1 ALAK [EMBRİYON] SURESİ ALAK SURESİ'NE GİRİŞ
Adın Adınıı ikin ikinci ci ayet ayetin inde de geçe geçenn alak sözc sözcüğ üğün ünde denn alan alan bu sure sure,, Mekke’de inen ilk suredir. Alak suresini bütün incelikleriyle anlamak, onun onun indi indiri rile lenn ilk ilk sure sure oldu olduğu ğunu nu bilm bilmek ek ve bunu bunu dikk dikkat atee alma almakl klaa mümkü mümkünd ndür ür.. Edebi Edebiyat yatta taki ki "muka "mukadd ddim ime” e” usul usulün ünee kıyas kıyas edile edilere rekk bu surey ureyee "Kur "Kur’a ’ann'ın 'ın öns önsözü" özü" de den denileb ilebiilir. lir. Bu özel özelliliği ği dikk dikkat atee alın alındı dığı ğınd nda, a, sure sureni ninn ibar ibares esin inde den, n, işâr işâres esin inde den, n, delâ delâle leti tind nden en ve iktizasından hareketle Kur’an'ın bütününe ulaşmak; Kur’an'da neler bulunduğu, Kur'an'ın neler içerdiği hakkında genel bir kanaate varmak mümkündür. Bu sure ile Yüce Allah, Muhammed'i muhatap alıp ona konuşmuştur. Tek taraflı bir hitap olan bu konuşmayla, Muhammed b. Abdullah’ı tüm insanlığa gönderdiği İslam Dininin son peygamberi olarak göre görevl vlen endi dirm rmiş işti tir. r. Bu sure sure ile ile ona ona ilk ilk mesaj mesajlar ların ınıı vahy vahyetm etmiş iş,, bu mesajların gereğini yerine getirme konusunda peygamberinin zihninde oluşan bazı soruları da gidermiştir. İçeriğini daha iyi anlayabilmek için sure sureni ninn yuka yukarı rıda da sayı sayıla lann özel özellilikl kler erin inii dikk dikkat atte tenn uzak uzak tutm tutmam amak ak gerekir. Ayetlerin İnişleriyle İlgili Meşhur Rivayet
Peyg Peygam ambberi erimi mizze ilk vah vahyin yin gel gelişi işiyle yle ilgi ilgilili olar olarak ak Sahi ahih-i h-i Buhari’nin Vahy Kitabı’nda nakledilen 3 numaralı rivayet şöyledir: “Bize, “Bize, Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbni Şihap, ona Urve b. Zübeyr, Urve de müminlerin annesi Ayşe'den tahdis etti. Müminlerin annesi Ayşe şöyle dedi: Rasülüllah'a ilk vahyin başlayışı, uykuda doğru rüya görmekle olmu olmuşt ştur ur.. Her Her görd gördüğ üğüü rüya rüya saba sabahh aydı aydınl nlığ ığıı gibi gibi orta ortaya ya çıka çıkard rdı.ı. Sonraları ona yalnızlık sevdirildi. Hıra dağındaki mağaraya yalnızlığa çeki çekililir, r, beli belirl rlii gecel gecelerd erdee aile ailesi sini ninn yanın yanınaa geli gelinc ncey eyee kadar kadar ibade ibadett ederdi. Tekrar yiyecek içecek alır, yine giderdi. Tekrar Hadice'nin yanına döner, yiyecek içecek tedarik edip yine giderdi. Ta ki vahiy gelene kadar... 1
Birgün Hıra mağarasında mağarasında iken melek ona geldi, “ إقرأoku” dedi. O da “ ئانا ب ماBen okuyucu değilim” dedi. Peygamber buyurdu ki: “O zaman melek beni alıp takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “ إقرأoku” dedi. Ben de ona, “Ben okuyucu değilim” değilim” dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “ رأ ق إقoku” dedi. Ben yine, “Ben okuyucu değilim” dedim. Sonra beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı kan damlasından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.” Bunu Bununn üzer üzerin inee Rasu Rasulü lüllllah ah,, bu ayet ayetle lerl rlee yüre yüreği ği titr titrey eyer erek ek Hadice'ye döndü. “لونىّلونى زمّ زمBeni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!” dedi. Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra, olanları olanları Hadice'ye Hadice'ye haber haber verdi. verdi. “Kendimden “Kendimden korktum” korktum” dedi. Hadice de: “Hayır, vallahi. Allah seni ebediyen rüsva etmez. Çünkü sen, yakınların yakınlarınaa sıla yaparsın, acizlerin işini görürsün, görürsün, fakire yardım eder, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak vekil ekille leri rine ne yardı ardımc mcıı olur olursu sunn” dedi dedi.. Ve heme hemenn Peyg Peygam ambe beri ri alıp alıp amcas mcasıının nın oğlu oğlu Varak araka' a'ya ya götü götürd rdü. ü. Bu kişi kişi cahi cahililiye ye dön dönemin eminde de Hıristiyan olmuş bir kişi idi. İbranice yazı yazmasını bilir, İncil'den Alla Al lah' h'ın ın dile diledi diği ği kada kadarr bazı bazı şeyl şeyler erii İbra İbrani nice ce yaza yazard rdı.ı. Ve körd kördü. ü. Hadice, Varaka'ya: “Amcaoğlu dinle! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?” dedi. Varaka: “Ne var kardeşimin oğlu?” diye sorunca, Rasulüllah, gördüğü şeyleri ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka: “O gördüğün, Allah'ın Musa'ya indirdiği Namus'tur. Ne olurdu, senin enin dav davetin etin gün günleri lerinnde ben ben de gen genç ols olsaydı aydım. m. Kavm Kavmiinin nin seni seni çıka çıkarac racakl akları arı/hi /hicr crete ete zorl zorlaya ayacak cakla ları rı zaman zaman sağ sağ olsa olsayd ydım. ım.”” Bunu Bununn üzerine Rasulüllah: “Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da: “Senin gibi bir şey getirmiş [vahiy tebliğ etmiş] bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine ulaşırsam sana son derecede yardım ederim” dedi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka öldü. Ve bir müddet vahy kesildi.” Alak suresi şimdiye kadar bu rivayet doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmıştır. Oysa ayetleri anlamanın en iyi yolu, onları Kur’an’ın diğer 2
ayetleriyle açıklama ilkesinden hareket ederek sureyi Kur’an’ın genel çerç çerçev eves esii için içinde de anla anlamay mayaa çalış çalışmak maktı tır. r. Bu ilke, ilke, öncel öncelikl iklee vahy vahyin in başlangıcını anlatan ve yukarıda özeti verilen meşhur rivayetin Kur’an ışığında dikkatle incelenmesini gerektirir. Bu incelemenin bizi ilk elde ulaştıracağı sonuçlar şunlardır: •İl •İlk vahi vahiyl yler eriin uyku yku esn esnasın asında da inme inmedi diği ği Kur’ Kur’an an ile ile sabi sabitt ttiir. (Necm/11-13) Rivayette iddia edildiği gibi ilk vahiyler rüyada inmiş ise, bunun Alak suresinden önce vuku bulmuş olması ve o rüyada inen vahye ait başka ayetlerin ayetlerin de bulunmuş bulunmuş olması gerekir. Böyle bir şeyin kabulü ise vahyin eksik toparlandığının kabulü olur ki, bu hem tarihî belgelere hem de Rabbimizin kitabını koruma vaadine ters düşer. Ayşe'den rivayet edilenler doğru ise, rivayette sözü edilen vahiyler ancak Ayşe'nin olayları hatırlayabileceği çağa ve peygamberimizin evine dâhil olduğu döneme ait olabilir. Rivayet, Ayşe'nin ağzıyla, sanki Ayşe olaylara tanık olmuş ve anlatmı anlatmışş gibi gibi aktarıl aktarılmış mış,, geniş geniş bilgi bilgi verilm verilmemi emişti ştir. r. Hâlbuki Hâlbuki herkes herkes tarafından bilinmektedir ki, ilk vahiyler geldiğinde Ayşe küçük bir çocuktur. Peygam ambe beri rimi miz, z, kend kendis isin inee ilk ilk vahi vahiyy geld geldiğ iğin inde de kork korkma mamı mış, ş, • Peyg ürper ürpermem memiş işti tir. r. (Necm (Necm/1 /133-17 17)) Vara Varaka ka gayb gaybıı bilme bilmez, z, bilem bilemez. ez. Bu rivayette Varaka, tahminin de ötesinde, kehânette bulunmaktadır. Riva Rivaye yeti tinn peyg peygamb amber erle leri rinn öz