mmıt m MkAJk İa ti
H A S R E T K A R PEŞ e s - f c L f a f r t u ^
Keyifle okuyacağınız bir romantik komediye hazır mısınız? Şimdi dürüst ofma zam anı . .. Hangi kadın, “Muhteşem geri dönüşün" hayalini kurmadı? Ya da gerçek aşkı ararken komik durumlara düşmedi? Artılar ve eksiler listesi yapmadığınıza inanmıyorum. En az bir hayaliniz oldu gizlice kurduğunuz. Bir adam a âşık oldunuz. Size âşık oldular : Bir yolculuk planladınız, gidemeyeceğiniz... Geleceğinizi okumak y a d a geçmişinizi hatırlamak istemez misiniz?
(Vivi la tua vita) ~(oe/iÂ
ROMAN
Puslu Yayıncılık Eser Adı: Kendi Hayatını Yaşa! Yazarı: Özlem Çelik
«T Bu eserin tiim yayın hakları PUSLU YAYINCÎLIK'a aittir. Tanıtım yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izini alınmadan hiçbir şekilde kaynak gösterilmeden kopyalanamaz , elektronik ve mekanik yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. Yayıncı Sertifika No: 20831 Temmuz 2013 ISBN : 978-605-5099-02-2 Editör Erdoğan M ert
Sayfa Düzeni Adem Şenel Kapak Tasarımı Organik Tasarım
Kapak ve İç Baskı İnkılap Kitabevi Baskı Tesisleri Matbaa Sertifika No: 10614 Çobançeşme Mah. Altay Sk. No: 8 Yenibosna i Bahçelievler/İstanbul T : +90 212 496 11 11
Puslu Yayıncılık P ın a r M ah. Ç am lıbel C ad. No: 86 Sarıyer / İstan b u l T : +90 212 224 42 22 www.pushiyayincilik.com.tr
Ç^Cemcli Ö ¥ 6zya/A /n ı
< ğ/a4a /
(Vivi la tua vita)
^x/em '(oe/i/c H A SR E T K ARPEŞ
ROMAN
Yazar H akkında 1987 İstanbul doğumlu olan Özlem Çelik, Adnan Menderes Üniversitesi Tarımsal İşletmecilik bölümü mezunudur. İlkokul yılların d a yazmaya başlayan yazarımız, yazılarını ilk kez Kasım 2009 yılında oluşturduğu bloğu ile okuyucularının beğenisine sunmuştur. Kasım 2012 yılında Bloğum Dergisi’nde konuk ya zar olarak yazmaya başlayan yazarımız halen dergide yazmakta aynı zamanda derginin yazı işleri sorumlusu olarak görevine de vam etmektedir. Yazmanın nefes almak kadar önemli olduğuna inanan ya zarımızın “Kendi Hayatını Yaşa (Vivi la tua vita)” isimli romanı yayınlanan ilk romanıdır.
Yazıklarımın yayınlanmasını benden çok isteyen Anneme ve her zaman beni destekleyen biricik kuzenim Seda’ya ithafen...
Yazmak zorundayım. Bir iz kalmalı benden... Gökkuşağının bittiği yeri görmeliyim.. Tanıdık gelmeliyim binlerine. Yaralarını sarmalıyım. Yalnız olmadıklarını hissettirmeliyim. Yazmalıyım. Değişene dek dünya, lyileşene dek insanlığım... Özlem Çelik
BOLÜM 1: BAŞLANGIÇ
y (Bebek adımlarıyla başla!)
H ASRET KARDEŞ z ^ l c U v ^ o ^
0 2 / ab ah ın ilk ışıkları yüzüne vuruyordu. Şapkasının siper liğinden yüzüne v u ran gölge sıcak kahverengi gözlerini saklı yordu. K oluna taktığı ip o d ’dan uzanan kulaklığı her adım ında göğsüne çarpıp geri dönüyordu. A ltına giydiği gri bol eşofmanı o n u n kaslarını gizliyordu. O n u parkın etrafında koşarken gör dü ğ ü m d e sıradan biri gibi gelmişti. A m a üçüncü ve dördüncü görüşüm de o n u n sıradanlığının arkasına saklanm ış m ükem mel gülüm sem esini fark ettim . Birisi kom ik bir şey anlatıyorm uşçasına gülüm süyordu koşarken. N efesinin sıcaklığım m et relerce öteden alabiliyordum . Giydiği spor ayakkabıların sert zem ine çarpışındaki h afif tok sesi iliklerim de hissedebiliyor dum . O n u n için sabah koşusu sıradan bir an tren m an d ı anla dığım kadarıyla. Ben ise kilo vermeye çalışan boyu ve kilosu orantısız bir şişm andım . Aslında şişm an dem ek kendim e hak sızlık olurdu. Evet, zayıf değildim ancak ben de güzeldim . Ela gözlerim kestane rengi kısa saçlarım ve güzel bir gülüm sem em u
vardı. T üm bunların ötesinde ben bir yetişkindim ve kilo ver meye çalışıyordum. D aha sağlıklı bir yaşam için her gün ko şuyor ve yıllarca yediğim fast food yiyeceklerin bana arm ağanı göbeğim ve kalın bacaklarım ı eritmeye çalışıyordum. İlkokul yıllarını saymazsam eğer, hayatım boyunca hiç çok zayıf ol m am ıştım . İstediğim elbiselerin vücudum a göre bedenleri ol m am asına artık dayanam ıyordum . H ep m uhteşem geri dönü şün hayalini kurm uştum . Bir gün kapı açılacak ve 36 beden halim le saçlarımı savura savura farkım ı insanların yüzüne vu racaktım . A m a geçen yıllar bana bun u n sadece hayal etm ekle olmayacağını, eğer bunun olm asını istiyorsam savaşmam ge rektiğini öğretti. Bunu anladığım da 25 yaşında, istediği hayatı yaşamayan, başarısız biriydim. K endim i o çok sevdiğim ro m antik komedilerden biri olan Bridget Jones