim 1. avlu, hayat. 2. taraça, teras, veranda.
Patmian
Pat.mi.an pät'miyın isim Patmoslu. sıfat 1. Patmos, Patmos'a özgü. 2. Patmoslu.
Patmos
Pat.mos pät'mıs, pat'môs isim Patmos.
patriarch
pa.tri.arch pey'triyark isim 1. aile reisi sayılan adam. 2. yaşlı ve saygıdeğer adam. 3. patrik.
patriarchal
pa.tri.ar.chal peytriyar'kıl sıfat 1. ataerkil, patriarkal, pederşahi. 2. yaşlı ve saygıdeğer (adam). 3. patriğe ait.
patriarchate
pa.tri.arch.ate pey'triyarkît, pey'triyarkeyt isim 1. patrikhane. 2. patriklik. 961
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
patriarchy
pa.tri.ar.chy pey'triyar'ki isim ataerki, pederşahilik.
patrician
pa.tri.cian pıtrîş'ın isim en yüksek sınıftan adam, aristokrat.
patricide
pat.ri.cide pät'rısayd isim 1. babayı öldürme. 2. baba katili.
patriot
pa.tri.ot pey'triyıt isim yurtsever, vatansever, ulussever.
patriotic
pa.tri.ot.ic peytriyat'îk sıfat yurtsever, vatansever, ulussever.
patriotism
pa.tri.ot.ismyurtseverlik, vatanseverlik, ulusseverlik.
patrol car
devriye arabası.
patrol
pa.trol pıtrol' isim 1. karakol, askeri devriye. 2. devriye gezme. fiil (patrolled, patrolling) devriye gezmek.
patrolman
pa.trol.manisim devriye polis.
patron
pa.tron pey'trın isim 1. hami, koruyucu. 2. devamlı müşteri.
patronage
pa.tron.ageisim koruma, himaye, yardım.
patronise
pa.tron.ise pey'trınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız patronize
patronize
pa.tron.ize pey'trınayz fiil 1. korumak, himaye etmek. 2. -in müşterisi olmak, -den alışveriş etmek.
patter
pat.ter pät'ır fiil pıtırdamak, tıpırdamak. isim pıtırtı, tıpırtı.
pattern oneself after someone
birini örnek almak.
pattern oneself on someone
birini örnek almak.
pattern
pat.tern pät'ırn isim 1. örnek, model; patron. 2. biçim düzeni. 3. şablon. fiil 1. modele göre yapmak. 2. şekillerle süslemek.
patty
pat.ty pät'i isim 1. yassı köfte. 2. küçük börek.
paucity
pau.ci.ty pô'sıti isim azlık, kıtlık, yetersizlik.
paunch
paunch pônç isim (şişman) göbek.
paunchy
paunchysıfat göbekli.
pauper
pau.per pô'pır isim yoksul, fakir.
pauperise
pau.per.ise pô'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız pauperize 962
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pauperize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pau.per.ize pô'pırayz fiil dilenecek duruma getirmek, dilenci durumuna getirmek.
pause
pause pôz isim 1. durma; durgu. 2. fasıla, ara. fiil 1. durmak, duraklamak. 2. duraksamak, tereddüt etmek.
pave the way for
-in yolunu açmak.
pave
pave peyv fiil asfaltlamak; taşla döşemek.
pavement
pave.ment peyv'mınt isim 1. döşenmiş yolun yüzeyi; asfalt; döşeme taşları, parke taşları. 2. İngiliz İngilizcesi kaldırım, yaya kaldırımı, trotuar.
pavilion
pa.vil.ion pıvîl'yın isim 1. (parklarda) büyük kameriye. 2. (fuarda) pavyon. 3. (hastanede) pavyon.
paving
pav.ing pey'vîng isim 1. yol döşeme. 2. yol döşeme maddeleri.
paw
paw pô isim 1. hayvanın pençeli ayağı. 2. konuşma dili el. fiil 1. (at, boğa) (yeri) eşelemek; eşinmek. 2. (hayvan) patisiyle (bir yeri) tırmalamak. 3. pençe atmak. 4. konuşma dili (kadına) el atmak, (kadını) ellemek.
pawn broker
rehin karşılığı borç para veren kimse; tefeci.
pawn shop
tefeci dükkânı.
pawn ticket
rehin makbuzu.
pawn
pawn pôn isim 1. rehin, rehine. 2. rehine koyma. fiil 1. rehine koymak. 2. tehlikeye atmak.
pawpaw
paw.paw pôpô' isim bakınız papaw
pay a compliment
kompliman yapmak.
pay a debt
borç ödemek, tediye etmek.
pay a premium for
-i pahalıya almak.
pay a visit to
-i ziyaret etmek. 2. -e gitmek; -e uğramak.
pay an arm and a leg for
-e çok pahalıya patlamak: You'll pay an arm and a leg for it. Sana çok pahalıya patlayacak.
pay as one goes
peşin parayla alışveriş etmek.
pay attention
dikkat etmek.
pay court to
-e kur yapmak.
pay day
maaş günü. 963
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pay dearly for
pahalıya mal olmak.
pay for itself
kendi masrafını çıkarmak.
pay for
-in parasını ödemek; -in masrafını/hesabını ödemek/çekmek, -in faturasını ödemek. 2. (hata veya suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek.
pay heed to
-e dikkat etmek, -e kulak asmak.
pay in advance
peşin ödemek, teslim almadan önce parasını ödemek.
pay in kind
ayni olarak ödemek.
pay interest
(hesap, bono v.b.) faiz getirmek.
pay lip service to
-e inanır gibi yapmak.
pay obeisance to
-e saygı göstermek.
pay off
(borcu) tamamıyla ödemek. 2. konuşma dili faydalı olmak.
pay one's dues
aidatını ödemek. 2. argo (stajyerlik veya çıraklık dönemlerine özgü) sıkıcı işler yapmak. 3. argo bir şeyin cezasını çekmek.
pay one's respects
(to) (-e) ziyarette bulunmak. 2. (-e) saygı ziyaretinde bulunmak.
pay one's way
kendi masraflarını kendi ödemek.
pay out
(parayı) ödemek. 2. denizcilikle ilgili (ip, zincir v.b.'ni) vermek; kaloma etmek.
pay phone
konuşma dili umumi/ankesörlü telefon.
pay someone a call
birini ziyaret etmek.
pay someone a compliment
birine iltifat etmek.
pay someone back
birine olan borcu ödemek: I'll pay you back on Monday. Bu borcumu size pazartesi ödeyeceğim. 2. (güzel bir şeye karşı) birine karşılıkta bulunmak: How can I pay you back for such a wonderful meal? Böyle güzel bir yemeğe karşı size ne yapabilirim? 3. (kötülük yapan birinden) intikam almak; (kötülük yapan birinin) hakkından gelmek.
pay someone off
birine ücretini/maaşını verip işine son vermek. 2. birine rüşvet vermek.
pay someone's way
birinin masraflarını karşılamak/ödemek. 964
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pay station
bakınız pay telephone
pay telephone
jetonlu telefon.
Pay the piper and call the tune.
Parayı veren düdüğü çalar.
pay the piper
konuşma dili yaptığının/yaptıklarının sonuçlarına katlanmak: He did it, but it's me who's going to have to pay the piper. O yaptı, fakat ceremesini çekecek olan benim.
pay through the nose
konuşma dili -e çok pahalıya patlamak: You'll pay through the nose. Sana çok pahalıya patlayacak.
pay under protest
itiraz ederek ödemek.
pay up
(borcunu) ödemek; borcunu ödemek.
pay
pay pey isim ücret, maaş. fiil (paid) 1. (birine) (para, borç v.b.'ni) ödemek: Haven't you paid him yet? Parasını daha ödemedin mi? You have to pay your taxes next month. Gelecek ay vergilerini ödemen lazım. 2. (hata veya suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek: You'll pay heavily for this. Bunu ağır ödersin. 3. -in yararına olmak: Who says crime doesn't pay? Suç işlemenin faydasını kim inkâr edebilir ki? It'll pay you to listen to this. Buna kulak asarsan iyi olur. 4. (bir iş) birine para getirmek; (bir işin) maaşı (belirli bir nitelikte) olmak: This qob pays well. Dolgun maaşlı bir iş bu.
payable at sight
görüldüğünde ödenecek.
payable on demand
ibrazında ödenecek.
payable to bearer
hamiline ödenecek.
payable to cash
hamiline.
payable to order
emre ödenecek.
payable
pay.a.ble pey'ıbıl sıfat 1. ödenebilir. 2. ödenmesi gereken, ödenecek.
payday
pay.day pey'dey isim maaş günü; ödeme günü.
payee
pay.ee peyi' isim alacaklı.
paying guest
pansiyoner.
paymaster
pay.mas.ter pey'mästır isim mutemet. 965
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük payment
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pay.ment pey'mınt isim 1. ödeme. 2. ücret, maaş. 3. taksit.
payoff
pay.off pey'ôf isim 1. ücret ödeme. 2. konuşma dili ödül veya ceza. 3. konuşma dili sonuç, netice. 4. çıkış noktası. 5. argo rüşvet.
payroll
pay.roll pey'rol isim 1. maaş/ücret bordrosu. 2. maaşların/ücretlerin toplamı.
PC
PC pi'si' kısaltma personal computer
pd.
pd.kısaltma paid
pea green
bezelye yeşili, açık yeşil.
pea soup
bezelye çorbası.
pea souper
konuşma dili koyu sis.
pea
pea pi isim bezelye.
Peace be with you.
Selamünaleyküm.
peace offering
barış ve uzlaşma amacıyla verilen hediye.
peace
peace pis isim 1. huzur, sükûn, rahat, asayiş. 2. barış.
peaceable
peace.ablesıfat 1. barışsever. 2. sakin.
peaceful
peace.fulsıfat huzurlu, sakin.
peacemaker
peace.mak.er pis'meykır isim barıştırıcı, uzlaştırıcı.
peacetime
peace.time pis'taym isim barış zamanı.
peach blossom
şeftali baharı.
peach fuzz
şeftalinin üstündeki tüyler. 2. ayva tüyü, insan vücudundaki ince sarı tüyler.
peach Melba
peşmelba.
peach tree
şeftali ağacı.
peach
peach piç isim şeftali.
peacock
pea.cock pi'kak isim tavus.
peahen
pea.hen pi'hen isim dişi tavus.
peak load
en büyük yük.
peak traffic hours
trafiğin en sıkışık olduğu saatler.
peak
peak pik isim 1. tepe, doruk, zirve. 2. (kaskette) siper, siperlik.
peaked
peak.ed pi'kîd, pikt sıfat 1. zayıf, bitkin. 2. tepeli. 3. siperli (kasket). 966
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük peal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
peal pil isim 1. birkaç çanın birlikte veya art arda çalınması. 2. yüksek ve devamlı ses. 3. top veya gök gürlemesi gibi ses. fiil (çan) çalınmak.
peanut brittle
yerfıstığıyla yapılan bir şekerleme.
peanut butter
yerfıstığı ezmesi, fıstık ezmesi.
peanut gallery
konuşma dili (tiyatrodaki) en üst balkon.
peanut
pea.nut pi'n^t isim 1. yerfıstığı. 2. konuşma dili önemsiz miktarda para.
pear
pear per isim armut.
pearl onion
çok ufak arpacıksoğanı.
pearl
pearl pırl isim, sıfat inci.
peasant
peas.ant pez'ınt isim 1. köylü. 2. konuşma dili köylü, çemiş.
peasantry
peas.ant.ryisim köylüler, köylü sınıfı.
peat bog
turbalık.
peat
peat pit isim turba.
pebble
peb.ble peb'ıl isim çakıl taşı, çakıl.
pebbly
peb.blysıfat çakıllı.
Pêche Melba
Pwche Mel.ba peş mel'bı peşmelba.
peck at
kuş gibi az yemek.
peck
peck pek fiil 1. gagalamak. 2. gaga ile toplamak. isim gagalama.
pectin
pec.tin pek'tîn isim pektin.
pectoral fin
göğüs yüzgeci.
pectoral muscle
göğüs kası.
pectoral
pec.to.ral pek'tırıl sıfat göğüs boşluğuna ait; göğse ait, pektoral.
peculiar
pe.cu.liar pîkyul'yır sıfat 1. to -e özgü: a disease peculiar to children çocuklara özgü bir hastalık. 2. özel: a peculiar circumstance özel bir durum. 3. acayip, garip, tuhaf.
peculiarity
pe.cu.li.ar.i.ty pîkyuliyer'ıti isim 1. özellik. 2. acayiplik.
peculiarly
pe.cu.liar.lyzarf 1. özel olarak. 2. alışılmışın dışında. 3. acayip bir şekilde. 967
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pecuniary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pe.cu.ni.ar.y pîkyu'niyeri sıfat parayla ilgili, parasal, para.
pedagog
ped.a.gog ped'ıgag isim 1. eğitimbilimci, eğitimci, pedagog. 2. dar görüşlü öğretmen.
pedagogic
ped.a.gog.ic pedıgac'îk sıfat eğitimsel, pedagoqik.
pedagogical
ped.a.gog.i.cal pedıgac'îkıl sıfat eğitimsel, pedagoqik.
pedagogue
ped.a.gogue ped'ıgag isim 1. eğitimbilimci, eğitimci, pedagog. 2. dar görüşlü öğretmen.
pedagogy
ped.a.go.gy ped'ıgaci isim eğitimbilim, eğitbilim, pedagoqi.
pedal
ped.al ped'ıl isim pedal, ayaklık. fiil (pedaled/pedalled, pedaling/pedalling) 1. pedalla işletmek. 2. pedal çevirmek.
pedant
ped.ant ped'ınt isim 1. bilgiçlik taslayan kimse. 2. gereksiz ayrıntılar üzerinde ısrarla duran bilim adamı.
pedantic
pe.dan.tic pîdän'tîk sıfat bilgiçlik taslayan.
pedantry
ped.ant.ryisim bilgiçlik taslama.
peddle
ped.dle ped'ıl fiil kapı kapı/sokak sokak dolaşarak satmak.
peddler
ped.dlerisim seyyar satıcı.
pederast
ped.er.ast ped'ıräst isim oğlancı.
pederasty
ped.er.ast.yisim oğlancılık.
pedestal
ped.es.tal ped'îstıl isim 1. heykel veya sütun tabanı, kaide. 2. esas, temel.
pedestrian crossing
yaya geçidi.
pedestrian subway
(yayalar için) altgeçit.
pedestrian
pe.des.tri.an pıdes'triyın isim yaya. sıfat 1. yürümeye ait. 2. yaya yürüyen piyade. 3. ağır, sıkıcı.
pediatric
pe.di.at.ric pidiyät'rîk sıfat, tıbbi pediatrik, pediyatrik.
pediatrician
pe.di.a.tri.cian pidiyıtrîş'ın isim çocuk doktoru.
pediatrics
pe.di.at.ricsisim, tıbbi pediatri, pediyatri.
pedicel
ped.i.cel ped'ısel isim, botanik sapçık.
pedicure
ped.i.cure ped'îkyûr isim pedikür.
pedigree
ped.i.gree ped'ıgri isim 1. soy. 2. soyağacı, şecere. 968
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pedigreed
ped.i.greedsıfat şecereli (hayvan).
pedlar
ped.lar ped'lır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız peddler
pedology
pe.dol.o.gy pîdal'ıci isim çocukbilim, pedoloqi.
pedophile
pe.do.phile pi'dıfayl isim pedofil, sübyancı.
pedophilia
pe.do.phil.ia pidıfîl'iyı isim pedofili, sübyancılık.
peduncle
pe.dun.cle pîd^ng'kıl isim, botanik, anatomi sapçık.
pedunculus
pe.dun.cu.lus pîd^ng'kyılıs isim, anatomi sapçık.
pee
pee pi isim, konuşma dili çiş. fiil işemek.
peek
peek pik fiil gizlice bakmak, gözetlemek, dikizlemek. isim gizlice bakma, gözetleme, dikiz.
peel off one's clothes
soyunmak, elbiselerini çıkarmak.
peel
peel pil fiil 1. (meyvenin/sebzenin) kabuğunu soymak, (meyveyi/sebzeyi) soymak. 2. (karidesin) kabuğunu çıkarmak. 3. (ağacın kabuğu, insanın derisi, boya v.b.) sıyrılmak. isim meyve/sebze kabuğu: Pick up those banana peels! O muz kabuklarını topla!
peeling
peel.ingisim (soyulmuş) meyve/sebze kabuğu: Throw those apple peelings out the window! O elma kabuklarını pencereden at!
peep of day
gün ağarması.
peep
peep pip fiil gizlice bakmak, gözetlemek, dikizlemek, röntgencilik etmek. isim gizlice bakma.
pee-pee
pee-pee pi'pi isim, çocuk dili çiş. fiil, çocuk dili çiş yapmak.
peephole
peep.hole pip'hol isim gözetleme deliği.
peeping Tom
röntgenci.
peer
peer pîr isim 1. akran, emsal. 2. İngiliz İngilizcesi dük, marki, kont, vikont veya baron unvanlı kimse.
peerless
peer.less pîr'lîs sıfat eşsiz, emsalsiz.
peeve
peeve piv fiil, konuşma dili sinirlendirmek. isim bakınız pet peeve
peevish
pee.vish pi'vîş sıfat sinirli, huysuzluğu üstünde.
peg away at
(bir işte) sebatla çalışmak.
peg away
(bir işte) sebatla çalışmak. 969
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük peg
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
peg peg isim 1. ağaç çivi. 2. askı, kanca. 3. gerekçe; bahane. 4. konuşma dili derece. 5. müzik mandal. fiil (pegged, pegging) 1. ağaç çiviyle çivilemek. 2. İngiliz İngilizcesi up (çamaşırı) mandallayarak asmak. 3. (fiyat, ücret v.b.'ni) sabit tutmak. 4. konuşma dili atmak.
pejorative
pe.jo.ra.tive pîcôr'ıtîv sıfat aşağılayıcı, yermeli, peqoratif. isim aşağılayıcı sözcük, yermeli sözcük.
pelican
pel.i.can pel'îkın isim kaşıkçıkuşu, pelikan.
pellet
pel.let pel'ît isim 1. küçük topak. 2. saçma tanesi. 3. hap.
pellmell
pell.mell pel'mel' zarf paldır küldür, aceleyle.
pell-mell
pell-mell pel'mel' zarf paldır küldür, aceleyle.
Peloponnese
Pel.o.pon.nese pelıpıniz', pelıpınis' isim bakınız the Peloponnese
Peloponnesian
Pel.o.pon.ne.sian pelıpıni'qın isim Peloponezli. sıfat 1. Peloponez, Peloponez'e özgü. 2. Peloponezli.
Peloponnesus
Pel.o.pon.ne.sus pelıpıni'sıs isim bakınız the Peloponnesus
pelt
pelt pelt fiil 1. with ... yağmuruna tutmak: They pelted him with rotten tomatoes. Onu çürük domates yağmuruna tuttular. They pelted her with questions. Onu soru yağmuruna tuttular. 2. down (yağmur) bardaktan boşanırcasına yağmak.
pelvis
pel.vis pel'vîs isim, anatomi pelvis, leğen.
pen name
edebiyat takma ad.
pen point
kalem ucu.
pen
pen pen isim 1. (çevresi çit veya tel örgüyle çevrili, üstü açık) ağıl. 2. konuşma dili cezaevi. fiil (penned/pent, penning) 1. kapatmak, hapsetmek. 2. ağıla koymak.
penal code
ceza kanunları.
penal colony
mahkûmların gönderildiği sürgün yeri.
penal servitude
ağır hapis cezası.
penal
pe.nal pi'nıl sıfat ceza ile ilgili, cezai. 970
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük penalise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pe.nal.ise pi'nılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız penalize
penalize
pe.nal.ize pi'nılayz fiil cezalandırmak.
penalty
pen.al.ty pen'ılti isim 1. ceza. 2. spor penaltı.
penance
pen.ance pen'ıns isim, Hristiyanlık 1. günah çıkarma ve papazın önerdiği kefareti yerine getirme. 2. bir günahı bağışlatmak için papazın önerdiği kefaret.
pen-and-ink
sıfat dolmakalemle yazılmış veya çizilmiş.
pence
pence pens isim, İngiliz İngilizcesi, çoğul bakınız penny
penchant
pen.chant pen'çınt, pan'şan' isim bakınız have a penchant for
pencil box
kalem kutusu, kalemlik.
pencil sharpener
kalemtıraş.
pencil
pen.cil pen'sıl isim kurşunkalem. fiil (penciled/pencilled, penciling/pencilling) kurşunkalemle yazmak veya çizmek.
pend
pend pend fiil askıda kalmak, muallakta olmak.
pendant
pen.dant pen'dınt isim 1. asılı şey. 2. pandantif. 3. küpe ucundaki süs.
pending
pend.ing pen'dîng sıfat kararlaştırılmamış, bir karara bağlanmamış, askıda. edat 1. sırasında, esnasında. 2. -e kadar.
penduline titmouse
çulhakuşu.
penduline
pen.du.line pen'cılîn sıfat bakınız penduline titmouse
pendulous
pen.du.lous pen'cûlıs sıfat sarkan, asılı.
pendulum
pen.du.lum pen'cûlım isim 1. sarkaç, rakkas. 2. sürekli değişen şey.
peneplain
pe.ne.plain pi'nıpleyn isim, jeoloji peneplen, yontukdüz.
penetrate
pen.e.trate pen'ıtreyt fiil 1. girmek, içine işlemek, nüfuz etmek. 2. etkilemek. 3. delip geçmek. 4. anlamak. 5. sokulmak, içeriye sızmak.
971
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük penetrating
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pen.e.trat.ing pen'ıtreytîng sıfat 1. içe işleyen, keskin. 2. anlayışlı.
penetration
pen.e.tra.tion penıtrey'şın isim 1. içine işleme, nüfuz etme. 2. etki. 3. anlayış. 4. delip geçme. 5. sokulma, sızma.
penguin
pen.guin pen'gwîn isim penguen.
penholder
isim 1. kalem sapı. 2. kalemlik, kalem koyacağı.
penicillin
pen.i.cil.lin penısîl'în isim penisilin.
peninsula
pen.in.su.la pınîn'sılı, pınîn'syılı isim yarımada.
peninsular
pen.in.su.larsıfat yarımadaya ait.
penis
pe.nis pi'nîs isim (penises/penes) penis, erkeklik organı.
penitence
pen.i.ten.ceisim tövbekârlık, tövbekâr olma.
penitent
pen.i.tent pen'ıtınt sıfat tövbekâr. isim, Hristiyanlık bir günahı bağışlatmak için papazın önerdiği kefareti yerine getiren kimse.
penitentiary
pen.i.ten.tia.ry penıten'şıri isim hapishane, cezaevi.
penknife
pen.knife pen'nayf isim (penknives) çakı.
penmanship
pen.man.ship pen'mınşîp isim el yazısı; kalemle yazı yazma.
pennant
pen.nant pen'ınt isim flama, flandra.
penniless
pen.ni.less pen'îlîs sıfat parasız, meteliksiz, cebi delik.
pennon
pen.non pen'ın isim 1. flandra, flama. 2. kanat.
penny pincher
cimri kimse.
penny
pen.ny pen'i isim (pennies/[İngiliz İngilizcesi] pence) 1. sent (Amerikan dolarının yüzde biri). 2. İngiliz İngilizcesi peni. 3. az miktarda para.
pennyroyal
pen.ny.roy.al pen'iroy'ıl isim yarpuz, habak.
pennyweight
pen.ny.weight pen'iweyt isim yirmi dört buğday ağırlığında ölçü birimi (3,54 gram).
penny-wise and pound-foolish
ufak şeylerde tutumlu, büyük şeylerde müsrif (kimse).
pension off
emekliye ayırmak.
pension
pen.sion pen'şın isim emekli aylığı. fiil emekli aylığı vermek, aylık bağlamak. 972
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pensioner
pen.sion.erisim emekli aylığı alan kimse.
pensive
pen.sive pen'sîv sıfat dalgın, düşünceli.
pent up
bir yere kapatılmış, hapsedilmiş. 2. bastırılmış (duygu).
pent
pent pent sıfat bakınız pent up
pentagon
pen.ta.gon pen'tıgan isim, geometri beşgen.
pentagonal
pen.tag.o.nal pentäg'ınıl sıfat beş köşeli.
pentathlon
pen.tath.lon pentäth'lın isim, spor pentatlon.
Pentecost
Pen.te.cost pen'tıkôst isim 1. Hristiyanlık Hamsin yortusu, Hamsin, Gül Paskalyası. 2. Musevilik Hamsin bayramı.
penthouse
pent.house pent'haus isim çatı katı, çekmekat.
penultimate
pe.nul.ti.mate pîn^l'tımît sıfat sondan önceki, sondan bir evvelki.
penurious
pe.nu.ri.ous pınûr'iyıs sıfat aşırı yoksul.
penury
pen.u.ry pen'yıri isim aşırı yoksulluk.
peony
pe.o.ny pi'yıni isim şakayık.
people
peo.ple pi'pıl isim 1. insanlar. 2. halk, ahali. 3. ulus, millet, kavim. 4. ırk. 5. aile, bir kimsenin yakınları. 6. çoğul uluslar, milletler, kavimler. fiil insanla doldurmak.
People's Republic of China
Çin Halk Cumhuriyeti.
pep pill
amfetaminli hap.
pep talk
konuşma dili moral verici kısa konuşma.
pep
pep pep isim 1. kuvvet, enerqi. 2. canlılık. fiil (pepped, pepping) up canlandırmak, hareketlendirmek.
pepper mill
biber değirmeni.
pepper
pep.per pep'ır isim biber; karabiber; kırmızıbiber. fiil üzerine biber ekmek, biberlemek.
pepper-and-salt
pep.per-and-salt pep'ırınsôlt' sıfat karyağdı (kumaş); ak düşmüş (saç, sakal).
peppercorn
pep.per.corn pep'ırkôrn isim karabiber tanesi.
peppermint
pep.per.mint pep'ırmînt isim 1. nane. 2. naneşekeri.
peppery
pep.per.y pep'ıri sıfat 1. biberli. 2. hemen parlayan (kimse). 3. iğneli, iğneleyici (sözler). 973
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
peppy
peppysıfat canlı, enerqik.
pepsin
pep.sin pep'sîn isim, biyokimya pepsin.
per annum
yıllık, her yıl için; yılda.
per capita
kişi başına.
per diem
günlük; günde.
per se
kendi başına, aslında, haddi zatında.
per
per pır edat 1. ... başına, her bir ... için: two per person kişi başına iki tane. 2. vasıtasıyla, eliyle; tarafından.
Pera
Pe.ra pe'rı isim, tarih Beyoğlu, Pera.
perambulate
per.am.bu.late pıräm'byıleyt fiil 1. (bir yerde) gezinmek, gezmek, dolaşmak. 2. çevresini dolaşmak.
perambulator
per.am.bu.latorisim, İngiliz İngilizcesi çocuk arabası.
perceive
per.ceive pırsiv' fiil 1. algılamak. 2. fark etmek, anlamak; kavramak; sezmek.
percent
per.cent pırsent' isim, sıfat yüzde: ten percent of his salary maaşının yüzde onu. a two percent price hike yüzde iki oranında bir zam.
percentage
per.cent.age pırsen'tîc isim 1. yüzde, yüzde oranı. 2. pay, hisse, yüzdelik. 3. konuşma dili yarar, avantaj, kâr.
perceptible
per.cep.ti.ble pırsep'tıbıl sıfat 1. algılanabilir. 2. fark edilebilir, anlaşılır.
perception
per.cep.tion pırsep'şın isim 1. algılama. 2. fark etme, anlama; kavrama; sezme. 3. algı, idrak. 4. anlayış; kavrayış; sezgi.
perceptive
per.cep.tive pırsep'tîv zarf anlayışlı; kavrayışlı; sezgili.
perch
perch pırç isim 1. tünek. 2. oturulacak yüksek yer. fiil 1. (on) (-) tünemek, tüneklemek, konmak. 2. (on) (-) oturmak, tünemek.
perchance
per.chance pırçäns' zarf bakınız if perchance
percolate
per.co.late pır'kıleyt fiil süzmek, filtreden geçirmek; süzülmek, sızmak.
percolation
per.co.la.tionisim süzme; süzülme.
percolator
per.co.la.torisim filtreli kahve makinesi.
percussion instrument
müzik vurma çalgı. 974
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük percussion
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.cus.sion pırk^ş'ın isim 1. vurma, çarpma. 2. vurma çalgılar. 3. tıbbi perküsyon.
peregrinate
per.e.gri.nate per'ıgrîneyt fiil 1. yolculuk etmek, seyahat etmek. 2. katetmek, aşmak.
peregrination
per.e.gri.na.tionisim yolculuk, seyahat.
peremptorily
per.emp.to.ri.lyzarf kesin olarak, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde.
peremptory
per.emp.to.ry pıremp'tıri, per'ımptôri sıfat 1. kesin, mutlak. 2. otoriter, buyurucu, diktatörce.
perennial
per.en.ni.al pıren'iyıl sıfat 1. yıllarca süren, sürekli, daimi. 2. çokyıllık (bitki). isim çokyıllık bitki.
perfect tense
dilbilgisi görülen geçmiş zaman.
perfect
per.fect pırfekt' fiil 1. mükemmelleştirmek. 2. geliştirmek. 3. bitirmek, tamamlamak.
perfection
per.fec.tion pırfek'şın isim 1. mükemmellik, kusursuzluk. 2. bitirme, tamamlama.
perfectly
per.fect.lyzarf 1. tamamen. 2. mükemmelen, kusursuz bir biçimde.
perfidious
per.fid.i.ous pırfîd'iyıs sıfat hain; vefasız; kalleş.
perfidiously
per.fid.i.ous.lyzarf haince; vefasızca; kalleşçe.
perfidy
per.fi.dy pır'fıdi isim hıyanet, hainlik; vefasızlık; kalleşlik.
perforate
per.fo.rate pır'fıreyt fiil 1. delmek. 2. bir dizi delik açmak. 3. içine işlemek, nüfuz etmek.
perforation
per.fo.ra.tionisim 1. delme. 2. bir dizi delik açma. 3. delik. 4. bir dizi delikten biri. 5. tıbbi perforasyon.
perforce
per.force pırfôrs' zarf mecburen.
perform
per.form pırfôrm' fiil 1. yapmak, yerine getirmek. 2. tiyatro oynamak, rolünü yapmak, canlandırmak. 3. müzik çalmak.
performance
per.form.ance pırfôr'mıns isim 1. yerine getirme, yapma. 2. tiyatro gösteri, temsil. 3. müzik çalma. 4. çalışma, işleme.
975
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük performer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.form.er pırfôr'mır isim 1. yerine getiren kimse. 2. oyuncu, artist. 3. müzisyen.
perfume
per.fume pır'fyum isim parfüm, esans; güzel koku. fiil parfüm sürmek.
perfunctorily
per.func.to.ri.lyzarf 1. formalite gereği. 2. dikkatsizce, baştan savma.
perfunctory
per.func.to.ry pırf^ngk'tıri sıfat 1. mekanik olarak yapılan. 2. dikkatsiz, baştan savma. 3. sıkıcı, formalite gereği yapılan.
perfusion
per.fu.sion pırfyu'qın isim, tıbbi sıvı içitimi.
pergola
per.go.la pır'gılı isim çardak.
perhaps
per.haps pırhäps' zarf belki, muhtemelen.
peri
pe.ri pîr'i isim peri.
pericardium
per.i.car.di.um perıkar'diyım isim, anatomi (pericardia) perikard.
perigee
per.i.gee per'ıci isim, gökbilim yerberi.
perigon
per.i.gon per'ıgan isim, geometri tam açı.
peril
per.il per'ıl isim tehlike; tehlikeye uğrama. fiil (periled/perilled, periling/perilling) tehlikeye atmak.
perilous
per.il.ous per'ılıs sıfat çok tehlikeli.
perimeter
pe.rim.e.ter pırîm'ıtır isim çevre.
period
pe.ri.od pîr'iyıd isim 1. devir: the Ottoman period Osmanlı devri. 2. dönem, devre: a period of political unrest siyasi kargaşaların olduğu bir dönem. 3. süre, müddet: for a brief period kısa bir süre için. 4. jeoloji devir, çağ. 5. âdet, aybaşı. 6. dilbilgisi nokta.
periodic table
kimya öğeler çizelgesi, periyodik cetvel.
periodic
pe.ri.od.ic pîriyad'îk sıfat süreli, periyodik.
periodical
pe.ri.od.i.cal pîriyad'îkıl isim süreli yayın. sıfat süreli, periyodik.
periodically
pe.ri.od.i.cal.lyzarf 1. belirli aralıklarla. 2. belirli zamanlarda.
periphery
pe.riph.er.y pırîf'ıri isim dış sınır çizgisi, çevre.
periscope
per.i.scope per'ıskop isim periskop. 976
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük perish
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.ish per'îş fiil 1. ölmek. 2. yok olmak, soyu tükenmek.
perishable
per.ish.a.ble per'îşıbıl sıfat 1. kolay bozulur, dayanıksız (yiyecekler). 2. ölümlü, fani. isim, çoğul çabuk veya kolay bozulabilen gıda maddeleri.
peritoneum
per.i.to.ne.um perıtıni'yım isim, anatomi (peritoneums/peritonea) karınzarı, periton.
peritonitis
per.i.to.ni.tis perıtınay'tîs isim, tıbbi karınzarı yangısı/iltihabı, peritonit.
periwinkle
per.i.win.kle per'îwîngkıl isim cezayirmenekşesi.
perjure oneself
yalan yere yemin etmek.
perjure
per.jure pır'cır fiil yalan yere yemin ettirmek; yalancı tanıklık etmek.
perjury
per.ju.ry pır'cıri isim yeminli yalan; yalancı tanıklık.
perk up
neşelenmek, canlanmak; neşelendirmek, canlandırmak.
perk
perk pırk fiil bakınız perk up
perky
perk.y pır'ki sıfat neşeli, canlı.
perm
perm pırm isim perma, permanant. fiil perma yapmak.
permanence
per.ma.nenceisim kalıcılık, daimilik; süreklilik, devamlılık.
permanencely
per.ma.nence.lyzarf kalıcı bir şekilde; sürekli olarak, devamlı olarak.
permanency
per.ma.nen.cyisim kalıcılık, daimilik; süreklilik, devamlılık.
permanent press
ütü istemez.
permanent wave
perma, permanant.
permanent
per.ma.nent pır'mınınt sıfat kalıcı, daimi; sürekli, devamlı: permanent scar kalıcı iz. permanent solution kalıcı çözüm. permanent chairman daimi başkan. permanent qob sürekli iş. She seems to have a permanent smile on her face. Sanki yüzündeki tebessüm hiç eksilmiyor.
permanganate
per.man.ga.nate pırmäng'gıneyt isim, kimya permanganat. 977
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük permeability
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.me.abil.i.tyisim geçirgenlik, geçirimlilik, permeabilite.
permeable
per.me.a.ble pır'miyıbıl sıfat geçirgen, geçirimli, permeabl.
permeate
per.me.ate pır'miyeyt fiil nüfuz etmek, içine işlemek.
permissible
per.mis.si.ble pırmîs'ıbıl sıfat izin verilebilir, hoş görülebilir.
permission
per.mis.sion pırmîş'ın isim 1. izin, müsaade. 2. ruhsat.
permissive
per.mis.sive pırmîs'îv sıfat aşırı hoşgörülü, fazla müsamahakâr.
permit
per.mit pır'mît isim izin belgesi, tezkere; izin; ruhsat; permi.
permutation
per.mu.ta.tion pırmyıtey'şın isim 1. permütasyon; değişim; değiştirim. 2. matematik permütasyon, devşirim.
pernicious anemia
tıbbi kötücül kansızlık.
pernicious
per.ni.cious pırnîş'ıs sıfat 1. zararlı, tehlikeli. 2. öldürücü.
perniosis
per.ni.o.sis pırniyo'sîs isim, tıbbi (pernioses) soğuk ısırması.
peroxide
per.ox.ide pırak'sayd isim, kimya peroksit.
perpendicular
per.pen.dic.u.lar pırpındîk'yılır sıfat düşey, dikey. isim, matematik dikme.
perpetrate
per.pe.trate pır'pıtreyt fiil (suç v.b.'ni) işlemek.
perpetrator
per.pe.tratorisim (suç) işleyen kimse.
perpetual motion
fizik sürgit devinim.
perpetual
per.pet.u.al pırpeç'uwıl sıfat 1. sürekli, devamlı, daimi, aralıksız. 2. ebedi, ölümsüz.
perpetually
per.pet.u.al.lyzarf sürekli olarak, daima.
perpetuate
per.pet.u.ate pırpeç'uweyt fiil sürekli kılmak, sürdürmek, devam ettirmek.
perpetuity
per.pe.tu.i.ty pırpıtu'wıti isim bakınız in perpetuity
978
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük perplex
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.plex pırpleks' fiil 1. zihnini karıştırmak, şaşırtmak, allak bullak etmek. 2. karıştırmak, çapraşık duruma getirmek.
perplexed
per.plexedsıfat şaşkın, şaşırmış.
perplexing
per.plex.ingsıfat şaşırtıcı.
perplexity
per.plex.i.tyisim 1. şaşkınlık. 2. karışıklık.
persecute
per.se.cute pır'sıkyut fiil zulmetmek, eziyet etmek.
persecution
per.se.cu.tion pırsıkyu'şın isim zulüm, eziyet.
perseverance
per.se.ver.ance pırsıvîr'ıns isim sebat, direşme.
persevere
per.se.vere pırsıvîr' fiil sebat etmek, direşmek.
persevering
sıfat sebatlı, direşken.
Persia
Per.sia pır'qı isim İran.
Persian carpet
İran halısı.
Persian cat
irankedisi.
Persian rug
İran halısı.
Persian
Per.sian pır'qın isim 1. İranlı. 2. tarih Pers. 3. Farsça. sıfat 1. İran, İran'a özgü. 2. tarih Pers. 3. Farsça. 4. İranlı.
persimmon
per.sim.mon pırsîm'ın isim trabzonhurması, qaponhurması.
persist
per.sist pırsîst', pırzîst' fiil 1. in -de ısrar etmek, -de ayak diremek, -de inat etmek. 2. devam etmek, sürüp gitmek.
persistence
per.sist.enceisim 1. ısrar, inat. 2. devam etme, sürüp gitme.
persistent
per.sis.tentsıfat 1. ısrarlı, inatçı. 2. devamlı, sürekli, sürüp giden.
persistently
per.sis.tent.lyzarf 1. ısrarla, üzerinde durarak, inatla. 2. devamlı olarak, sürekli.
person of note
ünlü kimse, tanınmış kimse.
person to person call
ihbarlı konuşma, davetli konuşma.
person
per.son pır'sın isim kimse, kişi, şahıs.
persona non grata
Latince istenmeyen kişi.
persona
per.so.na pırso'nı isim bakınız persona non grata 979
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
personable
per.son.a.ble pır'sınıbıl sıfat hoş, çekici, cana yakın.
personage
per.son.ageisim önemli kişi, şahsiyet.
personal computer
kişisel bilgisayar.
personal effects
özel eşya.
personal estate
hukuk menkuller.
personal pronoun
dilbilgisi şahıs zamiri.
personal
per.son.al pır'sınıl sıfat kişisel, özel.
personality
per.son.al.i.ty pırsınäl'ıti isim 1. kişilik, şahsiyet. 2. önemli kişi, şahsiyet.
personally
per.son.al.lyzarf 1. şahsen, bizzat. 2. kendine gelince.
personify
per.son.i.fy pırsan'ıfay fiil 1. kişilik vermek, kişileştirmek, canlandırmak. 2. -i somut bir şekilde temsil etmek/yansıtmak, -in somut temsilcisi olmak, -in ta kendisi olmak: He personifies courage. O cesaretin ta kendisi.
personnel
per.son.nel pırsınel' isim personel, kadro.
perspective
per.spec.tive pırspek'tîv isim 1. (resimde) perspektif. 2. bakış açısı, açı. 3. uzaklık duygusu veren manzara resmi.
perspicacious
per.spi.ca.cious pırspıkey'şıs sıfat keskin zekâlı, anlayışlı.
perspiration
per.spi.ra.tion pırspırey'şın isim 1. ter. 2. terleme.
perspire
per.spire pırspayr' fiil terlemek, ter dökmek.
persuade
per.suade pırsweyd' fiil 1. ikna etmek, inandırmak: I persuaded him that he was wrong. Onu yanıldığına inandırdım. 2. ikna etmek, razı etmek: I persuaded him to go. Onu gitmeye razı ettim.
persuasion
per.sua.sion pırswey'qın isim 1. ikna etme, inandırma. 2. ikna etme, razı etme. 3. kanaat, inanç.
persuasive
per.sua.sive pırswey'sîv sıfat ikna edici.
persuasively
per.sua.sive.lyzarf ikna edici şekilde.
persuasiveness
per.sua.sive.nessisim ikna edebilme gücü.
pert
pert pırt sıfat arsız, şımarık, yılışık; küstah.
980
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pertain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.tain pırteyn' fiil 1. to -e ait olmak; ile ilgili olmak, e ilişkin olmak; ile ilgisi olmak: This forest doesn't pertain to that estate. Bu orman o malikâneye ait değil. His remarks pertained only to legal matters. Sözleri yalnızca yasal sorunlarla ilgiliydi. This privilege doesn't pertain to you. Bu ayrıcalığın seninle ilgisi yok. 2. to -e özgü olmak, -e has olmak: That characteristic pertains only to vertebrates. O özellik yalnızca omurgalılara özgüdür.
pertinacious
per.ti.na.cious pırtıney'şıs sıfat direngen; kararlı, azimli.
pertinaciously
per.ti.na.cious.lyzarf kararlılıkla, azimle.
pertinacity
per.ti.nac.i.ty pırtınäs'ıti isim direngenlik; kararlılık, azim.
pertinent
per.ti.nent pır'tınınt sıfat 1. yerinde: a pertinent remark yerinde bir söz. 2. geçerli: This book is still pertinent. Bu kitap hâlâ geçerli.
perturb
per.turb pırtırb' fiil 1. zihnini karıştırmak, rahatsız etmek. 2. altüst etmek.
Peru
Pe.ru pıru' isim Peru.
perusal
pe.rus.al pıru'zıl isim dikkatle okuma.
peruse
pe.ruse pıruz' fiil dikkatle okumak.
Peruvian
isim Perulu. sıfat 1. Peru, Peru'ya özgü. 2. Perulu.
pervade
per.vade pırveyd' fiil istila etmek, kaplamak, yayılmak, sarmak, bürümek.
pervasive
per.va.sive pırvey'sîv sıfat yayılmış, kaplayan.
perverse
per.verse pırvırs' sıfat 1. ters, aksi. 2. huysuz. 3. sapık; sapkın.
perversion
per.ver.sion pırvır'qın isim 1. sapıklık. 2. sapkınlık, sapınç, dalalet. 3. baştan çıkarma, ayartma. 4. (anlamı) saptırma; (gerçeği) çarpıtma.
perversity
per.ver.si.tyisim 1. terslik, aksilik. 2. huysuzluk. 3. sapıklık.
981
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pervert
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
per.vert pırvırt' fiil 1. çıkarmak, ayartmak. 2. (anlamı) saptırmak; (gerçeği) çarpıtmak. isim (pır'vırt) cinsel sapık.
pesky
pes.ky pes'ki sıfat, konuşma dili belalı, sinir bozucu.
pessimism
pes.si.mism pes'ımîzım isim kötümserlik, karamsarlık.
pessimist
pes.si.mist pes'ımîst isim kötümser, karamsar.
pessimistic
pes.si.mis.tic pesımîs'tîk sıfat kötümser, karamsar.
pessimistically
pes.si.mis.tic.allyzarf karamsarlıkla.
pest
pest pest isim 1. baş belası, püsküllü bela, musibet. 2. bitkilere zarar veren küçük hayvan, böcek, mantar v.b.
pester
pes.ter pes'tır fiil sıkmak, sıkıntı vermek, başını ağrıtmak; sıkboğaz etmek.
pesticide
pes.ti.cideisim böcek ilacı.
pestilence
pes.ti.lence pes'tılıns isim 1. salgın ve öldürücü hastalık, kıran. 2. veba.
pestilent
pes.ti.lent pes'tılınt bulaşıcı hastalık getiren. 2. tehlikeli, öldürücü. 3. ahlaka zararlı. 4. konuşma dili sıkıcı.
pestle
pes.tle pes'ıl isim havaneli.
pet aversion
en çok nefret edilen şey veya kimse.
pet hate
en çok nefret edilen şey veya kimse.
pet peeve
başlıca şikâyet konusu.
pet
pet pet isim 1. evde beslenen hayvan. 2. gözde: teacher's pet öğretmenin gözdesi. sıfat 1. evcil. 2. gözde, en çok sevilen. fiil (petted, petting) sevmek, okşamak.
petal
pet.al pet'ıl isim, botanik taçyaprağı, petal.
Peter doesn't hold a candle to Mary. Peter, Mary'nin eline su dökemez. petiole
pet.i.ole pet'iyol isim, botanik yaprak sapı.
petit bourgeois
küçük burjuva.
petit four
pötifur.
petit
pe.tit pet'i sıfat küçük, ufak.
petite
pe.tite pıtit' sıfat ufak, ince, narin, minyon.
982
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük petition
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pe.ti.tion pıtîş'ın isim 1. rica. 2. dilek, dua. 3. dilekçe. fiil 1. for için rica etmek, için ricada bulunmak. 2. dilekçe vermek.
petrify
pet.ri.fy pet'rıfay fiil 1. taşlaştırmak; taşlaşmak. 2. ödünü koparmak. 3. aklını başından almak.
petrochemistry
pet.ro.chem.is.try petrokem'îstri isim petrokimya.
petrography
pe.trog.ra.phy pıtrag'rıfi isim taşbilgisi, petrografi.
petrol bomb
İngiliz İngilizcesi molotofkokteyli.
petrol station
İngiliz İngilizcesi benzin istasyonu.
petrol
pet.rol pet'rıl isim, İngiliz İngilizcesi benzin.
petrolatum
pet.ro.la.tum petrıley'tım isim petrolatum.
petroleum jelly
vazelin.
petroleum
pe.tro.le.um pıtro'liyım isim petrol.
petrology
pe.trol.o.gy pıtral'ıci isim taşbilim, petroloqi.
petticoat
pet.ti.coat pet'ikot isim qüpon, iç etekliği.
pettiness
isim 1. küçük şeylerle uğraşma. 2. küçüklük.
pettish
pet.tish pet'îş sıfat hırçın, huysuz.
petty cash
küçük kasa. 2. küçük masraf.
petty larceny
adi hırsızlık.
petty officer
askeri, denizcilikle ilgili deniz astsubayı.
petty
pet.ty pet'i sıfat küçük, önemsiz, ufak tefek.
petulance
isim huysuzluk, hırçınlık.
petulancy
isim huysuzluk, hırçınlık.
petulant
pet.u.lant peç'ılınt sıfat huysuz, hırçın.
petulantly
zarf huysuzca, hırçınlıkla.
petunia
pe.tu.nia pıtun'yı isim petunya.
pew
pew pyu isim kilisede oturacak sıra.
pewit
pe.wit pi'wît isim kızkuşu.
pewter
pew.ter pyu'tır isim 1. kurşun ve kalay alaşımı. 2. bu alaşımdan yapılan kap.
pf.
pf.kısaltma «pfennig» preferred
pfennig
pfen.nig fen'îg isim fenik, Alman markının yüzde biri.
pH
pH pi.eyç' isim, kimya pH.
Ph.D.
Ph.D. pi'eyç.di' kısaltma Doctor of Philosophy 983
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
phagocyte
phag.o.cyte fäg'ısayt isim, biyoloji yutargöze, fagosit.
phagocytosis
phag.o.cy.to.sis fägısayto'sîs isim, biyoloji gözeyutarlığı, fagositoz.
phantom
phan.tom fän'tım isim 1. hayal. 2. hayalet. 3. görüntü, aldanış.
Pharaoh
Phar.aoh fer'o isim firavun.
pharmaceutic
phar.ma.ceu.tic farmısu'tîk sıfat 1. eczacılığa ait. 2. ilaç kullanımına ait.
pharmaceutical
phar.ma.ceu.ti.cal farmısu'tîkıl sıfat, isim bakınız pharmaceutic
pharmaceutics
isim eczacılık.
pharmacist
phar.ma.cist far'mısîst isim eczacı.
pharmacologist
isim farmakolog.
pharmacology
phar.ma.col.o.gy farmıkal'ıci isim farmakoloqi, ilaçbilim.
pharmacy
phar.ma.cy far'mısi isim 1. eczacılık. 2. eczane.
pharyngitis
phar.yn.gi.tis ferîncay'tîs isim, tıbbi farenqit, yutak iltihabı.
pharynx
phar.ynx fer'îngks isim, anatomi yutak.
phase down
yavaş yavaş azaltmak.
phase in
yavaş yavaş kullanmaya başlamak.
phase out
yavaş yavaş kullanımdan kaldırmak/sona erdirmek.
phase
phase feyz isim 1. evre, safha. 2. faz. fiil (bir şeyi) evreler halinde hazırlamak veya sunmak.
pheasant
pheas.ant fez'ınt isim sülün.
phenomenal
phe.nom.e.nal fînam'ınıl sıfat 1. doğal olaylarla ilgili. 2. olağanüstü, harikulade.
phenomenalism
phe.nom.e.nal.ism fînam'ınılîzım isim, felsefe olaycılık, fenomenizm.
phenomenology
phe.nom.e.nol.o.gy fînamınal'ıci isim, felsefe olaybilim, fenomenoloqi.
phenomenon
phe.nom.e.non fînam'ınan isim (phenomena) fenomen, olay, olgu, görüngü.
984
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük philander
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
phi.lan.der fîlän'dır fiil kur yapmak, flört etmek; kadın peşinde koşmak, zamparalık etmek.
philanderer
isim zampara, çapkın erkek.
philanthropic
phil.an.throp.ic fîlınthrap'îk sıfat iyilikçi, iyiliksever, hayırsever, yardımsever.
philanthropical
phil.an.throp.i.cal fîlınthrap'îkıl sıfat bakınız philanthropic
philanthropist
phi.lan.thro.pist fîlän'thrıpîst isim hayırsever, yardımsever.
philanthropy
phi.lan.thro.py fîlän'thrıpi isim hayırseverlik, yardımseverlik.
philatelist
phi.lat.e.list fîlät'ılîst isim filatelist, pul koleksiyoncusu.
philately
phi.lat.e.ly fîlät'ıli isim filateli, pul koleksiyonculuğu.
philharmonic orchestra
filarmoni orkestrası.
philharmonic
phil.har.mon.ic fîlharman'îk sıfat filarmonik.
Philippine
Phil.ip.pine fîl'ıpin sıfat 1. Filipin, Filipin Adaları'na özgü. 2. Filipinli.
philodendron
phil.o.den.dron fîlıden'drın isim (philodendrons/philodendra) filodendron.
philologist
isim filolog, dil bilgini, dilci.
philology
phi.lol.o.gy fîlal'ıci isim 1. filoloqi. 2. dilbilim.
philosopher
phi.los.o.pher fîlas'ıfır isim filozof, felsefeci.
philosophic
phil.o.soph.ic fîlısaf'îk sıfat 1. felsefi. 2. filozofça.
philosophical
phil.o.soph.i.cal fîlısaf'îkıl sıfat bakınız philosophic
philosophise
phi.los.o.phise fîlas'ıfayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız philosophize
philosophize
phi.los.o.phize fîlas'ıfayz fiil 1. filozofça konuşmak veya düşünmek. 2. felsefeyle meşgul olmak.
philosophy
phi.los.o.phy fîlas'ıfi isim felsefe.
phlebitis
phle.bi.tis flîbay'tîs isim, tıbbi flebit, filibit, toplardamar yangısı.
phlegm
phlegm flem isim 1. balgam. 2. kayıtsızlık, ilgisizlik. 3. soğukkanlılık. 985
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük phlegmatic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
phleg.mat.ic flegmät'îk sıfat soğukkanlı, sakin, kendine hâkim.
phlox
phlox flaks isim alevçiçeği.
phobia
pho.bi.a fo'biyı isim fobi, yılgı, korku.
phoenix
phoe.nix fi'nîks isim Anka, Zümrüdüanka.
phone
phone fon isim, konuşma dili telefon. fiil, konuşma dili telefon etmek.
phoneme
pho.neme fo'nim isim fonem, sesbirim.
phonetic alphabet
fonetik alfabe, sesçil abece.
phonetic spelling
fonetik yazım.
phonetic
pho.net.ic fınet'îk sıfat fonetik, sesçil.
phonetically
zarf fonetik olarak.
phonetics
isim fonetik, sesbilgisi.
phonograph
pho.no.graph fo'nıgräf isim fonograf.
phonology
pho.nol.o.gy fonal'ıci isim sesbilim, fonoloqi.
phony
pho.ny fo'ni sıfat, argo 1. sahte, düzme, düzmece. 2. yapmacık. isim 1. sahte şey. 2. düzenbaz.
phosphate
phos.phate fas'feyt isim, kimya fosfat.
phosphorescent
phos.pho.res.cent fasfıres'ınt sıfat fosfor gibi ışıldayan.
phosphorous
phos.pho.rous fas'fırıs sıfat, kimya fosforlu.
phosphorus
phos.pho.rus fas'fırıs isim fosfor.
phot.
phot.kısaltma «photograph» photography
photo finish
fotofiniş.
photo
pho.to fo'to isim, konuşma dili fotoğraf.
photocell
pho.to.cell fo'tosel isim ışıkgözü.
photochemistry
pho.to.chem.is.try fotokem'îstri isim fotokimya, ışılkimya, fotoşimi.
photocopier
isim fotokopi makinesi.
photocopy
pho.to.cop.y fo'tokapi isim fotokopi, tıpkıçekim.
photoelectric cell
ışıkgözü.
photoelectric
pho.to.e.lec.tric fotowîlek'trîk sıfat fotoelektrik.
photoelectricity
pho.to.e.lec.tric.i.ty fotowîlektrîs'ıti isim fotoelektrik, ışılelektrik.
photogenic
pho.to.gen.ic fotocen'îk sıfat fotoqenik. 986
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük photograph
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pho.to.graph fo'tıgräf isim fotoğraf. fiil fotoğrafını çekmek: He is photographing his daughter. Kızının fotoğrafını çekiyor.
photographer
pho.tog.ra.pher fıtag'rıfır isim, fotoğrafçılık fotoğrafçı.
photography
pho.tog.ra.phy fıtag'rıfi isim, fotoğrafçılık fotoğrafçılık.
photogravure
pho.to.gra.vure fotogrıvyûr' isim fotogravür.
photometer
pho.tom.e.ter fotam'ıtır isim fotometre, ışıkölçer.
photometry
pho.tom.e.try fotam'ıtri isim fotometri, ışıkölçümü.
photosphere
pho.to.sphere fo'tısfîr isim fotosfer, ışıkküre, ışıkyuvarı.
photosynthesis
pho.to.syn.the.sis fotosîn'thısîs isim, biyokimya fotosentez, ışılbireşim.
phototaxis
pho.to.tax.is fotıtäk'sîs isim, biyoloji fototaksi, ışığagöçüm.
phototaxy
pho.to.tax.y fo'tıtäksi isim bakınız phototaxis
phototropism
pho.tot.ro.pism fotat'rıpîzım isim, biyoloji fototropizm, ışığayönelim, ışığadoğrulum.
phrase book
yabancı dil kılavuzu.
phrase
phrase freyz isim 1. ibare. 2. deyim, tabir. 3. müzik cümle. fiil 1. cümle veya sözcüklerle anlatmak. 2. müzik (bir parçayı) cümlelemek.
phraseology
phra.se.ol.o.gy freyziyal'ıci isim söyleniş; söyleyiş.
phrenology
phre.nol.o.gy frînal'ıci isim frenoloqi.
phyllo dough
yufka. 2. yufka hamuru.
phyllo
phyl.lo fi'lo, fay'lo isim 1. yufka. 2. yufka hamuru.
phylogeny
phy.log.e.ny fîlac'ıni isim, biyoloji filogenez, filoqenez, soyoluş.
phylum
phy.lum fay'lım isim, biyoloji (phyla) filum.
phys. ed.
phys. ed. fîz'ed kısaltma physical education
physic nut
hintfıstığı, kürkas.
physic
phys.ic fîz'îk isim, eski müshil.
physical education
beden eğitimi.
physical examination
sağlık muayenesi, çekap.
physical therapy
fizik tedavisi, fizyoterapi. 987
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
physical training
İngiliz İngilizcesi beden eğitimi.
physical
phys.i.cal fîz'îkıl sıfat 1. fiziksel, fiziki. 2. maddi. 3. bedensel. isim, konuşma dili sağlık muayenesi, çekap.
physician
phy.si.cian fîzîş'ın isim doktor, hekim.
physicist
phys.i.cist fîz'ısîst isim fizikçi.
physics
phys.ics fîz'îks isim fizik.
physiognomy
phys.i.og.no.my fîziyag'nımi isim fizyonomi.
physiologic
phys.i.o.log.ic fîziyılac'îk sıfat fizyoloqik, işlevbilimsel.
physiological
phys.i.o.log.i.cal fîziyılac'îkıl sıfat fizyoloqik, işlevbilimsel.
physiology
phys.i.ol.o.gy fîziyal'ıci isim fizyoloqi, işlevbilim.
physiotherapy
phys.i.o.ther.a.py fîziyother'ıpi isim fizyoterapi, fizik tedavisi.
physique
phy.sijue fîzik' isim bünye, fizik yapısı.
pi
pi pay isim, matematik pi.
pianissimo
pi.a.nis.si.mo piyınîs'îmo sıfat, zarf, müzik pianissimo, çok hafif (sesle).
pianist
pi.an.ist piyän'îst, pi'yınîst isim piyanist.
piano
pi.a.no piya'no sıfat, zarf, müzik piano, hafif (sesle).
pianoforte
pi.an.o.for.te piyänıfôr'ti isim piyano.
piazza
pi.az.za piyäz'ı, piyät'sı isim 1. (İtalyan şehirlerinde) meydan; pazar yeri. 2. balkon, veranda.
picarel
pic.a.rel pîkırel' isim, zooloji istrongilos.
picayune
pic.a.yune pîkîyun' sıfat çok önemsiz, çok değersiz.
piccolo
pic.co.lo pîk'ılo isim, müzik pikolo, küçük flüt.
pick a fight
kavga çıkarmak.
pick a quarrel
kavga çıkarmak.
pick and choose
titizlikle seçmek.
pick apart
çekiştirmek, insafsızca eleştirmek. 2. (savı) çürütmek.
pick at
-i çekelemek. 2. -i iştahsızca yemek. 3. konuşma dili -i kızdırmak, ile uğraşmak.
pick holes in
-de kusur bulmak.
988
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pick off
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-i koparmak. 2. (tabanca ile) -i birer birer vurup düşürmek.
pick on
seçmek. 2. konuşma dili durmadan kusur bulup azarlamak; ile uğraşmak.
pick one's nose
burnunu karıştırmak.
pick one's teeth
kürdanla dişlerini temizlemek.
pick one's way
engelleri yenerek kendine yol açmak.
pick out
seçmek, ayırmak. 2. müzik ağır ağır nota çıkarmaya çalışmak.
pick over
ayıklamak.
pick someone's brains
birine çok soru sormak.
pick someone's pocket
birinin cebindekileri yürütmek.
pick to pieces
çekiştirmek, insafsızca eleştirmek. 2. (savı) çürütmek.
pick up speed
hızlanmak.
pick up
kaldırmak, toplamak. 2. devşirmek. 3. rasgele bulmak. 4. pratik olarak öğrenmek, (dili) kulaktan öğrenmek. 5. almak. 6. toplanmak. 7. konuşma dili iyileşmek. 8. ilerlemek, gelişmek. 9. hızlanmak.
pick
pick pîk isim 1. kazma. 2. kürdan. 3. mızrap. fiil 1. seçmek. 2. (meyve, çiçek v.b.'ni) toplamak, koparmak. 3. delmek, kazmak. 4. (sivri alet veya tırnaklarla) çıkartmak. 5. (kilidi) anahtarsız açmak. 6. müzik (telli çalgıyı) mızrapla veya parmaklarla çalmak. isim 1. seçme, seçim. 2. en seçkin şey.
pickaback
pick.a.back pîk'ıbäk zarf omuzda, sırtta.
pickax
pick.ax pîk'äks isim kazma.
picket fence
kazık çit.
picket
pick.et pîk'ît isim 1. kazık. 2. askeri ileri karakol. 3. grev gözcüsü. fiil 1. kazıklarla etrafını çevirmek. 2. nöbetçi veya karakol koymak. 3. grev gözcülüğü yapmak.
pickings
pick.ings pîk'îngz isim, çoğul toplanılacak artıklar.
pickle
pick.le pîk'ıl isim 1. salatalık/hıyar turşusu; kornişon. 2. turşu: She bought a jar of tomato pickles. Bir kavanoz 989
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
domates turşusu aldı. 3. dekapaq solüsyonu. fiil 1. -den turşu yapmak. 2. (metal bir nesneyi) dekape etmek. pickled
pick.led pîk'ıld sıfat 1. turşu haline getirilmiş (sebze/meyve): pickled beets pancar turşusu. 2. konuşma dili zilzurna sarhoş, fitil gibi.
pickling tank
dekapaj teknesi.
pickling
pick.ling pîk'lîng isim 1. -den turşu yapma. 2. dekapaj. sıfat turşuluk.
picklock
pick.lock pîk'lak isim 1. hırsız. 2. maymuncuk.
pick-me-up
pick-me-up pîk'mi.^p isim, konuşma dili kuvvet verici ve canlandırıcı içecek/yiyecek.
pickpocket
pick.pock.et pîk'pakît isim yankesici.
pickup arm
pikap kolu.
pickup truck
kamyonet, pikap.
pickup
pick.up pîk'^p isim 1. otomotiv hızlanma kapasitesi, çabuk hızlanma kapasitesi: This car's got no pickup. Bu arabanın hızlanma gücü sıfır. 2. kamyonet, pikap. 3. konuşma dili bir gecelik aşk için eve alınan veya otele götürülen kimse. 4. (pikap kolundaki) kafa, pikap kafası. 5. (ticarette) canlanma. 6. (çöpü, postayı, yollanan malları) toplama: They only make one garbage pickup a week here. Burada çöpü ancak haftada bir kez topluyorlar.
picnic
pic.nic pîk'nîk isim 1. piknik. 2. kolay veya hoşa giden iş. fiil (picnicked, picnicking) pikniğe gitmek, piknik yapmak.
pictorial
pic.to.ri.al pîktôr'iyıl sıfat 1. resimle ilgili. 2. resimli. 3. resim gibi. isim resimli dergi.
picture book
resimli kitap.
picture frame
resim çerçevesi.
picture gallery
resim galerisi.
picture postcard
kartpostal.
picture tube
televizyon resim tüpü, resim lambası.
990
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük picture
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pic.ture pîk'çır isim 1. resim. 2. betimleme. 3. -in tıpatıp benzeri, kopya. 4. çoğul sinema. 5. görüntü. fiil 1. betimlemek, resmetmek. 2. canlandırmak, hayal etmek.
picturesque
pic.tur.esjue pîkçıresk' sıfat pitoresk, resim konusu olmaya elverişli.
pie
pie pay isim 1. ahçılık turta. 2. argo kolay şey. 3. argo rüşvet.
piebald
pie.bald pay'bald sıfat alacalı (at, kuş v.b.).
piece goods
ticaret metreyle satılan kumaş.
piece on
eklemek.
piece out
parça ekleyerek tamamlamak.
piece together
parçaları bir araya getirmek.
piece
piece pis fiil bakınız piece on piece out piece together
piecemeal
piece.meal pis'mil zarf parça parça, yavaş yavaş. sıfat parça parça yapılan, kademeli.
piecework
piece.work pis'wırk isim parça başı iş.
piecrust
pie.crust pay'kr^st isim, ahçılık turta hamuru.
pied
pied payd sıfat benekli, alaca.
piedmont
pied.mont pid'mant isim, coğrafya sıradağların eteklerindeki bölge. sıfat, coğrafya sıradağların eteklerindeki.
pieplant
pie.plant pay'plänt isim, botanik, konuşma dili ravent.
pier
pier pîr isim 1. iskele, rıhtım. 2. kemer veya köprü payandası.
pierce
pierce pîrs fiil 1. delmek. 2. delip geçmek. 3. içine işlemek, nüfuz etmek.
piety
pi.e.ty pay'ıti isim 1. Tanrıya hürmet. 2. dindarlık.
pig iron
pik, dökme demir, font.
pig Latin
kuşdili (Birinci ses kelimenin sonuna getirilir ve ay eklenir: igpay atinlay .).
pig
pig pîg isim 1. domuz. 2. argo pis herif. 3. argo şırfıntı, yelloz.
pigeon
pi.geon pîc'ın isim güvercin. 991
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pigeonhole
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pi.geon.hole pîc'ınhol isim 1. güvercin yuvası. 2. yazı masasında kâğıt gözü. fiil 1. yazı masasının kâğıt gözüne yerleştirmek. 2. sınıflandırmak. 3. bir kenara bırakmak, rafa kaldırmak.
piggyback
pig.gy.back pîg'ibäk zarf omuzda, sırtta.
pigheaded
pig.head.ed pîg'hedîd sıfat inatçı, dik kafalı.
pigment
pig.ment pîg'mınt isim 1. renk maddesi, boya maddesi. 2. toz boya. 3. biyoloji pigment.
pigmentation
pig.ment.a.tionisim, biyoloji pigmentasyon.
pigmy
pig.my pîg'mi isim, sıfat bakınız pygmy
pigpen
pig.pen pîg'pen isim domuz ağılı.
pigskin
pig.skin pîg'skîn isim 1. domuz derisi. 2. konuşma dili Amerikan futbol topu.
pigsty
pig.sty pîg'stay isim 1. domuz ağılı. 2. domuz ağılı gibi pis ev/oda, mezbele.
pike perch
uzunlevrek.
pike
pike payk isim 1. kargı, mızrak. 2. anayol. 3. paralı yol.
pilaf
pi.laf pîlaf' isim pilav.
pile driver
şahmerdan.
pile in
doluşmak.
pile off
inmek, hep birlikte inmek.
pile on
üşüşmek. 2. tepeleme doldurmak.
pile out
inmek, hep birlikte inmek.
pile up
yığmak, biriktirmek; yığılmak, birikmek. 2. konuşma dili kazada çarpıp ezmek.
pile
pile payl isim 1. yığın, küme. 2. fizik atom reaktörü. 3. tüy, hav. 4. argo servet, dünyalık. 5. çoğul emoroit. fiil yığmak, kümelemek.
pilfer
pil.fer pîl'fır fiil çalmak, aşırmak, yürütmek.
pilgrim
pil.grim pîl'grîm isim hacı.
pilgrimage
pil.grim.ageisim hac.
piling
pil.ing pay'lîng isim 1. temel kazıkları. 2. kazık çakma.
pill
pill pîl isim hap.
992
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pillage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pil.lage pîl'îc isim 1. yağma, talan. 2. ganimet. fiil yağma etmek.
pillar box
İngiliz İngilizcesi posta kutusu.
pillar
pil.lar pîl'ır isim, mimarlık sütun, kolon; direk; dikme.
pillory
pil.lo.ry pîl'ıri fiil elâleme rezil etmek.
pillow
pil.low pîl'o isim yastık.
pillowcase
pil.low.case pîl'okeys isim yastık yüzü.
pilot film
deneme filmi.
pilot light
(şofbende) pilot alevi, tutuşturma alevi. 2. işaret lambası.
pilot project
deneme projesi.
pilot
pi.lot pay'lıt isim 1. pilot. 2. kılavuz, rehber. 3. dümenci. fiil 1. (uçak) kullanmak. 2. kılavuzluk etmek, yol göstermek.
pilothouse
pi.lot.house pay'lıt.haus isim kaptan köşkü.
pimento cheese
içine bu tür biber katılmış çok yumuşak bir peynir.
pimento
pi.men.to pîmen'tô, pîmen'tı isim bir tür tatlı kırmızıbiber.
pimiento
pi.mien.to pîmen'tô, pîmen'tı isim bakınız pimento
pimp
pimp pîmp isim pezevenk. fiil pezevenklik etmek.
pimple
pim.ple pîm'pıl isim sivilce.
pin down
saptamak.
pin someone down on something
birisini (bir konudaki niyetini) açıklamak zorunda bırakmak.
pin someone's ears back
birini haşlamak, birini azarlamak.
pin something on someone
bir şeyi birinin üstüne atmak, birini bir şeyle suçlamak. 2. birinin bir suçu işlediğini kanıtlamak.
pin
pin pîn isim 1. topluiğne. 2. broş, iğne. 3. müzik (telli çalgılarda) akort mandalı. fiil (pinned, pinning) 1. topluiğne ile tutturmak. 2. iliştirmek. 3. kıpırdayamaz hale sokmak.
pinafore
pin.a.fore pîn'ıfôr isim çocuk önlüğü, göğüslük.
pincers
pin.cers pîn'sırz isim, çoğul kerpeten, kıskaç.
993
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pinch
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pinch pînç fiil 1. çimdiklemek. 2. kıstırmak. 3. (ayakkabı) vurmak, sıkmak. 4. argo çalmak, aşırmak. isim 1. çimdik. 2. tutam. 3. sıkıntı, darlık.
pinchbug
pinch.bug pînç'b^g isim makaslıböcek, yereşeği.
pincushion
pin.cush.ion pîn'kûşın isim iğnedenlik, iğnelik.
pine cone
çam kozalağı.
pine needle
çam iğnesi.
pine nut
çamfıstığı.
pine
pine payn isim çam.
pineal body
anatomi kozalaksı bez.
pineal gland
anatomi kozalaksı bez.
pineal
pin.e.al pîn'iyıl, payn'iyıl sıfat kozalaksı.
pineapple
pine.ap.ple payn'äpıl isim ananas.
ping-pong
ping-pong pîng'pang isim pingpong, masatenisi.
pinion
pin.ion pîn'yın isim, makine küçük dişli çark, pinyon.
pink
pink pîngk isim 1. pembe renk. 2. (bir çeşit ufak) karanfil. sıfat pembe.
pinna
pin.na pîn'ı isim, zooloji (pinnas/pinnae) pines.
pinnacle
pin.na.cle pîn'ıkıl isim 1. mimarlık bina üzerindeki sivri tepeli kule. 2. doruk, tepe, zirve.
pinpoint
pin.point pîn'poynt isim 1. iğne ucu. 2. ufak şey. fiil kesin olarak yerini belirtmek.
pinprick
pin.prick pîn'prîk isim 1. iğne batması. 2. sinir bozucu ufak bir şey.
pins and needles
karıncalanma, uyuşma.
pinstripe suit
ince çizgili takım elbise.
pinstripe
pin.stripe pîn'strayp isim (kumaşta) ince çizgi.
pinstriped
pin.stripedsıfat ince çizgili (kumaş, giysi).
pint
pint paynt isim 1. 8,019 litre. 2. İngiliz İngilizcesi 8,558 litre.
pintail
pin.tail pîn'teyl isim, zooloji kılkuyruk.
pinwheel
pin.wheel pîn'hwil isim fırıldak; çarkıfelek.
994
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pioneer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pi.o.neer payınîr' isim öncü. fiil yol açmak, öncülük etmek.
pious
pi.ous pay'ıs sıfat dindar.
pip
pip pîp isim (elma, portakal v.b.'nde) çekirdek.
Pipe down!
Sus!/Kes sesini!
pipe dream
boş hayal, hulya.
pipe organ
borulu org.
pipe up
konuşma dili birden sesini çıkarmak, birden konuşmak.
pipe
pipe payp isim 1. boru. 2. kaval, düdük. 3. pipo. fiil 1. düdük çalmak. 2. düdük çalarak emretmek/çağırmak. 3. borularla iletmek. 4. (radyo/televizyon programı v.b.'ni) kablo ile iletmek. 5. (elbiseyi) şeritle süslemek.
pipeline
pipe.line payp'layn isim 1. boru hattı. 2. gizli bilgi iletme kanalı.
piper
pip.er pay'pır isim 1. gayda çalan kimse, gaydacı. 2. kavalcı.
pipestem
isim pipo sapı.
pipet
pi.pet pîpet' isim pipet.
pipette
pi.pette paypet' isim pipet.
piping hot
çok sıcak, dumanı üstünde.
piping
pip.ing pay'pîng sıfat bakınız piping hot
piquant
pi.juant pi'kınt sıfat 1. hoş bir acılığı olan (tat, koku). 2. insanın kafasını çalıştıran (yazı v.b.).
pique
pijue pik isim gücenme. fiil 1. gücendirmek. 2. uyandırmak: You've pijued my curiosity. Beni meraklandırdın.
piracy
pi.racyisim korsanlık.
pirate publisher
korsan yayımcı.
pirate radio station
korsan radyo istasyonu.
pirate
pi.rate pay'rît isim 1. korsan. 2. korsan gemisi.
pirouette
pir.ou.ette pîruwet' isim parmak uçlarında veya topuk üzerinde dönüş yapma. fiil parmak uçlarında veya topuk üzerinde dönüş yapmak.
Pisces
Pis.ces pîs'iz, pay'siz isim, astroloji Balık burcu. 995
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
piss someone off
kaba birini sinirlendirmek/sinir etmek/kızdırmak.
piss
piss pîs isim, kaba sidik. fiil, kaba işemek.
pistachio
pis.ta.chi.o pîsta'şiyo, pîstäş'iyo isim 1. fıstık, antepfıstığı, şamfıstığı. 2. fıstıkağacı, antepfıstığıağacı.
pistil
pis.til pîs'tîl isim, botanik pistil, dişiorgan.
pistol
pis.tol pîs'tıl isim tabanca.
piston ring
piston yayı.
piston rod
piston kolu.
piston
pis.ton pîs'tın isim piston.
pit one person against another person
iki kişi veya şeyi karşı karşıya getirip
dövüştürmek/yarıştırmak. 2. (iki şey) birbiriyle yarışmak/boy ölçüşmek: Zeki's pitted his brains against Yavuz's brawn. Zeki'nin zekâsıyla Yavuz'un kuvvetli cüssesi çarpışıyor. pit one thing against another thing
iki kişi veya şeyi karşı karşıya getirip dövüştürmek/yarıştırmak. 2. (iki şey) birbiriyle yarışmak/boy ölçüşmek: Zeki's pitted his brains against Yavuz's brawn. Zeki'nin zekâsıyla Yavuz'un kuvvetli cüssesi çarpışıyor.
pit
pit pît isim şeftali gibi etli meyvelerin çekirdeği. fiil (pitted, pitting) çekirdeğini çıkarmak.
pita
pi.ta pi'dı, pi'tı isim pide.
pitch in
konuşma dili (bir grup çalışana) yardım etmek; (yardım etmek üzere) gelmek: Why don't you pitch in and help? Neden gelip yardım etmiyorsun?
pitch
pitch pîç isim zift.
pitch-black
pitch-black pîç'bläk' sıfat simsiyah, zifiri karanlık.
pitch-dark
pitch-dark pîç'dark' sıfat zifiri karanlık.
pitcher
pitch.er pîç'ır isim (kulplu) sürahi.
pitcher's mound
beysbol atıcının durduğu tümsek yer.
pitchfork
pitch.fork pîç'fôrk isim yaba.
piteous
pit.e.ous pît'iyıs sıfat merhamet uyandıran, yürekler acısı.
pitfall
pit.fall pît'fôl isim 1. tuzak. 2. gizli tehlike. 996
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pith
pith pîth isim 1. botanik süngerdoku. 2. öz.
pithy
pithy özlü. 2. kuvvetli, etkileyici, az ve öz.
pitiable
pit.i.a.ble pît'iyıbıl sıfat acınacak, acıklı.
pitiful
pit.i.ful pît'îfıl sıfat 1. acınacak, acıklı. 2. (acınacak ve horlanacak kadar) gülünç, acınası, zavallı.
pitifully
pit.i.ful.lyzarf 1. acıklı bir şekilde. 2. acınacak kadar. 3. gülünç derecede.
pitifulness
pit.i.ful.nessisim acınacak durum.
pitiless
pit.i.less pît'îlîs sıfat acımasız, merhametsiz, taşyürekli.
pitilessly
pit.i.less.lyzarf acımasızca, merhametsizce.
pitilessness
pit.i.less.nessisim acımasızlık, merhametsizlik.
pittance
pit.tance pît'ıns isim çok düşük ücret.
pituitary gland
anatomi hipofiz.
pituitary
pi.tu.i.tar.y pîtu'wıteri sıfat, biyoloji 1. balgam salgılayan. 2. sümüksü. isim, anatomi hipofiz.
pity
pit.y pît'i isim acıma, merhamet.
piuri
pi.u.ri pi'yuri isim hintsarısı.
pivot
piv.ot pîv'ıt isim mil, eksen, mihver. fiil 1. mil üzerine yerleştirmek. 2. on mil veya eksen üzerinde dönmek.
pivotal
piv.ot.alsıfat 1. mile ait. 2. çok önemli.
pizza
piz.za pit'sı isim pizza.
pkg.
pkg.kısaltma package
pl.
pl.kısaltma «place» plural
placable
plac.a.ble pläk'ıbıl, pley'kıbıl sıfat kolay yatışır, kolay affeder.
placard
plac.ard pläk'ırd isim afiş; döviz.
placate
pla.cate pley'keyt, pläk'eyt fiil yatıştırmak, teskin etmek.
place a bet
bahse girmek.
place an order
sipariş vermek, siparişte bulunmak.
place card
davetlilerin sofradaki yerlerini gösteren kart.
place in the sun
iyi durum.
place of delivery
ticaret teslim yeri.
place someone under arrest
tutuklamak. 997
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük place
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
place pleys isim 1. yer, konum, mevki. 2. küçük sokak veya meydan. 3. semt, şehir, kasaba. 4. ev. 5. koltuk, yer. 6. görev, vazife. 7. memuriyet, mevki.
placement
place.ment pleys'mınt isim koyma, yerleştirme.
placenta
pla.cen.ta plısen'tı isim, anatomi son, plasenta, etene.
placid
plac.id pläs'îd sıfat sakin, yumuşak, uysal.
plagiarise
pla.gia.rise pley'cırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız plagiarize
plagiarism
pla.gia.rism pley'cırîzım isim aşırma, aşırmacılık.
plagiarist
pla.gia.rist pley'cırîst isim aşırmacı.
plagiarize
pla.gia.rize pley'cırayz fiil çalıntı eseri kendi imzasıyla yayımlamak, aşırmak.
plagiary
pla.gia.ry pley'cıri isim aşırma, aşırmacılık.
Plague on it!
Allah belasını versin!
Plague take it!
Allah belasını versin!
plague
plague pleyg isim 1. bela. 2. veba. 3. konuşma dili baş belası, dert. fiil 1. uğraşmak, rahatsız etmek. 2. eziyet vermek.
plaice
plaice pleys isim (plaice) pisibalığı.
plaid
plaid pläd sıfat ekose. isim 1. ekose kumaş. 2. ekose desen.
plain dealing
dürüstlük. 2. dürüst.
plain living
sade yaşam.
plain sailing
konuşma dili kolay bir iş.
plain
plain pleyn sıfat 1. düz: I want a plain rather than a patterned cloth. Desenli değil, düz bir kumaş istiyorum. 2. sade, süssüz, basit: The ceremony was not elaborate; it was plain. Tören görkemli değildi, sadeydi. 3. açık: It's meaning is plain. Anlamı açık. 4. baharatsız, sade (yiyecek). zarf 1. sadece. 2. açıkça. isim düzlük, ova, geniş ve düz yer.
plainspoken
plain.spo.ken pleyn'spokın sıfat açıksözlü.
plaintiff
plain.tiff pleyn'tîf isim, hukuk davacı.
998
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük plaintive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
plain.tive pleyn'tîv sıfat yakınan, sızlanan, inleyen, kederli.
plait
plait pleyt, plät isim 1. örgü. 2. pli, kırma. fiil örmek.
plan
plan plän isim 1. plan. 2. kroki, taslak. 3. plan, düşünce, niyet, maksat. fiil (planned, planning) 1. planını çizmek. 2. tasarlamak, planlamak. 3. düzenlemek.
plane tree
çınar.
plane
plane pleyn isim rende, el planyası, planya. fiil rendelemek; planyalamak.
planer
planerisim 1. planya makinesi, planya. 2. planyacı; rendeleyici.
planet
plan.et plän'ît isim gezegen.
planetarium
plan.e.tar.i.um plänıter'iyım isim planetaryum, gökevi, yıldızlık.
planetary
plan.et.arysıfat gezegenlere özgü; gezegenlerle ilgili.
planetoid
plan.et.oid plän'ıtoyd isim, gökbilim küçük gezegen.
planing mill
planyalama atölyesi.
planing
plan.ing pley'nîng isim planyalama; rendeleme.
planisphere
plan.i.sphere plän'ısfîr isim düzlemküre.
plank
plank plängk isim 1. (enli) tahta. 2. politika (parti programında) ana madde.
plankton
plank.ton plängk'tın isim plankton.
planner
plan.nerisim plan yapan kimse, plancı.
plant louse
fidanbiti.
plant
plant plänt isim 1. bitki, ot. 2. fabrika. 3. demirbaş. 4. teçhizat. 5. argo hile, oyun, tuzak. 6. şakşakçı. 7. seyircilerin arasında oturup rol yapan oyuncu. fiil 1. dikmek, ekmek: Villagers planted those plane trees. O çınarları köylüler dikti. He planted the stake in the ground. Kazığı yere dikti. 2. kurmak: The English planted colonies in North America. İngilizler Kuzey Amerika'da sömürgeler kurdu. 3. yerleştirmek: They planted spies in the intelligence organization. İstihbarat 999
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
örgütüne aqanlar yerleştirdiler. He planted his foot on the second step. Ayağını ikinci basamağa yerleştirdi. 4. in -e (fikir) aşılamak, (kafasına) (fikir) sokmak. 5. argo in/on -e (tokat) indirmek, -e (tokadı) yapıştırmak. plantain
plan.tain plän'tîn isim sinirotu.
plantation
plan.ta.tion pläntey'şın isim plantasyon.
planter
plant.er plän'tır isim 1. ekici. 2. tohum serpme makinesi. 3. plantasyon sahibi; plantasyon işletmecisi.
plaque
plajue pläk isim 1. süs tabağı. 2. plaka, plaket, madeni levha. 3. diş taşı, diş kiri.
plash
plash pläş fiil su sıçratmak.
plasma
plas.ma pläz'mı isim plazma.
plasmolysis
plas.mol.y.sis pläzmal'ısîs isim plazma bozulumu.
plaster cast
tıbbi alçı.
plaster of Paris
alçı.
plaster
plas.ter pläs'tır isim 1. mimarlık sıva. 2. alçı. 3. tıbbi yakı. fiil 1. sıvamak. 2. yakı yapıştırmak. 3. yapıştırmak. 4. konuşma dili yumruk indirmek.
plastered
plas.tered pläs'tırd sıfat, argo sarhoş, küfelik.
plastic arts
plastik sanatlar.
plastic surgery
plastik ameliyat.
plastic
plas.tic pläs'tîk sıfat 1. plastik. 2. naylon. 3. yoğrulabilen. isim plastik.
plate glass
dökme cam.
plate
plate pleyt isim 1. tabak. 2. plak, plaka, madeni levha. 3. kupa, şilt. 4. dişçilik damak, takma diş, protez. 5. beysbol kale işareti. fiil madenle kaplamak.
plateau
pla.teau pläto' isim (plateaus/plateaux) plato.
plated
platedsıfat kaplamalı, kaplama, kaplı.
plateful
plate.fulisim bir tabak dolusu.
platform
plat.form plät'fôrm isim 1. kürsü: The speaker used a crate as his platform. Konuşmacı kürsü olarak bir sandık kullandı. 2. platform, yüksekçe yer. 3. peron. 4. politika platform, parti programı. 5. plan, tasarı. 1000
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
platinum blonde
platin saçlı kadın.
platinum
plat.i.num plat'ınım isim, kimya platin.
platitude
plat.i.tude plät'ıtud isim 1. yavan söz, basmakalıp söz. 2. yavanlık, tatsızlık.
Plato
Pla.to pley'to isim Eflatun, Platon.
platonic love
platonik sevgi.
Platonic
Pla.ton.ic plıtan'îk sıfat Eflatun veya felsefesine ait, Platonik.
Platonism
Pla.to.nism pley'tınîzım isim Eflatunculuk, Platonculuk.
platoon
pla.toon plıtun' isim müfreze, takım.
platter
plat.ter plät'ır isim servis tabağı.
plausible
plau.si.ble plô'zıbıl sıfat akla yakın, makul.
play a joke on someone
birine şaka yapmak, birine oyun oynamak.
play a part
bir rolü oynamak.
play at
(çocuklar) -cilik oynamak.
play back
(kaydı) yeniden göstermek veya dinlemek.
play ball
top oynamak. 2. konuşma dili birlikte çalışmak.
play both ends against the middle
kendi çıkarı için başkalarını birbirine düşürmek.
play down
hafifsemek, önemsememek.
play fair
hilesiz oynamak, doğru oynamak.
play fast and loose with
konuşma dili 1. -i aldatmak. 2. -i çarpıtmak.
play havoc with
-i harap etmek.
play hooky
konuşma dili okulu asmak.
play house
evcilik oynamak.
play into the hands of
-in ekmeğine yağ sürmek.
play it smart
konuşma dili akıllı olmak, akıllıca davranmak.
play off
berabere kalan bir oyunu sonradan tamamlamak.
play on someone's affections
karşısındakinin hislerine hitap etmek.
play on
(çalgı) çalmaya devam etmek. 2. (duyguları) sömürmek/istismar etmek.
play one's trump card
kozunu oynamak.
play politics
siyasi çıkarlarına göre davranmak.
play possum
uyur gibi yapmak. 2. ölü numarası yapmak. 1001
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
play second fiddle
ikinci derecede rol oynamak.
play second string to
(birinin) gölgesinde kalmak.
play someone false
birini aldatmak, birine oyun oynamak.
play something by ear
notasız çalmak. 2. olayların seyrine göre hareket etmek.
play the devil's advocate
(kendi görüşlerinin doğruluğunu ölçmek için) karşıt görüşlerin savunmasını yapmak.
play the field
konuşma dili birden fazla kimseyle aynı zamanda flört etmek.
play the fool
ahmakça davranmak.
play the game
dürüstçe hareket etmek.
play the market
spekülasyon yapmak.
play truant
dersi asmak; okulu kırmak. 2. vazifeden kaçmak.
play up to
-e yaltaklanmak.
play up
-in üzerinde durmak, -i vurgulamak.
play with
ile oynamak.
play
play pley fiil 1. oynamak; oynatmak. 2. (çalgı, müzik) çalmak. 3. tiyatro oynamak, canlandırmak. isim 1. oyun. 2. sahne oyunu, piyes. 3. şaka. 4. hareket serbestliği.
playbill
play.bill pley'bîl isim 1. tiyatro afişi. 2. oyun programı.
playboy
play.boy pley'boy isim zevk peşinde koşan zengin erkek.
play-by-play
play-by-play pley'baypley' sıfat 1. dakikası dakikasına veren. 2. ayrıntılı.
played out
bitkin. 2. modası geçmiş. 3. işe yaramaz.
player
play.er pley'ır isim 1. oyuncu. 2. aktör. 3. çalgı çalan kimse, çalgıcı. 4. eğlenceyle vakit geçiren kimse.
playfellow
play.fel.low pley'felo isim oyun arkadaşı.
playful
play.ful pley'fıl sıfat şen, neşeli, oyuncu.
playgoer
play.go.er pley'gowır isim tiyatro meraklısı.
playground
play.ground pley'graund isim oyun alanı.
playhouse
play.house pley'haus isim 1. tiyatro. 2. çocukların içinde oynadıkları küçük ev. 1002
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
playing card
oyun kâğıdı, iskambil kâğıdı.
playing
play.ing pley'îng sıfat bakınız playing card
playmate
play.mate pley'meyt isim oyun arkadaşı.
playoff
play.off pley'ôf isim, spor rövanş maçı, rövanş.
playpen
play.pen pley'pen isim portatif çocuk parkı.
plaything
play.thing pley'thîng isim oyuncak.
playwright
play.wright pley'rayt isim oyun yazarı.
plaza
pla.za pla'zı, pläz'ı isim meydan, çarşı yeri.
plea
plea pli isim 1. yalvarma, rica. 2. hukuk iddia, ifade. 3. hukuk dava. 4. hukuk itiraz. 5. bahane, mazeret, özür.
plead guilty
hukuk suçu kabul etmek.
plead not guilty
hukuk suçu reddetmek.
plead
plead plid fiil (pleaded/pled) 1. yalvarmak, rica etmek. 2. hukuk dava açmak. 3. iddia etmek. 4. mazeret olarak göstermek, bahane etmek.
pleasant
pleas.ant plez'ınt sıfat hoş, güzel, tatlı, latif.
pleasantry
pleas.ant.ry plez'ıntri isim latife; hoş söz.
please oneself
canının istediği gibi hareket etmek, hoşuna gideni yapmak.
please the eye
göze hoş görünmek, gözü okşamak.
please
please pliz fiil 1. sevindirmek, hoşnut etmek, memnun etmek. 2. hoşuna gitmek. zarf lütfen: Please give me the salt./Please pass the salt. Lütfen tuzu verir misiniz?
pleased
pleasedsıfat memnun.
pleasing
pleas.ing pli'zîng sıfat hoş, sevimli, tatlı.
pleasure
pleas.ure pleq'ır isim 1. zevk, sevinç, keyif, memnuniyet. 2. lütuf, şeref: May I have the pleasure of this dance? Bu dansı bana lütfeder misiniz? Will you do me the pleasure of accepting this invitation? Bu daveti kabul buyurur musunuz? Fahrettin Bey rejuests the pleasure of your company at the wedding of his daughter. Fahrettin Bey kızının nikâhını onurlandırmanızı rica ediyor.
pleat
pleat plit isim pli, plise. fiil pli yapmak. 1003
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
plebiscite
pleb.i.scite pleb'ısayt isim plebisit.
plectrum
plec.trum plek'trım isim, müzik (plectra) mızrap, çalgıç.
pled
pled pled fiil bakınız plead
pledge
pledge plec isim 1. ant, söz, vaat. 2. işaret: It was a pledge of their friendship. Arkadaşlıklarının bir işaretiydi. 3. teminat; rehin. 4. bağışlanacağına dair söz verilmiş olan para. fiil 1. ant içmek, söz vermek, vaat etmek. 2. (belirli bir miktar para) bağışlamaya söz vermek. 3. -i teminat veya rehin olarak vermek; -i rehine koymak.
plenary
ple.na.ry pli'nıri, plen'ıri sıfat 1. tam; sınırsız: plenary authority tam yetki. 2. bütün üyelerin hazır bulunduğu (toplantı, kurul).
plenipotentiary
plen.i.po.ten.ti.ar.y plenîpıten'şiyeri, plenîpıten'şıri sıfat tam yetkisi olan. isim tam yetkili elçi.
plenteous
plen.te.ous plen'tiyıs sıfat çok, bol, bereketli.
plentiful
plen.ti.ful plen'tîfıl sıfat 1. çok, bol. 2. bereketli, verimli.
plenty of
bol miktarda, bol.
plenty
plen.ty plen'ti isim bolluk.
pleura
pleu.ra plûr'ı isim, anatomi (pleurae/pleuras) plevra, göğüs zarı.
pliable
pli.a.ble play'ıbıl sıfat 1. esnek, bükülgen. 2. uysal, yumuşak.
pliant
pli.ant play'ınt sıfat 1. esnek, bükülgen. 2. uysal, yumuşak.
pliers
pli.ers play'ırz isim, çoğul kerpeten, pense, kıskaç.
plight
plight playt isim kötü durum.
plod away at
(bir işte) şevksiz bir şekilde çalışmak; (bir işi) hevessizce sürdürmek.
plod
plod plad fiil (plodded, plodding) (along) ayaklarını sürümek, ağır adımlarla yürümek.
plop oneself down on
(bir yere) lop diye oturmak. 1004
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
plop something down on
(bir şeyi) -in üzerine pat diye koyuvermek.
plop
plop plap fiil (plopped, plopping) into -e cup diye düşmek, -e cumbadak düşmek. isim cumburtu, suya düşen ağır bir cismin çıkardığı ses. zarf cup diye, cumburlop, cumbadak.
plot
plot plat isim 1. arsa, parsel. 2. hikâyenin konusu. 3. komplo, entrika, gizli plan. fiil (plotted, plotting) 1. planını çizmek; haritasını çıkarmak. 2. komplo kurmak, entrika çevirmek.
plotter
plot.terisim komplocu, entrikacı.
plough
plough plau isim, İngiliz İngilizcesi bakınız plow
plow back
(kârı) tekrar işe yatırmak.
plow into
konuşma dili 1. -e hızla çarpmak. 2. -e girişmek. 3. -e (para) yatırmak.
plow through a book
bir kitabı güçlükle okuyup bitirmek.
plow
plow plau isim saban, pulluk. fiil 1. (toprağı, tarlayı) sabanla sürmek, pullukla sürmek. 2. through -i yarıp geçmek, yol açıp arasından geçmek.
plowshare
plow.share plau'şer isim saban demiri, pulluk demiri.
ploy
ploy ploy isim manevra, hile, taktik.
pluck off
-i koparmak.
pluck out
-i çıkarmak.
pluck someone clean
birisini soyup soğana çevirmek.
pluck up by the root
kökünden sökmek.
pluck up the courage to do something
cesaretini toplayıp bir şey yapmak.
pluck
pluck pl^k isim cesaret, yüreklilik, yiğitlik.
plucky
pluckysıfat cesur, yürekli, yiğit.
plug away at
üzerinde sebatla çalışmak.
plug for
konuşma dili (birini) desteklemek, (birinin) tarafını tutmak.
plug in
fişi prize sokmak: Plug in the television. Televizyonun fişini prize sok.
plug
plug pl^g isim 1. tapa, tıkaç, tampon. 2. elektrik fiş. 3. otomotiv buqi. 4. tütün parçası. 5. konuşma dili reklam. 1005
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fiil (plugged, plugging) 1. tıkamak, tıkaçla kapamak. 2. konuşma dili durmadan reklamını yapmak. plum
plum pl^m isim 1. erik. 2. arzulanacak şey; kıyak iş.
plumage
plu.mage plu'mîc isim kuşun tüyleri.
plumb
plumb pl^m isim iskandil kurşunu. sıfat 1. düşey; dikey. 2. konuşma dili tam. zarf 1. konuşma dili tam. 2. tamamen. fiil 1. iskandil etmek, şakullemek. 2. doğrultmak, düzeltmek. 3. ölçmek, tartmak. 4. kökenine inmek.
plumber
plumb.er pl^m'ır isim (sıhhi) tesisatçı.
plumbing fixtures
(bir yapının sıhhi tesisatını oluşturan) borular ve boru bağlama parçaları.
plumbing
plumb.ing pl^m'îng isim 1. (binadaki) (sıhhi) tesisat. 2. (sıhhi) tesisatçılık.
plume oneself on
ile övünmek.
plume
plume plum isim tüy, kuş tüyü. fiil 1. tüylerle süslemek. 2. (kuş) tüylerini düzeltmek.
plummet
plum.met pl^m'ît isim iskandil kurşunu. fiil dikine düşmek.
plump down on one's knees
dizlerinin üzerine çöküvermek.
plump oneself down on
(bir yere) lop diye oturmak.
plump someone into
birini pat diye -e oturtuvermek.
plump something down on
bir şeyi pat diye -in üzerine koyuvermek.
plump
plump pl^mp fiil 1. down oturuvermek. 2. in girivermek. 3. out çıkıvermek. 4. for -i desteklemek. 5. (up) (yastık v.b.'ni) vurarak kabartmak.
plunder
plun.der pl^n'dır fiil yağmalamak, yağma etmek. isim yağma.
plunge
plunge pl^nc fiil 1. into -e dalmak; -e daldırmak. 2. sokmak. 3. saplamak. 4. into içine atılmak. 5. forward ileriye atılmak. isim 1. dalış, dalma. 2. suya atlama. 3. konuşma dili tehlikeli girişim.
plunger
plungerisim 1. lavabo pompası. 2. dalma piston.
plunk down money
parayı bastırmak. 1006
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük plunk oneself down on
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir yere) oturuvermek, kendini (bir yere) atıvermek/bırakıvermek.
plunk someone down on
bir şeyi/birini pat diye (bir yere) bırakmak/koymak; bir şeyi/birini (bir yere) bırakıvermek/koyuvermek.
plunk something down on
bir şeyi/birini pat diye (bir yere) bırakmak/koymak; bir şeyi/birini (bir yere) bırakıvermek/koyuvermek.
plunk
plunk pl^ngk fiil, konuşma dili 1. (telli bir çalgıyı) tıngırdatmak, zımbırdatmak. 2. pat diye düşmek; düşüvermek. 3. pat diye koymak/bırakmak; koyuvermek, bırakıvermek. 4. for -i desteklemeye karar vermek.
pluperfect
plu.per.fect plu'pırfîkt sıfat, dilbilgisi -miş'li geçmiş.
plural
plu.ral plûr'ıl sıfat, isim, dilbilgisi çoğul.
pluralism
plu.ral.ism plûr'ılîzım isim çoğulculuk, plüralizm.
pluralist
plu.ral.istisim, sıfat çoğulcu, plüralist.
plurality
plu.ral.i.ty plûräl'ıti isim 1. adaylar arasında en fazla oy alma. 2. seçimi kazanan kimsenin ikinci gelen kişiden fazla olarak aldığı oy sayısı. 3. çokluk.
plus fours
golf pantolon.
plus sign
artı işareti (+).
plus
plus pl^s edat 1. artı. 2. ve ayrıca, ve, ve de. sıfat 1. fazla. 2. artı, pozitif. isim artı işareti (+).
plush
plush pl^ş isim pelüş. sıfat 1. pelüşten yapılmış. 2. lüks.
Pluto
Plu.to plu'to isim, gökbilim Plüton.
plutocracy
plu.toc.ra.cy plutak'rısi isim plütokrasi, zenginerki, varsılerki.
plutonium
plu.to.ni.um pluto'niyım isim, kimya plutonyum.
ply someone with liquor
birine durmadan içki içirmek.
ply
ply play isim 1. kat, tabaka. 2. eğilim.
plying between New York and London
New York ile Londra arasında işleyen (gemi veya
uçak). plywood
ply.wood play'wûd isim kontrplak.
pneumatic
pneu.mat.ic numät'îk sıfat, makine havalı, pnömatik. 1007
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pneumonia
pneu.mo.nia numon'yı isim zatürree.
poach
poach poç fiil yasak bölgede avlanmak.
poacher
poach.erisim bir tür benmari.
pock
pock pak isim çiçek hastalığının kabarcığı.
pocket calculator
cep hesap makinesi.
pocket knife
çakı.
pocket money
cep harçlığı.
pocket
pock.et pak'ît isim 1. cep. 2. çukur. fiil 1. cebe yerleştirmek, cebe koymak. 2. iç etmek. 3. gizlemek, saklamak.
pocketbook
pock.et.book pak'îtbûk isim 1. cüzdan. 2. el çantası. 3. cep defteri.
pocketknife
pock.et.knife pak'îtnayf isim çakı.
pockmark
pock.mark pak'mark isim çiçek hastalığının kabarcığı.
pockmarked
pock.mark.edsıfat çiçekbozuğu, çopur.
pod
pod pad isim, botanik 1. (baklagillerde) tohum zarfı. 2. baklamsı meyve.
podium
po.di.um po'diyım isim (podiums/podia) podyum.
poem
po.em po'wım isim şiir, koşuk.
poet
po.et po'wît isim şair, ozan.
poetaster
po.et.as.ter po'wîtästır isim şair bozuntusu.
poetess
po.et.essisim kadın şair.
poetic
po.et.ic powet'îk sıfat 1. şairliğe özgü: poetic talent şiir yazma yeteneği. 2. manzum: I like his poetic works. Onun şiirlerini beğeniyorum. 3. şiirsel, şairane: a poetic turn of phrase şiirsel bir ifade tarzı.
poetical
po.et.i.cal powet'îkıl sıfat 1. şairliğe özgü. 2. manzum. 3. şiirsel, şairane.
poetically
po.et.i.callyzarf şiirsel bir biçimde, şairane.
poetry
po.et.ry po'wîtri isim 1. şiir, koşuk, nazım. 2. şiir sanatı. 3. şiirler. 4. şiirsellik.
pogrom
po.grom po'grım isim soykırımı; Yahudi soykırımı.
poignancy
poi.gnan.cyisim acılık, keskinlik.
1008
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük poignant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
poign.ant poyn'yınt, poyn'ınt sıfat 1. acı, keskin. 2. şiddetli. 3. dokunaklı.
poikilothermal
poi.kil.o.ther.mal poykîl'ıthırmıl sıfat, zooloji soğukkanlı.
poinciana
poin.ci.an.a poynsiyän'ı isim cennetağacı, cennetçiçeği.
poinsettia
poin.set.ti.a poynsed'ı, poynset'ı, poynset'iyı isim Atatürkçiçeği.
point lace
iğne oyası.
point of honor
şeref meselesi.
point of no return
dönüşü olmayan nokta.
point of view
bakış açısı, görüş açısı.
point
point poynt isim 1. uç, sivri uç. 2. nokta: boiling point kaynama noktası. freezing point donma noktası. point of intersection kesişme noktası. 3. nokta, noktalama işareti. 4. amaç, anlam, yarar: There's not much point in going there personally. Oraya bizzat gitmenin pek anlamı yok. 5. anlatmak istenilen şey: That's not my point. Demek istediğim o değil. the point of the story hikâyenin anlatmak istediği şey. 6. coğrafya burun. 7. sayı, puan: win/lose on points sayı ile kazanmak/kaybetmek. 8. pusula kertesi. 9. matematik tamsayı ile kesiri ayırmak için aralarına konulan nokta Türkiye'de bunun yerine virgül kullanılır: four point six (6.8) dört virgül altı (0,4). 10. matbaacılık punto. 11. borsa puan. 12. ferma. fiil 1. at -e doğrultmak, -e çevirmek: He pointed his telescope at the moon. Teleskopunu aya çevirdi. 2. at/out/to -i işaret etmek, -i göstermek: She pointed at her left foot. Sol ayağını işaret etti. 3. out -e dikkati çekmek: He pointed out the problem to us. Soruna dikkatimizi çekti. 4. ucunu sivriltmek. 5. (av köpeği) ferma yapmak, fermaya oturmak.
pointed
point.ed poyn'tîd sıfat 1. sivri uçlu. 2. anlamlı.
pointedly
point.ed.lyzarf anlamlı olarak. 1009
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pointer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
point.er poyn'tır isim 1. işaret eden kimse veya şey. 2. işaret değneği. 3. ibre, gösterge. 4. puanter (bir tür av köpeği).
pointillism
poin.til.lism pwän'tiyîzım isim, resim noktacılık.
pointillisme
poin.til.lisme pwän'tiyîzım isim, resim noktacılık.
pointillist
poin.til.list pwän'tiyîst isim, resim noktacı.
pointilliste
poin.til.liste pwän'tiyîst isim, resim noktacı.
pointless
point.less poynt'lîs sıfat 1. uçsuz. 2. anlamsız. 3. amaçsız. 4. puansız.
poise
poise poyz fiil 1. dengelemek; dengelenmek. 2. hazırlamak; hazırlanmak: The general poised his army for battle. General askerlerini savaşa hazırladı. 3. hareketsiz tutmak; hareketsiz durmak: The gull hung poised in the air. Martı havada hareketsiz duruyordu. 4. belirli bir şekilde tutmak: The dancer poised her arm gracefully over her head. Balerin kolunu zarif bir şekilde başının üzerinde tuttu.
poison gas
zehirli gaz.
poison hemlock
baldıran, ağıotu.
poison ivy
bir tür zehirli sumak.
poison oak
bir tür zehirli sumak.
poison sumach
bir tür zehirli sumak.
poison
poi.son poy'zın isim zehir. fiil zehirlemek.
poisonous
poi.son.oussıfat zehirli.
poke about in
(bir yerde) (bir şeyi aramak veya merakını gidermek için) etrafı karıştırmak: What are you doing poking around in here? Etrafı ne karıştırıyorsun?
poke along
aylak aylak dolaşmak.
poke around in
(bir yerde) (bir şeyi aramak veya merakını gidermek için) etrafı karıştırmak: What are you doing poking around in here? Etrafı ne karıştırıyorsun?
poke fun at
(bir kimse) ile alay etmek.
poke one's nose in
-e burnunu sokmak.
poke one's nose into something
bir işe burnunu sokmak. 1010
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
poke one's nose into
-e burnunu sokmak.
poke out of
-den çıkmak.
poke sallet
konuşma dili 1. şekerciboyasının yeni çıkan yaprakları. 2. bu yapraklarla yapılan bir yemek.
poke something at
bir şeyi -e uzatmak.
poke something out
bir şeyi -den dışarı uzatmak/çıkarmak.
poke
poke pok isim konuşma dili kesekâğıdı.
pokeberry
poke.ber.ry pok'beri isim 1. şekerciboyasının meyvesi. 2. botanik şekerciboyası.
poker
pok.er po'kır isim ölçer, ocak süngüsü.
pokeweed
poke.weed pok'wid isim, botanik şekerciboyası.
poky
pok.y po'ki isim, argo hapishane, kodes.
Poland
Po.land po'lınd isim Polonya.
polar bear
kutupayısı.
polar
po.lar po'lır sıfat kutupsal, kutup: polar lights kutup ışıkları.
Polaris
Po.lar.is pılär'îs isim, gökbilim Kutupyıldızı.
polarise
po.lar.ise po'lırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız polarize
polarity
po.lar.i.ty poler'ıti isim, fizik polarite.
polarization
po.lar.iza.tionisim polarizasyon, polarma, ucaylanma.
polarize
po.lar.ize po'lırayz fiil 1. polarmak, kutuplanmak. 2. kutuplaştırmak; kutuplaşmak.
Polaroid camera
polaroit, polaroit fotoğraf makinesi.
Polaroid photograph
polaroit fotoğraf.
Polaroid
Po.lar.oid po'lıroyd isim polaroit.
pole vault
sırıkla (yüksek) atlama.
Pole
Pole pol isim Polonyalı; Leh.
polecat
pole.cat pol'kät isim kokarca, kırsansarı.
polemic
po.lem.ic pılem'îk sıfat tartışmalı. isim polemik, sert tartışma.
polemical
po.lem.ic.alsıfat tartışmalı.
polemics
po.lem.icssisim tartışma sanatı, polemik.
1011
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük polestar
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pole.star pol'star isim, gökbilim Kutupyıldızı, Demirkazık.
police commissioner
komiser, polis komiseri.
police officer
polis.
police squad
polis müfrezesi.
police station
karakol.
police
po.lice pılis' isim (police) polis. fiil polis kuvvetiyle güvenliği sağlamak.
policeman
po.lice.man pılis'mın isim (policemen) polis.
policewoman
po.lice.wom.an pılis'wûmın isim (policewomen) kadın polis.
policlinic
pol.i.clin.ic paliklîn'îk isim poliklinik.
policy
pol.i.cy pal'ısi isim siyaset, politika.
polio
po.li.o po'liyo isim çocuk felci.
poliomyelitis
po.li.o.my.e.li.tis poliyomayılay'tîs isim çocuk felci.
polish off
(işi) çabucak bitirmek. 2. (yemeği) silip süpürmek, bir çırpıda temizlemek.
polish up
iyice parlatmak. 2. çalışarak ilerletmek.
Polish
Po.lish po'lîş isim Lehçe, Polca. sıfat 1. Polonya, Polonya'ya özgü; Leh. 2. Lehçe, Polca. 3. Polonyalı; Leh.
polite
po.lite pılayt' sıfat kibar, nazik, terbiyeli.
politeness
po.lite.nessisim kibarlık, nezaket, terbiye.
politic
pol.i.tic pal'ıtîk sıfat 1. kurnaz, becerikli. 2. sağgörülü; tedbirli, ihtiyatlı. 3. politik, siyasal.
political science
siyasal bilgiler.
political
po.lit.i.cal pılît'îkıl sıfat 1. devlete veya hükümete ait. 2. politik, siyasal, siyasi.
politician
pol.i.ti.cian palıtîş'ın isim politikacı.
politics
pol.i.tics pal'ıtîks isim 1. politika, siyaset. 2. politikacılık. 3. entrikalar.
polity
pol.i.ty pal'ıti isim yönetim biçimi, hükümet şekli.
polka dot
(kumaşta) puan.
polka
pol.ka pol'kı isim polka (dans veya müzik). 1012
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük poll
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
poll pol isim 1. oylama. 2. oy sayısı. 3. anket. fiil 1. oy vermek, oyunu kullanmak. 2. oy toplamak. 3. anket yapmak.
pollen
pol.len pal'ın isim çiçektozu, polen.
pollinate
pol.li.nate pal'ıneyt fiil, botanik tozlaşmak.
pollination
pol.li.na.tionisim tozlaşma.
pollster
poll.ster pol'stır isim anketçi.
pollutant
pol.lut.ant pılu'tınt isim kirletici madde.
pollute
pol.lute pılut' fiil kirletmek.
pollution
pol.lu.tion pılu'şın isim 1. kirletme; kirlenme. 2. kirlilik.
polo
po.lo po'lo isim polo, çevgen.
poly-
poly-önek çok.
polyandrous
pol.y.an.drous paliyän'drıs sıfat çokkocalı.
polyandry
pol.y.an.dry paliyän'dri isim çokkocalılık, poliandri.
polyester
pol.y.es.ter pal'iyestır, paliyes'tır isim polyester.
polyethylene
pol.y.eth.yl.ene paliyeth'ılin isim, kimya polietilen.
polygamist
po.lyg.a.mistisim çokeşli erkek, poligam erkek.
polygamous
po.lyg.a.moussıfat çokeşli, poligam.
polygamy
po.lyg.a.my pılîg'ımi isim çokeşlilik, poligami.
polyglot
pol.y.glot pal'iglat sıfat 1. çok dil bilen, poliglot. 2. birçok dili kapsayan. isim çok dil bilen kimse.
polygon
pol.y.gon pal'igan isim, geometri çokgen, poligon.
polygynous
po.lyg.y.nous pılîc'ınıs sıfat çokkarılı.
polygyny
po.lyg.y.ny pılîc'ıni isim çokkarılılık.
polyhedral
pol.y.he.dral palihi'drıl sıfat, geometri çokyüzlü.
polyhedron
pol.y.he.dron palihi'drın isim, geometri çokyüzlü.
Polynesia
Pol.y.ne.sia palıni'qı isim Polinezya.
Polynesian
isim Polinezyalı. sıfat 1. Polinezya, Polinezya'ya özgü. 2. Polinezyalı.
polynomial
pol.y.no.mi.al palino'miyıl isim, matematik çokterimli.
polyp
pol.yp pal'îp isim, zooloji, tıbbi polip.
polyphasal
pol.y.phas.al pal'ifeyzıl sıfat, elektrik çokfazlı.
polyphase
pol.y.phase pal'ifeyz sıfat, elektrik çokfazlı. 1013
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
polyphonic
pol.y.phon.ic palîfan'îk sıfat, müzik çoksesli, polifonik.
polyphony
po.lyph.o.ny pılîf'ıni isim, müzik çokseslilik, polifoni.
polypore
pol.y.pore pal'ipor isim, botanik katranköpüğü.
polysemous
po.ly.se.mous pa'lisimıs sıfat çokanlamlı.
polysemy
po.ly.se.my pa'lisimi isim çokanlamlılık.
polytheism
pol.y.the.ism pal'ithiyîzım isim çoktanrıcılık, politeizm.
polytheist
pol.y.the.istisim çoktanrıcı, politeist.
polyurethane
pol.y.ur.e.thane paliyur'ıtheyn isim poliüretan.
polyuria
pol.y.u.ri.a paliyu'riyı isim, tıbbi sıkişeme.
pomade
po.made pomeyd', pımad' isim briyantin; pomat, merhem.
pomegranate
pome.gran.ate pam'gränît isim nar.
pommel
pom.mel p^m'ıl fiil (pommeled/pommelled, pommeling/pommelling) yumruklamak, dövmek.
pomp and circumstances
debdebe ve tantana.
pomp
pomp pamp isim tantana, debdebe, görkem.
pomposity
pom.pos.i.ty pampas'ıti isim 1. tantana, debdebe. 2. azamet, kurum.
pompous
pom.pous pam'pıs sıfat 1. azametli, kurumlu, gururlu. 2. gösterişli, görkemli, saltanatlı. 3. süslü.
pond lily
nilüfer.
pond
pond pand isim gölcük, gölet; havuz.
ponder
pon.der pan'dır fiil düşünüp taşınmak, zihninde tartmak, uzun uzun düşünmek.
ponderous
pon.der.ous pan'dırıs sıfat 1. ağır, hantal. 2. sıkıcı, tatsız.
ponderously
pon.der.ous.lyzarf 1. ağır ağır. 2. sıkıcı bir şekilde.
pontiff
pon.tiff pan'tîf isim 1. papa. 2. piskopos.
pontoon bridge
dubalı köprü.
pontoon
pon.toon pantun' isim duba, tombaz.
pony
po.ny po'ni isim midilli.
pooch
pooch puç isim, argo it.
poodle
poo.dle pu'dıl isim kaniş.
pooh-pooh
pooh-pooh pu'pu' fiil, konuşma dili hafife almak. 1014
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pool hall
bilardo salonu.
pool
pool pul isim 1. iskambil oyunları ortaya konulan para. 2. on beş top ile oynanan bir çeşit bilardo. 3. ticaret rekabeti önlemek için fiyatları kontrol altında tutan tüccarlar birliği. 4. çalışma grubu, ekip. fiil 1. ticaret (ortak fona) koymak. 2. bir araya getirmek, birleştirmek.
poolroom
pool.room pul'rum isim bilardo salonu.
poop deck
kıç kasarası.
poop
poop pup isim, argo haber, bilgi, malumat.
pooped
poop.edsıfat bitkin, bitap, takati kesilmiş.
poo-poo
poo-poo pu'pu' isim, çocuk dili kaka. fiil, çocuk dili kaka yapmak; on -i kakalamak, -e kaka yapmak.
poor fellow
zavallı adam.
Poor fellow!
Vah zavallı!
poor sport
mızıkçı.
poor
poor pûr sıfat 1. yoksul, fakir. 2. zayıf. 3. az. 4. kuvvetsiz. 5. verimsiz, kısır. 6. zavallı, biçare. 7. kötü, adi. isim bakınız the poor
poorly
poor.lyzarf kötü bir şekilde; başarısızlıkla.
pop in
uğramak.
pop out
ağızdan kaçmak. 2. fırlamak.
pop the question
konuşma dili evlenme teklif etmek.
pop
pop pap isim 1. patlama sesi. 2. gazoz. fiil (popped, popping) 1. patlamak; patlatmak. 2. (mısır) patlatmak.
popcorn
pop.corn pap'kôrn isim 1. patlamış mısır. 2. cinmısırı.
pope
pope pop isim papa.
popeyed
pop.eyed pap'ayd sıfat patlak gözlü.
poplar
pop.lar pap'lır isim kavak.
poplin
pop.lin pap'lîn isim poplin.
poppy seed
haşhaş tohumu.
poppy
pop.py pap'i isim, botanik gelincik; haşhaş.
poppycock
pop.py.cock pap'ikak isim, konuşma dili saçma, saçmalık, zırva. 1015
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
populace
pop.u.lace pap'yılîs isim halk, kitle.
popular
pop.u.lar pap'yılır sıfat 1. popüler, herkesçe sevilen. 2. halka özgü; halk: the popular vote halkoyu. 3. genel, yaygın. 4. herkesçe anlaşılabilir. 5. halkın kesesine elverişli, ucuz.
popularise
pop.u.lar.ise pap'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız popularize
popularity
pop.u.lar.i.ty papyıler'ıti isim popülerlik, popülarite.
popularize
pop.u.lar.ize pap'yılırayz fiil 1. popülerleştirmek. 2. herkesin anlayacağı şekle sokmak.
populate
pop.u.late pap'yıleyt fiil 1. nüfuslandırmak, şeneltmek. 2. yaşamak, oturmak.
population explosion
nüfus patlaması.
population
pop.u.la.tion papyıley'şın isim nüfus.
populous
pop.u.lous pap'yılıs sıfat yoğun nüfuslu, kalabalık.
porcelain
por.ce.lain pôr'sılîn, pôrs'lîn sıfat porselen.
porch
porch pôrç isim 1. sundurma. 2. veranda.
porcupine
por.cu.pine pôr'kyıpayn isim oklukirpi.
pore fungus
botanik katranköpüğü.
pore mushroom
botanik katranköpüğü.
pore
pore pôr isim gözenek.
pork sausage
domuz sosisi.
pork
pork pôrk isim domuz eti.
porn
porn pôrn isim, konuşma dili pornografi.
porno
por.no pôr'nô isim, konuşma dili pornografi.
pornographic
por.no.graph.ic pôrnıgräf'îk sıfat pornografik, müstehcen.
pornography
por.nog.ra.phy pôrnag'rıfi isim pornografi.
porosity
po.ros.i.ty pôras'ıti isim gözeneklilik, porozite.
porous plaster
yakı.
porous
po.rous pôr'ıs sıfat gözenekli.
porphyry
por.phy.ry pôr'fıri isim porfir, somaki.
porpoise
por.poise pôr'pıs isim 1. domuzbalığı. 2. yunusbalığı.
1016
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük porridge
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
por.ridge pôr'îc isim, İngiliz İngilizcesi su veya sütle pişirilen lapa.
port authority
liman idaresi.
port of call
denizcilikle ilgili uğranılacak liman.
port of entry
giriş limanı. 2. gümrük kapısı.
port
port pôrt isim porto şarabı.
portable
port.a.ble pôr'tıbıl sıfat taşınabilir, portatif.
portal
por.tal pôr'tıl isim ana kapı.
portend
por.tend pôrtend' fiil (kötü bir olayı) önceden haber vermek, (olumsuz bir şeyin) habercisi olmak.
portent
por.tent pôr'tent isim 1. belirti, işaret, haberci. 2. mucize, harika.
porter
por.ter pôr'tır isim hamal, taşıyıcı, yükçü.
porterage
por.ter.ageisim 1. hamallık. 2. hamal ücreti.
portfolio
port.fo.li.o pôrtfo'liyo isim 1. evrak çantası. 2. makam, görev. 3. borsa portföy.
porthole
port.hole pôrt'hol isim 1. denizcilikle ilgili lomboz. 2. kale mazgalı.
portion
por.tion pôr'şın isim 1. kısım, parça, bölüm, cüz. 2. porsiyon, bir tabak yemek. 3. pay, hisse. 4. kader, nasip. fiil out -i bölüştürmek.
portly
port.ly pôrt'li sıfat iri yapılı, cüsseli, şişman.
Porto Rican
Por.to Ri.can pôr'tı ri'kın bakınız Puerto Rican
Porto Rico
Por.to Ri.co pôr'tı ri'ko bakınız Puerto Rico
portrait painter
portre ressamı.
portrait
por.trait pôr'trît isim portre.
portray
por.tray pôrtrey' fiil 1. resmetmek, resmini yapmak. 2. betimlemek, tanımlamak.
portrayal
por.tray.alisim 1. resmetme. 2. betimleme.
Portugal
Por.tu.gal pôr'çıgıl isim Portekiz.
Portuguese man-of-war
(birkaç tür) renkli ve büyük medüz/denizanası.
Portuguese
Por.tu.guese pôr'çıgiz isim (Portuguese) 1. Portekizli. 2. Portekizce. sıfat 1. Portekiz, Portekiz'e özgü. 2. Portekizce. 3. Portekizli. 1017
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pos.
pos.kısaltma «position» positive possessive
pose as
kendine ... süsü vermek, ... kılığına girmek: The burglar, posing as a policeman, knocked on the door. Hırsız kendine polis süsü vererek kapıyı çaldı.
pose
pose poz isim 1. poz, duruş. 2. tavır; yapmacık tavır. fiil 1. poz vermek. 2. ortaya (bir soru) atmak. 3. (sorun) yaratmak. 4. yerleşmek; yerleştirmek.
poseur
po.seur pozır' isim pozcu.
posh
posh paş sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili lüks; şık, modaya uygun.
position oneself to do something
-e uygun pozisyona girmek: The football player positioned himself for a goal. Futbolcu gol pozisyonuna girdi. 2. (bir şey yapabilmek için) zemin hazırlamak: He is positioning himself to become president. Cumhurbaşkanı seçilebilmek için kendine zemin hazırlıyor.
position
po.si.tion pızîş'ın isim 1. yer, mevki. 2. durum, vaziyet, pozisyon. 3. tutum, görüş. 4. konum. 5. toplumsal durum, sosyal pozisyon. 6. duruş. 7. askeri mevzi. 8. iş, görev, memuriyet. fiil 1. yerleştirmek. 2. (bir yerde) durmak: He positioned himself next to the window. Pencerenin önünde durdu.
positive sign
toplama işareti, artı işareti (+).
positive
pos.i.tive paz'ıtîv sıfat 1. kesin, mutlak: positive proof kesin delil. 2. olumlu, pozitif: a positive development olumlu bir gelişme. 3. gerçek: a positive difference gerçek bir fark. 4. belli, açık: It's positive that she was mistaken. Yanıldığı belli. 5. emin: Are you positive? Emin misin? 6. tam: a positive nuisance tam bir bela. 7. fotoğrafçılık pozitif. 8. kimya artı, pozitif. 9. dilbilgisi olumlu. isim 1. pozitif resim. 2. kesin şey, kati şey.
positivism
pos.i.tiv.ism paz'ıtîvîzım isim, felsefe pozitivizm, olguculuk.
1018
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük positivist
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pos.i.tiv.ist paz'ıtîvîst isim, sıfat, felsefe pozitivist, olgucu.
possess
pos.sess pızes' fiil 1. sahip olmak, -si olmak: He possesses two cars. İki arabası var. 2. hükmetmek.
possessed
pos.sess.edsıfat 1. sahipli. 2. soğukkanlı. 3. mecnun. 4. çılgın.
Possession is nine points of the law. hukuk Zilyetlik mülkiyet hakkının en büyük delilidir. possession
pos.ses.sion pızeş'ın isim 1. iyelik, sahip olma. 2. çoğul servet, mal mülk. 3. cin çarpması, cinnet, delilik.
possessive case
dilbilgisi -in hali, genitif.
possessive pronoun
dilbilgisi iyelik zamiri.
possessive
pos.ses.sive pızes'îv sıfat 1. iyelik gösteren, iyelik .... 2. paylaşmak istemeyen.
possessor
pos.ses.sor pızes'ır isim mal sahibi.
possibility
pos.si.bil.i.ty pasıbîl'ıti isim 1. olanak, imkân. 2. gerçekleşmesi mümkün olan olay.
possible
pos.si.ble pas'ıbıl sıfat olası, mümkün, imkân dahilinde, muhtemel.
possibly
zarf belki, olabilir.
possum
pos.sum pas'ım isim, konuşma dili opossum, sarig. fiil, konuşma dili 1. uyur gibi yapmak. 2. ölü numarası yapmak.
post office
postane.
post-
post-önek sonra.
postage due
taksa.
postage stamp
posta pulu.
postage
post.age pos'tîc isim posta ücreti.
postage-due stamp
taksa pulu.
postal clerk
postane memuru.
postal money
posta havalesi.
postal order
posta havalesi.
postal
post.al pos'tıl sıfat postayla ilgili.
postcard
post.card post'kard isim kartpostal.
postdate
post.date post'deyt fiil üzerine ileri bir tarih atmak. 1019
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
postdated check
ticaret vadeli çek.
poster
post.er pos'tır isim poster, afiş.
posterior
pos.te.ri.or pastîr'iyır sıfat 1. sonra gelen, sonraki. 2. gerideki. 3. anatomi kıça yakın. isim kıç, popo, kaba etler.
posterity
pos.ter.i.ty paster'ıti isim 1. döl, soy. 2. gelecek kuşaklar.
post-free
post-free post'fri sıfat 1. posta ücretine tabi olmayan. 2. İngiliz İngilizcesi posta ücreti ödenmiş.
postgraduate
post.grad.u.ate postgräc'uwît sıfat üniversite sonrası öğrenimle ilgili. isim master ya da doktora öğrencisi.
posthaste
post.haste post'heyst' zarf büyük bir hızla, çok acele.
posthumous
post.hu.mous pas'çımıs sıfat 1. babasının ölümünden sonra doğmuş. 2. yazarın ölümünden sonra yayımlanmış. 3. bir kimsenin ölümünden sonra olan.
posthumously
post.hu.mous.lyzarf ölümden sonra.
postman
post.man post'mın isim (postmen) postacı.
postmark
post.mark post'mark isim posta damgası.
postmaster
post.mas.ter post'mästır isim postane müdürü.
postmistress
post.mis.tress post'mîstrıs isim postane müdiresi.
postmortem
post.mor.tem postmôr'tım sıfat öldükten sonraki, ölüm sonrası. isim otopsi.
postnatal
post.na.tal post'ney'tıl sıfat doğum sonrası.
post-office box
posta kutusu.
postpaid
post.paid post'peyd' sıfat, zarf posta ücreti ödenmiş (olarak).
postpartum
post.par.tum post'par'tım sıfat doğum sonrası.
postpone
post.pone postpon' fiil ertelemek.
postponement
isim erteleme.
postscript
post.script post'skrîpt isim not, dipnot.
postulate
pos.tu.late pas'çılît isim, mantık, matematik postulat, konut, koyut. fiil farzetmek, varsaymak.
posture
pos.ture pas'çır isim 1. duruş, poz. 2. durum, hal. 3. tutum, tavır. 1020
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pot pat isim 1. toprak kap, çömlek. 2. tencere. 3. argo haşiş. 4. göbek. 5. bir kap dolusu: a pot of tea bir çaydanlık dolusu çay. a pot of soup bir tencere çorba. 6. kumarda bir oyunda ortaya konan toplam para. 7. argo klozet.
potable
po.ta.ble po'tıbıl sıfat içilebilir.
potassium
po.tas.si.um pıtäs'iyım isim, kimya potasyum.
potato chip
cips.
potato
po.ta.to pıtey'to isim (potatoes) patates.
potbellied
sıfat şişman göbekli, göbekli.
potbelly
pot.bel.ly pat'beli isim 1. konuşma dili şişman göbek, göbek. 2. bir tür soba.
potency
po.ten.cy po'tınsi isim 1. kuvvet, güç. 2. etki. 3. yetki. 4. nüfuz. 5. cinsel güç, iktidar.
potent
po.tent po'tınt sıfat 1. kuvvetli, güçlü. 2. etkili. 3. yetkili. 4. nüfuzlu. 5. cinsel iktidarı olan.
potentate
po.ten.tate po'tınteyt isim 1. hükümdar, kral. 2. büyük yetki sahibi, otorite.
potential energy
fizik gizilgüç.
potential
po.ten.tial pıten'şıl sıfat 1. olası, muhtemel. 2. fizik gizil, potansiyel. isim potansiyel.
potentially
po.ten.tial.lyzarf potansiyel olarak: That man is potentially dangerous. O adam tehlikeli olabilir.
pothole
pot.hole pat'hol isim (yol yüzeyinde arabaların yol açtığı) çukur.
potion
po.tion po'şın isim 1. ilaç dozu. 2. iksir.
potpourri
pot.pour.ri po'pıri' isim 1. çeşitli çiçeklerin güzel kokulu yapraklarıyla baharattan oluşan ve kavanozda saklanan bir karışım. 2. birbirinden epey farklı şeylerden oluşan karışım. 3. müzik potpuri.
potsherd
pot.sherd pat'şırd isim kırık çömlek parçası.
potshot
isim rasgele vuruş.
potter
pot.ter pat'ır fiil bakınız putter
potter's clay
çömlek çamuru. 1021
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
potter's wheel
çömlekçi çarkı.
pottery
pot.ter.y pat'ıri isim 1. çanak çömlek. 2. çömlek imalathanesi. 3. çömlekçilik.
potty chair
lazımlıklı iskemle.
potty
pot.ty pat'i isim, çocuk dili 1. lazımlık. 2. klozet. sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili deli, çatlak.
pouch
pouch pauç isim 1. kese, torba. 2. göz altında oluşan torbamsı şişlik. 3. zooloji kese. 4. zooloji avurt.
poulter
poul.ter pol'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız poulterer
poulterer
poul.ter.er pol'tırır isim, İngiliz İngilizcesi 1. kümes hayvanlarının etini satan kasap. 2. kümes hayvanlarını yetiştirip satan kimse.
poultice
poul.tice pol'tîs isim yara lapası.
poultry
poul.try pol'tri isim 1. kümes hayvanları. 2. kümes hayvanlarının eti.
poultryman
poul.try.man pol'trimın isim (poultrymen) 1. kümes hayvanlarının etini satan kasap. 2. kümes hayvanlarını yetiştirip satan adam.
pounce
pounce pauns isim saldırma, atılma. fiil at/on/upon birden üstüne atılmak.
pound sterling
İngiliz İngilizcesi sterlin, pound, İngiliz lirası.
pound
pound paund fiil 1. vurmak, dövmek. 2. yumruklamak. 3. (gemi) dalgaya çarpmak. 4. (kalp) küt küt atmak. 5. ağır adımlarla yürümek.
pour cold water on
.. umudunu söndürmeye çalışmak, ... hevesini kırmaya çalışmak.
pour oil on troubled waters
heyecanı yatıştırmak.
pour
pour pôr fiil 1. dökmek, akıtmak; dökülmek, akmak. 2. bardaktan boşanırcasına yağmak.
pout
pout paut fiil surat asmak, somurtmak. isim surat asma, somurtma.
poverty
pov.er.ty pav'ırti isim 1. yoksulluk, fakirlik, ihtiyaç. 2. yetersizlik, eksiklik.
poverty-stricken
sıfat çok fakir, yoksul. 1022
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
POW
POW pi'o'd^b'ılyu kısaltma Prisoner of War
powder flask
barutluk.
powder horn
barutluk.
powder puff
pudra ponponu.
powder room
bayanlara ait tuvalet.
powder
pow.der pau'dır isim 1. toz. 2. pudra. 3. barut. fiil 1. pudralamak. 2. toz haline getirmek; toz haline gelmek.
powdered milk
süttozu.
powdered sugar
pudraşeker, pudraşekeri.
powdery
pow.derysıfat 1. toz gibi. 2. tozlu.
power of attorney
vekâlet, temsil yetkisi, vekâletname.
power of life and death
idam etme veya af yetkisi.
power plant
elektrik santralı.
power politics
kuvvet politikası.
power station
elektrik santralı.
power
pow.er pau'wır isim 1. güç, kuvvet: physical power fiziksel güç. 2. yetenek: the power to learn öğrenme yeteneği. 3. etki: The medicine has lost its power. İlaç etkisini kaybetti. 4. nüfuz: His power in political circles is limited. Siyasi çevrelerdeki nüfuzu sınırlı. 5. yetki: the power to hire and fire işe alma ve işten çıkarma yetkisi. 6. matematik üs, üst: raise to the tenth power onuncu üse çıkarmak.
powerful
pow.er.fulsıfat 1. güçlü, kuvvetli. 2. etkili. 3. nüfuzlu.
powerless
pow.er.lesssıfat 1. güçsüz, kuvvetsiz. 2. çaresiz. 3. beceriksiz.
powwow
pow.wow pau'wau isim, konuşma dili toplantı; görüşme. fiil görüşmek, konuşmak.
pp.
pp.kısaltma pages pianissimo
PR
PR pi'ar' kısaltma public relations
practicability
prac.ti.ca.bil.i.ty präktîkıbîl'ıti isim yapılabilirlik, uygulanabilirlik.
practicable
prac.ti.ca.ble präk'tîkıbıl sıfat 1. yapılabilir, uygulanabilir. 2. kullanışlı, elverişli. 1023
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
practical joke
eşek şakası.
practical
prac.ti.cal präk'tîkıl sıfat 1. pratik, kullanışlı, elverişli. 2. pratik, uygulamalı, tatbiki. 3. pratik (kimse).
practicality
prac.ti.cal.i.ty präktîkäl'ıti isim pratiklik.
practically
prac.ti.cal.lyzarf 1. gerçekte. 2. hemen hemen. 3. pratik olarak.
Practice makes perfect.
Meşk kemale erdirir.
Practice what you preach.
Davranışlarınız sözlerinize uysun.
practice
prac.tice präk'tîs isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız practice
practiced
prac.ticedsıfat deneyimli, tecrübeli.
practitioner
prac.ti.tion.er präktîş'ınır isim pratisyen.
pragmatic
prag.mat.ic prägmät'îk sıfat pragmatik.
pragmatism
prag.ma.tism präg'mıtîzım isim pragmacılık, pragmatizm.
pragmatist
isim pragmacı, pragmatist.
prairie
prai.rie prer'i isim (ağaçsız, otlarla kaplı, geniş) düzlük, ova.
praise someone to the skies
birini göklere çıkarmak, birini aşırı derecede övmek.
praise
praise preyz fiil 1. övmek, methetmek. 2. hamdetmek, şükretmek. isim övgü.
praiseworthy
sıfat övülmeye değer.
pram
pram präm isim çocuk arabası.
prance
prance präns fiil (at) sıçrayıp oynamak; (atı) sıçratıp oynatmak.
prank
prank prängk isim eşek şakası; oyun.
prate
prate preyt fiil gevezelik etmek. isim gevezelik.
prattle
prat.tle prät'ıl fiil 1. çocukça konuşmak. 2. gevezelik etmek. isim çocukça konuşma.
prawn
prawn prôn isim, İngiliz İngilizcesi karides.
pray
pray prey fiil 1. dua etmek. 2. namaz kılmak.
prayer beads
tespih.
prayer book
dua kitabı.
prayer meeting
dua meclisi. 1024
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prayer rug
seccade.
prayer
prayer prer isim 1. dua. 2. namaz.
praying mantis
peygamberdevesi.
pre-
pre-önek önce, ön.
preach against
aleyhinde va'zetmek.
preach to
-e va'zetmek.
preach
preach priç fiil vaaz vermek.
preacher
preach.erisim vaiz.
preamble
pre.am.ble pri'yämbıl isim başlangıç, önsöz.
preanimism
pre.an.i.mism priyän'ımîzım isim preanimizm.
prearrange
pre.ar.range priyıreync' fiil önceden düzenlemek.
precarious
pre.car.i.ous priker'iyıs sıfat 1. güvenilmez. 2. kararsız, şüpheli. 3. nazik, tehlikeli, rizikolu.
precariously
pre.car.i.ous.lyzarf tehlikeli bir şekilde.
precaution
pre.cau.tion prikô'şın isim önlem, tedbir.
precede
pre.cede prîsid' fiil -den önde olmak, -den önce gelmek.
precedence
prec.e.dence pres'ıdıns, prîsid'ıns isim 1. önce gelme. 2. üstünlük. 3. önce olma.
precedent
prec.e.dent pres'ıdınt isim örnek.
preceding
pre.ced.ing prîsi'dîng sıfat -den önceki; önde bulunan.
precept
pre.cept pri'sept isim 1. emir. 2. ahlaki kural, ilke. 3. yönerge.
precinct
pre.cinct pri'sîngkt isim 1. bölge, yöre. 2. çevre. 3. seçim bölgesi.
precious metals
(altın, gümüş, platin gibi) kıymetli madenler.
precious stone
kıymetli taş, mücevher.
precious
pre.cious preş'ıs sıfat 1. değerli, kıymetli. 2. çok pahalı. 3. aziz. 4. fazla nazik. 5. konuşma dili rezil. zarf, konuşma dili çok, pek: There is precious little time left. Çok az zaman kaldı.
precipice
prec.i.pice pres'îpîs isim 1. uçurum. 2. sarp kayalık.
precipitant
pre.cip.i.tant prisîp'ıtınt isim, kimya çökeltici, çöktürücü. sıfat bakınız precipitate 1025
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük precipitate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pre.cip.i.tate prîsîp'ıtît, prîsîp'ıteyt isim, kimya çökelti, çökel. sıfat 1. aceleci. 2. düşüncesiz. 3. aceleyle yapılan. 4. ani.
precipitation
pre.cip.i.ta.tion prîsîpıtey'şın isim 1. yağış. 2. kimya çökelme; çökeltme.
precipitous
pre.cip.i.tous prîsîp'ıtıs sıfat 1. dik, sarp. 2. atılgan, aceleci.
précis
pré.cis prey'si isim özet.
precise
pre.cise prîsays' sıfat 1. tam, kesin: a precise definition of the word sözcüğün tam karşılığı. at the precise moment of his arrival tam geldiği anda. 2. çok dikkatli, titiz (kimse). 3. titizlikle yapılmış (iş). 4. dakik (saat). 5. hassas (alet).
precision
pre.ci.sion prîsîq'ın isim 1. kesinlik. 2. doğruluk. 3. açıklık. sıfat hassas: a precision instrument hassas bir alet.
preclude
pre.clude priklud' fiil 1. olanaksızlaştırmak, imkânsızlaştırmak, engellemek. 2. dışarıda bırakmak.
precocious
pre.co.cious prîko'şıs sıfat erken gelişmiş.
preconceived
pre.con.ceived prikınsivd' sıfat önyargılı.
preconception
pre.con.cep.tion prikınsep'şın isim önyargı.
precondition
pre.con.di.tion prikındîş'ın isim önkoşul.
precursor
pre.cur.sor prikır'sır isim haberci, müqdeci.
predate
pre.date prideyt' fiil 1. erken tarih atmak. 2. daha önce gelmek.
predator
pred.a.tor pred'îtır isim yırtıcı hayvan.
predatory
pred.a.to.ry pred'ıtôri sıfat 1. yırtıcı: predatory animal yırtıcı hayvan. 2. çapulcu, yağmacı: a predatory tribe çapulcu bir kabile.
predecessor
pred.e.ces.sor pred'ısesır isim 1. öncel, selef. 2. ata, cet.
predestination
pre.des.ti.na.tion pridestıney'şın isim 1. Allahın, kişinin cennete veya cehenneme gideceğini doğmadan önce tayin etmesi. 2. Allahın, kişinin hayatıyla ilgili her şeyi önceden tayin etmesi, öncel belirleme. 3. takdiri ilahi. 1026
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük predestine
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pre.des.tine prides'tîn fiil 1. (for) (birinin) (cennete veya cehenneme gideceğini) önceden tayin etmek. 2. (birinin) (yaşarken başına gelecekleri) önceden tayin etmek.
predetermine
pre.de.ter.mine pridîtır'mîn fiil 1. önceden belirtmek. 2. önceden kararlaştırmak.
predicament
pre.dic.a.ment pridîk'ımınt isim 1. kötü durum, bela. 2. durum, hal, vaziyet.
predicate on
-e dayandırmak.
predicate
pred.i.cate pred'îkît isim, dilbilgisi, mantık yüklem. sıfat yüklemle ilgili.
predict
pre.dict prîdîkt' fiil 1. önceden söylemek: That economist predicted the present recession. O ekonomist şimdiki durgunluğun olacağını önceden söylemişti. 2. -e dair/hakkında kehanette bulunmak: The fortune-teller predicted that she would marry young. Falcı genç yaşta evleneceğine dair kehanette bulundu.
predilection
pre.di.lec.tion predîlek'şın, pridîlek'şın isim yeğleme, tercih.
predispose
pre.dis.pose pridîspoz' fiil 1. to -e önceden hazırlamak. 2. to -e yatkınlaştırmak.
predisposition
pre.dis.po.si.tion pridîspızîş'ın isim to/towards -e yatkınlık, -e eğilim.
predominant
pre.dom.i.nant pridam'ınınt sıfat 1. çoğunlukta olan. 2. ağır basan, hâkim olan: the predominant color hâkim olan renk. 3. en nüfuzlu: the predominant group in the meeting toplantıdaki en nüfuzlu grup. 4. en etkili.
predominantly
pre.dom.i.nant.lyzarf genelde, çoğu: The representatives were predominantly European. Temsilcilerin çoğu Avrupalıydı.
predominate
pre.dom.i.nate pridam'ıneyt fiil 1. (sayı, nüfuz, kuvvet, etki veya derece açısından) üstün olmak. 2. hâkim olmak. 3. galip gelmek.
preeminence
pre.em.i.nenceisim üstünlük. 1027
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
preeminent
pre.em.i.nent priyem'ınınt sıfat üstün, seçkin.
preempt
pre.empt priyempt' fiil 1. önceden ayırmak. 2. herkesten önce satın almak.
preemption
pre.emp.tion priyemp'şın isim herkesten önce satın alma hakkı, önalım hakkı; önalım.
preemptive strike
karşı tarafın muhtemel saldırısına karşı önceden yapılan saldırı.
preemptive
pre.emp.tivesıfat önceden satın alma hakkı olan.
preen oneself
saçını başını özenle düzeltmek.
preen
preen prin fiil 1. (kuş) gagasıyla (tüylerini) düzeltmek; gagasıyla tüylerini düzeltmek. 2. (kedi, köpek v.b.) (tüylerini) yalamak; tüylerini yalamak. 3. saçını başını özenle düzeltmek.
preexist
pre.ex.ist priyîgzîst' fiil önceden var olmak.
pref.
pref.kısaltma «preface» prefix
prefab
pre.fab prifäb' isim, konuşma dili prefabrik yapı.
prefabricate
pre.fab.ri.cate prifäb'rıkeyt fiil parçalarını önceden hazırlamak.
prefabricated
pre.fab.ri.catedsıfat prefabrik, prefabrike.
prefabrication
pre.fab.ri.ca.tion prifäbrîkey'şın isim prefabrikasyon.
preface
pref.ace pref'îs isim önsöz. fiil 1. önsöz ile başlamak. 2. önsözünü yazmak.
prefatory
pref.a.to.ry pref'ıtôri sıfat önsöz niteliğindeki.
prefer
pre.fer prîfır' fiil (preferred, preferring) 1. yeğlemek, tercih etmek. 2. hukuk sunmak, arzetmek.
preferable
pref.er.a.ble pref'ırıbıl sıfat tercih edilir, daha iyi.
preferably
pref.er.a.blyzarf tercihen.
preference
pref.er.ence pref'ırıns isim 1. yeğleme, tercih. 2. tercih edilen şey.
preferential
pref.er.en.tial prefıren'şıl sıfat tercihli; ayrıcalıklı.
preferred stock
ticaret tercihli hisse senedi.
prefix
pre.fix prifîks' fiil (sözcük başına) önek koymak. isim (pri'fîks) önek.
pregnancy
preg.nancyisim hamilelik, gebelik. 1028
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pregnant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
preg.nant preg'nınt sıfat 1. hamile, gebe. 2. with ile dolu. 3. anlamlı.
preheat
pre.heat prihit' fiil önceden ısıtmak.
prehistoric
pre.his.tor.ic prihîstôr'îk sıfat tarihöncesi, tarihten önceki, prehistorik.
prehistory
pre.his.to.ry prihîs'tıri isim tarihöncesi, prehistorya.
prejudge
pre.judge pric^c' fiil önceden hüküm vermek.
prejudice against
-e karşı önyargı.
prejudice in favor of
-in lehine önyargı.
prejudice
prej.u.dice prec'ıdîs isim 1. önyargı. 2. kayırma, taraf tutma, tarafgirlik. 3. zarar, ziyan. fiil 1. haksız hüküm verdirmek. 2. zarara uğratmak.
prejudicial
prej.u.di.cial precıdîş'ıl sıfat bakınız be prequdicial to
preliminary
pre.lim.i.nar.y prîlîm'ıneri sıfat hazırlayıcı, ilk, ön. isim, çoğul 1. başlangıç, ön hazırlık. 2. eleme maçı. 3. ön sınav, yeterlik sınavı.
prelude
prel.ude prel'yud, pri'lud isim 1. başlangıç, giriş. 2. müzik prelüd.
premature
pre.ma.ture primıtûr', primıçûr' sıfat 1. zamanından önce olan veya gelişen, erken. 2. mevsimsiz, zamansız. 3. erken doğmuş, prematüre (bebek).
prematurely
pre.ma.ture.lyzarf zamanından önce, mevsimsiz olarak, erken.
premeditate
pre.med.i.tate primed'ıteyt fiil önceden tasarlamak.
premeditated
pre.med.i.tatedsıfat önceden tasarlanmış.
premier
pre.mier prîmir', prîmyir', [İngiliz İngilizcesi] prem'yır sıfat 1. birinci, ilk. 2. baş, asıl. isim başbakan.
premiere
pre.miere prîmir' isim gala.
premiership
isim başbakanlık.
premise
prem.ise prem'îs isim, mantık öncül; terim.
premises
prem.is.es prem'îsîz isim (bir kurum veya kişiye ait) bina/arazi.
premiss
prem.iss prem'îs isim, mantık öncül; terim.
1029
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük premium
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pre.mi.um pri'miyım isim 1. prim. 2. ödül. 3. ikramiye. 4. sigorta primi. 5. ticaret acyo, prim.
premonition
pre.mo.ni.tion primınîş'ın, premınîş'ın isim 1. önsezi. 2. uyarma.
prenatal
pre.na.tal priney'tıl sıfat doğum öncesi.
preoccupation
pre.oc.cu.pa.tionisim with zihni ... ile meşgul olma.
preoccupy
pre.oc.cu.py priyak'yıpay fiil zihnini meşgul etmek.
prep school
kolej, özel ortaokul ve lise. 2. İngiliz İngilizcesi koleje hazırlayan özel okul.
prep
prep prep sıfat, konuşma dili hazırlayıcı, hazırlık. isim, İngiliz İngilizcesi ev ödevi.
prepaid
pre.paid pripeyd' fiil bakınız prepay
preparation
prep.a.ra.tion prepırey'şın isim 1. hazırlama. 2. hazırlık. 3. preparat, hazır ilaç.
preparative
pre.par.a.tive prîper'ıtîv sıfat hazırlayıcı. isim hazırlayıcı şey.
preparatory school
kolej, özel ortaokul ve lise.
preparatory to sending it
gönderilmesi için hazırlık olarak.
preparatory
pre.par.a.to.ry prîper'ıtôri sıfat hazırlayıcı, hazırlık.
prepare for the worst
en kötü ihtimale karşı hazırlanmak.
prepare
pre.pare prîper' fiil 1. hazırlamak; hazırlanmak. 2. düzenlemek. 3. donatmak. 4. yapmak.
preparedness
pre.par.ed.ness prîper'îdnîs, prîperd'nîs isim hazırlık, hazır olma.
prepay
pre.pay pripey' fiil (prepaid) parasını önceden vermek, peşin ödemek.
prepayment
pre.pay.mentisim peşin ödeme.
preponderance
pre.pon.der.anceisim çoğunluk, üstünlük.
preponderancy
pre.pon.der.ancyisim çoğunluk, üstünlük.
preponderant
pre.pon.der.antsıfat 1. ağır basan, üstün gelen, baskın çıkan. 2. hâkim olan.
preponderate
pre.pon.der.ate prîpan'dıreyt fiil 1. ağır basmak, üstün gelmek, baskın çıkmak. 2. hâkim olmak. 1030
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
preposition
prep.o.si.tion prepızîş'ın isim edat, ilgeç.
prepositional phrase
edat ve isimden oluşan söz öbeği.
prepossess
pre.pos.sess pripızes' fiil 1. olumlu bir şekilde etkilemek. 2. zihnini meşgul etmek.
prepossessing
pre.pos.sess.ing pripızes'îng sıfat çekici, alımlı.
preposterous
pre.pos.ter.ous pripas'tırıs sıfat akıl almaz, inanılmaz, saçma, abes.
preposterously
pre.pos.ter.ous.lyzarf mantıksızca.
prepuce
pre.puce pri'pyus isim, anatomi sünnet derisi.
prereligion
pre.re.li.gion pririlîc'ın isim dinöncesi.
prerequisite
pre.rej.ui.site prirek'wızît sıfat önceden gerekli olan. isim önceden gerekli olan şey.
prerogative
pre.rog.a.tive prirag'ıtîv isim ayrıcalık, yetki, hak.
presage
pres.age pres'îc, priseyc' fiil -i göstermek, -e işaret etmek, -in habercisi olmak.
presbyope
pres.by.ope prez'biyop, pres'biyop isim, tıbbi presbit.
presbyopia
pres.by.o.pi.a prezbiyo'piyı, presbiyo'piyı isim, tıbbi presbitlik.
presbyopic
pres.by.op.ic prezbiyap'îk, presbiyap'îk sıfat presbit.
preschool
pre.school pri'skul' sıfat okulöncesi.
prescience
pre.sci.ence pri'şiyıns, preş'iyıns isim ileri görüş.
prescient
pre.sci.ent pri'şiyınt, preş'iyınt sıfat ileri görüşlü.
prescribe
pre.scribe prîskrayb' fiil 1. emretmek. 2. (ilaç) vermek. 3. reçete yazmak.
prescription
pre.scrip.tion priskrîp'şın isim 1. emir. 2. tıbbi reçete.
presence of mind
konuşma dili (zor bir dudumda kullanılan) akıl: She had the presence of mind to get under the table. Masanın altına girmeyi akıl etti.
presence
pres.ence prez'ıns isim huzur, hazır bulunma, varlık. Your presence is requested. Hazır bulunmanız rica olunur.
present a bold front
cesaret göstermek, yürekli gözükmek.
present an appearance
görünmek.
present one's compliments
saygılarını sunmak. 1031
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
present participle
durum ortacı, faaliyet ismi.
present some difficulty
güçlük çıkarmak.
present someone with
birini ... ile karşı karşıya bırakmak: His sudden resignation presented us with a problem. Ani istifası bizi bir problemle karşı karşıya bıraktı.
present
pre.sent prîzent' fiil 1. sunmak, arz etmek: present a petition dilekçe sunmak. 2. takdim etmek: He presented me to the jueen. Beni kraliçeye takdim etti. 3. (film) göstermek. 4. (oyun) sunmak.
presentable
pre.sent.a.ble prîzen'tıbıl sıfat prezantabl: I went upstairs to make myself presentable before the guests arrived. Misafirler gelmeden önce yukarı çıkıp kendime çekidüzen verdim.
presentation
pres.en.ta.tion prezıntey'şın, prîzıntey'şın isim 1. sunma, sunuş, takdim; sunulma. 2. takdim etme; takdim edilme. 3. gösterme; gösterilme. 4. temsil, oyun.
present-day
pres.ent-day prez'ıntdey' sıfat şimdiki, günümüzün.
presentiment
pre.sen.ti.ment prizen'tımınt isim önsezi.
presently
pres.ent.ly prez'ıntli zarf 1. birazdan, yakında. 2. şimdi, şu anda.
preservation
pres.er.va.tion prezırvey'şın isim 1. saklama; saklanma. 2. koruma; korunma.
preservative
pre.serv.a.tive prîzır'vıtîv sıfat saklayan, koruyan, koruyucu. isim koruyucu madde.
preserve
pre.serve prîzırv' fiil 1. korumak, esirgemek. 2. saklamak. 3. sürdürmek. 4. reçelini yapmak. 5. konservesini yapmak.
preside
pre.side prîzayd' fiil at/over -e başkanlık etmek.
presidency
pres.i.den.cy prez'ıdınsi isim başkanlık.
president
pres.i.dent prez'ıdınt isim 1. başkan. 2. cumhurbaşkanı. 3. rektör.
presidential
pres.i.den.tial prezıden'şıl sıfat başkanlığa ait.
press agent
basın sözcüsü.
press association
basın kurumu. 1032
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
press conference
basın toplantısı.
press forward
hızla ilerlemek.
press release
basın bildirisi.
press the shutter
fotoğrafçılık deklanşöre basmak.
press
press pres isim 1. basın. 2. basın mensupları. 3. matbaa, basımevi. 4. yayınevi. 5. matbaa makinesi, baskı makinesi. 6. pres, cendere, mengene. 7. sıkıştırma. 8. kalabalık. 9. (elbise veya çamaşır için) dolap veya yüklük. 10. (giyside) ütü.
pressing
press.ing pres'îng sıfat 1. acil, ivedi, ivedili. 2. ısrarlı; sıkboğaz eden.
pressure cooker
düdüklü tencere.
pressure gauge
basıölçer, manometre.
pressure group
baskı grubu.
pressure
pres.sure preş'ır isim 1. basınç: atmospheric pressure hava basıncı. high pressure yüksek basınç. low pressure alçak basınç. 2. baskı: work under pressure baskı altında çalışmak.
pressurise
pres.sur.ise preş'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız pressurize
pressurize
pres.sur.ize preş'ırayz fiil 1. basınç altında tutmak. 2. havacılık (uçağın içindeki havayı) yeterli basınçta tutmak.
prestige
pres.tige prestiq' isim prestiq, saygınlık, itibar.
presto
pres.to pres'to zarf, müzik presto.
presumably
pre.sum.ablyzarf galiba, tahminen.
presume
pre.sume prizum' fiil 1. sanmak, tahmin etmek: I am presuming that it will cost around one million liras. Yaklaşık bir milyon liraya mal olacağını tahmin ediyorum. 2. varsaymak, farzetmek: We should presume his innocence. Onun suçsuz olduğunu varsaymalıyız. 3. kalkmak, yeltenmek: She presumed to
1033
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
correct her teacher. Öğretmeninin yanlışını düzeltmeye kalktı. presumption
pre.sump.tion priz^mp'şın isim 1. cüret, küstahlık. 2. zan, tahmin. 3. farz, varsayım.
presumptive
pre.sump.tive priz^mp'tîv sıfat 1. olası, muhtemel. 2. varsayımsal.
presumptuous
pre.sump.tu.ous priz^mp'çuwıs sıfat küstah, haddini bilmez.
presuppose
pre.sup.pose prisıpoz' fiil 1. (bir şey) mantıken (başka bir şeyi) gerektirmek: Prayer presupposes God. Dua için Allahın varlığı gerek. This course presupposes a knowledge of Latin. Bu ders için Latince bilmek gerek. 2. farzetmek, varsaymak.
presupposition
pre.sup.po.si.tion pris^pızîş'ın isim önceden farzedilen şey.
pretence
pre.tence pri'tens, prîtens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız pretense
pretend to the throne
tahtta hak iddia etmek.
pretend
pre.tend pritend' fiil 1. rolüne girmek, olmak: You pretend to be the cat and I'll be the mouse. Sen kedi ol, ben de fare olayım. 2. -miş gibi davranmak, -mezlikten gelmek: He is pretending that he doesn't know. Bilmiyormuş gibi davranıyor. 3. yalandan yapmak, ... numarası yapmak: He's pretending to be sick. Hasta numarası yapıyor. 4. taslamak: He's pretending to be a scholar. Bilginlik taslıyor.
pretense
pre.tense pri'tens, prîtens' isim 1. rolüne girme. 2. yalandan yapma, numara: make a pretense of illness hasta numarası yapmak. 3. bahane: on the slightest pretense en ufak bahane ile.
pretension
pre.ten.sion priten'şın isim 1. iddia. 2. hak iddiası. 3. gösteriş, kurum.
pretentious
pre.ten.tious priten'şıs sıfat 1. iddialı, gösterişli. 2. gösterişçi, kurumlu. 1034
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pretentiously
pre.ten.tious.lyzarf gösterişle.
pretentiousness
pre.ten.tious.nessisim gösterişçilik.
pretext
pre.text pri'tekst isim bahane.
pretty difficult
epey zor, hayli güç.
pretty much the same
hemen hemen aynı, yine öyle.
pretty
pret.ty prît'i sıfat 1. güzel, hoş, sevimli. 2. iyi. zarf oldukça, epeyce, hayli.
prevail
pre.vail priveyl' fiil 1. üstün gelmek; over/against -i yenmek. 2. hüküm sürmek, yaygın olmak. 3. hâkim olmak. 4. başarmak. 5. on/upon -i ikna etmek, -i razı etmek.
prevailing
pre.vail.ing privey'lîng sıfat 1. galip gelen, üstün gelen. 2. hüküm süren. 3. hâkim olan. 4. geçerli, yaygın. There the prevailing winds are from the north. Orada rüzgâr genellikle kuzeyden eser.
prevalence
prev.a.lence prev'ılıns isim 1. hüküm sürme. 2. hâkim olma. 3. yaygınlık.
prevalent
prev.a.lent prev'ılınt sıfat olagelen, hüküm süren, yaygın.
prevaricate
pre.var.i.cate priver'ıkeyt fiil 1. yalan söylemek. 2. kaçamak cevaplar vermek.
prevarication
pre.var.i.ca.tionisim 1. yalan; yalan söyleme. 2. kaçamak cevaplar verme.
prevent
pre.vent privent' fiil 1. önlemek, engellemek. 2. -den alıkoymak.
preventable
pre.vent.ableönlenebilir, önüne geçilebilir.
prevention
pre.vent.ionisim önleme, engelleme.
preventive measures
önleyici tedbirler.
preventive medicine
koruyucu hekimlik.
preventive
pre.ven.tive priven'tîv sıfat önleyici, engelleyici. isim 1. önleyici şey. 2. önlem, önleyici tedbir.
preventorium
pre.ven.to.ri.um privıntor'iyım isim (preventoriums/preventoria) prevantoryum.
preview
pre.view pri'vyu isim, sinema ilk oynatım. 1035
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
previous knowledge of
hakkında önbilgi.
previous to
-den önce.
previous
pre.vi.ous pri'viyıs sıfat 1. önceki, evvelki: the previous day evvelki gün. 2. eski, sabık: a previous husband of hers eski kocalarından biri.
previously
pre.vi.ous.lyzarf önceden, evvelce.
prewar
pre.war pri'wôr' sıfat savaş öncesi: prewar politics savaş öncesi politika.
prey
prey prey isim av. fiil 1. on -i avlamak. 2. on -i sıkmak, -e sıkıntı vermek.
price ceiling
fiyat tavanı.
price cutting
fiyat kırma.
price list
fiyat listesi, tarife.
price oneself out of the market
bir malın fiyatını fazla yüksek tutarak ona ait piyasayı kaybetmek: You've priced yourself out of the market in that line. O serinin fiyatlarını fazla yüksek tutmakla piyasayı kaybettin.
price range
fiyat dağılımı.
price something out of the market
bir malın fiyatını fazla yüksek tutarak ona ait piyasayı kaybetmek: You've priced yourself out of the market in that line. O serinin fiyatlarını fazla yüksek tutmakla piyasayı kaybettin.
price tag
fiyat etiketi. 2. fiyat.
price
price prays isim 1. fiyat, eder, paha. 2. karşılık, bedel. fiil 1. fiyat koymak, paha biçmek. 2. konuşma dili fiyatını sormak.
priceless
price.lesssıfat 1. değer biçilmez. 2. konuşma dili çok komik, gülünç.
prick of conscience
vicdan azabı.
prick up its ears
(hayvan) kulaklarını dikmek.
prick up one's ears
kulak kabartmak.
prick
prick prîk isim 1. sivri bir şeyin batmasından ileri gelen acı. 2. sivri bir şeyin açtığı delik. 3. argo penis, yarak. 4.
1036
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili pis herif. fiil 1. batmak; batırmak. 2. (delik) açmak. prickle
prick.le prîk'ıl isim 1. diken. 2. iğnelenme; karıncalanma. 3. dalama; batma. fiil 1. iğnelenmek; karıncalanmak. 2. dalamak; batmak.
prickly juniper
katranardıcı.
prickly pear
frenkinciri, hintinciri, firavuninciri.
prickly
prick.ly prîk'li sıfat 1. dikenli. 2. dalayan; batan. 3. huysuz, çabuk öfkelenen. 4. çapraşık.
prickly-pear cactus
(bitki olarak) frenkinciri, hintinciri, firavuninciri.
pride of place
en yüksek mevki.
pride oneself on something
bir şey ile övünmek.
pride
pride prayd isim 1. gurur, iftihar, övünç: take pride in one's work işinden gurur duymak. 2. kibir: His pride prevents him from admitting his mistake. Kibri, yanlışını kabul etmesine engel oluyor. fiil (kuş) tüylerini kabartmak.
priest
priest prist isim papaz.
prig
prig prîg isim ahlaken kendini üstün gören kuralcı kişi, herkese ahlak hocalığı yapan kimse.
prim
prim prîm sıfat fazla resmi, biçimci, çok ciddi.
prima donna
pri.ma don.na pri'mı dan'ı primadonna. 2. konuşma dili hep ön planda olmak isteyen kişi.
primacy
pri.ma.cy pray'mısi isim öncelik, üstünlük.
primarily
pri.mar.i.ly praymer'ıli zarf aslında, esasen: It's primarily an exporting firm. O firmanın asıl işi ihracat.
primary colors
ana renkler.
primary
pri.ma.ry pray'meri, pray'mıri sıfat 1. ilk, birinci, birincil: primary stage of development gelişmenin ilk aşaması. primary school ilkokul. 2. en önemli, başlıca: primary problem en önemli sorun. primary aim başlıca amaç. 3. temel, ana, birincil: the primary elements of a qust peace adil bir barışın temel öğeleri.
1037
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük primate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pri.mate pray'meyt isim 1. başpiskopos. 2. zooloji primat.
prime cost
üretim maliyeti.
prime meridian
başlangıç meridyeni.
prime minister
başbakan.
prime number
asal sayı.
prime of life
hayatın en verimli dönemi.
prime
prime praym sıfat 1. önemli; başlıca: This has become a prime concern. Önemli bir mesele oldu bu. That's the prime reason why she's come. Onun gelmesinin başlıca nedeni o. 2. en iyi, birinci kalite: prime beef en iyi sığır eti.
primer
prim.er pray'mır isim 1. astar; astar boya. 2. ağızotu.
primeval
pri.me.val praymi'vıl sıfat tarihöncesi çağlara ait.
primitive
prim.i.tive prîm'ıtîv sıfat ilkel, primitif.
primitively
prim.i.tive.lyzarf ilkelce.
primitiveness
prim.i.tive.nessisim ilkellik.
primitivism
prim.i.tiv.ism prîm'ıtîvîzım isim ilkelcilik, primitivizm.
primitivist
prim.i.tiv.ist prîm'ıtîvîst isim ilkelci, primitivist.
primordial
pri.mor.di.al praymôr'diyıl sıfat başlangıçta var olan.
primrose
prim.rose prîm'roz isim çuhaçiçeği.
primula
prim.u.la prîm'yılı isim çuhaçiçeği.
prince
prince prîns isim prens.
princely
prince.ly prîns'li sıfat 1. prense yakışır. 2. cömert, asil. 3. şahane.
princess
prin.cess prîn'sîs isim prenses.
principal
prin.ci.pal prîn'sıpıl sıfat baş, ana, başlıca, en önemli, belli başlı. isim 1. müdür, okul müdürü. 2. hukuk müvekkil. 3. ticaret sermaye, anamal, anapara.
principality
prin.ci.pal.i.ty prînsıpäl'ıti isim prenslik.
principally
prin.ci.pal.lyzarf 1. genellikle. 2. çoğunlukla.
principle
prin.ci.ple prîn'sıpıl isim prensip, ilke.
principled
prin.ci.pledsıfat prensip sahibi.