yurtl yurtları arınd ndan an çıkar çıkarılılmas masıy ıyla la ilgi ilgilili bu bölümü İbrahim suresinin 13. ayetinden alınmış gibi görünmektedir. Böylece Rabbimizin değişmez ve şüphe götürmez beyanı Varaka'ya isnat edilmiştir. İbrahim 13: “Kâfirler peygamberlerine şöyle dediler: ‘Ya tamamıyla bizi bizim m dini dinimi mize ze döne döners rsin iniz iz yahu yahutt da sizi sizi yurd yurdum umuz uzda dann mutl mutlak akaa çıkarırız.” Kur’an an'a 'a göre göre ilk ilk vahi vahiyy Hı Hıra ra mağa mağara rası sı'n 'nda da deği değil,l, Mesc Mescid id-i -i • Kur’ Aksa'da; Cennetu’l-Me'vâ denilen yerde gelmiştir. Hıra mağarası ile ilgili rivayetler, hem Peygamberimizi hem de vahyi rencide eder (Kasas/86). • Bu rivayet doğruysa, Kur’an'da tam üç tane "ikra" sözcüğünün eksik olduğunun kabul edilmesi gerekir. Eğer bu rivay ivayet et doğr doğruu sayı sayılılırs rsa, a, ilk mümi mümin, n, ilk müsl müslüm üman an • Eğer Peygamberimiz değil, En'âm/l4, l63 ve Zümer/12'nin hilâfına Hatice olur. Rivayetteki "bir müddet vahiy kesildi" ifadesi karşımıza bir de "fet "fetre ret" t" prob proble lemi mini ni çıka çıkarm rmak akta tadı dır. r. Sözlü özlükk anla anlamı mı olar olarak ak,, "bir "bir çeviklikten sonra gevşeme, sertlikten sonra yumuşama, güçlülükten 3
sonr sonraa gele gelenn zayı zayıfl flık ık,, aral aralık ık,, boşl boşluk uk"" deme demekk olan olan fe fetr tret et,k ,kon onum umuz uz itibariyle "tebliğsiz dönem" anlamına gelir. Bu "tebliğsiz dönem"in ne kadar sürdüğü rivayetten rivayetten rivayete rivayete değişmektedir; değişmektedir; 12, 15, 25, 40 gün, hatta 3 sene sürdüğünü iddia eden rivayetler vardır. Bu rivayetler, Fetret'in sebepleri konusunda da birbirleriyle çelişkili bir çeşitlilik arz ederler. Fetret'e, yani vahyin kesildiğine ve bunun sebebine dair rivayetler güvenilir olmaktan çok uzaktır. Fetret Fetretin in neden nedenler lerine ine dair dair Razî'n Razî'nin in nakle nakletti ttiği ği şu görüşl görüşler, er, konuyl konuylaa ilgili ilgili rivaye rivayetle tlerin rin neden neden güven güvenili ilirr olmadı olmadığın ğınıı göster gösterece ecekk niteliktedir:
1- Ehl-i Beyt içinde tırnağı uzun olanlar varmış. 2- Peyga Peygamb mberi erimiz miz bir bir sava savaşt ştaa ayağı ayağını nı taşa taşa vuru vurupp kana kanatmı tmış, ş, bunun üzerine “Sen, kanayan ve karşılaştığı şey Allah yolunda sayılan bir parmak mısın?” diye sızlanmış. Allah da buna kızmış, vahyi kesmiş. Oysa bu olay, Sahih-i Buhari'de başka konular dolayısıyla yer alan ve ilk vahiylerin gelmesinden yıllar sonrasına ait bir olaydır. 3- Peygamberimizin evinde, torunları Hasan ile Hüseyin'e ait köpek yavr avrular ularıı varmı mışş. Bu nede edenle, bir mele elek olan Cebr ebrail peygamberimizin evine girememiş. Oysa Oysa peygamb peygamberi erimiz mizin in kızı kızı Fatıma, Fatıma, Ehli Ehli Sünnet Sünnet kaynakl kaynakları arına na göre göre vahy vahyin in başl başlan angı gıcı cınd ndaa henü henüzz beş beş yaşl yaşlar arın ında da bir bir çocu çocukt ktu. u. Şia Şia kaynaklarına göre ise peygamberimizin nübüvvetle görevlendirilmesinden beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Eşi Ali ile evle evlenm nmes esii ise ise hicre hicreti tinn ikin ikinci ci yılı yılınd ndaa gerç gerçekl ekleş eşmiş mişti tir. r. İlk İlk vahi vahiyl yler er sırasında çocuk oldukları iddia edilen Hasan ve Hüseyin, gerçekte hicretin ikinci yılından sonra dünyaya gelmişlerdir. 4- Yahu Yahudi dile lerr peyg peygam ambe beri rimi mize ze Zülk Zülkar arne neyn yn ve As Asha habb-ıı Kehf Kehf hakkında sorular sormuşlar, peygamberimiz de “yarın cevap vereyim” demiş fakat “İnşaallah” dememiş. Halbuki Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf'ten Kur'an'da ilk defa 69. sure olan Kehf suresinde söz edilmektedir. Alak suresi ile Kehf suresinin inişleri arasında en az on yıllık bir zaman farkı vardır. Gerç Gerçek ekte te fe fetr tret et den denen böyl böylee bir bir döne dönem m yaşa yaşanm nmam amış ış,, vahi vahiyy kesin kesinti tisi sizz olar olarak ak deva devam m etmi etmişt ştir ir.. As Aslılınd ndaa Duhâ Duhâ/3 /3 ayeti ayeti,, fe fetr tret et konusuna malzeme yapılmıştır. Birçok çevirmen ve yorumcu bu ayeti, Rabb Rabbin in seni seni terk terk etmed etmedii ve sana sana darı darılm lmadı adı şekl şeklin inde de anla anlamı mışş ve ilk ilk vahiyle bu ayet arasında bir fetret döneminin bulunduğu kanısına 4
varmıştır. Oysa Duhâ suresi, iniş sırası olarak 11. suredir. Eğer bu kabulleri kabulleri doğru olsaydı, ilk vahiyden vahiyden sonra -bu ayete kadar- hiç vahiy gelmemiş olması veya Duhâ suresi'nin 2. sure olması gerekirdi. Söz konusu ayetin doğru anlamı, Rabbin sana darılmayacak ve seni bırakmayacak (Duhâ/3) şeklindedir. Yani, bu ayetle Peygamberimiz ve misyonu kesin bir dille teminat altına alınmıştır. Bu ayetteki ifadeler, ayetin içeriğine kesinlik kazandırmak [olacağın kesinliğini tembih] maksadıyla geçmiş zaman kipiyle gelmiştir. Kur’an'da bunun, -Ay'ın yarılması gibi- yüzlerce örneği vardır. Duhâ suresi'nin söz akışı da buna delâlet etmektedir. Bu surenin iniş sebebi, Rabbimizin rahmet ve hidayeti kendine yazmış [farz kılmış] olmasıdır. Daha sonraki ayetlerden öğreneceğiz ki Rabbimiz, Rahman ve Rahîm olmasının bir gereği olarak rahmeti kend kendii üzer üzerin inee borç borç kılm kılmış ıştı tırr (En' (En'âm âm/1 /12, 2, 54 54); ); hida hidaye yeti ti üzer üzerin inee yazmıştır (Leyl/12, Nahl/9); her canlıya rızık vermeyi üzerine borç kılmıştır (Hûd/6). Bu işleri kendine farz kılan Rabbimiz, insanlara hidayet etmeyi [doğru yola kılavuzlamayı]; onlara akıl ve vicdan vermek, peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle yerine getirmiştir. Yüce Allah’ın hangi şartlarda toplumlara peygamber gönderdiği, Kur’ Kur’an an'ı 'ınn birç birçok ok sure suresi sind ndee doğr doğrud udan an ya da dola dolayl ylıı olar olarak ak dile dile getirilmektedir. Allah’ın yozlaşmı mışş topluml umlara ara peygamb amberl erler gönderm ermesi esi konu konusu sund ndaki aki ilahî ilahî sünn sünneti eti gereği gereği,, tüm tüm insa insanl nlık ık genel genel bir bir hiday hidayet et çağrısına çağrısına muhtaç bir durumdaydı. durumdaydı. O günün Mekke'sinde Mekke'sinde de dinî inanç yozlaşmış, bu yozlaşma ve bozulmalar sonucu yüzlerce tanrısı bulunan müşrik bir kitle oluşmuştu. Bu kitlenin giderek tâğûtî bir sistemle entegre olması, doğrudan şirk inancının bir sonucuydu. Her tâğûtî sistemde olduğu gibi, orada da alt kesimdeki insanları hor ve hakir gören yeni firavunlar ve küstah asilzadeler türemişti. Bunlar kendi rabblık rabblıklar larını ınınn ve kurdukl kurdukları arı düzenl düzenleri erinn sarsıl sarsılmamas mamasıı için için ihtira ihtirasla sla gayret göstermekteydiler. Böyle bir ortamda doğmuş ve büyümüş olan Muhammed b. Abdullah, o toplumdan biri olmasına rağmen farklı bir uygulamaya tâbi tutu tutulm lmuş uş,, Rabb Rabbin inin in özel özel nime nimeti