a benzetiyordum . A m a karşım a bir türlü o yakışıklı adam çıkm ıyordu. Bu bir kara m izah olmalıydı. H ayatım ı bu şekilde hayal etm em iştim . Ailem in yanında; salonda ki kanepede yaşlanacağım d ü şü n cesi benim içimdeki o dürtü yü ateşledi ve koşmaya başladım . O n u da koşmaya karar verdiğim ilk gün fark ettim . G ittiğim diyetisyen bana sporun önem inden uzun uzun bahsetm iş ben de ona bahane olarak yoğun iş tem pom u anlatm ıştım . Ta ki o bana ona neden para ödediğim i hatırlatana kadar. Sonrasında kendim e güzel bir koşu ayakkabısı, eşofm an altı ve güzel bir atlet aldım ve koşmaya başladım. Başlarda koşm ak denemezdi. Kısa adım larla yürüyerek geri dönüşü hayal etmeye başladım . Bacaklarımın her kası ayrı bir ağrı içinde günlerce y ü rü d ü m , sonrasında kısa adım larla yavaşça koşmaya başladım . K endim i
“Sahil G üvenlik” dizisindeki gibi hissediyordum. Verdiğim 2 kilo kendime olan özgüvenimi yerine getirmişti. O nun arka sında koşacak kıvama gelmek için kendimi paralıyordum. Ada m ın o düzenli nefes alışverişinin arasına burnum dan hırıltılı nefesler verip, terden sırılsıklam olmuş kırmızı yanaklarımla girmek istemiyordum. Doğru zamanı beklemek ve beklerken onunla hayal dünyamı süslemek benim için gayet keyifliydi. Adını, yaşadığı yeri veya ne iş yaptığını bilmeden, onu tanı m adan, beyaz atın üstüne oturtmuş, yel değirmenlerine karşı dörtnala gittiğine dair bir fikre kapılmıştım. Yel değirmenleri benim fazla kilolarımdı. İlk ayın sonunda daha normal ne fes almaya ve kalp ritmimi normal tutmaya başlamış ve top lam da 5 kilo vermiştim. İstediğim kiloya ulaşmama yalnızca 25 kilo kalm ıştı Bu hızla gidersem 5 veya 6 ay sonunda ha yalimdeki gibi olabilecektim. Âşık olacak, bir adam tarafın dan sevilecek, sigarayı bırakacak, göz ameliyatı olarak lensle rim den kurtulacak ve 36 beden kıyafet alabilecektim. H atta belki Tanrı bu koşuşturma içinde bana milli piyangodan bir kaç milyon çıkmasını sağlardı ve ben tüm hayallerimi gerçek leştirmiş olurdum. R u tin olarak her Pazar koşuyordum. Sabahları yatak tan kendim i neşeyle atıyor ve eşofmanlarımı üzerime geçir dikten sonra doğruca parka gidiyordum. Park, evime 20 da kika yürüm e mesafesindeydi. Kimse evinden uzak bir yerde koşm az düşüncesiyle O n u n da benimle aynı çevrede o tu r duğu düşüncesine kapılmıştım. Bakkala giderken bile güzel giyinip makyaj yapıyordum artık. D oğduğum dan beri avnı
mahallede yaşadığım dan onun yeni biri olduğu hissine kapıl mıştım. Yaz geliyordu artık ve ben M a rt ayında başladığım diyet ve koşu program ının sonucu olarak H aziran başında 14 kilo verm iştim . Yeni koşu eşofm anları alm ış, yeni bir benliğe kavuşm uştum . Yeniden kilo alm am ak için m ak arn a ve h am burgerden kendim i uzak tutm aya başlam ıştım . Yazın gelm e siyle gri eşofman yerini gri şorta bırakm ıştı. Ben de kendine gelen egomla şort giymeye başlam ıştım . O n u n kadar düzgün bacaklarım olm adığı için genlerim i suçlayarak koşuyordum . Nefesim ayların verdiği rahatlıkla artık ru tin bir hal alm ıştı. Sıra, onunla tanışm ak için kurd u ğ u m -bana göre h ain - pla nım a gelmişti. D aha önce hiç kim senin b u n u d ü şünm ediği gibi saçma bir fikre kapılm ıştım . Koşarken aniden önüne çı kacak, bana çarparak beni düşürm esini sağlayacaktım . Evet, biraz mazoşistçe olabilirdi am a eski T ü rk film lerinde bu işe yarıyordu. Benim hayatım da “Balıkçı Azize” kıvam ında ol duğ u ndan bende de işe yaram alıydı. Takip eden Pazar günü en sevdiğim yeşil şo rtu m u giy dim . B acaklarım ı tertem iz olduğuna ikna olana dek incele dim . Ü zerim e beyaz bir atlet ve ayağım a koşu ayakkabıla rımı giyerek parka doğru sakin adım larla gittim . O n u n her seferinde kullandığı yolun k uy tu bir kısm ında bir ağaç arka sına saklanarak bekledim . Yaklaşık bir saattir orada olm am a rağm en henüz gelm emişti. A klım a hasta olduğuna, daha da kötüsü koşuyu bıraktığına dair tu h a f bir fikir yerleşti. Son rasında köşeden döndüğü nü gördüm . D o ğ ru yer, doğru za man kuralını hatırladım . N e erken olm alıydı ne de geç. Sık