1038
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Prinkipo
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Prin.ki.po pring.kipo' isim, tarih (Kızıl Adalardan) Büyükada.
print
print prînt isim 1. bası, tabı. 2. basma, matbua. 3. iz: footprint ayak izi. 4. basma (kumaş). 5. basma kalıbı. 6. fotoğrafçılık negatiften yapılmış resim. fiil 1. basmak. 2. yayımlamak. 3. matbaa harfleriyle yazmak. 4. fotoğrafçılık negatiften resim çıkarmak.
printed matter
matbua, basma.
printer
print.er prîn'tır isim 1. basımcı, matbaacı. 2. bilgisayar yazıcı, printer.
printer's ink
baskı mürekkebi.
printing press
matbaa makinesi, baskı makinesi.
printing
print.ing prîn'tîng isim 1. basma, tabetme. 2. baskı sayısı.
print-out
print-out prînt'aut isim, bilgisayar yazılı çıkış/çıktı.
prior to his death
ölümünden önce.
prior
pri.or pray'ır sıfat önceki, evvelki, sabık.
priority
pri.or.i.ty prayôr'ıti isim öncelik.
prism
prism prîz'ım isim prizma.
prison breaker
hapishane kaçağı.
prison
pris.on prîz'ın isim hapishane, cezaevi.
prisoner
pris.on.er prîz'ınır isim 1. tutuklu, hükümlü, mahkûm: political prisoner siyasi tutuklu. 2. tutsak, esir: prisoner of war savaş esiri.
prissy
pris.sy prîs'i sıfat, konuşma dili resmi, müşkülpesent ve burnu havada.
pristine
pris.tine prîs'tin, [İngiliz İngilizcesi] prîs'tayn sıfat bozulmamış, saf.
privacy
pri.va.cy pray'vısi isim 1. mahremiyet: The English value their privacy. İngilizler mahremiyetlerine çok önem verir. 2. gizlilik.
private detective
özel dedektif.
private
pri.vate pray'vît sıfat 1. özel, hususi, kişisel: private car özel araba. private life özel yaşam. private ownership 1039
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
özel iyelik. private property özel mülk. private school özel okul. 2. gizli: a private telephone conversation gizli telefon konuşması. isim 1. askeri er, asker. 2. çoğul edep yerleri. privation
pri.va.tion prayvey'şın isim yoksunluk, sıkıntı.
privatise
pri.vat.ise pray'vıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız privatize
privatization
pri.vat.i.za.tion prayvıtızey'şın isim özelleştirme.
privatize
pri.vat.ize pray'vıtayz fiil özelleştirmek.
privilege
priv.i.lege prîv'ılîc isim ayrıcalık, imtiyaz.
privileged
priv.i.legedsıfat ayrıcalıklı, imtiyazlı.
privy council
özel meclis. 2. büyük harf ile (İngiltere'de) danışma meclisi.
privy
priv.y prîv'i isim 1. (su tesisatı olmayan kulübe içindeki) ayakyolu, apteshane. 2. tuvalet. sıfat bakınız be privy to someone's secrets privy council
prize possession
en değerli şey, en gözde şey.
prize
prize prayz fiil manivela ile kaldırmak veya açmak, kanırtmak. isim ganimet.
pro and con
lehte ve aleyhte.
pro forma invoice
ticaret proforma fatura.
pro forma
pro for.ma pro fôr'mı sıfat bakınız pro forma invoice
pro-
pro-önek 1. . taraftarı, ... yanlısı, -in tarafını tutan: He's pro-French. O, Fransızların tarafını tutuyor./O, Fransızcadan yanadır.
prob.
prob.kısaltma «probable» probably problem
probability
prob.a.bil.i.ty prabıbîl'ıti isim olasılık, ihtimal.
probable
prob.a.ble prab'ıbıl sıfat olası, olasılı, muhtemel.
probably
prob.a.blyzarf belki de, galiba.
probation officer
şartlı tahliye edilmiş kimseyle ilgilenen memur.
probation
pro.ba.tion probey'şın isim 1. şartlı tahliye, meşruten tahliye. 2. deneme süresi.
probationer
pro.ba.tion.er probey'şınır isim şartlı tahliye edilmiş kimse. 1040
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük probe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
probe prob fiil 1. araştırmak, incelemek. 2. sondalamak, sondaj yapmak. isim 1. sonda, mil. 2. araştırma. 3. insansız uzay roketi.
probity
pro.bi.ty pro'bıti isim doğruluk, dürüstlük.
problem
prob.lem prab'lım isim 1. sorun, mesele, problem. 2. matematik problem. sıfat problemli, problem: problem child problem çocuk.
problematic
prob.lem.at.ic prablımät'îk sıfat şüpheli.
problematical
prob.lem.at.i.cal prablımät'îkıl sıfat şüpheli.
procedure
pro.ce.dure prısi'cır isim 1. yol, yöntem, metot, prosedür. 2. işlem: There are a number of steps to be followed in this procedure. Bu işlemde izlenecek birkaç basamak var.
proceed
pro.ceed prısid' fiil 1. to -e gitmek; ilerlemek. 2. with -e devam etmek. 3. başlamak: When I asked them to lower their voices they proceeded to speak even more loudly. Seslerini kısmalarını istediğim zaman daha da yüksek sesle konuşmaya başladılar. 4. from -den kaynaklanmak; -den ileri gelmek. 5. to -e geçmek.
proceedings
pro.ceed.ings prısi'dîngz isim 1. tutanak, zabıt. 2. hukuk yargılama yöntemleri.
proceeds
pro.ceeds pro'sidz isim, çoğul gelir, hâsılat, kazanç.
process
proc.ess pras'es, [İngiliz İngilizcesi] pro'ses isim 1. yöntem, metot, yol: a production process bir üretim yöntemi. 2. süreç, proses: growth process büyüme süreci. 3. işlem; tretman: the steps in the production process üretim işlemindeki aşamalar. fiil işlemden/işlemlerden geçirmek.
procession
pro.ces.sion prıseş'ın isim alay; dizi, sıra: funeral procession cenaze alayı.
proclaim
pro.claim prokleym' fiil 1. ilan etmek. 2. açığa vurmak.
proclamation
proc.la.ma.tion praklımey'şın isim 1. ilan. 2. bildiri.
proclivity
pro.cliv.i.ty proklîv'ıti isim eğilim, meyil.
1041
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük procrastinate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.cras.ti.nate prokräs'tıneyt fiil 1. sürüncemede bırakmak, ağırdan almak, geciktirmek. 2. ertelemek.
procreate
pro.cre.ate pro'kriyeyt fiil üretmek; üremek; yaratmak.
procure
pro.cure prokyûr' fiil 1. elde etmek, edinmek, sağlamak. 2. (birine) seks için (birini) bulmak.
prod
prod prad fiil (prodded, prodding) 1. dürtmek. 2. teşvik etmek. isim 1. dürtme. 2. üvendire.
prodigal
prod.i.gal prad'ıgıl sıfat 1. savurgan. 2. çok bol. isim savurgan kimse.
prodigious
pro.di.gious prıdîc'ıs sıfat 1. çok büyük, kocaman. 2. şaşılacak, müthiş.
prodigy
prod.i.gy prad'ıci isim 1. dâhi, deha, harika: child prodigy dâhi çocuk, harika çocuk. musical prodigy müzik dehası. 2. harika, olağanüstü şey.
produce
pro.duce pro'dus isim 1. ürün. 2. zerzevat, sebze ve meyve; tarım ürünleri.
producer goods
ticaret sermaye malları.
producer
pro.duc.er prıdu'sır isim 1. üretici. 2. sinema yapımcı, prodüktör.
product
prod.uct prad'ıkt isim 1. ürün. 2. sonuç. 3. matematik çarpım.
production
pro.duc.tion prıd^k'şın isim 1. üretim. 2. ürün. 3. eser, yapıt. 4. yapım, prodüksiyon. 5. sahneye koyma.
productive capacity
üretim kapasitesi.
productive
pro.duc.tive prıd^k'tîv sıfat verimli, bereketli; üretken.
productivity
pro.duc.tiv.i.ty prod^ktîv'ıti isim verimlilik; üretkenlik; prodüktivite.
prof.
prof.kısaltma professor
profane
pro.fane prıfeyn' fiil (kutsal bir şeye) saygısızlık etmek. sıfat 1. zındık. 2. kutsal olmayan. 3. adi, bayağı. 4. laik.
profanity
pro.fan.i.ty prıfän'ıti isim 1. kutsal şeylere saygısızlık. 2. ağız bozukluğu, küfür.
1042
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük profess
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.fess prıfes' isim 1. itiraf etmek, açıkça söylemek; ilan etmek. 2. iddia etmek, savlamak, taslamak. 3. (inancını) ikrar etmek, açıkça söylemek.
professed
pro.fess.edsıfat 1. itiraf edilmiş. 2. iddia edilen. 3. sözde.
profession
pro.fes.sion prıfeş'ın isim 1. meslek; sanat; işkolu. 2. iddia. 3. itiraf. 4. inancın açıklanması.
professional
pro.fes.sion.al prıfeş'ınıl sıfat 1. mesleğe ait, mesleki. 2. profesyonel. isim profesyonel.
professionalism
pro.fes.sion.al.ismisim profesyonellik.
professor
pro.fes.sor prıfes'ır isim profesör.
proffer
prof.fer praf'ır fiil teklif etmek, önermek. isim teklif, önerme.
proficiency
pro.fi.cien.cy prıfîş'ınsi isim ustalık, beceri.
proficient
pro.fi.cient prıfîş'ınt sıfat yetenekli, usta.
profile
pro.file pro'fayl isim 1. profil. 2. kısa biyografi, karakter portresi. 3. grafik, çizge. fiil profilini yapmak.
profit and loss account
kâr ve zarar hesabı.
profit motive
kâr güdüsü.
profit sharing
kâr dağıtımı.
profit
prof.it praf'ît isim 1. kâr, kazanç. 2. fayda, çıkar. fiil 1. -e kazanç sağlamak. 2. by/from -den yararlanmak, -den faydalanmak.
profitable
prof.it.ablesıfat 1. ekonomi kârlı, kazançlı; rantabl. 2. yararlı, faydalı.
profiteer
prof.i.teer prafıtîr' fiil vurgunculuk yapmak. isim vurguncu.
profitless
prof.it.lesssıfat 1. kârsız. 2. yararsız.
profligate
prof.li.gate praf'lıgît, praf'lıgeyt sıfat 1. savurgan, müsrif; hovarda. 2. sefih, ahlaksız.
profound
pro.found prıfaund', profaund' sıfat 1. derin. 2. büyük: a profound mystery büyük bir sır. I feel a profound sympathy for her. Onu çok iyi anlıyorum.
1043
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük profuse
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.fuse prıfyus', profyus' sıfat 1. çok, bol. 2. savurgan. 3. cömert.
profusion
pro.fu.sion prıfyu'qın, profyu'qın isim çok büyük miktar, çokluk, bolluk.
progenitor
pro.gen.i.tor procen'ıtır isim cet, ata, dede.
progeny
prog.e.ny prac'ıni isim 1. soy; torunlar. 2. zooloji yavrular.
prognosis
prog.no.sis pragno'sîs isim (prognoses) 1. tıbbi prognoz. 2. tahmin.
prognosticate
prog.nos.ti.cate pragnas'tıkeyt fiil 1. (bir şeyin olacağını) önceden haber vermek. 2. -e işaret etmek.
prognostication
prog.nos.ti.ca.tionisim 1. (bir şeyin olacağını) önceden haber verme. 2. işaret, belirti.
program
pro.gram pro'gräm, pro'grım isim, bilgisayar program. fiil, bilgisayar (programmed/programed) programlamak.
programer
pro.gram.er pro'grämır isim bakınız programmer
programme
pro.gramme pro'gräm isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız program
programmer
pro.gram.mer pro'grämır isim bilgisayar programcısı.
progress
prog.ress prıgres' fiil ilerlemek, gelişmek.
progression
pro.gres.sion prıgreş'ın isim 1. ilerleme. 2. matematik dizi: arithmetical progression aritmetik dizi. geometrical progression geometrik dizi.
progressive assimilation
fonetik ilerleyici benzeşme.
progressive paralysis
tıbbi ilerleyici felç.
progressive
pro.gres.sive prıgres'îv sıfat 1. ilerleyen. 2. ilerici. isim, politika ilerici kimse.
prohibit
pro.hib.it prohîb'ît fiil yasaklamak, menetmek.
prohibition
pro.hi.bi.tion prowıbîş'ın isim 1. yasak. 2. yasak emri. 3. içki yasağı.
prohibitionist
pro.hi.bi.tion.istisim içki yasağı taraftarı.
prohibitive
pro.hib.i.tive prohîb'ıtîv sıfat 1. yasaklayıcı. 2. engelleyici. 3. fahiş (fiyat). 1044
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük prohibitory
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.hib.i.to.ry prohîb'ıtôri sıfat 1. yasaklayıcı. 2. engelleyici. 3. fahiş (fiyat).
project
proj.ect prac'ekt isim plan, proqe, tasarı.
projectile
pro.jec.tile prıcek'tıl, [İngiliz İngilizcesi] prıcek'tayl isim mermi, atılan cisim.
projection booth
sinema makine dairesi.
projection
pro.jec.tion prıcek'şın isim 1. fırlatma, atma. 2. çıkıntı, sundurma. 3. sinema projeksiyon, gösterim. 4. geometri izdüşüm, izdüşümü.
projectional
pro.jec.tion.alsıfat, geometri izdüşümsel.
projectionist
pro.jec.tion.istsinema makinist.
projector
pro.jec.tor prıcek'tır isim 1. gösterici, proqektör, sinema makinesi. 2. ışıldak, projektör.
proletarian
pro.le.tar.i.an prolıter'iyın isim proleter, emekçi. sıfat proleter, proletarya özgü, emekçi.
proletariat
pro.le.tar.i.at prolıter'iyıt isim proletarya, emekçi sınıf.
prolific
pro.lif.ic prolîf'îk sıfat 1. doğurgan. 2. bereketli, verimli. 3. üretken.
prolificacy
pro.lif.i.ca.cy prolîf'ıkısi isim doğurganlık.
prolix
pro.lix pro'lîks sıfat 1. uzun, ayrıntılı. 2. yorucu, sıkıcı.
prolog
pro.log pro'lôg isim prolog, öndeyiş.
prologue
pro.logue pro'lôg isim prolog, öndeyiş.
prolong
pro.long prılông' fiil uzatmak, sürdürmek.
prolongation
pro.lon.ga.tion prolông.gey'şın isim uzatma, sürdürme.
promenade deck
gezinti güvertesi, üst güverte.
promenade
prom.e.nade pramıneyd', pramınad' isim 1. yürüyüş, piyasa. 2. gezinti yeri. fiil gezinmek, piyasa etmek.
prominence
prom.i.nenceisim 1. ün. 2. göze çarpan şey. 3. çıkıntı, burun.
prominent
prom.i.nent pram'ınınt sıfat 1. ünlü, önemli. 2. göze çarpan. 3. çıkıntılı, çıkık.
promiscuity
prom.is.cu.i.ty pramîskyu'wıti isim rasgele cinsel ilişki.
promiscuous
pro.mis.cu.ous prımîs'kyuwıs sıfat rasgele cinsel ilişkide bulunan. 1045
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük promise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prom.ise pram'îs isim 1. söz, vaat. 2. umut verici şey. fiil 1. söz vermek, vaat etmek. 2. (belirli bir duruma) işaret etmek: This weather promises rain. Yağmur yağacağa benziyor. This promises to be a good game. İyi bir maç olacağa benziyor.
promising
prom.is.ing pram'îsîng sıfat umut verici, geleceği parlak.
promissory note
bono.
promissory
prom.is.so.ry pram'ısôri sıfat bakınız promissory note
promontory
prom.on.to.ry pram'ıntôri isim, coğrafya burun.
promote
pro.mote prımot' fiil 1. ilerletmek. 2. terfi ettirmek. 3. sınıf geçirmek. 4. reklamını yaparak tanıtmak, tanıtımını yapmak. 5. geliştirmek, desteklemek.
promoter
pro.mot.er prımo'tır isim 1. destekleyen kimse. 2. girişimci, kurucu. 3. tanıtımcı. 4. spor organizatör.
promotion
pro.mo.tion prımo'şın isim 1. terfi. 2. sınıf geçirme; sınıfını geçme. 3. ticaret reklam, tanıtım.
prompt
prompt prampt sıfat 1. çabuk, acele. 2. hazır. isim sahnede oyuncuya hatırlatılan söz. fiil 1. to (birini) (bir şey yapmaya) sevketmek, itmek, yöneltmek, (birinin) (bir şey yapmasına) yol açmak: His curiosity prompted him to open the red box. Merakı onu kırmızı kutuyu açmaya itti. 2. tiyatro bir şey hatırlatmak; suflörlük etmek.
prompter
prompt.erisim suflör.
promulgate
prom.ul.gate pram'ılgeyt fiil 1. resmen ilan etmek, duyurmak. 2. hukuk (yasayı) yürürlüğe koymak. 3. (inanç, düşünce v.b.'ni) yaymak.
pron.
pron.kısaltma «pronoun» pronunciation
prone
prone pron sıfat 1. yüzükoyun yatmış. 2. eğilimli.
prong
prong prông isim 1. çatal dişi. 2. sivri uçlu alet. 3. sivri uç.
pronoun
pro.noun pro'naun isim, dilbilim zamir, adıl.
1046
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pronounce
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.nounce prınauns' fiil 1. telaffuz etmek, söylemek. 2. hukuk kararı bildirmek.
pronounced
pro.nounced prınaunst' sıfat 1. belirgin. 2. kesin.
pronouncement
pro.nounce.mentisim 1. resmi açıklama; resmi bildiri. 2. hukuk kararı bildirme.
pronto
pron.to pran'to zarf, konuşma dili hemen, derhal.
pronunciation
pro.nun.ci.a.tion prın^nsiyey'şın isim telaffuz, söyleniş, söyleyiş.
proof positive
kesin bir delil; kesin deliller.
proof sheet
matbaacılık prova.
proof
proof pruf isim 1. delil, kanıt, tanıt. 2. matbaacılık prova. 3. fotoğrafçılık ayar. 4. alkol derecesi. 5. matematik sağlama. sıfat against -e karşı dirençli, -e karşı dayanıklı.
proofread
proof.read pruf'rid fiil (proofread) (pruf'red) provaları düzeltmek.
proofreader
proof.read.erisim düzeltmen.
prop
prop prap fiil (propped, propping) 1. desteklemek. 2. against -e dayamak, -e yaslamak. isim destek.
propaganda
prop.a.gan.da prapıgän'dı isim propaganda.
propagandise
prop.a.gan.dise prapıgän'dayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız propagandize
propagandist
prop.a.gan.distisim propagandacı.
propagandize
prop.a.gan.dize prapıgän'dayz fiil propaganda yapmak.
propagate
prop.a.gate prap'ıgeyt fiil 1. üretmek, çoğaltmak; üremek. 2. yaymak.
propane
pro.pane pro'peyn isim, kimya propan.
propel
pro.pel prıpel' fiil (propelled, propelling) 1. ileriye doğru sürmek. 2. itmek, sevketmek.
propeller
pro.pel.lerisim pervane.
propensity
pro.pen.si.ty prıpen'sıti isim (for/to) (-e) eğilim.
proper fraction
basit kesir.
proper noun
dilbilgisi özel isim.
1047
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük proper
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prop.er prap'ır sıfat 1. uygun, münasip, yakışır: the proper time uygun zaman. 2. özel: proper name özel ad. 3. doğru. 4. gerçek. 5. tam.
properly speaking
aslında, gerçekte.
properly
prop.er.lyzarf 1. esaslı bir şekilde. 2. doğru dürüst; gerektiği gibi, layıkıyla. 3. uygun bir şekilde. 4. konuşma dili adamakıllı, bayağı.
property
prop.er.ty prap'ırti isim 1. mal. 2. mülk, emlak, arazi: property tax emlak vergisi. 3. özellik.
prophecy
proph.e.cy praf'ısi isim 1. kehanet. 2. tahmin.
prophesy
proph.e.sy praf'ısay fiil 1. (bir olayın gerçekleşeceğini) önceden haber vermek. 2. kehanette bulunmak, gaipten haber vermek. 3. tahminde bulunmak.
prophet
proph.et praf'ît isim 1. peygamber, yalvaç. 2. kâhin.
prophetess
proph.et.essisim kadın peygamber.
prophetic
pro.phet.ic prıfet'îk sıfat 1. kehanetle ilgili; kehanet gibi. 2. (olacakları) önceden bildiren. 3. kâhince. 4. isabetli (tahmin). 5. peygambere özgü.
prophylactic
pro.phy.lac.tic profıläk'tîk sıfat, tıbbi hastalıktan koruyan, koruyucu, profilaktik. isim 1. tıbbi koruyucu ilaç. 2. prezervatif.
prophylaxis
pro.phy.lax.is profıläk'sîs isim, tıbbi (prophylaxes) profilaksi.
propitiate
pro.pi.ti.ate propîş'iyeyt fiil 1. yatıştırmak. 2. gönlünü almak.
propitious
pro.pi.tious propîş'ıs sıfat 1. uygun, elverişli. 2. hayırlı.
proportion
pro.por.tion prıpôr'şın isim 1. oran, orantı: the proportion of births to population nüfusa göre doğum oranı. 2. hisse, pay. 3. uygunluk. 4. çoğul boyutlar. fiil oranlamak.
proportional
pro.por.tion.alsıfat orantılı.
proportionate
pro.por.tion.atesıfat orantılı.
proposal
pro.pos.al prıpo'zıl isim 1. öneri, teklif. 2. evlenme teklifi. 1048
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük propose
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pro.pose prıpoz' fiil 1. önermek, teklif etmek. 2. niyet etmek. 3. evlenme teklif etmek.
proposition
prop.o.si.tion prapızîş'ın isim 1. öneri, teklif. 2. konuşma dili girişim, girişme. 3. konuşma dili uygunsuz teklif. fiil, konuşma dili uygunsuz bir teklifte bulunmak.
propound
pro.pound prıpaund' fiil ileri sürmek, ortaya atmak, önermek.
proprietary
pro.pri.e.tar.y prıpray'ıteri sıfat 1. birinin mülkü olan, özel. 2. mal sahibine ait. 3. sicilli, tescilli, patentli. 4. sahip çıkan, sahiplik taslayan.
proprietor
pro.pri.e.tor prıpray'ıtır isim mal sahibi.
propriety
pro.pri.e.ty prıpray'ıti isim 1. uygunluk. 2. görgü kurallarına uyma.
propulsion
pro.pul.sion prıp^l'şın isim 1. ileriye doğru sürme. 2. itici güç.
prorate
pro.rate proreyt', pro'reyt fiil belirli bir oranda bölüştürmek/paylaştırmak.
pros and cons
lehte ve aleyhte olanlar.
prosaic
pro.sa.ic prozey'îk sıfat 1. sıkıcı. 2. yavan, basit. 3. şiirsellikten yoksun.
prosaical
pro.sa.i.cal prozey'îkıl sıfat 1. sıkıcı. 2. yavan, basit. 3. şiirsellikten yoksun.
proscribe
pro.scribe proskrayb' fiil 1. yasaklamak. 2. medeni haklarını elinden almak.
prose
prose proz isim düzyazı, nesir. sıfat düzyazı şeklinde yazılmış.
prosecute
pros.e.cute pras'ıkyut fiil 1. sürdürmek, -e devam etmek. 2. hukuk aleyhine dava açmak.
prosecuting attorney
savcı.
prosecution
pros.e.cu.tion prasıkyu'şın isim 1. sürdürme, devam. 2. hukuk dava. 3. davacı.
prosecutor
pros.e.cu.tor pras'ıkyutır isim 1. davacı. 2. savcı.
1049
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük proselyte
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pros.e.lyte pras'ılayt isim dinini değiştiren kimse. fiil başkasını kendi dinine çevirmek veya çevirmeye çalışmak; (başkasını) kendi dinine çevirmek veya çevirmeye çalışmak.
proselytise
pros.e.lyt.ise pras'ılîtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız proselytize
proselytism
pros.e.lyt.ism pras'ılıtîzım isim başkalarını kendi dinine çevirme veya çevirmeye çalışma.
proselytize
pros.e.lyt.ize pras'ılîtayz fiil başkasını kendi dinine çevirmek veya çevirmeye çalışmak; (başkasını) kendi dinine çevirmek veya çevirmeye çalışmak.
prosody
pros.o.dy pras'ıdi isim prosodi, ölçübilim.
prospect
pros.pect pras'pekt isim 1. ihtimal, olasılık: The prospect of his finding a qob is poor. İş bulma ihtimali az. 2. çoğul başarı şansı: His prospects are excellent. Onun geleceği parlak. 3. olası müşteri. fiil for (maden) aramak.
prospective
pro.spec.tive prıspek'tîv sıfat 1. beklenen, umulan. 2. muhtemel, olası.
prospector
pro.spec.torisim maden arayıcısı.
prospectus
pro.spec.tus prıspek'tıs isim prospektüs, tanıtmalık.
prosper
pros.per pras'pır fiil 1. başarılı olmak. 2. gelişmek, büyümek, zenginleşmek.
prosperity
pros.per.i.ty prasper'ıti isim 1. başarı. 2. gönenç, refah.
prosperous
pros.per.ous pras'pırıs sıfat 1. işi yolunda. 2. başarılı. 3. gönençli.
prostate gland
prostat.
prostate
pros.tate pras'teyt isim prostat.
prosthesis
pros.the.sis prasthi'sîs isim (prostheses) protez.
prostitute
pros.ti.tute pras'tıtut isim fahişe, orospu. fiil kötü bir amaçla kullanmak.
prostitution
pros.ti.tu.tionisim 1. fahişelik. 2. kötü bir amaçla kullanma.
prostrate oneself before
-in ayağına kapanmak. 1050
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prostrate oneself
secde etmek.
prostrate
pros.trate pras'treyt sıfat 1. yüzükoyun yatan. 2. yere kapanmış. 3. halsiz, bitkin, güçsüz. fiil 1. yere sermek, yere yıkmak. 2. halsiz bırakmak, güçsüz düşürmek.
prostration
pros.tra.tionisim 1. yere kapanma. 2. bitkinlik.
prosy
pros.y pro'zi sıfat 1. düzyazı türünden; düzyazı gibi. 2. can sıkıcı, ağır; sıradan, yavan.
prot-
prot-önek birinci, ilk, baş.
protagonist
pro.tag.o.nist protäg'ınîst isim 1. öncü, önder. 2. edebiyat başkişi, başkahraman. 3. başoyuncu.
protasis
prot.a.sis prat'ısîs isim, dilbilgisi (protases) koşullu yantümce.
protect
pro.tect prıtekt' fiil korumak, muhafaza etmek.
protecting
pro.tect.ingsıfat koruyan.
protection
pro.tec.tion prıtek'şın isim koruma, muhafaza.
protectionism
pro.tec.tion.ismisim yerli sanayii koruma politikası.
protective
pro.tec.tivesıfat koruyucu.
protector
pro.tec.torisim koruyucu.
protectorate
pro.tec.tor.ate prıtek'tırît isim güçlü bir devletin koruma ve denetimi altında olan devlet.
protégé
pro.té.gé pro'tıqey isim birinin koruması altında olan kimse.
protégée
pro.té.gée pro'tıqey isim, dişil bakınız protégé
protein
pro.tein pro'tin, pro'tiyîn isim protein.
protest
pro.test prıtest' fiil 1. protesto etmek. 2. itiraz etmek. 3. ısrarla iddia etmek. isim 1. protesto. 2. itiraz.
protestant
prot.es.tant prat'îstınt isim 1. itiraz eden kimse. 2. büyük harf ile Protestan. sıfat 1. itiraz eden. 2. büyük harf ile Protestan.
Protestantism
Prot.es.tant.ismisim Protestanlık.
protestation
prot.es.ta.tion pratîstey'şın isim 1. protesto etme. 2. itiraz.
proto-
proto-önek birinci, ilk, baş.
protocol
pro.to.col pro'tıkôl isim 1. protokol. 2. tutanak. 1051
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
proton
pro.ton pro'tan isim, kimya, fizik proton.
protoplasm
pro.to.plasm pro'tıpläzım isim protoplazma.
prototype
pro.to.type pro'tıtayp isim prototip, ilkörnek.
protozoan
pro.to.zo.an protızo'wın isim, zooloji birgözeli hayvan, birgözeli. sıfat, zooloji birgözeli (hayvan).
protract
pro.tract proträkt' fiil 1. uzatmak. 2. zooloji dışarıya uzatmak.
protractor
pro.trac.tor proträk'tır isim iletki.
protrude
pro.trude protrud' fiil çıkıntı yapmak, dışarı çıkmak; pırtlamak; dışarı çıkarmak.
protrusion
pro.tru.sion protru'qın isim çıkıntı.
protuberance
pro.tu.ber.anceisim şiş, yumru, tümsek, çıkıntı.
protuberant
pro.tu.ber.ant protu'bırınt sıfat şiş, dışarı fırlamış, fırlak, yumru gibi, tümsek, çıkık.
proud
proud praud sıfat 1. kibirli: He's too proud to apologize. O kadar kibirli ki özür bile dilemez. 2. gururlu.
proudly
proud.lyzarf gururla, iftiharla.
prove
prove pruv fiil (proved, proved/proven) 1. ispatlamak, kanıtlamak, tanıtlamak. 2. denemek. 3. çıkmak: This car has proved to be more reliable than I had expected. Bu araba umduğumdan daha sağlam çıktı.
provenance
prov.e.nance prav'ınıns isim kaynak, köken.
proverb
prov.erb prav'ırb isim atasözü.
proverbial
pro.ver.bi.al prıvır'biyıl sıfat 1. atasözü türünden; atasözü gibi. 2. herkesçe bilinen, ünlü, meşhur.
provide against
-e karşı hazırlıklı olmak.
provide for
geçimini sağlamak. 2. -e karşı hazırlıklı olmak.
provide
pro.vide prıvayd' fiil 1. sağlamak, bulmak. 2. önceden hazırlamak. 3. şart koşmak.
provided that
koşuluyla, şartıyla: I will lend you the money provided that you pay me back tomorrow. Yarın bana iade etmeniz şartıyla size parayı veririm.
1052
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük providence
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prov.i.dence prav'ıdıns isim 1. Tanrının inayeti, ilahi takdir. 2. sağgörü. 3. büyük harf ile Allah, Tanrı.
provident
prov.i.dentsıfat ihtiyatlı, tedbirli.
providential
prov.i.den.tial pravıden'şıl sıfat 1. Allahtan. 2. talihli.
providentialism
prov.i.den.tial.ismisim kayracılık, providansiyalizm.
providentialist
prov.i.den.tial.istisim kayracı, providansiyalist.
providentially
prov.i.den.tial.lyzarf 1. Allahtan. 2. şans eseri.
provider
pro.vid.er prıvay'dır isim 1. sağlayan kimse. 2. aile geçindiren kimse.
province
prov.ince prav'îns isim 1. il, vilayet; eyalet. 2. bilgi alanı. 3. yetki alanı.
provincial
pro.vin.cial prıvîn'şıl sıfat 1. vilayete ait. 2. taşralı. 3. görgüsüz.
provincialism
pro.vin.cial.ismisim taşraya özgü âdet veya deyiş özelliği.
provision
pro.vi.sion prıvîq'ın isim 1. hazırlık. 2. koşul, şart. 3. çoğul erzak; azık. fiil yiyecek veya gerekli şeyleri sağlamak.
provisional
pro.vi.sion.alsıfat geçici, eğreti.
proviso
pro.vi.so prıvay'zo isim, hukuk (provisos/provisoes) (sözleşmeye konulan) kayıt, koşul, şart.
provocation
prov.o.ca.tion pravıkey'şın isim 1. kışkırtma, tahrik, dürtme. 2. provokasyon, kışkırtma. 3. kızdırma, sinirlendirme.
provocative
pro.voc.a.tive prıvak'ıtîv sıfat 1. kışkırtıcı, tahrik edici. 2. kızdırıcı, sinirlendirici. 3. çekici, cazip.
provoke
pro.voke prıvok' fiil 1. kışkırtmak, tahrik etmek, dürtmek. 2. kızdırmak, sinirlendirmek. 3. -e yol açmak, -e neden olmak.
provost guard
askeri polis karakolu.
provost marshal
inzibat amiri, adli subay.
provost
pro.vost pro'vost, prav'ıst isim 1. resmi amir. 2. dekan. 3. (İskoçya'da) belediye başkanı.
prow
prow prau isim, denizcilikle ilgili pruva, baş. 1053
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük prowess
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
prow.ess prau'wîs isim 1. yiğitlik, cesaret. 2. beceri; yetenek.
prowl car
konuşma dili polis arabası.
prowl
prowl praul fiil 1. sinsi sinsi dolaşmak. 2. etrafı kolaçan etmek. isim 1. sinsi sinsi dolaşma. 2. etrafı kolaçan etme.
proximity
prox.im.i.ty praksîm'ıti isim yakınlık.
proxy
prox.y prak'si isim 1. vekil. 2. vekillik, vekâlet. 3. vekâletname.
prude
prude prud isim aşırı derecede erdemlilik taslayan kimse.
prudence
pru.denceisim 1. tedbirlilik, sağgörü. 2. tutumluluk.
prudent
pru.dent prud'ınt sıfat 1. tedbirli, sağgörülü. 2. tutumlu, hesabını bilir.
prudery
prud.er.y pru'dıri isim aşırı derecede erdemlilik taslama.
prudish
prud.ish pru'dîş sıfat aşırı derecede erdemlilik taslayan.
prune
prune prun fiil 1. budamak. 2. fazla kısımları atmak; kısaltmak; azaltmak.
pruning knife
budama bıçağı.
pruning shears
bahçıvan makası, bahçe makası.
pruning
prun.ingisim budama.
prurient
pru.ri.ent prûr'iyınt sıfat 1. şehvet düşkünü. 2. istekli, arzulu.
pruritic
pru.rit.ic prûrît'îk sıfat kaşıntılı.
pruritus
pru.ri.tus prûray'tîs isim, tıbbi kaşıntı.
Prussia
Prus.sia pr^ş'ı isim, tarih Prusya.
Prussian
isim Prusyalı. sıfat 1. Prusya, Prusya'ya özgü. 2. Prusyalı.
pry into someone's affairs
birinin işlerine burnunu sokmak.
pry
pry pray fiil into -in gizlisini saklısını araştırmak.
psalm
psalm sam isim 1. mezmur. 2. ilahi.
pseud-
pseud-önek sahte, yalancı.
pseudo
pseu.do su'do sıfat sahte, yalancı, kalp. 1054
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pseudonym
pseu.do.nym su'dınîm isim takma ad.
psoriasis
pso.ri.a.sis sıray'ısîs isim, tıbbi (psoriases) sedef hastalığı.
psych oneself up
kendini ruhen hazırlamak
psych someone out
birinin psikolojisini anlamak. 2. birini ruhen tedirgin etmek.
psych.
psych.kısaltma «psychological» psychologist psychology
psychasthenia
psy.chas.the.ni.a saykästhi'niyı isim, ruhbilim psikasteni.
psyche
psy.che say'ki isim, ruhbilim ruh.
psychiatrist
psy.chi.a.tristisim psikiyatr, psikiyatri uzmanı.
psychiatry
psy.chi.a.try saykay'ıtri isim psikiyatri.
psychic
psy.chic say'kîk sıfat ruhsal, psişik.
psychical
psy.chi.cal say'kîkıl sıfat ruhsal, psişik.
psycho-
psycho-önek 1. akıl. 2. ruh.
psychoanalysis
psy.cho.a.nal.y.sis saykowınäl'ısîs isim psikanaliz.
psychoanalyst
psy.cho.a.na.lystisim psikanalist.
psychoanalyze
psy.cho.an.a.lyze saykowän'ılayz fiil psikanaliz yapmak.
psychologic
psy.cho.log.ic saykılac'îk sıfat ruhbilimsel, psikoloqik.
psychological
psy.cho.log.i.cal saykılac'îkıl sıfat ruhbilimsel, psikoloqik.
psychologically
psy.cho.log.i.callyzarf psikoloqik bakımdan.
psychologist
psy.cho.log.istisim psikolog, ruhbilimci.
psychology
psy.chol.o.gy saykal'ıci isim ruhbilim, psikoloqi.
psychopath
psy.cho.path say'kopäth isim ruh hastası, psikopat.
psychopathologic
psy.cho.path.o.log.ic saykopäthılac'îk sıfat psikopatoloqik.
psychopathological
psy.cho.path.o.log.i.cal saykopäthılac'îkıl sıfat psikopatoloqik.
psychopathology
psy.cho.pa.thol.o.gy saykopıthal'ıci isim psikopatoloqi.
psychopathy
psy.chop.a.thy saykap'ıthi isim psikopati.
1055
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük psychosis
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
psy.cho.sis sayko'sîs isim (psychoses) akıl hastalığı, psikoz.
psychosomatic
psy.cho.so.mat.ic saykosomät'îk sıfat psikosomatik.
psychotherapist
psy.cho.ther.a.pistisim psikoterapist.
psychotherapy
psy.cho.ther.a.py saykother'ıpi isim psikoterapi.
pt.
pt.kısaltma «part» past tense payment pint point port
ptosis
pto.sis to'sîs isim, tıbbi (ptoses) kıpıklık.
pub
pub p^b isim, konuşma dili meyhane, birahane.
puberty
pu.ber.ty pyu'bırti isim ergenlik çağı, buluğ çağı.
pubic
pu.bic pyu'bîk sıfat kasık kemiğine ait.
public debt
devlet borcu.
public domain
kamu arazisi. 2. halkın malı.
public enemy
halk düşmanı.
public health
halk sağlığı.
public holiday
resmi tatil günü.
public house
han, otel. 2. İngiliz İngilizcesi meyhane, birahane.
public law
kamu hukuku, amme hukuku.
public library
halk kütüphanesi.
public nuisance
kamu için zararlı olan davranış.
public opinion
kamuoyu.
public prosecutor
savcı.
public relations
halkla ilişkiler.
public revenue
devlet geliri.
public revenues
devlet geliri.
public school
devlet okulu. 2. İngiliz İngilizcesi özel okul.
public sector
kamu kesimi, kamu sektörü.
public servant
devlet memuru.
public service
kamu hizmeti.
public utilities
(elektrik, su gibi) kamu hizmeti kuruluşları.
public works
bayındırlık işleri.
public
pub.lic p^b'lîk sıfat 1. halka ait, umumi. 2. herkese ait. 3. açık, aleni. isim 1. halk, ahali, kamu, umum. 2. seyirciler.
public-address system
(havaalanı, alışveriş merkezi v.b.'nde) hoparlör sistemi. 1056
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük publication
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pub.li.ca.tion p^blıkey'şın isim 1. yayımlama, yayım. 2. yayın.
publicise
pub.li.cise p^b'lısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız publicize
publicity
pub.lic.i.ty p^blîs'ıti isim 1. umuma açık olma. 2. açıklık, alenilik. 3. şöhret. 4. reklam, tanıtım; ilan.
publicize
pub.li.cize p^b'lısayz fiil ilan etmek.
publicly
pub.lic.lyzarf 1. alenen. 2. halk tarafından.
public-spirited
pub.lic-spir.it.ed p^b'lîkspîr'îtîd sıfat yardımsever.
publish the banns
bir çiftin belirli bir tarihte evleneceklerini ilan etmek, nikâh kâğıtlarını askıya çıkarmak.
publish
pub.lish p^b'lîş fiil 1. yayımlamak. 2. (kitap, dergi v.b.'ni) bastırmak. 3. ilan etmek, açıklamak.
publisher
pub.lish.erisim yayımcı.
publishing house
yayınevi.
publishing
pub.lish.ingisim 1. yayımlama. 2. yayımcılık.
pucker
puck.er p^k'ır fiil 1. buruşturmak, kırıştırmak; buruşmak, kırışmak. 2. (dudaklarını) büzmek; (dudakları) büzülmek.
pudding
pud.ding pûd'îng isim muhallebi, puding.
puddle
pud.dle p^d'ıl isim su birikintisi, gölcük.
pudgy
pudg.y p^c'i sıfat tıknaz, bodur.
puerile
pu.er.ile pyu'wırıl, pyu'rıl sıfat çocukça, çocuksu.
Puerto Rican
Puer.to Ri.can pôr'tı ri'kın Porto Riko, Porto Riko'ya özgü. 2. Porto Rikolu.
Puerto Rico
Puer.to Ri.co pôr'tı ri'ko Porto Riko.
puff on
-i tüttürmek, -i tüttürerek içmek.
puff out
şişinmek. 2. abartarak övünmek. 3. (saç) kabartmak. 4. şişirmek.
puff up
şişinmek. 2. abartarak övünmek. 3. (saç) kabartmak. 4. şişirmek.
puff
puff p^f isim 1. ani bir esinti. 2. küme: a puff of smoke duman kümesi. 3. nefes: He took a puff on his cigarette. Sigarasından bir nefes çekti. 4. beze, yumurta akıyla 1057
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yapılan kurabiye. 5. pudra ponponu. 6. saç lülesi. 7. yorgan. fiil püflemek. puffball
puff.ball p^f'bôl isim 1. botanik kurtmantarı. 2. olgunlaşmış karahindiba tohumlarının çiçek sapından kopmadan önceki beyaz ve tüy gibi top hali.
puffin
puf.fin p^f'în isim kutupmartısı.
puffy
puffysıfat kabarık, şişkin.
pug nose
ucu kalkık basık burun.
pug
pug p^g isim buldoğa benzeyen ufak bir cins köpek.
pugilism
pu.gi.lismisim boksörlük.
pugilist
pu.gi.list pyu'cılîst isim boksör.
pugnacious
pug.na.cious p^gney'şıs sıfat kavgacı, hırçın.
pugnaciously
pug.na.cious.lyzarf hırçınlıkla.
pugnaciousness
pug.na.cious.nessisim kavgacılık.
pugnacity
pug.nac.i.ty p^gnäs'ıti isim kavgacılık.
puke
puke pyuk fiil, argo kusmak; kusturmak. isim kusma.
pull a boner
büyük bir gaf yapmak, büyük bir pot kırmak.
pull a long face
suratını asmak.
pull an all-nighter
bütün gece çalışmak.
pull apart
çekip ayırmak.
pull at one's heartstrings
-i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.
pull away
çekip ayırmak; çekilip ayrılmak.
pull down
yıkmak. 2. moralini bozmak, üzmek.
pull for
-e yardım etmek, -i desteklemek. 2. konuşma dili -e bağlılığını bildirmek.
pull in one's horns
daha dikkatli olmak.
pull off
-i çekip çıkarmak. 2. argo -i başarıyla yapmak, -i başarmak.
pull one's rank
üstünlüğünü kabul ettirmek.
pull one's weight
gerekli gayreti göstermek.
pull oneself together
kendini toparlamak, toparlanmak.
pull out all the stops
elinden geleni yapmak.
pull out
-i çekip çıkarmak. 2. of -den ayrılmak.
1058
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pull someone through
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
birini ağır bir hastalıktan sağ salim kurtarmak. 2. birini zor bir durumdan kurtarmak. 3. birini (bir yerden) çekmek.
pull someone's leg
birine takılmak, birini işletmek, biriyle dalga geçmek.
pull something through
bir şeyi zor bir durumdan kurtarmak. 2. bir şeyi (bir yerden) çekmek.
pull strings
konuşma dili perde arkasında nüfuzlu birinin etkisini/iltimasını sağlamak, piston/torpil kullanmak.
pull the door to
kapıyı kapamak/kapatmak.
pull the wool over someone's eyes
konuşma dili birini aldatmak, birine oyun oynamak.
pull through
(ağır bir hastalıktan) sağ salim kurtulmak. 2. (zor bir durumdan) kurtulmak.
pull to pieces
paramparça etmek.
pull together
işbirliği yapmak. 2. elde bulunanlardan meydana getirmek.
pull up stakes
(başka yere taşınmak üzere) pılıyı pırtıyı toplayıp gitmek.
pull up
ileri gitmek. 2. sökmek. 3. durmak; durdurmak.
pull
pull pûl fiil 1. çekmek; koparmak. 2. sürüklemek. 3. bir nefes çekmek. isim 1. çekiş, çekme. 2. tutamaç. 3. dayanıklılık. 4. iltimas, kayırma, piston, arka. 5. uğraşma, gayret.
pulley
pul.ley pûl'i isim, makine makara; kasnak.
pullover
pull.o.ver pûl'ovır isim süveter, kazak.
pulmonary
pul.mo.nar.y p^l'mıneri sıfat 1. akciğere ait; akciğeri etkileyen. 2. akciğeri olan.
pulp
pulp p^lp isim 1. meyve eti. 2. kâğıt hamuru. fiil hamur haline getirmek.
pulpit
pul.pit pûl'pît isim minber; kürsü.
pulpy
pulp.y p^l'pi sıfat etli, özlü.
pulsate
pul.sate p^l'seyt fiil (nabız) atmak, (yürek) çarpmak.
pulse
pulse p^ls isim 1. nabız, nabız atışı. 2. genel eğilim. fiil (nabız) atmak, (yürek) çarpmak.
1059
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük pulverise
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pul.ver.ise p^l'vırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız pulverize
pulverize
pul.ver.izefiil ezmek, ezip toz haline koymak; ezilip toz haline gelmek.
puma
pu.ma pyu'mı isim puma, yenidünyaaslanı.
pumice
pum.ice p^m'îs isim süngertaşı, ponza. fiil süngertaşıyla temizlemek/parlatmak, ponzalamak.
pummel
pum.mel p^m'ıl fiil bakınız pommel
pump handle
pompa kolu.
pump up
-i pompayla şişirmek.
pump
pump p^mp isim 1. pompa. 2. tulumba. fiil 1. pompalamak. 2. tulumbayla çekmek. 3. out (bir yerdeki) suyu boşaltmak. 4. ağzını aramak.
pumping station
pompalama istasyonu.
pumpkin pie
balkabağı turtası, balkabaklı turta.
pumpkin
pump.kin p^mp'kîn isim balkabağı, helvacıkabağı, kestanekabağı.
pun
pun p^n isim sözcük oyunu, cinas. fiil (punned, punning) sözcük oyunu yapmak.
punch bowl
punç kâsesi.
punch
punch p^nç fiil yumruklamak, yumruk atmak. isim 1. yumruk. 2. kuvvet, etki.
punching bag
boks armuttop.
punctilious
punc.til.i.ous p^ngktîl'iyıs sıfat (ayrıntılar ve resmiyette) fazla titiz.
punctiliously
punc.til.i.ous.lyzarf titizlikle.
punctual
punc.tu.al p^ngk'çuwıl sıfat dakik.
punctuality
punc.tu.al.i.ty p^ngkçuwäl'ıti isim dakiklik.
punctuate
punc.tu.ate p^ngk'çuweyt fiil noktalamak, noktalama işaretleri koymak.
punctuation marks
dilbilgisi noktalama işaretleri.
punctuation
punc.tu.a.tion p^ngkçuwey'şın isim, dilbilgisi 1. noktalama. 2. noktalama işareti.
1060
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük puncture
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
punc.ture p^ngk'çır isim 1. delme. 2. göz, ufak delik. 3. patlak. fiil 1. delmek. 2. patlatmak. 3. söndürmek, değersizliğini/anlamsızlığını ortaya koymak.
pundit
pun.dit p^n'dît isim uzman.
pungent
pun.gent p^n'cınt sıfat 1. sert, acı, keskin. 2. iğneleyici.
punish
pun.ish p^n'îş fiil cezalandırmak.
punishable
pun.ish.ablesıfat cezalandırılabilir.
punishment
pun.ish.mentisim 1. cezalandırma. 2. ceza.
punitive
pu.ni.tive pyu'nıtîv sıfat cezalandırıcı, cezai.
Punjab
Pun.jab p^ncab', p^n'cab isim bakınız the Punqab
Punjabi
isim 1. Pencaplı. 2. Pencapça. sıfat 1. Pencap, Pencap'a özgü. 2. Pencaplı. 3. Pencapça.
punk
punk p^ngk isim, argo 1. serseri. 2. çeteci, gangster.
puny
pu.ny pyu'ni sıfat 1. çelimsiz, sıska, cılız, zayıf. 2. önemsiz, ufak.
pup tent
iki kişilik ufak çadır.
pup
pup p^p isim 1. köpek yavrusu, enik, encik. 2. kurt yavrusu. 3. fok yavrusu. fiil (pupped, pupping) (köpek, kurt, fok v.b.) yavrulamak.
pupa
pu.pa pyu'pı isim, zooloji (pupae/pupas) pupa.
pupil
pu.pil pyu'pıl isim öğrenci.
puppet government
kukla hükümet.
puppet play
kukla oyunu, kukla.
puppet show
kukla oyunu, kukla.
puppet
pup.pet p^p'ît isim kukla.
puppeteer
pup.pet.eerisim kuklacı.
puppetry
pup.pet.ryisim kuklacılık.
puppy
pup.py p^p'i isim köpek yavrusu.
purchase
pur.chase pır'çıs isim 1. satın alma, alım. 2. satın alınan şey. 3. sıkı tutma, kavrama. fiil 1. satın almak. 2. ele geçirmek, kazanmak. 3. manivela ile kaldırmak veya çekmek.
purchaser
pur.chaserisim müşteri, alıcı.
purchasing power
satın alma gücü. 1061
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
pure and simple
sadece, yalnızca.
pure
pure pyûr sıfat 1. saf, arı; som, has. 2. kusursuz, lekesiz. 3. masum.
purebred
pure.bred pyûr'bred sıfat, isim safkan.
purée
pu.rée pyûrey', pyûr'ey isim püre. fiil -i püre haline getirmek.
purely
pure.lyzarf 1. sadece, yalnızca. 2. tamamen, bütünüyle.
purgative
pur.ga.tive pır'gıtîv isim, sıfat müshil, pürgatif.
purgatory
pur.ga.to.ry pır'gıtôri isim Araf.
purge
purge pırc fiil 1. temizlemek, arındırmak. 2. politika tasfiye etmek.
purification
pu.ri.fi.ca.tion pyûrıfıkey'şın isim arındırma; arınma.
purify
pu.ri.fy pyûr'ıfay fiil 1. temizlemek, arındırmak; arınmak. 2. temize çıkarmak. 3. sadeleştirmek.
puritan
pu.ri.tan pyûr'ıtın isim, sıfat püriten.
puritanical
pu.ri.tan.i.cal pyûrıtän'îkıl sıfat püriten.
purity
pu.ri.ty pyûr'ıti isim 1. temizlik, saflık, arılık. 2. masumluk.
purl
purl pırl fiil çağıldayarak akmak.
purloin
pur.loin pırloyn' fiil çalmak, aşırmak.
purple language
küfür.
purple passage
süslü yazı.
purple
pur.ple pır'pıl isim, sıfat mor, erguvani, eflatun.
purport
pur.port pır'pôrt isim anlam, mana. fiil 1. .. görünümünde olmak, gibi görünmek; ... iddiasında olmak.
purpose
pur.pose pır'pıs isim 1. niyet, maksat, amaç. 2. karar.
purposeful
pur.pose.fulsıfat 1. maksatlı. 2. anlamlı.
purposeless
pur.pose.lesssıfat 1. maksatsız. 2. anlamsız.
purposely
pur.pose.lyzarf kasten, bile bile.
purr
purr pır fiil 1. (kedi) mırlamak. 2. (motor) hırıldamak.
purse snatcher
kapkaççı.
purse
purse pırs isim 1. para kesesi; para çantası. 2. el çantası. 3. hazine: public purse devlet hazinesi. 4. para 1062
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ödülü. 5. para bağışı. fiil 1. (dudaklarını) büzmek. 2. keseye koymak. purslane
purs.lane pırs'leyn isim semizotu.
pursuance
pur.su.ance pırsu'wıns isim bakınız in pursuance of
pursuant
zarfto -e göre.
pursue
pur.sue pırsu' fiil 1. kovalamak, peşine düşmek, izlemek, takip etmek. 2. sürdürmek: She is pursuing her studies at the university. Öğrenimini üniversitede sürdürüyor. 3. peşinde olmak, gerçekleştirmeye çalışmak.
pursuit
pur.suit pırsut' isim 1. kovalama, izleme, takip. 2. uğraş, iş. 3. peşinde olma, gerçekleştirmeye çalışma.
purulence
pu.ru.lenceisim cerahat toplama, irinlenme.
purulent
pu.ru.lent pyûr'ılınt sıfat cerahatli, irinli.
purvey
pur.vey pırvey' fiil sağlamak, tedarik etmek.
purveyor
pur.vey.or pırvey'ır isim satıcı; sağlayan kimse.
purview
pur.view pır'vyu isim 1. alan (Soyut anlamda kullanılır.): That's not within the purview of the Tax Office. Vergi Dairesi'nin yetki alanına girmiyor o. Does that come within your purview? O senin bilgi alanına giriyor mu? 2. (bir yasanın) hüküm alanı.
pus
pus p^s isim cerahat, irin.
push away
itip defetmek.
push back
geriye itmek.
push down
aşağı itmek.
push forward
ileri sürmek veya itmek.
push in
itip içeri sokmak.
push off
denizcilikle ilgili avara etmek. 2. argo gitmek, kaçmak.
Push off!
İngiliz İngilizcesi, argo Defol!
push one's luck
şansını zorlamak, şansına fazla güvenmek.
push one's way
ite kaka ilerlemek.
push someone around
birine amir gibi davranmak.
push something on someone
bir şeyi birine zorla kabul ettirmek.
push the panic button
konuşma dili paniğe kapılmak. 1063
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
push through
zorla kabul ettirmek.
push up daisies
gebermek.
push up
yukarı sürmek.
push
push pûş fiil 1. itmek, dürtmek. 2. sürmek, sevketmek, yürütmek. 3. (düğme v.b.'ne) basmak. 4. sıkıştırmak, tazyik etmek. 5. konuşma dili yasadışı yoldan (uyuşturucu) satmak. isim 1. itme, itiş, sürme. 2. hücum. 3. gayret, çaba.
pushed for time
vakti dar.
pushover
push.o.ver pûş'ovır isim, konuşma dili 1. kolay aldanan kimse, yemlik. 2. kolay iş.
Pushto
Push.to p^ş'to isim, sıfat bakınız Pushtu
Pushtu
Push.tu p^ş'tu isim, sıfat Peştuca, Afganca.
pusillanimous
pu.sil.lan.i.mous pyusılän'ımıs sıfat korkak, ödlek, yüreksiz.
puss
puss pûs isim, konuşma dili kedi.
pussy
pus.sy pûs'i isim, kaba 1. *am. 2. cinsel ilişki.
pussyfoot
pus.sy.foot pûs'ifût fiil kendi fikrini belirtmemek.
pussyfooter
pus.sy.foot.erisim fikrini belirtmeyen kimse.
pustule
pus.tule p^s'çul, p^s'tyul isim sivilce; irinli kesecik.
put a bold face on
(zor bir durum) karşısında cesaret göstermek.
put a call through
telefon etmek.
put a crimp in
konuşma dili engel olmak.
put a flea in one's ear
ihtar etmek, kulağını bükmek.
put a spoke in someone's wheel
birini engellemek, birinin tekerine çomak/taş koymak.
put a stop to
-e son vermek.
put a whammy on someone
birine uğursuzluk getiren bir büyü yapmak.
put about
(gemi) yön değiştirmek. 2. (geminin) başını çevirmek.
put across
konuşma dili 1. etkili bir şekilde iletmek/anlatmak/açıklamak/söylemek. 2. -i yutturmak. 3. kabul ettirmek.
put an animal out of its misery
hayvanı öldürerek acılarına son vermek.
put an animal to sleep
hayvanı iğneyle verilen ilaçla öldürmek.
put an embargo on
-e ambargo koymak. 1064
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
put an end to
-e son vermek.
put away
ortadan kaldırmak, saklamak. 2. tımarhaneye kapamak. 3. içeri atmak, hapse atmak. 4. (bir hayvanı) merhametten dolayı öldürmek. 5. (yemeği) mideye indirmek, götürmek; (içeceği) yuvarlamak, götürmek.
put back
geri koymak. 2. eski yerine koymak. 3. ilerlemesine engel olmak. 4. reddetmek. 5. denizcilikle ilgili yoldan geri dönmek.
put by
ilerisi için saklamak.
put down
aşağı koymak, yere koymak, indirmek. 2. (isyan v.b.'ni) bastırmak. 3. kaydetmek, yazmak. 4. argo küçümsemek; küçük düşürmek.
put forth
(yaprak, çiçek, filiz v.b.'ni) vermek. 2. ileri sürmek. 3. çıkarmak, yayımlamak.
put forward
önermek, ileri sürmek. 2. (saati) ileri almak.
put in a good word for someone
biri için iyi şeyler söylemek.
put in an appearance
kısa bir süre kalıp gitmek, görünmek.
put in one's two cents worth
fikrini söylemek, görüşünü belirtmek.
put in parentheses
parantez içine almak.
put in pledge
rehine koymak.
put in prison
hapsetmek.
put in
içeri koymak, sokmak. 2. arzetmek. 3. takmak. 4. limana girmek. 5. (bir iş için) (zaman) harcamak.
put into commission
sefere hazırlamak. 2. tamir etmek.
put into effect
uygulamak.
put into orbit
yörüngeye oturtmak.
put into practice
uygulamaya koymak.
put off an appointment
bir randevuyu ertelemek.
put off
ertelemek. 2. (giysiyi) çıkarmak. 3. vazgeçirmek. 4. with ile atlatmak. 5. denizcilikle ilgili -den ayrılmak.
put on a mask
maske takmak.
put on airs
çalım/caka satmak, poz takınmak.
put on an act
poz yapmak.
put on the brake
frene basmak. 1065
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
put on the brakes
frene basmak.
put on the feedbag
yemek yemek.
put on the map
konuşma dili meşhur etmek, ismini duyurmak.
put on the market
satışa çıkarmak.
put on weight
kilo almak.
put on
giymek. 2. (sahte bir hava) takınmak. 3. açmak. 4. atfetmek, üzerine yüklemek. 5. (kilo) almak.
put one's best foot forward
iyi bir tesir bırakmak için elinden geleni yapmak.
put one's cards on the table
konuşma dili ne düşündüğünü açıkça söylemek.
put one's finger on
-in üstüne basmak.
put one's foot down
ayak diremek.
put one's foot in it
pot kırmak, gaf yapmak.
put one's foot in one's mouth
pot kırmak, gaf yapmak.
put one's foot into it
pot kırmak, gaf yapmak.
put one's head in the lion's mouth
tehlikeye atılmak, kellesini koltuğuna almak.
put one's house in order
işlerini düzene koymak.
put one's shoulder to the wheel
gayretle çalışmaya başlamak.
put out feelers
konuşma dili sondaq yapmak.
put out of commission
işlemez hale getirmek. 2. yıkmak, mahvetmek.
put out of the way
öldürmek, ortadan kaldırmak.
put out to pasture
emekliye ayırmak.
put out
söndürmek. 2. (ışığı) kapamak. 3. sinir etmek, sinirlendirmek.
put over
(bir işin) başına getirmek. 2. to -e ertelemek, -e bırakmak. 3. etkili bir şekilde iletmek/anlatmak/açıklamak.
put someone in a flutter
birini heyecana düşürmek.
put someone in mind of
konuşma dili -e birini hatırlatmak, birini aklına getirmek: She put him in mind of his aunt. Ona teyzesini hatırlattı.
put someone in the shade
birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
put someone on a diet
birini perhize sokmak.
put someone on the spot
birini zor bir duruma sokmak/düşürmek, birini zor bir durumda bırakmak. 1066
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
put someone on
konuşma dili birini işletmek, biriyle dalga geçmek.
put someone onto
birine (birini) tavsiye etmek, birine (birini) salık vermek.
put someone out of her misery
birini öldürerek acılarına son vermek. 2. birinin çaresine bakmak, birini öldürmek. 3. birini sıkıntılı bir durumdan kurtarmak.
put someone out of his misery
birini öldürerek acılarına son vermek. 2. birinin çaresine bakmak, birini öldürmek. 3. birini sıkıntılı bir durumdan kurtarmak.
put someone out of one's mind
birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
put someone over against
birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese etmek.
put someone right about
(yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl olduğunu söylemek: I'm going to go over there this minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin ne olduğunu anlatacağım.
put someone right
(yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl olduğunu söylemek: I'm going to go over there this minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin ne olduğunu anlatacağım.
put someone through his paces
bir kimsenin yeteneğini denemek.
put someone through the wringer
konuşma dili anasından emdiği sütü burnundan getirmek, birine güçlük/sıkıntı çektirmek; birinin imanını gevretmek; birini cendereye sokmak/koymak, birini çok sıkıştırmak.
put someone to shame
birini utandırmak/mahcup etmek; birini rezil etmek. 2. birini gölgede bırakmak.
put someone to sleep
birini uyutmak; birine uyku vermek.
put someone to the test
birini zora koşmak.
put someone under arrest
tutuklamak.
put someone up to
birini (kötü bir şey yapmaya) ikna etmek.
put someone wise to
konuşma dili birini (birinden/bir şeyden) haberdar etmek; birine (bir şeyi) çaktırmak.
put someone's nose out of joint
konuşma dili birini gücendirmek. 1067
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
put something back
bir şeyi yerine koymak. 2. bir şeyi geciktirmek.
put something by
bir şeyi saklamak, bir şeyi bir kenara koymak.
put something in someone's mind
bir şeyi birinin aklına koymak.
put something in storage
bir şeyi depoya koymak.
put something in the shade
birini/bir şeyi gölgede bırakmak.
put something on the back burner
konuşma dili bir şeyi şimdilik askıya almak.
put something out of one's head
bir şeyi unutmak/unutturmak.
put something out of one's mind
birini/bir şeyi aklından çıkarmak/unutmak.
put something over against
birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese etmek.
put something over on someone
bir şeyi birine yutturmak/kakalamak.
put something to a vote
bir şeyi oya/oylamaya koymak.
put something to one side
bir şeyi bir kenara bırakmak.
put something to rights
bir şeyi düzene sokmak/koymak; bir şeyi yoluna koymak.
put something to shame
bir şeyi gölgede bırakmak.
put store by
-i önemsemek, -e önem vermek.
put store on
-i önemsemek, -e önem vermek.
put the cart before the horse
tersine iş görmek.
put the finger on
-i ihbar etmek, -i gammazlamak, -i ele vermek.
put the record straight
herhangi bir yanılgıyı gidermek için olayı doğru bir şekilde anlatmak.
put the screws on
konuşma dili (birini) sıkıştırmak.
put the shot
spor gülle atmak.
put the wind up someone
birini korkutmak. 2. birini sinirlendirmek.
put their heads together
baş başa verip düşünmek.
put through a call to
-e telefon etmek.
put through
gerçekleştirmek. 2. (bir yasa tasarısını) (meclisten) geçirmek. 3. (telefon eden birini) -e bağlamak.
put to bed
yatağına yatırmak. konuşma dili 1. (gazete, dergi, v.b.'ni) baskıya hazırlamak.
put to death
öldürmek.
put to flight
kaçırmak.
put to rights
düzeltmek. 1068
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
put to sea
denize açılmak.
put to use
kullanmak.
put too much stress on
-i fazlasıyla vurgulamak. 2. (bir yapıdaki eleman) -e fazla yük olmak/bindirmek.
put two and two together
konuşma dili sağduyusunu/aklını kullanarak mantıklı bir sonuca varmak.
put under a ban
yasaklamak.
put up a poor show
başarılı olmamak, yaptığı iyi olmamak.
put up for sale
satılığa çıkarmak.
put up with
-e katlanmak, -i çekmek.
Put up your hands!
Eller yukarı!
put upon
-i sömürmek, -i kullanmak.
put words into someone's mouth
birinden izin almadan onun adına konuşmak.
put
put pût fiil (put, putting) koymak, yerleştirmek.
putative
pu.ta.tive pyu'tıtîv sıfat farzedilen, varsayılan.
putrefy
pu.tre.fy pyu'trıfay fiil 1. çürümek, bozulmak; çürütmek. 2. kokmak, kokuşmak; kokutmak. 3. kangren olmak.
putrid
pu.trid pyu'trîd sıfat çürük, çürümüş, bozuk, kokmuş, kokuşmuş, kokuşuk.
putridity
pu.trid.ityisim 1. çürüklük. 2. kokuşma.
putridness
pu.trid.nessisim 1. çürüklük. 2. kokuşma.
putt
putt p^t isim, golf topu deliğe sokmak için hafif vuruş. fiil (topa) hafifçe vurmak.
putter
put.ter p^t'ır fiil about ufak tefek işlerle meşgul olmak, oyalanmak.
putty
put.ty p^t'i isim camcı macunu. fiil macunlamak.
put-up job
danışıklı dövüş.
put-up
put-up pût'^p sıfat danışıklı.
puzzle out
kafa yorarak çözmek.
puzzle over
-i çok düşünmek.
puzzle
puz.zle p^z'ıl isim 1. bilmece; bulmaca. 2. mesele, sorun. 3. şaşkınlık, hayret. 4. anlaşılmaz kimse. fiil
1069
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
şaşırtmak, hayrete düşürmek; şaşırmak, hayrete düşmek. puzzling
puz.zling p^z'lîng sıfat 1. şaşırtıcı. 2. üzücü.
pygmy
pyg.my pîg'mi isim, sıfat cüce.
pyjamas
py.ja.mas pıca'mız isim, İngiliz İngilizcesi bakınız paqamas
pylon
py.lon pay'lan isim çelik direk, pilon.
pyoderma
py.o.der.ma payodır'mı isim, tıbbi irinli deri, piyodermit.
pyogenesis
py.o.gen.e.sis payıcen'ısîs isim, tıbbi irinlenim, irinlenme, piyogeni, piyogenez.
pyogenic
py.o.gen.ic payıcen'îk sıfat, tıbbi irinyapan, piyogenik.
pyopoiesis
py.o.poi.e.sis payıpoyi'sîs isim, tıbbi irinlenim, irinlenme.
pyorrhea
py.or.rhe.a payıri'yı isim, tıbbi piyore, dişeti iltihabı.
pyracantha
pyr.a.can.tha payrıkän'thı isim, botanik ateşdikeni.
pyramid
pyr.a.mid pîr'ımîd isim piramit.
pyre
pyre payr isim ölüyü yakmaya özgü odun yığını.
pyrethrum
py.re.thrum payri'thrım isim pireotu, pirekapan, nezleotu.
Pyrex
Py.rex pay'reks isim payreks.
pyrite
py.rite pay'rayt isim, mineraloji pirit.
pyrography
py.rog.ra.phy payrag'rıfi isim dağlama resmi, yakma resim, pirogravür.
pyrogravure
py.ro.gra.vure payrıgrıvyûr' isim bakınız pyrography
pyrosis
py.ro.sis payro'sîs isim, tıbbi mide ekşimesi.
pyrotechnic
py.ro.tech.nic payrıtek'nîk sıfat piroteknik.
pyrotechnics
py.ro.tech.nics payrıtek'nîks isim 1. piroteknik, pirotekni. 2. askeri piroteknik mühimmat. 3. piroteknik gösteri.
Pyrrhic victory
fazla pahalıya mal olan zafer; büyük kayıplarla kazanılan başarı.
Pyrrhic
Pyr.rhic pîr'îk sıfat bakınız Pyrrhic victory
python
py.thon pay'than isim, zooloji piton. 1070
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
q.
j.kısaltma «quart» quarter quarterly question
Qatar
Qa.tar k^tar', ka'tar isim Katar.
Qatari
isim Katarlı. sıfat 1. Katar, Katar'a özgü. 2. Katarlı.
qibla
jib.la kîb'lı isim kıble, namazda yönelinen yön.
qiblah
jib.lah kîb'lı isim bakınız qibla
qt.
jt.kısaltma «quantity» quart
qu.
ju.kısaltma question
quack doctor
şarlatan hekim.
quack
juack kwäk isim, sıfat şarlatan.
quadrangle
juad.ran.gle kwad'räng.gıl isim 1. avlu. 2. geometri dörtgen.
quadrilateral
juad.ri.lat.er.al kwadrılät'ırıl sıfat, geometri dört kenarlı.
quadruped
juad.ru.ped kwad'rûped sıfat dört ayaklı. isim dört ayaklı hayvan.
quadruple
juad.ru.ple kwad'rûpıl, kwadru'pıl sıfat dört kat: I want quadruple this amount. Bu miktarın dört katını istiyorum.
quaff
juaff kwaf, kwäf fiil içmek, kana kana içmek. isim içim.
quagmire
juag.mire kwäg'mayr isim batak, bataklık.
quail
juail kweyl isim bıldırcın.
quaint
juaint kweynt sıfat antika, yabansı, acayip, tuhaf.
quaintly
juaint.lyzarf acayip bir şekilde.
quaintness
juaint.nessisim antikalık, acayiplik, tuhaflık.
quake
juake kweyk fiil 1. titremek. 2. sarsılmak.
Quaker
Quak.er kwey'kır isim bir Protestan tarikatı üyesi, Kuveykır.
qualification
jual.i.fi.ca.tion kwalıfıkey'şın isim 1. nitelik, özellik: He has all the qualifications. Bütün niteliklere sahip. 2. şart, kayıt: with many jualifications birçok şartlarla. 3. dilbilgisi niteleme.
qualified
jual.i.fied kwal'ıfayd sıfat 1. kalifiye, nitelikli, vasıflı, ehliyetli: a qualified worker kalifiye bir işçi. 2. ehliyetli, 1071
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ehliyeti olan: a jualified driver ehliyetli bir şoför. 3. şartlı, kısıtlı, sınırlı. qualify
jual.i.fy kwal'ıfay fiil 1. hak kazanmak, ehliyet kazanmak; hak kazandırmak. 2. kısıtlamak, sınırlandırmak. 3. nitelendirmek. 4. hafifletmek. 5. dilbilgisi nitelemek.
qualitative
jual.i.ta.tive kwal'ıteytîv sıfat niteliksel, nitel.
quality
jual.i.ty kwal'ıti isim 1. nitelik, vasıf. 2. kalite, nitelik: average juality orta nitelik. high juality yüksek kalite. poor juality düşük kalite. juality control kalite kontrolü. 3. özellik: a person's good qualities bir kimsenin iyi özellikleri. 4. üstünlük. 5. meziyet.
qualm
jualm kwam isim vicdan azabı.
qualms of conscience
vicdan azabı.
quandary
juan.da.ry kwan'dıri, kwan'dri isim 1. şüphe, ikircim; hayret, şaşkınlık. 2. ikilem.
quantify
juan.ti.fy kwan'tıfay fiil miktarını belirtmek; miktarını belirlemek, ölçmek.
quantitative
juan.ti.ta.tive kwan'tıteytîv sıfat nicel.
quantitatively
juan.ti.ta.tive.lyzarf nicel olarak.
quantity
juan.ti.ty kwan'tıti isim 1. nicelik: Quality is more important than quantity. Nitelik nicelikten daha önemlidir. 2. miktar: a negligible juantity önemsiz bir miktar. 3. çoğul miktar: in small juantities az miktarda. He buys in large juantities. Külliyetli miktarda satın alır.
quantum leap
önemli bir atılım.
quantum
juan.tum kwan'tım isim (quanta) 1. miktar, tutar. 2. pay, hisse. 3. fizik kuantum, nicem.
quarantine
juar.an.tine kwôr'ıntin isim karantina. fiil karantinaya almak.
quarrel
juar.rel kwôr'ıl isim kavga, çekişme; bozuşma. fiil (quarreled/quarrelled, quarreling/quarrelling) kavga etmek, çekişmek; bozuşmak. 1072
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
quarrelsome
sıfat kavgacı; ters, huysuz.
quarry
juar.ry kwôr'i isim av.
quart
juart kwôrt isim galonun dörtte biri, kuart.
quarter deck
kıç güvertesi.
quarter hour
çeyrek saat.
quarter note
müzik dörtlük.
quarter
juar.ter kwôr'tır isim 1. dörtte bir, çeyrek: a quarter of the amount miktarın dörtte biri. 2. çeyrek: It's juarter to two. İkiye çeyrek var. 3. 25 sent. 4. yılın dörtte biri, üç aylık süre. 5. öğretim yılının dörtte biri. 6. mahalle, semt. 7. yön, taraf. 8. çoğul kışla. 9. çoğul konut, mesken, ikametgâh. fiil 1. dörde ayırmak, dörde bölmek. 2. (in/with) (birini) (bir yere veya birinin yanına) yerleştirmek: They juartered him with an engineer's family. Onu bir mühendis ailesinin yanına yerleştirdiler.
quarterback
juar.ter.back kwôr'tırbäk isim, Amerikan futbolu oyunu idare eden oyuncu. fiil, konuşma dili -i idare etmek.
quarterdeck
juar.ter.deck kwôr'tırdek isim, denizcilikle ilgili kıç güverte.
quarterfinal
juar.ter.fi.nal kwôrtırfay'nıl isim çeyrek final.
quarterly
juar.ter.ly kwôr'tırli sıfat üç ayda bir verilen veya olan. isim üç ayda bir yayımlanan süreli yayın. zarf üç ayda bir.
quartermaster
juar.ter.mas.ter kwôr'tırmästır isim, askeri levazım subayı.
quartet
juar.tet kwôrtet' isim, müzik dörtlü, kuartet.
quartette
juar.tette kwôrtet' isim, müzik dörtlü, kuartet.
quartz crystal
kuvars kristali.
quartz
juartz kwôrts isim kuvars.
quash
juash kwaş fiil 1. hukuk iptal etmek, feshetmek, kaldırmak, bozmak. 2. (isyan v.b.'ni) bastırmak; (duygu, umut v.b.'ni) yok etmek: We shall juash those hopes of his. O umutlarının kökünü kazıyacağız. 1073
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
quasi-
juasi-önek benzeri.
quassia
juas.sia kwaş'iyı, kwas'iyı isim 1. acıağaç, kavasya. 2. acıağaç/kavasya tentürü.
quatrain
juat.rain kwat'reyn isim, edebiyat dörtlük, kıta.
quaver
jua.ver kwey'vır fiil 1. titremek. 2. titrek sesle şarkı söylemek veya konuşmak. isim 1. titreme. 2. ses titremesi.
quay
juay ki isim rıhtım, iskele.
queasy
juea.sy kwi'zi sıfat 1. midesi bulanmış. 2. mide bulandırıcı. 3. midesi kolayca bulanan.
Queen Anne's lace
isim (Queen Anne's lace) kırlarda yetişen beyaz çiçekli bir havuç türü.
queen bee
arıbeyi, anaarı.
queen consort
kralın karısı olan kraliçe.
queen dowager
dul kraliçe.
queen mother
ana kraliçe.
queen
jueen kwin isim 1. kraliçe. 2. arıbeyi, anaarı. 3. satranç vezir. 4. iskambil oyunları kız. 5. argo ibne.
queenlike
sıfat kraliçe gibi.
queenly
jueen.lysıfat 1. kraliçe gibi. 2. kraliçeye yakışır.
queer fish
garip bir kimse, tuhaf bir kimse, antika, kaşmerdikoz.
queer
jueer kwîr sıfat 1. acayip, tuhaf, garip. 2. argo homoseksüel.
quell
juell kwel fiil 1. (isyan v.b.'ni) bastırmak. 2. (korku, endişe v.b.'ni) gidermek veya yatıştırmak.
quench one's thirst
susuzluğunu gidermek.
quench
juench kwenç fiil 1. (susuzluğu) gidermek. 2. (ateş, yangın v.b.'ni) söndürmek. 3. (isyan v.b.'ni) bastırmak; (duygu, umut v.b.'ni) yok etmek. 4. (çeliğe) su vermek.
querulous
juer.u.lous kwer'ılıs sıfat şikâyetçi, titiz, aksi.
query
jue.ry kwîr'i isim 1. soru. 2. kuşku, şüphe. fiil 1. (birine) soru sormak. 2. -in doğruluğunu sormak.
quest
juest kwest isim arama, araştırma. fiil for -i aramak, -i araştırmak. 1074
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
question mark
dilbilgisi soru işareti, soru imi.
question
jues.tion kwes'çın isim 1. soru. 2. sorun, mesele. 3. kuşku, şüphe. fiil 1. soru sormak. 2. sorguya çekmek: The police are juestioning the suspect. Polisler sanığı sorguya çekiyorlar. 3. -den şüphe etmek: I question his honesty. Dürüstlüğünden şüphe ediyorum.
questionable
jues.tion.ablesıfat 1. kuşkulu, şüpheli. 2. kesin olmayan.
questionnaire
jues.tion.naire kwesçıner' isim 1. anket, sormaca. 2. form, belge.
queue up
kuyruğa girmek.
queue
jueue kyu isim sıra, kuyruk. fiil 1. kuyruğa girmek. 2. kuyruk olmak.
quibble
juib.ble kwîb'ıl isim baştan savma cevap, kaçamaklı söz. fiil 1. kaçamaklı cevap vermek. 2. önemsiz şeyler üzerinde durmak. 3. tartışma konusu yapmak.
quick on the trigger
eli tetikte. 2. hazırcevap, kafası çabuk işler.
quick on the uptake
konuşma dili 1. hazırcevap. 2. uyanık.
quick
juick kwîk sıfat 1. çabuk, hızlı: as quick as I can elimden geldiği kadar çabuk. quick returns çabuk gelen kazanç. 2. anlayışlı, kavrayışlı, zeki. isim tırnağın altındaki hassas et.
quicken
juick.en kwîk'ın fiil 1. çabuklaştırmak, hızlandırmak; çabuklaşmak, hızlanmak. 2. canlandırmak, diriltmek; canlanmak, dirilmek.
quickie
juick.ie kwîk'i isim, konuşma dili 1. çabuk içilen/içilmiş içki. 2. çarçabuk sevişme/aşk yapma. 3. çabuk yapılan/yapılmış şey. sıfat çabuk yapılan/yapılmış.
quicklime
juick.lime kwîk'laym isim sönmemiş kireç.
quickly
juick.lyzarf çabuk, çabucak, süratle, hızla.
quickness
juick.nessisim çabukluk, sürat, hız.
quicksand
juick.sand kwîk'sänd isim bataklık kumu.
quick-tempered
juick-tem.pered kwîk'tempırd sıfat çabuk kızar. 1075
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
quick-witted
juick-wit.ted kwîk'wît'îd sıfat zeki, kavrayışlı.
quid pro quo
juid pro juo kwîd' pro kwo' (verilen bir şeye) karşılık: If we give this to them we must insist on a juid pro juo. Bunu onlara verirsek, karşılığını istememiz şart.
quid
juid kwîd isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bir sterlin.
quiescent
jui.es.cent kwayes'ınt sıfat hareketsiz, sakin.
quiet down
susmak. 2. yatışmak, sakinleşmek.
quiet
jui.et kway'ît sıfat 1. sessiz, sakin. 2. hareketsiz, dingin. 3. rahat. 4. yumuşak huylu, sessiz, uslu. 5. gösterişsiz. isim 1. sessizlik, sükût. 2. rahat, huzur, sükûnet, asayiş. fiil 1. susturmak. 2. yatıştırmak, sakinleştirmek.
quietism
jui.et.ism kway'ıtîzım isim dingincilik.
quietly
jui.et.lyzarf yavaşça, sessizce, hareketsizce.
quill pen
tüy kalem.
quill
juill kwîl isim 1. kuş kanadının büyük tüyü, yelek, telek, teleke; kuyruk teleği. 2. içi boş olan tüy sapı. 3. tüy kalem. 4. kirpi oku.
quilt
juilt kwîlt isim yorgan.
quilted
juilt.ed kwîl'tîd sıfat kapitone.
quince
juince kwîns isim ayva.
quinine
jui.nine kway'nayn, [İngiliz İngilizcesi] kwînin' isim kinin.
quintal
juin.tal kwîn'tıl isim kental, 388 kilogramlık ağırlık birimi.
quintessence
juin.tes.sence kwîntes'ıns isim 1. öz, cevher. 2. mükemmel bir örnek; tipik bir örnek.
quintessential
juin.tes.sen.tial kwîntîsen'şıl sıfat özbeöz; su katılmamış; tam bir: That is quintessential mediocrity. Sıradanlığın ta kendisi o.
quintet
juin.tet kwîntet' isim, müzik kuintet, beşli.
quintette
juin.tette kwîntet' isim, müzik kuintet, beşli.
quintillion
juin.til.lion kwîntîl'yın isim kentilyon.
quintuple
juin.tu.ple kwîn'tûpıl, kwîntu'pıl sıfat beş kat, beş misli. 1076
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük quintuplet
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
juin.tu.pletisim 1. beş şeyden meydana gelen takım. 2. beşizlerden biri.
quip
juip kwîp isim 1. espri, nükte, latife. 2. taş, şakayla karışık iğneli söz. fiil (juipped, juipping) 1. espri yapmak. 2. taş atmak, şakayla karışık iğneli söz söylemek.
quirk
juirk kwırk isim 1. acayiplik. 2. tuhaf davranış. 3. mimarlık kabartmalı süslemede girinti.
quit
juit kwît fiil (quit/quitted, quitting) 1. bırakmak, vazgeçmek: He juit smoking cigarettes. Sigara içmekten vazgeçti./Sigarayı bıraktı. 2. kesilmek, durmak, dinmek: The motor suddenly quit. Motor duruverdi. It's quit raining. Yağmur dindi. 3. -i terketmek, -den çekip gitmek: They juit the town. Kasabadan çekip gittiler. 4. ayrılmak: She quit her qob. İşinden ayrıldı.
quite a bit
epey: You've grown juite a bit. Epey büyüdün. I haven't seen her for juite a bit. Epeydir görmedim onu. 2. sık sık: They go there quite a bit. Oraya sık sık gidiyorlar.
quite a few
birçok.
quite a
Ne ...! (Beğeni ve şaşkınlık belirtir.) : She's juite a woman! Ne kadındır o! That was juite a party! Ne partiydi ama! 2. epey (bir miktar): I saw quite a few parrots there. Orada epey papağan gördüm. 3. bayağı: He's developed into juite a hunter. Bayağı iyi bir avcı oldu.
quite an
Ne ...! (Beğeni ve şaşkınlık belirtir.) : She's juite a woman! Ne kadındır o! That was juite a party! Ne partiydi ama! 2. epey (bir miktar): I saw quite a few parrots there. Orada epey papağan gördüm. 3. bayağı: He's developed into juite a hunter. Bayağı iyi bir avcı oldu.
Quite so.
İngiliz İngilizcesi Tabii.
1077
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük quite
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
juite kwayt zarf 1. tam, tamamen: I'm not quite through yet. Henüz tam bitirmiş değilim. I don't quite know what to say. Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Is it ready?" "Not quite." "Hazır mı?" "Az kaldı." I'd quite forgotten it. Onu tamamen unuttum. Quite right, sir! Çok haklısınız beyefendi! He's not quite the man for the qob. Tam o işin adamı değil. Not quite all of them have come yet. Henüz hepsi gelmedi. 2. bayağı, pek: She's juite good at her job. İşinde bayağı iyidir o.
quitter
juit.ter kwît'ır isim, konuşma dili işleri hep yarıda bırakan kimse.
quiver
juiv.er kwîv'ır fiil titremek; titretmek. isim titreme.
quixotic
juix.ot.ic kwîksat'îk sıfat donkişotça, donkişotvari.
quixotical
juix.ot.i.cal kwîksat'îkıl sıfat donkişotça, donkişotvari.
quixotism
juix.o.tism kwîk'sıtîzım isim donkişotluk.
quiz program
radyo, televizyon bilgi yarışması.
quiz
juiz kwîz isim 1. kısa sınav, küçük imtihan. 2. sorgu. fiil (juizzed, juizzing) (birine) çok soru sormak, (birini) sorguya çekmek.
quizzical
juiz.zi.cal kwîz'îkıl sıfat 1. sorgulayıcı (bakış, tavır v.b.). 2. alaylı ve keyifli (gülüş, bakış v.b.).
quorum
juo.rum kwôr'ım isim yetersayı.
quota
juo.ta kwo'tı isim 1. hisse, pay. 2. kontenjan. 3. kota.
quotation mark
dilbilgisi tırnak işareti.
quotation
juo.ta.tion kwotey'şın isim 1. alıntılama, aktarma. 2. alıntı, aktarma.
quote
juote kwot fiil 1. aktarmak, alıntılamak, alıntı yapmak. 2. (birinin) söylediklerini tekrarlamak. 3. fiyat koymak; fiyat vermek. isim, konuşma dili 1. alıntı, aktarma. 2. tırnak işareti.
quoth
juoth kwoth fiil, eski dedim; dedi. (Bu fiilin başka kipi yoktur. Özne daima fiilden sonra gelir: quoth I , quoth he ).
quotient
juo.tient kwo'şınt isim, matematik bölüm. 1078
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
R
R, r ar isim R, İngiliz alfabesinin on sekizinci harfi.
R.A.F.
R.A.F. ar'ey'ef İngiliz İngilizcesi, kısaltma the Royal Air Force (Kraliyet Hava Kuvvetleri.)
r.p.m.
r.p.m., rpm ar'pi'em kısaltma revolutions per minute dakikada devir.
r.p.s.
r.p.s., rps ar'pi'es kısaltma revolutions per second saniyede devir.
R.S.V.P.
R.S.V.P. ar'es'vi'pi' kısaltma Répondez s'il vous plaît. L.C.V (Lütfen cevap veriniz.)
rabbi
rab.bi räb'ay isim haham.
rabbit
rab.bit räb'ît isim tavşan.
rabble
rab.ble räb'ıl isim insan kalabalığı, insan sürüsü, güruh.
rabid
rab.id räb'îd sıfat 1. kudurmuş, kuduz. 2. öfkeden kudurmuş. 3. fanatik.
rabies
ra.bies rey'biz isim kuduz.
raccoon
rac.coon räkun' isim rakun.
race against time
zamanla yarışmak.
race won by a length
bir at veya kayık boyu ile kazanılan yarış.
race
race reys isim 1. yarış, koşu. 2. akıntı. fiil 1. yarışmak; yarıştırmak. 2. hızlı gitmek; koşmak. 3. (atı) dörtnala koşturmak; (aracı) hızlı sürmek. 4. (avaradaki moturu) hızlı çalıştırmak. 5. (beyin, kalp) çok hızlı çalışmak.
racecourse
race.course reys'kôrs isim 1. İngiliz İngilizcesi (at için) parkur; hipodrom. 2. parkur. 3. yarış pisti.
racehorse
race.horse reys'hôrs isim yarış atı.
racer
racerisim 1. yarış atı. 2. yarış arabası.
racetrack
race.track reys'träk isim 1. yarış pisti. 2. (at için) parkur; hipodrom.
racial
ra.cial rey'şıl sıfat ırksal.
racialism
ra.cial.ism rey'şılîzım isim, İngiliz İngilizcesi ırkçılık.
racialist
ra.cial.istisim, sıfat, İngiliz İngilizcesi ırkçı.
racism
rac.ism rey'sîzım isim ırkçılık.
racist
rac.istisim ırkçı.
rack and ruin
yıkım, harabiyet. 1079
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rack one's brains
bayağı/çok düşünmek, kafa patlatmak.
rack
rack räk isim 1. (otobüs, tren ve vapurda) (çubuklardan oluşan) raf; (otomobilin üstünde) portbagaj. 2. bir çift geyik boynuzu.
racket
rack.et räk'ît isim raket.
racketeer
rack.et.eer räkıtîr' isim haraççı; mafya üyesi.
racquet
rac.juet räk'ît isim bakınız racket
racy
rac.y rey'si sıfat 1. komik ve biraz açık saçık. 2. canlı, renkli (üslup).
radar
ra.dar rey'dar isim radar.
radial
ra.di.al rey'diyıl sıfat radyal, ışınsal.
radian
ra.di.an rey'diyın isim, geometri radyan.
radiance
ra.di.ance rey'diyıns parlaklık, aydınlık.
radiant
ra.di.ant rey'diyınt sıfat 1. ışın yayan, parlak. 2. neşe saçan.
radiate
ra.di.ate rey'diyeyt fiil 1. ışın yaymak. 2. ışın halinde yayılmak. 3. yaymak, saçmak.
radiation
ra.di.a.tion reydiyey'şın isim radyasyon, ışınım.
radiator
ra.di.a.tor rey'diyeytır isim radyatör.
radical
rad.i.cal räd'îkıl sıfat radikal; kökten; köktenci. isim radikal, köktenci.
radicalism
rad.i.cal.ism räd'îkılîzım isim radikalizm, köktencilik.
radio frequency
radyo frekansı.
radio link
radyolink.
radio operator
telsizci.
radio station
radyo istasyonu.
radio
ra.di.o rey'diyo isim 1. radyo. 2. telsiz. fiil telsizle göndermek/duyurmak: We radioed for help. Telsizle imdat istedik.
radioactive
ra.di.o.ac.tive reydiyowäk'tîv sıfat radyoaktif, ışınetkin.
radioactivity
ra.di.o.ac.tiv.ityisim, fizik radyoaktivite, ışınetki, ışınetkinlik.
radiologist
ra.di.ol.o.gist reydiyal'ıcîst isim radyolog, ışınbilimci.
radiology
ra.di.ol.o.gy reydiyal'ıci isim radyoloqi, ışınbilim. 1080
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
radiotherapy
ra.di.o.ther.a.py reydiyother'ıpi isim radyoterapi.
radish
rad.ish räd'îş isim kırmızıturp.
radium
ra.di.um rey'diyım isim, kimya radyum.
radius
ra.di.us rey'diyıs isim (radii/radiuses) yarıçap.
raffia
raf.fi.a räf'iyı isim rafya.
raffle
raf.fle räf'ıl isim piyango. fiil off piyangoda hediye olarak dağıtmak.
raft
raft räft isim sal. fiil (suyun üzerinde) salla gitmek/taşımak.
rafter
raft.er räf'tır isim çatı kirişi, kiriş.
raftsman
rafts.man räfts'mın isim (raftsmen) salcı.
rag doll
bez bebek.
rag
rag räg fiil, konuşma dili (ragged, ragging) -e takılmak, ile şaka yapmak. isim, İngiliz İngilizcesi şaka, oyun.
ragamuffin
rag.a.muf.fin räg'ım^fîn isim üstü başı perişan çocuk.
rage
rage reyc isim 1. gazap; hırs; hışım. 2. coşku, heyecan. 3. moda, çok rağbet gören şey. It's the rage these days! O şimdi çok moda! fiil 1. hırsla veryansın etmek/verip veriştirmek. 2. (bir olay) şiddetle devam etmek: The storm was raging without. Dışarıda fırtına şiddetle esiyordu.
ragged
rag.ged räg'îd sıfat 1. yırtık pırtık. 2. hırpani, perişan kılıklı, giysileri yırtık pırtık. 3. kenarları eğri büğrü kesilmiş.
raid
raid reyd isim 1. baskın; polis baskını. 2. akın. fiil 1. baskın yapmak. 2. akın etmek.
raider
raid.erisim 1. baskıncı. 2. akıncı.
rail against
-e sövüp saymak.
rail at
-e sövüp saymak.
rail
rail reyl fiil sövüp saymak.
railing
rail.ing rey'lîng isim 1. küpeşte; tırabzan küpeştesi; parmaklık küpeştesi. 2. parmaklık, korkuluk; tırabzan. 3. tahta parmaklıktaki yatay sırık.
railroad station
tren istasyonu. 1081
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
railroad
rail.road reyl'rod isim demiryolu.
railway station
tren istasyonu.
railway
rail.way reyl'wey isim demiryolu.
rain cats and dogs
bardaktan boşanırcasına yağmak, yağmur boşanmak, gök delinmek.
rain check
yağmur yüzünden iptal edilen maç, gösteri, konser v.b. yerine ilerisi için verilen bilet. 2. Çekici bulunan bir davet reddedildiği zaman kullanılır: I'll take a rain check./Give me a rain check. Alacağım olsun.
rain forest
yağmur ormanı.
rain or shine
ne olursa olsun.
rain
rain reyn isim yağmur. fiil 1. yağmur yağmak. 2. yağmur gibi boşanmak. 3. yağmur gibi yağdırmak.
rainbow
rain.bow reyn'bo isim gökkuşağı.
raincoat
rain.coat reyn'kot isim yağmurluk.
raindrop
rain.drop reyn'drap isim yağmur damlası.
rainfall
rain.fall reyn'fôl isim yağış miktarı.
rainy
rain.y rey'ni sıfat yağmurlu.
raise a blockade
ablukayı kaldırmak.
raise hell
karışıklık çıkarmak, kıyamet koparmak.
raise someone's curiosity
birinin merakını uyandırmak, birinin dikkatini çekmek.
raise the roof
çok gürültü yapmak.
raise
raise reyz fiil 1. (yukarı) kaldırmak: He raised his hand. Elini kaldırdı. 2. yükseltmek, artırmak. 3. (para) toplamak. 4. (hayvan, ekin) yetiştirmek; (çocuk) büyütmek/yetiştirmek. 5. -e sebep olmak: It raised a laugh among them. Onları güldürdü. Don't raise a dust! Etrafı tozutma! You've raised our hopes. Bizi umutlandırdınız. 6. ileri sürmek, söylemek: Don't raise any objections! Hiç bir itirazda bulunma!
raisin
rai.sin rey'zın isim kuru üzüm.
rake in money
çok para kazanmak.
rake someone over the coals
birini şiddetle azarlamak, birini haşlamak.
1082
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rake something up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bir şeyi çıkarıp ortaya dökmek, eski defterleri karıştırmak.
rake
rake reyk isim, bahçıvanlık tırmık. fiil 1. tırmıkla toplamak. 2. (toprağı) tırmıklamak. 3. askeri (ateşle) taramak. 4. together -i zar zor bir araya getirmek.
rakeoff
rake.off reyk'ôf isim (yasadışı bir kazançtan alınan) pay.
rally
ral.ly räl'i fiil 1. (birilerini) toplamak; toplanmak. 2. harekete geçirmek; canlandırmak. 3. moral vermek, cesaretlendirmek. 4. (düştükten sonra) (fiyatları) artırmak; (fiyatlar) artmaya başlamak. 5. to/around (birinin) yardımına koşmak; (bir davayı) desteklemek. 6. (hasta veya yorgun kişi) kendini toparlamak. isim 1. (birilerini) toplama; toplanma. 2. (düşüşten sonra) (fiyatlarda) artış. 3. (hasta veya yorgun kişi) kendini toparlama. 4. (birini veya bir davayı desteklemek için yapılan) toplantı; miting. 5. otomotiv ralli.
ram someone down one's throat
konuşma dili birini/bir şeyi birine zorla kabul ettirmek, birinin gırtlağına basarak birini/bir şeyi kabul ettirmek.
ram someone down someone's throat birine birini/bir şeyi zorla kabul ettirmek. ram something down one's throat
konuşma dili birini/bir şeyi birine zorla kabul ettirmek, birinin gırtlağına basarak birini/bir şeyi kabul ettirmek.
ram something down someone's throat
birine birini/bir şeyi zorla kabul ettirmek.
RAM
RAM räm isim, kısaltma Random-Access Memory
Ramadan
Ram.a.dan rämıdan' isim Ramazan.
Ramazan
Ram.a.zan rämızan' isim Ramazan.
ramble
ram.ble räm'bıl fiil 1. gezinmek, dolaşmak, dolanmak. 2. konuyu dağıtmak. 3. (bitki) gelişigüzel yayılıp büyümek. isim gezinme, gezinti.
rambunctious
ram.bunc.tious rämb^nk'şıs sıfat, konuşma dili 1. neşeli, gürültülü. 2. delişmen; ele avuca sığmaz.
ramification
ram.i.fi.ca.tion rämıfıkey'şın isim kol, şube, dal.
ramify
ram.i.fy räm'ıfay fiil dallanıp budaklanmak; kollara ayrılmak. 1083
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ramp
ramp rämp isim rampa.
rampage
ram.page räm'peyc isim yakıp yıkma.
rampant
ram.pant räm'pınt sıfat 1. dal budak salmış, her tarafa yayılmış; fışkırmış; azgın (bitki). 2. aşırı boyutlara varmış, alıp yürümüş, gemi azıya almış, kol gezen.
rampart
ram.part räm'part, räm'pırt isim kale duvarı, sur; siper.
ramshackle
ram.shack.le räm'şäkıl sıfat harap, yıkık.
ran
ran rän fiil bakınız run
ranch
ranch ränç isim hayvan çiftliği.
rancid
ran.cid rän'sîd sıfat ekşimiş, kokmuş, küflü (yağ).
rancor
ran.corisim garaz, kin.
rancorous
ran.cor.oussıfat garazlı; garaz dolu.
rancour
ran.cour räng'kır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız rancor
random
ran.dom rän'dım sıfat rasgele, gelişigüzel, tesadüfi.
Random-Access Memory
bilgisayar rasgele erişimli bellek.
Random-Access
Ran.dom-Ac.cess rän'dım.äk'ses sıfat bakınız RandomAccess Memory
randy
ran.dy rän'di sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili seks yapma arzusuyla yanıp tutuşan, seks yapmaya her zaman hazır, şehvet dolu (erkek).
rang
rang räng fiil bakınız ring
range
range reync isim 1. alan, saha. 2. mera, otlak. 3. (bitki veya hayvanın doğal olarak yetiştiği) alan/alanlar. 4. sıra, dizi. 5. erim, menzil. 6. (yemek pişirmeye yarayan üstü ocaklı) fırın; kuzine, kuzina. 7. _istatistik_ dağılım.
rank above
-den daha yüksek rütbede olmak, rütbece -den üstün olmak.
rank below
(birinden) aşağı bir rütbede olmak.
rank
rank rängk isim 1. sıra, dizi, saf. 2. askeri rütbe. 3. derece, mertebe, mevki, aşama; makam. fiil 1. derecelendirmek, sıraya koymak. 2. (belirli bir grubun) içinde olmak, (belirli bir gruptan) biri sayılmak.
1084
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ranking
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rank.ingsıfat 1. askeri en yüksek rütbeli. 2. en yüksek mevkide/makamda olan.
rankle
ran.kle räng'kıl fiil acısı unutulmamak.
ransack
ran.sack rän'säk fiil 1. iyice araştırmak, altını üstüne getirmek. 2. yağma etmek.
ransom
ran.som rän'sım isim fidye, kurtulmalık. fiil fidye ile kurtarmak.
rant
rant ränt fiil bağırarak atıp tutmak/yüksekten atmak, yüksek perdeden konuşmak.
rap
rap räp isim hafif vuruş; tıklatma. fiil (rapped, rapping) hafifçe vurmak; tıklatmak.
rapacious
ra.pa.cious rıpey'şıs sıfat 1. yırtıcı. 2. açgözlü, doymak bilmez.
rapaciousness
ra.pa.cious.nessisim açgözlülük.
rape
rape reyp fiil -in ırzına geçmek, -e tecavüz etmek. isim 1. ırza geçme, tecavüz. 2. yağmalayıp yakıp yıkma.
rapid
rap.id räp'îd sıfat çabuk, hızlı, tez, süratli.
rapidity
ra.pid.i.ty rıpîd'ıti isim hız, sürat.
rapidly
ra.pid.lyzarf hızla, süratle.
rapids
rap.idsisim, çoğul bir akarsuyun hızla akan türbülanslı kısımları.
rapist
rap.ist rey'pîst isim tecavüz eden adam.
rapprochement
rap.proche.ment räprôşman' isim uzlaşma.
rapt
rapt räpt sıfat 1. kendinden geçmiş. 2. çok dalmış.
rapture
rap.ture räp'çır isim kendinden geçme, aşırı sevinç.
rare
rare rer sıfat nadir, az bulunur.
rarely
rare.lyzarf nadiren.
rarity
rar.i.ty rer'ıti isim 1. nadirlik, seyreklik. 2. nadir şey.
rascal
ras.cal räs'kıl isim yaramaz; kerata.
rase
rase reyz fiil bakınız raze
rash
rash räş sıfat fazla aceleci, atılgan.
rasp
rasp räsp fiil raspalamak, eğelemek, törpülemek. isim 1. raspa, eğe, (iri dişli) törpü. 2. (törpü sesine benzeyen) kulak tırmalayıcı ses. 1085
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
raspberry
rasp.ber.ry räz'beri isim ahududu, ağaççileği, frambuaz.
rasping
rasp.ingsıfat kulak tırmalayıcı, rahatsız eden (ses).
raspy
rasp.ysıfat kulak tırmalayıcı, rahatsız eden (ses).
rat race
keşmekeş, koşuşturma.
rat
rat rät isim sıçan. fiil (ratted, ratting) argoon -i gammazlamak.
ratchet
ratch.et räç'ît isim 1. (mandallı çark için) mandal, cırcır. 2. mandallı çark, cırcırlı makara.
rate of exchange
kur, döviz kuru.
rate of interest
faiz oranı.
rate
rate reyt isim 1. oran, nispet; sıklık: death rate ölüm oranı. rate of interest faiz oranı. 2. değer, fiyat, ücret: hourly rate saat başına ücret. 3. hız, sürat. 4. sınıf, çeşit. 5. İngiliz İngilizcesi emlak vergisi oranı. 6. İngiliz İngilizcesi emlak vergisi. fiil 1. değer biçmek. 2. saymak, farzetmek, olarak görmek. 3. among -den biri sayılmak. 4. değerlendirmek. 5. sınıflandırmak. 6. konuşma dili hak etmek.
rather
rath.er rädh'ır, ra'dhır zarf 1. -mektense: I decided to visit a friend rather than go home. Eve gitmektense bir arkadaşı ziyaret etmeye karar verdim. 2. -den ziyade, den çok: This place is rather like a museum than a home. Burası, evden ziyade müzeye benziyor. 3. oldukça, epeyce, bir hayli: He's getting along rather well with his fellow workers. İş arkadaşlarıyla oldukça iyi geçiniyor. 4. daha doğrusu. 5. tersine, aksine.
Rather!
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Hem de nasıl!
ratification
rat.i.fi.ca.tionisim onaylama; onaylanma.
ratify
rat.i.fy rät'ıfay fiil onaylamak, tasdik etmek.
rating
rat.ing rey'tîng isim 1. sınıflama. 2. sınıf, kategori.
ratio
ra.tio rey'şo, rey'şiyo isim oran, nispet.
ration
ra.tion räş'ın, rey'şın isim 1. pay, hisse. 2. vesika ile verilen miktar. 3. tayın, er azığı. fiil vesika ile dağıtmak; karneye bağlamak. 1086
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rational
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ra.tion.al räş'ınıl sıfat 1. akıl sahibi, mantıklı, makul. 2. ussal, rasyonel. 3. matematik rasyonel.
rationalise
ra.tion.al.ise räş'ınılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız rationalize
rationalism
ra.tion.al.ism räş'ınılîzım isim akılcılık, rasyonalizm.
rationalist
isim akılcı, rasyonalist.
rationality
ra.tion.al.i.ty räşınäl'ıti isim 1. ussallık, rasyonalite. 2. mantıklılık.
rationalize
ra.tion.al.ize räş'ınılayz fiil 1. (sağlam olmayan bir mantıkla) (bir şeyi) haklı göstermeye çalışmak. 2. mantığa göre açıklamak; mantıklı kılmak.
rattan
rat.tan rätän', rıtän' isim hezaren, hintkamışı.
rattle off
ezbere söylemek.
rattle on
cır cır ötmek, durmadan konuşmak.
rattle
rat.tle rät'ıl fiil takırdamak, tıkırdamak; takırdatmak, tıkırdatmak. isim 1. takırtı, tıkırtı. 2. çıngırak, çıngırdak.
rattlebrain
rat.tle.brain rät'ılbreyn isim kuş beyinli kimse.
rattlebrained
rat.tle.brain.edsıfat kuş beyinli, tın tın.
rattlesnake
rat.tle.snake rät'ılsneyk isim çıngıraklıyılan.
rattling
rat.tling rät'lîng sıfat 1. takırdayan, tıkırdayan. 2. konuşma dili canlı. zarf, konuşma dili son derece, çok.
raucous
rau.cous rô'kıs sıfat yüksek ve bet (ses).
raunchy
raun.chy rôn'çi sıfat, konuşma dili 1. çok açık saçık. 2. rezil, pespaye.
ravage
rav.age räv'îc fiil yakıp yıkmak, kasıp kavurmak.
ravages
rav.agesisim zarar; zararlar.
rave review
(kitap, film v.b. hakkında) övgü dolu yazı.
rave
rave reyv fiil 1. çılgınca bağırıp çağırmak, hezeyan etmek. 2. about -i çok övmek, -i göklere çıkarmak.
ravel
rav.el räv'ıl fiil, isim (raveled/ravelled, raveling/ravelling) açmak, çözmek, sökmek.
raven
ra.ven rey'vın isim kuzgun.
ravenous
rav.en.ous räv'ınıs sıfat çok aç.
ravenously
rav.en.ous.lyzarf aç kurt gibi. 1087
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ravine
ra.vine rıvin' isim genişçe ve derin dere çukuru, dere.
raving
rav.ing rey'ving sıfat çılgınca bağırıp çağıran. isim çılgınca bağırıp çağırma.
ravioli
ra.vi.o.li räviyo'li, raviyo'li, ravyo'li isim İtalyan usulü mantı.
ravish
rav.ish räv'îş fiil ırzına geçmek, tecavüz etmek.
ravishing
rav.ish.ingsıfat enfes, müthiş güzel.
raw material
hammadde.
raw recruit
(silahlı kuvvetlere gönüllü olarak yazılmış/askere alınmış) acemi er.
raw
raw rô sıfat 1. çiğ, pişmemiş. 2. ham, işlenmemiş: raw material hammadde. 3. terbiye edilmemiş. 4. olgunlaşmamış. 5. soğuk. 6. acemi, toy, tecrübesiz.
rawboned
raw.boned rô'bond' sıfat bir deri bir kemik kalmış, kaburgaları çıkmış.
rawhide
raw.hide rô'hayd isim ham deri.
ray
ray rey isim vatoz; tırpana, rina.
rayon
ray.on rey'an isim suni ipek.
raze
raze reyz fiil yıkıp yerle bir etmek.
razor blade
jilet.
razor strop
ustura kayışı.
razor
ra.zor rey'zır isim 1. tıraş makinesi. 2. ustura.
razor-sharp
ra.zor-sharp rey'zır.şarp sıfat çok keskin, qilet gibi.
re-
re-önek 1. geri, geriye doğru: re call, re trace. 2. tekrar, yeniden: re address, re arm, re state.
reach for
(almak veya dokunmak üzere) uzanmak/elini uzatmak.
reach
reach riç fiil 1. out (elini, kolunu) uzatmak; uzanmak. 2. out for (almak üzere) -e uzanmak. 3. -e yetişmek: I'm not tall enough to reach that shelf. Boyum o rafa yetişmez. I wasn't able to reach the ferryboat on time. Vapura zamanında yetişemedim. 4. uzanmak, erişmek: The new road will reach all the way from Istanbul to Ankara. Yeni yol İstanbul'dan ta Ankara'ya kadar uzanacak. 5. varmak, ulaşmak, gelmek. 1088
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
react
re.act riyäkt' fiil (to) (-e) tepki göstermek, tepkimek.
reaction
re.ac.tion riyäk'şın isim 1. tepki, reaksiyon. 2. kimya reaksiyon, tepkime. 3. politika gericilik.
reactionary
re.ac.tion.arysıfat, isim gerici.
reactionism
re.ac.tion.ismisim gericilik.
reactor
re.ac.tor riyäk'tır isim reaktör.
read between the lines
konuşma dili bir yazıdaki kapalı anlamı keşfetmek.
read over
baştan başa okumak. 2. tekrar okumak.
read someone's mind
birinin ne düşündüğünü yüzünden okumak.
read someone's thoughts
birinin düşüncesini okumak.
read something through
bir şeyin tamamını okumak.
read the riot act to
-i azarlamak.
read
read rid fiil (read) 1. okumak. 2. İngiliz İngilizcesi okumak, ... eğitimi görmek: read law hukuk okumak. 3. anlamak, yorumlamak. Do you read me? Beni anlıyor musun? 4. -de yazılı olmak: How does that article of the contract read? Sözleşmenin o maddesinde ne yazılı? 5. i göstermek. 6. çözmek: I can't read that coded message. O şifreli mesaqı çözemiyorum.
readable
read.ablesıfat 1. okunaklı. 2. okunmaya değer, ilginç.
reader
read.er ri'dır isim 1. okuyucu, okur. 2. yayımlanacak eserleri eleştiren kimse. 3. düzeltmen. 4. okuma kitabı.
readership
read.er.shipisim okur sayısı.
readily
read.i.ly red'ıli zarf 1. seve seve, isteyerek. 2. kolayca, kolaylıkla.
reading matter
okunacak şey.
reading
read.ing ri'dîng isim 1. okuma; okunma. 2. okunuş. 3. okunacak metin. 4. göstergenin kaydettiği ölçüm. 5. yorum. sıfat okumaya elverişli.
readjust
re.ad.just riyıc^st' fiil 1. tekrar düzeltmek, yeniden düzenlemek, yeniden ayarlamak. 2. yeniden alışmak.
readjustment
re.ad.just.mentisim 1. yeni şartlara alışma. 2. alıştırma. 3. yeniden düzenleme.
Read-Only Memory
bilgisayar salt okunur bellek. 1089
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Read-Only
Read-On.ly rid'onli sıfat bakınız Read-Only Memory
ready cash
kasa mevcudu.
ready money
nakit, hazır para; peşin para.
ready
read.y red'i sıfat hazır.
ready-made
read.y-made redimeyd' sıfat hazır.
ready-to-wear
read.y-to-wear reditıwer' sıfat hazır (giyim eşyası). isim hazır giyim eşyası, konfeksiyon.
reagent
re.a.gent riyey'cınt isim, kimya ayıraç, miyar.
real estate
hukuk taşınmaz mal, gayrimenkul mal, mülk.
real property
hukuk mülk.
real wages
reel ücret.
real
real ril, ri'yıl sıfat 1. gerçek, hakiki. 2. asıl: the real problem asıl sorun. 3. samimi, içten.
realisation
re.al.i.sa.tion riyılîzey'şın, riyılayzey'şın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız realization
realise
re.al.ise ri'yılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız realize
realism
re.al.ism ri'yılîzım isim gerçekçilik, realizm.
realist
re.al.ist ri'yılîst isim gerçekçi, realist.
realistic
re.al.is.tic riyılîs'tîk sıfat gerçekçi; gerçeğe uygun.
reality
re.al.i.ty riyäl'ıti isim 1. gerçeklik, hakikat, realite. 2. gerçek, realite.
realization
re.al.i.za.tion riyılîzey'şın, riyılayzey'şın isim 1. farkında olma; farkına varma, fark etme, anlama. 2. of gerçekleştirme. 3. paraya çevirme.
realize
re.al.ize ri'yılayz fiil 1. farkında olmak; farkına varmak, fark etmek, anlamak. 2. gerçekleştirmek. 3. ticaret paraya çevirmek.
really
re.al.ly ri'yıli, ri'li zarf gerçekten.
Really?
Öyle mi?
realm
realm relm isim 1. ülke, memleket. 2. krallık. 3. alan. 4. dünya, âlem.
realtor
re.al.tor ri'yıltır, ri'yıltôr isim emlakçi.
realty
re.al.ty ri'yılti isim taşınmaz mal, gayrimenkul mal, mülk. 1090
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ream
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ream rim isim 1. 068 veya 588 tabakalık kâğıt topu. 2. konuşma dili çok miktar.
reamer
ream.er ri'mır isim rayba, pürüzalır.
reanimate
re.an.i.mate riyän'ımeyt fiil yeniden canlandırmak.
reanimation
re.an.i.ma.tion riyänımey'şın isim, tıbbi reanimasyon.
reap
reap rip fiil 1. (ekin) biçmek. 2. semeresini almak.
reaper
reap.er ri'pır isim 1. orakçı. 2. biçerdöver.
reappear
re.ap.pear riyıpir' fiil yeniden görünmek, yeniden ortaya çıkmak.
rear admiral
denizcilikle ilgili tuğamiral.
rear sight
(tüfekte) gez.
rear
rear rîr isim 1. arka, geri. 2. kıç. sıfat arkadaki, arka, geri.
rearm
re.arm riyarm' fiil yeniden silahlandırmak; yeniden silahlanmak.
rearmament
re.arm.amentisim yeniden silahlandırma; yeniden silahlanma.
rearrange
re.ar.range riyıreync' fiil yeniden düzenlemek.
rearrangement
re.ar.range.mentisim 1. yeniden düzenleme. 2. yeni düzenleme; yeni düzen.
rearview mirror
otomotiv dikiz aynası.
reason something out
bir şeyi akıl yoluyla çözmek veya çözmeye çalışmak.
reason
rea.son ri'zın isim 1. neden, sebep. 2. akıl, us, muhakeme, mantık. fiil 1. (mantıklı bir şekilde) düşünmek, muhakeme etmek. 2. with (mantık yoluyla) i ikna etmeye çalışmak.
reasonable
rea.son.a.blesıfat 1. makul. 2. makul ölçüleri aşmayan. 3. orta derecede, çok da fena olmayan.
reasonably
rea.son.a.blyzarf orta derecede.
reasoned
rea.son.edsıfat iyice düşünülmüş ve mantıklı.
reasoning
rea.son.ing ri'zınîng isim 1. düşünme, muhakeme; mantık. 2. felsefe uslamlama, usavurma, muhakeme.
1091
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük reassurance
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.as.sur.ance riyışûr'ıns isim 1. (birinin) şüphelerini/endişelerini tekrar giderme veya gidermeye çalışma. 2. bakınız reinsurance
reassure
re.as.sure riyışûr' fiil 1. (birinin) şüphelerini/endişelerini tekrar gidermek; (birinin) şüphelerini/endişelerini tekrar gidermeye çalışmak. 2. bakınız reinsure
rebate
re.bate ri'beyt isim indirim, ıskonto, geri ödenen kısım.
rebel
reb.el reb'ıl sıfat ayaklanan, baş kaldıran. isim isyancı, asi.
rebellion
re.bel.lion rîbel'yın isim isyan, ayaklanma.
rebellious
re.bel.lious rîbel'yıs sıfat isyankâr, asi, serkeş.
rebirth
re.birth ribırth' isim yeniden doğma.
reborn
re.born ribôrn' sıfat yeniden doğmuş.
rebound
re.bound rîbaund' fiil geri sekmek. isim 1. geri sekme. 2. spor ribaunt. 3. konuşma dili hayal kırıklığından sonraki tepki.
rebuff
re.buff rîb^f' isim 1. ret. 2. ters cevap. 3. (saldırıyı) püskürtme. fiil 1. reddetmek. 2. ters cevap vermek. 3. (saldırıyı) püskürtmek.
rebuke
re.buke rîbyuk' fiil azarlamak, paylamak. isim azar, paylama.
rebut
re.but rîb^t' fiil (rebutted, rebutting) çürütmek, boşa çıkarmak.
rebuttal
re.but.talisim delillerle çürütme.
recalcitrant
re.cal.ci.trant rîkäl'sıtrınt sıfat inatçı, serkeş.
recall
re.call rîkôl' fiil 1. geri çağırmak. 2. hatırlamak, anımsamak; hatırlatmak, anımsatmak. 3. geri almak. isim 1. geri çağırma. 2. hatırlama, anımsama. 3. geri gelme işareti veya emri.
recant
re.cant rîkänt' fiil sözünü geri almak, vazgeçmek, caymak.
recap
re.cap ri'käp fiil (recapped, recapping) (lastik) kaplamak. isim kaplanmış lastik. 1092
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
recapitulate
re.ca.pit.u.late rikıpîç'ûleyt fiil özetlemek.
recapitulation
re.ca.pit.u.la.tion rikıpîçûley'şın isim özet.
recapture
re.cap.ture rikäp'çır fiil 1. geri almak, yeniden ele geçirmek. 2. hatırlatmak.
recast
re.cast rikäst' fiil (recast) 1. yeniden dökmek. 2. yeni bir biçime sokmak.
recede
re.cede rîsid' fiil geri çekilmek.
receipt
re.ceipt rîsit' isim 1. makbuz, alındı; fiş. 2. reçete.
receive
re.ceive rîsiv' fiil 1. almak: He received the report on time. Raporu zamanında aldı. 2. kabul etmek: He is not receiving visitors today. Bugün ziyaretçi kabul etmiyor. 3. anlamak, kavramak. 4. (kötü bir şeye) uğramak, yemek: He received a blow on the head. Başına bir darbe yedi. 5. (iyi bir şey) görmek: He received his elementary education there. İlköğrenimini orada gördü.
receiver
re.ceiverisim 1. alıcı, reseptör. 2. ahize.
recent
re.cent ri'sınt sıfat yeni, yakında olmuş, son.
recently
re.cent.lyzarf geçenlerde, son zamanlarda, yakınlarda.
receptacle
re.cep.ta.cle rîsep'tıkıl isim kap, koyacak; hazne.
reception desk
resepsiyon.
reception room
bekleme odası.
reception
re.cep.tion rîsep'şın isim 1. alma; alınma. 2. kabul. 3. kabul töreni, resepsiyon. 4. televizyon yayını alma.
receptionist
re.cep.tion.istisim resepsiyon memuru.
receptive
re.cep.tive rîsep'tîv sıfat 1. alır, kabul eder. 2. yeni düşüncelere açık.
recess
re.cess ri'ses isim 1. teneffüs, ara; paydos; tatil. 2. girinti, oyuk. 3. genellikle çoğul gizli yer, iç taraf. fiil 1. ara vermek; ara vermek üzere (toplantıyı) sona erdirmek. 2. girinti yapmak, oymak.
recession
re.ces.sion rîseş'ın isim 1. geri çekilme. 2. ekonomi durgunluk.
recipe
rec.i.pe res'ıpi isim 1. yemek tarifi. 2. formül, yöntem.
recipient
re.cip.i.ent rîsîp'iyınt isim alan kimse, alıcı. 1093
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
reciprocal
re.cip.ro.cal rîsîp'rıkıl sıfat karşılıklı, iki taraflı.
reciprocate
re.cip.ro.cate rîsîp'rıkeyt fiil 1. -e karşılık vermek, -e karşılıkta bulunmak. 2. misillemede bulunmak. 3. makine ileri geri çalışmak. 4. karşılıklı alıp vermek.
reciprocity
rec.i.proc.i.ty resıpras'ıti isim karşılıklılık.
recital
re.cit.al rîsayt'ıl isim 1. müzik resital. 2. anlatma.
recitation
rec.i.ta.tion resıtey'şın isim 1. ezberden okuma. 2. ezberden okunacak parça.
recite
re.cite rîsayt' fiil 1. ezberden okumak. 2. (öğrenci) ders anlatmak. 3. sayıp dökmek, anlatmak.
reckless
reck.less rek'lîs sıfat 1. dünyayı umursamayan, pervasız, gözü kara. 2. dikkatsiz, aldırışsız, kayıtsız.
reckon on
-e güvenmek.
reckon upon
-e güvenmek.
reckon with
-i hesaba katmak, -i dikkate almak.
reckon
reck.on rek'ın isim 1. saymak, hesaplamak. 2. saymak, gözüyle bakmak. 3. sanmak.
reckoning
reck.on.ing rek'ınîng isim 1. hesap, sayma. 2. sayma, gözüyle bakma. 3. sanma.
reclaim
re.claim rikleym' fiil 1. -in geri verilmesini/iadesini istemek. 2. (rîkleym') -i kullanılabilir bir hale getirmek.
recline
re.cline rîklayn' fiil 1. boylu boyunca uzanmak. 2. arkaya dayanmak, yaslanmak.
recluse
rec.luse rek'lus, rîklus' isim başkalarıyla görüşmeden yalnız yaşayan kimse, münzevi.
recognise
rec.og.nise rek'ıgnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız recognize
recognition
rec.og.ni.tion rekıgnîş'ın isim 1. tanıma; tanınma. 2. farkında olma; farkına varma. 3. kabul; onay.
recognize
rec.og.nize rek'ıgnayz fiil 1. tanımak. 2. farkında olmak; farkına varmak. 3. kabul etmek, haklı bulmak. 4. onaylamak, tanımak. 5. takdir etmek, (önemini, gerçekliğini, değerini) anlamak. 6. söz hakkı vermek.
1094
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük recoil
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.coil rîkoyl' fiil 1. geri çekilmek. 2. (silah) geri tepmek. 3. geri gelmek. isim 1. geri çekilme. 2. (silah) geri tepme.
recollect
rec.ol.lect rekılekt' fiil hatırlamak.
recollection
rec.ol.lec.tion rekılek'şın isim 1. hatırlama. 2. hatıra.
recommend
rec.om.mend rekımend' fiil tavsiye etmek, salık vermek.
recommendation
rec.om.men.da.tion rekımendey'şın isim 1. tavsiye; övme. 2. tavsiye mektubu; bonservis, iyi iş belgesi, iş başarı belgesi.
recompense
rec.om.pense rek'ımpens fiil 1. karşılığını vermek; ödüllendirmek; cezalandırmak; tazminat vermek. isim karşılık; ödül; ceza; tazminat.
reconcile
rec.on.cile rek'ınsayl fiil 1. uzlaştırmak, barıştırmak, aralarını bulmak. 2. razı etmek.
reconciliation
rec.on.cil.i.a.tion rekınsîliyey'şın isim uzlaşma, barışma.
recondite
rec.on.dite/re.con.dite rek'ındayt/rîkan'dayt sıfat 1. derin (ilim). 2. anlaşılması güç, anlaşılmaz, muğlak.
recondition
re.con.di.tion rikındîş'ın fiil tamir edip yenilemek.
reconnaissance plane
askeri keşif/gözcü uçağı.
reconnaissance
re.con.nais.sance rîkan'ısıns, rîkan'ızıns isim, askeri keşif.
reconnoissance plane
askeri keşif/gözcü uçağı.
reconnoissance
re.con.nois.sance rîkan'ısıns, rîkan'ızıns isim, askeri keşif.
reconnoiter
re.con.noi.ter rikınoy'tır, rekınoy'tır fiil, askeri keşif yapmak, incelemek.
reconnoitre
re.con.noi.tre rikınoy'tır, rekınoy'tır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız reconnoiter
reconsider
re.con.sid.er rikınsîd'ır fiil yeniden incelemek, yeniden düşünmek.
reconstitute
re.con.sti.tute rikan'stıtut fiil yeniden kurmak, yeniden oluşturmak. 1095
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük reconstruct
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.con.struct rikınstr^kt' fiil 1. yeniden yapmak, yeniden düzenlemek. 2. kalıntılarından eski durumunu anlamaya çalışmak.
record player
pikap; fonograf.
record
rec.ord rek'ırd isim 1. kayıt, vesika. 2. sicil, defter. 3. plak. 4. tutanak. 5. rekor. sıfat rekor kıran, rekor yapan, en yüksek, en çok.
recorder
re.cord.erisim 1. teyp. 2. blok flüt. 3. kayıt tutan kimse, yazıcı.
recording
re.cord.ingisim (kaset, plak v.b.'ne ait) kayıt: recording studio kayıt stüdyosu.
recount
re.count rîkaunt' fiil anlatmak, hikâye etmek.
recoup
re.coup rîkup' fiil 1. telafi etmek. 2. zararını ödemek.
recourse
re.course ri'kôrs, rîkôrs' isim 1. başvuru, yardım dileme. 2. başvurulacak yer veya kimse.
recover
re.cov.er rîk^v'ır fiil 1. yeniden ele geçirmek, geri almak. 2. yeniden bulmak. 3. telafi etmek. 4. iyileşmek. 5. kendine gelmek.
re-cover
re-cov.er rik^v'ır fiil 1. yeniden döşemek. 2. tekrar kapatmak. 3. döşemesini yenilemek.
recovery
re.cov.er.yisim 1. geri alma. 2. yeniden bulma. 3. telafi. 4. iyileşme.
re-create
re-cre.ate ri'kriyeyt fiil yeniden yaratmak.
recreation
rec.re.a.tion rekriyey'şın isim eğlence.
recriminate
re.crim.i.nate rîkrîm'ıneyt (birbirini) suçlamak.
recrimination
re.crim.i.na.tion rîkrîmıney'şın isim karşılıklı şikâyet.
recruit
re.cruit rîkrut' fiil 1. (silahlı kuvvetler için) asker toplamak; (birini) asker yazmak. 2. for (bir iş için) eleman aramak; (birini) (bir işe) almak. isim bakınız new recruit raw recruit
recruitment
re.cruit.mentisim 1. asker toplama. 2. (bir iş için) eleman arama.
rectangle
rec.tan.gle rek'täng.gıl isim, geometri dikdörtgen.
rectangular
rec.tan.gularsıfat dikdörtgen şeklinde. 1096
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rectify
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rec.ti.fy rek'tıfay fiil 1. düzeltmek, doğrultmak. 2. tasfiye etmek. 3. elektrik (dalgalı akımı) doğru akıma çevirmek.
rectitude
rec.ti.tude rek'tıtud isim dürüstlük, doğruluk.
rector
rec.tor rek'tır isim 1. papaz. 2. rektör.
recumbent
re.cum.bent rîk^m'bınt sıfat 1. boylu boyunca uzanmış, yatan. 2. yan yatan. 3. yaslanan.
recuperate
re.cu.per.ate rîku'pıreyt fiil iyileşmek.
recur
re.cur rîkır' fiil (olay, hastalık v.b.) tekrar olmak, tekrarlamak, yinelemek.
recurrence
re.cur.renceisim tekrar olma, yineleme.
recurrent
re.cur.rentsıfat tekrar tekrar olan, yinelenen.
recycle
re.cy.cle risay'kıl fiil (kullanılmış maddeleri) yeniden işleyip kullanılır duruma getirmek, geri kazanmak.
Red Cross
Kızılhaç.
red herring
ilgiyi başka yöne çekmek için öne sürülen konu.
red mulberry
kırmızı dut.
red pepper
kırmızıbiber.
red tape
kırtasiyecilik, bürokrasi.
red
red red sıfat, isim (redder, reddest) 1. kırmızı, kızıl, al. 2. genellikle büyük harf ile kızıl, komünist.
red-blooded
red-blood.ed red'bl^d'îd sıfat 1. güçlü kuvvetli. 2. mert, erkekçe.
redbud
red.bud red'b^d isim, botanik erguvan.
redden
red.den red'ın fiil kırmızılaştırmak; kırmızılaşmak.
redeem
re.deem rîdim' fiil 1. bedelini verip geri almak, rehinden kurtarmak. 2. (birini/bir şeyi) affettirmek; -in kötülüğünü azaltmak/hafifletmek. 3. kurtarmak.
redemption
re.demp.tion rîdemp'şın isim 1. kurtarma; kurtarılma. 2. rehinden kurtarma.
redemptive
re.demp.tivesıfat kurtarıcı, kurtaran.
red-handed
red-hand.ed red'hän'dîd sıfat suçüstü.
redhead
red.head red'hed isim kızıl saçlı kimse.
1097
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük red-hot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
red-hot red'hat' sıfat 1. kızgın. 2. yepyeni, taze (haber). 3. son derece öfkelenmiş, ateş saçan.
red-letter
red-let.ter red'let'ır sıfat çok önemli, unutulmaz.
red-light district
genelevlerin bulunduğu semt, genelevler.
red-light
red-light red'layt' sıfat bakınız red-light district
redo
re.do ri'du fiil (redid, redone) yeniden yapmak.
redolent
red.o.lent red'ılınt sıfat 1. güzel/keskin kokulu. 2. of/with ... kokan. 3. of/with -i anımsatan, - i hatırlatan, ... kokan.
redouble one's efforts
daha fazla gayret sarfetmek.
redouble
re.dou.ble rid^b'ıl fiil 1. iki misline çıkarmak. 2. tekrarlamak; tekrarlanmak.
redoubtable
re.doubt.a.ble rîdau'tıbıl sıfat yaman, çetin, yavuz; güçlü ve gözü pek.
redound
re.dound rîdaund' fiil 1. to -i artırmak: This will redound to your credit. Herkesin gözünde senin kıymetini artırır. 2. on/upon -i etkilemek, -e dokunmak, - e yansımak.
redress
re.dress rîdres' fiil 1. düzeltmek, doğrultmak. 2. telafi etmek.
redskin
red.skin red'skîn isim, aşağılayıcı Kızılderili.
reduce someone to silence
birini susturmak, birinin sesini kestirmek.
reduce
re.duce rîdus' fiil 1. azaltmak, indirmek, düşürmek; küçültmek. 2. to (belli bir duruma) getirmek, sokmak, düşürmek. 3. to -e çevirmek, -e döndürmek. 4. kilo vermek, zayıflamak. 5. matematik indirgemek.
reduced price
indirimli fiyat.
reducer
re.ducerisim, kimya redüktör, indirgen.
reducing agent
kimya redüktör, indirgen.
reducing
re.duc.ing rîdus'îng isim bakınız reduction sıfat, kimya indirgeyici.
reduction
re.duc.tion rîd^k'şın isim 1. azaltma, indirme; küçültme; azalma. 2. indirim, ıskonto. 3. matematik redüksiyon, indirgeme. 1098
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük redundant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.dun.dant rîd^n'dınt sıfat 1. gerekenden fazla olan. 2. fazla sözle ifade edilmiş, ağdalı. 3. İngiliz İngilizcesi işinden çıkarılan.
reed
reed rid isim 1. kamış. 2. saz.
reef
reef rif isim resif.
reek
reek rik fiil (of) (fena koku) yaymak. isim fena koku.
reel off
konuşma dili ezbere anlatmak; peş peşe sıralamak.
reel- to-reel
sıfat iki makaralı (teyp).
reel
reel ril isim makara. fiil makaraya sarmak.
reelect
re.e.lect riyîlekt' fiil, politika yeniden seçmek.
reenforce
re.en.force riyînfôrs' fiil bakınız reinforce
reenter
re.en.ter riyen'tır fiil 1. yeniden girmek. 2. yeniden katılmak. 3. yeniden kaydetmek.
reevaluate
re.e.val.u.ate riyîväl'yuweyt fiil 1. yeniden değerlendirmek. 2. yeniden göz önüne almak.
reexamine
re.ex.am.ine riyîgzäm'în fiil 1. yeniden imtihan etmek. 2. yeniden değerlendirmek. 3. tekrar sorguya çekmek.
refer
re.fer rîfır' fiil (referred, referring) 1. to -e göndermek, e havale etmek. 2. to -e başvurmak, -e bakmak. 3. to den söz etmek, -den bahsetmek. 4. to -e gönderme yapmak.
referee
ref.er.ee refıri' isim hakem.
reference
ref.er.ence ref'ırıns, ref'rıns isim 1. gönderme, havale etme. 2. başvurma. 3. söz etme, bahsetme. 4. referans.
referendum
ref.er.en.dum refıren'dım isim (referendums/referenda) referandum, halkoylaması.
refill
re.fill ri'fîl isim 1. yedek. 2. yedek kalem içi, kartuş. fiil (rifîl') yeniden doldurmak.
refine
re.fine rîfayn' fiil 1. arıtmak, tasfiye etmek, rafine etmek. 2. rötuş etmek. 3. incelik vermek, incelik kazandırmak.
refined
re.finedsıfat 1. arıtılmış, rafine edilmiş. 2. kibar, ince, zarif.
1099
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük refinement
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.fine.mentisim 1. arıtma, rafine etme. 2. rötuş etme. 3. kibarlık, incelik, zariflik.
refinery
re.fin.er.y rîfay'nıri isim 1. rafineri, arıtımevi. 2. dökümhane.
refit
re.fit rifît' fiil (refitted, refitting) (gemiyi) yeniden donatmak.
reflect
re.flect rîflekt' fiil 1. yansıtmak, aksettirmek; yansımak, aksetmek. 2. on/upon -i iyice düşünmek, -i ölçüp biçmek.
reflection
re.flec.tion rîflek'şın isim 1. yansıma, aksetme. 2. iyice düşünme. 3. düşünce, fikir.
reflective
re.flec.tive rîflek'tîv sıfat 1. yansıtan; yansıyan. 2. düşünceli.
reflector
re.flec.tor rîflek'tır isim yansıtaç, reflektör.
reflex
re.flex ri'fleks sıfat tepkesel, tepkeli, refleks. isim tepke, yansı, refleks.
reflexion
re.flex.ion rîflek'şın isim, İngiliz İngilizcesi yansıma, aksetme.
reflexive pronoun
dilbilgisi dönüşlü zamir.
reflexive
re.flex.ive rîflek'sîv sıfat, dilbilgisi dönüşlü. isim 1. dönüşlü fiil. 2. dönüşlü zamir.
reform school
ıslahevi.
reform
re.form rîfôrm' fiil ıslah etmek, iyileştirmek, düzeltmek; ıslah olmak, iyileşmek, düzelmek; reform yapmak. isim reform, ıslah, düzeltme.
re-form
re-form rifôrm' fiil 1. yeniden kurmak. 2. yeniden sıraya dizmek. 3. yeni bir biçime sokmak.
reformation
ref.or.ma.tion refırmey'şın isim ıslah, düzeltme, iyileştirme; ıslah, düzelme, iyileşme.
reformatory
re.form.a.to.ry rîfôr'mıtôri isim ıslahevi.
reformer
re.form.erisim reformcu, ıslahatçı.
reformist
re.form.ist rîfôr'mîst isim reformcu, ıslahatçı.
refract
re.fract rîfräkt' fiil (ışınları) kırmak.
1100
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük refraction
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.frac.tion rîfräk'şın isim, fizik kırılma, kırılım, refraksiyon.
refractor
re.frac.tor rîfräk'tır isim ışıkkıran, refraktör.
refractory
re.frac.to.ry rîfräk'tıri sıfat 1. inatçı, itaatsiz. 2. kolay işlenemez, erimez.
refrain
re.frain rîfreyn' fiil from -den çekinmek, -den sakınmak; kendini tutmak.
refresh someone's memory
birinin bilgisini tazelemek; birine bir şeyler hatırlatmak.
refresh
re.fresh rîfreş' fiil 1. tazelemek. 2. (güç verip) canlandırmak, diriltmek, ihya etmek. 3. mutlulandırmak, mutlandırmak.
refreshing
re.fresh.ingsıfat 1. (canı sıkkın veya oldukça umutsuz birine) çok hoş gelen veya umut veren. 2. canlandırıcı, diriltici, ihya edici.
refreshments
re.fresh.mentsisim, çoğul (misafirlere ikram edilen kurabiye, çay gibi) hafif yiyecek ve içecekler.
refrigerate
re.frig.er.ate rîfrîc'ıreyt fiil soğutmak, dondurmak.
refrigeration
re.frig.er.a.tion rîfrîcırey'şın isim soğutma, dondurma.
refrigerator car
frigorifik vagon.
refrigerator
re.frig.er.a.tor rîfrîc'ıreytır isim buzdolabı, soğutucu.
refuel
re.fu.el rifyu'wıl fiil yeniden yakıt almak.
refuge
ref.uge ref'yuc isim sığınacak yer, sığınak, barınak.
refugee
ref.u.gee ref'yûci, refyûci' isim mülteci.
refund
re.fund rîf^nd' fiil (alınmış parayı) geri vermek, geri ödemek. isim 1. geri ödeme. 2. geri ödenen para.
refurbish
re.fur.bish ri'fırbîş fiil (binayı) tekrar güzelleştirmek; ihya etmek.
refusal
re.fus.al rîfyu'zıl isim ret, kabul etmeme.
refuse on principle
prensiplerine aykırı olduğu için reddetmek.
refuse
re.fuse rîfyuz' fiil kabul etmemek, reddetmek, geri çevirmek.
refute
re.fute rîfyut' fiil yalanlamak, çürütmek.
regain
re.gain rigeyn' fiil tekrar ele geçirmek, yeniden kazanmak. 1101
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük regal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.gal ri'gıl sıfat 1. krala ait; krala yakışır. 2. şahane, muhteşem.
regale
re.gale rîgeyl' fiil 1. eğlendirmek. 2. ziyafetle ağırlamak; ziyafet çekmek.
regalia
re.ga.li.a rîgey'liyı isim (belirli bir durum veya zamanda giyilen) kıyafet, kılık.
regard something as good riddance (birinin uzaklaştırılmasını, bir şeyin yok edilmesini) hoş karşılamak. regard
re.gard rîgard' fiil 1. dikkatle bakmak. 2. saymak, gözüyle bakmak. 3. ilgilendirmek; ile ilgili olmak. 4. dikkate almak, hesaba katmak; dikkat etmek, kulak vermek, aldırmak. isim 1. bakış, nazar. 2. saygı, hürmet.
regarding
re.gard.ingedat hakkında; -e ilişkin.
regardless
re.gard.lesszarf 1. her şeye rağmen; ne olursa olsun. 2. of -e aldırmayarak, -e bakmayarak.
regenerate
re.gen.er.ate ricen'ıreyt fiil 1. yeniden oluşturmak; yeniden oluşmak. 2. ıslah etmek, düzeltmek, iyileştirmek; ıslah olmak, düzelmek, iyileşmek. 3. yeniden canlandırmak, yeniden hayat vermek.
regent
re.gent ri'cınt isim kral naibi.
regime
re.gime rîqim' isim reqim, yönetim, sistem.
regimen
reg.i.men rec'ımın isim 1. tıbbi perhiz, reqim. 2. yönetim, idare.
regiment
reg.i.ment rec'ımınt isim, askeri alay. fiil 1. askeri alay oluşturmak. 2. (toplum, kurum v.b.'ni) sıkı bir düzene sokmak.
region
re.gion ri'cın isim 1. yöre, bölge. 2. alan, çevre. 3. tabaka.
regional
re.gion.alsıfat bölgesel.
register
reg.is.ter rec'îstır isim 1. kütük, kayıt defteri. 2. sicil. fiil 1. kaydetmek, deftere geçirmek. 2. göstermek: The thermometer registers ten degrees. Termometre on dereceyi gösteriyor. 3. (mektubu) taahhütlü olarak göndermek. 4. kaydolmak, yazılmak. 1102
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük registered
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
reg.is.tered rec'îstırd sıfat 1. taahhütlü: registered letter taahhütlü mektup. 2. kayıtlı: registered nurse kayıtlı hemşire.
registrar
reg.is.trar rec'îstrar isim 1. (üniversitede) kayıt memuru. 2. sicil memuru.
registration
reg.is.tra.tion recîstrey'şın isim 1. kayıt; tescil. 2. otomotiv ruhsat.
registry
reg.is.try rec'îstri isim kayıt; tescil.
regress
re.gress rîgres' fiil gerilemek.
regression
re.gres.sion rîgreş'ın isim gerileme.
regret
re.gret rîgret' fiil (regretted, regretting) 1. pişmanlık duymak; esef etmek, üzülmek. 2. (yitip giden bir şeye) üzülmek. isim pişmanlık; esef, üzüntü.
regretable
re.gret.ta.blesıfat üzücü, acınacak.
regretful
re.gret.fulsıfat pişman; esef dolu; üzüntülü.
regular verb
dilbilgisi kurallı fiil.
regular
reg.u.lar reg'yılır sıfat 1. düzenli, muntazam; kurallı, kurallara uygun. 2. düzgün. 3. normal; her zamanki. 4. devamlı (müşteri).
regularise
reg.u.lar.ise reg'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız regularize
regularity
reg.u.lar.i.ty regyıler'ıti isim 1. düzenlilik. 2. kurala uygunluk.
regularize
reg.u.lar.ize reg'yılırayz fiil 1. düzene koymak. 2. resmileştirmek, yasallaştırmak.
regularly
reg.u.lar.lyzarf düzenli olarak, muntazaman.
regulate
reg.u.late reg'yıleyt fiil 1. düzene sokmak, düzenlemek. 2. yoluna koymak. 3. ayarlamak. 4. denetim altında tutmak.
regulation
reg.u.la.tion regyıley'şın isim 1. düzenleme; düzenlenme. 2. düzen. 3. kural. 4. denetim, kontrol. 5. çoğul tüzük; yönetmelik.
regulator
reg.u.la.tor reg'yıleytır isim düzenleyici, regülatör.
1103
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük regurgitate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.gur.gi.tate rîgûr'cıteyt fiil 1. (kusarak) çıkarmak. 2. tıbbi (sıvı) geri akmak.
regurgitation
re.gur.gi.ta.tion rîgûrcıtey'şın isim 1. kusarak çıkarma. 2. tıbbi (sıvı) geri akma.
rehabilitate
re.ha.bil.i.tate rihıbîl'ıteyt fiil 1. ıslah etmek, iyileştirmek. 2. onarmak. 3. namus veya itibarını iade etmek, eski haklarını iade etmek.
rehabilitation
re.ha.bil.i.ta.tionisim rehabilitasyon.
rehash
re.hash rihäş' fiil -i az çok tekrarlamak; tekrarlamak. isim az çok tekrar.
rehearsal
re.hears.alisim 1. müzik prova. 2. tekrarlama.
rehearse
re.hearse rîhırs' fiil 1. (oyun, müzik v.b.'ni) prova etmek. 2. tekrarlamak.
reign
reign reyn isim 1. saltanat. 2. devir. fiil 1. saltanat sürmek. 2. hüküm sürmek.
reimburse
re.im.burse riyîmbırs' fiil (birine) (harcadığı parayı) ödemek.
reimbursement
re.im.burse.mentisim (birine) (harcadığı parayı) ödeme.
rein
rein reyn isim genellikle çoğul dizgin, yular. fiil in/up dizginini çekip durdurmak.
reincarnate
re.in.car.nate riyînkar'neyt fiil yeni bedene girmek; (ruhu) yeni bedene sokmak.
reincarnation
re.in.car.na.tion riyînkarney'şın isim ruhun bir bedenden diğerine geçmesi, reenkarnasyon.
reindeer
rein.deer reyn'dîr isim (reindeer) rengeyiği.
reinforce
re.in.force riyînfôrs' fiil 1. takviye etmek, desteklemek. 2. kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak, pekiştirmek.
reinforced concrete
betonarme.
reinforcement
re.in.force.mentisim 1. takviye, destek. 2. kuvvetlendirme, sağlamlaştırma, pekiştirme.
reinstate
re.in.state riyînsteyt' fiil 1. in (birini) tekrar (bir makama) getirmek. 2. -i geri getirmek, -i yeniden sağlamak.
reinsurance
isim reasürans. 1104
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
reinsure
re.in.sure riyînşûr' fiil reasürans yapmak/yaptırmak.
reissue
re.is.sue riyîş'u fiil 1. yeniden basmak. 2. yeniden çıkarmak; yeniden çıkmak. isim yeni baskı.
reiterate
re.it.er.ate riyît'ıreyt fiil tekrarlamak.
reject
re.ject rîcekt' fiil 1. kabul etmemek, reddetmek. 2. ıskartaya çıkarmak, atmak.
rejection
re.jec.tion rîcek'şın isim kabul etmeme, ret; kabul olunmama.
rejoice
re.joice rîcoys' fiil (at/over) (-e) çok sevinmek, (-den dolayı) sevinçten uçmak, dünyalar onun olmak, düğün bayram etmek.
rejoin
re.join ricoyn' fiil 1. tekrar/yeniden birleştirmek. 2. (ricoyn') tekrar/yeniden katılmak/iştirak etmek. 3. (rîcoyn') cevap vermek.
rejoinder
re.join.der rîcoyn'dır isim cevap.
rejuvenate
re.ju.ve.nate rîcu'vıneyt fiil 1. gençleştirmek; gençleşmek. 2. canlandırmak, ihya etmek.
rejuvenation
re.ju.ve.na.tionisim 1. gençleştirme. 2. canlandırma.
relapse
re.lapse rîläps' fiil 1. kötü duruma dönmek. 2. tekrar kötü yola sapmak. 3. depreşmek.
relate
re.late rîleyt' fiil 1. anlatmak, nakletmek. 2. (olaylar, durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak. 3. to ile ilgili olmak, ile ilgisi olmak. 4. to ile iyi ilişki kurmak. 5. konuşma dili to -i iyi anlamak.
related
re.lat.ed rîley'tîd sıfat (onunla) ilgili; (ona) benzeyen; o türden.
relation
re.la.tion rîley'şın isim 1. ilgi, alaka, bağlantı, rabıta, ilişki, münasebet. 2. akraba, hısım. 3. felsefe bağıntı, izafet. 4. mantık bağıntı, münasebet. 5. anlatma, anlatış, nakletme, naklediş.
relationship
re.la.tion.ship rîley'şınşîp isim 1. akrabalık bağı, akrabalık. 2. ilişki, bağlantı. 3. (insanlar arasındaki) ilişki; arkadaşlık; dostluk.
relative pronoun
dilbilgisi ilgi zamiri. 1105
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
relative to
ile ilgili olarak.
relative
rel.a.tive rel'ıtîv isim akraba, hısım. sıfat 1. göreli, görece, göreceli, izafi, bağıl, rölatif, nispi. 2. matematik bağıl, nispi, izafi.
relatively
rel.a.tive.ly rel'ıtîvli zarf diğerlerine göre/nazaran; her şey göz önünde tutulursa, nispeten.
relativity
rel.a.tiv.i.ty relıtîv'ıti isim görelilik, izafiyet, bağıllık, rölativite.
relax
re.lax rîläks' fiil 1. gevşetmek; gevşemek. 2. yumuşatmak, hafifletmek; yumuşamak, hafiflemek. 3. dinlenmek.
relay
re.lay riley' fiil (relaid) yeniden sermek veya döşemek.
release someone on bail
birini kefaletle/kefaleten tahliye etmek.
release
re.lease rîlis' fiil 1. hukuk serbest bırakmak, salıvermek; tahliye etmek. 2. kurtarmak. 3. (yeni film, plak v.b.'ni) piyasaya çıkarmak. isim 1. salıverme; tahliye. 2. kurtarma. 3. af. 4. piyasaya çıkarma.
relegate
rel.e.gate rel'ıgeyt fiil 1. göndermek. 2. to -e atamak, -e tayin etmek. 3. to -e havale etmek.
relent
re.lent rîlent' fiil 1. yumuşamak. 2. acıyıp merhamet göstermek.
relentless
re.lent.less rîlent'lîs sıfat 1. devamlı, aralıksız. 2. acımasız, amansız.
relevance
rel.e.vanceisim ilgi.
relevancy
rel.e.vancyisim ilgi.
relevant
rel.e.vant rel'ıvınt sıfat 1. to ile ilgili. 2. konuyla ilgili, yerinde. 3. güncel konularla ilgili; yararlı.
reliability
re.li.a.bil.i.tyisim güvenirlik.
reliable
re.li.a.ble rîlay'ıbıl sıfat güvenilir, emin, sağlam.
reliableness
re.li.a.ble.nessisim güvenirlik.
reliance
re.li.ance rîlay'ıns isim on -e güven, -e itimat, -e bel bağlama.
1106
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük relic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rel.ic rel'îk isim 1. bir peygamber veya azizin bedeninden artakalan parça veya özel eşyası, rölik. 2. kalıntı. 3. yadigâr.
relief
re.lief rîlif' isim 1. iç rahatlaması, ferahlama. 2. kurtarma. 3. yardım, imdat. 4. avuntu. 5. nöbeti devralan kimse. 6. heykel kabartma, rölyef. 7. rölöve.
relieve
re.lieve rîliv' fiil 1. gönlünü ferahlatmak. 2. kurtarmak. 3. nöbetini devralmak.
religion
re.li.gion rîlîc'ın isim din.
religious
re.li.gious rîlîc'ıs sıfat 1. dindar. 2. dinsel. 3. çok dikkatli.
relinquish
re.lin.juish rîlîng'kwîş fiil bırakmak, terketmek; vazgeçmek.
relish
rel.ish rel'îş isim 1. güzel tat, lezzet, çeşni. 2. zevk, haz. fiil -den zevk almak.
reluctance
re.luc.tanceisim gönülsüzlük, isteksizlik.
reluctancy
reluctancyisim gönülsüzlük, isteksizlik.
reluctant
re.luc.tant rîl^k'tınt sıfat gönülsüz, isteksiz.
reluctantly
re.luc.tant.lyzarf istemeyerek, gönülsüzce.
rely
re.ly rîlay' fiil on -e güvenmek, -e itimat etmek, -e bel bağlamak.
remain true to one's friends
(sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain true to one's word
(sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain true to
(sözüne/arkadaşlarına) sadık kalmak.
remain
re.main rîmeyn' fiil 1. kalmak, durmak. 2. artakalmak. 3. olduğu gibi kalmak.
remainder
re.main.der rîmeyn'dır isim kalıntı, artan; bakiye. fiil (elde kalan kitapları) ucuza elden çıkarmak.
remains
re.mainsisim 1. kalıntılar. 2. ceset.
remake
re.make rimeyk' fiil (remade) yeniden yapmak.
remand
re.mand rîmänd' fiil 1. geri göndermek, iade etmek. 2. (cezaevine, ıslahevine) iade etmek.
remark on
hakkında bir şey söylemek/yazmak.
remark upon
hakkında bir şey söylemek/yazmak. 1107
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük remark
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.mark rîmark' fiil 1. söylemek, demek. 2. fark etmek. isim 1. söz. 2. dikkat etme.
remarkable
re.mark.a.ble rîmar'kıbıl sıfat 1. dikkate değer. 2. olağanüstü.
remarry
re.mar.ry rimer'i fiil yeniden evlenmek.
remedial
re.me.di.al rîmi'diyıl sıfat 1. iyileştirici, tedavi edici. 2. düzeltici.
remedy
rem.e.dy rem'ıdi isim 1. çare. 2. ilaç, deva. fiil 1. çaresini bulmak. 2. düzeltmek.
remember
re.mem.ber rîmem'bır fiil hatırlamak, anımsamak, anmak.
remind
re.mind rîmaynd' fiil hatırlatmak, anımsatmak.
reminder
re.mind.erisim 1. hatırlatma. 2. hatırlatıcı şey.
reminisce
rem.i.nisce remınîs' fiil 1. about -i hatırlamak. 2. about hakkındaki anılarını anlatmak.
reminiscence
rem.i.nis.cence remınîs'ıns isim 1. hatırlama, anımsama. 2. hatıra, anı.
reminiscent
rem.i.nis.centsıfat of -i anımsatan, -i andıran.
remiss
re.miss rîmîs' sıfat 1. ihmalci. 2. dikkatsiz. 3. üşengeç, tembel.
remission
re.mis.sion rîmîş'ın isim 1. af. 2. hafifletme, azaltma; hafifleme, azalma.
remit
re.mit rîmît' fiil (remitted, remitting) 1. (para) havale etmek. 2. (ceza v.b.'nden) vazgeçmek. 3. (günah, suç v.b.'ni) affetmek, bağışlamak. 4. hafifletmek, azaltmak; hafiflemek, azalmak. 5. hukuk (davayı) (üst mahkemeden alt mahkemeye) iade etmek.
remittance
re.mit.tanceisim 1. (para) havale etme. 2. (ceza v.b.'nden) vazgeçme. 3. (günah, suç v.b.'ni) affetme, bağışlama. 4. hafifletme, azaltma; hafifleme, azalma.
remnant
rem.nant rem'nınt isim 1. kalıntı, artık; bakiye. 2. parça kumaş.
remodel
re.mod.el rimad'ıl fiil (ev, apartman v.b.'nin) biçimini değiştirmek. 1108
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
remonstrate with someone about something
Tebriz-Turuz-2012
birine bir şey hakkındaki itiraz veya
şikâyetlerini söylemek. remonstrate
re.mon.strate rîman'streyt fiil bakınız remonstrate with someone about something
remorse
re.morse rîmôrs' isim vicdan azabı, pişmanlık.
remorseful
re.morse.fulsıfat pişman.
remorseless
re.morse.lesssıfat merhametsiz, amansız; acımasız.
remote control
uzaktan kontrol, uzaktan kumanda.
remote
re.mote rîmot' sıfat 1. uzak. 2. ücra, sapa. 3. pek az.
removal
re.mov.al rîmuv'ıl isim 1. kaldırılma; kaldırma. 2. taşınma, nakil. 3. yol verme, işinden çıkarma.
remove
re.move rîmuv' fiil 1. kaldırmak: Remove the flowers from the table. Çiçekleri masadan kaldır. 2. çıkarmak: He removed his shoes. Ayakkabılarını çıkardı. 3. çıkarmak, gidermek. 4. ortadan kaldırmak, yok etmek. 5. işten çıkarmak. 6. to -e taşınmak; -i -e taşımak.
Renaissance
Ren.ais.sance ren'ısans, [İngiliz İngilizcesi] rîney'sıns isim bakınız the Renaissance
rend
rend rend fiil (rent) 1. yırtmak; yırtılmak. 2. parçalamak; parçalanmak. 3. yarmak; yarılmak.
render a verdict
(hâkim, jüri) karar vermek, karara varmak.
render
ren.der ren'dır fiil 1. kılmak, ... duruma getirmek, leştirmek: render possible mümkün kılmak. 2. yapmak, icra etmek. 3. (iyilik, hizmet, yardım, teşekkür) etmek: You've rendered me a service. Bana iyilik ettin. 4. (yağı) eritip saf bir hale getirmek/saflaştırmak. 5. (hesap, bir şeyin dökümü v.b.'ni) sunmak, vermek.
rendezvous
ren.dez.vous ran'dıvu isim (rendezvous) buluşma , randevu (yeri). fiil sözleşip buluşmak.
rendition
ren.di.tion rendîş'ın isim 1. çeviri, tercüme. 2. yorum. 3. sunuş, icra. 4. temsil.
renegade
ren.e.gade ren'ıgeyd isim 1. dininden dönen kimse. 2. kaçak kimse. sıfat 1. dininden dönen. 2. kaçan. 3. hain.
1109
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük renew
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.new rînu' fiil 1. yenilemek, onarmak. 2. canlandırmak, gençleştirmek. 3. (pasaport v.b.'nin) süresini uzatmak.
renewal
re.new.al rînu'wıl isim 1. yenileme; yenilenme. 2. süresini uzatma.
renounce
re.nounce rînauns' fiil 1. (iddia, imtiyaz v.b.'nden) vazgeçmek. 2. terketmek. 3. reddetmek, tanımamak.
renovate
ren.o.vate ren'ıveyt fiil yenilemek.
renown
re.nown rînaun' isim ün, şöhret.
renowned
re.nown.edsıfat ünlü, meşhur, şöhretli.
rent
rent rent fiil bakınız rend
rental
rent.alisim kira bedeli, kira.
renter
rent.erisim kiracı.
rentier
ren.tier ran'tyey isim, ekonomi rantiye.
renunciation
re.nun.ci.a.tion rîn^nsiyey'şın isim 1. vazgeçme. 2. terketme. 3. ret.
reorder
re.or.der riyôr'dır fiil 1. yeniden ısmarlamak. 2. yeniden düzenlemek.
reorganize
re.or.gan.ize riyôr'gınayz fiil yeniden düzenlemek.
repair
re.pair rîper' fiil 1. onarmak, tamir etmek. 2. düzeltmek. isim 1. tamir, onarma. 2. çoğul tamirat, onarım.
repairman
isim tamirci.
reparations
rep.a.ra.tions repırey'şınz isim tazminat.
repartee
rep.ar.tee repırti' isim hazırcevap sözlerle dolu konuşma.
repatriate
re.pa.tri.ate ripey'triyeyt fiil (birini) uyruğunda olduğu ülkeye geri göndermek/iade etmek.
repay
re.pay ripey' fiil (repaid) 1. geri vermek, ödemek. 2. karşılığını vermek.
repeal
re.peal rîpil' fiil (yasa, emir v.b.'ni) kaldırmak, iptal etmek.
repeat
re.peat rîpit' fiil 1. tekrarlamak, yinelemek; tekrarlanmak, yinelenmek. 2. ezberden söylemek. isim 1. tekrarlama; tekrarlanma. 2. müzik tekrar. 1110
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
repeatedly
re.peat.edlyzarf tekrar tekrar.
repel
re.pel rîpel' fiil (repelled, repelling) 1. itmek, itelemek. 2. (düşmanı) püskürtmek. 3. reddetmek. 4. tiksindirmek.
repent
re.pent rîpent' fiil 1. pişman olmak. 2. tövbe etmek.
repentance
re.pent.anceisim 1. pişmanlık. 2. tövbe.
repentant
re.pent.antsıfat 1. pişman. 2. tövbekâr.
repercussion
re.per.cus.sion ripırk^ş'ın isim 1. geri tepme. 2. yankı.
repertoire
rep.er.toire rep'ırtwar isim repertuar.
repertory
rep.er.to.ry rep'ırtôri isim 1. tiyatro repertuar. 2. zengin kaynak.
repetition
rep.e.ti.tion repıtîş'ın isim 1. tekrarlama, yineleme; tekrarlanma, yinelenme. 2. ezberden okuma.
repetitious
rep.e.ti.ti.oussıfat yinelemeli, tekrarlamalı.
repetitive
re.pet.i.tive rîpet'ıtîv sıfat yinelemeli, tekrarlamalı.
replace
re.place rîpleys' fiil 1. yenilemek, yenisiyle değiştirmek. 2. başkasıyla değiştirmek, sağlamıyla değiştirmek. 3. -in yerine yenisini almak. 4. yerini doldurmak; yerine geçmek, yerini almak. 5. iade etmek, ödemek. 6. geri koymak.
replenish
re.plen.ish rîplen'îş fiil tekrar doldurmak.
replete
re.plete rîplit' sıfat dolu, tamamıyla dolmuş.
replica
rep.li.ca rep'lıkı isim ikinci nüsha, kopya.
reply
re.ply rîplay' fiil -e cevap vermek, -i yanıtlamak, -e karşılık vermek. isim yanıt, cevap, karşılık.
report card
karne, öğrenci karnesi.
report
re.port rîpôrt' fiil 1. bildirmek, haber vermek. 2. anlatmak, söylemek. 3. gitmek. isim 1. rapor. 2. bildiri. 3. haber. 4. söylenti. 5. top sesi; patlama sesi.
reporter
re.port.er rîpôr'tır isim, gazetecilik, radyo, televizyon muhabir.
repose
re.pose rîpoz' fiil 1. yatırmak; yatmak. 2. dinlenmek. isim 1. dinlenme, istirahat. 2. sükûn, huzur.
repository
re.pos.i.to.ry rîpaz'ıtori isim 1. kap. 2. depo, ambar. 1111
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
reprehensible
rep.re.hen.si.ble reprîhen'sıbıl sıfat ayıp, ayıplanacak.
represent
rep.re.sent reprîzent' fiil 1. göstermek, betimlemek. 2. temsil etmek. 3. -in sonucu olmak, -in ürünü olmak. 4. oneself as kendini ... olarak tanıtmak. 5. rolüne çıkmak; rolünde oynamak, -i oynamak. 6. anlatmak, açıklamak, belirtmek.
representation
rep.re.sent.a.tion reprîzentey'şın isim 1. gösterme, betimleme. 2. temsil etme; temsil edilme. 3. of oneself as kendini ... olarak tanıtma. 4. (rolünü) oynama. 5. anlatma, açıklama.
representative
rep.re.sent.a.tive reprîzen'tıtîv sıfat tipik, örnek. isim temsilci, mümessil.
repress
re.press rîpres' fiil baskı altında tutmak, bastırmak.
repression
re.pres.sion rîpreş'ın isim 1. baskı altında tutma, bastırma. 2. ruhbilim baskı; itilim, itilme.
reprieve
re.prieve ripriv' fiil 1. (birinin) cezasını ertelemek. 2. (kötü bir şeyi) geciktirmek, ertelemek. isim 1. (cezayı) erteleme, tecil etme. 2. (cezayı) erteleme kararı. 3. (kötü bir şeyi) geciktirme, erteleme.
reprimand
rep.ri.mand rep'rîmänd isim azar, paylama. fiil (reprîmänd') azarlamak, paylamak.
reprint
re.print riprînt' fiil tekrar basmak. isim yeni baskı.
reprisal
re.pris.al rîpray'zıl isim misilleme.
reproach
re.proach rîproç' fiil sitem etmek. isim 1. sitem. 2. leke, yüzkarası. 3. sitemli söz.
reproachful
re.proach.fulsıfat sitem dolu, sitemli.
reprobate
rep.ro.bate rep'rıbeyt sıfat ahlaksız. isim ahlaksız kimse.
reproduce
re.pro.duce riprıdus' fiil 1. doğurmak, yavrulamak. 2. çoğalmak, üremek; çoğaltmak, üretmek. 3. kopyasını yapmak, taklit etmek. 4. yeniden oluşturmak.
reproduction
re.pro.duc.tion riprıd^k'şın isim 1. üreme, çoğalma; üretme, çoğaltma. 2. röprodüksiyon, kopya. 3. kopyasını yapma. 4. yeniden oluşturma. 1112
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
reproof
re.proof rîpruf' isim azar, paylama.
reprove
re.prove rîpruv' fiil azarlamak, paylamak.
reptile
rep.tile rep'tîl, rep'tayl isim sürüngen.
Republic of China
Tayvan.
republic
re.pub.lic rîp^b'lîk isim cumhuriyet.
republican
sıfat cumhuriyete ait. isim cumhuriyetçi.
repudiate
re.pu.di.ate rîpyu'diyeyt fiil 1. reddetmek, tanımamak. 2. kabul etmemek, geri çevirmek.
repugnant
re.pug.nant rîp^g'nınt sıfat 1. iğrenç, tiksindirici, çirkin. 2. to -e zıt, -e karşıt.
repulse
re.pulse rîp^ls' fiil 1. püskürtmek. 2. (suçlama v.b.'nin) haksız olduğunu kanıtlamak. 3. reddetmek, geri çevirmek. isim 1. püskürtme. 2. ret, geri çevirme.
repulsion
re.pul.sion rîp^l'şın isim 1. iğrenme, tiksinme. 2. fizik geritepki.
repulsive
re.pul.sive rîp^l'sîv sıfat iğrenç, tiksindirici, itici.
repulsiveness
re.pul.sive.nessisim iğrençlik.
reputable
rep.u.ta.ble rep'yıtıbıl sıfat saygın.
reputation
rep.u.ta.tion repyıtey'şın isim ad, ün; itibar.
repute
re.pute rîpyut' isim ad, şöhret.
reputed
re.put.ed rîpyu'tîd sıfat 1. varsayılan, farzolunan; sözde. 2. saygın.
request
re.juest rîkwest' isim istek, rica, dilek. fiil rica etmek, dilemek.
require
re.juire rîkwayr' fiil 1. gerektirmek, istemek. 2. -e ihtiyacı olmak, -e gereksinimi olmak. 3. istemek, talep etmek.
requirement
re.juire.mentisim 1. gereksinim, ihtiyaç. 2. talep. 3. gerek: fulfill the requirements for/of -in gereklerini yerine getirmek.
requisite
rej.ui.site rek'wızît sıfat gerekli. isim gerekli şey.
requisition
rej.ui.si.tion rekwızîş'ın isim talep. fiil talep etmek.
requite
re.juite rîkwayt' fiil karşılığını vermek.
1113
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rescind
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.scind rîsînd' fiil 1. (yasa, anlaşma v.b.'ni) iptal etmek, feshetmek. 2. (yasayı) ortadan kaldırmak, yürürlükten kaldırmak.
rescue
res.cue res'kyu fiil kurtarmak. isim kurtarma; kurtuluş.
research
re.search rîsırç', ri'sırç isim araştırma. fiil araştırmak.
resection
re.sec.tion rîsek'şın isim, tıbbi rezeksiyon.
resemblance
re.sem.blanceisim benzerlik.
resemble
re.sem.ble rîzem'bıl fiil benzemek, andırmak.
resent
re.sent rîzent' fiil -e içerlemek.
resentful
re.sent.fulsıfat içerlemiş.
resentment
re.sent.mentisim içerleme.
reservation
res.er.va.tion rezırvey'şın isim 1. yer ayırtma, rezervasyon. 2. tereddüt; kuşku, şüphe. 3. hukuk ihtiraz kaydı. 4. Kızılderililer için ayrılmış arazi.
reserve judgement
hüküm vermeyi uzatmak.
reserve judgment
hüküm vermeyi uzatmak.
reserve officer
yedek subay.
reserve
re.serve rîzırv' fiil 1. ayırtmak; saklamak. 2. ertelemek. isim 1. ihtiyat olarak saklanan şey, yedek. 2. ağız sıkılığı. 3. spor yedek oyuncu.
reserved
re.servedsıfat 1. ayrılmış, saklanılmış. 2. rezerve edilmiş. 3. ağzı sıkı.
reserves
re.servesisim 1. yedek kuvvet. 2. ihtiyat akçesi. 3. yedek askerler. 4. askeri yedek ikmal maddeleri.
reservoir
res.er.voir rez'ırvwar isim 1. baraq gölü, baraq. 2. depo, hazne, birikim.
reside
re.side rîzayd' fiil 1. oturmak, ikamet etmek. 2. in -e ait olmak. 3. in -e bağlı olmak, -e dayanmak.
residence permit
ikamet tezkeresi.
residence
res.i.dence rez'ıdıns isim 1. oturma, ikamet. 2. ev, konut, mesken, ikametgâh.
residency
res.i.den.cy rez'ıdınsi isim, tıbbi ihtisas dönemi.
1114
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük resident
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
res.i.dent rez'ıdınt sıfat 1. oturan, sakin. 2. aslında bulunan. 3. yerli (kuş). isim bir yerde oturan kimse, sakin.
residential
res.i.den.tial rezıden'şıl sıfat 1. oturmaya ayrılmış (alan, mahalle, semt). 2. özel konutların bulunduğu (mahalle, semt). 3. ikametgâh ile ilgili.
residual
re.sid.u.al rîzîc'uwıl sıfat artan, artakalan, artık. isim artık, artan şey.
residue
res.i.due rez'ıdu, rez'ıdyu isim, kimya çözünmez artık; tortu, çökelti.
resign
re.sign rîzayn' fiil 1. istifa etmek, (işten) ayrılmak, çekilmek. 2. vazgeçmek, terketmek, bırakmak. 3. to -e boyun eğmek, -e razı olmak, -e teslim olmak. We have resigned ourselves to the goverment's new policy. Hükümetin yeni politikasına boyun eğdik. 4. to -e teslim etmek, -e vermek; -e emanet etmek.
resignation
res.ig.na.tion rezîgney'şın isim 1. istifa, çekilme. 2. istifa mektubu. 3. vazgeçme, terketme. 4. boyun eğme.
resigned to
-e boyun eğmiş.
resilience
re.sil.ience rîzîl'yıns isim 1. esneklik. 2. çabuk iyileşme gücü; zorlukları yenme gücü.
resiliency
re.sil.ien.cy rîzîl'yınsi isim 1. esneklik. 2. çabuk iyileşme gücü; zorlukları yenme gücü.
resilient
re.sil.ient rîzîl'yınt sıfat 1. esnek, elastiki. 2. çabuk iyileşen; kendini çabuk toparlayan; güçlükleri yenme yeteneği olan.
resin
res.in rez'în isim reçine.
resist
re.sist rîzîst' fiil direnmek, karşı durmak, karşı koymak.
resistance
re.sist.ance rîzîs'tıns isim 1. direnme, direniş, karşı durma, karşı koyma. 2. fizik direnç, rezistans.
resistant
re.sist.ant rîzîs'tınt sıfat 1. direnen, karşı koyan. 2. dirençli.
resistivity
re.sis.tiv.i.ty rîzîstîv'ıti isim, fizik özdirenç.
resole
re.sole risol' fiil (ayakkabıya) pençe vurmak. 1115
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
resolute
res.o.lute rez'ılut sıfat kararlı, azimli.
resolutely
res.o.lute.lyzarf kararlı olarak, kararlılık içinde, azimle.
resolution
res.o.lu.tion rezılu'şın isim 1. kararlılık, azim. 2. karar. 3. çözüm. 4. kimya çözme. 5. teklif, önerge.
resolve on
-e karar vermek, -i kafasına koymak.
resolve
re.solve rîzalv' fiil 1. karar vermek. 2. çözmek, halletmek; ortadan kaldırmak. 3. karar vermek, kararlaştırmak. 4. kimya çözmek. isim 1. karar, niyet. 2. kararlılık.
resolved
re.solvedsıfat 1. kararlı, azimli. 2. karar vermiş; kararlaştırılmış.
resonance
res.o.nance rez'ınıns isim 1. tını. 2. ses gürlüğü. 3. fizik rezonans, seselim. 4. çınlama, yankılanma.
resonant
res.o.nant çınlayan, yankılanan. 2. tınlayan.
resonate
res.o.nate rez'ıneyt fiil 1. çınlamak; yankılanmak. 2. tınlamak.
resort to violence
şiddete başvurmak.
resort
re.sort rîzôrt' fiil 1. to -e gitmek. 2. to -e başvurmak. isim 1. uğrak. 2. dinlenme yeri. 3. çare.
resound
re.sound rîzaund' fiil 1. çınlamak, yankılanmak. 2. dillere destan olmak.
resource
re.source ri'sôrs, rîsôrs' isim 1. kaynak: natural resources doğal kaynaklar. 2. olanak. 3. çare. 4. beceriklilik. 5. eğlence.
resourceful
re.source.fulsıfat becerikli.
respect
re.spect rîspekt' isim 1. saygı, hürmet. 2. bakım, yön, açı, husus. fiil 1. saygı göstermek. 2. -e uymak.
respectable
re.spect.ablesıfat 1. saygıdeğer. 2. saygın. 3. namuslu. 4. epeyce, hayli.
respectful
re.spect.fulsıfat saygılı.
respective
re.spec.tive rîspek'tîv sıfat kendi: They went to their respective homes. Her biri kendi evine gitti.