tine ne mazh mazhar ar olmu olmuşt ştu. u. Onun Onun henü henüzz peygamber olmadan mazhar olduğu bu nimet, Allah'ın tektanrıcı bir müslüman müslüman olan İbrahim (as)’e de verdiği verdiği "doğruyu "doğruyu bulma yeteneği"nin yeteneği"nin ona da bahşedilmiş olmasıydı (Enbiya/51). O, kendisine bahşedilen bahşedilen bu anlama ve kavrama kavrama yeteneği yeteneği sayesinde dalâletten kurtulmuş, tevhîd mücadelesi veren, bu uğurda toplumuyla tersleşen bir kimliğe bürünmüştü. Artık onlardan biri değildi, aksine onların şirkini ve tâğûtî düzenlerini protesto ediyordu. O tarihte Kâbe, Mekkelilerin halka açık parlamentosu, ibadet merkez merkezii idi. idi. Kâbe’d Kâbe’dee yaptık yaptıklar larıı ibadetl ibadetler; er; beytin beytin çırılç çırılçıpl ıplak ak tavaf tavaf edil edilmes mesi,i, ıslı ıslıkk çalara çalarakk ve el çırp çırpara arakk namaz namaz kılı kılınm nmas asıı şekli şeklind ndeki eki yoz yozla laşmı şmışş ibade ibadetl tler erdi di (Enf (Enfâl âl/3 /35) 5).. Kâbe’ Kâbe’ni ninn içi içi ve çevres çevresi,i, sahte sahte tanrıların yüzlerce heykeliyle doluydu. İdare ise yöresel firavunlar 5
mesabesindeki Daru’n-Nedve üyelerinin kontrolündeydi. Ne var ki, artı artıkk aral aralar arın ında da onla onlara ra karş karşıı koya koyaca cakk kims kimses esiz iz bir bir adam adam vard vardı:ı: Muhammed b. Abdullah. Kâbe’ âbe’nnin Arabl rablar ar aras arasıındaki daki işlev şleviini de dik dikkate kate alar alarak ak,, bir bir karşılaştırma ve tespit yapmak için önce o günün Mekke'sinin emiri, kerîmi Ebu Cehl'i, sonra da yine Mekke'de doğmuş-büyümüş Muhammed b. Abdullah'ı düşünmek gerekir. Ayrıca yine düşünmek gerekir ki, Muhammed b. Abdullah, o günlerde müşriklerin kıldıkları namazdan farklı bir namaz kılmaktadır. Bu hal ve şartlar içinde, Muhammed b. Abdullah bir gece Kabe'de nama namazz kıl kılma giri girişşim imiinde nde bulu bulunnmuş muş fakat akat bu arzu arzussu Ebû Ebû Cehl Cehl tarafından engellenmişti. (Alak/9-10). Bakara/185'e göre Ramazan ayı içinde yer alan bu gece, Duhân/3'teki adıyla "Mübarek Gece", Kadr suresi'ndeki adıyla "Kadr Gecesi"dir. Alak/9-10'da bahsedilen "kul", ittifakla Muhammed b. Abdullah'tır. Bu tartışma ve namazdan engelleme sonrasında Muhammed b. Abdullah, bulunduğu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürür. Nitekim bu olay İsrâ/1'de, "Yürüten... Allah tarafından yürütülen" ifadeleriyle anlatılır, Mescid-i Haram'ı biliyoruz, ama Mescid-i Aksa neresidir?
Kur’an Kur’an'da 'da geçen geçen Mescid Mescid-i -i Aksa, Aksa, bugünkü bugünkü bildiğ bildiğimi imizz Kudüs't Kudüs'teki eki Mescid-i Aksa değildir. Kur’an'da geçen Mescid-i Aksa, Mekke'de; Haram Haram bölg bölgen enin in kenar kenarın ında, da, Taif Taif yolu yolu üzer üzerin inde de,, Cirâ Cirâne ne vadis vadisin inin in yamacında eski bir mesciddir. İslâm'ın ilk yıllarında Kudüs'te bulunan -bu -bu günk günküü Mesc Mescid id-i -i Aksa Aksa'n 'nın ın yeri yerind ndek ekii- mesc mescid idin in adı adı Beyt Beytü’ ü’llMakdi akdiss'tir 'tir.. Beyt Beytü’ ü’ll-Mak -Makdi dis’ s’in i n inşa inşası sı Hz. Hz. Süle Süleym yman an'a 'a daya dayannır. ır. Hicretten 90 yıl sonra Abdülmelik b. Mervan, Beytü’l- Makdis'in yıkıntıları üzerine bugünkü mescidi yapmış ve adını da "Mescid-i Aksa" koymuştur. Kur’an’da adı geçen mescitle ilgisi bulunmamakla beraber Abdülmelik’in yaptırdığı bu mescid de aynı isimle meşhur olmuştur. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi inşaallah İsra suresi'nin tahlilinde verilecektir. Muh Muhamm ammed b. Abdul bdulllah'ı ah'ınn gece gecelleyin eyin yürü yürütü tülü lüşü şünü nünn neden edeni,i, İsrâil'den öğrendiğimize göre, Rabbimizin, ayetlerinden bir kısmını ona göstermeyi irade etmesidir: Kend Kendis isin inee ayetl ayetleri erimi mizde zdenn göst göstere erelilim m diye diye,, bir bir gece, gece, kulun kulunuu Mescid Mescid-i -i Hara Haram'd m'dan an çevre çevresi sini ni mübar mübarek ek [ber [bereke eketl tli]i] kıldı kıldığı ğımız mız Mesc Mescid id-i -i Aksa'y Aksa'yaa yürüte yürüten, n, her türlü türlü noksa noksanl nlıkt ıktan an arınmı arınmışt ştır. ır. (İsrâ/1) Orada neler oldu? Ve O, en yüksek ufukta idi. Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay yay uzun uzunlu luğu ğu kada kadarr yahut ahut daha daha az kald kaldı.ı. Hemen emen de kulu kulunna vahyettiğini vahyetti. (...) Andolsun, o, Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü. (Necm/7-18) Evet, en büyük ayeti gördü: Vahiy aldı, peygamber oldu. İlk aldığı vahiy “ikra!”dır. 6
Muhammed b. Abdullah artık bir peygamberdir. Bundan sonra sadece Rabbi adına hareket edecektir. Musa (as) ve Muhammed (as)'in ilk vahiy alışları arasında benzerlik vardır. Musa bir ateş görür, ateşten bir parça kor almak için ateşe doğru yürür ve dağa çıkar. Orada bir ağaçtan [görüntü ve ses] tecelli etmesiyle vahye muhatap olur. Muhammed de Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürür ve orada son sidre ağacından bir tecelli ile vahye muhatap olur. (Kasas/30 ve Tâ-Hâ/9-24. ayetleri tetkik ediniz.)
7
1 (96). ALAK SURESİ Rahman, Rahîm Allah Adına MEAL:
Oku! Yaratan Rabbinin adına; ki O, insanı alaktan yarattı. 2Oku! Senin Rabbin ise ekrem'dir [en üstün olandır]. 3O ki kalemle öğretti; 4(Veya: 3-4. Oku! En üstün olan senin Rabbin ise kalemle öğretendir;) 5- insana bilmediğini öğretti. 6, 8- Hayır, hayır! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendini yeterli gördüğünde [zengin olduğuna inandığında], kesinlikle azar [tuğyan eder]. 9, 10- Namaz kıldığı [haniflik ettiği, şirke ve tâğûta karşı çıktığı] zaman bir kulu engelleyen kişiyi gördün mü? 11,12- Gördün mü, eğer o kul doğru yol üzerinde idiyse ya da takvayı emrettiyse! 13- Gördün mü, eğer o yalanlamış ve yüz çevirmiş ise! O, bilmedi mi, kesinlikle Allah'ın görmekte olduğunu? 15,16- Hayır, hayır! Eğer o, son vermeyecek olursa, and olsun, perçemden; yalancı, günahkâr perçemden tutup sürükleyeceğiz. 17- O zaman o meclisini çağırsın. 18- Biz zebanileri çağıracağız. 19- Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. 1-
14-
Ayetlerin Tahlili 1. Oku! Yaratan Rabbinin adına;
İkra sözcüğü, karae fiilinin emir kipidir. Bu sözcük İbranice ve Süryanice'de de mevcuttur. Meselâ, şu anda bile Süryanice'de "okumak" sözcüğü için kıryono kullanılır. İkri sözcüğü de "adımla, oku" anlamındadır. Araştırmacılar "ikra" sözcüğünün hangi dilden diğerine geçmiş olduğu konusunda kesin bir kanaat sahibi değildirler. Henüz defter-kitap ortada yokken karae sözcüğü, "hayız kanının rahimde toplanması ve dışarı atılması" anlamına üretilmiş [vaz edilmiş] ve zaman içerisinde de kadınların hayızlı günleri ile hemen arkasından 8