sık nefes alarak nefesimi birkaç km. koşmuşum gibi hızlı hale getirdim. Sonrasında geriye doğru birkaç adım attım . Ağa cın önüne doğru koşmam gerekirken kendimi ayağıma takı lan dal parçası yüzünden yerde yuvarlanırken buldum. Şor tum ve beyaz tişörtüm çamur içindeydi. H aziranın ortasında varlığına hayret ettiğim bu çamur da neyin nesiydi ve o ağa cın kökü neden o kadar dışarıdaydı? Ben bunları düşünürken birden onun bana yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Yavaşla mıştı. Ne doğru yer, ne doğru zaman, ne de doğru kıyafetti. Kendim i güçlükle ayağa kalkmaya çalışırken buldum. Dizle rim acıyordu ve biraz da kanamıştı. Yavaş yavaş nefesimi dü zene sokmaya ve gözlerime batan yaşları itelemeye çalıştım. İşte! Yeniden koşuyordum. Eğer yol ayrımına kadar sabredebilirsem o beni durdurmadan ortalıktan kaybolabilirdim. Dizle rimdeki acı yavaş yavaş baldırlarıma doğru çıkıyor ve mideme baskı yapıyordu. Gözümden bir damla yaşın, değdiği yeri ıs latarak geçtiğini ve boynumdan aşağı süzüldüğünü hissettim. Şimdi olmazdı. Şu an, buraca sinirlerim boşalamazdı. Diyetin verdiği vitamin eksikliği ve harap olmuş sinirlerim beni şu an ele geçirmemeliydi. Sakince nefes alıp vermeye çalışarak adım larımı hızlandırdım ve yol ayrımından döndüm, sonunda yal nızdım. Arkamdan gelen kimse olmadığından emin olduğum an yolun kenarındaki kaldırıma oturup dizime bakmaya başla dım . Kan biraz önceki hale nispeten kurumuş ve çirkin siyah bir leke oluşturmuştu. Kollarımda ki sıyrıklar fena görünm ü yordu ama dizlerim beni öldürüyordu. Kendime geldiğimi san dığım bir an yavaşça ayağa kalktım ve O nu gördüm. Ensesini
ö rten siyah gür saçları şapkasının altından hınzırca çıkmış, ter den ıslanm ıştı. G özlerini örten güneş gözlüklerini b u rn u nu n u c u n a indirerek bana baktı. Hayır, bu olm uyordu. Bu büyük geri dönüş değildi. Beyaz tişörtüm çam ur içindeydi ve bisik letten düşm üş bir çocuk gibi yara kaplıydı her yanım . O ise terden ıslanan tişörtün ün ucunu eline almış, terden sırılsıklam olan alnını kuruluyordu. Bana doğru birkaç uzun adım attık ta n sonra kulaklıklarını çıkardı. Boynundan aşağı sarkan k u laklıkları göğsünün iniş ve çıkışlarıyla senkronize bir şekilde sallanıyordu. Gözlerim i göğsünden yukarı kaldırdığım an o m uhteşem gülümsemesiyle bana baktığını gördüm. “İyi misin? Ç ok kötü bir düşüş oldu ve ben seni m erak et tim .’' Beni m erak etmişti! Tanrım , düştüğüm için teşekkürler, sonunda beni fark etti! Kısa süreli bir şok dalgası tü m benli ğim i sardıktan sonra; “Aaa, şey o kadar da m ühim değil. K üçük birkaç sıyrık. H erkesin başına gelebilir” diyebildim. Hayır, aslında herkesin başına bu kadar aptalca bir şey gelmezdi. Bu ancak benim ta lihsizliğimin öngördüğü bir saçmalık olabilirdi. “H aklısın galiba. Yürüyebilecek misin?” “Yürüyebilirim.” Şimdi ismini söyleyecek ve ben ismimi söyleyeceğim sonra kahve içmek isteyecek. Tanrım , oldu bu iş! Yaşasın... “Biraz daha iyi görünüyorsun. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”
“Hayır, teşekkür ederim. Her şey için...” Eee ismini söyle mesi gerekmiyor muydu? Niye böyle oldu ki. “Peki, İyi pazarlar...” A dım larını hızlandırarak benden uzaklaşırken; “Sana d a ...” diyebildim sadece. Böyle olmamalıydı. Bu cümle beynimi yiyip bitirecekti. Bir daha aynı numarayı deneyemeyecek olmama ne demeli? Dizimdeki acı kendini hatır latınca tem kinli adımlarla parktan anayola çıkarak taksi ara maya başladım. Bir taksi beni ve utancımı eve götürmeliydi. Eve nasıl ulaştığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ce bim den çıkardığım buruşmuş paraları şoförün eline sıkıştırıp koşarcasına taksiden indim. Eve girdiğimde annem önce yü züme ve sonra dizlerime baktı. “N e oldu sana böyle?” “Ö nem li değil. D üştüm .” Aslında önemliydi. Anneme anlatmak için içimde derin bir istek duyuyordum ama bu kez olmazdı. Başarısız tanışma ey lemlerim ve platonik hallere bürünen aşklarım onun duymak istediği şeyler değildi. O benim evlenmek istediğimi ve ona to run vereceğimi duymak istiyordu bu kolaymış gibi. Bu devirde evlenebilecek kadar düzgün bir erkek bulmak ne kadar zordu bilmiyordu, anlatamıyordum. İçimden geçenleri duymuşçasına bana uzun uzun baktıktan sonra “Yeni biri mi yoksa?” dedi. Bu, her seferinde annemin torun isteğinin artmasına, bana yal varan gözlerle bakmasına ve sonunda gözlerini uzaklara dike rek içlenmesine sebep oluyordu. Belki onu düşündüğüm den