1116
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük respectively
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.spec.tive.lyzarf sırasıyla: Can, Cem, and Cenk are nine, ten, and eleven years of age respectively. Can, Cem ve Cenk sırasıyla dokuz, on ve onbir yaşında.
respiration
res.pi.ra.tion respırey'şın isim nefes alma, solunum.
respiratory
res.pi.ra.to.ry res'pırıtôri sıfat solunumla ilgili.
respite
res.pite res'pît isim 1. mühlet, süre. 2. erteleme. 3. ara; tatil, paydos. 4. dinlenme, soluk alma.
resplendent
re.splen.dent rîsplen'dınt sıfat parlak, şaşaalı, göz kamaştırıcı.
respond
re.spond rîspand' fiil 1. cevap vermek, yanıt vermek. 2. (to) (-e) tepki göstermek.
response
re.sponse rîspans' isim 1. cevap, yanıt. 2. tepki.
responsibility
re.spon.si.bil.i.ty rîspansıbîl'ıti isim sorumluluk, mesuliyet.
responsible
re.spon.si.ble rîspan'sıbıl sıfat 1. sorumlu, mesul. 2. güvenilir.
responsive
re.spon.sive rîspan'sîv sıfat bakınız be responsive
rest assured
emin olmak.
rest room
tuvalet.
rest
rest rest isim 1. dinlenme. 2. rahat, huzur, sükûn. 3. dinginlik, hareketsizlik. 4. uyku. 5. müzik es. 6. dayanak. fiil 1. dinlenmek, nefes almak; dinlendirmek. 2. rahat etmek. 3. on -e dayanmak, -e dayalı olmak; dayamak, yaslamak. 4. with -e kalmak, -in elinde olmak. 5. on -e koymak.
restaurant
res.tau.rant res'tırınt isim lokanta, restoran.
restful
rest.fulsıfat 1. rahat, sakin, huzurlu. 2. dinlendirici, rahatlatıcı, huzur verici.
restitution
res.ti.tu.tion restıtu'şın isim 1. sahibine iade etme. 2. zararı ödeme.
restive
res.tive res'tîv sıfat 1. inatçı. 2. sabırsızlanan, yerinde duramayan, huzursuz.
restless
rest.lesssıfat 1. kıpırdak. 2. huzursuz, rahatsız. 3. vesveseli. 4. uykusuz (gece). 1117
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük restoration
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
res.to.ra.tion restırey'şın isim 1. restorasyon, onarım. 2. restore etme, onarma. 3. iade, geri verme. 4. eski görevine iade etme. 5. bir şeyin asıl şeklini gösteren model.
restorative
re.stor.a.tive rîstor'ıtîv sıfat 1. (sağlık, güç v.b.'ni) yeniden kazandıran. 2. eski durumuna getiren. isim insana güç verip canlandıran/insanı dirilten madde.
restore
re.store rîstor' fiil 1. iade etmek, geri vermek. 2. restore etmek, onarmak, yenilemek. 3. yeniden canlandırmak.
restrain
re.strain rîstreyn' fiil 1. geri tutmak, zaptetmek, dizginlemek. 2. sınırlamak. 3. from -den alıkoymak.
restrained
re.strain.edsıfat kontrollü, denetlenmiş; ılımlı, ölçülü.
restraint
re.straint rîstreynt' isim 1. geri tutma. 2. sınırlama. 3. kendini tutma. 4. sıkılma, çekinme.
restrict
re.strict rîstrîkt' fiil kısıtlamak, sınırlamak.
restriction
re.stric.tion rîstrîk'şın isim 1. koşul, şart. 2. kısıtlama, sınırlama.
restrictive
re.strict.ivesıfat kısıtlayıcı, sınırlayıcı.
result
re.sult rîz^lt' fiil 1. in ile sonuçlanmak. 2. from -den meydana gelmek, -den çıkmak, -den doğmak. isim 1. sonuç, netice. 2. son, akıbet. 3. semere, ürün.
resultant
re.sult.ant rîz^l'tınt sıfat meydana gelen, -den çıkan, den doğan, -in sonucu olan.
résumé
ré.su.mé rez'ûmey isim özet.
resume
re.sume rîzum' fiil 1. yeniden başlamak, kaldığı yerden devam etmek. 2. geri almak.
resumption
re.sump.tion rîz^mp'şın isim 1. yeniden başlama. 2. geri alma.
resurge
re.surge rîsırc' fiil 1. tekrar çıkmak, tekrar baş göstermek. 2. yeniden dirilmek.
resurgence
re.sur.genceisim yeniden dirilme.
resurgent
re.sur.gentsıfat yeniden dirilen.
resurrect
res.ur.rect rezırekt' fiil 1. yeniden diriltmek. 2. yeniden canlandırmak. 3. yeniden ortaya, çıkarmak, hortlatmak. 1118
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük resurrection
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
res.ur.rec.tion rezırek'şın isim 1. diriliş, yeniden dirilme. 2. yeni hayat bulma, yeniden canlanma.
retail
re.tail ri'teyl isim perakende satış. sıfat perakende. fiil perakende satmak; perakende satılmak.
retailer
re.tail.erisim perakendeci.
retain
re.tain rîteyn' fiil 1. alıkoymak, tutmak. 2. kaybetmemek. 3. (avukat, danışman v.b.'ni) ücretle tutmak. 4. hatırda tutmak, unutmamak.
retaining fee
avukata peşin olarak ödenen ücret.
retaining wall
istinat duvarı.
retaliate
re.tal.i.ate rîtäl'iyeyt fiil 1. dengiyle karşılamak, misilleme yapmak. 2. öç almak, intikam almak.
retaliation
re.tal.i.a.tionisim 1. misilleme, kısas. 2. öç, intikam.
retard
re.tard rîtard' fiil geciktirmek, yavaşlatmak.
retarded
re.tard.edsıfat, ruhbilim geri zekâlı.
retch
retch reç fiil kusmaya çalışmak, öğürmek.
retell
re.tell ritel' fiil (retold) 1. yeniden anlatmak. 2. yeniden saymak.
retention
re.ten.tion rîten'şın isim 1. alıkoyma, tutma. 2. kaybetmeme. 3. hatırda tutma. 4. (avukat, danışman v.b.'ni) ücretle tutma.
retentive
re.ten.tive rîten'tîv sıfat 1. alıkoyan, tutan. 2. hatırda iyi tutan.
rethink
re.think rithîngk' fiil (rethought) yeniden ve etraflıca düşünmek, yeniden düşünüp taşınmak.
reticent
ret.i.cent ret'ısınt sıfat 1. sır saklayan, ağzı sıkı. 2. çok konuşmaz, suskun.
retina
ret.i.na ret'ını isim, anatomi (retinas/retinae) ağtabaka, retina.
retinue
ret.i.nue ret'ınu isim maiyet.
retire
re.tire rîtayr' fiil 1. çekilmek, bir köşeye çekilmek. 2. yatmaya gitmek. 3. emekliye ayrılmak, emekli olmak; emekliye ayırmak.
retired
re.tiredsıfat 1. emekli. 2. bir köşeye çekilmiş. 1119
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük retirement
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.tire.mentisim 1. emeklilik. 2. geri çekilme. 3. bir köşeye çekilme.
retiring
re.tir.ing rîtayr'îng sıfat utangaç, sıkılgan, çekingen.
retort
re.tort rîtôrt' fiil 1. sert cevap vermek. 2. karşılık vermek. isim 1. sert cevap. 2. karşılık.
retouch
re.touch rit^ç' fiil rötuş etmek.
retrace
re.trace ritreys' fiil 1. (bir çizginin üstünü) tekrar çizmek. 2. izini takip ederek kaynağına gitmek.
retract
re.tract rîträkt' fiil 1. geri çekmek; geri çekilmek. 2. sözünü geri almak.
retraction
re.trac.tion rîträk'şın isim 1. geri çekme; geri çekilme. 2. sözünü geri alma.
retreat
re.treat rîtrit' fiil çekilmek, geri çekilmek. isim 1. geri çekme; geri çekilme. 2. inziva köşesi.
retrench
re.trench rîtrenç' fiil azaltmak, kısmak.
retribution
ret.ri.bu.tion retrıbyu'şın isim 1. cezalandırma. 2. ceza.
retrieval
re.triev.alisim 1. yeniden ele geçirme. 2. yeniden kazanma. 3. yeniden düzeltme. 4. bulup getirme.
retrieve
re.trieve rîtriv' fiil 1. yeniden ele geçirmek. 2. yeniden kazanmak. 3. yeniden düzeltmek. 4. bulup getirmek.
retriever
re.triev.erisim vurulan avı bulup getiren köpek.
retroactive
ret.ro.ac.tive retrowäk'tîv sıfat geçmişi kapsayan (yeni yasa); öncesini kapsayan.
retrograde
ret.ro.grade ret'rıgreyd sıfat 1. geriye doğru giden, gerileyen. 2. kötüye giden; yozlaşan.
retrospect
ret.ro.spect ret'rıspekt isim geçmişe bakış.
retrospective
ret.ro.spec.tive retrıspek'tîv sıfat 1. geçmişle ilgili. 2. geçmişi hatırlayan. 3. hukuk geçmişi kapsayan. isim retrospektif sergi.
return a verdict of guilty
suçsuz/suçlu olduğuna karar vermek.
return a verdict of innocent
suçsuz/suçlu olduğuna karar vermek.
return address
gönderenin adresi.
return game
rövanş maçı.
return match
rövanş maçı. 1120
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
return thanks
Allaha şükretmek, Allaha şükranlarını sunmak.
return ticket
İngiliz İngilizcesi gidiş dönüş bileti. 2. dönüş bileti.
return
re.turn rîtırn' fiil 1. geri dönmek, geri gelmek, geri gitmek. 2. geri vermek, iade etmek. 3. geri göndermek; geri getirmek. 4. (kâr) sağlamak, getirmek. 5. politika (milletvekilini) seçmek. 6. tenis (topu) geri vurmak. 7. resmen bildirmek. isim 1. dönüş. 2. geri verme, iade. 3. geri gönderme; geri getirme. 4. kâr, kazanç; faiz. 5. çoğul kâr, kazanç. 6. çoğul istatistik cetveli. 7. vergi beyannamesi, bildirge.
reunion
re.un.ion riyun'yın isim yeniden bir araya gelme.
rev
rev rev fiil (revved, revving) up (motorun) hızını değiştirmek.
revalue
re.val.ue riväl'yu fiil 1. yeniden değer biçmek. 2. değerini yükseltmek, revalüe etmek.
revamp
re.vamp rivämp' fiil 1. tamir etmek; yenilemek. 2. ayakkabının yüzünü değiştirmek.
reveal
re.veal rîvil' fiil 1. açıklamak, açığa vurmak. 2. göstermek. 3. ilham yoluyla bildirmek.
revealing
re.veal.ing rîvil'îng sıfat 1. (belirli bir durumu) açığa vuran/belli eden (söz). 2. kadın vücudunun genelde örtülü olan kısımlarını sergileyen (giysi).
reveille
rev.eil.le rev'ıli isim, askeri kalk borusu.
revel
rev.el rev'ıl fiil (reveled/revelled, reveling/revelling) 1. cümbüş yapmak, eğlenmek. 2. in -den zevk almak.
revelation
rev.e.la.tion revıley'şın isim 1. açığa çıkma; açığa çıkarma, keşif. 2. vahiy.
revelry
rev.el.ryisim şenlik, eğlenti.
revenge oneself on
-den öç almak, -den intikam almak.
revenge
re.venge rîvenc' fiil bakınız revenge oneself on isim öç, intikam.
revenue stamp
damga pulu.
revenue
rev.e.nue rev'ınu isim 1. gelir. 2. devletin geliri.
1121
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük reverberate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.ver.ber.ate rîvır'bıreyt fiil 1. yankılanmak, yankı yapmak. 2. yansıtmak, aksettirmek; yansımak, aksetmek.
revere
re.vere rîvir' fiil saymak, saygı göstermek.
reverence
rev.er.ence rev'ırıns isim 1. büyük saygı, ihtiram. 2. huşu. 3. saygı gösteren bir hareket. fiil 1. -e büyük saygı duymak. 2. -e saygı gösteren bir hareket yapmak.
reverend
rev.er.end rev'ırınd sıfat bakınız the reverend isim, konuşma dili papaz efendi.
reverent
rev.er.ent rev'ırınt sıfat saygılı.
reverential
rev.er.en.tial revıren'şıl sıfat 1. saygıdan ileri gelen. 2. saygı uyandıran. 3. saygılı, saygı dolu.
reverently
rev.er.ent.lyzarf saygılı bir şekilde.
reverie
rev.er.ie rev'ıri isim hayale dalma.
reversal
re.ver.sal rîvır'sıl isim 1. tersine çevirme. 2. hukuk kararın bozulması.
reverse
re.verse rîvırs' sıfat 1. aksi, arka, ters: reverse side ters taraf. 2. tersine dönmüş. fiil 1. ters çevirmek; tersyüz etmek. 2. tersine dönmek. 3. yerlerini değiştirmek. 4. otomotiv geri gitmek. 5. oneself on (bir konudaki) fikrini değiştirmek. 6. hukuk (kararı) iptal etmek, feshetmek. isim 1. ters taraf, ters, arka taraf, arka. 2. ters, aksi. 3. zıt olan şey. 4. terslik, aksilik. 5. otomotiv geri vites.
reversed-charges call
ödemeli konuşma.
reversible
re.vers.i.ble rîvır'sıbıl sıfat 1. tersine çevrilebilir. 2. fizik tersinir.
reversion
re.ver.sion rîvır'qın isim 1. (eski durum, alışkanlık, inanç v.b.'ne) dönme. 2. biyoloji birkaç kuşak boyunca görünmeyen birtakım özelliklerin yeniden ortaya çıkması, atavizm.
revert
re.vert rîvırt' fiil to -e geri gitmek, -e dönmek.
review
re.view rîvyu' isim 1. yeniden inceleme, tekrar gözden geçirme. 2. eleştiri. 3. teftiş. 4. edebiyat ve fikir dergisi. 1122
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fiil 1. yeniden incelemek, tekrar gözden geçirmek. 2. (kitap, film v.b.'nin) eleştirisini yazmak. 3. (askeri kuvvetleri) teftiş etmek. reviewer
re.view.erisim eleştirmen.
revile
re.vile rîvayl' fiil sövmek, yermek; küfür savurmak.
revise
re.vise rîvayz' fiil 1. gözden geçirip düzeltmek. 2. (dersi) tekrarlamak. 3. değiştirmek.
revision
re.vi.sion rîvîq'ın isim 1. gözden geçirip düzeltme. 2. düzeltilmiş baskı.
revisionism
re.vi.sion.ismisim revizyonizm.
revisionist
re.vi.sion.istisim, sıfat revizyonist.
revitalise
re.vi.tal.ise rivay'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız revitalize
revitalize
re.vi.tal.izefiil yeniden canlandırmak, diriltmek.
revival
re.viv.al rîvay'vıl isim 1. yeniden canlanma, dirilme; yeniden canlandırma, diriltme. 2. uyanma, uyanış.
revive
re.vive rîvayv' fiil yeniden canlanmak, dirilmek; yeniden canlandırmak, diriltmek.
revoke
re.voke rîvok' fiil 1. geri almak. 2. hükümsüz kılmak, feshetmek.
revolt
re.volt rîvolt' fiil 1. (at/against) (-e karşı) isyan etmek, ayaklanmak. 2. tiksindirmek. isim isyan, ayaklanma.
revolting
re.volt.ingsıfat tiksindirici, iğrenç.
revolution
rev.o.lu.tion revılu'şın isim 1. dönme, devir. 2. devrim.
revolutionary
nev.o.lu.tion.aryisim, sıfat devrimci.
revolutionise
rev.o.lu.tion.ise revılu'şınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız revolutionize
revolutionize
rev.o.lu.tion.ize revılu'şınayz fiil -de devrim yapmak, -i kökten değiştirmek.
revolve
re.volve rîvalv' fiil 1. (about/around) (etrafında) döndürmek, çevirmek; dönmek. 2. around hakkında olmak, ile ilgili olmak.
revolver
re.volv.er rîval'vır isim revolver, tabanca.
1123
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük revolving
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
re.volv.ing rîvalv'îng sıfat döner: revolving door döner kapı.
revue
re.vue rîvyu' isim revü.
revulsion
re.vul.sion rîv^l'şın isim tiksinme.
reward
re.ward rîwôrd' fiil 1. ödüllendirmek. 2. karşılığını vermek. isim 1. ödül, mükâfat. 2. karşılık.
reword
re.word riwırd' yeni kelimelerle söylemek/yazmak.
rewrite
re.write rirayt' fiil (rewrote, rewritten) yeniden yazmak.
rhetoric
rhet.o.ric ret'ırîk isim 1. söz sanatı, belagat, retorik. 2. abartmalı dil veya yazı.
rhetorical question
cevabı beklenmeyen ve etkili olmak için sorulan soru.
rhetorical
rhe.tor.i.cal rîtôr'îkıl sıfat 1. söz sanatına özgü. 2. etkileyici bir şekilde söylenen. 3. tumturaklı.
rheumatism
rheu.ma.tism ru'mıtîzım isim romatizma.
rhinestone
rhine.stone rayn'ston isim suni elmas.
rhino
rhi.no ray'no isim, konuşma dili (rhinos/rhino) gergedan.
rhinoceros
rhi.noc.er.os raynas'ırıs isim (rhinoceroses/rhinoceros/rhinoceri) gergedan.
Rhodes
Rhodes rodz isim Rodos.
rhubarb
rhu.barb ru'barb isim ravent.
rhyme
rhyme raym isim uyak, kafiye. fiil 1. (with) (ile) kafiyeli olmak. 2. kafiyeli şiir yazmak.
rhythm
rhythm rîdh'ım isim ritim, tartım, dizem.
rib
rib rîb isim 1. kaburga, eğe. 2. pirzola. 3. botanik yaprak damarı.
ribald
rib.ald rîb'ıld sıfat ağzı bozuk, küfürbaz, bayağı.
ribbon
rib.bon rîb'ın isim 1. kurdele; şerit. 2. şerit.
rice plant
çeltik.
rice pudding
üzümlü bir çeşit sütlaç.
rice
rice rays isim 1. pirinç. 2. çeltik. 3. pilav.
rich
rich rîç sıfat 1. zengin, varsıl: a rich man zengin bir adam. 2. bitek, verimli. 3. bol, çok. 4. yağlı, ağır (yemek). 5. gür, tok (ses). 6. canlı, koyu (renk). 1124
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
riches
rich.esisim zenginlik, servet.
rickets
rick.ets rîk'îts isim, tıbbi raşitizm.
rickety
rick.et.y rîk'ıti sıfat 1. çürük, köhne (sandalye, masa v.b.). 2. sarsak, titrek (kimse).
ricochet fire
sekme atışı.
ricochet
ric.o.chet rîkışey' isim sekme, sekerek sıçrama. fiil sekmek, sekerek sıçramak.
rid
rid rîd fiil (rid/ridded, ridding) of -den kurtarmak.
riddance
rid.danceisim bakınız Good riddance!
ridden
rid.den rîd'ın fiil bakınız ride sıfat bakınız be ridden with
riddle
rid.dle rîd'ıl isim kalbur. fiil 1. kalburdan geçirmek. 2. kalbura çevirmek.
ride a high horse
büyüklük taslamak.
ride bareback
ata eyersiz binmek.
ride for a fall
felakete sürüklenmek.
ride roughshod over
(birini) hiçe saymak.
ride
ride rayd fiil (rode, ridden) 1. binmek: ride a horse ata binmek. ride a bicycle bisiklete binmek. 2. sürmek: He rode on his motorcycle to Bursa. Motosikletini Bursa'ya sürdü. isim 1. binme, biniş. 2. atla gezinti. 3. gezinti yolu.
rider
riderisim 1. binici. 2. hukuk (evrak veya yasaya) ek, ilave, zeyil.
ridge
ridge rîc isim 1. coğrafya (iki vadiyi birbirinden ayıran yayvan) sırt. 2. dağ sırtı. 3. çatı sırtı.
ridgepole
ridge.pole rîc'pol isim mahya kirişi.
ridicule
rid.i.cule rîd'ıkyul isim alay, eğlenme. fiil ile alay etmek, ile eğlenmek.
ridiculous
ri.dic.u.lous rîdîk'yılıs sıfat 1. gülünç. 2. tuhaf, saçma: Don't be ridiculous! Saçmalama!
riding breeches
binici pantolonu, külot.
riding habit
binici kıyafeti.
riding
rid.ing ray'dîng isim 1. biniş. 2. binicilik. 1125
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rife with
ile dolu.
rife
rife rayf sıfat 1. yaygın. 2. bol, çok sayıda.
riffraff
riff.raff rîf'räf isim ayaktakımı.
rifle
ri.fle ray'fıl fiil 1. soymak, soyup soğana çevirmek. 2. yağma etmek.
rift
rift rîft isim 1. yarık, gedik, çatlak. 2. ara bozukluğu, ara açılması.
rig
rig rîg fiil (rigged, rigging) (bir şeyi) (yasalara aykırı olarak) kendi çıkarına göre ayarlamak; (seçime) hile karıştırmak/katmak; (maçta) şike yapmak.
rigging
riggingisim, denizcilikle ilgili donanım.
right angle
geometri dik açı.
right away
hemen, derhal.
Right face!
askeri Sağa dön!
right of assembly
toplanma hakkı.
right of asylum
politika sığınma hakkı.
right of eminent domain
hukuk istimlak hakkı.
right of way
hukuk geçit hakkı, irtifak hakkı. 2. _ trafik_ geçiş hakkı.
right off
hemen, derhal.
right on time
tam zamanında, tam vaktinde, tam belirlenen zamanda.
right winger
sağaçık.
right
right rayt sıfat 1. (ahlakça) doğru: Do what's right! Doğru olanı yap! 2. doğru, yanlış olmayan. What you said is right. Dediğiniz doğru. 3. haklı: You're right. Haklısın. 4. uygun; istenildiği gibi olan. 5. sağ: on the right side of the road yolun sağ tarafında. 6. geometri dik. zarf 1. sağa, sağa doğru. 2. doğru, doğru olarak: You guessed right. Doğru tahmin ettin. 3. tam: right in the middle tam ortada. 4. (ahlakça) doğru: Don't worry; you did right. Onu dert etme; doğru yaptın. 5. doğru, doğruca, dosdoğru. 6. doğru; düzgün; uygun bir şekilde. 7. hemen. I'll be right back. Hemen dönerim./Hemen gelirim. 8. tamamen, tamamıyla, büsbütün. isim 1. 1126
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(ahlakça) doğru olan şey. 2. doğruluk, doğru olma, yanlış olmama. 3. hak. 4. yetki. 5. adalete uygunluk. 6. sağ taraf. 7. politika sağ kanat. fiil düzeltmek, doğrultmak; düzelmek, doğrulmak. Right!
Haklısınız!/Doğrudur.
righteous
right.eous ray'çıs sıfat 1. dürüst, erdemli, doğru. 2. adil.
rightful
right.ful rayt'fıl sıfat 1. haklı. 2. yasal. 3. gerçek.
rightfully
right.ful.lyzarf haklı olarak.
right-hand
right-hand rayt.händ' sıfat 1. sağdaki, sağ. 2. güvenilen: right-hand man en çok güvenilen kimse, sağ kol.
right-handed
right-hand.edsıfat 1. sağ elini kullanan. 2. sağ elle yapılan. 3. soldan sağa dönen.
rightist
right.ist ray'tîst sıfat, isim, politika sağcı.
rightly
right.ly rayt'li zarf 1. haklı olarak. 2. doğru olarak.
rightminded
right.mind.ed raytmayn'dîd sıfat 1. iyi niyetli. 2. kafası normal bir şekilde çalışan, normal; aklı başında; sağduyulu.
rigid
rig.id rîc'îd sıfat 1. eğilmez, bükülmez, katı, dimdik. 2. sert, şiddetli.
rigor
rig.or rîg'ır isim 1. özen, ihtimam, dikkat. 2. sertlik, katılık. 3. çoğul güçlükler, zorluklar.
rigorous
rig.or.oussıfat 1. özenli, ihtimamlı, dikkatli. 2. sert, şiddetli.
rigour
rig.our rîg'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız rigor
rile
rile rayl fiil, konuşma dili 1. sinirlendirmek, kızdırmak. 2. bulandırmak.
rim
rim rîm isim 1. kenar. 2. jant, ispit.
rime
rime raym isim kırağı.
rind
rind raynd isim kabuk.
ring binder
klasör.
ring true
doğru gibi gelmek.
ring up
-e telefon etmek.
1127
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ring
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ring rîng fiil kuşatmak, çember içine almak, etrafını çevirmek. isim 1. halka, daire, çember. 2. yüzük. 3. boks ring.
ringleader
ring.lead.er rîng'lidır isim çete başı, elebaşı.
ringlet
ring.let rîng'lît isim 1. saç lülesi. 2. ufak halka.
rink
rink rîngk isim paten sahası.
rinse
rinse rîns fiil 1. çalkamak, çalkalamak, durulamak. 2. suyla yıkayarak -i temizlemek: Rinse the soap off your hands. Ellerindeki sabunu suyla çıkar. isim 1. çalkama, çalkalama, durulama. 2. (saçı hafifçe boyamak için kullanılan) boya.
riot
ri.ot ray'ıt isim 1. kargaşa. 2. ayaklanma, isyan. 3. cümbüş, eğlenti. fiil 1. kargaşa çıkarmak. 2. ayaklanmak, isyan etmek.
rip off
argo 1. -i çalmak, -i yürütmek. 2. -i soymak. 3. -i dolandırmak.
rip open
yırtıp açmak.
rip
rip rîp fiil (ripped, ripping) 1. yırtmak; yırtılmak. 2. yarmak; yarılmak. 3. up/out -i sökmek; sökülmek. 4. up -i parçalamak. 5. hızla ilerlemek veya koşmak. isim 1. yırtık. 2. yarık. 3. dikiş söküğü.
ripe
ripe rayp sıfat 1. olmuş, olgun. 2. tam vakti gelmiş.
ripen
rip.en ray'pın fiil olgunlaştırmak; olgunlaşmak.
ripoff
rip.off rîp'ôf isim, argo hile, üçkâğıtçılık.
ripple
rip.ple rîp'ıl isim 1. dalgacık. 2. hafifçe dalgalanma. fiil hafifçe dalgalanmak; hafifçe dalgalandırmak.
rise to the occasion
zoru başarabileceğini göstermek.
rise
rise rayz fiil (rose, risen) 1. yukarı çıkmak, yükselmek. 2. yükselmek, artmak. 3. kalkmak, ayağa kalkmak. 4. kalkmak, yataktan kalkmak. 5. (ekmek, hamur v.b.) kabarmak. 6. (güneş, ay) doğmak. 7. ortaya çıkmak, gözükmek, belirmek. 8. (nehir) doğmak, çıkmak. 9. (rüzgâr) kuvvetlenmek. 10. up ayaklanmak, isyan etmek. isim 1. artış, yükseliş. 2. yükselme. 3. doğuş. 4. 1128
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bayır, tepe. 5. İngiliz İngilizcesi (maaşta) zam. 6. meydana çıkış. risk one's neck
hayatını tehlikeye koymak.
risk
risk rîsk isim 1. tehlike, risk, riziko. 2. sigorta edilen kimse veya şey. fiil 1. tehlikeye atmak. 2. göze almak.
risky
risk.ysıfat tehlikeli, rizikolu.
rite
rite rayt isim ayin, dinsel tören.
ritual
rit.u.al rîç'uwıl sıfat 1. ayine ait, dinsel törene ait. 2. âdet edinilmiş. isim 1. ayin. 2. âdet, alışkı.
rival
ri.val ray'vıl isim rakip. sıfat rekabet eden. fiil 1. ... kadar iyi olmak. 2. ile rekabet etmek.
river
riv.er rîv'ır isim ırmak, nehir.
rivet one's eyes on
-e gözünü dikmek.
rivet
riv.et rîv'ît isim perçin. fiil perçinlemek.
roach
roach roç isim hamamböceği.
road
road rod isim yol.
roam
roam rom fiil dolaşmak, gezinmek.
roar
roar rôr fiil 1. gümbürdemek. 2. (aslan) kükremek. 3. gürlemek. 4. kahkaha ile gülmek. isim 1. gümbürdeme. 2. kükreme. 3. gürleme. 4. kahkaha.
roast
roast rost fiil 1. (fırında veya ateşte) kızartmak. 2. (kahve v.b.'ni) kavurmak. isim 1. rosto, kızarmış et parçası. 2. rostoluk/kızartmalık et parçası. sıfat 1. kızarmış, kızartılmış. 2. kavrulmuş (kahve v.b.).
roasted chickpea
leblebi.
roaster
roast.erisim (et kızartmaya yarayan kapaklı) rosto tenceresi.
rob Peter to pay Paul
birine olan borcu ödemek için başkasının hakkını yemek.
rob
rob rab fiil (robbed, robbing) 1. soymak. 2. yağmalamak, talan etmek.
robber
rob.berisim soyguncu, hırsız; haydut.
robbery
rob.beryisim soygun, hırsızlık.
robe
robe rob isim 1. cüppe, biniş. 2. kaftan. 3. sabahlık. 1129
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
robot
ro.bot ro'bıt, ro'bat isim robot.
robust
ro.bust rob^st' sıfat sağlam, gürbüz, güçlü, dinç.
rock bottom
kaya tabakası. 2. en aşağı (fiyat).
rock candy
akide şekeri.
rock crusher
konkasör.
rock crystal
neceftaşı.
rock the boat
işleri karıştırmak.
rock
rock rak isim 1. kaya. 2. kaya parçası. 3. kaya gibi kuvvetli şey. 4. argo büyük mücevher, elmas. 5. İngiliz İngilizcesi akide şekeri.
rocker
rock.er rak'ır isim 1. (beşik veya salıncaklı sandalye altındaki) kavisli ayak. 2. salıncaklı sandalye.
rocker-arm
külbütör.
rocket
rock.et rak'ît isim, botanik roka.
rocking chair
salıncaklı sandalye.
rocking horse
salıncaklı at.
rockrose
rock.rose rak'roz isim, botanik laden.
rocky
rock.y rak'i sıfat 1. kayalık. 2. kaya gibi.
rod
rod rad isim çubuk, değnek.
rode
rode rod fiil bakınız ride
rodent
ro.dent rod'ınt isim kemirgen hayvan.
rodeo
ro.de.o ro'diyo, rodey'o isim rodeo.
roe deer
karaca.
roe
roe ro isim balık yumurtası.
rogue
rogue rog isim 1. hilekâr, düzenbaz, dolandırıcı. 2. çapkın, kerata. 3. yaramaz kimse. 4. azgın fil.
roguish
ro.guish ro'gîş sıfat 1. düzenbaz. 2. çapkın. 3. yaramaz.
role
role rol isim rol.
rôle
rôle rol isim rol.
roll call
(okulda, toplantıda yapılan sözlü) yoklama.
roll out the red carpet for
konuşma dili -i şatafatlı bir şekilde karşılayıp ağırlamak.
roll out the welcome mat
ağırlamak.
roll up one's sleeves
kollarını sıvamak. 1130
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük roll
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
roll rol fiil 1. yuvarlamak; yuvarlanmak. 2. up -i sarmak; sarılmak. 3. up -i dürmek. 4. out -i açmak, - i sermek. 5. (gök) gürlemek. 6. (gözlerini) devirmek. 7. silindirle düzlemek. 8. on/by (zaman) geçip gitmek. 9. dalgalanmak. isim 1. yuvarlama; yuvarlanma. 2. tomar. 3. top, rulo. 4. liste, sicil, kayıt. 5. gök gürlemesi. 6. yalpa: the roll of a ship geminin yalpası. 7. argo para tomarı, para.
rolled oats
yulaf ezmesi.
roller
roll.er ro'lır isim 1. silindir. 2. merdane. 3. büyük dalga. 4. bigudi.
roller-skate
roll.er-skate ro'lır.skeyt fiil tekerlekli patenle kaymak.
rollick
rol.lick ral'îk fiil neşeli ve gürültülü bir içimde davranmak.
rollicking
rol.lick.ingsıfat gürültülü, şamatalı.
rolling pin
oklava, merdane.
rolling
roll.ing ro'lîng sıfat 1. yuvarlanan. 2. inişli yokuşlu (arazi). 3. dalgalı (deniz).
roly-poly
ro.ly-po.ly ro'lipo'li sıfat tıknaz, bodur.
romaine
ro.maine romeyn' isim marul.
Roman candle
bir tür havai fişek.
Roman Catholic
Katolik.
Roman law
Roma hukuku.
Roman nose
kemerli burun.
Roman numeral
Romen rakamı.
Roman
Ro.man ro'mın isim, sıfat Roman, Çingene.
Romance languages
Romen dilleri, Latince kökenli diller.
Romance
Ro.mance romäns' sıfat bakınız Romance languages
Romanesque
Ro.man.esjue romınesk' sıfat Roman, Romanesk.
Romania
Ro.ma.ni.a romey'niyı, romeyn'yı isim Romanya.
Romanian
isim 1. Rumen; Romanyalı. 2. Rumence. sıfat 1. Rumen; Romanya, Romanya'ya özgü. 2. Rumence. 3. Romanyalı.
1131
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük romantic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ro.man.tic romän'tîk sıfat 1. romantik; aşki; duygusal. 2. romantik, romanesk, aşk ve macera dolu. 3. fantastik. 4. edebiyat romantik, romantizme özgü. isim, edebiyat romantik.
romanticise
ro.man.ti.cise romän'tısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız romanticize
romanticism
ro.man.ti.cism romän'tısîzım isim romantizm.
romanticize
ro.man.ti.cize romän'tısayz fiil -i romantik bir şekle sokmak, romantikleştirmek.
Romany
Ro.m.any ra'mıni, ro'mıni isim, sıfat 1. Romanca, Çingenece. 2. Roman, Çingene.
Rome
Rome rom isim Roma.
romp
romp ramp fiil about/around sıçrayıp oynamak. isim 1. hoyratça ve gürültülü oyun. 2. konuşma dili kolayca kazanılan şey.
rompers
romp.ers ram'pırz isim (kısa paçalı) çocuk tulumu.
roof
roof ruf, rûf isim dam, çatı.
roofing
roof.ingisim 1. çatı yapma. 2. çatı örtüsü.
rook
rook rûk isim ekinkargası. fiil 1. hile ile kapmak. 2. dolandırmak, aldatmak; kazıklamak.
rookie
rook.ie rûk'i isim, argo 1. acemi er. 2. yeni polis. 3. acemi oyuncu.
room and board
tam pansiyon.
room
room rum, rûm isim 1. oda. 2. yer. fiil oturmak.
roomer
room.erisim pansiyoner.
roommate
room.mateisim oda arkadaşı.
roomy
room.ysıfat geniş.
roost
roost rust isim tünek. fiil tünemek.
rooster
roost.er rus'tır isim horoz.
root and branch
tamamıyla, kökten, toptan, hepsi.
root directory
bilgisayar kök rehber, kök dizin.
root for
konuşma dili -i desteklemek.
root out
kökünden sökmek.
root up
kökünden sökmek. 1132
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük root
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
root rut, rût isim kök. fiil kökleştirmek, tutturmak; kökleşmek, tutmak.
rootless
root.lesssıfat köksüz.
rope in
konuşma dili kandırmak.
rope off
iple çevirerek sınırlamak.
rope
rope rop isim 1. ip. 2. halat. 3. idam. 4. kement. fiil 1. iple bağlamak. 2. kementle tutmak.
Roquefort cheese
Rokfor peyniri.
Roquefort
Rojue.fort rok'fırt, rôk'fôr sıfat bakınız Roquefort cheese
rosary
ro.sa.ry ro'zıri isim 1. tespih ile okunan dualar. 2. tespih.
rose geranium
botanik ıtır.
rose hip
kuşburnu.
rose of Sharon
ağaçhatmi. 2. kılıçotu.
rose petal
gül yaprağı.
rose
rose roz fiil bakınız rise
rosebud
rose.bud roz'b^d isim gül goncası.
rosebush
rose.bush roz'bûş isim gül ağacı.
rose-colored
rose-col.ored roz'k^lırd sıfat gül rengi, gül renkli.
rosemary
rose.mar.y roz'meri isim biberiye.
rosin
ros.in raz'în isim (katı) reçine, kolofan.
roster
ros.ter ras'tır isim 1. askeri subayların nöbet sırasını gösteren liste/defter. 2. isim listesi.
rostrum
ros.trum ras'trım isim (rostrums/rostra) kürsü.
rosy
ros.y ro'zi sıfat 1. gül gibi. 2. gül rengi, gül renkli; kırmızı, al. 3. ümit verici. 4. şen.
rot
rot rat fiil (rotted, rotting) çürümek; çürütmek. isim 1. çürüme. 2. çürük. 3. İngiliz İngilizcesi saçma, zırva.
rotary press
rotatif, dönerbasar.
rotary
ro.ta.ry ro'tıri sıfat dönen, döner, dönel.
rotate
ro.tate ro'teyt fiil 1. dönmek; döndürmek. 2. sırayla çalışmak; sırayla çalıştırmak. 3. dönüşümlü olarak ekmek. 1133
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rotation
ro.ta.tion rotey'şın isim 1. dönme. 2. devir. 3. rotasyon.
rote
rote rot isim bakınız by rote
rotor
ro.tor ro'tır isim 1. rotor, döneç. 2. helikopter pervanesi.
rotten to the core
(ahlakça) temelden çürük, kokuşmuş.
rotten
rot.ten rat'ın sıfat çürük, bozuk, çürümüş, kokmuş; cılk (yumurta).
rotund
ro.tund rot^nd' sıfat 1. yuvarlak, toparlak. 2. tombul. 3. dolgun ve kuvvetli (ses).
rotunda
ro.tun.da rot^n'dı isim üstü kubbeli yuvarlak bina veya oda, rotond.
rouge
rouge ruq isim allık. fiil allık sürmek.
rough it
(bir süre için) ilkel şartlar içinde yaşamak.
rough up
-i hırpalamak.
rough usage
hoyratça kullanma.
rough
rough r^f sıfat 1. pürtüklü, pütür pütür; tırtıklı, tırtık tırtık. 2. kaba: rough wool kaba yün. 3. kaba biçilmiş (çimen). 4. bozuk (yol, kaldırım). 5. engebeli (arazi). 6. dalgalı (deniz, su). 7. fırtınalı (hava); şiddetli (rüzgâr). 8. kaba, görgüsüz (kimse). 9. kaba, incelikten yoksun. 10. zor, sıkıntılı. 11. kaba, son şeklini henüz almamış. 12. kulağa hoş gelmeyen, kulağı rahatsız eden. isim külhanbeyi.
roughcast
rough.cast r^f'käst isim kaba sıva. fiil (roughcast) 1. taslağını yapmak. 2. kaba sıva ile sıvamak.
roughen
rough.en r^f'ın fiil 1. pürüzlendirmek; pürüzlenmek. 2. kabartmak; kabarmak.
roughhewn
rough.hewn r^f'hyun sıfat kaba yontulmuş.
roughhouse
rough.house r^f'haus isim, argo gürültü patırtı. fiil, argo gürültü patırtı çıkarmak.
roughly
rough.lyzarf 1. kabaca. 2. aşağı yukarı, yaklaşık olarak.
roughneck
rough.neck r^f'nek isim, argo külhanbeyi.
roughshod
rough.shod r^f'şad sıfat bakınız ride roughshod over
roulette
rou.lette rulet' isim rulet.
1134
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Roumania
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Rou.ma.ni.a rumey'niyı, rumeyn'yı isim bakınız Romania
Roumanian
isim, sıfat bakınız Romanian
round bracket
İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi parantez, ayraç.
round number
matematik yuvarlak sayı.
round of applause
alkış tufanı.
round the clock
gece gündüz.
round
round raund sıfat 1. yuvarlak: round shape yuvarlak şekil. 2. yuvarlak, toparlak: a calculation given in round figures yuvarlak hesap. 3. tam. a round dozen tam bir düzine. 4. tombul. zarf etrafta; etrafında. edat -in etrafına; -in etrafında. isim 1. yuvarlak şey, daire. 2. vizite. 3. tur. 4. devriye. 5. birkaç sesin belirli aralıklarla birbirini izleyerek söylediği şarkı. 6. boks raunt. 7. sıra: It's your round. Sıra sende. fiil 1. yuvarlaklaştırmak; yuvarlaklaşmak. 2. dönmek, etrafını dolaşmak. 3. off (sayıyı) yuvarlak yapmak. 4. off/out -i tamamlamak. 5. up (hayvanları, insanları) toplamak; (suçluları) yakalamak. 6. toplamak, şişmanlamak.
roundabout
round.a.bout raund'ıbaut sıfat dolambaçlı.
roundly
round.lyzarf 1. adamakıllı. 2. sakınmadan, dobra dobra. 3. azarlayıcı bir şekilde.
round-trip ticket
gidiş dönüş bileti.
round-trip
sıfat gidiş dönüş (bileti).
roundup
round.up raund'^p isim (hayvanları, insanları) toplama; (suçluları) yakalama.
rouse
rouse rauz fiil 1. uyandırmak; uyanmak. 2. canlandırmak. 3. kışkırtmak.
rousing
rous.ing rauz'îng sıfat 1. uyandırıcı. 2. heyecan verici. 3. canlı. 4. büyük.
rout
rout raut isim bozgun, hezimet. fiil bozguna uğratmak, hezimete uğratmak.
route
route rut, raut isim 1. yol. 2. rota. fiil (belirli bir yolla) göndermek. 1135
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük routine
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rou.tine rutin' isim 1. âdet, usul. 2. iş programı. sıfat alışılmış, her zamanki.
rove
rove rov fiil avare dolaşmak.
roving
rov.ingsıfat gezici, dolaşan.
row against the tide
akıntıya karşı kürek çekmek, güçlüklere karşı çabalamak.
row
row ro isim 1. sıra, saf, dizi. 2. sıra evler. 3. sıra evleri olan sokak.
rowboat
row.boat ro'bot isim kayık, sandal.
rowdy
row.dy rau'di isim külhanbeyi. sıfat 1. gürültülü ve kavgalı. 2. gürültücü ve kavgacı.
rowe
row.erisim kürekçi.
royal
roy.al roy'ıl sıfat krala ait, krala yakışır. isim, konuşma dili kraliyet ailesinen biri, hanedandan biri.
royalist
roy.al.istisim kralcı.
royalty
roy.al.tyisim 1. kraliyet ailesi bireyleri. 2. imtiyaz ücreti; patent ücreti; telif hakkı ücreti.
Ruanda
Ru.an.da rûwan'dı isim bakınız Rwanda
rub away
aşındırmak, yemek. 2. aşınmak.
rub down
masaj yapmak.
rub elbows with
ile bir arada olmak; ile bir araya gelmek, ile karşılaşmak.
rub in
(merhem v.b.'ni) ovarak yedirmek.
rub it in
yüzüne vurmak.
rub off
silip çıkarmak. 2. sürtünmeyle çıkmak, dökülmek.
rub out
silip çıkarmak. 2. sürtünmeyle çıkmak, dökülmek.
rub shoulders with
konuşma dili (biriyle) zaman zaman görüşmek/bir arada bulunmak.
rub someone the wrong way
birini kızdırmak, birini sinirlendirmek.
rub
rub r^b fiil (rubbed, rubbing) 1. ovmak, ovalamak. 2. something against bir şeyi -e sürtmek. 3. something on bir şeyi -e sürmek. 4. against/on -e sürtünmek. isim 1. ovma, ovalama; ovunma. 2. sürtme. 3. sürtünme. 4. güçlük, engel. 5. sinirlendirici şey. 1136
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rubber band
lastik bant.
rubber check
karşılıksız banka çeki.
rubber tree
kauçuk ağacı, kauçuk.
rubber
rub.ber r^b'ır isim 1. kauçuk, lastik. 2. silgi. 3. şoson, galoş. 4. İngiliz İngilizcesi lastik ayakkabı.
rubberise
rub.ber.ise r^b'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız rubberize
rubberize
rub.ber.ize r^b'ırayz fiil 1. lastik kaplamak. 2. kumaşı su geçirmez hale koymak.
rubber-stamp
rub.ber-stamp r^bırstämp' fiil, konuşma dili düşünmeden onaylamak.
rubbing alcohol
tuvalet ispirtosu.
rubbish bin
İngiliz İngilizcesi çöp kutusu.
rubbish
rub.bish r^b'îş isim 1. çerçöp, süprüntü, döküntü. 2. saçma, saçmalık.
rubble
rub.ble r^b'ıl isim 1. moloz. 2. blokaj için kullanılan taşlar, blokaj taşları.
Rubicon
Ru.bi.con ru'bîkan isim bakınız cross the Rubicon
rubric
ru.bric ru'brîk isim 1. eski kitaplarda kırmızı harflerle basılan kısım. 2. yasa tasarısı başlığı. 3. bölüm başlığı. 4. bölüm. 5. kırmızı renk.
ruby
ru.by ru'bi isim 1. yakut. 2. yakut rengi. sıfat kırmızı, lal.
rucksack
ruck.sack r^k'säk, rûk'säk isim sırt çantası.
ruckus
ruck.us r^k'ıs isim, konuşma dili çıngar; arbede.
ruction
ruc.tion r^k'şın isim, konuşma dili çıngar, gürültülü kavga.
rudder
rud.der r^d ır isim dümen.
ruddy
rud.dy r^d'i sıfat 1. kırmızı, al. 2. al yanaklı.
rude
rude rud sıfat 1. kaba. 2. terbiyesiz, edepsiz. 3. kaba saba. 4. ilkel. 5. sert, şiddetli.
rudimentary
ru.di.men.ta.ry rudımen'tıri sıfat 1. temel. 2. gelişmemiş.
1137
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rudiments
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ru.di.ments ru'dımınts isim esaslar, ilkeler, temel bilgiler.
rue the day one was born
doğduğuna pişman olmak.
rue
rue ru isim sedefotu.
rueful
rue.ful ru'fıl sıfat 1. yalandan hüzünlü. 2. üzücü; hazin; hüzünlü.
ruffian
ruf.fi.an r^f'iyın, r^f'yın isim kabadayı, külhanbeyi.
ruffle someone's feathers
birini kızdırmak.
ruffle
ruf.fle r^f'ıl fiil 1. buruşturmak. 2. kabartmak. 3. karıştırmak. 4. büzmek. 5. rahatını bozmak, rahatsız etmek. isim fırfır, farbala.
rug
rug r^g isim 1. halı. 2. yaygı (kilim, cicim v.b.).
rugby
rug.by r^g'bi isim, spor rugbi.
rugged
rug.ged r^g'îd sıfat 1. engebeli, arızalı. 2. düzensiz. 3. sert, haşin. 4. kaba. 5. sağlıklı, kuvvetli. 6. dayanıklı, sağlam. 7. fırtınalı, sert.
rugger
rug.ger r^g'ır isim, spor, konuşma dili rugbi.
ruin
ru.in ru'wîn isim 1. yıkılma; yıkım. 2. iflas, batkı. 3. çoğul ören, yıkıntı, kalıntı, harabe. fiil 1. harap etmek, yıkmak. 2. mahvetmek, perişan etmek. 3. bozmak. 4. iflas ettirmek, batırmak.
ruinous
ru.in.oussıfat 1. harap edici, yıkıcı. 2. yıkık, harap. 3. fahiş.
rule of thumb
yaklaşık hesap, göz kararı, pratik iş görme usulü.
rule
rule rul fiil 1. yönetmek. 2. -e hükmetmek. 3. egemen olmak, hâkim olmak. 4. cetvelle çizmek. isim 1. yönetim, idare; hükümet; saltanat. 2. kural. 3. âdet, usul.
ruler
rule.risim 1. hükümdar. 2. cetvel.
ruling
rul.ing ru'lîng isim 1. yönetim. 2. yargı, hüküm. 3. iktidar.
rum
rum r^m isim 1. rom. 2. içki.
Rumania
Ru.ma.ni.a rumey'niyı, rumeyn'yı isim bakınız Romania
Rumanian
isim, sıfat bakınız Romanian 1138
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük rumble
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rum.ble r^m'bıl fiil 1. gürlemek, gümbürdemek. 2. gurlamak, guruldamak.
ruminant
ru.mi.nant ru'mınınt sıfat 1. gevişgetiren. 2. düşünceli. isim gevişgetiren hayvan.
ruminate
ru.mi.nate ru'mıneyt fiil 1. geviş getirmek. 2. over/about/on üzerinde derin derin düşünmek.
rummage out
araştırarak bulmak.
rummage sale
yardım dernekleri yararına yapılan kullanılmış eşya satışı. 2. elde kalan malların satışı.
rummage
rum.mage r^m'îc fiil altüst edip aramak.
Rumor has it that ....
Söylentiye göre ....
Rumor has it that the government will fall.
Söylentiye göre hükümet düşecek.
rumor
ru.mor ru'mır isim söylenti; dedikodu.
Rumors are afloat.
Ortalıkta şayialar dolaşıyor.
rumour
ru.mour ru'mır fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız rumor
rump roast
kasaplık but.
rump
rump r^mp isim 1. but. 2. bakiye, geri kalan parça.
rumple
rum.ple r^m'pıl fiil 1. buruşturmak. 2. karmakarışık etmek. isim kırışık, buruşukluk.
rumpus room
evde oyun salonu.
rumpus
rum.pus r^m'pıs isim, konuşma dili çıngar; arbede.
run a blockade
ablukayı yarmak.
run a boundary
sınırı geçmek.
run a risk
riske girmek.
run a temperature
(birinin) ateşi olmak, vücut ısısı fazla olmak.
run about
koşuşturmak, öteye beriye koşmak.
run across
rastlamak, tesadüf etmek.
run after
-in peşinden koşmak.
run against
-e çatmak. 2. -e çarpmak.
run aground
karaya oturmak.
run along
konuşma dili gitmek. Run along now! Haydi, şimdi git! (Çocuklara söylenir.).
run amok
çıldırmak. 2. insanları öldürmek amacıyla sağa sola saldırmak. 1139
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
run an errand
bir iş için bir yere gitmek.
run away with
-i alıp kaçmak. 2. (âşığı) ile kaçmak. 3. (bir konuda) en çok başarı kazanan biri olmak.
run away
kaçmak, firar etmek.
run circles around someone
birini cebinden çıkarmak, birine taş çıkarmak; birini gölgede bırakmak, birinin pabucunu dama atmak.
run counter to
-e aykırı düşmek, -e uymamak. 2. -e zıt gitmek.
run dry
kurumak.
run errands
ayak işleri yapmak; ayak işlerine bakmak.
run for one's life
kaçıp kurtulmak.
run hard
hızlı koşmak.
run into debt
borca girmek.
run into
-e rast gelmek. 2. -e çarpmak.
run low
azalmak.
run off
kaçmak. 2. matbaacılık basmak. 3. (yarışta, oyunda) beraberliği çözmek. 4. with -i çalmak, - i aşırmak. 5. with (âşığı) ile kaçmak.
run on
devam etmek. 2. devamlı konuşmak.
run out of time
(birinin) vakti kalmamak.
run out on
(birini) terketmek.
run out
dışarı koşmak. 2. (süre) bitmek. 3. tükenmek. 4. of -den dışarı atmak, -den kovmak.
run over
çarpıp üstünden geçmek; ezmek, çiğnemek. 2. to (bir yere) gidivermek. 3. tekrarlamak. 4. gözden geçirmek. 5. taşmak.
run rings around someone
birini cebinden çıkarmak, birine taş çıkarmak; birini gölgede bırakmak, birinin pabucunu dama atmak.
run riot
gemi azıya almak. 2. (bitki) dal budak salıp her yeri sarmak.
run short of
(malzemesi) tükenmek, kıtlaşmak.
run someone to earth
birini/bir şeyi arayıp tarayıp bulmak.
run something to earth
birini/bir şeyi arayıp tarayıp bulmak.
run the gamut
her çeşidi/türü olmak.
run the gauntlet
sıra dayağı yemek. 1140
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük run through
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir şeyi) çabucak tüketmek; (bir şeyi) israf etmek. 2. (bir taşıt) (durulması gereken bir yerden) durmadan geçmek. 3. (kılıç, süngü v.b.'ni) bir vuruşta (birinin) gövdesinden geçirmek.
run true to form
kendisinden beklenildiği gibi davranmak.
run up against a blank wall
çıkmaza girmek, açmaza düşmek.
run up
(ödenecek bir faturayı) yüklü bir hale getirmek. 2. artırmak. 3. (bayrak) çekmek. 4. dikivermek.
run upon
-e rastlamak.
run wild
(çocuk) taşkınca davranmak, azmak. 2. (bitki) azıp çok yayılmak.
run
run r^n isim 1. koşuş, koşma. 2. (çorapta) kaçık. 3. ticaret talep, istem, rağbet. 4. gezi, gezinti. 5. yol, rota. 6. akış. 7. spor koşu. 8. sinema gösterim süresi. 9. balık akını; akın.
runaway
run.a.way r^n'ıwey isim, sıfat kaçak.
rundown
run.down r^n'daun isim özet.
run-down
run-down r^n'daun sıfat 1. köhne, harap. 2. yorgun, hastalıklı, zayıf.
rung
rung r^ng isim 1. portatif merdiven basamağı. 2. iskemlenin basamak değneği. 3. tekerlek parmağı. 4. kademe, basamak.
run-in
run-in r^n'în isim atışma, anlaşmazlık.
runner
run.ner r^n'ır isim 1. koşucu. 2. kaçakçı. 3. yol halısı. 4. haberci, ulak. 5. ray. 6. uzunca ve ensiz masa örtüsü. 7. botanik sürüngen sap.
runner-up
run.ner-up r^n'ır^p' isim, spor ikinci gelen yarışmacı veya takım.
running account
ticaret cari hesap. 2. anında verilen haber.
running light
seyir feneri.
running mate
aynı takımda yarışan at. 2. aynı partiden seçime katılan aday.
running
run.ning r^n'îng isim 1. koşuş, koşma. 2. yönetim, idare. 3. spor koşu. sıfat 1. koşan. 2. koşuya ait. 3. 1141
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sarılgan, sürüngen (bitki). 4. sürekli, devamlı, aralıksız. 5. akan, akar: running water akar su. 6. kolay geçen. 7. üst üste. 8. art arda. 9. işleyen. 10. bitişik (elyazısı). 11. tıbbi akıntılı, sızıntılı. 12. düz. 13. cari, geçer. 14. tekrarlanmış. 15. koşarak yapılan. run-of-the-mill
run-of-the-mill r^n'ıvdhımîl' sıfat olağan, bayağı, alelade, sıradan.
run-time
run-time r^n'taym isim, bilgisayar yürütme süresi.
runway
run.way r^n'wey isim (havaalanında) pist.
rupture
rup.ture r^p'çır isim 1. kopma, kırılma. 2. (ilişkilerde) kopma, kopukluk. fiil 1. koparmak, kırmak; kopmak, kırılmak. 2. (ilişkiyi) koparmak, bozmak.
rural
ru.ral rûr'ıl sıfat 1. kırsal, köye ait. 2. tarımsal.
ruse
ruse ruz, rus isim hile, oyun.
rush a bill through
bir kanun tasarısını acele ile meclisten geçirmek.
rush hour
(iş gününde) trafiğin en yoğun olduğu zaman.
rush order
acele sipariş.
rush out of the room
odadan fırlayıp çıkmak.
rush
rush r^ş isim saz, hasırotu.
Russia turnip
şalgam.
Russia
Rus.sia r^ş'ı isim Rusya.
Russian roulette
Rus ruleti.
Russian
Rus.sian r^ş'ın isim, sıfat 1. Rus. 2. Rusça.
rust
rust r^st isim 1. pas. 2. pas rengi. fiil paslanmak; paslandırmak.
rustic
rus.tic r^s'tîk sıfat 1. köye veya kıra özgü. 2. kaba, yontulmamış. 3. rüstik, sade, basit. isim basit ve kaba kimse.
rustle
rus.tle r^s'ıl fiil 1. hışırdamak; hışırdatmak. 2. konuşma dili (davar veya at) çalmak. isim hışırtı.
rustler
rus.tlerisim, konuşma dili davar veya at hırsızı.
rusty
rust.y r^s'ti sıfat paslı, paslanmış.
rut
rut r^t isim (hayvan) kızışma, kösnüme.
rutabaga
ru.ta.ba.ga rutıbey'gı isim şalgam. 1142
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ruthless
ruth.less ruth'lîs sıfat merhametsiz, acımasız, insafsız.
ruthlessly
ruth.less.lyzarf insafsızca.
ruthness
ruth.nessisim insafsızlık.
Rwanda
Rwan.da rûwan'dı isim Ruanda.
Rwandan
isim Ruandalı. sıfat 1. Ruanda, Ruanda'ya özgü. 2. Ruandalı.
rye
rye ray isim çavdar.
S
S, s es isim S, İngiliz alfabesinin on dokuzuncu harfi.
S.E.
S.E.kısaltma southeast
S.O.B.
S.O.B. es'obi isim, konuşma dili alçak herif, şey ettiğim herif.
S.W.
S.W.kısaltma southwest
Sabbath
Sab.bath säb'ıth isim bakınız the Sabbath
sabbatical
sab.bat.i.cal sıbät'îkıl isim üniversitedeki öğretim üyesine tanınan uzun ve maaşlı izin.
saber rattling
savaş tehdidi.
saber
sa.ber sey'bır isim süvari kılıcı.
sable
sa.ble sey'bıl isim 1. samur. 2. samur kürk. 3. siyah. sıfat siyah.
sabotage
sab.o.tage säb'ıtaq isim sabotaq, baltalama. fiil sabotaq yapmak, sabote etmek, baltalamak.
sabre
sa.bre sey'bır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız saber
saccharin
sac.cha.rin säk'ırîn isim sakarin.
sack out
konuşma dili (uyumak üzere) yatmak.
sack
sack säk isim torba, çuval. fiil 1. çuvala koymak. 2. konuşma dili kovmak, işten atmak, sepetlemek.
sacking
sack.ing säk'îng isim çuval bezi, çul.
sacrament
sac.ra.ment säk'rımınt isim, Hristiyanlık Hz.İsa'dan kaynaklanan ve papaz aracılığıyla yapılan kutsal bir işlem.
sacred
sa.cred sey'krîd sıfat 1. kutsal. 2. dinsel, dini.
sacrifice sale
zararına satış.
1143
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sacrifice
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sac.ri.fice säk'rıfays isim 1. kurban. 2. fedakârlık, özveri. 3. feda etme, kurban etme. fiil 1. kurban etmek, kurban olarak kesmek. 2. feda etmek.
sacrilegious
sac.ri.le.gious säkrılîc'ıs sıfat kutsal bir şeye karşı saygısız.
sacrosanct
sac.ro.sanct säk'rosängkt sıfat 1. çok kutsal. 2. dokunulmaz.
sad
sad säd sıfat 1. kederli, üzgün. 2. üzücü, acıklı. 3. çok kötü. 4. donuk (renk).
sadden
sad.den säd'ın fiil kederlendirmek, üzmek; kederlenmek, üzülmek.
saddle a person with a task
birine zor bir iş yüklemek.
saddle
sad.dle säd'ıl isim 1. eyer. 2. semer. 3. (bisiklette) sele. fiil eyerlemek.
sadism
sad.ism sey'dîzım, säd'îzım isim sadizm.
sadist
sad.istisim sadist.
sadistic
sa.dis.tic sıdîs'tîk sıfat sadist.
safari
sa.fa.ri sıfa'ri isim safari.
safe and sound
sağ salim, sapasağlam.
safe
safe seyf sıfat emin, emniyetli, güvenli, sağlam; güvenilir; tehlikesiz: in safe hands emin ellerde. isim kasa.
safeguard
safe.guard seyf'gard isim 1. koruma. 2. against -e karşı koruyucu şey. fiil against -e karşı korumak.
safekeeping
safe.keep.ing seyf'ki'pîng isim saklama, koruma.
safety belt
emniyet kemeri.
safety lamp
madenci feneri.
safety lock
emniyet kilidi. 2. (silahta) emniyet tertibatı.
safety pin
çengelliiğne.
safety razor
tıraş makinesi.
safety valve
emniyet valfı, emniyet supabı.
safety
safe.ty seyf'ti isim güvenlik, emniyet.
safflower
saf.flow.er säf'lauwır isim yalancısafran, aspur, papağanyemi. 1144
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
saffron
saf.fron säf'rın isim safran.
sag
sag säg fiil (sagged, sagging) 1. eğilmek, bükülmek, çökmek, bel vermek; sarkmak. 2. (kıymet, fiyat) yavaş yavaş düşmek.
saga
sa.ga sa'gı isim destan.
sagacious
sa.ga.cious sıgey'şıs sıfat ferasetli; zeki.
sagacity
sa.gac.i.ty sıgäs'ıti isim feraset, zekâvet, zekâ.
sage
sage seyc isim adaçayı.
Sahara
Sa.ha.ra sıhä'rı isim bakınız the Sahara
Saharan
sıfat Sahra, Sahra'ya özgü.
said
said sed fiil bakınız say
sail close to the wind
tehlikeli bir yolda gitmek, tehlikeli bir şekilde hareket etmek. 2. (yazının, sözün) açık saçık olmasına ramak kalmak.
sail into
konuşma dili 1. -e büyük bir şevkle girişmek. 2. -i fena halde azarlamak, -i haşlamak.
sail under false colors
olduğundan başka türlü görünmek.
sail
sail seyl isim 1. yelken. 2. yelkenli. 3. deniz yolculuğu. fiil 1. gemi ile yola çıkmak. 2. gemi ile gitmek. 3. (gemi) kullanmak. 4. havada uçurmak.
sailboat
sail.boat seyl'bot isim yelkenli tekne, yelkenli.
sailing
sail.ing sey'lîng isim 1. yelkencilik. 2. gemi ile yolculuk.
sailor
sail.or sey'lır isim gemici.
saint
saint seynt sıfat aziz. isim aziz, evliya, eren. fiil azizler mertebesine çıkarmak.
saintly
saint.lysıfat 1. aziz gibi. 2. azizlere yakışır. 3. kutsal.
sake
sake seyk isim hatır, uğur: for my sake hatırım için. for the sake of peace barış uğruna.
salability
sal.abil.i.tyisim satılabilme, satılma şansı.
salable
sal.a.ble sey'lıbıl sıfat satılabilir.
salableness
sal.a.ble.nessisim satılabilme, satılma şansı.
salacious
sa.la.cious sıley'şıs sıfat 1. şehvetli. 2. müstehcen.
salad
sal.ad säl'ıd isim salata. 1145
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
salamander
sal.a.man.der säl'ımändır isim semender.
salami
sa.la.mi sıla'mi isim salam.
salaried
sal.a.riedsıfat maaşlı, aylıklı, ücretli.
salary
sal.a.ry säl'ıri isim maaş, aylık, ücret. fiil maaş vermek, ücret vermek, aylık bağlamak.
sale
sale seyl isim 1. satış. 2. indirimli satış, ucuzluk, tenzilatlı satış.
saleable
sale.a.ble sey'lıbıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız salable
sales clerk
tezgâhtar, satış elemanı.
salesman
sales.man seylz'mın isim (salesmen) satıcı, satış elemanı; tezgâhtar.
salesmanship
sales.man.ship seylz'mınşîp isim satıcılık.
salesroom
sales.room seylz'rum isim satış yeri.
saleswoman
sales.wom.an seylz'wûmın isim (saleswomen) satıcı kadın; kadın tezgâhtar.
salient
sa.li.ent sey'liyınt sıfat 1. göze çarpan, dikkati çeken. 2. çıkıntılı.
saline
sa.line sey'lin, sey'layn sıfat 1. tuzlu. 2. tuz gibi.
saliva
sa.li.va sılay'vı isim salya, tükürük.
salivate
sal.i.vate säl'ıveyt fiil 1. salya akıtmak. 2. ağzı sulanmak.
sallow
sal.low säl'o sıfat benzi sararmış, soluk yüzlü; soluk, solgun (beniz).
sally
sal.ly säl'i isim 1. kuşatma sırasında askerin hücuma geçmesi. 2. ani hareket veya hamle. 3. gezinti. fiil 1. forth/out dışarı fırlamak. 2. forth/out hücuma geçmek. 3. forth/out geziye çıkmak.
salmon
salm.on säm'ın isim som balığı.
salon
sa.lon sılan' isim salon, dükkân: beauty salon kuaför salonu.
saloon
sa.loon sılun' isim 1. bar, meyhane. 2. İngiliz İngilizcesi (körüksüz) binek arabası. 3. İngiliz
1146
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
İngilizcesi salon, dükkân: billiards saloon bilardo salonu. İngiliz İngilizcesi (yolcu gemisinde) salon. salt away
-i tuzlamak, -i tuza yatırmak. 2. (para) biriktirmek, istif etmek.
salt cellar
tuzluk.
salt down
-i tuzlamak, -i tuza yatırmak. 2. (para) biriktirmek, istif etmek.
salt flat
(deniz veya göl kenarındaki) tuzla.
salt lake
tuzlu göl, tuz gölü.
salt pan
tuzla tavası.
salt
salt sôlt isim tuz. sıfat 1. tuzlu. 2. tuzlama, tuzlanmış.
saltcellar
salt.cel.lar sôlt'selır isim (kapağı deliksiz) tuzluk.
saltpeter
salt.pe.ter sôltpi'tır isim güherçile.
saltpetre
salt.pe.tre sôltpi'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız saltpeter
saltshaker
salt.shak.er sôlt'şeykır isim (kapağı delikli) tuzluk.
saltwater
salt.wa.ter sôlt'wôtır sıfat tuzlu suya özgü; tuzlu suda yaşayan.
salty
saltysıfat tuzlu.
salubrious
sa.lu.bri.ous sılu'briyıs sıfat sağlığa yararlı.
salutary
sal.u.tar.y säl'yıteri sıfat 1. sağlığa yararlı. 2. yararlı, hayırlı.
salutation
sal.u.ta.tion sälyıtey'şın isim 1. selamlama. 2. selam.
salute
sa.lute sılut' fiil selam vermek, selamlamak. isim 1. selamlama. 2. selam.
salvage
sal.vage säl'vîc isim kurtarılan mal. fiil (eşya) kurtarmak.
salvation
sal.va.tion sälvey'şın isim 1. kurtuluş. 2. kurtarılma; kurtarma.
salve one's conscience
vicdanını rahatlatmak.
salve
salve säv, sav isim merhem. fiil bakınız salve one's conscience
Same here.
Ben de.: "I want a cup of coffee." "Same here." "Bir kahve istiyorum." "Ben de." 1147
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük same
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
same seym sıfat 1. aynı, tıpkı: the same thing aynı şey. 2. eşit: Both amounts are the same. Her iki miktar eşit.
Samoa
Sa.mo.a sımo'wı isim Samoa.
Samoan
Sa.mo.an sımo'wın isim 1. Samoalı. 2. Samoaca. sıfat 1. Samoa, Samoa'ya özgü. 2. Samoaca. 3. Samoalı.
Samos
Sa.mos sey'mıs, sä'mıs, sa'môs isim Sisam.
Samothrace
Sam.o.thrace säm'ıthreys, säm'othreys isim Semadirek, Semendirek.
sample
sam.ple säm'pıl isim örnek, numune; model; mostra; eşantiyon. fiil örnek olarak denemek.
sanatorium
san.a.to.ri.um sänıtôr'iyım isim (sanatoriums/sanatoria) sanatoryum.
sanctify
sanc.ti.fy sängk'tıfay fiil 1. kutsallaştırmak. 2. kutsamak.
sanctimonious
sanc.ti.mo.ni.ous sängktımo'niyıs sıfat dindarlık taslayan, sahte sofu.
sanctimoniously
sanc.ti.mo.ni.ous.lyzarf dindarlık taslayarak.
sanction
sanc.tion sängk'şın isim 1. onay, tasdik. 2. hukuku ihlal nedeniyle verilen ceza. 3. yaptırım, müeyyide. fiil onaylamak, tasdik etmek.
sanctity
sanc.ti.ty sängk'tıti isim kutsallık.
sanctuary
sanc.tu.ar.y sängk'çuweri isim 1. tapınak, mabet. 2. kutsal yer. 3. sığınak.
sand dune
kumul.
sand martin
kumkırlangıcı.
sand
sand sänd isim 1. kum. 2. çoğul kumluk, kumsal.
sandal
san.dal sän'dıl isim sandal, sandalet.
sandbar
sand.bar sänd'bar isim kıyı dili, sahil kordonu.
sandblast
sand.blast sänd'bläst fiil kum püskürterek temizlemek.
sandpaper
sand.pa.per sänd'peypır isim zımpara kâğıdı. fiil (zımpara kâğıdı ile) zımparalamak.
sandwich
sand.wich sänd'wîç isim sandviç. fiil between (iki şeyin) arasına sıkıştırmak.
sandy
sand.y sän'di sıfat 1. kumlu. 2. saman sarısı (saç). 1148
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sane
sane seyn sıfat 1. aklı başında. 2. mantıklı.
sang
sang säng fiil bakınız sing
sanguinary
san.gui.nar.y säng'gwıneri sıfat 1. kanlı. 2. kana susamış, kan dökücü.
sanguine
san.guine säng'gwîn sıfat 1. umutlu; iyimser. 2. neşeli. 3. kan gibi kırmızı, kan renginde (beniz).
sanitarium
san.i.tar.i.um sänıter'iyım isim (sanitariums/sanitaria) bakınız sanatorium
sanitary napkin
hijyenik kadın bağı.
sanitary
san.i.tar.y sän'ıteri sıfat 1. sağlıkla ilgili. 2. sağlıklı, temiz.
sanitation system
sıhhi tesisat.
sanitation
san.i.ta.tion sänıtey'şın isim 1. sağlığa uygun bir duruma getirme. 2. sağlık önlemleri.
sanity
san.i.ty sän'ıti isim aklı başında olma.
sank
sank sängk fiil bakınız sink
Sanskrit
San.skrit sän'skrît isim, sıfat Sanskritçe.
Santa Claus
San.ta Claus sän'tı klôz Noel Baba.
sap
sap säp fiil, askeri (sapped, sapping) temelini kazıp yıkmak; altına sıçanyolu kazarak ilerlemek.
sapling
sap.ling säp'lîng isim (epey boy atmış) fidan.
sapphire
sap.phire säf'ayr isim gökyakut, safir.
sarcasm
sar.casm sar'käzım isim istihza.
sarcastic
sar.cas.tic sarkäs'tîk sıfat iğneleyici, alaylı, müstehzi.
sarcastical
sar.cas.ti.cal sarkäs'tîkıl sıfat iğneleyici, alaylı, müstehzi.
sarcastically
sar.cas.ti.cal.lyzarf alay ederek.
sarcophagus
sar.coph.a.gus sarkaf'ıgıs isim (sarcophagi/sarcophaguses) lahit.
sardine
sar.dine sardin' isim sardalye, ateşbalığı.
Sardinia
Sar.din.i.a sardîn'iyı, sardîn'yı isim Sardinya.
Sardinian
isim 1. Sardinyalı. 2. Sardinyaca. sıfat 1. Sardinya, Sardinya'ya özgü. 2. Sardinyaca. 3. Sardinyalı.
1149
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sardonic
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sar.don.ic sardan'îk sıfat küçümseyen, küçümseyici, alaylı, alaycı.
sash window
sürme pencere.
sash
sash säş isim kuşak.
sass
sass säs isim, konuşma dili küstahlık.
sassy
sas.sy säs'i sıfat arsız, küstah, haddini bilmez.
sat
sat sät fiil bakınız sit
Satan
Sa.tan sey'tın isim Şeytan.
satchel
satch.el säç'ıl isim okul çantası.
sate
sate seyt fiil doyurmak.
satellite
sat.el.lite sät'ılayt isim uydu.
satiate
sa.ti.ate sey'şiyeyt fiil doyurmak.
satiety
sa.ti.e.ty sıtay'ıti, sey'şıti isim doyum, doygunluk.
satin
sat.in sät'ın isim saten, atlas.
satire
sat.ire sät'ayr isim hiciv, taşlama, yergi, yerme.
satiric
sa.tir.ic sıtîr'îk sıfat hicivli, hicivsel.
satirical
sa.tir.i.cal sıtîr'îkıl sıfat hicivli, hicivsel.
satirise
sat.i.rise sät'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız satirize
satirize
sat.i.rizefiil hicvetmek, yermek, taşlamak.
satisfaction
sat.is.fac.tion sätîsfäk'şın isim 1. hoşnutluk, memnuniyet. 2. tatmin, doyum. 3. doygunluk.
satisfactory
sat.is.fac.to.ry sätîsfäk'tıri sıfat 1. hoşnut edici, memnun edici. 2. tatmin edici, doyurucu, yeterli.
satisfy
sat.is.fy sät'îsfay fiil 1. hoşnut etmek, memnun etmek. 2. tatmin etmek, doyurmak. 3. gidermek. 4. inandırmak, ikna etmek.
saturate
sat.u.rate säç'ıreyt fiil doyurmak.
saturated
sat.u.ratedsıfat doymuş, doygun.
saturation
sat.u.ra.tionisim doyma, doygunluk.
Saturday
Sat.ur.day sät'ırdi, sät'ırdey isim cumartesi.
Saturn
Sat.urn sät'ırn isim, gökbilim Satürn, Zühal.
saturnine
sat.ur.nine sät'ırnayn sıfat asık suratlı, somurtkan.
sauce
sauce sôs isim 1. salça, sos, terbiye. 2. tat, lezzet. 3. konuşma dili terbiyesizce söylenmiş söz; küstahlık. fiil 1150
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
1. salça ilave etmek, sos koymak. 2. konuşma dili terbiyesizlik etmek, küstahlık etmek. sauceboat
sauce.boat sôs'bot isim salçalık, sos kabı.
saucepan
sauce.pan sôs'pän isim uzun saplı tencere.
saucer
sau.cer sô'sır isim çay tabağı, fincan tabağı.
saucy
sau.cy sô'si sıfat arsız, sulu, sırnaşık; küstah.
Saudi Arabia
Suudi Arabistan.
Saudi Arabian
Suudi Arabistanlı, Suudi. 2. Suudi Arabistan, Suudi, Suudi Arabistan'a özgü.
Saudi
Sa.u.di sawu'di isim, sıfat Suudi.
saunter
saun.ter sôn'tır fiil aylak aylak dolaşmak, avare avare dolaşmak. isim aylak aylak dolaşma.
sausage
sau.sage sô'sîc isim sosis; sucuk.
savage
sav.age säv'îc sıfat 1. vahşi, yabanıl, yabani. 2. acımasız, zalim. isim 1. vahşi adam. 2. zalim ve canavar ruhlu kimse. fiil vahşice saldırmak.
savageness
sav.age.nessisim vahşilik, yabanıllık, yabanilik, vahşet.
savagery
sav.age.ryisim vahşilik, yabanıllık, yabanilik, vahşet.
save face
görünüşü kurtarmak.
save for
.. hariç.
save one's face
(itibarını zedeleyebilecek bir durumdan) yüzünün akıyla çıkmak.
save one's skin
postunu kurtarmak.
save that
ancak, yalnız.
save
save seyv fiil 1. kurtarmak: save someone's life birinin hayatını kurtarmak. 2. korumak. Turn on the lights to save your eyes. Gözlerinizi yormamak için ışığı açın. 3. saklamak, ayırmak. 4. biriktirmek. 5. on -i idareli kullanmak, -den tasarruf etmek. 6. bilgisayar kaydetmek.
saving your presence
hâşâ huzurdan, sözüm yabana, sözüm meclisten dışarı.
saving
sav.ing sey'vîng edat, bağlaç -den başka, ... dışında, ... hariç.
savings account
ticaret tasarruf hesabı. 1151
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
savings bank
tasarruf sandığı, tasarruf bankası.
savings
sav.ings sey'vîngz isim biriktirilmiş para; tasarruflar.
savior
sav.ior seyv'yır isim kurtarıcı.
saviour
sav.iour seyv'yır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız savior
savor
sa.vor sey'vır isim 1. tat, lezzet, çeşni. 2. zevk, tat. fiil 1. of tadı olmak, lezzeti olmak. 2. çeşni vermek; lezzet vermek. 3. kokusu olmak. 4. zevk almak, tadına varmak.
savoriness
sa.vor.i.nessisim lezzetlilik.
savory
sa.vor.y sey'vıri sıfat 1. lezzetli. 2. hoş kokulu. isim 1. ballıbabagillerden, yaprakları bahar olarak kullanılan) sater, zater. 2. İngiliz İngilizcesi yemeğin başında veya sonunda yenen bir yemek.
savour
sa.vour sey'vır isim, fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız savor
savoury
sa.vour.y sey'vıri sıfat, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız savory
saw
saw sô fiil bakınız see
sawdust
saw.dust sô'd^st isim bıçkı tozu, testere talaşı.
sawmill
saw.mill sô'mîl isim bıçkıhane, bıçkıevi.
sax
sax säks isim, konuşma dili saksofon.
saxophone
sax.o.phone säk'sıfon isim saksofon.
saxophonist
sax.o.phon.istisim saksofoncu.
say a mouthful
isabetli bir şey söylemek.
say a word about
-den bahsetmek/konuşmak.
say one's say
söyleyeceğini söylemek.
say something under one's breath
bir şeyi alçak sesle söylemek, bir şeyi fısıldamak.
say the blessing
yemek duası yapmak.
say the word
(bir şeyin yapılması için) haber vermek: If you ever need a ticket, just say the word and I'll get you one. Bilete ihtiyacın olursa bana bildirmen yeter. When I say the word you'll all stand up. Ben söyleyince hepiniz ayağa kalkacaksınız.
Say Uncle!
Pes de! 1152
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Say uncle.
Teslim ol.
Say when.
konuşma dili Kâfi gelince söyle.
say
say sey fiil (said) demek, söylemek. isim 1. denilen şey, söz. 2. söz sırası. ünlem, konuşma dili Hey, bana bak!
saying
say.ing sey'îng isim 1. söz, laf. 2. atasözü; özdeyiş.
say-so
say-so sey'so isim, konuşma dili 1. keyfi karar, dayanaksız hüküm. 2. karar verme hakkı.
scab
scab skäb isim 1. yara kabuğu. 2. konuşma dili greve katılmayan veya grevcilerin yerine çalışan işçi. fiil (scabbed, scabbing) 1. (yara) kabuk bağlamak. 2. konuşma dili grevcilerin yerine çalışmak.
scabbard
scab.bard skäb'ırd isim kılıç kını.
scaffold
scaf.fold skäf'ıld isim 1. yapı iskelesi. 2. darağacı. fiil yapı iskelesi kurmak.
scaffolding
scaf.fold.ingisim 1. yapı iskelesi kurmak için kullanılan kereste. 2. yapı iskelesi.
scald
scald skôld fiil 1. haşlamak, kaynar su veya buhardan geçirmek. 2. (kaynar sıvı veya buhar ile) yakmak, haşlamak. isim (kaynar sıvı veya buhardan ileri gelen) yanık, yara.
scale down
küçültmek; indirmek.
scale up
büyütmek; yükseltmek.
scale
scale skeyl isim (balık, sürüngen v.b.'nde) pul. fiil pullarını ayıklamak.
scallion
scal.lion skäl'yın isim 1. yeşil soğan, taze soğan. 2. yabanisarımsak, yabanisarmısak. 3. pırasa.
scallop
scal.lop skäl'ıp isim, zooloji tarak, deniztarağı. fiil tarak kabuğu şeklinde kesmek veya süslemek.
scalp
scalp skälp isim 1. kafa derisi. 2. zafer simgesi. fiil 1. kafa derisini yüzmek. 2. konuşma dili karaborsadan (bilet) satmak. 3. konuşma dili (kâr amacı ile) (hisse senedi v.b.'ni) alıp satmak. 4. konuşma dili bozguna uğratmak. 1153
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scalpel
scal.pel skäl'pıl isim, tıbbi neşter, bisturi.
scaly
scal.y skey'li sıfat pul pul, pullarla kaplı, pullu.
scamp
scamp skämp isim haylaz, yaramaz.
scamper
scam.per skäm'pır fiil 1. about/around koşuşturmak. 2. koşmak, kaçmak. isim acele kaçış.
scan
scan skän fiil (scanned, scanning) 1. inceden inceye gözden geçirmek. 2. üstünkörü gözden geçirmek. 3. vezne göre okumak. 4. vezin kurallarına uymak. 5. bilgisayar taramak.
scandal
scan.dal skän'dıl isim 1. skandal, rezalet. 2. iftira, dedikodu. 3. rezil, kepaze, yüzkarası.
scandalise
scan.dal.ise skän'dılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız scandalize
scandalize
scan.dal.ize skän'dılayz fiil rezalet çıkararak (birini) utandırmak.
scandalous
scan.dal.ous skän'dılıs sıfat rezil, kepaze, lekeleyici, utanılacak, çok ayıp.
Scandinavia
Scan.di.na.vi.a skändıney'viyı, skändıneyv'yı isim İskandinavya.
Scandinavian
isim 1. İskandinavyalı, Iskandinav. sıfat 1. İskandinav, İskandinavya'ya özgü. 2. İskandinavyalı, İskandinav. 3. İskandinav dillerine özgü.
scanner
scan.ner skän'ır isim, bilgisayar tarayıcı.
scant
scant skänt sıfat 1. az, kıt, dar. 2. yetersiz. 3. sınırlı.
scantily
scant.i.lyzarf kıt olarak, eksik olarak.
scanty
scantysıfat 1. pek az, kıt, dar. 2. yetersiz, eksik.
scapegoat
scape.goat skeyp'got isim günah keçisi; şamar oğlanı.
scar
scar skar isim yara izi. fiil (scarred, scarring) yara izi bırakmak.
scarce
scarce skers sıfat 1. seyrek, nadir, az bulunur. 2. kıt.
scarcely
scarce.lyzarf hemen hemen, neredeyse, ancak; pek: I scarcely know him. Onu pek tanımıyorum. He'd scarcely entered the room when she flung a plate at him. Odaya henüz girmişti ki ona bir tabak fırlattı. 1154
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scare away
-i korkutup kaçırmak.
scare off
-i korkutup kaçırmak.
scare someone out of his wits
birinin ödünü koparmak/patlatmak.
scare the wits out of someone
birinin ödünü koparmak/patlatmak.
scare up
konuşma dili bulup buluşturmak; yoktan var etmek.
scare
scare sker fiil korkutmak; ürkütmek. isim ani korku, panik.
scarecrow
scare.crow sker'kro isim korkuluk, bostan korkuluğu.
scarf
scarf skarf isim (scarfs/scarves) eşarp; boyun atkısı, kaşkol.
scarlet fever
tıbbi kızıl, kızıl humma.
scarlet
scar.let skar'lît isim, sıfat al, kırmızı.
scary
scar.y sker'i sıfat 1. korku veren, korkunç. 2. korkak, ürkek, ödlek.
scat
scat skät fiil, konuşma dili (scatted, scatting) çekilmek, gitmek.
Scat!
Pist!
scathing
scath.ing skey'dhîng sıfat sert, kırıcı.
scatter
scat.ter skät'ır fiil dağıtmak, yaymak; serpmek; saçmak; dağılmak, yayılmak.
scatterbrain
scat.ter.brain skät'ırbreyn isim kafası dağınık.
scattered
scat.ter.edsıfat dağınık.
scavenge
scav.enge skäv'înc fiil for çöpleri karıştırarak (yiyecek, işe yarayacak şey) aramak.
scavenger
scav.en.ger skäv'încır isim 1. leşle beslenen hayvan, leşçil.
scenario
sce.nar.i.o siner'iyo isim senaryo.
scenarist
sce.nar.ist siner'îst isim senarist, senaryocu, senaryo yazarı.
scene
scene sin isim 1. televizyon sahne. 2. sahne, manzara, görünüm, görüntü. 3. olay yeri: the scene of a crime bir suçun işlendiği yer. 4. tiyatro dekor. 5. olay, hadise: Don't make a scene! Hadise çıkarma!/Olay çıkarma!
scenery
scen.er.y si'nıri isim 1. doğal manzara. 2. tiyatro dekor. 1155
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scenic
sce.nic si'nîk sıfat manzaralı.
scent
scent sent fiil 1. kokusunu almak, sezmek. 2. güzel koku saçmak. 3. koklayarak izini aramak; koklayarak bulmak. isim 1. koku; güzel koku, esans. 2. iz kokusu. 3. (hayvanın) koklama duyusu.
scepter
scep.terisim asa, kral asası.
sceptic
scep.tic skep'tîk isim bakınız skeptic
sceptre
scep.tre sep'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız scepter
schedule
sched.ule skec'ul, [İngiliz İngilizcesi] şed'yul isim 1. program: I have a very busy schedule at the office today. Bugün ofisteki iş programım çok dolu. 2. liste. 3. tarife: boat schedule vapur tarifesi. fiil 1. programa koymak, programlamak. 2. listesini yapmak.
scheme
scheme skim isim 1. plan, proqe. 2. gizli düzen, entrika, dolap. 3. düzen, tertip, uyum. fiil 1. plan yapmak. 2. dolap çevirmek, entrika çevirmek.
schemer
schemerisim entrikacı, dolap çeviren kimse, düzenbaz.
schism
schism sîz'ım, skîz'ım isim 1. hizipleşme, klikleşme. 2. hizip, klik.
schismatic
schis.mat.ic sîzmät'îk sıfat, isim hizipçi, klikçi.
schizophrenia
schiz.o.phre.ni.a skîtsıfri'niyı isim, ruhbilim şizofreni.
schizophrenic
schiz.o.phren.ic skîtsıfren'îk sıfat, ruhbilim şizofrenik. isim şizofren.
scholar
schol.ar skal'ır isim bilgin, âlim.
scholarly
schol.ar.lysıfat bilimsel, ilmi, bilgine yakışır.
scholarship
schol.ar.shipisim 1. bilim, ilim, irfan. 2. burs.
scholastic
scho.las.tic skıläs'tîk sıfat 1. okulla ilgili; eğitsel. 2. skolastik.
school age
okul çağı.
school board
okul yönetim kurulu.
school year
ders/öğretim yılı.
school
school skul isim 1. okul. 2. (üniversitede) fakülte. 3. ekol. 1156
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
schoolbook
school.book skul'bûk isim ders kitabı.
schoolboy
school.boy skul'boy isim erkek öğrenci.
schoolgirl
school.girl skul'gırl isim kız öğrenci.
schooling
school.ing sku'lîng isim eğitim, öğretim.
schoolmate
school.mate skul'meyt isim okul arkadaşı.
schoolmistress
school.mis.tress skul'mîstrîs isim kadın öğretmen.
schoolteacher
school.teach.er skul'tiçır isim öğretmen.
schoolwork
school.work skul'wırk isim okul ödevi.
schooner
schoon.er sku'nır isim 1. denizcilikle ilgili ıskuna. 2. konuşma dili büyük bira bardağı. 3. İngiliz İngilizcesi büyük şarap bardağı.
sciatica
sci.at.i.ca sayät'îkı isim, tıbbi siyatik, siyatik hastalığı.
science fiction
bilimkurgu.
science
sci.ence say'ıns isim 1. fen, ilim, bilim. 2. bilim dalı.
scientific
sci.en.tif.ic sayıntîf'îk sıfat 1. bilimsel. 2. sistematik, sistemli.
scientist
sci.en.tist say'ıntîst isim bilim adamı.
scion
sci.on say'ın isim 1. çocuk, evlat. 2. botanik aşı kalemi.
scissors
scis.sors sîz'ırz isim (kesmek için kullanılan) makas.
sclerosis
scle.ro.sis sklıro'sîs isim, tıbbi (scleroses) skleroz, sertleşim, sertleşme.
scoff at
ile alay etmek.
scoff
scoff skôf, skaf fiil alay etmek. isim 1. alay. 2. küçümseme.
scold
scold skold fiil azarlamak, paylamak. isim herkesi azarlayan şirret kadın.
scollop
scol.lop skal'ıp isim, fiil bakınız scallop
scone
scone skon, skan isim küçük ekmek.
scoop
scoop skup isim 1. büyük kepçe. 2. dondurma kepçesi. 3. kepçe ile alma. 4. konuşma dili vurgun. 5. gazetecilik atlatma. fiil 1. kepçe ile çıkarmak. 2. gazetecilik (haber) atlatmak.
scooter
scoot.er sku'tır isim 1. trotinet. 2. küçük motosiklet.
1157
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük scope
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scope skop isim 1. saha, alan; faaliyet alanı. 2. olanak, fırsat. 3. kapsam. 4. konuşma dili teleskop; mikroskop.
scorch
scorch skôrç fiil 1. yakmak, kavurmak; yanmak, kavrulmak. 2. acı sözlerle incitmek.
score a goal
gol atmak.
score
score skôr isim 1. (oyunda) sayı, puan, skor: What's the score? Kaça kaç?/Durum nedir? 2. yirmi sayısı. 3. çizgi, çentik, kertik. 4. müzik partisyon. 5. çoğul çok sayıda. 6. konu: I have nothing to say on that score. O konuda diyeceğim bir şey yok. pay off/settle old scores eski bir hıncın acısını çıkarmak, hesaplaşmak. fiil 1. (puan) saymak. 2. spor (sayı) yapmak, (gol) atmak. 3. çentmek. 4. değerlendirmek. 5. başarı kazanmak.
scorn
scorn skôrn isim tepeden bakma, hor görme, küçük görme. fiil küçümsemek, hor görmek.
scornful
scorn.fulsıfat küçümseyen.
scorpion
scor.pi.on skôr'piyın isim akrep.
Scot
Scot skat isim İskoç.
Scotch plaid
ekose.
Scotch tape
seloteyp.
Scotch
Scotch skaç isim 1. İskoç viskisi, İskoç. 2. bir bardak İskoç viskisi. 3. İskoç İngilizcesi. sıfat 1. İskoç. 2. çok tutumlu; pinti.
scot-free
scot-free skat'fri' sıfat bakınız get off scot-free go scotfree
Scotland Yard
Londra Emniyet Müdürlüğünün Dedektif Masası.
Scotland
Scot.land skat'lınd isim İskoçya.
Scots
Scots skats isim İskoç İngilizcesi. sıfat İskoç.
Scotsman
Scots.man skats'mın isim (Scotsmen) İskoçyalı erkek, İskoçyalı.
Scotswoman
Scots.wom.an skats'wûmın isim (Scotswomen) İskoçyalı kadın, İskoçyalı.
Scottish
Scot.tish skat'îş sıfat İskoç.
scoundrel
scoun.drel skaun'drıl isim hergele, dürzü. 1158
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük scour
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scour skaur fiil 1. ovalayarak temizlemek. 2. süpürüp götürmek.
scourge
scourge skırc fiil 1. kırbaçlamak, kamçılamak. 2. şiddetle cezalandırmak. isim 1. kırbaç, kamçı. 2. bela, felaket.
scout around
arayıp taramak.
scout
scout skaut isim 1. izci, gözcü, keşif kolu. 2. casus (asker, gemi veya uçak). fiil keşif yapmak, keşfe çıkmak.
scouting
scout.ingisim izcilik.
scowl
scowl skaul fiil kaşlarını çatmak; at -e kaşlarını çatıp bakmak. isim kaş çatma.
scrabble
scrab.ble skräb'ıl fiil 1. eşelemek; tırmalamak. 2. karalamak, çiziktirmek.
scraggly
scrag.gly skräg'li sıfat düzensiz, çarpık çurpuk.
scram
scram skräm fiil, argo (scrammed, scramming) sıvışmak, tüymek.
Scram!
Defol!
scramble
scram.ble skräm'bıl fiil 1. up -e tırmanmak. 2. for için kapışmak. 3. karıştırmak. 4. askeri (düşman uçaklarının yolunu kesmek için) acele havalanmak. 5. radyo (konuşmayı gizli tutmak için) sinyali değiştirmek. isim 1. sürünerek tırmanma. 2. kapış, kapma.
scrambled eggs
çırpılıp yağda pişirilmiş yumurta.
scrap heap
kırpıntı yığını, hurda yığını.
scrap iron
hurda demir.
scrap
scrap skräp isim 1. ufak parça. 2. artık, kırıntı, kırpıntı, hurda. 3. çoğul artık. fiil (scrapped, scrap ping) ıskartaya çıkarmak, atmak.
scrapbook
scrap.book skräp'bûk isim gazete kupürleri veya resim yapıştırmaya özgü defter.
scrape along
zar zor geçinmek/idare etmek.
scrape away
kazıyarak silmek. 2. kazıyarak çıkarmak; raspa etmek.
scrape off
kazıyarak silmek. 2. kazıyarak çıkarmak; raspa etmek. 1159
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scrape through
güçbela atlatmak.
scrape together
güçlükle bir araya getirmek.
scrape up
güçlükle bir araya getirmek.
scrape
scrape skreyp fiil 1. kazımak. 2. sıyırmak. 3. (ayak) sürtmek. 4. raspa etmek. isim sıyrık.
scratch out
üstünü çizmek, karalamak. 2. oymak, içini kazımak.
scratch paper
karalama kâğıdı, müsvedde kâğıdı.
scratch someone's back
birine yağcılık etmek.
scratch
scratch skräç fiil 1. tırmalamak. 2. kazımak. 3. kaşımak; kaşınmak. 4. yarış listesinden çıkarmak. 5. eşelemek; eşelenmek, eşinmek. 6. together zar zor (para) biriktirmek. 7. cızırdamak. isim 1. tırmık, çizik, sıyrık. 2. spor başlama çizgisi. 3. cızırtı.
scrawl
scrawl skrôl fiil baştan savma yazmak, karalamak, çiziktirmek. isim karalanmış yazı.
scrawny
scrawn.y skrô'ni sıfat zayıf, sıska, cılız.
scream
scream skrim fiil 1. at -e bağırmak. 2. feryat etmek, acı acı haykırmak, çığlık atmak. isim feryat, çığlık.
screech
screech skriç fiil acı ve ince bir çığlık atmak. isim 1. acı ve ince çığlık. 2. tiz gıcırtı.
screen
screen skrin isim 1. perde. 2. kafes. 3. paravana, bölme. 4. ekran. 5. sinema. 6. elek, kalbur. fiil 1. off önüne perde çekmek. 2. from -den korumak. 3. gizlemek, saklamak. 4. elemek, kalburdan geçirmek. 5. (filmi) perdeye yansıtmak. 6. elemek, yoklamak.
screenplay
screen.play skrin'pley isim, sinema senaryo.
screw around
vakit öldürmek; aylaklık etmek.
screw off
vakit öldürmek; aylaklık etmek.
screw on
vidalamak.
screw up one's courage
cesaretini toplamak.
screw up
bir işin içine etmek, bir işi berbat etmek; (bir işin) içine etmek, (bir işi) berbat etmek.
Screw you!
Siktir!
1160
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük screw
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
screw skru isim 1. vida. 2. uskur, pervane. fiil 1. vidalamak. 2. argo düzmek; düzüşmek. 3. argo kazıklamak.
screwball
screw.ball skru'bôl isim, argo kafadan kontak kimse, üşütük.
screwdriver
screw.driv.er skru'drayvır isim tornavida.
screwed-up
screwed-up skrud'^p sıfat, argo kompleksli, manyak, çok problemli.
scribble
scrib.ble skrîb'ıl fiil karalamak, çiziktirmek. isim karalama, çiziktirme.
scrimp
scrimp skrîmp fiil 1. fazla veya dar kesmek. 2. aşırı tutumlu olmak, cimrilik etmek.
scrimpy
scrimp.y skrîm'pi sıfat 1. çok kıt, eksik. 2. cimri.
script
script skrîpt isim 1. el yazısı. 2. matbaacılık el yazısı biçiminde harf. 3. konuşmacının elindeki notlar. 4. televizyon senaryo. 5. yazı.
Scripture
Scrip.ture skrîp'çır isim bakınız the Scripture
scroll
scroll skrol isim parşömen tomarı.
scrub brush
tahta fırçası.
scrub
scrub skr^b isim 1. çalılık, fundalık, maki. 2. bodur insan, hayvan veya bitki. 3. spor birinci takıma alınmayan oyuncu.
scruff of the neck
ense.
scruff
scruff skr^f isim bakınız scruff of the neck
scrumptious
scrump.tious skr^mp'şıs sıfat, konuşma dili çok güzel, harikulade, şahane, enfes.
scruple
scru.ple skru'pıl isim 1. vicdanı elvermeme. 2. şüphe, tereddüt. fiil 1. vicdanı elvermemek. 2. tereddüt etmek.
scrupulous
scru.pu.lous skru'pyılıs sıfat 1. vicdanının sesini dinleyen, vicdanlı. 2. dürüst. 3. dikkatli, titiz.
scrutinise
scru.ti.nise skru'tınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız scrutinize
scrutinize
scru.ti.nize skru'tınayz fiil dikkatle bakmak, incelemek.
scrutiny
scru.ti.ny skru'tıni isim dikkatle bakma, inceleme. 1161
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
scuba diver
balıkadam.
scuff
scuff sk^f fiil 1. ayaklarını sürümek. 2. ayaklarını sürüyerek aşındırmak.
scuffle
scuf.fle sk^f'ıl fiil itişmek, çekişmek. isim itişme, çekişme.
sculptor
sculp.tor sk^lp'tır isim heykeltıraş.
sculptress
sculp.tressisim kadın heykeltıraş.
sculpture
sculp.ture sk^lp'çır isim 1. heykel. 2. heykeltıraşlık. fiil oymak; heykel yapmak.
scum
scum sk^m isim 1. (kaynayan veya mayalanan sıvının yüzeyinde oluşan) köpük. 2. maden cürufu. 3. pislik.
scumbag
scum.bag sk^m'bäg isim, argo çok aşağılık kimse, çok kötü kimse, pislik.
scurrilous
scur.ri.lous skır'ılıs sıfat 1. kaba, küfürlü. 2. ağzı bozuk, küfürbaz.
scurry
scur.ry skır'i fiil 1. acele etmek, koşmak. 2. about koşuşturmak.
scurvy
scur.vy skır'vi isim, tıbbi iskorbüt.
Scutari
Scu.ta.ri sku'tıri isim, tarih (İstanbul'daki) Üsküdar.
scuttle
scut.tle sk^t'ıl fiil hızla koşmak, seğirtmek. isim seğirtme, hızla gitme.
scythe
scythe saydh isim tırpan. fiil tırpanla biçmek, tırpanlamak.
sea breeze
denizden esen rüzgâr, imbat.
sea foam
denizköpüğü, lületaşı.
sea gull
martı.
sea horse
denizatı.
sea legs
fırtınalı havalarda güvertede dolaşabilme becerisi.
sea level
deniz seviyesi.
sea of faces
insan kalabalığı.
sea urchin
denizkestanesi.
sea
sea si isim 1. deniz, derya. 2. dalga.
seaboard
sea.board si'bôrd isim sahil, kıyı, yalı boyu. sıfat kıyıya yakın. 1162
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
seacoast
sea.coast si'kost isim deniz kıyısı, sahil.
seafarer
sea.far.er si'ferır isim gemici.
seafaring
sea.far.ing si'ferîng sıfat 1. denizcilikle uğraşan. 2. deniz yoluyla seyahat eden. isim 1. deniz yolculuğu. 2. denizcilik.
seafront
isim sahil.
seal
seal sil isim fok, ayıbalığı. fiil fok avlamak.
seam
seam sim isim 1. dikiş yeri. 2. iki tahtanın yan yana birleştiği çizgi, bağlantı yeri.
seaman
sea.man si'mın isim (seamen) 1. denizci, gemici. 2. deniz eri.
seamstress
seam.stress sim'strîs isim kadın terzi.
seamy
seam.y si'mi sıfat 1. dikişli. 2. çirkin görünüşlü, biçimsiz.
seaport
sea.port si'pôrt isim liman.
sear
sear sîr fiil 1. (kızgın demir gibi bir şey) (başka bir şeyi) yakmak. 2. (bir et parçasının yüzeyini) şöyle bir kızartmak.
Search me!
konuşma dili Ne bileyim ben!
search out
araştırıp öğrenmek.
search party
kayıp arama ekibi.
search warrant
hukuk arama emri.
search
search sırç fiil 1. araştırmak, aramak. 2. yoklamak, üstünü aramak. 3. taramak, gözlemek.
searchlight
search.light sırç'layt isim proqektör.
seascape
sea.scape si'skeyp isim deniz manzarası.
seashell
sea.shell si'şel isim deniz kabuğu.
seashore
sea.shore si'şôr isim deniz kıyısı.
seasickness
sea.sick.ness si'sîknîs isim deniz tutması.
seaside
sea.side si'sayd isim sahil.
season ticket
abonman kartı.
season
sea.son si'zın isim 1. mevsim. 2. zaman, mevsim: Apples are in season now. Şimdi elma mevsimi. 3.
1163
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mevsim, sezon, etkinlik dönemi. fiil 1. baharat katmak; çeşnilendirmek. 2. alıştırmak; alışmak. seasonable
sea.son.a.ble si'zınıbıl sıfat 1. mevsime uygun; tam zamanında olan. 2. tam yerinde veya zamanında yapılan.
seasonal
sea.son.al si'zınıl sıfat bir mevsime özgü, mevsimlik.
seasoning
sea.son.ing si'zınîng isim çeşnilik, baharat.
seat belt
emniyet kemeri.
seat of government
hükümet merkezi.
seat
seat sit isim 1. oturacak yer, iskemle, sandalye. 2. sinema koltuk. 3. kıç. 4. pantolon kıçı. 5. koltuk, mevki, makam, yer. fiil oturtmak, yerleştirmek.
seaweed
sea.weed si'wid isim yosun.
sec
sec sek isim, konuşma dili saniye.
secede
se.cede sîsid' fiil (siyasal veya dinsel bir örgütten) ayrılmak.
secession
se.ces.sion sîseş'ın isim (siyasal veya dinsel bir örgütten) ayrılma.
seclude oneself in
(tenha bir yere) çekilip kalmak; -e kapanmak; - de inzivaya çekilmek.
seclude
se.clude siklud' fiil from -i -den ayırmak.
secluded
se.cludedsıfat sapa, tenha, kuytu.
seclusion
se.clu.sion siklu'qın isim (tenha bir yere) çekilip kalma; -e kapanma; inzivaya çekilme, inziva.
second floor
birinci kat. 2. İngiliz İngilizcesi ikinci kat.
second hand
(saat kadranında) saniye ibresi.
second lieutenant
askeri teğmen.
second nature
alışkanlık, alışkı, âdet.
second thoughts
sonradan akla gelen düşünceler.
second wind
yeniden kazanılan güç/enerji.
second
sec.ond sek'ınd isim saniye.
secondary education
ortaöğretim.
secondary road
tali yol.
secondary school
orta ve lise seviyesinde okul. 1164
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük secondary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sec.ond.ar.y sek'ınderi sıfat ikincil, ikinci derecede olan.
secondhand
sec.ond.hand sek'ındhänd' sıfat 1. kullanılmış, elden düşme. 2. dolaylı. zarf dolaylı olarak.
secondly
sec.ondlyzarf ikinci olarak, saniyen.
second-rate
sec.ond-rate sek'ındreyt' sıfat 1. ikinci derecede olan. 2. ikinci sınıf.
secrecy
se.cre.cy si'krısi isim 1. sır saklama, sır tutma. 2. gizlilik.
secret police
gizli polis teşkilatı.
secret service
gizli haber alma teşkilatı.
secret
se.cret si'krît sıfat gizli, saklı. isim sır.
secretary
sec.re.tar.y sek'rıteri isim sekreter.
secrete
se.crete sîkrit' fiil, biyoloji salgılamak.
secretion
se.cre.tion sîkri'şın isim gizleme, saklama.
secretive
se.cre.tive si'krıtîv sıfat ağzı sıkı, kapalı kutu.
secretly
se.cret.lyzarf gizlice, el altından.
sect
sect sekt isim mezhep.
section
sec.tion sek'şın isim 1. kısım, parça, bölüm. 2. şube, dal, kol. 3. tıbbi operasyon. 4. kesme, kesiş. 5. geometri kesit. fiil 1. kısımlara ayırmak/bölmek, kesimlemek. 2. kesmek.
sector
sec.tor sek'tır isim 1. bölüm, kesim, sektör. 2. geometri kesme. 3. askeri bölge, mıntıka. 4. bilgisayar dilim, sektör.
secular
sec.u.lar sek'yılır sıfat 1. laik. 2. dünyasal, dünyevi.
secularise
sec.u.lar.ise sek'yılırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız secularize
secularism
sec.u.lar.ism sek'yılırîzım isim laiklik.
secularize
sec.u.lar.ize sek'yılırayz fiil 1. dünyevileştirmek. 2. laikleştirmek.
secure
se.cure sîkyûr' sıfat emin, güvenli, sağlam. fiil 1. korumak. 2. sağlamlaştırmak. 3. bağlamak. 4. iyice kapamak. 5. ele geçirmek, elde etmek. 1165
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
securely
se.curelyzarf 1. emniyetle. 2. sımsıkı.
security
se.cu.ri.ty sîkyûr'ıti isim 1. güvenlik. 2. güvence, teminat. 3. rehin, emanet. 4. ticaret menkul kıymet, taşınır değer.
sedan chair
tahtırevan.
sedan
se.dan sîdän' isim (körüksüz) binek arabası.
sedate
se.date sîdeyt' sıfat ağırbaşlı, sakin.
sedation
se.da.tion sîdey'şın isim (ilaçla) yatıştırma.
sedative
sed.a.tive sed'ıtîv sıfat yatıştırıcı. isim yatıştırıcı ilaç.
sedentary
sed.en.tar.y sed'ınteri sıfat 1. oturarak yapılan; oturarak geçirilen. 2. bir yere yerleşmiş, yerleşik.
sediment
sed.i.ment sed'ımınt isim 1. tortu, çökelti, posa. 2. çökel.
sedimentary
sed.i.men.ta.ry sedımen'tıri sıfat tortul.
sedimentation
sed.i.men.ta.tion sedımentey'şın isim 1. çökelme, sedimantasyon. 2. tortulaşma, tortullaşma, sedimantasyon.
sedition
se.di.tion sîdîş'ın isim 1. fesat, fitne. 2. kargaşalık. 3. isyana teşvik, kışkırtma. 4. ayaklanma, isyan.
seditious
se.di.tious sîdîş'ıs sıfat fitneci, kışkırtıcı, isyana teşvik eden.
seduce
se.duce sîdus' fiil 1. ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak. 2. iğfal etmek.
seducer
se.duc.erisim iğfal eden adam.
seduction
se.duc.tion sîd^k'şın isim 1. ayartma, baştan çıkarma. 2. iğfal.
seductive
se.duc.tive sîd^k'tîv sıfat ayartıcı, baştan çıkaran, çekici.
see about
icabına bakmak, bir yolunu bulmaya çalışmak.
see double
şeşi beş görmek, biri iki görmek.
see eye to eye
tamamen aynı fikirde olmak.
see fit to
-i uygun görmek.
see fit
-i uygun görmek.
see how the land lies
işlerin ne durumda olduğuna bakmak, nabız yoklamak. 1166
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük see one through
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yetmek, idare etmek. This much food will see us through this journey. Bu kadar yemekle bu yolculuğu çıkarırız.
see red
çok öfkelenmek, gözünü kan bürümek.
see someone home
birini evine bırakmak.
see someone off
birini geçirmek, birini uğurlamak, birini yolcu etmek.
see something out
bir şeyi sonuna getirmek, bitirmek.
see something through
bir şeyin sonunu getirmek.
see the light of day
doğmak, dünyaya gelmek. 2. gerçekleşmek, meydana gelmek.
see the light
bir şeyin aslını anlamak.
see the world through rose-colored glasses
dünyayı tozpembe görmek.
see things
hayal görmek.
see through someone
birinin/bir şeyin kim/ne olduğunu anlamak.
see through something
birinin/bir şeyin kim/ne olduğunu anlamak.
see to
ile ilgilenmek, -in icabına bakmak.
see which way the wind is blowing
hangi tarafın/grubun/kişinin şansının yaver gittiğini anlamak.
See you later.
Görüşürüz./Hoşça kal.
see
see si fiil (saw, seen) 1. görmek. 2. anlamak. 3. bakmak. 4. görüşmek, kabul etmek: He went to see his boss. Amiriyle görüşmeye gitti. 5. geçirmek: We have seen some hard times. Zor günler geçirdik.
seed
seed sid isim 1. tohum: flower seeds çiçek tohumları. 2. çekirdek: the seeds of a fruit bir meyvenin çekirdekleri. 3. asıl, kaynak. 4. döl, zürriyet, evlatlar. sıfat tohumluk. fiil 1. tohum ekmek. 2. tohumu veya çekirdeği çıkarmak.
seedless
seed.less sid'lîs sıfat çekirdeksiz.
seedling
seed.ling sid'lîng isim fide.
seedy
seed.y si'di sıfat 1. yırtık pırtık, peqmürde, kılıksız. 2. keyifsiz.
seek solace in
teselliyi (bir şeyde) aramak.
1167
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük seek
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
seek sik fiil (sought) 1. aramak; araştırmak. 2. çabalamak.
seem
seem sim fiil 1. görünmek, gözükmek, benzemek: She seems like an honest person. Dürüst bir insana benziyor. 2. gibi gelmek: It seems impossible to me. Olmaz gibime geliyor.
seemly
seem.ly sim'li sıfat yakışık alır, uygun. zarf yakışık alır bir biçimde.
seen
seen sin fiil bakınız see
seep
seep sip fiil sızmak, sızıntı yapmak.
seepage
seep.age si'pîc isim sızıntı.
seer
seer si'yır isim gaipten haber veren kimse.
seesaw
see.saw si'sô isim tahterevalli. sıfat aşağı yukarı (hareket). fiil 1. aşağı yukarı sallanmak, çöğünmek. 2. kararsız olmak.
seethe
seethe sidh fiil 1. haşlamak, kaynatmak; haşlanmak, kaynamak. 2. öfkelenmek, köpürmek.
segment
seg.ment seg'mınt isim 1. parça, bölüm, kısım, dilim. 2. geometri parça. 3. zooloji bölüt. fiil (segment') kesimlemek.
segmentation
seg.men.ta.tion segmıntey'şın isim kesimleme.
segregate
seg.re.gate seg'rıgeyt fiil ayırmak, tecrit etmek. sıfat ayrılmış.
segregation
seg.re.ga.tionisim fark gözetme, ayrı tutma, ayrım: racial segregation ırk ayrımı.
seismal
seis.mal sayz'mıl sıfat bakınız seismic
seismic wave
deprem dalgası.
seismic zone
deprem bölgesi.
seismic
seis.mic sayz'mîk sıfat sismik, depremsel, depremle ilgili.
seize
seize siz fiil 1. tutmak, yakalamak. 2. el koymak, zaptetmek, müsadere etmek, gaspetmek. 3. kavramak, anlamak.
1168
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük seizure
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sei.zure si'qır isim 1. tutma, yakalama. 2. el koyma, haciz; müsadere. 3. tıbbi inme, felç; nöbet; kriz.
seldom if ever
kırk yılda bir.
seldom
sel.dom sel'dım zarf nadiren, pek az, seyrek.
select
se.lect sîlekt' sıfat seçme, seçkin. fiil seçmek, ayırmak.
selection
se.lec.tion sîlek'şın isim 1. seçme, ayırma. 2. seçme şey.
selective
se.lec.tive sîlek'tîv sıfat seçici, ayıran.
selectman
se.lect.man sîlekt'mın isim (selectmen) belediye meclisi üyesi.
self
-selfsonek kendi: He is not in control of himself. Kendine sahip değil. I will speak with him myself. Onunla kendim konuşacağım. We are supporting ourselves. Kendi kendimizi geçindiriyoruz.
self-appointed
self-ap.point.ed self'ıpoyn'tıd sıfat kendi kendini tayin etmiş.
self-assured
self-as.sured self'ışûrd' sıfat kendinden emin.
self-centered
self-cen.tered self'sen'tırd sıfat hep kendini düşünen, bencil.
self-centred
self-cen.tred self'sen'tırd sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız self-centered
self-confidence
self-con.fi.dence self'kan'fıdıns isim özgüven, kendine güven.
self-confident
self-con.fi.dent self'kan'fıdınt sıfat kendine güvenen, özgüven sahibi.
self-conscious
self-con.scious self'kan'şıs sıfat 1. utangaç, sıkılgan. 2. kendi halini çok düşünen.
self-contained
self-con.tained self'kınteynd' sıfat 1. kendine güvenen ve başkalarına pek ihtiyaç duymayan. 2. işlemesi başka makineleri gerektirmeyen.
self-control
self-con.trol self'kıntrol' isim kendine hâkim olma, özdenetim.
self-defence
self-de.fence self'dîfens' isim, İngiliz İngilizcesi bakınız self-defense 1169
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
self-defense
self-de.fense self'dîfens' isim kendini savunma.
self-denial
self-de.ni.al self'dînay'ıl isim özveri, feragat.
self-denying
self-de.ny.ing self'dînay'îng sıfat özverili.
self-determination
self-de.ter.mi.na.tion self'dîtırmıney'şın isim 1. hür irade. 2. kendi geleceğini saptama.
self-employed
self-em.ployed self'îmployd' sıfat serbest çalışan.
self-esteem
self-es.teem self'ıstim' isim özsaygı, izzetinefis, onur.
self-evident
self-ev.i.dent self'ev'ıdınt sıfat aşikâr, açık, belli.
self-governing
self-gov.ern.ing self'g^v'ırnîng sıfat özerk, kendi kendini yöneten.
self-government
self-gov.ern.ment self'g^v'ırnmınt isim özerklik.
self-help
self-help self'help' isim kendi kendine yetme, kendi başına yapabilme.
self-indulgence
self-in.dul.gence self'înd^l'cıns isim kendi isteklerini frenlememe.
self-indulgent
self-in.dul.gent self'înd^l'cınt sıfat kendi isteklerini hiç frenlemeyen.
self-interest
self-in.ter.est self'în'tırîst, self'în'trîst isim kişisel çıkar, bencillik.
selfish
self.ish sel'fîş sıfat bencil.
selfishly
self.ish.lyzarf bencilce.
selfless
self.less self'lîs sıfat özgecil, özgeci.
selfness
self.nessisim bencillik.
self-pity
self-pit.y self'pît'i isim kendini zavallı hissetme, kendi kendine acıma.
self-portrait
self-por.trait self'pôr'trît isim bir ressamın çizdiği kendi portresi.
self-possession
self-pos.ses.sion self'pızeş'ın isim kendine hâkim olma.
self-reliance
self-re.li.ance self'rilay'ıns isim kendine güven.
self-reliant
self-re.li.ant self'rilay'ınt sıfat kendine güvenen.
self-respect
self-re.spect self'rispekt' isim özsaygı, izzetinefis.
self-righteous
self-right.eous self'ray'çıs sıfat kendini üstün gören.
self-rule
self-rule self'rul' isim özerklik, otonomi.
self-sacrifice
self-sac.ri.fice self'säk'rıfays isim özveri, fedakârlık. 1170
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
self-sacrificing
self-sac.ri.fic.ing self'säk'rıfaysîng sıfat özverili.
self-satisfied
self-sat.is.fied self'sät'îsfayd sıfat kendi halinden memnun.
self-service
self-ser.vice self'sır'vîs sıfat selfservis.
self-sufficient
self-suf.fi.cient self'sıfîş'ınt sıfat 1. kendine güvenen. 2. kendi kendine yeten.
self-taught
self-taught self'tôt' sıfat kendi kendini eğitmiş.
self-will
self-will self'wîl' isim inatçılık, benlikçilik.
sell like hot cakes
kapışılmak.
sell off
hepsini satıp bitirmek, elden çıkarmak.
sell out
bütün malını satmak. 2. argo kişisel çıkar için ele vermek, satmak.
sell short
henüz elde olmayan malı ileride teslim etmek üzere satmak. 2. küçümsemek. 3. desteklemek.
sell someone short
(birinin ismini) deyip de geçmek: Don't sell Saim short! Saim deyip de geçme!
sell
sell sel fiil (sold) 1. satmak; satılmak. 2. satışta rağbet görmek. 3. beğendirmek; beğenilmek: sell oneself kendini beğendirmek. 4. kabul ettirmek.
seller
sell.erisim satıcı.
sellout
sell.out sel'aut isim 1. elden çıkarma, elde bulunanı satma. 2. konuşma dili kapalı gişe. 3. konuşma dili ihanet.
selves
selves selvz isim, çoğul bakınız self
semblance
sem.blance sem'blıns isim 1. biçim. 2. benzerlik. 3. dış görünüş.
semester
se.mes.ter sîmes'tır isim sömestr, yarıyıl, dönem.
semi-
semi-önek 1. yarı, yarım. 2. kısmi.
semiannual
sem.i.an.nu.al semi.än'yuwıl sıfat altı aylık, altı ayda bir olan.
semicircle
sem.i.cir.cle sem'îsırkıl isim yarım daire.
semicolon
sem.i.co.lon sem'îkolın isim, dilbilgisi noktalı virgül.
semiconscious
sem.i.con.scious semikan'şıs sıfat yarı uyanık, yarı bilinçli. 1171
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
semifinal
sem.i.fi.nal semifay'nıl isim yarıfinal.
seminar
sem.i.nar sem'ınar isim seminer.
seminary
sem.i.nar.y sem'ıneri isim ilahiyat fakültesi.
semiprecious
sem.i.pre.cious semipreş'ıs sıfat ikinci derecede değerli (taş).
semolina
sem.o.li.na semıli'nı isim irmik.
senate
sen.ate sen'ît isim senato.
senator
sen.a.tor sen'ıtır isim senatör.
send away
kovmak, uzaklaştırmak.
send back
geri göndermek, iade etmek.
send down
İngiliz İngilizcesi üniversiteden ihraç etmek.
send for
-i çağırtmak; -i getirtmek.
send in
içeri göndermek. 2. sunmak, arz etmek.
Send it collect.
Ödemeli gönderin.
send off
yollamak. 2. uğurlamak, yolcu etmek.
send one's regrets
davete gidemeyeceğini bildiren mesaj yollamak.
send out
göndermek, dışarı göndermek. 2. dağıtmak, neşretmek.
send someone packing
birini sepetlemek, birini pılıyı pırtıyı toplatıp defetmek.
send someone to his glory
birini öldürmek.
send word to
(birine) haber göndermek/yollamak.
send word
haber göndermek.
send
send send fiil (sent) 1. göndermek, yollamak. 2. fırlatmak, atmak. 3. argo coşturmak, kendinden geçirmek.
sender
senderisim gönderen, gönderici.
Senegal
Sen.e.gal senîgôl' isim Senegal.
Senegalese
Sen.e.gal.ese senîgıliz' isim (Senegalese) Senegalli. sıfat 1. Senegal, Senegal'e özgü. 2. Senegalli.
senile
se.nile si'nayl sıfat bunak.
senility
se.nil.i.ty sînîl'ıti isim bunaklık.
senior high school
on, on bir ve on ikinci sınıfların karşılığı olan okul, lise.
senior
sen.ior sin'yır sıfat 1. yaşça büyük. 2. kıdemli. 3. son sınıfla ilgili. 4. üst. isim 1. yaşça büyük kimse. 2. kıdemli kimse. 3. son sınıf öğrencisi. 1172
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük seniority
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sen.ior.i.ty sinyôr'ıti isim 1. yaşça büyüklük, kıdemlilik. 2. kıdem.
sensation
sen.sa.tion sensey'şın isim 1. duyu, duyum, duygu, his; duyarlık. 2. heyecan uyandıran olay, sansasyon.
sensational
sen.sa.tion.alsıfat 1. duygusal. 2. heyecan verici, sansasyonel.
sense of humor
olayların gülünç yönünü görme yeteneği. 2. şakadan anlama.
sense
sense sens isim 1. duyu, his: the five senses beş duyu. 2. akıl, zekâ: bring someone to his senses bir kimsenin aklını başına getirmek. 3. fikir, düşünce. 4. anlam, mana.
senseless
sense.less sens'lîs sıfat 1. baygın, kendinden geçmiş. 2. akılsız. 3. saçma, anlamsız, manasız. 4. mantıksız.
sensibility
sen.si.bil.i.ty sensıbîl'ıti isim 1. duyarlık, hassasiyet. 2. ayırt etme yetisi. 3. çoğul anlayış.
sensible
sen.si.ble sen'sıbıl sıfat 1. mantıklı, akla uygun. 2. aklı başında.
sensitive
sen.si.tive sen'sıtîv sıfat 1. to -e duyarlı, -e hassas. 2. duygulu, duyar, duygun. 3. içli; alıngan.
sensitivity
sen.si.tiv.i.ty sensıtîv'ıti isim (to) (-e) duyarlılık, (-e) hassaslık, (-e) hassasiyet.
sensory
sen.so.ry sen'sıri sıfat duyusal; duyumsal.
sensual
sen.su.al sen'şuwıl sıfat 1. tensel. 2. tensel/erotik zevklere düşkün.
sensualist
sen.su.al.istisim tensel zevklere fazlasıyla düşkün kimse.
sensuous
sen.su.ous sen'şuwıs sıfat 1. duyulara hitap eden. 2. tensel; erotik düşünce veya hisler uyandıran.
sent
sent sent fiil bakınız send
sentence
sen.tence sen'tıns isim 1. cümle, tümce. 2. hukuk karar, hüküm. fiil mahkûm etmek.
sententious
sen.ten.tious senten'şıs sıfat 1. tumturaklı (söz, yazı, konuşma). 2. anlamlı sözlerle dolu. 1173
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sentient
sen.tient sen'şınt, sen'şiyınt sıfat sezgili, hisseden.
sentiment
sen.ti.ment sen'tımınt isim 1. duygu, his; seziş. 2. aşırı duyarlık. 3. fikir, düşünce.
sentimental
sen.ti.men.tal sentımen'tıl sıfat duygusal.
sentimentality
sen.ti.men.tal.i.ty sentımentäl'ıti isim aşırı duygusallık.
sentinel
sen.ti.nel sen'tınıl isim nöbetçi, gözcü.
sentry box
nöbetçi kulübesi.
sentry
sen.try sen'tri isim nöbetçi, nöbetçi asker.
separable
sep.a.ra.ble sep'ırıbıl, sep'rıbıl sıfat ayrılabilir.
separate
sep.a.rate sep'ıreyt fiil 1. ayırmak; ayrılmak. 2. bölmek. sıfat ayrı, ayrılmış.
separately
sep.a.rate.ly sep'ırîtli zarf ayrı ayrı, başka başka, bağlantısız olarak, bağımsız olarak.
separation
sep.a.ra.tion sepırey'şın isim ayrılma; ayırma.
separatist
sep.a.ra.tist sep'ırıtîst isim ayrılıkçı.
September
Sep.tem.ber septem'bır isim eylül.
septic tank
fosseptik, lağım çukuru, septik çukur.
septic
sep.tic sep'tîk sıfat mikroplu.
sepulcher
sep.ul.cher sep'ılkır isim mezar, kabir.
sepulchre
sep.ul.chre sep'ılkır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız sepulcher
sequel
se.juel si'kwıl isim devam: He is writing a sequel to this book. Bu kitabın devamını yazıyor.
sequence
se.juence si'kwıns isim 1. ardışıklık, birbiri ardından gelme, birbirini izleme. 2. sıra, düzen; seri, dizi.
sequestrate
se.jues.trate sîkwes'treyt fiil haczetmek, el koymak.
sequin
se.juin si'kwîn isim pul, payet.
seraglio
se.ra.glio sîräl'yo isim 1. saray. 2. harem dairesi.
Serb
Serb sırb isim Sırp.
Serbia
Ser.bi.a sır'biyı isim Sırbistan.
Serbian
isim 1. Sırpça. 2. Sırp. sıfat 1. Sırp. 2. Sırpça.
Serbo-Croat
Ser.bo-Cro.at sır'bo.kro'wät isim, sıfat bakınız SerboCroatian
1174
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Serbo-Croatian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ser.bo-Cro.a.tian sır'bo.krowey'şın isim 1. Sırp-Hırvat dili. 2. Sırp-Hırvat dilini konuşan kimse. sıfat 1. SırpHırvat dilinde yazılan veya konuşulan. 2. Sırp-Hırvat dilini konuşan. 3. Sırp-Hırvat dilini konuşanlara özgü.
serenade
ser.e.nade serıneyd' isim serenat. fiil serenat çalmak veya söylemek, serenat yapmak.
serene
se.rene sîrin' sıfat 1. sakin. 2. yüce.
serenity
se.ren.i.ty sîren'ıti isim sükûnet, dinginlik, huzur.
sergeant at arms
parlamentoda güvenlik görevlisi.
sergeant major
başçavuş.
sergeant
ser.geant sar'cınt isim 1. çavuş. 2. komiser muavini.
serial number
seri numarası.
serial port
bilgisayar seri kapı, seri port.
serial
se.ri.al sir'îyıl sıfat 1. seri halinde olan. 2. tefrika halinde yayımlanan, devamı olan. isim tefrika.
serialise
se.ri.al.ise sir'îyılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız serialize
serialize
se.ri.al.ize sir'îyılayz fiil tefrika halinde yayımlamak.
series
se.ries sir'iz isim (series) 1. sıra: a series of shops bir sıra dükkân. 2. seri, dizi: a series of events bir dizi olay.
serious
se.ri.ous sir'îyıs sıfat 1. ciddi, ağırbaşlı. 2. önemli, ciddi. 3. tehlikeli, ağır, ciddi.
sermon
ser.mon sır'mın isim vaaz.
serpent
ser.pent sır'pınt isim yılan.
serpentine
ser.pen.tine sır'pıntin, sır'pıntayn sıfat yılankavi. isim 1. serpantin (kâğıt şerit). 2. yılantaşı, serpantin.
serrated
ser.rat.ed ser'eytîd sıfat testere dişli (yaprak, bıçak).
serum
se.rum sîr'ım isim (serums/sera) serum.
servant
ser.vant sır'vınt isim hizmetçi; uşak.
serve a summons on
(birinin eline) celpname vermek.
serve a summons
celpnameyi eline vermek.
serve notice
hizmetinden çıkacağını bildirmek.
serve one's sentence
cezasını (hapiste) doldurmak.
serve the purpose
işi görmek, ihtiyacı karşılamak. 1175
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük serve
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
serve sırv fiil 1. hizmet etmek. 2. as ... vazifesini görmek. 3. üye olmak: serve on a committee komite üyesi olmak. 4. servis yapmak: When should I serve the salad? Salata servisini ne zaman yapayım? 5. işe yaramak. 6. (hapis cezası) çekmek. 7. spor servis atmak.
Servia
Ser.vi.a sır'viyı isim bakınız Serbia
Servian
isim, sıfat bakınız Serbian
service station
benzin istasyonu.
service
ser.vice sır'vîs isim 1. hizmet, görev. 2. iş. 3. ayin, ibadet. 4. askerlik. 5. yarar, yardım. 6. memuriyet. 7. spor servis.
serviceable
ser.vice.a.ble sır'vîsıbıl sıfat 1. işe yarar, elverişli. 2. dayanıklı.
serviceman
ser.vice.man sır'vîsmän isim (servicemen) 1. asker. 2. tamirci.
serviette
ser.vi.ette sırviyet', sırvyet' isim, İngiliz İngilizcesi peçete.
servile
ser.vile sır'vayl, sır'vîl sıfat 1. köle gibi; kul köle olan. 2. köleye yakışır. 3. aşağılık.
serving fork
servis çatalı.
serving spoon
servis kaşığı.
serving
serv.ing sır'vîng isim, ahçılık porsiyon. sıfat bakınız serving fork serving spoon
servitude
ser.vi.tude sır'vıtud isim kölelik.
sesame
ses.a.me ses'ımi isim susam.
session
ses.sion seş'ın isim oturum, celse.
set a clock back
saati geriye almak.
set a clock forward
saati ileriye almak.
set a good example
iyi örnek olmak.
set a high value on
-e çok kıymet vermek.
set a match to
-i yakmak.
set a place in order
bir yeri düzene sokmak, bir yeri derleyip toplamak.
set a poem to music
müzik bir şiiri bestelemek.
set a trap for
-e tuzak kurmak. 1176
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
set a watch back
saati geriye almak.
set a watch forward
saati ileriye almak.
set a watch
saati ayarlamak. 2. bekçi koymak.
set about
başlamak, girişmek, koyulmak.
set an animal free
birini/bir hayvanı azat etmek/serbest bırakmak.
set an animal loose
bir hayvanı salıvermek/serbest bırakmak.
set an animal on
bir hayvanı (birine) saldırtmak/salmak.
set apart
ayırmak, bir tarafa koymak, tahsis etmek.
set at naught
hiçe saymak, önem vermemek.
set eyes on
-i görmek.
set fire to
tutuşturmak, yakmak; ateşe vermek.
set foot in
-e ayak basmak.
set forth
ileri sürmek; izah etmek. 2. yola çıkmak.
set free
serbest bırakmak, azat etmek.
set in motion
harekete geçirmek. 2. başlatmak.
set in
başlamak.
set loose
serbest bırakmak, salıvermek.
set off
yola çıkmak. 2. patlatmak. 3. başlatmak. 4. (bir şeyin) güzelliğini ortaya çıkarmak.
set on a pedestal
idealize etmek, yüksek paye vermek.
set on fire
tutuşturmak, yakmak; ateşe vermek.
set one's heart on
-i çok istemek.
set one's mind on
-i çok arzu etmek, -i kafasına koymak.
set one's sights on
-i amaçlamak.
set sail
yelken açmak.
set someone against something
birini bir şeyin aleyhine çevirmek.
set someone an example
birine örnek olmak.
set someone apart
(belirli bir şey) birini başkalarından ayırmak/sivriltmek.
set someone at ease
birini rahatlatmak.
set someone back
bir oyuncuya puan kaybettirmek. 2. konuşma dili birine (belirli bir miktar para) kaybettirmek. 3. birini (belirli bir zaman için) geciktirmek.
set someone beside
birini/bir şeyi (başka biriyle/bir şeyle) karşılaştırmak.
set someone down
birini (bir yere) indirmek. 1177
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
set someone free
birini/bir hayvanı azat etmek/serbest bırakmak.
set someone over against
birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese etmek.
set someone right about
(yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl olduğunu söylemek: I'm going to go over there this minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin ne olduğunu anlatacağım.
set someone right
(yanılmış olan) birine (bir şeyin) gerçekten nasıl olduğunu söylemek: I'm going to go over there this minute and set him right! Oraya hemen gidip ona neyin ne olduğunu anlatacağım.
set someone straight
(birinin) yanlışını gidermek için kendisine gerçeği anlatmak.
set someone to work
birini işe koşmak.
set someone up in
birinin (bir iş) yapmaya başlamasını sağlamak.
set someone's mind at rest
birinin kuşkularını ortadan kaldırmak; birini rahatlatmak.
set someone's teeth on edge
birini sinirlendirmek, birinin sinirlerini bozmak.
set something afloat
bir şeyi yüzdürmek.
set something apart
bir şeyi bir tarafa ayırmak.
set something aside
bir şeyi bir tarafa ayırmak. 2. bir şeyi bir kenara/yana bırakmak. 3. bir şeyi kale almamak, bir şeyi önemsememek. 4. hukuk (kararı) bozmak, feshetmek.
set something at naught
bir şeyi hiçe saymak.
set something back
bir şeyi aksatmak; bir şeyi engellemek; bir işi (bir süre için) geciktirmek. 2. from bir şeyi (başka bir şeyden) (belirli bir mesafe) geriye koymak.
set something beside
birini/bir şeyi (başka biriyle/bir şeyle) karşılaştırmak.
set something down
bir şeyi (bir yere) bırakmak/koymak. 2. bir şeyi yazmak/kaydetmek.
set something on end
bir şeyi dikine koymak.
set something on fire
bir şeyi tutuşturmak/yakmak; bir şeyi ateşe vermek.
set something over against
birini/bir şeyi (başkasıyla) karşılaştırmak/mukayese etmek. 1178
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
set something right
bir şeyi düzeltmek.
set something to music
-i bestelemek.
set something to rights
bir şeyi düzene sokmak/koymak; bir şeyi yoluna koymak.
set store by
-i önemsemek, -e önem vermek.
set store on
-i önemsemek, -e önem vermek.
set the fashion
modada öncülük etmek.
set the pace
örnek olmak.
set the record straight
herhangi bir yanılgıyı gidermek için olayı doğru bir şekilde anlatmak.
set the table
sofrayı kurmak.
set the world on fire
konuşma dili harikalar yaratıp şan ve şöhrete kavuşmak.
set to work
işe girişmek, işe koyulmak.
set
set set fiil (set, setting) 1. koymak, komak. 2. tayin etmek, tespit etmek, saptamak. 3. (birine) (bir ödev) vermek. 4. (saati) ayarlamak. 5. (sofrayı) kurmak. 6. (kırık bir kemiğin uçlarını) yerine koyup sarmak; (kırık bir kemiğin uçları) (birbirine) kaynamak: The bone has set. Kemik kaynadı. 7. -e yol açmak: His remark set her to thinking. Onun lafı düşünmesine yol açtı. 8. (reçel, pelte, muhallebi v.b.'ni) jöle kıvamına getirmek, koyulaştırmak; (reçel, pelte, muhallebi v.b.) qöle kıvamına gelmek, koyulaşmak. 9. (gökcismi) batmak. 10. (ıslak saçı) bir şekle sokmak, sarmak; (saça) fön çekmek; (saç) şekle girmek. 11. (bir hikâye v.b.'ni) (belirli bir mekân ve zaman içinde) geçirmek.
setback
set.back set'bäk isim 1. aksama. 2. başarısızlık, yenilgi.
setsquare
set.sjuare set'skwer isim, İngiliz İngilizcesi gönye.
settee
set.tee seti' isim kanepe.
setting
set.ting set'îng isim 1. ortam. 2. edebiyat zaman ve mekân. 3. tiyatro (oyunun bir sahnesine ait) dekor. 4. (mücevher için) yuva ve tırnakları. 5. beste. 6. (bir kişilik) yemek takımı veya çatal bıçak takımı; (bir
1179
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yemek masasına ait) tabak çanak ve çatal bıçak. 7. ayar. 8. gökbilim gurup, batma. settle a score with someone
biriyle kozunu paylaşmak, biriyle hesaplaşmak; birinden (bir şeyin) acısını çıkarmak.
settle accounts
hesaplaşmak.
settle an account
hesabı ödemek. 2. hesabını görmek.
settle down
uslanmak, yola gelmek. 2. sakin olmak. 3. rahat bir şekilde oturmak. 4. to kendini (bir işe) vermek, (bir işi) cidden yapmaya başlamak. 5. in (bir işe) alışmak.
settle for
-e razı olmak, -i kabul etmek.
settle on
-e karar vermek.
settle one's affairs
bütün işlerini halletmek.
settle out of court
mahkemeye başvurmadan uzlaşmak.
settle someone down
birini uslandırmak, birini yola getirmek. 2. birini sakinleştirmek. 3. in birini (rahat bir yere) oturtmak.
settle someone in a place
birini bir yere yerleştirmek/iskân etmek.
settle someone's hash
birinin hakkından gelmek.
settle up with someone
birine karşı olan borcu ödemek.
settle upon
-e karar vermek.
settle
set.tle set'ıl fiil 1. (insanları) (bir yere) yerleştirmek; (insanları) (boş bir yere) iskân etmek; -e yerleşmek. 2. (bir şeyi) (bir yere) oturtmak; -e oturmak. 3. (kuş) konmak. 4. (sinirleri) yatıştırmak; (mideyi) rahatlatmak; yatışmak; rahatlamak. 5. (binada) tasman meydana gelmek. 6. (kahveyi) berraklaştırmak. 7. (sıvının içindeki katı maddeleri) çökeltmek. 8. (sıvının içindeki katı maddeler) çökelmek. 9. (kuru bir maddeyi) çökertip sıkıştırmak. 10. (kuru bir madde) çöküp daha sıkışık olmak. 11. karar vermek, kararlaştırmak. 12. (bir anlaşmazlığı, bir davayı) halletmek, çözmek.
settlement
set.tle.ment set'ılmınt isim 1. yerleştirme; iskân; yerleşme. 2. köy. 3. çökelme. 4. (binada oluşan) tasman, oturma. 5. (anlaşmazlığı, davayı) halletme. 6. hesabı kapatma; hesabı kapatmak için ödenen para. 7. (birine) 1180
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir şeyi) bırakma/bağışlama; (birine) (bir şeyi) bırakma/bağışlama belgesi; bırakılan/bağışlanan şey/şeyler. settler
set.tler set'lır isim bir yere yerleşen veya yerleştirilen kimse.
set-to
set-to set'tu isim kavga; ağız kavgası; dövüşme.
setup
set.up set'^p isim, konuşma dili 1. düzen, sistem: What's the setup like there? Oradaki düzen nasıl? 2. tuzak: It's a setup by the police. Polisin kurduğu bir tuzak o.
seven
sev.en sev'ın sıfat yedi. isim 1. yedi, yedi rakamı (1, VII). 2. iskambil oyunları yedili.
sevenfold
sev.en.foldsıfat, zarf yedi kat, yedi misli.
seventeen
sev.en.teen sev'ıntin' sıfat on yedi. isim on yedi, on yedi rakamı (31, XVII).
seventeenth
sev.en.teenthsıfat, isim 1. on yedinci. 2. on yedide bir.
seventh
sev.enth sev'ınth sıfat, isim 1. yedinci. 2. yedide bir.
seventieth
sev.en.tiethsıfat, isim 1. yetmişinci. 2. yetmişte bir.
seventy
sev.en.ty sev'ınti sıfat yetmiş. isim yetmiş, yetmiş rakamı (18, LXX).
sever
sev.er sev'ır fiil 1. kesmek. 2. ayırmak. 3. kopmak, ikiye ayrılmak.
several
sev.er.al sev'ırıl sıfat 1. birkaç. 2. ayrı, tek.
severance pay
işten ayrılana ödenen tazminat.
severance
sev.er.ance sev'ırıns isim 1. kesme. 2. ayırma, ayırım. 3. kopma, ikiye ayrılma.
severe
se.vere sîvîr' sıfat 1. sert; haşin; katı. 2. çok acıtan, şiddetli. 3. büyük (zarar). 4. zor, güç (bir şey). 5. çok sade, yalın.
severity
se.ver.i.ty sîver'ıti isim 1. sertlik; haşinlik; katılık. 2. (ağrıya ait) şiddet. 3. (zarara ait) büyüklük. 4. zorluk, güçlük. 5. sadelik, yalınlık.
Seville orange
turunç.
1181
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sew something up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bir şeyi dikip kapatmak; kesik yeri dikmek. 2. bir işi sağlam kazığa bağlamak.
sew
sew so fiil (sewed, sewn/sewed) dikmek; dikiş dikmek.
sewage
sew.age su'wîc isim pissu, lağım suyu.
sewer system
kanalizasyon.
sewer
sew.er su'wır isim lağım.
sewing cotton
pamuk ipliği, tire.
sewing machine
dikiş makinesi.
sewing
sew.ing so'wîng isim 1. dikme, dikim. 2. dikiş; dikilecek şey.
sewn
sewn son fiil bakınız sew
sex appeal
seksapel, cinsel cazibe.
sex
sex seks isim 1. cinsiyet, cins. 2. seks, cinsel ilişki.
sextant
sex.tant seks'tınt isim sekstant.
sexton
sex.ton seks'tın isim zangoç.
sexual harassment
cinsel taciz.
sexual
sex.u.al sek'şuwıl sıfat cinsel, cinsi.
sexuality
sex.u.al.i.ty sekşuwäl'ıti isim cinsiyet, cinsellik.
sexy
sex.y sek'si sıfat, konuşma dili seksi.
shabby
shab.by şäb'i sıfat 1. eski püskü, yırtık pırtık, peqmürde. 2. hırpani, üstü başı eski püskü olan. 3. aşağılık, adi; pespaye; seviyesiz. 4. çok az, cüzi.
shack up with
(ile) evli olmadan beraber yaşamaya başlamak.
shack up
(ile) evli olmadan beraber yaşamaya başlamak.
shack
shack şäk isim baraka. fiil, konuşma dili bakınız shack up shack up with
shackle
shack.le şäk'ıl isim 1. engel, mania, zincir, boyunduruk, insanı engelleyen veya hapseden şey. 2. pranga. fiil bakınız be shackled by
shade into
(bir şey) (başka bir şeyden) farksız olmaya başlamak: The real shades into the unreal. Gerçek hayalden farksız olmaya başlıyor.
1182
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shade off into
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(bir şey) (başka bir şeyden) farksız olmaya başlamak: The real shades into the unreal. Gerçek hayalden farksız olmaya başlıyor.
shade
shade şeyd isim 1. gölgelik, gölge, gölgeli yer. 2. abajur. 3. stor. 4. göz siperi. 5. (resimde) gölge. 6. (renge ait) ton. 7. nüans, ince fark, ayırtı. 8. konuşma dili güneş gözlüğü. fiil 1. siper etmek; güneşten korumak; gölge etmek: He shaded his eyes with his hand. Elini gözlerine siper etti. 2. (resimde) gölgelemek.
shadow cabinet
İngiliz İngilizcesi gölge kabine, muhalefet kabinesi.
shadow play
gölge oyunu.
shadow
shad.ow şäd'o isim 1. gölge. 2. (of) zerre kadar, en ufak bir ...: There's not a shadow of justification for what he's doing. Yaptığını haklı çıkaracak en ufak bir sebep yok. fiil 1. gölgelemek, gölge etmek, gölgelendirmek. 2. gölgelendirmek, bozmak. 3. gizlice takip etmek.
shadowy
shad.owysıfat 1. belli belirsiz, belirsiz, müphem. 2. tayin edilmesi zor olan. 3. gölgeler içinde olan.
shady
shad.y şey'di sıfat 1. gölgeli, gölgeler içinde. 2. gölge veren. 3. şüpheli; kanunsuz, kanuna aykırı; üçkâğıtçı, hilebaz, sahtekâr.
shaft
shaft şäft isim 1. şaft, mil. 2. gövde, sütun başlığıyla kaide arasındaki kısım. 3. (mızrak, ok v.b.'ne ait) sap. 4. (teleğe ait) eksen. 5. (atlı arabaya ait) ok. 6. ışın, şua. fiil, argo (birinin) canını yakmak.
shaggy
shag.gy şäg'i sıfat kaba tüylü (tekstil); kaba (sakal v.b.).
shah
shah şa isim şah.
shake a leg
acele etmek, pergelleri açmak.
Shake a leg!
konuşma dili Çabuk ol!
shake hands
el sıkışmak.
shake oneself
silkinmek, silkelenmek.
shake someone off
birinden kurtulmak.
shake someone up
birini (ruhen) sarsmak. 1183
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shake something down
bir şeyi silkeleyip düşürmek.
shake something off
bir şeyden silkinmek/kurtulmak.
shake something out
bir şeyi silkmek.
shake something up
sıvıyı çalkalamak; katı maddeyi sallamak.
shake
shake şeyk isim 1. sarsıntı. 2. (sıvıyı) çalkalama; (katı maddeyi) sallama. 3. (başı, yumruğu) sallama. 4. silkeleme. 5. serpme.
shakedown flight
deneme uçuşu.
shakedown
shake.down şeyk'daun isim, argo birinden para sızdırma.
shaker
shak.er şey'kır isim çalkalama kabı.
shakeup
shake.up şeyk'^p isim reorganizasyon.
shaky
shak.y şey'ki sıfat 1. titrek; sarsak. 2. sağlam olmayan, sakat.
shale
shale şeyl isim killi şist, killi yapraktaşı.
shall
shall şäl yardımcı fiil (should) 1. Gelecek zaman kipinde kullanılır: I shall bolt the door. Kapıyı sürgüleyeceğim. 2. Kararlılık belirtir: I pledge my life that they shall be free. Hür bırakılacaklarına hayatım üzerine ant içerim. 3. Söz verme durumunda kullanılır: You shall have what you need. Size ne gerekirse vereceğim. 4. Emir belirtir: You shall not kill. Öldürmeyeceksin. 5. Kaçınılmazlık belirtir: Whatever shall be .... Ne olacaksa ....
shallot
shal.lot şılat', şäl'ıt isim 1. yabanisarımsak, yabanisarmısak. 2. yeşil soğan, taze soğan.
shallow
shal.low şäl'o sıfat 1. sığ, sığlık. 2. yüzeysel, derine inmeyen, basit. isim sığ yer, sığlık.
sham
sham şäm isim 1. yapmacık, sahtelik. 2. oyun, hile; danışıklı dövüş. sıfat sahte, suni; yalandan. fiil (shammed, shamming) (bir şey) yapar gibi yapmak; yalandan yapmak.
shamble
sham.ble şäm'bıl fiil ayaklarını sürüyerek yürümek.
1184
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shambles
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sham.bles şäm'bılz isim 1. darmadağın bir yer, karmakarışık bir yer; yıkıntı. 2. hercümerç, karışıklık. 3. mezbaha.
shame
shame şeym isim utanç, hicap. Shame on you! Utan! fiil 1. rezil etmek. 2. gölgede bırakmak. 3. (birini) utandırarak (bir şey yapmaya) mecbur etmek.
shamefaced
shame.faced şeym'feyst sıfat 1. utangaç, mahcup, çekingen. 2. utanç içinde.
shameful
shame.ful şeym'fıl sıfat utanç verici, yüz kızartıcı, utandırıcı, utanılacak, ayıp; rezil.
shameless
shame.less şeym'lîs sıfat utanmaz; yüzsüz; utançtan yoksun.
shampoo
sham.poo şämpu' isim şampuan. fiil şampuanla yıkamak.
shamrock
sham.rock şäm'rak isim yonca.
shank
shank şängk isim 1. baldır; incik. 2. kasaplık incik.
shan't
shan't şänt kısaltma shall not .
shanty
shan.ty şän'ti isim baraka.
shape up
(biri) iyi bir yolda olmak; (iş v.b.) iyi gitmek: Things are shaping up well. İşler iyi gidiyor.
shape
shape şeyp isim 1. biçim, şekil. 2. hal. That firm's in bad shape. O firmanın durumu kötü. fiil 1. -i bir şekle sokmak, -e bir şekil vermek. 2. into -den (bir şey) yapmak: He shaped the clay into a pot. Çamurdan bir çömlek yaptı.
shaped
shaped şeypt sıfat (like) şeklinde, biçiminde: heartshaped kalp şeklinde. It's shaped like a pyramid. Şekli piramide benziyor.
shapeless
shape.less şeyp'lîs sıfat biçimsiz, şekilsiz; kalıpsız.
shapely
shape.ly şeyp'li sıfat biçimli, biçimi güzel olan.
share
share şer isim 1. pay, hisse, parça. 2. hisse senedi, aksiyon. fiil 1. paylaşmak. 2. anlatmak, söylemek. 3. (bir fikre) katılmak.
shareholder
share.hold.er şer'holdır isim hissedar, paydaş. 1185
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shark
shark şark isim köpekbalığı.
sharp practice
hileli bir iş.
sharp practices
hileli işler, dalavere.
sharp
sharp şarp sıfat 1. keskin. 2. sivri uçlu. 3. keskin (gözler, görme duyusu). 4. zehir gibi, çok üstün (zekâ); zekâsı zehir gibi. 5. keskin, sert, acı. 6. ani (yükseliş, düşüş, dönüş). 7. çok net. 8. şiddetli (sancı). 9. sert (vuruş, itiş). 10. sert, ters (sözler, söz). 11. kurnaz; kurt. 12. şık, zarif, güzel. 13. tiz (ses). 14. müzik diyez: F sharp Fa diyez. isim, müzik diyez.
sharpen
sharp.en şar'pın fiil 1. (bıçağı) bilemek. 2. (kalemi) sivriltmek, açmak. 3. (ağrıyı) şiddetlendirmek. 4. (zekâyı) geliştirmek. 5. (sesi) tizleştirmek.
sharp-eyed
sharp-eyed şarp'ayd' sıfat keskin gözlü.
sharp-witted
sharp-wit.ted şarp'wît'îd sıfat zekâsı zehir gibi.
shatter
shat.ter şät'ır fiil 1. paramparça etmek, tuzla buz etmek. 2. mahvetmek; bozmak.
shattered
shat.teredsıfat 1. paramparça. 2. mahvolmuş; bozulmuş. 3. İngiliz İngilizcesi çok yorgun, canı çıkmış, bitkin.
shave
shave şeyv fiil (shaved, shaved/shaven) 1. (off) (sakalı, kılları) tıraş etmek. 2. sakal tıraşı olmak: He hasn't shaved for three days. Üç gündür tıraş olmadı. 3. (buz kalıbından) buz kazımak. 4. sıyırmak. 5. rendelemek. isim tıraş: Give me a shave! Beni tıraş et!
shaver
shav.er şey'vır isim elektrikli tıraş makinesi.
shaving
shav.ing şey'vîng isim 1. tıraş etme; tıraş olma. 2. (bir) rende talaşı. 3. çoğul rende talaşı.
shawl
shawl şôl isim şal, atkı.
She can't help shouting at people.
Onun insanlara bağırması elinde değil.
She is herself again.
Kendine geldi.
She is sixty if a day.
En aşağı altmış yaşında olmalı.
She said it herself.
Bizzat kendisi söyledi.
She wasn't born yesterday!
O kaçın kurası!/Onu kolay kolay kandıramazsın! 1186
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
she
she şi zamir, dişil o. sıfat dişi. she-goat keçi.
sheaf
sheaf şif isim (sheaves) bağlam, demet; deste.
shear
shear şîr fiil (sheared/shorn) 1. (hayvanın tüylerini) çok kısa kesmek, kırkmak, kırpmak. 2. (bir çitin dallarını) kısa budamak. 3. off kopmak, iki parçaya ayrılmak.
shears
shears şîrz isim, çoğul 1. kırkı (kırkmaya yarayan alet). 2. bahçıvan makası; çit makası.
shearwater
shear.wa.ter şîr'wôtır isim, zooloji yelkovan.
sheath
sheath şith isim 1. (bıçak, kılıç için) kın. 2. botanik kın. 3. anatomi kılıf.
sheathe
sheathe şidh fiil 1. kınına sokmak, kınlamak. 2. with ile kaplamak.
shebang
she.bang şîbäng' isim, konuşma dili bakınız the whole shebang
shed blood
kan dökmek.
shed light on
-i aydınlatmak, -i açıklamak.
shed
shed şed fiil (shed, shedding) 1. (yaprak, gözyaşı, tüy) dökmek. 2. (su) geçirmemek. 3. (yılan) (gömlek) değiştirmek.
she'd
she'd şid kısaltma 1. she had . 2. she would .
sheen
sheen şin isim parlaklık.
sheep sorrel
botanik kuzukulağı.
sheep
sheep şip isim (sheep) koyun.
sheepfold
sheep.fold şip'fold isim ağıl.
sheepish
sheep.ish şi'pîş sıfat gülünç bir şekilde utangaç; kabahatinden dolayı utangaç.
sheep's sorrel
botanik kuzukulağı.
sheepskin coat
napa palto/ceket.
sheepskin
sheep.skin şip'skîn isim 1. pösteki, koyun postu. 2. konuşma dili üniversite diploması.
sheer
sheer şîr sıfat 1. şeffaf ve ince (kumaş). 2. sırf; bütünüyle: It was sheer luck. Şanstan başka bir şey değildi. 3. sarp, dik.
sheet iron
sac, saç. 1187
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sheet
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sheet şit isim 1. yatak çarşafı, çarşaf. 2. (kâğıt veya yufka için) yaprak. 3. (buz için) tabaka.
sheik
sheik şik, [İngiliz İngilizcesi] şeyk isim şeyh, kabile reisi.
sheikh
sheikh şik, [İngiliz İngilizcesi] şeyk isim şeyh, kabile reisi.
shelf
shelf şelf isim (shelves) 1. raf. 2. coğrafya şelf.
shell
shell şel isim 1. (sert) kabuk; kavkı: sea shell deniz kabuğu. 2. mermi. 3. (fişeğe ait) kovan. 4. içi yok olmuş bir şeyin dışı: I saw only the burned shells of buildings. Ancak yanık binaların dış duvarlarını gördüm. 5. (kürekli) yarış teknesi.
she'll
she'll şil kısaltma she will .
shellac
shel.lac şıläk' isim gomalak.
shellfish
shell.fish şel'fîş isim kabuklular.
shelter
shel.ter şel'tır isim 1. sığınak; barınak; korunak. 2. siper: They took shelter under a tree. Bir ağacın siperine sığındılar. fiil 1. korumak. 2. barındırmak; barınmak. 3. saklanmak; sığınmak; siperlenmek.
sheltered
shel.ter.edsıfat 1. mahfuz; kuytu, siper. 2. kötü ve tatsız şeylerden korunmuş, kötü ve tatsız şeylerden uzak.
shelve
shelve şelv fiil 1. rafa koymak/kaldırmak. 2. rafa koymak/kaldırmak, şimdilik vazgeçmek.
shelves
shelves şelvz isim, çoğul bakınız shelf
shenanigan
she.nan.i.gan şînän'ıgın isim, konuşma dili 1. maskaralık, saçmalık, saçma şey, komik şey. 2. yaramazlık, yaramaz davranış. 3. oyun, hile, numara.
shepherd
shep.herd şep'ırd isim çoban. fiil (rehber veya refakatçi olarak) (birini) getirmek veya götürmek, (birine) refakat etmek.
sherbet
sher.bet şır'bît isim bir çeşit meyveli dondurma.
sheriff
sher.iff şer'îf isim şerif (bir polis amiri).
She's an excellent manager.
İşleri çok iyi çekip çeviriyor.
She's got a heart of gold.
Gönlü çok zengin. 2. Çok merhametli. 1188
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
She's had a stroke of luck.
Talih ona güldü.
She's no raving beauty.
Müthiş güzel bir kadın değil.
shetland wool
şetlant.
shetland
shet.land şet'lınd isim şetlant.
Shi'a
Shi'.a şi'yı isim bakınız the Shi'a
shield
shield şild isim 1. kalkan. 2. siper; koruyucu şey. fiil korumak; siper etmek: He shielded his eyes with his hand. Elini gözlerine siper etti.
shift down into
(belirli bir vitese) almak.
shift for oneself
kendi hayatını kazanmak.
shift gears
vites değiştirmek.
shift one's ground
savunduğu konuyu başka birtakım gerekçelere dayatmak.
shift the blame onto
suçu (birinin) üstüne atmak, (suçu) (birine) yüklemek.
shift up into
(belirli bir vitese) geçmek.
shift
shift şîft isim 1. (rüzgâr için) yönünü değiştirme. 2. vardiya. 3. çok sade bir çeşit kadın elbisesi.
shiftless
shift.less şîft'lîs sıfat haylaz, tembel, miskin.
shifty
shift.y şîf'ti sıfat dalavereci, hilekâr.
Shi'i
Shi'.i şi'yi isim, sıfat Şii.
Shi'ism
Shi'.ism şi'yîzım isim Şiilik.
Shi'ite
Shi'.ite şi'yayt isim, sıfat bakınız Shi'i
shilling
shil.ling şîl'îng isim şilin, eski İngiliz gümüş parası.
shilly-shally
shil.ly-shal.ly şîl'işäl'i fiil 1. tereddütten dolayı harekete geçmemek; kararsızlık içinde dönüp dolaşmak. 2. vakit öldürmek.
shimmer
shim.mer şîm'ır fiil yumuşak ve titrek bir ışıkla parıldamak. isim titrek ışık.
shin down
(ağaç, direk v.b.'ne) (sarılıp bedenini kaydırarak) inmek.
shin up
(ağaç, direk v.b.'ne) (sarılıp bedenini yukarı çekerek) tırmanmak.
shin
shin şîn isim incik kemiği, incik. fiil (shinned, shinning) bakınız shin down shin up 1189
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shinbone
shin.bone şîn'bon isim anatomi incik kemiği.
shindig
shin.dig şîn'dîg isim, konuşma dili şatafatlı bir parti.
shine shoes
ayakkabı boyamak.
shine
shine şayn fiil (shone/[eski] shined) 1. parlamak, ışık saçmak. 2. parlatmak. 3. (bir ışığı) (bir yere) çevirmek. 4. (biri) (belirli bir konuda) çok başarılı olmak. isim parlaklık.
shingle
shin.gle şîng'gıl isim tahta çatı kiremidi, padavra, hartama, yarma (Çatıyı örtmek veya bina duvarını kaplamak için kullanılır.).
shingles
shin.gles şîng'gılz isim, çoğul, tıbbi zona.
shinny down
bakınız shin down
shinny up
bakınız shin up
shinny
shin.ny şîn'i fiil, konuşma dili bakınız shinny up shinny down
shiny
shin.y şay'ni sıfat parlak.
ship out
yola çıkmak. 2. gemiyle gitmek.
ship
ship şîp isim gemi; vapur. fiil (shipped, shipping) 1. (bir şeyi) (bir nakliyat aracıyla) göndermek, yollamak. 2. (bir şeyi) gemiyle yollamak. 3. (kürekleri) fora edip teknenin içine koymak.
shipment
ship.ment şîp'mınt isim 1. gönderilen mal/sipariş. 2. (bir şeyi) (bir nakliyat aracıyla) yollama.
shipowner
ship.own.er şîp'onır isim gemi sahibi.
shipper
ship.per şîp'ır isim siparişi alıp gönderen.
shipping agent
nakliyeci, nakliyatçı.
shipping charge
nakliye, nakliye ücreti; navlun.
shipping company
nakliyat şirketi.
shipping
ship.ping şîp'îng isim 1. gemiler. 2. siparişi alıp gönderme.
shipshape
ship.shape şîp'şeyp sıfat düzgün, muntazam.
shipwreck
ship.wreck şîp'rek isim 1. gemi enkazı. 2. geminin kazaya uğraması.
1190
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shipwrecked
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ship.wrecked şîp'rekt sıfat 1. gemi kazası geçirmiş, kazazede. 2. yıkılmış, tuzla buz olmuş (ümitler v.b.).
shipyard
ship.yard şîp'yard isim tersane.
shire
shire şayr isim İngiltere'de kontluk (idare bölgesi).
shirk
shirk şırk fiil yan çizmek; kaytarmak.
shirt stud
plastron düğmesi.
shirt
shirt şırt isim gömlek.
shirttail
shirt.tail şırt'teyl isim gömlek eteği.
shish kebab
shish ke.bab şîş' kıbab şiş kebap.
shit
shit şît isim, kaba 1. bok. 2. aşağılık herif. ünlem Kahrolsun!
shitty
shit.ty şît'i sıfat, kaba aşağılık, pis, alçak.
shiver
shiv.er şîv'ır fiil ürpermek. isim ürperti: It sent shivers down my spine. Tüylerimi diken diken etti.
shoal
shoal şol isim sığ yer, sığlık.
shock absorber
amortisör (cihaz).
shock therapy
şok tedavisi.
shock
shock şak isim ekin yığını (dikey duran bağlanmış birçok ekin demeti).
shocking
shock.ing şak'îng sıfat insanı çok şaşırtan, şoke eden, sarsıcı.
shod
shod şad fiil bakınız shoe
shoddy
shod.dy şad'i sıfat kalitesiz, tapon; kavaf işi, gelişigüzel yapılmış.
shoe polish
ayakkabı boyası.
shoe repairer
ayakkabı tamircisi.
shoe
shoe şu isim 1. ayakkabı, pabuç. 2. nal. fiil (shod/shoed, shoeing) nallamak, nal çakmak.
shoehorn
shoe.horn şu'hôrn isim ayakkabı çekeceği, çekecek.
shoelace
shoe.lace şu'leys isim ayakkabı bağı, bağcık.
shoeshine parlor
lostra salonu.
shoeshine
shoe.shine şu'şayn isim ayakkabı boyama, lostra.
shoestring
shoe.string şu'strîng isim ayakkabı bağı, bağcık.
shoetree
shoe.tree şu'tri isim ayakkabı kalıbı. 1191
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shone
shone şon fiil bakınız shine
shoo
shoo şu ünlem Defol!/Kışt!/Hoşt!/Pist! fiil away kovmak.
shook
shook şûk fiil bakınız shake
shoot a glance at
-e bakıvermek, -e göz atmak.
shoot ahead
hızla öne geçmek.
shoot at
-e ateş etmek. 2. konuşma dili -i amaçlamak.
shoot back at someone
birinin ateşine karşılık vermek. 2. birine cevap yetiştirmek.
shoot by
yıldırım hızıyla geçmek.
shoot down
(uçağa) ateş edip düşürmek.
shoot for
konuşma dili -i amaçlamak.
shoot it out
(bir meseleyi halletmek için) karşılıklı ateş etmek.
shoot one's bolt
elinden geleni yapmak.
shoot one's mouth off
konuşma dili patavatsızca konuşmak.
shoot one's wad
konuşma dili parasının hepsini harcamak.
shoot out
fırlamak.
shoot past
yıldırım gibi geçmek.
shoot the breeze
konuşma dili çene çalmak, kaynatmak; yarenlik etmek.
shoot the bull
konuşma dili çene çalmak, kaynatmak; yarenlik etmek.
shoot up
(birinin boyu) hızla uzamak. 2. hızla yükselmek. 3. (alev) parlamak. 4. damardan uyuşturucu almak. 5. her tarafa ateş etmek; her tarafa rasgele ateş etmek.
shoot
shoot şut fiil (shot) 1. (kurşun, ok, top) atmak. 2. (bir hedefi) (silahla) vurmak. 3. from -den fışkırmak. 4. (bir şeyi) tükürüvermek. 5. (ağrı) (belirli bir yer boyunca) yayılıvermek. 6. (sinema kamerasıyla) (film) çekmek. 7. (misket, bilardo) oynamak. isim 1. filiz, sürgün. 2. av, avlama.
shooting brake
İngiliz İngilizcesi steyşın.
shooting of a film
filmin çevirimi.
shooting range
atış poligonu, poligon.
shooting star
akanyıldız, ağma.