gelen kanamasız günleri kapsayan dönemlerin adı olarak kullanılmıştır. Nitekim sözcüğün Bakara/228'deki kullanımı da bu anlamdadır. Daha Daha sonr sonraa sözc sözcük ük,, isti istiar aree [ödü [ödünç nç alma alma]] yolu yoluyl ylaa "bir "bir şeyl şeyler erii biriktirip onu dağıtmak, başka yerlere nakletmek" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. "Develerin hamile kalarak yavruyu rahimde taşıyıp sonra da doğurmasına" karaet'in-nâqatu denilirdi. Aynı Aynı sözc sözcük ük,, yuka yukarı rıda daki kile lere re ek olar olarak ak "har "harfl fler eri,i, keli kelime mele leri ri,, cümleleri ya da bilgileri bir araya getirip bir başkasına nakletme" eylemi için de kullanılmaktadır. Zaten bu sözcüğün "okumak" anlamında kullanılma nedeni de budur. Ne var var ki, ki, kara karaee sözc sözcüğ üğün ünüü "oku "okuma mak" k" diye diye çevi çevirm rmek ek yete yeterl rlii olmadığ olmadığıı gibi, gibi, böyle böyle çevrilm çevrilmesi esi onun onun Kur’an' Kur’an'da da neden neden kullanı kullanıldı ldığın ğınıı anlamak anlamak bakımından bakımından da yanlış yanlış sonuç verir. Çünkü Türkçe'de Türkçe'de kullanılan kullanılan "okumak" sözcüğünün karşılığı, Arabça'da "tilâvet"tir. Buna, hazırdaki bir bir metn metnii okuma okumakk diye diyebi bililiri riz. z. Ancak Ancak Kur’ Kur’an an'ı 'ınn ikra ikra sözcü sözcüğü ğü ile ile bu anlamda mda bir okumay mayı kas kasdetm etmedi ediği açıktır. Nitekim kim Biz sana biri birikt ktir irec eceğ eğiz iz ve dağı dağıtt ttır ırac acağ ağız ız,, sen de unut unutma maya yaca caks ksın ın/t /ter erkk etmeyeceksin (A'lâ/6) ayeti ile Kıyamet/17-19'da tekrarlanan benzer ifad ifadel eler er de göst göster erme mekt kted edir ir ki, ki, kıra kıraat at,, "önc "öncee bir bir şeyl şeyler erii zihi zihind nde, e, kitapta vs. toparlayıp-hazırlayıp, sonra başkalarına sözlü ya da yazılı olarak aktarmaktır.” Bir gazeteyi, dergi veya kitabı sessizce okuyup bir şeyler öğrenmek, kıraat sözcüğünün ifade ettiği "okumak" değil; tilâv tilâvet et sözcü sözcüğün ğünün ün ifade ifade etti ettiği ği "oku "okumak mak"t "tır ır.. Görü Görüld ldüğ üğüü üzer üzeree ikra ikra sözcüğünün temel anlamı tek bir sözcükle ifade edilememektedir. Meal ve tahlilde ikra sözcüğüne "oku" diye anlam vermiş olsak bile, doğrusu açıkladığımız gibidir. Bu husus dikkatten kaçırılmamalıdır. Bu durumd durumda, a, konu konumuz muz olan olan ikra ikra emri emrind nden en,, Peyg Peygamb amber erim imiz izde de bir bir şeylerin biriktirileceğinin ve sonra da bunların yine ona dağıttırılacağının anlaşılması gerekir. Diğer bir ifadeyle, Peyg Peygamb amber erimi imizz Al Alla lah't h'tan an bir bir şeyl şeyler er öğre öğrene nece cek; k; öğren öğrendi dikl kler erin inii de insa insanl nlar araa sözl sözlüü veya veya yazıl yazılıı olar olarak ak öğret öğretece ecekt ktir ir.. Kend Kendis isin inee ikra ikra ile ile emred mredililen en [veri verillen göre görevv] işte işte budu budur. r. Bu kon konuda uda şu ayet ayetle lere re bakılabilir: İsrâ/14, 45, 93, 106; Nahl/98; Şu'arâ/199; A'râf/204; İnşikak/21; A'lâ/6 ve Müzzemmil/20. Ancak Ancak unutu unutulm lmama amalılıdı dırr ki, ki, bu ayetl ayetler er kendi kendisi sine ne vahy vahyol olun undu duğu ğu zaman Peygamberimiz henüz neyi okuyacağını, zihninde neyi toparlayacağını, neyi depolayacağını, neyi taşıyacağını ve neyi dağıtacağını bilmemekteydi. Hûd/1’d Hûd/1’dee belirt belirtildi ildiği ği gibi, gibi, Kur’an Kur’an'ın 'ın önce önce ihkam ihkam [yasal [yasalaşt aştırm ırma], a], sonr sonraa tafsi tafsill [deta [detay, y, ayrın ayrıntı tı]] üslû üslûbu bu doğr doğrul ultu tusu sund ndaa olma olmakk üzere üzere,, Kur’an'ın önsözü mahiyetinde olan bu surede işaret edilenler, ileriki ayet ve surelerde detaylandırılacaktır, Kur’an sözcüğü de bu kökten türetilmiş "furkan" kalıbında mastar ve isimdir. isimdir. Allah’ın son vahyine isim isim olarak koyduğu bu sözcük, "emir, nehiy, kıssa, toplanıp dağıtılan [Allah'tan alınıp, kullara tebliğ edilen], Allah'tan öğrenilip kullara öğretilen" anlamına gelmektedir.
9
Özetle, ikra emri mri, toplama amak ve dağ dağıtmak anl anlamı ekse kseninde "vahyo "vahyolun lunacak acaklar larıı zihnin zihninde de toparl toparla/o a/oku/d ku/dağıt ağıt,, tebliğ tebliğ et" anlamın anlamınaa gelir. Verilen görev, Yaratan Rabb adına olup yerine getirilecek görevde kişisel bir amaç ve çıkar söz konusu değildir. Peygamberimiz bundan böyle Rabbini de yavaş yavaş tanıyacaktır: Yara Yarata tan, n, ekre ekrem m [en [en üstü üstünn olan olan], ], kale kaleml mlee öğre öğrete ten. n..... Daha Daha sonr sonraa Rabbülalemin [tüm yaratıkların programcısı], Rahman [çok merhametli], metli], Rahîm [hep merhametli], merhametli], Mâlik-i yevm'id-dîn [karşılık [karşılık gününün gününün hükümda hükümdarı] rı],, Rabb'u Rabb'ul-f l-felâk elâk [çatla [çatlamanı manınn progra programcıs mcısı], ı], Rabb'un Rabb'un-nâ -nâss [ins [insan anla ları rınn prog progra ramcı mcısı sı], ], Habî Habîrr [her [her şeyd şeyden en haber haberii olan olan].]..... Vahi Vahiyy geldikçe Rabbimizin "Esma-i Husnâ" dediğimiz güzel isim ve sıfatları da yavaş yavaş öğrenilecek ve Rabbimiz kendisine layık bir şekilde tanınacaktır. Rabb Rabb,, "terb "terbiy iyee edip edip eğit eğiten en,, yara yaratt ttık ıklar ların ınıı beli belirl rlii bir bir prog progra rama ma uygun olarak bir takım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten" demektir. Rabb kavramı, "yaratan" ve "ilâh" gibi kavramlarla karıştırılmamalıdır. Allah'ın Allah'ın rabb özelliği özelliği zerreden kürreye her nesne üzerinde üzerinde ilk var oluşundan itibaren başlayıp son aşamaya kadar devam eder. Hiçbir varlık bu programdan ayrı değildir. Rabb sıfatı Kur’an'da en çok yer alan sıfattır. Öyle ki, tam 903 kez yer alır. 2. ki O, insanı alaktan yarattı.
Alak Alak sözcüğü sözcüğü,, kelime kelimenin nin sözlük sözlük anlamla anlamların rının ın dışınd dışındaa olarak olarak eski eski tefsirlerde "kan pıhtısı" şeklinde karşılanmıştır. Bunun nedeni, ya ilk Yunan hekimi Hipokrat ve takipçilerinin etkisi, ya da düşük yapan bir kadında, düşük halindeki ceninin rahim kanıyla karışık görüntüsünün kabaca izlenimiydi. Alak Alak sözcüğü sözcüğü,, "birle "birleşmek şmek,, bitişm bitişmek, ek, asılı asılı olmak, olmak, cezp etmek, etmek, gönülden sevgi ve aşk" anlamlarına gelir. İnsanın yaratılışındaki "alak" evresi, "nutfe" evresinden sonradır (Mü'minûn/14, Hacc/5). Nutfe tarafından döllenen yumurta, rahime yapışır. Böylece embriyon, rahim üzerinde bir kök oluşturarak rahime çengelle asılmış gibi bir görünüm arz eder ve o kök ile beslenir. Rahime asılı bu döllenmiş yumurta adeta bir parazit pozisyonunu andırır. Başk Başkaa bir bir ifad ifadey eyle le aslı aslınd ndaa bu "lar "larva va", ", yani yani embr embriy iyon on kurt kurtçu çuğu ğu,, parazitin bizzat kendisidir. Cenin, hamilelik süresince bir parazit olarak anneden beslenir. Bu ayetten şu anlamları çıkarmak mümkündür: Allah en basit, en olmadık şeyden mükemmel insanı yaratandır veya kibirli olanı [Ebu Cehl'i ve benzerlerini] pis bir şeyden yaratandır. İnsanın evveli cife [iğrenç şey], ahiri lâşedir [leş]. Öyleyse bu kibir niyedir?