belki de kendim e olan güvensizliğim den ona sadece “H ayır” diyebildim. D evam ında gelecek ikinci tü r önem li soruları sa vuşturm ak için kendim i banyoya attım . Suyu açıp üzerimdekileri çıkardım aynaya baktım . G ö rü n tü m ü beğenm edim . H âlâ istediğim şekilde değildi ölçülerim. K endim e sabretm em ge rektiğiyle ilgili küçük bir brifing verdikten sonra duşa girdim . Suyu ılık hale getirdim . Su dizim e çarptıkça iğneler batıyormuşçasına canım yanıyordu. D erin bir nefes alıp sabunladı ğım lifi dizlerime sürdüm . T ü m banyo fram buaz k o km uştu bir anda. Sonrasında saçımı şam puanlayıp kendim i akan su yun dinginliğine bıraktım . C an ım ın acısı ince bir sızıya d ö n m üştü. Nasılsa geçer diyerek kendim i avuttum ve d u rulanarak banyodan çıktım . Ayağım yere değdikçe bileğimde baskı hisse diyordum . Sendeleyerek bornozum u giydim ve odam a geçtim. Yeni evim izde ilk günlerim izdi. Babam benim duygu sö m ürülerime dayanamayarak benimle birlikte annem i ikna etm e yolunda önemli adım lar atmıştı. Ve doğduğum evi, sahip oldu ğum uz tek malvarlığını kiraya vererek mahallem ize yeni yapı lan üç odalı dairelerden birini tutm uştuk. Benim kendim e ait bir odam ve mobilyalarım vardı artık. Ev büyük ve ferahtı. Tek kötü yanı abim in odasının küçük olması ve aydınlığa bakm asıydı. A m a tabi ki bu benim heyecanla mobilyalar alm am ı en gelleyemedi. Hep hayalini kurduğum çift kişilik battal boy ya tağım ı alıp odam ı gönlüme göre düzenledim. Ve şimdi pem be pelüş halım ın üzerinden geçip kendim i H ülya Koçyiğit gibi yatağımın üzerine bırakm a zam anıydı. Yaşadıklarımı gözü m ün önüne getirip kritiğini yaptım yetm edi, kuzenim (aynı
zam anda en yakın arkadaşım) Sedayı aradım. Uzun zaman dır beraberce paylaştığımız ortak heyecan, O nunla tanışmaktı. H er zam anki neşeli ses tonuyla telefonu açtı. “O zzzz... Ç abuk anlat!” “U tanç köşesinde çömelmiş cezamın bitişini bekliyorum!” Bu bizim yıllar önce Ankara’da başımıza gelen saçma sapan bir olaydan sonra utandığım ızda kullandığım ız bir deyim ha line gelmişti. Bundan seneler seneler önceydi. Seda A nkara’da yaşadığı için ben de yıl içindeki rutin ziyaretlerimden birini O cak ayma denk getirmiş ve Ankara’nın eksi 14 derece soğu ğuyla yüz yüze gelmiştim. Olayın geçtiği gün ekmek alm ak için dışarı çıkm ıştık. Ben daha önce A nkara soğuğu görme diğim den converselerimle gitmiştim. Yerler diz boyu kar, her yer buz. K arşıdan gelen iki yakışıklı çocuğun bana bakm a sını sağlamak için kendimce seksi seksi yürümeye çalışırken biricik lastik ayakkabılarım buz üzerinde patinaj çekerek yere yapışm am a sebep oldu. Ağlamakla gülmek arasındaki o ince çizgide şaşkın şaşkın bakakaldım. Çocuklar yanım ızdan ge çip gitti ve ben Sedanın yardımıyla yerden zorla kalktım . Eve gittiğim izde Seda sadece; “şu köşeye git ve utan dedi. Ben de hak vererek kapının arkasına geçtim ve utandım . O olaydan sonra ne zam an utanç verici bir olay yaşasak bu deyimi kul lanmaya başladık ve ben şuan kapımın arkasında utanıyorum! “O kadar mı kötü?” D aha kötü ne olabilir diye düşündüm . rtO kadar kötü" diyebildim ve her şeyi sırasıyla anlattım . Scssizce dinleyip ı<»
d ü ştü ğ ü m kısım da yarıla yarıla güldü önce. H er kelim enin üzerine basa basa: “S-e-n ağacın d a lm a ..
(K ahkahalar)
“Sonra O n u n ö -n -ü -n -e...” (K ahkahalar) “D ü ştü n !” K ahkahaları sakinleştikten sonra sakin olm am ve önüm de ki maçlara bakm am la ilgili olağan telkinlerde bulundu ve yeni den güldü. Beraberce güldük. Telefonu kapattığım da ben hâlâ gülüyordum . Biraz olsun rahatlam ıştım ama. Sedayla konuş m ak beni her zam an rahatlatırdı. Sakinlik tü m v ü cudum a ya yıldıktan sonra üzerim i değiştirip rahat bir şort ve tişört giy dim . D izlerim e yara bandı yapıştırıp kendim i hayal dünyam a bıraktım . O rası en güvenli yerimdi. K im senin dokunm adığı, benden başka kim senin görmediği bakire bir ütopyaydı. O rada kim se beni üzemez, reddedem ezdi. Sabah uyandığım da her yanım ayrı ağrıyordu. İşe gitm ek içim den gelm iyordu. Şefimi arayarak hasta olduğum u söyle dim , yalan değildi, hastaydım . Ayaklarım şişmiş, dizlerim par çalanm ıştı. Şefime bilgi verdikten ve annem lerin işe gitm e gü rültüsü bittikten sonra kendim i yeniden uykuya teslim ettim . U yandığım da öğlen olm uştu ve ben berbat haldeydim . Ö nce duş aldım , yara bantlarım ı değiştirdim . Sonra kahve yapm ak için mutfağa gittim . Kahve m akinem in içine önce filtremi son rasında kahve ve suyu koyarak dem lenen kahve kokusunda sa bah sigaramı içtim. K arnım çok açtı. Bu da diyetin yan etkile rinden biriydi. N orm alde sabahları sadece kahve içerdim am a m