1192
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shooting
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shoot.ing şu'tîng isim 1. ateş, ateşli silahların atılması. 2. (ateşli silahla) birinin yaralanması veya öldürülmesi. 3. (hedefi) (silahla) vurma. 4. sinema çevirim.
shop around
en uygun fiyatların peşinde çarşı pazar dolaşmak.
shop assistant
İngiliz İngilizcesi tezgâhtar.
shop
shop şap isim 1. (perakende satış yapılan) dükkân. 2. (zanaatçıya ait) atölye; tamirhane. 3. (ortaokul ve liselerde) zanaat dersi. fiil (shopped, shopping) (for) (belirli şeylerin peşinde) çarşı pazar dolaşmak.
shopkeeper
shop.keep.er şap'kipır isim çarşı esnafı, esnaf, dükkâncı.
shoplift
shop.lift şap'lîft fiil dükkânlardan (mal) aşırmak; dükkânlardan mal aşırmak.
shopping center
alışveriş merkezi, çarşı.
shopping
shop.ping şap'îng isim (belirli şeylerin peşinde) çarşı pazar dolaşma.
shopwindow
shop.win.dow şap'wîndo isim vitrin.
shopworn
shop.worn şap'wôrn sıfat (rafta satılmadan uzun zaman kalıp) eskimiş (mal).
shore
shore şôr fiil 1. up (bir şeyin çökmesini önlemek için) bir tarafına destek koymak, desteklemek, payanda vurmak. 2. up (fiyatları) desteklemek.
shoreline
shore.line şôr'layn isim kıyı şeridi.
shorn
shorn şôrn fiil bakınız shear
short and sweet
az ve öz.
short cut
kestirme yol.
short measure
eksik ölçü.
short of
- den başka: She tried everything short of firing him. Onu sepetlemekten başka her şeyi denedi.
short story
hikâye, öykü.
short wave
radyo kısa dalga.
short
short şôrt sıfat 1. kısa. 2. kısa boylu, kısa. 3. ters, sert, gönül kırıcı. isim, elektrik kısa devre.
shortage
short.age şôr'tîc isim eksiklik; kıtlık. 1193
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shortchange
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
short.change şôrt'çeync fiil 1. (birine) paranın üstünü eksik olarak vermek. 2. (birini) (bir şeyden) mahrum bırakmak; (birine) (bir şeyi) gerekli miktarda vermemek.
short-circuit
short-cir.cuit şôrtsır'kît fiil 1. kısa devre yapmak. 2. (aradaki şeyleri) atlayıp geçmek.
short-coming
short-com.ing şôrt'k^mîng isim kusur, eksik, noksan.
shortcut
short.cut şôrt'k^t isim kestirme, kestirme yol.
shorten
short.en şôr'tın fiil kısaltmak; kısalmak.
shortening
short.en.ing şôr'tınîng isim (hamur yapımında kullanılan) katı yağ.
shorthand
short.hand şôrt'händ isim stenografi, steno.
shorthanded
short.hand.ed şôrt'händîd sıfat bakınız be shorthanded
shortlived
short.lived şôrt'layvd, şôrt'lîvd sıfat kısa ömürlü.
shortly
short.ly şôrt'li zarf 1. kısa bir zamanda. 2. az bir mesafeden sonra: It's shortly beyond that house. O evin biraz ötesinde. 3. kısaca, az ve öz bir şekilde. 4. ters bir şekilde.
shortness
short.ness şôrt'nîs isim 1. kısalık. 2. kısa boyluluk. 3. terslik, sertlik. 4. eksiklik.
shorts
shorts şôrts isim, çoğul 1. şort. 2. (erkek için) külot.
shortsighted
short.sight.ed şôrt'say'tîd sıfat 1. miyop. 2. öngörüsü olmayan.
short-term
short-term şôrt'tırm' sıfat kısa vadeli.
shortwave
short.wave şôrt'weyv' isim kısa dalga.
shot put
spor 1. gülle atma. 2. gülle atışı.
shot
shot şat isim 1. (mermi, roket için) atım, atış; (top için) vuruş; (top için) şut. 2. (çifte namlulu av tüfeği için) saçma. 3. spor gülle. 4. konuşma dili fırsat. 5. sinema çekim. 6. konuşma dili fotoğraf. 7. iğne, iğne yoluyla verilen ilaç: He got a shot. İğne oldu.
shotgun
shot.gun şat'g^n isim 1. çifte, çifte namlulu av tüfeği. 2. tek bir oda genişliğinde bütün odaları arka arkaya sıralanan ev. 1194
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük should
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
should şûd yardımcı fiil 1. Manevi zorunluluk gösterir: I think I should go. Gitsem iyi olur galiba. Why shouldn't I go? Niçin gitmeyeyim. You should have said "No!" "Hayır!" demeliydin. How should she have known he was a rogue? Serseri olduğunu ne bilsindi. 2. İhtimal gösterir: The weather should be nice. Herhalde hava güzel olur. 3. Bazı şartlı cümlelerde kullanılır: You can use the house should the weather turn bad. Hava bozarsa evden yararlanabilirsiniz. 4. Şaşkınlık belirtir: At that moment who should telephone but Mehmet himself! O an kim telefon etse beğenirsin? Mehmet'in ta kendisi! 5. Gelecek zamanı göstermek için kullanılır: He said he should go. Gideceğini söyledi. 6. Olumluyken olumsuz bir anlam gösterir: She should worry, with her good looks! O güzelliğiyle endişe etmesine hiç gerek yok aslında!
shoulder bag
omuz çantası.
shoulder blade
kürek kemiği.
shoulder to shoulder
omuz omuza, yan yana. 2. omuz omuza, dayanışma içinde.
shoulder
shoul.der şol'dır isim 1. omuz. 2. dağ yamacının üst bölümü. 3. kasaplık kürek, kürek eti. 4. banket. fiil 1. omzuna almak, omzuna vurmak, omuzlamak. 2. (bir işi, bir görevi) yüklenmek, omuzlamak. 3. omuzlamak, omzuyla itmek.
shouldn't
should.n't şûd'ınt kısaltma should not .
shout someone down
bağırarak birini konuşturtmamak.
shout
shout şaut fiil bağırmak; haykırmak. isim bağırtı, bağırış; haykırı, haykırış.
shove off
denizcilikle ilgili avara etmek. 2. gitmek, çıkmak, palamarı çözmek.
shove something into
bir şeyi (bir yere) sokmak.
shove
shove ş^v fiil (sert bir şekilde) itmek. isim itiş.
shovel food into one's mouth
yemeği hapır hupur yemek/atıştırmak. 1195
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shovel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shov.el ş^v'ıl isim kürek. fiil (shoveled/shovelled, shoveling/shovelling) kürekle atmak, küreklemek, küremek, kürümek.
show biz
oyunculuk; artistlik.
show business
oyunculuk; artistlik.
show dirt
kir tutmak.
show disrespect for
-e saygısızlıkta bulunmak.
Show me the hows and the whys of it.Bana işin nedenlerini anlatın. show of strength
kuvvet gösterisi.
show off
gösteriş yapmak, fiyaka satmak, caka satmak. 2. gururla göstermek.
show one's face
gözükmek, görünmek.
show one's hand
niyetini açıklamak.
show one's teeth
dişlerini göstermek, tehdit etmek.
show one's true colors
asıl karakterini açığa vurmak.
show signs of
(birinde) (belirli bir şeyin) belirtileri gözükmek.
show someone around
birini gezdirmek, birine rehberlik etmek.
show someone in
birini içeri almak, birini buyur etmek, birini içeriye buyur etmek.
show someone out
birini kapıya kadar uğurlamak.
show someone the door
birini kovmak, birine kapıyı göstermek.
show someone the way to do something
birine bir şeyin nasıl yapıldığını göstermek.
show someone up
birinin foyasını ortaya çıkarmak. 2. birini utandırmak.
show up
konuşma dili 1. gelmek. 2. çıkagelmek.
show
show şo fiil (showed, shown) 1. göstermek. 2. görünmek, gözükmek. isim 1. televizyon program, izlence. 2. şov, revü. 3. sergi. 4. gösteri: air show uçuş gösterisi. 5. müsamere. 6. gösteriş, sahte davranış. 7. konuşma dili iş; kuruluş: Who's running this show? Burasını kim yönetiyor?
showcase
show.case şo'keys isim vitrin, camekân.
showdown
show.down şo'daun isim bir kavganın galibini belirleyecek olay.
1196
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shower
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
show.er şau'wır isim 1. kısa süren yağmur. 2. duş, duş yapma. 3. duş, duş yapma yeri. 4. duş, duş yapmayı sağlayan aygıt. 5. geline veya bebeğe hediye verilen parti. fiil 1. yağmur yağmak. 2. yağmak. 3. yağdırmak. 4. duş yapmak/almak.
shown
shown şon fiil bakınız show
showoff
show.off şo'wôf isim gösteriş yapan kimse, fiyakacı, cakacı.
showroom
show.room şo'rum isim galeri (bir malın sergilendiği salon).
showy
show.y şo'wi sıfat gösterişli; göz boyayan.
shrank
shrank şrängk fiil bakınız shrink
shrapnel
shrap.nel şräp'nıl isim, askeri şarapnel.
shred
shred şred isim 1. ince şerit. 2. ufak parça, parçacık. fiil (shredded, shredding) 1. dilmek; ditmek. 2. lime lime etmek.
shrew
shrew şru isim 1. zooloji sivrifare. 2. şirret kadın, şirret.
shrewd
shrewd şrud sıfat kurnaz; açıkgöz, hinoğlu.
shrewish
shrew.ish şru'wîş sıfat şirret.
shriek
shriek şrik fiil çığlık atmak; feryat etmek. isim çığlık; feryat.
shrill
shrill şrîl sıfat tiz (ses), tiz sesli; kulak tırmalayıcı.
shrimp
shrimp şrîmp isim 1. karides. 2. argo bücür kimse, bücür, bızdık.
shrine
shrine şrayn isim tapınak, mabet.
shrink from
(korkudan) -den çekinmek.
shrink
shrink şrîngk fiil (shrank/shrunk, shrunk/shrunken) 1. (kumaş) çekmek, daralıp kısalmak; (kumaşı) çektirmek. 2. (bir şeyin) suyu çekilmek; (bir şeyin) suyunu çektirmek. 3. azalmak; azaltmak. 4. (bir şeyin) değeri azalmak; (bir şeyin) değerini azaltmak. 5. sinmek, pusmak. isim, konuşma dili psikiyatr, ruh doktoru.
shrinkage
shrink.ageisim 1. (kumaşta) çekme. 2. fire.
1197
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shrivel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shriv.el şrîv'ıl fiil (shriveled/shrivelled, shriveling/shrivelling) kuruyup buruş buruş olmak; büzüşmek.
shroud
shroud şraud isim 1. kefen. 2. örtü; tabaka. fiil kaplamak; örtmek; gizlemek.
shrub
shrub şr^b isim çalı.
shrubbery
shrub.ber.y şr^b'ıri isim 1. çalılar. 2. çalılık.
shrug
shrug şr^g fiil (shrugged, shrugging) omuz silkmek. isim omuz silkme.
shrunk
shrunk şr^ngk fiil bakınız shrink
shrunken
shrunk.en şr^ngk'ın fiil bakınız shrink
shuck
shuck ş^k isim mısır koçanını saran yapraklar. fiil (mısır) soymak, (mısır koçanı) soymak.
Shucks!
konuşma dili Hay Allah!
shudder
shud.der ş^d'ır fiil ürpermek; titremek. isim ürperti; titreme, titreyiş.
shuffle one person in among others
birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one person in with others
birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one thing in among others
birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle one thing in with others
birini/bir şeyi başkalarına katmak.
shuffle
shuf.fle ş^f'ıl fiil 1. (iskambil kâğıtlarını) karıştırmak, karmak. 2. (bir şeyleri) bir yerden alıp başka yere koymak. 3. (ayaklarını) sürümek, sürüklemek; ayaklarını sürüyerek yürümek. isim 1. iskambil kâğıtlarını karıştırma. 2. ayaklarını sürüyerek yürüme.
shun
shun ş^n fiil (shunned, shunning) -den uzak durmak, -e yaklaşmamak.
shunt
shunt ş^nt fiil 1. demiryolu (vagonu, katarı) bir hattan başka hatta geçirmek; (vagonu, katarı) barınma hattına veya manevra hattına almak. 2. (önemli bir yerden) (önemsiz bir yere veya makama) tayin etmek. isim, elektrik şönt.
shush
shush ş^ş fiil susmak; susturmak.
shut down
(fabrika, işyeri v.b.'ni) kapatmak. 1198
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shut off
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(ışık, gaz, makine v.b.'ni) kapatmak, kapamak; (ışık, makine v.b.) kapanmak. 2. from -den uzak tutmak; -den ayırmak; -den yoksun bırakmak.
shut one's ears to
-e kulaklarını tıkamak.
shut one's eyes to
-e göz yummak, -i görmezlikten gelmek.
shut oneself away in
(bir yere) kapanmak.
shut oneself in
(bir yere) kapanmak.
shut oneself up in
(bir yere) kapanmak.
shut out
kapatmak; kesmek, girmesini engellemek.
shut someone up in
birini (bir yere) kapatmak.
shut someone up
konuşma dili birini susturmak, birinin çenesini kapatmak.
shut something in
bir şeyi (bir yere) sıkıştırmak: She shut the door on her finger. Parmağını kapıya sıkıştırdı.
shut something on
bir şeyi (bir yere) sıkıştırmak: She shut the door on her finger. Parmağını kapıya sıkıştırdı.
shut up
konuşma dili susmak. 2. (bir yeri) kapatmak.
Shut your trap!
Kapat çeneni!/Kıs gaganı!
shut
shut ş^t fiil (shut, shutting) kapatmak, kapamak; kapanmak: The door won't shut. Kapı kapanmıyor. The schools have been shut for a month. Okullar bir aydır kapalı.
shutdown
shut.down ş^t'daun isim fabrikayı kapatma.
shutter speed
fotoğrafçılık poz süresi.
shutter
shut.ter ş^t'ır isim 1. panqur. 2. kepenk. 3. fotoğrafçılık obtüratör, örtücü.
shuttle diplomacy
mekik diplomasisi.
shuttle
shut.tle ş^t'ıl isim 1. iki yer arasında sürekli sefer yapan yolcu aracı. 2. _dokumacılık_ mekik. fiil iki/birkaç yer arasında getirip götürmek; iki/birkaç yer arasında gidip gelmek, mekik dokumak.
shy away from
-den çekinmek, -den kaçınmak.
shy
shy şay fiil (at) ürkmek.
1199
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük shyness
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
shy.nessisim çekingenlik, sıkılganlık, tutukluk, utangaçlık, mahcubiyet, ürkeklik.
shyster
shy.ster şays'tır isim, konuşma dili 1. üçkâğıtçı avukat veya politikacı. 2. üçkâğıtçı, sahtekâr.
si
si si isim, müzik si notası, gamın yedinci notası.
Siamese cat
siyamkedisi.
Siamese twins
Siyam ikizleri, yapışık ikizler.
Siamese
Si.a.mese saymiz', sayımiz' isim, tarih (Siamese) 1. Siyamlı. 2. Siyamca, Tayca. 3. siyamkedisi. sıfat 1. Siyam, Siyam'a özgü. 2. Siyamca, Tayca. 3. tarih Siyamlı.
Siberia
Si.be.ri.a saybir'iyı isim Sibirya.
Siberian
isim Sibiryalı. sıfat 1. Sibirya, Sibirya'ya özgü. 2. Sibiryalı.
Sicilian
Si.cil.ian sîsîl'yın isim Sicilyalı. sıfat 1. Sicilya, Sicilya'ya özgü. 2. Sicilyalı.
Sicily
Sic.i.ly sîs'ıli isim Sicilya.
sick at heart
üzgün, kederli.
sick bay
revir.
sick leave
hastalık izni.
sick
sick sîk sıfat 1. hasta, rahatsız. 2. ruhen hasta. isim, İngiliz İngilizcesi kusmuk. fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili up kusmak.
sicken
sick.en sîk'ın fiil 1. tiksindirmek, midesini bulandırmak. 2. hastalanmak. 3. midesi bulanmak; midesini bulandırmak. 4. of -den illallah demek.
sickening
sick.en.ing sîk'ınîng sıfat 1. mide bulandırıcı. 2. iğrenç, mide bulandırıcı, tiksindirici. 3. korkunç.
sickle
sick.le sîk'ıl isim orak. fiil orakla biçmek.
sickly
sick.ly sîk'li sıfat 1. hastalıklı. 2. solgun ve nahoş (renk, tebessüm). 3. mide bulandırıcı. 4. sağlıklı olmayan (iklim).
sickness
sick.ness sîk'nîs isim 1. hastalık. 2. mide bulantısı.
side by side
yan yana. 1200
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
side dish
baş yemek dışındaki yiyecek.
side effect
yan etki, yan tesir.
side street
yan sokak.
side
side sayd isim 1. yan, taraf: One side of the sheet was blank. Sayfanın bir yüzü boştu. Look at the matter from all sides. Meseleye her yönden bak. I've got a pain in my right side. Sağ yanımda bir ağrı var. He's Turkish on his father's side. Baba tarafından Türktür. 2. denizcilikle ilgili borda. 3. kenar. 4. taraf: Which side are you for? Hangi tarafı tutuyorsun? sıfat 1. yan, ikinci derecede olan, ikincil. 2. bir yanda bulunan, yan.
sideboard
side.board sayd'bôrd isim büfe (bir mobilya).
sideburns
side.burns sayd'bırnz isim, çoğul favori (sakal vey saç).
sided
sid.ed say'dîd sıfat yanlı, taraflı: an eight- sided figure sekiz yanlı bir şekil. a many-sided person çok yönlü bir kişi.
sidekick
side.kick sayd'kîk isim, konuşma dili arkadaş, yardımcı.
sidelong
side.long sayd'lông zarf yandan: He looked sidelong at her. Ona yan gözle baktı. sıfat yandan olan: a sidelong glance yan yan bakma.
sidestep
side.step sayd'step fiil (sidestepped, sidestepping) - den kaçmak, -e yan çizmek.
sideswipe
side.swipe sayd'swayp fiil (bir şeye) yandan çarpmak.
sidetrack
side.track sayd'träk isim, demiryolu barınma hattı; rampa hattı. fiil 1. (birini) asıl amacından saptırmak; (birini) lafa boğmak. 2. demiryolu -i barınma hattına almak.
sidewalk
side.walk sayd'wôk isim yaya kaldırımı, kaldırım, trotuar.
sideways
side.ways sayd'weyz zarf 1. yandan. 2. yan yan: Move sideways! Yan yan git! 3. yanlamasına, yan. 4. yana.
sidle up to
(birinin) yanına yaklaşmak, (birine) yanaşmak.
1201
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sidle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
si.dle sayd'ıl fiil 1. yan yan gitmek. 2. (biri) yanaşmak. 3. yan yan getirmek; (gemiyi) yanaştırmak.
siege
siege sic isim kuşatma, muhasara.
Sierra Leone
Si.er.ra Le.o.ne sîyer'ı liyon', sîyer'ı liyo'ni Sierra Leone.
Sierra Leonean
Sierra Leoneli. 2. Sierra Leone, Sierra Leone'ye özgü.
sieve
sieve sîv isim elek; kalbur. fiil elekten geçirmek, elemek; kalburdan geçirmek, kalburlamak.
sift
sift sîft fiil 1. elekten geçirmek, elemek; kalburdan geçirmek, kalburlamak. 2. (through) incelemek, tetkik etmek, inceleyerek okumak. 3. (out) from inceleyerek (bir grubu) (başka bir gruptan) ayırmak.
sifter
sift.er sîft'ır isim (mutfakta kullanılan) un eleği.
sigh for
-in hasretini çekmek.
sigh
sigh say fiil 1. iç çekmek, içini çekmek, iç geçirmek, ahlamak, göğüs geçirmek. 2. (rüzgâr) hafifçe inlemek. isim iç çekme, göğüs geçirme.
sight
sight sayt isim 1. görüş, görme yetisi. 2. görünüş, manzara: What a lovely sight you are! Bu ne güzellik böyle! 3. çoğul görülecek yerler, turistik yerler.
sight-see
sight-see sayt'si fiil turistik yerleri gezmek.
sight-seeing
sight-see.ingisim turistik yerleri gezme.
sight-seer
sight-seerisim turist.
sign away
kendi imzasıyla (bir şeyi) (başkasına) devretmek.
sign for
(başka birinin) namına imza atmak. 2. (bir şeyi) alabilmek için imza atmak.
sign in
(bir yere girerken) deftere imza atmak.
sign off
(radyo spikeri) programının bittiğini söylemek. 2. konuşma dili mektubu bitirmek, mektubu noktalamak.
sign on
ekibe (sözleşmeli olarak) katılmak. 2. ekibe (sözleşmeli olarak) almak: Let's sign him on! Onu ekibimize alalım!
sign one's name
imzasını atmak.
sign out
(bir yerden çıkarken) deftere imza atmak.
sign over
kendi imzasıyla (bir şeyi) (başkasına) devretmek. 1202
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sign someone on
(birini) kontratla takıma almak.
sign up for
(-e) kendi kaydını yapmak/yaptırmak, kaydolmak, yazılmak.
sign up
(-e) kendi kaydını yapmak/yaptırmak, kaydolmak, yazılmak.
sign
sign sayn isim 1. işaret: plus sign artı işareti. 2. levha; tabela. 3. belirti, alamet, emare: This is a sign that he's improving. Bu, onun iyileştiğine alamet.
signal tower
demiryolu manevra kulesi, kumanda kulesi.
signal
sig.nal sîg'nıl isim işaret; sinyal. fiil işaret etmek; işaret vermek.
signatory
sig.na.to.ry sîg'nıtôri isim (anlaşma) imzalayan devlet.
signature
sig.na.ture sîg'nıçır isim imza.
significance
sig.nif.i.cance sîgnîf'ıkıns isim 1. önem. 2. anlam.
significant
sig.nif.i.cant sîgnîf'ıkınt sıfat 1. kayda değer, önemli, mühim; dikkate değer. 2. anlamlı, manalı.
signify
sig.ni.fy sîg'nıfay fiil anlamına gelmek, göstermek: What does this signify? Bu ne anlama geliyor?
signpost
sign.post sayn'pôst isim yol gösteren levha; işaret direği.
Silence ensued.
Onu sessizlik izledi.
silence
si.lence say'lıns isim sessizlik, sükût. fiil susturmak.
silencer
si.lenc.er say'lınsır isim 1. (tabanca veya tüfek için) susturucu. 2. İngiliz İngilizcesi susturucu, egzoz.
silent
si.lent say'lınt sıfat sessiz.
silhouette
sil.hou.ette sîluwet' isim siluet, gölge görüntü.
silicon
sil.i.con sîl'ıkın isim, kimya silisyum.
silicone
sil.i.cone sîl'ıkon isim, kimya silikon.
silk
silk sîlk isim ipek.
silken
silk.en sîl'kın sıfat 1. ipek gibi. 2. ipekten yapılmış, ipekli.
silky
silk.y sîl'ki sıfat 1. ipek gibi. 2. kadife gibi (ses, ten).
sill
sill sîl isim 1. (pencere için) denizlik. 2. (kapı için) eşik. 1203
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
silly
sil.ly sîl'i sıfat 1. aptal, ahmak. 2. gülünç, saçma.
silo
si.lo say'lo isim silo.
silt
silt sîlt isim çökelme sonucu oluşan çamur ve kum tabakası. fiil up kum ve çamurla doldurmak/dolmak.
silver jubilee
evliliğin yirmi beşinci yıldönümü.
silver
sil.ver sîl'vır fiil 1. gümüşle kaplamak. 2. gümüş renge dönüştürmek.
silver-plated
sil.ver-platedsıfat gümüş kaplama.
silverware
sil.ver.ware sîl'vırwer isim (sofrada kullanılan) çatal, bıçak ve kaşıklar.
silvery
sil.ver.y sîl'vıri sıfat 1. gümüşi. 2. berrak (ses).
similar
sim.i.lar sîm'ılır sıfat benzer, benzeş: It's similar to that. Ona benzer bir şey. These two things are similar. Bu iki şey birbirine benziyor. Emre and Feyhan are similar to each other in certain ways. Emre ve Feyhan'ın benzer tarafları var.
similarity
sim.i.lar.i.ty sîmıler'ıti isim benzerlik, benzeyiş, benzeşlik.
similarly
sim.i.lar.lyzarf 1. birbirine benzer bir şekilde. 2. aynı şekilde.
simile
sim.i.le sîm'ıli isim benzetme, benzeti, teşbih.
Simmer down!
konuşma dili Sakin ol!
simmer
sim.mer sîm'ır fiil 1. (kaynama noktasının biraz altında bir derecede) pişmek veya pişirmek. 2. (gizli bir iş) kaynamak. 3. with (öfke v.b. duygularla) (için için) kaynamak, dolu olmak.
simper
sim.per sîm'pır fiil aptal aptal sırıtmak, pişmiş kelle gibi sırıtmak. isim aptalca sırıtış.
simple
sim.ple sîm'pıl sıfat 1. sade, süssüz. 2. anlaması veya yapılması kolay, kolay, basit: a simple solution kolay bir çözüm. 3. kendi halinde, sıradan (kimse). 4. saf, kolayca aldatılabilen. 5. geri zekâlı; bunak. 6. Bir şeyin tekliğini vurgulamak için kullanılır: It's a desire for
1204
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
revenge, pure and simple. Bir intikam alma hırsından başka bir şey değil. simpleminded
sim.ple.mind.ed sîm'pılmayn'dîd sıfat 1. basit, saf, kurnaz olmayan (kimse). 2. fazla basit (çare, cevap v.b.). 3. geri zekâlı.
simpleton
sim.ple.ton sîm'pıltın isim aptal, avanak.
simplicity
sim.plic.i.ty sîmplîs'ıti isim 1. sadelik, süssüzlük. 2. basitlik. 3. sıradanlık. 4. saflık, kolayca aldatılabilme.
simplification
sim.pli.fi.ca.tion sîmplıfîkey'şın isim 1. basitleştirme, yalınlaştırma; basitleşme, yalınlaşma. 2. kolaylaştırma.
simplify
sim.pli.fy sîm'plıfay fiil 1. basitleştirmek, yalınlaştırmak. 2. kolaylaştırmak.
simply
sim.ply sîm'pli zarf 1. sade bir şekilde, gösterişsiz bir şekilde. 2. açık ve samimi bir şekilde. 3. Bir şeyin tekliğini vurgulamak için kullanılır: He writes simply because he likes to. Yazı yazmasının tek sebebi hoşuna gitmesi. I simply can't! Bunu yapamam! 4. basit bir şekilde, kolay bir şekilde. 5. konuşma dili çok, tek kelimeyle: They're simply magnificent! Bunlar tek kelimeyle muhteşem.
simulate
sim.u.late sîm'yıleyt fiil 1. taklidini yapmak; gibi yapmak: She simulated concern. İlgi gösterir gibi yaptı. 2. -in benzerini yapmak.
simultaneous
si.mul.ta.ne.ous saymıltey'niyıs sıfat aynı zamanda olan, aynı zamanda meydana gelen, simültane, eşzamanlı, eşanlı.
sin of omission
ihmal suçu.
sin
sin sîn fiil (sinned, sinning) günah işlemek; günaha girmek.
Sinai
Si.nai say'nay, say'niyay isim Sina.
Since when ...?
Ne zamandan beri ...?: Since when have you been doing this? Bunu ne zamandan beri yapıyorsun?
since when
o zamandan beri: He suffered a fall last May, since when he's been confined to a wheelchair. Geçen Mayıs 1205
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ayında düştü ve o zamandan beri tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. Since when?
Ne zamandan beri?
since
since sîns zarf o zamandan beri, ondan sonra: He left Saturday, and I haven't seen him since. Cumartesi gitti; o zamandan beri görmedim. They started the work then and have been at it ever since. İşe o zaman başladılar ve o zamandan bu yana yapıyorlar. edat -den beri, -den itibaren. bağlaç 1. -eli, -eli beri, -eliden beri. They've grown a lot since I saw them. Ben görmeyeli onlar çok büyümüş. 2. -diğine göre, mademki, madem: Since you're so wealthy why don't you just buy the whole building? Mademki bu kadar zenginsin, neden binanın hepsini almıyorsun?
sincere
sin.cere sînsîr' sıfat içten, samimi, candan.
Sincerely yours,
Saygılarımla.
sincerely
sin.cere.ly sînsîr'li zarf içtenlikle, samimiyetle.
sincerity
sin.cer.i.ty sînser'ıti isim içtenlik, samimiyet.
sine
sine sayn isim, matematik sinüs.
sinecure
si.ne.cure say'nıkyûr, sîn'ıkyûr isim kolay ve iyi maaşlı bir iş.
sinew
sin.ew sîn'yu isim 1. kas kirişi, sinir. 2. kuvvet, güç.
sinewy
sin.ew.y sîn'yuwi sıfat 1. adaleli. 2. kuvvetli, güçlü. 3. sinirli (et).
sinful
sin.ful sîn'fıl sıfat günahkâr, günahlı (kimse); günah olan (bir şey).
sing a baby to sleep
bebeği ninni söyleyerek uyutmak.
sing a different tune
ağız değiştirmek.
sing
sing sîng fiil (sang, sung) 1. (şarkı) söylemek. 2. (kuş, böcek) ötmek; (kuş) şakımak.
Singapore
Sin.ga.pore sîng'ıpor isim Singapur.
Singaporean
Sin.ga.po.re.an sîngıpor'iyın isim Singapurlu. sıfat 1. Singapur, Singapur'a özgü. 2. Singapurlu.
1206
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük singe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
singe sînc fiil (singeing) azıcık yakmak. isim hafif yanık.
singer
sing.er sîng'ır isim şarkıcı.
singing
sing.ing sîng'îng isim 1. şarkı söyleme. 2. ötme; şakıma.
single file
zarf tek sıra halinde.
single
sin.gle sîng'gıl sıfat 1. tek: I can't think of a single example. Tek bir örnek gelmiyor aklıma. 2. bekâr, evlenmemiş. 3. tek kişilik. 4. yalınkat (çiçek); çiçekleri yalınkat olan (bitki). isim, İngiliz İngilizcesi gidiş bileti; dönüş bileti.
single-breasted
sin.gle-breast.ed sîng'gılbres'tîd sıfat tek sıra düğmeli (ceket).
single-handed
sin.gle-hand.ed sîng'gılhän'dîd zarf Tek başına, kendi başına, yalnız başına.
single-handedly
sin.gle-hand.ed.ly sîng'gılhän'dîdli zarf Tek başına, kendi başına, yalnız başına.
single-minded
sin.gle-mind.ed sîng'gılmayn'dîd sıfat tek bir amaç güden.
singlet
sin.glet sîng'glît isim, İngiliz İngilizcesi atlet fanilası, atlet.
singly
sin.gly sîng'gli zarf 1. tek tek, teker teker, bir bir. 2. tek başına, kendi başına, yalnız başına.
singular
sin.gu.lar sîng'gyılır sıfat 1. dilbilgisi tekil. 2. büyük, fevkalade. 3. nadir. 4. tuhaf.
singularity
sin.gu.lar.i.ty sîng.gyılerıti isim 1. tuhaflık. 2. dilbilgisi tekillik.
sinister
sin.is.ter sîn'îstır sıfat netameli; kötü.
sink into a chair
bir koltuğa çökmek.
sink into a deep sleep
derin bir uykuya dalmak.
sink their differences
aralarındaki anlaşmazlıkları bertaraf etmek.
sink without a trace
sırra kadem basmak.
sink
sink sîngk fiil (sank/sunk, sunk/sunken) 1. batmak; batırmak. 2. batmak, mahvolmak; batırmak, 1207
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
mahvetmek. 3. azalmak; (bir şeyin) değeri azalmak. 4. (kötü bir şey yapmaya) tenezzül etmek. 5. (kuyu, maden ocağı v.b.'ni) açmak. 6. into gitgide (kötü bir şeyin) pençesine düşmek. 7. konuşma dili in -e (para) harcamak/yatırmak/koymak; -e (emek) harcamak. 8. in ( on ) kafasına dank etmek. sinless
sin.less sîn'lîs sıfat günahsız.
sinner
sin.ner sîn'ır isim günahkâr, günahlı.
sinuous
sin.u.ous sîn'yuwıs sıfat yılankavi, dolambaçlı.
sinus
si.nus say'nıs isim, anatomi sinüs.
sinusitis
si.nus.i.tis saynısay'tîs isim, tıbbi sinüzit.
sip
sip sîp fiil (sipped, sipping) yudumlamak, yudum yudum içmek. isim yudum.
siphon
si.phon say'fın isim sifon borusu. fiil 1. sifon borusuyla (bir şeyi) çekmek/boşaltmak. 2. (off) çekmek, almak.
sir
sir sır isim 1. efendim, beyefendi. 2. İngiliz İngilizcesi Sör ... (bir asalet unvanı): Sir Walter Raleigh Sör Walter Raleigh.
sire
sire sayr isim 1. baba, peder. 2. bir hayvanın babası: Arap's sire was Karabaş. Arap'ın babası Karabaş'tı. 3. eski Majesteleri. (Krala hitap ederken kullanılırdı.). fiil -in babası olmak.
siren
si.ren say'rın isim siren, canavar düdüğü.
sirloin
sir.loin sır'loyn isim sığır filetosu.
sirup
sir.up sır'ıp isim bakınız syrup
sis
sis sîs isim, konuşma dili kızkardeş.
sissy
sis.sy sîs'i isim hanım evladı.
sister
sis.ter sîs'tır isim 1. kızkardeş. 2. İngiliz İngilizcesi hastalara bakan hemşirenin unvanı: Sister Wiseman. 3. Sör (rahibelere verilen unvan): Sister Agnes Sör Agnes.
sisterhood
sis.ter.hood sîs'tırhûd isim kızkardeşlik.
sister-in-law
isim görümce; yenge; baldız.
sisterly
sis.terlysıfat kızkardeşe yakışır.
sit down
oturmak. 1208
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sit in for
(birine) vekâlet etmek.
sit in on
dinleyici olarak (bir toplantıya) katılmak.
sit on the fence
tarafsız kalmak. 2. kararsız olmak.
sit on
(bir şeyi) alıp hiçbir şey yapmamak. 2. -i azarlamak, -i haşlamak.
sit someone down
birini oturtmak.
sit someone up
yatan birini oturtmak.
sit through something
bir şeyi sonuna kadar oturarak izlemek.
sit tight
sıkı durmak.
sit up straight
dik oturmak.
sit up
dik oturmak. 2. (gece) yatmamak; for (gece) yatmayıp (birini) beklemek.
sit well with
(birinin) hoşuna gitmek; (bir şeyi) uygun bulmak.
sit
sit sît fiil (sat, sitting) 1. oturmak. 2. (bir yerde) kalmak, durmak; bulunmak: The statue's been sitting in that corner for years. Heykel yıllardır o köşede duruyor. 3. on (heyete) üye olmak. 4. (resmi bir meclis, kurul v.b.) toplantı halinde olmak: The court sat for three weeks. Mahkeme üç hafta boyunca sürdü. 5. İngiliz İngilizcesi (imtihan) olmak, (sınava) girmek; (sınavda) olmak. 6. (tavuk) kuluçkaya oturmak/yatmak.
sitcom
sit.com sît'kam isim, konuşma dili, televizyon, radyo komedi programı.
sit-down strike
oturma grevi.
site
site sayt isim yer: picnic site piknik yeri.
sit-in
sit-in sît'în isim (protesto amacıyla) bir yerde yapılan oturma eylemi.
sitter
sit.ter sît'ır isim çocuk bakıcısı.
sitting duck
kolaylıkla aldatılabilen kimse; kolaylıkla saldırılabilecek kimse.
sitting room
İngiliz İngilizcesi oturma odası, salon.
sitting
sit.ting sît'îng isim 1. oturma, oturuş. 2. oturum, celse.
situated
sit.u.at.ed sîç'uweytıd sıfat bakınız be situated
1209
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük situation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sit.u.a.tion sîçuwey'şın isim 1. durum, vaziyet. 2. yer. 3. iş; görev; ekmek kapısı.
six by nine
altıya dokuz ebadında.
six
six sîks sıfat altı. isim altı, altı rakamı (4, VI).
sixfold
six.foldsıfat, zarf altı kat, altı misli. çıkar.
sixgun
six.gun sîks'g^n isim bakınız six-shooter
six-pack
six-pack sîks'päk isim altı kutuluk paket; altı kutuluk karton.
six-shooter
six-shoot.er sîks'şutır isim altıpatlar.
sixteen
six.teen sîks'tin' sıfat on altı. isim on altı, on altı rakamı (34 XVI).
sixteenth
six.teenthsıfat, isim 1. on altıncı. 2. on altıda bir.
sixth sense
altıncı his.
sixth
sixth sîksth sıfat, isim 1. altıncı. 2. altıda bir.
sixtieth
sixtiethsıfat, isim 1. altmışıncı. 2. altmışta bir.
sixty
six.ty sîks'ti sıfat altmış. isim altmış, altmış rakamı (48, LX).
sizable
siz.a.ble say'zıbıl sıfat oldukça büyük.
size
size sayz isim 1. büyüklük. 2. (ayakkabı için) numara; (elbise için) beden; (şişe veya kutu için) boy. fiil up -i anlamaya çalışmak, -i ölçüp biçmek, -i tartmak; -in nasıl bir şey/biri olduğunu anlamak.
sizeable
size.a.ble say'zıbıl sıfat bakınız sizable
sizzle
siz.zle sîz'ıl fiil cızırdamak, cızıldamak. isim cızırtı, cızıltı.
skate on thin ice
tehlikeli veya çok rizikolu bir durumda bulunmak.
skate
skate skeyt isim paten. fiil patinaq yapmak.
skater
skat.er skey'tır isim patinaqcı.
skating rink
patinaj alanı.
skating
skat.ingisim patinaq.
skedaddle
ske.dad.dle skîdäd'ıl fiil, konuşma dili koşup gitmek, tüyüp gitmek.
skein
skein skeyn isim (yün, ip v.b. için) çile, kangal.
skeleton in the closet
utanılacak bir sır. 1210
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
skeleton key
(kilit açmak için) maymuncuk.
skeleton
skel.e.ton skel'ıtın isim 1. iskelet. 2. iskelet, karkas.
skeptic
skep.tic skep'tîk isim şüpheci kimse.
skeptical
skep.tic.alsıfat 1. kuşkulu, şüphe içinde. 2. şüpheci, kuşkucu, septik.
skepticism
skep.tic.ismisim 1. şüpheci yaklaşım, şüpheci tavır. 2. şüphecilik, kuşkuculuk, septisizm.
sketch
sketch skeç isim 1. taslak, eskiz, eskis; kroki. 2. skeç. fiil -i taslak halinde çizmek; taslak çizmek.
sketchy
sketch.y skeç'i sıfat yarım yamalak, oldukça eksik.
skew
skew skyu sıfat 1. eğri, çarpık. 2. birbirine paralel olmayan. isim 1. eğrilik, çarpıklık. 2. bükülme. fiil 1. eğriltmek, çarpıtmak. 2. (bir şeyin anlamını) çarpıtmak.
skewer
skew.er skyu'wır isim (şiş kebap v.b. için kullanılan) şiş. fiil -i şişe geçirmek.
ski
ski ski isim kayak, ski. fiil kayak yapmak.
skid mark
patinaj izi.
skid to a halt
(araba) kayarak durmak; (arabayı) kaydırarak durdurmak.
skid
skid skîd isim 1. (araba için) kayma, patinaq. 2. _tersane_ kızak, kızak ızgarası. 3. tekerlek pabucu. fiil (skidded, skidding) (araba) kaymak, patinaj yapmak; kaydırmak, patinaj yaptırmak.
skier
skierisim kayakçı.
skiing
ski.ingisim kayak, ski, kayak yapma; kayakçılık.
skilful
skil.ful skîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız skillful
skill
skill skîl isim beceri, maharet, ustalık, hüner, marifet.
skilled worker
kalifiye işçi.
skilled
skilled skîld sıfat teknik bilgisi iyi olan; işini iyi yapan.
skillet
skil.let skîl'ît isim tava.
skillful
skill.ful skîl'fıl sıfat becerikli, marifetli.
skim milk
yağsız/ az yağlı/imansız süt.
skim
skim skîm fiil (skimmed, skimming) 1. (off) (bir sıvının yüzeyinden) (kaymak, yağ v.b.'ni) almak. 2. 1211
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
through/over (bir şeyi) çabuk ve üstünkörü okumak, -e göz gezdirmek. 3. (bir şeyin) üstüne dokunurmuşçasına alçaktan uçmak. 4. across (taş) (suyun) üstünde seke seke gitmek; (taşı) (suyun) üstünde sektirmek. skimmed milk
yağsız/ az yağlı/imansız süt.
skimmer
skim.mer skîm'ır isim kevgir.
skimp
skimp skîmp fiil 1. on gerekenden az bir miktarı kullanmak veya vermek, -i esirgemek. 2. lüks olmayan bazı masraflardan kaçınarak tasarruf yapmak.
skimpy
skimpysıfat 1. yemeği az olan (sofra). 2. eksik, yetersiz. 3. dar ve kısa, düttürü.
skin diver
balıkadam.
skin
skin skîn fiil (skinned, skinning) 1. -in derisini yüzmek. 2. sıyırmak; hafif yaralamak. 3. (kabuğunu, dış zarını) soymak, çıkarmak. 4. konuşma dili (alive) çok azarlamak, haşlamak; cezalandırmak; dövmek. 5. konuşma dili kazıklamak, dolandırmak. 6. up (ağaç, direk v.b.'ne) tırmanmak, tırmanarak çıkmak. 7. down (ağaç, direk v.b.'nden) inmek. 8. through (dar bir yerden) güçbela/ancak geçmek. 9. through güçbela başarmak/becermek.
skin-deep
skin-deep skîn'dip' sıfat derine gitmeyen, yüzeysel, sathi.
skinflint
skin.flint skîn'flînt isim pinti, cimri.
skinny
skin.ny skîn'i sıfat sıska.
skinny-dip
skin.ny-dip skîn'idîp fiil (skinny-dipped, skinnydipping) çıplak yüzmek.
skintight
skin.tight skîn'tayt sıfat vücuda âdeta yapışan, çok dar (giysi).
skip bail
konuşma dili (kefaletle tahliye edilen sanık) hazır bulunması gereken duruşmaya gelmemek.
skip lunch
öğle yemeğini yememek.
skip rope
ip atlamak.
1212
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük skip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
skip skîp fiil (skipped, skipping) 1. hoplaya zıplaya yürümek. 2. bir şeyleri atlayarak (başka bir konuya) geçmek; (bir konudan) (başka bir konuya) atlayarak geçmek; - i atlayarak geçmek, atlamak. 3. (gidilmesi gereken bir toplantı veya yere) gitmemek. 4. aniden (bir yerden) gitmek. 5. konuşma dili off/out kaçıp gitmek, tüymek.
skipper
skip.per skîp'ır isim, denizcilikle ilgili kaptan.
skirmish
skir.mish skır'mîş isim, askeri çarpışma, çatışma. fiil, askeri kısa bir süre çarpışmak.
skirt
skirt skırt isim 1. etek. 2. çoğul (yer için) sınırlar; (şehir için) varoşlar, banliyöler, (dağ için) etekler. fiil 1. (bir yerin) etrafından geçmek. 2. -den uzak durmak, -e dokunmamak.
skirting
skirt.ingisim, İngiliz İngilizcesi süpürgelik, sıvadibi.
skit
skit skît isim skeç.
skittish
skit.tish skît'îş sıfat 1. havai, delişmen, hoppa. 2. ürkek (at).
skittles
skit.tles skît'ılz isim, çoğul dokuz kuka oyunu.
skive
skive skayv fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (off) kaytarmak, işten kaçmak.
skivvy
skiv.vy skîv'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili hizmetçi. fiil hizmetçilik yapmak.
skulduggery
skul.dug.ger.y sk^ld^g'ıri isim dalavere, numara, entrika.
skulk away
gizlice uzaklaşmak.
skulk
skulk sk^lk fiil gizlice gitmek; hırsız gibi dolanmak.
skull
skull sk^l isim 1. kafatası. 2. kurukafa, baş iskeleti.
skullcap
skull.cap sk^l'käp isim takke.
skullduggery
skull.dug.ger.y sk^ld^g'ıri isim dalavere, numara, entrika.
skunk
skunk sk^ngk isim 1. kokarca. 2. konuşma dili yaramaz kimse. 3. konuşma dili pis herif, ipe gelesi herif. fiil,
1213
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili (bir oyunda) bozguna uğratmak, fena halde bastırmak. sky blue
gök mavisi.
sky
sky skay isim gökyüzü, gök, sema.
skyjack
sky.jack skay'cäk fiil (hava korsanı) (uçağı) ele geçirmek.
skyjacker
sky.jackerisim hava korsanı.
skylark
sky.lark skay'lark isim tarlakuşu, toygar, çayırkuşu.
skylight
sky.light skay'layt isim çatı penceresi.
skyline
sky.line skay'layn isim (binalar, dağlar v.b.'nin ufukta çizdiği) siluet.
skyrocket
sky.rock.et skay'rakît isim havai fişek. fiil birdenbire yükselmek veya artmak, fırlamak; birdenbire yükseltmek.
skyscraper
sky.scrap.er skay'skreypır isim gökdelen.
skyward
sky.ward skay'wırd zarf göğe doğru.
skywards
sky.wards skay'wırdz zarf göğe doğru.
slab
slab släb isim 1. (bina, kat, dans pisti, taraça, beton yol v.b.'nin döşemesini oluşturan) beton parçası, plak. 2. taş levha. 3. (masaya ait) tabla; (kasabın üstünde et kestiği kalın tahta) tezgâh. 4. (ekmek, kek için) kalın dilim.
slack off
(işler) durgunlaşmak, kesatlaşmak. 2. işi gevşetmek.
slack
slack släk sıfat 1. gevşek. 2. laçka; özensiz, gelişigüzel. 3. durgun, kesat. isim bakınız take up the slack fiil 1. azaltmak; azalmak. 2. (halatı) boşaltmak, laçka etmek, gevşetmek.
slacken
slack.en släk'ın fiil 1. yavaşlatmak; azaltmak; yavaşlamak; azalmak. 2. (halatı) boşaltmak, laçka etmek, gevşetmek. 3. hızını kaybetmek.
slacker
slack.er släk'ır isim kaytarıcı.
slacks
slacks släks isim pantolon.
slag
slag släg isim cüruf, dışık.
slain
slain sleyn fiil bakınız slay
1214
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük slake
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
slake sleyk fiil 1. (susuzluğunu) gidermek. 2. (kireci) söndürmek.
slaked lime
sönmüş kireç.
slam
slam släm fiil (slammed, slamming) 1. (kapıyı, kapağı) çarparak kapatmak, çarpmak. 2. (down) (hızlı ve gürültülü bir şekilde) indirmek. 3. ağır bir şekilde eleştirmek.
slander
slan.der slän'dır isim iftira. fiil -e iftira etmek, -e kara çalmak, -i karalamak.
slanderous
slan.der.ous slän'dırıs sıfat iftira niteliğinde.
slang
slang släng isim argo.
slant
slant slänt fiil yana yatmak, yana eğilmek, meyletmek, meyilli olmak, eğik olmak, eğimli olmak. isim 1. eğim, meyil. 2. taksim işareti, taksim. 3. bakış açısı, görüş açısı.
slant-eyed
slant-eyed slänt'ayd sıfat çekik gözlü.
slap
slap släp fiil (slapped, slapping) 1. sille atmak, tokat atmak, tokatlamak; şamar atmak, şamarlamak. 2. çarpmak, vurmak. 3. on (bir şeyi) gürültülü bir şekilde (bir yere) koyuvermek. 4. (gelişigüzel) koyuvermek. isim sille, tokat; şamar.
slapdash
slap.dash släp'däş' sıfat, isim bakınız in a slapdash manner
slapstick
slap.stick släp'stîk isim abartılı hareketler, düşüp kalkmalar v.b.'yle oynanan komedi.
slash mark
taksim işareti, taksim.
slash
slash släş fiil 1. (kesici bir aleti kuvvetle savurarak) kesmek. 2. kamçılamak. 3. (fiyatları, bütçeyi v.b.'ni) çok indirmek. 4. across/against (yağmur) -e kuvvetle vurmak. isim 1. (kılıç, bıçak v.b. ile indirilen) kuvvetli darbe. 2. uzun kesik, uzun yara. 3. yırtmaç. 4. (fiyat v.b.'nde yapılan) büyük indirim. 5. taksim işareti, taksim.
1215
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük slat
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
slat slät isim (pencere kafesini oluşturan) ahşap çubuk; lata; bağdadi çıtası; çıta, tiriz.
slate
slate sleyt isim 1. kayağantaş, arduvaz. 2. kayağantaş levhası, arduvaz levhası, arduvaz. 3. taş tahta. 4. (seçim için) aday listesi.
slattern
slat.tern slät'ırn isim pasaklı kadın, bitli kokuş.
slatternly
slat.ternlysıfat pasaklı (kimse); kirli ve düzensiz (yer).
slaughter
slaugh.ter slô'tır isim 1. (kasaplık hayvanı) kesme, kesim. 2. öldürme, katil. fiil 1. (kasaplık hayvanı) kesmek. 2. katletmek. 3. konuşma dili (rakip takımı) büyük bir yenilgiye uğratmak, mahvetmek.
slaughterhouse
slaugh.ter.house slô'tırhaus isim mezbaha, kesimevi.
Slav
Slav slav, släv isim İslav.
slave
slave sleyv isim köle. fiil away köle gibi çalışmak.
slaver
slav.er släv'ır fiil 1. salya akıtmak, salyası akmak. 2. after/over heyecanla takip etmek. isim ağızdan akan salya.
slavery
slav.er.y sley'vıri, sleyv'ri isim kölelik.
Slavic
sıfat İslav.
slavish imitation
körü körüne taklit etme.
slavish
slav.ish sley'vîş sıfat köle gibi, köleye yakışır.
Slavonia
Sla.vo.ni.a slıvon'yı, slıvo'niyı isim Slavonya.
slay
slay sley fiil (slew, slain) öldürmek.
sleaze
sleaze sliz isim 1. adilik, bayağılık; pespayelik. 2. hırpanilik, derbederlik.
sleazy
slea.zy sli'zi sıfat 1. ucuz ve pis (yer). 2. adi, bayağı; pespaye. 3. derme çatma, çürük, çerden çöpten.
sled
sled sled isim kızak. fiil (sledded, sledding) 1. kızakla gitmek. 2. -i kızakla taşımak.
sledge
sledge slec isim bakınız sledgehammer
sledgehammer
sledge.ham.mer slec'hämır isim balyoz, varyos; şahmerdan.
sleek
sleek slik sıfat 1. parlak (saç, tüy); saçı veya tüyleri parlak olan. 2. hatları ince ve zarif olan. 1216
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sleep around
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili dilediği kişiyle düşüp kalkmak, çeşitli insanlarla yatmak.
sleep in
(uykudan) geç kalkmak.
sleep like a log
derin derin uyumak.
sleep like a top
çok iyi uyumak.
sleep off
(bir şeyin etkisini veya bir duyguyu) uyuyarak geçiştirmek.
sleep something off
(bir şeyin etkisini veya bir duyguyu) uyuyarak geçiştirmek.
sleep through something
bir şey olup biterken uyumak: She slept through the explosion. Patlama oldu bitti ve o hiç uyanmadı.
sleep with
(biriyle) düşüp kalkmak, yatmak.
sleep
sleep slip fiil (slept) uyumak.
sleeper
sleep.er sli'pır isim 1. uyuyan kimse. 2. demiryolu yataklı vagon. 3. demiryolu travers. 4. pijama; bebek tulumu.
sleepers
isim, çoğul piqama; bebek tulumu.
sleeping bag
uyku tulumu.
Sleeping Beauty
Uyuyan Güzel.
sleeping car
yataklı vagon.
sleeping pill
uyku hapı.
sleeping
sleep.ing sli'pîng isim uyuma. sıfat uyuyan.
sleepless
sleep.less slip'lîs sıfat uykusuz.
sleepwalk
sleep.walk slip'wôk fiil uykuda gezmek.
sleepwalker
sleep.walk.er slip'wôkır isim uyurgezer.
sleepwalking
sleep.walk.ingisim uyurgezerlik.
sleepy
sleep.y sli'pi sıfat 1. uykusu gelmiş, uykulu. 2. çok sakin, çok hareketsiz (yer).
sleet
sleet slit isim sulusepken kar. fiil sulusepken kar yağmak/düşmek.
sleeve link
İngiliz İngilizcesi kol düğmesi.
sleeve
sleeve sliv isim 1. (giysi için) kol. 2. (boru için) manşon, ek bileziği; rakor. 3. İngiliz İngilizcesi (plak için) karton. 1217
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sleeved
sleevedsıfat kollu.
sleeveless
sleeve.lesssıfat kolsuz.
sleigh
sleigh sley isim (atla çekilen) yolcu kızağı.
sleight of hand
el çabukluğu, hokkabazlık. 2. kurnazlıkla yapılan hile.
sleight
sleight slayt isim bakınız sleight of hand
slender
slen.der slen'dır sıfat 1. ince, narin; hatları ince ve güzel. 2. az. 3. yetersiz.
slept
slept slept fiil bakınız sleep
sleuth
sleuth sluth isim dedektif.
slew
slew slu fiil bakınız slay
slice
slice slays isim dilim. fiil (ekmek, kek, peynir v.b.'ni) dilimlemek; (havuç, patates v.b. sebzeyi) doğramak: Will you slice me a piece of bread? Bana bir dilim ekmek keser misin?
slick one's hair back with
briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp yatırmak.
slick one's hair back
briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp yatırmak.
slick one's hair down with
briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp yatırmak.
slick one's hair down
briyantin veya su sürerek saçlarını arkaya/yana tarayıp yatırmak.
slick oneself up
iki dirhem bir çekirdek giyinmek.
slick
slick slîk sıfat 1. kaygan. 2. kurnaz; cerbezeli. 3. görünümü çekici, içi kof. 4. usta işi (şey). isim su yüzündeki yağ tabakası.
slicker
slick.er slîk'ır isim yağmurluk.
slid
slid slîd fiil bakınız slide
slide projector
diyapozitif projeksiyon makinesi, slayt göstericisi.
slide rule
hesap cetveli.
slide
slide slayd isim 1. kayma, kayış; (araba için) patinaq. 2. düşüş. 3. kaydırak (çocuklar için oyun aracı). 4. dia, diyapozitif, slayt. 5. (mikroskopta kullanılan) lam. 6. heyelan, toprak kayması. 1218
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sliding door
sürme kapı.
slight
slight slayt fiil adam yerine koymamak; önemsememek. isim adam yerine koymama; önemsememe.
slim pickings
konuşma dili kıtlık, darlık, imkânsızlık.
slim
slim slîm sıfat (slimmer, slimmest) 1. ince. 2. zayıf, az (ihtimal, ümit).
slime
slime slaym isim 1. suyun yüzeyinde duran alg veya bakteri tabakası. 2. sümük.
slimy
slim.y slay'mi sıfat 1. sümükle kaplı, sümük bulaşmış. 2. sümük gibi, sümüksü. 3. alçak, pis, iğrenç.
sling
sling slîng isim 1. (taş atmak için) sapan. 2. (yük kaldırmak için) izbiro, sapan. 3. (kırık kol v.b. için) askı. fiil (slung) 1. (ağ) atmak. 2. sapanla (taş) atmak. 3. (giysiyi) (omzuna) atmak.
slingshot
sling.shot slîng'şat isim sapan.
slink
slink slîngk fiil (slunk) sinsi sinsi gitmek/yürümek.
slinky
slink.y slîng'ki sıfat 1. sinsi (hareket). 2. vücuda çok hoş bir şekilde oturan (rop).
slip from someone's mouth
birinin ağzından kaçmak.
slip of the tongue
sürçülisan, dil sürçmesi.
slip one's mind
unutmak, aklından çıkmak: It slipped my mind. Onu unuttum.
slip one's shoulder
omzu çıkmak.
slip someone's notice
birinin gözünden kaçmak.
slip
slip slîp fiil (slipped, slipping) 1. kaymak: My foot slipped. Ayağım kaydı. 2. away/out dikkati çekmeden sessizce gitmek; in dikkati çekmeden sessizce girmek. 3. off (giysiyi) çıkarmak; on/into (giysiyi) giymek. 4. (değer) düşmek: They've slipped in my opinion. Gözümden düştüler. 5. up hata yapmak, yanlış yapmak. 6. belli etmeden (bir şeyi) (bir yere) koymak, sıkıştırmak, tutuşturmak. 7. out of (bir yerden) belli etmeden çıkmak, sıvışmak. 8. (hayvan) (kendini 1219
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bağlayan bir şeyden) kurtulmak. 9. (durum) kötüye gitmek. 10. by (zaman) akıp gitmek. slipcover
slip.cov.er slîp'k^vır isim koltuk veya kanepe kılıfı.
slipknot
slip.knot slîp'nat isim ilmik, bağlandığı yerde aşağı yukarı inip çıkan düğüm.
slipped disk
tıbbi yerinden kaymış disk.
slipper
slip.per slîp'ır isim terlik; pantufla.
slippery
slip.per.y slîp'ıri sıfat 1. kaygan. 2. hiç sağlam olmayan (durum). 3. güvenilmez, kaypak, hilebaz.
slipshod
slip.shod slîp'şad sıfat yarımyamalak, üstünkörü.
slipup
slip.up slîp'^p isim hata, yanlış, falso.
slit
slit slît fiil (slit, slitting) yarmak, yarık açmak; uzunluğuna kesmek. isim yarık; uzun ve dar bir kesik veya delik; yırtmaç.
slither
slith.er slîdh'ır fiil 1. dengesini kaybetmişçesine kaymak; düşe kalka ilerlemek. 2. sürünerek gitmek; yılan gibi sürünüp gitmek.
sliver
sliv.er slîv'ır isim 1. kıymık. 2. ince dilim. 3. dar ve uzunca şey.
slob
slob slab isim kaba saba kimse, hödük.
slobber
slob.ber slab'ır fiil ağzından salya akmak. isim ağızdan akan salya.
slog
slog slag fiil (slogged, slogging) 1. (çamurda yürür gibi) bata çıka ilerlemek. 2. durmadan çalışmak, harıl harıl çalışmak. isim 1. zor yürüyüş. 2. uzun ve zor çalışma.
slogan
slo.gan slo'gın isim slogan.
slop
slop slap isim 1. (hayvana verilen) yemek artıklarından oluşan sulu yiyecek. 2. dışkı ve sidik. 3. tadı yavan olan sulu yemek. 4. aşırı duygusal söz veya yazı. fiil (slopped, slopping) 1. (bir sıvıyı) kazara dökmek. 2. (hayvanlara) sulu bir hale getirilmiş yemek artıkları vermek.
1220
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük slope
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
slope slop isim 1. bayır, yokuş, rampa. 2. eğim. fiil meyletmek, eğimli olmak.
sloppy
slop.py slap'i sıfat 1. yarım yamalak, baştan savma yapılmış. 2. hiç titiz olmayan, son derece dikkatsiz. 3. şapşal (giysi).
slosh
slosh slaş fiil 1. çalkalanmak, çalkanmak; çalkalamak, çalkamak. 2. dökmek; sıçratmak.
sloshed
sloshedsıfat, konuşma dili sarhoş.
slot machine
kumar makinesi. 2. meşrubat otomatı; yiyecek otomatı.
slot
slot slat isim 1. dar ve uzun yiv veya açıklık; delik. 2. konuşma dili yer.
sloth
sloth slôth isim 1. tembellik. 2. tembelhayvan.
slothful
sloth.ful slôth'fıl sıfat tembel.
slouch
slouch slauç fiil 1. yorgun argın ve tembel tembel yürümek, oturmak veya bir yere yaslanarak durmak. 2. (omuzlarını) çökertmek. 3. sarkmak. isim 1. aylak, haylaz. 2. yorgun ve tembel yürüyüş, oturuş veya duruş tarzı.
slough
slough sl^f fiil 1. off (yılan) (gömleğini) değiştirmek. 2. off -i bir tarafa atmak; -i gidermek.
Slovak
Slo.vak slo'vak, slo'väk isim, sıfat 1. Slovak. 2. Slovakça.
Slovakia
Slo.vak.i.a slova'kiyı, slovak'yı, slovä'kiyı, sloväk'yı isim Slovakya.
sloven
slov.en sl^v'ın isim 1. pasaklı kimse, çapaçul kimse; bitli kokuş. 2. tembel, haylaz, aylak.
Slovene
Slo.vene slo'vin isim, sıfat 1. Sloven; Slovenyalı. 2. Slovence.
Slovenia
Slo.ve.ni.a slovin'yı, slovi'niyı isim Slovenya.
Slovenian
isim, sıfat 1. Sloven; Slovenyalı. 2. Slovence.
slovenly
slov.en.lysıfat 1. pasaklı ve tembel. 2. dikkatsizlik yüzünden hatalı (bir şey). 3. hiç titiz olmayan, savruk, çok dikkatsiz, savsak, çok ihmalkâr. 4. pasaklı, çapaçul (giyiniş, kılık). 1221
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük slow
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
slow slo sıfat 1. yavaş; ağır, yavaş giden; uzun süren; yavaş yavaş etkileyen. 2. geç anlayan, zor anlayan. 3. kesat, durgun. 4. geri (saat). zarf yavaş, yavaş yavaş; ağır. fiil (down/up) yavaşlamak; yavaşlatmak.
slowdown
slow.down slo'daun isim 1. yavaşlama; (işlerde) durgunluk, durgunlaşma. 2. yavaşlatma grevi, yavaşlatma.
slowly
slow.lyzarf yavaş yavaş; ağır ağır.
slowness
slow.nessisim 1. yavaşlık; ağırlık. 2. kesatlık, durgunluk. 3. (saat için) geri kalma.
slowpoke
slow.poke slo'pok isim, konuşma dili işi ağırdan alan kimse, yavaş giden kimse.
slowwitted
slow.wit.ted slo'wîtıd sıfat zor anlayan, kalın kafalı.
sludge
sludge sl^c isim 1. (motorda oluşan) tortulaşmış yağ. 2. (su veya pissu arıtma işleminde oluşan) tortul atık. 3. (kuyu açarken çıkarılan) çamur. 4. (akarsu veya deniz yatağındaki) tortu, çamur.
slue
slue slu isim bakınız slew
slug
slug sl^g isim yumruk, yumruk darbesi. fiil (slugged, slugging) 1. (birine) okkalı bir yumruk atmak/indirmek. 2. (beysbol topuna) kuvvetle vurmak. 3. yumruklaşmak.
sluggard
slug.gard sl^g'ırd isim miskin, uyuşuk.
sluggish
slug.gish sl^g'îş sıfat 1. yavaş giden, yavaş, durgun. 2. kesat, durgun. 3. ağır kanlı. 4. ağır işleyen.
slum
slum sl^m isim halkı yoksul, binaları derme çatma olan mahalle/semt.
slumber
slum.ber sl^m'bır fiil uyumak; hafif uyumak. isim uyku; hafif uyku.
slump
slump sl^mp isim 1. (fiyat, oy, müşteri sayısı v.b.'nde) düşüş, düşme. 2. iktisadi bunalım. fiil 1. onto/to/over -in üstüne çöküvermek. 2. into -e çöküvermek. 3. -e yığılmak. 4. (fiyat, oy, müşteri sayısı v.b.) düşmek.
slung
slung sl^ng fiil bakınız sling
slunk
slunk sl^ngk fiil bakınız slink 1222
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük slur
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
slur slır fiil (slurred, slurring) 1. over -i geçiştirmek, üstünde durmadan geçivermek. 2. (tane tane söyleyeceğine) hecelerini karıştırmak; -in hecelerini karıştırmak. isim hakaret; iftira.
slurp
slurp slırp fiil höpürdetmek, höpür höpür içmek.
slush
slush sl^ş isim 1. erimeye başlamış kar, eriyen kar. 2. aşırı duygusallık.
slut
slut sl^t isim 1. kaltak, paçoz, orospu. 2. pasaklı kadın, bitli kokuş.
sly
sly slay sıfat (slyer/slier, slyest/sliest) sinsi.
smack in
tam. 2. kuvvetle.
smack into
tam. 2. kuvvetle.
smack on
tam. 2. kuvvetle.
smack one's lips
dudaklarını şapırdatmak.
smack onto
tam. 2. kuvvetle.
smack
smack smäk isim 1. şapırtı, şapırdama, öpme sesi. 2. şap sesi. 3. şaplak, sille, tokat. 4. küt sesi. fiil 1. şapırdatarak öpmek veya içmek, şapır şupur/şapır şapır öpmek veya içmek. 2. on -e şaplak atmak, -e tokat şaplatmak. 3. down on küt diye (bir yere) vurmak.
smack-dab
smack-dabzarf tam.
small arms
hafif silahlar.
small change
bozuk para, bozukluk.
small fry
çoğul 1. çocuklar, ufaklıklar. 2. önemsiz kimseler.
small hours
gece yarısından sonraki üç dört saat.
small intestine
incebağırsak.
small of the back
sırtın en dar kısmı.
small talk
havadan sudan konuşma, hoşbeş.
small
small smôl sıfat 1. küçük; ufak. 2. cömertlikten yoksun, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen, çok bencil. isim bakınız smalls
small-minded
small-mind.ed smôl'mayn'dîd sıfat 1. cömertlikten yoksun, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen, çok bencil. 2. dar kafalı. 1223
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
smallpox
small.pox smôl'paks isim çiçek hastalığı, çiçek.
smalls
İngiliz İngilizcesi, çoğul, konuşma dili iç çamaşırı, çamaşır.
small-time
small-timesıfat ikinci derecede, üçüncü sınıf, ufak çapta.
smarmy
smarm.y smar'mi sıfat, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili yağcı, pohpohlayıcı.
smart aleck
ukala, bilgiç; kendini bir şey zanneden kimse.
smart
smart smart sıfat 1. zeki, akıllı. 2. şık; zarif. 3. hızlı (bir şey). 4. kuvvetli (bir şey). 5. incitici, kırıcı, acı (söz). 6. arsızca ve zekâ dolu (bir şey).
smartass
smart.ass smart'äs isim, sıfat, argo ukala, bilgiç.
smarten a place up
birine/bir yere çekidüzen vermek.
smarten someone up
birine/bir yere çekidüzen vermek.
smarten
smart.en smar'tın fiil bakınız smarten someone up smarten a place up
smash someone's face in
birinin façasını almak, birinin çenesini dağıtmak: I'll smash your face in! Façanı alırım ha!
smash
smash smäş fiil 1. paramparça etmek; paramparça olmak, tuzla buz olmak. 2. (in) (kuvvetli bir darbeyle) kırmak. 3. through (bir şeyi) (kuvvetle) atarak (başka bir şeyi) kırmak. 4. (up) mahvetmek; dağıtmak; tarumar etmek. 5. spor smaçlamak, smaç vurmak, smaç yapmak. isim 1. kuvvetli bir yumruk/darbe. 2. küt sesi. 3. paramparça olma. 4. şangırtı. 5. (iki taşıt arasındaki) çarpışma. 6. iflas. 7. büyük hit, büyük sükse yapan film veya müzik parçası. 8. spor smaç.
smashing
smash.ing smäş'îng sıfat harika, süper.
smashup
smash.up smäş'^p isim 1. (iki taşıt arasındaki) çarpışma. 2. çöküş; iflas.
smattering
smat.ter.ing smät'ırîng isim (belirli bir konuda) azıcık bir bilgi: She has a smattering of Greek. Azıcık Rumcası var.
1224
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük smear
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
smear smîr fiil 1. on/with (yağlı, kolayca dağılan veya yapışkan bir şeyi) (bir yere) sürmek. 2. bulaştırmak: You've smeared these lines so much I can't read them. Bu satırlara elini o kadar sürüp kurşunu bulaştırmışsın ki okuyamıyorum. 3. bulaşmak. 4. -e leke sürmek, -i lekelemek, -i karalamak, (birinin elinde delil yokken) (başkasına) suç yüklemek. 5. tamamıyla yenmek, ezmek, işini bitirmek. isim 1. (yağlı veya yapışkan bir şeyin yaptığı) leke. 2. karalama, delile dayanmayan suçlama.
smell a place up
bir yeri kokutmak.
smell a rat
bir katakullinin kokusunu almak.
smell to high heaven
pis kokmak.
smell
smell smel fiil (smelled/smelt) 1. koklamak; -in kokusunu duymak/almak. 2. -in kokusundan (bir şeyi) anlamak. 3. -i sezmek, -in kokusunu almak. 4. (of) (belirli bir şeyin) kokusu olmak; kokmak. This place smells of the sea. Burası deniz kokuyor. 5. (kötü) kokmak.
smelly
smellysıfat pis kokan.
smelt
smelt smelt fiil bakınız smell
smidgen
smid.gen smîc'ın isim, konuşma dili azıcık bir miktar.
smile
smile smayl fiil 1. gülümsemek, tebessüm etmek. 2. gülümseyerek (bir şeyi) göstermek. 3. on (talih, doğa v.b.) -e gülmek. isim gülümseme, tebessüm.
smirch
smirch smırç fiil 1. -e leke sürmek, -i lekelemek, -i karalamak. 2. kirletmek; bulaştırmak. isim leke.
smirk
smirk smırk fiil (kendinden memnun bir şekilde) sırıtmak. isim (birinin kendinden memnun olduğunu gösteren) sırıtış.
smite
smite smayt fiil (smote, smitten) 1. sert bir şekilde vurmak. 2. öldürmek; mahvetmek, batırmak; cezaya çarptırmak.
1225
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük smith
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
smith smîth isim 1. nalbant. 2. demirci, demir eşya yapan veya onaran kimse.
smithereens
smith.er.eens smîdhırinz' isim, çoğul ufacık parçalar.
smithy
smithyisim 1. nalbant dükkânı. 2. demirci dükkânı.
smitten
smit.ten smît'ın fiil bakınız smite
smock
smock smak isim (ilikli ve kollu) önlük, iş önlüğü.
smog
smog smag isim kirli hava, kirli hava kütlesi; dumanlı sis.
smoke an animal out
içinde bulunduğu yeri dumanla doldurarak birini/bir hayvanı dışarı çıkarmak.
smoke bomb
sis bombası.
smoke screen
sis perdesi.
smoke someone out
içinde bulunduğu yeri dumanla doldurarak birini/bir hayvanı dışarı çıkarmak.
smoke something out
bir şeyi meydana çıkarmak.
smoke
smoke smok isim 1. duman. 2. konuşma dili sigara. 3. duman rengi, füme. fiil 1. sigara içmek; (sigara, pipo, puro, afyon v.b.'ni) içmek. 2. tütmek; duman çıkarmak; dumanı geri vermek. 3. (et, balık) füme etmek, tütsülemek, dumana tutmak, dumanlamak. 4. (arıları) dumanla sersemletmek. 5. (bir yeri) dumanlandırmak, sislendirmek, sislemek.
smoked
smokedsıfat füme, tütsülenmiş (et, balık).
smokeless
smoke.lesssıfat dumansız; duman çıkarmayan.
smoker
smok.er smo'kır isim 1. sigara, puro veya pipo içen kimse. 2. demiryolu sigara içilebilen vagon.
smokestack
smoke.stack smok'stäk isim (vapur veya fabrikaya ait) baca.
smoky
smok.y smo'ki sıfat 1. tüten, duman çıkaran. 2. duman gibi, dumana benzeyen. 3. dumanlı. 4. duman rengi, füme.
smolder
smol.der smol'dır fiil 1. için için yanmak; alev çıkarmadan yanmak. 2. (birinin) gözleri yuvalarından
1226
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
fırlamak, için için kızmak. 3. (kavga, kızgınlık v.b.) dışa vurulmadan devam etmek. smooch
smooch smuç fiil, konuşma dili öpüşmek; sarılıp öpüşmek.
smooth away
-i gidermek.
smooth down one's hair
saçlarını yatırmak.
smooth the way for someone
birinin işini kolaylaştırmak.
smooth things over between
-in aralarını bulmak/düzeltmek; -i barıştırmak.
smooth
smooth smudh sıfat 1. pürüzsüz, düzgün, düz, yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan. 2. içinde katı parçalar bulunmayan sıvı. 3. rahat, sarsıntısız. 4. çalkantısız (deniz). 5. rahat, problemsiz, sorunsuz. 6. tadı hoş olan, acı veya kekre olmayan (içki). 7. hoş fakat aldatıcı. 8. hoş tavırlarıyla insanları kandıran; cerbezeli. 9. çok hoş ve insanı rahatlatan. fiil 1. düz bir hale getirmek, düzlemek, tesviye etmek; -in buruşukluklarını gidermek, düzeltmek. 2. over (bir şeyi) (bir yere) sürmek.
smoothly
smooth.lyzarf problem çıkarmadan, güzel bir şekilde.
smote
smote smot fiil bakınız smite
smother
smoth.er sm^dh'ır fiil 1. (duman, havasızlık) boğmak, bunaltmak veya boğarak öldürmek; (dumandan, havasızlıktan) boğulmak, bunalmak veya boğularak ölmek. 2. (yastık, battaniye v.b. ile) (birini) boğmak, boğarak öldürmek. 3. in/with (birini) -e boğmak, -e gark etmek. 4. (yangını) havasız bırakarak söndürmek.
smoulder
smoul.der smol'dır fiil bakınız smolder
smudge
smudge sm^c isim (bulaşmış) leke. fiil (üstüne) leke bulaşmak/bulaştırmak; lekelenmek: Don't rub it; you'll smudge it! Elini üstüne sürme; leke yaparsın!
smug
smug sm^g sıfat (smugger, smuggest) kendinden memnun, kendini beğenmiş.
smuggle
smug.gle sm^g'ıl fiil (birini/bir şeyi) (bir ülkeye veya yurtdışına) kaçırmak; kaçakçılık yapmak. 1227
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
smuggler
smug.glerisim kaçakçı.
smuggling
smug.gl.ingisim kaçakçılık.
smut
smut sm^t isim 1. kurum tanesi, is tanesi. 2. müstehcen söz veya resimler.
smutty
smut.ty sm^t'i sıfat müstehcen, açık saçık.
snack bar
(müşterilerinin bar gibi bir tezgâhın önünde oturduğu) ufak lokanta; büfe.
snack
snack snäk isim ( yemek aralarında yenilen) tatlı, çerez, meyve v.b. hafif şeyler yemek, çerezlenmek; on (tatlı, çerez, meyve v.b.) yemek. fiil hafif şeyler yemek, çerezlenmek; on (tatlı, çerez, meyve v.b.) yemek.
snafu
sna.fu snä'fu isim, konuşma dili problem, sorun, pürüz.
snag
snag snäg isim 1. problem, sorun, pürüz. 2. koparılmış veya kırılmış bir şeyin çıkık, pürüzlü ve keskin ucu. fiil (snagged, snagging) -e takılmak.
snail
snail sneyl isim salyangoz.
snake in the grass
sinsi ve hain kimse.
snake
snake sneyk isim 1. yılan. 2. sinsi ve hain kimse. fiil 1. yılan gibi sessizce ilerlemek. 2. yılan gibi kıvrılmak.
snakebite
snake.bite sneyk'bayt isim yılan sokması.
snakey
snakeysıfat bakınız snaky
snaky
snakysıfat 1. yılan gibi, yılana benzeyen. 2. yılankavi. 3. yılan dolu.
snap into action
hemen harekete geçmek.
snap one's fingers at
-i hiç önemsememek, -i takmamak.
snap out of it
kötü bir ruhsal durumdan kurtulmak: When he began whining about that to me I told him to snap out of it. Bana ondan yakınmaya başladığında, kendisine bundan vazgeçmesini söyledim.
snap someone's head off
birine çok ters bir cevap vermek.
snap to
konuşma dili 1. acele etmek, çabuk olmak: Snap to! Haydi kımılda! 2. işe başlamak: Snap to it! Haydi iş başına!
snap up an offer
bir teklifi hemen kabul etmek. 1228
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük snap
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
snap snäp fiil (snapped, snapping) 1. at -i ağzıyla kapmaya çalışmak. 2. at (köpek) -i ısırmaya çalışmak. 3. kopmak; koparmak. 4. (kırbacı) şaklatmak; (sert bir rüzgârda dalgalanan bayrak gibi) şap diye ses çıkarmak. 5. up (alıcı) (satılan malı) kapmak, hemen satın almak. 6. çat diye kapanmak. 7. (bir şeyi) ters veya kızgın bir şekilde söylemek; at (birini) terslemek. 8. konuşma dili (fotoğraf) çekmek. 9. (göz) parlamak. 10. (parmaklarını) şakırdatmak. 11. konuşma dili aklını oynatmak. 12. çıtırdamak; çatırdamak. isim 1. çıtçıt, fermejüp. 2. gevrek bir bisküvi. 3. konuşma dili gayret, şevk. 4. çok kolay iş. 5. konuşma dili enstantane, enstantane fotoğraf. 6. çıtırtı, çıtırdama, çıt. 7. şak sesi, şak. 8. ağzıyla kapmaya çalışma. 9. (köpek) ısırmaya çalışma. sıfat ani, aniden yapılan.
snappy
snap.py snäp'i sıfat 1. çok canlı. 2. kuru ve soğuk (hava). 3. şık.
snapshot
snap.shot snäp'şat isim enstantane, enstantane fotoğraf.
snare drum
trampet.
snare
snare sner isim tuzak. fiil 1. tuzağa düşürmek. 2. (çok istenilen bir şeyi) elde etmek, kapmak.
snarl
snarl snarl fiil (up) karmakarışık hale gelmek, arapsaçına dönmek; karmakarışık bir hale getirmek. isim karmakarışık hal, arapsaçı.
snatch
snatch snäç fiil kapmak; at kapmaya çalışmak. isim 1. kapış. 2. kısa süre; kısa parça.
sneak
sneak snik fiil 1. sinsice ve sessizce ilerlemek/gitmek. 2. in/on/into/onto -e gizlice sokmak; -e gizlice girmek. 3. off/out of -den gizlice çıkarmak; -den gizlice çıkmak. 4. (bir şeyi) gizlice yapmak: She sneaked a glance at the book. Kitaba kaçamakla baktı. isim sinsi kimse. sıfat sinsi.
sneaker
sneak.er sni'kır isim tenis ayakkabısı.
1229
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sneer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sneer snîr fiil 1. dudağını bükmek. 2. at -e dudak bükmek, -i küçümsemek.
sneeze
sneeze sniz fiil 1. aksırmak, hapşırmak. 2. at -i hor görmek, -i küçümsemek. isim aksırık, hapşırık.
snicker
snick.er snîk'ır fiil kıs kıs gülmek. isim kıs kıs gülüş.
snide
snide snayd sıfat şaka gibi görünen iğneli veya kırıcı (söz).
sniff out
bulmak. 2. (birinin/bir şeyin) ne olduğunu öğrenmek.
sniff
sniff snîf fiil 1. koklamak. 2. at -e burun kıvırmak. 3. around (bir yerde) dolanmak. 4. dudak bükerek söylemek. isim 1. nefes, içe çekilen hava. 2. burun kıvırma.
sniffle
snif.fle snîf'ıl fiil burnunu çekmek.
snigger
snig.ger snîg'ır fiil, isim bakınız snicker
snip
snip snîp fiil (snipped, snipping) makasla kırpmak/kesmek. isim 1. makasla kırpma/kesme. 2. kırpılmış parça, kırpıntı.
snipe
snipe snayp fiil 1. at -e gizli bir mevziden ateş açmak. 2. üstü kapalı bir şekilde eleştirmek, laf atmak, taş atmak.
sniper
sniperisim pusu nişancısı.
snippet
snip.pet snîp'ît isim ufak parça.
snivel
sniv.el snîv'ıl fiil 1. burnu akmak. 2. burnunu çekmek. 3. burnunu çekerek ağlamak. 4. yakınmak, sızlanmak, ağlamak.
snob
snob snab isim snop.
snobbery
snob.ber.y snab'ıri isim snopluk.
snobbish
snob.bish snab'îş sıfat snop.
snobby
snob.by snab'i sıfat snop.
snoop
snoop snup fiil, konuşma dili casusluk yapmak; gizlice gözetlemek; gizlice bilgi toplamaya çalışmak.
snoot
snoot snut isim, konuşma dili burun.
snooty
snootysıfat, konuşma dili snop.
1230
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük snooze
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
snooze snuz fiil şekerleme yapmak, kestirmek. isim şekerleme, kısa uyku.
snore
snore snôr fiil horlamak. isim horultu, horlama.
snorkel
snor.kel snôr'kıl isim şnorkel.
snort
snort snôrt fiil 1. (at) kuvvetle burnundan hava çıkarmak. 2. kızgınlıkla veya küçümseyerek söylemek.
snot
snot snat isim 1. kaba sümük. 2. konuşma dili alçak herif. 3. konuşma dili pis snop.
snotty
snottysıfat 1. kaba sümüklü. 2. konuşma dili pis, alçak. 3. konuşma dili snop.
snout
snout snaut isim hayvanın uzun burnu.
Snow White
Pamuk Prenses.
snow
snow sno isim kar. fiil kar yağmak.
snowball
snow.ball sno'bôl isim 1. kar topu. 2. botanik kartopu.
snowbound
snow.bound sno'baund sıfat kar yüzünden mahsur kalmış.
snow-capped
snow-capped sno'käpt sıfat kar kaplı (dağ, tepe).
snowdrift
snow.drift sno'drîft isim kar yığıntısı, kürtün.
snowflake
snow.flake sno'fleyk isim kar tanesi.
snowman
snow.man sno'män isim (snowmen) kardan adam.
snowshoe
snow.shoe sno'şu isim kar ayakkabısı, kar raketi, raket, leken.
snowstorm
snow.storm sno'stôrm isim kar fırtınası, tipi.
snowy
snow.y sno'wi sıfat 1. karlı. 2. bembeyaz, kar gibi. 3. with kar yağmış gibi (bir şeyle) dolu.
snub
snub sn^b fiil (snubbed, snubbing) hiçe saymak, hakir görmek, küçümsemek, adam yerine koymamak. isim hiçe sayma, hakir görme.
snuff
snuff sn^f isim enfiye.
snuffle
snuf.fle sn^f'ıl fiil burnunu çekmek.
snug
snug sn^g sıfat (snugger, snuggest) 1. rahat ve sıcacık. 2. üste iyi oturan (giysi).
snuggle
snug.gle sn^g'ıl fiil sokulmak, yanına sokulmak.
1231
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük so as to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-mek için: He did that so as to annoy me. Beni kızdırmak için yaptı. 2. -ecek bir şekilde: He coughed so as to attract Raziye's attention. Raziye'nin dikkatini çekecek bir şekilde öksürdü.
So be it.
Olsun/Öyle olsun.
so far
şimdiye kadar. 2. belirli bir yere kadar; belirli bir mesafe: They can only go so far before they run out of gas. Benzin tükeninceye kadar ancak belirli bir mesafe gidebilirler.
So far, so good.
Şimdiye/Buraya kadar her şey yolunda.
So help me God.
Allah şahidim olsun.
so help me
vallahi, yemin ediyorum: She was also wearing, so help me, a mink coat. Bir de, vallahi, vizon bir palto giymişti.
so long as
-diği sürece: You won't get so much as a penny from me as long as I live. Yaşadığım sürece benden bir kuruş bile alamayacaksın. 2. -mek şartıyla, -mek koşuluyla. You can have it as long as you return it by this evening. Bu akşama kadar iade etmek şartıyla onu alabilirsin.
So long!
Hoşça kal!
so many
belirli bir miktar.
So much the better.
Daha iyi! İyi ya! İsabet!
so much
belirli bir miktar.
So there!
.. işte! (Kızgınlıkla söylenen bir sözü pekiştirmek için kullanılır.): Furthermore, I shall have your electricity cut off. So there! Elektriğini de kestireceğim işte!
so to speak
tabir caizse.
So what?
E?/Ne olacak?
so
so so sıfat böyle; şöyle; öyle: That's qust not so! Öyle değil, efendim. If that's so, I'll have to go. Öyleyse gitmeye mecburum. Of all their loyal servants none was more so than he. Onların sadık hizmetkârlarından hiçbiri ondan daha sadık olamazdı.
soak in
(bir şey) kafaya dank etmek. 1232
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
soak up
emmek, soğurmak, içine çekmek.
soak
soak sok fiil 1. suya bastırmak, suda bırakmak, ıslatmak; suda kalmak. 2. suya girmek, suda kalmak; suya sokmak, suda tutmak. 3. through -den sızmak. 4. into (bir sıvı) (bir yere) derinlemesine girmek/süzülmek. 5. sırsıklam etmek; sırsıklam olmak. 6. konuşma dili (birinden) çok fazla para istemek, (birini) kazıklamak.
soaking wet
sırsıklam, sırılsıklam.
so-and-so
so-and-so so'wınso isim 1. filan kişi; bilmem kim. 2. herif; aşağılık adam/kadın, pis yaratık.
soap bubble
sabun köpüğü.
soap dish
sabunluk, sabun tası.
soap opera
televizyon, radyo melodram dizisi.
soap powder
toz sabun, sabun tozu.
soap
soap sop isim 1. sabun. 2. radyo melodram dizisi. fiil sabunlamak.
soapbox
soap.box sop'baks isim bakınız get up on one's soapbox
soapsuds
soap.suds sop's^dz isim, çoğul sabun köpüğü.
soapy
soap.y so'pi sıfat 1. sabunlu. 2. sabun gibi. 3. yaldızlı (söz); pohpohlamalarla dolu.
soar
soar sôr fiil 1. hızla yükselmek. 2. hızla uçmak. 3. havada süzülmek. 4. beyond -i aşmak; -in ötesine gitmek. 5. (bir yer üzerinde/bir yere) yükselmek.
sob
sob sab fiil (sobbed, sobbing) hıçkıra hıçkıra ağlamak, hıçkırmak; hüngür hüngür ağlamak, hüngürdemek. isim hıçkırık; hüngürtü.
sober someone up
birini ayıltmak.
sober up
ayılmak.
sober
so.ber so'bır sıfat 1. ciddi, ağırbaşlı. 2. süssüz, gösterişsiz. 3. içkinin etkisi altında olmayan; ayık. fiil 1. ayıltmak. 2. durgunlaştırmak, düşünceli bir hale sokmak.
1233
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sobriety
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
so.bri.e.ty sobray'ıti isim 1. ciddiyet, ağırbaşlılık. 2. süssüzlük, gösterişsizlik. 3. içkinin etkisi altında olmama; ayıklık.
sobriquet
so.bri.juet so'brîkey isim lakap, takma ad.
so-called
so-called so'kôld' sıfat sözde: so-called painters sözde ressamlar.
soccer
soc.cer sak'ır isim futbol, ayaktopu.
sociable
so.cia.ble so'şıbıl sıfat girgin, sokulgan.
social
so.cial so'şıl sıfat 1. toplumsal, sosyal. 2. başka insanlarla beraber olmayı seven (kimse); kendi türünden başka hayvanlarla beraber olmayı seven (hayvan). 3. girgin, sokulgan. 4. sosyetik. isim parti, eğlence.
socialise
so.cial.ise so'şılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız socialize
socialism
so.cial.ism so'şılîzım isim sosyalizm, toplumculuk.
socialist
so.cial.ist so'şılîst isim sosyalist, toplumcu. sıfat sosyalist, toplumcu, sosyalizme özgü.
socialite
so.cial.ite so'şılayt isim sosyetik kimse, sosyeteden biri.
socialization
so.cial.i.za.tionisim 1. sosyalizasyon, kamulaştırma, devletleştirme; toplumsallaştırma, sosyalleştirme. 2. ruhbilim sosyalleşme, toplumsallaşma; sosyalleştirme, toplumsallaştırma.
socialize
so.cial.ize so'şılayz fiil 1. kamulaştırmak, devletleştirmek; toplumsallaştırmak, sosyalleştirmek. 2. ruhbilim sosyalleştirmek, toplumsallaştırmak.
society
so.ci.e.ty sısay'ıti isim 1. toplum; topluluk. 2. dernek, cemiyet. 3. sosyete.
sociological
so.ci.o.log.i.cal sosiyılac'îkıl sıfat sosyoloqik, toplumbilimsel.
sociologist
so.ci.ol.o.gist sosiyal'ıcîst isim sosyolog, toplumbilimci.
sociology
so.ci.ol.o.gy sosiyal'ıci isim sosyoloqi, toplumbilim.
sock away
konuşma dili bir kenara (para) koymak: He's socked a little money away. Bir kenara biraz para koymuş. 1234
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sock
sock sak isim kısa çorap, şoset.
socket
sock.et sak'ît isim 1. anatomi oyuk, yuva. 2. elektrik duy. 3. içine bir şey geçirilen delik veya oyuk.
sod
sod sad isim 1. (bir alanı kaplayan) çim. 2. (bir alandan toprağıyla birlikte alınan) çim parçası. fiil (sodded, sodding) (bir alanı) (böyle) çim parçalarıyla kaplamak.
soda cracker
tuzlu bisküvi.
soda fountain
(mağaza veya eczanenin bir köşesinde bulunan, dondurma, gazoz v.b. satılan) büfe.
soda pop
gazoz.
soda water
soda, maden sodası.
soda
so.da so'dı isim 1. kabartma tozu, sodyum bikarbonat. 2. soda, maden sodası. 3. üstüne soda dökülmüş dondurma. 4. gazoz.
sodden
sod.den sad'ın sıfat 1. iyice ıslanmış; sırılsıklam. 2. içi iyi pişmemiş (ekmek, hamur, kek, tart v.b.).
sodium
so.di.um so'diyım isim, kimya sodyum.
sofa
so.fa so'fı isim kanepe.
soft drink
kola; gazoz; soda. 2. alkolsüz içecek.
soft shoulders
düşük banket.
soft soap
konuşma dili yağcılık, iltifat.
soft water
yumuşak su, az kireçli su.
soft
soft sôft sıfat 1. yumuşak. 2. alçak (ses). 3. ılık, yumuşak (hava). 4. fazla parlak olmayan (ışık). 5. hafif (rüzgâr, yağmur). 6. yumuşak, tatlı, hoş, gönül okşayıcı (söz). 7. konuşma dili kolay. 8. hamlamış, hamlaşmış, ham (vücut); formunda olmayan, formunu korumamış (sporcu). 9. hatları net görünmeyen. 10. saf, kolayca aldatılan.
softball
soft.ball sôft'bôl isim 1. bir çeşit beysbol. 2. bu oyunda kullanılan top.
soft-boiled egg
rafadan yumurta.
soft-boiled
soft-boiled sôft'boyld' sıfat rafadan, alakok (yumurta).
soft-cover
soft-cov.er sôft'k^vır sıfat, isim karton kapaklı (kitap). 1235
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
soften
soft.en sôf'ın fiil yumuşatmak; yumuşamak.
softhearted
soft.heart.ed sôft'har'tîd sıfat yumuşak kalpli, müşfik.
softie
soft.ie sôf'ti isim yufka yürekli kimse.
soft-spoken
soft-spo.ken sôft'spo'kın sıfat yumuşak sesli (kimse).
software
soft.ware sôft'wer isim, bilgisayar yazılım.
softy
soft.y sôf'ti isim yufka yürekli kimse.
soggy
sog.gy sag'i sıfat iyice ıslanmış, ıpıslak.
soil
soil soyl isim toprak.
sojourn
so.journ so'cırn isim (bir yerde) kalma; ikamet. fiil (in) (bir yerde) kalmak; ikamet etmek.
solace
sol.ace sal'îs isim teselli. fiil 1. teselli etmek. 2. (bir üzüntüyü) hafifletmek, azaltmak.
solar eclipse
güneş tutulması.
solar
so.lar so'lır sıfat 1. güneşle ilgili, güneşsel. 2. güneşe göre hesaplanan. 3. güneşin etkisiyle meydana gelen.
solarium
so.lar.i.um soler'iyım isim evin bir yanında bulunan ve üç yanı camla çevrili çok güneşli oda, solaryum.
sold
sold sold fiil bakınız sell
solder
sol.der sad'ır isim lehim. fiil lehimlemek.
soldering iron
havya.
soldier
sol.dier sol'cır isim asker; er. fiil 1. askerlik yapmak. 2. on metanetle devam etmek.
soldierly
sol.dier.lysıfat asker gibi; askere yakışır.
sole
sole sol isim 1. (ayağa ait) taban. 2. (ayakkabıya ait) taban; pençe. fiil (ayakkabıya) pençe vurmak, (ayakkabıyı) pençelemek.
solemn
sol.emn sal'ım sıfat 1. çok ciddi; ağırbaşlı. 2. görkemli bir şekilde yapılan (dini tören, devlet töreni). 3. hukuk resmi bir şekilde yapılan.
solemnise
sol.em.nise sal'ımnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız solemnize
solemnity
so.lem.ni.ty sılem'nıti isim 1. büyük ciddiyet; ağırbaşlılık. 2. görkemli tören. 3. görkem, ihtişam. 4. hukuk resmi işlem, formalite. 1236
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük solemnize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sol.em.nize sal'ımnayz fiil 1. (nikâh) kıymak. 2. törenle kutlamak.
solicit
so.lic.it sılîs'ît fiil 1. (para, yardım, bir iyilik v.b.'ni) istemek. 2. (fahişe) sokakta müşteri aramak.
solicitor
so.lic.i.tor sılîs'ıtır isim, İngiliz İngilizcesi avukat.
solicitous
so.lic.i.tous sılîs'ıtıs sıfat bakınız be solicitous
solicitude
so.lic.i.tude sılîs'ıtud isim ilgi, merak.
solid fuel
katı yakıt.
solid geometry
katı geometri.
solid state
fizik katı hal.
solid
sol.id sal'îd sıfat 1. katı, sıvı olmayan. 2. som (metal); masif (ağaç, tahta); yekpare ve içi dolu (madde). 3. tam, kesintisiz, aralıksız, fasılasız. 4. sağlam, dayanıklı. 5. sağlam, güvenilir; muteber. 6. geometri katı. isim katı, katı madde.
solidarity
sol.i.dar.i.ty salıder'ıti isim dayanışma, solidarite.
solidify
so.lid.i.fy sılîd'ıfay fiil katılaşmak; katılaştırmak.
solidity
so.lid.i.ty sılîd'ıti isim 1. katılık. 2. sağlamlık, dayanıklılık. 3. sağlam olma, güvenirlik; muteber olma.
solidly
sol.id.lyzarf bakınız be solidly for
solid-state physics
katı hal fiziği.
soliloquy
so.lil.o.juy sılîl'ıkwi isim monolog, oyuncunun kendi kendine yaptığı konuşma.
solipsism
sol.ip.sism sal'ıpsîzım isim, felsefe tekbencilik, solipsizm.
solipsist
sol.ip.sist sal'ıpsîst isim, sıfat tekbenci, solipsist.
solitaire
sol.i.taire sal'ıter isim 1. mücevheri süsleyen tek taş. 2. tek kişilik iskambil oyunu.
solitary
sol.i.tar.y sal'ıteri sıfat 1. yalnız, kendi başına. 2. tek bir.
solitude
sol.i.tude sal'ıtud isim yalnızlık, kendi başına olma.
solo flight
tek başına yapılan uçuş.
solo
so.lo so'lo isim 1. müzik solo. 2. dans tek başına yapılan gösteri. 1237
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
soloist
so.lo.istisim, müzik solist, solocu.
solstice
sol.stice sal'stîs isim, gökbilim gündönümü.
solubility
sol.u.bil.ityisim, kimya çözünürlük.
soluble
sol.u.ble sal'yıbıl sıfat, kimya çözünür, çözülebilir.
solute
sol.ute sal'yut isim, kimya çözünen.
solution
so.lu.tion sılu'şın isim 1. çözüm, çözüm yolu, çare. 2. matematik çözüm. 3. kimya çözelti, solüsyon, eriyik. 4. kimya çözünme, çözülme. 5. çözme, halletme, hal.
solve
solve salv fiil çözmek, halletmek.
solvent
sol.vent sal'vınt isim, kimya çözücü, solvent. sıfat 1. kimya çözücü. 2. bütün borçlarını ödeyebilen (kimse, kuruluş).
Somalia
So.ma.li.a somal'yı, soma'liyı, sımal'yı, sımal'iyı isim Somali.
Somalian
isim Somalili. sıfat 1. Somali, Somali'ye özgü. 2. Somalili.
somber
som.ber sam'bır sıfat 1. kasvetli. 2. çok ciddi, ağırbaşlı.
sombre
som.bre sam'bır sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız somber
some day or other
günün birinde, bir gün.
some day
bir gün, günün birinde.
some
some s^m sıfat 1. (belirsiz) bir miktar: He owns some apartment buildings. Onun apartmanları var. Make us some coffee. Bize kahve yapsana. 2. bazı, kimi: Some roses have no scent. Bazı güllerin kokusu yoktur. 3. bir: Just think up some good excuse. İyi bir bahane uydur. Let's do it some other time. Bunu başka bir zaman yapalım. Some woman telephoned. Bir kadın telefon etti. 4. epey, bir hayli, oldukça çok: The flowers lasted for some time. Çiçekler epey zaman canlılığını korudu. 5. konuşma dili Ne biçim ...?: Some friend you are! Ne biçim arkadaşsın böyle? 6. konuşma dili hiç unutulmayacak bir (kimse, şey). 7. konuşma dili harika, süper, olağanüstü. zamir (belirsiz) bir miktar; bazı: She wanted some apples, so I gave her some. Elma istedi; 1238
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bu yüzden ona bir miktar verdim. Some of those fabrics are very expensive. O kumaşlardan bazıları çok pahalı. Some of you will become generals. Bazılarınız general olacak. zarf 1. aşağı yukarı, kadar: There were twenty some people present. Yirmi kadar kişi vardı. 2. biraz: He's feeling some better. Kendini biraz daha iyi hissediyor. somebody
some.bod.y s^m'badi, s^m'bıdi zamir biri, birisi, bir kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti. isim, konuşma dili önemli biri, hatırı sayılır biri.
someday
some.day s^m'dey zarf bir gün.
somehow
some.how s^m'hau zarf nasılsa, her nasılsa, bir yolunu bulup: We'll do it somehow. Bir yolunu bulup yaparız.
someone
some.one s^m'w^n zamir biri, birisi, bir kimse.
someplace
some.place s^m'pleys zarf, konuşma dili bir yerde; bir yere; bir yer: Do you have someplace to stay? Kalacak bir yerin var mı?
somersault
som.er.sault s^m'ırsôlt isim takla, taklak; perende. fiil takla atmak.
something
some.thing s^m'thîng isim 1. bir şey: She wants something brighter. Daha frapan bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey getirebilir miyim? 2. konuşma dili insanı hayrete düşüren kimse: You're really something! Vallahi harikasın! 3. konuşma dili önemli bir şey, yabana atılmayacak bir şey.
Something's up.
Bir şeyler dönüyor.
sometime
some.time s^m'taym zarf bir zaman; bir gün: It was sometime last year. Geçen sene içinde bir zamandı. Come see us sometime! Bir gün bize gel!
sometimes
some.times s^m'taymz zarf bazen.
someway
some.way s^m'wey zarf, konuşma dili nasılsa, her nasılsa, bir yolunu bulup.
somewhat
some.what s^m'hw^t zarf oldukça; biraz. 1239
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük somewhere
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
some.where s^m'hwer zarf bir yerde; bir yere; bir yer: Let's go somewhere. Bir yere gidelim. That's somewhere in Thrace, isn't it? Trakya'da bir yerde, değil mi?
somnolent
som.no.lent sam'nılınt sıfat 1. uykusu gelmiş, uyku basmış, uyku hal. 2. uyku getiren.
son of a bitch
kaba it oğlu it, it herif, it, eşşoğlu eşek.
son of a gun
konuşma dili 1. Hay Allah! 2. Seni pezevenk seni!
son
son s^n isim oğul, erkek evlat.
sonata
so.na.ta sına'ta isim, müzik sonat.
song
song sông isim şarkı.
songbird
song.bird sông'bırd isim ötücü kuş.
sonic boom
ses duvarını aşan bir uçağın yol açtığı patlama sesi.
sonic
son.ic san'îk sıfat ses dalgalarıyla ilgili, sonik.
sonics
son.icsisim akustik, ses bilgisi.
son-in-law
son-in-law s^n'înlô isim damat.
sonnet
son.net san'ît isim, edebiyat sone.
sonorous
so.no.rous sınôr'ıs, san'ırıs sıfat 1. gür (ses). 2. tumturaklı.
soon
soon sun zarf biraz sonra, birazdan, çok geçmeden, az zaman içinde.
sooner or later
er geç, erken veya geç.
soot
soot sût isim is; kurum.
soothe
soothe sudh fiil 1. sakinleştirmek, yatıştırmak. 2. teselli etmek. 3. (ağrıyı) hafifletmek, azaltmak; (ağrıyan bir yeri) rahatlatmak.
soothing
sooth.ingsıfat 1. sakinleştirici, yatıştırıcı. 2. teselli edici. 3. (ağrıyı) hafifletici; (ağrıyan bir yeri) rahatlatıcı.
soothsayer
sooth.say.er suth'seyır isim kâhin; falcı.
sooty
soot.y sût'i sıfat isli; kurumlu.
sop something up with
(bir şeyi) (bir sıvıya) banarak o şeyi soğurmak: Sop up that water with this sponge! O suyu bu süngerle temizle!
1240
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sop
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sop sap fiil (sopped, sopping) in (bir şeyi) (bir sıvıya) batırmak. isim 1. birini hoşnut edecek şey. 2. (süt, yemeğin salçası v.b.'ne) banılmış ekmek lokması.
sophisticated
so.phis.ti.cat.ed sıfîs'tıkeytîd sıfat 1. dünya/hayat hakkında çok şey bilen (kimse). 2. ince zevkli kişilere hitap eden.
sophistication
so.phis.ti.ca.tionisim 1. dünya/hayat hakkında çok şey bilme. 2. ince zevk.
sophistry
soph.is.try saf'îstri isim safsata.
sophomore
soph.o.more saf'ımôr, saf'môr isim lise veya üniversitede ikinci sınıf öğrencisi.
soporific
so.po.rif.ic sopırîf'îk sıfat uyku getiren, uyutucu. isim uyku veren ilaç.
sopping wet
sırılsıklam.
soppy
sop.py sap'i sıfat 1. sırılsıklam; ıpıslak. 2. çok yağmurlu. 3. İngiliz İngilizcesi aşırı duygusal.
soprano
so.pran.o sıprän'o isim, müzik soprano. sıfat sopranoya ait.
sorcerer
sor.cer.er sôr'sırır isim büyücü, sihirbaz.
sorceress
sor.cer.essisim büyücü kadın.
sorcery
sor.ceryisim büyücülük.
sordid
sor.did sôr'dîd sıfat 1. alçak, iğrenç, menfur. 2. pis, çok kirli.
sore spot
hassas nokta.
sore
sore sôr sıfat 1. ağrıyan; ağrılı; acıyan. 2. hassas (bir nokta, bir konu). 3. konuşma dili kızgın; gücenik, küs, dargın, küskün. isim yara.
sorghum
sor.ghum sôr'gım, sô'gım isim 1. sorgum. 2. sorgum pekmezi.
sorority
so.ror.i.ty sırôr'ıti isim (üniversite öğrencisi kızlara özgü) sosyal kulüp.
sorrel
sor.rel sôr'ıl isim al donlu at.
sorrow
sor.row sar'o isim keder, acı. fiil keder çekmek.
sorrowful
sor.row.ful sar'ıfıl sıfat 1. kederli. 2. keder veren. 1241
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sorry
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sor.ry sar'i sıfat 1. üzgün. 2. pişman. 3. kötü, berbat, kepaze.
Sorry!
Affedersiniz!/Pardon! 2. Üzgünüm!
sort someone out
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birine göstermek; birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek; birini haşlamak/dövmek.
sort something out
İngiliz İngilizcesi bir şeye çözüm bulmak, bir şeyi halletmek.
sort
sort sôrt isim çeşit, tür, nevi.
SOS
SOS es'o es' isim SOS (tehlike halinde verilen imdat sinyali).
so-so
so-so so'so' sıfat şöyle böyle, ne iyi ne kötü.
sot
sot sat isim ayyaş.
soufflé
souf.flé sufley' isim, ahçılık sufle.
sough
sough s^f, sau isim (rüzgârın yaptığı) uğultu. fiil (rüzgâr) uğuldamak.
sought
sought sôt fiil bakınız seek
soul
soul sol isim 1. ruh. 2. gerçek duygu, içtenlik. 3. kimse, biri: He's a good old soul. İyi kalpli bir ihtiyardır o. 4. (bir şeyin) ta kendisi. 5. Amerikalı zencilerin yarattığı bir müzik türü.
soulful
soul.ful sol'fıl sıfat duygulu; duyguları yansıtan.
soulless
soul.less sol'lîs sıfat ruhsuz; duygusuz.
soul-searching
soul-search.ing sol'sırçîng isim iç değerlendirme, kendini motive eden şeyleri gözden geçirme.
sound effects
efektler.
sound track
ses bandı.
sound wave
ses dalgası.
sound
sound saund sıfat 1. sağlam; esaslı. 2. derin ve rahat (uyku). 3. sağlıklı, sıhhatli. 4. akıllıca (bir davranış). 5. sağlam, güvenilir.
sounding
sound.ing saun'dîng isim, konuşma dili iskandil etme, iskandil.
soundproof
sound.proof saund'pruf' sıfat ses geçirmez. 1242
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
soup kitchen
yoksullara parasız yemek verilen yer, aşevi, aşhane.
soup up
konuşma dili, otomotiv (motorun) gücünü artırmak.
soup
soup sup isim çorba.
soupy
soupysıfat 1. çorba gibi. 2. aşırı duygusal.
sour cherry
vişne.
sour cream
smetana.
sour orange
turunç.
sour
sour saur sıfat ekşi. fiil ekşitmek; ekşimek.
source
source sôrs isim kaynak; köken.
souse
souse saus fiil 1. suyun içine batırmak/daldırmak. 2. sırılsıklam etmek. 3. -e (su) dökmek, (suyu) üstüne boca etmek. 4. salamuraya yatırmak. isim salamura domuz kafası, paçası veya kulağı.
South Africa
Güney Afrika.
South African
Güney Afrikalı, Güney Afrikalı kimse. 2. Güney Afrika, Güney Afrika'ya özgü. 3. Güney Afrikalı (kimse).
South America
Güney Amerika.
South American
Güney Amerikalı, Güney Amerikalı kimse. 2. Güney Amerika, Güney Amerika'ya özgü. 3. Güney Amerikalı (kimse).
south
south sauth isim güney. sıfat güney, güneyden gelen.
southbound
south.bound sauth'baund sıfat güneye giden.
southeast
south.east sauthist' isim güneydoğu. sıfat güneydoğu, güneydoğudan gelen.
southeaster
south.east.erisim keşişleme, akçayel.
southeastern
south.east.ernsıfat güneydoğu ile ilgili.
southerly
south.er.ly s^dh'ırli sıfat 1. güney, güneyden gelen. 2. güney, güney tarafında bulunan.
southern
south.ern s^dh'ırn sıfat güney, güneye ait.
southerner
south.ern.er s^dh'ırnır isim güneyli.
southernmost
south.ern.most s^dh'ırnmost sıfat en güneydeki.
southwards
south.wards sauth'wırdz zarf güneye doğru.
1243
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük southwest
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
south.west sauthwest' isim güneybatı. sıfat güneybatı, güneybatıdan gelen.
southwester
south.west.erisim lodos, akyel, bozyel.
southwestern
south.west.ernsıfat güneybatı ile ilgili.
souvenir
sou.ve.nir suvınîr' isim hatıra, andaç, yadigâr.
sovereign
sov.er.eign sav'rın, sav'ırın sıfat 1. özerk (devlet). 2. en büyük siyasi iktidara sahip, egemen. 3. mutlak, sınırsız. isim 1. hükümdar. 2. bir çeşit İngiliz altını (para).
sovereignty
sov.er.eign.tyisim 1. egemenlik. 2. özerklik. 3. hükümdarlık.
Soviet Russia
Sovyet Rusya.
Soviet
So.vi.et so'viyet, so'viyıt, soviyet' sıfat, tarih Sovyet, Sovyetler Birliği'ne özgü.
sow discord
anlaşmazlık yaratmak, mesele çıkarmak.
sow one's wild oats
konuşma dili (gençliğinde) çılgınlıklar yapmak, çılgınca yaşamak.
sow
sow so fiil (sowed, sown/sowed) (tohum) ekmek; (bir yere) tohum ekmek.
sox
sox saks isim, çoğul şosetler.
soy sauce
soya sosu.
soy
soy soy isim bakınız soy sauce
soybean
soy.bean soy'bin isim soya.
spa
spa spa isim kaplıca.
space shuttle
gökbilim uzay mekiği.
space station
gökbilim uzay istasyonu.
space
space speys isim 1. yer, alan. 2. mesafe: in the space of ten miles on millik bir mesafe içinde. 3. boşluk. 4. gökbilim uzay, feza. 5. süre, müddet. 6. aralık, espas.
spacecraft
space.craft speys'kräft isim, gökbilim uzay gemisi.
spaceflight
space.flight speys'flayt isim, gökbilim uzay uçuşu.
spaceship
space.ship speys'şîp isim, gökbilim uzay gemisi.
spacious
spa.cious spey'şıs sıfat geniş.
spade
spade speyd isim, bahçıvanlık bel. fiil bellemek, bel ile kazmak. 1244
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spadework
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spade.work speyd'wırk isim 1. ön hazırlık, ön çalışma. 2. zor ve sıkıcı hazırlıklar.
spaghetti
spa.ghet.ti spıget'i isim uzun ve ince makarna, spagetti.
Spain
Spain speyn isim İspanya.
span
span spän isim 1. süre, müddet: a span of ten years on yıllık bir süre. 2. (kemer veya köprü ayakları arasındaki) açıklık. 3. genişlik: the span of his knowledge bilgisinin kapsadığı alanlar. the span of the deer's antlers geyiğin boynuzlarının genişliği. 4. karış. fiil (spanned, spanning) 1. (kemer) (yolun) üstünden geçmek; (köprü) (bir yerin) üstünden geçmek. 2. kapsamak. 3. (bir çağın belirli bir dönemini) yaşamak: His life spanned the entire Victorian era. O, Viktorya çağının tümünü yaşadı.
spangle
span.gle späng'gıl isim pul, payet. fiil 1. pullarla süslemek, pullamak. 2. with (pırıltılı şeylerle) süslemek.
Spaniard
Span.iard spän'yırd isim İspanyol.
Spanish America
Kuzey, Orta ve Güney Amerika'daki İspanyolca konuşan ülkeler.
Spanish moss
botanik bir tür tillandsia.
Spanish
Span.ish spän'îş isim İspanyolca. sıfat 1. İspanyol; İspanya, İspanya'ya özgü. 2. İspanyolca.
spank
spank spängk fiil (birinin) kıçına şaplak atmak. isim kıça atılan şaplak.
spanker
spank.er spän'kır isim, denizcilikle ilgili randa.
spanking
spank.ing spängk'îng sıfat şiddetli (rüzgar). isim kıçına şaplak atma.
spanner
span.ner spän'ır isim, İngiliz İngilizcesi somun anahtarı; İngiliz anahtarı.
spar
spar spar isim, denizcilikle ilgili seren; direk.
Spare no expense!
Masraftan hiç kaçınma!
spare parts
yedek parçalar.
spare tire
yedek lastik, stepne.
1245
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spare
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spare sper fiil 1. kıymamak, canını bağışlamak. 2. (sıkıcı bir şeyden) kurtarmak: Spare yourself the trouble. Kendini o zahmetten kurtar. 3. (tatsız bir şeyi) söylememek. 4. (birine) (zamanını, yardımcı, para v.b.'ni) vermek. I haven't enough money to spare you. Sana verebilecek kadar param yok.
sparerib
spare.rib sper'rîb isim az etli domuz pirzolası.
sparing
spar.ing sper'îng sıfat bakınız be sparing in be sparing with
spark plug
otomotiv buqi.
spark
spark spark isim kıvılcım. fiil 1. kıvılcım saçmak. 2. off -e neden olmak, -e yol açmak. 3. (birini) (bir şeye) teşvik etmek, sevketmek.
sparkle
spar.kle spar'kıl fiil 1. pırıldamak. 2. (şarap) köpürmek. isim 1. pırıldama. 2. (şaraptaki) köpürme.
sparkler
spar.klerisim maytap.
sparkling
spar.kling spar'klîng sıfat 1. pırıldayan. 2. köpüklü (şarap).
sparrow
spar.row sper'o isim serçe.
sparse
sparse spars sıfat seyrek.
spasm
spasm späz'ım isim, tıbbi spazm, kasınç, kasılım, kasılma.
spasmodic
spas.mod.ic späzmad'îk sıfat 1. spazmodik, kasınçlı, kasımlı. 2. spazmı andıran. 3. istikrarsız.
spastic
spas.tic späs'tîk sıfat spastik. isim spastik kimse.
spat
spat spät isim (kısa süren) ağız kavgası, atışma, dalaş, dalaşma.
spate
spate speyt isim büyük miktar.
spatial
spa.tial spey'şıl sıfat 1. uzamla ilgili, uzamsal. 2. uzayla ilgili, uzaysal.
spatter
spat.ter spät'ır fiil 1. sıçratmak, damlatmak: Don't spatter paint on the floor! Yere boya damlatma! 2. sıçramak: The grease was spattering on the wall. Yağ duvara sıçrıyordu. 1246
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spatula
spat.u.la späç'ûlı isim ıspatula.
spay
spay spey fiil (dişi hayvanı) kısırlaştırmak.
speak about
(bir konu) hakkında konuşmak.
speak for itself
(bir şeyin/şeylerin) ne olduğu meydanda/ortada/aşikâr olmak: It speaks for itself. Ne menem bir şey olduğu belli.
speak for themselves
(bir şeyin/şeylerin) ne olduğu meydanda/ortada/aşikâr olmak: It speaks for itself. Ne menem bir şey olduğu belli.
speak for
(birinin) lehinde konuşmak. 2. (birinin) yerine konuşmak.
speak ill for
(biri/bir şey) için olumlu/olumsuz bir puan olmak.
speak ill of
hakkında kötü konuşmak.
speak in sign language
el kol hareketleriyle konuşmak.
speak of
-den söz etmek, -den bahsetmek. 2. -i göstermek, -e işaret etmek: It speaks of careful planning. Dikkatli bir ön çalışma yapıldığını gösteriyor.
speak on
(bir konu) hakkında konuşmak.
speak one's mind
ne düşündüğünü açıkça söylemek.
speak one's piece
kendi fikrini belirtmek.
speak out against
-in aleyhinde konuşmak.
speak out
ne düşündüğünü açıkça söylemek. 2. daha yüksek sesle konuşmak.
speak up for
-in lehinde konuşmak.
speak up
daha yüksek sesle konuşmak. 2. ne düşündüğünü açıkça söylemek.
speak well for
(biri/bir şey) için olumlu/olumsuz bir puan olmak.
speak with conviction
inançla konuşmak.
speak
speak spik fiil (spoke, spoken) 1. konuşmak. 2. (gerçeği, sözü) söylemek: He couldn't speak a word. Hiçbir söz söyleyemedi.
speaker
speak.er spi'kır isim 1. konuşmacı. 2. sözcü. 3. politika meclis başkanı. 4. televizyon spiker. 5. hoparlör.
1247
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spear
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spear spîr isim mızrak, kargı; zıpkın. fiil mızrakla vurmak, kargılamak; zıpkınlamak.
special delivery
ekspres mektup.
special
spe.cial speş'ıl sıfat özel, normal olmayan. isim 1. özel bir program. 2. (normal tarifede bulunmayan) özel bir tren. 3. (fiyatta) özel bir indirim. 4. (lokantada her zaman yapılmayan) yemek: Today's special is potato soup. Bugünkü özel yemeğimiz patates çorbası.
specialise
spe.cial.ise speş'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız specialize
specialist
spe.cial.ist speş'ılîst isim mütehassıs, uzman.
speciality
spe.ci.al.i.ty speşiyäl'ıti isim 1. özel nitelik. 2. İngiliz İngilizcesi bakınız specialty
specialization
spe.cial.i.za.tion speşılîzey'şın isim 1. (birçok alan/iş yerine) tek bir alanda çalışma/tek bir iş yapma; uzmanlaşma. 2. biyoloji özelleşme.
specialize
spe.cial.ize speş'ılayz fiil 1. in -in uzmanlık alanı/özel ilgi alanı (belirli bir şey) olmak. 2. in ihtisas yapmak: She is specializing in pediatrics. Pediyatri ihtisası yapıyor.
specialty
spe.cial.ty speş'ılti isim 1. uzmanlık alanı, özel ilgi alanı, ihtisas, branş. 2. (lokantada) spesiyalite.
species
spe.cies spi'şiz isim, biyoloji (species) tür.
specific gravity
özgül ağırlık.
specific
spe.cif.ic spîsîf'îk sıfat 1. belirli. 2. kesin ve apaçık. 3. kimya özgül.
specification
spec.i.fi.ca.tion spesıfıkey'şın isim 1. şartname. 2. patent almak için yazılan ayrıntılı açıklama. 3. (şartnamedeki) madde. 4. çoğul (teknik şartnamedeki) maddeler/ayrıntılar.
specify
spec.i.fy spes'ıfay fiil belirtmek.
specimen
spec.i.men spes'ımın isim örnek, numune.
specious
spe.cious spi'şıs sıfat aldatıcı, sahte. 1248
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
speck
speck spek isim benek, ufak leke, nokta.
speckle
speck.le spek'ıl isim ufak benek.
speckled
speck.ledsıfat benekli.
specs
specs speks isim, çoğul, konuşma dili gözlük.
spectacle
spec.ta.cle spek'tıkıl isim 1. (genellikle açık havada yapılan) büyük gösteri veya tören. 2. görülecek şey. 3. gülünç bir manzara: Don't make a spectacle of yourself! Kendini rezil etme! 4. çoğul gözlük.
spectacular
spec.tac.u.lar spektäk'yılır sıfat 1. muhteşem, harikulade, görkemli. 2. çok büyük (fiyat artışı/ düşüşü).
spectator
spec.ta.tor spek'teytır isim seyirci.
specter
spec.ter spek'tır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız spectre
spectre
spec.tre spek'tır isim hayalet; hortlak.
spectrum
spec.trum spek'trım isim, fizik (spectra) tayf, spektrum.
speculate
spec.u.late spek'yıleyt fiil 1. (about) (hakkında) tahminlerde bulunmak. 2. ticaret spekülasyon yapmak.
speculation
spec.u.la.tion spekyıley'şın isim, felsefe, ticaret spekülasyon.
speculative
spec.u.la.tive spek'yıleytîv sıfat, felsefe, ticaret spekülatif.
speculator
spec.u.la.tor spek'yıleytır isim, ticaret spekülasyon yapan, spekülatör.
sped
sped sped fiil bakınız speed
speech
speech spiç isim 1. konuşma, söz söyleme. 2. konuşma tarzı. 3. konuşma, nutuk, söylev.
speechless
speech.less spiç'lîs sıfat dili tutulmuş.
speed limit
azami sürat; asgari sürat.
speed up
hızlandırmak; hızlanmak.
speed
speed spid isim hız, sürat; çabukluk. fiil (sped/speeded) çabuk gitmek, hızla gitmek, süratle gitmek.
speedboat
speed.boat spid'bot isim sürat motoru.
speedometer
speed.om.e.ter spîdam'ıtır isim hızölçer, kilometre saati, hız saati. 1249
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
speedway
speed.way spid'wey isim yarış pisti.
speedy
speed.y spi'di sıfat hızlı, süratli, çabuk.
spell something out
bir şeyi ayrıntılarıyla açıklamak.
spell
spell spel isim büyü.
spellbind
spell.bind spel'baynd fiil (spellbound) büyülemek.
spellbound
spell.bound spel'baund fiil bakınız spellbind sıfat büyülenmiş.
speller
spell.er spel'ır isim imla öğreten kitap.
spelling
spell.ing spel'îng isim imla, yazım.
spend itself
(fırtına) hızını kaybetmek.
spend money like water
su gibi para harcamak.
spend oneself
bütün gücünü tüketmek.
spend time in the society of one's friends arkadaşlarıyla vakit geçirmek. spend
spend spend fiil (spent) 1. harcamak, sarf etmek. 2. (vakit) geçirmek.
spending money
cep harçlığı.
spendthrift
spend.thrift spend'thrîft sıfat, isim müsrif, savurgan, tutumsuz.
spent
spent spent fiil bakınız spend sıfat 1. çok yorgun, bitkin. 2. kullanılmış (kurşun).
sperm
sperm spırm isim 1. biyoloji sperma. 2. bel, atmık, sperma.
spew
spew spyu fiil 1. (out) şiddetli bir şekilde fışkırtmak, püskürtmek; fışkırmak, püskürmek. 2. konuşma dili kusmak.
sphere of influence
etki alanı.
sphere
sphere sfîr isim 1. küre. 2. alan.
spherical
spher.i.cal sfer'îkıl, sfîr'îkıl sıfat küresel.
sphincter
sphinc.ter sfîngk'tır isim, anatomi büzgen.
sphinx
sphinx sfîngks isim sfenks, isfenks.
spice a food up
baharat katarak bir yemeği daha lezzetli yapmak.
spice something up
ilginç bir şeyler katarak bir şeyi canlandırmak.
spice
spice spays isim bahar, baharat. fiil bakınız spice a food up spice something up add spice to 1250
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spices
isim, çoğul baharat, baharatlar, baharlar.
spick-and-span
spick-and-span spîk'ınspän' sıfat tertemiz, pırıl pırıl.
spicy
spic.y spay'si sıfat 1. baharatlı. 2. açık saçık.
spider
spi.der spay'dır isim örümcek.
spiel
spiel spil, şpil isim, konuşma dili (satış için) önceden hazırlanmış ikna edici konuşma/sözler.
spiffy
spiff.y spîf'i sıfat, konuşma dili zarif, şık, iki dirhem bir çekirdek.
spigot
spig.ot spîg'ıt isim musluk.
spike heel
sivri ökçe.
spike someone's guns
birinin çanına ot tıkamak.
spike
spike spayk isim 1. sivri uç; sivri uçlu çubuk. 2. (spor ayakkabısının tabanındaki) kabara. 3. başak. 4. büyük çivi.
spill blood
kan dökmek.
spill the beans
konuşma dili her şeyi ifşa etmek, her şeyi ortaya dökmek; baklayı ağzından çıkarmak.
spill
spill spîl fiil (spilled/spilt) 1. kazara dökmek. 2. over into (bir yere) kadar yayılmak. 3. konuşma dili (bir sırrı) söylemek, ifşa etmek, açığa vurmak. 4. (at) (biniciyi) sırtından yere atmak. isim kazara dökülen sıvı.
spilt
spilt spîlt fiil bakınız spill
spin a yarn
hikâye uydurup anlatmak.
spin
spin spîn fiil (spun, spinning) 1. (yün, pamuk v.b.'ni) eğirmek. 2. (örümcek) (ağ) örmek; (ipekböceği) (koza) örmek. 3. (topaç v.b.'ni) döndürmek; (topaç v.b.) dönmek. 4. along hızla gitmek. 5. kafadan atmak, uydurmak.
spinach
spin.ach spîn'îç isim ıspanak.
spinal column
anatomi belkemiği, omurga.
spinal cord
anatomi omurilik.
spinal marrow
omurilik.
spinal
spi.nal spay'nıl sıfat, anatomi belkemiğine ait. 1251
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spindle
spin.dle spîn'dıl isim iğ, kirmen.
spindly legged
leylek gibi, leylek bacaklı.
spindly
spin.dlysıfat 1. sağlıksız ve boyu fazla uzun (bitki). 2. uzun ve zayıf (bacak).
spin-dryer
spin-dry.er spîn'drayır isim santrifüqlü çamaşır kurutma makinesi.
spine
spine spayn isim 1. omurga, belkemiği. 2. diken. 3. (kitapta) sırt.
spineless
spine.less spayn'lîs sıfat 1. karaktersiz ve tabansız. 2. omurgasız, belkemiği olmayan. 3. dikensiz.
spinning mill
iplikhane.
spinning wheel
çıkrık.
spinning
spin.ning spîn'îng isim eğirme.
spinster
spin.ster spîn'stır isim 1. hukuk hiç evlenmemiş kadın. 2. hiç evlenmemiş yaşlı veya yaşlanmaya yüz tutmuş kadın.
spiny
spin.y spay'ni sıfat dikenli.
spiral downwards
hızla inmek.
spiral staircase
döner merdiven.
spiral upwards
hızla yükselmek.
spiral
spi.ral spay'rıl sıfat helezoni, helisel, sarmal, spiral. isim helis, helezon, sarmal. fiil (spiraled/spiralled, spiraling/spiralling) döne döne gitmek/hareket etmek.
spire
spire spayr isim kulenin sivri uçlu tepesi, kule ucu, kule külahı.
spirit lamp
ispirtoluk, ispirto ocağı, kamineto.
spirit level
kabarcıklı düzeç, tesviyeruhu.
spirit of peppermint
naneruhu.
spirit
spir.it spîr'ît fiil away/off dikkati çekmeden çabucak kaldırıp götürmek; gizlice kaçırmak.
spirited
spir.it.ed spîr'îtîd sıfat canlı, heyecanlı.
spiritless
spir.it.less spîr'îtlıs sıfat 1. cansız, ruhsuz, miskin. 2. keyifsiz.
1252
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spirits
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spir.its spîr'îts isim, çoğul, eczacılık 1. damıtılarak elde edilen alkollü/alkolsüz sıvı: methylated spirits mavi ispirto. 2. İngiliz İngilizcesi alkollü içkiler.
spiritual
spir.i.tu.al spîr'îçuwıl sıfat 1. ruhsal, ruhi, ruhani, ruhla ilgili. 2. dinsel, dini. 3. felsefe manevi, tinsel. 4. dini değerlere önem veren. isim Amerikalı zencilerin yarattığı bir ilahi türü.
spiritualism
spir.i.tu.al.ism spîr'îçuwılîzım isim 1. ispritizma. 2. felsefe spiritüalizm, tinselcilik.
spiritualist
spir.i.tu.al.istisim 1. ispritizmacı. 2. felsefe spiritüalist, tinselci.
spirituality
spir.i.tu.al.i.ty spîrîçuwäl'ıti isim 1. ruhilik, ruhanilik. 2. dini değerlere önem verme.
spirituous
spir.i.tu.ous spîr'îçuwıs sıfat alkollü.
spirt
spirt spırt fiil bakınız spurt
spit cotton
konuşma dili 1. çok susamak. 2. küplere binmek, çok kızmak.
Spit it out!
Haydi söylesene!
spit up
kusmak.
spit
spit spît fiil (spit/spat, spitting) 1. tükürmek. 2. (kar) serpelemek, serpiştirmek, atıştırmak. 3. (kedi) tıslamak. isim tükürük.
spite
spite spayt isim garaz, kin; nispet. fiil nispet yapmak/vermek.
spiteful
spite.ful spayt'fıl sıfat garazlı, kinci; nispetçi.
spittle
spit.tle spît'ıl isim tükürük.
spittoon
spit.toon spîtun' isim tükürük hokkası.
splash down
(uzay gemisi) denize düşmek.
splash
splash spläş fiil 1. on/with -e (su, çamur v.b.'ni) sıçratmak. 2. (yüzüne) su çarpmak. 3. (fıskıyeden püskürtülen su) şırıldayarak dökülmek. isim sıçratılan suyun sesi.
splatter
splat.ter splät'ır fiil on/with -e (su, çamur v.b.'ni) sıçratmak; -e (su) çarpmak; -e (boya) damlatmak. 1253
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
splay
splay spley fiil out açmak; yaymak; yayılmak.
spleen
spleen splin isim, anatomi dalak.
splendid
splen.did splen'dîd sıfat 1. şahane, fevkalade, mükemmel. 2. muhteşem, görkemli, şatafatlı.
splendor
splen.dor splen'dır isim ihtişam, görkem.
splendour
splen.dour splen'dır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız splendor
splice
splice splays fiil (iki ucu) birbirine bağlamak; (bant veya film uçlarını) birbirine yapıştırmak.
splint
splint splînt isim, tıbbi cebire, süyek, koaptör.
splinter
splin.ter splîn'tır fiil 1. paramparça etmek; paramparça olmak. 2. ufak gruplara bölmek; ufak gruplara bölünmek. isim kıymık.
split hairs
kılı kırk yarmak.
split infinitive
"to juickly report" cümleciğindeki gibi zarf ile ikiye bölünmüş mastar.
split one's sides laughing
gülmekten katılmak/kırılmak.
split one's sides
gülmekten çatlamak, kahkahadan yerlere yatmak.
split pea
kurutulup kendiliğinden ikiye ayrılmış bezelye tanesi: She bought some split peas. Kuru bezelye aldı.
split peas
kırık bezelye.
split second
an, lahza.
split up
(bir çift) birbirinden ayrılmak; beraber yaşamaktan vazgeçmek; birbiriyle flört etmekten vazgeçip ayrılmak.
split
split splît fiil (split, splitting) 1. kırmak; yarmak; çatlatmak; kırılmak; yarılmak; çatlamak. 2. into - e ayırmak; -e ayrılmak. 3. bölmek. 4. paylaşmak, üleşmek. 5. konuşma dili sıvışmak, tüymek.
split-level house
odaları değişik seviyelerde olan ev.
splitting
split.ting splît'îng sıfat şiddetli: splitting headache şiddetli baş ağrısı.
splotch
splotch splaç isim leke, benek. fiil lekelemek, bulaştırmak.
1254
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük splurge
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
splurge splırc isim (bir şeyi almak için) epey para harcama. fiil (epey para) harcamak; on -e epey para harcamak.
splutter
splut.ter spl^t'ır fiil (öfke veya şaşkınlıktan) tükürür gibi konuşmak veya tükürür gibi (bir şeyler) söylemek.
spoil
spoil spoyl fiil (spoiled/spoilt) 1. bozmak. 2. (süt v.b.) bozulmak. 3. (birini) şımartmak.
spoiled child
şımarık çocuk.
spoils
spoils spoylz isim, çoğul ganimet.
spoilsport
spoil.sport spoyl'spôrt isim başkalarının keyfini kaçıran; mızıkçı, oyunbozan.
spoilt
spoilt spoylt fiil bakınız spoil
spoke
spoke spok isim tekerlek parmağı.
spoken
spo.ken spo'kın fiil bakınız speak sıfat 1. sözlü: spoken message sözlü mesaj. 2. konuşulan.
spokesman
spokes.man spoks'mın isim (spokesmen) sözcü.
spokeswoman
spokes.wom.an spoks'wûmın isim (spokeswomen) kadın sözcü.
sponge cake
pandispanya.
sponge something dry
bir şeyi süngerle kurulamak.
sponge
sponge sp^nc isim 1. sünger. 2. konuşma dili otlakçı, beleşçi, bedavacı. 3. İngiliz İngilizcesi pandispanya. fiil 1. süngerle temizlemek, ıslatmak veya sürmek; up süngerle temizlemek. 2. konuşma dili (bir şeyi) otlakçılıkla elde etmek; on (birinin) sırtından geçinmek.
sponger
spongerisim, konuşma dili otlakçı, beleşçi.
spongy
spong.y sp^n'ci sıfat sünger gibi, süngersi.
sponsor
spon.sor span'sır isim 1. radyo veya televizyon programının veya bir sanat faaliyetinin maliyetini karşılayan firma, sponsör. 2. kefil. fiil 1. (radyo veya televizyon programının veya bir sanat faaliyetinin) maliyetini karşılamak, sponsörlüğünü yapmak. 2. -e kefil olmak.
sponsor-ship
spon.sor-shipisim 1. sponsörlük. 2. kefillik, kefalet. 1255
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spontaneity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spon.ta.ne.i.ty spantıni'yıti isim 1. kendiliğinden olma, kendiliğindenlik. 2. anında yapılma.
spontaneous
spon.ta.ne.ous spantey'niyıs sıfat 1. kendiliğinden olan, spontane. 2. spontane, anında yapılan.
spontaneously
spon.ta.ne.ous.lyzarf 1. kendiliğinden, spontane. 2. spontane, anında.
spoof
spoof spuf isim konuşma dili(of/on) (birini/bir şeyi) hafif tertip alaya alan parodi. fiil 1. (birini/bir şeyi) hafif tertip bir parodiyle alaya almak. 2. konuşma dili ile dalga geçmek, -i gırgıra almak.
spook
spook spuk isim 1. hayalet. 2. konuşma dili aqan, casus. fiil ürkütmek, korkutmak.
spooky
spookysıfat 1. ürkütücü, ürkünç, perili. 2. acayip, garip, tuhaf (kimse). 3. ürkek, kolay ürkütülen.
spool
spool spul isim makara.
spoon
spoon spun isim kaşık. fiil 1. into kaşıkla -e dökmek veya aktarmak. 2. out -i kaşıkla dağıtmak. 3. (up) kaşıklamak, kaşıkla yemek.
spoonfeed
spoon.feed spun'fid fiil (spoonfed) 1. (bebek, hasta v.b.'ni) kaşıkla beslemek. 2. (birinin) düşünmesini gerektirmeyecek bir şekilde ders vermek; birinin düşünmesini gerektirmeyecek bir şekilde ders vermek.
spoonful
spoon.ful spun'fûl isim kaşık dolusu.
sporadic
spo.rad.ic spôräd'îk sıfat ara sıra meydana gelen; ara sıra gözüken.
sport coat
(erkek için) spor ceket.
sport shirt
spor gömlek.
sport
sport spôrt isim spor.
sporting
sport.ingsıfat sporla ilgili, spor.
sports car
spor araba.
sportsman
sports.man spôrts'mın isim (sportsmen) sporcu, sportmen.
sportsmanlike
sıfat sportmence.
sportsman-ship
sports.man-shipisim sportmenlik. 1256
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sportswear
sports.wear spôrts'wer isim spor giysiler.
sportswoman
sports.wom.an spôrts'wûmın isim (sportswomen) kadın sporcu.
spot
spot spat fiil (spotted, spotting) 1. görmek; seçmek; farketmek, ayırt etmek. 2. lekelemek; leke yapmak.
spot-check
spot-check spat'çek fiil rasgele kontrol etmek; rasgele kontrolde bulunmak.
spotless
spot.less spat'lîs sıfat tertemiz, lekesiz.
spotlight
spot.light spat'layt isim proqektör, ışıldak; spot, spot lamba.
spotted
spot.ted spat'îd sıfat 1. benekli, noktalı. 2. lekeli.
spotty
spot.ty spat'i sıfat 1. ancak ara sıra iyi olan; ancak yer yer iyi olan: Her performance was spotty. Performansı ancak yer yer iyiydi. 2. İngiliz İngilizcesi sivilceli.
spouse
spouse spauz, spaus isim eş, koca veya karı.
spout
spout spaut fiil 1. fışkırtmak; fışkırmak. 2. cafcaflı bir şekilde (bir şeyler) söylemek. 3. (bir şeyler) döktürmek, kolaylıkla söyleyivermek. isim 1. (çaydanlık v.b.'nde) emzik, ibik. 2. fıskıye.
sprain one's ankle
ayağı burkulmak, ayağını burkmak, ayak bileğini burkmak. She's sprained her ankle. Ayağı burkulmuş.
sprain
sprain spreyn fiil burkmak. isim burkulma.
sprained ankle
burkulan ayak.
sprang
sprang spräng fiil bakınız spring
sprat
sprat sprät isim çaçabalığı.
sprawl
sprawl sprôl fiil 1. yayılıp yatmak, sere serpe uzanmak; yayılarak oturmak. 2. çok geniş bir alana yayılmak.
spray gun
pistole, tabanca.
spray
spray sprey isim 1. incecik damlacıklar halindeki su serpintisi. 2. (serpinti halindeki) sprey. fiil (püskürteç, boya tabancası veya spreyle) püskürtmek, sıkmak.
sprayer
sprayerisim 1. püskürteç, pülverizatör; pistole, tabanca. 2. sıvı püskürten kimse.
spread its wings
(kuş) kanatlarını açmak/germek. 1257
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spread like wildfire
büyük bir hızla yayılmak.
spread one's arms wide
kollarını alabildiğine açmak.
spread oneself thin
bir sürü işle meşgul olmak, kırk tarakta bezi olmak.
spread rumors
dedikodu çıkarmak.
spread something thin
bir şeyi ince bir tabaka halinde sürmek.
spread
spread spred fiil (spread) 1. yaymak; sermek; yayılmak. 2. (gübre v.b.'ni) (tarlaya) dökmek. 3. (bir şeyi) (başka bir şeyin üstüne) sürmek. 4. (sofrayı) kurmak.
spread-eagle
spread-ea.gle spred'igıl fiil kol ve bacaklarını yana açarak yatmak/yatırmak.
spreadsheet
spread.sheet spred'şit isim, bilgisayar 1. (tablolama programıyla hazırlanan) tablo. 2. tablolama programı.
spree
spree spri isim çılgınca veya aşırı derecede yapılan bir şey: While she was on a shopping spree he went on a drinking spree. O çılgınca alışveriş yaparken kendisi de deli gibi içmeye başladı.
sprig
sprig sprîg isim ufacık dal parçası; filizcik.
sprightly
spright.ly sprayt'li sıfat canlı, hareketli.
spring a leak
akmaya başlamak.
spring equinox
bahar noktası, ilkbahar noktası (27 Mart'a rastlayan ekinoks).
spring into life
birdenbire canlanıp harekete gemek.
spring mattress
yaylı yatak.
spring onion
isim, İngiliz İngilizcesi yeşil soğan, taze soğan.
spring to one's feet
ayağa fırlamak.
spring towards the door
kapıya fırlamak.
spring
spring sprîng isim 1. pınar; kaynak, memba. 2. bahar, ilkbahar. 3. yay; zemberek. 4. esneklik, elastikiyet. 5. sıçrayış. 6. canlılık.
springboard
spring.board sprîng'bôrd isim tramplen, atlama/sıçrama tahtası.
springtime
spring.time sprîng'taym isim ilkbahar, bahar mevsimi.
1258
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sprinkle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sprin.kle sprîng'kıl fiil 1. serpmek; ekmek; serpiştirmek. 2. (yağmur) serpmek, çiselemek. isim 1. serpme. 2. (yağmur için) serpinti, çisenti.
sprinkler system
yağmurlama tesisatı, yangına karşı su serpme tesisatı.
sprinkler
sprin.klerisim su serpme aleti; arozöz, arazöz.
sprinkling
sprin.klingisim 1. serpme. 2. azıcık bir miktar, bir nebze. 3. serpinti, çisenti.
sprint
sprint sprînt fiil tam hızla koşmak. isim 1. tam hızla koşma. 2. sürat koşusu, sprint.
sprinter
sprinterisim, spor sürat koşucusu.
sprite
sprite sprayt isim peri; cin.
sprout
sprout spraut fiil filizlenmek, sürmek; (tohum, tüy, sakal, saç) bitmek. isim filiz, tomurcuk, sürgün.
spruce oneself up
kendine çekidüzen vermek.
spruce
spruce sprus sıfat temiz ve zarif. fiil bakınız spruce oneself up
sprung
sprung spr^ng fiil bakınız spring
spry
spry spray sıfat (spryer/sprier, spryest/spriest) çevik, faal.
spue
spue spyu fiil bakınız spew
spume
spume spyum isim köpük.
spun
spun sp^n fiil bakınız spin
spunk
spunk sp^ngk isim 1. cesaret, yürek. 2. konuşma dili atmık, bel.
spunky
spunkysıfat cesur, yürekli.
spur someone on
birini teşvik etmek.
spur
spur spır isim 1. mahmuz. 2. teşvik eden bir şey. 3. demiryolu kör hat; barınma hattı; rampa hattı. 4. (iki koyak arasındaki) çıkıntı. fiil (spurred, spurring) mahmuzlamak.
spurious
spu.ri.ous spyûr'iyıs sıfat sahte.
spurn
spurn spırn fiil reddetmek.
spur-of-the-moment
sıfat anında yapılan.
1259
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük spurt
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
spurt spırt isim atılım, hamle, atak. fiil spor atılım yapmak, hamle yapmak; finişe geçmek/kalkmak.
sputter out
(motor) öksürüp stop etmek. 2. (alev) titreyip sönmek.
sputter
sput.ter sp^t'ır fiil 1. heyecanla söylemek. 2. (motor) öksürmek, öksürüğe benzeyen ses çıkarmak. 3. (alev) sönecek gibi titremek.
spy
spy spay isim casus, aqan. fiil casusluk etmek.
spyglass
spy.glass spay'gläs isim küçük dürbün.
squabble
sjuab.ble skwab'ıl fiil çekişmek, didişmek, atışmak, ağız kavgası yapmak. isim çekişme, didişme, atışma, ağız kavgası.
squad car
(polise ait) devriye arabası.
squad
sjuad skwad isim 1. takım, ekip. 2. askeri manga.
squadron
sjuad.ron skwad'rın isim 1. (yüz yirmi ile iki yüz kişiden oluşan) süvari birliği. 2. ufak gemi filosu. 3. hava filosu.
squalid
sjual.id skwal'îd sıfat 1. pis, çok kirli. 2. (ahlak açısından) iğrenç.
squall
sjuall skwôl fiil (bebek) çok yüksek sesle ağlamak; cıyaklamak, cıyak cıyak bağırmak.
squalor
sjual.or skwal'ır isim 1. pislik. 2. (ahlak açısından) iğrençlik, iğrenç olma.
squander
sjuan.der skwan'dır fiil israf etmek, çarçur etmek.
square accounts with
hesaplaşmak, kozlarını paylaşmak; kuyruk acısını çıkarmak.
square accounts
hesaplaşmak, kozlarını paylaşmak; kuyruk acısını çıkarmak.
square bracket
İngiliz İngilizcesi, dilbilgisi köşeli parantez, köşeli ayraç.
square dance
dörder çiftten oluşan grupların yaptığı bir dans.
square meal
konuşma dili doyurucu bir öğün yemek.
square one's jaw
(birine meydan okumaya hazırlanıyormuş gibi) çenesini gerip uzatmak.
square one's shoulders
omuzlarını dikleştirmek. 1260
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
square peg in a round hole
mevkiine uygun olmayan kimse.
square root
karekök.
square someone away
birini hizaya getirmek, birini yola getirmek. 2. gereken her şeyi birine anlatmak.
square something away
bir şeyi yoluna koymak; bir şeyi düzene sokmak.
square
sjuare skwer fiil 1. matematik (bir sayının) karesini almak. 2. with ile bağdaşmak, -e uymak; -i ile bağdaştırmak. 3. (hesabı) görmek, kapatmak. 4. rüşvet vererek (birini) yola getirmek; rüşvet vererek (bir durumu) (istenilen şekilde) halletmek. 5. spor (puanları) eşitlemek. 6. karelemek, karelere ayırmak. 7. off (bir şeyin kenarlarını) dört köşeli hale getirmek.
squash
sjuash skwaş isim kabak.
squat
sjuat skwat fiil (squatted, squatting) 1. çömelmek. 2. (kendi malı olmayan bir mülkte) kanuna aykırı olarak oturmak. isim 1. çömelme; çömeliş. 2. İngiliz İngilizcesi kanuna aykırı olarak mesken tutulan bina.
squatter
sjuat.ter skwat'ır isim kendi malı olmayan bir mülkte kanuna aykırı olarak oturan kimse.
squatty
sjuattysıfat 1. çömelmiş. 2. bodur, kısa ve tıknaz (kimse). 3. alçak, basık ve çirkin (bina).
squawk
sjuawk skwôk fiil 1. cıyaklamak, cıyak cıyak bağırmak. 2. konuşma dili şikâyet etmek, bağırmak. isim 1. cıyaklama. 2. konuşma dili şikâyet.
squeak through
kıl payı farkla kazanmak/atlatmak.
squeak
sjueak skwik fiil 1. gıcırdamak. 2. (fare) cik cik ötmek. isim 1. gıcırtı, gıcırdama. 2. (farenin çıkardığı) cik sesi.
squeaky
sjueak.y skwi'ki sıfat gıcırtılı.
squeal
sjueal skwil fiil 1. çok tiz bir ses çıkarmak: The girl let out a squeal. Kız çığlık kopardı. The pig began to squeal. Domuz acı acı bağırmaya başladı. 2. konuşma dili ötmek, sır vermek; on -i ihbar etmek, -i ele vermek. isim çok tiz bir ses.
squealer
sjuealerisim, konuşma dili ihbarcı. 1261
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük squeamish
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sjueam.ish skwi'mîş sıfat 1. kolayca tiksinen, çok titiz; ahlak açısından çok titiz. 2. midesi kolayca bulanan. 3. midesi bulanmış.
squeeze
sjueeze skwiz fiil 1. (meyve, ıslak bez v.b.'ni) sıkmak: Squeeze me a glass of orange quice. Bana bir bardak portakal suyu sık. 2. into/in -e sıkıştırmak. 3. sıkıştırmak, zor bir duruma sokmak. isim 1. sıkma, sıkış. 2. sıkım, bir defada sıkılan miktar. 3. kıtlık; kısıtlama. 4. kıtlık veya kısıtlamadan ileri gelen zor durum.
squeezer
sjueezerisim sıkacak, pres.
squelch
sjuelch skwelç fiil 1. (muhalefet v.b.'ni) bastırmak veya susturmak. 2. vıcık vıcık bir yerden yürürken ayak sesi çıkarmak.
squid
sjuid skwîd isim kalamar; mürekkepbalığı, supya.
squint
sjuint skwînt fiil gözlerini kısarak bakmak, kısık gözlerle bakmak; (gözlerini) kısmak.
squire
sjuire skwayr isim, İngiliz İngilizcesi (bir köyün veya kırsal bir bölgenin) toprak ağası.
squirm
sjuirm skwırm fiil kıpırdanmak; kıpır kıpır kıpırdanmak. isim kıpırdanma.
squirrel
sjuir.rel skwır''kı, [İngiliz İngilizcesi] skwîr'ıl isim sincap.
squirt gun
su tabancası.
squirt
sjuirt skwırt fiil fışkırtmak; fışkırmak. isim 1. fışkırtılan sıvı. 2. küçük çocuk, küçük.
Sri Lanka
Sri Lan.ka sri läng'kı Sri Lanka.
Sri Lankan
Sri Lankalı. 2. Sri Lanka, Sri Lanka'ya özgü. 3. Sri Lankalı (kimse).
St. Lucie cherry
mahlep, kokulukiraz.
St. Lucie
St. Lu.cie seynt lu'si bakınız St. Lucie cherry
St. Nicholas
Noel Baba.
St. Valentine's Day
(on dört şubata rastlayan) Sevgililer Günü.
stab someone in the back
birini arkadan vurmak, birine kalleşlik etmek. 1262
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stab
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stab stäb fiil (stabbed, stabbing) 1. bıçaklamak. 2. batırmak; saplamak; delmek. isim bakınız make a stab at stab someone in the back
stabilise
sta.bi.lise stey'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız stabilize
stability
sta.bil.i.ty stıbîl'ıti isim 1. istikrar. 2. sağlamlık. 3. stabilite, sabitlik. 4. denge.
stabilization
sta.bi.li.za.tion steybılızey'şın isim stabilizasyon.
stabilize
sta.bi.lize stey'bılayz fiil stabilize etmek.
stable equilibrium
kararlı denge.
stable
sta.ble stey'bıl isim ahır.
staccato
stac.ca.to stıka'to zarf, sıfat, müzik staccato, stakkato.
stack up
konuşma dili 1. (trafik) tıkanıp durmak. 2. (işler) gitmek: That's how things stack up today. Bugün işler böyle. 3. against ile karşılaştırıp sonuç çıkarmak: How does this brand of soap stack up against that one? Bu marka sabun o markaya göre nasıl?
stack
stack stäk isim 1. tınaz, ekin yığını. 2. çatılmış bir grup (silah), çatı. 3. (üst üste konulmuş şeylerin oluşturduğu) yığın. fiil 1. yığmak; istif etmek. 2. (silah) çatmak.
stacking swivel
(tüfekteki) çatı kancası.
stadium
sta.di.um stey'diyım isim (stadiums/stadia) stadyum, stat.
staff officer
askeri kurmay subay, kurmay.
staff
staff stäf isim (staffs) (kuruluştaki) personel; (devlet kuruluşundaki) kadro.
stag party
erkekler için düzenlenen eğlence/parti.
stag
stag stäg isim erkek geyik.
stage fright
sanatçıda sahneye çıkmadan hemen önce başlayan korku ve heyecan.
stage manager
sahne amiri.
1263
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stage steyc isim 1. sahne. 2. aşama, safha, mertebe, evre, basamak, merhale. fiil sahneye koymak, sahnelemek.
stagecoach
stage.coach steyc'koç isim posta arabası, menzil arabası (atlı bir taşıt).
stagehand
stage.hand steyc'händ isim sahne görevlisi.
stagestruck
stage.struck steyc'str^k sıfat oyuncu olma hevesine kapılmış.
stagflation
stag.fla.tion stägfley'şın isim stagflasyon, durgunluk içinde enflasyon.
stagger
stag.ger stäg'ır fiil 1. sendelemek. 2. hayrete düşürmek; şoke etmek. 3. (bir işi) posta posta yaptırmak. isim sendeleme.
staging
stag.ing stey'cîng isim sahneye koyma, sahneleme.
stagnant
stag.nant stäg'nınt sıfat 1. durgun ve pis (su). 2. durgun, hiç ilerlemeyen veya gelişmeyen.
stagnate
stag.nate stäg'neyt fiil durgunlaşmak, hiç ilerlememek veya gelişmemek.
stagnation
stag.na.tionisim durgunluk.
staid
staid steyd sıfat ciddi, ağırbaşlı.
stain
stain steyn fiil 1. lekelemek. 2. (kimyasal maddeyle) koyulaştırmak. isim 1. leke. 2. koyulaştırıcı kimyasal madde.
stained-glass
stained-glasssıfat vitray.
stainless steel
paslanmaz çelik.
stainless
stain.less steyn'lîs sıfat lekesiz.
stair
stair ster isim 1. (merdivene ait) basamak. 2. çoğul merdiven.
staircase
stair.case ster'keys isim merdiven.
stairway
stair.way ster'wey isim merdiven.
stake
stake steyk isim 1. kazık; (bitki için) ispalya, sırık, herek. 2. ticaret pay, hisse. fiil 1. kazığa bağlamak; sırığa/ispalyaya bağlamak. 2. off kazıklarla (bir yerin) sınırlarını belirtmek. 3. on (kumarda) (birine, bir şeye) 1264
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(para) koymak. 4. on (umudu, geleceği, hayatı) (birine, bir şeye) bağlamak. stalactite
sta.lac.tite stıläk'tayt isim sarkıt, damlataş, stalaktit, istalaktit.
stalagmite
sta.lag.mite stıläg'mayt isim dikit, stalagmit, istalagmit.
stale
stale steyl sıfat bayat.
stalemate
stale.mate steyl'meyt isim kazanan veya kaybedenin olmadığı durum, yenişememe.
stalk
stalk stôk isim (bitkiye ait) sap.
stall someone off
birini uydurma bahanelerle başından savmak.
stall
stall stôl isim 1. (ahırda tek bir büyükbaş hayvana ait) bölme. 2. (umumi yerlerde bölmelerle ayrılmış) duş veya tuvalet yeri. 3. İngiliz İngilizcesi (pazar veya sergide) stant.
stallion
stal.lion stäl'yın isim aygır.
stalwart
stal.wart stôl'wırt sıfat 1. sağlam, güvenilir, sadık, davadan dönmeyen. 2. güçlü kuvvetli (kimse). 3. yürekli, cesur.
stamen
sta.men stey'mın isim, botanik erkekorgan, ercik, stamen.
stamina
stam.i.na stäm'ını isim dayanma gücü.
stammer
stam.mer stäm'ır fiil pepelemek; kekelemek. isim pepemelik; kekemelik.
stammerer
stam.mer.erisim pepeme, pepe; kekeme.
stamp collecting
pul toplama, filateli.
stamp collector
pul koleksiyoncusu, filatelist.
stamp pad
ıstampa.
stamp
stamp stämp fiil 1. (ayağını) hızla yere vurmak; tepinmek, ayaklarını hızla yere vurmak. 2. damga vurmak, damgalamak. 3. pul yapıştırmak. 4. as (bir şey) (birinin) (belirli bir gruba ait olduğunu) göstermek. 5. preste kesmek. isim 1. posta pulu; damga pulu; pul. 2. damga; mühür; kaşe (alet veya bu aletle basılan işaret).
1265
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
3. ıstampa (alet veya bu aletle basılan işaret). 4. ayak vuruşu. 5. tür, çeşit, nevi, tip. 6. iz, damga. stampede
stam.pede stämpid' isim çılgınca koşuşma veya kaçışma. fiil (bir grubun) çılgınca koşuşmasına veya kaçışmasına yol açmak.
stamping ground
konuşma dili uğrak yeri, sıkça gidilen yer.
stance
stance stäns isim 1. spor duruş (biçimi). 2. tutum.
stanch
stanch stänç fiil (kanı) durdurmak; -den akan kanı durdurmak.
stand a chance of
-in şansı olmak.
stand as it is
olduğu gibi kalmak/durmak.
stand as it was
olduğu gibi kalmak/durmak.
stand aside
kenara çekilmek, yol vermek.
stand at attention
esas duruşta olmak.
stand at
(ısı v.b.) (belirli bir derecede) olmak: The thermometer stood at 64°C. Termometre 08°C'ı gösteriyordu.
stand back
çekilmek, kenara çekilmek.
stand bail for
(sanığın) kefaletini yatırmak. 2. (sanığa) kefil olmak.
stand behind
-in arkasında durmak. 2. (bir şeyin) iddia edildiği gibi olduğuna dair garanti vermek. 3. (birini) bütünüyle desteklemek.
stand by one's guns
amacından hiç şaşmamak; inancından veya fikrinden vazgeçmemek; kararından caymamak.
stand by one's word
sözünden dönmemek.
stand by
beklemek; hazır beklemek. 2. (birini) bırakmamak, terketmemek, (birine) destek olmak; (birine, bir şeye) sadık kalmak. 3. (kötü bir olaya) seyirci kalmak. 4. (birinin yakınında) hazır bulunmak.
stand clear of
-den uzak durmak, (birinden) uzak kalmak, ile temas etmemeye çalışmak; (bir şeyi) kullanmamak, -den sakınmak.
stand close examination
yakından incelemeye gelmek, kurcalamaya gelmek.
stand corrected
yanıldığını kabul etmek.
1266
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stand down
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
İngiliz İngilizcesi (bulunduğu makama) bir daha aday olmamak.
stand erect
dik durmak.
stand fast
geri çekilmemek; teslim olmamak; pes etmemek. 2. inancından veya fikrinden vazgeçmemek; kararından caymamak.
stand firm
geri çekilmemek; teslim olmamak; pes etmemek. 2. inancından veya fikrinden vazgeçmemek; kararından caymamak.
stand for
-i simgelemek. 2. (bir ülkünün) savunucusu olmak. 3. (tahammül edilemeyecek bir şeye) müsaade etmek, izin vermek.
stand guard
(korumak veya gözetmek için) nöbet tutmak.
stand head and shoulders above
-den çok üstün olmak.
stand high with
(birinin) gözüne girmiş olmak.
stand idle
(makine) kullanılmamak. 2. (biri) hiçbir şey yapmadan durmak: Don't qust stand there idle; help us! Orada öyle boş durma; bize yardım et!
stand in for
(birine) vekâlet etmek.
stand in line
kuyrukta beklemek.
stand in someone's way
birine mâni olmak, birine engel olmak, birini engellemek. 2. birinin yolunu kapamak.
stand on ceremony
resmi davranmak.
stand on one's own two feet
kendi yağıyla kavrulmak, kimseye muhtaç olmamak.
stand one's ground
askeri üstünde bulunduğu yeri başarıyla savunmak. 2. savunduğundan vazgeçmemek.
stand out
göze çarpmak.
stand over
(birinin) başında durmak.
stand pat
konuşma dili 1. kararını değiştirmeyi reddetmek. 2. yerinde saymak, hiç değişmemek, hiç ilerlememek.
stand someone in good stead
birinin işine yaramak, faydasını görmek.
stand someone up
randevuya gelmeyerek birini boşuna bekletmek.
stand still
kıpırdamadan/kımıldamadan/hareket etmeden durmak.
1267
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stand to gain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(muhtemelen) kazanabilmek: What do we stand to gain from this? Bunun sonucunda ne kazanacağız?
stand to lose
(muhtemelen) kaybedebilmek: What does she stand to lose? Ne kaybedebilir?
stand trial
yargılanmak.
stand up for
-i savunmak, -i desteklemek.
stand up to
(birine) karşı gelmek, kafa tutmak. 2. (bir şeye) dayanmak, (bir şeye karşı) dayanıklı olmak.
stand
stand ständ isim 1. (mahkeme salonundaki) kürsü. 2. (açık havada bulunan geçici) sahne. 3. stant (sergi yeri). 4. (taksilere ait) durak. 5. sehpa; dayanak: music stand nota sehpası. umbrella stand şemsiyelik. 6. ağaç topluluğu: That's a nice stand of pines. O güzel bir çamlık. 7. spor tribün.
standard deviation
standart sapma.
standard of living
aşam standardı, yaşam düzeyi.
standard
stan.dard stän'dırd isim 1. standart. 2. ahlak; değer: She has high standards. Onun ahlaki değerleri yüksek. 3. standart, ölçün. 4. sancak, bayrak. 5. ekonomi para standardı.
standard-bearer
stan.dard-bear.er stän'dırd.berır isim 1. bayraktar, sancaktar, alemdar. 2. bayraktar, önder.
standardise
stan.dard.ise stän'dırdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız standardize
standardization
stan.dard.iza.tionisim standartlaştırma, standardizasyon.
standardize
stan.dard.ize stän'dırdayz fiil standartlaştırmak, standardize etmek.
standby
stand.by ständ'bay isim (standbys) 1. yedek. 2. ekonomi stand-by, her an kullanılabilecek kredi.
stand-in
stand-in ständ'în isim dublör.
standing committee
daimi komisyon.
1268
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük standing order
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çoğul içtüzüğün kuralları. 2. çoğul hastanedeki hastalar için geçerli olan kurallar. 3. belirli aralıklarla gönderilen sipariş, süreli sipariş. 4. henüz gönderilmemiş sipariş.
standing ovation
ayakta yapılan alkışlama.
standing room
ayakta duracak yer.
standing water
durgun ve akmayan su.
standing
stand.ing stän'dîng sıfat her zaman geçerli olan. isim durum, pozisyon; statü.
standoffish
stand.off.ish ständôf'îş sıfat soğuk, sıcak davranmayan.
standout
stand.out ständ'aut isim üstünlüğünden dolayı göze çarpan.
standpoint
stand.point ständ'poynt isim açı: Let's look at the matter from his standpoint. Konuya onun açısından bakalım.
standstill
stand.still ständ'stîl isim bakınız be at a standstill
stank
stank stänk fiil bakınız stink
stanza
stan.za stän'zı isim şiir kıtası.
staple commodities
başlıca satış ürünleri.
staple
sta.ple stey'pıl isim 1. başlıca ürün. 2. temel gıda maddesi. 3. (birinin/bir hayvanın) temel yiyeceği.
stapler
sta.plerisim tel zımba.
star system
sinema, tiyatro star sistemi.
star
star star isim 1. yıldız. 2. yıldız, star: She's become a movie star. Sinema yıldızı oldu.
starboard
star.board star'bırd isim (geminin) sancak tarafı, sancak. sıfat sancağa ait.
starch
starch starç isim 1. kola. 2. nişasta. 3. resmiyet, resmilik, resmi tavırlar. fiil kolalamak.
starched
starch.edsıfat kolalı, kolalanmış.
stare
stare ster fiil (at) (dikkatle) bakmak. isim (uzun ve dikkatli) bakış.
starfish
star.fish star'fîş isim (starfish/starfishes) denizyıldızı.
stark naked
çırılçıplak, anadan doğma.
1269
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stark
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stark stark sıfat 1. ıssız; boş; çıplak: stark mountain peaks çıplak dağ zirveleri. 2. çok sade (üslup); gerçekleri hiç yumuşatmayan (anlatım). 3. katıksız, saf, tam. zarf büsbütün, tamamen: stark raving mad zırdeli. stark naked çırılçıplak.
starlet
star.let star'lît isim, sinema yıldız adayı, yıldızcık; yıldız olmayı uman genç aktris.
starlight
star.light star'layt isim yıldız ışığı.
starlit
star.lit star'lît sıfat yıldızlarla aydınlanmış, yıldızlı.
starred
starred stard sıfat yıldız işaretli, yıldızlı.
starry
star.ry star'i sıfat yıldızı çok olan, çok yıldızlı.
starry-eyed
star.ry-eyedsıfat hiç olmayacak bir şeye kapılıp gitmiş; hiç olmayacak bir şeyin peşinde koşan.
start a car
otomotiv motoru çalıştırmak.
start a fire
yangın çıkarmak. 2. in -i yakmak; ateş yakmak: They've started a fire in the fireplace. Şömineyi yaktılar.
start a meeting
toplantıyı açmak.
start back
geri dönmek, dönmek.
start from scratch
hiçten başlamak, sıfırdan başlamak.
start off
başlamak: We started off fine, but after a month things began to go wrong between us. İyi başladık, fakat bir ay sonra aramız bozulmaya yüz tuttu.
start out as
.. olarak çalışmaya başlamak: He started out as a cabin boy and now he's a captain. Miço olarak çalışmaya başlayıp şimdi kaptan oldu.
start out to do something
belirli bir amaç güderek yola çıkmak: He started out to be a doctor but ended up as a writer. Hekim olacağım diye işe başladı, fakat sonunda yazar olup çıktı.
start someone in as ...
birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone in business
birinin iş hayatına atılmasına yardım etmek.
start someone in
birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone out as ...
birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak.
start someone out
birini (belirli bir işte) çalışmaya başlatmak. 1270
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
start something going
bir makineyi çalıştırmak. 2. bir şeyi başlatmak.
start something up
bir makineyi çalıştırmak. 2. bir şeyi başlatmak.
start something
kavga çıkarmak.
start the ball rolling
işi başlatmak.
start to one's feet
birdenbire ayağa sıçramak.
start to work
işe başlamak.
start work
işe başlamak.
start
start start isim 1. başlangıç. 2. yola çıkma: Let's get an early start. Erken yola çıkalım. 3. spor start, depar, çıkış. 4. spor çıkış çizgisi. 5. irkilme: He awoke with a start. İrkilerek uyandı.
starter
start.er star'tır isim 1. yarışa katılan kimse veya at. 2. başlayan kimse. 3. otomotiv marş. 4. İngiliz İngilizcesi ordövr, meze. 5. maya.
starting line
spor çıkış çizgisi.
startle
star.tle star'tıl fiil irkiltmek.
startling
star.tling start'lîng sıfat çok şaşırtıcı.
starvation
star.va.tion starvey'şın isim açlık çekme; açlıktan ölme.
starve an animal to death
birini/bir hayvanı açlıktan öldürmek.
starve someone to death
birini/bir hayvanı açlıktan öldürmek.
starve
starve starv fiil 1. açlık çekmek; açlıktan ölmek. 2. (birini) aç bırakmak. 3. konuşma dili çok acıkmak. 4. for (bir şeyin) eksikliğini veya yokluğunu çok duymak.
stash
stash stäş isim, konuşma dili 1. zula. 2. zulada saklanan şey. 3. bıyık. fiil (away) (in) (bir yere) saklamak.
state of mind
ruhsal durum.
state
state steyt isim 1. durum, vaziyet, hal: state of war savaş hali. the state of his health onun sağlık durumu. a state of emergency acil bir durum. in an unconscious state baygın bir halde. The roads here are in a bad state of repair. Buradaki yollar tamire muhtaç. 2. devlet. 3. eyalet. sıfat devlet tarafından yapılan (tören, ziyafet, v.b.).
stateless
state.less steyt'lîs sıfat uyruksuz, tabiiyetsiz. 1271
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stately home
İngiliz İngilizcesi büyük bir çiftlikte bulunan malikâne.
stately
state.ly steyt'li sıfat haşmetli, görkemli.
statement
state.ment steyt'mınt isim 1. ifade; demeç, beyanat. 2. hesap özeti.
stateside
state.side steyt'sayd sıfat, Amerikan İngilizcesi A.B.D.'de olan; A.B.D.'ye ait; A.B.D.'den gelen. zarf, Amerikan İngilizcesi 1. A.B.D. 'ye. 2. A.B.D.'de.
statesman
states.man steyts'mın isim (statesmen) 1. devlet adamı. 2. kendi partisinden çok devletin yararını düşünen siyaset adamı.
statesmanlike
states.man.like steyts'mınlayk sıfat devlet adamına yakışır.
static electricity
statik elektrik.
static
stat.ic stät'îk sıfat 1. ilerleme veya gelişme göstermeyen, statik. 2. fizik statik, duruk. isim 1. radyo parazit. 2. statik elektrik. 3. çoğul statik (bilim dalı).
station in life
sosyal durum.
station to station call
normal konuşma, santral aracılığıyla konuşma.
station wagon
steyşın.
station
sta.tion stey'şın isim 1. demiryolu istasyon veya gar; otogar, garaq; (metroya ait) durak. 2. televizyon istasyon. 3. istasyon (araştırma kuruluşu): agricultural experiment station tarım istasyonu. 4. yer, mahal, mevki. fiil 1. in (birini) (bir yere) tayin etmek, atamak. 2. in (birini) (bir yere) (geçici bir süre için) yerleştirmek, koymak.
stationary
sta.tion.ar.y stey'şıneri sıfat 1. hareket etmeyen, hareketsiz. 2. işlemeyen, çalışmayan (makine). 3. sabit, durağan.
stationer
sta.tion.er stey'şınır isim kırtasiyeci.
stationery
sta.tion.er.y stey'şıneri isim 1. mektup kâğıdı ve zarf. 2. kırtasiye.
stationmaster
sta.tion.mas.ter stey'şınmästır isim istasyon şefi.
statistical
sta.tis.ti.cal stıtîs'tîkıl sıfat istatistiksel. 1272
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük statistician
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stat.is.ti.cian stätîstîş'ın isim istatistik uzmanı, istatistikçi.
statistics
sta.tis.tics stıtîs'tîks isim istatistik, sayımbilim.
statue
stat.ue stäç'u isim heykel.
statuesque
stat.u.esjue stäçuwesk' sıfat 1. heykel gibi. 2. endamlı ve güzel, heykel gibi (kimse).
stature
stat.ure stäç'ır isim 1. boy, endam, uzunluk. 2. itibar, prestij.
status
sta.tus stey'tıs, stät'ıs isim 1. statü, durum, hal, vaziyet; pozisyon. 2. statü, itibar, prestij.
statute
stat.ute stäç'ut isim kanun, yasa.
statutory rape
hukuk reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkide bulunma.
statutory
stat.u.to.ry stäç'ıtôri sıfat yasaya uygun, yasal, kanuni.
staunch
staunch stônç sıfat sadakatli, sadık.
stave off
(geçici olarak) savmak, atlatmak; uzaklaştırmak, defetmek.
stave
stave steyv fiil (staved/stove) (in) kırarak delik açmak; çökertmek.
stay away from
(-den) uzak durmak.
stay away
(-den) uzak durmak.
stay for dinner
akşam/öğle yemeğine kalmak.
stay in the background
arka planda kalmak, kendini göstermemek.
stay in
içeride kalmak, dışarı çıkmamak; evin içinde kalmak. 2. (bir yerde, bir işte) çalışmaya devam etmek.
stay late
geç saate kadar kalmak.
stay out
of - den uzak durmak. 2. dışarıda kalmak; dışarıda gezip tozmak.
stay put
konuşma dili bulunduğu veya istenilen yerde kalmak.
stay to dinner
akşam/öğle yemeğine kalmak.
stay up until
(belirli bir saate) kadar yatmamak.
stay
stay stey isim 1. kalma süresi; ziyaret süresi, ziyaret. 2. balina: collar stay yaka balinası.
staying power
dayanma gücü, metanet.
stead
stead sted isim bakınız in someone's stead 1273
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük steadfast
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stead.fast sted'fäst sıfat 1. sadakatli, sadık. 2. sabit, değişmeyen. 3. sözünden dönmeyen.
steady
stead.y sted'i sıfat 1. titremeyen; sağlam. 2. değişmeyen; durmayan, devamlı. 3. durmadan aynı şekilde akan (su). 4. sabit (bakış). 5. sağlam, pusulayı şaşırmayan (kimse). 6. tutarlı, istikrarlı, güvenilir. 7. sağlam (sinirler): He's got steady nerves. Sinirleri sağlam. 8. bir başkasıyla çıkmayan/flört etmeyen (erkek/kız arkadaş). fiil 1. (bir şeyin) titremesini durdurmak. 2. sakinleştirmek. 3. istikrar bulmak. 4. doğru yola getirmek; (birini) doğru yolda tutmak.
steak
steak steyk isim biftek.
steal a kiss from
(birinin) itiraz etmesine hiç vakit bırakmadan öpüvermek.
steal someone's thunder
(kazara veya kasten) (birinden) önce davranarak onun beklediği ilgi, övgü v.b.'ni kendisinden çalmış gibi olmak veya çalmak.
steal
steal stil fiil (stole, stolen) 1. çalmak, aşırmak; hırsızlık etmek. 2. (bir şeyi) gizlice veya dikkati çekmeden yapmak: She stole a glance at them. Onlara hırsızlama bir bakış attı. isim, konuşma dili kelepir.
stealth
stealth stelth isim gizli tutma; dikkati çekmeden yapma.
stealthy
stealth.y stel'thi sıfat hırsızlama yapılan.
steam bath
buhar banyosu.
steam engine
buhar makinesi.
steam heating
buharlı kalorifer.
steam iron
buharlı ütü.
steam shovel
ekskavatör, kazı makinesi.
steam something off
bir şeyi buhara tutarak çıkarmak.
steam something open
bir şeyi buhara tutarak açmak.
steam up
(cam v.b.) buğulanmak.
steam
steam stim isim 1. buhar. 2. islim, istim. 3. buğu.
steamboat
steam.boat stim'bot isim istimbot. 1274
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
steamer
steam.er sti'mır isim vapur.
steamroller
steam.roll.er stim'rolır isim (motorlu araç olarak) silindir.
steamship
steam.ship stim'şîp isim vapur.
steamy
steam.y sti'mi sıfat 1. buharlı; buharla dolu. 2. buğulu. 3. şehvet dolu, şehvetli.
stedfast
sted.fast sted'fäst sıfat bakınız steadfast
steed
steed stid isim, edebiyat at, küheylan.
steel wool
çelikpamuğu, çelik tel yumağı.
steel
steel stil isim çelik. sıfat 1. çelikten yapılmış, çelik. 2. çelik üretimine ait, çelik. 3. çok güçlü. fiil oneself metin olmak.
steely
steelysıfat 1. çelikten yapılmış, çelik; içinde çelik bulunan. 2. çelik gibi, sert.
steelyard
steel.yard stil'yard isim kantar, el kantarı.
steep
steep stip sıfat 1. dik, sarp. 2. yüksek (fiyat).
steeple
stee.ple sti'pıl isim (kiliseye ait) sivri uçlu kule.
steeplechase
stee.ple.chase sti'pılçeys isim engelli koşu, engelli.
steer clear of
konuşma dili -den uzak durmak. 2. -i (bir yerlere) çarpmadan götürmek.
steer someone away from
birini/bir şeyi -den başka tarafa çekmek/yöneltmek.
steer something away from
birini/bir şeyi -den başka tarafa çekmek/yöneltmek.
steer
steer stîr fiil 1. direksiyonda olmak, direksiyon kullanmak. 2. denizcilikle ilgili dümende olmak, dümen kullanmak. 3. into -e yöneltmek. 4. through -i (bir yerden) geçirmek. 5. denizcilikle ilgili for (belirli bir yere) giden rotayı izlemek, (belirli bir yere) doğru gitmek.
steering column
direksiyon mili.
steering wheel
direksiyon. 2. denizcilikle ilgili dümen dolabı tekerleği.
stem
stem stem isim 1. (bitkide) sap veya gövde. 2. (kadehte) sap. 3. (pipoda) beden. fiil (stemmed, stemming) 1. (akışı) durdurmak veya yavaşlatmak. 2. from -den kaynaklanmak. 1275
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stench
stench stenç isim pis koku.
stencil paper
mumlu kâğıt.
stencil
sten.cil sten'sıl isim 1. şablon. 2. şablonla yazılan yazı veya çizilen desen. fiil şablonla (yazı) yazmak veya (desen) çizmek.
stenographer
ste.nog.ra.pher stınag'rıfır isim stenograf.
stenography
ste.nog.ra.phy stınag'rıfi isim stenografi.
step by step
adım adım, basamak basamak.
step down
inmek. 2. istifa etmek; emekliye ayrılmak.
step forward
bir adım öne çıkmak. 2. öne doğru adım atmak.
step in
içeri gelmek/girmek; içeri gitmek. 2. araya girmek, müdahale etmek.
step off
-den inmek.