10
Esasen, sadece insan değil, canlıların birçoğu da alak'tan yaratılmıştır. Ayette sadece insanın zikredilmiş olması, biyolojik canlılar içindeki tek akıl sahibi olup teklife muhatap alınması sebebiyledir. Ayetten işaret anlamı olarak “koskoca insanı küçücük bir hücreden yara aratan Rabbin, bir Muhamme mmed'den den de kosk oskoca bir ümmet yaratacaktır” mesajı da alınabilir. Alak/embriyonun mahiyetinin bu ayetin indiği dönemde henüz tam bilinmediği dikkate alınırsa, bu ayet içeriği itibariyle bugün mucize niteliği de taşımaktadır. Anla Anlatı tıml mlar ar Ebu Ebu Cehi Cehil’l’in in şahsı şahsınd ndaa teki tekill insa insana na yöne yönelilikk olmas olmasın ınaa rağmen tüm insanlığı içine almaktadır. 3. Oku! Senin Rabbin ise ekremdir/en üstün olandır.
Bu suredeki "rabbike" [senin Rabbin] ifadesi, Fatiha suresinde "Rabbi’l-âlemîn" [âlemlerin Rabbi] olacaktır. Ayet Ayet meal mealin inde de karş karşılılığ ığıı [ise [ise]] olar olarak ak veri verile lenn vav, vav, ayeti ayetinn anla anlamı mı açıs açısın ında dann son son dere derece ce önem önemlilidi dir. r. Çünk Çünküü vav vav sözc sözcüğ üğün ünün ün orad oradak akii kullan kullanılı ılışı, şı, cümlede cümlede bir mukayese mukayese yapıld yapıldığı ığını nı gösterm göstermekt ektedir edir.. Ebu Cehl'in Kabe'de namaz kılan, sosyal faaliyetlerde bulunan Muhammed (as)'i engelleyişi ve hezeyanları, mukayese edilenin Ebu Cehl olduğunu gösterir. gösterir. Yani, "o [Ebu Cehl] kerîm [cömert, [cömert, saygın] saygın] ise, senin Rabbin ekrem'dir [en cömert, en saygın, en üstün olandır] anlamı ortaya çıkar. Ayetdeki vav ihmal edildiği için meal ve tefsirlerin çoğunda "ise" sözcüğü bulunmamaktadır. Bu yüzden de ayetin işaret ettiği Ebû Cehl Cehl'i 'inn keri keriml mliğ iğii akıl akılda dann uzak uzakla laşm şmak akta ta ve cüml cümlee sağl sağlık ıklılı olar olarak ak anlaşılamamaktadır.
4-5. O ki kalemle öğretti; insana bilmediğini öğretti.
(Veya: 3-4. Oku! En üstün olan Rabbin kalemle öğretendir;) Allah, Kendisini Peygamberimize tanıtmaya başlıyor: Rabb, yaratıcı, en cömert, en üstün ve bilgilendirici... Kullar açısından en önemli, en gerekli şey ilimdir. Demek istenmekt mekted edir ir ki, ki, bund bundan an sonr sonraa Al Alla lahh ilim ilim akıt akıtac acak ak,, vahy vahyed edec ecek ek ve Peygamber de onları toparlayacak; ezber edecek, yazdıracak ve insanlara tebliğ edecektir. Peygamberimiz tâğûtla, tuğyanla, şimdilik ilimle mücadele etmeli; yani herkesi bilgilendirmeye çalışmalıdır.
11
Kalem Kalem ilm ilmin in sembolü sembolüdür dür.. İşaret İşaret anlamı anlamıyla, yla, gönder gönderile ilecek cek vahiyle vahiylerin rin kalemle kalemle yazılmas yazılmasını ının, n, zaptur zapturapt apt altına altına alınma alınmasın sının ın gereğin gereğinee işaret işaret eder. Zaten Peygamberimiz de her ayeti kâtipler eliyle yazılı hâle getirmiştir. Kale Kalem m meca mecazî zî bir bir ifad ifaded edir ir.. Kale Kalem m insa insanl nlığ ığın ın geli gelişi şimi mind ndee ve yücelmesinde rol oynamış en önemli alettir. Kalemden amaç bilgidir, eğitimdir, okuldur, her türlü eğitim malzemesidir. Buradan, eğitimin tüm alt ve üst yapısının hazırlanması gereğini de anlamalıyız. Kalem, mecaz olarak ele alınmaz ise, uydurma rivayetler ön plana çıkıverir, Arş’ın etrafına melekler oturtulur, önlerine önlerine hokkalar konur, peygamberimiz de miraçta kalemlerin gıcırtısını dinler ve gelir anlatır. 6-8. Hayır, hayır! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendini yeterli gördüğünde kesinlikle azar [tuğyan eder].
Kellâ [hayır, hayır] sözcüğü, muhataptaki bir düşünce veya eylemi inkâr ve ret için kullanılır. Sözcüğün içerdiği itiraz anlamı, babanın çocuğuna veya öğretmenin öğrencisine müdahalesi anlamındaki bir itirazı ifade eder; herhangi bir soruya verilen "hayır" anlamındaki olumsuz olumsuz cevapla bir ilgisi ilgisi yoktur. Eğer ayette neye itiraz edilip neyin reddedildiği doğru tespit edilmezse, sure anlamsızlaşır; edebî mucize olan olan Kur Kur’an ’an'ın 'ın gara garabe betl tle, e, anla anlam m bozuk ozuklu lukl klar arıy ıyla la dolu dolu meal meal ve anlatımları ortaya çıkar. Bazı tefsirciler bu sözü "Ebu Cehl ve benzerlerinin yaptıklarına ret" olarak algılayıp "Hayır, onun zannettiği gibi değil" şeklinde anlamışlardır. Oysa muhatap Ebu Cehl veya benzeri kimseler değildir. O anda, ilk vahiy esnasında Allah'ın karşısında sadece Peygamberimiz vardır ve Allah Peygamberimiz Peygamberimizee kellâ [hayır, hayır] demektedir. Yani, Allah, Peygamberimizin yaptığı veya düşündüğü bir şeye müdahale etmektedir. Kellâ’nın anlamı birçok meal ve tefsirde maalesef ya ihmal edilmiş ya da yanlış verilmiştir. Pey Peygambe mberimiz kendis disine vahi ahiy geldiği esn esnada hiçbir şey yapmadığına ve söylemediğine, sadece vahyedileni dinlediğine göre, Allah neye müdahale etmektedir? Tabiî ki Peygamberimizin zihninde oluşan şeylere... Çünkü Allah, akıllardan geçenleri bilendir. Kalem, A'lâ, Müddessir ve Müzzemmil gibi ilk inen surelerdeki ayetlerin işaretinden öğreniyoruz ki, bu olay karşısında Peygamberimizin aklına çok şey geldi: Peygamber seçilişinden şüphelendi (Yûnus/94); kendini buna uygun bulmadı; verilen görevi zor, mücadele edeceği kitleyi ise güçlü ve acımasız gördü; hakkında çıkabilecek "delirdi, cinlendi" gibi söylentileri düşündü. Rabbimiz bu düşüncelerin yersi yersizli zliğin ğinii belirt belirtip ip resulün resulünün ün kafası kafasında ndann bunlar bunlarıı çıkarı çıkarıpp atması atmasını nı 12
istedi ve ona kellâ [hayır, hayır!] dedi. İşte buradaki kellâ’nın anlamı budur. Yani, işte insanlığın insanlığın tuğyanı, firavunlaşması, firavunlaşması, zalim bir sistem oluşturması nedeniyle... seni peygamber yapıyorum. Bundan sonra sana vahyolunanları toplamalı, başkalarına taşımalı, tebliğ etmelisin. Ayette bahsedilen tuğyan/azma; mahallede, sokakta şımarık davranışlarla yapılan sıradan bir azma değildir. Bu nedenle tuğyan ve onun temsilcisi tâğût ile ilgili biraz daha ayrıntılı ve kavramsal bilgi vermenin faydalı olacağını düşünüyoruz: Tuğyan, Tuğyan, "haddi "haddi aşma, aşma, zulüm, zulüm, azgınl azgınlık, ık, sapıkl sapıklık, ık, isyan, isyan, küfür" küfür" demektir. Tuğyan kelimesi, kelimesi, tağâ [azdı, taştı, taştı, zulmetti] zulmetti] fiilinin mastarı olarak Kur’an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca "haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar" manasında [tağ] altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer. Mastar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne rehber kabul ederek kendini beğenen bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı, tuğyan içine düşmüş olur. İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur’an'ın diliyle "tağî'dir. Kur’an'da Firavun, tuğyanın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğuna inanıyor, insanları küçük görüyor, öldür öldürüy üyor or ve en kötü kötü işken işkencey ceyee maruz maruz bıra bırakı kıyor yordu du (Baka (Bakara ra/4 /49, 9, İbrahim/6). Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu-kölesi, Mısır ve nehirler onun mülkü idi (Zuhruf/51). Eğer Musa (as) ile Harun (as) ona tuğyanını hatırlatmasa ve onu Allah'a Allah'a çağırmasa çağırmasa idiler, Firavun da âhirette âhirette Allah'a karşı bir bahane üretebilir, "Rabbim! Bana bir uyarıcı gelmedi ki!" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının azgınlığının farkında değildi; değildi; insanları insanları köle olarak çalıştırmayı, çalıştırmayı, onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabiî hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti. Tuğy Tuğyan an'ı 'ınn teme temelilind ndee kibi kibirr ve benci encilllik lik yata yatar. r. Şeyt eytanın anın da azgınlığının sebebi kibir ve bencillikti. Bu bakımdan Nisâ/51'de tâğût, şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır. Tâğût, "azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne, kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir. Arapça tağa kökünden türetilmiştir. Tağâ fiilinin mastarı olan tuğyan, "Yüce Allah'a isyan etmek" demektir. 13
Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden, kâfir, zorba kişi"yi ifade eder. Kur’ Kur’an an'd 'daa Al Allah lah mümin müminle leri rinn dostu dostu ve yard yardım ımcı cısı sı;; tâğû tâğûtt ise ise kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş, müminlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise "tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları tâğûttur [azgın putlardır]. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. cehennemliklerdir. Onlar Onlar orada temelli kalacaklardır. kalac aklardır. (Bakara/257) İnan İnanan anla larr Al Alla lahh yolu yolund ndaa sava savaşı şırl rlar ar,, inkâ inkârr eden edenle lerr ise ise tâğû tâğûtt [şeytan] [şeytan] yolunda yolunda savaşırlar savaşırlar.. Şeytanın Şeytanın dostlarıyl dostlarıylaa savaşın. savaşın. Esasen Esasen şeytanın şeytanın hilesi zayıftır. (Nisâ/76) Allah'ın Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her kişi ve kurum, tâğûttur. Tâğût Tâğût,, Al Alla lah' h'aa karşı karşı isyan isyan etmes etmesin inin in yanıs yanısır ıra, a, O'nu O'nunn kulla kulları rını nı kendi kendisi sine ne kul edin edinmek mek gayr gayreti etind ndee olan olandı dır. r. Bu işlev işleviy iyle le o, şeyt şeytân ân,, papaz, dînî veya siyasî bir lider olabilir. Yüce Allah Kur’an'da, Andolsun ki, Biz her kavme "Allah'a ibadet edin, tâğûta kulluk etmekten kaçının!" diye (tebliğ yapması için) bir peygamb peygamber er gönder göndermiş mişizd izdir ir (Nahl/3 (Nahl/36); 6); İman edenle edenlerr All Allah ah yolunda yolunda savaşırlar, savaşırlar, kâfirler kâfirler ise tâğût yolunda savaşırlar savaşırlar (Nisâ/76) ayetleriyle ayetleriyle mü'minlere tâğût hakkında bilgi vermekte ve tâğûta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Her ne şekilde olursa olsun, insanl anlar tarafı afından Allah llah''ın hükümle hükümlerin rinee muhalef muhalefet et edecek edecek şekild şekildee konulan konulan hükümle hükümler, r, "tâğûtî "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler. Yüce Allah buyuruyor ki: “Sana indirilen Kur’an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik ettik”” diye diye boş boş iddi iddial alar arda da bulu buluna nanl nlar araa bakm bakmaz az mı mısı sın? n? Onla Onlarr tâğûtun huzurunda muhakeme olmak [hükümlerine boyun eğmek] isti istiyo yorl rlar ar.. Hâlb Hâlbuk ukii tâğû tâğûtu tu inkâ inkârr etme etmekl klee [kâf [kâfir ir saym saymak akla la,, lânetlemekle] emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa saptırmak ister. (Nisâ/60) Kend endisinde böyl öyle yetki etkiller görüp, üp, Allah' ah'ın indir dirdikler kleriiyle yle hükmetmeyip hevâ ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar, aynı zamanda zamanda "ilâhlık" "ilâhlık" iddiasındadır iddiasındadırlar. lar. Dolayısıyl Dolayısıylaa Allah'ın Allah'ın hükümleri hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar, tevhîd akidesinin dışına çıkıp kâfir, zalim ve fasık olurlar. Allah Teâlâ, Allah'ın indirdiği ile ile hükm hükmet etme meye yennleri leri kafi kafir, r, zal zalim ve fası fasıkk olar olarak ak nite nitellemiş emişti tirr (Mâide/44-47). Konu Konumu muzz olan olan ayet ayette tenn de anla anlaşı şıld ldığ ığıı üzer üzeree Yüce Yüce Al Alla lah, h, Nûh Nûh (as)'dan Muhammed (as)'e kadar bütün peygamberleri, insanlığı tevhide, yani Allah'ın birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri kabullenmeyip hevâ ve heveslerine göre hüküm koyan tâğûta karşı savaşmaya ve tâğût kapsamına giren şeylere kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.
14
Bu tâğûtlar, İbrâhîm (as) döneminde Nemrut, Mûsâ (as) döneminde Firavun, Muhammed (as) döneminde de Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi gibi topl toplumu umunn ileri ileri gelen gelenle leri ri ve puta puta tapan tapan şahs şahsiy iyet etle leri ridi dir; r; diğer diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen tevhîd akidesini/inancını inkâr edip, atalarından kalan inançlar üzerinde inat gösteren puta tapan kavimlerdir. Tâğût Tâğûtla ları rınn devr devrii kapa kapanm nmış ış deği değild ldir ir.. Peygam Peygambe berr bulu buluns nsun un veya veya bulunmasın, her dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de müslümanlara en azim düşmanlığı ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya organizasyonlardır. Tâğût, ekonomik, sosyal ve kültü kültüre rell güç güç kayn kaynakl aklar arın ınıı ele ele geçir geçirmi miş, ş, ahlâk ahlâkîî değer değerle leri ri [dini [dini]] topluml toplumları arınn gözünd gözündee itibar itibarsız sız ve tarafta taraftarı rı olmakt olmaktan an çekini çekinilen len bir duru duruma ma düşü düşürme rmeyi yi göze göze alaca alacakk kadar kadar düşm düşman anlılığı ğını nı iler ilerle letmi tmişt ştir ir.. Ayrıca doğrudan yaptıklarının dışında, insanlığın ortak değerleri adı altında pek çok kavramı da müslümanlara zarar verecek bir içeriğe dönü dönüşt ştür ürmü müşt ştür ür.. Kı Kısa saca ca tâğû tâğût, t, müsl müslüm üman anla ları rı dört dört bir bir yanı yanınd ndan an kuşatmış bulunmakta ve müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır. Öyleyse anlıyoruz ki, Peygamberimizin görevi sokaktaki şımarıklarla değil, tâğûtî düzenin kurucularıyla mücadele etmekti. İlk işi, toplumun hidayet yolu üzerinde oturup haydutça engellemeler yapan bu azgın güruhu uyarmaktı. Gerek ayetin orijinalindeki "inne" ve "lam" gibi edatlardan ve gerekse cümlenin isim cümlesi olması gibi tekitlerden anlaşılmaktadır ki, ki, Peyg Peygamb amber erimi imizi zinn karşı karşısı sınd ndaki aki düşman düşman çok çok çeti çetind ndir ir.. Musa Musa'n 'nın ın düşmanı Firavun ile Peygamberimizin düşmanları mukayese edilecek olursa, ayetteki üç tekitten hareketle, Peyga ygamberimizin düşman düşmanlar larını ınınn azgınl azgınlığı ığının nın Firavu Firavun'u n'unki nkinde ndenn de daha daha fazla fazla olduğu olduğu söylenebilir. İnsanın tuğyanına, diğer bir ifadeyle tâğûtlaşmasma iki sebep göster gösterilmi ilmişti ştir. r. A) Âhiret Âhiretii inkâr, inkâr, B) İstiğn İstiğna. a. İstiğn İstiğna; a; "insan "insanın, ın, (ister (ister gerçek olsun, ister öyle olduğunu zannetsin) zengin/kendi kendine yeterli olduğuna inanması" demektir. Sözcük, “İstif'al” “İstif'al” babındandır. babındandır. Bu bab, Arabça dilbilgisi kuralları gereği, kendisine sokulan üç kök harfli herhangi bir fiile "talep", "sual", "tahavvül", "itikat", "vicdan", "inkılab", "isa "isabe bet" t",, "ziy "ziyad ade" e",, "naz "nazar ar"" ve "tes "teslilim" m" anla anlaml mlar arıı kaza kazand ndır ırır ır.. Bu kelimeye itikat/inanç anlamı kazandırmıştır. Kend Kendis isin inii zeng zengin in,, yeterl yeterlii göre görenl nleri erinn şıma şımarı rıkl klık ıkla ları rı,, azgın azgınlılıkla kları rı Hümeze süresinde de vurgulanmıştır.
9-10. Namaz 9-10. Namaz kıldığ kıldığı/h ı/hani anifli flikk ettiği ettiği [şirke [şirke ve tâğûta tâğûta karşı karşı çıktığ çıktığı, ı, sosyal sosyal yardım yardım yaptığ yaptığı] ı] zaman zaman bir kulu kulu engell engelleye eyenn kişiyi gördün mü?