şimdi canım delice şeyler çekiyordu. Donmuş pizza, hambur ger, sosisli sandviç, krep vb. Oysa yemem gereken 2 dilim ke pek ekmeği, 3 zeytin, bir yumurta, kibrit kutusu beyaz peynir ve sınırsız salataydı. Kahvemi içtikten sonra kahvaltımı hazır lamaya başladım. Ekmekliğe uzandığımda ekmek kalmadığını gördüm. Bu harikaydı işte. Ekmek yemem gerekiyordu. Doktor ne yazdıysa hepsini yemeliydim. Doktorum gözlerimin içine baka baka öyle demişti. Korkmuştum kadından. Sanki hepsini yemesem beni oracıkta boğacak gibiydi. El mahkûm ekmek almaya çıktım. Üstümde salaş bir şort, eski bir tişört ve gö zümde de gözlüklerim vardı. Kendimi lenslerimi takamayacak kadar uyuşuk hissediyordum. Ayağıma da şıpıdık terliklerimi giyip bakkala indim. Bakkal hemen evin altındaydı. Böyle du rum larda kapıcımızın olmasını ne kadar çok istiyordum. Bak kaldan kepek ekmeğimi alıp apartmanın girişine geldim. Kapı şifreyle açılıyordu. Ben de bu konuda oldukça inatçıydım. Şif reyi birkaç kez denedim ve sonunda pes edip cebimden anah tarım ı çıkarmaya karar verdiğimde arkamdan bir ses “ister sen bir kez de ben deneyeyim” dedi. Arkama bakm adan yana çekildim ve ilk girişiyle kapı açıldı. Bana kapıyı tu ttu ve içeri girdim, içeride bir cam kapı daha vardı. Yere bakarak yürü yordum ve kapıyı açmak için elimi uzattığımda O n u gördüm. O ydu, içimde ki ses “yok artık!” diye bağırdı. Beni fark etm e miş olmasını dileyerek hızlıca kapıyı açıp apartm ana girdim. Evimiz birinci katta olduğundan asansör kullanm ıyordum . Ama merdivenleri çıkışım düz yolda yürüm em den daha vavaş ve ağrılıydı. Asansöre binmesini um ut ederek merdivenlere
d o ğru y ü rü d ü m . Ü zerinde beyaz bir polo tişört ve lacivert bir kot pantolon vardı. Ç ok yakışıklı görünüyordu. M erdivenin tırabzanın a tu tu n a ra k ilk ad ım ım ı attım . Sonraki adım ların d aha kolay olacağını düşünerek. Toplam da 16 basam ak vardı, ne k adar zor olabilirdi ki. Son basam ağa geldiğimde; “Aynı ap artm an d a o tu rd u ğ u m u zu bilm iyordum .” D edi. B aşım ı önce y ukarı kaldırdım . B unun bir şaka olm ası için T a n rıy a dua ediyordum . Bu kötü bir şaka olm alıydı. Ve hiç kom ik değildi. Kapıyı açm ak için elimi uzatsam değebilecektim . Bu kad ar yakınken olm ak zorunda değildi. A rtık cevap verm eliydim . “A aa m erhaba” diyebildim. N e alakasız bir tepki T a n rım . Saçm alam anın doruklarındayım . “Merhaba. Dizin nasıl oldu? D ün oldukça kötü görünüyordu.” “İyiyim teşekkür ederim .” B enim le konuşm aya m ı çalı şıyor yoksa bu korkunç halim in keyfini mi çıkarıyor acaba? “N eyse ben seni tutm ayayım . İyi günler.” “Teşekkürler, iyi günler.” G aliba onunla konuşm ak istem ediğim i düşünm eye baş ladı. K ahretsin! H er şey bu kadar trajikom ik o lm ak zo ru n d a m ı san k i... Kapıyı açıp eve girdiğim de hâlâ titriyordum . Be denim de enteresan bir adrenalin dolaşıyordu. Y aşadıklarım ız geçti gözüm ün önünden ve ona seksi bir hava veren tıraş los yo n un un m arkasını düşünm eye başladım . Ç am gibi ko k u yordu. Ilık, ferah, erkeksi... İnsanda do k u n m a hissi uyandıran, U
her santimini tanımak isteyeceğiniz türden. Onu her gördü ğümde havada derin bir testosteron dalgası oluşuyordu. Etki sinden kurtulmak için uzun zaman kendime gelmeye çalışmam gerekiyordu. Yine aynı şey olmuştu. Midemde minik kramplar oluşuyordu. Babamın söylediklerini hatırlamaya çalışıyordum. Babam yeni taşındığımız apartmanın yöneticisi olmuştu, dola yısıyla herkesi tanıyordu. Bizim katta iki ayrı aile vardı ve hiç birinin erkek çocuğu yoktu. Üst katımızda bir çift yaşıyordu ve yeni evlilerdi. En üst katta ise (dubleks evlerde) doktor bir karı koca ve küçük çocukları vardı. Babamı aramalıydım. Eğer hiç kimsenin çocuğu yoksa yeni evli çiftin eşi olabilir miydi? Apartmanda kimseyi tanımıyordum ve onu daha önce hiç gör memiştim. Elime hızla telefonumu aldım. Babam mahallenin muhtarı gibiydi, her şeyden mutlaka haberi olurdu, ikinci ça lışında telefon açıldı. Babamın yumuşak ve aceleci sesini duy dum. Hızlı konuşmalı ve bir an önce sadede gelmeliydim zira babam telefonda konuşmaktan hiç haz etmezdi. “Efendim kızım.” “Merhaba Babacık nasılsın?” “İyiyim kızım, hayırdır?” “Baba sana bir şey soracağım.” “Sor kızım.” “Bizim apartmana yeni biri taşındı mı?” “Yeni biri mi? Benim haberim yok canım. Hayırdır?”