Step on it!
Gaza bas! 2. Çabuk ol!/Çabuk!
step on someone's toes
birinin kuyruğuna basmak, birini gücendirmek veya kızdırmak.
step on the brake
frene basmak.
step on the brakes
frene basmak.
Step on the gas!
Gazla!/Gaza bas!
step on
-e ayak basmak; -e (ayakla) basmak; -i (ayakla) ezmek.
step over
(yürüyerek) -in üzerinden geçmek. 2. -e gelmek/gitmek.
step sister
isim üvey kızkardeş.
step something off
bir yeri adımlamak/adımla ölçmek.
step up
on/onto -e çıkmak. 2. artırmak; hızlandırmak; hızlanmak. 3. terfi ettirmek; terfi etmek.
step
step step fiil (stepped, stepping) 1. adım atmak. 2. teraslamak, sekilemek.
stepbrother
step.broth.er step'br^dhır isim üvey erkek kardeş.
stepchild
step.child step'çayld isim (stepchildren) üvey çocuk.
stepdaughter
step.daugh.ter step'dôtır isim üvey kız.
stepfather
step.fa.ther step'fadhır isim üvey baba.
stepladder
step.lad.der step'lädır isim seyyar merdiven.
stepmother
step.moth.er step'm^dhır isim üvey anne. 1276
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
steppe
steppe step isim step, bozkır.
steppingstone
step.ping.stone step'îngston isim 1. atlama taşı. 2. atlama tahtası, meslekte bir ilerleme aracı.
stepsister
step.sis.ter step'sîstır isim üvey kız kardeş.
stepson
step.son step's^n isim üvey oğul.
stereo
ster.e.o ster'iyo sıfat stereo, stereofonik. isim stereo, stereofonik ses sistemi.
stereophonic
ster.e.o.phon.ic steriyıfan'îk sıfat stereofonik.
stereotype
ster.e.o.type ster'iyıtayp isim şablon, basmakalıp örnek, stereotip. fiil -i basmakalıp bir kategoriye sokmak.
stereotyped
ster.e.o.typedsıfat basmakalıp.
sterile
ster.ile ster'ıl, [İngiliz İngilizcesi] ster'ayl sıfat 1. steril. 2. verimsiz.
sterilise
ster.i.lise ster'ılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız sterilize
sterility
ste.ril.i.ty stırîl'ıti isim 1. sterillik. 2. verimsizlik.
sterilization
ster.i.liza.tionisim sterilizasyon.
sterilize
ster.i.lize ster'ılayz fiil sterilize etmek.
sterilizer
ster.i.lizerisim (sterilizasyonda kullanılan) otoklav.
sterling silver
som gümüş.
sterling
ster.ling stır'lîng isim 1. sterlin, İngiliz lirası. 2. som gümüş.
stern
stern stırn isim (gemide, teknede) kıç.
stern-wheeler
stern-wheel.er stırn'hwilır isim arkadan çarklı istimbot, arkadan çarklı.
steroid
ster.oid ster'oyd isim, biyokimya steroit.
stethoscope
steth.o.scope steth'ıskop isim, tıbbi stetoskop.
Stetson
Stet.son stet'sın isim geniş kenarlı fötr şapka.
stevedore
ste.ve.dore sti'vıdor isim, denizcilikle ilgili yükleme veya boşaltma işçisi.
stew
stew stu fiil 1. hafif ateşte kaynatmak; kaynamak. 2. konuşma dili over hakkında endişe etmek, -i dert etmek; -in yüzünden telaşa düşmek. isim etli/sebzeli sulu yemek; yahni; güveç; buğulama; türlü. 1277
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük steward
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stew.ard stu'wırd isim 1. denizcilikle ilgili kamarot. 2. (uçakta) (erkek) kabin görevlisi.
stewardess
stew.ard.ess stu'wırdîs isim (uçakta) hostes, (kadın) kabin görevlisi.
stick around
konuşma dili gitmemek, kalmak.
stick at
(bir iş) üzerinde sebatla çalışmaya devam etmek, (bir işi) bırakmamak.
stick by
(birini) terketmemek, (birine) sadık kalmak. 2. (inanca) sadık kalmak.
stick in one's craw
(bir şey) birini gücendirmek, (bir şeyin) yutulması/hazmedilmesi zor olmak.
stick in one's gizzard
kursağında kalmak. 2. gücüne gitmek, ağırına gitmek: It stuck in my gizzard. Hazmedemedim./Gücüme gitti./Ağırıma gitti.
stick in one's mind
(bir şey) birinin aklından çıkmamak.
stick like a leech
sülük gibi yapışmak.
stick one's neck out
kendini tehlikeye atmak, kendini zor bir duruma sokmak.
stick out like a sore thumb
konuşma dili kötü bir şekilde göze çarpmak.
stick someone with
konuşma dili (külfet sayılan bir işi) birine yüklemek, birinin başına bırakmak; (istenilmeyen birini) birinin başına bırakmak.
stick to one's guns
savunduklarını sürdürmek, savunduklarından vazgeçmemek.
stick to one's ribs
(yemek) doyurucu olmak.
stick to
(bir şeye) sadık kalmak. 2. (birine) sadık kalmak, (birini) terketmemek. 3. -e yapışmak.
stick together
dayanışarak tek bir cephe oluşturmak. 2. birbirine yapışmak.
stick up for
-i savunmak.
stick with
(biriyle) beraber kalmak. 2. (bir iş) üzerinde sebatla çalışmaya devam etmek, (bir işi) bırakmamak.
stick
stick stîk isim 1. (ağaç veya çalıdan koparılmış) ince dal. 2. baston. 3. değnek, sopa. 4. (şerit halindeki 1278
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çiklet/tebeşir/mobilya için) parça: Give me a stick of gum. Bana bir çiklet ver. He hasn't got a stick of furniture. Bir tek mobilyası yok. sticker
stick.er stîk'ır isim etiket; çıkartma.
stick-in-the-mud
stick-in-the-mud stîk'înthım^d' isim, konuşma dili inatçı ve geri kafalı kimse.
stickler
stick.ler stîk'lır isim for (belirli bir konuda) titizlik gösteren kimse.
stickup
stick.up stîk'^p isim, konuşma dili soygun.
sticky
stick.y stîk'i sıfat 1. yapışkan. 2. nemli, rutubetli (hava). 3. zor ve hassas (iş, problem).
stiff breeze
sert esen rüzgâr.
stiff dose of
kuvvetli dozda (bir ilaç).
stiff drink
büyük miktarda ve hiç sulandırılmamış içki.
stiff neck
tutulmuş boyun.
stiff price
yüksek fiyat.
stiff
stiff stîf sıfat 1. katı, sert (bir şey). 2. kaskatı, gergin (kas). 3. koyu, koyu bir kıvamda olan. 4. zor, güç, müşkül. 5. resmi, soğuk (davranış). isim, argo morto, ceset.
stiffen
stiff.en stîf'ın fiil 1. sertleşmek, katılaşmak; sertleştirmek, katılaştırmak. 2. (kıvamı) koyulaşmak; (kıvamını) koyulaştırmak. 3. (bir duygu) pekişmek, kuvvetlenmek; (bir duyguyu) pekiştirmek, kuvvetlendirmek. 4. (rüzgâr) artmak.
stiff-necked
stiff-necked stîf'nekt' sıfat dik başlı, çok inatçı.
stifle
sti.fle stay'fıl fiil 1. boğmak, (birinin) soluk almasını zorlaştırmak veya engellemek; boğulmak. 2. (bir duyguyu, isyanı) bastırmak. 3. boğmak, (bir şeyin) gelişmesini engellemek.
stifling heat
boğucu sıcaklık.
stigma
stig.ma stîg'mı isim (stigmata/stigmas) 1. utanç verici bir şeyin başkaları üzerinde yarattığı etki: He couldn't escape the stigma of his crime. İşlediği suçun başkaları 1279
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
üzerinde yarattığı etkiden kurtulamıyordu. 2. botanik tepecik. stigmatise
stig.ma.tise stîg'mıtayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız stigmatize
stigmatize
stig.ma.tize stîg'mıtayz fiil as -e (belirli bir şeye) damgasını vurmak, -i (belirli bir şekilde) damgalamak.
stile
stile stayl isim (çit gibi bir bölmenin üstünden geçmek için yapılmış) çifte merdiven.
stiletto heel
(kadın ayakkabısında) ince ve sivri uçlu ökçe.
stiletto
sti.let.to stîlet'o isim küçük hançer.
still another
bir ... daha: Here is still another example. İşte bir örnek daha.
still life
güzel sanatlar natürmort.
still
still stîl bağlaç bununla beraber, bununla birlikte: I'm sorry about this. Still, I'm sure that in the end it's for the best. Üzgünüm. Bununla beraber bundan iyi bir sonuç çıkacağına inanıyorum.
stillborn
still.born stîl'bôrn sıfat ölü doğmuş.
stillness
still.nessisim 1. hareketsizlik. 2. dinginlik. 3. sessizlik. 4. (sularda) durgunluk.
stilt
stilt stîlt isim eşas.
stilted
stilt.ed stîl'tîd sıfat çok resmi, doğallıktan yoksun.
stimulant
stim.u.lant stîm'yılınt isim 1. eczacılık uyarıcı madde, uyarıcı. 2. teşvik unsuru, teşvik edici unsur.
stimulate
stim.u.late stîm'yıleyt fiil 1. uyarmak. 2. teşvik etmek.
stimulation
stim.u.la.tion stîmyıley'şın isim 1. uyarma. 2. teşvik.
stimulus
stim.u.lus stîm'yılıs isim (stimuli) uyarıcı unsur, uyarıcı.
sting
sting stîng fiil (stung) 1. (arı v.b.) sokmak. 2. (bitki) ısırmak. 3. (biber, duman) yakmak. 4. (söz) (birinin) yüreğini cızlatmak. isim 1. (arının) soktuğu yer. 2. yanma, arı sokmasına benzeyen acı. 3. acı, acılık, yakıcılık.
stingines
stin.gi.nessisim cimrilik. 1280
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stingy
stin.gy stîn'ci sıfat cimri, eli sıkı, hasis, pinti.
stink of
fena halde (bir şey) kokmak.
stink up
kokutmak.
stink
stink stîngk fiil (stank/stunk, stunk) pis kokmak; kokuşmak, taaffün etmek. isim pis koku.
stinking
stink.ingsıfat pis kokan. zarf çok (zengin, sarhoş).
stint on
(bir konuda) cimrilik etmek.
stint oneself
masraftan kaçınmak için kendini mahrum bırakmak.
stint
stint stînt fiil masraftan kaçınmak. isim (belirli bir işe ait) süre, müddet: He did a stint as a postman. Bir süre postacılık yaptı.
stipend
sti.pend stay'pend isim 1. (papaz için) maaş. 2. (bursiyer için) yaşamsal gereksinmelerini karşılayacak para; aylık.
stipulate
stip.u.late stîp'yıleyt fiil şart koşmak.
stipulation
stip.u.la.tion stîpyıley'şın isim 1. şart. 2. şart koşma.
stir oneself
kalkıp bir şeyler yapmaya başlamak.
stir something in
bir şeyi (başka bir şeye) katmak/karıştırmak.
stir up a hornet's nest
yıldırımları üstüne çekmek; arının yuvasına çöp dürtmek.
stir up trouble
fesat karıştırmak, olay çıkarmak, ortalığı karıştırmak.
stir up
uyandırmak; sebep olmak. 2. heyecanlandırmak; coşturmak, galeyana getirmek.
stir
stir stır isim, konuşma dili bakınız be stir crazy
stirring
stir.ring stır'îng sıfat heyecanlandırıcı, heyecan verici.
stirrup
stir.rup stır'ıp isim üzengi.
stitch
stitch stîç isim 1. dikiş. 2. (örgüde) ilmik. 3. (böğürde) ani sancı. fiil (iplikle) dikmek.
stock certificate
hisse senedi.
stock exchange
ekonomi menkul kıymetler borsası, borsa.
stock market
ekonomi menkul kıymetler borsası, borsa.
stock
stock stak isim 1. stok, depodaki mallar. 2. envanter. 3. miktar: You'd better lay in a good stock of wood. Epey odun alıp depona koymalısın. He's added nothing to our 1281
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stock of knowledge. Bilgi dağarcığımıza hiçbir katkısı olmadı. 4. ekonomi hisselerin tümü: That's a good stock. O hisselerin değeri hep artıyor. 5. soy, nesep. 6. (hayvan veya bitki için) cins. 7. bahçıvanlık (aşı yapılan) gövde. 8. çiftlikte yetiştirilen hayvanların tümü. 9. (tüfekte) kundak. 10. şebboy. 11. et suyu. sıfat her zamanki, (birinin) her zaman söylediği (cevap, şaka). stockade
stock.ade stakeyd' isim, askeri 1. (genellikle savunma için yapılan) kazık çit. 2. etrafı kazık çitle çevrili yer.
stockbroker
stock.bro.ker stak'brokır isim borsacı.
stockholder
stock.hold.er stak'holdır isim hissedar.
stocking
stock.ing stak'îng isim çorap.
stockpile
stock.pile stak'payl fiil stoklamak, çok miktarda biriktirmek; stokçuluk yapmak, istifçilik yapmak.
stockroom
stock.room stak'rum isim depo.
stock-still
stock-still stak'stîl zarf hiç kımıldamadan.
stocky
stock.y stak'i sıfat tıknaz, bodur.
stockyard
stock.yard stak'yard isim satılacak veya kesilecek hayvanların geçici olarak muhafaza edildiği yer.
stodgy
stodg.y stac'i sıfat 1. geri kafalı. 2. sıkıcı; monoton. 3. yavaş hareket eden, hareketleri ağır olan.
stoic
sto.ic stow'îk isim, sıfat stoacı.
stoicism
sto.i.cism sto'wîsîzım isim stoacılık.
stoke
stoke stok fiil (ateşe, fırına) kömür/odun atmak; with (ateşe, fırına) (kömür/odun) atmak.
stoker
stokerisim 1. ateşçi. 2. fırına kömürü otomatikman atan cihaz.
stole
stole stol fiil bakınız steal
stolen
sto.len sto'lın fiil bakınız steal sıfat çalınmış, çalıntı.
stolid
stol.id stal'îd sıfat hiçbir şeyden heyecanlanmayan, vurdumduymaz.
stomach
stom.ach st^m'ık isim 1. mide: He's sick at his stomach. Midesi bulanıyor. 2. karın: She was lying on her 1282
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stomach. Yüzükoyun yatıyordu. fiil dayanmak, tahammül etmek. stomachache
stom.ach.ache st^m'ıkeyk isim mide ağrısı.
stomp on
ayakla ezmek. 2. üzerinde tepinmek.
stomp
stomp stamp fiil 1. ayağını yere vurmak; tepinmek. 2. ayakla ezmek. 3. konuşma dili (bir maçta) (bir takımı) ağır bir yenilgiye uğratmak, ezmek.
stone an animal to death
birini/bir hayvanı taşlayarak öldürmek; birini recmetmek.
stone crusher
konkasör.
stone quarry
taşocağı.
stone someone to death
birini/bir hayvanı taşlayarak öldürmek; birini recmetmek.
stone
stone ston isim 1. taş. 2. (mücevhere ait) taş. 3. (etli meyvelerde) çekirdek. 4. (böbrek veya safrada oluşan) taş. 5. mezar taşı. sıfat taştan yapılmış, taş, kâgir.
stonecutter
stone.cut.ter ston'k^tır isim taşçı.
stoned
stoned stond sıfat, konuşma dili 1. çok sarhoş, zilzurna sarhoş, zom. 2. uyuşturucu etkisinde olan, zom.
stonemason
stone.ma.son ston'meysın isim duvarcı, taş duvar ören kalifiye işçi.
stony
ston.y sto'ni sıfat 1. taşı çok olan; taşlık. 2. sert, katı, duygusuz.
stonyhearted
ston.y.heart.ed sto'nihartîd sıfat taş yürekli.
stood
stood stûd fiil bakınız stand
stool pigeon
konuşma dili ispiyon, ispiyoncu, gammaz, muhbir.
stool
stool stul isim 1. tabure. 2. dışkı, kazurat; gaita.
stoop
stoop stup fiil 1. (öne) eğilmek; öne eğmek; over -in üstüne eğilmek veya abanmak. 2. omuzları çökük veya düşük olmak/durmak, hafif kambur olmak: He stoops. Omuzları çökük. 3. to -e tenezzül etmek: I didn't think she'd stoop to doing that. Onu yapmaya tenezzül edeceğini zannetmezdim. isim hafif kambur.
stop at nothing
(istediğini elde etmek için) hiçbir şeyden çekinmemek. 1283
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stop by
(bir yere) uğramak.
stop in
uğramak. 2. İngiliz İngilizcesi dışarı çıkmamak, evde kalmak.
stop off in
(bir yerde) durmak; mola vermek.
stop off
(bir yerde) durmak; mola vermek.
stop over in
(bir yerde) mola vermek, durmak.
stop round
uğramak.
stop short at
(bir yerde) birdenbire durmak. 2. işi (belirli bir yere) vardırmamak.
stop short
birdenbire/ansızın durmak, duruvermek.
stop someone from
birini (bir şey yapmaktan) vazgeçirmek. 2. birinin (bir şey yapmasını) engellemek.
stop up
tıkamak; tıkanmak. 2. İngiliz İngilizcesi (belirli bir saate kadar) yatmamak.
stop work
mola vermek; paydos etmek.
stop
stop stap fiil (stopped, stopping) 1. durmak; stop/istop etmek; durdurmak; stop/istop ettirmek. 2. (bir şeyi yapmaktan) vazgeçmek, -i bırakmak, -i kesmek. 3. engellemek. 4. İngiliz İngilizcesi kalmak: Will you stop with us for supper? Akşam yemeğine kalır mısın? 5. (çekin) ödenmesini durdurmak.
stopgap
stop.gap stap'gäp isim geçici tedbir.
stoplight
stop.light stap'layt isim trafik lambası.
stopover
stop.o.ver stap'ovır isim 1. mola; yolculuğu kesip bir yerde geçici olarak kalma. 2. konaklama yeri.
stoppage at source
stopaj, vergilerin kaynağında kesilmesi.
stoppage
stop.page stap'îc isim 1. durdurma. 2. (maaştan yapılan) kesinti. 3. (grev yüzünden meydana gelen) kesinti, işlerin durması; grev. 4. tıkanma, tıkanıklık.
stopper
stop.per stap'ır isim tıkaç, tapa, tıpa. fiil tıkaçlamak, tapalamak, tıpalamak.
stopwatch
stop.watch stap'waç isim kronometre, süreölçer.
storage battery
akümülatör, akü.
1284
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük storage
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stor.age stôr'ic isim 1. depoya koyma, depolama. 2. ardiye, depo ücreti. 3. bilgisayar bellek.
store
store stôr isim 1. dükkân; mağaza. 2. stok, hazne. fiil 1. (bir şeyi) (bir yerde) saklamak; (bir şeyi) bir depoya koymak. 2. up içine atmak, biriktirmek.
storekeeper
store.keep.er stôr'kipır isim dükkâncı, dükkân işleten kimse.
storeroom
store.room stôr'rum isim sandık odası; depo, ardiye.
storey
sto.rey stôr'i isim, İngiliz İngilizcesi bakınız story
storeyed
sto.reyed stôr'id sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız storied
storied
sto.ried stôr'id sıfat katlı: a two-storied house iki katlı bir ev.
stork
stork stôrk isim leylek.
storm of applause
alkış tufanı.
storm
storm stôrm isim fırtına; sağanak. fiil 1. şiddetli bir şekilde hücum ederek (bir yeri) fethetmek; şiddetli bir şekilde hücum etmek. 2. çok öfkeli bir halde gitmek veya hareket etmek. 3. bağırıp çağırmak. 4. fırtına esmek.
stormy
storm.y stôr'mi sıfat 1. fırtınalı; sağanak yağışlı. 2. fırtınalı, kavgalı, çekişmeli.
story
sto.ry stôr'i isim 1. hikâye, öykü. 2. makale. 3. konuşma dili yalan, maval.
storybook
sto.ry.book stôr'ibûk isim (çocuklar için) hikâye kitabı.
storyteller
sto.ry.tell.er stôr'itelır isim 1. hikâye anlatan kimse, masalcı. 2. konuşma dili yalancı.
stout
stout staut sıfat 1. tombul, toplu, şişman. 2. dayanıklı, sağlam, güçlü. 3. cesur, yürekli. 4. sadık, sağlam (destekçi). isim koyu renkli bir çeşit bira.
stove
stove stov fiil bakınız stave
stovepipe
stove.pipe stov'payp isim soba borusu.
stow
stow sto fiil 1. (away) in (bir şeyi) düzenli bir şekilde (bir yere) koymak. 2. away çok (yemek) yemek. 3.
1285
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
away in/away on (bir taşıtta) kaçak yolcu olarak saklanmak. stowaway
stow.a.way sto'wıwey isim saklanarak kaçak yolculuk yapan kimse, kaçak yolcu.
straddle
strad.dle sträd'ıl fiil 1. (ata biner gibi) bacaklarını açarak (bir şeyin) üstüne binmek; (bir şeyin) üstünde ata binmiş gibi oturmak. 2. (bir yer) (her iki tarafında) bulunmak. 3. (biri) (her iki tarafı) desteklemek.
straggle
strag.gle sträg'ıl fiil 1. in/back (gruptaki çoğu kimse veya sürüdeki çoğu hayvan geldikten sonra) ayrı ayrı gelmek veya dönmek. 2. (bir dal) (diğerlerinden ayrı ve biçimsiz bir şekilde) büyümek. 3. düzensiz bir şekilde etrafa dağılmış olmak.
straggler
strag.glerisim 1. gruptan/sürüden ayrılarak kendi başına kalmış kimse/hayvan. 2. askeri döküntü.
straight ahead
dosdoğru, dümdüz.
straight from the horse's mouth
en yetkili ağızdan öğrenilmiş.
straight from the shoulder
konuşma dili dobra dobra, hiçbir şeyi örtbas etmeden (konuşmak, söylemek).
straight off
konuşma dili hemen, derhal.
straight out
konuşma dili sakınmadan.
straight razor
ustura.
straight
straight streyt sıfat 1. doğru; düz. 2. doğru, yalan olmayan. 3. peş peşe, arka arkaya. 4. aralıksız, fasılasız, ara vermeden. 5. sek (içki). 6. ciddi (bakış). 7. konuşma dili eşcinsel olmayan. zarf 1. tam; doğru, düz. 2. doğru, hiçbir yere sapmadan. 3. hemen: He got straight to the point. Hemen konuya girdi. 4. doğru dürüst, doğru, iyi.
straightaway
straight.a.way streyt'ıwey zarf hemen, derhal.
straightedge
straight.edge streyt'ec isim cetvel, çizgilik.
straighten out
düzeltmek; düzelmek.
straighten someone out
konuşma dili birini doğru yola getirmek.
straighten up
(bir yeri) bir düzene sokmak. 2. doğrulmak, dik bir duruma gelmek. 1286
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
straighten
straight.en streyt'ın fiil doğrultmak.
straightforward
straight.for.ward streytfôr'wırd sıfat 1. apaçık, hiçbir şeyi gizlemeyen. 2. açıksözlü.
strain at a gnat and swallow a camel önemsiz bir şeyi mesele yapıp önemli bir şeye hiç aldırmamak; ufak bir kabahati mesele yapıp büyük bir yanlışa aldırmamak. strain every nerve
elinden geleni yapmak, büyük bir çaba göstermek.
strain one's ears
duymaya/dinlemeye çalışmak.
strain one's eyes
gözlerine zarar vermek.
strain something out of
(bir sıvıyı) süzgeçten geçirip ondan bir şey çıkarmak.
strain
strain streyn isim 1. (bitki için) tür; (hayvan için) cins, soy. 2. müzik ses; nağme. 3. özellik; irsi özellik. 4. tarz.
strainer
strain.er strey'nır isim süzgeç.
strait
strait streyt isim boğaz.
straitened
strait.ened streyt'ınd sıfat bakınız be in straitened circumstances
straitjacket
strait.jack.et streyt'cäkît isim deli gömleği.
straitlaced
strait.laced streyt'leyst sıfat ahlak kurallarını çiğneyenleri sert bir dille eleştiren, ahlak konusunda çok katı davranan.
straits
straitsisim boğaz.
strand
strand stränd isim kıyı, sahil, kenar. fiil bakınız be stranded
strange
strange streync sıfat 1. tuhaf, garip, acayip. 2. yabancı.
stranger
stran.ger streyn'cır isim yabancı.
strangle
stran.gle sträng'gıl fiil boğmak; boğulmak.
strap
strap sträp isim 1. kayış. 2. (kadın elbisesini omuza tutturan) askı. fiil (strapped, strapping) (birini) kayışla dövmek.
strapless
straplesssıfat askısız (kadın elbisesi, mayo).
strata
stra.ta strey'tı, strät'ı isim bakınız stratum
stratagem
strat.a.gem strät'ıcım isim taktik, manevra, oyun.
strategic
stra.te.gic strıti'cîk sıfat strateqik, gengüdümsel.
strategy
strat.e.gy strät'ıci isim strateqi, gengüdüm. 1287
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük stratum
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stra.tum strät'ım, strey'tım isim (strata/stratums) tabaka, katman.
straw color
saman rengi.
straw hat
hasır şapka.
straw
straw strô isim saman.
strawberry
straw.ber.ry strô'beri isim çilek.
stray bullet
serseri kurşun.
stray
stray strey fiil 1. from dolaşarak (bulunması gereken yerden) ayrılmak. 2. from (konuşurken) (asıl konudan) ayrılmak. isim yolunu şaşırmış hayvan veya çocuk.
streak
streak strik isim 1. çevresinden farklı renkte olan ince çizgi. It made a streak of light in the sky. Gökte çizgi halinde bir ışık bıraktı. 2. özellik, taraf, yön. fiil 1. yıldırım gibi geçmek veya koşmak. 2. (bir yüzeyde) renkli çizgiler yapmak. 3. (saça) meç yapmak.
stream
stream strim isim 1. dere; çay. 2. sel: People were coming and going in streams. İnsanlar akın halinde gelip gidiyordu. 3. (akarsuda) akıntı. fiil 1. akmak. 2. akın halinde gitmek, sel gibi akmak. 3. (saç, bayrak) dalgalanmak.
streamer
stream.er stri'mır isim 1. ince uzun bayrak, flama. 2. (renkli kâğıttan yapılmış) serpantin.
street door
sokak kapısı.
street sweeper
sokakları süpüren kimse veya makine.
street vender
işportacı.
street vendor
işportacı.
street
street strit isim sokak; cadde; yol.
streetcar
street.car strit'kar isim tramvay.
streetwalker
street.walk.er strit'wôkır isim fahişe, orospu.
strength
strength strengkth isim kuvvet, güç.
strengthen someone's hand
birinin eline koz vermek.
strengthen
strength.en strengk'thın fiil kuvvetlendirmek, güçlendirmek; sağlamlaştırmak; takviye etmek; pekiştirmek, artırmak; kuvvetlenmek, kuvvet bulmak. 1288
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük strenuous
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stren.u.ous stren'yuwıs sıfat 1. yorucu, ağır, zor (iş). 2. gayretli.
stress
stress stres isim 1. gerilim. 2. stres. fiil vurgulamak.
stretch a rule
kuralı harfi harfine uygulamamak, kuralın bir kısmını görmezlikten gelmek.
stretch the truth
abartmak.
stretch
stretch streç fiil 1. germek. 2. esnetmek; esnemek: Rubber will stretch. Kauçuk esner. 3. uzanmak: The lake stretched to the horizon. Göl ufka doğru uzanıyordu. 4. gerinmek. 5. (out) (uzuvlarını) alabildiğine uzatmak: She stretched her arms. Kollarını alabildiğine uzattı. 6. out uzanmak: He stretched out on the couch. Kanepenin üstüne uzandı. 7. (belirli bir süre) boyunca devam etmek. isim 1. gerinme. 2. esneklik, elastikiyet. 3. bölüm, kısım, parça.
stretcher
stretch.er streç'ır isim sedye.
strew
strew stru fiil (strewed, strewed/strewn) saçmak, yaymak.
stricken
strick.en strîk'ın fiil bakınız strike sıfat with/by -e uğramış, yakalanmış veya tutulmuş: stricken by poverty fakir bir hale düşmüş.
strict
strict strîkt sıfat 1. sert, katı, çok kuralcı, kurallara çok bağlı. 2. tam; sıkı.
strictly speaking
kurallara bakılırsa.
strictly
strict.lyzarf bakınız strictly speaking
stridden
strid.den strîd'ın fiil bakınız stride
stride out of
uzun adımlarla yürüyerek çıkmak.
stride
stride strayd fiil (strode, stridden) 1. uzun adımlarla yürümek. 2. over bir adımda -in üstünden geçmek. isim uzun adım.
strident
stri.dent strayd'ınt sıfat 1. gürültülü; tiz, rahatsız edici (ses). 2. rahatsız edici (renk). 3. katı, sert (ifade).
strife
strife strayf isim 1. savaş; çatışma. 2. kavga; çekişme; arbede. 1289
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
strike a balance
uzlaşmak.
strike a bargain
anlaşmaya varmak, mutabık kalmak.
strike home
canevinden vurmak.
strike it rich
birdenbire zengin olmak.
strike on
(bir şeyi) keşfetmek.
strike one's flag
teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek.
strike out
for -e doğru gitmek. 2. sağa sola vurmak, sağa sola yumruk yağdırmak.
strike sail
yelkenleri mayna etmek.
strike someone down
birini yere yıkmak. 2. birini öldürmek.
strike something out
(iptal etmek için) bir şeyi çizmek.
strike terror into
(birini) dehşete düşürmek.
strike the right note
yerinde söz söylemek, lafı gediğine oturtmak.
strike up a friendship
arkadaşlık kurmak.
strike up a tune
(bando, orkestra v.b.) bir parça çalmaya başlamak.
Strike while the iron is hot.
Demir tavında dövülür.
strike
strike strayk fiil (struck, struck/stricken) 1. vurmak. 2. çarpmak. 3. (yıldırım) düşmek. 4. (kibriti) çakmak, yakmak. 5. (piyanonun veya daktilonun tuşlarına) basmak. 6. (saat) (belirli bir zamanı) çalmak. 7. (birinde) izlenim bırakmak. 8. (madeni parayı) basmak. 9. grev yapmak. 10. birdenbire (birinin) aklına gelmek; birdenbire anlamak. 11. into (bir şeyi) (başka bir şeye) saplamak, vurmak.
striker
strik.er stray'kır isim 1. grevci. 2. ofansif oynayan futbolcu.
striking
strik.ing stray'kîng sıfat göze çarpan, dikkati çeken; frapan.
string along with
konuşma dili (ile) beraber gitmek veya gelmek.
string along
konuşma dili (ile) beraber gitmek veya gelmek.
string bag
file.
string bean
çalıfasulyesi.
string instrument
müzik telli müzik aleti, telli çalgı.
string out
-i ipe asmak. 1290
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük string someone along
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili 1. birine umut vererek aldatmak, birini oyalamak. 2. (vakit kazanmak için) birini oyalamak.
string someone up
konuşma dili birini ipe çekmek.
string
string strîng isim 1. ip; sicim. 2. (telli çalgılarda) tel veya kiriş; (piyanoda) tel. 3. bilgisayar dizgi.
stringed
stringedsıfat telli: stringed instrument telli çalgı.
stringent
strin.gent strîn'cınt sıfat 1. sert, sıkı veya zor (şey). 2. buruk.
strings
stringsisim telli çalgılar.
stringy
string.y strîng'i sıfat 1. tel gibi. 2. tel tel.
strip someone of
birinden (bir şeyi) almak, birini (bir şeyden) mahrum etmek.
strip
strip strîp fiil (stripped, stripping) 1. (off) soymak; çıkarmak; kazımak. 2. soymak, giysilerini çıkarmak; soyunmak. 3. (motoru, tüfeği, makineyi, otomobili) söküp parçalara ayırmak. 4. (vitesin) dişlerini koparmak/kırmak; (vidanın) burmalarını ezmek/yok etmek.
stripe
stripe strayp isim 1. (renkli) çizgi, yol. 2. askeri (üniformanın koluna dikili, rütbe gösteren) şerit, sırma. 3. tür.
striped
strip.edsıfat çizgili.
stripling
strip.ling strîp'lîng isim genç delikanlı.
stripper
strip.per strîp'ır isim 1. vernik veya boyayı çıkaran madde. 2. konuşma dili striptizci.
striptease
strip.tease strîp'tiz isim striptiz.
strive
strive strayv fiil (strove, striven) çabalamak, gayret etmek, uğraşmak.
striven
striv.en strîv'ın fiil bakınız strive
strode
strode strod fiil bakınız stride
stroke
stroke strok isim 1. vuruş, darbe. 2. felç, inme. fiil okşamak, sıvazlamak.
stroll
stroll strol fiil around dolaşmak, gezmek; gezinmek. isim dolaşma, gezme; gezinti. 1291
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stroller
stroll.erisim puset.
strong language
küfür, ağır söz, sert dil.
strong
strong strông sıfat 1. kuvvetli, güçlü. 2. dayanıklı; sağlam. 3. şiddetli (rüzgâr, darbe). 4. sert (içki); koyu (kahve); demli, koyu (çay). 5. kesin (görüş); sert (söz); derinden gelen, şiddetli (duygu). 6. çok inandırıcı, kuvvetli (kanıt). 7. kesif, kuvvetli, ağır (koku). 8. (borsadaki değerler için) yüksek. 9. Belirli bir sayı için kullanılır: The army was ten thousand strong. Ordu on bin askerden ibaretti. zarf bakınız be going strong be strong in
strongbox
strong.box strông'baks isim ufak kasa.
stronghold
strong.hold strông'hold isim kale.
strong-minded
strong-mind.ed strông'mayndîd sıfat bildiğinden şaşmaz, düşüncesinde kararlı, iradesi kuvvetli.
strong-willed
strong-willed strông'wîld sıfat iradesi kuvvetli; inatçı.
strop
strop strap isim ustura kayışı, berber kayışı.
strove
strove strov fiil bakınız strive
struck
struck str^k fiil bakınız strike
structural
struc.tur.al str^k'çırıl sıfat yapısal, strüktürel.
structure
struc.ture str^k'çır isim yapı. fiil düzenlemek, biçimlendirmek, şekillendirmek.
struggle
strug.gle str^g'ıl fiil çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek. isim çabalama, uğraşma, mücadele.
strum
strum str^m fiil (strummed, strumming) (telli çalgıyı) tıngırdatmak.
strumpet
strum.pet str^m'pît isim fahişe, orospu.
strung
strung str^ng fiil bakınız string
strut
strut str^t fiil (strutted, strutting) kasılarak yürümek. isim 1. (çatıda) göğüsleme. 2. kasılarak yürüme.
stub a cigarette out on
sigarayı (bir şeye) bastırarak söndürmek.
stub a cigarette out
sigarayı (bir şeye) bastırarak söndürmek.
stub
stub st^b isim 1. kullanılmış bir şeyden kalan parça: cigarette stub sigara izmariti. 2. koçan: check stub çek 1292
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
koçanı. fiil (stubbed, stubbing) (ayak parmağını) (sert bir şeye) çarparak incitmek. stubble
stub.ble st^b'ıl isim 1. anız (biçilmiş ekinin yerde kalan sapları). 2. bir veya iki günlük tıraş, tıraştan sonraki bir iki gün içinde uzayan sakal.
stubborn
stub.born st^b'ırn sıfat inatçı, dik başlı.
stubbornness
stub.born.nessisim inatçılık.
stuck
stuck st^k fiil bakınız stick
stuck-up
stuck-up st^k'^p sıfat, konuşma dili burnu havada olan, kendini beğenmiş.
stud
stud st^d fiil (studded, studding) bakınız be studded with isim 1. (bina duvarlarının iskeletinde kullanılan) dikme, direk. 2. iri başlı çivi.
student
stu.dent stu'dınt isim öğrenci, talebe.
studied
stud.ied st^d'id sıfat 1. iyice düşünülmüş. 2. önceden prova edilmiş gibi.
studio
stu.di.o stu'diyo isim stüdyo.
studious
stu.di.ous stu'diyıs sıfat 1. ders çalışmayı seven; bir konu üzerinde araştırma yapmayı seven. 2. dikkatli, özenli.
study for the ministry
papaz olmak için okumak, papazlık eğitimi görmek.
study hall
(ortaokul veya liselerde) çalışma salonu.
study
stud.y st^d'i fiil 1. (ders) çalışmak. 2. okumak, ... öğrenimi görmek. 3. at (bir yerde) eğitim görmek; under (belirli bir hocanın) nezaretinde çalışmak/okumak. 4. konuşma dili about -i iyice düşünmek.
Stuff and nonsense!
Ne saçma!
Stuff it!
konuşma dili Haydi oradan!/Zırvalama!
stuff oneself
tıkınmak, tıka basa yemek yemek.
stuff
stuff st^f isim 1. madde: What do you call that oily stuff? O yağlı maddenin adı ne? 2. (belirli bir tipe özgü) karakteristikler. 3. eşya; bagaq. 4. konuşma dili yazılar. 5. argo (belirli bir) davranış: I don't want any funny stuff out of you! Sakın bir tilkilik yapmaya kalkma! No 1293
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
rough stuff! Metazori yok! fiil 1. (with) (ile) doldurmak. 2. tahnit etmek. 3. in -e (bir şey) tıkıştırmak. 4. up (birinin burnunu) tıkamak; (bir deliği) doldurarak kapatmak, tıkamak. stuffing
stuff.ingisim 1. dolgu maddesi, dolgu. 2. (bir yiyeceğe doldurulan) malzeme; dolma içi.
stuffy
stuff.y st^f'i sıfat 1. havasız. 2. fazla resmi davranan; fazla resmi, ağır.
stultify
stul.ti.fy st^l'tıfay fiil 1. (şevk, heves, inisiyatif v.b.'ni) yavaş yavaş yok etmek. 2. -i çıkmaza sokmak.
stultifying
stul.ti.fy.ingsıfat insanın inisiyatifini yavaş yavaş yok eden; boğucu.
stumble
stum.ble st^m'bıl fiil 1. (on) (birinin) ayağı takılmak/sürçmek; tökezlemek. 2. (yüksek sesle) okurken veya söylerken yanlış yapmak; dili sürçmek. 3. sendelemek. 4. across/on/upon rasgele bulmak, tesadüfen bulmak; tesadüf etmek. isim sürçme.
stumbling block
engel.
stump
stump st^mp isim 1. kütük, kesilmiş ağacın toprakta kalan bölümü. 2. kesilmiş bir uzvun bedende kalan bölümü. fiil 1. gürültülü bir şekilde yürümek, paldır küldür yürümek. 2. (oy toplamak veya destek sağlamak için) her yerde bir nutuk çekerek (bir bölgeyi) dolaşmak. 3. (birine) cevap veremeyeceği bir soru sormak; hiç cevap bulamamak. 4. (ayak parmağını) bir şeye çarparak incitmek.
stun
stun st^n fiil (stunned, stunning) 1. sersemletmek. 2. -i şoke etmek, (birinde) şok etkisi yaratmak, -i çok şaşırtmak.
stung
stung st^ng fiil bakınız sting
stunk
stunk st^ngk fiil bakınız stink
stunning
stun.ning st^n'îng sıfat çok güzel, harika, enfes.
stunt man
sinema tehlikeli sahnelerde aktörün yerine oynayan dublör. 1294
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
stunt
stunt st^nt fiil -in büyümesini/gelişmesini önlemek.
stunted
stunt.edsıfat bodur, gelişmesi önlenmiş.
stupefy
stu.pe.fy stu'pıfay fiil 1. sersemletmek, serseme çevirmek. 2. şoke etmek, çok şaşırtmak.
stupendous
stu.pen.dous stupen'dıs sıfat 1. dehşet verici, müthiş, hayrete düşüren. 2. muazzam, çok büyük.
stupid
stu.pid stu'pîd sıfat 1. aptal, kalın kafalı, ahmak, budala, enayi, dangalak. 2. saçma, aptalca.
stupidity
stu.pid.ityisim aptallık.
stupor
stu.por stu'pır isim uyuşuk hal, uyuşukluk; sarhoş hal, sarhoşluk.
sturdy
stur.dy stır'di sıfat 1. sağlam, dayanıklı. 2. gürbüz, sağlıklı.
stutter
stut.ter st^t'ır fiil pepelemek; kekelemek. isim pepeleme; kekeleme.
sty
sty stay isim (gözkapağında) arpacık, itdirseği.
stye
stye stay isim (gözkapağında) arpacık, itdirseği.
style
style stayl isim 1. üslup, biçem; stil; tarz, biçim. 2. zarif ve özgün bir tarz; lüks bir tarz: She dresses with style. Zarif ve özgün bir tarzda giyiniyor. 3. moda. 4. model, tip; çeşit. fiil 1. (bir şeye) (belirli bir) stil vermek. 2. (birine) (belirli bir ad) takmak/vermek.
stylise
styl.ise stay'layz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız stylize
stylish
styl.ish stay'lîş sıfat şık.
stylist
styl.ist stay'lîst isim 1. (bir şeye) (belirli bir) stil veren kimse, stilist: hair stylist saç modelleri yaratan kimse. 2. belirli bir üslubu olan yazar; üslupçu, biçemci.
stylize
styl.ize stay'layz fiil üsluplaştırmak, biçemlemek, stilize etmek.
styptic
styp.tic stîp'tîk sıfat stiptik, kanın akmasını durduran (madde). isim stiptik, stiptik madde.
suave
suave swav sıfat 1. hoş tavırlı ve rahat; rahat ve kendinden emin. 2. hoş tavırlarıyla insanları kandıran. 3. hoş fakat aldatıcı. 1295
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sub-
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sub-önek 1. alt: submarine denizaltı. 2. ikincil, alt: subcommittee altkurul. 3. yakın: subtropical astropikal.
subaltern
sub.al.tern s^bôl'tırn isim, İngiliz İngilizcesi, askeri teğmen.
subcommittee
sub.com.mit.tee s^b'kımîti isim altkurul.
subconscious
sub.con.scious s^bkan'şıs sıfat bilinçaltı, şuuraltı. isim bakınız the subconscious
subcontract
sub.con.tract s^bkınträkt' fiil 1. (işi) taşerona vermek. 2. taşeron olarak (işi) almak. 3. taşeronluk etmek.
subcontractor
sub.con.trac.torisim taşeron, ikinci üstenci.
subdivide
sub.di.vide s^bdîvayd' fiil 1. tekrar bölmek. 2. (araziyi) parselleyip üzerine ev yapmak/yaptırmak. 3. parsellemek; parsellenmek.
subdivision
sub.di.vi.sion s^bdîvîq'ın isim parsellenip üzerine evler yapılmış veya yapılacak olan yer.
subdue
sub.due s^bdu' fiil 1. (bir yeri, halkı) zor kullanarak kontrol altına almak. 2. (birini) hizaya getirmek. 3. (bir isteği, korkuyu) bastırmak.
subject to review
ileride değiştirme şartıyla.
subject
sub.ject sıbcekt' fiil 1. to (birini) (olumsuz bir şeye) maruz bırakmak. 2. to (birine) (olumsuz bir şey) yapmak. 3. to -i buyruğu altına almak; -in buyruğu altına girmek: Don't subqect yourself to them! Onların buyruğu altına girme!
subjective
sub.jec.tive sıbcek'tîv sıfat 1. öznel, sübqektif. 2. hayali.
subjectivity
sub.jec.tiv.i.tyisim öznellik, sübqektiflik.
subjugate
sub.ju.gate s^b'cûgeyt fiil 1. (bir halkı) buyruğu altına almak; (bir yeri) kontrolü altına almak. 2. boyun eğdirmek, ram etmek.
subjunctive
sub.junc.tive sıbc^ngk'tîv isim, dilbilgisi istek kipi. sıfat istek kipine ait.
1296
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sublease
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sub.lease s ^blis' fiil to (asıl kiracı) (kiraladığı yeri) (bir başkasına) kiralamak; from (bir yeri) (asıl kiracıdan) kiralamak, kira ile tutmak.
sublet
sub.let s^blet' fiil (sublet, subletting) bakınız sublease isim asıl kiracı tarafından kiraya verilen yer.
sublimate
sub.li.mate s^b'lımeyt fiil 1. kimya süblimleştirmek; süblimleşmek. 2. ruhbilim (eğilimi, isteği) yüceltmek.
sublime
sub.lime sıblaym' sıfat yüce, ulu.
submarine
sub.ma.rine s^bmırin' sıfat 1. denizaltı. 2. denizaltında yetişen. isim (s^b'mırin) denizaltı (gemi).
submerge
sub.merge sıbmırc' fiil 1. -i suyun içine batırmak/daldırmak; suyun içine batmak/dalmak. 2. sular (bir yeri) kaplamak; sular altında kalmak.
submerse
sub.merse sıbmırs' fiil bakınız submerge
submission
sub.mis.sion sıbmîş'ın isim 1. arz, arz ediş, sunuş, bildirme. 2. arzedilen şey, sunulan şey, maruzat; bildirilen görüş. 3. teslimiyet, boyun eğme.
submissive
sub.mis.sive sıbmîs'îv sıfat uysal, itaatli, itaatkâr.
submissiveness
sub.mis.sive.nessisim uysallık.
submit
sub.mit sıbmît' fiil (submitted, submitting) 1. teslim olmak, boyun eğmek. 2. arzetmek, sunmak, bildirmek, göndermek, vermek. 3. (fikir) ileri sürmek.
subordinate
sub.or.di.nate sıbôr'dınît sıfat ( başka bir şeye göre) den aşağı kalan; -den sonra gelen; daha az önemli olan; başkasının emrinde olan (kimse). isim başkasının emrinde olan kimse.
subpena
sub.pe.na sıbpi'nı isim, hukuk çağrı, birini mahkemeye çağıran resmi yazı. fiil, hukuk (birini) mahkemeye çağırmak, (birine) mahkeme çağrısı yollamak.
subpoena
sub.poe.na sıpi'nı isim, hukuk çağrı, birini mahkemeye çağıran resmi yazı. fiil, hukuk (birini) mahkemeye çağırmak, (birine) mahkeme çağrısı yollamak.
1297
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük subscribe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sub.scribe sıbskrayb' fiil 1. to (dergi, gazete v.b.'ne) abone olmak. 2. to (bir görüşü) paylaşmak, (bir görüşe) taraftar olmak.
subscriber
sub.scrib.erisim (dergi, gazete veya telefon için) abone.
subscription
sub.scrip.tion sıbskrîp'şın isim 1. abonman, abone olma. 2. abonman, abonman ücreti.
subsequent
sub.se.juent s^b'sıkwınt sıfat sonraki, sonra gelen, (belirli birr olayı) takip eden.
subsequently
sub.se.juent.lyzarf sonradan.
subservient
sub.ser.vi.ent sıbsır'viyınt sıfat uşakvari, uşak gibi davranan, fazlasıyla itaatli.
subside
sub.side sıbsayd' fiil 1. (fırtına, rüzgâr, yağmur) dinmeye başlamak veya dinmek; (dalgalı deniz) durgunlaşmaya başlamak veya durgunlaşmak. 2. (öfke, kavga v.b.) bitmeye yüz tutmak veya bitmek. 3. (talep) azalmak. 4. (ateş) düşmek. 5. (selle gelen sular) çekilmeye başlamak, çekilmek. 6. (toprak) çökmek. 7. (bina) oturmak, (binada) tasman olmak.
subsidiary
sub.sid.i.ar.y sıbsîd'iyeri sıfat yardımcı, ek; ikincil, yan: subsidiary company yan şirket. isim yan kuruluş.
subsidise
sub.si.dise s^b'sıdayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız subsidize
subsidize
sub.si.dize s^b'sıdayz fiil 1. -i sübvansiyonla desteklemek. 2. -e para yardımında bulunmak.
subsidy
sub.si.dy s^b'sıdi isim 1. sübvansiyon; (devlet bütçesinde) tahsisat. 2. para yardımı.
subsist
sub.sist sıbsîst' fiil on ile geçinmek; ile yaşamak.
subsistence
sub.sist.ence sıbsîs'tıns isim 1. kendini geçindirme. 2. birini geçindiren şey; ekmek kapısı; birini kıt kanaat geçindiren şey. 3. nafaka, geçimlik.
substance
sub.stance s^b'stıns isim 1. madde. 2. gerçek, hakikat. 3. esas, asıl, öz. 4. asıl anlam. 5. esaslılık, önem: The speech lacked substance. Konuşmada önemli hiçbir şey yoktu. 1298
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük substantial
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sub.stan.tial sıbstän'şıl sıfat 1. çok doyurucu (yemek). 2. çok tatmin edici (maaş). 3. sağlam ve dayanıklı. 4. büyük. 5. sağlam, önemli (sebep, kanıt v.b.). 6. oldukça zengin.
substantiate
sub.stan.ti.ate sıbstän'şiyeyt fiil ispat etmek, kanıtlamak.
substantive
sub.stan.tive s^b'stıntîv isim, dilbilgisi isim.
substitute
sub.sti.tute s^b'stıtut isim 1. (geçici bir süre için) başkasının yerine geçen/konuşan kimse; başkasının görevini yapan kimse; başkasına vekâlet eden kimse, vekil; başkasının yerine geçirilen kimse. 2. başka bir şeyin yerine kullanılan veya kullanılabilen şey. 3. yedek öğretmen. 4. yedek oyuncu. sıfat 1. (geçici bir süre için) başkasının yerine geçen/çalışan, başkasının görevini yapan; başkasına vekâlet eden; başkasının yerine geçirilmiş. 2. başka bir şeyin yerine kullanılan veya kullanılabilen. fiil 1. for (geçici bir süre için) (başkasının) yerine çalışmak; (başkasına) vekâlet etmek; -i (başkasının) yerine çalıştırmak; -i (başkasına) vekâlet ettirmek; -i (başkasının) yerine geçirmek. 2. for -i (başka bir şeyin) yerine kullanmak. 3. spor for (yedek oyuncuyu) (başka bir oyuncunun) yerine oynatmak.
substitution
sub.sti.tu.tion s^bstıtu'şın isim 1. (geçici bir süre için) (birini) (başkasının) yerine çalıştırma. 2. (geçici bir süre için) (bir şeyi) (başka bir şeyin) yerine kullanma.
subterfuge
sub.ter.fuge s^b'tırfyuc isim 1. hile, manevra. 2. hileye başvurma.
subterranean
sub.ter.ra.ne.an s^btırey'niyın sıfat yeraltı.
subtitle
sub.ti.tle s^b'taytıl isim 1. altbaşlık. 2. sinema altyazı.
subtle
sub.tle s^t'ıl sıfat 1. ince, hafif, hemen göze çarpmayan. 2. meselenin ince taraflarını kavrayabilen/anlayabilen. 3. ince bir şekilde hazırlanmış, ince bir zekâyı yansıtan (plan v.b.).
1299
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük subtlety
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sub.tle.ty s^t'ılti isim 1. incelik: There's a subtlety in his work. Onun eserlerinde hemen göze çarpmayan birtakım incelikler var. 2. (bir mesele veya düşünceye ait) ince taraf, incelik. 3. ince fark.
subtract
sub.tract sıbträkt' fiil, matematik çıkarma işlemi yapmak; from (bir sayıyı) (başka bir sayıdan) çıkarmak.
subtraction
sub.trac.tion sıbträk'şın isim, matematik çıkarma.
subtropic
sub.trop.ic s^btrap'îk sıfat bakınız subtropical
subtropical
sub.trop.i.cal s^btrap'îkıl sıfat astropikal.
suburb
sub.urb s^b'ırb isim varoş, dış mahalle.
suburban
sub.ur.ban sıbır'bın sıfat 1. banliyöye ait. 2. banliyöde oturanlara özgü.
subvention
sub.ven.tion sıbven'şın isim 1. sübvansiyon. 2. tahsisat; para bağışı.
subversion
sub.ver.sion sıbvır'qın isim (insanların güven veya inancını sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökertme veya yıkma.
subversive
sub.ver.sive sıbvır'sîv sıfat (insanların güven veya inancını sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökerten veya yıkan.
subvert
sub.vert sıbvırt' fiil (insanların güven veya inancını sarsarak) (devleti, bir kurumu) çökertmek veya yıkmak.
subway
sub.way s^b'wey isim 1. metro (treni). 2. metro, metro şebekesi. 3. (yayalar için) altgeçit.
succeed
suc.ceed sıksid' fiil 1. başarılı olmak, başarmak; in (bir şeyi yapmayı) başarmak, becermek. 2. takip etmek, izlemek, -den sonra gelmek. 3. (birinin) yerine geçmek; (birinin) halefi olmak; to (birinin yerine veya bir şeye) halef veya vâris olarak sahip olmak.
success
suc.cess sıkses' isim 1. başarı, başarılmış iş. 2. başarma, başarı. 3. başarılı olan kimse.
successful
suc.cess.ful sıkses'fıl sıfat başarılı, muvaffak.
1300
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük succession
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
suc.ces.sion sıkseş'ın isim 1. of (birbirini takip eden) bir sürü (kimse); (birbirini takip eden) bir dizi (şey): This place has had a succession of owners. Bu yerin bir sürü sahibi oldu. 2. birbirini takip etme: The events took place in rapid succession. Olaylar hızla birbirini takip etti. 3. (birinin yerine veya bir şeye) halef veya vâris olarak sahip olma. 4. hukuk halef olma. 5. halef olma hakkı. 6. halefler.
successive
suc.ces.sive sıkses'îv sıfat peş peşe, arka arkaya, üst üste.
successor
suc.ces.sor sıkses'ır isim halef; vâris.
succor
suc.cor s^k'ır fiil imdat etmek, imdadına yetişmek. isim imdat, yardım.
succour
suc.cour s^k'ır fiil imdat etmek, imdadına yetişmek. isim imdat, yardım.
succulent
suc.cu.lent s^k'yılınt sıfat 1. taze ve sulu (meyve, sebze). 2. lezzetli, kart olmayan (et).
succumb
suc.cumb sık^m' fiil 1. (to) dayanamamak, direnememek, yenilmek; dayanamayarak karşı gelmekten vazgeçmek. 2. (to) (bir hastalığa) karşı direnemeyip ölmek, yenik düşmek.
such a one
böyle biri; öyle biri.
such and such
filan şey, filan, falan şey, falan. 2. filan, falan.
such as he is
Küçümseme belirtir: The doctors, such as they were, had never heard of ether. Hekim geçinenlerin lokmanruhundan haberi bile yoktu.
Such stories wring the heart.
Öyle hikâyeler insanın kalbini burar.
such
such s^ç zamir 1. öyle/şöyle/böyle bir kişi veya şey; öyle/şöyle/böyle kişiler veya şeyler: It's his philosophy, if it may be called such. Onun felsefesidir, eğer ona felsefe demek doğruysa. His request was such that it couldn't be refused. Onun ricası geri çevrilecek cinsten değildi. Such is life. İşte hayat böyle. Such was not my intention. Niyetim öyle değildi. 2. ... gibi: Fruits such as 1301
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
raspberries and blackberries don't keep for long. Ağaççileği ve böğürtlen gibi meyveler çabuk bozulur. sıfat 1. öyle; şöyle; böyle: Such things are easy for her. Böyle şeyler ona kolay geliyor. It appears to be such. Öyle görünüyor. 2. öyle, o kadar; şöyle, şu kadar; böyle, bu kadar: It wasn't such a hard test. O kadar zor bir sınav değildi. 3. -e benzeyen, -e benzer: It's a muskrat or some such thing. Miskfaresi veya ona benzer bir şey. He's got twenty such roses. Onda bunun gibi yirmi gül var. You'll do no such thing! Öyle bir şey yapamazsın! You can consult me about such matters. Bu gibi meselelerde bana danışabilirsiniz. 4. Ne ...!/Ne kadar ...!: Such vulgarity! Ne adilik! suchlike
such.like s^ç'layk sıfat benzer. zamir buna benzeyenler, benzerler; benzer bir kişi, benzer; benzer bir şey, benzer.
suck up to
konuşma dili (birine) yağcılık etmek.
suck
suck s^k fiil 1. emmek. 2. konuşma dili (bir şey) berbat olmak.
sucker
suck.er s^k'ır isim 1. konuşma dili enayi, aptal. 2. (horoz şekeri gibi emilerek yenen) çubuklu şeker. 3. (bitkinin dibinden çıkan) sürgün, fışkın, piç. 4. zooloji çekmen, vantuz. 5. (lastik) vantuz.
suckle
suck.le s^k'ıl fiil -i emzirmek, -e meme vermek.
suction fan
emici vantilatör.
suction
suc.tion s^k'şın isim emme.
Sudan
Su.dan sudän' isim Sudan, Sudan Cumhuriyeti.
Sudanese
Su.da.nese sudıniz' isim (Sudanese) Sudanlı; Sudan Cumhuriyetli. sıfat 1. Sudan, Sudan Cumhuriyeti'ne özgü. 2. coğrafya Sudan, Sudan'a özgü. 3. Sudanlı; Sudan Cumhuriyetli.
sudden
sud.den s^d'ın sıfat ani.
suddenly
sud.den.lyzarf birdenbire, aniden, ansızın.
1302
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük suds
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
suds s^dz isim, çoğul 1. (sabunlu suyun üstündeki) köpükler. 2. argo bira.
sudsy
sudsysıfat köpüklü.
sue
sue su fiil 1. (birini, bir kurumu) dava etmek, (birine/bir kuruma) dava açmak. 2. for -i talep etmek.
suede
suede sweyd isim podüsüet, süet. sıfat podüsüetten yapılmış, podüsüet, süet.
suet
su.et su'wît isim (sığır veya koyun) içyağı.
Suez
Su.ez suwez', su'wez isim Süveyş.
suffer attrition
zayiat vermek.
suffer
suf.fer s^f'ır fiil 1. ıstırap çekmek, acı çekmek; -i çekmek; from (belirli bir hastalıktan) mustarip olmak; from -in sıkıntısını çekmek; for -in acısını çekmek. 2. (kötü bir şeye) uğramak. 3. eski seviyesinden aşağı düşmek: His work has suffered as a result of this. Bunun sonucunda işi eski seviyesinden aşağı düştü.
sufferance
suf.fer.ance s^f'ırıns isim bakınız be in a place on sufferance
sufferer
suf.fer.erisim (bir hastalıktan) mustarip olan kimse, (bir illetin) hastası olan kimse.
suffering
suf.fer.ing s^f'ırîng, s^f'rîng isim ıstırap, acı; dert; kahır; mihnet; eziyet, cefa; çile. sıfat ıstırap çeken; dert/sıkıntı içinde olan.
suffice
suf.fice sıfays' fiil kâfi gelmek, yetmek: Suffice it to say that I was not pleased. Sadece memnun olmadığımı söylemek yeter herhalde.
sufficiency
suf.fi.cien.cy sıfîş'ınsi isim 1. yeterlilik, yeterli olma. 2. yeterli bir miktar.
sufficient
suf.fi.cient sıfîş'ınt sıfat yeterli, kâfi.
suffix
suf.fix s^f'îks isim, dilbilgisi sonek.
suffocate
suf.fo.cate s^f'ıkeyt fiil boğmak; boğulmak.
suffocating
suf.fo.cat.ingsıfat boğucu.
suffocation
suf.fo.ca.tionisim boğma; boğulma.
suffrage
suf.frage s^f'rîc isim oy hakkı. 1303
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük suffuse
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
suf.fuse sıfyuz' fiil kaplamak; doldurmak; yayılarak (belirli bir renge) boyamak.
Sufi
Su.fi su'fi isim mutasavvıf, sofi.
Sufism
Su.fism su'fîzım isim tasavvuf.
sugar basin
İngiliz İngilizcesi şekerlik, şeker kabı.
sugar beet
şekerpancarı.
sugar bowl
şekerlik, şeker kabı.
sugar refinery
şeker fabrikası.
sugar
sug.ar şûg'ır isim şeker. fiil şeker katmak.
sugarcane
sug.ar.cane şûg'ırkeyn isim şekerkamışı.
sugarcoat
sug.ar.coat şûg'ırkot fiil 1. şekerle kaplamak. 2. (kötü bir şeyi) güzel ve masum bir kisve altında saklamak. 3. (zor veya tatsız bir şeyi) daha çekilir bir hale sokmak.
sugary
sug.ar.y şûg'ıri sıfat 1. şekerli; tatlı. 2. abartılı veya sahte bir tatlılığı veya şirinliği olan.
suggest
sug.gest sıgcest', sıcest' fiil 1. (fikir) ileri sürmek, öne sürmek; teklif etmek, önermek. 2. (bir şey) (başka bir şeyi) akla getirmek. 3. (belirli bir) izlenim bırakmak, hissini vermek.
suggestion
sug.ges.tion sıgces'çın isim 1. ileri sürülen fikir; teklif, öneri. 2. belli belirsiz bir şey. 3. (fikir) ileri sürme; teklif etme. 4. (bir şey) (başka bir şeyi) akla getirme. 5. ruhbilim telkin.
suggestive
sug.ges.tive sıgces'tîv sıfat açık saçık; açık saçık şeyleri ima eden.
suicidal
su.i.ci.dal suwısayd'ıl sıfat 1. intihar etme isteğinden kaynaklanan. 2. intihara doğru giden. 3. intiharla eşanlamlı. 4. kendini veya kurumu yok edecek (bir karar, bir hareket v.b.).
suicide
su.i.cide su'wısayd isim intihar.
suit oneself
kendi istediği gibi yapmak.
Suit yourself!
Nasıl istersen!
suit
suit sut fiil 1. uygun gelmek; (birinin) zevkine veya ihtiyacına göre olmak. 2. (birine) yakışmak, (birine) 1304
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
göre olmak. 3. (bir şeyin) adamı olmak. 4. to (bir şeyi) (başka bir şeye) uygun bir hale getirmek. suitability
suit.a.bil.i.ty sutıbîl'ıti isim uygunluk.
suitable
suit.a.ble su'tıbıl sıfat uygun; münasip, müsait; yerinde; elverişli.
suitcase
suit.case sut'keys isim bavul.
suite
suite swit isim 1. (mobilya için) takım. 2. birkaç odadan ibaret olan daire. 3. müzik süit. 4. maiyet.
suitor
suit.or su'tır isim talip: Mediha has three suitors. Mediha'nın üç talibi var.
sulfur
sul.fur s^l'fır isim, kimya kükürt.
sulfuric
sul.fu.ric s^lfyûr'îk sıfat, kimya sülfürik.
sulk
sulk s^lk fiil somurtmak, surat asmak. isim bakınız be in a sulk be in the sulks have a fit of the sulks
sulky
sulk.y s^l'ki sıfat somurtkan, somurtuk, asık suratlı.
sullen
sul.len s^l'ın sıfat 1. öfke dolu fakat sessiz. 2. (fırtınaya gebe bir havaya özgü) kurşuni, karanlık (gök, bulutlar).
sully
sul.ly s^l'i fiil kirletmek, lekelemek; gölge düşürmek.
sulphur
sul.phur s^l'fır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız sulfur
sultan
sul.tan s^l'tın isim sultan (erkek hükümdar).
sultana
sul.tan.a s^ltän'ı, s^lta'nı isim 1. sultani kuru üzüm. 2. camgüzeli. 3. sultan (sultanın karısı/annesi/kızkardeşi/kızı).
sultry
sul.try s^l'tri sıfat 1. sıcak ve nemli (hava). 2. şehvet uyandıran; şehvetli; şehvet dolu.
sum something up
bir şeyi özetlemek. 2. bir durumu anlamak/kavramak.
sum
sum s^m isim 1. toplam, yekûn, mecmu. 2. para miktarı, meblağ, tutar. 3. çoğul aritmetik. fiil (summed, summing) bakınız sum something up
sumac
su.mac su'mäk, su'mak isim sumak, somak.
sumach
su.mach şu'mäk, şu'mak isim sumak, somak.
summarise
sum.ma.ri.se s^m'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız summarize
summarize
sum.ma.rize s^m'ırayz fiil özetlemek. 1305
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük summary
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sum.ma.ry s^m'ıri sıfat 1. özet halinde olan; çok kısa, detaylı olmayan. 2. fazlasıyla çabuk yapılan. isim özet.
summer house
yazlık, sayfiye.
summer
sum.mer s^m'ır isim yaz, yaz mevsimi. fiil yazı geçirmek.
summerhouse
sum.mer.houseisim kameriye; çardak.
summersault
sum.mer.sault s^m'ırsôlt isim, fiil bakınız somersault
summery
sum.merysıfat yaz gibi; yazı akla getiren.
summit meeting
politika zirve toplantısı.
summit
sum.mit s^m'ît isim 1. zirve, doruk. 2. politika zirve, zirve toplantısı.
summon
sum.mon s^m'ın fiil 1. (birini) resmen emirle çağırmak; (birini) çağırtmak. 2. (toplantının) yapılması için emir vermek. 3. (up) (gücünü veya cesaretini) toplamak.
summons
sum.mons s^m'ınz isim (summonses) 1. hukuk celpname, celp, çağrı. 2. çağrı.
sump
sump s^mp isim, İngiliz İngilizcesi, otomotiv karter.
sumptuous
sump.tu.ous s^mp'çuwıs sıfat 1. çok görkemli; çok şatafatlı; lüks. 2. çok masraflı.
sun oneself
güneşlenmek.
sun
sun s^n isim 1. güneş. 2. güneş ışığı. fiil (sunned, sunning) güneşlenmek; güneşletmek, güneşlendirmek.
sunbath
sun.bath s^n'bäth isim güneş banyosu.
sunbathe
sun.bathe s^n'beydh fiil güneş banyosu yapmak.
sunbeam
sun.beam s^n'bim isim güneş ışını.
sunburn
sun.burn s^n'bırn isim (ciltteki) güneş yanığı. fiil (sunburned/sunburnt) (birinin) cildi güneşten yanmak.
sunburned
sun.burned s^n'bırnd fiil bakınız sunburn sıfat güneşten yanmış.
sunburnt
sun.burnt s^n'bırnt fiil bakınız sunburn sıfat güneşten yanmış.
sundae
sun.dae s^n'di, s^n'dey isim üstü şurup, krema, ceviz v.b.'yle kaplı dondurma.
Sunday
Sun.day s^n'di, s^n'dey isim pazar günü, pazar. 1306
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sundial
sun.di.al s^n'dayıl isim güneş saati.
sundown
sun.down s^n'daun isim güneş battığı zaman.
sun-dried
sun-dried s^n'drayd sıfat güneşte kurutulmuş.
sundries
sun.dries s^n'driz isim, çoğul çeşitli ufak şeyler.
sundry
sun.dry s^n'dri sıfat 1. çeşitli. 2. birkaç.
sunflower
sun.flow.er s^n'flauwır isim ayçiçeği, günebakan.
sung
sung s^ng fiil bakınız sing
sunglasses
sun.glass.es s^n'gläsîz isim, çoğul güneş gözlüğü.
sunk
sunk s^ngk fiil bakınız sink
sunken
sunk.en s^ng'kın fiil bakınız sink sıfat 1. batık, suya gömülmüş. 2. çökük (gözler, yanaklar).
sunlight
sun.light s^n'layt isim güneş ışığı.
sunlit
sun.lit s^n'lît sıfat güneşli.
Sunni
Sun.ni sûn'i isim 1. Sünniler, Sünni. 2. Sünni.
Sunnite
Sun.nite sûn'ayt isim Sünni.
sunny
sun.ny s^n'i sıfat 1. güneşli. 2. neşeli.
sunrise
sun.rise s^n'rayz isim 1. güneş doğduğu zaman. 2. güneşin doğması.
sunset
sun.set s^n'set isim 1. güneş battığı zaman. 2. güneşin batması, gurup.
sunshine
sun.shine s^n'şayn isim güneş ışığı.
sunstroke
sun.stroke s^n'strok isim güneş çarpması.
suntan
sun.tan s^n'tän isim (güneşin ciltte meydana getirdiği) bronzlaşma: You've got a good suntan. Çok güzel bronzlaşmışsın.
sunup
sun.up s^n'^p isim güneş doğduğu zaman.
sup
sup s^p isim yudum.
super
su.per su'pır sıfat 1. konuşma dili harika, çok güzel, süper. 2. fazlasıyla, aşırı derecede.
superabundant
su.per.a.bun.dant supırıb^n'dınt sıfat çok bol.
superannuated
su.per.an.nu.at.ed supırän'yuweytîd sıfat yaş haddinden dolayı emekliye ayrılmış.
superb
su.perb sûpırb' sıfat enfes, fevkalade, çok güzel.
supercede
su.per.cede supırsid' fiil bakınız supersede 1307
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük supercilious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
su.per.cil.i.ous supırsîl'iyıs sıfat başkalarına tepeden bakan; (birinin/bir şeyin) ne kadar hor görüldüğünü belirten.
superdooper
su.per.doo.per su'pırdu'pır sıfat, konuşma dili süper harika.
superduper
su.per.du.per su'pırdu'pır sıfat, konuşma dili süper, harika.
superego
su.per.e.go supıri'go isim, ruhbilim üstben, üstbenlik.
superficial
su.per.fi.cial supırfîş'ıl sıfat 1. derin olmayan, yüzeysel. 2. esaslı olmayan, yüzeysel, sathi; üstünkörü, gelişigüzel. 3. hiç derinlemesine düşünmeyen.
superfluity
su.per.flu.ityisim lüzumundan fazla bir miktar.
superfluous
su.per.flu.ous sûpır'fluwıs sıfat lüzumsuz, gereksiz.
superhighway
su.per.high.way supırhay'wey isim otoyol, otoban.
superhuman
su.per.hu.man supır.hyu'mın sıfat insanüstü.
superimpose
su.per.im.pose supırîmpoz' fiil on/over (bir şeyi) (başka bir şeyin) üstüne koymak/bindirmek, -e uygulamak.
superintendent
su.per.in.ten.dent supırînten'dınt, suprînten'dınt isim şef, amir.
superior
su.pe.ri.or sıpîr'iyır, sûpîr'iyır sıfat 1. daha yüksek rütbeli; yüksek (rütbe, sınıf). 2. üstün nitelikli, üstün kaliteli, üstün. 3. daha kuvvetli. 4. daha çok. 5. kendini bir şey zannettiğini gösteren. isim amir.
superiority complex
üstünlük duygusu.
superiority
su.pe.ri.or.i.ty sıpîriyôr'ıti isim üstünlük.
superlative degree
dilbilgisi enüstünlük derecesi.
superlative
su.per.la.tive sıpır'lıtîv, sûpır'lıtîv sıfat en iyi, mükemmel.
superman
su.per.man su'pırmän isim (supermen) 1. süpermen. 2. üstinsan.
supermarket
su.per.mar.ket su'pırmarkît isim süpermarket.
supernatural
su.per.nat.u.ral supırnäç'ırıl sıfat doğaüstü, tabiatüstü.
superpower
su.per.pow.er supırpau'wır isim süper devlet.
1308
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük supersede
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
su.per.sede supırsid' fiil (yeni bir şey) (eski bir şeyin) yerini almak.
supersonic
su.per.son.ic supırsan'îk sıfat süpersonik, sesüstü.
superstar
su.per.star su'pırstar isim, sinema, müzik, tiyatro büyük yıldız, süperstar.
superstition
su.per.sti.tion supırstîş'ın isim boş inanç, batıl itikat, hurafe.
superstitious
su.per.sti.tious supırstîş'ıs sıfat 1. boş inançtan kaynaklanan. 2. boş inançlara inanan; boş inançların etkisinde olan.
supervene
su.per.vene supırvin' fiil (bir olay/bir durum sürerken) (başka bir şey) meydana gelmek; (bir olay/bir durum meydana geldikten sonra) (başka bir şey) meydana gelmek.
supervise
su.per.vise su'pırvayz fiil gözetip denetleyerek idare etmek, gözetip denetlemek.
supervision
su.per.vi.sion supırvîq'ın isim gözetip denetleyerek idare etme, gözetim ve denetim.
supervisor
su.per.vi.sorisim şef, amir.
supine
su.pine supayn' sıfat 1. sırtüstü yatan. 2. miskin, pasif, inisiyatiften yoksun.
supper
sup.per s^p'ır isim akşam yemeği.
supplant
sup.plant sıplänt' fiil 1. (birinin) ayağını kaydırıp yerine geçmek. 2. (yeni bir şey) (eski bir şeyin) yerini almak.
supple
sup.ple s^p'ıl sıfat 1. çeviklikle hareket edebilen, çevik. 2. yumuşak ve esnek.
supplement
sup.ple.ment s^p'lımınt isim ilave, ek. fiil by (belirli bir şey yaparak) (bir şeyin) eksikliklerini gidermek; by (belirli bir şey yaparak) (bir şeyi) artırmak; with (belirli bir şeyle) (bir şeyi) artırmak.
supplementary
sup.ple.men.ta.rysıfat ek olan, ek.
suppliant
sup.pli.ant s^p'liyınt isim yalvaran kimse.
supplicant
sup.pli.cant s^p'lıkınt isim yalvaran kimse.
supplicate
sup.pli.cate s^p'lıkeyt fiil yalvarmak. 1309
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
supplication
sup.pli.ca.tion s^plıkey'şın isim yalvarma, yalvarış.
supplier
sup.pli.er sıplay'ır isim mal sağlayan kimse veya firma.
supply and demand
ekonomi sunu ve istem, arz ve talep.
supply
sup.ply sıplay' fiil with (birinin ihtiyacını) karşılamak; (bir şeyi) bulup (müşteriye) ulaştırmak. isim 1. (ileride kullanılmak üzere hazır olan) miktar. 2. çoğul gereçler, malzeme, materyal.
support
sup.port sıpôrt' fiil 1. desteklemek, arka olmak. 2. (birini) geçindirmek. 3. taşımak; payandalamak; (- in ağırlığını) kaldırmak. 4. pekiştirmek. 5. beslemek; ayakta tutmak. 6. (birini) (manen) ayakta tutmak. 7. (bir şeyin) masraflarını çekmek/karşılamak. 8. tahammül etmek, çekmek. isim 1. destekleme, destek. 2. askeri destek. 3. destek, dayanak, yapıda destek unsuru. 4. (maddi veya manevi) destek.
supporter
sup.port.er sıpôr'tır isim (birini/bir şeyi) destekleyen kimse, destekçi; taraftar.
supporting cast
sinema yardımcı oyuncular.
supportive
sup.por.tive sıpôr'tîv sıfat destekleyici, destek verici.
suppose
sup.pose sıpoz' fiil 1. zannetmek, sanmak: I suppose so. Öyle zannediyorum. 2. farzetmek, varsaymak.
supposed
sup.posedsıfat zannedilen, farzedilen.
supposedly
sup.pos.ed.ly sıpo'zîdli zarf güya, sözümona.
supposition
sup.po.si.tion s^pızîş'ın isim zan, tahmin, varsayım, faraziye.
suppress
sup.press sıpres' fiil 1. bastırmak, durdurmak; yok etmek. 2. gizli tutmak. 3. (bir haberin veya yayının) çıkmasını yasaklamak.
suppression
sup.pres.sion sıpreş'ın isim 1. bastırma, durdurma; yok etme. 2. gizli tutma. 3. (bir haberin veya yayının) çıkmasını yasaklama.
suppurate
sup.pu.rate s^p'yıreyt fiil 1. (yaradan) irin/cerahat akmak. 2. (yara) irin/cerahat toplamak, irinlenmek.
supremacy
su.prem.a.cy sıprem'ısi isim üstünlük; egemenlik. 1310
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Supreme Being
Allah.
supreme court
yargıtay, en yüksek mahkeme.
supreme
su.preme sıprim', sûprim' sıfat 1. en büyük, üstün; üstün derecedeki. 2. en yüksek rütbeli. 3. en önemli.
sura
su.ra sûr'ı isim (Kuran'da) sure.
surah
su.rah sûr'ı isim (Kuran'da) sure.
surcharge
sur.charge sırçarc' fiil 1. (birinden) ek bir ücret istemek. 2. fazlasıyla yüklemek. 3. (pula) sürşarq yapmak. isim 1. ek ücret. 2. fazla yük. 3. (pula yapılan) sürşarq.
sure enough
gerçekten: There he was, sure enough. Gerçekten oradaydı.
Sure thing!
konuşma dili Tabii!/Hayhay!
sure
sure şûr sıfat 1. emin: She's sure of this. Bundan emin. 2. kesin, muhakkak: It's sure to happen. Onun olacağı kesin. zarf, konuşma dili 1. Tabii!/Hayhay!: Sure! Tabii! 2. bayağı, epey: They sure are hardworking! Onlar bayağı çalışkan!
surefire
sure.fire şûr'fayr sıfat, konuşma dili kesin.
surefooted
sure.foot.ed şûr'fûtîd sıfat ayağı hiç kaymaz, sürçmez.
surely
sure.ly şûr'li zarf muhakkak.
surety
sure.ty şûr'ti, şûr'ıti isim 1. kefil. 2. (para olarak) kefalet.
surf
surf sırf isim 1. kıyıya çarpıp çatlayan dalgalar. 2. kıyıya çarpıp çatlayan dalgalarda oluşan beyaz köpükler. fiil, spor sörf yapmak.
surface
sur.face sır'fîs isim 1. yüzey, satıh. 2. (suya, sıvıya ait) yüz. 3. dış yüz, dış görünüş. fiil 1. (balık, denizaltı) suyun yüzüne çıkmak. 2. (yolu) (bir maddeyle) kaplamak. 3. konuşma dili görünmek, gözükmek, ortaya çıkmak.
surfboard
surf.board sırf'bôrd isim sörf tahtası.
1311
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük surfeit
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sur.feit sır'fît isim 1. fazlalık. 2. fazlasıyla (yemek) yeme veya içme. fiil fazlasıyla yedirmek, içirmek veya doldurmak.
surfer
surf.er sır'fır isim sörfçü.
surfing
surf.ing sırf'îng isim, spor sörf.
surge
surge sırc fiil 1. (deniz) kabarmak, kaynamak. 2. against (dalga) yükselip -e çarpmak. 3. up (dalga) şiddetle yükselmek. 4. (elektrik cereyanı, fiyatlar, satışlar v.b.) aniden yükselmek. 5. hürya etmek, akın akın gitmek. 6. dalgalar halinde yayılmak. 7. up birdenbire (birinin) içini (bir his) kaplamak/doldurmak. isim 1. (bir his) aniden ve şiddetle belirme. 2. dalgalar halinde yayılma. 3. (elektrik cereyanı, fiyatlar, satışlar v.b.) aniden yükselme. 4. (insanlar, hayvanlar için) akın, akın halinde gitme.
surgeon
sur.geon sır'cın isim cerrah, operatör.
surgery
sur.ger.y sır'cıri isim 1. cerrahi; cerrahlık, operatörlük. 2. İngiliz İngilizcesi muayenehane. 3. İngiliz İngilizcesi (milletvekilinin) (seçim bölgesinde kendi seçmenleriyle yaptığı) görüşme.
surgical
sur.gi.cal sır'cîkıl sıfat 1. cerrahi, cerrahiye ait. 2. ameliyatlarda kullanılan. 3. ameliyatla yapılan.
surly
sur.ly sır'li sıfat sinirli ve nobran, aksi ve kavgacı.
surmise
sur.mise sırmayz' isim tahmin, zan, sanı. fiil tahmin etmek, zannetmek, sanmak; sanısına kapılmak.
surmount
sur.mount sırmaunt' fiil 1. üstesinden gelmek, hakkından gelmek. 2. -in üstünden yükselmek. 3. -in üstünde durmak.
surname
sur.name sır'neym isim soyadı.
surpass
sur.pass sırpäs' fiil (üstünlük açısından) geçmek; geride bırakmak.
surpassing
sur.pass.ingsıfat eşsiz, emsalsiz.
surpassingly
sur.pass.ing.lyzarf son derece.
1312
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük surplus
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sur.plus sır'plıs isim artakalan miktar; üretim fazlası. sıfat fazla, fazla miktarda: surplus military supplies levazım fazlası.
surprise
sur.prise sırprayz' isim sürpriz; şaşkınlık; hayret. fiil 1. (birine) sürpriz yapmak; (birini) şaşırtmak. 2. (birini) gafil avlamak; (bir yere) baskın yapmak.
surprising
sur.pris.ing sırpray'zîng sıfat şaşırtıcı.
surreal
sur.re.al sıri'yıl sıfat gerçeküstü.
surrealism
sur.re.al.ism sıri'yılîzım isim gerçeküstücülük, sürrealizm.
surrealist
sur.re.al.istsıfat, isim gerçeküstücü, sürrealist.
surrender oneself to
kendini (bir şeye) vermek.
surrender
sur.ren.der sıren'dır fiil 1. teslim etmek; teslim olmak. 2. -den feragat etmek; vermek, bırakmak. isim 1. teslim. 2. feragat; verme, bırakma, terk.
surreptitious
sur.rep.ti.tious sıreptîş'ıs sıfat 1. hırsızlama yapılan. 2. gizlice ve kanunsuzca yapılan.
surrogate
sur.ro.gate sır'ıgeyt isim 1. vekil. 2. başkasının yerini tutan veya başkasının yerine kullanılan kimse veya şey. sıfat başkasının yerini tutan veya başkasının yerine kullanılan (kimse veya şey).
surround
sur.round sıraund' fiil 1. çevrelemek, çevirmek, -in etrafını çevirmek/sarmak. 2. askeri kuşatmak, sarmak.
surrounding
sur.round.ingsıfat çevredeki, etraftaki.
surroundings
sur.round.ingsisim, çoğul çevre, muhit; ortam.
surveillance
sur.veil.lance sırvey'lıns isim (birinin faaliyetlerini) gizlice izleme.
survey
sur.vey sır'vey isim 1. anket. 2. gözden geçirme, inceleme. 3. genel bakış.
surveyor
sur.vey.orisim yeri ölçen/mesaha eden kimse.
survival
sur.viv.al sırvay'vıl isim 1. hayatta kalma. 2. kalıntı, artakalan şey.
1313
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük survive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sur.vive sırvayv' fiil 1. hayatta kalmak; sağ kalmak. 2. ayakta kalmak. 3. (birinden) uzun yaşamak. 4. (afet, kaza veya zor bir durumu) atlatmak.
survivor
sur.vi.vor sırvay'vır isim 1. sağ kalan kimse. 2. ayakta kalan şey. 3. konuşma dili zor durumları göğüsleyip atlatabilen kimse.
susceptible
sus.cep.ti.ble sısep'tıbıl sıfat çevresindekilerden kolaylıkla etkilenen; duygularına kolaylıkla kapılan (biri).
suspect
sus.pect s^s'pekt sıfat kuşkulu, şüpheli, şüphe uyandıran; sakıncalı; mimli. isim sanık, zanlı.
suspend
sus.pend sıspend' fiil 1. asmak; sarkıtmak. 2. (from) geçici olarak uzaklaştırmak, tardetmek. 3. (cezayı) ertelemek, tecil etmek. 4. geçici olarak durdurmak, kesmek; ara vermek; tatil etmek. 5. geçici olarak yürürlükten kaldırmak; askıya almak.
suspender
sus.pend.er sıspen'dır isim 1. (pantolonun düşmesini önlemek için) askı. 2. İngiliz İngilizcesi qartiyer.
suspense
sus.pense sıspens' isim, sinema süspans, geciktirim.
suspenseful
sus.pense.fulsıfat süspans dolu.
suspension bridge
asma köprü.
suspension
sus.pen.sion sıspen'şın isim 1. asma, sarkıtma; asılma, sarkıtılma. 2. geçici olarak uzaklaştırma veya uzaklaştırılma. 3. (cezayı) erteleme; (ceza) ertelenme. 4. geçici olarak durdurma veya durdurulma. 5. geçici olarak yürürlükten kaldırma veya kaldırılma; askıya alma veya alınma. 6. kimya süspansiyon, asıltı. 7. otomotiv süspansiyon.
suspicion
sus.pi.cion sıspîş'ın isim kuşku, şüphe.
suspicious
sus.pi.cious sıspîş'ıs sıfat 1. kuşku dolu; şüphe içinde; kuşku duyan: You seem suspicious. Şüphe ediyor gibisin. He's suspicious by nature. Şüpheci biri o. 2. şüpheli, şüphe uyandıran.
1314
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sustain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sus.tain sısteyn' fiil 1. ayakta tutmak; -in yaşamasını sağlamak; -in çökmesine engel olmak; devam ettirmek, sürdürmek. 2. (ağırlığı) çekmek. 3. doğrulamak, tasdik etmek. 4. kaldırmak, katlanmak. 5. hukuk (hâkim) (bir şeyin) doğru olduğunu kabul etmek. 6. (kötü bir şeye) uğramak.
sustained
sus.tain.edsıfat 1. başından sonuna kadar aynı güçle sürdürülen. 2. başından sonuna kadar aynı kalitede/seviyede sürdürülen.
sustenance
sus.te.nance s^s'tınıns isim 1. yiyecek bir şey/şeyler, yiyecek/yiyecekler. 2. (bir yiyeceğin içindeki) besleyici maddeler. 3. ayakta tutma; yaşamasını sağlama; çökmesine engel olma. 4. ayakta tutan şey.
svelt
svelt svelt sıfat ince ve zarif, narin.
svelte
svelte svelt sıfat ince ve zarif, narin.
swab
swab swab isim ufak bir çubuğun ucuna takılı hidrofil pamuk veya bez parçası. fiil (swabbed, swabbing) (pamuklu çubukla) temizlemek.
swaddle
swad.dle swad'ıl fiil (bebeği) kundağa sarmak, kundaklamak.
swaddling clothes
kundak bezleri.
swagger
swag.ger swäg'ır fiil 1. kasıla kasıla yürümek. 2. sallana sallana yürümek.
swallow one's pride
gururunu bir yana bırakmak.
swallow one's words
kelimeleri yutmak, kelimeleri net bir şekilde telaffuz etmemek. 2. yanılmış olduğunu itiraf etmek; tükürdüğünü yalamak.
swallow something hook, line, and sinker konuşma dili bir yalanı tamamen yutmak, bir yalana tamamen inanmak. swallow
swal.low swal'o fiil 1. yutmak. 2. yutmak, sesini çıkarmadan sineye çekmek. 3. konuşma dili yutmak, kanmak, aldanmak, inanmak. 4. yutkunmak. isim yudum.
swam
swam swäm fiil bakınız swim 1315
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük swamp
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
swamp swamp isim bataklık. fiil 1. suyla doldurmak. 2. (bir şeylerin aşırı miktarda olması) sıkışık veya zor bir duruma sokmak: They're swamping us with orders. Bizi siparişlere boğuyorlar.
swampy
swampysıfat bataklık, batak.
swan song
efsaneye göre kuğunun ölmeden önceki son ve güzel ötüşü. 2. bir sanatçının son eseri/gösterisi.
swan
swan swan isim kuğu.
swank
swank swängk sıfat, konuşma dili şık ve lüks.
swanky
swank.y swäng'ki sıfat, konuşma dili şık ve lüks.
swap
swap swap fiil, konuşma dili (swapped, swapping) değiş tokuş etmek, trampa etmek, değiştirmek, takas etmek. isim değiş tokuş, trampa, takas.
swarm
swarm swôrm isim 1. oğul, toplu haldeki arılar. 2. sürü. fiil 1. (arılar) oğul halinde kovandan ayrılmak. 2. akın etmek, akın halinde gitmek. 3. (with) kaynamak, çok miktarda toplanmak/birikmek, yığılmak, yığışmak.
swarthy
swarth.y swôr'dhi sıfat esmer (kişi, ten).
swashbuckler
swash.buck.ler swaş'b^klır isim afili kabadayı.
swashbuckling
swash.buck.lingsıfat 1. afili bir kabadayı gibi. 2. macera dolu ve heyacan verici (hikâye, roman v.b.).
swastika
swas.ti.ka swas'tîkı isim gamalı haç.
swat
swat swat fiil (swatted, swatting) (sineklik, dürülmüş gazete, beysbol sopası veya elle) vurmak.
swatch
swatch swaç isim 1. numunelik kumaş, deri veya kâğıt parçası, eşantiyon, numune. 2. parça, yer.
swath
swath swath isim 1. (şerit halinde uzanan) alan, şerit. 2. tırpan, biçme makinesi v.b.'nin bir geçişte kestiği yer.
swathe
swathe sweydh fiil in (sargı, giysi, örtü veya kumaş) ile sarmalamak, ile sarıp sarmalamak, ile sarmak.
swatter
swat.ter swat'ır isim sineklik, sinek öldürmeye yarayan saplı alet.
sway
sway swey fiil 1. (dik duran bir şey, biri) (bir yandan öbür yana) sallanmak; sallamak. 2. (birini) etkileyerek 1316
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yönlendirmek; (birini) (bir karara) yöneltmek: In the end it was Emine's greed for money that swayed İsmet. Eninde sonunda İsmet'in kararını belirleyen şey Emine'nin para hırsıydı.. isim 1. sallanma. 2. nüfuz. 3. egemenlik, hâkimiyet, hükümranlık. swear at
(birine) küfretmek.
swear by
-e çok güvenmek.
swear like a trooper
sövüp saymak, kalayı basmak.
swear off
(bir şeyi yapmamak için) tövbe etmek.
swear someone in
birine ant içirerek bir makama geçirmek. 2. birine ant içirmek.
swear someone to
(belirli bir konu) hakkında (birine) yemin ettirmek.
swear
swear swer fiil (swore, sworn) 1. küfretmek, sövmek. 2. yemin etmek, ant içmek; (birine) yemin verdirmek, ant içirmek.
swearword
swear.word swer'wırd isim küfür, sövgü.
sweat blood
çok çalışmak, epey ter dökmek. 2. çok endişe etmek.
sweat it out
(zor bir duruma) dayanmak. 2. endişe içinde beklemek.
sweat something out
ter dökerek bir şeyi vücudundan atmak.
sweat suit
eşofman.
sweat
sweat swet isim 1. ter. 2. (soğuk bir yüzeyin üstünde oluşan) damlalar, ter. 3. ter dökme. fiil 1. terlemek. 2. (cam, bardak v.b.) terlemek, buğulanmak. 3. konuşma dili endişe etmek. 4. (içindeki su) ter şeklinde sızmak, terlemek.
sweater
sweat.er swet'ır isim kazak, hırka, süveter, pulover.
sweaty
sweat.y swet'i sıfat 1. terli. 2. ter kokan. 3. terleten, terletici (hava).
Swede
Swede swid isim İsveçli.
Sweden
Swe.den swid'ın isim İsveç.
Swedish
Swed.ish swi'dîş isim İsveççe. sıfat 1. İsveç, İsveç'e özgü. 2. İsveççe.
sweep someone off her feet
birini kendine sırsıklam âşık etmek.
sweep someone off his feet
birini kendine sırsıklam âşık etmek. 1317
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sweep something away
bir şeyi yok etmek.
sweep up
(bir yeri) süpürmek.
sweep
sweepfiil (swept) 1. süpürmek. 2. away yok etmek; silip süpürmek; alıp götürmek; sürüklemek. 3. (bir yerin) üzerinden geçmek; istila etmek: Fire swept the area. Yangın bölgeyi kasıp kavurdu. Fear swept the country. Ülkeyi korku sardı. 4. kendinden emin bir şekilde hızla veya hışımla yürümek. 5. taramak: His eyes swept over the crowd. Gözleri kalabalığı taradı. 6. akın etmek. 7. uzanmak: The mountains sweep down to the sea. Dağlar denize kadar uzanıyor. 8. bir el hareketiyle (bir yere) itmek/çekmek: She swept the curtains aside. Perdeleri bir yana çekiverdi. isim 1. süpürme. 2. tek bir (el, kol v.b.) hareketi. 3. çok geniş bir alan. 4. geniş kıvrım, kavis veya dönemeç. 5. kapsam. 6. tarama, sıkı arama.
sweeper
sweep.er swip'ır isim 1. elektrik süpürgesi. 2. süpürme makinesi veya aracı. 3. süpürücü.
sweeping
sweep.ing swi'pîng sıfat 1. çok kapsamlı, çok geniş, büyük çapta. 2. fazla genel, yeterince fark gözetmeyen. 3. geniş, panoramik (manzara).
sweepings
sweep.ingsisim, çoğul süprüntü.
sweepstakes
sweep.stakes swip'steyks isim 1. at yarışı. 2. piyango. 3. yarışma.
sweet corn
tatlı bir mısır türü.
sweet pea
ıtrışahi, ıtırşahi.
sweet pepper
dolmalık biber; çarliston biberi, tatlı biber.
sweet potato
tatlıpatates, sarmaşıkpatatesi.
sweet water
tatlı su.
sweet
sweet swit sıfat 1. tatlı; şekerli. 2. tatlı, hoş; sevimli, şirin: sweet sounds hoş sesler. a sweet lady tatlı bir hanım. isim 1. İngiliz İngilizcesi tatlı. 2. İngiliz İngilizcesi şeker. 3. çoğul şekerli yiyecekler.
sweetbread
sweet.bread swit'bred isim, kasaplık uykuluk. 1318
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük sweeten
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sweet.en swit'ın fiil 1. tatlılaştırmak, tatlı yapmak, şeker tadı vermek. 2. daha hoş yapmak; daha hoş bir hale getirmek, tatlılaştırmak, daha çekici yapmak; iticiliğini azaltmak.
sweetener
sweet.en.erisim (yiyecek veya içeceği) tatlı yapan madde, tatlandırıcı.
sweetening
sweet.en.ingisim 1. tatlılaştırma, tatlı yapma. 2. daha hoş yapma; tatlılaştırma, daha çekici yapma; iticiliğini azaltma. 3. (yiyecek veya içeceği) tatlı yapan madde, tatlandırıcı.
sweetheart
sweet.heart swit'hart isim sevgili.
sweetie
sweet.ie swi'ti isim, konuşma dili sevgili.
sweet-talk
sweet-talk swit'tôk fiil (birini) tatlı sözlerle ikna etmek veya kandırmak.
swell
swell swel fiil (swelled, swelled/swollen) 1. şişmek, kabarmak; şişirmek. 2. artmak; artırmak. 3. denizcilikle ilgili (yelken) (rüzgârla) dolmak/şişmek; (rüzgâr) (yelkeni) doldurmak/şişirmek. 4. (öfke v.b.) kabarmak: He swelled with anger. Öfkesi kabardı. isim 1. ölü dalga. 2. dalgalanma. 3. artma, artış. sıfat, konuşma dili harika, çok güzel.
swelling
swell.ingisim 1. şişkinlik, şişlik, şiş, şişmiş yer. 2. şişme; şişirme.
swelter
swel.ter swel'tır fiil (sıcaktan) terleyerek bunalmak. isim bakınız be in a swelter
sweltering
swel.ter.ingsıfat 1. (sıcaklığıyla) insanı çok terletip bunaltan. 2. bunaltıcı, boğucu (sıcak).
swept
swept swept fiil bakınız sweep
swerve
swerve swırv fiil 1. birdenbire başka bir tarafa yönelmek; (taşıtı) birdenbire başka bir yöne sürmek: He swerved the car to the right to avoid hitting the dog. Köpeğe çarpmamak için direksiyonu birden sağa kırdı. 2. (hedeften, fikirden, inançtan) ayrılmak, sapmak. isim 1. birdenbire başka bir tarafa yönelme/yöneliş; (taşıtı) 1319
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
başka bir yöne sürme. 2. (hedeften, fikirden, inançtan) ayrılma, sapma. swift
swift swîft sıfat 1. çabuk, hızlı, süratli. 2. konuşma dili akıllı; makul; zeki.
swiftness
swift.nessisim çabukluk, hız, sürat.
swig
swig swîg fiil, konuşma dili (swigged, swigging) içmek. isim yudum.
swill
swill swîl fiil 1. çok içmek. 2. (domuza) sulandırılmış yemek artıkları vermek. 3. üstüne su dökerek (bir yeri) temizlemek. isim (domuza yedirilen) sulandırılmış yemek artıkları.
swim
swim swîm fiil (swam, swum, swimming) 1. (suda) yüzmek: They were swimming in the creek. Çayda yüzüyorlardı. 2. (akarsu, göl v.b.'ni) yüzerek geçmek. 3. (bir şey içinde) yüzmek; (bir şeyle) dolu olmak; (bir şeye) bol miktarda sahip olmak: These beans are swimming in grease. Bu fasulye ağ içinde yüzüyor. She was swimming in money. Para içinde yüzüyordu. 4. (birinin başı) dönmek. 5. yüzdürmek; -in yüzmesine yardım etmek: He swam the horse across the river. Atı yüzdürerek nehirden geçirdi. isim yüzüş, yüzme: Where do you take your morning swim? Sabahları nerede yüzüyorsun? sıfat yüzmekle ilgili; yüzerken kullanılan veya giyilen.
swimming pool
yüzme havuzu.
swimming trunks
(erkekler için) mayo: He bought a pair of swimming trunks. Mayo aldı.
swimming
swim.ming swîm'îng isim yüzme.
swimmingly
swim.ming.lyzarf bakınız go swimmingly
swimsuit
swim.suit swîm'sut isim mayo.
swindle
swin.dle swîn'dıl fiil dolandırmak, dolandırıcılık etmek. isim dolandırma; dolandırıcılık.
swindler
swin.dlerisim dolandırıcı.
1320
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük swine
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
swine swayn isim (swine) 1. domuz. 2. konuşma dili pis herif.
swing into action
harekete geçivermek.
swing
swing swîng fiil (swung) 1. (sarkaç gibi) sallanmak; sallamak. 2. (bir yöne) çevirivermek. 3. asmak. 4. (beysbol veya golf sopası, tenis raketi, orak v.b.'ni) sallamak; (baltayı) indirmek; (sopayı, bastonu) savurmak. 5. (oyları/seçimin sonucunu) tayin etmek. 6. başarmak, becermek: Can you swing a new car on your present salary? Şimdiki maaşınla yeni bir araba satın alabilir misin? 7. around dönüvermek. 8. (geniş bir yay çizerek) (bir yöne doğru) dönmek. 9. (bir şeye tutunarak) (bir yerden) (başka bir yere) atlamak/sıçramak. 10. (bir durumdan) (başka bir duruma) geçivermek. 11. salına salına yürümek/gitmek. 12. at (birine) yumruk savurmak. 13. (kapı, köprü v.b.) (bir eksen üzerinde) dönmek; -i döndürmek: She was swinging on the gate. Kapının üzerinde bir ileri bir geri sallanıyordu. The door swung to. Kapı kendiliğinden kapandı. isim 1. (beysbol sopası, tenis raketi, orak v.b.'ni) sallama, sallayış; (baltayı) indirme, indiriş; (sopayı, bastonu, yumruğu) savurma, savuruş. 2. (sarkaç gibi) sallanma, sallanış; sallama, sallayış. 3. (bir durumdan) (başka bir duruma) geçiverme. 4. salıncak.
swinging door
çarpma kapı.
swinging
swing.ing swîng'îng sıfat, konuşma dili çok hareketli ve neşeli.
swinish
swin.ish sway'nîş sıfat çok kaba; hayvani, hayvanca.
swipe
swipe swayp fiil 1. konuşma dili çalmak, aşırmak, araklamak, yürütmek. 2. çarpmak, vurmak. 3. at (birine) yumruk savurmak; (bir şeyi) -e doğru şöyle bir sallamak. isim vurmak amacıyla yapılan hareket; yumruk savurma; (bir şeyi) sallama.
1321
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük swirl
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
swirl swırl fiil dönmek; girdap gibi dönmek, helezonlaşarak dönmek; döndürmek; girdap gibi döndürmek; helezonlaştırarak döndürmek. isim dönme; girdap gibi dönme, helezoni dönüş; girdap, helezon; helezoni kıvrım.
swish
swish swîş fiil 1. (havada hareket ederken) ıslık gibi ses çıkarmak. 2. (yapraklar, ipek v.b.) hışırdamak. isim 1. ıslık gibi keskin bir ses. 2. hışırtı.
Swiss
Swiss swîs isim (Swiss) İsviçreli. sıfat 1. İsviçre, İsviçre'ye özgü. 2. İsviçreli.
switch off
(düğmesini çevirerek) (elektrikli bir aygıtı) kapatmak.
switch on
(düğmesini çevirerek) (elektrikli bir aygıtı) açmak.
switch
switch swîç isim 1. elektrik anahtarı/düğmesi, anahtar, düğme, komütatör; şalter. 2. demiryolu makas. 3. (uzun bir) postiş. 4. değiştirme, değişiklik. 5. (kesilmiş) çok ince dal. fiil 1. değişmek; değiştirmek. 2. -i ince bir dalla dövmek. 3. (hayvan) (kuyruğunu) (bir yandan öbür yana) sallamak; (hayvanın kuyruğu) (bir yandan öbür yana) sallanmak.
switchblade
switch.blade swîç'bleyd isim sustalı bıçak, sustalı.
switchboard operator
santralcı, santral; santral memuru/memuresi.
switchboard
switch.board swîç'bôrd isim telefon santralı.
Switzerland
Swit.zer.land swît'sırlınd isim İsviçre.
swivel chair
döner sandalye; döner koltuk.
swivel
swiv.el swîv'ıl isim 1. fırdöndü, serbest bir eksenle bağlanmış çift halka. 2. (tüfek) çatı kancası. fiil (swiveled/swivelled, swiveling/swivelling) around dönüvermek; döndürüvermek.
swivet
swiv.et swîv'ît isim, konuşma dili bakınız be in a swivet
swob
swob swab isim, fiil bakınız swab
swollen
swol.len swo'lın fiil bakınız swell sıfat şişmiş, şiş.
swoon
swoon swun fiil bayılmak. isim bayılma, baygınlık, baygın hal. 1322
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük swoop down on
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
birdenbire (birinin) üstüne çullanmak. 2. birdenbire inip veya çıkıp (birini) yakalamak.
swoop
swoop swup fiil (down) (kuş) birdenbire inmek. isim 1. ani iniş. 2. baskın, polis baskını.
swop
swopfiil, isim bakınız swap
sword
sword sôrd isim kılıç.
swordfish
sword.fish sôrd'fîş isim (swordfish/swordfishes) kılıçbalığı.
swordsman
swords.man sôrdz'mın isim (swordsmen) iyi kılıç kullanan kimse.
swore
swore swôr fiil bakınız swear
sworn
sworn swôrn fiil bakınız swear
swot up
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (dersi) çok çalışmak, inek gibi çalışmak.
swot
swot swat fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili (swotted, swotting) çok ders çalışmak, ineklemek. isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili 1. inek, çok ders çalışan öğrenci. 2. çok çalışma, çok çabalama.
swum
swum sw^m fiil bakınız swim
swung
swung sw^ng fiil bakınız swing
sycophancy
syc.o.phancyisim dalkavukluk.
sycophant
syc.o.phant sîk'ıfınt isim dalkavuk.
syllable
syl.la.ble sîl'ıbıl isim hece, seslem.
syllabus
syl.la.bus sîl'ıbıs isim (syllabuses/syllabi) özet.
symbol
sym.bol sîm'bıl isim sembol, simge.
symbolic logic
simgesel mantık.
symbolic
sym.bol.ic sîmbal'îk sıfat sembolik, simgesel.
symbolise
sym.bol.ise sîm'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız symbolize
symbolism
sym.bol.ismisim sembolizm, simgecilik.
symbolist
sym.bol.istisim sembolist, sembolizm yanlısı, simgeci. sıfat sembolist, sembolizmle ilgili, simgeci.
1323
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük symbolize
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sym.bol.ize sîm'bılayz fiil 1. -in sembolü/simgesi olmak, -i simgelemek. 2. sembolleştirmek, simgeleştirmek.
symmetric
sym.met.ric sîmet'rîk sıfat 1. simetrik, simetrili. 2. matematik simetrik, bakışımlı, bakışık.
symmetrical
sym.met.ri.cal sîmet'rîkıl sıfat 1. simetrik, simetrili. 2. matematik simetrik, bakışımlı, bakışık.
symmetry
sym.me.try sîm'ıtri isim simetri, bakışım.
sympathetic
sym.pa.thet.ic sîmpıthet'îk sıfat 1. birinin duygularını anlayıp paylaşan, anlayışlı, halden anlayan. 2. sempatik, sıcakkanlı. 3. olumlu, iyi.
sympathise
sym.pa.thise sîm'pıthayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız sympathize
sympathize
sym.pa.thize sîm'pıthayz fiil 1. with (birinin) duygularını anlayıp paylaşmak, halini anlamak. 2. with (görüşü, fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
sympathizer
sym.pa.thizerisim sempatizan.
sympathy
sym.pa.thy sîm'pıthi isim 1. anlayış, halden anlama. 2. duygudaşlık, sempati. 3. çoğul (belirli bir şeyden yana olan) görüşler.
symphony
sym.pho.ny sîm'fıni isim, müzik senfoni.
symptom
symp.tom sîmp'tım isim 1. tıbbi semptom, bulgu, belirti. 2. işaret, alamet, belirti.
synagogue
syn.a.gogue sîn'ıgag isim sinagog, havra.
sync
sync sîngk fiil, konuşma dili bakınız synchronize isim, konuşma dili bakınız be in sync be out of sync
synchronise
syn.chro.nise sîng'krınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız synchronize
synchronism
syn.chro.nism sîng'krınîzım isim eşzamanlılık, senkronizm.
synchronize
syn.chro.nize sîng'krınayz fiil 1. senkronize etmek, senkronik/eşzamanlı bir hale getirmek. 2. sinema senkronize etmek, eşlemek.
synchronizer
syn.chro.nizerisim senkronizör. 1324
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
syncopate
syn.co.pate sîng'kıpeyt fiil, müzik senkoplamak.
syncopated
syn.co.patedsıfat, müzik senkoplu.
syncopation
syn.co.pa.tion sîng.kıpey'şın isim, müzik senkop.
syndicate
syn.di.cate sîn'dıkît isim 1. gazetelere bant-karikatür, karikatür, makale veya haber satan aqans. 2. bir yönetim altında bulunan aynı türden bir grup ticari kuruluş: a newspaper syndicate aynı yönetim altında bulunan gazeteler grubu. 3. yasadışı işler çeviren örgüt. fiil 1. bir aqans aracılığıyla (bant- karikatür, karikatür, makale veya haberi) birçok gazeteye satarak gazetelerde sürekli yayımlanmasını sağlamak. 2. (aynı türden birkaç ticari kuruluşu) grup haline getirmek, aynı yönetim altında birleştirmek.
syndrome
syn.drome sîn'drom isim, tıbbi sendrom.
synonym
syn.o.nym sîn'ınîm isim eşanlamlı sözcük, eşanlamlı, sinonim.
synonymous
syn.on.y.mous sînan'ımıs sıfat eşanlamlı, anlamdaş, sinonim.
synopsis
syn.op.sis sînap'sîs isim (synopses) özet.
syntax
syn.tax sîn'täks isim, dilbilgisi sözdizimi, sentaks.
synthesis
syn.the.sis sîn'thısîs (syntheses) kimya sentez, bireşim.
synthesise
syn.the.sise sîn'thısayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız synthesize
synthesize
syn.the.size sîn'thısayz fiil 1. sentez haline getirmek. 2. kimya sentez yoluyla yapmak/meydana getirmek.
synthetic
syn.thet.ic sînthet'îk sıfat 1. sentetik, sentez yoluyla yapılan. 2. suni, yapay.
syphilis
syph.i.lis sîf'ılîs isim, tıbbi frengi, sifilis.
syphon
sy.phon say'fın isim, fiil bakınız siphon
Syria
Syr.i.a sîr'iyı isim Suriye.
Syriac
Syr.i.ac sîr'iyäk isim, sıfat Süryanice.
Syrian
isim 1. Suriyeli. 2. Süryani. sıfat 1. Suriye, Suriye'ye özgü. 2. Süryani. 3. Suriyeli.
1325
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük syringe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sy.ringe sırînc' isim 1. şırınga, iğne, enqektör. 2. şırınga, bir yere sıvı doldurmaya yarayan pompa. 3. püskürteç, pülverizatör. fiil 1. şırıngayla içine su fışkırtarak (kulağı) temizlemek. 2. (bitkinin) üstüne püskürtmek.
syrup
syr.up sır'ıp, [İngiliz İngilizcesi] sîr'ıp isim 1. pekmez kıvamındaki tatlı sıvı, şurup, melas: chocolate syrup çikolatalı sos. 2. (ilaç olarak) şurup.
system
sys.tem sîs'tım isim 1. sistem, dizge. 2. sistem, düzen. 3. sistem, tertibat, düzen: heating system ısıtma sistemi. 4. sistem, şebeke, ağ: railroad system demiryolu şebekesi. 5. vücut, bünye. 6. düzenlilik, düzen.
systematic
sys.tem.at.ic sîstımät'îk sıfat 1. sistemli, dizgeli. 2. felsefe sistematik, dizgesel.
T square
T cetveli.
T
T, t ti isim T, İngiliz alfabesinin yirminci harfi.
T.B.
T.B., TB. ti'bi' kısaltma tuberculosis
Ta
Ta ta ünlem, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili Sağ ol!
tab
tab täb isim 1. (dosyanın uzun kenarındaki tasnif numarası veya yazısı yazılı) çıkıntı. 2. (sayfa kenarına yapıştırılan) indeks etiketi. 3. alüminyum kutunun veya pet şişenin kapağını açmaçmaya yarayan kulp veya halka. 4. konuşma dili fatura, hesap.
table d'hôte
ta.ble d'hôte täb'ıl dot' isim (tables d'hôte) lokantada, tabldot.
table of contents
(kitabın başında bulunan ve alfabetik dizin olmayan) içindekiler.
table tennis
masatenisi, masatopu, pingpong.
table
ta.ble tey'bıl isim 1. masa. 2. masa, masadakiler, aynı masada oturanların hepsi, sofra, sofradakiler. 3. çizelge, cetvel, tablo, liste. fiil (bir tasarı veya mesele) hakkındaki görüşmeyi veya tartışmayı ileri bir tarihe bırakmak.
tablecloth
ta.ble.cloth tey'bıl.klôth isim sofra örtüsü, masa örtüsü. 1326
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tableland
ta.ble.land tey'bıl.länd isim, coğrafya plato.
tablespoon
ta.ble.spoon tey'bılspun isim 1. büyük kaşık, servis kaşığı. 2. (ölçü birimi olarak) çorba kaşığı.
tablet
tab.let täb'lît isim 1. bloknot. 2. tablet, hap, komprime. 3. (taştan) levha.
tableware
ta.ble.ware tey'bılwer isim (sofrada kullanılan) tabak çanak, çatal bıçak gibi eşya.
tabloid
tab.loid täb'loyd isim 1. tabloit gazete; tabloit ek. 2. sansasyonel gazete. sıfat 1. tabloit. 2. sansasyonel; boyalı basına özgü.
taboo
ta.boo tıbu' isim tabu. sıfat tabu olan, tabu.
tabu
ta.bu tıbu' isim bakınız taboo
tabular
tab.u.lar täb'yılır sıfat çizelge, tablo veya liste halinde olan.
tabulate
tab.u.late täb'yıleyt fiil cetvel haline koymak, tablo haline getirmek.
tacit
tac.it täs'ît sıfat 1. sözsüz. 2. söz veya yazıyla belirtilmeden ifade olunan, açıkça söylenmemiş veya yazılmamış.
taciturn
tac.i.turn täs'ıtırn sıfat suskun, çok az konuşan.
tack something down
bir şeyi çivileyerek veya raptiyeleyerek açılmaz veya hareket etmez bir duruma getirmek.
tack something on
bir şeyi çivi veya raptiyeyle (bir yere) asmak. 2. (to) bir şeyi sonradan gelişigüzel bir şekilde (bir şeye) eklemek.
tack
tack täk isim 1. ufak çivi; raptiye, pünez. 2. (bir yelkenlinin, bir hareketin, bir düşüncenin takip ettiği) yön. 3. (yelkenlinin, seyrini değiştirmek için yaptığı) tiramola. 4. teyel. fiil 1. (yelkenli) volta vurmak, tiramolayla yükselmek, tiramola ederek gitmek. 2. teyellemek, teyelle tutturmak.
tackle someone about something
zor veya hassas bir konu hakkında biriyle konuşmak.
tackle
tack.le täk'ıl isim 1. denizcilikle ilgili palanga. 2. (birini) sıkıca yakalama. fiil 1. (bir problemi) ele almak, çözmeye çalışmak. 2. (birini) sıkıca yakalamak/tutmak. 1327
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tacky
tack.y täk'i sıfat yapışkan.
tact
tact täkt isim takt, ince bir anlayış, ince bir nezaket.
tactful
tact.ful täkt'fıl sıfat takt sahibi, nazik ve çok anlayışlı, ince.
tactic
tac.tic täk'tîk isim 1. askeri (belirli bir amaç için başvurulan) taktik. 2. taktik, manevra, başvurulan yol ve yöntem.
tactical
tac.tic.alsıfat taktiğe ait, taktik.
tactician
tac.ti.cian täktîş'ın isim taktikçi.
tactics
tac.tics täk'tîks isim taktik.
tactile
tac.tile täk'tîl, [İngiliz İngilizcesi] täk'tayl sıfat 1. dokunma duyusuyla algılanabilen. 2. dokunma duyusuyla ilgili, dokunsal.
tactless
tact.less täkt'lîs sıfat takttan yoksun, patavatsız, inceliksiz.
Tadjik
Ta.djik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.
Tadjiki
isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tadjikistan
Ta.djik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
tadpole
tad.pole täd'pol isim, zooloji iribaş.
Tadzhik
Ta.dzhik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.
Tadzhiki
isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tadzhikistan
Ta.dzhik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
taffeta
taf.fe.ta täf'ıtı isim tafta; canfes.
taffy
taf.fy täf'i isim kaynamış şekerle tereyağından yapılan şekerleme.
tag along
(after/behind) -in arkasından gitmek/gelmek, peşine takılmak. 2. (after/with) (sırf meraktan dolayı veya bir çıkar elde etme umuduyla) (biriyle) beraber gitmek/gelmek, (birinin) peşine takılmak.
tag someone as ...
birine (belirli bir) damga vurmak, birine ... damgası vurmak.
tag someone with
(bir şeyi) birine yüklemek, birinin üstüne atmak.
tag
tag täg isim 1. etiket, yafta. 2. kovalamaca. fiil (tagged, tagging) 1. etiketlemek, yafta koymak. 2. (kovalamaca 1328
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
oyununda) (ebe) (başka oyuncuya) dokunmak. 3. (after/behind) -in arkasından gitmek/gelmek, peşine takılmak.
tail away
bakınız tail off
tail end
konuşma dili 1. en son kısım. 2. kıç.
tail lamp
bakınız taillight
tail off
azalmak; azalarak kaybolmak; azalarak sona ermek; yavaş yavaş kaybolmak.
tail
tail teyl isim 1. (hayvana ait) kuyruk. 2. arka kısım, kuyruk; son bölüm. 3. konuşma dili kıç, makat. 4. konuşma dili sivil polis, birini izlemekle görevli kimse. 5. çoğul yazı, madeni bir paranın resimsiz yüzü. 6. çoğul frak. 7. (giysiye ait) etek. fiil, konuşma dili yakından izlemek/takip etmek.
tailgate
tail.gate teyl'geyt isim (yük arabasına/steyşına ait menteşeli) arka kapak. fiil konuşma dili başka bir arabanın arkasından çok az bir mesafe bırakarak gitmek/gelmek, başka bir arabanın hemen arkasından gitmek/gelmek; (başka bir arabanın) arkasından çok az bir mesafe bırakarak gitmek/gelmek: He's tailgating me. Üstüme çıkacakmış gibi hemen arkamdan geliyor.
taillight
tail.light teyl'layt isim, otomotiv stop lambası, stop, kuyruk lambası, arka lamba.
tailor
tai.lor tey'lır isim terzi. fiil (belirli bir amaca göre) (bir şeyi) yapmak veya değiştirmek.
tailor-made
tai.lor-made tey'lırmeyd sıfat terzinin yaptığı (giysi).
tailspin
tail.spin teyl'spîn isim 1. (uçağın girdiği) vril. 2. bunalım.
taint
taint teynt isim (ahlakça kötü bir şeyin bıraktığı) leke. fiil 1. lekelemek. 2. (yemeği) bozmak.
Taiwan
Tai.wan taywan' isim Tayvan.
Taiwanese
Tai.wan.ese taywaniz' isim (Taiwanese) Tayvanlı. sıfat 1. Tayvan, Tayvan'a özgü. 2. Tayvanlı. 1329
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Tajik
Ta.jik tacîk', tacik' isim, sıfat Tacik.
Tajiki
isim, sıfat Tacikçe, Taciki.
Tajikistan
Ta.jik.i.stan tacîkîstän', tacîkîstan' isim Tacikistan.
take a bath
banyo yapmak, yıkanmak.
take a bearing
denizcilikle ilgili kerteriz almak.
take a bite of something
bir şeyden bir lokma ısırmak, bir şeyden bir ısırık almak.
take a break
mola vermek.
take a chance
riske girmek; rizikoyu göze almak.
take a devious route
arka yollardan dolanarak gitmek; dolana dolana gelmek.
take a dim view of
-i doğru bulmamak.
take a dislike to
-den soğumak.
take a fancy to
-den hoşlanmaya başlamak.
take a hard line with
-e sert davranmak.
take a heavy toll of
(bir şey) (-e) çok zarar vermek; büyük bir kayba sebep olmak: This last campaign's taken a heavy toll of our men. Bu son seferde çok adam kaybettik.
take a heavy toll
(bir şey) (-e) çok zarar vermek; büyük bir kayba sebep olmak: This last campaign's taken a heavy toll of our men. Bu son seferde çok adam kaybettik.
take a hint
dolaylı bir sözden anlam çıkarıp ona göre hareket etmek.
take a joke
şaka kaldırmak, şakaya gelmek.
take a journey
yolculuk etmek.
take a leaf out of someone's book
birini örnek almak, birinin izinden yürümek.
take a liking to
-den hoşlanmaya başlamak.
take a load off one's mind
endişesini gidermek.
take a look at
-e bir göz atmak, -e bir bakmak.
take a picture
fotoğraf çekmek.
take a place by storm
askeri şiddetli bir hücum yaparak bir yeri almak/ele geçirmek.
take a place by surprise
beklenmedik bir saldırı/ baskın ile bir yeri ele geçirmek.
take a powder
toz olmak, tüymek.
1330
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük take a rain check
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kötü hava şartlarından dolayı (birinin davetini kabul etmeyince) daha ileri bir tarihte tekrar davet edilmek istemek. 2. iptal edilmiş bir maç, konser v.b.'nin daha ileri bir tarihteki tekrarı için verilen bileti almak.
take a seat
oturmak.
take a shine to
konuşma dili -den hoşlanmak.
take a shot at
(tüfekle) -e bir el ateş etmek. 2. konuşma dili -i bir denemek.
take a shower
duş yapmak/almak.
take a sounding
iskandil etmek.
take a spill
atın sırtından düşmek.
take a stand
bir görüşü benimseyip savunmak.
take a swing at
(birine) bir yumruk savurmak.
take a swipe at
(birine) (sözle) çatmak. 2. (birine) yumruk savurmak; (bir şeyi) -e doğru şöyle bir sallamak.
take a trip
yolculuk etmek, seyahat etmek. 2. argo uyuşturucu madde kullanmak.
take a turn for the better
(-in) durumu iyiye/kötüye doğru gitmeye başlamak.
take a turn for the worse
(-in) durumu iyiye/kötüye doğru gitmeye başlamak.
take a vacation
tatil yapmak.
take a vote
oylama yapmak.
take a vow to do something
bir şey yapmaya ant içmek.
take a walk
yürüyüş yapmak, gezmek.
take a zizz
şekerleme yapmak, kestirmek, kısa bir uyku çekmek.
take action
bir harekette bulunmak.
take advantage of
(birini) istismar etmek, (birinin) zaafından faydalanmak. 2. (bir şeyden) faydalanmak, istifade etmek.
take after
(fiziki olarak) (birine) benzemek; (biri) gibi davranmak.
take aim at
(-e) nişan almak.
take aim
(-e) nişan almak.
take along
yanına almak, beraberinde götürmek.
take an animal in
bir hayvanı almak/barındırmak.
take an examination in
-den imtihan olmak; imtihana girmek. 1331
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
take an examination
-den imtihan olmak; imtihana girmek.
take an interest in
ile ilgilenmek, -e ilgi göstermek: He takes an interest in his wife's work. Eşinin işine ilgi gösteriyor.
take an oath
yemin etmek, ant içmek.
take an order
birinden emir almak. 2. birinden sipariş almak.
take apart
sökmek, parçalara ayırmak.
take away
(birini, bir şeyi) (başka bir yere) götürmek. 2. from (birini, bir şeyi) (başka birinden, başka bir yerden) ayırmak. 3. from (bir sayıyı) (başka bir sayıdan) çıkarmak. 4. (desteği) çekmek. 5. (bir hakkı) elinden almak. 6. from -e gölge düşürmek.
take back
geri götürmek. 2. geri almak. 3. (to) (birinin) düşüncelerini (geçmişte bir zamana) götürmek.
take care of
-e bakmak, -in bakımıyla meşgul olmak. 2. -i karşılamak. 3. (bir meseleyi) halletmek. 4. konuşma dili (kanuna aykırı bir şekilde) (bir işin) çaresine bakmak; (birini) ayarlamak, memnun etmek. 5. konuşma dili -i öldürmek, -in işini bitirmek, -i temizlemek.
take care
dikkatli olmak, dikkat etmek.
Take care!
Dikkat et! 2. Kendine iyi bak!
take charge
idareyi ele geçirmek; hükmetmeye başlamak. 2. sorumluluğu üstüne almak.
take cognizance of
-e dikkat etmek, -i göz önüne almak. 2. -e önem vermek.
take courage
cesaretlenmek, kuvvet almak.
take cover
sığınmak, gizlenmeye çalışmak.
take effect
yürürlüğe girmek.
take exception to
-e kızmak.
take flight
uçmaya başlamak.
take heart
cesur olmak, cesaretlenmek.
take heed of
-e dikkat etmek, -e kulak asmak.
take hold
(of) (-i) (elle) tutmak, kavramak; yakalamak. 2. of (birini) etkisi altına almak.
take in a garment
bir giysiyi daraltmak. 1332
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
take in money
para tahsil etmek.
take into account
hesaba katmak, dikkate almak, göz önünde tutmak.
take into consideration
göz önünde bulundurmak, dikkate almak, hesaba katmak, düşünmek.
take issue with
-e itiraz etmek.
take it easy
keyif çatmak, keyfine bakmak. 2. on -i hor kullanmamak. 3. on (biriyle) uğraşmamak, -e kötü davranmamak. 4. on (biriyle) sert bir şekilde oynamamak. 5. on -i az kullanmak.
Take it easy!
Ağır ol!/Sakin ol! 2. Ağır ol!/Yavaş ol!/Acele etme!
take it with a pinch of salt
ihtiyatla dinlemek.
take its course
olacağına varmak.
take it's toll on someone
birine zarar vermek.
take kindly to
-den hoşlanmak, -i memnuniyetle karşılamak, -i hoş karşılamak.
take leave of one's senses
delirmek, aklını kaçırmak.
take leave
ayrılmak, veda etmek.
take long
uzun sürmek.
take measures
önlem almak, hazırlıklı bulunmak.
take note of
-e önem vermek, -e dikkat etmek.
take notes
not almak.
take notice of
-i dikkate almak; -e aldırmak, ile ilgilenmek, -i umursamak.
take off from work
(geçici olarak) işi bırakmak: He took off from work for an hour in order to go to the dentist. Dişçiye gitmek için bir saatliğine işi bıraktı.
take off
(uçak, kuş) havalanmak. 2. konuşma dili birdenbire çıkıp gitmek; yola çıkmak.
take offense at
-e kızmak, -e gücenmek.
take offense
gücenmek, küsmek, darılmak, kırılmak.
take office
(yüksek bir görevli veya memur) resmi olarak göreve başlamak.
take on
(taşıt) (kargoyu, yolcuyu) almak. 2. (birini) işe almak. 3. (biriyle) uğraşmak/meşgul olmak. 4. (biriyle) 1333
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dövüşmek/vuruşmak. 5. (biriyle) boy ölçüşmek. 6. (biriyle, bir takımla) yarışmak; (biriyle, bir takımla) oynamak/karşılaşmak. 7. (işi) kabul etmek; (sorumluluğu) üstüne almak. 8. edinmek; benimsemek. 9. bağırıp çağırmak; ağlayıp sızlamak. take one's breath away
insanın nefesini kesmek.
take one's chances
talihe bırakmak.
take one's choice
istediğini seçmek.
take one's medicine
hak ettiği cezaya boyun eğmek.
take one's time
acele etmemek.
take over
yönetimi ele almak; yönetimi ele geçirmek; yönetimi üstlenmek. 2. (biri, bir şey) (başkasının, başka bir şeyin) yerine geçmek; (nöbeti) devralmak. 3. egemen olmak. 4. kendine mal etmek, benimsemek.
take pains
çok özen göstermek; çok uğraşmak; çok zahmete girmek.
take part in
-e katılmak, -e iştirak etmek.
take pity on
-e merhamet etmek.
take place
olmak, meydana gelmek, vuku bulmak; geçmek: The story takes place in Çanakkale. Hikâye Çanakkale'de geçiyor.
take pleasure in
-den zevk almak.
take possession of
-i zaptetmek, -i almak. 2. -e el koymak.
take precautions
önlem almak, tedbir almak.
take precedence
başta gelmek.
take pride in
-den gurur duymak.
take refuge in
-e sığınmak.
take responsibility for
-in sorumluluğunu üstlenmek.
take revenge on
-den öç almak.
take root
(bitki) kök salmak. 2. (bir şey) iyice yerleşmek, kök salmak.
take sanctuary
sığınmak, iltica etmek.
take shape
(bir şeyin) çizgileri belli olmaya başlamak, biçimlenmeye başlamak. 1334
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
take shelter behind
-i siper almak.
take shelter
sığınmak; siperlenmek.
take sick
hastalanmak.
take sides
taraf tutmak.
take solace in
-de teselli bulmak.
take someone aback
birini çok şaşırtmak.
take someone at her word
birine inanmak.
take someone at his word
birine inanmak.
take someone by surprise
birini gafil avlamak. 2. birini çok şaşırtmak. 3. baskın yaparak birini yakalamak.
take someone down a peg or two
birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
take someone down a peg
bir kimseyi küçük düşürmek.
take someone for granted
birinin varlığını bir hak gibi görmek.
take someone for
(birini/ bir şeyi) (başka biri/başka bir şey) sanmak/zannetmek.
take someone hostage
-i rehin almak.
take someone in tow
birini himayesine almak.
take someone in
birini almak, barındırmak. 2. (polis) birini karakola götürmek; birini tutuklamak. 3. birini içeriye götürmek; birini içeriye almak: He took her in to dinner. Onu içeriye yemeğe götürdü. 4. birini kapsamak/içermek/ihtiva etmek. 5. birini aldatmak/dolandırmak.
take someone into account
birini/bir şeyi hesaba katmak.
take someone into custody
birini tutuklamak.
take someone off someone's hands
birini (yük sayılan) birinden/bir şeyden kurtarmak.
take someone out
(flört ettiği) birini gezmeye/bir yere götürmek.
take someone to one side
birini bir yana çekmek.
take someone to task
birini azarlamak/paylamak.
take someone to the cleaners
konuşma dili birini soyup soğana çevirmek.
take someone unawares
birini gafil avlamak.
take someone under one's wing
birini kanadı altına almak, birinin üstüne kanat germek; birine kılavuzluk etmek.
take someone up on her offer
birinin teklifini kabul etmek. 1335
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
take someone up on his offer
birinin teklifini kabul etmek.
take someone wrong
birini/bir şeyi yanlış anlamak, birini/bir şeyi yanlış bir şekilde yorumlamak.
take someone's breath away
(çok güzel biri/bir şey) birini büyülemek, birini çok etkilemek.
take someone's measure
birinin karakterini veya yeteneğini sınamak.
take someone's time
birinin vaktini almak.
take someone's word for it
birinin sözüne inanmak.
take something amiss
gücenmek.
take something for granted
otomatikman bir şeyin (belirli bir şekilde) olduğunu düşünmek. 2. bir şeyi bir hak gibi görmek.
take something for
(birini/ bir şeyi) (başka biri/başka bir şey) sanmak/zannetmek.
take something hard
bir şeye pek çok üzülmek.
take something in one's stride
bir şeyin üstünde durmamak, bir şeyi mesele yapmamak.
take something in stride
bir şeyin üzerinde durmamak, bir şeyi mesele yapmamak.
take something in the right spirit
bir şeyin ardındaki iyi niyeti kavrayarak kızmamak.
take something in
bir şeyi içeri almak veya çekmek: The boat's taking in water. Tekne su alıyor. 2. bir şeyi kapsamak/içermek/ihtiva etmek. 3. (konser, oyun, turistik yer, müze v.b.'ne) gitmek, (oyun, turistik yer, müze v.b.'ni) görmek. 4. bir şeyi anlamak/kavramak. 5. bir şeyi farketmek/görmek.
take something into account
birini/bir şeyi hesaba katmak.
take something lying down
bir şeyi alttan almak; bir şeyin altında kalmak.
take something off someone's hands birini (yük sayılan) birinden/bir şeyden kurtarmak. take something off
(bir sayıyı) (belirli bir miktarda) indirmek. 2. (oyunu, bir taşıtın seferini, vergiyi, sınırlamayı) kaldırmak. 3. (belirli bir süre için) izin almak; mola/ara vermek.
take something on faith
kanıt olmadan bir şeye inanmak.
take something on oneself
bir işi kendiliğinden yapmak.
take something out of
bir şeyi (bir yerden) çıkarmak. 1336
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
take something out on
öcünü/hıncını (birinden) almak.
take something out
bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
take something to heart
bir şeyi ciddiye almak.
take something up
giysiyi kısaltmak veya daraltmak. 2. sıvıyı emmek. 3. with bir meseleyi (biriyle) konuşmak.
take something upon oneself
bir işi kendiliğinden yapmak.
take something with a grain of salt
bir şeye pek inanmamak.
take something wrong
birini/bir şeyi yanlış anlamak, birini/bir şeyi yanlış bir şekilde yorumlamak.
take steps
(bir şeyi önlemek için) tedbir almak.
take stock
envanter yapmak, sayım yapmak. 2. durumu/kendini değerlendirmek; of (durumu/kendini) değerlendirmek.
take the air
dışarıya çıkıp dolaşmak.
take the bull by the horns
meseleyi pervasızca ele almak.
take the cake
konuşma dili birinci gelmek.
take the consequences
cezasını çekmek.
take the edge off
-i körletmek. 2. (iştahı) kapamak; (keyfi) kaçırmak; (öfke v.b.'ni) azaltmak.
take the floor
mecliste söz almak.
take the helm
dümen başına geçmek. 2. yönetimi üstlenmek.
take the initiative
inisiyatifini kullanmak, ilk adımı atmak, ön ayak olmak.
take the law into one's own hands
hakkını kendi eliyle almak, intikamını almak.
take the lead
başa geçmek.
take the pledge
yemin etmek, söz vermek.
take the plunge
cesur bir adım atmak.
take the rap
suçu üstüne almak.
take the shortcut
kestirmeden gitmek.
take the stand
hukuk (sanık, şahit) mahkemede avukatların sorularına cevap vermek.
take the trouble to do something
zahmet edip bir şey yapmak.
take the wind out of someone's sails birinin fiyakasını veya süksesini bozmak. take the witness stand
(tanıklık etmek üzere) tanık kürsüsüne çıkmak.
take time off
izin almak, izne çıkmak.
1337
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük take time
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vakit almak; vakit istemek: This'll take a long time. Bu çok vakit ister. It took a lot of time. Çok zaman aldı.
take to flight
kaçmak.
take to one's heels
koşarak kaçmak, tabanları yağlamak.
take to
(bir yere) gitmek: She took to her bed and stayed there all week. Yatağına girip bütün hafta orada yattı. 2. (bir şeyi yapmaya) başlamak. 3. -den hoşlanmaya başlamak.
take trouble
zahmete katlanmak, zahmet etmek. 2. dikkat etmek.
take turns
nöbetleşe yapmak, sıra ile yapmak.
take umbrage at
-e gücenmek.
take up a lot of room
çok yer tutmak.
take up a quarrel
kavgaya katılmak.
take up arms
silaha sarılmak.
take up room
yer işgal etmek/tutmak/kaplamak.
take up someone's time
birinin vaktini almak.
take up space
yer işgal etmek/tutmak/kaplamak.
take up the gauntlet
meydan okuyanın çağrısını kabul etmek.
take up the slack
halatın boşunu almak.
take up time
vakit/zaman almak.
take up with
(biriyle) arkadaş olmak.
take vengeance on
-den öç almak.
take vows
rahibe olmak.
take wing
kanatlanmak, uçmaya başlamak.
take
take teyk fiil (took, taken) 1. almak; götürmek: Be sure to take a sweater! Yanına kazak almayı ihmal etme! Will you take the dog to the vet? Köpeği veterinere götürür müsün? 2. (bir sayıyı) çıkarmak: Take five from ten. Ondan beşi çıkar. 3. almak, çalmak, aşırmak. 4. almak, fethetmek, ele geçirmek. 5. almak, elde etmek, e sahip olmak: They took first prize. Birinci ödülü aldılar. 6. (el veya ellerle) almak: Take these glasses! Bu bardakları al! 7. almak, kabul etmek. Will you take a salary cut? Maaşınızın azaltılmasını kabul eder misiniz? 8. katlanmak, tahammül etmek; dayanmak: She's taken 1338
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a lot from him. Ondan çok çekti. 9. karşılamak: How will he take this news? Bu haberi nasıl karşılayacak? 10. (bir şeyi, birini) dinleyip ona göre hareket etmek: Take her advice! Onun sözünü dinle! 11. almak, içine sığmak: The canal won't take a ship that big. O kadar büyük bir gemi kanala sığmaz. 12. (iş, yolculuk) (belirli bir zaman) sürmek: This qob will take us one day. Bu iş bir gün ister. 13. (bir şeyin çalıştırılması veya tamamlanması için) (belirli bir şey) gerekmek: Will that telephone take coins? O telefon madeni parayla çalışır mı? 14. istemek, gerekmek: That'll take a lot of work. O çok iş ister. 15. (ders) almak. 16. (bir yemeğe) (tat verebilecek bir madde) koymak, katmak, ekmek veya sıkmak; kullanmak: Do you take sugar in your coffee? Kahveyi şekerli mi içiyorsun? 17. (bir taşıtı) kullanmak. Take a taxi! Taksiyle git! 18. (belir
takeaway
take.a.way teyk'ıwey isim, İngiliz İngilizcesi başka yerde yenilmek üzere sıcak yemekleri paketlenmiş olarak satan dükkân. sıfat 1. paketlenmiş olarak hazırlanan (sıcak yemek). 2. sıcak yemeklerin paket halinde satıldığı (dükkân, tezgâh).
take-home pay
net maaş.
take-home
take-home teyk'hom isim bakınız take-home pay
taken
tak.en tey'kın fiil bakınız take
takeoff
take.off teyk'ôf isim 1. havalanma. 2. (komik) taklit; parodi.
take-out
take-out teyk'aut sıfat 1. paketlenmiş olarak hazırlanan (sıcak yemek). 2. sıcak yemeklerin paket halinde satıldığı (dükkân).
takeover
take.o.ver teyk'ovır isim ele geçirme.
taking
tak.ing tey'kîng isim bakınız the takings
talc
talc tälk isim 1. talk. 2. talk pudrası.
talcum powder
talk pudrası. 1339
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
talcum
tal.cum täl'kım sıfat bakınız talcum powder
tale
tale teyl isim 1. masal; hikâye. 2. yalan.
talebearer
tale.bear.er teyl'berır isim dedikoducu kimse.
talent
tal.ent täl'ınt isim kabiliyet, yetenek; hüner; Allah vergisi.
talented
sıfat kabiliyetli; hünerli.
talisman
tal.is.man täl'îsmın isim (talismans) tılsım.
talk about
-den bahsetmek, -i konuşmak.
talk at cross-purposes
birbirine aykırı amaçları savunarak konuşmak.
talk back to
(-e) sert karşılık vermek.
talk back
(-e) sert karşılık vermek.
talk behind one's back
birisinin arkasından konuşmak.
talk big
konuşma dili yüksekten atmak, fart furt etmek, böbürlenmek.
talk down to
yüksekten bakan bir tavırla (biriyle) konuşmak; (birine karşı) fazlasıyla basit bir dil kullanmak.
talk in one's sleep
uykuda sayıklamak.
talk nonsense
saçmalamak.
talk sense
makul konuşmak.
talk someone into something
birini bir şeyi yapmaya ikna etmek.
talk someone's head off
birisinin kafasını şişirmek/ütülemek.
talk something out
bir şeyi bütün ayrıntılarıyla konuşmak/görüşmek.
talk something over
bir şeyi konuşmak/görüşmek.
talk through one's hat
atmak, kafadan atmak.
talk to someone like a Dutch uncle
birini paylamak/azarlamak.
talk turkey
konuşma dili ciddi bir şekilde iş konuşmak; ciddi bir şekilde konuşmak.
talk
talk tôk fiil 1. konuşmak. 2. -den söz etmek, hakkında konuşmak, -i konuşmak: We talked history until midnight. Gece yarısına kadar tarih konuştuk. 3. (bir dili) konuşmak. isim 1. konuşma. 2. sohbet, konuşma. 3. lakırdı, söz, laf.
talkative
talk.a.tive tô'kıtîv sıfat konuşkan, çeneli.
1340
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük talking-to
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
talk.ing-to tô'kîngtu isim, konuşma dili azarlama, azar, paylama.
tall
tall tôl sıfat uzun boylu, uzun.
tallow
tal.low täl'o isim donyağı.
tally
tal.ly täl'i isim hesap; skor. fiil 1. (up) saymak. 2. birbirine uymak; birbirine uydurmak; with (bir şey) (başka bir şeye) uymak; with (bir şeyi) (başka bir şeye) uydurmak.
talon
tal.on täl'ın isim pençe.
tamale
ta.ma.le tıma'li isim mısır unu ile kıyma ve kırmızıbiberle yapılan Meksika yemeği.
tamarind
tam.a.rind täm'ırînd isim demirhindi.
tambourine
tam.bou.rine tämbırin' isim tef.
tame
tame teym sıfat 1. evcilleştirilmiş, evcil. 2. uysal, munis. 3. heyecan vermeyen, heyecansız, sıkıcı; yavan. fiil 1. evcilleştirmek. 2. uysallaştırmak, uslandırmak.
tamer
tam.er tey'mır isim terbiyeci: lion tamer aslan terbiyecisi.
Tamil
Tam.il täm'îl isim, sıfat 1. Tamil. 2. Tamilce.
tamp
tamp tämp fiil down bastırıp sıkıştırmak.
tamper
tam.per täm'pır fiil 1. with kanuna aykırı olarak (bir şeyi) değiştirmek veya (birini) etkilemeye çalışmak. 2. with -i değiştirerek bozulmasına yol açmak. 3. with -i karıştırmak, -i ellemek, -e dokunmak; ile oynamak, -i kurcalamak.
tampon
tam.pon täm'pan isim, tıbbi tampon. fiil tamponlamak, tampon koymak.
tam-tam
tam-tam täm'täm isim bakınız tom-tom
tan someone's hide
birine dayak atmak, birini dövmek.
tan
tan tän fiil (tanned, tanning) 1. tabaklamak. 2. (cilt) (güneşte) bronzlaşmak/kararmak; (cildi) bronzlaştırmak/karartmak. isim 1. sarımsı kahverengi. 2. (ciltte) bronzlaşma: What a nice tan you have! Ne güzel yanmışsın! sıfat sarımsı kahverengi. 1341
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tandem bicycle
ikili bisiklet, tandem, çifte.
tandem
tan.dem tän'dım isim bakınız tandem bicycle
tang
tang täng isim keskin bir tat veya koku.
tangent
tan.gent tän'cınt isim, sıfat teğet, tanqant.
tangerine
tan.ger.ine täncırin' isim mandalina.
tangible assests
maddi aktifler.
tangible
tan.gi.ble tän'cıbıl sıfat 1. elle dokunulur/tutulur. 2. somut.
tangle
tan.gle täng'gıl fiil 1. (ip, iplik, tel, zincir, saç v.b.'ni) karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek; (ip, iplik, tel, zincir, saç v.b.) karışmak, dolaşmak, dolanmak. 2. with ile kavga etmek. isim 1. karışıklık, dolaşıklık. 2. kavga; münakaşa; ihtilaf.
tangled
tangledsıfat karışık, dolaşık, girift, girişik, karmaşık.
tango
tan.go täng'go isim tango.
tangy
tang.y täng'i sıfat keskin (tat, koku).
tank car
demiryolu sarnıç vagonu.
tank
tank tängk isim 1. depo; tank: water tank su deposu. 2. askeri tank. fiil up (with) (taşıtın benzin deposunu) doldurmak.
tanked up
konuşma dili istimini almış, sarhoş.
tanker
tank.er täng'kır isim 1. tanker. 2. askeri tankçı.
tanner
tan.ner tän'ır isim tabak, sepici.
tannery
tanneryisim tabakhane.
tantalise
tan.ta.lisefiil, İngiliz İngilizcesi bakınız tantalize
tantalize
tan.ta.lize tän'tılayz fiil (birinde) boş ümitler uyandırmak: The belly dancer was tantalizing all the men in the group. Dansöz gruptaki tüm erkekleri tahrik ediyordu.
tantamount
tan.ta.mount tän'tımaunt sıfat bakınız be tantamount to
tantrum
tan.trum tän'trım isim (hiddetten) bağırıp çağırıp tepinme.
Tanzania
Tan.za.ni.a tänzıni'yı isim Tanzanya.
1342
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Tanzanian
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Tanzanyalı. sıfat 1. Tanzan ya, Tanzanya'ya özgü. 2. Tanzanyalı.
Taoism
Tao.ism dau'wîzım, tau'wîzım isim Taoizm.
Taoist
Taoistsıfat, isim Taoist.
tap
tap täp fiil (tapped, tapping) hafifçe vurmak; tıkırdatmak. isim hafif vuruş; tıkırtı.
tape deck
teyp; kasetçalar.
tape measure
mezura, mezür, şerit metre.
tape player
teyp; kasetçalar.
tape recorder
teyp.
tape
tape teyp isim 1. bant: magnetic tape manyetik bant. adhesive tape (yapıştırıcı) bant. 2. (dolu) bant, bant kaydı. fiil 1. bantlamak, bantla tutturmak. 2. banda almak/kaydetmek; bant doldurmak.
taper
ta.per tey'pır isim çok ince mum. fiil 1. gittikçe incelmek; gittikçe inceltmek. 2. off gitgide azalıp son bulmak. 3. off gitgide azaltmak.
tape-record
tape-re.cord teyp'rîkôrd fiil banda almak/kaydetmek.
tapestry
tap.es.try täp'îstri isim (genellikle duvara asılan, halı veya kilime benzeyen) resimli örtü, goblen.
tapeworm
tape.worm teyp'wırm isim tenya, şerit.
tapioca
tap.i.o.ca täpiyo'kı isim tapyoka.
taps
taps täps isim, çoğul, askeri yat borusu.
tar
tar tar isim katran. fiil (tarred, tarring) katranlamak, katran sürmek, katranla kaplamak.
tarantula
ta.ran.tu.la tırän'çılı isim, zooloji (tarantulas/tarantulae) tarantula.
tarboosh
tar.boosh tarbuş' isim fes.
tardy
tar.dy tar'di sıfat 1. geç, geç gelen veya olan. 2. yavaş olan; yavaş hareket eden.
tare
tare ter isim dara.
target date
amaçlanan tarih.
target disk
bilgisayar hedef disk.
target practice
atış talimi. 1343
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
target range
poligon, atış yeri.
target
tar.get tar'gît isim 1. hedef, nişan. 2. hedef, amaç, gaye, maksat. fiil 1. -i amaçlamak. 2. -i hedef almak.
tariff
tar.iff ter'îf isim 1. (ithalat veya ihracat üzerine konulan) vergi. 2. (otel, motel veya pansiyon için) tarife.
tarmac
tar.mac tar'mäk isim 1. İngiliz İngilizcesi asfalt. 2. İngiliz İngilizcesi asfalt yol; asfalt pist. 3. (madde olarak) katranlı makadam. 4. katranlı makadamdan yapılmış kaldırım veya yol.
tarnish
tar.nish tar'nîş fiil 1. (madeni bir yüzeyi) karartmak; (madeni bir yüzey) kararmak. 2. (birinin adını v.b.'ni) lekelemek, kirletmek. isim (madeni yüzeyde) kararma.
tarp
tarp tarp isim, konuşma dili (branda bezinden yapılmış) tente, branda.
tarpaper
tar.pa.per tar'peypır isim katranlı karton/mukavva.
tarpaulin
tar.pau.lin tarpô'lîn isim (branda bezinden yapılmış) tente, branda.
tarragon
tar.ra.gon ter'ıgan isim tarhun.
tarry
tar.ry ter'i fiil 1. vakit kaybetmek, oyalanmak. 2. beklemek. 3. (bir yerde) kalmak.
tart someone up
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini/bir şeyi allayıp pullamak.
tart something up
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili birini/bir şeyi allayıp pullamak.
tart
tart tart isim 1. ahçılık tart. 2. konuşma dili fahişe, orospu, paçoz.
tartan
tar.tan tar'tın isim ekose kumaş veya desen. sıfat ekose.
tartar
tar.tar tar'tır isim 1. tartar. 2. kefeki, pesek.
task force
askeri özel görev kuvveti. 2. geçici bir süre için işbirliği yapanlardan oluşan grup.
task
task täsk isim iş, görev, vazife; ödev.
taskmaster
task.mas.ter täsk'mästır isim amir, başkan.
tassel
tas.sel täs'ıl isim püskül. 1344
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük taste
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
taste teyst fiil 1. -i tatmak, -in tadına bakmak; -in tadını almak. 2. (bir şeyin) (belli bir) tadı olmak. 3. -i yaşamak, -i tatmak.
tasteful
taste.ful teyst'fıl sıfat zevkli, güzel bir zevki yansıtan.
tasteless
taste.less teyst'lîs sıfat 1. tadı olmayan, tatsız, yavan (yemek). 2. zevksiz.
tasty
tast.y teys'ti sıfat tadı güzel, lezzetli.
tatter
tat.ter tät'ır isim bakınız be dressed in tatters be in tatters
tattered
tat.tered tät'ırd sıfat 1. yırtık pırtık, lime lime. 2. üstü başı yırtık pırtık.
tattle
tat.tle tät'ıl fiil on (birinin) ortaya dökülmesini istemediği bir şeyi başkasına söylemek: Don't you tattle on me! Beni gammazlama!
tattler
tat.tlerisim birinin ortaya dökülmesini istemediği bir şeyi başkasına söyleyen kimse, gammaz.
tattletale
tat.tle.tale tät'ılteyl isim birinin ortaya dökülmesini istemediği bir şeyi başkasına söyleyen kimse, gammaz.
tattoo
tat.too tätu' isim, askeri ışık söndür borusu veya trampeti.
taught
taught tôt fiil bakınız teach
taunt
taunt tônt fiil alay ederek sataşmak. isim (sataşmak için söylenen alaylı) laf.
taut
taut tôt sıfat 1. gergin, iyice gerilmiş (ip, tel v.b.). 2. gergin (sinirler).
tavern
tav.ern täv'ırn isim meyhane, bar.
tawdry
taw.dry tô'dri sıfat adi bir şekilde gösterişli, cafcaflı.
tawny
taw.ny tô'ni sıfat sarımsı kahverengi.
tax
tax täks isim 1. (tahsil edilen veya koyulan) vergi. 2. (birinin takatını, sabrını v.b.'ni) zorlayan şey. fiil 1. -den vergi almak; -e vergi koymak; -i vergilendirmek. 2. (takat, sabır v.b.'ni) zorlamak.
taxable
tax.a.ble täks'ıbıl sıfat vergiye tabi.
1345
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük taxation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tax.a.tion täksey'şın isim 1. of -den vergi alma; -e vergi koyma; -i vergilendirme. 2. vergi tahsilatı, vergi.
tax-deductible
tax-de.duct.i.ble täks'dîd^k'tıbıl sıfat vergiden düşülebilen.
taxexempt
tax.ex.empt täks'îgzempt' sıfat vergiden muaf.
tax-free
tax-free täks'fri' sıfat vergiden muaf.
taxi driver
taksi şoförü.
taxi rank
İngiliz İngilizcesi taksi durağı.
taxi stand
taksi durağı.
taxi
tax.i täk'si isim taksi. fiil 1. taksiyle gitmek; (birini) taksiyle götürmek. 2. (uçak) pist üzerinde ilerlemek; (uçağı) pist üzerinde ilerletmek.
taxicab
tax.i.cab täk'sikäb isim taksi.
taximeter
tax.i.me.ter täk'simitır isim taksimetre, taksi saati.
taxpayer
tax.pay.er täks'peyır isim vergi veren kimse, vergi mükellefi.
tea
tea ti isim 1. çay. 2. çay partisi; çay.
teach
teach tiç fiil (taught) 1. öğretmek. 2. öğretmenlik yapmak; ders vermek.
teacher
teach.er ti'çır isim öğretmen, hoca.
teaching
teach.ing ti'çîng isim 1. öğretme, öğretim. 2. öğreti, ilke.
teacup
tea.cup ti'k^p isim çay fincanı.
teahouse
tea.house ti'haus isim çayevi, çayhane.
teakettle
tea.ket.tle ti'ketıl isim çaydanlık.
team spirit
takım ruhu, ekip ruhu, ekip halinde çalışma ruhu.
team
team tim isim 1. askeri takım; ekip; tim. 2. çift; birlikte koşulan birkaç hayvan: a team of mules bir çift katır. fiil up bir birlik oluşturmak, birlik olmak.
teamwork
team.work tim'wırk isim takım çalışması, ekip çalışması.
teapot
tea.pot ti'pat isim çay demliği, demlik.
tear a place apart
bir yerin birliğini mahvetmek, bir yerdeki birlik duygusunu mahvetmek. 1346
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tear at one's heartstrings
-i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.
tear down
yıkmak.
tear gas
göz yaşartıcı gaz.
tear into
birdenbire (birine) sözlerle saldırmak. 2. birdenbire (birine) saldırmak.
tear limb from limb
paramparça etmek.
tear off
büyük bir aceleyle gitmek, birdenbire koşmaya başlamak.
tear one's hair
çok endişeli olmak, endişe içinde olmak. 2. saçını başını yolmak.
tear someone apart
birini çok üzmek; birinin kalbini paramparça etmek. 2. birini paralamak/parçalamak.
tear someone away from
birini (birinden/bir yerden) ayırmak veya zorla ayırmak.
tear someone down
birini/bir şeyi şiddetle tenkit etmek/eleştirmek.
tear someone from
birini (birinden/bir yerden) ayırmak veya zorla ayırmak.
tear someone up
birini çok üzmek; birinin kalbini paramparça etmek.
tear something away from
bir şeyi (birinden/bir hayvandan) almak veya kapmak.
tear something down
birini/bir şeyi şiddetle tenkit etmek/eleştirmek.
tear something from
bir şeyi (birinden/bir hayvandan) almak veya kapmak.
tear something off
bir şeyi (bir yerden) (yırtarak) koparmak.
tear something open
bir şeyi yırtarak açmak.
tear something out
bir şeyi (bir yerden) (yırtarak) koparmak.
tear something up
bir şeyi yırtarak parça parça etmek/parçalara ayırmak.
tear
tear tîr isim gözyaşı.
tearful
tear.ful tîr'fıl sıfat 1. gözyaşı içinde olan veya yapılan; ağlayan. 2. ağlamaklı.
Tears stood in her eyes.
Gözleri yaşla dolmuştu.
tease something apart
bir şeyin tellerini lif lif ayırmak.
tease
tease tiz fiil 1. şaka yollu takılmak. 2. alay ederek sataşmak. 3. (saçı) (tarakla) kabartmak. isim başkalarına takılmayı seven kimse, takılgan kimse.
teaspoon
tea.spoon ti'spun isim çay kaşığı.
teaspoonful
tea.spoon.fulisim çay kaşığı dolusu.
teat
teat tit, tît isim meme. 1347
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük technical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tech.ni.cal tek'nîkıl sıfat 1. teknik. 2. teknik detaylarla dolu (yazı, konuşma). 3. sadece kurallara dayanan; sadece kuralların ayrıntılarına dayanan.
technicality
tech.ni.cal.i.ty teknîkäl'ıti isim 1. teknik detaylara dayanma. 2. teknik detay. 3. ayrıntı, detay.
technician
tech.ni.cian teknîş'ın isim tekniker, teknisyen, teknikçi, uygulayımcı.
technique
tech.nijue teknik' isim teknik, yöntem, uygulayım.
technology
tech.nol.o.gy teknal'ıci isim teknoloqi, uygulayımbilim.
teddy bear
oyuncak ayı.
teddy
ted.dy ted'i isim, konuşma dili oyuncak ayı. sıfat bakınız teddy bear
tedious
te.di.ous ti'diyıs sıfat sıkıcı, can sıkan; usandırıcı.
tedium
te.di.um ti'diyım isim can sıkıntısı, sıkıntı.
teem
teem tim fiil with ile dolu olmak: This lake's teeming with fish. Bu gölde balıklar kaynıyor.
teenage
teen.age tin'eyc sıfat on üç ile on dokuz yaşlar arasındaki devreye ait, gençlere ait.
teenager
teen.ag.erisim on üç ile on dokuz yaşlar arasındaki kimse; genç, delikanlı; genç kız.
teens
teens tinz isim, çoğul on üç ile on dokuz arasındaki yaşlar.
teeny
tee.ny ti'ni sıfat, konuşma dili ufacık, minicik.
teeny-weeny
tee.ny-wee.ny ti'ni.wi'ni sıfat minimini, minnacık.
teeter
tee.ter ti'tır fiil sendelemek; sallanmak.
teeter-totter
tee.ter-tot.ter ti'tırtatır isim tahterevalli.
teeth
teeth tith isim bakınız tooth
teethe
teethe tidh fiil diş çıkarmak.
teetotaler
tee.to.tal.er tito'tılır isim ağzına içki almayan kimse, yeşilaycı.
teetotaller
tee.to.tal.ler tito'tılır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız teetotaler
telecast
tel.e.cast tel'ıkäst fiil (telecast/telecasted) televizyonla yayımlamak. isim televizyon yayını. 1348
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük telegram
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tel.e.gram tel'ıgräm isim telgraf, telgrafla gönderilen mesaq.
telegraph
tel.e.graph tel'ıgräf isim telgraf, telgraf cihazı. fiil telgraf çekmek; -e (bir mesaqı) telgrafla göndermek.
telepathy
te.lep.a.thy tılep'ıthi isim telepati, uzaduyum.
telephone book
telefon rehberi.
telephone booth
telefon kulübesi.
telephone central
santral.
telephone directory
telefon rehberi.
telephone exchange
santral.
telephone line
telefon hattı.
telephone pole
telefon direği.
telephone switchboard
santral.
telephone
tel.e.phone tel'ıfon isim telefon. fiil telefon etmek.
telephoto lens
fotoğrafçılık ırak merceği, teleobqektif.
telephoto
tel.e.pho.to tel'ıfoto isim bakınız telephoto lens
teleprocessing
tel.e.proc.ess.ing telıpras'esîng isim, bilgisayar teleişlem.
telescope
tel.e.scope tel'ıskop isim teleskop, ırakgörür. fiil 1. (teleskopun elemanları gibi) iç içe geçmek; (bir elemanı) (başka bir elemanın) içine geçirmek. 2. ezilip iç içe geçmek; ezip iç içe geçirmek.
teletype
tel.e.type tel'ıtayp isim teletip, teletayp, telem, uzyazar.
televise
tel.e.vise tel'ıvayz fiil televizyonla yayımlamak.
television screen
televizyon ekranı.
television set
televizyon, televizyon alıcısı.
television tube
televizyon tüpü.
television
tel.e.vi.sion tel'ıvîqın isim televizyon.
telex
tel.ex tel'eks isim 1. teleks makinesi, teleks. 2. teleksle gönderilen mesaj, teleks. fiil -e teleksle mesaj göndermek; -e (bir mesajı) teleksle göndermek.
tell against
(bir şey) (birinin) aleyhinde olmak.
tell apart
birbirinden ayırmak, ayırt etmek.
tell in someone's favor
(bir şey) birinin lehinde olmak. 1349
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Tell me another one!
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Haydi oradan!/Hadi hadi!/Hadi canım sen de!/Külahıma anlat!
tell of
anlatmak, bahsetmek.
tell on someone
birinin yaptığı olumsuz bir şeyi (başkasına) söylemek.
tell one to one's face
birinin yüzüne karşı söylemek.
tell one's fortune
-in falına bakmak.
tell people apart
insanları/nesneleri birbirinden ayırt etmek.
tell someone a thing or two
konuşma dili birini haşlamak, birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
tell someone off
birini azarlamak/haşlamak.
tell someone where to get off
konuşma dili birini haşlamak, birine dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
tell someone's fortune
birinin falına bakmak.
tell something to someone straight
birine bir şeyi hiç sakınmadan söylemek.
tell the time
saatin kaç olduğunu anlamak: Can Sırrı tell the time yet? Sırrı şimdi saatin kaç olduğunu anlayabiliyor mu? 2. (saat) zamanı göstermek: This clock doesn't tell the time very well. Bu saat pek iyi çalışmıyor. I told you so! Sana demedim mi?
tell things apart
insanları/nesneleri birbirinden ayırt etmek.
tell time
saatin kaç olduğunu anlamak: Can Sırrı tell the time yet? Sırrı şimdi saatin kaç olduğunu anlayabiliyor mu? 2. (saat) zamanı göstermek: This clock doesn't tell the time very well. Bu saat pek iyi çalışmıyor. I told you so! Sana demedim mi?
tell which is which
hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmek: I couldn't tell which was which. Hangisinin hangisi olduğunu ayırt edemedim.
tell
tell tel fiil (told) 1. söylemek; anlatmak: I told her the news. Ona haberi söyledim. I told her he was here. Onun burada olduğunu kendisine söyledim. To tell you the truth, I can't stand the guy. Doğrusunu istersen heriften nefret ediyorum. 2. göstermek; anlatmak: This book tells you how to fix clocks. Bu kitap sana saatlerin 1350
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tamirini öğretir. The firing of the cannon tells you the fast has ended. Topun atılması orucun bittiğine işaret ediyor. 3. söylemek, anlamak: I can't tell which is which. Hangisinin hangisi olduğunu kestiremiyorum. 4. söylemek, emretmek: Are you asking me or telling me? Benden rica mı ediyorsun, yoksa bana emir mi veriyorsun? I told them to wait. Beklemelerini söyledim. 5. (bir şey) etkisini göstermek: The strain was beginning to tell on her. Sıkıntının izleri onda belirmeye başlıyordu. 6. (bir şey hakkında) emin olmak: On the other hand he qust might win. You never can tell! Gene de bakarsın galip gelir. Hiç belli olmaz! teller
tell.er tel'ır isim 1. (bankada) veznedar. 2. anlatan/söyleyen kimse, anlatıcı.
telling
tell.ing tel'îng sıfat etkili; etkileyici; çarpıcı.
telltale
tell.tale tel'teyl isim başkalarının sırlarını açığa vuran kimse. sıfat durumu veya gerçeği açığa vuran (şey).
telly
tel.ly tel'i isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili televizyon.
temerity
te.mer.i.ty tımer'ıti isim cüret, ataklık.
temper
tem.per tem'pır isim 1. mizaç, huy, tabiat, yaradılış. 2. menevişleme sonucunda çelikte oluşan sertlik. 3. (bir maddeyi kıvamına getirmek için eklenen) katkı maddesi.
temperament
tem.per.a.ment tem'pırımınt, tem'prımınt isim mizaç, huy, tabiat, yaradılış.
temperamental
tem.per.a.men.tal tempırımen'tıl, temprımen'tıl sıfat 1. kaprisli; saati saatine uymayan. 2. yaradılıştan gelen: He has a temperamental aversion to such people. Yaradılışı gereği öyle insanlardan hoşlanmaz.
temperance
tem.per.ance tem'pırıns isim 1. aşırıya gitmeme, aşırılığa kaçmama, ölçüyü aşmama. 2. hiç içki kullanmama.