Bundan sonraki ayetlerde, azmış insan somut olarak gösterilmekte, Peygamberimizin niçin peygamber seçildiğinin gerekçeleri örneklerle açıklanmaktadır. Kur’an'ın bir özelliği de örneklemeli oluşudur. Yüce Rabbimiz, anlayışı en alt seviyede olanın bile Kur’an'ı anlayabilmesi
15
için için örne örnekl kler er sunm sunmuş uş ve bund bundan an çeki çekinm nmed ediğ iğin inii ifad ifadee etmi etmişt ştir ir.. (Bakara/26) Ayetteki sallâ sözcüğü meal ve tefsirlerde genellikle "namaz kıldı" anlamıyla yer alır. Aslında anlamı tam olarak "namaz kılmak" değildir. Aynı fiilden türetilmiş "Salli" ve "salât" sözcükleriyle ilgili geniş açıklama Kevser süresi'ndeki fe-salli sözcüğünün tahlilinde verileceği için burada sadece "haniflik etmek; şirke karşı durmak, tâğûta karşı çaba harc harcam amak ak,, sosy sosyal al yard yardım ım için için koşm koşmak ak"" anla anlaml mlar arıı vere verere rekk kısa kısaca ca geçiyoruz. 11-12. Gördün mü, eğer o kul doğru yol üzerinde idiyse veyahut takvayı emrettiyse!
Ayet, doğru yol üstünde olan, çevresine takvayı [cennete gidişin bede bedelilini ni]] emre emrede den, n, öğre öğrete tenn bir bir kulu kulunn (yan (yani,i, peyg peygam ambe ber’ r’in in)) bile bile haksızlığa uğradığını dile getirerek bu durumun acayipliğine dikkat çekmektedir. Ayette geçen takvâ sözcüğünden şimdilik "şirkten kaçınmak" anlaşılmalıdır. Zira Peygamberimiz de henüz şirkten kaçınmaktan başka takv takvay ayaa ait ait deta detayy bilm bilmiy iyor ordu du.. Şirk Şirkte tenn tebe teberr rrii etme etme bili bilinc ncii ise, ise, kendisine daha önce lütfedilmişti. (Yukarıda bundan bahsetmiş ve Enbiyâ/51'i delil göstermiştik.) Dilbilgisi kurallarına göre, yukarıda meâli verilen 11 ve 12. ayetler iki şart cümlesinden oluşmaktadır. Bilindiği üzere şart cümleleri, şart ve ceza denilen iki bölümden oluşurlar. Burada şart cümlelerinin birinci bölümleri mevcut olmakla beraber ceza yani sonuç bölümleri bulunmamaktadır. Edebiyat kuralları ön plâna alınıp "icaz'ul-hazf' yapılarak cümlelerin sonuç kısımları düşürülmüştür. Bu edebî yöntem cümleye zenginlik kazandırmak için uygulanır. Buna göre cümlelerin sonuç bölümü şöyle takdir edilebilir: "O kimseye hiç engel olunur mu? O kimseye hiç zulmedilir mi? Aksine ödül verilmez mi?" 13. Gördün mü? Eğer Eğer o yalanlam yalanlamış ış ve yüz çevir çevirmiş miş ise! ise!
Yani, dikkat ediyor musun? Bu engelleyen kişi dîn gününü yalanlamakta ve yüz çevirmektedir. Bu cümle de şart cümlesi olup bunda da sonuç bölümü yoktur. Burada da icaz'ul-hazf yapılmıştır. Bu cümlenin sonuç bölümü de şöyle takdir edilebilir: "O insan hiç başıboş bırakılır mı? Hiç onların yalanlamasına, azmasına seyirci kalınır mı? Onların bilgilenmeleri, eğitilmeleri için uğraşılmaz mı? Onları inzar [uyarmak] için bir peygamber gönderilmez mi? Onlar cezalandırılmazlar mı? Mazlumlar zulümden kurtarılmaz mı?" olduğunu?!
14. O, bilme bilmedi di mi? Kesin Kesinlik likle le Allah' Allah'ın ın görmek görmekte te
Yan Yani, o insan nsan [enge engelllley eyen en kişi kişi], ], ken kendi yapt yaptııklar kların ınıı Allah llah'ı 'ınn gördüğünü bilmemektedir.
16
İşte İşte,, bütü bütünn bunl bunlar arın ın deği değişm şmes esii gere gereki kir. r. İns İnsanla anlarr zulü zulümd mden en kurtarılmalı kurtarılmalı,, kimse yalanlamamalı, yalanlamamalı, yüz çevirmemeli... çevirmemeli... Herkes, Allah'ın Allah'ın her şeyi gördüğünü bilmeli, öğrenmeli... Bunları oluşturma görevi sana veri verild ldi;i; sen sen peyga peygamb mber er seçil seçildi din. n. Sana Sana vahy vahyedi edilec lecek ekle leri ri zihn zihnin inde de toparla ve yaratan Rabbinin adına oku: tebliğ et, başkalarına ulaştır! 155-1 16. Hay ayır ır,, hay hayır! ır! Eğer o, son verme ermeyyece ecek olur olursa sa,, andols andolsun, un, perçem perçemden den;; yalanc yalancı, ı, günah günahkâr kâr perçem perçemde denn tutup tutup sürükleyeceğiz.
Surenin bu kısmı, peygamberlik görevinin bilgi ve bilgilendirme boyutundan başka bir boyutuna dikkat çekiyor: Eğer insanlar, Allah'a döne dönece cekk olma olmala ları rına na rağm rağmen en kend kendililer erin inii müst müstağ ağni ni göre görere rekk [hiç [hiç kimseye, kimseye, Allah'a Allah'a bile ihtiyacı olmadığına olmadığına inanarak], inanarak], tâğûtlaşmış tâğûtlaşmış ve hidayet üzere olanlara, takvayı emredenlere saldırıyor ve zulmediyorlarsa cezalandırılacaklardır; hem dünyada hem de âhirette... Bu ayetteki kellâ [hayır, hayır] ifadesi de, yine Peygamberimizin, bu tâğûtlar [varhklı, güçlü, oğullu-uşaklı organize müşrik tayfası] ile baş edemeyeceğine dair düşüncesinin reddidir. Böylece bu düşüncenin yersizliğine dikkat çekilmiş ve bu tip problemleri bizzat Allah'ın çözeceği mesajı verilmiştir. İleriki surelerde bunların hem detayı, hem de somut örnekleri görülecektir. Ayet Ayette teki ki,, perçem perçemden den veya veya alın alından dan tutu tutupp sürü sürükl kleme emek, k, "bir "bir insa insanı nı toplum önünde rencide etmek, başına çeşitli belalar açmak, burnunu sürtmek" anlamında bir Arap deyimidir. 21 Yukarıda deyimin lâfzî manası verilmiştir. Ayetteki ifadede mecaz, mecaz-ı aklî kullanımı söz konu konusu su olup olup perç perçem em ile ile “per “perçe çemi minn sahi sahibi bi”” kast kasted edililmi mişt ştir ir.. Meca Mecazî zî anlamı, "sahibi yalancı ve günahkâr olan perçem" demektir. 17. O zaman o meclisini çağırsın!