“M erak ettim de. Bugün kapı girişinde biri kapının şifre sini açtı benim için. Ben de onu daha önce görm emiştim, so rayım dedim .” “H ım . Muhtemelen yeni evli çifttir kızım onlar. Aman kimse kim , senin bacağın nasıl? Gelip doktora götüreyim mi seni?” “G erek yok babacım iyiyim ben.” “Tam am , kızım hadi öptüm .” “Bende babacım.” Babam telefonu kapattığında içimde yıkılan binlerce bi n an ın altında göçükte kalmıştım. Evli adamları çeken bir ya pım olduğunu biliyordum çünkü bende bir çeşit kötü enerji vardı. N efret ettiğim her şey başıma geliyordu. Evli adam lar, yalancılar, ikiyüzlüler, aldatmaya meyilliler, aldatm aktan haz alanlar... Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu kadar çok ironi yaşamak kim in başına gelebilirdi ki? N e m utlu bana. N e mutlu! Gözkapaklarımı zorlayan gözyaşlarımı ötelemeye çalı şarak derin bir nefes aldım ve Sedayı aradım, olan biteni ne fes alm adan anlattım. Bu kadar çabuk hayallere kapılm am la ilgili derin ve sıkça duyduğum yorum dışında söylenecek bir şey yoktu. Alıştığım sözcükler, ağlam amam gerektiğine dair telkinler eşliğinde telefonu kapattım . Yeni bir sigara yaktım. Kahvaltımı hazırladım. Bir şeyler yemek zorundaydım. K ah valtı ettikten sonra sofrayı topladım. Bulaşık makinesine yerleş tirdim. Her şeyi oldukça yavaş yapıyordum. Eğer yavaş hareket edersem hayat da benimle yavaşlar gibi geliyordu. Adımlarımı, hareketlerimi yavaşlatırsam acım da yavaşlar diye düşündüm .
Sonrasında yatağıma uzandım. Uykum yoktu ben de bilgi sayarımı açıp internet üzerinden takip ettiğim yabancı dizi lerimden birini açtım. “House M.D.” kafamı dağıtmak için iyi bir seçimdi. İçinde aşk olmayan herhangi bir şey, ihtiya cım olan buydu. Peş peşe birkaç bölüm izledim. Öğle yeme ğimi yedim. Daha doğrusu öğle yemeği adı altında ki haşlan mış tavuğumu ve buharda yarı pişmiş sebzemi yedim. Canım içmek istiyordu ama kendimi bırakmamalıydım. Birkaç bö lüm daha izledikten sonra yemek yapmaya karar verdim. Ak şam yemeğini hazırladım. Annemlerin gelmesine yakın anne min vazgeçilmezi olan çayını demledim, sofrayı hazırladım. Yaptığım her şey ağır çekimdi. Bulaşıkları makineye dizmek ten vazgeçip elimde yıkadım . Bulaşık yıkam ak beni rahat latıyordu. Yapacak daha iyi bir işim de yoktu. Ayağımdaki ağrı da yavaşça geçiyor, aldığım ağrı kesiciler etkilerini göste riyordu. Bitmiyordu gün, saatler geçmiyordu ve ben gittikçe öfkeleniyordum. Ayağımdaki ağrı olmasa koşmaya gidecek tim ama koşmak bir yana yürümek bile bir işkenceydi. İş ten 2 gün izin aldığım için kendime ölesiye kızıyordum. En azından günün büyük kısmı işyerinde geçerse gün daha ça buk bitebilirdi. Bir anda iyileştiğimi söyleyemeyeceğime göre bu işkenceye bir gün daha dayanmam gerekecekti. Ben bun ları düşünürken annemler geldi. Onlar yemek yerken ben de salatamı kemirdim. Annem bende bir haller olduğunu anlı yordu ama ne olduğunu çözemiyordu. Sonra babam öğlenki konuşmamız hakkında birkaç merak sorusu sordu. Kısa ce vaplarla geçiştirip odama gittim. Yeni evimizde en çok bunu
seviyordum. C anım sıkıldığında tüm sorulardan kaçm ak için kendimi odama kapatabiliyordum. Kendimi önce odam a, oda da dar gelince balkonuma attım. Kahvemi alıp ayaklarım ı bal konun korkuluklarına uzatarak sigara içmeye başladım . Siga ramı içerken başka bir balkonda sigara korunun yanıp söndü ğünü fark ettim gayri ihtiyari balkona baktım . K aranlıktan bir şey göremiyordum. Sonra bir hareket fark ettim . Biri sanki el sallıyordu. Göz yanılsaması olduğunu düşünüp başımı öne eğ dim . Sonra balkon ışığının yandığını fark ettim . K afam ı kal dırdığım da onu gördüm. O rada durm uş bana el sallıyordu. A m a bildiğim kadarıyla yeni çiftin oturduğu ev o daire de ğildi. D aha önce oranın ışığının yandığını hiç görm em iştim . Bu içimde bir um ut ışığı yaktı. Bana el sallayarak gülüm seyen adam a baktım sonra ben de el salladım neden yaptığım ı bil meden. İçimde yeniden bir şeyler kıpırdamaya başladı, “u m u t” gibi bir şeyler... Yerimden yavaşça kalktım . B ardağım ı ve kül lüğüm ü alıp içeri girdim. M asamın üzerine bırakır bırakm az koşarak salona gittim. O kısacık mesafe bana bir öm ür gel mişti. Babam üçlü koltukta televizyon izlerken uyuyakalm ıştı yine. Biraz dürtm ek zorunda kalm ıştım . U yanıp kırm ızı göz lerle bana bakarken onu uyandırm anın ne kadar saçma oldu ğunu fark ettim . A rtık yapacak bir şey yoktu, olan olm uştu. “Baba sana bahsettiğim adam bizim üst kattaki boş dai reye taşınm ış dedim ” usulca. Babam bana şaşkın şaşkın baktıktan sonra “Eee?” dedi.