Temperate Zone
coğrafya Ilıman Kuşak/Bölge. 1351
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük temperate
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tem.per.ate tem'pırît sıfat 1. ılımlı, aşırılığa kaçmayan. 2. ılıman.
temperature
tem.per.a.ture tem'pırıçır, tem'prıçır isim 1. ısı derecesi, derece. 2. ısı, sıcaklık, hararet. 3. ateş, yüksek vücut ısısı.
tempest
tem.pest tem'pîst isim fırtına; bora.
tempestuous
tem.pes.tu.ous tempes'çuwıs sıfat fırtınalı.
temple
tem.ple tem'pıl isim tapınak, mabet, ibadethane.
tempo
tem.po tem'po isim (tempos/tempi) 1. müzik tempo. 2. tempo, gidiş.
temporal
tem.po.ral tem'pırıl sıfat 1. dünyevi; dini olmayan. 2. zamana ait.
temporary
tem.po.rar.y tem'pıreri sıfat geçici, muvakkat.
temporise
tem.po.rise tem'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız temporize
temporize
tem.po.rize tem'pırayz fiil karar vermeyerek vakit kazanmaya çalışmak, savsaklamak.
tempt
tempt tempt fiil 1. (birini) ayartmaya çalışmak, doğru yoldan saptırmaya çalışmak. 2. birinin kendi nefsiyle mücadele etmesine yol açmak: I'm tempted not to go at all. Şeytan diyor ki hiç gitme./Hiç gitmeyesim geliyor. They were tempted to take the money. Akıllarından parayı almak geçti.
temptation
temp.ta.tion temptey'şın isim 1. birinin ayartılmasına yol açabilen şey veya kimse, birinin doğru yoldan sapmasına sebep olabilen şey veya kimse. 2. birini ayartmaya çalışma; birinin ayartılmasına çalışılma.
tempting
tempt.ing temp'tîng sıfat çok çekici, çok cazip.
ten liras each
tanesi on lira.
ten past three
üçü on geçe.
ten
ten ten sıfat on. isim 1. on, on rakamı (38, X). 2. iskambil oyunları onlu.
tenable
ten.a.ble ten'ıbıl sıfat savunulabilir; makul.
1352
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük tenacious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
te.na.cious tîney'şıs sıfat 1. bir işin arkasını bırakmayan, bir işten vazgeçmeyen. 2. çok kuvvetli (bağ).
tenacity
te.nac.i.ty tînäs'ıti isim bir işin arkasını bırakmama, bir işten vazgeçmeme, kararlılık.
tenant
ten.ant ten'ınt isim kiracı.
ten-cent store
ucuz eşya satılan mağaza.
tend
tend tend fiil 1. eğiliminde olmak: He tends to exaggerate. Onun mübalağa etme eğilimi var. 2. genellikle -e yol açmak: Such measures tend to promote iasures tend to promote inflation. Genellikle böyle önlemler enflasyonu körüklendirir.
tendency
ten.den.cy ten'dınsi isim eğilim, meyil.
tender
ten.der ten'dır sıfat 1. kolaylıkla incinen, hassas, duyarlı. 2. şefkatli, müşfik, sevecen. 3. yumuşak, sert olmayan (et, sebze, meyve v.b.).
tenderfoot
ten.der.foot ten'dırfût isim (tenderfoots/tenderfeet) acemi çaylak, acemi kimse.
tenderhearted
ten.der.heart.ed ten'dırhar'tîd sıfat yufka yürekli.
tenderise
ten.der.ise ten'dırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız tenderize
tenderize
ten.der.ize ten'dırayz fiil (eti) yumuşatmak.
tenderloin
ten.der.loin ten'dırloyn isim fileto.
tenderness
ten.der.nessisim 1. şefkat, sevecenlik. 2. kolaylıkla incinme, hassaslık, duyarlılık, duyarlık. 3. (et, sebze, meyve v.b. için) yumuşaklık, sert olmama.
tendon
ten.don ten'dın isim, anatomi kiriş.
Tenedos
Ten.e.dos ten'îdıs, ten'îdôs isim, tarih Bozcaada.
tenement
ten.e.ment ten'ımınt isim büyük ve harap apartman.
tenet
ten.et ten'ît, [İngiliz İngilizcesi] ti'nît isim prensip, ilke; öğreti.
tenfold
ten.fold ten'fold sıfat, zarf on kat, on misli.
tennis net
tenis ağı.
tennis player
tenisçi. 1353
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tennis
ten.nis ten'îs isim tenis.
tenon
ten.on ten'ın isim zıvana dili.
tenor
ten.or ten'ır isim 1. genel anlam. 2. gidiş, gidişat, akış. 3. müzik tenor.
tense
tense tens sıfat 1. gergin, gerilmiş. 2. endişeli, stres içinde. 3. stresli, gerilimli. 4. gergin, elektrikli.
tension
ten.sion ten'şın isim gerilim.
tent
tent tent isim çadır.
tentacle
ten.ta.cle ten'tıkıl isim dokunaç.
tentative
ten.ta.tive ten'tıtîv sıfat 1. kesin olmayan. 2. farazi, deneysel. 3. mütereddit, çekingen veya kararsız (bir hareket).
tenterhook
ten.ter.hook ten'tırhûk isim bakınız be on tenterhooks
tenth
tenth tenth sıfat, isim 1. onuncu. 2. onda bir.
tenuous
ten.u.ous ten'yuwıs sıfat 1. çok ince (şey). 2. sağlam olmayan, temelleri sağlıksız. 3. müphem, belli belirsiz.
tenure
ten.ure ten'yır isim 1. (toprağa ait) mülkiyet. 2. (belirli bir makamda) bulunma. 3. memuriyet süresi, memuriyet. 4. (öğretim görevlisinin) kontratı yenilemeden makamında kalma hakkı.
tepid
tep.id tep'îd sıfat ılık.
terebinth
ter.e.binth ter'ıbînth isim menengiç, melengiç, terebentinsakızağacı.
term
term tırm isim 1. dönem, devre. 2. süre, müddet. 3. terim, ıstılah. 4. matematik terim. 5. çoğul (kontrata ait) şartlar, koşullar. fiil -e ... demek, -e ... adını vermek.
terminal
ter.mi.nal tır'mınıl sıfat 1. ölümcül (hastalık). 2. son veya uçta bulunan. isim terminal.
terminate
ter.mi.nate tır'mıneyt fiil -e son vermek, bitirmek; sona ermek, bitmek.
terminology
ter.mi.nol.o.gy tırmınal'ıci isim terminoloqi.
terminus
ter.mi.nus tır'mınıs isim (termini/terminuses) ulaşım, boru v.b. hattına ait uç, bitiş veya başlangıç noktası/yeri. 1354
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
termite
ter.mite tır'mayt isim akkarınca, termit.
terrace
ter.race ter'îs isim 1. (evin bitişiğindeki veya yakınındaki tabanı döşeli) taraça, teras. 2. (damdaki) taraça, teras. 3. seki, set, taraça, teras. 4. İngiliz İngilizcesi sıraevler. 5. İngiliz İngilizcesi sıraevlerin bulunduğu sokak. fiil (bir yamaçta) sekiler yapmak, (yamacı) sekilemek, teraslamak.
terrain
ter.rain tıreyn', ter'eyn isim arazi, yerey; bölge, mıntıka.
terrapin
ter.ra.pin ter'ıpîn isim (bir çeşit) su kaplumbağası.
terrestrial
ter.res.tri.al tıres'triyıl sıfat 1. yeryuvarlağına ait. 2. karasal; karada yaşayan.
terrible
ter.ri.ble ter'ıbıl sıfat 1. korkunç. 2. çok kötü; berbat.
terrific
ter.rif.ic tırîf'îk sıfat 1. konuşma dili fevkalade, harika, müthiş, çok güzel. 2. çok sert, çok şiddetli. 3. büyük (hız).
terrify
ter.ri.fy ter'ıfay fiil çok korkutmak, dehşete düşürmek.
territorial waters
karasuları.
territorial
ter.ri.to.ri.al terıtôr'iyıl sıfat belirli bir bölgeye ait.
territory
ter.ri.to.ry ter'ıtôri isim (belirli bir devlet, grup, kişi, hayvan v.b.'ne ait) toprak, alan veya bölge.
terror
ter.ror ter'ır isim 1. terör, tedhiş, korku salma. 2. dehşet. 3. dehşet saçan kimse.
terrorise
ter.ror.ise ter'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız terrorize
terrorism
ter.ror.ism ter'ırîzım isim terörizm, tedhişçilik.
terrorist
ter.ror.ist ter'ırîst isim terörist, tedhişçi.
terrorize
ter.ror.ize ter'ırayz fiil şiddet kullanarak yıldırmak.
terse
terse tırs sıfat kısa ve özlü (söz).
test match
uluslararası kriket maçı.
test someone's mettle
birinin cesaretini ve ataklığını sınamak.
test someone's patience
birinin sabrını sınamak, birinin sabrının sınırlarını zorlamak.
test tube
deney tüpü.
1355
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük test
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
test test isim 1. sınav, imtihan, test. 2. tıbbi test, laboratuvar araştırması: blood test kan tahlili. 3. tıbbi (belirli bir) muayene: eye test göz muayenesi. 4. deneme, deney: test flight deneme uçuşu. 5. (bir kanunun) geçerli olup olmadığını öğrenmek için yapılan deneme. fiil 1. denemek, denemeden geçirmek. 2. sınava sokmak, imtihana tabi tutmak, sınamak. 3. tahlil etmek; ölçmek. 4. (bir kanunun) geçerli olup olmadığını deneme yoluyla öğrenmek.
testament
tes.ta.ment tes'tımınt isim, hukuk vasiyetname.
testicle
tes.ti.cle tes'tîkıl isim, anatomi erbezi, testis, husye, haya.
testify
tes.ti.fy tes'tıfay fiil 1. tanıklık/şahadet/şahitlik etmek; tanıklıkta/şahadette/şahitlikte bulunmak. 2. ispatlamak, kanıtlamak; to -i göstermek.
testimonial
tes.ti.mo.ni.al testımo'niyıl isim 1. birinin/birilerinin şükranını simgeleyen şey. 2. referans, bonservis. 3. kanıt, delil. 4. tanıklık, şahadet.
testimony
tes.ti.mo.ny tes'tımoni isim 1. tanıklık, şahadet, ifade. 2. kanıt, delil.
test-tube baby
tüp bebek.
testy
tes.ty tes'ti sıfat 1. (ufak şeylere) çabuk kızan, hırçın. 2. sinirlilikten kaynaklanan, hırçın.
tetanus
tet.a.nus tet'ınıs isim, tıbbi tetanos, kazıklıhumma.
tetchy
tetch.y teç'i sıfat alıngan, kırılgan.
tête-à-tête
twte-à-twte teyt'ıteyt' isim sadece iki kişi arasında geçen sohbet veya konuşma. zarf baş başa.
tether
teth.er tedh'ır isim hayvanın sınırlı bir alan içinde serbestçe hareket etmesini sağlayan ip. fiil (hayvana) böyle bir ip bağlamak.
text
text tekst isim metin, tekst.
textbook
text.book tekst'bûk isim ders kitabı.
textile industry
tekstil/mensucat sanayii. 1356
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
textile
tex.tile teks'tîl, teks'tayl isim dokuma, tekstil.
texture
tex.ture teks'çır isim 1. doku. 2. özyapı, karakter. 3. (belirli bir) nitelik, özellik. 4. (sıvı için) kıvam.
Thai
Thai tay isim (Thais/Thai) 1. Tay. 2. Tayca. sıfat 1. Tay. 2. Tayca.
Thailand
Thai.land tay'länd isim Tayland.
Thailander
isim Taylandlı.
than
than dhän, dhın bağlaç 1. -den ...: She likes him better than you. Onu senden daha fazla seviyor. Kumru's more beautiful than she. Kumru ondan güzel. That's easier said than done. Onu söylemek, yapmaktan daha kolay./Onu söylemek başka, yapmak başka. We've more than doubled our output. Üretimimizi iki katın üstüne çıkardık. It's better than nothing. Hiç yoktan iyi. Have you seen anyone other than him? Ondan başkasını gördün mü? There's no more than three left. Üç taneden fazla kalmadı. 2. -mektense: I'd rather die than go there. Oraya gitmektense ölmeyi tercih ederim.
Thank God!
Allaha şükür!
Thank goodness!
Allaha şükür!
Thank heaven!
Çok şükür!
thank one's lucky stars
kendini çok şanslı saymak, şükretmek: You can thank your lucky stars you didn't go. Gitmediğine şükretmelisin.
thank one's stars
kendini çok şanslı saymak, şükretmek: You can thank your lucky stars you didn't go. Gitmediğine şükretmelisin.
Thank you.
Teşekkür ederim./Sağ olun./Mersi.
thank
thank thängk fiil teşekkür etmek.
thankful
thank.ful thängk'fıl sıfat 1. minnet dolu, şükran dolu; minnettar, müteşekkir. 2. Memnuniyet belirtir: I'm thankful she wasn't there then. İyi ki o zaman orada değildi o.
1357
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük thankless
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thank.less thängk'lîs sıfat 1. kimsenin takdir etmediği, takdire layık görülmeyen (iş): That's a thankless task. Öyle bir iş ki onu yapana teşekkür etmek kimsenin aklından geçmez. 2. nankör (kimse).
Thanks a lot!
Çok teşekkür!/Çok mersi!
thanks to
sayesinde: Thanks to you we've gotten this done. Sayende bunu bitirdik.
thanks
thanks thängks isim, çoğul bakınız Thanks! Thanks a lot! Many thanks! thanks to express one's thanks return thanks offer thanks
Thanks!
konuşma dili Teşekkürler!/Mersi!
Thanksgiving Day
Şükran günü.
thanksgiving
thanks.giv.ing thängks.gîv'îng isim şükran, şükür, şükretme.
That cat has been up to her old tricks. That child knows a trick or two.
O kedi yine marifetini göstermiş.
O çocuk ne kurnazdır!
That glass of beer's got quite a head on it.O bardaktaki biranın üstünde çok köpük var. That is not what I bargained for.
Ne umuyordum, ne buldum.
That is to say ....
Yani ...: That is to say you're not coming? Yani gelmiyorsun, öyle mi?
That settles it!
Tamam! (Genellikle kızınca söylenir.).
That speaks volumes.
O çok şey ifade ediyor.
That story won't wash.
O masalı kimse yutmaz.
That takes the cake!
Aşk olsun!
That was a close shave!
Kıl payı kurtulduk!
That was just what the doctor ordered.
Canıma değdi.
That will do.
Kâfi./Yetişir.
that
that dhät, dhıt zamir (those) 1. o, şu: Did you see that? Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana. Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After that he went to bed. Ondan sonra yatağa girdi. The best yarn is that spun by hand. En iyi iplik elle bükülendir. He's one of those who think that they know everything. Her şeyi bildiğini zannedenlerden biri o. 2. öyle: "Is he clever?" 1358
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
"That he is." "Zeki mi?" "Öyledir." 3. ki: Are you the man that invented the cotton gin? Çırçırı icat eden adam siz misiniz? sıfat (those) o: Where's that cat? O kedi nerede? bağlaç ki: He's drunk so much that he can't see straight. O kadar içti ki doğru dürüst göremiyor. He made it clear that he wouldn't come. Gelmeyeceğini açık seçik belirtti. She can come provided that she doesn't make trouble. Mesele çıkartmaması şartıyla gelebilir. That'll do the trick.
O işimizi görür.
That's a fine kettle of fish!
Hiç istenmeyen bir durum karşısında söylenir. Ne âlâ!
That's a fine kettle of fish.
Ayvayı yedik!/Hapı yuttuk!
That's all right.
Ziyanı yok./Önemi yok. (Özür dileyen birine söylenir.).
That's just what the doctor ordered. Çok makbule geçti. That's life!
İşte hayat böyle!
That's neither here nor there.
Bunun konu ile ilgisi yok.
That's rich.
Çok komik.
That's that!
Mesele kapandı!/Bitti bu iş!/Tamam, bitti!
That's the last straw!
Yeter artık!
That's the limit!
Çekilir şey değil!/Bu kadarı da fazla!
That's the stuff!
Aferin!
That's the ticket!
konuşma dili 1. Gereken o! 2. Aferin!
thaw
thaw thô fiil (donmuş şey) erimek, çözülmek.
the ablative
-den hali, ablatif.
the accusative
-i hali, akuzatif.
the Almighty
Allah.
the Anglican Church
Anglikan Kilisesi.
the Antarctic
Antarktika.
the Antipodes
Avustralya ve Yeni Zelanda.
the Apostles' Creed
Hristiyanlık Havariler Amentüsü.
the Archipelago
Adalar Denizi, Ege Denizi.
the Arctic
Arktik bölge.
the Argentine
Arjantin.
the authorities
yetkili kişiler. 1359
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
The ayes have it.
Lehte oy kullananlar kazandı.
the back of beyond
konuşma dili dağ başı, çok ücra bir yer.
the Bahamas
Bahama Adaları.
the bane of one's existence
başının derdi, baş belası.
the beaten path
herkesin geçtiği yol, işlek yol.
the bends
(dalgıçlarda) vurgun.
the best part
yarısından fazla, çoğu: the best part of the day günün çoğu.
the better part
yarısından fazla, çoğu: the better part of the night gecenin çoğu.
the Big Bear
gökbilim Büyükayı.
the Big Dipper
gökbilim Büyükayı.
the blahs
can sıkıntısı.
the Blessed Sacrament
(komünyonda kullanılan) kutsanmış ekmek.
the blind
körler.
the blue
şiir 1. gök, sema. 2. deniz. 3. mavilik.
the blues
müzik bir çeşit caz müziği.
the Book of Psalms
(Kitabı Mukaddes'teki) Mezmurlar Kitabı.
the boondocks
çoğul taşra.
the boonies
çoğul, konuşma dili taşra.
The boot is on the other foot.
Durum tam tersine döndü.
the bottom line
konuşma dili 1. en önemli şey. 2. sonuç, netice.
The boys had themselves a time.
Çocuklar eğlendiler.
the break of day
günün ağarması.
the British
çoğul Britanyalılar.
The burglar has gone; we're safe now.
Hırsız gitti; artık kurtulduk.
the C. of E.
kısaltmathe Church of England (Anglikan Kilisesi).
The car won't start.
Arabanın motorunu çalıştıramıyorum.
the Caribbean
Karayip Denizi.
the Caucasus
Kafkasya.
the Central African Republic
Orta Afrika Cumhuriyeti.
the chances are
muhtemelen.
The city's not yet within sight.
Şehir henüz görünmüyor./Şehri henüz göremiyoruz.
the clink
konuşma dili kodes, hapishane. 1360
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the cloth
rahipler.
The coast is clear.
Kimse yok./Meydan boş.
the Commonwealth
İngiliz Milletler Topluluğu.
the Confederacy
bakınız Confederate States of America
the Congo
Kongo.
the Continent
Avrupa kıtası, Avrupa.
the cream of the crop
en iyileri; en iyisi.
the Creator
Yaradan, Allah, Tanrı.
the Crescent
İslam âlemi.
the Crimea
Kırım.
the Cross
Hz.İsa'nın çarmıhta ölümü. 2. Haç (Hristiyanlığın simgesi).
the Crusades
Haçlı Seferleri.
the cut of one's jib
konuşma dili dış görünüş; yüz ifadesi.
the Czech Republic
Çek Cumhuriyeti.
the Dardanelles
Çanakkale Boğazı.
the Dark Ages
Karanlık Devirler, ortaçağın ilk yarısı.
the dative
-e hali, datif.
the dead of night
gecenin körü.
the dead of winter
kışın ortası.
the dead
ölüler.
the deaf
sağırlar.
The deal is off.
Anlaşmadan vazgeçtiler. 2. Anlaşmadan vazgeçtik.
the deceased
merhum, rahmetli.
the Declaration of Independence
Amerikan İngilizcesi Bağımsızlık Beyannamesi.
the Department of State
Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı.
the depths
derinlikler.
The die is cast.
Ok yaydan çıktı.
the direct opposite
tam aksi.
the dishes
bulaşık.
the Dominican Republic
Dominik Cumhuriyeti.
the dregs of society
ayaktakımı, döküntü.
the Dutch
çoğul Hollandalılar.
The early bird gets the worm.
Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır. 1361
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the East
Doğu, Şark.
the Eastern Hemisphere
Doğu Yarıküre.
the Eastern Orthodox Church
Rum Ortodoks Kilisesi.
The electricity is off.
Elektrik kesildi.
the English Channel
Manş Denizi.
the English
İngilizler.
the ensuing year
ertesi sene.
the epitome of
-in ta kendisi: the epitome of loveliness güzelliğin ta kendisi.
the Establishment
konuşma dili toplumdaki nüfuzlu kurumlar.
the Eucharist
Hristiyanlık Komünyon, şarap ve ekmek yeme ayini; bu ayin için takdis edilen şarap ve ekmek.
The exception proves the rule.
İstisna kuralı bozmaz.
the Exchequer
İngiliz İngilizcesi Maliye Bakanlığı.
the extremities
eller ve ayaklar.
the fair sex
kadınlar, cinsi latif.
the faithful
müminler, bir dine iman edenlerin tümü.
the Fall of man
Hz. Adem ve Havva'nın işlediği günah ve sonuçları.
the Fall
Hz. Adem ve Havva'nın işlediği günah ve sonuçları.
the Far East
Uzakdoğu.
The fat is in the fire.
Şimdi kıyamet kopacak.
the Fiji Islands
Fiji Adaları.
the Fijis
Fiji Adaları.
The firm is afloat.
Şirket masrafını çıkarıyor.
the Flemish
Flamanlar.
the flesh
(insanın) bedeni veya nefsi.
the Flood
tufan.
the French
çoğul Fransızlar.
the funnies
(gazetede) bant-karikatürler.
the G.O.P.
the Grand Old Party (A.B.D.'deki Cumhuriyetçi Partinin takma adı).
the Gambia
Gambiya.
the general run of
-in çoğunluğu, -in büyük kısmı.
the genitive
-in hali, genitif. 1362
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the gift of the gab
konuşma yeteneği, cerbeze.
the Godhead
Allah, Tanrı.
the good
iyi insanlar.
the Grand National Assembly
Büyük Millet Meclisi.
the graphic arts
grafik sanatlar.
the Great Bear
gökbilim Büyükayı.
the greater part
çoğunlukla.
the Green Party
Yeşiller Partisi.
the groundbreaking
temel atma töreni.
The hall will seat fifty people.
Salon elli kişiliktir.
the haves and the have-nots
zenginler ve fakirler, varlıklılar ve yoksullar.
the hereafter
öbür dünya, ahret.
the hiccups
hıçkırık tutma.
the Holocaust
Nazilerin yaptığı Musevi katliamı.
the Holy Father
Papa.
the Holy Ghost
Kutsal Ruh, Ruhülkudüs.
the Holy Land
Kutsal Toprak, Filistin.
the Holy Spirit
Kutsal Ruh, Ruhülkudüs.
the Home Office
İngiliz İngilizcesi İçişleri Bakanlığı.
The house burned down.
Ev yanıp kül oldu.
The house has a southern exposure. Evin cephesi güneye bakıyor. the House of Lords
İngiliz İngilizcesi Lordlar Kamarası.
the humanities
konusu insan olan ilimler, hümaniter bilimler.
the Indian Ocean
Hint Okyanusu.
the Indian subcontinent
Hint Yarımadası.
the inner man
ruh, vicdan.
the ins and outs
girdisi çıktısı, ayrıntılar.
the International Date Line
gündeğişme çizgisi.
the International Monetary Fund
Uluslararası Para Fonu.
the Irish Republic
İrlanda Cumhuriyeti.
the Irish Sea
İrlanda Denizi.
the Irish
İrlandalılar.
the Iron Age
Demir Devri.
the Iron Curtain
demirperde. 1363
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the Isle of Man
Man Adası.
the Ivory Coast
Fildişi Kıyısı, Fildişi Sahili.
the Khyber Pass
Hayber Geçidi.
the Khyber
Hayber Geçidi.
the kids
çocuklar. 2. bizimkiler. 3. arkadaşlar.
the kissing disease
öpüşme hastalığı, intani mononükleoz.
the known
matematik bilinen.
the Kremlin
Kremlin.
the Labor Party
İngiliz İngilizcesi İşçi Partisi.
the last day
mahşer günü, kıyamet günü.
the Last Judgement
kıyamet.
the Last Judgment
kıyamet.
the last two
son ve sondan önceki.
the last word in
(bir şeyin) en çağdaş, en geliştirilmiş veya son model örneği: It's the last word in computers. Bilgisayarların en modern olanı.
the last word on the matter
konu hakkında son ve kesin söz.
the law
konuşma dili polis.
The leopard cannot change its spots. Huylu huyundan vazgeçmez./Huy canın altındadır./Can çıkmayınca huy çıkmaz. the lesser of two evils
ehvenişer.
the lesser of
(iki kimse veya şeyin) küçüğü.
the lie of the land
İngiliz İngilizcesi arazinin dış görünümü; arazinin engebeleri.
the line of least resistance
en kolay yol.
the line
ekvator. 2. ordu; donanma.
the lion's share
aslan payı.
the Little Bear
gökbilim Küçükayı.
the Little Dipper
gökbilim Küçükayı.
the living
yaşayanlar.
the locative
-de hali, lokatif.
the logic of events
olayların gerektirdiği.
the Logos
Hristiyanlık Logos.
The long and the short of it is this!
İşin gerçeği bu! 1364
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the long and the short of it
uzun lafın kısası, eni sonu.
The Lord knows how.
Nasıl olduğunu ancak Allah bilir.
the Lord's Day
Hristiyanlık pazar günü.
the Lord's Prayer
İsa'nın öğrettiği dua.
the Lord's Supper
Hristiyanlık ekmek ve şarap ayini, kudas.
the lot
hepsi.
the Low Countries
Hollanda, Belçika ve Lüksemburg.
the main chance
kişisel çıkar.
the Malagasy Republic
Malgaş Cumhuriyeti.
the Malagasy
Malgaş halkı, Malgaşlar.
the Malay Peninsula
Malaka Yarımadası.
the Maldives
çoğul Maldiv Adaları.
the Manx
Manlılar, Man halkı.
the march of events
olayların seyri.
The market is flat.
Piyasa durgun.
the masses
halk kitleleri.
the media
kitle iletişim araçları.
the Mediterranean Sea
Akdeniz.
the Mediterranean
Akdeniz.
the mending
onarılacak çamaşırlar.
the Middle East
Ortadoğu.
the Middle West
Amerikan İngilizcesi A.B.D.'nin orta bölgesi.
the Midwest
Amerikan İngilizcesi A.B.D.'nin orta bölgesi.
the military
silahlı kuvvetler, ordu.
The milk's a bit off.
Süt biraz bozulmuş.
the Milky Way
gökbilim Samanyolu.
the missing
savaşta kayıp askerler.
the Molucca Islands
Molük Adaları.
the Moluccas
Molük Adaları.
the Morea
Mora, Mora Yarımadası.
the Most Reverend
Hristiyanlık Pek Muhterem (başpiskoposun isminden önce kullanılan unvan): The Most Reverend Michael Ramsey. Pek Muhterem Michael Ramsey.
the naked eye
çıplak göz. 1365
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the naked truth
salt gerçek.
the name of the game
asıl sorun.
the Nativity
Hz.İsa'nın doğuşu.
The nays have it.
Reddedildi.
the Near East
Yakındoğu.
the needy
yoksullar.
the Netherlands
Hollanda.
the New Testament
Hristiyanlık Yeni Ahit.
the New World
Yeni Dünya.
the Nicene Creed
Hristiyanlık İznik Amentüsü.
the North Pole
Kuzey Kutbu.
the North Sea
Kuzey Denizi.
the North Star
Kutupyıldızı.
the Northern Hemisphere
Kuzey Yarıküre.
the Occident
Batı.
the old country
göçmenin anayurdu.
the Old Testament
Hristiyanlık Eski Ahit.
the Old World
Eski Dünya.
the Olympic Games
olimpiyat oyunları, olimpiyatlar.
the other day
geçen gün, birkaç gün önce.
the ozone layer
ozon tabakası.
the Pacific Ocean
Büyük Okyanus.
the Pacific
Büyük Okyanus.
the Panama Canal
Panama Kanalı.
the Panjab
bakınız the Punjab
the Peloponnese
Peloponez.
the Peloponnesus
Peloponez.
the Pentagon
Amerikan İngilizcesi 1. Milli Savunma Bakanlığı. 2. Milli Savunma Bakanlığı binası.
the Persian Gulf
Basra Körfezi.
the phases of the moon
ayın evreleri.
the Philippine Islands
Filipin Adaları.
the Philippines
Filipinler.
the pictures
İngiliz İngilizcesi sinema. 1366
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük the pill
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
doğum kontrol hapı.
the pluses and minuses of something bir şeyin olumlu ve olumsuz tarafları. the point in question
söz konusu.
The point is that ....
Mesele şöyle ....
the polls
seçim. 2. seçim sandığı. 3. anketler.
the poor
yoksullar, fakir fukara.
the powers that be
başta olanlar.
the preceding
bundan önceki, yukarıda gösterilen.
the present writer
bu yazıyı yazan, imza sahibi.
The pressure is down.
Basınç azaldı.
the prime of life
hayatın en dinç ve güzel devresi.
the Princes Islands
Adalar, Prens Adaları, Kızıl Adalar.
The proof of the pudding is in the eating. Bir şeyin değeri kullanıldığında anlaşılır. the Prophet
Hz. Muhammed.
the proprieties
görgü kuralları, adap.
the provinces
taşra, dışarlık.
the Psalms
(Kitabı Mukaddes'teki) Mezmurlar.
the Punjab
Pencap.
the quick and the dead
diriler ve ölüler.
the rabble
ayaktakımı.
the rank and file
erler, erat. 2. yönetilenler; alt tabaka.
the real Mc.Coy
orijinal, gerçek.
the Red Crescent
Kızılay.
the Red Cross
Kızılhaç.
the Red Sea
Kızıldeniz.
the Reformation
Reformasyon.
the regular practice
alışkanlık, âdet.
the Renaissance
Rönesans.
the Republic of Ireland
İrlanda Cumhuriyeti.
the Republic of the Philippines
Filipinler Cumhuriyeti.
the rest
kalan miktar, kalanlar, geri kalan, artan.
the reverend
Hristiyanlık Sayın (papazın isminden önce kullanılan unvan): the Reverend John Donne Sayın John Donne.
the rich
zenginler. 1367
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
The rock crawled with insects.
Taşın üstünde böcekler kaynıyordu.
the Roman Catholic church
Katolik kilisesi.
the Roman Empire
Roma İmparatorluğu.
the Sabbath
Musevilik çalışılmaması gereken gün, cumartesi günü. 2. Hristiyanlık çalışılmaması gereken gün; (çoğu Hristiyan için) pazar günü.
the Sacrament
(komünyonda kullanılan) kutsanmış ekmek.
the Sahara
Sahra.
The samples range from bad to excellent. Örnekler kötü ile mükemmel arasında değişiyor. the Scotch
İskoçlar, İskoçya halkı.
the Scots
İskoçlar, İskoçya halkı.
the Scripture
Kitabı Mukaddes.
the Scriptures
Kitabı Mukaddes.
the seamy side of life
hayatın güçlüklerle dolu tarafı.
the Secretary of State
Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanı.
the Shi'a
Şia, Şiiler.
the Sinai Peninsula
Sina Yarımadası.
the small hours
gece yarısından sonraki ilk saatler.
the sniffles
konuşma dili hafif nezle.
the social sciences
toplumsal bilimler.
the social security
sosyal sigorta.
the solar system
gökbilim güneş sistemi.
the South Pole
Güney Kutbu.
the South Sea
tarih Büyük Okyanus.
the Southern Cross
gökbilim Güneyhaçı.
the Southern Hemisphere
Güney Yarıküre.
the Soviet Union
Sovyetler Birliği.
the Soviets
Sovyetler, Sovyetler Birliği'nin halkı/liderleri/silahlı kuvvetleri.
the Spanish
İspanyollar, İspanya halkı.
the spitting image of
tıpkısı, benzeri, aynı, hık demiş burnundan düşmüş.
the stacks
(kütüphanedeki) kitaplıklar.
the staff of life
ekmek.
the State Department
Amerikan İngilizcesi Dışişleri Bakanlığı. 1368
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the States
konuşma dili Amerika (Amrika birleşik Devletleri).
the status quo
statüko.
the sticks
konuşma dili taşra, dağ başı gibi yer.
the Stone Age
taş devri.
the straw that broke the camel's back
bardağı taşıran son damla.
the subconscious
bilinçaltı, şuuraltı.
the subtropics
astropika.
the suburbs
banliyö.
the Sudan
coğrafya 1. Sudan. 2. Sudan, Sudan Cumhuriyeti.
the Suez Canal
Süveyş Kanalı.
the sum total of
-in toplamı.
The sun is going down.
Güneş batıyor.
the superlative degree
dilbilgisi üstünlük derecesi.
The sweat stood out on his brow.
Alnında boncuk boncuk terler birikmişti.
the Swedish
İsveçliler, İsveç halkı.
the Swiss
İsviçreliler, İsviçre halkı.
the Syrian Orthodox church
Süryani Ortodoks kilisesi.
the system
kurulu düzen.
the tabloid press
boyalı basın.
the takings
(para olarak) hâsılat.
the talk of the town
herkesin diline dolanan konu.
the Ten Commandments
(Hz. Musa'ya Allah tarafından verilen) On Emir.
the theory of relativity
görelilik kuramı, izafiyet teorisi.
the third world
Üçüncü Dünya.
The tide's coming in.
Deniz kabarıyor.
The tide's going out.
Deniz alçalıyor.
the Tigris
Dicle.
The time is up.
Süre doldu./Vakit tamam.
the Torrid Zone
coğrafya Sıcak Kuşak.
The train leaves at four o'clock.
Tren saat dörtte kalkar.
the Treasury
Maliye, Maliye Bakanlığı.
the Trinity
Hristiyanlık teslis.
the Trojan horse
Truva atı.
the Tropic of Cancer
Yengeç Dönencesi. 1369
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the Tropic of Capricorn
Oğlak Dönencesi.
the tropics
tropika, tropikal kuşak, dönencelerarası kuşak.
the turf
at yarışçılığı. 2. hipodrom, koşu alanı.
the Turkmen
Türkmenler, Türkmen halkı.
the U.K.
Birleşik Krallık.
the U.S.
Amerika (Amerika Birleşik Devletleri).
the U.S.A.
Amerika (Amerika Birleşik Devletleri).
the U.S.S.R.
tarih Sovyetler Birliği.
the Ukraine
Ukrayna.
the ultimate deterrent
nükleer silah; hidrojen bombası.
the unconscious
ruhbilim bilinçdışı.
the underprivileged
imkânları kıt olanlar.
the undersigned
imza sahibi; imza sahipleri.
the unemployed
işsizler.
the Union of Soviet Socialist Republics
tarih Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği.
the United Arab Emirates
Birleşik Arap Emirlikleri.
the United Kingdom
Birleşik Krallık (Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı).
the United Nations
Birleşmiş Milletler.
the United States of America
Amerika Birleşik Devletleri.
the United States
Amerika Birleşik Devletleri.
the Uzbek
Özbekler, Özbek halkı.
the Vale of Kashmir
Keşmir Vadisi.
the Vatican
Vatikan, papalık. 2. (papanın resmi konutu olan) Vatikan sarayı.
the vault of heaven
gök kubbe.
the venerable
Hristiyanlık Saygıdeğer (başdiyakozun isminden önce kullanılan unvan): the Venerable Geoffry Evans Saygıdeğer Geoffrey Evans.
The very idea!
Olacak şey mi?/Olacak şey değil!/Ne biçim şey bu!
the very image of
tıpkısı, benzeri, aynı, hık demiş burnundan düşmüş.
the Very Reverend
Hristiyanlık Muhterem (katedral dekanının isminden önce kullanılan unvan): the Very Reverend Jonathan Swift Muhterem Jonathan Swift. 1370
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the Virgin
Hazreti Meryem.
The walls have ears.
Yerin kulağı var.
the Welsh
Galliler, Galler Ülkesi halkı.
the West Indies
Antiller, Antil Adaları.
the West
Batı.
the Western Hemisphere
Batı Yarıküre.
the wherewithal
para: Just how do I get the wherewithal to do all this? Bütün bu işleri yapacak parayı nasıl bulayım?
the White House
Beyaz Saray.
the whole ball of wax
konuşma dili her şey.
the whole kit and caboodle
konuşma dili takım taklavat, topu, hepsi birden.
the whole lot
hepsi.
the whole of
-in bütünü: That sentence sums up the whole of their philosophy. O cümle felsefelerinin bütününü özetliyor.
the whole shebang
hepsi, tümü, bütünü.
the whole shooting match
hepsi, sürü sepet.
the wild
ıssız yer, dağ başı, kır.
The wind is down.
Rüzgâr hafifledi.
the worse for liquor
oldukça sarhoş.
the worse for wear
eskimiş, çok kullanıldığı belli.
the worst
en kötüsü, en fenası: This is the worst I've seen. Gördüklerimin en kötüsü bu. I think we're through the worst of it. En kötüsünü atlattık galiba.
the wounded
çoğul yaralılar.
the Yemen
Yemen.
the young
gençler.
the
the [ünsüzlerden önce] dhı, [ünlülerden önce] dhi/dhî Belirli durumlarda isimden önce kullanılır: Which of you's the boss? Hanginiz patron? The more I get to know them the better I like them. Onları tanıdıkça daha çok seviyorum.
theater
the.a.ter thi'yıtır isim tiyatro.
theatre
the.a.tre thi'yıtır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız theater
1371
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük theatrical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
the.at.ri.cal thiyät'rîkıl sıfat 1. tiyatroya ait. 2. doğal olmayan, abartılı, teatral.
theft
theft theft isim hırsızlık, çalma.
Their spirits sank.
Neşeleri kayboldu.
their
their dher sıfat onların.
theirs
theirs dherz zamir onlarınki.
them
them dhem, dhım zamir onları; onlara.
theme
theme thim isim tema, tem.
themselves
them.selves dhemselvz', dhımselvz' zamir kendileri; kendilerini; kendilerine.
then
then dhen zarf 1. o zaman: We were young then. O zaman gençtik. They'll have come by then. O zamana kadar gelmiş olacaklar. What'll happen then? O zaman ne olacak? 2. ondan sonra, sonra: Finish your homework and then you can go to the movie. Ev ödevini bitir, sonra sinemaya gidebilirsin. 3. o halde, o durumda, o zaman: Go to the party yourself; then you won't have to worry. Partiye kendin git; o zaman endişe etmene gerek kalmayacak. If he didn't do it then who did? Kendisi yapmadıysa o halde kim yaptı?
thence
thence dhens zarf 1. oradan, o yerden. 2. o yüzden, ona dayanarak.
theologian
the.o.lo.gian thiyılo'cın isim ilahiyatçı, tanrıbilimci, teolog.
theology
the.ol.o.gy thiyal'ıci isim ilahiyat, tanrıbilim, teoloqi.
theorem
the.o.rem thi'yırım, thir'ım isim, matematik, mantık teorem, kanıtsav.
theoretic
the.o.ret.ic thiyıret'îk sıfat teorik, kuramsal.
theoretical
the.o.ret.i.cal thiyıret'îkıl sıfat teorik, kuramsal.
theorise
the.o.rise thi'yırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız theorize
theorize
the.o.rize thi'yırayz fiil kuram ortaya koyma.
theory
the.o.ry thi'yıri, thîr'i isim teori, kuram.
therapeutic
ther.a.peu.tic therıpyu'tîk sıfat tedavi edici, sağaltıcı. 1372
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
therapist
ther.a.pist ther'ıpîst isim terapist, sağaltımcı.
therapy
ther.a.py ther'ıpi isim tedavi, terapi, sağaltım.
There are a variety of theories about ....
.. hakkında çeşitli teoriler var.
There is a call for you.
Sizi telefondan arıyorlar.
There is bad blood between them.
Onlar birbirine düşman.
There is no love lost between them.
Birbirlerini hiç sevmezler./Birbirlerinden nefret ederler.
There is no room for doubt.
Şüpheye yer yok.
There is nothing like ....
-den iyisi yok./-in üstüne yok./-in yerini hiçbir şey tutamaz.
There isn't a ghost of a chance.
En ufak bir ihtimal bile yok.
There will be the devil to pay.
Kıyamet kopacak.
There you are!
İşte!: There you are! A new mink coat! İşte sana yeni bir vizon manto! There you are! Didn't I tell you you were wrong? İşte! Sana yanıldığını söylemedim mi?
There you go!
İşte!: There you go, meddling in other people's business again! İşte gene işgüzarlık yapıyorsun. 2. Buyur! (Birine bir şey verirken söylenir.): There you go! I hope you enqoy it! Buyur! Afiyet olsun!
there
there dher zarf 1. orada; oraya: They're staying there tonight. Bu gece orada kalacaklar. Why'd you go there? Niçin oraya gittin? 2. İşte ...: There she goes! İşte gidiyor! zamir 1. Öznesi fiilden sonra gelen cümlenin başında kullanılır: There's a fly in the ointment. Merhemde sinek var. There's no telling when they'll be back. Onların ne zaman döneceği hiç belli olmaz. 2. Birinin ismi yerine kullanılır: Hi there! Merhaba! isim ora (Edatla birlikte kullanılır.): Are you from there? Siz oralı mısınız? sıfat oradaki: Those there are not for sale. Oradakiler satılık değil. ünlem 1. Tamam!: There now, it's done. Tamam, bitti. 2. İşte!: There, I told you so, didn't I? İşte, sana demedim mi?
There, there.
Üzülme böyle.
1373
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük thereabout
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
there.a.bout dher'ıbaut zarf 1. o civarda; o civardaki. 2. ona yakın bir zaman veya tarihte. 3. ona yakın bir miktarda.
thereabouts
there.a.bouts dher'ıbauts zarf 1. o civarda; o civardaki: The mountains thereabouts are beautiful. O civardaki dağlar güzel. 2. ona yakın bir zaman veya tarihte: She came at six o'clock or thereabouts. Saat altıda veya altı sularında geldi. 3. ona yakın bir miktarda.
thereafter
there.af.ter dheräf'tır zarf sonra; ondan sonra.
thereby
there.by dherbay' zarf 1. öylece, öylelikle, o suretle. 2. onunla ilgili: Thereby hangs a tale. Onunla ilgili bir hikâye var.
therefore
there.fore dher'fôr zarf o yüzden, o nedenle.
There'll be hell to pay.
Kıyamet kopacak./Çekeceğimiz var.
There's no help for it.
Onun çaresi yok.
There's no telling!
Hiç belli olmaz!
thereupon
there.up.on dherıpan' zarf 1. onun üzerine. 2. hemen, derhal.
thermal spring
(sıcak) kaynarca.
thermal
ther.mal thır'mıl sıfat ısıl, termik.
thermometer
ther.mom.e.ter thırmam'ıtır isim termometre, sıcaklıkölçer, sıcakölçer.
thermos bottle
termos.
thermos
ther.mos thır'mıs isim termos.
thermostat
ther.mo.stat thır'mıstät isim termostat, ısıdenetir.
thesaurus
the.sau.rus thısôr'ıs isim (thesauri/thesauruses) eşanlamlılar sözlüğü.
these
these dhiz tekil this zamir bunlar. sıfat bu: These apples aren't ripe. Bu elmalar olgun değil.
thesis
the.sis thi'sîs isim (theses) 1. (yazılı eser olarak) tez. 2. felsefe tez, sav.
They differ in kind.
Çeşitleri ayrı.
They left him to sink or swim.
Onu kendi kaderine terkettiler.
They ran out of money.
Parasız kaldılar. 1374
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
They won't come on time; you mark my words. Vaktinde gelmezler, gör bak! they
they dhey zamir onlar: So they're saying "If only he were here!" Demek "Keşke burada olsaydı", diyorlar.
they'd
they'd dheyd kısaltma 1. they had . 2. they would .
they'll
they'll dheyl kısaltma they will .
they're
they're dher kısaltma they are .
they've
they've dheyv kısaltma they have .
thick accent
koyu şive.
thick
thick thîk sıfat 1. kalın. 2. koyu; yoğun, kesif. 3. sık olan, sık; ağaçları veya çalıları sık olan (orman). 4. çok, dolu: On that beach the shells were thick. O sahilde deniz kabukları çoktu. 5. konuşma dili kalın kafalı, gabi. 6. konuşma dili sıkı fıkı, can ciğer, samimi. 7. boğuk, kısık (ses). 8. konuşma dili (içkiden dolayı) serseme dönmüş ve ağrılar içinde olan (kafa). zarf 1. kalın bir halde, kalınca. 2. çok miktarda, çok.
thicken
thick.en thîk'ın fiil 1. kalınlaştırmak; kalınlaşmak. 2. koyulaştırmak; yoğunlaştırmak; koyulaşmak; yoğunlaşmak.
thicket
thick.et thîk'ît isim sık çalılık.
thickness
thick.nessisim 1. kalınlık. 2. koyuluk; yoğunluk. 3. tabaka, katman.
thickset
thick.set thîk'set' sıfat 1. kalın yapılı (kimse). 2. sık dikilmiş, birbirine çok yakın dikilmiş (bitkiler).
thick-skinned
thick-skinned thîk'skînd' sıfat vurdumduymaz.
thief
thief thif isim (thieves) hırsız.
thigh
thigh thay isim but; uyluk.
thimble
thim.ble thîm'bıl isim 1. yüksük. 2. denizcilikle ilgili radansa.
thin down
(kalabalık) azalmak.
thin out
(kalabalık) azalmak.
thin
thin thîn sıfat 1. ince, kalın olmayan. 2. zayıf, kuru; sıska. 3. fazlasıyla ince, içine su katılmış gibi (sıvı). 4. az, seyrek (bir topluluk): a thin crowd az bir kalabalık. 1375
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
5. hafif (sis, duman, toz). 6. zayıf, yetersiz; inandırıcı olmayan. thine
thine dhayn sıfat, eski senin. zamir, eski seninki.
thing
thing thîng isim 1. şey, nesne: What's that thing? O ne? How do you start the thing? Bunu nasıl çalıştırıyorsun? 2. şey, olay: A funny thing happened to me this morning. Bu sabah bana tuhaf bir şey oldu. 3. (soyut) şey: What a nice thing to say! Ne nazik bir söz! 4. şey, konu, mevzu: I only want to talk about two things. Sadece iki şeyden söz etmek istiyorum. 5. insan, kişi: Poor little thing! Zavallıcık! 6. giysi: Where have you put your winter things? Kışlık giysilerini nereye koydun? 7. çoğul işler: How are things going at the office? Ofisteki işler nasıl? 8. çoğul ilişkiler: How are things between you and Meltem? Meltem'le aranız nasıl? 9. çoğul eşya: Where can I store all these things? Tüm bu eşyaları nerede saklayabilirim?
thingamabob
thing.a.ma.bob thîng'ımıbab isim, konuşma dili şey, zımbırtı, zırıltı.
thingamajig
thing.a.ma.jig thîng'ımıcîg isim, konuşma dili şey, zımbırtı, zırıltı.
Things look bad for you.
İşiniz kötü./Yandınız.
think about
-i düşünmek, -i aklına getirmek. 2. -i uzun uzun düşünmek, -i iyice düşünmek. 3. aklına gelmek; (bir şey yapmayı) düşünmek, tasarlamak. 4. hakkında düşünmek.
think back on
-i aklına getirmek, -i hatırlamak.
think better of
(bir şeyin akıl kârı olmadığını düşünerek) -den vazgeçmek.
think highly of
-e saygı duymak/beslemek.
think in terms of
konuşma dili -i tasarlamak: You seem to be thinking in terms of a palace. Sen galiba bir saray yapmayı planlıyorsun.
1376
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük think little of
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
değer vermemek, önemsiz saymak. 2. duraksamamak, tereddüt etmemek.
think much of
-e göre pek iyi/değerli olmak: I don't think much of him. Benim gözümde pek değerli biri değil.
Think nothing of it!
Bir şey değil!/Önemli değil!
think nothing of
(bir şey) -in gözünde büyük bir iş olmamak, -e göre mesele olmamak. 2. (birini) hiçe saymak.
think of someone as
birini/bir şeyi ... olarak düşünmek.
think of someone in terms of
birini/bir şeyi (belirli bir şekilde) düşünmek/görmek: He only thinks of Fatma in terms of her beautiful body. Fatma'yı sadece güzel bir vücut olarak görüyor.
think of something as
birini/bir şeyi ... olarak düşünmek.
think of something in terms of
birini/bir şeyi (belirli bir şekilde) düşünmek/görmek: He only thinks of Fatma in terms of her beautiful body. Fatma'yı sadece güzel bir vücut olarak görüyor.
think of
aklına gelmek; (bir şey yapmayı) düşünmek, tasarlamak. 2. hakkında düşünmek: What do you think of him? Onun hakkında ne düşünüyorsun? 3. -i hesaba katmak, -i düşünmek. 4. -i düşünmek, -i aklına getirmek: Just think of it! Onu bir düşün!
think the world of
(birine) çok değer vermek, (birini) çok sevmek.
think
think thîngk fiil (thought) 1. düşünmek: What are you thinking? Neyi düşünüyorsun? I don't think it'll happen. Bence olmayacak. I think I'll get some fresh air. Biraz hava alsam iyi olur. I think I'll take a walk. Ben bir yürüyüşe çıkayım. 2. zannetmek, sanmak, beklemek, ummak: He thinks he's something. Kendini bir şey zannediyor. Who would have thought they'd choose that novel? O romanı seçeceklerini kim beklerdi? 3. inanmak, aklına sığdırmak, aklı almak: I can't think they're building their house there. Onların orada ev yapmasını aklıma sığdıramıyorum. 4. saymak, addetmek: Do as you think fit. Nasıl uygun
1377
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
görüyorsanız öyle yapın. If you think it's worth doing then do it! Yapmaya değer diye düşünüyorsan yap. thinker
think.er thîngk'ır isim düşünür.
thinking
think.ing thîngk'îng isim düşünme; düşünüş. sıfat düşünen.
thinner
thin.ner thîn'ır isim tiner; inceltici.
thin-skinned
thin-skinned thîn'skînd' sıfat alıngan, kırılgan.
third
third thırd sıfat, isim 1. üçüncü. 2. isim üçte bir. zarf üçüncü olarak.
third-rate
third-rate thırd'reyt' sıfat kalitesi çok düşük, tapon, üçüncü sınıf.
thirst
thirst thırst isim 1. susuzluk hissi, susuzluk hissetme. 2. arzu, istek. fiil for -i çok arzu etmek, -i çok istemek, -e susamak.
thirstily
thirst.i.lyzarf kana kana.
thirsty
thirst.y thırs'ti sıfat 1. susamış. 2. kurak.
thirteen
thir.teen thır'tin' sıfat on üç. isim on üç, on üç rakamı (39, XIII).
thirteenth
thir.teenthsıfat, isim 1. on üçüncü. 2. on üçte bir.
thirtieth
thir.tiethsıfat, isim 1. otuzuncu. 2. otuzda bir.
thirty
thir.ty thır'ti sıfat otuz. isim otuz, otuz rakamı (98, XXX).
this branch of knowledge
ilmin bu dalı.
This is a brand-new ball game.
konuşma dili Bu yepyeni bir şey/durum.
This is good enough for me.
Bu bana yeter.
This month the twentieth fell on a Friday.
Bu ayın yirmisi cumaya rastladı.
This will serve my turn.
Bu benim işimi görür.
this
this dhîs zamir, sıfat (these) bu.
thistle
this.tle thîs'ıl isim eşekdikeni; devedikeni.
thither
thith.er thîdh'ır, dhîdh'ır zarf oraya.
thong
thong thông, thang isim 1. sırım. 2. tokyo; (tokyo biçimindeki) terlik.
thorn
thorn thôrn isim 1. diken. 2. alıç. 3. (hakiki) akasya. 4. çok dikenli çalı veya ağaç. 1378
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thorny
thornysıfat 1. dikenli. 2. çok zor, çok sıkıntılı.
thorough
thor.ough thır'o, thır'ı sıfat 1. tam, esaslı. 2. esaslı iş yapan (kimse). 3. tam: He's a thorough idiot. Tam bir dangalak.
thoroughbred
thor.ough.bred thır'obred sıfat safkan. isim safkan at, safkan.
thoroughfare
thor.ough.fare thır'ofer isim yol, geçit.
thoroughgoing
thor.ough.go.ing thır'ogowîng sıfat 1. tam, esaslı. 2. tam: a thoroughgoing aristocrat tam bir aristokrat.
those
those dhoz zamir, sıfat, çoğul bakınız that
thou
thou dhau zamir, eski (ye) sen -in hali thy, thine ; -i hali thee ; Çoğul -in hali your ; Çoğul, -i hali you .
though
though dho bağlaç 1. -diği halde, ise de; -e rağmen/karşın: Though they know he's a fool, they still like him. Aptal olduğunu bilmelerine rağmen onu seviyorlar. 2. fakat: It's a beautiful, though unimaginative, building. Güzel fakat özgünlükten yoksun bir bina. zarf yine de, gene de, bununla beraber: That's no excuse, though, for violence. Yine de şiddete başvurmaya bir mazeret değil.
thought
thought thôt fiil bakınız think
thoughtful
thought.ful thôt'fıl sıfat 1. düşünceli, anlayışlı, başkalarını düşünen, nazik. 2. düşünceli, düşünceye dalmış.
thoughtless
thought.less thôt'lîs sıfat düşüncesiz, başkalarını düşünmeyen, nezaketsiz.
thousand
thou.sand thau'zınd sıfat bin. isim bin, bin rakamı (3888, M).
thousandfold
thousandfoldsıfat, zarf bin kat, bin misli.
thousandth
thousandthsıfat, isim 1. bininci. 2. binde bir.
Thrace
Thrace threys isim Trakya.
Thracian
Thra.cian threy'şın isim Trakyalı. sıfat 1. Trakya, Trakya'ya özgü. 2. Trakyalı.
thrash about
(hummalı bir hasta gibi) çırpınıp durmak. 1379
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thrash something out
bir şeyi tartışarak halletmek.
thrash
thrash thräş fiil 1. (birini) dövmek. 2. büyük bir yenilgiye uğratmak.
thread one's way through
(bir yerden) zorla veya dikkatle geçmek.
thread
thread thred isim 1. iplik. 2. (vidada) yiv. fiil 1. -e iplik geçirmek. 2. film şeridini (proqeksiyon makinesine) takmak.
threadbare
thread.bare thred'ber sıfat 1. (yıpranarak) tel tel olmuş veya havı dökülmüş (kumaş, halı v.b.). 2. yıpranmış giysiler içinde olan.
threat
threat thret isim 1. tehdit, korkutma, gözdağı. 2. tehlike.
threaten
threat.en thret'ın fiil 1. tehdit etmek, korkutmak, gözdağı vermek. 2. -e işaret etmek, -in habercisi olmak.
three dimensional
üç boyutlu.
three doors off
üç ev ötede.
Three minus one equals two.
Üçten bir çıkarsa iki kalır./Üç eksi bir iki eder.
three months after
üç ay sonra.
three
three thri sıfat üç. isim 1. üç, üç rakamı (9, III). 2. iskambil oyunları üçlü.
threefold
three.foldsıfat 1. üç bölümden oluşan. 2. üç kat, üç misli. zarf üç kat, üç misli.
threesome
three.some thri'sım isim üçlü.
thresh
thresh threş fiil (harman) dövmek.
thresher
thresherisim 1. harmanı döven kimse. 2. harman dövme makinesi.
threshing floor
harman yeri.
threshing machine
harman dövme makinesi.
threshold
thresh.old threş'old, threş'hold isim (kapıya ait) eşik.
threw
threw thru fiil bakınız throw
thrice
thrice thrays zarf, eski üç kere.
thrift
thrift thrîft isim tutum, ekonomi, idare.
thrifty
thrift.y thrîf'ti sıfat tutumlu, idareli.
1380
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük thrill
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thrill thrîl fiil çok heyecanlandırmak; büyük heyecan duymak. isim büyük heyecan.
thriller
thrill.er thrîl'ır isim, konuşma dili çok heyecan verici ve süspans dolu kitap, film veya piyes.
thrilling
thrillingsıfat çok heyecan verici, nefes kesici.
thrive on
(bir şey) (birine/bir şeye) iyi gelmek: She seems to thrive on hard work. Çok çalışmak ona iyi geliyor galiba.
thrive
thrive thrayv fiil (throve/thrived, thrived/thriven) 1. çok iyi gelişmek veya büyümek. 2. (işler) çok iyi gitmek, tıkırında olmak.
throat
throat throt isim boğaz, gırtlak.
throb
throb thrab fiil, isim (throbbed, throbbing) 1. zonklamak. 2. (kalp) çarpmak, hızla vurmak. 3. (makine) hafif bir hırıltıyla durmadan işlemek/çalışmak. isim 1. zonklama. 2. (kalbe ait) çarpıntı.
throes
throes throz isim, çoğul çalkantılar, keşmekeş, kargaşa.
throne
throne thron isim taht.
throng
throng thrông isim kalabalık. fiil kalabalık bir halde ilerlemek, gitmek, gelmek, toplanmak veya beklemek: People were thronging the streets. Sokaklar insanlarla dolup taşıyordu.
throttle
throt.tle thrat'ıl isim (motorda) klape, kelebek. fiil 1. boğmak. 2. klapeyle (bir şeyin) akışını kısmak. 3. down klapeyle (aracın) hızını azaltmak.
through and through
baştan aşağı, tepeden tırnağa; sapına kadar. 2. tamamen.
through the agency of
aracılığıyla, vasıtasıyla.
through the medium of
aracılığıyla, vasıtasıyla.
through thick and thin
iyi günde kötü günde, iyi günde kara günde, olumlu olumsuz her durumda.
through
through thru edat 1. -den, içinden, bir yanından öbür yanına: He walked through the building. Binanın içinden yürüdü. He came in through the chimney. 1381
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Bacadan içeriye girdi. 2. arasından: I peered out through the leaves but could see nothing. Yaprakların arasından dışarıya baktım fakat hiçbir şey göremedim. 3. aracılığıyla, vasıtasıyla. He spoke through an interpreter. Tercüman aracılığıyla konuştu. 4. yüzünden; sayesinde: It was through no fault of yours. Sizin yüzünüzden değildi. They got this place through hard work. Çok çalışarak buraya sahip oldular. 5. boyunca: He studied French all through the summer. Bütün yaz boyunca Fransızca çalıştı. 6. (bir öğenin) içinden: He could fly through the air. Havada uçabilirdi. 7. arasında: I found this while I was looking through some old letters. Bazı eski mektuplara göz atarken bunu buldum. 8. -den -in sonuna kadar: We're open from ten to six Monday through Saturday. Pazartesi ile Pazar günleri arasında saat ondan altıya kadar açığız. 9. (bir gürültünün) arasında, (bir gürültüye) rağmen: He could hear her voice through the roar of the waterfall. Çağlayanın gürültüsü arasında onun sesini duyabiliyordu. throughout
through.out thruwaut' edat 1. boyunca: throughout the night gece boyunca. 2. her tarafına; her tarafında: You can see it throughout the state. Onu eyaletin her tarafında görebilirsiniz. zarf 1. tamamıyla; tamamen: Its petals are a pale blue throughout. Taçyaprakları tamamıyla açık mavi. 2. başından sonuna kadar: He was there throughout. Başından sonuna kadar oradaydı.
throughway
through.way thru'wey isim bakınız thruway
throve
throve throv fiil bakınız thrive
throw a fit
küplere binmek, köpürmek, tepesi atmak.
throw a game
spor şike yapmak.
throw a monkey wrench in the workskonuşma dili işi bozmak. throw a party
parti vermek, davet vermek.
1382
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük throw away
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(istenilmeyen bir şeyi) atmak. 2. israf etmek. 3. (bir fırsatı) boş vererek değerlendirmemek.
throw caution to the wind
ihtiyatı elden bırakmak, tedbirli davranmaktan vazgeçmek.
throw cold water on
eleştirerek (bir şeyin) çekiciliğini azaltmak.
throw dice
zar atmak.
throw down the gauntlet
meydan okumak.
throw in one's lot with
-e katılmak: He decided to throw in his lot with their party. Onların partisine katılmaya karar verdi.
throw in the sponge
konuşma dili (bir işten) vazgeçmek; pes demek.
throw in the towel
konuşma dili (bir işten) vazgeçmek; pes demek.
throw in
-i katmak, -i eklemek, -i ilave etmek.
throw light on
-i aydınlatmak, -i açıklamak.
throw mud at
(birine) çamur atmak, çamur sıçratmak.
throw off one's mask
maskesini atmak, gerçek yüzünü açığa vurmak.
throw off
-den kurtulmak, -i başından atmak. 2. (giysiyi) çıkarıvermek. 3. -den vazgeçmek: He threw off all caution. İhtiyatı büsbütün elden bıraktı. 4. (duman) çıkarmak. 5. (birinin) yanlışlık yapmasına neden olmak; (makinenin) hata yapmasına yol açmak; (hesabın) doğru çıkmamasına yol açmak. 6. -i şaşırtmak. 7. on (biri/bir şey) için küçümseyici laflar söylemek.
throw on
(giysiyi) giyivermek.
throw one's hat into the ring
(politikada) yarışa girmek.
throw one's weight around
amirane davranmak; zart zurt etmek.
throw oneself at
(birine) apaçık bir şekilde kendinden hoşlandığını belirtmek: It's disgusting the way Nimet is throwing herself at Sudiye's husband. Nimet'in Sudiye'nin kocasıyla açıkça flört etmesi iğrenç bir şey.
throw oneself into
(bir işe) büyük bir gayretle girişmek, büyük bir hevesle atılmak.
throw oneself
kendini (bir yere) atmak: They threw themselves onto the sofa. Kendilerini kanepeye attılar.
1383
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük throw open
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
-i açıvermek. 2. to (bir yeri) (birine) açmak; (bir kuruluşa) (birini) kabul etmek/almak.
throw out
(birini, bir şeyi) (bir yerden) atmak. 2. (bir şeyi) rahatlıkla söyleyivermek/ortaya atmak. 3. -i geçerli saymamak.
throw someone a smile
birine tebessüm etmek.
throw someone into a panic
birini telaşa düşürmek.
throw someone into a tizzy
birini telaşa düşürmek.
throw someone into jail
birini hapse atmak.
throw someone off balance
birinin dengesini kaybetmesine sebep olmak. 2. birini şaşırtmak.
throw someone out of work
birinin işsiz kalmasına sebep olmak.
throw someone over
biriyle olan duygusal ilişkiyi/flörtü sona erdirmek, birini sepetlemek.
throw together
(bir şeyi) gelişigüzel yapmak. 2. (birilerini) bir araya getirmek.
throw up
konuşma dili kusmak. 2. bırakmak. 3. (pencere, stor v.b.'ni) kaldırıvermek. 4. (binayı) gelişigüzel yapmak. 5. to (birinin hatasını veya zaafını) yüzüne vurmak/çarpmak.
throw
throw thro fiil (threw, thrown) 1. atmak; fırlatmak. 2. uzatıvermek. 3. (sözü, bakışı) (birine) çevirmek, yöneltmek. 4. (güreşçi, at) (birini) yere atmak. 5. across (nehrin) üzerinde (köprü) yapmak; (nehrin) içinde (baraj) yapmak. 6. (birine) (yumruk) atmak. 7. konuşma dili çok şaşırtmak. isim atma, atış; fırlatma, fırlatış.
thru
thru thru edat bakınız through
thrust oneself forward
kendini öne çıkarmak.
thrust oneself on
(birine) kendini ısrarla kabul ettirmek.
thrust
thrust thr^st fiil (thrust) 1. into (bir şeyi) (başka bir şeyin içine) sokmak. 2. into -e saplamak, -e batırmak. 3. -i itmek. 4. (birini) zorla (bir duruma) sokmak. isim 1. sokma. 2. saplama, batırma. 3. iğneli laf. 4. askeri saldırı. 5. itme kuvveti. 6. eskrim dürtüş, vuruş. 1384
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thruway
thru.way thru'wey isim otoyol, otoban.
thud
thud th^d isim ağır bir şeyin yere düşünce çıkardığı ses.
thug
thug th^g isim gangster; cani.
thumb a lift
otostop yapmak.
thumb a ride
otostop yapmak.
thumb index
sayfa kenarlarındaki girintilerde harf etiketi bulunan bir indeks türü, harf indeksi.
thumb notch
harf indeksine ait girinti.
thumb one's nose at
-e nanik yapmak. 2. -i küçümsemek, -i hor görmek, -e burun kıvırmak.
thumb
thumb th^m isim 1. başparmak. 2. (eldivende) başparmak. fiil through (kitap, dergi v.b.'nin) sayfalarını karıştırmak.
thumbtack
thumb.tack th^m'täk isim raptiye, pünez.
thump
thump th^mp fiil 1. (ağır ve gürültülü bir şekilde) vurmak veya indirmek; -e yumruk indirmek/patlatmak. 2. gümbür gümbür hareket etmek. 3. (kalp) güm güm vurmak. isim 1. ağır ve sesli bir vuruş veya indiriş; yumrukla yapılan vuruş. 2. ağır bir vuruşun çıkardığı ses, güm.
thunder
thun.der th^n'dır isim 1. gök gürlemesi/gürültüsü. 2. gümbürtü. fiil 1. (gök) gürlemek. 2. gümbür gümbür hareket etmek. 3. (sözle) gürlemek, kalın ve gür ses çıkarmak. 4. gümbürdemek; gürlemek. 5. at/on -e güm güm vurmak, -i gümletmek.
thunderbolt
thun.der.bolt th^n'dırbolt isim yıldırım.
thunderclap
thun.der.clap th^n'dırkläp isim gök gürlemesi/gürültüsü.
thundercloud
thun.der.cloud th^n'dırklaud isim fırtına bulutu.
thunderous
thun.der.ous th^n'dırıs sıfat 1. gümbürtülü. 2. gök gürültülü.
thunderstorm
thun.der.storm th^n'dırstôrm isim gök gürültülü sağanak.
1385
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük thunderstruck
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
thun.der.struck th^n'dırstr^k sıfat bakınız be thunderstruck
Thursday
Thurs.day thırz'di, thırz'dey isim perşembe.
thus and so
filan şey. 2. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde, şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece.
thus and thus
filan şey. 2. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde, şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece.
thus far
şimdiye kadar; bu zamana kadar; o zamana kadar; buraya kadar; oraya kadar.
thus
thus dh^s zarf 1. bu şekilde, böyle, böylece; şu şekilde, şöyle, şöylece; o şekilde, öyle, öylece: Things continued thus for twenty years. Yirmi yıl boyunca işler böyle gitti. 2. bu yüzden; o yüzden: There's no electricity; thus we can't use it. Elektrik yok; bu yüzden onu kullanamıyoruz.
thwack
thwack thwäk fiil küt diye vurmak. isim 1. küt diye ses çıkaran vuruş. 2. küt.
thwart
thwart thwôrt fiil engellemek; kösteklemek; karşı gelmek.
thy
thy dhay sıfat, eski senin.
thyme
thyme taym isim kekik.
Tibet
Ti.bet tîbet' isim Tibet.
Tibetan
isim 1. Tibetli. 2. Tibetçe. sıfat 1. Tibet, Tibet'e özgü. 2. Tibetçe. 3. Tibetli.
tic
tic tîk isim, tıbbi tik.
tick someone off
konuşma dili birini sinirlendirmek/kızdırmak.
tick
tick tîk fiil 1. (saat) tik tak etmek, işlemek, çalışmak. 2. off (listede bulunan bir maddenin) yanına işaret koymak: I need to tick off his name. Onun ismini işaretlemem lazım. 3. along (işler) iyi gitmek; (biri) mutlu bir şekilde yaşamak, hayatından memnun olmak: "How's Mahir?" "He's ticking right along." "Mahir nasıl?" "Yuvarlanıp gidiyor." isim 1. (işleyen saatin
1386
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
çıkardığı) tik tak sesi, tik tak. 2. listede bulunan maddenin yanına konulan işaret. ticker tape
(borsa fiyatlarını kaydeden cihazda kullanılan) kâğıt şerit.
ticker
tick.er tîk'ır isim 1. argo kalp, yürek. 2. borsa fiyatlarını kâğıt şeride kaydeden cihaz. 3. argo saat.
ticket booth
bilet gişesi.
ticket stub
bilet koçanı. 2. (tiyatro, sinema v.b.'ne girdikten sonra müşterinin elinde kalan) bilet parçası.
ticket
tick.et tîk'ît isim 1. bilet. 2. fiyat etiketi. 3. trafik cezası verilen kimseye cezasının mahiyetini bildiren resmi kâğıt. 4. (seçimde) bir partinin aday listesi. fiil 1. etiketlemek, etiket koymak. 2. (birine) trafik cezası yazmak.
tickle
tick.le tîk'ıl fiil gıdıklamak.
ticklish
tick.lish tîk'lîş sıfat 1. kolayca gıdıklanan (kimse). 2. gıdıklanınca hemen ürperen (yer). 3. çok dikkat isteyen, nazik (mesele).
tidal wave
deprem dalgası, tsunami.
tidal
tid.al tayd'ıl sıfat 1. gelgite/meddücezre ait. 2. gelgitten/meddücezirden ileri gelen. 3. gelgitten/meddücezirden etkilenen.
tidbit
tid.bit tîd'bît isim 1. lezzetli bir lokma (yiyecek). 2. birinin ilgisini çekecek bir haber.
tide someone over
birini (bir zaman boyunca/bir zamana kadar) geçindirmek.
tide
tide tayd isim gelgit, meddücezir.
tidings
ti.dings tay'dîngz isim, çoğul haberler.
tidy oneself up
kendine bir çekidüzen vermek, üstünü başını düzeltmek.
tidy
ti.dy tay'di sıfat 1. düzenli, derli toplu, muntazam. 2. oldukça büyük, hatırı sayılır (bir miktar). fiil (up) (dağınık bir yeri veya eşyayı) toplamak, bir düzene sokmak, -e bir çekidüzen vermek: Let's tidy up this
1387
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
room. Bu odayı toplayalım. She tidied up her papers. Kâğıtlarını bir düzene soktu. tie in to
uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile) bağlantı kurmak.
tie in with
uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile) bağlantı kurmak.
tie in
uymak; (ile) bağlantısı olmak; (-e) uydurmak; (ile) bağlantı kurmak.
tie someone down
(şartlar) birini bir yerde kalmaya mecbur etmek, birini (bir yere) mıhlamak; (şartlar) birinin başka bir şey yapmasına izin vermemek: His qob has tied him down. İşi yüzünden bir yere gidemez oldu. 2. to (bir şey) hakkında (birinden) söz almak.
tie someone up
birini iple bağlayarak etkisiz hale getirmek. 2. (bir iş) birini başka bir şey yapamayacak kadar meşgul etmek.
tie the knot
konuşma dili evlenmek.
tie
tie tay fiil (tied, tying) 1. bağlamak. 2. (düğüm) atmak; (kravat) bağlamak; (ayakkabının bağını) bağlamak. 3. bağlanmak: An apron ties at the back. Önlükler arkadan bağlanır. 4. berabere kalmak; (bir takım, biri) puan kazanarak (başka takımla, başkasıyla) berabere kalmak.
tiepin
tie.pin tay'pîn isim kravat iğnesi.
tier
tier tîr isim 1. (üst üste dizilmiş şeylerde) dizi, sıra. 2. katman, tabaka.
tie-up
tie-up tay'^p isim 1. (iş veya trafikte) aksama. 2. bağlantı, rabıta.
tiff
tiff tîf isim ufak bir kavga/anlaşmazlık.
tiger lily
pars zambağı, kaplan postu.
tiger
ti.ger tay'gır isim kaplan.
tight
tight tayt sıfat 1. sıkışmış: The lid of the qar is so tight I can't open it. Kavanozun kapağı öyle sıkışmış ki açamıyorum. 2. iyice gerilmiş, gergin. 3. dar veya sıkı (giysi). 4. aralarında az aralık bulunan, sık (saflar). 5. konuşma dili sıkı, cimri. 6. konuşma dili sarhoş. 7. 1388
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
temin edilmesi zor (bir malzeme). zarf sıkı, sıkı bir şekilde: Hold on tight! Sıkı tutun/sarıl! tighten one's belt
kemerini sıkmak, daha tutumlu davranmak.
tighten up on
(kanunu) daha etkili bir hale getirmek, sertleştirmek.
tighten
tight.en tayt'ın fiil (vida v.b.'ni) sıkıştırmak; (kemer v.b.'ni) sıkmak; (adale, ip v.b.'ni) germek; gerilmek, gerginleşmek.
tightfisted
tight.fist.ed tayt'fîs'tîd sıfat eli sıkı, cimri.
tightlipped
tight.lipped tayt'lîpt' sıfat ağzı sıkı, ağzı pek, ağzı kilitli, sır saklayan, ketum.
tightrope walker
ip cambazı.
tightrope
tight.rope tayt'rop isim cambazların üzerinde yürüdüğü sıkı gerilmiş ip.
tights
tights tayts isim, çoğul leotar.
tightwad
tight.wad tayt'wad isim, konuşma dili cimri.
tigress
ti.gress tay'grîs isim dişi kaplan.
Tigris
Ti.gris tay'grîs isim bakınız the Tigris
tile
tile tayl isim 1. kiremit. 2. karo; karo fayans, fayans; karo seramik, seramik; karo mozaik; çini. 3. künk. fiil 1. (damı) kiremitle kaplamak. 2. (duvarı, yeri) karoyla kaplamak.
till further notice
yeni bir talimat verilene kadar, yeni bir duyuruya kadar.
till further orders
başka emir gelinceye kadar.
till when
konuşma dili bakınız until when
Till when?
konuşma dili bakınız Until when?
till
till tîl edat, bağlaç -e kadar: till Monday pazartesiye kadar. till Ankara Ankara'ya kadar.
tiller
till.er tîl'ır isim (dümene takılan) yeke.
tilt over
yan yatarak devrilmek.
tilt something over
bir şeyi yan yatırarak devirmek.
tilt the balance
(bir şey) (başka bir şeyin) sonucunu etkilemek: Your vote has tilted the balance in our favor. Oyunuz sayesinde sonuç bizim lehimize oldu.
1389
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük tilt
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tilt tîlt fiil 1. (bir şeyi) (bir yöne) yatırmak veya eğmek: He tilted his chair back. Sandalyesini arkaya doğru yatırdı. 2. yan yatmak, bir yöne doğru eğilmek. isim meyil, eğim.
timber
tim.ber tîm'bır isim 1. kereste. 2. kalas; kadron; kiriş. 3. denizcilikle ilgili (ağaç teknedeki) kaburga, eğri. 4. yetişmekte olan kerestelik ağaçlar.
timberland
tim.ber.land tîm'bırländ isim kerestelik ağaçların yetiştiği arazi.
timberline
tim.ber.line tîm'bırlayn isim ağaç sınırı.
timbre
tim.bre tîm'bır, täm'bır isim tını, tınnet, özel ses tonu.
time after time
defalarca.
time and again
defalarca.
time deposit
vadeli mevduat.
Time is money.
Vakit nakittir.
Time is pressing.
Vakit dar.
time of life
yaş.
time signature
müzik zaman işareti.
time zone
saat dilimi.
time
time taym isim zaman, vakit: It'll take a long time. Çok zaman ister. It's time for bed. Artık yatma zamanı geldi. Now's exactly the right time! Şimdi tam zamanı! We had a good time. İyi vakit geçirdik. What time're they coming? Ne zaman geliyorlar? What time is it? Saat kaç? I don't have the time to do it. Onu yapacak zamanım yok. Life was simpler back in their time. Onların zamanında hayat daha basitti.
time-consuming
time-con.sum.ing taym'kınsumîng sıfat vakit alan.
timekeeper
time.keep.er taym'kipır isim zaman hakemi; saat hakemi.
timeless
time.less taym'lîs sıfat 1. belirli bir zamana/çağa ait olmayan. 2. ebedi, hiç bitmeyen.
1390
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük timely
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
time.ly taym'li sıfat 1. zaman açısından yerinde, zamanına uygun. 2. zamanında yapılan; belirtilen zaman içinde teslim edilmiş/verilmiş.
time-out
time-out taym'aut' isim, spor (oyun sırasında özel bir nedenle verilen) mola.
timepiece
time.piece taym'pis isim saat.
times table
çarpım tablosu.
Time's up!
Zaman bitti!
times
times taymz edat kere, çarpı: Four times five equals twenty. Dört kere beş yirmi eder.
timetable
time.ta.ble taym'teybıl isim 1. (tren, otobüs, vapur, uçağa ait) tarife. 2. belli zaman dilimlerine ayrılmış program.
timid
tim.id tîm'îd sıfat ürkek, korkak.
timidity
ti.mid.i.tyisim ürkeklik, korkaklık.
timing
tim.ing tay'mîng isim 1. zamanlama, (bir şeyi) en uygun zamanda yapma. That player's got a good sense of timing. O oyuncu iyi zamanlama yapıyor. 2. zamanlama, ayarlama, rastlatma. 3. (motorda) avans ayarı. 4. zamanını ölçme. 5. hızını ölçme.
timorous
tim.or.ous tîm'ırıs sıfat ürkek, korkak.
timpani
tim.pa.ni tîm'pıni isim, müzik timpani.
timpanist
tim.pa.nist tîm'pınîst isim, müzik timpanist.
tin
tin tîn isim 1. kalay. 2. teneke. 3. İngiliz İngilizcesi teneke kutu, teneke. fiil (tinned, tinning) 1. kalaylamak, kalay tabakasıyla kaplamak. 2. İngiliz İngilizcesi (bir şeyi) teneke kutu içine koymak, kutulamak. sıfat teneke, tenekeden yapılmış.
tincture of iodine
tentürdiyot.
tincture
tinc.ture tîngk'çır isim tentür.
tinder
tin.der tîn'dır isim (kav gibi) kuru ve çabuk tutuşan madde.
tine
tine tayn isim (çatala ait) diş.
tinfoil
tin.foil tîn'foyl isim folyo. 1391
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ting
ting tîng isim çınlama sesi. fiil çınlamak; çınlatmak.
tinge
tinge tînc fiil 1. with -i hafif bir şekilde (bir renge) boyamak. 2. with (-in kokusu) hafifçe (havaya) yayılmak; (-in tadı) (bir yemekte) azıcık bulunmak. 3. with -e biraz ... katmak. isim (bir şeyden) azıcık bir miktar.
tingle
tin.gle tîng'gıl fiil 1. tatlı bir şekilde ürpermek; (vücutta bir yer) karıncalanmak: Her cheeks were tingling in the cold air. Soğuk, yanaklarını ısırıyordu. 2. çınlamak. isim 1. tatlı bir ürperti; (vücudun bir yerinde) karıncalanma. 2. çınlayış, çınlama.
tinker
tink.er tîngk'ır isim (gezici) tenekeci. fiil 1. (tamirci olmayan biri) bir şeyi tamir etmeye çalışmak; bir şeyi düzeltmeye çalışmak. 2. denemeler yaparak bir sonuca varmaya çalışmak. 3. with (bir şeyi) tamir etmeye çalışmak; (bir şeyi) düzeltmeye çalışmak. 4. with (tamir veya düzeltme amacıyla) -i kurcalamak, -i ellemek.
tinkle
tin.kle tîng'kıl fiil çıngırdamak; çıngırdatmak. isim çıngırtı.
tinner
tin.ner tîn'ır isim kalaycı.
tinny
tin.ny tîn'i sıfat 1. teneke gibi. 2. tiz ve çirkin (madeni ses).
tinsel
tin.sel tîn'sıl isim (kısa kesilmiş) gümüşi şeritler.
tint
tint tînt isim 1. (renkte) açık bir ton. 2. renk. fiil (bir şeyi) (bir rengin açık bir tonuna) boyamak: Cazibe tints her hair blue. Cazibe saçına mavi bir ton veriyor.
tiny
ti.ny tay'ni sıfat ufacık, küçücük, minicik, minnacık, minimini.
tip one's hat
(saygı veya nezaketle) şapkasını kaldırıp tekrar başına koymak.
tip the scales at
(tartılınca) (belirli bir ağırlık) çekmek.
tip
tip tîp fiil (tipped, tipping) 1. bir yana yatırmak veya eğmek; bir yana yatmak veya eğilmek. 2. over devirmek; devrilmek. 3. İngiliz İngilizcesi boca etmek, 1392
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
dökmek, boşaltmak. isim, İngiliz İngilizcesi 1. çöplük. 2. çok dağınık yer. tip-off
tip-off tîp'ôf isim, konuşma dili tüyo, herkesin bilmediği bir haber/bilgi.
tipsy
tip.sy tîp'si sıfat çakırkeyif, yarı sarhoş.
tiptoe
tip.toe tîp'to fiil ayaklarının ucuna basarak ilerlemek. isim bakınız on tiptoe
tire chain
lastik zinciri.
tire someone out
birini çok yormak.
tire
tire tayr fiil 1. yormak; yorulmak. 2. bıktırmak; of -den bıkmak, -den usanmak.
tired
tired tayrd sıfat yorgun.
tireless
tire.less tayr'lîs sıfat 1. yorulmak bilmez (kimse). 2. bitmez tükenmez (enerji).
tirelessly
tirelesslyzarf yorulmadan, bıkmadan, usanmadan.
tiresome
tire.some tayr'sım sıfat can sıkıcı, sıkıcı, bezdirici, bıktırıcı.
tissue
tis.sue tîş'u isim 1. biyoloji doku. 2. bir tür ince ambalaj kâğıdı. 3. kâğıt mendil.
tit for tat
misilleme, (birbirine) aynı biçimde karşılık verme.
tit
tit tît isim bakınız tit for tat give someone tit for tat
titbit
tit.bit tît'bît isim bakınız tidbit
tithe
tithe taydh isim bir Hristiyanın kiliseye vermek üzere ayırdığı gelirinin yüzde onu. fiil gelirinin yüzde onunu kiliseye vermek.
titillate
tit.il.late tît'ıleyt fiil içini gıcıklamak; zevkini okşamak.
titivate
tit.i.vate tît'ıveyt fiil içini gıcıklamak; zevkini okşamak.
title deed
tapu senedi, tapu.
title page
başlık sayfası.
title
ti.tle tayt'ıl isim 1. (kitap, piyes, film v.b.'ne ait) isim, ad; (bir yazı, kitap bölümü v.b. için) başlık. 2. unvan. 3. şampiyonluk, şampiyon unvanı. 4. tapu senedi, tapu.
titter
tit.ter tît'ır fiil kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak. isim kıkırdayış, kıkırdama. 1393
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tittle
tit.tle tît'ıl isim bakınız every qot and tittle not one tittle
tittle-tattle
tit.tle-tat.tle tît'ıl.tät'ıl isim ufak dedikodu, laklak, laklakıyat.
tizzy
tiz.zy tîz'i isim, konuşma dili gereksiz telaş veya heyecan.
to a degree
bir dereceye kadar, biraz.
to a fault
aşırı derecede.
to a man
onların hepsi: To a man they were for it. Onların hepsi onu destekliyordu.
to a T
tam bir şekilde, tam: It suits you to a T. Tam sana göre bir şey.
to a woman
onların hepsi: To a man they were for it. Onların hepsi onu destekliyordu.
to all appearances
görünüşe göre.
to and fro
bir yandan öbür yana; bir aşağı bir yukarı.
to be able to
-ebilmek: to be able to go gidebilmek.
to be concluded
devamı var, arkası var.
to be impractical
pratik davranmamak.
to be sure
muhakkak.
to boot
bir de, hem de: I'll give you a pony, and a million liras to boot. Sana bir midilli, üstüne de bir milyon lira vereceğim. She's bad-tempered, and ugly to boot. Kendisi huysuz, bir de çirkin.
to come
önümüzdeki, gelecek: in the years to come gelecek yıllarda.
to date
bugüne kadar.
to good purpose
iyi sonuç vererek, yararlı biçimde.
To hell with it.
Boş ver.
to let
kiralık.
to make matters worse
işin daha da kötüsü, üstüne üstlük: To make matters worse, she's bringing Mesude with her. Üstüne üstlük beraberinde Mesude'yi getiriyor.
to my face
yüzüme karşı.
to my knowledge
bildiğim kadarıyla, bildiğime göre. 1394
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
to my mind
kanımca, benim düşünceme göre.
to my way of thinking
bence, bana göre.
to no avail
faydası yok; boşuna.
to no purpose
boşuna, boş yere.
to one's cost
kendi zararına: To my cost, I learned he was a swindler. Kendi zararıma onun dolandırıcı olduğunu öğrendim.
to one's dismay
korktuğu gibi.
to one's heart's content
canının istediği kadar, doyasıya, doya doya, kana kana.
to one's name
kendine özgü.
to say nothing of
.. de caba.
to say the least
en azından.
to some extent
bir yere kadar: I agree with you to some extent. Bir yere kadar seninle hemfikirim.
to spare
fazla: I had only ten thousand liras to spare. Bende ancak on bin lira kalmıştı.
to speak of
bahsetmeye değer, önemli: We've had no snow to speak of all winter. Kış boyunca hiç doğru dürüst kar yağmadı.
to start with
başlangıçta. 2. ilkin, evvela.
to that effect
o anlamda.
to the bearer
hamiline.
to the best advantage
en faydalı şekilde.
to the best of one's ability
yapabildiği kadar.
to the core
tam, tam bir, sapına kadar, katıksız, halis muhlis.
to the end that
gayesi ile, amacıyla.
to the full extent of his power
elinden geldiği kadar.
to the good
iyi, faydalı. 2. lehinde: That goal put us four points to the good. O gol bize dört puan kazandırdı.
to the last
sonuna kadar.
to the nth degree
son derece.
to the point
tam yerinde, isabetli.
to the purpose
isabetli, yerinde.
to the tune of
melodisiyle. 2. tutarında.
to the utmost
alabildiğine, son derece. 1395
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
to top it all off
üstüne üstlük.
to top it off
üstüne üstlük.
to wit
yani, demek ki.
to
to tu edat 1. -e; -e doğru: They went to Ankara. Ankara'ya gittiler. Give the money to her! Parayı ona ver! 2. -e, -e kadar: The snow came up to our knees. Kar dizlerimize kadardı. He stayed here from June to September. Hazirandan eylüle kadar burada kaldı. How far is it from here to Sarıyer? Burası Sarıyer'den ne kadar uzak? 3. -e göre. His story sounds fishy to me. Anlattıkları bana yalan gibi geliyor. 4. (zamanla ilgili) e kala; -e: Come at a juarter to six. Altıya çeyrek kala gel. 5. ... başına, ... karşılığında (Belirli bir miktarı belirtmek için kullanılır.): This car gets forty kilometers to the liter. Bu araba litre başına kırk kilometre yapar. 6. ila, arasında: That cistern's six to seven meters deep. O sarnıcın derinliği altı ila yedi metre. 7. -e (Maçlarda kazanılan puanları söylemek için kullanılır.): "What's the score?" "Beşiktaş is leading, six to nothing." "Kaça kaç?" "Beşiktaş önde, altıya sıfır." 8. -mek, -mak (mastarın bir öğesi): to go gitmek. zarf bakınız to and fro
toad
toad tod isim karakurbağası, otlubağa.
toady
toad.y to'di isim dalkavuk, kuyruk sallayıcı, yağcı. fiil (to) (-e) dalkavukluk etmek, kuyruk sallamak, yağ çekmek.
toast
toast tost isim (birinin) sıhhatine veya şerefine içme. fiil (birinin) sıhhatine veya şerefine içmek.
toaster
toast.er tos'tır isim (elektrikli) ekmek kızartıcısı.
tobacco
to.bac.co tıbäk'o isim tütün.
toboggan
to.bog.gan tıbag'ın isim bir tür alçak kızak. fiil kızakla kaymak/gitmek.
today
to.day tıdey' zarf 1. bugün. 2. bu günlerde, şimdi. isim 1. bugün. 2. bugün, içinde bulunduğumuz çağ veya 1396
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
zaman.
toddle
tod.dle tad'ıl fiil (yeni yürümeye başlayan çocuk) sendeleye sendeleye yürümek/ilerlemek.
toddler
tod.dlerisim yeni yürümeye başlayan çocuk.
to-do
to-do tıdu' isim şamata, curcuna, hayhuy, gürültü.
toe the line
kendisinden istenilenleri/beklenilenleri yapmak, kurallara uymak.
toe the mark
kendisinden istenilenleri/beklenilenleri yapmak, kurallara uymak.
toe
toe to isim 1. ayak parmağı. 2. (ayakkabıda) burun. 3. (çorapta) uç.
toenail
toe.nail to'neyl isim ayak tırnağı.
toffee
tof.fee taf'i isim bir tür şekerleme.
tog
tog tag isim, çoğul (belirli bir kullanım için) giysiler: beach togs plaj giysileri.
together
to.geth.er tûgedh'ır, tıgedh'ır zarf beraber, birlikte.
toil
toil toyl fiil 1. (at/over) ıkına sıkına/ıklaya sıklaya çalışmak. 2. ıkıl ıkıl ilerlemek/yürümek. isim ıkına sıkına/ıklaya sıklaya çalışma.
toilet bowl
klozet, alafranga hela taşı.
toilet paper
tuvalet kâğıdı.
toilet seat
klozet üstüne tutturulan oturma yeri.
toilet
toi.let toy'lît isim 1. klozet, alafranga hela taşı; hela taşı, alaturka hela. 2. tuvalet, apteshane, ayakyolu, hela. 3. tuvalet, yıkanıp giyinip taranma işi.
toiletries
toi.let.ries toy'lîtriz isim (sabun, diş macunu, kolonya gibi) tuvalet malzemeleri.
token
to.ken to'kın isim 1. simge, sembol, işaret. 2. hatıra, yadigâr. 3. qeton; marka. 4. bir şeyin satın alınmasında para yerine geçen belge: gift token hediye çeki. sıfat 1. simgesel, sembolik. 2. göstermelik, mostralık, yapmacık.
told in confidence
sır olarak söylenmiş. 1397
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
told
told told fiil bakınız tell
tolerable
tol.er.a.ble tal'ırıbıl sıfat 1. tahammül olunabilir. 2. kabul olunabilir. 3. ne iyi ne kötü, orta derecede olan.
tolerance
tol.er.ance tal'ırıns isim 1. hoşgörü, müsamaha, tolerans. 2. (organizma v.b.'ne özgü) tahammül, dayanma. 3. tolerans, özür payı.
tolerant
tol.er.ant tal'ırınt sıfat hoşgörülü, müsamahakâr, müsamahalı, toleranslı.
tolerate
tol.er.ate tal'ıreyt fiil 1. izin vermek, müsaade etmek. 2. hoş görmek, müsamaha etmek; göz yummak. 3. (organizma v.b.) -e tahammül etmek, -e dayanmak.
toleration
tol.er.a.tion talırey'şın isim 1. izin verme, müsaade etme. 2. tahammül, dayanma.
toll call
ücrete tabi konuşma.
toll road
paralı yol.
toll
toll tol fiil (çan) ağır ağır çalmak; (çanı) ağır ağır çalmak.
tomato paste
(koyu) domates salçası.
tomato
to.ma.to tımey'to isim (tomatoes) domates.
tomb
tomb tum isim 1. lahit; türbe. 2. mezar, kabir.
tomboy
tom.boy tam'boy isim erkeksi kız, erkek Fatma, erkek Ayşe.
tombstone
tomb.stone tum'ston isim mezar taşı.
tomcat
tom.cat tam'kät isim erkek kedi.
tomfoolery
tom.fool.er.y tamfu'lıri isim ahmaklık, saçmalık, aptallık, aptalca davranış veya söz.
tomorrow
to.mor.row tımar'o zarf, isim yarın.
tom-tom
tom-tom tam'tam isim tamtam.
ton
ton t^n isim ton (3888 kg.).
tone something down
bir şeyin rengini veya ifade tarzını yumuşatmak.
tone
tone ton isim 1. (ses veya renge ait) ton. 2. müzik aralık, iki nota arasında ses farkı. 3. form, istenilen ve olması gereken durum. 4. (bir yere özgü manevi) hava, atmosfer. 1398
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
toner cartridge
toner kartuşu.
toner
ton.er to'nır isim (fotokopi makinesinde kullanılan) toner, tonlandırıcı.
tongs
tongs tôngz, tangz isim, çoğul maşa.
tongue depressor
tıbbi dil basacağı, abeyslang.
tongue in cheek
bıyık altından gülerek.
tongue twister
söylenmesi dile zor gelen uzun sözcük veya cümle.
tongue
tongue t^ng isim 1. anatomi dil. 2. dil, lisan.
tongue-tied
tongue-tied t^ng'tayd sıfat (utanç, heyecan, korku v.b.'nden) dili tutulmuş.
tonic
ton.ic tan'îk isim 1. tonik, kuvvet verici ilaç. 2. (bazı içkilere katılan) tonik. 3. müzik tonik.
tonight
to.night tınayt' zarf, isim bu gece.
tonnage
ton.nage t^n'îc isim tonaq.
tonsil
ton.sil tan'sıl isim, anatomi bademcik.
Too bad!
Ne yazık!
too good to be true
inanılmayacak kadar iyi.
too late
fazla geç.
too much
fazla: You've given me too much change. Bana fazla para verdin.
too
too tu zarf 1. fazla, gereğinden çok: It's too early to go. Gitmek için fazla erken. 2. de: You too can learn Arabic. Sen de Arapça öğrenebilirsin. You have to get rid of that house and the Mercedes too! O evi, bir de Mercedes'i elden çıkarman şart! 3. (Cümleyi vurgulamak için kullanılır.):] "I didn't sock him!" "You did too!" "Ona yumruk atmadım." "Attın!"
took
took tûk fiil bakınız take
tool
tool tul isim 1. alet, el aleti. 2. araç, vasıta. 3. piyon, başkasının istediği gibi kullandığı kimse. 4. kaba penis, alet, babafingo. fiil arabada gitmek; (arabayı) sürmek; (birini) (arabada) (bir yere) götürmek.
toot one's own horn
kendi reklamını kendi yapmak, kendini övmek.
1399
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük toot
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
toot tut fiil (kornayı, düdüğü, boruyu) çalmak; (korna, düdük, boru) çalmak. isim korna, düdük veya boru sesi.
tooth and nail
kıyasıya, var gücüyle, çok şiddetli bir şekilde.
tooth
tooth tuth isim (teeth) diş.
toothache
tooth.ache tuth'eyk isim diş ağrısı.
toothbrush
tooth.brush tuth'br^ş isim diş fırçası.
toothpaste
tooth.paste tuth'peyst isim diş macunu.
toothpick
tooth.pick tuth'pîk isim kürdan.
toothsome
tooth.some tuth'sım sıfat lezzetli.
top hat
silindir şapka.
top secret
çok gizli.
top someone up
(birinin kısmen boşalmış kabını) (bir sıvıyla) doldurmak.
top something off with
bir şeyi (... ile) noktalamak/tamamlamak.
top something off
bir şeyi (... ile) noktalamak/tamamlamak.
top something up
(birinin kısmen boşalmış kabını) (bir sıvıyla) doldurmak.
top
top tap fiil (topped, topping) 1. (bir yerin) tepesine/başına varmak; (bir şeyin) tepesinde/başında/üstünde bulunmak: That song has topped the charts for weeks. O şarkı haftalarca listelerin başında kaldı. 2. (bir yerin) üstünden geçmek. 3. (bir şeyin) üstüne sürmek: She topped the cake with whipped cream. Kekin üstüne çırpılmış krema sürdü. 4. (bir bitkinin) üst kısmını kesmek veya koparmak. 5. den fazla olmak, -i aşmak; -den iyisini yapmak; -i gölgede bırakmak: Do you know a story that can top his? Onunkine taş çıkartacak bir hikâye biliyor musun?
topcoat
top.coat tap'kot isim 1. hafif palto. 2. (boyanmış yüzeyde) son kat boya, son kat.
top-heavy
top-heav.y tap'hevi sıfat 1. havaleli, yıkılacak gibi. 2. gerekenden fazla yönetici bulunan (bir yönetim).
topic
top.ic tap'îk isim konu, mevzu.
1400
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük topless
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
top.less tap'lîs sıfat 1. üstsüz, göğsü/memeleri örtülü olmayan (kadın). 2. kadının göğsünü/memelerini örtmeyen (giysi).
topmost
top.most tap'most sıfat en üstteki.
top-notch
top-notch tap'naç sıfat en iyi kalite, birinci sınıf, üstün.
topple
top.ple tap'ıl fiil (over/down) (havaleli bir şey) devrilmek/yıkılmak; (havaleli bir şeyi) devirmek/yıkmak.
topsy-turvy
top.sy-tur.vy tap'si.tır'vi zarf 1. altüst, baş aşağı. 2. karmakarışık bir durumda. sıfat 1. altüst olmuş. 2. karmakarışık, karman çorman.
torch
torch tôrç isim 1. meşale. 2. İngiliz İngilizcesi el feneri, fener.
tore
tore tôr fiil bakınız tear
torment
tor.ment tôr'ment isim 1. ıstırap, azap. 2. işkence. 3. eziyet çektiren kimse; eziyet veren şey.
tormentor
tor.men.torisim eziyet eden kimse.
torn to ribbons
lime lime olmuş.
torn
torn tôrn fiil bakınız tear
tornado
tor.na.do tôrney'do isim (tornadoes/tornados) tornado.
torpedo boat
hücumbot. 2. torpidobot, torpido.
torpedo
tor.pe.do tôrpi'do isim, askeri (torpedoes) torpil. fiil 1. torpillemek, torpil ile tahrip etmek veya batırmak. 2. baltalamak; mahvetmek; ziyan etmek.
torpid
tor.pid tôr'pîd sıfat uyuşuk.
torpor
tor.por tôr'pır isim uyuşukluk.
torque
torjue tôrk isim eğilme momenti, moment.
torrent
tor.rent tôr'ınt isim sel, taşkınca akan su.
torrential
tor.ren.tial tôren'şıl sıfat çok şiddetli yağan (yağmur).
torrid
tor.rid tôr'îd sıfat 1. çok sıcak. 2. sevda dolu, ihtiras dolu.
torsion
tor.sion tôr'şın isim burulma, torsiyon.
torso
tor.so tôr'so isim 1. (insana ait) gövde. 2. gövde heykeli. 1401
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tortoise
tor.toise tôr'tıs isim kara kaplumbağası, kaplumbağa.
tortoiseshell
tor.toise.shell tôr'tıs.şel isim bağa, kaplumbağa kabuğu veya bunu andıran bir madde. sıfat bağadan yapılmış, bağa.
tortuous
tor.tu.ous tôr'çuwıs sıfat 1. yılankavi, çok dolam-baçlı. 2. dolaşık, çapraşık (yöntem, hareket). 3. dalavereli. 4. fazlasıyla komplike, çetrefil.
torture
tor.ture tôr'çır isim 1. işkence, işkence etme/yapma. 2. ıstırap, azap, işkence. fiil işkence etmek/yapmak.
toss a coin
yazı tura atmak.
toss and turn
(uzanmışken, uykudayken) bir yandan öbür yana dönmek.
toss for
yazı tura atarak (bir şeyi) karara bağlamak.
toss one's hat into the ring
adaylığını ilan etmek.
toss someone for something
bir şeyi kazanmak için biriyle yazı tura atmak.
toss someone out
birini dışarı atmak, birini kapı dışarı etmek. 2. birini işten atmak/çıkarmak.
toss someone up in the air
bir şeyi /birini havaya atmak/fırlatmak.
toss something about
(birkaç kişi) bir konuyu tartışıp konuşmak.
toss something around
(birkaç kişi) bir konuyu tartışıp konuşmak.
toss something in
bir fikri ortaya atmak.
toss something off
bir içkiyi yuvarlayıvermek. 2. bir şeyi yapıvermek. 3. bir şeyi döktürüvermek, bir şeyi söyleyivermek veya yazıvermek. 4. bir giysiyi çıkarıvermek/fora etmek.
toss something out
bir şeyi çöpe atmak.
toss something up in the air
bir şeyi /birini havaya atmak/fırlatmak.
toss
toss tôs fiil 1. (yavaşça veya rasgele) atmak, fırlatmak veya saçmak. 2. on çabucak ve gelişigüzel giymek, sırtına geçirivermek. 3. bir yandan öbür yana şiddetle sallamak. 4. in (bir yiyeceği) (bir sıvıyla) hafifçe karıştırmak. 5. (bir tepki olarak) (başını) birdenbire arkaya doğru savurmak veya (burnunu) kıvırmak: She tossed her head angrily and walked out of the room. Başını öfkeyle arkaya doğru savurup odadan çıktı. 6. 1402
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(at) (biniciyi) sırtından atmak. 7. off (sanki işten bile değilmiş gibi) (bir şeyi) yaratıvermek. 8. (uzanmışken, uykudayken) bir yandan öbür yana dönmek. 9. konuşma dili (bir şeyi) çöpe atmak. isim 1. spor (top, gülle v.b. için) atma, atış. 2. (bir tepki olarak) (başını) birdenbire arkaya doğru savurma. 3. (yazı tura) atma, (yazı turada) atış: He won the first toss. İlk atışta o kazandı. toss-up
toss-up tôs'^p isim 1. kimin kazanacağı hiç belli olmayan bir durum. 2. hangi seçeneğin daha iyi olduğu hiç belli olmayan bir durum. 3. yazı tura atma.
tot
tot tat isim 1. küçük çocuk. 2. (içki için) azıcık miktar, azıcık, damla.
total amount
tutar.
total
to.tal tot'ıl sıfat tam, eksiksiz; ilgili olan her şeyi içeren: total darkness zifiri karanlık. total cost toplam maliyet. total amount toplam. isim toplam; bütün; tutar. fiil (totaled/totalled, totaling/totalling) 1. toplamak, toplamını bulmak. 2. -in toplamı (belirli bir miktar) olmak. 3. konuşma dili çok hasar vererek kullanılmaz hale getirmek.
totalitarian
to.tal.i.tar.i.an totälıter'iyın sıfat totaliter.
totality
to.tal.i.ty totäl'ıti isim bütün, toplam: in its totality bütünüyle.
totally
to.tal.lyzarf tamamen.
tote
tote tot fiil, konuşma dili taşımak.
totem
to.tem to'tım isim totem, ongun.
totter
tot.ter tat'ır fiil sallanmak; sendelemek.
touch a sore point
hassas bir konuya/noktaya dokunmak.
touch a sore spot
hassas bir konuya/noktaya dokunmak.
touch base with
konuşma dili (biriyle) görüşmek, konuşmak.
touch base
konuşma dili (biriyle) görüşmek, konuşmak.
touch bottom
ayaklarını suyun dibine değdirmek. 2. (fiyat) en alt düzeye inmek. 3. en kötü aşamaya gelmek/varmak: They've touched bottom as far as their professional life 1403
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
is concerned. Onların mesleki hayatına gelince durum bundan kötü olamaz. touch down
(uçak) (yere veya denize) inmek.
touch something off
bir şeyi başlatmak, bir şeye sebep olmak.
touch something up
sadece gereken yerlere boya vurarak bir şeyin görünümünü düzeltmek, bir şeyi boyayla rötuş etmek. 2. bir şeyi rötuş etmek.
touch
touch t^ç fiil 1. dokunmak; değmek; temas etmek. 2. (içki, sigara, uyuşturucu) kullanmak. 3. yemek veya içmek: He didn't touch his food. Yemeğini ağzına sürmedi. 4. kıyaslanmak, ... kadar iyi olmak: Their book can't touch hers. Onların kitabı onunki kadar iyi olamaz./Nerede onların kitabı, nerede onunki! 5. duygulandırmak, dokunmak. 6. hafifçe vurmak. 7. ellemek, el sürmek, elle karıştırmak. 8. ile ilgilenmek, ile meşgul olmak. 9. dokunmak; istifade etmek. 10. for (birinden) (belirli bir miktar para) istemek. 11. ilgilendirmek. 12. on/upon -e değinmek, -e dokunmak, e temas etmek. 13. at (gemi) (bir yere) uğramak. 14. in (bir resimdeki detayı) hafif dokunuşlarla çizmek.
touch-and-go
touch-and-go t^ç'ıngo' sıfat belirsiz, sonucu belli olmayan/şüpheli.
touchdown
touch.down t^ç'daun isim (Amerikan futbolunda) gol.
touched
touched t^çt sıfat, konuşma dili kafadan kontak, kafası bir hoş.
touching
touch.ing t^ç'îng sıfat insanı duygulandıran, insanın içine işleyen, dokunaklı; insanın yüreğine dokunan.
touchstone
touch.stone t^ç'ston isim mihenk, denektaşı.
touchtone telephone
tuşlu telefon.
touchtone
touch.tone t^ç'ton isim bakınız touchtone telephone
touchy
touch.y t^ç'i sıfat 1. alıngan, kırılgan. 2. hassas (durum, konu).
tough
tough t^f sıfat 1. dayanıklı. 2. kart (et); sert (kösele v.b.). 3. sert; ödün vermeyen; müsamaha etmeyen. 4. 1404
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
zor (iş, kimse). 5. kanunları hiçe sayan insanların çok olduğu ve sık sık suç işlenen (yer). 6. saldırgan ve sık sık kaba kuvvete başvuran (kimse). isim kabadayı. fiil out dişini sıkıp -e karşı dayanmak. toughen
tough.en t^f'ın fiil 1. -i (zor durumlara alıştırarak) daha dayanıklı/güçlü yapmak; (zor durumlara alışarak) daha dayanıklı/güçlü olmak. 2. sertleştirmek; sertleşmek.
tour of duty
askeri (belirli bir yerdeki) görev süresi.
tour
tour tûr isim 1. tur; dolaşma. 2. turne. fiil dolaşmak.
tourism
tour.ism tûr'îzım isim turizm.
tourist class
turist mevkii.
tourist
tour.ist tûr'îst isim turist.
touristic
tour.is.tic tûrîs'tîk sıfat turistik.
tournament
tour.na.ment tır'nımınt isim turnuva.
tourniquet
tour.ni.juet tır'nıkît isim turnike, kanamayı durdurmaya yarayan bir tür sargı.
tousle
tou.sle tau'zıl fiil (saçı) karıştırmak, dağınık bir hale getirmek.
tow car
çekici, kurtarıcı.
tow truck
çekici, kurtarıcı.
tow
tow to fiil 1. (halat veya zincirle) çekmek; yedeğe almak, yedekte çekmek, yedeklemek. 2. (gemi) (bir veya birkaç mavnayı) itmek. isim 1. halat veya zincirle çekilen şey. 2. itilen birkaç mavna. 3. otomotiv çekme halatı veya zinciri; yedekleme halatı.
toward
to.ward tôrd edat 1. -e doğru, -in yanına doğru. 2. -e doğru, -e yakın (bir zaman). 3. -e karşı, için, hakkında. 4. doğrultusunda, yönünde: Some progress has been made toward the establishment of a new grading system. Yeni bir not verme sisteminin kurulmasında biraz ilerleme kaydedildi. 5. (bir şeyin) ödenmesi için.
towards
to.wardsedat 1. -e doğru, -in yanına doğru: towards the river (tôrdz) nehre doğru. 2. -e doğru, -e yakın (bir zaman): towards noon öğleye doğru. 3. -e karşı, için, 1405
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hakkında: What's her attitude towards him? Ona karşı tavrı ne? 4. doğrultusunda, yönünde. 5. (bir şeyin) ödenmesi için: That money can go towards what you owe me. O para senin bana olan borcunu ödemek için kullanılabilir. towel rack
havluluk, havlu asacağı.
towel
tow.el tau'wıl isim havlu.
tower
tow.er tau'wır isim kule. fiil over/above -in üstünden yükselmek.
towering
tow.er.ing tau'wırîng sıfat 1. çok yüksek. 2. büyük. 3. şiddetli, aşırı: He flew into a towering rage. Çok öfkelendi.
town council
belediye meclisi.
town hall
belediye binası.
town house
(sıraevlere ait) ev, sıraev.
town
town taun isim şehir, kent.
townspeople
towns.peo.ple taunz'pipıl isim şehir halkı.
toxic
tox.ic tak'sîk sıfat zehirli, toksik.
toy shop
oyuncakçı dükkânı.
toy
toy toy isim oyuncak. fiil 1. with -i yarı ciddi bir şekilde düşünmek. 2. with ile oynamak, -i elinde evirip çevirmek.
trace
trace treys isim bakınız kick over the traces
tracing paper
aydınger kâğıdı; şeffaf kopya kâğıdı.
tracing
trac.ing trey'sîng isim şeffaf kâğıt üzerine çıkarılan kopya.
track and field
atletizm.
track events
spor pist yarışları.
track lighting
raylara monte edilen lambalarla aydınlatma.
track record
konuşma dili (bir işte belirli bir süre boyunca gösterilen) performans.
track suit
eşofman.
track
track träk isim 1. iz. 2. ray, hat. 3. spor (yarışların yapıldığı) pist. 4. patika. 5. takip edilen yol: the track of 1406
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
a hurricane urağanın takip ettiği yol. 6. (tank v.b. tırtıllı araçlara ait) tırtıl, palet. fiil 1. -in izlerini takip etmek. 2. down -in izlerini takip edip yakalamak. 3. (up) ayak izlerini (bir yerde) bırakmak: You've tracked mud all over the house. Evin her tarafında çamurlu ayak izlerini bıraktın. Don't track up my kitchen floor! Mutfağımda ayak izi bırakma! 4. (hareket eden birini veya bir şeyi) takip etmek, izlemek. tract
tract träkt isim 1. geniş arazi. 2. tıbbi sistem, aygıt, cihaz.
tractable
trac.ta.ble träk'tıbıl sıfat söz dinler, yumuşak başlı, uysal.
traction
trac.tion träk'şın isim 1. çekme; çekilme. 2. çekme/çekiş gücü; sabit bir yüzeye temas ederek harekete geçen bir cismin o yüzeye temasında oluşan sürtünüm kuvveti/direnç. 3. tıbbi traksiyon, çekme gücüyle yaratılan gerginlik.
tractor
trac.tor träk'tır isim traktör.
trade deficit
ticaret açığı.
trade gap
ticaret açığı.
trade on
(bir şeyi) kendi yararına kullanmak.
trade route
ticaret yolu.
trade school
meslek okulu; teknik okul; sanat enstitüsü.
trade secret
mesleki sır, meslek sırrı.
trade something in for
bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade something in on
bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade something in
bir şeyi verip onun değerini başka bir şeyin bedelinden düşürerek (o şeyi) satın almak.
trade union
İngiliz İngilizcesi işçi sendikası, sendika.
trade wind
alize.
trade
trade treyd isim 1. ticaret. 2. zanaat, iş. fiil 1. ticaret yapmak. 2. (for) trampa etmek, değiş tokuş etmek. 3. 1407
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
with (birinden) alışveriş etmek; at (bir yerden) alışveriş etmek. trademark
trade.mark treyd'mark isim ticari marka, alameti farika.
trade-off
trade-off treyd'ôf isim bir şeyi elde etmek için başka bir şeyden vazgeçme.
tradesman
trades.man treydz'mın isim (tradesmen) (bir) esnaf; dükkâncı; zanaatçı.
tradesman's entrance
servis girişi/kapısı.
tradition
tra.di.tion trıdîş'ın isim gelenek, anane.
traditional
tra.di.tion.al trıdîş'ınıl sıfat geleneksel, ananevi.
traffic accident
trafik kazası.
traffic circle
göbekli kavşak, dönel kavşak.
traffic jam
trafik tıkanıklığı.
traffic light
trafik lambası.
traffic signal
trafik lambası.
traffic snarl
trafik tıkanıklığı.
traffic
traf.fic träf'îk isim 1. trafik: The traffic's heavy right now. Şu an trafik yoğun. 2. ticaret: narcotics traffic uyuşturucu ticareti. fiil in (yasalara aykırı bir şekilde) (bir şeyin) ticaretini yapmak.
tragedy
trag.e.dy träc'ıdi isim 1. tiyatro traqedi, tragedya, facia, ağlatı. 2. facia, çok üzüntü veren acıklı olay.
tragic
trag.ic träc'îk sıfat 1. feci, çok üzücü ve acıklı, traqik. 2. tiyatro traqik, traqediye ait.
trail
trail treyl fiil 1. (hafif şeyleri) sürümek, sürüklemek; sürünmek, sürüklenmek. 2. yavaşça gezdirmek: They trailed their fingertips through the water. Parmak uçlarını suyun yüzeyinde yavaşça gezdirdiler. 3. gelişigüzel uzanıp gitmek: The honeysuckle was trailing over the rotten log. Hanımeli çürük kütüğün üstünde uzanıp gidiyordu. 4. izlemek, takip etmek. 5. (başkalarının) gerisinde olmak. 6. along after (birinin) peşine takılmak. 7. along yavaş yavaş veya yorgun argın gitmek/yürümek. 8. off (ses) azalmak; (bir şey) 1408
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
canlılığını yitirmek: His voice trailed off to a whisper. Sesi azalarak fısıltıya dönüştü. 9. sarkmak, uzanmak, düşmek. isim 1. patika, keçiyolu. 2. (birinin ardında bıraktığı) izler. 3. (birinin peşinde/arkasında bıraktığı) şey: They left a trail of dust behind them. Arkalarında bir toz bulutu bıraktılar. trailer
trail.er trey'lır isim 1. römork; (kamyon veya traktöre takılan) treyler. 2. karavan. 3. fragman, tanıtma filmi. 4. yere yatay olarak uzanan bitki; sürüngen bitki.
train
train treyn isim 1. tren. 2. katar; kafile. 3. çok uzun bir eteğin yerde sürünen kısmı. 4. dizi, silsile, zincir.
trainer
train.er trey'nır isim antrenör.
training
train.ing trey'nîng isim 1. eğitim, terbiye, yetiştirim. 2. antrenman, idman.
traipse
traipse treyps fiil, konuşma dili yürümek.
trait
trait treyt isim özellik, hususiyet.
traitor
trai.tor trey'tır isim hain, hıyanet eden kimse.
traitorous
trai.tor.ous trey'tırıs sıfat hain; haince; hıyanet içeren.
tram
tram träm isim, İngiliz İngilizcesi tramvay.
tramline
tram.line träm'layn isim, İngiliz İngilizcesi tramvay hattı.
tramp ship
tramp gemi.
tramp steamer
tramp gemi.
tramp
tramp trämp fiil 1. kuvvetli adımlarla yürümek. 2. down (bir şeyi) ayak altında çiğnemek. 3. yürümek, dolaşmak; (bir yeri) dolaşmak. isim 1. berduş, serseri, kopuk. 2. konuşma dili sürtük, orospu. 3. kuvvetle atılan adımların sesi; rap rap. 4. yürüyüş.
trample
tram.ple träm'pıl fiil (down/on) ayak altında çiğnemek.
trampoline
tram.po.line trämpılin' isim trambolin.
trance
trance träns isim 1. kendinden geçme hali, vecit hali. 2. hipnoz, ipnoz.
tranquil
tran.juil träng'kwîl sıfat sakin, huzurlu, sükûnetli.
tranquility
tran.juil.ityisim sakinlik, sükûnet, sükûn. 1409
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tranquilize
tran.juil.izefiil sakinleştirmek, yatıştırmak.
tranquilizer
tran.juil.iz.er träng'kwılayzır isim, tıbbi sakinleştirici, yatıştırıcı, müsekkin.
tranquillise
tran.juil.lise träng'kwılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız tranquilize
tranquillity
tran.juil.lityisim sakinlik, sükûnet, sükûn.
tranqulliser
tran.juil.lis.er träng'kwılayzır isim, tıbbi, İngiliz İngilizcesi bakınız tranquilizer
transact business
iş görmek.
transact
trans.act tränsäkt', tränzäkt' fiil bakınız transact business
transaction of business
iş görme.
transaction
trans.ac.tion tränsäk'şın, tränzäk'şın isim bakınız transaction of business business transaction
transactions
trans.ac.tionsisim (kurum veya derneğe ait) tutanak, zabıt.
transatlantic
trans.at.lan.tic tränsıtlän'tîk, tränzıtlän'tîk sıfat 1. Atlas Okyanusunun ötesindeki. 2. Atlantik'i aşan veya geçen, transatlantik.
transcend
tran.scend tränsend' fiil -in sınırını aşmak/geçmek; -den büyük veya üstün olmak.
transcendent
tran.scen.dent tränsen'dınt sıfat 1. hepsini/başka her şeyi geçen/aşan: The poem's transcendent beauty can scarcely be felt in that translation. Şiirin üstün güzelliği o çeviride pek hissedilmiyor. 2. kozmosun dışında ve üstünde olan. 3. deneyüstü, transandantal, deneyin veya insan bilincinin sınırını aşan.
transcendental meditation
transandantal meditasyon.
transcendental
tran.scen.den.tal tränsenden'tıl sıfat 1. deneyüstü, transandantal, deneyin veya insan bilincinin sınırını aşan; doğaüstü. 2. matematik transandantal, aşkın.
transcribe
tran.scribe tränskrayb' fiil 1. (bir şeyin) kopyasını yazmak. 2. yazmak, kaydetmek, zaptetmek. 3. müzik (for) (bir eseri) (bir çalgıya) uyarlamak/adapte etmek. 1410
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
transcript
tran.script trän'skrîpt isim kopya, suret, nüsha.
transcription
tran.scrip.tion tränskrîp'şın isim çevriyazı, transkripsiyon.
transfer
trans.fer tränsfır' fiil (transferred, transferring) 1. -i nakletmek; -i (bir yerden) (başka bir yere) geçirmek veya tayin etmek; (başka bir yere) geçmek. 2. (bir mal) üzerindeki hakkı (başkasına) geçirmek/devretmek; temlik etmek. 3. spor transfer etmek; transfer olmak.
transfigure
trans.fig.ure tränsfîg'yır fiil (into) -e yüce bir nitelik kazandırmak, -e bir yücelik vermek.
transfix
trans.fix tränsfîks' fiil 1. -i (sivri uçlu bir silah veya aletle) (delerek) yere mıhlamak. 2. mıhlamak, dondurmak, -i kıpırdayamaz hale getirmek. 3. delmek.
transform
trans.form tränsfôrm' fiil 1. (biçimini) değiştirmek. 2. into (bir şeyi) (başka bir şeye) dönüştürmek.
transformation
trans.for.ma.tion tränsfırmey'şın isim 1. (şeklen) değiştirim; değiştirilme; değişim, transformasyon. 2. dönüştürüm; dönüştürülme; dönüşüm, transformasyon.
transformer
trans.form.er tränsfôr'mır isim transformatör, dönüştürücü.
transfusion
trans.fu.sion tränsfyu'qın isim, tıbbi transfüzyon, aktarım, nakil.
transgress
trans.gress tränsgres', tränzgres' fiil 1. ihlal etmek, bozmak. 2. (sınırını) aşmak/geçmek.
transgression
trans.gres.sion tränsgreş'ın, tränzgreş'ın isim 1. günah işleme, günah. 2. ihlal, bozma. 3. (sınırını) aşma/geçme.
transient
tran.sient trän'şınt sıfat 1. çabuk geçen; fani, gelip geçici, ölümlü. 2. kısa bir süre kalan, çabuk gelip geçen (kimse). isim kısa bir süre kalan kimse.
transistor radio
transistorlu radyo.
transistor
tran.sis.tor tränzîs'tır, tränsîs'tır isim, elektrik transistor.
transit lounge
(havaalanında) transit yolcu salonu.
transit system
toplu taşıma sistemi.
transit visa
transit vizesi. 1411
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük transit
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tran.sit trän'sît, trän'zît isim 1. ulaşım, (birini, bir şeyi) (bir yerden) (başka bir yere) aktarma. 2. toplu taşıma; toplu taşıma araçları. 3. gökbilim geçiş, geçme. 4. teodolit, takeometre.
transition period
geçiş dönemi.
transition
tran.si.tion tränzîş'ın isim geçiş, geçme; değişim.
transitive verb
dilbilgisi geçişli fiil.
transitive
tran.si.tive trän'sıtîv sıfat, dilbilgisi geçişli.
transitory
tran.si.to.ry trän'sıtori sıfat geçici; fani, ölümlü.
translate
trans.late tränsleyt', tränzleyt', träns'leyt, tränz'leyt fiil 1. (into) (-e) çevirmek, tercüme etmek; (-e) çevrilmek, tercüme edilmek. 2. çevirmenlik/tercümanlık yapmak. 3. into -e dönüştürmek.
translation
trans.la.tion tränsley'şın, tränzley'şın isim 1. çeviri, çevirme, tercüme. 2. çeviri, tercüme, çevrilmiş yazı veya söz. 3. dönüştürüm.
translator
trans.la.tor tränsley'tır, tränzley'tır isim tercüman, çevirici, sözlü veya yazılı çeviri yapan kimse; çevirmen, mütercim, yazılı çeviri yapan kimse.
transmigration of the soul
ruh göçü, ölümden sonra ruhun bir bedenden başka bir bedene göç etmesi/geçmesi.
transmigration
trans.mi.gra.tion tränsmaygrey'şın isim bakınız transmigration of the soul
transmission
trans.mis.sion tränsmîş'ın, tränzmîş'ın isim 1. (motordaki) şanzıman, şanqman, transmisyon sistemi. 2. transmisyon, motor içinde bir hareketin iletilmesi. 3. (radyo dalgaları, telgraf sinyalleri v.b.'ni) yayma, yayım; yayılma. 4. iletme; götürme; iletilme; götürülme. 5. (hastalık) bulaştırma veya bulaşma. 6. (radyo, telgraf v.b.'nden) yayılan dalga, sinyal v.b.
transmit
trans.mit tränsmît', tränzmît' fiil (transmitted, transmitting) 1. (radyo dalgaları, telgraf sinyalleri v.b.'ni) yaymak. 2. iletmek; götürmek. 3. to -e
1412
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
geçirmek; -e aktarmak. 4. (hastalığı) (birine) bulaştırmak. transmitter
trans.mit.terisim 1. televizyon verici. 2. (telgrafa ait) iletici.
transmitting station
verici istasyon.
transmute
trans.mute tränsmyut', tränzmyut' fiil into -e dönüştürmek; tamamen değiştirmek.
transom
tran.som trän'sım isim vasistas.
transparency
trans.par.en.cy tränsper'ınsi isim 1. şeffaflık, saydamlık. 2. diyapozitif, slayt.
transparent
trans.par.ent tränsper'ınt sıfat 1. şeffaf, saydam. 2. açık, belli.
transpire
tran.spire tränspayr' fiil 1. ortaya çıkmak, belli olmak. 2. through (su, nem) (belirli bir yerden) çıkmak; (bitki) yapraklarından buhar halinde nem vermek, terlemek. 3. konuşma dili olmak, meydana gelmek, vuku bulmak.
transplant
trans.plant tränsplänt' fiil 1. (bitkiyi) bir yerden çıkararak başka bir yere dikmek; (bitkiyi) (bir yerden) çıkarıp (başka bir yere) dikmek. 2. (bitki) bir yerden çıkarılıp başka bir yere dikilmeye elverişli olmak. 3. tıbbi (doku veya organ) nakletmek. 4. -i (bir yerden) (başka bir yere) temelli olarak götürmek. isim 1. tıbbi (doku veya organla ilgili) nakil, transplantasyon. 2. başka bir yere yerleştirilen kimse veya şey.
transport
trans.port tränspôrt' fiil (bir yerden) (başka bir yere) götürmek, taşımak, nakletmek.
transportation
trans.por.ta.tion tränspırtey'şın isim 1. taşıma, nakliye; taşınma, nakledilme. 2. nakliye aracı.
transpose
trans.pose tränspoz' fiil 1. (bir şeylerin) sırasını değiştirmek: If you transpose the letters in the word "on" you get "no". "On" kelimesindeki harflerin sırasını değiştirirseniz sonuç "no" olur. 2. to (bir şeyi) (başka bir yere) koymak/aktarmak.
1413
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük transverse
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
trans.verse tränsvırs', tränzvırs' sıfat enine, çapraz. isim çapraz şey.
transvestite
trans.ves.tite tränsves'tayt isim travesti, diğer cinsin giysilerini giyip o cinsten biri gibi davranan kimse.
trap
trap träp isim 1. tuzak, kapan, kapanca. 2. hile, desise, dolap, tuzak. 3. argo ağız, gaga. fiil (trapped, trapping) 1. tuzağa düşürmek. 2. kapan ile tutmak/yakalamak. 3. engel olmak, set çekmek.
trapdoor
trap.door träp'dor' isim (tavanda, çatıda veya yerde) kapak şeklinde kapı.
trapeze
tra.peze träpiz', trıpiz' isim trapez.
trapper
trap.per träp'ır isim tuzakçı, kürklü hayvanları tuzakla yakalayan avcı.
trappings
trap.pings träp'îngz isim, çoğul 1. süslü koşum takımı. 2. süs.
trapshooting
trap.shoot.ing träp'şutîng isim, spor trap.
trash
trash träş isim 1. çerçöp, süprüntü. 2. çalı çırpı. 3. çöp. 4. avam, ayaktakımı. 5. değersiz şey. 6. saçma, boş laf, zırva. fiil, argo yıkmak, kırıp dökmek, tahrip etmek.
trashy
trashysıfat adi, değersiz.
trauma
trau.ma trô'mı, trau'mu isim (traumata/traumas) 1. tıbbi yara, incinme, travma. 2. ruhbilim travma, sarsıntı.
traumatic
trau.mat.ic trômät'îk sıfat 1. sarsıntı doğuran, sarsıcı, travmatik. 2. tıbbi yaraya ait, yaradan ileri gelen.
travel agency
seyahat acentesi.
travel
trav.el träv'ıl fiil (traveled/travelled, traveling/travelling) 1. yolculuk etmek, seyahat etmek. 2. gezmek, dolaşmak. 3. konuşma dili hızlı gitmek. isim 1. seyahat etme. 2. çoğul yolculuk, seyahat, gezi. 3. çoğul seyahatname.
traveler
trav.el.er träv'ılır isim yolcu, seyyah, gezgin, gezmen.
traveler's check
seyahat çeki.
traveling salesman
gezici satış elemanı.
traveller
trav.el.ler träv'lır isim yolcu, seyyah, gezgin, gezmen. 1414
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
traveller's check
seyahat çeki.
traverse
trav.erse träv'ırs sıfat çapraz. isim 1. travers. 2. çapraz duran şey. 3. karşıdan karşıya geçme. fiil 1. bir yandan öbür yana geçirmek; bir yandan öbür yana geçmek. 2. bir yandan öbür yana uzanmak. 3. üstünden geçmek.
travesty
trav.es.ty träv'îsti isim son derece beceriksizce yapılmış bir taklit, karikatür, parodi, travesti.
trawl
trawl trôl fiil 1. trol ile balık avlamak. 2. trol ile denizin dibini taramak. 3. oltayla balık avlamak. isim 1. trol. 2. kayık arkasından çekilen çok çengelli olta.
tray
tray trey isim tepsi, sini; tabla.
treacherous
treach.er.ous treç'ırıs sıfat 1. hain. 2. arkadan vuran, kalleş. 3. korkulur, tehlikeli.
treachery
treach.er.y treç'ıri isim hainlik, ihanet.
treacle
trea.cle tri'kıl isim, İngiliz İngilizcesi şeker pekmezi.
tread in someone's footsteps
birini örnek almak, birinin izinden yürümek.
tread on air
sevinçten ayakları yere değmemek.
tread on eggs
fazlasıyla ölçülü davranmak.
tread on someone's toes
birinin kuyruğuna basmak, birini gücendirmek veya kızdırmak.
tread water
el ve ayakların hafif hareketiyle su içinde dik durmak.
tread
tread tred fiil (trod, trodden/trod) 1. on -e basmak, -in üzerine basmak. 2. on -e basmak, -i çiğnemek. 3. yürümek. isim 1. ayak basışı. 2. yürüyüş. 3. merdiven basamağının döşeme tahtası. 4. otomotiv lastik tırtılı.
treadle
trea.dle tred'ıl isim pedal, ayaklık.
treadmill
tread.mill tred'mîl isim 1. ayak değirmeni. 2. sıkıcı ve monoton iş.
treason
trea.son tri'zın isim 1. vatana ihanet. 2. ihanet, hıyanet, hainlik.
treasonable
trea.sonablesıfat vatana ihanet türünden.
treasure hunt
saklanmış bir şeyi bulma oyunu.
treasure trove
sahipsiz hazine veya define.
1415
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük treasure
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
treas.ure treq'ır isim 1. hazine. 2. define. 3. değerli şey. fiil çok değerli saymak, üzerine titremek.
treasurer
treas.ur.er treq'ırır isim haznedar, veznedar.
treasury
treas.ur.y treq'ıri isim 1. hazine. 2. bilgi hazinesi (kitap).
treat someone like dirt
birini hiçe saymak, birini hor görmek.
treat something as a joke
işi şakaya vurmak.
treat something seriously
işi ciddiye almak.
treat
treat trit fiil 1. davranmak, muamele etmek. 2. tedavi etmek. 3. (konuyu) işlemek, ele almak. 4. (ham ya da ara malları) işlemden geçirmek, fiziksel, kimyasal değişikliklerle daha uygun, kullanılır duruma getirmek.
treatise
trea.tise tri'tîs isim bilimsel inceleme, tez.
treatment
treat.ment trit'mınt isim 1. davranış, muamele. 2. tedavi. 3. (konuyu) ele alış biçimi, işleyiş. 4. kimya işlem.
treaty
trea.ty tri'ti isim antlaşma.
treble clef
müzik sol anahtarı.
treble
tre.ble treb'ıl sıfat 1. üç misli, üç kat. 2. müzik tiz. isim, müzik 1. soprano ses. 2. soprano sesli çalgı veya kimse, soprano. fiil üç misli artırmak; üç misli artmak, üç kat olmak.
tree
tree tri isim ağaç.
trek
trek trek isim uzun ve zorlu bir yolculuk.
trellis
trel.lis trel'îs isim kafes işi. fiil 1. kafes işi yapmak. 2. dallarını kafese sarmak.
tremble for
için endişe etmek, için kaygılanmak.
tremble
trem.ble trem'bıl fiil 1. titremek. 2. ürpermek. isim 1. titreme. 2. ürperme.
tremendous
tre.men.dous trîmen'dıs sıfat 1. çok büyük, kocaman, muazzam. 2. konuşma dili çok iyi, şahane, harika.
tremendously
tre.men.douslyzarf çok, son derece.
1416
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük tremor
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
trem.or trem'ır, tri'mır isim 1. titreme. 2. ürperme. 3. sarsıntı.
tremulous
trem.u.lous trem'yılıs sıfat 1. titrek. 2. ürkek.
trench coat
trençkot.
trench warfare
siper harbi.
trench
trench trenç isim 1. çukur, hendek. 2. askeri siper.
trenchant
trench.ant tren'çınt sıfat 1. keskin: a trenchant mind keskin zekâ. 2. etkili, kuvvetli, ikna edici. 3. sert, dokunaklı, acı.
trend
trend trend fiil yönelmek, eğilim göstermek. isim eğilim; akım.
trepidation
trep.i.da.tion trepıdey'şın isim 1. korku. 2. endişe, heyecan.
trespass
tres.pass tres'pıs, tres'päs fiil 1. (on/upon) (başkasının arazisine) izinsiz girmek, tecavüz etmek. 2. on/upon -i kötüye kullanmak, -i istismar etmek.
tress
tress tres isim saç lülesi, belik, bukle.
trestle
tres.tle tres'ıl isim 1. masa ayaklığı, sehpa. 2. demir iskeletli köprü.
trial and error
çeşitli yolları deneme, sınama ve yanılma.
trial balance
muhasebecilik mizan.
trial balloon
halkın tepkisini öğrenmek için bir plan hakkında verilen ön haber.
trial heat
spor tecrübe koşusu.
trial
tri.al tray'ıl isim, hukuk 1. duruşma, yargılama, muhakeme. 2. deneme; denenme. 3. dert, baş belası. sıfat deneme: trial period deneme devresi.
triangle
tri.an.gle tray'äng.gıl isim üçgen.
triangular
tri.an.gu.lar trayäng'gyılır sıfat 1. üçgen, üçgen biçiminde. 2. üçlü.
tribal
trib.al tray'bıl sıfat kabileye ait.
tribe
tribe trayb isim 1. kabile, boy; aşiret, oymak. 2. aynı sınıftan kimseler, grup. 3. biyoloji takım; sınıf; familya.
1417
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük tribulation
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
trib.u.la.tion trîbyıley'şın isim 1. felaket, musibet. 2. dert, keder, büyük sıkıntı.
tribunal
tri.bu.nal trîbyu'nıl, traybyu'nıl isim 1. mahkeme. 2. yargıç kürsüsü.
tributary
trib.u.tar.y trîb'yıteri sıfat 1. vergi veren. 2. bağımlı. 3. haraç olarak verilen. 4. bir ırmağa karışan (ayak). isim ırmak ayağı.
tribute
trib.ute trîb'yut isim 1. övme, sitayiş, takdir. 2. hediye. 3. vergi. 4. haraç.
trice
trice trays isim bakınız in a trice
trick
trick trîk isim 1. hile, oyun, dolap, numara. 2. sır: trick of the trade meslek sırrı. 3. âdet. fiil 1. aldatmak, kandırmak, hile yapmak. 2. out/up -i süslemek.
trickery
trick.eryisim 1. hile. 2. hilekârlık.
trickle
trick.le trîk'ıl fiil 1. damla damla akmak; damla damla akıtmak. 2. azar azar gelmek. isim damla damla akan şey.
trickster
trick.ster trîk'stır isim hilekâr, düzenbaz, üçkâğıtçı.
tricky
trick.y trîk'i sıfat 1. hileli. 2. ustalık isteyen. 3. becerikli, usta, hünerli.
tricycle
tri.cy.cle tray'sîkıl isim üç tekerlekli bisiklet, üçteker.
tried
tried trayd fiil bakınız try sıfat güvenilir, güvene layık.
trifle
tri.fle tray'fıl isim 1. önemsiz şey. 2. az miktar, cüzi şey. 3. ucuz ve adi süs eşyası. 4. İngiliz İngilizcesi pandispanya, kremşantiyi ve meyve ile yapılan bir tatlı. fiil 1. with/over ile oynamak. 2. away (para, zaman v.b.'ni) boşuna harcamak, çarçur etmek. 3. with -i ciddiye almamak, -i hafife almak. 4. boş şeyler konuşmak. 5. oyalamak; oyalanmak.
trifling
tri.fling tray'flîng sıfat 1. önemsiz, ufak, cüzi, az. 2. değersiz, işe yaramaz.
trig
trig trîg isim, konuşma dili trigonometri.
trigger
trig.ger trîg'ır isim 1. tetik. 2. fotoğrafçılık deklanşör. fiil 1. başlatmak; -e neden olmak, -e yol açmak. 2. 1418
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
infilak ettirmek, patlatmak. 3. tetiği çekip (silahı) ateşlemek. trigonometric
trig.o.no.met.ric trîgınımet'rîk sıfat trigonometrik.
trigonometrical
trig.o.no.met.ri.cal trîgınımet'rîkıl sıfat trigonometrik.
trigonometry
trig.o.nom.e.try trîgınam'ıtri isim trigonometri.
trill
trill trîl fiil 1. sesi titremek; sesi titretmek. 2. titrek sesle söylemek. 3. titrek sesle şakımak. isim 1. ses titremesi. 2. müzik titrek ses. 3. "r" sesinin titretilerek söylenmesi.
trillion
tril.lion trîl'yın isim 1. trilyon, 3.888.888.888.888. 2. İngiliz İngilizcesi 3.888.888.888.888.888.888.
trilogy
tril.o.gy trîl'ıci isim üçlü eser, üçlü, triloqi.
trim
trim trîm sıfat, isim (trimmer, trimmest) temiz ve yakışıklı, biçimli, şık. fiil (trimmed, trimming) 1. (daha düzgün bir biçim vermek amacıyla bitkiyi) budamak. 2. (saç, sakal v.b.'ni) kırkmak, kesip düzeltmek. 3. (dantel, perde v.b.'ni) süslemek, donatmak. 4. denizcilikle ilgili yükü düzgün istif ederek (gemiyi) denklemek. 5. (yelkeni) rüzgâra göre düzeltmek. 6. havacılık ayarlamak. 7. konuşma dili yenmek, mağlup etmek. 8. aldatmak. 9. azarlamak. 10. denizcilikle ilgili denk olmak. isim 1. düzen, tertip. 2. durum, hal, vaziyet. 3. süs. 4. artık. 5. denizcilikle ilgili (gemide) denge. 6. kıyafet, kılık.
trimming
trim.ming trîm'îng isim 1. süs, süsleyici şey. 2. çoğul garnitür. 3. çoğul kırpıntı. 4. konuşma dili yenilgi, mağlubiyet.
Trinity
Trin.i.ty trîn'ıti isim bakınız the Trinity
trinket
trin.ket trîng'kît isim 1. (yüzük veya düğme gibi) değersiz süs. 2. biblo. 3. ufak oyuncak.
trio
tri.o tri'yo isim üçlü.
trip
trip trîp fiil (tripped, tripping) 1. (on/over) ayağı (bir şeye) takılıp düşmek; tökezlemek. 2. (up) -e çelme takmak/atmak; -i çelmelemek. 3. up şaşırtmak, 1419
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yanıltmak, yanlışını veya yalanını yakalamak. 4. yanlış yapmak, yanılmak, hata etmek. 5. hafif adımlarla dans etmek veya koşmak. 6. argo uyuşturucu madde etkisinde olmak, uçmak. isim 1. kısa yolculuk; gezi, gezinti. 2. hata, yanlış. 3. ayağı (bir şeye) takılıp düşme; tökezleme. 4. argo uyuşturucu madde etkisi, uçuş. tripartite
tri.par.tite traypar'tayt sıfat üç bölümden oluşan, üçlü.
tripe
tripe trayp isim 1. işkembe. 2. konuşma dili saçma, saçmalık.
triple
trip.le trîp'ıl sıfat 1. üç kat, üç misli. 2. üçlü. fiil üç misli yapmak; üç misli olmak. isim, beysbol üç kalelik bir top vuruşu.
triplet
trip.let trîp'lît isim 1. üç şeyden oluşan takım, üçlü. 2. üçüzlerden biri.
triplicate
trip.li.cate trîp'lîkît sıfat 1. üç kat, üç misli. 2. üç kopyadan oluşan. isim üçüncü kopya, üçüncü nüsha.
tripod
tri.pod tray'pad isim üç ayaklı sehpa, fotoğraf sehpası.
trite
trite trayt sıfat basmakalıp, klişe, bayat.
triumph
tri.umph tray'ımf isim 1. zafer, utku, yengi; parlak başarı. 2. zafer alayı. fiil 1. zafer kazanmak, galip gelmek, yenmek. 2. zaferi kutlamak.
triumphal arch
zafer takı.
triumphal
tri.um.phal tray^m'fıl sıfat zafere ait, zafer.
triumphant
tri.um.phant tray^m'fınt sıfat 1. galip, utkulu, muzaffer; başarılı. 2. zaferiyle övünen.
trivet
triv.et trîv'ît isim 1. nihale. 2. sacayağı, sacayak.
trivia
triv.i.a trîv'iyı isim, çoğul önemsiz şeyler; fasa fiso; ıvır zıvır.
trivial
triv.i.al trîv'iyıl sıfat 1. saçma, abes. 2. bayağı, sıradan. 3. cüzi, önemsiz.
triviality
triv.i.al.i.ty trîviyäl'ıti isim 1. saçmalık. 2. fasa fiso.
trod
trod trad fiil bakınız tread
trodden
trod.den trad'ın fiil bakınız tread
1420
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Trojan
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Tro.jan tro'cın isim Truvalı. sıfat 1. Truva, Truva'ya özgü. 2. Truvalı.
troll
troll trol fiil oltayı suda sürükleyerek balık tutmak.
trolley bus
troleybüs.
trolley car
tramvay.
trolley
trol.ley tral'i isim 1. tramvay. 2. İngiliz İngilizcesi el arabası, yük arabası. 3. İngiliz İngilizcesi drezin. 4. İngiliz İngilizcesi tekerlekli servis masası.
trolleyman
trol.ley.man tral'imın isim (trolleymen) 1. vatman. 2. tramvay biletçisi.
trombone
trom.bone tram'bon isim, müzik trombon.
troop
troop trup isim 1. kıta, birlik. 2. grup, takım. 3. (izcilikte) oymak. 4. çoğul kıtalar, birlikler, askerler.
trooper
troop.er tru'pır isim (şehirlerarası karayollarını denetleyen) (motorize) polis.
trophy
tro.phy tro'fi isim 1. hatıra, andaç. 2. kupa, ödül. 3. ganimet.
tropic
tropic trap'îk isim dönence, tropika. sıfat tropikal.
tropical
tropicalsıfat tropikal.
trot out
konuşma dili ileri sürmek, öne sürmek.
trot
trot trat fiil (trotted, trotting) 1. tırıs gitmek. 2. koşmak. isim 1. tırıs. 2. koşuş.
trotter
trot.terisim paça: sheep's trotter koyun paçası.
trouble spot
politika karışıklık veya çatışmalara sahne olan yer. 2. sorun yaratan/zayıf nokta, sık sık arızalanan yer.
trouble
troub.le tr^b'ıl isim 1. rahatsız etmek, tedirgin etmek. 2. üzmek. 3. sıkmak, başını ağrıtmak. 4. rahatsız etmek, zahmete sokmak, zahmet vermek. 5. sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap. 6. dert, mesele, aksilik, iş, bela: What's the trouble? Derdin ne?/Mesele ne?/Ne var? in trouble başı belada. 7. karışıklık. 8. zahmet: Don't go to any trouble on my account. Benim için zahmete girmeyin. 9. makine bozukluk, arıza. 10. rahatsızlık, hastalık.
1421
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük troublemaker
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
troub.le.mak.er tr^b'ılmeykır isim ortalık karıştırıcı, fitneci, mesele çıkaran kimse.
troubleshooter
troub.le.shoot.er tr^b'ılşutır isim aksaklıkları saptayıp çözümleyen kimse.
troublesome
troub.le.some tr^b'ılsım sıfat 1. zahmetli, sıkıntılı, belalı. 2. üzüntülü. 3. baş belası, can sıkıcı.
trough
trough trôf isim 1. tekne, yalak. 2. oluk. 3. iki dalga sırtı arasındaki çukur.
trounce
trounce trauns fiil dövmek, pataklamak.
troupe
troupe trup isim trup.
trouper
trou'perisim trup üyesi.
trousers
trou.sers trau'zırz isim, çoğul pantolon.
trousseau
trous.seau tru'so, truso' isim (trousseaux/trousseaus) çeyiz.
trout
trout traut isim (trout/trouts) alabalık.
trowel
trow.el trau'wıl isim mala. fiil (troweled/trowelled, troweling/trowelling) mala ile sıvamak, malalamak.
trowsers
trows.ers trau'zırz isim bakınız trousers
troy pound
191 gram, 72 ons.
troy weight
kuyumcu tartısı.
Troy
Troy troy isim Truva.
truant
tru.ant tru'wınt isim okul kaçağı.
truce
truce trus isim ateşkes, mütareke.
truck farm
bostan.
truck farming
bostancılık.
truck
truck tr^k fiil değiş tokuş etmek, takas etmek, trampa etmek. isim 1. değiş tokuş, takas, trampa. 2. (bostanda yetiştirilen) sebze ve meyve.
trucking
truckingisim 1. kamyonculuk, kamyonla taşıyıcılık. 2. değiş tokuş. 3. bostancılık.
truckle
truck.le tr^k'ıl fiil to -e yaltaklanmak; -e boyun eğmek, -e baş eğmek.
truculent
truc.u.lent tr^k'yılınt sıfat 1. kavgacı, saldırgan. 2. vahşi, gaddar. 1422
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük trudge
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
trudge tr^c fiil güçlükle yürümek; yorgun argın yürümek. isim güçlükle yürüme; yorgun argın yürüme.
true colors
içyüz.
true to life
gerçek hayatta olduğu gibi.
true
true tru sıfat 1. doğru, gerçek. 2. hakiki, som: Is this true or imitation leather? Bu deri hakiki mi, yoksa taklit mi? 3. sadık, samimi. 4. asıl, gerçek. 5. tam, aslına uygun. 6. meşru, asıl. 7. samimi, içten.
true-blue
true-blue tru'blu' sıfat pek sadık, sözünün eri.
truffle
truf.fle tr^f'ıl, tru'fıl isim domalan, yermantarı.
truism
tru.ism tru'wîzım isim herkesçe bilinen gerçek.
truly
tru.ly tru'li zarf 1. gerçekten, hakikaten. 2. doğrulukla. 3. sadakatle. 6 samimiyetle. 4. tamamen, doğru olarak.
trump card
iskambil oyunları koz.
trump up
uydurmak, icat etmek.
trump
trump tr^mp isim 1. iskambil oyunları koz. 2. konuşma dili iyi adam. fiil, iskambil oyunları 1. koz kırmak, koz oynamak. 2. koz oynayarak almak.
trumpet
trum.pet tr^m'pît isim 1. boru. 2. borazan. 3. boru sesi. fiil 1. boru çalarak ilan etmek. 2. ilan etmek, yaymak. 3. boru gibi ses çıkarmak.
truncheon
trun.cheon tr^n'çın isim 1. kısa ve kalın sopa. 2. İngiliz İngilizcesi cop.
trundle
trun.dle tr^n'dıl fiil 1. yuvarlamak; yuvarlanmak. 2. (arabayla) taşımak.
trunk call
şube hattı aracılığıyla konuşma.
trunk
trunk tr^ngk isim 1. gövde, beden. 2. sandık. 3. otomotiv bagaj. 4. zooloji hortum. 5. ağaç gövdesi, gövde. 6. çoğul erkek mayosu, şort.
truss up
bağlamak, iple bağlamak.
truss
truss tr^s isim 1. tıbbi kasık bağı. 2. mimarlık kiriş, destek. 3. kuru ot veya saman demeti. 4. bağlam, demet. fiil 1. sıkıca bağlamak. 2. destek koymak.
trust in God
Allaha tevekkül etmek, tevekkül etmek. 1423
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük trust
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
trust tr^st isim 1. güven, itimat. 2. umut. 3. emanet. 4. sorumluluk; görev. 5. mütevellilik; mutemetlik. 6. tröst. fiil 1. güvenmek, itimat etmek. 2. emanet etmek. 3. inanmak. 4. in -e güveni olmak.
trustee
trus.tee tr^sti' isim mütevelli; yediemin.
trustful
trust.fulsıfat başkalarına güvenen/inanan.
trusting
trust.ingsıfat başkalarına güvenen/inanan.
trustworthiness
trust.wor.thi.nessisim güvenirlik.
trustworthy
trust.wor.thy tr^st'wırdhi sıfat güvenilir.
truth
truth truth isim 1. gerçek, doğru, hakikat: What he said is the truth. Onun söylediği doğrudur. 2. doğruluk, gerçeklik. 3. dürüstlük, doğruluk.
try for
elde etmeye çalışmak.
try on
prova etmek, giyip denemek.
try one's fortune
şansını denemek.
try one's hand at
-i denemek, -e el atmak.
try one's luck
şansını denemek.
try one's patience
sabrını taşırmak.
try one's wings
öğrendiklerini denemek: Let me have the wheel! I'd like to try my wings. Direksiyonu bana ver! Öğrendiklerimi denemek istiyorum.
try out
(birini veya bir şeyi) denemek.
try
try tray fiil 1. çalışmak, uğraşmak. 2. kalkışmak, girişmek. 3. denemek, sınamak. 4. yormak. 5. hukuk yargılamak. 6. gayret etmek. isim 1. çalışma, uğraşma. 2. deneme.
trying
try.ing tray'îng sıfat 1. yorucu, zor, sıkıntılı. 2. bıktırıcı, sıkıcı.
tryout
try.out tray'aut isim deneme, sınama.
tsar
tsar zar isim bakınız czar
T-shirt
T-shirt ti'şırt isim tişört.
tub
tub t^b isim 1. tekne, leğen. 2. banyo küveti. 3. konuşma dili tekne.
tuba
tu.ba tu'bı isim, müzik tuba. 1424
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tubby
tub.by t^b'i sıfat şişman ve bodur, fıçı gibi, bıdık.
tube
tube tub isim 1. boru, tüp. 2. İngiliz İngilizcesi metro. 3. konuşma dili the televizyon. 4. otomotiv iç lastik.
tubeless
tube.less tub'lîs sıfat, otomotiv iç lastiği olmayan.
tuber
tu.ber tu'bır isim, botanik yumrukök, yumru.
tuberculosis
tu.ber.cu.lo.sis tubırkyılo'sîs isim tüberküloz, verem.
tubing
tub.ing tu'bîng isim (bir bütün olarak) boru veya borular: I'll take two rolls of that plastic tubing. O plastik borudan iki kangal alacağım.
tubular
tu.bu.lar tu'byılır sıfat 1. boru şeklindeki. 2. borulu. 3. boru sesi gibi.
tuck away
saklamak, gizlemek.
tuck in
İngiliz İngilizcesi, konuşma dili yemek yemeye başlamak.
tuck it away
konuşma dili büyük miktarda yemek yemek.
tuck someone in
(gece uykusuna yatırılmış) çocuğun üstünü örtmek.
tuck
tuck t^k fiil 1. in içine tıkmak, içine sokmak. 2. under altına kıvırmak. isim kırma, pli.
tuckered
tuck.ered t^k'ırd sıfat bakınız be tuckered out
Tuesday
Tues.day tuz'di, tuz'dey, tyuz'di isim salı.
tuft
tuft t^ft isim 1. (bir) tutam (saç); (bir) öbek (ot). 2. (kuşun tepesindeki) sorguç.
tug at one's heartstrings
-i çok duygulandırmak; -in yüreğini cız ettirmek.
tug of war
halat çekme oyunu. 2. şiddetli rekabet.
tug
tug t^g fiil (tugged, tugging) kuvvetle çekmek. isim 1. kuvvetli çekiş. 2. römorkör.
tugboat
isim römorkör.
tuition
tu.i.tion tuwîş'ın isim 1. okul ücreti. 2. öğretim.
tulip
tu.lip tu'lîp isim lale.
tulle
tulle tul isim tül.
tumble about
yuvarlanmak.
tumble down
düşmek; düşürmek.
tumble
tum.ble t^m'bıl fiil 1. düşmek, yıkılmak; düşürmek, yıkmak. 2. yuvarlanmak; yuvarlamak. 3. takla atmak. 4. 1425
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
karıştırmak, altüst etmek. 5. örselemek. 6. konuşma dili (to) (-i) çakmak, anlamak, kavramak. isim 1. düşüş. 2. takla. tumbledown
tum.ble.down t^m'bıldaun' sıfat yıkılacak gibi, yıkılmak üzere, yarı yıkık.
tumbler
tum.bler t^m'blır isim 1. (sapsız, kısa ve genişçe) bardak. 2. hacıyatmaz.
tummy
tum.my t^m'i isim, konuşma dili karın, mide.
tumor
tu.mor tu'mır isim tümör, ur.
tumour
tu.mour tu'mır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız tumor
tumult
tu.mult tu'mılt isim gürültü, karışıklık, kargaşalık, kargaşa.
tumultuous
tu.mul.tu.ous tum^l'çuwıs sıfat 1. düzensiz. 2. gürültülü, kargaşalı. 3. fırtınalı, çalkantılı. 4. coşkun.
tuna fish
(konserve) tonbalığı.
tuna
tu.na tu'nı isim (tuna/tunas) tonbalığı, orkinos.
tune in
radyo 1. dalgayı ayarlamak. 2. (belirli bir istasyonu) açmak.
tune up
çalgıları akort etmek. 2. (motoru) ayar etmek.
tune
tune tun, tyun isim melodi, ezgi, nağme.
tuneful
tune.fulsıfat ahenkli, hoş sesli, nağmeli.
tuneless
tune.lesssıfat 1. ahenksiz, nağmesiz. 2. sessiz, müziksiz.
tuner
tunerisim akortçu.
tuning fork
diyapazon.
tuning
tun.ing tu'nîng isim akort.
Tunisia
Tu.ni.sia tuni'qı, tuniq'iyı isim Tunus.
Tunisian
isim Tunuslu. sıfat 1. Tunus, Tunus'a özgü. 2. Tunuslu.
tunnel
tun.nel t^n'ıl isim tünel. fiil (tunneled/tunnelled, tunneling/ tunnelling) tünel açmak.
tunny
tun.ny t^n'i isim orkinos, tonbalığı.
turban
tur.ban tır'bın isim 1. sarık. 2. türban.
turbaned
tur.banedsıfat 1. sarıklı. 2. türbanlı.
1426
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük turbid
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tur.bid tır'bîd sıfat 1. bulanık, çamurlu. 2. karışık, düzensiz.
turbidity
tur.bid.ityisim türbidite, bulanıklık.
turbine
tur.bine tır'bîn, tır'bayn isim türbin.
turbot
tur.bot tır'bıt isim, zooloji (turbot/turbots) kalkan.
turbulence
tur.bu.lenceisim 1. suda/havada karışıklık, kargaşalık. 2. türbülans.
turbulent
tur.bu.lent tır'byılınt sıfat 1. gürültülü patırtılı, çok çalkantılı. 2. kavgacı; karışıklık çıkaran. 3. türbülanslı (su, hava). 4. kaynayan (duygular).
Turcoman
Tur.co.man tır'kımın isim, sıfat bakınız Turkoman
turd
turd tırd isim 1. kaka, bok. 2. argo it herif; kaltak karı.
tureen
tu.reen turin' isim büyük çorba kâsesi.
turf
turf tırf isim (turfs/turves) 1. çimenlik, çim. 2. kesek. 3. konuşma dili yetki/uzmanlık alanı. 4. konuşma dili (Birinin) mahallesini şehrini v.b.'ni şaka yoluyla belirtir.): This is my turf! Burası benim yerim! (Bu yüzden benim sözüm geçer burada.). fiil çimlendirmek.
turgid
tur.gid tır'cîd sıfat 1. şişmiş, şişkin. 2. abartmalı, şişirilmiş, tumturaklı.
turgor
tur.gor tır'gır isim, biyoloji turgor.
Turk
Turk tırk isim Türk.
Turkestan
Tur.ke.stan tırkîstän' isim bakınız Turkistan
Turkey carpet
Türk halısı. 2. Şark halısı.
Turkey red
kökkırmızısı, kökboyası.
Turkey
Tur.key tır'ki isim Türkiye.
Turki
Tur.ki tır'ki sıfat Türki, Orta Asyalı Türklere veya dillerine özgü. isim Türki, Orta Asyalı Türk.
Turkic
Tur.kic tır'kîk sıfat 1. Türk dillerine ait, Türk. 2. Türk dillerinden birini konuşanlara ait, Türk.
Turkish bath
(alaturka) hamam.
Turkish delight
lokum.
Turkish
Turk.ish tır'kîş isim Türkçe. sıfat 1. Türk. 2. Türkçe.
Turkistan
Tur.ki.stan tırkîstän' isim Türkistan. 1427
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Turkman
Turk.man tırk'mın isim (Turkmen) Türkmen.
Turkmen
Turk.men tırk'mın isim (Turkmen) 1. Türkmen. 2. Türkmence. sıfat 1. Türkmen. 2. Türkmence.
Turkmenistan
Turk.me.ni.stan tırkmenîstän' isim Türkmenistan.
Turkoman
Tur.ko.man tır'kımın isim 1. sıfat Türkmen. 2. Türkmence.
turmoil
tur.moil tır'moyl isim karışıklık, kargaşa.
turn a deaf ear to
-i işitmezlikten gelmek, -e kulak asmamak.
turn a deaf ear
kulak asmamak, aldırmamak.
turn a hand to
(bir işle uğraşmaya) başlamak, (bir işe) el atmak.
turn a hand
(fiziki) iş yapmak: He won't turn his hand. Parmağını bile kıpırdatmaz.
turn a somersault
takla atmak.
turn about
öbür tarafa dönmek.
turn against
aleyhine dönmek; aleyhine döndürmek.
turn an honest penny
dürüstçe ve alın teri ile para kazanmak.
turn and turn about
nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
turn aside
bir yana dönmek. 2. saptırmak, vazgeçirmek.
turn away
başka tarafa yöneltmek. 2. kovmak. 3. dönüp gitmek, sapmak. 4. vazgeçmek.
turn back
geri çevirmek. 2. geri dönmek.
turn bad
(hava) bozmak. 2. (süt, et, yumurta v.b.) bozulmak.
turn down
kıvırmak, bükmek. 2. reddetmek, geri çevirmek. 3. kısmak.
turn in
içine kıvırmak, içeriye doğru çevirmek. 2. teslim etmek. 3. konuşma dili yatmak.
turn inside out
içini dışına çevirmek, tersyüz etmek.
turn into
olmak, kesilmek, -e dönmek, -e dönüşmek. 2. -e çevirmek, -e dönüştürmek, -e değiştirmek. 3. -e tercüme etmek, -e çevirmek.
turn loose
serbest bırakmak, salıvermek.
turn of mind
zihniyet, düşünce tarzı.
turn of phrase
anlatım tarzı, üslup. 1428
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük turn off
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kapamak. 2. kesmek. 3. lafa boğmak, sözü çevirip cevapsız bırakmak. 4. -den sapmak. 5. İngiliz İngilizcesi işine son vermek, yol vermek. 6. argo canını sıkmak.
turn on
açmak. 2. çevirmek. 3. argo heyecanlandırmak, esritmek; merakını veya ilgisini uyandırmak. 4. bağlı olmak, bakmak. 5. düşman olmak. 6. saldırmak. 7. cinsel istek uyandırmak.
turn one's ankle
ayak bileğini burkmak.
turn one's back on someone
birine/bir şeye sırt çevirmek.
turn one's back on something
birine/bir şeye sırt çevirmek.
turn one's back on
-e sırt çevirmek.
turn one's hand to
(bir işle uğraşmaya) başlamak, (bir işe) el atmak.
turn one's hand
(fiziki) iş yapmak: He won't turn his hand. Parmağını bile kıpırdatmaz.
turn one's head
-in başını döndürmek, -i gururlandırmak.
turn out
tersyüz etmek. 2. dışarı atmak, kovmak. 3. otlatmak için dışarıya çıkarmak. 4. dışına dönmek. 5. yapmak, çıkarmak, üretmek, meydana getirmek. 6. söndürmek. 7. katılmak. 8. konuşma dili yataktan kalkmak. 9. olmak, çıkmak.
turn over a new leaf
hayatını daha iyi bir yola koymak, yeniden başlamak.
turn over
çevirmek, devirmek. 2. havale etmek, teslim etmek. 3. devretmek. 4. zihninde evirip çevirmek. 5. altüst olmak, devrilmek, dönmek. 6. (mal) alıp satmak.
turn pale
sapsarı kesilmek.
turn round
çevirmek; çevrilmek, dönmek.
turn signal
(otomobilin hangi yöne döneceğini gösteren) işaret lambası/sinyal lambası.
turn someone around one's little finger
birini parmağında oynatmak.
turn someone's head
birinin başını döndürmek.
turn something about
birşeyi evirip çevirmek.
turn something to good account
bir şeyi değerlendirmek.
turn something to one's purpose
bir şeyden yararlanmak. 1429
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
turn tail
cesaretini yitirip kaçmak.
turn the corner
köşeyi dönmek. 2. krizi geçirmek, tehlikeyi atlatmak.
turn the tables on
durumu tersine çevirmek.
turn the tables
durumu tersine çevirmek.
turn the tide
olayların gidişini yüzde yüz/bütünüyle değiştirmek.
turn thumbs down on
-i reddetmek.
turn to
-e başvurmak, -in yardımını istemek. 2. (aklını, dikkatini) -e vermek. 3. (belirli bir sayfayı) açmak.
turn traitor
hain olmak, hainlik etmek.
turn up one's nose at
-i hor görmek, -e burun bükmek, -e burun kıvırmak, -i beğenmemek. 2. -i reddetmek.
turn up
yukarı çevirmek, çevirip kaldırmak. 2. açmak, çevirmek. 3. ortaya çıkmak. 4. gelmek. 5. bulunmak.
turn upside down
altüst etmek; altüst olmak. 2. devrilmek.
turn
turn tırn isim 1. dönüş, devir, dönme. 2. sapma, sapış. 3. viraq, dönemeç. 4. kıvrım, dirsek. 5. konuşma dili korkutma, ödünü koparma. 6. gezme, dolaşma. 7. sıra. 8. değişim, nöbet. 9. yetenek. 10. biçim. 11. yön. 12. konuşma dili sarsıntı, şok. 13. değişiklik, değişim.
turncoat
turn.coat tırn'kot isim dönek adam, prensip değiştiren kimse.
turning point
dönüm noktası.
turning
turn.ing tır'nîng isim 1. dönüş, dönme. 2. yoldan sapma veya çıkma. 3. dönemeç, dönüş yeri.
turnip
tur.nip tır'nîp isim şalgam.
turnout
turn.out tırn'aut isim katılanlar, toplantı mevcudu.
turnover
turn.o.ver tırn'ovır isim 1. devrilme. 2. ticaret sermaye devri. 3. ticaret iş hacmi. 4. meyvalı turta.
turnpike
turn.pike tırn'payk isim paralı otoyol.
turnstile
turn.stile tırn'stayl isim turnike.
turpentine
tur.pen.tine tır'pıntayn isim terebentin.
turquoise
tur.juoise tır'koyz, tır'kwoyz isim firuze, türkuvaz. sıfat türkuvaz, yeşile çalan mavi.
1430
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük turret
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tur.ret tır'ît isim 1. mimarlık ufak kule. 2. askeri döner taret.
turtle
tur.tle tır'tıl isim kaplumbağa.
turtledove
tur.tle.dove tır'tıld^v isim kumru.
turtleneck
tur.tle.neck tır'tılnek isim 1. balıkçı yaka. 2. balıkçı kazağı.
tusk
tusk t^sk isim 1. fildişi. 2. mors veya yabandomuzunun uzun azıdişi.
tussle
tus.sle t^s'ıl fiil 1. (with) (ile) dövüşmek. 2. (with) (ile) mücadele etmek, cebelleşmek, uğraşmak. isim 1. dövüşme, dövüş. 2. mücadele, uğraşma.
tut
tut t^t ünlem bakınız Tut, tut!
Tut, tut!
Bir şeyin onaylanmadığını vurgulamak için söylenir: Tut, tut, you shouldn't be reading other people's mail! A, başkalarının mektuplarını okumamalısın böyle!
tutelage
tu.te.lage tu'tılîc isim 1. vasilik, vesayet. 2. koruma, himaye. 3. vesayet altında olma.
tutor
tu.tor tu'tır isim 1. özel öğretmen. 2. İngiliz İngilizcesi öğretmen. fiil 1. özel ders vermek. 2. ders vermek.
tux
tux t^ks isim, konuşma dili smokin.
tuxedo
tux.e.do t^ksi'do isim smokin.
TV
TV tivi' isim televizyon, TV.
twaddle
twad.dle twad'ıl fiil boş laf etmek, saçmalamak, zırvalamak. isim boş laf, saçma, zırva.
twang
twang twäng fiil 1. tıngırdamak; tıngırdatmak. 2. genizden konuşmak veya ses çıkarmak. isim 1. tıngırtı. 2. genizden çıkan ses.
tweak
tweak twik fiil 1. (elle) büküvermek, çekivermek. 2. den makas almak, -den kesme almak. isim 1. (elle) büküverme, çekiverme. 2. makas alma, kesme alma.
tweed
tweed twid isim tüvit.
tweezers
tweez.ers twi'zırz isim, çoğul cımbız.
twelfth
twelfth twelfth sıfat, isim 1. on ikinci. 2. on ikide bir.