Yukarıda meali verilen ayette zımnen bu işin kolay olmayacağı, küfürle savaşılması gerektiği vurgulanmaktadır. Öyle ki, o azgın tüm mecl eclisini [Dâr' âr'un-N un-Needve'yi], kongresini, kuru urultayını, tüm işbirlikçilerini ve adamlarını toplasın, karşı koysun. "Nâdiye" ve "nedve" aynı kökten türemiş olup kalıpları farklı olsa da anlamları aynıdır. Peygamberimiz dönemindeki Mekke'nin idarî, siyasî, sosyal ve iktisadî durumu bilinirse, konu daha iyi anlaşılır ve İslâm dîninin neleri tasvip ettiğini, nelere karşı çıktığını öğrenmek mümkün olur. M.S. 400'lerde doğduğu tahmin edilen ve Peygamberimizin beşinci atası olan Kusay b. Kilab, Mekke’de yaşları kırkın üzerinde olanların katı katıla labi bile lece ceği ği Daru Daru’n ’n-N -Ned edve ve adın adında da bir bir şûra şûra [dan [danış ışma ma kuru kurulu lu]] kurmuştu. İdarî, siyasî ve iktisadî işlerin yönetimi için ayrı birimler tesi tesiss etmi etmiş, ş, bu biri birimle mlerr eliy eliyle le yürü yürütü tülen len Mekke Mekke şehi şehirr devle devleti tini ninn yönetimini kabileler arasında taksim etmişti. Kusay’ın kurduğu bu idari sistemin birimleri ve yetki alanları şöyleydi: Sidanet ve hicabet: Kâbe’n Kâbe’nin in bakımı bakımı ve korunm korunması ası.. Sikayet Sikayet:: Mekke'n Mekke'nin in su işleri işleri.. Rifade: Rifade: Fakir hacıların yiyeceklerinin temini. Liva: Savaş işleri. Kıyade: Askerî işle işler. r. Nedv Nedve: e: Halk Halk mecli meclisi si.. Meşv Meşver eret et:: Öneml Önemlii olayl olaylar arın ın tart tartış ışılıldı dığı ğı 17
kurul. Sefaret: Diğer ülkeler ile olan ilişkiler. ilişkiler. Hükümet: Hükümet: Halk arasındaki anlaşm anlaşmazl azlıkl ıkları arınn gideri giderilme lmesi si ve davala davaların rın karara karara bağlan bağlanması ması.. Işnak: Ticaret mahkemesi. Kubbe: Kubbe: Silâh ve mühimmatın mühimmatın depolanması. depolanması. Îsâr: Îsâr: Falcıl Falcılık, ık, büyücül büyücülük ük gibi gibi işlere işlere bakan bakan kurul. kurul. Emval-i Emval-i Muhacer Muhacere: e: Putlara adanan mal ve eşyaya bakan kurul. İmare: İbâdet esnasında asayi asayişi şi temi teminn eden eden kurul kurul.. Ai Ainn nne: e: Sava Savaşş esna esnası sınd ndaa atlar atların ın bakım bakımın ınıı üstlenen kurul. "Mün "Münaf afer ere" e" diye diye adla adland ndır ırılılan an yönt yöntem emee göre göre,, kabi kabile le reis reisliliği ği husu hususu sund ndaa bir bir anla anlaşm şmaz azlılıkk çıkt çıktığ ığın ında da veya veya yeni yeni bir bir kabi kabile le reis reisii seçilmesi gerektiğinde, reis adayları bir hakemin gözetiminde halk huzurunda huzurunda tartışırlar tartışırlar,, hakemin hakemin üstün gördüğü kişi kabile reisi olurdu. Bu sist sistem em,, yöne yöneti timd mdee vera verase sett [vel [velia iaht htlılık, k, baba babada dann oğul oğulaa geçi geçiş] ş] sistemini devre dışı bırakmaktaydı. Muhammed b. Abdullah peygamber olduğunda, Mekke, Kusay'ın kurduğu bu sistemle yönetilmekteydi. Yönetim tek kabilenin ve tek kişinin elinde değildi. İdarî işler bir nevi istişarî bir danışma kurulu olan Dâru’n-Nedve eliyle yürütülmekteydi. Diğer toplumlarda mevcut olan olan otor otorit iter er ve ege egemenl menliğ iğii mutl mutlak ak idarî darî sist sistem emle lerr Mekk Mekke’ e’de de bulunmadığı gibi, statüleri bakımından sadece eşitler arasında birinci olan idarî şefler de bu sivil tabiatlı istişarî geleneğe uygundu. Nitekim İslâm'ın ortaya çıkışından önce kurulan ve Peygamberimizin de üyesi oldu olduğu ğu "Hıl "Hılfu fu’l’l-Fu -Fudul dul"" [say [saygı gınn kims kimsel eleri erinn oluş oluştu turd rduğu uğu bir bir sosy sosyal al yardım kurulu] Mekke’deki bu yerleşik sivil anlayışa iyi bir örnektir. Gönüllülüğü esas alan bu derneğin faaliyetleri, İslâm'ın ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Dikkatten uzak tutulmaması gereken noktalardan biri de, Kur’an’ın böyle idare edilen bir topluma gelmiş olduğudur. İslâm'ın idarî, siyasî ve iktisa iktisadî dî sistemi sistemini ni anlayab anlayabilm ilmek ek için, için, Kur’an Kur’an'ın 'ın geldiğ geldiğii toplumun toplumun davranı davranışla şların rının ın bilinm bilinmesi esi ve hangi hangi davran davranışl ışları arınn Kur’an Kur’an tarafın tarafından dan onaylandığının ya da kaldırıldığının belirlenmesi gerekir. 18. Biz zebanileri çağıracağız.
Zebânî, Zebânî, "çok çetin, kuvvetli ve haşin melek" demektir (Tahrîm/6). (Tahrîm/6). Cehennem melekleri Kur’an’da bu adla anılmaktadır. İler İleriideki deki surel ureler erde de âhi âhireti reti yalan alanla laya yanl nlar arıın âhir âhiret ettte nasıl asıl ceza cezalan landı dırı rıla lacak cakla ları rı detay detayla ları rıyl ylaa anlatı anlatıla laca cakk ve kend kendililer erin inee tüm tüm uyarılar yapılacaktır. Fakat bu, yukarıda adı verilmeyen ve sadece kişilikleri nitelenerek kınanan bazı kimselerin, işledikleri suçlardan dolayı cezalarının bir kısmını bu dünyadayken de çekmeyecekleri anlamına gelmemektedir. Nitekim Ebu Cehl de hak ettiği ilâhî cezanın bir kısmını daha dünyada dünyada iken çekenlerden çekenlerden biridir: Afra adlı kadının oğulları Mu'az ve Mu'avviz tarafından Bedir’de ağır yaralanışı, öldü diye savaş alanında bırakılışı, daha önce türlü kötülükler ettiği İbni Mes'ûd tarafından canlı olarak bulunuşu, göğsünün üzerine çıkan bu sahabe tarafından hakarete uğrayışı, yine onun tarafından kafası koparılıp perçeminden sürüklenerek Peygamberimize getirilişi hatırlanırsa, Rabbimizin böyle 18
nice zorbayı daha dünyada iken cümle âleme rezil ettiği iyi anlaşılmış olur. 22 19. Hayır, hayır! Ona itaat etme; secde et[teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş!
Peygamberimizi Peygamberimizinn zihninde zihninde yine sorular oluşmuş olmalı ki, Rabbimiz Rabbimiz kell kellââ [hay [hayır ır,, hayır hayır]] diye diye bunl bunları arı redd reddedi ediyor yor.. Bura Burada daki ki kellâ kellâ [hayı [hayır, r, hayı hayır] r] ifade ifadesi siyl ylee neyi neyinn redd reddedi edild ldiğ iğin inii Kale Kalem/ m/55-l4 l4'd 'den en anlı anlıyo yoru ruz. z. Peyg Peygamb amberi erimiz miz,, karşı karşıtl tlar arın ının ın zeng zengin in,, güçl güçlü, ü, nüfu nüfuzl zluu ve kalab kalabal alık ık oldu oldukl klar arın ını,ı, onla onlarl rlaa müca mücade dele leni ninn zorl zorluğ uğun unu, u, başa başarı rısı sızz olac olacağ ağın ınıı düşünmüş olmalı ki, Allah kellâ [hayır, hayır] diye reddetmekte; yani, "Öl, mağlûp ol, ama müşriklere sakın boyun eğme!" demektedir. Secde sözcüğü ile ilgili detay, inşallah Necm suresinde verilecektir. İkinci derste [vahiyde] bu düşünceler şu ayetler ile iyice açığa vurulmuştur: Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da... Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf getirip götüren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiç birine, mal ve oğulları var diye sakın boyun eğme! (Kalem/5-14) Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Surenin mesajı şu şekilde özetlenebilir:
“Ey peygamberin vârisleri! Ey Ensarullah! Ey Allah'ın yakınları! Çevrenize bir bakın, insanoğlu kendisinde bir varlık gördüğünde, dönüşü Rabbine olmasına rağmen Firavun gibi hatta daha da fazla tuğyan ediyor. Görmüyorsunuz! Doğru yol üzerinde olanlar, takvayı emredenler, namaz kılanlar, kısaca İslâm'ı yaşamaya çalışanlar itilip kakılıyor. Azgı Azgınl nlar ar Al Allah lah'ı 'ınn kend kendililer erin inii görd gördüğ üğün ünü, ü, kend kendililer erin inde denn hesa hesapp soracağını bilmiyorlar, yalanlıyorlar ve yüz çeviriyorlar. Ey peygamberin vârisleri! Ey Ensarullah! Ey Allah'ın yakınları! Kur' Kur'an an'ı 'ı öğren ğrenin in ve insan sanı basit asit bir bir embr embriy iyon onda dann yara yarattan Rabbinizin adına okuyun, başkalarına ulaştırın! Kur'an'ı okuyun! Size bu görevi veren Rabbiniz en büyük, en üstün olandır. Ondan daha üstünü yoktur. O, kalemle öğreten, insana bilmediğini öğretendir. Bilgiyi ön plâna alın! O azgınları bilginizle yola getirin! Sakın ümitsiz olmayın!
19
Eğer Eğer bilg bilgililen endi dirm rmen eniz ize, e, eğit eğitim im verm vermen eniz ize, e, nasi nasiha hatt etme etmeni nize ze rağmen rağmen tuğyan tuğyanlar larına ına,, azgınl azgınlıkl ıkları arına na son vermezl vermezler er ve saldır saldırgan ganlık lık yapa yaparl rlar arsa sa Al Alla lahh onla onları rı perç perçeml emler erin inde denn tutup tutup cümle cümle âleme âleme rezi rezil-i l-i rüsva edecektir. İsterl İsterlers ersee tüm yardakç yardakçıla ıların rını,ı, meclisl meclisleri erini, ni, kurulta kurultaylar yların ını,ı, tüm yan yandaş daşlar ların ını,ı, mode modern rn Darü Darü’n ’n-Ne -Nedv dvel eler erin ini,i, Birl Birleş eşmi mişş Mi Millllet etler lerin ini,i, Natolarını yardımlarına çağırsınlar... Allah da zebanilerini, en korkunç, en haşin güvenlik görevlilerini çağıracak... Sakın ümidinizi kesmeyin! Tâğut Tâğutlar lar malca malca-mü -mülk lkçe, çe, çolukçoluk-ço çocuk cukça ça,, asker askerce ce ne kadar kadar güçlü güçlü gözükseler de sakın onlara itaat etmeyin, sakın onlara boyun eğmeyin! Siz Allah’a secde edin, Ona boyun eğin ve yakınlaşın!”
20