Şimdi ne cevap verecektim? “Şey baba ben bu adamın pe şinden koşup duruyorum. Evli olmadığını bilmem gerekiyor” mu demeliyim? “Sadece hırsız olmasından korktum” diyebildim. Babam “yok hırsız değildir yat uyu artık” dediğinde çare sizce odam a gittim. Sabahı beklemekten başka çarem yoktu. Uyandığım da her şey daha berraktı. Hemen duş alıp üze rimi değiştirdim. Güzel bir şort ve tişört giyip kapı deliğine gözümü yapıştırdım. Geçerken onu görecek ve ben de kapı nın önüne çıkacaktım. Bekleyişim uzadıkça ümidim de aza lıyordu. Bir kez de benim istediğim gibi olsa ne olurdu sanki? Baktım olacak gibi değil ben de kahve yapmaya gittim. Kula ğım kapıda. Sonra kepekli bir sandviç yapıp gözüm kapı deli ğinde yemeye çalıştım. Sonunda kaçınılmaz an gelmişti, tuva lete gitmeliydim. Biraz daha beklemeyi düşünmüştüm ancak gün içinde içtiğim litrelerce su buna müsaade etmiyordu. Ben de çaresizce tuvalete gittim. Dönüp yeniden gözümü kapıya di kecektim ki bir ses duydum. Hemen kapıyı açtım ve eve yeni giriyormuş gibi yaptım. Ancak gelen giden yoktu, bu bekle yişin bugün sonlanmayacağı belliydi. Biraz daha bekledikten sonra kapıdan istemsizce ayrıldım. Bilgisayarımı açıp dizi iz lemeye başladım. Kendimi bu ümitsizlikten kurtarmalıydım. O nu ne zamana kadar bekleyebilirdim ki? “Bunun sonu yoktu” diye kendim i avuttum . Sonra kapının çaldığını duydum. Ka pıyı açtım, O karşım daydı...
H ASRET KARDEŞ
BÖLÜM 2: TANIŞMA (Sürprizlerden korkma!)
CÇ linde boş bir fincanla kapım ın önünde ne aradığını merak ediyordum . Şeker m i istem ek için gelmişti acaba? Eğer öyle ise fin can altlığını ne yapıyordu? Yüzünde daha önce çalışıl m ış bir gülüm sem e vardı ve beni görüyorm uş gibi kapı deli ğine bakıyordu. D erin bir nefes alıp kapıyı açtım . Şaşkın bir yüz ifadesiyle “m erh ab a” ded im . B enim m erhabam a karşı lık sıcak ve iç ısıtan bir gülüm sem eyle elindeki fincana baktı. H âlâ şaşkın dım . F incanın neden altlığı var diye düşünüp d u ruyordum . B unu d ü şü n d ü ğ ü m ü anlam ış gibi; “Ben yeni taşın d ım ap a rtm a n a ve henüz ocağım k urulm adı, eğer m utfağınız m üsaitse kendim e bir kahve yapm ak istiyorum ” dedi. D aha önce su, şeker, tuz, ekm ek, salça, yağ vb. isteyen kom şularım olm uştu am a kim se m utfağ ım d a kahve yapm ak istem em işti, ilk şaşkınlığı üzerim d en atıp “tabi b u y u ru n lütfen” diyebil dim . A yakkabılarını k ap ın ın ön ü n d e çıkarıp verdiğim terlik leri giydi. B enim ayağım da terlik yoktu, bandajlı bileğim ve
kırm ızı ojelerimle çıplak ayak dolaşıyordum . M u tfa k hem en kapının karşısındaydı. O n a m utfağa k ad ar eşlik ettim . İsterse filtre kahve olduğunu söyledim ancak O , T ü rk kahvesi sev diğini söyledi. Üzerinde yeşil polo bir tişört, altın d a h a fif bol düşük bel bir pantolon vardı. Saçları nemliydi. B anyodan yeni çıkm ış gibi sabun ve tıraş losyonu karışım ı m istik bir kokusu vardı. M utfağa girdiğinde önce etrafı kolaçan etti. Sonrasında ona oturabilmesi için gösterdiğim, m utfağın köşesinde b ulunan m asadan bir sandalye çekip bana doğru d ö n d ü rd ü ve otu rd u . Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Beni baştan ayağı sü züyordu. Bunu fark etmemişim gibi ona seçeneklerini sundum ; “İstersen A dana dan yeni gelmiş özel T ü rk kahvesinden yapabilirim veya M ehm et Efendi kahvesi de var. H an g isini tercih edersin?” “A nlaşılan sen de benim gibi kahve severlerdensin. A dana kahvesini daha önce denemedim. M ahsuru yoksa tercihim o olabilir.” “Peki. Kahveni nasıl içersin?” “Az şekerli. Sen?” “Ben de.” Kahveyi buzdolabından, şekeri ve cezveyi m utfak dolabın dan çıkarıp kahveyi yapmaya başladım. Ben, önce suyu koyup üzerine kahveyi ve şekerini karıştırm adan tepeleme koyuyor dum ve ağır ateşte pişmesini bekliyordum . K ahvenin sabırla pişmesi gerektiğini öğrenm iştim . Beklerken ben de sigaramı ve küllüğüm ü m utfak taşından alıp y an ın d ak i sandalyeye
oturdum . Bana sevgiyle baktığını hissediyordum. Biliyorum bu fazlaydı ama şu an hissetmeye en çok ihtiyaç duyduğum his buydu. Ben bu düşüncelerle boğuşurken onun “ben Arda” dediğini duydum. “Ben de Özlem.” “M em nun oldum.” “Ben de. Sanırım senden kahve istemeden önce bunu söy lemeliydim.” (M üthiş can yakıcı gülümsemesi). “Ö nem li değil.” Saçmalamamalıyım. Düzgün cümleler kurmalıyım. Hatta kalkıp kahveye bakayım ki aklım dağılsın. Önce cezveyi elime alıp üzerindeki köpüğü fincanlara eşit olarak dağıttım. Sonra bir taşım daha kaynayınca, kalan kahveyi fincanlara bölüş türdüm , dolaptan soğuk su çıkarıp uzun su bardaklarına dol durdum . Cezveyi lavabonun içine koydum. Sonra tepsiye yer leştirdiğim fincanlarla yanma gittim. Kahvesinden küçük bir yudum aldı. Sonra bana bakarak ellerine sağlık dedi. Bir an gözümde 60 yaş halimiz canlandı. Birbirimize sevgiyle baktı ğımız, evliliğimizin 30. Yılını kutladığımız zamanlar. İçimdeki ses bile bu saçmalamaya dayanamamış bana abartma diyordu. Bir an düşünce bulutlarını savuşturup derin bir nefes aldım. “Teşekkür ederim.” “Eee Özlem, kendinden bahsetsene biraz?” “Peki. İki senedir özel bir şirkette çalışıyorum. Adnan M en deres Üniversitesi Tarımsal İşletmecilik bölümünden mezunum.