1431
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük twelve
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
twelve twelv sıfat on iki. isim on iki, on iki rakamı (32, XII).
twentieth
twen.ti.eth twen'tiyîth sıfat, isim 1. yirminci. 2. yirmide bir.
twenty
twen.ty twen'ti sıfat yirmi. isim yirmi, yirmi rakamı (28, XX).
twice a day
günde iki kez.
twice
twice tways zarf 1. iki kez, iki kere, iki defa. 2. iki kat, iki misli.
twiddle one's thumbs
başparmaklarını birbirinin etrafında çevirmek. 2. vakit öldürmek.
twiddle
twid.dle twîd'ıl fiil bakınız twiddle one's thumbs
twig
twig twîg isim ince dal, sürgün.
twilight
twi.light tway'layt isim alacakaranlık.
twin
twin twîn sıfat 1. ikiz. 2. çift: twin beds çift yatak. isim ikiz:
twine
twine twayn isim 1. sicim. 2. sarma, bükme. fiil 1. sarmak, dolamak, bükmek; sarılmak, dolanmak.
twinge
twinge twînc fiil birdenbire sancı vermek; birdenbire sancılanmak. isim 1. (birden saplanan) şiddetli sancı. 2. azap, üzüntü, sızı.
twinkle
twin.kle twîng'kıl fiil 1. pırıldamak, ışıldamak. 2. (gözler) parlamak. 3. göz kırpıştırmak. isim 1. pırıldama. 2. pırıltı, ışıltı. 3. göz kırpıştırma.
twirl
twirl twırl fiil hızla dönmek, fırıldanmak; hızla döndürmek, fırıldatmak, hızla çevirmek.
twist off
büküp koparmak.
twist one's ankle
ayağı burkulmak, ayağını burkmak, ayak bileğini burkmak. She's sprained her ankle. Ayağı burkulmuş.
twist someone around one's little finger
birini parmağının ucunda oynatmak.
twist someone's arm
birini zorlamak/mecbur etmek.
twist someone's words
birinin sözlerini çarpıtmak.
twist up
büküp bırakmak.
1432
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük twist
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
twist twîst fiil 1. bükmek, sarmak, burmak; bükülmek, sarılmak, burulmak. 2. ters anlam vermek, çarpıtmak. isim 1. bükülme, sarılma, burulma. 2. ibrişim; sicim. 3. düğüm. 4. dönme, dönüş. 5. tvist dansı. 6. değişiklik.
twisted
twistedsıfat 1. bükülmüş. 2. çarpık, sapkın.
twister
twisterisim 1. büken şey veya kimse. 2. döne döne giden top. 3. kasırga; hortum.
twit
twit twît fiil (twitted, twitting) 1. azarlamak, kusurunu yüzüne vurmak. 2. takılmak, sataşmak. isim 1. takılma, sataşma. 2. konuşma dili salak, aptal.
twitch
twitch twîç fiil 1. kapıp çekmek. 2. seğirmek; seğirtmek.
twitter
twit.ter twit'ır fiil cıvıldamak. isim cıvıltı.
two cents worth
konuşma dili görüş, fikir: get /put in one's two cents worth fikrini söylemek.
Two from ten leaves eight.
Ondan iki çıkarsa sekiz kalır.
Two into six is three.
Altıyı ikiye bölünce üç eder.
Two plus three is five.
İki artı üç beş eder.
two
two tu sıfat 1. iki. 2. çift. isim 1. iki, iki rakamı (2, II). 2. iskambil oyunları ikili.
two-bit
two-bit tu'bît sıfat, konuşma dili iki paralık, beş para etmez, beş paralık.
two-edged
two-edged tu'ecd' sıfat 1. iki ağızlı, iki yüzü keskin. 2. iki anlamlı. 3. iki etkili.
two-faced
two-faced tu'feyst' sıfat 1. iki yüzlü. 2. ikiyüzlü, riyakâr.
two-fisted
two-fist.ed tu'fîs'tîd sıfat, konuşma dili kuvvetli ve saldırgan.
twofold
two.fold tu'fold' sıfat, zarf iki kat, iki misli.
two-piece
two-piece tu'pis' sıfat iki parçalı: two-piece dress döpiyes.
two-seater
two-seater tu'sitır isim iki kişilik araba veya uçak.
two-way
two-way tu'wey' sıfat 1. iki yönlü: two-way traffic iki yönlü trafik. 2. iki doğrultuda. 1433
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük tycoon
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ty.coon taykun' isim, konuşma dili çok zengin ve nüfuzlu işadamı, kral.
type up
daktilo etmek; bilgisayarda yazmak.
type
type tayp isim 1. çeşit, cins, tür, tip. 2. numune, örnek. 3. sınıf, kategori. 4. ideal örnek. 5. matbaacılık basma harf veya harfler; hurufat. fiil 1. daktilo etmek. 2. daktiloda yazmak. 3. tipini veya türünü saptamak; belirli bir kategoriye ayırmak.
typescript
type.script tayp'skrîpt isim daktilo ile yazılmış yazı.
typesetter
type.set.ter tayp'setır isim dizgici, mürettip.
typewriter
type.writ.er tayp'raytır isim daktilo.
typhoid fever
tıbbi tifo.
typhoid
ty.phoid tay'foyd isim, tıbbi tifo, karahumma.
typhoon
ty.phoon tay'fun isim tayfun.
typhus fever
tıbbi tifüs, lekelihumma.
typhus
ty.phus tay'fıs isim, tıbbi tifüs, lekelihumma.
typical
typ.i.cal tîp'îkıl sıfat 1. tipik. 2. tipine özgü.
typically
typ.i.callyzarf 1. tipik olarak. 2. tipik derecede. 3. genellikle.
typify
typ.i.fy tîp'ıfay fiil 1. -in tipik örneği olmak. 2. -in simgesi olmak, -i simgelemek.
typist
typ.ist tay'pîst isim daktilograf.
typo
ty.po tay'po isim, konuşma dili baskı hatası; dizgi yanlışı/hatası.
typographic error
baskı hatası; dizgi yanlışı/hatası.
typographic
ty.po.graph.ic taypıgräf'îk sıfat basımla ilgili, tipografik.
typographical error
baskı hatası; dizgi yanlışı/hatası.
typographical
ty.po.graph.i.cal taypıgräf'îkıl sıfat basımla ilgili, tipografik.
typography
ty.pog.ra.phy taypag'rıfi isim 1. baskı, basılı şeyin biçimi veya görünümü. 2. basımcılık, tipografya.
tyrannise
tyr.an.nise tîr'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız tyrannize 1434
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
tyrannize
tyr.an.nize tîr'ınayz fiil (over) -e zulmetmek, -i ezmek.
tyrannous
tyr.an.nous tîr'ınıs sıfat zalimce, zorbaca.
tyranny
tyr.an.ny tîr'ıni isim 1. zulüm, zorbalık, gaddarlık, despotluk. 2. zorbalık yönetimi; zorba hükümet.
tyrant
ty.rant tay'rınt isim 1. zorba, zalim. 2. tiran, zorba hükümdar, despot.
tyre
tyre tayr isim, otomotiv, İngiliz İngilizcesi bakınız tire
tzar
tzar zar isim bakınız czar
U
U, u yu isim 1. U, İngiliz alfabesinin yirmi birinci harfi. 2. U şeklinde şey.
U.K.
U.K. yu'key' kısaltma the United Kingdom (of Great Britain and Northern Ireland) Birleşik Krallık (Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı).
U.N.
U.N. yu'en' kısaltma the United Nations B.M. (Birleşmiş Milletler)
U.S.
U.S. yu'es' kısaltma the United States of America A.B.D. (Amerika Birleşik Devletleri).
U.S.A.
U.S.A. yu'es'ey' kısaltma the United States of America A.B.D. (Amerika Birleşik Devletleri).
U.S.A.F.
U.S.A.F. yu'es'ey'ef' kısaltma the United States Air Force A.B.D. Hv. Kuv. (Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri).
U.S.S.R.
U.S.S.R. yu'es'es'ar' kısaltma, tarih the Union of Soviet Socialist Republics S.S.C.B. (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği).
ubiquitous
u.bij.ui.tous yubîk'wıtıs sıfat aynı zamanda her yerde bulunan.
U-boat
U-boat yu'bot isim Alman denizaltısı.
U-bolt
U-bolt yu'bolt isim U harfi biçiminde iki ucu yivli cıvata.
udder
ud.der ^d'ır isim inek memesi.
UFO
UFO yu'ef'o' kısaltma bakınız unidentified flying obqect
Uganda
U.gan.da yugän'dı isim Uganda. 1435
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Ugandan
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Ugandalı. sıfat 1. Uganda, Uganda'ya özgü. 2. Ugandalı.
ugh
ugh ^h, ^g ünlem Of!/Öf! (Nefret veya tiksinme belirtir.).
ugly
ug.ly ^g'li sıfat 1. çirkin. 2. iğrenç. 3. kötü, tatsız, nahoş. 4. konuşma dili ters, huysuz. 5. fırtınalı.
Ukraine
U.kraine yukreyn' isim bakınız the Ukraine
Ukrainia
U.krain.i.a yukrey'niyı isim Ukrayna.
Ukrainian
isim 1. Ukraynalı. 2. Ukraynaca. sıfat 1. Ukrayna, Ukrayna'ya özgü. 2. Ukraynaca. 3. Ukraynalı.
ulama
u.la.ma ulıma' isim ulema.
ulcer
ul.cer ^l'sır isim 1. ülser. 2. irinli yara.
ulcerate
ul.cer.ate ^l'sıreyt fiil ülsere dönüşmek, ülserleşmek; ülsere dönüştürmek, ülserleştirmek.
ulcerous
ul.cer.ous ^l'sırıs sıfat 1. ülserli. 2. ülser türünden. 3. ülsere dönüşmüş, ülserleşmiş.
ulema
u.le.ma ulıma' isim bakınız ulama
ulterior
ul.te.ri.or ^ltîr'iyır sıfat 1. gizli, açığa vurulmamış, itiraf edilmemiş: ulterior motive gizli amaç. 2. sonraki. 3. öte yandaki, ötedeki.
ultimate
ul.ti.mate ^l'tımît sıfat 1. son, nihai, en son: ultimate reality son gerçek. 2. esas, temel: ultimate principles temel ilkeler. 3. en büyük, en yüksek: the ultimate good en büyük iyilik.
ultimately
ul.ti.mate.lyzarf eninde sonunda.
ultimatum
ul.ti.ma.tum ^ltımey'tım isim (ultimatums/ultimata) ültimatom.
ultra
ul.tra ^l'trı sıfat aşırı, son derece. isim aşırıcı, aşırıcılık yanlısı.
ultraconservative
ul.tra.con.ser.va.tive ^ltrıkınsır'vıtîv sıfat aşırı derecede tutucu/muhafazakâr.
ultramodern
ul.tra.mod.ern ^ltrımad'ırn sıfat son derece modern, ültramodern, çağüstü.
ultrared
ul.tra.red ^ltrıred' sıfat kızılötesi, enfraruq. 1436
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ultrasonic
ul.tra.son.ic ^ltrısan'îk sıfat ültrasonik.
ultrasound
ul.tra.sound ^l'trısaund isim ültrason.
ultraviolet
ul.tra.vi.o.let ^ltrıvay'ılît sıfat ültraviyole, morötesi.
umber
um.ber ^m'bır isim ombra.
umbilical cord
anatomi göbek kordonu.
umbilical
um.bil.i.cal ^mbîl'îkıl sıfat 1. göbeğe ait. 2. göbeğe yakın.
umbra
um.bra ^m'brı isim (umbras/umbrae) 1. gölge. 2. gökbilim tam gölge. 3. minakop, taşlevreği, gölgebalığı.
umbrage
um.brage ^m'brîc isim 1. gücenme, alınma. 2. gölge. 3. gölge yapan şey (ağaç).
umbrella pine
fıstıkçamı.
umbrella stand
şemsiyelik.
umbrella
um.brel.la ^mbrel'ı isim şemsiye. sıfat bütünü kapsayan.
umbrine
um.brine ^m'brayn isim minakop, taşlevreği, gölgebalığı.
umlaut
um.laut ûm'laut isim ünlü harf üzerine konulan çift nokta.
umpire
um.pire ^m'payr isim hakem. fiil hakemlik yapmak.
umpteen
ump.teen ^m'tin', ^mp'tin' sıfat sayısız, pek çok.
un-
un-önek -siz, -sız, gayri.
unable
un.a.ble ^ney'bıl sıfat 1. yapamaz, elinden gelmez. 2. beceriksiz.
unabridged
un.a.bridged ^nıbrîcd' sıfat kısaltılmamış, tam.
unacceptable
un.ac.cept.a.ble ^nıksep'tıbıl sıfat kabul edilemez.
unaccommodating
un.ac.com.mo.dat.ing ^nıkam'ıdeytîng sıfat kendi rahatını feda edemeyen.
unaccompanied
un.ac.com.pa.nied ^nık^m'pınid sıfat 1. yanında kimse olmayan, eşlik edilmeyen, yalnız. 2. müzik eşlik edilmeyen, refakatsiz.
unaccountable
un.ac.count.a.ble ^nıkaun'tıbıl sıfat 1. anlaşılmaz, garip. 2. sorumsuz, hesabı verilmeyen. 3. olağanüstü.
1437
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unaccustomed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.ac.cus.tomed ^nık^s'tımd sıfat alışılmamış, alışılmadık.
unaffected
un.af.fect.ed ^nıfek'tîd sıfat 1. yapmacıksız, doğal, tabii. 2. etkilenmemiş.
unaided
un.aid.ed ^neyd'îd sıfat yardımsız, kendi başına, yalnız başına.
unalterable
un.al.ter.a.ble ^nôl'tırıbıl sıfat değiştirilmesi imkânsız, değiştirilemez.
unanimity
u.na.nim.i.ty yunınîm'ıti isim oybirliği, ittifak.
unanimous
u.nan.i.mous yunän'ımıs sıfat aynı fikirde, müttefik.
unanimously
u.nan.i.mous.lyzarf oybirliğiyle, ittifakla.
unanswerable
un.an.swer.a.ble ^nän'sırıbıl sıfat 1. cevaplandırılamaz, yanıtlanamaz. 2. çürütülemez; itiraz edilemez. 3. sorumlu tutulamaz.
unappealing
un.ap.peal.ing ^nıpi'lîng sıfat zevksiz, çekici olmayan, nahoş.
unapproachable
un.ap.proach.a.ble ^nıpro'çıbıl sıfat 1. yaklaşılmaz. 2. eşsiz, emsalsiz.
unarmed
un.armed ^narmd' sıfat silahsız.
unashamed
un.a.shamed ^nışeymd' sıfat utanmayan, utanmaz.
unassailable
un.as.sail.a.ble ^nıseyl'ıbıl sıfat doğruluğundan şüphe edilemez; su götürmez, çürütülemez.
unassisted
un.as.sist.ed ^nısîs'tîd sıfat yardımcısız; yardımsız. zarf yalnız başına, yardım görmeden.
unassuming
un.as.sum.ing ^nısu'mîng sıfat alçakgönüllü, mütevazı, gösterişsiz.
unattached
un.at.tached ^nıtäçt' sıfat 1. bağlı olmayan. 2. eşi veya nişanlısı olmayan, bekâr.
unattainable
un.at.tain.a.ble ^nıtey'nıbıl sıfat elde edilemez, ulaşılmaz.
unattended
un.at.tend.ed ^nıten'dîd sıfat 1. bakılmamış, yapılmamış (iş). 2. ihmal edilmiş. 3. yalnız, refakatsiz. 4. başıboş.
1438
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unattractive
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.at.trac.tive ^nıträk'tîv sıfat çekici olmayan, sevimsiz, cazibesiz.
unauthorized
un.au.thor.ized ^nô'thırayzd sıfat 1. yetkisiz. 2. izinsiz. 3. resmi olmayan.
unavailable
un.a.vail.a.ble ^nıvey'lıbıl sıfat mevcut olmayan, bulunmayan.
unavailing
un.a.vail.ing ^nıvey'lîng sıfat boş, nafile, beyhude, yararsız, faydasız.
unavoidable
un.a.void.a.ble ^nıvoy'dıbıl sıfat kaçınılmaz, önüne geçilmez.
unaware
un.a.ware ^nıwer' sıfat bakınız be unaware of
unawares
un.a.wares ^nıwerz' zarf bakınız catch someone unawares take someone unawares
unbalance
un.bal.ance ^nbäl'ıns fiil dengesini bozmak.
unbalanced
un.bal.anced ^nbäl'ınst sıfat 1. dengesiz. 2. akli dengesi bozuk.
unbearable
un.bear.a.ble ^nber'ıbıl sıfat çekilmez, dayanılmaz.
unbeaten
un.beat.en ^nbi'tın sıfat 1. yenilmemiş. 2. kırılmamış (rekor). 3. ayak basılmamış.
unbecoming
un.be.com.ing ^nbîk^m'îng sıfat 1. yakışıksız, uygunsuz, yakışık almayan: unbecoming behavior uygunsuz davranış. 2. yakışmayan: Her new dress is unbecoming. Yeni elbisesi ona yakışmamış.
unbeknown
un.be.known ^nbînon' sıfat 1. to -in haberi olmadan, den habersiz. 2. to -ce bilinmeyen, -ce meçhul.
unbeknownst
un.be.knownst ^nbînonst' sıfat 1. to -in haberi olmadan, -den habersiz. Unbeknownst to us, they had already bought the house. Bizim haberimiz olmadan evi almışlardı bile. 2. to -ce bilinmeyen, -ce meçhul.
unbelievable
un.be.liev.a.ble ^nbîli'vıbıl sıfat inanılmaz.
unbeliever
un.be.liev.er ^nbîli'vır isim 1. Allaha inanmayan kimse, imansız, inançsız. 2. (bir şeye/birine) inanmayan kimse.
unbelieving
un.be.liev.ing ^nbîli'vîng sıfat 1. inanmayan, şüpheci. 2. iman etmeyen, imansız, inançsız. 1439
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unbending
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.bend.ing ^nben'dîng sıfat kararından dönmez, boyun eğmez.
unbiased
un.bi.ased ^nbay'ıst sıfat taraf tutmayan, tarafsız, yansız.
unbidden
un.bid.den ^nbîd'ın sıfat 1. davetsiz. 2. kendiliğinden gelen (fikir).
unbleached muslin
amerikanbezi.
unbleached
un.bleached ^nbliçt' sıfat ağartılmamış.
unblemished
un.blem.ished ^nblem'îşt sıfat lekesiz, kusursuz.
unblushing
un.blush.ing ^nbl^ş'îng sıfat utanmaz, yüzsüz.
unblushingly
un.blush.ing.lyzarf utanmadan.
unborn
un.born ^nbôrn' sıfat 1. doğmamış, henüz dünyaya gelmemiş. 2. gelecek, müstakbel.
unbound
un.bound ^nbaund' sıfat ciltlenmemiş, ciltsiz.
unbowed
un.bowed ^nbaud' sıfat eğilmemiş, baş eğmemiş, boyun eğmemiş.
unbridled
un.bri.dled ^nbray'dıld sıfat 1. dizginsiz, dizgin vurulmamış (at). 2. aşırı, dizginsiz, ölçüsüz.
unbroken
un.bro.ken ^nbro'kın sıfat 1. kırılmamış, bütün. 2. sürekli, aralıksız. 3. boyun eğmemiş. 4. yarıda kesilmemiş. 5. terbiye edilmemiş, alıştırılmamış (at).
unbuckle
un.buck.le ^nb^k'ıl fiil tokasını açmak.
unburden
un.bur.den ^nbır'dın fiil 1. yükten kurtarmak. 2. derdini dökmek.
unbusinesslike
un.busi.ness.like ^nbîz'nîslayk sıfat iş düzenine aykırı.
unbutton
un.but.ton ^nb^t'ın fiil düğmelerini çözmek.
uncalled-for
un.called-for ^nkôld'fôr sıfat 1. gereksiz, lüzumsuz, istenilmeyen. 2. yersiz, yerinde olmayan. 3. haksız.
uncanny
un.can.ny ^nkän'i sıfat 1. acayip. 2. esrarengiz, olağanüstü. 3. tekin olmayan.
uncap
un.cap ^nkäp' fiil (uncapped, uncapping) kapağını açmak.
uncared-for
un.cared-for ^nkerd'fôr sıfat bakımsız.
1440
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unceasing
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.ceas.ing ^nsi'sîng sıfat 1. sürekli, aralıksız. 2. sonsuz, bitmez tükenmez.
unceremonious
un.cer.e.mo.ni.ous ^nserımo'niyıs sıfat 1. nezaketsizce yapılan, kaba. 2. teklifsiz. 3. resmi olmayan.
uncertain
un.cer.tain ^nsır'tın sıfat 1. şüpheli. 2. belirsiz. 3. kesin olmayan. 4. güvenilmez. 5. kararsız. 6. değişken, dönek.
uncertainty
un.cer.tain.tyisim 1. kuşku, şüphe, tereddüt. 2. belirsizlik. 3. kesinsizlik.
unchangeable
un.change.a.ble ^nçeyn'cıbıl sıfat değişmez.
unchanged
un.changed ^nçeyncd' sıfat değişmemiş.
unchanging
un.chang.ing ^nçeyn'cîng sıfat değişmez, değişmeyen.
uncharitable
un.char.i.ta.ble ^nçer'ıtıbıl sıfat 1. acımasız, sert, katı yürekli. 2. bağışlamaz, affetmeyen. 3. kusur bulan.
uncharted
un.chart.ed ^nçar'tîd sıfat 1. haritası yapılmamış. 2. bilinmeyen, meçhul.
unchecked
un.checked ^nçekt' sıfat 1. kontrol edilmemiş; önü alınmamış. 2. başıboş bırakılmış, kontrolsüz.
unchristian
un.chris.tian ^nkrîs'çın sıfat 1. Hristiyan olmayan. 2. Hristiyanlığa aykırı, Hristiyana yakışmaz. 3. acımasız, merhametsiz. 4. nazik olmayan, kaba.
uncircumcised
un.cir.cum.cised ^nsır'kımsayzd sıfat sünnetsiz.
uncivil
un.civ.il ^nsîv'ıl sıfat kaba, nezaketsiz.
uncivilised
un.civ.i.lised ^nsîv'ılayzd sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız uncivilized
uncivilized
un.civ.i.lized ^nsîv'ılayzd sıfat 1. medeniyetsiz. 2. vahşi.
unclaimed
un.claimed ^nkleymd' sıfat sahibi çıkmamış.
unclasp
un.clasp ^nkläsp' fiil 1. (sıkılan eli) bırakmak. 2. (tokayı) açmak.
Uncle Sam
konuşma dili, Amerikan İngilizcesi Sam Amca (Amerika Birleşik Devletleri için bir ad).
uncle
un.cle ^ng'kıl isim 1. amca: paternal uncle amca. 2. dayı: maternal uncle dayı. 3. enişte: Aunt Helen's
1441
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
husband is one of my uncles. Helen Teyze'nin kocası eniştelerimden biri. 4. amca, yaşlı adam. 5. argo tefeci. unclean
un.clean ^nklin' sıfat 1. kirli, pis. 2. murdar. 3. ahlaksız, günahkâr.
unclear
un.clear ^nklîr' sıfat 1. bulanık. 2. zor anlaşılır. 3. karışık.
unclench
un.clench ^nklenç' fiil (sıkılmış eli) açmak veya açtırmak; (sıkılmış el) açılmak.
unclinch
un.clinch ^nklînç' fiil bakınız unclench
uncloak
un.cloak ^nklok' fiil 1. örtüsünü kaldırmak. 2. meydana çıkarmak, açığa vurmak, ortaya dökmek.
unclog
un.clog ^nklag' fiil (unclogged, unclogging) (tıkanık bir şeyi) açmak: This substance will unclog the bathtub drain. Bu madde banyo küvetindeki tıkanıklığı giderir.
unclose
un.close ^nkloz' fiil açmak; açılmak.
uncoil
un.coil ^nkoyl' fiil (halka şeklinde sarılı bir şeyi) açmak, çözmek; açılmak, çözülmek.
uncomfortable
un.com.fort.a.ble ^nk^m'fırtıbıl, ^nk^mf'tıbıl sıfat 1. rahatsız. 2. rahatsız edici, nahoş.
uncommitted
un.com.mit.ted ^nkımît'îd sıfat 1. taahhüt altına girmemiş. 2. bağımsız. 3. fikrini söylememiş.
uncommon
un.com.mon ^nkam'ın sıfat 1. nadir, seyrek. 2. olağanüstü, fevkalade.
uncommonly
un.com.mon.lyzarf 1. olağanüstü bir şekilde. 2. nadiren.
uncommunicative
un.com.mu.ni.ca.tive ^nkımyu'nıkeytîv, ^nkımyu'nıkıtîv sıfat ketum, ağzı sıkı, az konuşan.
uncomplaining
un.com.plain.ing ^nkımpleyn'îng sıfat şikâyet etmeyen, sabırlı.
uncompromising
un.com.pro.mis.ing ^nkam'prımayzîng sıfat 1. düşünce, ilke veya kararlarından vazgeçmez. 2. uzlaşmaz, uyuşmaz. 3. sözünden dönmez. 4. katı, sert.
unconcealed
un.con.cealed ^nkınsild' sıfat açıkta olan, açık, gizlenmemiş. 1442
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
unconcern
un.con.cern ^nkınsırn' isim ilgisizlik, kayıtsızlık.
unconcerned
un.con.cern.edsıfat ilgisiz, kayıtsız.
unconditional
un.con.di.tion.al ^nkındîş'ınıl sıfat kayıtsız şartsız.
unconditionally
un.con.di.tion.al.lyzarf kayıtsız şartsız olarak.
unconfirmed
un.con.firmed ^nkınfırmd' sıfat doğrulanmamış.
uncongenial
un.con.gen.ial ^nkıncin'yıl sıfat 1. uyuşamayan. 2. sıkıcı, tatsız.
unconnected
un.con.nect.ed ^nkınek'tîd sıfat 1. birbirine bağlı olmayan, ayrı. 2. tutarsız.
unconscionable
un.con.scion.a.ble ^nkan'şınıbıl sıfat 1. mantıksız, makul olmayan, aşırı; fahiş (fiyat). 2. vicdansız; insafsız.
unconscious
un.con.scious ^nkan'şıs sıfat 1. farkında olmayan, habersiz: He is unconscious of the seriousness of our environmental problems. Çevresel sorunlarımızın ne kadar ciddi olduğunun farkında değil. 2. baygın: The patient is unconscious. Hasta baygın. 3. bilinçsiz, şuursuz. isim bakınız the unconscious
unconstitutional
un.con.sti.tu.tion.al ^nkanstîtu'şınıl sıfat anayasaya aykırı.
unconstitutionality
un.con.sti.tu.tion.al.i.ty ^nkanstîtuşınäl'ıti isim anayasaya aykırılık.
unconstrained
un.con.strained ^nkınstreynd' sıfat zorlanmamış, serbest.
uncontrollable
un.con.trol.la.ble ^nkıntrol'ıbıl sıfat zaptedilemeyen, frenlenemeyen.
uncontrolled
un.con.trolled ^nkıntrold' sıfat kontrol altına alınmamış, kontrolsüz, denetimsiz: uncontrolled population growth kontrol altına alınmamış nüfus artışı.
unconventional
un.con.ven.tion.al ^nkınven'şınıl sıfat geleneklere uymayan.
uncooked rice
pirinç.
uncork
un.cork ^nkôrk' fiil tapasını çıkarmak.
uncorrected
un.cor.rect.ed ^nkırek'tîd sıfat düzeltilmemiş. 1443
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük uncorroborated
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.cor.rob.o.rat.ed ^nkırab'ıreytîd sıfat doğruluğu kanıtlanmamış.
uncouth
un.couth ^nkuth' sıfat 1. kaba, inceliksiz. 2. tuhaf.
uncover
un.cov.er ^nk^v'ır fiil 1. örtüsünü kaldırmak, açmak: He removed the bandage in order to uncover the wound. Yarayı açmak için sargıyı çıkardı. 2. meydana çıkarmak, ortaya çıkarmak, açığa çıkarmak: A police investigation uncovered his crime. Polis soruşturması suçunu ortaya çıkardı.
uncritical
un.crit.i.cal ^nkrît'îkıl sıfat eleştirmeyen, tenkit etmeyen, değerlendirici olmayan.
uncultivated
un.cul.ti.vat.ed ^nk^l'tıveytîd sıfat 1. işlenmemiş (toprak). 2. kültürsüz, yontulmamış.
uncut
un.cut ^nk^t' sıfat 1. kesilmemiş. 2. kenarları açılmamış (sayfalar). 3. kısaltılmamış, kesilmemiş, hiçbir bölümü çıkarılmamış (kitap, oyun, film).
undamaged
un.dam.aged ^ndäm'îcd sıfat zarar görmemiş.
undamped
un.damped ^ndämpt' sıfat 1. azaltılmamış, söndürülmemiş (duygu): undamped enthusiasm söndürülmemiş şevk. 2. ıslatılmamış.
undated
un.dat.ed ^ndey'tîd sıfat tarihsiz.
undaunted
un.daunt.ed ^ndôn'tîd sıfat korkusuz, yılmaz, cesur.
undecided
un.de.cid.ed ^ndîsay'dîd sıfat 1. karar verilmemiş, sallantıda, askıda. 2. kararsız, karar vermemiş, tereddüt içinde.
undecipherable
un.de.ci.pher.a.ble ^ndîsay'fırıbıl okunamayan, çözülemeyen, deşifre edilemeyen.
undeclared
un.de.clared ^ndîklerd' sıfat 1. açığa vurulmamış. 2. bildirilmemiş, beyan edilmemiş.
undefined
un.de.fined ^ndîfaynd' sıfat 1. belirsiz, belli olmayan. 2. tanımlanmamış, tarif edilmemiş.
undeniable
un.de.ni.a.ble ^ndînay'ıbıl sıfat inkâr edilemez, su götürmez.
1444
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük undeniably
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.de.ni.a.blyzarf inkâr edilemeyecek bir şekilde: That's undeniably true. Onun doğruluğu inkâr edilemez.
under a cloud
bakınız be under a cloud
under age
reşit olmamış, rüştünü ispat etmemiş.
under arms
silahlanmış.
under consideration
gözden geçirilmekte, incelenmekte.
under cover of
perdesi altında, kisvesi altında.
under cover
gizlenmiş. 2. sığınmış. 3. zarf içinde.
under cultivation
işlenmiş (toprak).
under duress
baskı altında.
under false colors
sahte bir kimlikle.
under foot
ayak altında.
under lock and key
kilit altında.
under no circumstances
hiçbir şekilde.
under one's breath
alçak sesle, fısıldayarak.
under one's nose
burnunun dibinde.
under one's very eyes
gözünün önünde.
under police escort
polis gözetiminde. 2. polis korumasıyla.
under sail
yelkenleri fora edilmiş olarak, seyir halinde.
under seal
mühürlenmiş, mühürlü.
under separate cover
ayrı bir zarfta.
under the auspices of
himayesinde.
under the circumstances
öyle ise, o halde, bu durumda, bu şartlar altında.
under the cloak of
kisvesi altında.
under the influence
konuşma dili sarhoş.
under the open sky
açık havada, gök kubbe altında.
under the table
el altından, gizlice.
under the weather
konuşma dili keyifsiz, hasta, rahatsız.
under way
hareket halinde, ilerlemekte, devam etmekte.
under weigh
hareket halinde, yolda.
under-
un.der-önek 1. altında, altındaki. 2. yetersiz, eksik, az. 3. aşağısında. 4. ikinci, muavin, yardımcı.
underage
un.der.age ^ndıreyc' sıfat bakınız be underage
1445
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük underarm
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.der.arm ^n'dırarm sıfat koltuk altında olan, koltuk altı.
underbid
un.der.bid ^ndırbîd' fiil (underbid, underbidding) (başka bir kimse veya firmadan) daha aşağı fiyat teklif etmek.
underbrush
un.der.brush ^n'dırbr^ş isim (orman veya korudaki büyük ağaçların altında yetişen) çalılar ve ağaççıklar, çalılık.
undercarriage
un.der.car.riage ^ndırker'ic isim 1. otomotiv şasi. 2. havacılık iniş takımı.
undercharge
un.der.charge ^ndırçarc' fiil gerekenden düşük fiyat vermek/teklif etmek; gerekenden az/eksik para istemek veya almak.
underclothes
un.der.clothes ^n'dırkloz, ^n'dırklodhz isim, çoğul iç çamaşırlar.
undercoat
un.der.coat ^n'dırkot isim astar, astar boyası.
undercover
un.der.cov.er ^ndırk^v'ır sıfat 1. gizli yapılan, gizli. 2. gizli çalışan.
undercurrent
un.der.cur.rent ^n'dırkırınt isim 1. altakıntı. 2. gizli eğilim.
undercut
un.der.cut ^ndırk^t' fiil (undercut, undercutting) 1. (başkasının önerdiği fiyattan) ucuza satmak. 2. (başkasının önerdiği fiyattan) düşük fiyat vermek/teklif etmek.
underdevelop
un.der.de.vel.op ^ndırdîvel'ıp fiil, fotoğrafçılık eksik develope etmek, düşük açındırmak.
underdeveloped
un.der.de.vel.oped ^ndırdîvel'ıpt sıfat 1. azgelişmiş (ülke). 2. fotoğrafçılık eksik develope edilmiş, düşük açındırılmış (film).
underdog
un.der.dog ^n'dırdôg isim 1. kazanma şansı az olan kimse veya takım. 2. güçsüz veya zayıf durumda olan kimse, grup veya ülke.
underdone
un.der.done ^n'dırd^n' sıfat yeterince pişmemiş.
1446
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük underemployed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.der.em.ployed ^ndırımployd' sıfat yeterli derecede çalıştırılmayan.
underestimate
un.der.es.ti.mate ^ndıres'tımeyt fiil 1. gerçek değerinin altında paha biçmek: The qeweler has underestimated the value of your ring. Kuyumcu yüzüğüne gerçek değerinin altında paha biçmiş. isim gerçek değerinin altında paha biçme.
underexpose
un.der.ex.pose ^ndırîkspoz' fiil (filmi) düşük ışıklamak, az ışıklamak.
underexposed
un.der.ex.posedsıfat düşük ışıklı (film).
underexposure
un.der.ex.po.sure ^ndırîkspo'qır isim 1. (filmi) düşük ışıklama, az ışıklama. 2. düşük ışıklılık.
underfoot
un.der.foot ^ndırfût' zarf ayaklar altında.
undergarment
un.der.gar.ment ^n'dırgarmınt isim iç çamaşırı.
undergird
un.der.gird ^ndırgırd' fiil alttan desteklemek.
undergo
un.der.go ^ndırgo' fiil (underwent, undergone) 1. (sıkıntı) çekmek; (katlanılması zor bir şeye) maruz kalmak: She's undergone a lot of suffering. Çok sıkıntı çekti. 2. geçirmek; görmek; -e uğramak: She underwent surgery last month. Geçen ay ameliyat geçirdi. This building's now undergoing repair. Bu bina şimdi tamirat görüyor. It must be bottled before it's undergone fermentation. Fermantasyona uğramadan önce şişelenmesi gerek. Right now she's undergoing a physical examination. Şu anda doktor muayenesinden geçiyor.
undergraduate
un.der.grad.u.ate ^ndırgräc'uwît isim üniversite öğrencisi. sıfat üniversite öğrencisine ait.
underground
un.der.ground ^n'dırgraund zarf 1. yeraltında. 2. gizli olarak. sıfat 1. yeraltı. 2. gizli. isim 1. yeraltı. 2. İngiliz İngilizcesi metro.
undergrowth
un.der.growth ^n'dırgroth isim (orman veya korudaki büyük ağaçların altında yetişen) çalı, ağaççık v.b.'nden oluşan bitki örtüsü. 1447
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük underhand
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.der.hand ^n'dırhänd zarf el altından, gizlice, sinsice, hile ile.
underhanded
un.der.hand.edsıfat el altından yapılan, hileli.
underlie
un.der.lie ^ndırlay' fiil (underlay, underlain, underlying) -in altında bulunmak/yatmak, -in temelinde yatmak, -in asıl nedeni olmak, -in temelini oluşturmak.
underline
un.der.line ^n'dırlayn fiil altını çizmek.
undermine
un.der.mine ^ndırmayn' fiil 1. (yavaş yavaş veya sinsice) zarar vermek: Years of dissipation had undermined his health. Yıllarca süren sefahat sağlığına zarar vermişti. Their activities are undermining the authority of the state. Onların faaliyetleri devletin otoritesini sarsıyor. 2. (bir şeyin) altındaki toprağı kazarak çıkarmak; (bir şeyin) altındaki toprağı oymak.
undermost
un.der.most ^n'dırmost sıfat en alttaki. zarf 1. en altta; altta. 2. en alta; alta.
underneath
un.der.neath ^ndırnith' zarf, edat altına; altında.
undernourished
un.der.nour.ished ^ndırnır'îşt sıfat iyi beslenmemiş.
underpaid
un.der.paidsıfat hakkından az para alan.
underpants
un.der.pants ^n'dırpänts isim, çoğul don, külot.
underpass
un.der.pass ^n'dırpäs isim altgeçit.
underpay
un.der.pay ^ndırpey' fiil (underpaid) hak ettiği maaştan az vermek.
underpin
un.der.pin ^ndırpîn' fiil (underpinned, underpinning) 1. (bir şeyin) temelini oluşturmak: Logic underpins this thesis. Bu tez mantık üzerine kurulu. 2. payanda vurmak, payandalamak, desteklemek.
underprivileged
un.der.priv.i.leged ^n'dırprîv'ılîcd sıfat başkalarına sağlanan imkânları olmayan.
underrate
un.der.rate ^ndır.reyt' fiil gerçek değerinden az değer vermek, küçümsemek.
underscore
un.der.score ^ndırskôr' fiil 1. altını çizmek. 2. vurgulamak, üstünde durmak, altını çizmek. isim bir sözcüğün altına çizilmiş çizgi. 1448
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
undersecretary
un.der.sec.re.tar.y ^n'dırsek'rıteri isim müsteşar.
undersell
un.der.sell ^ndırsel' fiil (undersold) fiyat kırarak satmak; -den ucuza satmak.
undershirt
un.der.shirt ^n'dırşırt isim atlet fanilası, atlet, fanila.
undershoot
un.der.shoot ^n'dırşut fiil hedefe isabet ettirememek; hedefe erişememek.
undershot
un.der.shot ^n'dırşut fiil bakınız undershoot
underside
un.der.side ^n'dırsayd isim alt taraf, alt.
undersigned
un.der.signed ^n'dırsaynd sıfat altında imza bulunan.
underskirt
un.der.skirt ^n'dırskırt isim qüpon.
understaffed
un.der.staffed ^n'dırstäft' sıfat personel eksikliği olan: We are understaffed. Bizde bir personel eksikliği var.
understand
un.der.stand ^ndırständ' fiil (understood) 1. anlamak, kavramak: I understand what they are saying. Söylediklerini anlıyorum. I cannot understand the meaning of infinity. Sonsuzluğun anlamını kavrayamıyorum. 2. iyice bilmek, -den anlamak: He understands machines. Makinelerden anlıyor. 3. işitmek, duymak: I understand that he has changed his plans. Planlarını değiştirdiğini duydum. 4. anlam vermek, yorumlamak: They understood his message to mean that he did not wish to see them. Mesajını, onları görmek istemediği şeklinde yorumladılar. 5. anlayış göstermek: When people come to pour out their problems to her she tries to understand them. İnsanlar ona dertlerini dökmeye geldikleri zaman onlara anlayış göstermeye çalışıyor.
understandable
un.der.stand.a.ble ^ndırständ'ıbıl sıfat anlaşılır, anlaşılması mümkün, kavranılır.
understanding
un.der.stand.ing ^ndırstän'dîng isim 1. anlayış, anlama, kavrayış; kavrama gücü. 2. anlaşma: We have come to an understanding. Bir anlaşmaya vardık. She attends the meetings on the understanding that she may neither speak nor vote. Konuşmaması ve oy kullanmaması 1449
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
şartıyla toplantılara katılıyor. 3. bilgi: My understanding of physics is limited. Fizik bilgim sınırlı. 4. anlayış, halden anlama; birbirini anlama: It's an organization that works to promote international understanding. Ülkelerin birbirini daha iyi anlamaları için çalışan bir kuruluştur. understate
un.der.state ^ndırsteyt' fiil olduğundan eksik veya hafif göstermek.
understatement
un.der.state.mentisim bir şeyi olduğundan hafif gösteren ifade.
understood
un.der.stood ^ndırstûd' fiil bakınız understand sıfat söylenilmeden anlaşılan, farzedilen.
understudy
un.der.stud.y ^n'dırst^di isim, tiyatro yedek oyuncu.
undertake a journey
uzun bir yolculuğa hazırlanıp çıkmak.
undertake
un.der.take ^ndırteyk' fiil (undertook, undertaken) 1. üzerine almak, üstlenmek. 2. girişmek.
undertaker
un.der.tak.er ^n'dırteykır isim cenaze levazımatçısı, para karşılığı cenaze işlerini üstlenen kimse.
undertaking
un.der.tak.ing ^ndırtey'kîng isim 1. girişim. 2. üzerine alma, üstlenme.
undertone
un.der.tone ^n'dırton isim 1. alçak ses tonu, fısıltı. 2. bir söz, yazı veya eylemde sezilen duygu: There was an undertone of sadness in her remarks. Söylediklerinde hüzün vardı.
undertow
un.der.tow ^n'dırto isim deniz yüzündeki akıntıya ters giden dip akıntısı.
undervalue
un.der.val.ue ^ndırväl'yu fiil 1. gerçek değerinden az değer vermek. 2. küçümsemek.
underwater
un.der.wa.ter ^n'dırwô'tır sıfat su altında olan veya kullanılan, sualtı.
underwear
un.der.wear ^n'dırwer isim iç çamaşırı.
underweight
un.der.weight ^n'dırweyt sıfat zayıf.
underworld
un.der.world ^n'dırwırld isim 1. ölüler diyarı. 2. yeraltı dünyası. 1450
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük underwrite
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.der.write ^n'dır.rayt fiil (underwrote, underwritten) 1. sigorta etmek. 2. bir girişimin masrafını ödemeyi üstlenmek.
undeserved
un.de.served ^ndîzırvd' sıfat hak edilmemiş.
undesirable
un.de.sir.a.ble ^ndîzayr'ıbıl sıfat 1. istenilmeyen. 2. sakıncalı. isim istenilmeyen kişi.
undetected
un.de.tect.ed ^ndîtek'tîd sıfat farkedilmemiş.
undeterred
un.de.terred ^ndîtırd' sıfat yılmayan, azimli.
undeveloped
un.de.vel.oped ^ndîvel'ıpt sıfat 1. gelişmemiş. 2. işlenmemiş (toprak). 3. fotoğrafçılık banyo edilmemiş.
undeviating
un.de.vi.at.ing ^ndi'viyeytîng sıfat yolundan sapmayan.
undisciplined
un.dis.ci.plined ^ndîs'ıplînd sıfat 1. disiplinsiz. 2. ele avuca sığmaz, zaptedilmez.
undisclosed
un.dis.closed ^ndîsklozd' sıfat açığa vurulmamış, gizli.
undisguised
un.dis.guised ^ndîsgayzd' sıfat gizlenmemiş, açık.
undisputed
un.dis.put.ed ^ndîspyut'îd sıfat karşı gelinmez, tartışılmaz.
undo the harm that has been done
yapılan zararı telafi etmek.
undo
un.do ^ndu' fiil (undid, undone) 1. çözmek, açmak: undo a knot düğümü çözmek. 2. bozmak, iptal etmek: The opposition party plans to undo the reforms made by the party in power. Muhalefet partisi iktidar partisinin yaptığı reformları iptal etmeyi planlıyor. 3. mahvetmek, felakete sürüklemek: It was his own stubbornness which undid him. Onu mahveden kendi inatçılığıydı.
undoing
un.do.ing ^ndu'wîng isim mahvolma nedeni: Drink was his undoing. Mahvolmasının nedeni içkiydi.
undone
un.done ^nd^n' fiil bakınız undo sıfat 1. yapılmamış. 2. açılmış, çözülmüş.
undoubted
un.doubt.ed ^ndau'tîd sıfat kesin, şüphesiz.
undoubtedly
un.doubt.ed.lyzarf hiç kuşkusuz, hiç şüphesiz, kesinlikle; hiç kuşku yok.
undreamed-of
un.dreamed-of ^ndrimd'^v sıfat akla hayale gelmez.
1451
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük undress
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.dress ^ndres' fiil 1. giysilerini çıkarmak, soymak; soyunmak. 2. sargısını açmak. isim bakınız in a state of undress
undressed
un.dress.edsıfat 1. çıplak. 2. işlenmemiş (deri). 3. sosu veya terbiyesi olmayan (yemek).
undue
un.due ^ndu' sıfat 1. aşırı: undue strictness aşırı sertlik. 2. yasaya aykırı, usule aykırı: undue seizure yasaya aykırı el koyma. 3. uygunsuz, yakışıksız, yersiz: undue criticism yersiz eleştiri. 4. vadesi gelmemiş.
undulate
un.du.late ^n'dyıleyt fiil dalgalandırmak; dalgalanmak. sıfat dalgalı.
undulation
un.du.la.tion ^ndyıley'şın isim 1. dalgalanma. 2. dalga.
unduly
un.du.ly ^ndu'li zarf 1. aşırı derecede. 2. boş yere, gereksiz yere. 3. haksız yere. 4. yersiz olarak.
undying
un.dy.ing ^nday'îng sıfat ölmez, ölümsüz, sonsuz.
unearth
un.earth ^nırth' fiil 1. toprağı kazıp çıkarmak. 2. meydana çıkarmak, keşfetmek.
unearthly
un.earth.ly ^nırth'li sıfat 1. doğaüstü. 2. konuşma dili uygunsuz.
uneasiness
un.eas.i.nessisim 1. huzursuzluk, rahatsızlık. 2. endişe, kaygı.
uneasy
un.eas.y ^ni'zi sıfat 1. huzursuz, rahatsız. 2. endişeli, kaygılı. 3. rahatsız eden. 4. endişelendirici, kaygılandırıcı.
uneducated
un.ed.u.cat.ed ^nec'ûkeytîd sıfat eğitimsiz, okumamış, tahsil görmemiş.
unemotional
un.e.mo.tion.al ^nimo'şınıl sıfat duygusuz.
unemployable
un.em.ploy.a.ble ^nîmploy'ıbıl sıfat çalıştırılması için gerekli vasıfları olmayan.
unemployed
un.em.ployed ^nîmployd' sıfat 1. işsiz, boşta. 2. kullanılmayan.
unemployment
un.em.ploy.ment ^nîmploy'mınt isim işsizlik.
unending
un.end.ing ^nend'îng sıfat bitmez tükenmez, sonsuz.
unendurable
un.en.dur.a.ble ^nîndûr'ıbıl sıfat dayanılmaz, çekilmez. 1452
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unequal
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.e.jual ^ni'kwıl sıfat 1. eşit olmayan. 2. düzensiz. 3. to için yetersiz.
unequaled
un.e.jual.edsıfat eşsiz, eşi bulunmaz, emsalsiz.
unequalled
un.e.jual.ledsıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız unequaled
unerring
un.err.ing ^nır'îng, ^ner'îng sıfat 1. yanılmaz, şaşmaz. 2. tam.
uneven
un.e.ven ^ni'vın sıfat 1. düz olmayan, inişli yokuşlu, engebeli; pürüzlü: uneven ground düz olmayan toprak. steep and uneven piece of land engebeli arazi parçası. uneven surface pürüzlü yüzey. 2. eşit olmayan: The legs of the chair are uneven. Sandalyenin ayakları eşit değil. 3. tek: uneven number tek sayı.
unevenly
un.e.ven.lyzarf 1. düz olmayan/engebeli bir biçimde. 2. eşit olmayan bir biçimde.
uneventful
un.e.vent.ful ^nivent'fıl sıfat olaysız, hadisesiz, sakin.
unexampled
un.ex.am.pled ^nîgzäm'pıld sıfat eşi görülmemiş, benzeri olmayan, eşsiz.
unexceptional
un.ex.cep.tion.al ^nîksep'şınıl sıfat sıradan, olağan.
unexpected
un.ex.pect.ed ^nîkspek'tîd sıfat beklenmedik, umulmadık.
unexpectedly
un.ex.pect.ed.lyzarf beklenmedik bir biçimde, umulmadık bir biçimde.
unexplained
un.ex.plained ^nîkspleynd' sıfat açıklanmamış.
unexplored
un.ex.plored ^nîksplord' sıfat keşfedilmemiş.
unfading
un.fad.ing ^nfeyd'îng sıfat solmaz.
unfailing
un.fail.ing ^nfey'lîng sıfat 1. hiç eksilmeyen, her zaman var olan (bir nitelik): He embarked upon the task with his unfailing enthusiasm. Hiç eksilmeyen şevkiyle işe girişti. 2. (birinin) hiç bıkmadığı (bir şey): For her reading is an unfailing source of pleasure. Onun için okumak hiç bıkmadığı bir zevktir. 3. her zaman güvenilebilen: It's an unfailing test. Yüzde yüz güvenilir bir test. 4. çok sadık: She's an unfailing supporter of reform. Reformun sadık bir destekçisidir. 1453
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
unfair
un.fair ^nfer' sıfat 1. haksız, adaletsiz. 2. hileli.
unfaithful
un.faith.ful ^nfeyth'fıl sıfat 1. vefasız, hakikatsiz; sadakatsiz: unfaithful friend vefasız arkadaş. unfaithful spouse sadakatsiz eş. 2. güvenilmez, yanlış: unfaithful translation güvenilmez çeviri.
unfamiliar
un.fa.mil.iar ^nfımîl'yır sıfat alışılmadık; bilinmedik, yabancı.
unfashionable
un.fash.ion.a.ble ^nfäş'ınıbıl sıfat modaya uymayan, moda olmayan, rağbet görmeyen.
unfasten
un.fas.ten ^nfäs'ın fiil çözmek, gevşetmek, açmak; çözülmek, gevşemek, açılmak.
unfathomable
un.fath.om.a.ble ^nfädh'ımıbıl sıfat 1. kavranılamaz, sırrına varılamaz. 2. ölçülemez.
unfavorable
un.fa.vor.a.ble ^nfey'vırıbıl sıfat 1. olumsuz: His reaction was unfavorable. Gösterdiği tepki olumsuzdu. 2. uygun olmayan, elverişsiz: unfavorable weather elverişsiz hava.
unfeeling
un.feel.ing ^nfi'lîng sıfat 1. duygusuz. 2. zalim, katı kalpli.
unfeigned
un.feigned ^nfeynd' sıfat 1. yapmacıksız, samimi. 2. gerçek, hakiki.
unfinished
un.fin.ished ^nfîn'îşt sıfat bitmemiş, tamamlanmamış.
unfit
un.fit ^nfît' sıfat uygun olmayan: He is unfit for this qob. Bu işe uygun biri değil.
unflagging
un.flag.ging ^nfläg'îng sıfat yorulmaz.
unflappable
un.flap.pa.ble ^nfläp'ıbıl sıfat, konuşma dili soğukkanlılığını/itidalini kaybetmeyen, sinirleri kuvvetli.
unflinching
un.flinch.ing ^nflîn'çîng sıfat cesur, korkusuz, gözü yılmaz.
unfold
un.fold ^nfold' fiil 1. (katlanmış bir şeyi) açmak; (katlanmış bir şey) açılmak. 2. açıklamak, belirtmek. 3. (yavaş yavaş) görünmek veya baş göstermek.
unforeseen
un.fore.seen ^nfôrsin' sıfat beklenmedik, umulmadık. 1454
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
unforgettable
un.for.get.ta.ble ^nfırget'ıbıl sıfat unutulmaz.
unforgiven
un.for.giv.en ^nfırgîv'ın sıfat affedilmemiş; affedilmeyen.
unforgotten
un.for.got.ten ^nfırgat'ın sıfat unutulmamış; unutulmayan.
unfortunate
un.for.tu.nate ^nfôr'çınît sıfat 1. şanssız, talihsiz, bedbaht; zavallı. 2. kötü, olumsuzluk getiren. 3. kötü, uygun olmayan.
unfortunately
un.for.tu.nate.lyzarf ne yazık ki, maalesef.
unfounded
un.found.ed ^nfaun'dîd sıfat temelsiz, asılsız, boş.
unfriendly
un.friend.ly ^nfrend'li sıfat dostça olmayan, düşmanca.
unfurl
un.furl ^nfırl' fiil (yelken, bayrak gibi sarılı bir şeyi) açmak.
unfurnished
un.fur.nished ^nfır'nîşt sıfat mobilyasız, möblesiz, döşenmemiş.
ungainly
un.gain.ly ^n.geyn'li sıfat 1. kaba, biçimsiz, hantal. 2. çirkin.
ungenerous
un.gen.er.ous ^ncen'ırıs sıfat cömert olmayan, cimri.
ungentlemanly
un.gen.tle.man.ly ^ncen'tılmınli sıfat nezaketsiz, centilmence olmayan.
unglued
un.glued ^n.glud' sıfat bakınız come unglued
ungodly
un.god.ly ^n.gad'li sıfat 1. konuşma dili korkunç, ürkütücü. 2. konuşma dili acayip, olmayacak: Why are you calling me at such an ungodly hour? Gece yarısı ne diye telefon ediyorsun bana? What an ungodly combination! Ne acayip bir karışım! 3. Allahı inkâr eden; Allahın buyruklarını çiğneyen.
ungovernable
un.gov.ern.a.ble ^n.g^v'ırnıbıl sıfat zaptolunamaz; zaptolunamayan; frenlenemez; frenlenemeyen.
ungraceful
un.grace.ful ^n.greys'fıl sıfat zarif olmayan, inceliksiz, kaba.
ungracious
un.gra.cious ^n.grey'şıs sıfat 1. nazik olmayan, kaba, nezaketsiz. 2. sevimsiz. 3. nahoş.
1455
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük ungrammatical
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.gram.mat.i.cal ^n.grımät'îkıl sıfat dilbilgisi kurallarına aykırı.
ungrateful
un.grate.ful ^n.greyt'fıl sıfat 1. nankör. 2. nahoş, tatsız.
ungratefully
un.grate.ful.lyzarf nankörce.
ungratefulness
un.grate.ful.nessisim nankörlük.
unguarded
un.guard.ed ^n.gar'dîd sıfat 1. muhafazasız, koruyucusuz, korumasız. 2. tedbirsiz, ihtiyatsız, gafil.
unhappy
un.hap.py ^nhäp'i sıfat 1. mutsuz. 2. şanssız: unhappy event şanssız olay. 3. uğursuz, meşum. 4. uygun düşmeyen: unhappy remark uygun düşmeyen laf. 5. beceriksiz.
unhealthy
un.health.y ^nhel'thi sıfat 1. sağlığı bozuk, sağlıksız. 2. sağlığa zararlı.
unheard-of
un.heard-of ^nhırd'^v sıfat duyulmadık, duyulmamış, işitilmemiş.
unheeded
un.heed.ed ^nhid'îd sıfat önemsenmeyen, aldırış edilmemiş, ihmal edilmiş.
unheeding
un.heed.ing ^nhid'îng sıfat önemsemeyen, aldırışsız.
unholy
un.ho.ly ^nho'li sıfat, konuşma dili 1. korkunç, insanı dehşete düşüren. 2. acayip, olmayacak: What are you doing here at this unholy hour? Gecenin bu saatinde burada işin ne? 3. hiç hayır getirmeyecek, kötü, pis, korkunç, şeytani.
unhook
un.hook ^nhûk' fiil 1. çengelden çıkarmak; çengelden çıkmak. 2. çengelini çıkarmak.
unhoped-for
un.hoped-for ^nhopt'fôr sıfat umulmadık, beklenmedik.
unhurried
un.hur.ried ^nhır'id sıfat telaşsız, acelesiz, rahat, sakin.
unhurt
un.hurt ^nhırt' sıfat zarar görmemiş, incinmemiş.
uni-
uni-önek bir, tek.
unicellular
u.ni.cel.lu.lar yunısel'yılır sıfat tekgözeli, birgözeli, tekhücreli.
unicorn
u.ni.corn yu'nıkôrn isim tek boynuzlu at şeklinde hayali bir hayvan.
unidentified flying object
UFO. 1456
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unidentified
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.i.de.ti.fied ^unayden'tîfayd sıfat ne olduğu saptanmamış.
unification
u.ni.fi.ca.tion yunıfıkey'şın isim birleşme; birleştirme.
unified
u.ni.fied yu'nıfayd sıfat birleştirilmiş; birleşmiş.
uniform
u.ni.form yu'nıfôrm sıfat 1. birörnek, tekbiçimli, tekşekilli, aynı: All the boxes are of a uniform size, shape and weight. Bütün kutuların boyu, biçimi ve ağırlığı aynı./Kutuların hepsi birörnek. 2. değişmez, aynı: How can we maintain a uniform temperature in this room? Bu odanın ısısını nasıl hep aynı derecede tutabiliriz? isim üniforma.
uniformity
u.ni.form.i.ty yunıfôr'mıti isim aynılık, birbirine benzerlik.
unify
u.ni.fy yu'nıfay fiil birleştirmek.
unilateral
u.ni.lat.er.al yunılät'ırıl sıfat tekyanlı.
unimaginative
un.im.ag.i.na.tive ^nîmäc'ınıtîv sıfat hayal gücü olmayan; hayal gücü kıt; hiçbir hayal gücü belirtisi göstermeyen.
unimpaired
un.im.paired ^nîmperd' sıfat zarar görmemiş.
unimpeded
un.im.ped.ed ^nîmpid'îd sıfat engellenmemiş.
unimportant
un.im.por.tant ^nîmpôr'tınt sıfat önemsiz.
unimproved road
toprak yol.
unimproved
un.im.proved ^nîmpruvd' sıfat 1. geliştirilmemiş. 2. sürülmemiş (toprak). 3. iyileştirilmemiş.
uninformed
un.in.formed ^nînfôrmd' sıfat haberdar edilmemiş, habersiz.
uninhabited
un.in.hab.it.ed ^nînhäb'îtîd sıfat ıssız, boş, tenha.
uninjured
un.in.jured ^nîn'cırd sıfat 1. yaralanmamış, incinmemiş. 2. zarar görmemiş.
uninspired
un.in.spired ^nînspayrd' sıfat hayal gücünden yoksun.
uninspiring
un.in.spir.ing ^nînspayr'îng sıfat 1. ilham vermeyen, insanın hayal gücünü çalıştırmayan, insanın hayal gücünü harekete geçirmeyen. 2. insanda (belirli bir) heves/istek uyandırmayan: He's an uninspiring teacher. 1457
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Öğrencilerinde öğrenme hevesi uyandırmayan bir hoca o. uninsured
un.in.sured ^nînşûrd' sıfat sigortasız.
unintelligent
un.in.tel.li.gent ^nîntel'ıcınt sıfat akılsız.
unintelligible
un.in.tel.li.gi.ble ^nîntel'ıcıbıl sıfat anlaşılmaz.
unintentional
un.in.ten.tion.al ^nînten'şınıl sıfat istemeyerek yapılan, kasıtsız.
unintentionally
un.in.ten.tion.al.lyzarf istemeyerek, kazara.
uninterested
un.in.ter.est.ed ^nîn'tırîstîd sıfat ilgisiz, lakayt.
uninteresting
un.in.ter.est.ing ^nîn'tırıstîng sıfat ilginç olmayan, çekici olmayan.
uninterrupted
un.in.ter.rupt.ed ^nîntır^p'tîd sıfat aralıksız, kesintisiz.
uninvited
un.in.vit.ed ^nînvay'tîd sıfat davetsiz, davet edilmemiş.
Union Jack
İngiliz bayrağı.
union
un.ion yun'yın isim 1. birleşme; birleştirme. 2. politika birlik. 3. sendika: trade union sendika.
unionise
un.ion.ise yun'yınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız unionize
unionize
un.ion.ize yun'yınayz fiil sendikalaştırmak; sendikalaşmak.
unique
u.nijue yunik' sıfat 1. tek, yegâne. 2. eşsiz, benzersiz, emsalsiz.
unisex
u.ni.sex yu'nıseks sıfat, isim üniseks.
unison
u.ni.son yu'nısın isim birlik, ahenk, uyum.
unit price
birim fiyatı.
unit
u.nit yu'nît isim 1. birim: unit of measurement ölçü birimi. 2. tertibat: heating unit ısıtma tertibatı. 3. askeri birlik. 4. (üniversitede) puan.
unite
u.nite yunayt' fiil 1. birleştirmek; birleşmek. 2. evlenmek, nikâhlanmak; evlendirmek.
united
u.nit.ed yunay'tîd sıfat birleşmiş, birleşik.
unity
u.ni.ty yu'nıti isim 1. birlik. 2. bütünlük. 3. uyum, ahenk, dayanışma.
univ.
univ.kısaltma university 1458
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük univalent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
u.ni.va.lent yunıvey'lınt sıfat, kimya tekdeğerli, tekdeğerlikli.
universal joint
otomotiv kardan mafsalı.
universal
u.ni.ver.sal yunıvır'sıl sıfat 1. evrensel: universal language evrensel dil. 2. genel, umumi: universal suffrage genel oy hakkı. 3. mantık tümel: universal proposition tümel önerme. 4. üniversal: universal qoint kardan mafsalı/kavraması.
universe
u.ni.verse yu'nıvırs isim evren, kâinat, âlem, cihan.
university degree
yükseköğrenim diploması.
university
u.ni.ver.si.ty yunıvır'sıti isim üniversite.
univocal
u.niv.o.cal yunîv'ıkıl sıfat, isim tekanlamlı (sözcük).
unjust
un.just ^nc^st' sıfat haksız, adaletsiz.
unjustly
un.just.lyzarf haksız olarak.
unkempt
un.kempt ^nkempt' sıfat 1. taranmamış, dağınık (saç). 2. derbeder, hırpani.
unkind
un.kind ^nkaynd' sıfat kırıcı, incitici, sert: unkind words kırıcı sözler. unkind treatment sert davranış.
unknowable
un.know.a.ble ^n.no'wıbıl sıfat bilinemez; bilinemeyen.
unknowing
un.know.ing ^n.no'wîng sıfat habersiz; farkında olmayan.
unknown
un.known ^n.non' sıfat bilinmeyen, meçhul, yabancı.
unlace
un.lace ^nleys' fiil bağlarını/bağcıklarını çözmek/açmak.
unladylike
un.la.dy.like ^nley'dilayk sıfat bir hanıma yakışmaz.
unlatch
un.latch ^nläç' fiil mandalını açmak, açmak.
unlawful
un.law.ful ^nlô'fıl sıfat kanunsuz, yolsuz.
unlawfully
un.law.ful.lyzarf kanunsuzca.
unleaded
un.lead.ed ^nled'îd sıfat kurşunsuz: unleaded gasoline/petrol kurşunsuz benzin.
unleash
un.leash ^nliş' fiil serbest bırakmak, salıvermek.
unleavened bread
hamursuz.
unleavened
un.leav.ened ^nlev'ınd sıfat mayasız (hamur, ekmek).
1459
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unless
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.less ^nles' bağlaç -mezse, -medikçe, meğerki: We cannot go unless he comes. Gelmezse gidemeyiz. Unless the government makes cuts in its expenditures inflation will increase. Devlet harcamalarında kesinti yapmadıkça enflasyon yükselecek. You can't catch the bus unless you run. Otobüse yetişemeyeceksin, meğerki koşasın.
unlike
un.like ^nlayk' sıfat birbirine benzemeyen, farklı. edat den farklı olarak: This painting is unlike his others. Bu resim onun diğer resimlerinden farklı. His Turkish, unlike mine, is excellent. Benimkinin tersine, onun Türkçesi mükemmel.
unlikely
un.like.ly ^nlayk'li sıfat 1. olası olmayan. 2. başarı olasılığı olmayan.
unlimited
un.lim.it.ed ^nlîm'îtîd sıfat sınırsız, sonsuz, sayısız.
unlisted
un.list.ed ^nlîs'tîd sıfat 1. listeye girmemiş, listede olmayan. 2. rehberde olmayan (telefon numarası).
unload
un.load ^nlod' fiil 1. yükünü boşaltmak; (yük) boşaltmak. 2. (derdini) dökmek. 3. (silahı) boşaltmak. 4. (eldeki malı) satarak elden çıkarmak.
unlock
un.lock ^nlak' fiil 1. kilidini açmak. 2. ortaya çıkarmak, çözmek: unlock a secret sırrı çözmek.
unlooked-for
un.looked-for ^nlûkt'fôr sıfat beklenmedik.
unloose
un.loose ^nlus' fiil 1. çözmek. 2. serbest bırakmak.
unloosen
un.loos.en ^nlu'sın fiil 1. çözmek. 2. gevşetmek. 3. serbest bırakmak.
unlovely
un.love.ly ^nl^v'li sıfat sevimsiz; nahoş.
unluckily
un.luck.i.lyzarf şanssızlık eseri.
unluckiness
un.luck.i.nessisim şanssızlık.
unlucky
un.luck.y ^nl^k'i sıfat 1. şanssız, talihsiz, bahtsız. 2. uğursuz.
unmanageable
un.man.age.a.ble ^nmän'îcıbıl sıfat idaresi güç, idare edilemez.
1460
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unmanned
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.manned ^nmänd' sıfat 1. mürettebatsız. 2. insansız çalışan.
unmannerly
un.man.ner.ly ^nmän'ırli sıfat nezaketsiz, saygısız, kaba.
unmarried
un.mar.ried ^nmer'id sıfat evlenmemiş, bekâr.
unmask
un.mask ^nmäsk' fiil 1. maskesini çıkartmak. 2. gerçek kişiliğini/kimliğini ortaya çıkarmak, maskesini kaldırmak.
unmeant
un.meant ^nment' sıfat istenmeden yapılmış, kasıtsız.
unmentionable
un.men.tion.a.ble ^nmen'şınıbıl sıfat ağza alınmaz, sözü edilmez.
unmerited
un.mer.it.ed ^nmer'îtıd sıfat haksız, hak edilmeyen.
unmindful
un.mind.ful ^nmaynd'fıl sıfat bakınız be unmindful of
unmistakable
un.mis.tak.a.ble ^nmîstey'kıbıl sıfat yanlış anlaşılmaz, açık.
unmistakably
un.mis.tak.a.blyzarf şüphe götürmez bir şekilde.
unmitigated
un.mit.i.gat.ed ^nmît'ıgeytîd sıfat tam: an unmitigated liar tam bir yalancı.
unmolested
un.mo.lest.ed ^nmıles'tîd sıfat rahatsız edilmemiş.
unmounted
un.mount.ed ^nmaun'tîd sıfat 1. atsız, ata binmemiş. 2. çerçevelenmemiş. 3. oturtulmamış. 4. monte edilmemiş, takılmamış.
unmoved
un.moved ^nmuvd' sıfat etkilenmemiş, müteessir olmamış.
unnamed
un.named ^n.neymd' sıfat 1. isimsiz, adsız. 2. adı geçmeyen, bahsedilmeyen.
unnatural
un.nat.u.ral ^n.näç'ırıl sıfat 1. doğal olmayan, doğaya aykırı, anormal. 2. tuhaf, garip, anormal. 3. yapmacık.
unnecessarily
un.nec.es.sar.i.lyzarf boş yere, gereksiz yere, boşu boşuna.
unnecessary
un.nec.es.sar.y ^n.nes'ıseri sıfat gereksiz, lüzumsuz.
unneeded
un.need.ed ^n.nîd'îd sıfat gereksiz.
unnerve
un.nerve ^n.nırv' fiil cesaretini kırmak, güvenini sarsmak. 1461
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unobjectionable
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.ob.jec.tion.a.ble ^nıbcek'şınıbıl sıfat 1. nahoş olmayan. 2. aleyhinde bir şey denilemez.
unobstructed
un.ob.struct.ed ^nıbstr^k'tıd sıfat 1. engellenmemiş. 2. açık, tam. 3. tıkanmamış.
unobtrusive
un.ob.tru.sive ^nıbtru'sîv sıfat 1. dikkati çekmeyen, göze çarpmayan. 2. alçakgönüllü.
unoccupied
un.oc.cu.pied ^nak'yıpayd sıfat 1. boş, işgal edilmemiş. 2. işsiz, boşta gezen.
unofficial
un.of.fi.cial ^nıfîş'ıl sıfat gayri resmi.
unopposed
un.op.posed ^nıpozd' sıfat 1. karşı gelinmemiş. 2. muhalefetsiz. 3. rakipsiz.
unorthodox
un.or.tho.dox ^nôr'thıdaks sıfat 1. ortodoks olmayan. 2. geleneklere karşı, âdetlere aykırı.
unostentatious
un.os.ten.ta.tious ^nastıntey'şıs sıfat gösterişsiz, dikkati çekmeyen.
unpack
un.pack ^npäk' fiil (bavul v.b.'ni) açıp boşaltmak.
unpaid
un.paid ^npeyd' sıfat 1. ödenmemiş: unpaid bill ödenmemiş fatura. 2. ücretsiz: We are seeking volunteers willing to do the unpaid jobs. Ücretsiz işleri yapmaya razı olan gönüllüler arıyoruz. 3. ücreti ödenmemiş: The unpaid workers are on strike. Ücretleri ödenmeyen işçiler grev yapıyor.
unpalatable
un.pal.at.a.ble ^npäl'ıtıbıl sıfat 1. yenilmez/içilmez; yenilmesi/içilmesi zor. 2. nahoş, tatsız.
unparalleled
un.par.al.leled ^nper'ıleld sıfat eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan.
unpardonable
un.par.don.a.ble ^npar'dınıbıl sıfat affedilemez.
unpleasant
un.pleas.ant ^nplez'ınt sıfat nahoş, hoşa gitmeyen, tatsız.
unpleasantly
un.pleas.ant.lyzarf nahoşça.
unpleasantness
un.pleas.ant.nessisim nahoşluk, tatsızlık.
unplug
un.plug ^npl^g' fiil (unplugged, unplugging) 1. tıkaç v.b.'ni açmak. 2. (fişi) prizden çekmek. 3. (elektrikli aygıtın) fişini prizden çekmek. 1462
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unpopular
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.pop.u.lar ^npap'yılır sıfat popüler olmayan, rağbet görmeyen, tutulmayan.
unprecedented
un.prec.e.dent.ed ^npres'ıdentîd sıfat görülmemiş, emsalsiz.
unprejudiced
un.prej.u.diced ^nprec'ûdîst sıfat önyargısız, yansız, tarafsız.
unpremeditated
un.pre.med.i.tat.ed ^nprimed'ıteytîd sıfat 1. kasıtsız. 2. önceden tasarlanmamış.
unprepared
un.pre.pared ^npriperd' sıfat 1. hazırlıksız. 2. önceden hazırlanmamış.
unpretentious
un.pre.ten.tious ^npriten'şıs sıfat alçakgönüllü, iddiasız, yapmacıksız.
unprincipled
un.prin.ci.pled ^nprîn'sıpıld sıfat karaktersiz, prensipsiz, ahlaksız.
unproductive
un.pro.duc.tive ^nprıd^k'tîv sıfat verimsiz.
unprofessional
un.pro.fes.sion.al ^nprıfeş'ınıl sıfat 1. meslek standartlarına aykırı. 2. profesyonel olmayan. 3. amatörce.
unprofitable
un.prof.it.a.ble ^npraf'îtıbıl sıfat 1. kârsız, kazanç getirmez. 2. yararsız, faydasız.
unprovided
un.pro.vid.ed ^nprıvay'dîd sıfat 1. inimleri karşılanmamış.
unprovoked
un.pro.voked ^nprıvokt' sıfat kışkırtılmamış.
unpublished
un.pub.lished ^np^b'lîşt sıfat basılmamış, yayımlanmamış.
unqualified
un.jual.i.fied ^nkwal'ıfayd sıfat 1. niteliksiz, vasıfsız, ehliyetsiz: unqualified worker vasıfsız işçi. unqualified driver ehliyetsiz şoför. 2. tam, mutlak: an unjualified success tam bir başarı.
unquenchable
un.juench.a.ble ^nkwenç'ıbıl sıfat söndürülmez, bastırılamaz.
unquestionable
un.jues.tion.a.ble ^nkwes'çınıbıl sıfat tartışılmaz, şüphe götürmez, kesin.
unquestionably
un.jues.tion.a.blyzarf şüphesiz olarak. 1463
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unravel
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.rav.el ^nräv'ıl fiil (unraveled/unravelled, unraveling/unravelling) çözmek, sökmek; çözülmek, sökülmek.
unread
un.read ^nred' sıfat 1. cahil, okumamış. 2. okunmamış (kitap, mektup v.b.).
unreal
un.re.al ^nril', ^nri'yıl sıfat gerçekdışı, hayali.
unrealistic
un.re.al.is.tic ^nriyılîs'tîk sıfat gerçekçi olmayan, hayali.
unreasonable
un.rea.son.a.ble ^nri'zınıbıl sıfat 1. mantıksız, akılsız, makul olmayan. 2. aşırı, fahiş (fiyat).
unrefined
un.re.fined ^nrîfaynd' sıfat 1. arıtılmamış. 2. kaba.
unreflecting
un.re.flect.ing ^nrîflek'tîng sıfat 1. yansımasız. 2. derin düşünmeyen.
unrelenting
un.re.lent.ing ^nrîlen'tîng sıfat 1. acımasız, amansız. 2. boyuneğmez. 3. gevşemeyen.
unreliable
un.re.li.a.ble ^nrîlay'ıbıl sıfat güvenilmez, inanılmaz.
unremitting
un.re.mit.ting ^nrîmît'îng sıfat sürekli, aralıksız.
unrequited
un.re.juit.ed ^nrîkway'tîd sıfat karşılık görmeyen, karşılıksız.
unresponsive
un.re.spon.sive ^nrîspan'sîv sıfat tepki göstermeyen.
unrest
un.rest ^nrest' isim 1. huzursuzluk, rahatsızlık. 2. kargaşa, kargaşalık.
unrestrained
un.re.strained ^nrîstreynd' sıfat zaptedilmemiş, denetimsiz, frenlenmemiş, serbest.
unrestricted
un.re.strict.ed ^nrîstrîk'tîd sıfat sınırsız, kısıtsız.
unrighteous
un.right.eous ^nray'çıs sıfat haksız, adaletsiz.
unripe
un.ripe ^nrayp' sıfat ham, olmamış.
unrivaled
un.ri.valed ^nray'vıld sıfat 1. rakipsiz. 2. eşsiz.
unrivalled
un.ri.valled ^nray'vıld sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız unrivaled
unroll
un.roll ^nrol' fiil açmak, yaymak, sermek; açılmak, yayılmak, serilmek.
1464
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unruffled
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.ruf.fled ^nr^f'ıld sıfat 1. buruşuksuz. 2. sakin, telaşsız, soğukkanlı.
unruly
un.ru.ly ^nru'li sıfat 1. ele avuca sığmaz, idaresi zor, zaptedilmez. 2. serkeş, azılı.
unsaid
un.said ^nsed' sıfat söylenmemiş, bahsedilmemiş.
unsalable
un.sal.a.ble ^nsey'lıbıl sıfat satılamaz.
unsatisfactory
un.sat.is.fac.to.ry ^nsätîsfäk'tıri sıfat yetersiz, tatmin etmeyen.
unsatisfied
un.sat.is.fied ^nsät'îsfayd sıfat 1. ödenmemiş. 2. memnun edilmemiş; memnun kalmamış; hoşnutsuz. 3. tatminsiz kalmış. 4. giderilmemiş (şüphe, merak). 5. yerine getirilmemiş (şart).
unsavory
un.sa.vor.y ^nsey'vıri sıfat 1. tatsız, lezzetsiz, yavan. 2. nahoş, kötü.
unscathed
un.scathed ^nskeydhd' sıfat yaralanmamış, yarasız beresiz, sağ salim.
unscientific
un.sci.en.tif.ic ^nsayıntîf'îk sıfat bilimsel olmayan.
unscrew
un.screw ^nskru' fiil 1. vidalarını çıkarmak. 2. çevirerek açmak.
unscrupulous
un.scru.pu.lous ^nskru'pyılıs sıfat vicdansız.
unseasonable
un.sea.son.a.ble ^nsi'zınıbıl sıfat mevsimsiz, zamansız, vakitsiz.
unseasoned
un.sea.soned ^nsi'zınd sıfat 1. baharatsız. 2. acemi, tecrübesiz: unseasoned worker acemi işçi. 3. yaş (tahta).
unseat
un.seat ^nsit' fiil 1. görevden almak. 2. attan düşürmek.
unseaworthy
un.sea.wor.thy ^nsi'wırdhi sıfat denize çıkmaya elverişsiz.
unseemly
un.seem.ly ^nsim'li sıfat yakışıksız, uygunsuz, çirkin.
unseen
un.seen ^nsin' sıfat 1. göze görünmeyen. 2. görülmemiş. 3. gizli.
unselfish
un.self.ish ^nsel'fîş sıfat cömert, kendi çıkarını düşünmeyen.
unsettle
un.set.tle ^nset'ıl fiil 1. huzurunu kaçırmak, tedirgin etmek: The news of the uprising unsettled us. 1465
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Ayaklanma hakkındaki haber huzurumuzu kaçırdı. 2. yerinden çıkarmak: The earthjuake unsettled the statue in the park. Deprem parktaki heykeli yerinden çıkardı. 3. bozmak: The war has unsettled our travel plans. Savaş seyahat planlarımızı bozdu. unsettled
un.set.tled ^nset'ıld sıfat 1. tedirgin, huzursuz. 2. karışıklık içinde; karışık: unsettled political situation karışık siyasal durum. 3. kararlaştırılmamış, halledilmemiş, askıda: an unsettled matter halledilmemiş bir sorun. 4. ödenmemiş, kapanmamış: unsettled debt ödenmemiş borç. 5. değişken: unsettled weather değişken hava. 6. yerleşik olmayan. 7. meskûn olmayan: unsettled land meskûn olmayan arazi.
unshakable
un.shak.a.ble ^nşeyk'ıbıl sıfat sarsılmaz, sağlam.
unsheathe
un.sheathe ^nşidh' fiil kınından çıkarmak.
unship
un.ship ^nşîp' fiil (unshipped, unshipping) gemiden indirmek, gemiden çıkarmak.
unshrinking
un.shrink.ing ^nşrîng'kîng sıfat geri çekilmez.
unsightliness
un.sight.li.nessisim çirkinlik.
unsightly
un.sight.ly ^nsayt'li sıfat göze hoş görünmeyen, çirkin.
unskilful
un.skil.ful ^nskîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız unskillful
unskilled
un.skilled ^nskîld' sıfat 1. maharetsiz. 2. özel maharet istemeyen, kaba.
unskillful
un.skill.ful ^nskîl'fıl sıfat maharetsiz, beceriksiz, acemi.
unskillfully
un.skill.ful.lyzarf beceriksizce, acemice.
unsnap
un.snap ^nsnäp' fiil (unsnapped, unsnapping) çıtçıtını açmak.
unsociable
un.so.cia.ble ^nso'şıbıl sıfat girgin olmayan, insanlardan uzak duran.
unsocial
un.so.cial ^nso'şıl sıfat 1. girgin olmayan, insanlardan uzak duran. 2. toplumsal ilişkileri engelleyen.
1466
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unsophisticated
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.so.phis.ti.cat.ed ^nsıfîs'tıkeytîd sıfat 1. dünyadan pek haberi olmayan, saf ve tecrübesiz. 2. sade (bir üslup). 3. basit (aygıt).
unsound
un.sound ^nsaund' sıfat 1. sağlam olmayan: unsound body sağlam olmayan vücut. unsound investment sağlam olmayan yatırım. 2. çürük: unsound argument çürük sav. 3. derme çatma, çürük: unsound structure derme çatma yapı. 4. bölük pörçük, hafif (uyku).
unsparing
un.spar.ing ^nsper'îng sıfat 1. esirgemeyen. 2. bol, çok.
unsparingly
un.spar.ing.lyzarf esirgemeden.
unspeakable
un.speak.a.ble ^nspi'kıbıl sıfat 1. ifade edilemez, tarifsiz. 2. ağza alınmaz, çok kötü.
unspoiled
un.spoiled ^nspoyld' sıfat 1. bozulmamış. 2. şımarmamış (çocuk).
unspoken
un.spo.ken ^nspo'kın sıfat söylenmemiş; zımni.
unstable
un.sta.ble ^nstey'bıl sıfat 1. sağlam olmayan; dengesiz; oynak. 2. istikrarsız; dengesiz. 3. kimya instabil, kararsız.
unsteady
un.stead.y ^nsted'i sıfat 1. sabit olmayan, sallanan, oynak: unsteady table sabit olmayan masa. 2. titrek: unsteady hand titrek el. 3. değişken, güvenilmez: unsteady temperament değişken huy.
unstintingly
un.stint.ing.ly ^nstîn'tîngli zarf esirgemeden.
unstop
un.stop ^nstap' fiil (unstopped, unstopping) 1. tıkaç veya kapağını çıkarmak. 2. açmak.
unstrap
un.strap ^nsträp' fiil (unstrapped, unstrapping) kayışını çıkarmak veya gevşetmek.
unstring
un.string ^nstrîng' fiil (unstrung) tellerini çıkarmak veya gevşetmek.
unstrung
un.strung ^nstr^ng' fiil bakınız unstring sıfat 1. telleri gevşetilmiş. 2. sinirleri bozuk, sinirli.
unsubstantial
un.sub.stan.tial ^nsıbstän'şıl sıfat 1. temelsiz, asılsız, çürük. 2. sağlam olmayan. 3. hayali.
unsuccessful
un.suc.cess.ful ^nsıkses'fıl sıfat başarısız. 1467
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
unsuitable
un.suit.a.ble ^nsu'tıbıl sıfat uygunsuz, uygun olmayan.
unsurpassed
un.sur.passed ^nsırpäst' sıfat eşsiz, emsalsiz.
unsuspected
un.sus.pect.ed ^nsıspek'tîd sıfat 1. kuşkulanılmayan, şüphelenilmeyen. 2. var olduğu bilinmeyen.
unsuspecting
un.sus.pect.ing ^nsıspek'tîng sıfat bir şeyden kuşkulanmayan.
unsystematic
un.sys.tem.at.ic ^nsîstımät'îk sıfat sistemsiz.
untangle
un.tan.gle ^ntäng'gıl fiil (karışık bir şeyi) açmak, çözmek.
untenable
un.ten.a.ble ^nten'ıbıl sıfat savunulamaz (sav, teori v.b.).
unthinkable
un.think.a.ble ^nthîng'kıbıl sıfat düşünülemez, imkânsız.
unthinking
un.think.ing ^nthîng'kîng sıfat 1. düşüncesiz. 2. düşüncesizce yapılan.
unthinkingly
un.think.ing.lyzarf düşünmeden.
untidily
un.ti.di.lyzarf düzensizce.
untidiness
un.ti.di.nessisim düzensizlik.
untidy
un.ti.dy ^ntay'di sıfat düzensiz, dağınık.
untie
un.tie ^ntay' fiil çözmek, açmak.
Until when ...?
Ne zamana kadar ...?
until when
o zamana kadar: He will come on 7 January, until when I advise you just to be patient. O 3 Ocak'ta gelecek. O zamana kadar sadece sabretmeni tavsiye ederim.
Until when?
Ne zamana kadar?
until
un.til ^ntîl' edat, bağlaç -e kadar, -e değin, -e dek.
untimely
un.time.ly ^ntaym'li sıfat zamansız, vakitsiz, mevsimsiz. zarf mevsimsizce, uygunsuz zamanda.
untiring
un.tir.ing ^ntay'rîng sıfat yorulmak bilmez.
untold
un.told ^ntold' sıfat 1. hesapsız, sayısız. 2. anlatılmamış.
untoward
un.to.ward ^ntôrd' sıfat 1. aksi, ters. 2. huysuz. 3. uygunsuz.
1468
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük untried
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.tried ^ntrayd' sıfat 1. denenmemiş. 2. muhakeme edilmemiş, yargılanmamış.
untroubled
un.troub.led ^ntr^b'ıld sıfat 1. sıkıntısız, dertsiz. 2. durgun.
untrue
un.true ^ntru' sıfat 1. yalan. 2. yanlış. 3. eğri. 4. vefasız, sadakatsiz.
untrustworthy
un.trust.wor.thy ^ntr^st'wırdhi sıfat güvenilmez, dönek.
untruthful
un.truth.ful ^ntruth'fıl sıfat 1. yalan, uydurma. 2. yalancı.
unused to
-e alışık olmayan.
unused
un.used ^nyuzd' sıfat kullanılmamış.
unusual
un.u.su.al ^nyu'quwıl sıfat 1. görülmedik, nadir, ender. 2. acayip, tuhaf, anormal. 3. alışılmamış, yadırganan. 4. müstesna, olağanüstü.
unutterable
un.ut.ter.a.ble ^n^t'ırıbıl sıfat tarifsiz, ifade edilemez, anlatılmaz.
unutterably
un.ut.ter.a.blyzarf anlatılamayacak derecede.
unvarnished
un.var.nished ^nvar'nîşt sıfat 1. cilasız. 2. süssüz.
unveil
un.veil ^nveyl' fiil 1. örtüsünü açmak. 2. ortaya çıkarmak.
unvoiced
un.voiced ^nvoyst' sıfat 1. ifade edilmemiş. 2. ünsüz, sessiz.
unwanted
un.want.ed ^nw^n'tîd sıfat istenilmeyen.
unwarranted
un.war.rant.ed ^nwôr'ıntîd sıfat haksız, özürsüz.
unwary
un.war.y ^nwer'i sıfat uyanık olmayan, gafil, dikkatsiz, tedbirsiz.
unwelcome
un.wel.come ^nwel'kım sıfat 1. nahoş, tatsız: unwelcome news tatsız haber. 2. hoş karşılanmayan, istenmeyen: unwelcome guest istenmeyen misafir.
unwell
un.well ^nwel' sıfat rahatsız, hasta: I feel unwell today. Bugün kendimi iyi hissetmiyorum.
unwholesome
un.whole.some ^nhol'sım sıfat (ahlaki, sağlıksal veya ruhsal açıdan) zararlı, zarar verici.
1469
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük unwieldy
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
un.wield.y ^nwil'di sıfat 1. taşınması zor; lenduha gibi; hantal. 2. uygulanması zor. 3. yönetilmesi zor.
unwilling
un.will.ing ^nwîl'îng sıfat 1. hevessiz, isteksiz, gönülsüz. 2. boyun eğmeyen, inatçı, kafasının dikine giden.
unwillingly
un.will.ing.lyzarf istemeyerek.
unwillingness
un.will.ing.nessisim razı olmama; istememe, isteksizlik.
unwind
un.wind ^nwaynd' fiil (unwound) 1. (sarılı bir şeyi) çözmek, açmak; (sarılı bir şey) çözülmek, açılmak. 2. dinlenmek, yorgunluğunu gidermek.
unwise
un.wise ^nwayz' sıfat 1. akılsız. 2. akılsızca.
unwisely
un.wise.lyzarf akılsızca.
unwitting
un.wit.ting ^nwît'îng sıfat 1. farkında olmayan. 2. kasıtsız.
unwittingly
un.wit.ting.lyzarf bilmeyerek, farkında olmadan.
unwrap
un.wrap ^nräp' fiil (unwrapped, unwrapping) çözmek, açmak; çözülmek, açılmak.
unwritten law
örf ve âdet hukuku.
unwritten
un.writ.ten ^nrît'ın sıfat yazılmamış.
unyielding
un.yield.ing ^nyil'dîng sıfat 1. sert. 2. boyun eğmez, direngen. 3. yol vermez.
unzip
un.zip ^nzîp' fiil (unzipped, unzipping) fermuarını açmak; fermuarı açılmak.
up a tree
güç durumda.
up and about
konuşma dili hastalıktan kurtulmuş, ayağa kalkmış.
up and around
konuşma dili hastalıktan kurtulmuş, ayağa kalkmış.
up in the air
karar verilmemiş; sonu henüz belli olmamış.
up the creek
konuşma dili zor durumda.
up to date
günümüze uygun, çağdaş; modaya uygun.
up to one's ears in work
fazla meşgul.
up to scratch
konuşma dili iyi durumda.
up to snuff
iyi; makbul.
up to the elbows
çok meşgul, işi başından aşkın. 1470
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
up ^p zarf 1. yukarı, yukarıya; yukarıda: go up yukarı/yukarıya gitmek. Hold your hand up. Elini yukarıda tut. 2. to -e kadar: The school will accept up to one hundred new students this year. Bu yıl okul yüz kadar yeni öğrenci kabul edecek. 3. daha önemli bir yere veya kuzeyde bir yere: He has gone up to the governor's mansion. Valinin konağına gitti. Many Americans go up to Canada to shop. Birçok Amerikalı alışveriş etmek için Kanada'ya gidiyor. 4. daha önemli bir yerde veya kuzeyde: He's living up in the center of town. O kasabanın merkezinde yaşıyor. He works up at the Ministry of Justice. O Adalet Bakanlığında çalışıyor. He's an American working up in Canada. O Kanada'da çalışan bir Amerikalı. 5. dik: Hold your head up. Kafanı dik tut. 6. sonuna kadar, tamamen: use up tamamen tüketmek. dry up tamamen kurumak. 7. Konuşma dilinde çoğunlukla anlamı değiştirmeden fiillere eklenir: clean up temizlemek. wash up yıkanmak. 8. to yanına: go up to someone birinin yanına gitmek. Move the chair up to the table. Sandalyeyi masaya yaklaştır. 9. söz konusu olan veya konuşanın bulunduğu yere: Bring the books up to my house. Kitapları evime getir. edat 1. yukarısına; yukarısında: go up a hill tepeye çıkmak. climb up a tree ağaca tırmanmak. 2. from -in ilerisinde: We live up from the mosjue. Caminin ilerisinde oturuyoruz. sıfat COLOR>
up-and-coming
up-and-com.ing ^p'ınk^m'îng sıfat faal ve geleceği parlak.
up-and-up
up-and-up ^p'ın^p' isim bakınız be on the up-and-up
upbeat
up.beat ^p'bit sıfat, konuşma dili iyimser.
upbraid
up.braid ^pbreyd' fiil azarlamak.
upbringing
up.bring.ing ^p'brîngîng isim yetişme, terbiye.
1471
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük upcountry
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
up.coun.try ^p'k^ntri sıfat, konuşma dili sahilden uzak. zarf iç kesimlere doğru.
update
up.date ^pdeyt' fiil 1. modernleştirmek, güncelleştirmek. 2. düzeltme ve eklemeler yapmak.
upend
up.end ^pend' fiil 1. dikine çevirmek. 2. baş aşağı etmek.
upgrade
up.grade ^p'greyd isim 1. yokuş. 2. bir ürünü daha yüksek performans özelliklerine sahip yeni bir ürün ile değiştirerek bir sistemin performansını artırma. fiil geliştirmek. zarf yokuş yukarı.
upheaval
up.heav.al ^phi'vıl isim 1. karışıklık, kargaşa; ayaklanma; devrim. 2. büyük ve ani değişiklik. 3. jeoloji yerkabuğunun kabarması.
uphill
up.hill ^p'hîl' zarf yokuş yukarı. sıfat 1. yukarıya giden. 2. güç, çetin, zahmetli: uphill struggle güç bir mücadele.
uphold
up.hold ^phold' fiil (upheld) 1. yukarı kaldırmak. 2. tutmak, tarafını tutmak, desteklemek. 3. onaylamak, tasdik etmek.
upholster
up.hol.ster ^phol'stır fiil 1. (koltuk v.b.'ni) sünger v.b. ile doldurup kumaşla kaplamak. 2. döşemek. 3. donatmak.
upholsterer
up.hol.ster.erisim döşemeci.
upholstery
up.hol.ster.yisim 1. döşemecilik. 2. döşemelik kumaş; döşeme.
upkeep
up.keep ^p'kip isim 1. bakım. 2. bakım masrafı.
uplift
up.lift ^plîft' fiil 1. yükseltmek, yukarı kaldırmak. 2. yüceltmek. 3. kalkındırmak. isim 1. yükseltme. 2. yüceltme. 3. kalkındırma.
upmost
up.most ^p'most sıfat en yukarı, en yukarıki, en üst.
Upon my life!
Allah aşkına!
upon
up.on ıpan' edat bakınız on
upper case
büyük harf, majüskül.
upper class
zenginler sınıfı. 2. sosyoekonomik üstünlüğü olan sınıf.
upper crust
konuşma dili üst tabaka, yukarı sınıf, yüksek tabaka. 1472
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
upper hand
üstünlük.
Upper Volta
bakınız Burkina Faso
upper
up.per ^p'ır sıfat üst, üstteki, yukarıdaki: upper berth (tren veya vapurda) üst yatak. upper deck üst güverte. isim ayakkabı yüzü.
uppercut
up.per.cut ^p'ırk^t isim, boks aşağıdan yukarıya doğru vuruş.
uppermost
up.per.most ^p'ırmost sıfat 1. en üst, en yukarıdaki. 2. ilk sırada olan, en başta gelen.
uppity
up.pi.ty ^p'ıti sıfat, konuşma dili (kendini bir şey zannettiğinden dolayı) küstah; haddini bilmez.
upright
up.right ^p'rayt sıfat 1. dikey, dik. 2. dürüst, doğru. zarf dik, dimdik. isim direk.
uproar
up.roar ^p'rôr isim gürültü, velvele, şamata, curcuna.
uproarious
up.roar.i.oussıfat gürültülü, curcunalı.
uproot
up.root ^prut' fiil 1. kökünden sökmek. 2. (birini) oturduğu yerden veya çevresinden ayırmak. 3. yok etmek.
ups and downs
hayattaki iniş çıkışlar.
upset the applecart
iyi bir durum veya işi bozmak, bir çuval inciri berbat etmek.
upset
up.set ^pset' fiil (upset, upsetting) 1. devirmek: upset a vase vazoyu devirmek. 2. bozmak, altüst etmek: upset a plan planı bozmak. 3. (favori rakibi) yenmek. 4. (mideyi) bozmak. 5. üzmek; sinirlendirmek: News of the accident has upset him. Kaza hakkındaki haber onu üzdü. 6. alabora etmek: The storm upset the boat. Fırtına sandalı alabora etti. sıfat 1. devrilmiş. 2. altüst olmuş, bozulmuş. 3. üzüntülü, üzgün; sinirli. 4. bozulmuş, bozuk (mide). isim 1. devrilme. 2. altüst olma. 3. beklenmedik yenilgi.
upshot
up.shot ^p'şat isim sonuç, netice.
upside-down
up.side-down ^psayd.daun' sıfat 1. tepetaklak duran, baş aşağı duran. 2. altüst. zarf tepetaklak, başaşağı. 1473
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük upstairs
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
up.stairs ^p'sterz' zarf yukarıya, üst kata; yukarıda, üst katta. sıfat 1. yukarıdaki, üst kattaki. 2. üst kata ait. isim üst kat.
upstanding
up.stand.ing ^pstän'dîng sıfat 1. doğru, dürüst. 2. dik.
upstart
up.start ^p'start isim, sıfat türedi, sonradan görme, zıpçıktı.
upstream
up.stream ^p'strîm' zarf 1. akıntıya karşı, akış yukarı. 2. ırmağın yukarı kısmına doğru. sıfat ırmağın yukarısındaki.
upsurge
up.surge ^p'sırc isim (ani ve hızlı) artış.
upswing
up.swing ^p'swîng isim artış, artma.
uptake
up.take ^p'teyk isim bakınız quick on the uptake
uptight
up.tight ^p'tayt' sıfat 1. sinirli. 2. telaşlı. 3. biçimci, tutucu.
uptown
up.town ^p'taun' zarf kent merkezinin dışında. sıfat kent merkezinin dışındaki. isim kent merkezinin dışı.
upturn
up.turn ^p'tırn isim yükselme, iyiye doğru gitme, düzelme: an upturn in the economy ekonomide bir düzelme.
upward
up.ward ^p'wırd zarf yukarı doğru, yukarı, yukarıya.
upwards of
-den daha fazla, -den yukarı, -in üstünde. 2. yaklaşık olarak, -e yakın, civarında.
upwards
up.wards ^p'wırdz zarf yukarı doğru, yukarı, yukarıya.
uranium
u.ra.ni.um yûrey'niyım isim, kimya uranyum.
urban renewal
kent yenileme.
urban sociology
kent toplumbilimi.
urban sprawl
kentin düzensiz yayılması.
urban
ur.ban ır'bın sıfat kentsel, kente ait; kentte bulunan; kentte oturan.
urbane
ur.bane ırbeyn' sıfat nazik, ince, kibar, görgülü.
urbanise
ur.ban.ise ır'bınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız urbanize
urbanism
ur.ban.ism ır'bınîzım isim urbanizm.
urbanist
ur.ban.ist ır'bınîst isim urbanist, kentçilik uzmanı. 1474
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük urbanity
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ur.ban.i.ty ırbän'ıti isim nezaket, naziklik, incelik, kibarlık.
urbanization
ur.ban.i.za.tion ırbınîzey'şın isim kentleşme, şehirleşme.
urbanize
ur.ban.ize ır'bınayz fiil kentleştirmek, şehirleştirmek.
urbanologist
ur.ban.ol.o.gist ırbınal'ıcîst isim kentbilimci.
urbanology
ur.ban.ol.o.gy ırbınal'ıci isim kentbilim.
urchin
ur.chin ır'çîn isim afacan.
Urdu
Ur.du ûr'du isim, sıfat Urduca.
urea
u.re.a yûri'yı isim, biyokimya üre.
uremia
u.re.mi.a yûri'miyı isim, tıbbi üremi.
ureter
u.re.ter yûri'tır isim, anatomi sidik borusu.
urethra
u.re.thra yûri'thrı isim, anatomi (urethras/urethrae) idrar yolu, sidikyolu, siyek.
urethritis
u.re.thri.tis yûrıthray'tîs isim, tıbbi (urethritides) sidikyolu yangısı, idrar yolu iltihabı.
urge
urge ırc fiil 1. (sözlerle) (birine/bir hayvana) (bir şey) yaptırmaya çalışmak: She urged them not to go to Konya. Onları Konya'ya gitmekten vazgeçirmeye çalıştı. Do not urge him to stay! Ona sakın kalması için ısrar etme! She then began to urge them to stay. O zaman onlara kalın diye tutturdu. 2. on (bir aletle) (bir hayvanı) harekete geçirmek veya hızlandırmak: Urge it on with your whip. Kırbacınla onu hızlandır. 3. (on/upon) vurgulamak, üzerinde durmak: Fikret urged on them the need for economy. Fikret onlara tasarruf etme gereğini vurguladı. isim şiddetli arzu, tutku; itki.
urgency
ur.gen.cy ır'cınsi isim 1. acele, ivedilik. 2. önem.
urgent
ur.gent ır'cınt sıfat 1. acil, ivedi. 2. ısrar eden.
urgently
ur.gent.lyzarf 1. aceleyle, ivedilikle. 2. ısrarla.
uric acid
ürik asit.
uric
u.ric yûr'îk sıfat idrara ait, ürik.
urinal
u.ri.nal yûr'ınıl isim 1. pisuar. 2. idrar kabı, ördek.
urinary bladder
anatomi sidiktorbası, idrar torbası. 1475
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
urinary disease
sidikyolu hastalığı.
urinary
u.ri.nar.y yûr'ıneri sıfat idrara ait. isim idrar kabı, ördek.
urinate
u.ri.nate yûr'ıneyt fiil işemek.
urine
u.rine yûr'în isim idrar, sidik.
urn
urn ırn isim 1. ayaklı vazo. 2. kupa. 3. ölünün küllerinin saklandığı kap. 4. semaver.
urology
u.rol.o.gy yûral'ıci isim, tıbbi üroloqi.
Uruguay
U.ru.guay yûr'ıgway, yûr'ıgwey isim Uruguay.
Uruguayan
isim Uruguaylı. sıfat 1. Uruguay, Uruguay'a özgü. 2. Uruguaylı.
us
us ^s zamir bize; bizi.
usable
us.a.ble yu'zıbıl sıfat kullanılabilir, elverişli.
usage
us.age yu'sîc isim 1. kullanış, kullanım, kullanma. 2. (bir sözcüğün) kullanılış biçimi. 3. görenek, âdet.
use bad language
küfür etmek.
use
use yuz fiil 1. kullanmak: He used the money to buy a new sailboat. Parayı yeni bir yelkenli almak için kullandı. 2. tüketmek, kullanmak: We used two bars of soap last week. Geçen hafta iki kalıp sabun tükettik. 3. (birini) kullanmak, sömürmek, istismar etmek: They used her for their own ends. Onu kendi amaçlarına ulaşmak için kullandılar. 4. davranmak: She uses people badly. İnsanlara kötü davranıyor. 5. (sigara, içki v.b.'ni) içmek, kullanmak: She's using drugs. Uyuşturucu kullanıyor. 6. up tüketmek, harcamak. 7. to Geçmiş zaman ekiyle kullanılır. Geniş zamanın hikâyesini gösterir: He used to go there every week. Eskiden her hafta oraya giderdi. He used to be a farmer. Eskiden çiftçiydi. isim 1. kullanma, kullanım. 2. kullanma hakkı: He has the use of a car belonging to his company. (yus) Şirketine ait arabayı kullanma hakkı var. 3. yarar, fayda: There is no use in your arguing
1476
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
with him; he won't change his mind. Onunla tartışmanın yararı yok; fikrini değiştirmeyecek. 4. alışkı, âdet. used
used yuzd sıfat 1. kullanılmış; elden düşme, eski: He sells used books. Eski kitap satıyor. I don't want a used car. Kullanılmış araba istemem. 2. to -e alışık, -e alışkın: I'm used to it. Ona alışığım.
useful
use.ful yus'fıl sıfat yararlı, faydalı.
useless
use.less yus'lîs sıfat yararsız, faydasız.
user-friendly
us.er-friend.ly yu'zır.frendli sıfat, konuşma dili kullanılması kolay: a user-friendly computer program kullanılması kolay olan bir bilgisayar programı.
usher
ush.er ^ş'ır isim 1. teşrifatçı. 2. (kilise veya tiyatroda) yer gösteren kimse. fiil 1. in içeri getirmek. 2. yerini göstermek: The waiter ushered them to their seats. Garson onlara yerlerini gösterdi. 3. başlatmak, açmak: usher in a new age yeni bir çağ açmak.
usual
u.su.al yu'quwıl sıfat 1. alışılmış, mutat. 2. olağan, her zamanki.
usurer
u.su.rer yu'qırır isim tefeci.
usurp
u.surp yuzırp', yusırp' fiil gaspetmek, zorla almak, el koymak.
usurper
u.surp.erisim gaspeden kimse.
usury
u.su.ry yu'qıri isim 1. aşırı yüksek faiz. 2. tefecilik.
utensil
u.ten.sil yuten'sıl isim 1. kap. 2. alet.
uterus
u.ter.us yu'tırıs isim (uteri) rahim, dölyatağı.
utilise
u.til.ise yu'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız utilize
utilitarian
u.til.i.tar.i.an yutîlıter'iyın sıfat faydacı, yararcı. isim faydacı kimse.
utilitarianism
u.til.i.tar.i.an.ism yutîlıter'iyınîzım isim, felsefe faydacılık, yararcılık.
utility pole
elektrik direği.
utility room
kalorifer dairesi; çamaşır odası; sandık odası.
1477
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük utility
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
u.til.i.ty yutîl'ıti isim 1. yarar, fayda, işe yararlık. 2. kamu hizmet kuruluşu (elektrik şirketi, telefon şirketi v.b.). 3. felsefe çoğunluğun mutluluk ve çıkarı.
utilization
u.til.iza.tionisim kullanım, yararlanma.
utilize
u.til.ize yu'tılayz fiil kullanmak, yararlanmak, istifade etmek.
utmost
ut.most ^t'most sıfat 1. en uzak, en son. 2. en büyük, en yüksek, en fazla.
utopia
u.to.pi.a yuto'piyı isim 1. ideal yer veya durum. 2. ütopya.
utopian
u.to.pi.an yuto'piyın sıfat ülküsel, hayali, ütopik. isim ütopyacı, ütopist.
utter
ut.ter ^t'ır fiil 1. söylemek, dile getirmek. 2. (çığlık v.b.'ni) atmak, basmak, koparmak. 3. (inilti, ses) çıkarmak.
utterance
ut.ter.ance ^t'ırıns isim 1. söz söyleme. 2. ifade, söyleyiş. 3. (inilti, ses) çıkarma. 4. söz; ses.
U-turn
U-turn yu'tırn isim 1. U dönüşü. 2. geriye dönüş.
uvula
u.vu.la yu'vyılı isim, anatomi (uvulas/uvulae) küçükdil.
Uzbeg
Uz.beg ûz'beg isim, sıfat bakınız Uzbek
Uzbek
Uz.bek ûz'bek isim (Uzbeks/Uzbek) 1. Özbek. 2. Özbekçe. sıfat 1. Özbek. 2. Özbekçe.
Uzbekistan
Uz.bek.i.stan ûzbek'îstän isim Özbekistan.
V neck
V neck vi' nek V şeklindeki yaka, V yaka.
V
Vkısaltma «velocity» volt
V.I.P.
V.I.P. vi'ay'pi' kısaltma very important person .
V.P.
V.P. vi'pi' kısaltma Vice President
V-8
V-0 vi'yeyt' otomotiv V şeklinde sekiz silindirli motor.
vacancy
va.can.cy vey'kınsi isim 1. boşluk. 2. boş yer. 3. (otel, pansiyon v.b.'nde) boş oda. 4. boş olan memuriyet v.b.; boş/açık kadro.
vacant lot
(şehirde) boş arsa.
1478
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük vacant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
va.cant vey'kınt sıfat 1. boş: a vacant apartment boş daire. 2. açık (iş). 3. dalgın, boş (bakış). 4. boş, yapılacak iş olmayan: vacant hours boş saatler.
vacate
va.cate vey'keyt fiil 1. terketmek. 2. boşaltmak. 3. feshetmek.
vacation
va.ca.tion veykey'şın isim tatil: summer vacation yaz tatili.
vaccinate
vac.ci.nate väk'sıneyt fiil aşılamak, aşı yapmak.
vaccination
vac.ci.na.tion väksıney'şın isim 1. aşı. 2. aşılama.
vaccine
vac.cine väk'sîn, väksin' isim aşı.
vacillate
vac.il.late väs'ıleyt fiil tereddüt etmek, bocalamak, kararsız olmak.
vacuous
vac.u.ous väk'yuwıs sıfat 1. boş. 2. aptal. 3. anlamsız.
vacuum bottle
termos.
vacuum cleaner
elektrik süpürgesi.
vacuum concrete
vakumlu beton.
vacuum flask
termos.
vacuum pump
boşluk pompası, boşaltaç.
vacuum tube
elektrik radyo lambası.
vacuum
vac.u.um väk'yuwım, väk'yum isim (vacuums/vacua) boşluk, vakum. fiil, konuşma dili elektrik süpürgesiyle temizlemek.
vacuum-packed
vacuum-pack.edsıfat vakumlanıp paketlenmiş.
vagabond
vag.a.bond väg'ıband sıfat, isim serseri, avare.
vagary
va.gar.y vıger'i, vey'gıri isim kapris, garip davranış.
vagina
va.gi.na vıcay'nı isim, anatomi (vaginas/vaginae) dölyolu, vajina.
vaginal
vag.i.nal väc'ınıl sıfat dölyoluna ait, vaqinal.
vagrant
va.grant vey'grınt sıfat, isim 1. boşta gezen. 2. yersiz yurtsuz, serseri.
vague
vague veyg sıfat belirsiz, bulanık, şüpheli.
vaguely
vague.lyzarf belli belirsiz.
vagueness
vague.nessisim belirsizlik.
1479
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük vain
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vain veyn sıfat 1. kibirli, kendini beğenmiş. 2. boş, nafile: a vain hope boş umut.
vainglory
vain.glo.ry veyn.glôr'i isim aşırı derecede kendini beğenmişlik, boş gurur.
vainly
vain.lyzarf boşuna, boş yere.
vale
vale veyl isim vadi.
valence
va.lence vey'lıns isim, kimya valans, değerlik.
Valencia orange
yafa, yafa protakalı.
Valencia
Va.len.cia vılen'şı isim yafa, yafa portakalı.
valency
va.len.cy vey'lınsi isim, kimya valans, değerlik.
valentine
val.en.tine väl'ıntayn isim 1. on dört şubata kendisine kart gönderilen veya hediye verilen sevgili. 2. on dört şubatta sevgiliye gönderilen kart veya hediye.
Valentine's Day
(on dört şubata rastlayan) Sevgililer Günü.
valerian
va.le.ri.an vılîr'iyın isim kediotu.
valet
val.et väl'ît, väl'ey isim uşak, erkek oda hizmetçisi.
valiant
val.iant väl'yınt sıfat yiğit, cesur.
valid
val.id väl'îd sıfat 1. geçerli: valid passport geçerli pasaport. 2. doğru, sağlam: valid evidence sağlam kanıt. 3. yasal, meşru: valid heir yasal mirasçı.
validate
val.i.date väl'ıdeyt fiil 1. geçerli kılmak. 2. onaylamak, tasdik etmek.
validity
va.lid.i.ty vılîd'ıti isim 1. geçerlilik, geçerlik. 2. sağlamlık, doğruluk. 3. yasallık, yasaya uygunluk.
validness
val.id.ness väl'îdnîs isim 1. geçerlilik, geçerlik. 2. sağlamlık, doğruluk. 3. yasallık, yasaya uygunluk.
valise
va.lise vılis' isim valiz, küçük bavul.
valley
val.ley väl'i isim vadi.
valonea
va.lo.ne.a vılo'niyı isim bakınız valonia
valonia oak
palamutmeşesi.
valonia
va.lo.ni.a vılo'niyı isim (palamutmeşesinin) kurutulmuş palamut yüksükleri/kadehleri, palamut.
valor
val.or väl'ır isim yiğitlik, cesaret, mertlik.
valorous
val.or.oussıfat yiğit, cesur. 1480
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
valour
val.our väl'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız valor
valuable
val.u.a.ble väl'yuwıbıl, väl'yıbıl sıfat değerli, kıymetli. isim, çoğul kıymetli şeyler; mücevherat.
value judgment
değer yargısı.
value system
değer dizgesi/sistemi.
value
val.ue väl'yu isim 1. değer, kıymet: the value of money paranın değeri. 2. önem: the value of rest dinlenmenin önemi. 3. değer: ethical values ahlaki değerler. fiil 1. değer biçmek. 2. değer vermek.
value-added tax
katma değer vergisi.
valve
valve välv isim 1. valf, supap. 2. anatomi kapakçık, kapacık.
vamoose
va.moose vämus' fiil, argo defolmak. ünlem Çek arabanı!/Toz ol!/Defol!
vamose
va.mose vämos' fiil, argo defolmak. ünlem Çek arabanı!/Toz ol!/Defol!
vamp
vamp vämp isim saya.
vampire
vam.pire väm'payr isim vampir.
van
van vän isim 1. minibüs. 2. karavan. 3. İngiliz İngilizcesi furgon.
vandal
van.dal vän'dıl isim vandal.
vandalism
van.dal.ismisim vandallık, vandalizm.
vane
vane veyn isim 1. yelkovan, rüzgâr fırıldağı, fırıldak. 2. yeldeğirmeni kanadı. 3. pervane kanadı.
vanguard
van.guard vän'gard isim, askeri öncü kıta, öncü.
vanilla bean
vanilya tohumu.
vanilla extract
vanilya esansı.
vanilla
va.nil.la vınîl'ı isim vanilya.
vanillin
va.nil.lin vınîl'în isim vanilin.
vanish into thin air
sırra kadem basmak.
vanish without a trace
sırra kadem basmak.
vanish
van.ish vän'îş fiil 1. gözden kaybolmak. 2. ortadan kaybolmak, kayıplara karışmak. 3. yok olmak, tarihe karışmak. 1481
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vanity case
makyaj çantası.
vanity
van.i.ty vän'ıti isim 1. kibir, kendini beğenmişlik. 2. boş şey, abes şey, beyhudelik.
vanquish
van.juish väng'kwîş fiil yenmek, mağlup etmek, hakkından gelmek.
vantage point
iyi bir seyretme yeri.
vantage
van.tage vän'tîc isim 1. iyi bir seyretme yeri. 2. avantajlı durum/mevki. 3. avantaq.
vapid
vap.id väp'îd, vey'pîd sıfat 1. canlılıktan yoksun, cansız, sönük, donuk, ruhsuz; boş, anlamsız. 2. tatsız, yavan.
vapor
va.por vey'pır isim buhar, buğu; duman.
vaporise
va.por.ise vey'pırayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız vaporize
vaporization
va.por.iza.tionisim buharlaştırma; buharlaşma.
vaporize
va.por.ize vey'pırayz fiil buharlaştırmak; buharlaşmak.
vaporizer
va.por.iz.er vey'pırayzır isim buharlaştırıcı, buğulaştırıcı.
vapour
va.pour vey'pır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız vapor
variability
variabilityisim değişkenlik.
variable
var.i.a.ble ver'iyıbıl sıfat 1. değişken. 2. kararsız. isim 1. değişken şey. 2. matematik değişken.
variance
var.i.ance ver'iyıns isim 1. değişme, değişiklik. 2. uyuşmazlık. 3. çelişki, ayrılık.
variant
var.i.ant ver'iyınt sıfat farklı, değişik. isim değişik biçim, başka şekil.
variation
var.i.a.tion veriyey'şın isim 1. değişme; değişiklik. 2. değişim; fark. 3. müzik çeşitleme, varyasyon.
varicose
var.i.cose ver'ıkos sıfat varisli (damar).
varicosis
var.i.co.sis verıko'sîs isim, tıbbi (varicoses) varis.
varied
var.ied ver'id sıfat 1. çeşitli, türlü. 2. değişik.
variegated
var.i.e.gat.ed ver'iyıgeytîd, ver'ıgeytîd sıfat 1. renk renk, ebruli, alaca. 2. çeşitli.
variety show
varyete. 1482
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
variety store
tuhafiye dükkânı.
variety
va.ri.e.ty vıray'ıti isim 1. değişiklik, farklılık. 2. çeşit, tür.
various
var.i.ous ver'iyıs sıfat çeşitli, türlü, muhtelif: for various reasons çeşitli nedenlerden dolayı.
varmint
var.mint var'mînt isim, konuşma dili 1. hayvan. 2. herif.
varnish
var.nish var'nîş isim vernik. fiil verniklemek.
varsity
var.si.ty var'sıti isim, spor (okul veya üniversitede) birinci takım, en iyi takım: He's made the varsity. Birinci takıma girdi.
vary
var.y ver'i fiil 1. değişmek; değiştirmek: The temperature of the house varies between eighteen and twenty degrees. Evin sıcaklığı on sekiz ile yirmi derece arasında değişiyor. He never varies his habits. Alışkanlıklarını hiç değiştirmez. 2. from -den ayrılmak, - den farklı olmak. 3. çeşitlemek, çeşitlendirmek.
vase
vase veys, veyz, vaz isim vazo.
Vaseline
Vas.e.line väs'ılin isim _ticari marka_ vazelin.
vassal
vas.sal väs'ıl isim 1. vasal. 2. tebaa. 3. kul, köle. sıfat köle gibi.
vast
vast väst sıfat 1. çok geniş; engin. 2. çok büyük, muazzam; çok büyük miktarda.
vastly
vast.lyzarf çok.
vastness
vast.nessisim 1. büyük genişlik; enginlik. 2. büyüklük; çokluk. 3. çok geniş/uçsuz bucaksız arazi veya bölge; (denizde) enginlik.
VAT
VAT vät kısaltma value-added tax KDV (katma değer vergisi).
Vatican City
Vatikan Devleti.
Vatican
Vat.i.can vät'îkın, väd'îkın isim bakınız Vatican City the Vatican
vaudeville
vaude.ville vod'vîl isim vodvil.
1483
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük vault
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vault vôlt isim 1. tonoz. 2. mahzen. 3. kasa. 4. (yeraltında) kemerli mezar odası. fiil 1. tonozla örtmek. 2. kemer yapmak.
vaulting horse
spor atlama beygiri.
vaunt
vaunt vônt fiil övünmek; övmek.
veal
veal vil isim 1. süt danası; dana eti, dana. 2. buzağı; dana.
vector
vec.tor vek'tır isim 1. matematik vektör. 2. biyoloji taşıyıcı.
veep
veep vip isim, konuşma dili ikinci başkan, başkan yardımcısı.
veer round
denizcilikle ilgili dönüp aksi yöne gitmek.
veer
veer vîr fiil dönmek, sapmak; döndürmek.
vegetable dye
bitkisel boya.
vegetable garden
bostan, sebze bahçesi.
vegetable kingdom
bitkiler âlemi.
vegetable marrow
sakızkabağı, kabak.
vegetable oil
bitkisel yağ, nebati yağ.
vegetable
veg.e.ta.ble vec'ıtıbıl, vec'tıbıl isim 1. sebze. 2. bitki, nebat. sıfat bitkisel, nebati.
vegetarian
veg.e.tar.i.an vecıter'iyın isim, sıfat veqetaryen, etyemez.
vegetarianism
veg.e.tar.i.an.ismisim veqetaryenlik, etyemezlik.
vegetate
veg.e.tate vec'ıteyt fiil ot gibi yaşamak, kuru ve anlamsız bir hayat sürmek.
vegetation
veg.e.ta.tion vecıtey'şın isim bitkiler.
vehemence
ve.he.menceisim 1. şiddet, hiddet. 2. ateşlilik.
vehement
ve.he.ment vi'yımınt, vi'hımınt sıfat 1. şiddetli, hiddetli: a vehement protest şiddetli protesto. 2. ateşli: a vehement speaker ateşli konuşmacı.
vehicle
ve.hi.cle vi'yıkıl isim araç, taşıt, vasıta.
veil
veil veyl isim 1. peçe, yaşmak: She raised her veil. Peçesini açtı. 2. örtü, perde: a veil of dust toz perdesi. a veil of secrecy gizlilik perdesi. 3. maske: He pursues his 1484
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
self-interests behind a veil of charity. Hayırseverlik maskesi altında kendi çıkarlarını kolluyor. fiil 1. peçe ile örtmek. 2. gizlemek, saklamak, maskelemek. vein
vein veyn isim 1. damar, toplardamar. 2. tarz, şekil: He continued in this vein for at least an hour. En az bir saat boyunca bu şekilde konuşmaya devam etti. 3. öğe, unsur: There's a vein of pessimism in that book. O kitapta bir kötümserlik var.
velleity
vel.le.i.ty vıli'yıti isim istemseme.
velocity
ve.loc.i.ty vılas'ıti isim hız, sürat.
velvet
vel.vet vel'vît isim kadife. sıfat 1. kadife; kadife kaplı. 2. kadifemsi, kadife gibi.
venal
ve.nal vi'nıl sıfat rüşvet yiyen, satın alınır.
vend
vend vend fiil satmak.
vender
venderisim satıcı.
vendetta
ven.det.ta vendet'ı isim kan davası.
vending machine
(para ile çalışan) satış otomatı.
vendor
ven.dorisim satıcı.
veneer
ve.neer vınîr' fiil ağaç kaplama ile kaplamak. isim kaplama tahtası.
veneering
ve.neer.ingisim kaplama.
venerable
ven.er.a.ble ven'ırıbıl sıfat 1. saygıdeğer, muhterem. 2. kutsal, huşu uyandıran.
venerate
ven.er.ate ven'ıreyt fiil 1. çok saygı duymak/beslemek. 2. kutsal saymak. 3. (bir hareketle) -e saygısını göstermek.
venereal
ve.ne.re.al vınîr'iyıl sıfat zührevi: venereal disease zührevi hastalık.
Venetian blind
jaluzi.
Venetian sumac
boyacı sumağı, kotinus.
Venetian
Ve.ne.tian vıni'şın sıfat bakınız Venetian blind Venetian sumac
Venezuela
Ven.e.zu.e.la venızwey'lı isim Venezuela.
1485
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Venezuelan
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isim Venezuelalı. sıfat 1. Venezuela, Venezuela'ya özgü. 2. Venezuelalı.
vengeance
ven.geance ven'cıns isim intikam, öç.
vengeful
venge.ful venc'fıl sıfat 1. intikamcı, intikam peşinde olan. 2. intikam isteğinden kaynaklanan.
venial
ve.ni.al vi'niyıl, vin'yıl sıfat büyük sayılmayan (hata, günah).
venison
ven.i.son ven'ısın, ven'ızın, [İngiliz İngilizcesi] ven'zın isim geyik eti.
venom
ven.om ven'ım isim yılan veya akrep zehiri, ağı.
venomous
ven.om.oussıfat 1. zehirli. 2. çok zararlı, zehirli, zehir saçan. 3. zehir saçan; kin dolu; nefret dolu.
vent stack
(sıhhi tesisata ait) havalık, hava borusu.
vent
vent vent isim 1. hava menfezi. 2. (gaz veya sıvının giriş çıkışını sağlayan) delik. 3. yırtmaç. fiil 1. -de hava menfezi açmak. 2. (gaz veya sıvının giriş çıkışını sağlamak için) delik açmak. 3. on (öfke, hınç v.b.'ni) den çıkarmak: Don't vent your anger on me! Öfkeni benden çıkarma! 4. dışa vurmak, belli etmek, göstermek: He never vents his anger in public. Öfkesini herkesin içinde asla belli etmez.
ventilate
ven.ti.late ven'tıleyt fiil havalandırmak.
ventilating brick
delikli tuğla.
ventilation shaft
havalandırma kuyusu.
ventilation
ven.ti.la.tionisim havalandırma, vantilasyon.
ventilator
ven.ti.la.torisim vantilatör, havalandırma aygıtı.
ventricle
ven.tri.cle ven'trıkıl isim, anatomi karıncık.
ventriloquism
ven.tril.o.juism ventrîl'ıkwîzım isim vantrilokluk.
ventriloquist
ven.tril.o.juistisim vantrilok.
venture
ven.ture ven'çır isim 1. tehlikeli iş, tehlikeli girişim. 2. şans işi. 3. ticaret teşebbüs, girişim: joint venture ortak girişim. fiil 1. tehlikeye atmak: venture one's life hayatını tehlikeye atmak. 2. göze almak: venture a
1486
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
beating dayağı göze almak. 3. cüret etmek: venture an objection itiraza cüret etmek. venturesome
ven.ture.somesıfat 1. cüretli, atak, atılgan. 2. rizikolu, riskli.
venue
ven.ue ven'yu isim 1. toplantı yeri. 2. mahkeme yeri. 3. olay yeri.
Venus
Ve.nus vi'nıs isim 1. mitoloji Venüs. 2. gökbilim Çobanyıldızı, Çulpan, Zühre.
venus's-flytrap
ve.nus's-fly.trap vi'nısız.flay'träp isim, botanik (venus's-flytraps) sinekkapan.
veracity
ve.rac.i.ty vıräs'ıti isim 1. dürüstlük, doğruluk. 2. gerçeklik, doğruluk.
veranda
ve.ran.da vırän'dı isim veranda, hayat (üstü kapalı, üç yanı açık ve evin bir cephesinde boydan boya uzanan balkon).
verb
verb vırb isim, dilbilgisi fiil.
verbal noun
isimfiil.
verbal
ver.bal vır'bıl sıfat 1. sözlü: verbal contract sözlü anlaşma. 2. kelimesi kelimesine, harfi harfine: verbal translation harfi harfine çeviri. 3. dilbilgisi fiile ait, fiil türünden.
verbalise
ver.bal.ise vır'bılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız verbalize
verbalize
ver.bal.ize vır'bılayz fiil sözle ifade etmek.
verbally
ver.bal.lyzarf sözlü olarak, ağızdan.
verbatim
ver.ba.tim vırbey'tîm zarf kelimesi kelimesine, aynen, harfi harfine. sıfat kelimesi kelimesine yapılmış, tam.
verbena
ver.be.na vırbi'nı isim mineçiçeği, mine.
verbiage
ver.bi.age vır'biyîc isim laf kalabalığı.
verbose
ver.bose vırbos' sıfat 1. fazlasıyla uzun konuşan veya yazan. 2. gerekenden çok fazla sözle ifade edilen.
verbosity
ver.bos.i.ty vırbas'ıti isim fazlasıyla uzun ifade, konuşma veya yazma; laf kalabalığı.
1487
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük verdant
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ver.dant vır'dınt sıfat 1. yeşil, taze. 2. yeşillikli. 3. toy, pişmemiş.
verdict
ver.dict vır'dîkt isim 1. qüri kararı. 2. fikir, kanı. 3. hüküm, karar.
verdigris
ver.di.gris vir'dıgris, vır'dıgrîs isim 1. bakır pası. 2. bakır yeşili.
verge
verge vırc isim 1. sınır, kenar: on the verge of a cliff uçurumun kenarında. 2. eşik: on the verge of war savaşın eşiğinde. on the verge of insanity deliliğin eşiğinde. I was on the verge of leaving when he arrived. O geldiğinde ben gitmek üzereydim. She is on the verge of accepting our job offer. İş teklifimizi kabul etmek üzere. We were on the verge of colliding. Az daha çarpışacaktık.
verifiable
verifiablesıfat gerçekliği kanıtlanabilir.
verification
ver.i.fi.ca.tion verıfıkey'şın isim doğrulama, gerçekleme.
verify
ver.i.fy ver'ıfay fiil doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek, tasdik etmek.
veritable
ver.i.ta.ble ver'ıtıbıl sıfat gerçek, hakiki.
vermicelli
ver.mi.cel.li vırmısel'i, vırmıçel'i isim tel şehriye.
vermilion
ver.mil.ion vırmîl'yın isim 1. al renk, kızıl. 2. sülüğen. sıfat al, kızıl. fiil sülüğen sürmek.
vermin
ver.min vır'mîn isim, çoğul 1. haşarat. 2. fareler; sıçanlar. 3. haşarat, aşağılık ve zararlı kimseler.
vermouth
ver.mouth vırmuth' isim vermut.
vernacular
ver.nac.u.lar vırnäk'yılır isim 1. konuşma dili. 2. anadili. 3. yaşayan dil. 4. ağız, lehçe, dil. sıfat 1. konuşma diline ait; konuşulan (dil). 2. anadilinin kullanıldığı; anadilinde yazılan veya söylenen. 3. konuşma dilinde kullanılan.
vernal equinox
bahar noktası, ilkbahar noktası (27 Mart'a rastlayan ekinoks).
vernal
ver.nal vır'nıl sıfat 1. ilkbahara ait. 2. ilkbaharda olan. 1488
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük versatile
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ver.sa.tile vır'sıtîl sıfat 1. elinden her iş gelen. 2. birçok işe uygun (alet, makine). 3. çok yönlü.
verse
verse vırs isim 1. dize, mısra: the first three verses of the poem şiirin ilk üç dizesi. 2. koşuk, nazım: in verse rather than in prose düzyazıdan ziyade koşuk olarak. 3. ayet: a verse from the Koran Kuran'dan bir ayet.
versify
ver.si.fy vır'sıfay fiil 1. şiir haline koymak. 2. şiir ile ifade etmek. 3. şiir yazmak.
version
ver.sion vır'qın, ver'şın isim 1. yorum, anlatış: This version of what was said in the meeting is incorrect. Toplantıda söylenenlerin bu yorumu yanlış. 2. çeviri, tercüme: the English version of that book o kitabın İngilizce çevirisi. 3. biçim, versiyon: A new version of this word- processing program recently came on the market. Son zamanlarda bu kelime işlem programının yeni bir versiyonu piyasaya çıktı.
vertebra
ver.te.bra vır'tıbrı isim, anatomi (vertebrae/vertebras) omur, vertebra.
vertebrate
ver.te.brate vır'tıbreyt, vır'tıbrît sıfat omurgalı. isim omurgalı hayvan.
vertical
ver.ti.cal vır'tîkıl sıfat düşey, dikey. isim 1. düşey doğru. 2. düşey düzlem.
vertigo
ver.ti.go vır'tıgo isim (vertigoes/vertigines) baş dönmesi.
verve
verve vırv isim canlılık.
Very good!
İngiliz İngilizcesi Tamam! Very good, sir! Tamam, efendim.
very late
çok geç.
Very truly yours,
Saygılarımla,/Hürmetlerimle, (İş mektubunun sonunda imzadan hemen önce yazılır.).
very
ver.y ver'i zarf 1. çok, pek, gayet: very good çok iyi. very warm pek sıcak. He speaks English very well. İngilizceyi gayet iyi konuşuyor. 2. tam: You just said the very opposite. Demin bunun tam tersini söyledin. 1489
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
We have the very same table: Bizde o masanın aynı var. He used the very same words. Aynı sözcükleri kullandı. 3. en: Give me the very best! Bana en iyisini ver! I did my very best. Elimden gelen her şeyi yaptım. sıfat He lives in the very center of the town. Şehrin tam göbeğinde oturuyor. That's the very thing I'm looking for. Tam aradığım şey o. At that very moment she was preparing to leave. Tam o anda gitmeye hazırlanıyordu. That day he sat in this very chair! O gün işte bu sandalyede oturdu! The very idea of it thrilled them. Düşüncesi bile yüreklerini hoplatıyordu. Nitelediği sözcüğü vurgulamak için kullanılır: vessel
ves.sel ves'ıl isim 1. kap, tas. 2. tekne, gemi. 3. anatomi damar: blood vessel kan damarı.
vest
vest vest isim 1. yelek. 2. İngiliz İngilizcesi atlet fanilası, atlet. fiil 1. with (yetki, hak v.b.'ni) vermek. 2. in -e vermek: The Constitution vests legislative power in the Grand National Assembly. Anayasa yasama yetkisini Büyük Millet Meclisi'ne veriyor.
vested interest
kazanılmış hak. 2. çıkar.
vestibule
ves.ti.bule ves'tıbyul isim 1. giriş, antre. 2. vagonlar arasındaki kapalı geçit.
vestige
ves.tige ves'tîc isim iz, eser, işaret.
vestment
vest.ment vest'mınt isim 1. resmi elbise. 2. cüppe.
vestry
ves.try ves'tri isim 1. giyinme odası. 2. (bazı kiliselerde) yönetim kurulu.
vet.
vet.kısaltma «veteran» veterinarian veterinary
veteran
vet.er.an vet'ırın isim 1. eski asker, eski muharip, gazi. 2. (belirli bir alanda) çok tecrübeli kimse. sıfat çok tecrübeli.
veterinarian
vet.er.i.nar.i.an vetırıner'iyın isim veteriner, baytar.
veto power
veto hakkı.
veto
ve.to vi'to isim veto. fiil veto etmek.
1490
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vex
vex veks fiil canını sıkmak, sinirlendirmek, kızdırmak.
vexation
vex.a.tionisim 1. sinirlenme, kızma. 2. sinirlendirici şey, aksilik, sıkıntı.
vexatious
vex.a.tioussıfat sinirlendirici, can sıkıcı.
via airmail
uçakla.
via
vi.a vay'ı, viy'ı edat yolu ile, -den geçerek, üzerinden.
viable
vi.a.ble vay'ıbıl sıfat 1. yaşayabilecek durumda olan (yaratık, organizma). 2. (toplumsal, siyasal veya ekonomik açıdan) kendi ayakları üzerinde durabilen, varlığını bağımsız olarak sürdürebilen. 3. gelişip yeni bir organizmaya dönüşebilecek (tohum, yumurta v.b.). 4. konuşma dili pratik, uygulanabilir.
viaduct
vi.a.duct vay'ıd^kt isim viyadük.
vial
vi.al vay'ıl isim ufak şişe.
vibrant
vi.brant vay'brınt sıfat 1. titrek, titreşimli. 2. canlı, enerjik. 3. ateşli, coşkun. 4. gür, dolgun (ses).
vibrate
vi.brate vay'breyt fiil titremek; titretmek.
vibration
vi.bra.tion vaybrey'şın isim titreme, titreşim.
viburnum
vi.bur.num vaybır'nım isim, botanik kartopu.
vicar
vic.ar vîk'ır isim, Hristiyanlık 1. papaz. 2. vekil.
vicarage
vic.ar.ageisim papaza tahsis edilen ev/loqman.
vicarious
vi.car.i.ous vayker'iyıs sıfat 1. başkasının yerine yapılan. 2. başkasının yaşantısına katıldığını hayal ederek duyulan.
vice squad
ahlak zabıtası ekibi.
vice versa
vice ver.sa vays' vır'sı, vay'sı vır'sı tersine, aksine. 2. karşılıklı olarak.
vice
vice vays isim 1. kötü alışkanlık: Cigarette smoking is a vice. Sigara içmek kötü bir alışkanlıktır. 2. ahlaksızlık (özellikle fuhuş ve uyuşturucu kullanımı veya ticareti).
viceroy
vice.roy vays'roy isim (krallığı temsil eden) genel vali.
vicinity
vi.cin.i.ty vîsîn'ıti isim dolay, etraf, civar, çevre, havali.
vicious circle
kısırdöngü, fasit daire.
1491
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük vicious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vi.cious vîş'ıs sıfat 1. kötü, pis. 2. şiddetli, sert. 3. kusurlu, bozuk. 4. ahlakı bozuk. 5. kötü niyetli. 6. saldırgan, tehlikeli.
victim
vic.tim vîk'tîm isim kurban: victims of war savaş kurbanları.
victimise
vic.tim.ise vîk'tîmayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız victimize
victimize
vic.tim.ize vîk'tîmayz fiil 1. hile ile soymak, aldatmak. 2. gadretmek, zulmetmek.
victor
vic.tor vîk'tır isim galip, fatih.
victorious
vic.to.ri.ous vîktôr'iyıs sıfat galip, utkulu, muzaffer.
victory
vic.to.ry vîk'tıri isim 1. zafer, yengi, utku. 2. başarı.
victual
vict.ual vît'ıl isim 1. yiyecek. 2. çoğul erzak; yemek; kumanya. fiil (victualed/victualled, victualing/victualling) erzak sağlamak.
video
vid.e.o vîd'iyo isim, sıfat video.
videotape
vid.e.o.tape vîd'iyoteyp isim videoteyp.
vie
vie vay fiil (vied, vying) 1. with ile yarışmak, ile rekabet etmek: They were vying with each other for the championship. Şampiyonluk için birbirleriyle yarışıyorlardı.
Vietnam
Vi.et.nam viyetnam', viyetnäm' isim Vietnam.
Vietnamese
Vi.et.nam.ese viyetnımiz' isim (Vietnamese) 1. Vietnamlı. 2. Vietnamca. sıfat 1. Vietnam, Vietnam'a özgü. 2. Vietnamca. 3. Vietnamlı.
view
view vyu isim 1. bakış: point of view bakış açısı. 2. görüş, fikir, düşünce: exchange of views fikir alışverişi. 3. görünüm, manzara: This house has a wonderful view of the Bosporus. Bu evin harika bir Boğaz manzarası var. 4. maksat, amaç: with a view to maksadıyla, amacıyla.
viewpoint
view.point vyu'poynt isim bakış açısı, görüş açısı.
vigil
vig.il vîc'ıl isim 1. uyanık kalma. 2. gece nöbet tutma. 3. çoğul arife gecesi yerine getirilen ibadetler. 1492
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vigilance
vig.i.lanceisim uyanıklık, dikkat, ihtiyat.
vigilant
vig.i.lantsıfat uyanık, tetikte, tedbirli.
vigor
vig.or vîg'ır isim kuvvet, dinçlik, gayret, enerqi.
vigorous
vig.or.oussıfat kuvvetli, etkin, dinç, gayretli, enerqik.
vigour
vig.our vîg'ır isim, İngiliz İngilizcesi bakınız vigor
vile
vile vayl sıfat 1. iğrenç, berbat, pis. 2. aşağılık, alçak, rezil. 3. konuşma dili kötü, berbat: vile weather berbat hava.
vilify
vil.i.fy vîl'ıfay fiil 1. -e alenen iftira etmek, -i açıktan açığa karalamak. 2. -in saygınlığına zarar vermek; -in saygınlığını azaltmak.
villa
vil.la vîl'ı isim yazlık köşk, villa.
village
vil.lage vîl'îc isim 1. köy. 2. köy halkı.
villain
vil.lain vîl'ın isim 1. kötü adam; hain. 2. edebiyat kötü adam. 3. problem yaratan şey veya durum.
villainous
vil.lain.oussıfat 1. alçak, hain. 2. çok kötü, berbat.
villainy
vil.lainyisim alçaklık, hainlik.
vindicate
vin.di.cate vîn'dıkeyt fiil 1. haklı çıkarmak, temize çıkarmak. 2. kanıtlamak.
vindication
vin.di.ca.tionisim 1. haklı çıkarma, temize çıkarma. 2. kanıtlama.
vindictive
vin.dic.tive vîndîk'tîv sıfat kinci; intikamcı.
vine
vine vayn isim asma, üzüm kütüğü.
vinegar
vin.e.gar vîn'îgır isim sirke.
vinegary
vin.e.garysıfat sirke gibi.
vineyard
vine.yard vîn'yırd isim bağ, üzüm bağı.
vintage year
kaliteli şarabın elde edildiği yıl. 2. başarılı yıl.
vintage
vin.tage vîn'tîc isim bağbozumu. sıfat 1. belirli bir yılın ürünü olan (şarap). 2. kaliteli. 3. iyi, seçkin.
viola
vi.o.la viyo'lı isim, müzik viyola.
violate
vi.o.late vay'ıleyt fiil 1. bozmak, çiğnemek: violate an agreement bir anlaşmayı bozmak. 2. -in ırzına geçmek, -i kirletmek, -e tecavüz etmek: violate a woman bir
1493
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kadının ırzına geçmek. 3. -in kutsallığını bozmak: violate an altar bir sunağın kutsallığını bozmak. violation
vi.o.la.tion vayıley'şın isim 1. bozma, ihlal. 2. tecavüz, ırzına geçme.
violence
vi.o.lence vay'ılıns isim 1. şiddet, sertlik. 2. zor, cebir. 3. zorbalık.
violent
vi.o.lent vay'ılınt sıfat sert, şiddetli, zorlu.
violet
vi.o.let vay'ılît isim 1. menekşe. 2. menekşe rengi. sıfat menekşe renkli, menekşe rengi, menekşe.
violin
vi.o.lin vayılîn' isim keman.
violinist
vi.o.lin.istisim kemancı, viyolonist.
violist
vi.o.list viyol'îst isim viyolacı.
viper
vi.per vay'pır isim 1. engerek. 2. yılan gibi hain kimse.
viral
vi.ral vay'rıl sıfat, tıbbi viral, virüsün yol açtığı.
virgin
vir.gin vır'cîn isim bakire, kız. sıfat 1. bakire. 2. bakireye özgü. 3. kullanılmamış, dokunulmamış. 4. işlenmemiş: virgin soil işlenmemiş toprak. 5. el değmemiş, bakir: virgin forest bakir orman, balta girmemiş orman.
virginal
vir.gin.alsıfat 1. bakireye özgü. 2. el değmemiş, bakir.
virginity
vir.gin.i.ty vırcîn'ıti isim bakirelik, kızlık.
Virgo
Vir.go vır'go isim 1. gökbilim Başak takımyıldızı. 2. astroloji Başak burcu.
virile
vir.ile vîr'ıl sıfat 1. erkekçe. 2. güçlü.
virility
vi.ril.i.tyisim 1. erkeklik. 2. cinsel güç, iktidar. 3. mertlik.
virtual
vir.tu.al vır'çuwıl sıfat gerçekte etkili olan, fiili, gerçek, asıl; gayri resmi.
virtually
vir.tu.al.lyzarf neredeyse, hemen hemen.
virtue
vir.tue vır'çu isim 1. erdem, fazilet: Humility is the essence of virtue. Alçakgönüllülük erdemin özüdür. 2. meziyet: One of the virtues of this type of printer is its speed. Bu tip yazıcının meziyetlerinden biri hızıdır. 3. yarar, fayda, avantaq: There's virtue in knowing a 1494
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
second language in today's world. Günümüzde ikinci bir dil bilmekte yarar var. 4. yararlı özellik, değerli özellik, önemli özellik: One of the virtues of married life is companionship. Evlilik yaşamının önemli özelliklerinden biri arkadaşlıktır. 5. güç. 6. iffet. virtuoso
vir.tu.o.so vırçuwo'so isim (virtuosos/virtuosi) virtüöz.
virtuous
vir.tu.ous vır'çuwıs sıfat 1. erdemli, faziletli. 2. iffetli, namuslu.
virtuously
vir.tu.ous.lyzarf erdemli bir şekilde.
virtuousness
vir.tu.ous.nessisim erdemlilik.
virulent
vir.u.lent vîr'yılınt sıfat 1. çok zehirli, çok tehlikeli, öldürücü. 2. kötücül.
virus
vi.rus vay'rıs isim virüs.
visa
vi.sa vi'zı isim vize.
vis-à-vis
vis-à-vis vizıvi' zarf karşı karşıya. edat 1. ile karşılaştırıldığında; -e göre. 2. -in karşısında.
viscosity
vis.cos.i.ty vîskas'ıti isim viskozite.
viscous
vis.cous vîs'kıs sıfat yapışkan, ağdalı.
visé
vi.sé vi'zey, vizey' isim bakınız visa
vise
vise vays isim mengene.
visibility
vis.i.bil.i.tyisim 1. görünürlük. 2. görüş uzaklığı.
visible
vis.i.ble vîz'ıbıl sıfat 1. görülebilir, görünür. 2. açık, belli, gözle görülebilir.
visibly
visiblyzarf gözle görülür bir şekilde, farkedilir bir şekilde.
vision
vi.sion vîq'ın isim 1. görme; görüş: The operation restored his vision. Ameliyat yeniden görmesini sağladı. field of vision görüş alanı. 2. öngörü. 3. önsezi. 4. hayal gücü, imgelem. 5. hayal, düş, rüya. 6. çok güzel kimse veya şey: That woman is a vision. O kadın çok güzel.
visionary
vi.sion.ar.y vîq'ıneri sıfat 1. hayali, düşsel. 2. hayalci, hayalperest. 3. öngörülü. 4. önsezili. isim 1. hayalci, hayalperest. 2. öngörülü kimse. 3. önsezili kimse. 1495
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük visit
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vis.it vîz'ît fiil 1. ziyaret etmek, görmeye gitmek. 2. (doktor) (hastayı) muayeneye gitmek, yoklamak. 3. -e misafir olmak: I'm going to visit my friends in London for a day or two. Bir iki gün Londra'daki arkadaşlarıma misafir olacağım. 4. sık sık gitmek, dadanmak: The mayor is known to visit bars and gambling houses. Belediye başkanının meyhanelere ve kumarhanelere sık sık gittiği bilinir. 5. konuşma dili with ile sohbet etmek. isim 1. ziyaret. 2. misafirlik. 3. tıbbi vizite. 4. konuşma dili sohbet.
visitation
vis.i.ta.tion vîzıtey'şın isim 1. ziyaret. 2. felaket, bela.
visiting card
kartvizit.
visiting day
kabul günü.
visiting
vis.it.ing vîz'îtîng sıfat ziyaret eden.
visitor
vis.i.tor vîz'îtır isim 1. konuk, misafir, ziyaretçi. 2. turist.
visor
vi.sor vay'zır, vîz'ır isim güneşlik, siperlik, siper.
vista
vis.ta vîs'tı isim manzara, görünüm.
visual arts
görsel sanatlar.
visual
vis.u.al vîq'uwıl sıfat 1. görmeye ait, görsel. 2. görülebilir.
visualise
vis.u.al.ise wîq'uwılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız visualize
visualize
vis.u.al.ize wîq'uwılayz fiil hayalinde canlandırmak, gözünün önüne getirmek.
vital statistics
doğum ve ölüm istatistikleri.
vital
vi.tal vay'tıl sıfat 1. yaşamsal, hayati. 2. yaşam için gerekli. 3. canlı. 4. dirimsel. 5. çok önemli.
vitalise
vi.tal.ise vay'tılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız vitalize
vitality
vi.tal.i.ty vaytäl'ıti isim 1. yaşama gücü. 2. canlılık, dirilik, enerji. 3. dayanma gücü.
vitalize
vi.tal.ize vay'tılayz fiil canlandırmak, güç vermek.
vitally
vi.tal.lyzarf son derece, çok. 1496
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vitamin
vi.ta.min vay'tımîn isim vitamin.
vitiate
vi.ti.ate vîş'iyeyt fiil 1. bozmak, kirletmek. 2. etkisini azaltmak. 3. bozmak, geçersizleştirmek.
viticulture
vit.i.cul.ture vît'ık^lçır, vay'tık^lçır isim bağcılık.
viticulturist
viticulturistisim bağcı.
vitreous
vit.re.ous vît'riyıs sıfat 1. cam türünden. 2. camdan yapılmış. 3. camsı, cama benzer.
vitriol
vit.ri.ol vît'riyıl isim, kimya 1. sülfürik asit; zaç. 2. herhangi bir maden sülfatı. 3. iğneleyici söz veya yazı.
vituperate
vi.tu.per.ate vaytu'pıreyt fiil sövüp saymak, şiddetle azarlamak.
vituperation
vi.tu.per.a.tionisim sövüp sayma.
viva
vi.va vi'vı, vi'va ünlem Yaşa!/Çok yaşa!
vivacious
vi.va.cious vîvey'şıs, vayvey'şıs sıfat canlı, hayat dolu, neşeli, şen.
vivaciousness
vi.va.cious.nessisim bakınız vivacity
vivacity
vi.vac.i.ty vîväs'ıti isim canlılık, neşelilik.
vivid
viv.id vîv'îd sıfat 1. parlak: a vivid color parlak bir renk. 2. canlı, hayat dolu, etkili: a vivid description canlı bir betim. 3. kuvvetli, canlı: a vivid imagination kuvvetli bir hayal gücü.
vivify
viv.i.fy vîv'ıfay fiil canlandırmak.
vixen
vix.en vîk'sın isim 1. dişi tilki. 2. şirret kadın, huysuz kadın.
vizier
vi.zier vîzir', vîz'yır isim vezir.
vizierial
vi.zierialsıfat 1. vezire ait. 2. vezir tarafından verilen.
vizor
vi.zor vay'zır, vîz'ır isim bakınız visor
Vlach
Vlach vlak isim Valak, Vlak.
V-necked
V-necked vi'nekt sıfat V yakalı, V yaka.
vocabulary
vo.cab.u.lar.y vokäb'yıleri isim 1. sözcük hazinesi, söz dağarcığı, kelime hazinesi, bir kimsenin kullandığı sözcükler. 2. bir dilde bulunan bütün sözcükler. 3. ek sözlük, lügatçe.
vocal cords
anatomi ses telleri/kirişleri. 1497
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vocal music
müzik vokal müzik.
vocal
vo.cal vo'kıl sıfat 1. insan sesine ait. 2. konuşkan. 3. müzik vokal.
vocalise
vo.cal.ise vo'kılayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız vocalize
vocalist
vo.cal.istisim şarkıcı, okuyucu.
vocalization
vo.cal.i.za.tionisim 1. seslendirme. 2. fonetik ünlüleşme.
vocalize
vo.cal.ize vo'kılayz fiil 1. seslendirmek, sesli duruma getirmek. 2. fonetik ünlüye dönüştürmek.
vocation
vo.ca.tion vokey'şın isim 1. Allahın çağrısına uyarak yapılan görev veya iş. 2. Allahtan bir göreve çağrı. 3. meslek, görev, iş. 4. (belirli bir işe yönelik ve yaradılıştan gelen) istidat: She's no vocation for that job. O işe hiç istidadı yok.
vocational guidance
mesleki rehberlik, meslek kılavuzluğu.
vocational school
meslek okulu.
vocational
vo.ca.tion.alsıfat mesleki, mesleğe ilişkin.
vociferous
vo.cif.er.ous vosîf'ırıs sıfat 1. çok gürültülü bir şekilde konuşan, çok bağıran: He was vociferous in his complaints. Şikâyetlerini bağırarak söyledi. 2. bağırarak söylenen.
vodka
vod.ka vad'kı isim votka.
vogue
vogue vog isim 1. moda. 2. rağbet.
voice
voice voys isim 1. ses, seda: the human voice insan sesi. 2. söz hakkı, konuşma yetkisi: The workers want a voice in the company's management. İşçiler şirketin yönetiminde söz sahibi olmak istiyorlar. 3. dilbilgisi çatı: active voice etken çatı. passive voice edilgen çatı. 4. sözcü. fiil 1. anlatmak, ifade etmek, dile getirmek. 2. ses tellerini titreştirerek oluşturmak; ötümlüleştirmek.
voiced
voicedsıfat 1. sesli. 2. sesle ifade edilmiş, dile getirilmiş. 3. ötümlü, titreşimli.
1498
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük voiceless
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
voice.lesssıfat 1. sessiz. 2. ötümsüz, titreşimsiz. 3. söz hakkı olmayan. 4. dilsiz.
void of
-siz, -den yoksun, -den mahrum.
void
void voyd sıfat 1. hükümsüz, geçersiz. 2. boş, hali, ıssız. 3. yararsız, faydasız. isim 1. boşluk. 2. boş yer. fiil 1. hükümsüz kılmak. 2. iptal etmek. 3. boşaltmak. 4. bırakmak, terketmek. 5. çıkarmak, atmak.
Voivodina
Voi.vo.di.na voy'vıdinı isim Voyvodina.
vol.
vol.kısaltma «volcano» volume volunteer
volatile
vol.a.tile val'ıtıl sıfat 1. uçucu (madde). 2. patlamaya hazır (durum). 3. havai, değişken; istikrarsız; çabuk etkilenip aniden değişebilen.
volcanic cone
yanardağ konisi.
volcanic
vol.can.ic valkän'îk sıfat yanardağa özgü; yanardağ gibi; volkanik.
volcano
vol.ca.no valkey'no isim (volcanoes/volcanos) yanardağ, volkan.
volition
vo.li.tion volîş'ın isim irade.
volley
vol.ley val'i isim 1. yaylım ateşi. 2. yağmur: a volley of juestions soru yağmuru. a volley of protests protesto yağmuru. 3. kriket vole.
volleyball
vol.ley.ball val'ibôl isim voleybol.
volt
volt volt isim volt.
voltage
volt.ageisim voltaq.
voltmeter
volt.me.ter volt'mitır isim voltölçer, voltmetre.
voluble
vol.u.ble val'yıbıl sıfat konuşkan.
volume
vol.ume val'yum, val'yım isim 1. hacim, oylum: volume of a sphere kürenin hacmi. 2. ses gücü: Turn up/down the volume of your radio. Radyonun sesini yükselt/kıs. 3. miktar, sayı: Our accounts show that the volume of our sales has increased. Hesaplarımız satışlarımızın yükseldiğini gösteriyor. 4. cilt: The complete set consists of twelve volumes. Tam takım on iki ciltten oluşuyor. 1499
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
volumetric flask
balonjoje, ölçü toparı.
volumetric
vol.u.met.ric valyımet'rîk sıfat hacim ölçümüyle ilgili; hacim ölçmeye yarayan.
voluminous
vo.lu.mi.nous vılu'mınıs sıfat 1. hacimli, pek büyük, muazzam: a voluminous building muazzam bir bina. 2. çok miktarda, pek çok: voluminous records çok miktarda kayıt. 3. bol, çok geniş.
voluntarily
vol.un.tari.lyzarf isteyerek, kendi iradesiyle, gönüllü olarak.
voluntary
vol.un.tar.y val'ınteri sıfat 1. isteyerek yapılan, isteğe bağlı, kendiliğinden yapılan; ihtiyari: He made a voluntary confession of his crime. Suçunu kendiliğinden itiraf etti. voluntary effort isteyerek gösterilen çaba. In some countries military service is voluntary, not compulsory. Bazı ülkelerde askerlik isteğe bağlı, zorunlu değil. 2. gönüllü: voluntary service gönüllü hizmet. 3. istemli: voluntary and involuntary bodily movements istemli ve istemsiz bedensel hareketler. 4. gönüllülerin emek ve bağışlarıyla desteklenen (kurum). 5. bile bile yapılan: His rudeness was voluntary. Bile bile kabalık etti.
volunteer
vol.un.teer valıntîr' isim 1. gönüllü, bir işi gönüllü olarak üstlenen kimse. 2. gönüllü asker. sıfat gönüllülerden oluşan, gönüllü. fiil 1. kendiliğinden teklif etmek. 2. gönüllü olmak.
voluptuous
vo.lup.tu.ous vıl^p'çuwıs sıfat 1. cinsel istek uyandıran; buram buram cinsiyet kokan. 2. bedensel istekleri tatmin eden. 3. çok haz veya keyif veren; haz, sefa veya keyif dolu. 4. keyfine son derece düşkün; zevküsefaya düşkün.
vomit
vom.it vam'ît fiil 1. kusmak, çıkarmak. 2. (yanardağ) (magma v.b.'ni) püskürtmek. isim 1. kusma. 2. kusmuk.
voracious reader
kitap okumaya doymayan okuyucu.
1500
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük voracious
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vo.ra.cious vôrey'şıs sıfat doymaz, doymak bilmez, obur: He has a voracious appetite for chocolate. Çikolataya doyamıyor.
vortex
vor.tex vôr'teks isim (vortexes/vortices) anafor, burgaç, çevri.
vote against
-in aleyhinde oy vermek.
vote for
-in lehinde oy vermek.
vote of confidence
güvenoyu.
vote of no confidence
güvensizlik oyu.
vote someone in
birine oy vererek göreve getirmek.
vote someone out
birine oy vermeyerek görevden uzaklaştırmak.
vote something down
aleyhinde oy kullanarak bir şeye engel olmak.
vote
vote vot isim 1. oy, rey. 2. oy hakkı. fiil oy vermek: Everyone is obliged to vote in these elections. Bu seçimlerde herkes oy vermek zorunda.
voter
voterisim seçmen.
vouch
vouch vauç fiil 1. for -i doğrulamak, -i teyit etmek. 2. for -i garanti etmek. 3. for -e kefil olmak.
voucher
vouch.er vau'çır isim 1. kefil. 2. makbuz; fiş; belge.
vouchsafe
vouch.safe vauçseyf' fiil lütfedip yapmak veya vermek.
vow
vow vau isim 1. yemin, ant. 2. adak. fiil yemin etmek, ant içmek.
vowel harmony
ünlü uyumu.
vowel
vow.el vau'wıl isim 1. ünlü, sesli. 2. sesli harf.
voyage
voy.age voy'îc isim deniz yolculuğu; sefer.
V-shaped
V-shaped vi'şeypt sıfat V şeklinde.
vulcanise
vul.can.ise v^l'kınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız vulcanize
vulcanize
vul.can.ize v^l'kınayz fiil (kauçuğu) vulkanize etmek.
vulcanized
vul.can.izedsıfat vulkanize.
vulg.
vulg.kısaltma vulgar
vulgar fraction
bayağı kesir.
vulgar
vul.gar v^l'gır sıfat 1. müstehcen, edebe aykırı. 2. adi, bayağı; görgüsüz. 1501
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
vulgarism
vul.gar.ismisim 1. amiyane söz. 2. müstehcen söz.
vulgarity
vul.gar.i.ty v^lger'ıti isim 1. müstehcenlik. 2. adilik, bayağılık; görgüsüzlük.
vulnerability
vul.ner.a.bil.i.ty v^lnırıbîl'ıti isim saldırı veya tenkide açık/maruz olma.
vulnerable point
zayıf nokta.
vulnerable
vul.ner.a.ble v^l'nırıbıl sıfat saldırı veya tenkide açık/maruz olan.
vulture
vul.ture v^l'çır isim akbaba.
vulva
vul.va v^l'vı isim, anatomi (vulvae/vulvas) ferç, vulva.
vv.
vv.kısaltma verses
W.
W.kısaltma «Wednesday» West Western
W.C.
W.C. d^b'ılyu.si' kısaltma water closet
wacko
wack.o wäk'o sıfat, konuşma dili kaçık, çılgın, çatlak. isim, konuşma dili kaçık, çılgın veya çatlak kimse.
wacky
wack.y wäk'i sıfat, konuşma dili kaçık, çılgın, çatlak.
wad
wad wad isim 1. tomar: a wad of money bir tomar para. 2. konuşma dili çok/bir deste para. 3. topak. 4. tıkaç, tapa. 5. tüfek sıkısı. fiil (wadded, wadding) 1. tıkaç koymak. 2. tomar haline getirmek.
waddle
wad.dle wad'ıl fiil badi badi yürümek, paytak paytak yürümek. isim badi badi yürüyüş.
wade into
konuşma dili -e hemen girişmek.
wade through
(sığ su veya çamur) içinden yürüyerek geçmek. 2. ağır ağır ve güçlükle ilerlemek. 3. zorla tamamlamak.
wade
wade weyd fiil 1. sığ su veya çamurda yürümek. 2. sığ suda oynamak.
wafer
wa.fer wey'fır isim ince bisküvi.
waffle iron
gofre ızgarası.
waffle
waf.fle waf'ıl fiil, konuşma dili 1. (on) abuk sabuk/saçma sapan konuşmak. 2. kem küm ederek görüşünü açıkça belirtmekten kaçınmak; kem küm ederek belirli bir tarafı desteklemekten kaçınmak. isim, konuşma dili abuk sabuk laflar. 1502
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük waft
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
waft wäft, waft fiil (rüzgâr veya dalga) sürüklemek; (rüzgâr veya dalgayla) sürüklenmek. isim 1. hafif koku. 2. hafif esinti.
wag
wag wäg fiil (wagged, wagging) sallamak; sallanmak. isim sallama.
wage earner
isim ücretli.
wage freeze
ücretlerin dondurulması.
wage rise
ücret artışı.
wage war against
-e karşı/ile savaşmak.
wage war on
-e karşı/ile savaşmak.
wage war with
-e karşı/ile savaşmak.
wage
wage weyc isim ücret.
wager
wa.ger wey'cır isim bahis. fiil bahse girmek.
wages
wagesisim ücret: daily wages yevmiye, gündelik. weekly wages haftalık.
wageworker
isim ücretli.
waggle
wag.gle wäg'ıl fiil sallanmak; sallamak. isim sallayış; sallanış.
waggon
wag.gon wäg'ın isim, İngiliz İngilizcesi bakınız wagon
wagon
wag.on wäg'ın isim 1. dört tekerlekli yük arabası. 2. dört tekerlekli, üstü açık oyuncak araba. 3. İngiliz İngilizcesi yük vagonu.
waif
waif weyf isim 1. kimsesiz çocuk. 2. sahipsiz hayvan veya eşya.
wail
wail weyl fiil 1. feryat etmek. 2. (rüzgâr) uğuldamak, inlemek. isim 1. feryat. 2. inilti.
wainscot
wain.scot weyn'skıt isim, mimarlık 1. tahta lambri. 2. lambri. 3. eteklik, yarım lambri, alçak lambri. fiil 1. lambri kaplamak. 2. eteklik/yarım lambri kaplamak.
wainscoting
wain.scot.ingisim 1. eteklik, yarım lambri, alçak lambri. 2. lambri.
waist
waist weyst isim 1. bel. 2. bir şeyin orta kısmındaki girinti. 3. kadın elbisesinin üst kısmı. 4. bluz. 5. geminin orta kısmı, bel. 1503
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük waistband
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
waist.band weyst'bänd isim (etek, pantolon v.b.'nde) bel, kemer.
waistcoat
waist.coat weyst'kot, wes'kıt isim, İngiliz İngilizcesi yelek.
waistline
waist.line weyst'layn isim 1. bel. 2. bel genişliği.
Wait a little.
Biraz bekle.
Wait a minute!
Bir dakika!
wait at table
İngiliz İngilizcesi servis yapmak.
wait in ambush
pusuda beklemek.
wait on someone hand and foot
birinin etrafında dört dönmek.
wait on table
servis yapmak.
wait on
-e hizmet etmek. 2. -e servis yapmak. 3. -in ziyaretine gitmek.
wait tables
garsonluk yapmak.
wait up for someone
yatmayıp birini beklemek.
wait
wait weyt fiil 1. (for) -i beklemek: I am waiting for my wife. Karımı bekliyorum. Wait your turn. Sıranı bekle. Wait here. I'll be right back. Burada bekle. Hemen döneceğim. 2. durmak, kalmak: Wait! Let's go together. Dur! Birlikte gidelim. 3. bekletmek: Don't wait supper for me. Yemek için benim gelmemi bekleme. isim bekleme, bekleyiş.
waiter
wait.er wey'tır isim garson.
waiting list
yedek liste, bekleyenler listesi.
waiting room
bekleme odası/salonu.
waitress
wait.ress weyt'rîs isim kadın garson.
waive
waive weyv fiil 1. -den vazgeçmek, -den feragat etmek. 2. -i ertelemek.
waiver
waiv.er wey'vır isim, hukuk feragat.
wake
wake weyk fiil (woke/waked, waked/woken) 1. (up) uyanmak. 2. (up) -i uyandırmak. 3. canlandırmak: wake painful memories acı anıları canlandırmak.
wakeful
wake.ful weyk'fıl sıfat 1. uyanık, tetikte olan. 2. uykusuz. 1504
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wakefulness
wake.ful.nessisim uyanıklık.
waken
wak.en wey'kın fiil 1. uyandırmak; uyanmak. 2. uyarmak, ikaz etmek.
Walach
Wal.ach wal'ık isim bakınız Vlach
Walachia
Wa.la.chi.a wıley'kiyı isim bakınız Wallachia
Wales
Wales weylz isim Galler Ülkesi.
walk away from
-i rahatlıkla yenmek, -i kolayca geçmek. 2. (kazadan) ucuz kurtulmak.
walk away with
-i kazanmak. 2. -i yürütmek, -i çalmak.
walk file
tek sıra yürümek.
walk for two miles
iki mil yürümek.
walk in one's sleep
uykuda gezmek.
walk in
içeri girmek.
walk of life
(toplumsal) sınıf, kesim: People from every walk of life were there. Orada her kesimden insan vardı.
walk off with
-i kazanmak. 2. -i yürütmek, -i çalmak.
walk off
çekip gitmek.
walk on air
(sevincinden) ayakları yere değmemek.
walk out on
-i terketmek.
walk out
çekip gitmek. 2. greve gitmek.
walk over
-i kolayca yenmek.
walk the streets
sokaklarda sürtmek. 2. sokak sokak dolaşmak.
walk the wards
viziteye çıkmak.
walk
walk wôk fiil 1. yürümek, yürüyerek gitmek: I walked all the way from Beşiktaş to Bebek. Beşiktaş'tan ta Bebek'e kadar yürüdüm. I didn't come by car; I walked. Arabayla gelmedim; yürüyerek geldim. 2. dolaşmak, gezmek: She went out to walk in the park. Parkta dolaşmaya çıktı. 3. dolaştırmak, gezdirmek: He is walking the dog in the garden. Köpeği bahçede gezdiriyor. He is walking the visitors through the factory. Konuklara fabrikayı gezdiriyor. isim 1. yürüme, gezme. 2. yürüyüş, gezinti. 3. yürüyüş (tarzı). 4. yol: I
1505
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
came by foot; it was a long walk. Yürüyerek geldim; yol uzundu. 5. (bahçede taş veya beton) yol. walkie-talkie
walk.ie-talk.ie wô'kitô'ki isim telsiz telefon.
walking dictionary
canlı sözlük.
walking papers
konuşma dili işten kovulma kâğıdı.
walking stick
baston.
walking
walk.ing wô'kîng isim 1. gezme, yürüme. 2. yürüyüş (tarzı).
walk-on
walk-on wôk'an isim, tiyatro önemsiz rol.
walkout
walk.out wôk'aut isim, konuşma dili grev.
walkover
walk.o.ver wôk'ovır isim kolay kazanılan yarış.
walkup
walk.up wôk'^p sıfat, konuşma dili asansörsüz. isim, konuşma dili asansörsüz bina veya daire.
walky-talky
walk.y-talk.y wô'kitô'ki isim bakınız walkie-talkie
wall plug
elektrik duvar prizi.
wall
wall wôl isim 1. duvar. 2. sur: the walls of the old city eski kentin surları. fiil etrafına duvar çekmek.
Wallach
Wal.lach wal'ık isim bakınız Vlach
Wallachia
Wal.la.chia wıley'kiyı isim (bölge olarak) Eflak.
Wallachian
isim 1. Eflak, Eflak halkından bir kimse. 2. bakınız Vlach sıfat Eflak.
wallet
wal.let wal'ît isim cüzdan, para cüzdanı.
wallflower
wall.flow.er wôl'flauwır isim 1. sarışebboy. 2. konuşma dili dansa kaldırılmadığı için bir kenarda kalan kadın.
wallop
wal.lop wal'ıp fiil, konuşma dili dayak atmak, dövmek, pataklamak. isim dayak.
walloping
wal.lop.ingsıfat, konuşma dili çok büyük, muazzam.
wallow
wal.low wal'o fiil 1. (in) (çamur, su v.b. içinde) yuvarlanmak, ağnamak. 2. in içinde yüzmek: wallow in wealth servet içinde yüzmek. isim 1. (çamur, su v.b. içinde) yuvarlanma, ağnama. 2. hayvanın yuvarlandığı çamurlu yer.
wallpaper
wall.pa.per wôl'peypır isim duvar kâğıdı.
wall-to-wall
wall-to-wall wôl'tıwôl' sıfat duvardan duvara. 1506
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
walnut grove
cevizlik.
walnut
wal.nut wôl'n^t isim 1. ceviz. 2. ceviz ağacı. 3. cevizin kerestesi. 4. ceviz rengi.
walrus
wal.rus wôl'rıs isim, zooloji (walrus/walruses) mors.
waltz through
-i kolayca başarmak.
waltz
waltz wôlts isim vals. fiil vals yapmak.
wan
wan wan sıfat solgun, benzi sararmış.
wand
wand wand isim 1. değnek. 2. asa.
wander around
dolaşmak. 2. başıboş dolaşmak.
wander off
(başkalarından ayrılarak) kendi başına dolaşmak.
wander
wan.der wan'dır fiil 1. dolaşmak, gezinmek. 2. (from) den ayrılmak: wander from the subject at hand ele alınan konudan ayrılmak.
wanderer
wan.der.erisim başıboş dolaşan kimse.
wandering Jew
telgrafçiçeği.
wandering
wan.der.ing wan'dırîng sıfat başıboş dolaşan/gezen.
wanderlust
wan.der.lust wan'dırl^st isim yolculuk tutkusu.
wane
wane weyn fiil 1. azalmak, eksilmek, zayıflamak. 2. batmak, sönmek. 3. sonuna yaklaşmak.
wangle
wan.gle wäng'gıl fiil, konuşma dili hileyle elde etmek, sızdırmak, koparmak: He's trying to wangle money out of me. Benden para sızdırmaya çalışıyor.
wank
wank wänk fiil, İngiliz İngilizcesi, kaba otuz bir çekmek, mastürbasyon yapmak. isim, kaba otuz bir, otuz bir çekme, mastürbasyon.
want ad
konuşma dili küçük ilan.
want for
- e ihtiyacı olmak, -e ihtiyaç duymak.
Want to bet?
Bahse girer misin?
want
want want, wônt fiil 1. istemek, arzu etmek: What do you want? Ne istiyorsunuz? 2. istemek, -e ihtiyacı olmak: This house wants looking after. Bu evin bakıma ihtiyacı var. 3. -meli: You want to see a doctor as soon as possible. Bir an önce doktora gitmelisin. 4.
1507
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
gerekmek, lazım olmak: This work wants to be done with care. Bu işin özenle yapılması gerekiyor. wanton
wan.ton wan'tın sıfat 1. ahlaksız, iffetsiz: a wanton woman ahlaksız bir kadın. 2. nedensiz: a wanton attack nedensiz bir saldırı. isim 1. ahlaksız kimse. 2. serkeş.
war clouds
savaş bulutları.
war correspondent
savaş muhabiri.
war crime
savaş suçu.
war criminal
savaş suçlusu.
war cry
savaş narası.
war game
askeri savaş oyunu.
war god
savaş tanrısı.
war of nerves
sinir harbi.
war
war wôr isim 1. savaş, harp, muharebe. 2. mücadele. fiil (warred, warring) 1. (against/with) (ile) savaş halinde olmak. 2. (against/with) (ile) savaşmak, mücadele etmek.
warble
war.ble wôr'bıl fiil ötmek, şakımak. isim 1. kuş ötüşü. 2. nağme, ezgi.
ward off
(darbeyi) engellemek, savuşturmak, etkisiz hale getirmek, (darbenin) etkisini azaltmak; (darbeden) korunmak. 2. (kötü bir şeyi) defetmek, savmak.
ward
ward wôrd isim 1. koğuş: hospital ward hastane koğuşu. 2. bölge, semt: city ward kentin semtlerinden biri. 3. hukuk vesayet altında bulunan kimse. fiil bakınız ward off
warden
war.den wôr'dın isim 1. hapishane müdürü. 2. memur; görevli: game warden (resmi) av bekçisi. air-raid warden hava alarm görevlisi.
wardrobe
ward.robe wôrd'rob isim 1. bir kimsenin tüm giysileri, gardırop. 2. gardırop, giysi dolabı. 3. tiyatro kostümleri.
wards
-wardssonek bakınız -ward
wardship
ward.ship wôrd'şîp isim vasilik, vesayet.
1508
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük warehouse
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ware.house wer'haus isim depo, ambar. fiil -i depoya/ambara koymak.
wares
wares werz isim, çoğul satılık mallar.
warfare
war.fare wôr'fer isim 1. savaş, harp. 2. mücadele.
warhead
war.head wôr'hed isim (büyük bir mermiye ait) başlık: nuclear warhead nükleer başlık.
war-horse
war-horseisim 1. savaş atı. 2. çok tecrübeli biri, eski kurt, eski tüfek. 3. (sık sık veya fazlasıyla icra edildiği için) artık eskisi gibi etki uyandırmayan bir sanat eseri.
warlike
war.like wôr'layk sıfat 1. savaşçı, cenkçi. 2. savaşa ait, askeri. 3. savaşla tehdit eden.
warm
warm wôrm sıfat 1. ılık. 2. sıcak (hava): warm front sıcak hava kütlesi. 3. ısıtan, sıcak tutan (giysi, battaniye v.b.). 4. candan, hararetli, sıcak: a warm welcome sıcak bir karşılama. 5. yüreği sıcak, sevgi dolu; cana yakın, samimi (kimse). 6. sıcakkanlı. 7. sıcak (renk). fiil 1. (up) ısıtmak, kızdırmak; ısınmak: Please warm this milk. Lütfen bu sütü ısıtın. The weather is warming up. Hava ısınıyor. 2. to/towards -e ısınmak, -e alışmak: He is warming to the work. İşe ısınıyor. 3. up (yarışmadan önce) hafif idman yapmak. 4. up (konser veya temsilden önce) son bir hazırlık yapmak. 5. up canlanmak, kızışmak, coşmak: The discussion is warming up. Tartışma canlanıyor.
warm-blooded
warm-blood.ed wôrm'bl^d'îd sıfat 1. zooloji sıcakkanlı. 2. enerjik. 3. tutkulu.
warmhearted
warm.heart.ed wôrm'har'tîd sıfat 1. yüreği sıcak, sevgi dolu. 2. sıcak, dostça.
warmonger
war.mon.ger wôr'm^ng.gır isim savaş çığırtkanlığı yapan kimse.
warmth
warmth wôrmth isim 1. sıcaklık, ılıklık. 2. hararet, coşkunluk. 3. içtenlik, samimiyet.
warn
warn wôrn fiil 1. uyarmak, ikaz etmek; tembih etmek: He warned us not to touch the wet paint. Islak boyaya 1509
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
elimizi sürmememiz için bizi uyardı. The doctor warned him against overeating. Doktor onu fazla yemek yememesi için uyardı. 2. haber vermek: He warned us of the approaching storm. Fırtınanın yaklaştığını bize haber verdi. warning
warn.ingisim 1. uyarma, ikaz; tembih. 2. uyarı. 3. ibret: Let this be a warning to you. Bu sana ibret olsun.
warp
warp wôrp fiil 1. eğrilmek, çarpılmak; eğriltmek, çarpıtmak. 2. doğru yoldan saptırmak. isim eğrilik, çarpıklık.
warped
warp.edsıfat 1. eğrilmiş, eğri, çarpık. 2. sapık, sapkın.
warplane
war.plane wôr'pleyn isim savaş uçağı.
warrant officer
askeri gedikli subay.
warrant
war.rant wôr'ınt isim 1. gerekçe; haklı neden; yetki: The army cited civil unrest as its warrant for declaring martial law. Ordu sıkıyönetime gerekçe olarak toplumdaki huzursuzluğu gösterdi. 2. garanti, teminat. 3. kefalet. fiil 1. izin vermek, yetki vermek: The law warrants the government's intervention. Yasa hükümete müdahale yetkisini veriyor. 2. mazur göstermek: No excuse can warrant this misbehavior. Hiçbir özür bu kötü davranışı mazur gösteremez. 3. haklı çıkarmak, desteklemek: The evidence does not warrant your claim. Kanıtlar iddianızı desteklemiyor. 4. gerekli kılmak, gerektirmek. 5. ruhsat vermek. 6. garanti etmek; temin etmek. 7. kefil olmak.
warranty
war.ran.ty wôr'ınti isim 1. hukuk kefalet. 2. kefaletname. 3. garanti, garanti belgesi. 4. yetki; hak; haklı neden.
warren
war.ren wôr'ın isim 1. çok tavşan bulunan yer. 2. kalabalık mahalle.
warrior
war.ri.or wôr'iyır isim savaşçı, muharip, asker.
warship
war.ship wôr'şîp isim savaş gemisi.
wart hog
afrikadomuzu. 1510
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wart
wart wôrt isim siğil.
wartime
war.time wôr'taym isim savaş zamanı.
warts and all
olduğu gibi, olumsuz yanlarını saklamadan.
warty
wartysıfat siğilli.
wary
war.y wer'i sıfat ihtiyatlı, tedbirli.
was
was w^z, waz, wız fiil bakınız be
wash away
(su, dalga) alıp götürmek. 2. -i temizlemek. 3. -i aşındırmak.
wash one's dirty linen in public
kirli çamaşırlarını ortaya dökmek.
wash one's hands of
ile ilişiğini kesmek. 2. -den el çekmek, -den elini eteğini çekmek.
wash out
yıkayarak çıkarmak. 2. içini yıkamak. 3. konuşma dili başarısızlığa uğramak.
wash up
elini yüzünü yıkamak. 2. bulaşıkları yıkamak.
wash
wash wôş, waş fiil 1. yıkamak; yıkanmak. 2. temizlemek. 3. ıslatmak. 4. (dalga) yalamak. 5. ince maden veya boya tabakasıyla kaplamak; yaldızlamak. 6. (kumaş) yıkanmaya dayanmak. isim 1. yıkama; yıkanma. 2. (yıkanmış veya kirli) çamaşır. 3. dalga sesi. 4. dalgaların kıyıya attığı süprüntü. 5. losyon. 6. ince maden veya boya tabakası.
washable
wash.ablesıfat yıkanabilir.
wash-and-wear
wash-and-wear wôş'ınwer' sıfat ütü istemeyen.
washateria
wash.a.te.ri.a wôşıtîr'iyı isim bakınız washeteria
washbasin
wash.ba.sin wôş'beysın isim 1. lavabo (el ve yüz yıkamaya yarayan tekne). 2. (el ve yüz yıkamaya yarayan) leğen.
washbowl
wash.bowl wôş'bol isim (el ve yüz yıkamaya yarayan) leğen.
washcloth
wash.cloth wôş'klôth isim sabun bezi.
washed-out
washed-out wôşt'aut' sıfat 1. solmuş, solgun, soluk. 2. konuşma dili çok yorgun, bitkin. 3. batkın, müflis.
washed-up
washed-up wôşt'^p' sıfat, konuşma dili 1. yıldızı sönmüş, bitmiş. 2. bitkin düşmüş. 1511
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük washer
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wash.er wôş'ır, waş'ır isim 1. yıkayıcı. 2. makine conta; rondela, pul. 3. çamaşır makinesi.
washeteria
wash.e.te.ri.a wôşıtîr'iyı isim (selfservis yöntemiyle çalışan) çamaşırhane.
washing machine
çamaşır makinesi.
washing soda
çamaşır sodası, soda.
washing
wash.ing wôş'îng isim 1. yıkama; yıkanma. 2. (kirli veya yıkanmış) çamaşır.
washout
wash.out wôş'aut isim, argo başarısızlık.
washrag
wash.rag wôş'räg isim sabun bezi.
washroom
wash.room wôş'rum isim tuvalet.
washtub
wash.tub wôş't^b isim çamaşır teknesi, leğen.
wasn't
was.n't w^z'ınt kısaltma was not .
wasp waist
ince bel.
WASP
WASP, Wasp wasp isim, konuşma dili beyaz ırktan, Anglosakson soyundan ve Protestan mezhebinden olan kimse.
waspish
wasp.ishsıfat huysuz.
waste away
gittikçe zayıflamak, eriyip bitmek. 2. ağır ağır azalmak.
waste one's breath
çenesini boş yere yormak, boşuna nefes tüketmek.
waste
waste weyst sıfat 1. artık, işe yaramaz. 2. kullanılmış, atılacak (kâğıt). 3. boş, ıssız, hali. 4. viran, harap. isim 1. israf. 2. döküntü, artık; fire; çöp. 3. iyi kullanmama, boşa harcama. 4. boş arazi. 5. ıssız yer. 6. harabe, virane. fiil 1. israf etmek, boşuna harcamak, çarçur etmek: He has wasted the money. Parayı israf etti. 2. harap etmek, viraneye çevirmek: The invaders wasted the city. İstilacılar kenti harap etti. 3. iyi kullanmamak, boşa harcamak: The company is wasting his talents. Şirket onun yeteneklerini boşa harcıyor. 4. heba etmek, heder etmek, ziyan etmek: I have wasted my whole day. Bütün günümü heba ettim.
wastebasket
waste.bas.ket weyst'bäskît isim (kâğıt v.b. atılan) çöp sepeti/kutusu. 1512
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wasted
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wastedsıfat 1. israf edilmiş. 2. heba olmuş, boşa gitmiş. 3. çok zayıflamış; bitkin.
wasteful
waste.ful weyst'fıl sıfat boşuna ziyan eden, ziyankâr.
wastepaper basket
(kâğıt v.b. atılan) çöp sepeti/kutusu.
wastepaper
waste.pa.per weyst'peypır isim atılacak kâğıt, atık kâğıt.
wastrel
wast.rel weys'trıl isim 1. işe yaramaz kimse, hayta, serseri. 2. çok müsrif kimse.
watch chain
saat kösteği.
watch glass
kol saati camı.
Watch it!
Dikkat et!/Dikkatli ol!
watch one's step
(yürüyen biri) (adımlarına/bastığı yere) dikkat etmek. 2. dikkatli olmak, ayağını denk almak.
watch out
dikkat etmek.
Watch out!
Dikkat et!/Dikkatli ol!
watch television
televizyon seyretmek.
Watch your step!
Dikkat et! (Yürüyen birine söylenir.) 2. Dikkatli ol!/Kendine mukayyet ol!/Ayağını denk al!
watch
watch waç isim 1. kol saati; cep saati. 2. nöbet; vardiya. 3. nöbet yeri veya süresi. 4. nöbetçi. 5. nöbetçilik, nöbet tutma. 6. gözetleme, tarassut. fiil 1. bakmak, izlemek, seyretmek: watch television televizyon seyretmek. 2. dikkat etmek, bakmak: Watch what he does and learn. Yaptığına dikkat et ve öğren. 3. for -i beklemek, -i kollamak, -i gözlemek. 4. gözetlemek: The police are watching him. Polisler onu gözetliyor. 5. bakmak, gözetmek: Who watches her children while she's at the office? O bürodayken çocuklarına kim bakıyor? 6. -de bekçilik etmek, -de nöbet tutmak, -e göz kulak olmak: The guard is watching the gate. Bekçi kapıda nöbet tutuyor.
watchband
watch.band waç'bänd isim saat kayışı.
1513
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük watchdog
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
watch.dog waç'dôg isim 1. bekçi köpeği. 2. (yolsuzluklara karşı) bekçilik eden kimse. fiil (yolsuzluklara karşı) -e bekçilik etmek.
watchful
watch.fulsıfat tetik, uyanık.
watchmaker
watch.mak.er waç'meykır isim saatçi.
watchman
watch.man waç'mın isim (watchmen) bekçi.
watchtower
watch.tow.er waç'tauwır isim gözetleme kulesi.
watchword
watch.word waç'wırd isim 1. parola. 2. düstur.
water ballet
su balesi.
water bed
su yatağı.
water blister
içi su dolu kabarcık.
water buffalo
manda.
water chestnut
sukestanesi.
water closet
tuvalet, hela, yüznumara, apteshane _kısaltma_ W.C. .
water down
sulandırmak. 2. hafifletmek, yumuşatmak.
water heater
su ısıtıcısı; termosifon; şofben.
water hyacinth
susümbülü.
water level
su seviyesi/düzeyi.
water lily
nilüfer.
water line
denizcilikle ilgili 1. su hattı. 2. su kesimi.
water main
(su şebekesine ait) anaboru.
water meter
su sayacı.
water mill
su değirmeni.
water pick
basınçlı su ile dişleri temizleme aygıtı.
water pipe
su borusu. 2. nargile.
water pistol
su tabancası.
water power
su kuvveti.
water rights
su kullanma hakkı.
water snake
suyılanı.
water softener
su yumuşatıcı.
water table
jeoloji tabansuyu düzeyi, yeraltı suyunun yüzeyi.
water tower
su kulesi.
water vapor
su buharı.
1514
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük water
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wa.ter wô'tır isim su. fiil 1. sulamak: water the flowers çiçekleri sulamak. 2. (koyun, inek v.b.'ne) su vermek, -i suvarmak. sıfat suda yetişen; suda yaşayan.
waterborne
wa.ter.borne wô'tırbôrn sıfat 1. yüzen. 2. su yoluyla taşınan. 3. su yoluyla bulaşan.
watercolor
wa.ter.col.or wô'tırk^lır isim 1. suluboya. 2. suluboya resim.
watercooled
wa.ter.cooled wô'tırkuld sıfat suyla soğutmalı (motor).
watercourse
wa.ter.course wô'tırkôrs isim 1. akarsu mecrası. 2. (ark veya kanal gibi üstü açık) suyolu. 3. akarsu.
watercress
wa.ter.cress wô'tırkres isim suteresi.
watered silk
hareli ipek kumaş, ipekli hare.
watered
wa.tered wô'tırd sıfat hareli, muare.
waterfall
wa.ter.fall wô'tırfôl isim çağlayan, şelale.
waterfowl
wa.ter.fowl wô'tırfaul isim 1. su kuşu. 2. çoğul su kuşları.
waterfront
wa.ter.front wô'tırfr^nt isim yalı boyu, yalı, kıyı. sıfat yalı boyundaki, kıyıdaki.
watering can
süzgeçli kova.
watering hole
hayvanların su içmesine elverişli yer, suvat. 2. doğal bir su kaynağı. 3. argo bar; meyhane.
watering place
hayvanların su içmesine elverişli yer, suvat. 2. kaplıca, termal. 3. kıyıda bulunan tatil yeri. 4. doğal bir su kaynağı.
watering pot
süzgeçli kova.
watering trough
yalak.
watering
wa.ter.ing wô'tırîng isim 1. sulama. 2. suvarma. 3. (kumaşta) hare.
waterless
wa.ter.lesssıfat susuz.
waterlogged
wa.ter.logged wô'tırlôgd sıfat içi su dolmuş.
watermark
wa.ter.mark wô'tırmark isim 1. karada suyun yükseldiği düzeyi gösteren çizgi veya işaret. 2. filigran. fiil filigran basmak.
watermelon
wa.ter.mel.on wô'tırmelın isim karpuz. 1515
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
waterpower
wa.ter.pow.er wô'tırpauwır isim su gücü.
waterproof
wa.ter.proof wô'tırpruf sıfat su geçirmez. fiil -i su geçirmez hale getirmek.
water-repellent
wa.ter-re.pel.lent wô'tır.rîpelınt sıfat su çekmez.
water-resistant
sıfat suya dayanıklı.
watershed
wa.ter.shed wô'tırşed isim 1. iki nehir havzası arasındaki set. 2. boşaltma havzası.
waterside
wa.ter.side wô'tırsayd isim sahil, kıyı, yalı. sıfat 1. sahilde yaşayan. 2. su kenarında biten. 3. sahile özgü; sahilde bulunan. 4. sahilde çalışan.
water-ski
wa.ter-ski wô'tırski fiil su kayağı yapmak.
water-soluble
wa.ter-sol.u.ble wô'tırsalyıbıl sıfat suda eriyebilen.
waterspout
wa.ter.spout wô'tırspaut isim 1. deniz hortumu. 2. oluk.
watertight
wa.ter.tight wô'tırtayt sıfat 1. sugeçirmez. 2. sağlam, kusursuz.
waterway
wa.ter.way wô'tırwey isim, denizcilikle ilgili (seyre elverişli) suyolu.
waterwheel
wa.ter.wheel wô'tır.hwil isim sudolabı.
waterworks
wa.ter.works wô'tırwırks isim 1. su temizleme tesisi. 2. pompa istasyonu.
watery
wa.ter.y wô'tıri sıfat 1. sulu. 2. sulak, suyu bol. 3. su gibi. 4. tatsız, lezzetsiz. 5. zayıf, sudan.
watt
watt wat isim vat.
watt-hour
watt-hourisim vat saat.
wattle
wat.tle wat'ıl isim 1. (hakiki) akasya. 2. (bazı kuşlarda) gerdandaki kırmızı uzantı.
wattmeter
watt.me.terisim vatmetre, vatölçer.
wave band
radyo dalga.
wave
wave weyv isim 1. dalga. 2. el sallama. 3. (saçta) kıvrım, dalga. fiil 1. dalgalanmak; dalgalandırmak: The flag is waving in the wind. Bayrak rüzgârda dalgalanıyor. 2. sallamak; sallanmak: wave one's hand el sallamak. 3. (at/to) -e el sallamak. 4. el sallayarak işaret vermek: wave farewell el sallayarak veda etmek. 1516
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wave on el işaretiyle ileri gitmesini belirtmek. 5. dalga dalga yapmak, kıvırmak: wave one's hair saçlarını kıvırmak. wavelength
wave.length weyv'length isim dalga uzunluğu, dalga boyu.
waver
wa.ver wey'vır fiil 1. sallanmak. 2. titremek. 3. sendelemek. 4. tereddüt etmek, kararsız olmak. isim 1. sallanma. 2. tereddüt, kararsızlık.
wavy
wavysıfat dalgalı, dalga dalga.
wax paper
parafinli kâğıt.
wax plant
mumçiçeği, hoya.
wax
wax wäks isim 1. mum; parafin mumu, petrol mumu; balmumu. 2. (parlatma işlerinde kullanılan bir tür) cila; mum cilası. 3. kulak kiri. fiil 1. cilalamak, cila sürmek; mum cilası sürmek. 2. mumlamak.
waxed paper
parafinli kâğıt.
waxed
waxed wäkst sıfat 1. mumlanmış; parafinli. 2. cilalı, cilalanmış.
waxen
wax.en wäk'sın sıfat 1. beti benzi kalmamış, çok solgun. 2. mum gibi, muma benzeyen. 3. mumdan yapılmış.
way back
konuşma dili çok eskiden, uzun zaman önce.
way in
giriş, girilecek yol.
way station
demiryolu ara istasyon.
way
way wey isim 1. yol: on the way to Ankara Ankara yolu üzerinde. 2. yön, yan, taraf: Let's go that way. O tarafa gidelim. 3. tarz, biçim, şekil: in a polite way terbiyeli bir biçimde. 4. mesafe, uzaklık: That place is a long way from here. Orası buradan çok uzakta. 5. çare, yol, usul: find a way to do something bir şeye çare bulmak. look for a way to do something bir şeyin çaresine bakmak. do something the right way bir şeyi usulüne göre yapmak. 6. yön, bakım: He resembles his father in two ways. İki bakımdan babasına benziyor. 7. 1517
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
durum, hal: Ahmet is in a bad way. Ahmet çok hasta. 8. âdet: the ways of the Turks Türklerin âdetleri. wayfarer
way.far.er wey'ferır isim yolcu, yaya yolcu.
wayfaring
way.far.ing wey'ferîng sıfat yolculuk eden. isim yolculuk.
waylay
way.lay wey'ley fiil (waylaid) 1. yolunu kesmek. 2. pusuya yatmak.
way-out
way-out wey'aut' sıfat, argo aşırı bir uçta bulunan; çok eksantrik, çok garip.
wayside
way.side wey'sayd isim yol kenarı. sıfat yol kenarındaki.
wayward
way.ward wey'wırd sıfat ters, dik başlı, inatçı, aksi.
We are in for a fight.
Şimdi çattık belaya!/Muhakkak kavga çıkacak.
We are running out of time.
Zamanımız daraldı.
We connived together in the plot.
Komployu birlikte hazırladık.
We couldn't help the plane being late!
Uçağın gecikmesi bizim kabahatimiz değildi!
We had a puncture.
Lastiğimiz patladı.
We had news.
Haber aldık.
We might as well stop.
Dursak iyi olur./Bıraksak iyi olur.
We number fifty men.
Elli kişiyiz.
we
we wi zamir biz.
weak
weak wik sıfat 1. zayıf, güçsüz, kuvvetsiz: weak nerves zayıf sinirler. a weak nation güçsüz bir millet. 2. dayanıksız, sağlam olmayan, zayıf: a weak structure dayanıksız bir yapı. 3. etkileyici ve inandırıcı olmayan, zayıf. 4. yetersiz, zayıf: His French is weak. Fransızcası zayıf. 5. açık (çay, kahve). 6. sulu, yavan (çorba v.b.).
weaken
weak.en wi'kın fiil 1. zayıflatmak, zayıf düşürmek; zayıflamak, zayıf düşmek. 2. hafifletmek; hafiflemek: The storm is weakening as it moves inland. Fırtına ülke içlerine doğru ilerlerken hafifliyor.
weakhearted
weak.heart.ed wik'hartîd sıfat yüreksiz, korkak, ödlek.
1518
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük weak-kneed
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
weak-kneed wik'nid sıfat 1. dizleri zayıf. 2. zayıf karakterli. 3. yüreksiz, tabansız.
weakling
weak.ling wik'lîng isim 1. cılız kimse. 2. iradesi veya karakteri zayıf kimse. sıfat cılız, güçsüz.
weak-minded
weak-mind.ed wik'mayn'dîd sıfat 1. iradesiz. 2. aklı zayıf.
weakness
weak.nessisim 1. zayıflık. 2. zaaf.
weal
weal wil isim, eski refah.
wealth
wealth welth isim 1. zenginlik, servet, varlık. 2. bolluk.
wealthy
wealthysıfat zengin, varlıklı, servet sahibi.
wean
wean win fiil 1. sütten kesmek. 2. from/of -den vazgeçirmek.
weapon
weap.on wep'ın isim silah.
weaponry
weap.on.ryisim silahlar: nuclear weaponry nükleer silahlar.
wear and tear
normal kullanılma sonucu eskime; aşınma ve yıpranma.
wear away
aşındırmak; aşınmak. 2. yıpratmak; yıpranmak. 3. tükenmek.
wear down
azar azar gücünü tüketmek, yavaş yavaş yıpratmak veya yıpranmak. 2. aşındırmak; aşınmak.
wear off
yavaş yavaş azalmak, yavaş yavaş yok olmak.
wear on
yavaş ilerlemek/geçmek. 2. can sıkmak.
wear out one's welcome
fazla kalıp tadını kaçırmak, ziyareti uzatıp bıktırmak.
wear the trousers
konuşma dili reislik etmek.
wear thin
aşınıp incelmek, aşınmak, incelmek. 2. (sabır) tükenmek, azalmak. 3. (şaka v.b.) sıkıcı olmaya başlamak.
wear well
iyi dayanmak. 2. iyi uymak. 3. uygun gelmek. 4. süregelmek.
wear
wear wer fiil (wore, worn) 1. giymek: wear a dress elbise giymek. He isn't wearing any socks. Ayağında çorap yok. 2. (gözlük, kolye, küpe v.b.'ni) takmak. 3. göstermek; -i olmak: He wears his age well. Yaşını göstermiyor. I don't think the meeting went well; she 1519
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
isn't wearing a smile on her face. Toplantının iyi gittiğini sanmıyorum; yüzü gülmüyor. 4. taşımak: If he isn't wearing a gun, he's not a real cowboy. Tabanca taşımıyorsa gerçek kovboy değil. 5. (out) eskitmek, yıpratmak, aşındırmak; eskimek, yıpranmak, aşınmak: The child has worn out its pants. Çocuk pantolonunu eskitti. When a machine wears out it should be replaced. Bir makine yıprandığında yenilenmeli. 6. out yormak, tüketmek; tükenmek: This work is wearing me out. Bu iş beni yoruyor. My patience is wearing out. Sabrım tükeniyor. 7. dayanmak: These shoes will wear for another month or two. Bu ayakkabılar bir iki ay daha dayanır. isim 1. dayanıklılık, dayanma. 2. eskime, yıpranma, aşınma. 3. giyim eşyası, giysi, elbise. wearable
wear.ablesıfat giyilebilir.
wearisome
wea.ri.some wîr'îsım sıfat sıkıcı, yorucu, bıktırıcı, usandırıcı.
weary
wea.ry wîr'i sıfat 1. yorgun, bitkin. 2. yorucu, yoran. 3. bıkkın, bıkmış, usanmış. fiil 1. yormak; yorulmak. 2. usanmak, bezmek; usandırmak, bezdirmek.
weasel out of
- den sıyrılmak.
weasel
wea.sel wi'zıl isim 1. zooloji gelincik. 2. sinsi kimse, kurnaz kimse, çakal.
weather bureau
meteoroloji bürosu.
weather forecast
hava raporu.
weather map
hava haritası, meteoroloji haritası.
weather station
meteoroloji istasyonu.
weather stripping
pencere bandı, tecrit şeridi.
weather vane
yelkovan, fırıldak.
weather
weath.er wedh'ır isim hava, hava durumu. fiil 1. (güneş, yağmur v.b.) soldurmak veya aşındırmak. 2. (güneş, yağmur v.b. nedenlerle) solmak veya aşınmak. 3. (güçlük, tehlike v.b.'ni) atlatmak, savuşturmak.
1520
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük weather-beaten
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
weath.er-beat.en wedh'ırbitın sıfat 1. her türlü kötü hava şartlarına maruz kalmış, fırtına yemiş. 2. yanık ve kırış kırış (yüz).
weather-bound
weath.er-bound wedh'ırbaund sıfat kötü hava şartlarından dolayı limanda mahsur kalmış (gemi).
weathercock
weath.er.cock wedh'ırkak isim (horoz şeklinde) yelkovan, fırıldak.
weatherise
weath.er.ise wedh'ırayz fiil, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bakınız weatherize
weatherize
weath.er.ize wedh'ırayz fiil, konuşma dili (binayı) soğuğa karşı izole etmek.
weatherman
weath.er.man wedh'ırmän isim, konuşma dili (weathermen) 1. meteoroloji uzmanı. 2. televizyon hava durumu sunucusu.
weatherproof
weath.er.proof wedh'ırpruf sıfat her türlü hava şartlarına karşı dayanıklı, rüzgâr, yağmur veya soğuk geçirmez.
weather-strip
weath.er-strip wedh'ırstrîp fiil pencere bandı yapıştırmak.
weatherworn
weath.er.worn wedh'ırwôrn sıfat hava etkisiyle bozulmuş veya aşınmış.
weave
weave wiv fiil (wove, woven) 1. dokumak. 2. örmek. 3. kurmak, yapmak, icat etmek. isim 1. dokuma: This carpet has a loose weave. Bu halının dokuması seyrek. 2. örgü.
weaver
dokumacı, çulha.
web
web web isim 1. ağ. 2. örümcek ağı. 3. dokuma. 4. zooloji zar, perde.
webbing
webb.ingisim kalın dokuma kayış.
wed
wed wed fiil (wedded/wed, wedding) 1. ile evlenmek; ile evlendirmek. 2. birleştirmek. 3. bağlanmak; bağlamak.
we'd
we'd wid kısaltma 1. we had . 2. we would .
1521
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wedded
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wed.ded wed'îd sıfat 1. nikâhlı. 2. to -e bağlı, kendini e adamış.
wedding cake
düğün pastası.
wedding march
düğün marşı.
wedding ring
alyans.
wedding
wed.ding wed'îng isim nikâh, düğün.
wedge
wedge wec isim kıskı, kama, takoz. fiil 1. kıskı sokup sıkıştırmak. 2. sıkışmak; sıkıştırmak.
wedlock
wed.lock wed'lak isim nikâh, evlilik.
Wednesday
Wednes.day wenz'di, wenz'dey isim çarşamba.
wee hours
geceyarısından sonraki zaman, sabahın erken saatleri.
wee
wee wi sıfat (weer, weest) ufacık, küçücük, minicik.
weed out
çıkarmak, ayıklamak.
weed
weed wid isim 1. yabani ot, zararlı ot. 2. argo haşiş. fiil istenmeyen otları çıkarıp temizlemek, yabani otları ayıklamak.
week in week out
haftalarca.
week
week wik isim hafta.
weekday
week.day wik'dey isim hafta içindeki gün, işgünü.
weekend
week.end wik'end isim hafta sonu.
weekly
week.ly wik'li sıfat haftalık. zarf haftada bir; her hafta. isim haftalık yayın.
weeks ago
haftalarca önce.
weep
weep wip fiil (wept) 1. ağlamak, gözyaşı dökmek. 2. sızmak, damlamak.
weeping willow
salkımsöğüt.
weevil
wee.vil wi'vıl isim buğdaybiti.
wee-wee
wee-wee wi'wi fiil, çocuk dili çiş etmek, işemek. isim, çocuk dili çiş.
weft
weft weft isim atkı, argaç.
weigh anchor
denizcilikle ilgili demir almak.
weigh down
yüklemek, yük altına koymak. 2. bunaltmak. 3. ağır basıp aşağı doğru eğmek.
1522
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük weigh in
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(uçağa binmeden önce) (bagajı) tarttırmak. 2. (cokey) yarış sonunda tartılmak. 3. önce tartılmak.
weigh one's words
sözü tartmak, düşünerek konuşmak.
weigh out
tartıp ayırmak, ölçüye göre hazırlamak. 2. (cokey) yarıştan önce tartılmak.
weigh
weigh wey fiil 1. tartmak: Please weigh these pears. Bu armutları tartar mısınız? 2. zihninde tartmak, ölçüp biçmek: weigh one's words sözlerini tartarak konuşmak.
weighing machine
kantar; baskül; tartı.
weight lifter
halterci.
weight lifting
halter kaldırma, halter.
weight
weight weyt isim 1. ağırlık, sıklet. 2. tartı. 3. yük, sıkıntı. 4. etki, önem. 5. nüfuz, itibar.
weightless
weight.lesssıfat ağırlıksız.
weighty
weight.y wey'ti sıfat 1. ağır. 2. etkili, önemli. 3. nüfuzlu, itibarlı.
weir
weir wîr isim su seddi, bent.
weird
weird wîrd sıfat 1. esrarengiz. 2. garip, acayip, tuhaf.
weirdo
weird.o wir'do isim, argo çok tuhaf bir kimse, çok eksantrik kimse.
welcome someone with open arms
birini çok sıcak bir şekilde karşılamak.
welcome
wel.come wel'kım fiil 1. hoş karşılamak, memnuniyetle karşılamak: He welcomed the news of his son's marriage. Oğlunun nikâh haberini hoş karşıladı. 2. (misafiri) nezaketle karşılamak. isim 1. hoş karşılama. 2. nezaketle karşılama. sıfat 1. hoş karşılanan. 2. hoşa giden.
weld
weld weld fiil 1. kaynak yapmak, kaynak yaparak birleştirmek, kaynatmak; kaynamak. 2. sıkıca birleştirmek. isim 1. kaynak yeri. 2. kaynak.
welder
weld.erisim kaynakçı.
welfare state
refah/gönenç devleti.
welfare worker
sosyal yardım görevlisi.
1523
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük welfare
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wel.fare wel'fer isim 1. refah, mutluluk ve sağlık içinde yaşama. 2. yoksullara yardım.
well and good
kabul, tamam, peki.
Well done!
Aferin!/Bravo!
We'll eat whatever there is.
Ne varsa onu yiyeceğiz.
well made
biçimli, iyi yapılı.
We'll see you soon, we trust.
İnşallah yakında görüşürüz.
well to do
zengin, hali vakti yerinde.
well
well wel zarf 1. iyi; yolunda: The new computer is working well. Yeni bilgisayar iyi çalışıyor. Everything is going well. Her şey yolunda gidiyor. 2. iyice: Shake it well before using it. Kullanmadan önce iyice çalkalayın. 3. hayli: He is well on in life. Yaşı hayli ilerlemiş. All of the administrators are well past forty. Yöneticilerin hepsi kırkını hayli geçmiş. well up on the list listenin başlarında. 4. pekâlâ: He understood me (very) well. Beni pekâlâ anladı. 5. haklı olarak: You may well ask that question. O soruyu sormakta haklısın. sıfat (better, best) 1. iyi; yolunda: I don't feel well. Kendimi iyi hissetmiyorum. All is well. Her şey yolunda. 2. iyi, uygun, yerinde; elverişli ( Would ile kullanılır.): It would be well to make an appointment before you go to see him. Onu görmeye gitmeden önce randevu alsanız iyi olur.
we'll
we'll wil kısaltma we will , we shall .
Well, as I was saying ....
Ha! Diyordum ki ....
Well, well!
Vah vah!/Aman efendim!/Hayret!
well-behaved
well-be.haved wel'bîheyvd' sıfat uslu, terbiyeli.
well-being
well-be.ing wel'bi'yîng isim refah, iyilik, mutluluk.
well-bred
well-bred wel'bred' sıfat terbiyeli, kibar.
well-built
well-built wel'bîlt sıfat boyu bosu yerinde.
well-disciplined
sıfat disiplinli.
well-done
well-done wel'd^n' sıfat 1. başarılı, iyi yapılmış. 2. iyi pişmiş. 1524
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
well-fixed
sıfat, konuşma dili paralı, zengin, hali vakti yerinde.
well-heeled
well-heeled wel'hild' sıfat, konuşma dili zengin, para babası.
well-known
well-known wel'non' sıfat ünlü, tanınmış, meşhur.
well-meaning
well-mean.ing wel'mi'nîng sıfat iyi niyetli.
well-nigh
well-nigh wel'nay' zarf hemen hemen, neredeyse.
well-off
well-off wel'ôf sıfat hali vakti yerinde, zengin.
well-read
well-read wel'red' sıfat çok okumuş.
well-rounded
well-round.ed wel'raun'dîd sıfat 1. geniş kapsamlı, çok yönlü. 2. dolgun, balık etinde.
well-said
well-said wel'sed' sıfat yerinde söylenmiş.
well-spring
well-spring wel'sprîng isim kaynak.
well-timed
well-timed wel'taymd' sıfat iyi zamanlanmış, zamanlı.
well-wisher
well-wish.er wel'wîş'ır isim başkasının iyiliğini isteyen kimse.
well-worn
well-worn wel'wôrn' sıfat 1. iyice eskimiş, çok giyilmiş. 2. basmakalıp: a well-worn expression basmakalıp bir deyim.
welsh on one's promise
sözünü tutmamak.
welsh
welsh welş fiil, argo 1. borcunu ödememek, dolandırmak. 2. sözünü tutmamak.
Welshman
Welsh.man welş'mın isim (Welshmen) Galli erkek, Galli.
Welshwoman
Welsh.wom.an welş'wûmın isim (Welshwomen) Galli kadın, Galli.
welt
welt welt isim 1. kösele şerit. 2. değnek veya kamçı izi. fiil 1. şerit koymak. 2. konuşma dili vurup iz bırakmak.
welter
wel.ter wel'tır fiil 1. ağnamak, yatıp yuvarlanmak. 2. dalga gibi kabarıp yuvarlanmak. isim 1. yuvarlanma. 2. karışıklık, kargaşa.
welterweight
wel.ter.weight wel'tırweyt isim, boks yarı ortasıklet.
wench
wench wenç isim 1. genç kız. 2. hizmetçi kız.
wend one's way
gitmek; yol almak.
wend
wend wend fiil bakınız wend one's way 1525
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
went
went went fiil bakınız go
wept
wept wept fiil bakınız weep
We're going to do it, sink or swim!
Ya herrü, ya merrü, onu yapacağız!
We're off now!
Haydi gidiyoruz!/Haydi çıkıyoruz! 2. Artık yola çıktık.
were
were wır fiil bakınız be
we're
we're wîr kısaltma we are .
weren't
were.n't wır'ınt, wırnt kısaltma were not .
werewolf
were.wolf wir'wûlf isim, mitoloji (werewolves) 1. kurt şekline girmiş insan. 2. kurt şekline girebilen kimse.
West Indian
Batı Hint Adalı, Batı Hint Adalı kimse. 2. Batı Hint Adalarına özgü. 3. Batı Hint Adalı (kimse).
west
west west isim batı, garp. sıfat batı. zarf batıya doğru: go west batıya doğru gitmek.
westbound
west.bound west'baund sıfat batıya doğru giden.
westerly
west.er.ly wes'tırli zarf 1. batıdan. 2. batıya doğru. sıfat 1. batıya bakan. 2. batıdan esen (rüzgâr).
Western Samoa
Batı Samoa.
western
west.ern wes'tırn sıfat batı, batısal, batıya ait. isim batılı.
westernise
west.ern.ise wes'tırnayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız westernize
westernize
west.ern.ize wes'tırnayz fiil batılılaştırmak.
westward
west.wardsıfat 1. batıya yönelen. 2. batıya bakan. zarf batıya doğru, batı yönünde.
westwardly
west.ward.lyzarf 1. batıya doğru. 2. batıdan. sıfat 1. batıya yönelen. 2. batıdan esen (rüzgâr).
westwards
west.wardszarf batıya doğru, batı yönünde.
wet behind the ears
toy, acemi çaylak.
wet blanket
konuşma dili 1. neşeyi kaçıran şey. 2. şevki kıran kimse.
wet nurse
sütnine, sütanne, sütana.
wet to the skin
iliklerine kadar ıslanmış.
wet
wet wet sıfat (wetter, wettest) 1. yaş, ıslak. 2. yağmurlu: wet day yağmurlu gün. 3. konuşma dili içki 1526
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yasağı olmayan (yer). fiil (wet/wetted, wetting) 1. ıslatmak; ıslanmak. 2. işemek. isim 1. yaşlık, nem, rutubet. 2. yağmur. 3. yağmurlu hava. wetness
wet.nessisim ıslaklık, nem, rutubet.
we've
we've wiv kısaltma we have .
whack
whack hwäk fiil, konuşma dili 1. pat veya küt diye vurmak; tokat atmak. 2. kesmek. isim, konuşma dili 1. kuvvetli darbe/vuruş; kuvvetli tokat. 2. kuvvetli bir darbe veya tokat sesi; pat; küt. 3. fırsat: Let me have a whack at it! Bana fırsat tanısana!
whacked out
çok yorgun, bitkin, pestil gibi.
whacked
whacked hwäkt sıfat bakınız whacked out
whacking
whack.ing hwäk'îng sıfat, konuşma dili 1. çok büyük, kocaman. 2. çok: That's a whacking big car! Çok büyük bir araba o!
whale in and ...
gayretle (bir işe) başlamak: She whaled in and fixed supper for the whole push of 'em. Kalkıp onların hepsine akşam yemeği hazırladı.
whale
whale hweyl fiil, konuşma dili 1. dövmek. 2. kuvvetli bir şekilde vurmak. 3. out kuvvetli bir şekilde vurarak çıkarmak: She was whaling the dust out of the carpets. Halılara pat pat vurarak tozunu çıkarıyordu.
wham
wham hwäm isim 1. kuvvetli darbe/vuruş. 2. kuvvetli bir darbenin sesi; pat; küt. fiil 1. pat veya küt diye vurmak. 2. pat veya küt diye çarpmak; pat diye patlamak. zarf pat diye: I was sitting at my desk writing when wham, in walks Fatmagül! Ben çalışma masamın başında yazı yazarken pat diye Fatmagül giriyor içeri!
whammy
wham.my hwäm'i isim, konuşma dili bakınız put a whammy on someone
whap
whap hwäp, hwap fiil (whapped, whapping) bakınız whop
whapper
whap.per hwäp'ır, hwap'ır isim bakınız whopper
whapping
whap.ping hwäp'îng, hwap'îng sıfat bakınız whopping 1527
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wharf
wharf hwôrf isim (wharves) iskele.
What a pity!
Ne yazık!
What a shame!
Ne yazık!
What a sour face he's wearing today! O bugün ne kadar suratsız! what about ...
ya ...: You've given her some money, but what about me? Ona para verdiniz. Ya bana? 2. Tekliflerde kullanılır: What about a walk? Yürüyüşe çıkmaya ne dersin?
What about it?
konuşma dili bakınız What of it?
What does it matter?
Ne önemi var?/Ne olur ki?/Ne fark eder?
What ever ...?
konuşma dili (Şaşkınlık belirtir.): What ever can she mean? Ne demek istiyor Allah aşkına?
What for?
konuşma dili Niye?/Niçin?
What if ...
.. farzedelim: What if it rains? Ya yağmur yağarsa?
what if ...?
ya ... ise?: What if it rains? Ya yağmur yağarsa?
What makes him tick?
Onu ayakta tutan şey ne?
What of it?
konuşma dili E, ne olacak?/Ne önemi var?/Ne çıkar?/Ne zararı var?
What on earth are you doing here?
Burada ne işin var Allah aşkına?
What the heck!
Boş ver!: Let's go, what the hell! Boş ver, gidelim! 2. Peki!: What the hell, let's do it. Peki, yapalım. 3. Allah kahretsin! 4. Kızgınlık belirtir: What the hell do you think you're doing? Ne halt ettiğini zannediyorsun?
What the hell are you doing?
Ne halt ediyorsun yahu?
What the hell!
Boş ver!: Let's go, what the hell! Boş ver, gidelim! 2. Peki!: What the hell, let's do it. Peki, yapalım. 3. Allah kahretsin! 4. Kızgınlık belirtir: What the hell do you think you're doing? Ne halt ettiğini zannediyorsun?
what with
konuşma dili -in yüzünden, -den dolayı: What with this, that and the other I haven't managed to get it done. Çeşitli şeyler yüzünden onu yapa madım.
what
what hw^t, hwat zamir 1. ne: What's this? Bu ne? Tell me what she said. Bana ne dediğini söyle. What do you think I am? Beni ne zannediyorsun? Don't forget what 1528
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
she said! Onun dediğini unutma! I've no money but what you see here. Burada gördüğünden başka param yok. Their production today is not what it was. Onların şimdiki üretimi eskisi gibi değil. 2. Şaşkınlık belirtir: What, no lunch? Ne diyorsun? Öğle yemeği yok mu?/Ne, öğle yemeği yok mu? sıfat 1. ne; hangi: What news have you had from them? Onlardan ne haber? What time is it? Saat kaç? What books have you read this summer? Bu yaz hangi kitapları okudun? What money I have is in the safe. Ne kadar param varsa kasada. 2. ne; ne kadar çok; ne kadar büyük (Şaşkınlık, hoşnutluk, öfke v.b. duyguları pekiştirmek için kullanılır.): What beautiful trees! Ne güzel ağaçlar! What a delightful spot! Ne güzel bir yer! With what joy did I hand her over to them! Kendisini onlara ne büyük bir sevinçle teslim ettim, bir bilsen! He remembered what great sadness he'd felt then. O zamanki hüznünün ne kadar büyük olduğunu hatırladı. What a mess! Şu karışıklığa bak! what-do-you-call-her
isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ... Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi ne yapıyor?
what-do-you-call-him
isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ... Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi ne yapıyor?
what-do-you-call-it
isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ... Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi ne yapıyor?
what-do-you-call-them
isim şey (İsmi akla gelmeyen bir kimse veya şeyi belirtmek için kullanılır.): What-do-you-call-him ...
1529
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Fettah ... what's he doing now? Şey ... Fettah ... o şimdi ne yapıyor? whatever
what.ev.er hw^tev'ır zamir 1. her ne, ne: Take whatever you want. Ne istersen al. Whatever happens, don't panic! Ne olursa olsun paniğe kapılma! Whatever's been done before may be done again. Önceden ne yapıldıysa tekrar yapılabilir. 2. konuşma dili Benim için farketmez./Farketmez. 3. konuşma dili bakınız What ever ? sıfat 1. ne; hangi: Take whatever documents you want. Belgelerden hangisini istersen al. Use whatever means are necessary. Ne gerekirse onu yap. 2. herhangi bir: If there is any problem whatever, telephone me. Herhangi bir problem olursa bana telefon edin. At no time whatever are you to leave the base. Hiçbir zaman üsten çıkmayacaksın.
whatnot
what.not hw^t'nat isim etaqer.
What's at stake?
Bu işten ne kazanırız?/Bu işte ne kaybederiz?
What's cooking?
Ne var, ne yok?
What's done can't be undone.
Olan oldu.
What's eating you?
konuşma dili Nen var?
What's it to you?
Sana ne?
What's that lout doing here?
O ayının burada ne işi var?
What's the good of it?
Neye yarar?
What's the matter?
Ne var?/Ne oldu?
What's up?
Ne var?/N'oluyor?
what's what
neyin ne olduğu: I can't tell what's what. Neyin ne olduğunu seçemiyorum/göremiyorum. 2. gerekli olan bilgiler: As she's qust begun working here she's not yet had time to learn what's what. Burada yeni çalışmaya başladığı için henüz her şeyi öğrenmeye vakti olmadı.
What's with her?
konuşma dili Nesi var onun?/Niye bozuk çalıyor?/Niye kızgın o?
What's with him?
konuşma dili Nesi var?/Derdi ne?
What's wrong with it?
Nesi var? 1530
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
What's wrong with you?
Nen var?
What's your line?
Ne işle uğraşıyorsunuz?
what's-her-name
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what's-his-name
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what's-its-name
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
whatsoever
what.so.ev.er hw^tsowev'ır zamir her ne, ne: Do whatsoever you please! Ne dilersen onu yap! sıfat 1. ne; hangi: Use it for whatsoever purpose you see fit. Sana göre hangi amaç uygunsa onun için kullan. 2. herhangi bir: If you've any doubts whatsoever, don't do it. Herhangi bir şüphen varsa onu yapma. In no case whatsoever are you to tell her. Ne olursa olsun ona söylemeyeceksin.
what's-their-name
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-call-her
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher
what-you-call-him
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher
what-you-call-it
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher
what-you-call-them
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher
what-you-may-call-her
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-him
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-it
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them
what-you-may-call-them
isim bakınız what-do-you-call-him what-do-you-callher what-do-you-call-it what-do-you-call-them 1531
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wheat germ
buğday tohumunun embriyon kısmı.
wheat
wheat hwit isim buğday.
wheedle one's way into
dil dökerek (bir yere, bir işe v.b.'ne) girmek.
wheedle someone into
dil dökerek birini (bir şey yapmaya) ikna etmek.
wheedle something out of someone
dil dökerek birinden bir şey koparmak.
wheedle
whee.dle hwi'dıl fiil bakınız wheedle one's way into wheedle someone into wheedle something out of someone
wheel alignment
(motorlu taşıta ait) tekerleklerin ayarlanması.
wheel and deal
konuşma dili 1. (bir işi gerçekleştirmek için) görüşmeler ve pazarlıklar yapmak. 2. iş çevirmek.
wheel out
ileri sürmek, öne sürmek: He always wheels that example out in order to support his case. Kendi iddiasını desteklemek için hep o örneği öne sürüyor.
wheel someone in
(tekerlekli sandalye, bebek arabası v.b.'ndeki) birini içeri getirmek veya dışarı çıkarmak: As he slowly wheeled him in everyone in the room fell silent. Onu tekerlekli sandalyesiyle yavaş yavaş içeri sokarken odadakilerin hepsi sustu.
wheel someone out
(tekerlekli sandalye, bebek arabası v.b.'ndeki) birini içeri getirmek veya dışarı çıkarmak: As he slowly wheeled him in everyone in the room fell silent. Onu tekerlekli sandalyesiyle yavaş yavaş içeri sokarken odadakilerin hepsi sustu.
wheel
wheel hwil fiil 1. daireler çizerek dönmek: Gulls wheeled above us. Üzerimizde martılar dönüyordu. 2. (around/round/about) birdenbire dönmek, dönüvermek: She wheeled round and looked him in the eye. Birdenbire dönüp gözlerinin içine baktı. 3. (tekerlekli bir araçla) gitmek; (tekerlekli bir araç) gitmek, ilerlemek; (tekerlekli bir aracı) sürmek: He wheeled the taxi right up to the front door. Taksiyi ta ön kapıya kadar sürdü. They wheeled around the city all day in the
1532
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
black Mercedes. Bütün gün siyah Mercedes'le şehri dolaştılar. 4. askeri çark etmek; çark ettirmek. wheelbarrow
wheel.bar.row hwil'bero isim el arabası.
wheelbase
wheel.base hwil'beys isim, otomotiv dingil açıklığı/mesafesi.
wheelchair
wheel.chair hwil'çer isim tekerlekli sandalye.
wheeler-dealer
wheel.er-deal.er hwi'lırdi'lır isim, konuşma dili 1. (bir işi gerçekleştirmek için) kurnazca görüşmeler ve pazarlıklar yapan kimse. 2. iş çeviren kimse.
wheeze
wheeze hwiz fiil hırıldamak, hırlamak, hırıltılı bir ses çıkarmak. isim hırıltı, hırıltılı ses.
wheezy
wheezysıfat hırıltılı, hırıldayan.
whelp
whelp hwelp isim 1. enik, encik, yavru. 2. küstah bir genç. fiil eniklemek, enciklemek, yavrulamak.
When did you see him last?
Onu son kez ne zaman gördünüz?
When ever ...?
konuşma dili (Soruyu vurgulamak için kullanılır.): When ever will you be on time? Sen ne zaman vaktinde geleceksin?
when push comes to shove
çok gerektiğinde.
when the time is ripe
zamanı gelince.
when you please
ne zaman isterseniz.
when
when hwen zarf ne zaman: When will they return? Ne zaman dönecekler? bağlaç 1. - diğinde; -diği zaman; ince; -diği (gün, saat v.b.): You have to get up when the bugle blows. Boru çaldığında kalkman lazım. Start when you please. İstediğin zaman başla. When Ali arrived she was still dressing. Ali vardığında hâlâ giyiniyordu. You shouldn't be thinking of such things when you're about to kick the bucket. İnsan nalları dikeceği zaman böyle şeyleri düşünmemeli. There were times when she felt like killing him. Onu öldüresi geldiği zamanlar olurdu. We'll hit the road when the sun goes down. Güneş batınca yola çıkarız. I wonder when she'll come. Ne zaman gelecek acaba? May's when the 1533
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
roses are at their best. Mayıs ayı tam gül zamanıdır. 2. diği zaman, iken, -ken: When prince regent he ruled the country well. Naip prensken ülkeyi iyi yönetti. We saw them when we were in Venice. Venedik'teyken onları gördük. 3. -diğine göre: How can she buy a yacht when all she makes is five million liras a month? Ayda sadece beş milyon lira kazandığına göre nasıl yat alabilir? 4. (mesi gerektiği) halde, iken, -ken: When she should have gotten at least three hundred million, she only got fifty million. En az üç yüz milyon lira alması gerekirken sadece elli milyon aldı. 5. (-mesi mümkün olduğu) halde, iken, -ken: He paid, when he could have gone in free. İçeri bedava girebileceği halde para ödedi. zamir ne zaman: Don't ask me when! Bana zamanını sorma! I don't know when. Ne zaman olacağını bilmiyorum. whence
whence hwens bağlaç 1. nereden: Send it back to the place whence it came. Onu geldiği yere geri gönder. 2. bu yüzden, bundan dolayı: She couldn't answer any of my juestions correctly; whence I concluded she was an impostor. Hiçbir sorumu doğru cevaplayamadı. Bu yüzden sahtekâr olduğuna karar verdim. zarf, eski nereden: Whence come you? Nereden geliyorsunuz?
whenever
when.ev.er hwenev'ır bağlaç ne zaman ... ise, her ... diğinde: Whenever I see her I think of that day. Kendisini ne zaman görsem o günü düşünürüm.
whensoever
when.so.ev.er hwensıwev'ır bağlaç bakınız whenever
Where do you hail from?
Nerelisin?/Nereden geldin?
Where ever ...?
Nerede/Nereye/Nereden ... Allah aşkına?: Where ever has she gotten to? O nereye gitti Allah aşkına?
Where in heaven have you been?
Neredeydin Allah aşkına!
where it's at
çok şık/çok moda olan veya çok rağbet edilen bir yer veya şey.
where someone is concerned
-e gelince: You're very solicitous where she's concerned. Ona gelince çok ilgi gösteriyorsun. 1534
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük where
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
where hwer zarf nerede; nereye; nereden: Where do you live? Nerede oturuyorsun? Where are you going? Nereye gidiyorsun? Where'd you get that shirt? O gömleği nereden aldın? bağlaç 1. İsim olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: That's where she sits. Oturduğu yer orası. That's where you're wrong. O noktada yanılıyorsun. I told her where it came from. Ona onun nereden geldiğini söyledim. You haven't yet taken me where I want to go. Beni gitmek istediğim yere henüz götürmedin. 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I saw many plantations where sugarcane is grown. Şekerkamışı yetiştirilen çok plantasyon gördüm. 3. Zarf olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I have to go where she goes. Onun gittiği yere ben de gitmek zorundayım. Put it back where you found it. Onu bulduğun yere bırak. He planted acacias where he should have planted black locusts. Akasya dikilmesi gereken yere mimoza dikti. Where she's concerned, I won't give an inch. Ona gelince, hiç taviz vermeyeceğim. Where she once owned ten factories, now she only owns one. Vaktiyle on fabrikaya sahipken şimdi ancak bir fabrikası var. You can go where you please. İstediğin yere gidebilirsin. zamir nere: He's from God knows where. O nereli, Allah bilir./Nereli olduğunu Allah bilir.
whereabouts
where.a.bouts hwer'ıbauts zarf nerede; nerelerde; nereden; nerelerden; nereye; nerelere: Whereabouts is he from? Nereli o? isim (birinin veya bir şeyin) bulunduğu/olduğu yer: His whereabouts remain unknown. Onun nerede olduğu hâlâ bilinmiyor.
whereas
where.as hweräz' bağlaç 1. oysa; iken, -ken: She loves his novels, whereas her husband loathes them. Kendisi onun romanlarını seviyor, oysa kocası onlardan nefret ediyor. He speaks no English, whereas she speaks no 1535
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
French. O hiç İngilizce bilmezken öbürü de hiç Fransızca bilmiyor. 2. -diği için; -diğine göre: Whereas she is no longer legally competent, I have appointed you her guardian. Artık kanunen yetki sahibi olmadığı için sizi ona vasi tayin ettim. whereby
where.by hwerbay' bağlaç onunla, onun vasıtasıyla (Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.): This is a plan whereby we can reduce inflation. Bu planla enflasyonu azaltabiliriz.
wherefore
where.fore hwer'fôr zarf niye, neden. bağlaç bu yüzden, bundan dolayı, bu nedenle.
wherein
where.in hwerîn' bağlaç (Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.): He looked at the window wherein she sat. Oturduğu pencereye baktı. Show me the paragraph wherein this point is mentioned. Bu noktanın bahsedildiği paragrafı göster.
whereof
where.of hwer^v' bağlaç (Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.): The wine whereof they drank had been poisoned. İçtikleri şaraba zehir katılmıştı. The man whereof you speak is dead. Bahsettiğin adam öldü. He knows whereof he speaks. Bahsettiği konu hakkında gerçekten bilgi sahibi.
whereupon
where.up.on hwerıpan' bağlaç bunun üzerine: Six months later the duke died, whereupon the dukedom went to his nephew. Altı ay sonra dük vefat etti. Bunun üzerine düklük yeğenine geçti.
wherever
wher.ev.er hwerev'ır bağlaç (Zarf olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.): Go wherever you like. Nereye istersen git. Wherever possible he tries to help. Şartlar elverdiğince yardımda bulunmaya çalışıyor. zarf, konuşma dili bakınız Where ever ...?
wherewith
where.with hwerwîth' bağlaç onunla, onun vasıtasıyla (Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur.):
1536
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
We lacked the tools wherewith to do the job. İşin gerektirdiği aletler bizde yoktu. wherewithal
where.with.al hwer'wîdhôl isim, konuşma dili bakınız the wherewithal
whet one's appetite
iştahını açmak.
whet someone's appetite
birinin iştahını açmak.
whet
whet hwet fiil (whetted, whetting) 1. bilemek, keskin bir hale getirmek: He was whetting his knife. Bıçağını biliyordu. 2. (istek, heves, gayret v.b.'ni) artırmak: Their lust for gold has whetted their exertions. Altın hırsı gayretlerini artırdı.
whether he goes or not
gitse de gitmese de.
whether
wheth.er hweth'ır bağlaç 1. "-mek veya -memek", "-ip mediğini", "-ip -meyeceğini" gibi fiil şekillerinin kullanıldığı durumlarda kullanılır: The only juestion facing us is whether we're to stay or to go. Önümüzdeki tek sorun kalmak ya da gitmek. She couldn't decide whether to sign or not. İmza atıp atmayacağına karar veremedi. They asked me whether they could bring her. Bana onu getirip getiremeyeceklerini sordular. I wonder whether I should go now. Şimdi mi gitsem acaba? I don't care a fig whether you love her or not. Onu sevip sevmediğin bana vız gelir. 2. "-se de -mese de" gibi fiil şekilleriyle kullanılır: I'm going, whether you come or not. Sen gelsen de gelmesen de ben gidiyorum. 3. "... ya da", "... olsun ... olsun", "ister ... ister ..." şekillerinde kullanılır: All governments, whether autocratic or democratic, must deal with this problem. Her hükümet, otokratik ya da demokratik, bu problemle uğraşmak zorunda. I'll get it done, whether at the office or at home. Büroda olsun, evde olsun, bunu bitireceğim.
whetrock
whet.rock hwet'rak isim bakınız whetstone
whetstone
whet.stone hwet'ston isim bileğitaşı.
1537
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük whew
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
whew hwyu ünlem 1. Rahatsızlık belirtir: Of!/Aman! 2. Rahatlayınca söylenir: Oh! 3. Şaşkınlık belirtir: Hayret!/Uf be!
whey
whey hwey isim kesilmiş sütün suyu.
which
which hwîç sıfat hangi: Which dictionary do you want? Hangi sözlüğü istiyorsun? Which ones did you select? Hangilerini seçtiniz? Which trees did they cut down? Hangi ağaçları kestiler? She'll return at nine, by which time I should be finished with this. Saat dokuzda dönecek ki o zamana kadar bu işi bitirmiş olmalıyım. zamir 1. hangi: Which of those houses are yours? O evlerden hangileri sizin? Which of those girls is your daughter? O kızlardan hangisi senin kızın? Which of you have had some of this tea? Hanginiz bu çaydan içtiniz? Which of you wants tea? Kimler çay istiyor? 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: From there we went to the museum, which is located in Harbiye. Oradan Harbiye'de bulunan müzeye gittik. It's not just meat which is expensive. Pahalı olan sadece et değil. They're talking of making both of them empress, which is nonsense. Her ikisini de imparatoriçe yapmaktan bahsediyorlar ki, bu tamamıyla saçma.
whichever
which.ev.er hwîçev'ır zamir hangisi ... ise: I'll take a kilo of either the apples or the pears, whichever is cheaper. Elma ya da armut farketmez, hangisi ucuzsa ondan bir kilo alacağım. sıfat hangi ... ise: You can have whichever camellia you want. Hangi kamelyayı istersen onu alabilirsin.
whiff
whiff hwîf isim 1. esinti. 2. koku.
while away the time
vakit geçirmek.
while away
(vakti) geçirmek: They whiled away the afternoon playing bridge. Öğleden sonrayı briç oynayarak geçirdiler.
1538
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük while
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
while hwayl bağlaç 1. iken, -ken: Esra stayed with her mother while he was in Ankara. O Ankara'dayken Esra annesinde kaldı. Every morning while running in the park I see one particular deer. Her sabah parkta koşarken bir geyiği görüyorum. 2. iken, -ken, -diği halde, - mekle birlikte; oysa: While what you say is true of Fatma, it's not true of Fazilet. Dedikleriniz Fatma için geçerli olmakla birlikte Fazilet için geçerli değil. She's a blonde, while her sister's a brunette. O sarışın, oysa kız kardeşi esmer.
whilst
whilst hwaylst bağlaç, İngiliz İngilizcesi bakınız while
whim
whim hwîm isim birinin aklına esen şey; kapris, geçici heves.
whimper
whim.per hwîm'pır fiil 1. hafifçe/yavaşça inlemek, hafif iniltiler çıkarmak. 2. sızlanmak, sızlamak, hafif hafif yakınmak. isim 1. hafif inilti, inleme. 2. sızıltı, sızlanma.
whimsical
whim.si.cal hwîm'zîkıl sıfat 1. garip, tuhaf. 2. gariplikler yapmaktan hoşlanan. 3. değişken, birdenbire değişen.
whimsy
whim.sy hwîm'zi isim 1. garip şeylerden hoşlanma huyu. 2. garip şey. 3. garip fikir veya heves.
whine
whine hwayn fiil 1. inlemek, ağlamak, iniltiler çıkarmak. 2. sızlanmak, sızlamak, yakınmak. 3. (kurşun) vınlamak. 4. (sivrisinek) vızıldamak. isim 1. inilti, inleme. 2. sızıltı, sızlanma. 3. (kurşuna ait) vınlama. 4. (sivrisineğin çıkardığı) vızıltı.
whinge
whinge hwînc fiil, İngiliz İngilizcesi vızıldamak, vızlamak, sızlanmak, sızlamak, yakınmak.
whinny
whin.ny hwîn'i fiil hafifçe kişnemek. isim hafif bir kişneme.
whip someone away
birini götürüvermek.
whip someone into shape
birini/bir şeyi istenilen şekle veya duruma getirivermek: In two weeks he'd whipped his team into shape. İki 1539
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
hafta içinde takımını oynamaya hazır bir duruma getirivermişti. whip someone off
birini götürüvermek.
whip something away
bir şeyi kapıvermek.
whip something into shape
birini/bir şeyi istenilen şekle veya duruma getirivermek: In two weeks he'd whipped his team into shape. İki hafta içinde takımını oynamaya hazır bir duruma getirivermişti.
whip something off
bir giysiyi çıkarıvermek.
whip something on
bir giysiyi giyivermek.
whip
whip hwîp fiil (whipped, whipping) 1. (kamçı, kayış, baston v.b. ile) vurmak; kamçılamak; kırbaçlamak; (birinin kıçına) şaplak indirmek; dayak atmak. 2. out çıkarıvermek, birdenbire çıkarmak: He whipped out his knife. Birdenbire bıçağını çıkardı. 3. around/round/across/off/over çabucak veya bir koşu gitmek: He'll whip round to the grocer's and get it. Bir koşu bakkala gidip alır. 4. around/round/across/over (rüzgâr) şiddetle esmek. 5. (sütün yüzünde toplanan kremayı, yumurtayı v.b.'ni) çırpmak. 6. tamamıyla mağlup etmek, bozguna uğratmak. 7. up (bir duyguyu) uyandırmak veya kışkırtmak; kamçılamak. 8. up yapıvermek/yaratıvermek: She can whip up a cake in no time flat. Bir çırpıda bir kek yapabilir. 9. in girivermek. 10. out çabucak çıkmak, çıkıvermek. 11. back çabucak dönmek.
whiplash
whip.lash hwîp'läş isim 1. kamçı vuruşu/darbesi. 2. kamçı ipi. 3. araba kazasında kafa ve omurganın şiddetle sarsılmasından ileri gelen travma.
whipped cream
kremşantiyi.
whippersnapper
whip.per.snap.per hwîp'ır.snäpır isim, konuşma dili kendini bir şey zanneden genç.
whipping boy
şamar oğlanı.
1540
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük whipping
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
whip.ping hwîp'îng isim 1. kırbaçlama, kamçılama. 2. birinin kıçına şaplak indirme; dayak.
whippoorwill
whip.poor.will hwîp'ırwîl isim Kuzey Amerika'ya özgü bir tür çobanaldatan.
whip-round
whip-round hwîp'raund isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bakınız have a whip-round
whipstitch
whip.stitch hwîp'stîç isim, konuşma dili an, lahza.
whir
whir hwır fiil (whirred, whirring) 1. (kuş) pır diye uçmak, pır pır uçmak. 2. vınlamak. isim 1. pır sesi. 2. vın sesi, vınlama.
whirl someone away
birini hızla götürmek; birini kapıp hızla götürmek.
whirl someone off
birini hızla götürmek; birini kapıp hızla götürmek.
whirl
whirl hwırl fiil 1. fırıl fırıl dönmek, hızla dönmek; fırıl fırıl döndürmek, hızla döndürmek. 2. (about/around) dönüvermek: She whirled around and gave me a slap on the face. Birden dönüp yüzüme bir tokat attı. 3. büyük bir hızla geçmek; vızır vızır geçmek. isim 1. fırıl fırıl dönme, hızlı dönüş; fırıl fırıl döndürme, hızlı döndürüş. 2. küçük çevrinti: Trout can be found near the whirls in the stream. Alabalık, çaydaki küçük çevrintilerin yakınında bulunabilir. 3. koşuşturma. 4. heyecan. 5. hızlı geçiş; vızır vızır geçiş.
whirlpool
whirl.pool hwırl'pul isim (suda oluşan) girdap, anafor, burgaç, çevrinti.
whirlwind
whirl.wind hwırl'wînd isim (hava akıntısının oluşturduğu) çevrinti.
whirlybird
whirl.y.bird hwır'libırd isim, konuşma dili helikopter.
whirr
whirr hwır fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız whir
whish
whish hwîş fiil 1. (su) fışıldamak, fışırdamak. 2. (rüzgâr) uğuldamak. 3. (kumaş) hışırdamak. 4. hızla geçmek. isim 1. fışıltı, fışırtı. 2. uğultu. 3. hışırtı.
whisk broom
elbise fırçası.
whisk
whisk hwîsk fiil 1. (kuyruğu) sallamak: The horse whisked its tail a few times. At, kuyruğunu birkaç kez 1541
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
salladı. 2. (away/off) götürüvermek: The airplane whisked them to Paris in only a few hours. Uçak onları yalnızca birkaç saat içinde Paris'e götürüverdi. 3. (yumurta v.b.'ni) çırpmak. 4. off süpürüvermek: She whisked the crumbs off the tablecloth with a brush. Ekmek kırıntılarını bir fırçayla masa örtüsünden alıverdi. whisker
whisk.er hwîs'kır isim 1. sakal teli. 2. çoğul sakal. 3. çoğul (kedi v.b. hayvanlara ait) bıyık.
whiskey
whis.key hwîs'ki isim viski.
whisky
whis.ky hwîs'ki isim viski.
whisper
whis.per hwîs'pır fiil fısıldamak; fısıldaşmak: She whispered to him that she was going to resign. Ona istifa edeceğini fısıldadı. What are you whispering about? Ne hakkında fısıldaşıyorsunuz? isim fısıltı.
whist
whist hwîst isim vist (bir iskambil oyunu).
whistle
whis.tle hwîs'ıl isim 1. düdük. 2. düdük sesi. 3. ıslık. fiil 1. düdük çalmak. 2. ıslık çalmak. 3. to -i ıslıkla çağırmak; ıslıkla -in dikkatini çekmeye çalışmak: He whistled to a passing taxi. Yoldan geçen bir taksiyi ıslıkla çağırdı. 4. at (birinin) arkasından ıslık çalmak: Did you just whistle at Tahire? Demin Tahire'nin arkasından ıslık mı çaldın?
whit
whit hwît isim zerre, parçacık.
white ant
akkarınca, termit.
white elephant
artık sahibinin işine yaramayan bir şey; vaktiyle işe yarayan fakat şimdi dert olan bir şey.
white goods
beyaz eşya.
white heat
fizik beyazın ısısı. 2. (bir olayda) en ileri safha, en kızışık an, zirve: while the battle was at white heat muharebe en şiddetli safhasındayken.
white horehound
köpekayası.
white lead
üstübeç.
white lie
zararsız yalan. 1542
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
white meat
beyaz et.
white mouse
beyaz fare.
white mulberry
beyaz dut.
white of an egg
yumurta akı.
white of the eye
gözakı.
white plague
verem.
white poplar
akkavak.
White Russia
Beyaz Rusya.
white sauce
ahçılık beyaz sos.
white tie
frakla birlikte takılan beyaz papyon.
white
white hwayt sıfat 1. beyaz, ak. 2. beyaz ırktan olan, beyaz. 3. beyaz ırktan olanlara ait, beyazlara ait: a white neighborhood beyazların oturduğu bir semt. isim 1. beyaz renk, beyaz, ak. 2. beyaz ırktan olan kimse, beyaz.
white-collar
white-col.lar hwayt'kal'ır sıfat 1. beyaz yakalı, kol gücü yerine kafa gücünü kullanarak çalışan (kimse). 2. beyaz yakalılar grubuna ait.
white-hot
white-hot hwayt'hat' sıfat akkor.
whiten
whit.en hwayt'ın fiil beyazlatmak, ağartmak; beyazlaşmak, ağarmak.
whiteness
white.nessisim beyazlık.
whitethorn
white.thorn hwayt'thorn isim alıç.
whitewash
white.wash whayt'wôş isim 1. beyaz renkli kireç badana. 2. konuşma dili hileyle suçlu birini suçsuz gibi gösterme. fiil 1. -i kireç badanayla beyaza boyamak. 2. konuşma dili hileyle (suçlu birini) suçsuz gibi göstermek.
whither
whith.er hwîdh'ır zarf, eski nereye: Whither are you going? Nereye gidiyorsun? bağlaç, eski 1. İsim olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: She knows whither you go. Nereye gittiğini biliyor. 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: The place whither they've gone is not far from here. Gittikleri yer 1543
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
buradan uzak değil. 3. Zarf olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: Go whither you will. İstediğin yere git. Whitsunday
Whit.sun.day hwît's^n'di isim, Hristiyanlık paskalyadan sonraki yedinci pazar gününe rastlayan bir yortu.
whittle something down
bir şeyi azaltmak veya ufaltmak.
whittle
whit.tle hwît'ıl fiil 1. (ağaç veya tahta parçasını) yonta yonta ufaltmak. 2. (ağaç veya tahta parçasını) yontmak. 3. away (at) azaltmak.
whiz kid
konuşma dili çok genç yaşta belirli bir konuda uzmanlaşmış kimse.
whiz
whiz hwîz fiil (whizzed, whizzing) 1. (by/past) çok hızlı geçmek, vızır vızır geçmek. 2. vınlamak: Bullets whizzed past. Kurşunlar vın diye geçiyordu. isim hızla geçen bir şeyin çıkardığı ses, vın sesi.
whizz
whizz hwîz fiil, isim, İngiliz İngilizcesi bakınız whiz
Who ever ...?
Şaşkınlık belirtir: Who ever can this be? Bu kim olabilir Allah aşkına?
WHO
WHO d'b'lıyu'eyç'o' kısaltma World Health Organization Dünya Sağlık Teşkilatı.
whoa
whoa hwo ünlem Dur!/Çüş! (Binek hayvanını durdurmak için söylenir.).
who'd
who'd hud kısaltma 1. who had . 2. who would .
whodunit
who.dun.it hud^n'ît isim, konuşma dili polisiye roman; dedektif romanı.
whoever
who.ev.er huwev'ır zamir 1. kim/her kim ... ise: Come out at once whoever you are! Her kim isen hemen ortaya çık! The same punishment will be meted out to whoever else infringes these laws. Bu kanunları başka kim bozarsa aynı cezaya tabi olacak. 2. konuşma dili bakınız Who ever ...?
whole number
matematik tamsayı.
whole
whole hol sıfat 1. tam; bütün, tüm: He stayed there for a whole week. Tam bir hafta orada kaldı. She talked the 1544
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
whole time. Hep konuştu. Give me your whole attention! Tüm dikkatini bana ver! The whole group came. Gruptakilerin tümü geldi. 2. bütün, tam: Can you knock back a whole bottle? Bütün bir şişeyi devirebilir misin? isim bütün: Two halves make a whole. İki yarım bir bütünü oluşturur. wholehearted
whole.heart.ed hol'har'tîd sıfat samimi, içten, candan.
wholesale price
toptan fiyat.
wholesale trade
toptan satışlar.
wholesale
whole.sale hol'seyl sıfat 1. toptancı (tüccar). 2. büyük çapta olan. zarf toptan. fiil toptan satmak.
wholesaler
whole.salerisim toptancı.
wholesome
whole.some hol'sım sıfat 1. ahlak açısından hiçbir sakıncası olmayan. 2. erdemli, faziletli. 3. sağlığa yararlı.
whole-wheat flour
kepekli un.
whole-wheat
whole-wheat hol'hwit' sıfat kepekli unla yapılan.
who'll
who'll hul kısaltma 1. who will . 2. who shall .
wholly
whol.ly ho'li, hol'li zarf tamamıyla, bütünüyle.
whom
whom hum zamir 1. kimi; kime; kimden; kimde: Whom do you mean? Kimi kastediyorsun? To whom did you give it? Onu kime verdiniz? From whom did you take it? Onu kimden aldın? In whom do you see that quality? O niteliği kimde görüyorsunuz? 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: Doğan, whom you know as Dodo, will not be there. Dodo diye tanıdığınız Doğan orada bulunmayacak. Do you know the person to whom I sent it? Onu yolladığım kişiyi tanıyor musunuz? 3. İsim olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I know whom you mean. Kimi kastettiğini anlıyorum/biliyorum.
whoop it up
konuşma dili gürültülü patırtılı bir şekilde eğlenmek.
whoop
whoop hwup fiil haykırmak. isim haykırı, haykırış.
whooping cough
boğmaca. 1545
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük whop
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
whop hwap fiil, konuşma dili (whopped, whopping) kuvvetle vurmak. isim kuvvetli darbe/vuruş.
whopper
whop.per hwap'ır isim, konuşma dili 1. kocaman bir şey: I've caught a whopper. Kocaman bir tane yakaladım. That's a whopper! Kocaman bir şey o! 2. kuyruklu yalan.
whopping
whop.ping hwap'îng sıfat, konuşma dili çok büyük. zarf çok: They got whopping drunk last night. Dün gece zilzurna oldular.
whore
whore hôr isim orospu, fahişe. fiil orospuluk yapmak.
whorehouse
whore.house hôr'haus isim genelev.
whose
whose huz zamir 1. kimin: Whose house is that? O ev kimin? Whose shoes are those? Onlar kimin ayakkabıları? 2. Sıfat olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: Feride, whose sad end I have already related to you, was not present. Hazin sonunu size daha önce anlattığım Feride orada bulunmuyordu. 3. İsim olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I think I know whose woods these are. Bu ormanların kimin olduğunu bildiğimi sanıyorum.
whosoever
who.so.ev.er husowev'ır zamir bakınız whoever
Why on earth did you do that?
Onu niçin yaptın Allah aşkına?
why
why hway zarf 1. niye, niçin: Why did you say that? Onu niçin söyledin? 2. İsim olarak kullanılan yancümlenin başında bulunur: I don't know why she said it. Onu niye söylediğini bilmiyorum. Can you give me just one reason why you did it? Niye yaptığına dair tek bir neden söyleyebilir misin bana?
wick
wick wîk isim (mum, kandil v.b.'nde) fitil.
wicked
wick.ed wîk'îd sıfat 1. kötü ruhlu, ruhunda kötülük besleyen, kötülük peşinde olan. 2. çok kötü/fena (şey).
wicker
wick.er wîk'ır sıfat ince dallardan örülmüş.
wide of the mark
hedeften uzak.
1546
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wide
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wide wayd sıfat 1. geniş; engin: a wide road geniş bir yol. This road's twelve meters wide. Bu yolun genişliği on iki metre. 2. geniş, kapsamlı.
wide-angle lens
fotoğrafçılık geniş açılı mercek.
wide-angle
wide-an.gle wayd'äng'gıl sıfat geniş açılı (mercek).
wide-awake
wide-a.wake wayd'ıweyk' sıfat tamamen uyanık.
widen
wid.en way'dın fiil genişletmek; genişlemek.
widespread
wide.spread wayd'spred' sıfat yaygın.
widow
wid.ow wîd'o isim dul kadın, dul.
widower
wid.ow.erisim dul erkek.
width
width wîdth isim genişlik; en.
wield
wield wild fiil kullanmak.
Wiener schnitzel
Viyana şnitzeli, şnitzel.
wiener
wie.ner wi'nır isim sosis.
wienie
wie.nie wi'ni isim, konuşma dili sosis.
wife
wife wayf isim (wives) karı, eş: She's my wife. O benim eşim.
wig
wig wîg isim peruk. fiil (wigged, wigging) sertçe azarlamak, haşlamak.
wiggle
wig.gle wîg'ıl fiil oynamak, hareket etmek; kımıldamak; oynatmak, hareket ettirmek; kımıldatmak. isim oynama; kımıldama; oynatma; kımıldatma.
wild animal
vahşi hayvan, yabani hayvan.
wild boar
yabandomuzu.
wild card
kendisinden ne bekleneceği kestirilemeyen kimse veya şey.
wild flower
kır çiçeği, yabani çiçek.
wild goose
yabankazı, sakarmeke.
Wild horses couldn't drag me there! Dünyada oraya gitmem! wild pear
ahlat.
wild
wild wayld sıfat 1. vahşi. 2. yabani, yabanıl, yaban. 3. çılgın. 4. asi, serkeş. 5. konuşma dili harika, süper, çok güzel.
1547
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wildcat
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wild.cat wayld'kät isim amerikayabankedisi; yabankedisi.
wilderness
wil.der.ness wîl'dırnîs isim ıssız yer/bölge, kırlar.
wildfire
wild.fire wayld'fayr isim bakınız spread like wildfire
wildflower
wild.flow.er wayld'flauwır isim bakınız wild flower
wild-goose chase
boşuna koşuşma; beyhude bir araış.
wildlife
wild.life wayld'layf isim yabani/yabanıl hayvanlar.
wile
wile wayl isim 1. kurnazlık; oyun. 2. çoğul naz, cilve: She used her wiles to ensnare him. Onu elde etmek için tüm cazibesini kullandı.
wilful
wil.ful wîl'fıl sıfat, İngiliz İngilizcesi bakınız willful
Will you give that to me in writing? Onu bana yazılı olarak verir misiniz? will
will wîl yardımcı fiil (would) 1. Gelecek zaman kipinde kullanılır: They will leave tomorrow. Yarın gidecekler. 2. İkramda bulunurken kullanılır: Will you have an apple? Elma alır mısınız? 3. Tercih, rıza, teklif, rica veya vaat belirtir: I won't go. Gitmeyeceğim. If you do this job well, I'll give you a raise. Bu işi iyi yaparsanız maaşınızı artıracağım. 4. Tekrarlanan durumları belirtir: She would sit there for hours. Orada saatlerce otururdu. 5. Yeterlik belirtir: Those shoes will no longer fit you. O ayakkabılar artık ayağına olmaz. It'll suit my needs. İhtiyaçlarımı karşılar. 6. Kuvvetli bir tahmin veya zannı belirtir: This'll be Saim. Bu Saim olmalı. You will have heard this piece of news. Bu haberi duymuşsundur. 7. Kaçınılmazlık belirtir: Accidents will happen! Kaza herkesin başına gelir. What God wills will come to pass. Allahın dediği olur. What will be, will be. Ne olacaksa o olur./İş olacağına varır. 8. Emir belirtir: The ceremony will be carried out in accordance with his Maqesty's orders. Tören, majestelerinin emirlerine göre yapılacak. 9. Kararlılık, ısrar veya inat belirtir: You won't do that, will you?" "Indeed I will!" "Onu yapmayacaksın, değil mi?" "Gör 1548
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
bak, nasıl yapacağım!" You will be rude to our guests! Misafirlerimize karşı ille bir kabalık yapacaksın! fiil istemek: Call it what you will. Ona ne demek istersen de. Let him do what he will. Ne yapmak isterse yapsın. willful
will.ful wîl'fıl sıfat 1. isteğinde inat eden; düşüncesinde inat eden; çok bencil bir şekilde inatçı. 2. kasıtlı, mahsus yapılan.
willies
wil.lies wîl'iz isim, çoğul, konuşma dili bakınız give someone the willies
willing
will.ing wîl'îng sıfat 1. rıza gösteren; istekli; hevesli: He was a very willing accomplice. Suç ortağı olmaya dünden razıydı. She was a willing source of information for them. Onlara seve seve bilgi verdi. Are they willing workers? Onlar çalışmaya hevesli mi? 2. içten/gönülden gelen: He served him with a willing obedience. Gönülden gelen bir itaatle ona hizmet etti.
willingly
will.ing.lyzarf isteyerek.
will-o'-the-wisp
will-o'-the-wisp wîl'ıdhıwîsp' isim 1. bataklıklarda gece görülen ve yakamoza benzeyen bir parıltı. 2. ham hayal, gerçekleşmesi imkânsız bir şey.
willow
wil.low wîl'o isim söğüt.
willowy
wil.lowysıfat fidan gibi, fidan boylu (kadın).
willpower
will.pow.er wîl'pauwır isim irade, istenç.
willy-nilly
wil.ly-nil.ly wîl'inîl'i zarf ister istemez.
wilt
wilt wîlt fiil (bitki, çiçek) boynunu bükmek, solmak; (bitkiyi, çiçeği) soldurmak.
wily
wil.y way'li sıfat kurnaz.
wimp
wimp wîmp isim, argo çok pısırık kimse, pısırığın teki.
win by default
hükmen galip sayılmak.
win hands down
konuşma dili kolaylıkla kazanmak veya galip gelmek.
win in a walk
kolayca kazanmak.
win out over
sonuçta galip çıkmak.
win out
sonuçta galip çıkmak.
win someone back
birini/bir şeyi yeniden kazanmak. 1549
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük win someone over
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
birini ikna ederek kendi tarafına çekmek; birini ikna ederek desteğini sağlamak: We also won him round to our point of view. Kendisini ikna edip davamıza onun da desteğini sağladık.
win someone round
birini ikna ederek kendi tarafına çekmek; birini ikna ederek desteğini sağlamak: We also won him round to our point of view. Kendisini ikna edip davamıza onun da desteğini sağladık.
win someone's affection
bir kimsenin sevgisini kazanmak.
win something back
birini/bir şeyi yeniden kazanmak.
win the toss
yazı turada kazanmak.
win through
sonuçta galip çıkmak.
win
win wîn fiil (won, winning) 1. kazanmak; (yarışma veya başka bir uğraşı sonucunda) elde etmek: Who won the contest? Yarışmayı kim kazandı? Şirin's won the prize. Ödülü Şirin kazandı. They've finally won his support. Nihayet onun desteğini sağladılar. 2. (muharebede) galip gelmek: Austria won the war. Savaşta Avusturya galip geldi. isim galibiyet.
wince
wince wîns fiil (korkunç bir manzara karşısında veya acıyla) biraz geri çekilmek veya irkilmek veya yüzünü buruşturmak.
winch
winch wînç isim vinç. fiil vinçle çekmek.
wind instrument
müzik nefesli çalgı, üflemeli çalgı.
wind its way
(yol, nehir, kafile v.b.) kıvrıla kıvrıla/döne döne gitmek.
wind one's way into someone's affections birinin gönlüne girmek. wind someone round one's little finger
birini parmağında oynatmak.
wind something into a ball
bir şeyi yumak yapmak, bir şeyi sarmak.
wind something up
saat veya gramofon gibi zemberekli bir şeyi kurmak. 2. konuşma dili bir şeyi bitirmek veya tamamlamak: They wound up the meeting with a song. Toplantıyı bir şarkıyla bitirdiler. You need to wind up your personal affairs this week. Şahsi işlerinizi bu hafta bitirmeniz lazım. 1550
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wind up
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
konuşma dili 1. bitmek, sona ermek: The show wound up with Fehmi reciting "Han Duvarları." Müsamere, Fehmi'nin Han Duvarları'nı okumasıyla sona erdi. 2. (sonuçta) (belirli bir yer veya durumda) bulunmak: The pair of them wound up in jail. Onların her ikisi hapsi boyladı. If you keep on like this you'll wind up bankrupt. Böyle devam edersen iflas edersin.
wind
wind waynd fiil (wound) 1. (up) (zemberek v.b.'ni çevirerek) (saati, gramofonu v.b.'ni) kurmak: Will you wind the grandfather clock? Sandıklı saati kurar mısın? 2. sarmak: Wind the thread onto the spool. İpliği makaraya sar. The trumpet vine was winding up the pole. Acemborusu direğe sarılıp yukarı doğru yükseliyordu. She wound the scarf around her neck. Eşarbı boynuna sardı. 3. (yol, nehir, kafile v.b.) kıvrıla kıvrıla/döne döne gitmek: The procession wound through the streets to the harbor. Kafile, dolambaçlı sokaklardan kıvrılarak limana vardı. The road wound up through olive groves. Yol, zeytinliklerin arasından kıvrıla kıvrıla yukarı doğru gidiyordu. 4. up (kol, manivela v.b.'ni çevirerek) (bir şeyi) çekmek/kaldırmak: Wind up the bucket from the well. Çıkrığı çevirip kovayı kuyudan çek. 5. (kol, manivela v.b.'ni) çevirmek. isim 1. (kol, manivela v.b.'ni) çevirme. 2. dönemeç, viraq; (nehirdeki) kıvrım.
windbag
wind.bag wînd'bäg isim, konuşma dili fart furt eden lafebesi.
windbreak
wind.break wînd'breyk isim rüzgâr siperi, bir yeri rüzgârdan koruyan engel.
windbreaker
wind.break.er wînd'breykır isim (giysi olarak) rüzgârlık.
winded
wind.ed wîn'dîd sıfat nefesi kesilmiş.
windfall
wind.fall wînd'fôl isim beklenmedik bir para, hediye veya yardım. 1551
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
windflower
wind.flow.er wînd'flauwır isim anemon, dağlalesi.
winding sheet
kefen.
winding
wind.ing wayn'dîng sıfat dolambaçlı, yılankavi.
windlass
wind.lass wînd'lıs isim çıkrık, bocurgat, ırgat.
windless
wind.less wînd'lîs sıfat rüzgârsız; esintisiz.
windmill
wind.mill wînd'mîl isim yeldeğirmeni.
window dressing
vitrin dekoru. 2. vitrin dekorasyonu. 3. göz boyamak için yapılan bir şey.
window frame
pencere kasası.
window shade
stor.
window
win.dow wîn'do isim pencere.
windowpane
win.dow.pane wîn'dopeyn isim pencere camı.
window-shop
win.dow-shop wîn'doşap fiil (window-shopped, window-shopping) vitrin gezmek.
windowsill
win.dow.sill wîn'dosîl isim, mimarlık denizlik.
windpipe
wind.pipe wînd'payp isim nefes borusu.
windscreen
wind.screen wînd'skrin isim, İngiliz İngilizcesi, otomotiv bakınız windshield
windshield wiper
otomotiv silecek.
windshield
wind.shield wînd'şild isim, otomotiv ön cam.
windstorm
wind.storm wînd'stôrm isim fırtına.
windsurfing
wind.surf.ing wînd'sırfîng isim rüzgâr sörfü.
windswept
wind.swept wînd'swept sıfat rüzgârlı; rüzgâra açık.
windward
wind.ward wînd'wırd sıfat 1. rüzgârın estiği yöne doğru giden. 2. rüzgârın estiği (taraf). isim rüzgârın estiği taraf veya yön.
windy
wind.y wîn'di sıfat 1. rüzgârlı. 2. uzun ve boş laf eden; uzun ve boş lafla dolu.
wine and dine
-e ziyafet vermek.
wine cellar
şarap mahzeni.
wine
wine wayn isim şarap.
wineglass
wine.glass wayn'gläs isim şarap kadehi.
1552
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük winegrower
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wine.grow.er wayn'growır isim üzüm yetiştirip şarap yapan kimse; bağcı.
winepress
wine.press wayn'pres isim üzüm cenderesi.
wing commander
İngiliz İngilizcesi, askeri yarbay.
wing it
argo 1. durumu idare etmeye çalışmak; (eldeki imkânlarla) idare etmek. 2. bir konuşmayı irticalen/doğaçtan yapmak.
wing nut
kelebek somun.
wing
wing wîng isim 1. (kuş, uçak, bina, ordu, futbol veya siyasi partiye ait) kanat. 2. tiyatro kulis. fiil 1. uçmak. 2. (kuşu) kanadından vurmak. 3. yaralamak, vurmak.
winger
wing.er wîn'gır isim, İngiliz İngilizcesi, futbol açık, açık oyuncusu.
wink
wink wîngk fiil 1. (at) (-e) göz kırpmak, (-e) göz kırparak işaret etmek. 2. at (bir şeyi) görmezlikten gelmek, (bir şeye) göz yummak. 3. İngiliz İngilizcesi (farları) çabuk açıp kapamak. 4. (ışık) biteviye sönüp parlamak, çakmak. 5. (ışık) ışıldamak, parıldamak. isim 1. göz kırpma. 2. lahza. 3. ışıltı, parıltı.
winless
win.lesssıfat hiçbir galibiyet olmayan, galibiyetsiz.
winner
win.ner wîn'ır isim 1. galip; kazanan: Who was the winner of the match? Maçı kim kazandı?/Maçın galibi kim? She was the winner of the Nobel Prize in 3726. 7320 yılında Nobel ödülünü kazanan oydu. 2. konuşma dili çok iyi/çok üstün kimse veya şey.
winning
win.ning wîn'îng sıfat 1. galip, kazanan. 2. hoş, tatlı. isim 1. galip gelme, kazanma. 2. çoğul (para olarak) kazanç.
winnow
win.now wîn'o fiil 1. (samandan ayırmak için) (tahıl tanelerini) havaya savurmak; harman savurmak. 2. out (istenmeyeni) ayıklamak, elemek, çıkarmak.
winsome
win.some wîn'sım sıfat sevimli, tatlı, hoş.
winter savory
(ballıbabagillerden, yaprakları bahar olarak kullanılan) bir geyikotu türü. 1553
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
winter sports
kış sporları.
winter
win.ter wîn'tır isim kış. fiil in kışı (bir yerde) geçirmek, kışlamak; kışlatmak.
wintertime
win.ter.time wîn'tırtaym isim kış zamanı, kış.
wintry
win.try wîn'tri sıfat kış gibi, kışa yakışan.
wipe something clean
bir şeyi silerek temizlemek.
wipe something dry
bir şeyi silerek kurulamak.
wipe the floor with
(birini) adamakıllı dövmek, yerden yere vurmak/çalmak. 2. (birini) ağır bir mağlubiyete uğratmak, hezimete uğratmak.
wipe
wipe wayp fiil 1. silmek: Wipe your nose! Burnunu sil! He wiped his shoes on the doormat. Ayakkabılarını paspasa sildi. 2. away/up silerek yok etmek, silmek. 3. off silerek temizlemek. 4. out yok etmek, silmek. 5. konuşma dili out iflas ettirmek, topu attırmak. isim silme: Give the table a wipe. Masayı bir sil.
wiper
wip.er way'pır isim bakınız windshield wiper
wire brush
tel fırça.
wire service
haber ajansı.
wire something together
bir şeyi telle bağlamak.
wire
wire wayr isim 1. (metal) tel: barbed wire dikenli tel. telephone wire telefon teli. 2. telgraf; telgraf sistemi; telgrafla gönderilen mesaj. fiil 1. (bir binanın) elektrik tesisatını kurmak; (bir binanın) elektrik kabloları veya hatlarını döşemek; (bir aygıtın) elektrik tellerini takmak. 2. (birine) telgrafla (bir haberi) bildirmek: Wire him the news. Haberi ona telgrafla bildir.
wireless
wire.less wayr'lîs isim 1. telsiz; telsiz telefon; telsiz telgraf. 2. İngiliz İngilizcesi radyo. sıfat 1. telsiz, teli olmayan. 2. telsiz, telsiz telefon veya telgrafa ait. 3. İngiliz İngilizcesi radyoya ait.
wiretap
wire.tap wayr'täp isim 1. konuşmaları gizlice dinlemek için telefon hattına tel bağlama. 2. konuşmaları gizlice dinlemek için telefon hattına takılan aygıt. fiil 1554
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
(wiretapped, wiretapping) telefon hattına tel bağlayarak (birinin konuşmalarını) gizlice dinlemek; (birinin telefon hattına) tel bağlayarak konuşmalarını gizlice dinlemek; konuşmaları gizlice dinlemek için telefon hattına tel bağlamak. wiring
wir.ing wayr'îng isim 1. (bir binadaki) elektrik tesisatı; (bir binadaki) elektrik kabloları veya hatları; (bir aygıttaki) elektrik telleri. 2. (bir binanın) elektrik tesisatını kurma; (bir binanın) elektrik kabloları veya hatlarını döşeme; (bir aygıtın) elektrik tellerini takma.
wiry
wir.y wayr'i sıfat sırım gibi.
wisdom tooth
akıldişi, yirmi yaş dişi.
wisdom
wis.dom wîz'dım isim irfan; hikmet, bilgelik.
wise guy
konuşma dili ukala.
wise someone up to
konuşma dili birine (birinin) ne yaptığını bildirmek; birine (durumun) ne olduğunu bildirmek.
wise up
konuşma dili 1. gözünü açıp gerçeği görmek. 2. to (birinin) ne yaptığının farkına varmak, (birinin) ne yaptığını çakmak; (durumun) ne olduğunun farkına varmak, (bir durumun) ne olduğunu çakmak. 3. on (bir şey) hakkında bilgi edinmek, (bir konuda) bilgilenmek.
wise
wise wayz sıfat arif, irfan sahibi; bilge, hikmet sahibi.
wiseacre
wise.a.cre wayz'eykır isim ukala.
wisecrack
wise.crack wayz'kräk isim, konuşma dili şakayla karışık iğneli laf; taş. fiil şakayla karışık iğneli laflar söylemek; taş atmak.
wish a wish
dilekte bulunmak; niyet tutmak.
wish for
istemek, arzu etmek, arzulamak.
wish on a star
yıldıza bakarak niyet tutmak.
wish someone off on
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone off upon
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone on
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish someone upon
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something off on
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak. 1555
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wish something off upon
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something on
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish something upon
istenmeyen birini/bir şeyi (başkasının) başına bırakmak.
wish upon a star
yıldıza bakarak niyet tutmak.
wish
wish wîş fiil 1. Dilek belirtir: I wish you'd shut up. Sen bir sussan. I wish they'd come today. Bugün bir gelseler. I wish they were coming today. Gönül ister ki bugün gelsinler. I wish I were president. Keşke başkan olsaydım. She wishes she were queen. Kendisi kraliçe olmak isterdi. 2. (birine) (iyi bir şey) dilemek, temenni etmek: We wish you a happy birthday. Size mutlu bir doğum günü diliyoruz. They wished him good health. Ona sağlık dilediler. 3. istemek, arzu etmek: Do you wish to be left alone? Yalnız kalmak ister misiniz?/Ben çıkayım mı? Do you still wish them to go? Hâlâ gitmelerini istiyor musunuz? I'll do it now, if you wish. Arzu ederseniz onu şimdi yaparım. At that moment she wished them anywhere but there with her. O an onların oradan başka herhangi bir yerde olmalarını istedi. Do as you wish. İstediğin gibi yap. Take whatever you wish. Canın neyi isterse onu al. isim istek, arzu; dilek; temenni.
wishbone
wish.bone wîş'bon isim lades kemiği.
wishful thinking
hüsnükuruntu.
wishful
wish.ful wîş'fıl sıfat bakınız wishful thinking
wishing well
dilek kuyusu.
wishy-washy
wish.y-wash.y wîş'iwaşi, wîş'iwôşi sıfat, konuşma dili 1. kararsız, kararlılıktan yoksun. 2. zayıf, güçsüz, yavan. 3. yavan, tatsız veya fazla sulu (yemek).
wisp
wisp wîsp isim 1. uzunca birkaç tel (saç). 2. belli belirsiz bir şey: Every now and then a wisp of smoke blew past the window. Arada sırada ince bir duman pencerenin önünden esip gidiyordu. the wisp of a smile
1556
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
belli belirsiz bir tebessüm. a little wisp of an old lady ufak tefek ihtiyar bir kadın. wistaria
wis.tar.i.a wîstîr'iyı isim bakınız wisteria
wisteria
wis.ter.i.a wîstîr'iyı isim morsalkım.
wistful
wist.ful wîst'fıl sıfat özlem dolu, hasret dolu.
wit
wit wît fiil bakınız to wit
witch doctor
büyücü hekim.
witch hazel
güvercinağacı, hamamelis.
witch
witch wîç isim 1. büyücü kadın; cadı. 2. cadaloz kadın, cadı.
witchcraft
witch.craft wîç'kräft isim (kötü amaçla yapılan) büyücülük.
witch-hunt
witch-hunt wîç'h^nt isim (iktidardakilerin farklı düşünenlere karşı yürüttüğü) karalama ve sindirme kampanyası.
witching
witch.ing wîç'îng sıfat 1. büyücülük yapmaya uygun. 2. büyüleyici.
with a grain of salt
ihtiyat kaydıyla.
with a high hand
amirlik taslayarak.
with a vengeance
büyük bir şiddetle. 2. son derece, ziyadesiyle, alabildiğine.
with a will
gayretle.
with all my heart
bütün kalbimle.
with an eye to
-i göz önünde tutarak, -i düşünerek.
with aplomb
soğukkanlılıkla, istifini bozmadan.
with bated breath
nefesi kesilerek.
with child
hamile.
with difficulty
güçlükle, zorlukla.
with dismay
dehşet içinde, dehşetle.
with ease
kolaylıkla.
with flying colors
çok başarılı bir şekilde.
with impunity
ceza görmeden.
with it
çok moda.
with kid gloves
tatlılıkla, yumuşak bir şekilde. 1557
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
with lightning speed
yıldırım hızı ile.
with might and main
var gücüyle, elinden geldiği kadar.
with my compliments
selamlarımla. 2. parasız, hediye olarak.
with no strings attached
kayıtsız şartsız.
with one voice
hep bir ağızdan.
with one's tail between one's legs
süklüm püklüm.
with open arms
dostça, candan.
with pleasure
memnuniyetle.
with reference to
-e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, -e gelince.
with regard to
-e gelince.
with respect to
-e gelince. 2. ile ilgili olarak. 3. ile ilgili.
with that
onu söyledikten sonra; onu yaptıktan sonra.
with the best of them
(bir alanın) en iyi olanlarıyla: He can fence with the best of them. En iyi eskrimcilerle eskrim yapabilir.
with
with wîth, wîdh edat 1. ile beraber/birlikte, ile: She's living with her aunt. Teyzesiyle beraber oturuyor. Will you come with us? Bizimle gelir misin? Wisdom can sometimes come with age. İnsan bazen yaşlanınca akıllanır. Heat the milk with the honey. Sütü balla beraber ısıt. 2. ile, aracılığıyla, vasıtasıyla: Cut it with a knife. Onu bıçakla kes. You can't buy much with five thousand liras. Beş bin lirayla pek bir şey alamazsın. 3. -li; -i olan: Where's the woman with the green parrot? Yeşil papağanlı kadın nerede? They don't want someone with no experience. Tecrübesiz birini istemiyorlar. She's a woman with a past. Geçmişi şüpheli bir kadın o. 4. -den yana: Are you with us? Bizden yana mısın? I'm with you. Seni destekliyorum. 5. -e rağmen/karşın: With all his faults, she still likes him. Bütün kusurlarına rağmen onu hâlâ seviyor. 6. yüzünden: How can I go to a movie with all this work I've got to do? Yapmam gereken bu kadar iş varken ben nasıl sinemaya gideyim? With winter almost here you'd
1558
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
better get your roof fixed. Kış kapıya dayanmışken damını tamir ettirmelisin. withdraw one's eyes from
gözlerini (birinden/bir şeyden) başka tarafa çevirmek.
withdraw one's objection
itirazını geri almak.
withdraw one's support
desteğini çekmek.
withdraw
with.draw wîdh.drô', wîth.drô' fiil (withdrew, withdrawn) 1. geri çekmek, çekmek: He withdrew his hand. Elini geri çekti. 2. from (parayı) (hesap veya bankadan) çekmek. 3. from (bir şeyi) (bir yerden) çıkarmak: He withdrew the papers from his briefcase. Kâğıtları evrak çantasından çıkardı. 4. from (birini) (bir yerden) almak: He withdrew his daughter from that school. Kızını o okuldan aldı. 5. çekilmek, uzaklaşmak: Every evening he would withdraw to his study. Her akşam çalışma odasına çekilirdi. The cavalrymen withdrew from the battlefield. Süvariler savaş alanından çekildi. 6. (from) (-den) çekilmek, (-e) katılmaktan vazgeçmek: She withdrew from the contest. Yarışmadan çekildi. 7. (from) (-den) ayrılmak, (-i) bırakmak: Don't withdraw from college! Üniversiteden ayrılma! 8. içine kapanmak/çekilmek, kabuğuna çekilmek.
withdrawal symptoms
uyuşturucudan kesilince oluşan belirtiler.
withdrawal
isim 1. geri çekme, çekme. 2. from (birini) (bir yerden) alma. 3. çekilme. 4. (hesap veya bankadan) para çekme. 5. (hesap veya bankadan) çekilen para.
withdrawn
with.drawn wîdh.drôn' fiil bakınız withdraw sıfat içine kapanık.
withdrew
with.drew wîdh.dru' fiil bakınız withdraw
wither
with.er wîdh'ır fiil 1. solmak; soldurmak. 2. susturmak, sindirmek.
withheld
with.held wîth.held' fiil bakınız withhold
withhold judgment
yargıda bulunmamak: I'm withholding judgment for the time being. Şimdilik bir yargıda bulunmuyorum. 1559
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük withhold one's consent
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
onaylamayı reddetmek: He withheld his consent until the last minute. Son dakikaya kadar onaylamayı reddetti.
withhold payment
ödeme yapmamak; ödemeyi durdurmak: They're withholding payment until further notice. Başka bir talimat gelinceye kadar ödeme yapmayacaklar.
withhold
with.hold wîth.hold' fiil (withheld) 1. -den saklamak, -e vermemek: Don't withhold any information from me. Benden hiçbir şey saklama. 2. for (bir şeyi) (birine) ayırmak: She withheld nothing for herself. Kendine bir şey ayırmadı. 3. from kesmek: I'll withhold this from your salary. Bunu maaşından keseceğim.
within an ace of
az kalsın, neredeyse: You were within an ace of drowning. Az kalsın boğulacaktın.
within an inch of his life
ölümüne ramak kalmış.
within call
seslenildiği zaman duyulabilecek uzaklıkta.
within hearing
işitebilecek yakınlıkta.
within limits
belli bir dereceye kadar, belli sınırlar içinde.
within my ken
gözümün seçebildiği yerde. 2. bildiklerim arasında.
within one's province
yetkisi içinde, yetki alanında.
within reach
erişilebilir.
within reason
makul düzeyde, makul ölçüde; makul bir sınırı aşmadan.
within
with.in wîdhîn' zarf 1. içeride; içeriye: They painted the house within and without. Evin hem içerisini, hem dışarısını boyadılar. Inquire within. İçeriye müracaat edin. 2. içinde; içinden: He was calm without but cursing within. Dıştan sakin görünüyordu, fakat içinden küfrediyordu. edat 1. (belirli bir zaman) içinde: They'll be here within an hour. Bir saat içinde burada olacaklar. 2. (belirli bir mesafe) yakınlıkta, içinde: We're within a kilometer of the river. Nehre bir kilometre yakınlıktayız. 3. (belirli sınırlar veya belirli bir bünye) içinde: You have to work within these conditions. Bu 1560
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
şartlar içinde çalışmaya mecbursun. They don't live within their income. Gelirleriyle orantılı bir şekilde yaşamıyorlar. It's like an empire within an empire. İmparatorluk içinde bir imparatorluğa benziyor. without a hitch
aksamadan, pürüzsüz.
without ceremony
teklifsizce.
without demur
itiraz etmeden.
without doubt
kuşkusuz, şüphesiz.
without excepting
de dahil olmak üzere: Everybody's going to be affected by this, not excepting Fatma. Fatma da dahil olmak üzere herkes bundan etkilenecek.
without exception
ayrım yapmaksızın.
without fail
mutlaka.
without further ado
hemen, ses çıkarmadan.
without mincing matters
dobra dobra, sakınmadan, açıkça.
without mincing words
dobra dobra, sakınmadan, açıkça.
without number
sayısız, hesapsız.
without price
paha biçilmez.
without question
kuşkusuz, şüphesiz, tartışmasız, muhakkak.
without regard to
-e bakmadan, -e aldırmadan.
without reservation
tamamen.
without rhyme or reason
mantıksız.
without stint
sınır koymadan. 2. pek çok.
without the exception of
dışında.
without
with.out wîdhaut' edat 1. -siz: You can't live without money. Parasız yaşanmaz. He won't go without her. Onsuz gitmez. It's merely sound without sense. Sadece anlamsız sesler. 2. -meden: Don't act without thinking. Düşünmeden harekete geçme. He was fired without explanation. Hiçbir açıklama yapılmadan işinden çıkarıldı. Can we get in without being seen? Kimse görmeden içeri girebilir miyiz? 3. dışında: They had encamped without the city. Şehrin dışında ordugâh
1561
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
kurmuşlardı. zarf 1. dıştan. 2. dışarı, dışarıda: It was raining without. Dışarıda yağmur yağıyordu. withstand
with.stand wîth.ständ' fiil (withstood) -e dayanmak: The city withstood the siege. Şehir kuşatmaya dayandı.
withstood
with.stood wîth.stûd' fiil bakınız withstand
witless
wit.less wît'lîs sıfat akılsız; aptal.
witness stand
(mahkemede) tanığın ifade verdiğ i yer, tanık/şahit kürsüsü.
witness
wit.ness wît'nîs isim tanık, şahit. fiil 1. bizzat görmek, e tanık/şahit olmak: Did you witness that event? O olayı bizzat gördün mü? These walls have witnessed a lot of history. Bu surlar birçok tarihi olaya tanık oldu. 2. to -e tanıklık/şahitlik etmek: He witnessed to having seen the murder. Tanıklık ederek cinayeti gördüğünü söyledi. 3. (to) (bir şeyin) kanıtı/delili olmak, (bir şeye) delalet etmek, (bir şeye) işaret etmek: Her absence at the ceremony witnessed her disapproval. Törende hazır bulunmaması, onaylamadığına işaret ediyordu. 4. hazır bulunarak (bir şeye) resmen şahit olmak, tanıklık etmek: Can you witness Nazmiye's will? Nazmiye'nin vasiyetnamesine tanıklık eder misin?
witticism
wit.ti.cism wît'ısîzım isim espri, nükte.
wittingly
wit.ting.ly wît'îngli zarf bilerek, bile bile.
witty
wit.ty wît'i sıfat 1. espritüel, nüktedan, nükteci. 2. esprili, nükteli.
wives
wives wayvz isim, çoğul bakınız wife
wiz
wiz wîz isim, konuşma dili çok usta kimse.
wizard
wiz.ard wîz'ırd isim 1. büyücü, sihirbaz. 2. çok usta kimse: He's a wizard at math. Matematikte çok usta.
wizened
wiz.ened wîz'ınd sıfat pörsük, pörsümüş.
wobble
wob.ble wab'ıl fiil 1. dingildemek, sallanmak, oynamak; dingildetmek, sallamak, oynatmak. 2. (ses) titremek. isim 1. dingildeme, sallanma, oynama. 2. (seste) titreme. 1562
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wobbly
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wobb.lysıfat 1. dingildeyen, sallanan, oynayan. 2. titrek (ses). 3. sağlam olmayan. 4. kararsız, istikrarsız.
wodge
wodge wac isim, İngiliz İngilizcesi, konuşma dili bakınız a wodge of
woe
woe wo isim acı, ıstırap.
woebegone
woe.be.gone wo'bîgôn sıfat acıklı, kederli.
woeful
woe.ful wo'fıl sıfat 1. keder dolu. 2. keder verici, acıklı. 3. korkunç, feci: What woeful ignorance! Ne korkunç bir cehalet!
woke
woke wok fiil bakınız wake
woken
wok.en wo'kın fiil bakınız wake
wolf
wolf wûlf isim (wolves) kurt. fiil down aç kurt gibi yemek, hapır hupur yemek, (yemek) atıştırmak.
wolfram
wolf.ram wûl'frım isim, kimya volfram, tungsten.
wolves
wolves wûlvz isim, çoğul bakınız wolf
woman
wom.an wûm'ın isim (women) kadın.
womanise
wom.an.ise wûm'ınayz fiil, İngiliz İngilizcesi bakınız womanize
womanish
wom.an.ish wûm'ınîş sıfat kadınsı.
womanize
wom.an.ize wûm'ınayz fiil zamparalık etmek.
womankind
wom.an.kind wûm'ınkaynd isim kadınlar.
womanly
wom.an.ly wûm'ınli sıfat kadınca, kadına yakışır.
womb
womb wum isim rahim, dölyatağı, karın.
women
wom.en wîm'în isim, çoğul bakınız woman
women's lib
konuşma dili bakınız women's liberation
women's liberation movement
Kadınların Özgürlüğü Hareketi.
women's liberation
Kadınların Özgürlüğü Hareketi.
women's rights
kadın hakları.
won
won w^n fiil bakınız win
wonder
won.der w^n'dır isim 1. hayret, şaşırma. 2. harika: the seven wonders of the world dünyanın yedi harikası. She's a wonder. O harika bir insan. fiil 1. (at) (-e) hayret etmek, şaşırmak. 2. (about/if) (-i) merak etmek, anlamak veya öğrenmek istemek: I wondered what it 1563
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
meant. Ne anlama geldiğini merak ettim. I wonder who she really is. Onun gerçek kimliği nedir acaba? I wonder what she's doing right now. Şu anda ne yapıyor acaba? "He'll win the prize." "I wonder." "Ödülü kazanır." "Acaba?" 3. (about/if) (-den) şüphe etmek: I wonder about her intentions. Niyetlerinden şüphe ediyorum. 4. düşünmek: He wondered what to do. Ne yapacağını düşündü. wonderful
won.der.ful w^n'dırfıl sıfat çok iyi, şahane, harika.
wont
wont w^nt, wont isim âdet, alışkanlık, itiyat.
won't
won't wont kısaltma will not .
wonted
wont.ed w^n'tîd, won'tîd sıfat her zamanki, alışılmış, mutat.
woo
woo wu fiil kur yapmak.
wood glue
tutkal.
wood
wood wûd isim 1. odun. 2. orman; koru. 3. ağaç; tahta: That table's made of wood. O masa ağaçtan yapılmış. The staircase is made of wood. Merdivenler tahtadan. The house is made of wood. Ev ahşap. sıfat tahta; ahşap.
woodcut
wood.cut wûd'k^t isim tahta kalıpla basılmış estamp.
wooded
wood.ed wûd'îd sıfat ağaçlarla kaplı, ağaçlık; ormanlık.
wooden
wood.en wûd'ın sıfat 1. ağaçtan yapılmış, ağaç; tahtadan yapılmış, tahta; ahşap: wooden bed ağaç karyola. wooden spoon tahta kaşık. wooden house ahşap ev. 2. cansız, ruhsuz.
woodland
wood.land wûd'lınd isim ağaçlık arazi/alan, ağaçları bol olan yer. sıfat ağaçlık alanlara özgü.
woodpecker
wood.peck.er wûd'pekır isim ağaçkakan.
woods
woods wûdz isim, çoğul orman; koru.
woodsy
woods.y wûd'zi sıfat ormansı; korumsu.
woodwind
wood.wind wûd'wînd isim, müzik ağaçtan yapılmış nefesli çalgı.
1564
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük woodwork
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wood.work wûd'wırk isim (binanın iç tarafındaki) kapı ve pencere çerçeveleri; ahşap doğrama/doğramalar.
woody
wood.y wûd'i sıfat odunsu.
woof
woof wûf isim hav hav (havlama sesi). fiil havlamak.
wool
wool wûl isim yün.
woolen mill
yün fabrikası.
woolen
wool.en wûl'ın sıfat 1. yünden yapılmış, yün. 2. çoğul yünlüler, yünlü giysiler.
wool-gather
wool-gath.er wûl'gädhır fiil hayale dalmak.
woolgathering
wool.gath.er.ing wûl'gädhırîng isim hayale dalma.
woollen mill
yün fabrikası.
woollen
wool.len wûl'ın sıfat 1. yünden yapılmış, yün. 2. çoğul yünlüler, yünlü giysiler.
woolly
wool.ly wûl'i sıfat 1. yün gibi, yüne benzeyen. 2. çok tüylü. 3. net olmayan, belirsiz. isim 1. İngiliz İngilizcesi kazak, süveter. 2. yün fanila; yün iç çamaşırı.
wooly
wool.y wûl'i sıfat 1. yün gibi, yüne benzeyen. 2. çok tüylü. 3. net olmayan, belirsiz. isim 1. İngiliz İngilizcesi kazak, süveter. 2. yün fanila; yün iç çamaşırı.
woozy
wooz.y wu'zi sıfat, konuşma dili sersem, tam ayık bir halde olmayan.
word for word
kelimesi kelimesine, motamo.
Word has it you're moving to Bursa. Bursa'ya taşınacağını söylüyorlar. word of honor
şeref sözü.
word processing
bilgisayar kelime işlem.
word processor
bilgisayar kelime işlemci.
word
word wırd isim 1. kelime, sözcük. 2. söz, laf: I'm sick of your fine words. Güzel sözlerinden bıktım artık. Do you know the words to this song? Bu şarkının sözlerini biliyor musun? Put your feelings into words. Duygularını söze dök. Don't expect a word of praise from him. Ondan hiçbir aferin bekleme.
wording
word.ing wır'dîng isim ifade; ifade tarzı.
Words fail me.
Söyleyecek söz bulamıyorum. 1565
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Words failed her.
Ne diyeceğini şaşırdı.
wordy
word.y wır'di sıfat fazla uzun (yazı, ifade); fazlasıyla uzun konuşan (kimse).
wore
wore wôr fiil bakınız wear
work a buttonhole
iliğin kenarlarını dikmek.
work a miracle
bir mucize yaratmak.
work at peak capacity
tam kapasiteyle çalışmak.
work at
(bir şey) için emek harcamak, için çaba göstermek.
work camp
çalışma kampı.
work force
çalışanlar: He's now part of the mill's work force. Artık fabrikada çalışanlardan biri o.
work like a demon
çok çalışmak.
work like a Trojan
konuşma dili ırgat gibi çalışmak, var gücüyle çalışmak.
work load
iş miktarı.
work loose
gevşemek.
work of art
sanat eseri.
work off
(çalışarak veya hareket ederek) (bir şeyi) gidermek: He worked off his anger by running in the park for a couple of hours. İki saat parkta koşarak öfkesini giderdi.
work on the assumption that
(bir şeyin olacağını) zannederek harekete geçmek/harekete geçmiş olmak.
work on
-i etkilemek, -e tesir etmek. 2. (birini) ikna etmeye çalışmak. 3. -i yapmak; -i hazırlamak; -in üzerinde çalışmak; -in yapımıyla uğraşmak/meşgul olmak: He's still working on that map. Hâlâ o harita üzerinde çalışıyor. They're working on our new house today. Bugün yeni evimizin yapımıyla uğraşıyorlar. 4. -in tamiriyle uğraşmak: They're working on the car. Arabanın tamiriyle uğraşıyorlar. 5. -e ağırlık vermek: You need to work on your French. Fransızcaya ağırlık vermen gerek.
work one's fingers to the bone
çok çalışmak, paralanmak, yırtınmak.
work one's way
(öğrenci) çalışarak (okul veya üniversite) ücretlerini karşılamak. 2. into yavaş yavaş (bir yer veya gruba) 1566
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
girmek: She worked her way into their club. Yavaş yavaş kendini onların kulübüne kabul ettirdi. 3. up çalışmalarıyla kendini ispatlayarak derece derece terfi etmek. work oneself into
giderek (belirli bir hale) girmek: You're working yourself into a rage. Öfken kabara kabara galeyana geliyorsun. 2. (biri) çalışmalarıyla kendini ispatlayarak (bir işe) girmek veya (bir mevkie) gelmek: She's worked herself into a job. Çalışmalarıyla kendini ispatlayarak kendine bir iş edindi.
work oneself out of a job
(bilerek veya bilmeyerek) kendi çabalarıyla kendi işini lüzumsuz hale getirmek; (bilerek veya bilmeyerek) kendi çabalarıyla kendini işinden etmek.
work out
antrenman/idman yapmak. 2. (plan, proqe v.b.) başarılı olmak veya iyi bir şekilde sonuçlanmak. 3. at/to (belirli bir miktara) gelmek: Your share works out at one million liras. Senin payına bir milyon lira düşüyor. 4. (bir plan v.b.'ni) hazırlamak veya düzenlemek: They worked out a compromise. Bir uzlaşmaya vardılar. 5. (problemi, sorunu) çözmek, halletmek. 6. (bir aygıtın veya makinenin parçası) yerinden/yuvasından çıkmak.
work overtime
fazla mesai yapmak.
work permit
çalışma izni.
work someone in
birini zaten dolu olan programına dahil etmek: I'll work you in. Seni araya sıkıştırırım.
work someone over
konuşma dili 1. birini çok dövmek, birinin pestilini çıkarmak. 2. birini iyice tartaklamak.
work something in
bir şeyi zaten dolu olan programına ilave etmek. 2. bir şeyi ovarak sürmek.
work something loose
bir şeyi yavaş yavaş gevşetmek.
work something out of
bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
work something out
bir şeyi (bir yerden) çıkarmak.
work up
(ilgi, heves, heyecan v.b.'ni) uyandırmak. 2. (birinin) duygularını giderek doruğa çıkarmak: She worked the 1567
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
crowd up into a frenzy. Kalabalığı giderek çılgın bir hale getirdi. 3. hareket ede ede (susamış, acıkmış, terlemiş) bir hale gelmek: You've worked up a sweat. Hareket ede ede terledin. They had worked up an appetite. Hareket ede ede iştahları açılmıştı. 4. into (bir şeyi) geliştirerek (başka bir şey) yapmak: May-be they can work it up into a book. Belki onu geliştirip kitap haline getirebilirler. 5. to giderek (bir yere) varmak: The symphony's last movement works up to a magnificent conclusion. Senfoninin son bölümü yavaş yavaş muhteşem bir bitişe dönüşüyor. work wonders for
(birine) çok yaramak, çok iyi gelmek.
work
work wırk isim iş; emek: He's gone to work. İşe gitti. Do you like your work? İşini seviyor musun? They're at work now. Onlar şimdi işte. That's going to take a lot of work. O çok iş ister. She's put a lot of work into this. Buna çok emek harcadı. They're not afraid of hard work. Zor işlerden geri durmazlar. Is this your own work? Bu işi kendin mi yaptın?
workable
work.a.ble wır'kıbıl sıfat uygulanabilir.
workaday
work.a.day wırk'ıdey sıfat sıradan, olağan.
workaholic
work.a.hol.ic wırkıhô'lîk isim, konuşma dili işkolik.
workbench
work.bench wırk'benç isim (üzerinde iş görülen) tezgâh: carpenter's workbench marangoz tezgâhı.
workbook
work.book wırk'bûk isim alıştırma kitabı.
work-brittle
work-brit.tle wırk'brîtıl sıfat, konuşma dili işine alışıp iyi iş yapar duruma gelmiş (kimse).
workday
work.day wırk'dey isim işgünü.
worked up
heyecanlı. 2. kızgın, öfkeli.
worker
work.er wır'kır isim 1. işçi; emekçi. 2. konuşma dili çalışkan kimse: She's a real worker! Çok çalışkan biri o.
workhorse
work.horse wırk'hôrs isim, konuşma dili çok çalışan kimse; ırgat gibi çalışan kimse.
workhouse
work.house wırk'haus isim ıslahevi, ıslahhane. 1568
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
working agreement
geçici anlaşma.
working breakfast
iş görüşmesi yapılan kahvaltı.
working capital
döner sermaye.
working class
işçi sınıfı.
working day
işgünü.
working draft
(yazılı) taslak.
working hours
iş/mesai saatleri.
working hypothesis
geçici varsayım.
working lunch
iş görüşmesi yapılan öğle yemeği.
working majority
yeterli çoğunluk.
working
work.ing wır'kîng isim 1. işleme tarzı. 2. çoğul kazılar, hafriyat, kazılmış yerler.
workingman
work.ing.man wır'kîngmän isim (workingmen) işçi; emekçi.
workman
work.man wırk'mın isim (workmen) işçi.
workmanlike
work.man.likesıfat ustalıkla/ustaca yapılmış, ustalıklı.
workmanship
work.man.shipisim işçilik, bir işe verilen emeğin niteliği: The workmanship in this snuffbox is excellent. Bu enfiye kutusunun işçiliği çok iyi.
workmen's compensation insurance iş kazası sigortası, iş yerindeki kaza yüzünden işçinin uğradığı zararın tazminatını karşılayan sigorta. workout
work.out wırk'aut isim antrenman, idman.
workshop
work.shop wırk'şap isim 1. (zanaatçıya ait) atölye, islik. 2. (üniversite dışında yapılan) seminer.
work-shy
work-shy wırk'şay sıfat, konuşma dili çalışmaya pek yanaşmayan, işten kaçan.
workstation
work.sta.tion wırk'steyşın isim, bilgisayar iş istasyonu.
workweek
work.week wırk'wik isim bir haftadaki toplam işgünü veya çalışma saati: We have a five-day workweek here. Burada haftada beş gün çalışıyoruz. He has a forty-hour workweek. Haftada kırk saat çalışıyor.
world view
dünya görüşü, hayat felsefesi.
world war
dünya savaşı.
world
world wırld isim dünya, âlem. 1569
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük world-class
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
world-class wırld'kläs sıfat, konuşma dili 1. üstün nitelikli, üstün, çok iyi. 2. dünyadaki en iyilerden sayılan.
worldliness
world.li.nessisim maddecilik.
worldly
world.ly wırld'li sıfat dünyevi, maddi; maddeci.
worldly-wise
world.ly-wisesıfat dünyayı anlayan, dünyanın kaç bucak olduğunu anlayan.
worldwide
world.wide wırld'wayd' sıfat dünya çapındaki, dünyadaki herkesi veya her ulusu kapsayan. zarf bütün dünyada, dünyanın her tarafında.
worm one's way into
-e sinsice/kurnazlıkla girmek.
worm one's way out of
-den kurnazlıkla sıyrılmak.
worm one's way through
kıvrıla kıvrıla veya döne dolaşa -den geçmek.
worm oneself into
-e sinsice/kurnazlıkla girmek.
worm oneself out of
-den kurnazlıkla sıyrılmak.
worm something out of someone
sabır ve kurnazlıkla birinden bir şey öğrenmek, bir şeyi birinin ağzından kapmak; birinin ağzından laf almak/çekmek. 2. (zamanla) birini kandırarak veya ikna ederek bir şeyi elde etmek.
worm
worm wırm isim 1. kurt; solucan. 2. aşağılık kimse.
worm-eaten
worm-eat.en wırm'itın sıfat kurt yemiş.
wormwood
worm.wood wırm'wûd isim pelin.
wormy
worm.y wır'mi sıfat 1. kurtlu, kurtlanmış. 2. kurt yemiş.
worn to a frazzle
bitkin, çok yorgun.
worn
worn wôrn fiil bakınız wear sıfat 1. aşınmış. 2. yorgun, yorulmuş.
worn-out
worn-out wôrn'aut sıfat 1. çok kullanılmaktan işe yaramaz duruma gelmiş; yıpranmış; eskimiş; partal; köhne. 2. konuşma dili çok yorgun, bitkin, pestil gibi.
worried
wor.ried wır'id sıfat merak içinde olan, tasalı, kaygılı.
worrier
wor.ri.erisim kolaylıkla kaygılanan kimse; evhamlı kimse.
worrisome
wor.ri.somesıfat kaygı verici, kaygılandırıcı.
worry beads
tespih. 1570
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük worry
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wor.ry wır'i fiil 1. (about) merak/kaygı içinde olmak, merak etmek; kaygılanmak, üzülmek; -i merak içinde bırakmak, -i kaygılandırmak, -i rahatsız etmek: Don't worry about it! Onu merak etme! What's worrying you? Seni kaygılandıran ne? That doesn't worry me at all. O beni hiç rahatsız etmiyor. Don't worry! Merak etme!/Üzme canını! 2. -e musallat olmak, -e tebelleş olmak. isim 1. kaygı, tasa, merak. 2. dert, sorun.
worrying
wor.ry.ingsıfat kaygı verici, kaygılandırıcı.
worrywart
wor.ry.wart wır'iwôrt isim, konuşma dili kolaylıkla kaygılanan kimse; evhamlı kimse.
worse still
daha kötüsü, işin daha kötüsü: The electricity's off and, worse still, the heating's not working. Cereyan kesik ve daha kötüsü kalorifer çalışmıyor.
worse than ever
her zamankinden çok: It's dripping worse than ever now. Şimdi her zamankinden çok damlıyor. 2. her zamankinden kötü: He's behaving worse than ever. Her zamankinden kötü davranıyor.
worse
worse wırs sıfat daha kötü, daha fena, beter: He's worse today. Bugün durumu daha kötü. isim daha kötü, daha fena, beter: That was bad enough, but worse was to follow. O yeterince kötüydü. Fakat ondan kötüsü gelecekti. zarf daha kötü, daha fena: She thought far worse of him than Ayşe did. Onun hakkında Ayşe'den çok daha kötü düşünüyordu. Akif's worse educated than Zeki. Akif, Zeki'den de kötü bir öğrenim görmüş.
worsen
wors.en wır'sın fiil daha kötü olmak, kötüleşmek, kötüye gitmek; (hasta) kötüleşmek; daha kötü bir hale getirmek, kötüleştirmek.
worship
wor.ship wır'şîp fiil (worshiped/worshipped, worshiping/worshipping) 1. tapmak; ibadet etmek; tapınmak: His father worshiped God; he worships money. Babası Allaha tapardı; kendisi paraya tapıyor. They've worshiped there for years. Yıllarca orada ibadet 1571
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
ettiler. 2. tapınmak, taparcasına sevmek: He worships her. Ona tapınıyor. isim ibadet; tapma; tapınma. worshiper
wor.ship.erisim ibadet eden kimse, Allaha tapınan kimse; tapan kimse; tapınan kimse.
worst
worst wırst sıfat en kötü, en fena. isim bakınız the worst zarf en kötü şekilde: Who played worst? En kötü oynayan kimdi? She's the worst dressed woman here. Buradaki en kötü giyinmiş kadın o.
worsted
wor.sted wûs'tîd, wır'stîd isim 1. kamgarn iplik, kamgarn. 2. kamgarn kumaş, kamgarn.
worth
worth wırth isim kıymet, değer: It's of very little worth. Kıymeti pek az. Give me ten thousand liras' worth of cheese. Bana on bin liralık peynir ver. edat bakınız be worth
worthless
worth.less wırth'lîs sıfat 1. kıymetsiz, değersiz. 2. işe yaramaz. 3. (ahlakça) beş para etmez.
worthwhile
worth.while wırth'hwayl' sıfat zaman harcamaya değer; zahmete değer; yararlı, faydalı.
worthy
wor.thy wır'dhi sıfat 1. kıymetli, değerli; saygıdeğer. 2. uygun, münasip. isim ileri gelenlerden biri: We talked with the town's worthies. Şehrin ileri gelenleriyle konuştuk.
Would you like a drop of brandy?
Bir konyak ister misiniz?
Would you rather go?
Gitmeyi mi tercih edersin?
would
would wûd yardımcı fiil 1. Geçmişe ait bir gelecek zamanı belirtir: The day when he would depart was drawing nigh. Gideceği gün yaklaşıyordu. They told us they would resign. Bize istifa edeceklerini söylediler. He would learn the truth much later. Gerçeği çok daha sonra öğrenecekti. We plied him with lots of wine so that he'd forget about his troubles. Dertlerini unutsun diye şarap kadehini hiç boş bırakmadık. He selected music that would cheer everyone up. Herkesi neşelendirecek bir müzik seçti. 2. Bazı ifadeleri 1572
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yumuşatmak için kullanılır: Would you please hand me that book? Lütfen o kitabı bana verir misiniz? Would you like me to leave the room? Odadan çıkmamı ister misiniz? Wouldn't you say so? Hemfikir değil misiniz? He was, it would seem, a charlatan. Meğer şarlatanmış. 3. Niyet belirtir: He said he'd inform me by Thursday. Perşembeye kadar bana bildireceğini söyledi. He decided he'd do it. Onu yapmaya karar verdi. 4. İstek, seçim veya tercih belirtir: I was hoping she'd come. Geleceğini umuyordum. I'd hate to have to do that. Onu hiç yapmak istemezdim. If only you'd help me! Ah bana bir yardım etsen! He'd have fired them last year if he could have. Elinde olsa onları geçen sene işten atardı. They'd have the whole section done away with! Bütün bölümü lağvederler! If he'd do his part, we'd get this done. Kendine düşen işi yapsa bunu bitirebiliriz. She'd prefer not to go. Gitmemeyi tercih eder. I'd be glad to! Memnuniyetle! 5. İnat, ısrar veya kararlılık belirtir: She would keep correcting me! Yanlışlarımı düzeltip dururdu. You would go and tell her, wouldn't you? Yine de gidip ona söyledin, değil mi? Mürüvvet really got everybody's dander up. But then she would, wouldn't she? Mürüvvet herkesi çileden çıkardı. Fakat hep öyle yapar, değil mi? COLOR='#'> would-be
would-be wûd'bi sıfat 1. (bir şeye) özenen, (bir şey) taslağı, (bir şey) olmak isteyip beceremeyen: It was a haunt of would-be poets. Şairliğe özenenlerin uğrak yeriydi. 2. muhtemel: would-be aggressors muhtemel saldırganlar.
wouldn't
would.n't wûd'ınt kısaltma would not .
wound
wound wund isim yara. fiil yaralamak.
wounded
wound.edsıfat yaralı, yaralanmış.
wove
wove wov fiil bakınız weave
woven
wo.ven wo'vın fiil bakınız weave 1573
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wow
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wow wau ünlem 1. Oh, ...!/O, ...!/Harika! (Hayranlık belirtir.). 2. Vay!/Hayret bir şey!/Vay anasını! (Hayret belirtir.). fiil, konuşma dili (birini) hayran etmek, mest etmek.
wrack
wrack räk isim bakınız go to wrack and ruin fiil bakınız be wracked by be wracked with
wraith
wraith reyth isim hayalet.
wrangle
wran.gle räng'gıl fiil 1. ağız kavgası yapmak. 2. münakaşa etmek. 3. münakaşa ederek (bir şey) elde etmek. 4. (kovboy) sığır veya atlara bakmak. isim ağız kavgası; ağız kavgası yapma.
wrangler
wran.glerisim kovboy.
wrap up
(paket v.b.'ni) sarmak. 2. (soğuğa karşı) kalın giyinmek, sarınıp sarmalanmak. 3. konuşma dili (toplantıyı, işi) bitirmek.
wrap
wrap räp fiil (wrapped/wrapt, wrapping) (paket v.b.'ni) sarmak: Do you want me to wrap this? Bunu sarayım mı?
wrapper
wrap.per räp'ır isim 1. (bir nesneye sarılmış) ambalaq kâğıdı. 2. (kitap için) ceket, şömiz. 3. (giysi olarak) sabahlık.
wrapping paper
ambalaj kâğıdı.
wrapping
wrap.ping räp'îng isim ambalaq kâğıdı.
wrath
wrath räth, [İngiliz İngilizcesi] rath/rôth isim gazap, büyük öfke.
wrathful
wrath.fulsıfat gazaba gelmiş; gazaplı; gazap dolu.
wreak damage on
-e hasar vermek.
wreak havoc on
-e çok zarar vermek; -i kasıp kavurmak, -i mahvetmek.
wreak havoc with
-i altüst etmek.
wreak one's anger on
öfkesini -den çıkarmak, hıncını -den almak.
wreak vengeance on
-den öç/intikam almak.
wreak
wreak rik fiil bakınız wreak damage on wreak havoc with wreak one's anger on wreak vengeance on
wreath
wreath rith isim çelenk. 1574
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wreathe
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wreathe ridh fiil 1. (bir şeyin) üstünü örtmek; sarmak: Mist wreathed the peaks. Dağların tepeleri sisle sarılıydı. 2. (duman) döne döne yükselmek.
wreck
wreck rek fiil 1. kaza geçirmek; kazaya uğratmak. 2. yıkmak. 3. bozmak; mahvetmek. isim 1. trafik kazası. 2. gemi kazası. 3. gemi enkazı. 4. enkaz haline gelmiş şey, enkaz, harabe. 5. kazaya uğrama.
wreckage
wreck.age rek'îc isim kazadan geri kalan parçalar, enkaz.
wrecker
wreck.er rek'ır yıkmacı, yıkıcı. 2. otomotiv kurtarıcı, çekici.
wren
wren ren isim çalıkuşu.
wrench something away from someone wrench
bir şeyi birinden zorla çekip almak.
wrench renç isim 1. (somun veya vidaların sıkıştırılıp gevşetilmesi için kullanılan) anahtar. 2. sert bir çekiş. fiil 1. sert bir şekilde çekmek. 2. (bir uzvu) burkmak, (bir uzuv) burkulmak; (adaleyi) fazla çekerek incitmek: She's wrenched her ankle. Ayağını burktu./Ayağı burkuldu.
wrest
wrest rest fiil 1. from (bir şeyi) (birinden) zorla çekip almak. 2. from (bir şeyi) -den zorlukla elde etmek.
wrestle
wres.tle res'ıl fiil güreşmek.
wrestler
wres.tlerisim güreşçi.
wrestling
wres.tlingisim güreş.
wretch
wretch reç isim 1. biçare kimse, zavallı kimse. 2. alçak herif, pis alçak.
wretched
wretch.ed reç'îd sıfat 1. çok kötü, çok rahatsız: She feels wretched. Kendini çok kötü hissediyor. 2. perişan, zavallı, acınacak durumda olan. 3. berbat bir halde olan, son derece sefil/yoksul. 4. berbat, çok kötü. 5. kör olası, lanet.
wriggle out of
kurnazlıkla kendini -den kurtarmak/sıyırmak: He wriggled out of that boring dinner. Kurnazlıkla kendini o sıkıcı yemeğe gitmekten kurtardı. 1575
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük wriggle
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
wrig.gle rîg'ıl fiil 1. kıpırdamak, kıpırdanmak, (bir yerde) rahat durmamak. 2. eğilip bükülerek geçmek; kıvrıla kıvrıla gitmek. 3. oynatmak: Wriggle your toes. Ayak parmaklarını oynat. isim 1. kıpırdama, kıpırdanma; kıpırtı. 2. kıvrılma, kıvrılış. 3. oynatma, oynatış.
wring one's hands
(acı, üzüntü veya çaresizlikten) ellerini ovuşturmak.
wring something out from
bir şeyi -den zorla almak.
wring something out of
bir şeyi -den zorla almak.
wring
wring rîng fiil (wrung) 1. (çamaşırı) sıkmak veya burmak. 2. (boynunu) burarak (bir hayvanı) öldürmek. 3. (birinin elini) kuvvetlice sıkmak.
wringer
wring.er rîng'ır isim (çamaşır sıkmak için) mengene.
wringing wet
sırılsıklam, sırsıklam.
wrinkle
wrin.kle rîng'kıl isim 1. buruşukluk, kırışıklık, kırışık. 2. konuşma dili yöntem. fiil buruşturmak, kırıştırmak; buruşmak, kırışmak.
wrinkled
wrin.kledsıfat buruşuk, kırışık.
wrist
wrist rîst isim bilek, el bileği.
wristwatch
wrist.watch rîst'waç isim kol saati.
writ
writ rît isim (adli bir merciden gelen) yazılı emir.
write down
yazmak, kâğıda dökmek.
write off for
mektup göndererek (bir şey) istemek.
write someone back
konuşma dili 1. birinin mektubuna cevap yazıp göndermek, birinin mektubuna cevap yazmak. 2. birinin mektubuna cevap yazmak.
write someone off
birinin işe yaramaz olduğuna karar vermek.
write something down
bir şeyi yazmak/kaydetmek.
write something off
ticaret tahsil edilmesi imkânsız borç veya telafi edilmesi imkânsız mali zararı defterden silmek. 2. bir şeyin işe yaramaz olduğuna karar vermek.
write something out
bir şeyi yazıya dökmek.
write something up
notları rapor, kitap v.b. haline sokmak: I'll write up these notes later. Bu notları daha sonra esaslı bir şekle 1576
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
sokarım. 2. bir fikri hikâye, kitap v.b.'ne dönüştürmek. 3. birini veya bir olayı makale konusu yapmak. write
write rayt fiil (wrote, written) 1. yazı yazmak: She's learning to write. Yazı yazmayı öğreniyor. 2. (bir şeyi) yazmak: Can you write your name? İsmini yazabilir misin? 3. konuşma dili (birine) mektup yazıp göndermek, mektup yazmak: She writes him every day. Her gün ona mektup yazıyor. 4. konuşma dili (birine) mektup yazmak. 5. yazmak, yazarlık yapmak: He writes for a living. Hayatını yazarak kazanıyor.
write-off
write-off rayt'ôf isim tahsil edilmesi imkânsız borç; telafi edilmesi imkânsız mali zarar.
write-protect
write-pro.tect rayt'prıtekt fiil, bilgisayar yazmayı engellemek.
write-protected
sıfat yazma engelli.
writer
writ.er ray'tır isim yazar; müellif.
write-up
write-up rayt'^p isim, konuşma dili (gazete veya dergide eleştiri, makale gibi) yazı.
writhe
writhe raydh fiil (ağrı, sancı veya manevi bir ıstıraptan) kıvranmak.
writing materials
yazı gereçleri/malzemesi.
writing
writ.ing ray'tîng isim 1. el yazısı. 2. yazılı eser, yazı. 3. yazı yazma.
written
writ.ten rît'ın fiil bakınız write sıfat yazılı, yazılmış.
wrong
wrong rông sıfat 1. yanlış: He gave the wrong answer. Yanlış cevap verdi. We're on the wrong road. Yanlış yoldayız. You're wrong about that. Onda yanılıyorsun. We boarded the wrong train. Yanlış trene bindik. I've dialed the wrong number. Yanlış numara çevirdim. 2. dince veya ahlakça suç sayılan: Stealing is wrong. Hırsızlık günah. 3. Yakışıksızca davranan/ayıp eden bir kimse veya yakışıksız/ayıp sayılan bir davranış için söylenir: You were wrong not to have gone. Gitmemekle ayıp ettin. 4. uygun olmayan, yanlış; ters, 1577
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
münasebetsiz: That was the wrong way to broach that subqect. O konuyu o şekilde açmak yanlıştı. This is the wrong time. Şimdi zamanı değil. This is the wrong qob for you. Bu sana göre bir iş değil. 5. sakıncalı, mahzurlu: There's nothing wrong with that. Onun hiçbir sakıncası yok. I see nothing wrong with it. Onu sakıncalı bulmuyorum. Do you see anything wrong with it? Onda bir sakınca görüyor musun? zarf yanlış bir şekilde, yanlış: You've done it wrong again. Onu gene yanlış yaptın. isim suç; günah; kötü: He's old enough to know the difference between right and wrong. İyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir yaşa geldi. wrongdoer
wrong.do.er rông'duwır isim 1. günahkâr. 2. suçlu.
wrongful
wrong.ful rông'fıl sıfat 1. haksız. 2. kanuna aykırı.
wrongheaded
wrong.head.ed rông'hedîd sıfat 1. yanlış bir fikre inatla bağlı olan, yanlış bir fikirde direnen. 2. yanlış.
wrongly
wrong.lyzarf 1. yanlış bir şekilde. 2. haksız bir şekilde.
wrote
wrote rot fiil bakınız write
wrought iron
dövme demir, işlenmiş demir, ferforje.
wrought
wrought rôt sıfat yapılmış.
wrung
wrung r^ng fiil bakınız wring
wry
wry ray sıfat eğri, çarpık.
wt.
wt.kısaltma weight
X
X, x eks isim 1. X, İngiliz alfabesinin yirmi dördüncü harfi. 2. yanlış işareti. 3. öpücük işareti.
xenophobia
xen.o.pho.bi.a zenıfo'biyı isim 1. yabancı korkusu; yabancılardan nefret etme; yabancı duşmanlığı. 2. yabancı olandan korkma/nefret etme.
xenophobic
xen.o.pho.bic zenıfo'bîk sıfat 1. yabancılardan korkan; yabancılardan nefret eden. 2. yabancı olandan korkan; yabancı olandan nefret eden. 3. yabancı duşmanlığı güden (yazı, yasa, v.b.).
xerophyte
xe.ro.phyte zir'ıfayt isim kurakçıl bitki.
xerophytic
xe.ro.phyt.ic zirıfît'îk sıfat kurakçıl. 1578
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Xerox machine
fotokopi makinesi.
Xerox
Xer.ox zîr'aks isim fotokopi, fotokopiyle yapılmış kopya. fiil -in fotokopisini çekmek.
Xmas
Xmas krîs'mıs isim bakınız Christmas
X-rated
X-rat.ed eks'rey'tîd sıfat on yedi yaşından küçüklerin seyretmesi yasak olan (film).
X-ray
X-ray eks'rey isim 1. X ışını, röntgen ışını. 2. röntgen filmi, röntgen. fiil -in röntgenini çekmek.
xylophone
xy.lo.phone zay'lıfon isim ksilofon.
Y
Y, y way isim Y, İngiliz alfabesinin yirmi beşinci harfi.
yacht
yacht yat isim yat.
yak
yak yäk isim yak.
yam
yam yäm isim tatlı patates.
yammer
yam.mer yäm'ır fiil, konuşma dili yakınıp durmak, sızlanıp durmak.
yank someone out of
birini (bir yerden) alıvermek veya çıkarıvermek.
yank something out of
bir şeyi -den kapmak veya kuvvetle çekivermek.
yank
yank yängk fiil birden ve kuvvetle çekmek, kuvvetle çekivermek. isim kuvvetli çekiş.
Yankee
Yan.kee yäng'ki isim 1. Amerikalı. 2. Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzey eyaletlerinde doğup büyüyen veya yaşayan biri, kuzeyli.
yap
yap yäp fiil (yapped, yapping) (ufak köpek) (kesik ve tiz bir sesle) havlamak. isim kesik ve tiz bir havlama.
yard sale
evin bahçesinde yapılan istenmeyen eşya satışı.
yard
yard yard isim 1. (binaya ait) bahçe. 2. avlu.
yardstick
yard.stick yard'stîk isim 1. bir yarda uzunluğundaki ölçü aracı. 2. ölçü, ölçüt, mihenk, denektaşı, miyar.
yarn
yarn yarn isim 1. yün ipliği. 2. _tekstil_ iplik. 3. konuşma dili (uydurulmuş) hikâye.
yarrow
yar.row yär'o, yä'rı isim, botanik civanperçemi.
yawn
yawn yôn fiil 1. esnemek. 2. derin bir çukur gibi bir boşluk/açıklık bulunmak/belirmek/açılmak: If he hadn't stopped right then, he wouldn't have seen the chasm 1579
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
yawning before him. Tam o anda durmasaydı önündeki uçurumu görmeyecekti. isim esneme. yawp
yawp yôp fiil bağırmak. isim bağırtı, bağırma, bağırış.
yaws
yaws yôz isim, tıbbi piyan.
yd.
yd.kısaltma yard
yea
yea yey ünlem Yaşa!/Ole! Yea, Galatasaray! Cim bom bom!
yeah
yeah ye'ı zarf, konuşma dili evet.
year in year out
her yıl; yıllar yılı.
year
year yîr isim yıl, sene.
yearbook
year.book yîr'bûk isim yıllık.
yearling
year.ling yîr'lîng isim bir yaşında hayvan yavrusu.
yearlong
year.long yîr'lông' sıfat yıl boyunca devam eden.
yearly
year.ly yîr'li sıfat yılda bir olan, yıllık, senelik. zarf yılda bir.
yearn
yearn yırn fiil çok arzu etmek.
yearning
yearn.ing yır'nîng isim arzu.
year-round
year-round yîr'raund' sıfat bütün yıl devam eden.
yeast
yeast yist isim maya.
yell
yell yel fiil bağırmak; nara atmak. isim bağırma, bağırış; nara.
yellow fever
tıbbi sarıhumma.
yellow jacket
gövdesi sarı ve siyah renkli bir tür yabanarısı.
yellow journalism
sansasyonel gazetecilik.
yellow poplar
laleağacı.
yellow
yel.low yel'o sıfat 1. sarı, sarı renkli. 2. konuşma dili ödlek, korkak. isim 1. sarı, sarı renk. 2. yumurta sarısı. fiil sararmak; sarartmak.
yellow-bellied
yel.low-bel.lied yel'obelid sıfat, konuşma dili ödlek, korkak.
yellowish
yel.low.ishsıfat sarımtırak, sarımsı.
yelp
yelp yelp fiil kesik ve acı bir sesle havlamak. isim kesik ve acı bir havlama.
Yemen
Yem.en yem'ın isim Yemen. 1580
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Yemeni
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Yem.e.ni yem'ıni isim Yemenli. sıfat 1. Yemen, Yemen'e özgü. 2. Yemenli.
Yemenite
Yem.en.ite yem'ınayt isim, sıfat bakınız Yemeni
yen
yen yen isim, konuşma dili arzu. fiil (yenned, yenning) arzu etmek, arzulamak.
yeoman
yeo.man yo'mın isim (yeomen) 1. küçük çiftlik sahibi çiftçi. 2. denizcilikle ilgili bazı astsubaylara verilen bir unvan.
yes
yes yes zarf evet. isim (yeses/yesses) olumlu cevap veya oy.
Yes, indeed!
Elbette!
yes-man
yes-man yes'män isim, konuşma dili (yes-men) evet efendimci.
yesterday
yes.ter.day yes'tırdi, yes'tırdey isim, zarf dün: yesterday morning dün sabah. yesterday's newspaper dünkü gazete. the day before yesterday önceki gün.
yet
yet yet zarf 1. daha; henüz; hâlâ: They haven't come yet. Daha gelmediler. "Can I come in?" "Not yet." "Girebilir miyim?" "Henüz değil." I have yet to receive them. Onları hâlâ almadım. They haven't done anything yet. Daha bir şey yapmadılar. 2. şimdi: Are they here yet? Geldiler mi? 3. hâlâ, gene de, yine de: They may yet bring it off. Onu hâlâ becerebilirler. 4. daha da: Make it yet lighter! Onu daha da açık yap! He had yet another book to show us. Bize göstermek istediği bir kitabı daha vardı. bağlaç fakat, buna rağmen: It looks edible, yet it isn't. Yenilebilir gibi görünüyor fakat yenilmez.
yew
yew yu isim porsukağacı.
Yiddish
Yid.dish yîd'îş isim, sıfat Yahudi Almancası, Yahudice.
yield the right of way
(trafikte) yol vermek.
yield to temptation
şeytana uymak.
yield
yield yild fiil 1. (ürün, vergi, sonuç) vermek; (kâr, kazanç) getirmek: That tree always yielded a lot of fruit. 1581
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
O ağaç hep çok meyve verirdi. This new levy will yield us a lot of revenue. Bu yeni vergi bize çok para getirir. 2. teslim etmek; teslim olmak. 3. to (başkasına) vermek, bırakmak. 4. (bir şeyin doğru olduğunu) kabul etmek. isim 1. ürün, mahsul; verim. 2. hâsılat, gelir. yip
yip yîp fiil (yipped, yipping) (ufak köpek) kesik ve tiz bir sesle havlamak. isim kesik ve tiz bir havlama.
yipe
yipe yayp ünlem Ay!/Of!
yippee
yip.pee yîp'i ünlem Ah, ne güzel!/Ah, ne iyi!/Yaşasın! (Sevinince söylenir.).
yob
yob yab isim, İngiliz İngilizcesi, argo hödük, maganda, hanzo.
yobbo
yob.bo yab'o isim, İngiliz İngilizcesi, argo (yobbos/yobboes) bakınız yob
yoga
yo.ga yo'gı isim yoga.
yoghurt
yo.ghurt yo'gûrt isim bakınız yogurt
yogurt
yo.gurt yo'gırt isim yoğurt.
yoke
yoke yok isim 1. boyunduruk. 2. of boyundurukla bağlanmış bir çift (hayvan): three yoke of oxen üç çift öküz. 3. (sırık hamallarının kullandığı) sırık. 4. terzilik (gömlekte) roba; (etekte) üst kısım, basen kısmı. fiil (hayvanlara) boyunduruk geçirmek; with (bir hayvanla) (başka bir hayvanı) aynı boyunduruğa koşmak; to (bir hayvanı) bir boyundurukla (bir araca) koşmak.
yokel
yo.kel yo'kıl isim (taşradan gelen) hödük.
yolk
yolk yok, yolk isim yumurta sarısı.
yon
yon yan sıfat oradaki; şuradaki. zarf orada; şurada.
yonder
yon.der yan'dır sıfat oradaki; şuradaki; ötedeki. zarf orada; şurada; ötede; oraya; şuraya; öteye. zamir ora; şura; öte.
yoo-hoo
yoo-hoo yu'hu ünlem Hey! Buraya bak!
yore
yore yôr isim bakınız of yore in days of yore
You bet!
konuşma dili Elbette! Hay hay!
You devil!
Seni şeytan seni! 1582
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
You don't have anything wrong with you.Bir şeyin yok senin./Sağlığın yerinde. You don't say!
Yok canım!
You flatter yourself.
O senin hüsnükuruntun.
You get good value for your money there.Orada ödediğin para karşılığında iyi mal alırsın. You mean everything to me.
Sen benim her şeyimsin.
You rascal you!
Seni gidi seni!/Ah seni seni!
You see ....
Yani .../İşte .... 2. Gördün mü?
You would tell her, wouldn't you?
Gidip ona yetiştirirsin, değil mi? 2. İlle ona söylersin, değil mi?
you
you yu zamir 1. sen; siz; sizler; seni; sizi; sana; size: Hey you! Come here! Hey sen, buraya gel! You children don't be late! Çocuklar, siz geç kalmayın! What's it to you? Sana ne? 2. Genellemelerde kullanılır: You don't go there alone. Oraya tek başına gidilmez.
you-all
you-all yu'wôl, yôl zamir sizi; size (Birden fazla kişiye hitap ederken kullanılır.).
you'd
you'd yud kısaltma 1. you had . 2. you would .
you'll
you'll yul kısaltma you will .
young and old
herkes.
young
young y^ng sıfat 1. genç. 2. körpe. isim bakınız the young
youngster
young.ster y^ng'stır isim çocuk; yavru.
Your guess is as good as mine.
Aslında ikimiz de bir şey bilmiyoruz.
Your Highness
Ekselansları.
Your Honor
Sayın Yargıç. 2. Sayın Başkan (belediye başkanı).
your
your yûr, yôr zamir, sıfat senin; sizin.
You're a sight for sore eyes!
Ah, seni görmek ne kadar güzel!
You're a sight!
Ah, seni seni! 2. Aman, bu ne hal böyle?
You're another!
Sen de!
You're welcome to try.
Bir deneyin isterseniz./Buyrun deneyin.
You're welcome.
Bir şey değil./Rica ederim./Estağfurullah.
you're
you're yûr kısaltma you are .
Yours truly,
Saygılarımla, (mektubun sonunda).
yours
yours yûrz, yôrz zamir seninki; sizinki. 1583
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük yourself
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
your.self yûrself', yôrself zamir (yourselves) kendin; kendiniz: Don't kill yourself! Kendini öldürme! Do it yourself! Onu kendin yap! Pull yourself together! Kendine gel! You yourself know this is true. Bunun doğru olduğunu kendin biliyorsun. You don't seem to be yourself today. Bugün her zamanki gibi değilsin.
youth
youth yuth isim 1. gençlik. 2. gençler.
youthful
youth.ful yuth'fıl sıfat 1. gençlere veya gençliğe özgü. 2. genç. 3. genç bir havaya sahip, genç bir insanı andıran (yaşlıca veya yaşlı kimse). 4. taze.
You've every reason to be mad.
Kızmakta çok haklısın.
you've
you've yuv kısaltma you have .
yowl
yowl yaul fiil ulumak. isim uluma.
yo-yo
yo-yo yo'yo isim 1. yoyo. 2. konuşma dili aptal kimse, dangalak.
yr.
yr.kısaltma «year» your
yucca
yuc.ca y^k'ı isim avizeağacı.
yuck it up
şakalaşmak, gülüşüp eğlenmek.
yuck
yuck y^k ünlem Öf! (Tiksinti belirtir.). fiil, konuşma dili bakınız yuck it up
yucky
yuck.y y^k'i sıfat, konuşma dili iğrenç.
Yugoslav
Yu.go.slav yu'goslav isim, sıfat Yugoslav; Yugoslavyalı.
Yugoslavia
Yu.go.slav.ia yugoslav'iyı isim Yugoslavya.
Yugoslavic
Yu.go.slav.ic yugosläv'îk sıfat bakınız Yugoslav
yuk
yuk y^k ünlem, fiil (yukked, yukking) bakınız yuck
Yule
Yule yul isim Noel yortusu.
Yuletide
Yule.tide yul'tayd isim Noel mevsimi.
yummy
yum.my y^m'i sıfat, konuşma dili lezzetli.
yuppie
yup.pie y^p'i isim, argo yupi, hırslı ve maddi şeylere çok önem veren meslek sahibi genç.
yuppy
yup.py y^p'i isim, argo yupi, hırslı ve maddi şeylere çok önem veren meslek sahibi genç.
1584
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük Z
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
Z, z zi, [İngiliz İngilizcesi] zed isim Z, İngiliz alfabesinin yirmi altıncı harfi.
Zafer didn't take it kindly.
Zafer'in hoşuna gitmedi.
Zaire
Za.ire za.ir' isim Zaire.
Zairean
Za.ir.e.an za.ir'iyın isim Zaireli. sıfat Zaire, Zaire'ye özgü.
Zairian
Za.ir.i.an za.ir'iyın isim, sıfat bakınız Zairean
Zambia
Zam.bi.a zäm'biyı isim Zambiya.
Zambian
isim Zambiyalı. sıfat 1. Zambiya, Zambiya'ya özgü. 2. Zambiyalı.
zany
za.ny zey'ni sıfat delidolu.
Zanzibar
Zan.zi.bar zän'zıbar' isim zengibar.
Zanzibari
isim Zengibarlı. sıfat 1. Zengibar, Zengibar'a özgü. 2. Zengibarlı.
zap
zap zäp fiil, konuşma dili (zapped, zapping) 1. vurmak. 2. ateş ederek öldürmek, öldürmek. 3. televizyon kanal değiştirmek.
Zarathustra
Zar.a.thus.tra zarathus'tra, zärıthus'trı isim bakınız Zoroaster
zeal
zeal zil isim 1. gayret, şevk. 2. coşkunluk, ateşlilik.
zealot
zeal.ot zel'ıt isim 1. gayretkeş kimse. 2. fanatik.
zealous
zeal.ous zel'ıs sıfat 1. gayretli. 2. ateşli, hararetli.
zebra crossing
İngiliz İngilizcesi (çizgili) yaya geçidi.
zebra
ze.bra zi'brı isim (zebra/zebras) zebra.
zed
zed zed isim, İngiliz İngilizcesi Z harfi.
zee
zee zi isim Z harfi.
zenith
ze.nith zi'nîth isim 1. gökbilim başucu noktası. 2. doruk, zirve.
zephyr
zeph.yr zef'ır isim hafif rüzgâr, esinti.
zeppelin
zep.pe.lin zep'ılîn isim zeplin.
zero in on
dikkatini (bir şeyin) üstüne çevirmek.
zero
ze.ro zir'o isim sıfır. fiil bakınız zero in on
zest
zest zest isim 1. zevk, haz, keyif, lezzet: They still have a zest for living. Onlar hâlâ hayattan zevk alabiliyor. 1585
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
That it was illicit only added to its zest. Kurallara aykırı oluşu zevkini daha da artırdı. 2. şevk: She works with zest. Şevkle çalışıyor. 3. azıcık keskin veya acı bir çeşni: The cinnamon adds zest to it. Tarçın ona azıcık keskin bir çeşni katar. 4. renklilik; canlılık; çeşni, lezzet: Zühtiye's presence always adds zest to the proceedings. Zühtiye'nin varlığı, toplantıya hep bir renk katar. zestful
zest.fulsıfat 1. keyifli, zevkli, lezzetli. 2. şevkli. 3. renkli; canlı.
zigzag
zig.zag zîg'zäg isim zikzak. fiil (zigzagged, zigzagging) 1. zikzak çizmek/yapmak. 2. zikzaklar çizerek gitmek.
Zihni can't help but win.
konuşma dili Zihni'nin kazanması kesin.
zilch
zilch zîlç isim, argo sıfır.
Zimbabwe
Zim.bab.we zîmbab'wey isim Zimbabve.
Zimbabwean
isim Zimbabveli. sıfat 1. Zimbabve, Zimbabve'ye özgü. 2. Zimbabveli.
zinc
zinc zîngk isim çinko.
zing
zing zîng isim 1. vınlama, vızıltı. 2. konuşma dili canlılık, zindelik; şevk. 3. konuşma dili renklilik, çeşni. 4. konuşma dili azıcık keskin veya acı bir çeşni. fiil vınlamak, vızıldamak.
zinger
zing.er zîng'ır isim, argo çok şaşırtıcı bir şey.
zingy
zingysıfat, konuşma dili 1. canlı, hayat dolu. 2. frapan. 3. renkli, çarpıcı. 4. tadı azıcık keskin veya acı (yiyecek, içecek).
zinnia
zin.ni.a zîn'iyı isim, botanik zinya, zenya.
Zionism
Zi.on.ism zay'ınîzım isim Siyonizm.
Zionist
Zi.on.ist zay'ınîst isim, sıfat Siyonist.
zip along
konuşma dili çabucak gitmek veya ilerlemek.
zip code
posta kodu.
zip one thing into another
bir şeyi başka bir şeye fermuarla takmak.
zip something open
bir şeyin fermuarını açmak.
zip something up
konuşma dili bir şeyin fermuarını kapamak/çekmek. 1586
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük zip
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
zip zîp isim 1. konuşma dili canlılık, zindelik; şevk. 2. vınlama, vızıltı. fiil (zipped, zipping) 1. konuşma dili çabucak gitmek veya geçmek; çabucak geçirmek. 2. vınlamak, vızıldamak.
zipper one thing into another
bir şeyi başka bir şeye fermuarla takmak.
zipper something open
bir şeyin fermuarını açmak.
zipper something up
bir şeyin fermuarını kapamak/çekmek.
zipper
zip.per zîp'ır isim fermuar. fiil bakınız zipper one thing into another zipper something open zipper something up
zippy
zip.py zîp'i sıfat, konuşma dili 1. canlı, hayat dolu, zinde. 2. frapan. 3. spor, sportif bir havaya sahip (şey).
zit
zit zît isim, argo sivilce.
zizz
zizz zîz isim, İngiliz İngilizcesi, argo şekerleme, kestirme, kısa uyku.
zodiac
zo.di.ac zo'diyäk isim, astroloji Zodyak, burçlar kuşağı.
zodiacal
zo.di.a.cal zoday'ıkıl sıfat Zodyak'a ait.
zone defense
spor bölge savunması.
zone
zone zon isim 1. bölge, mıntıka: zone of fire ateş bölgesi. zone of operations harekât bölgesi. 2. coğrafya kuşak: temperate zone ılıman kuşak. frigid zone kutup kuşağı. 3. _kentbilim_ bölge, zon. fiil (bir bölgede) ancak (belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetlere) izin vermek, (bir bölgeyi) (belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetler) için ayırmak: They've zoned it a commercial area. Orayı ticari bölge ilan ettiler.
zoning
zon.ing zon'îng isim _kentbilim_ (bir bölgede) ancak (belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetlere) izin verme, (bir bölgeyi) (belirli bir faaliyet veya birtakım faaliyetler) için ayırma, zoning.
zonked
zonked zôngkt sıfat, argo 1. (out) çok yorgun, pestil gibi. 2. (out) sarhoş, başı dumanlı.
1587
Redhouse Ingilizce-Türkce Sözlük zoo
33500 Başlıq
Tebriz-Turuz-2012
zoo zu isim 1. hayvanat bahçesi. 2. konuşma dili çok farklı mizaçtaki insanların bulunduğu yer; birtakım tuhaf insanların bulunduğu yer.
zoological garden
hayvanat bahçesi.
zoological
zo.o.log.i.cal zowılac'îkıl sıfat zooloqik.
zoologist
zo.ol.o.gist zowal'ıcîst isim zoolog, hayvanbilimci.
zoology
zo.ol.o.gy zowal'ıci isim zooloqi, hayvanbilim.
zoom lens
fotoğrafçılık değişir odaklı mercek, zum merceği.
zoom
zoom zum fiil 1. konuşma dili büyük bir hızla gitmek, tam gazla gitmek. 2. konuşma dili büyük bir hızla artmak. 3. sinema in on zum/kaydırma yaparak -i birden çok yakından göstermek. 4. sinema away from zum/kaydırma yaparak -i birden uzaktan göstermek.
Zoroaster
Zo.ro.as.ter zorowäs'tır isim Zerdüşt.
Zoroastrian
Zo.ro.as.tri.an zorowäs'triyın isim, sıfat Zerdüşti.
Zoroastrianism
Zo.ro.as.tri.an.ism zorowäs'triyınîzım isim Zerdüştçülük, Zerdüştlük.
zoster
zos.ter zas'tır isim, tıbbi zona.
zucchini
zuc.chi.ni zûki'ni isim bir tür sakızkabağı.
zwieback
zwie.back zway'bäk isim bir çeşit peksimet.
zygote
zy.gote zay'got, zî'got isim, biyoloji zigot.
zzz
zzz zz Horrr! (Karikatürlerde birinin uyuduğunu veya horladığını göstermek için kullanılır.).
1588