A çık öğretim den lisans tam am lam aya çalışıyorum . Pek başarılı o lduğum söylenemez am a (kibar bir gülüm sem e). Bu kadar.” “Ben bu kadar kısa olduğunu d ü şü n m ü y o ru m . Sen son iki seneden bahsediyorsun. Ben seni ta n ım a k istiyorum . Bana kendini anlatsana?” “Ü ç kelimeyle kendimi tanım lam am ı m ı istiyorsun? Issız bir adaya düşsem yanım a alacaklarım ı m ı öğrenm ek istiyorsun?” “A slında 3 kelimeden uzun olm asını iste rim ... Sakıncası yoksa.” “Peki, o zam an. H ayatım boyunca avukat o lm ak istedim . Ç enem düşük olduğundan benim b u n u n altın d an kolaylıkla kalkabileceğimi söylediler, ben de inandım . Üniversite sınavına 4 kez girdim. A m a matem atiğim zayıf olduğundan kazanam a dım . Tabi bu süre zarfında tezgâhtarlık, pazarlam a gibi deği şik işlerde çalıştım. Sonra son girişimde bu bölüm ü kazandım . 23. Tercihimdi. Diğer tü m tercihlerim yakın yerlerdi am a ben A ydını kazandım . İlk sene özel bir y u rtta kaldım . E n yakın arkadaşım la da orada tanıştım . Sonra beraber eve çıktık. Ü n i versite bitince birkaç iş başvurusu yaptım . Sonra şuan çalıştı ğım şirkette Agent* olarak işe başladım. İlk senem dolduktan sonra bir üst bölüme, müşteri işlemlerinin yapıldığı evraklı iş lemler bölüm üne geçtim. B unlar dışında farklı bir yaşantım yok. Yeterli olm uştur herhalde...” T an rım , O bana öyle içime işleye işleye bakarken kendim i nasıl anlatabilirim ki? Agent: Sözlük anlamının dışında müşteri temsilcisi olarak çalışan kişiye verilen kısa addır.
“Evet, yeter bence. En azından başlangıç için.” Başlangıç? Yani devamı olacak. Sen aklımı koru Allah’ım. Aşık oluyorum galiba.. .“Peki sen kendinden bahsetsen biraz.” “Aslında kendimi pek ifade edemem ama senin için dene yeceğim. İstanbul Üniversitesi H ukuk bölümü mezunuyum. İhtisasımı kam u davaları üzerine yaptım. Şu an kendime ait küçük bir bürom var. Hayatım boyunca hep tiyatrocu olmak istedim am a ailem avukat olmam konusunda oldukça baskı cıydı. Sonunda ben de avukat oldum. Yalnız yaşıyorum. Apart m ana yeni taşındım ve İzmir’den geldiğim için burada senden başka arkadaşım yok.” “K endine yeni arkadaşlar bulana kadar kahve yapmana yardım edebilirim.” “Buna çok sevinirim. Ama sadece kahve yapmasak, mesela bana boş vaktin olduğunda İstanbul’u gezdirsen nasıl olur?” Beraber gezmek? T anrım şu an pembe büyük bir bulutun üzerindeyim ve yanım da arp çalan minik melekler var. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim ... “Tabii neden olmasın?” İç sesimle konuşmaya devam eder sem çocuk beni geri zekâlı zannedecek... “Peki, ne zam an müsait olursun? İşe gitmediğini görüyo rum . Bugün boş musun?” Evet, bugün izinliyim. Eğer sen de boşsan bugün bir yer lere gidebiliriz.”
“Evet boşum . H adi hazırlan ben de kahve fincanlarını yı kayayım .” a^r
lam am .
7)
Eee, ne giyeceğim şimdi? Giyecek hiçbir şeyim de yok! Kot giysem, hava çok sıcak. Şort ta olmaz. Elbise giysem rüzgâr eserse rezil olurum . D olabın kapağını açıp uzun uzun baktık tan sonra camel rengi kumaş kaprimi, beyaz bir atlet ile bir likte giydim. Topuklu ayakkabı giyebilecek kadar iyileşmem iştim ben de beyaz converselerimi giydim. B oynum a ince boncuklu, kahve tonlarında bir fular taktım . H a fif bir m ak yaj yaptım . Göz kalemi, rimel ve pembe bir ruj kullandım . Büyük camel çantam ı aldım. Parfüm üm ü üzerime sıktıktan sonra hazırdım. Mutfağa gittiğimde fincanları kuruluyordu. “Baya hızlı hazırlandın. Ben alışık değilim böyle şeylere. Beni sürekli şaşırtıyorsun.” “Alışkanlık. Her zaman hızlı hazırlanırım.” “H adi o zaman çıkalım.” Evden çıktık. Ben kapıyı kilitlerken o ayakkabılarını bağ lıyordu. Merdivenleri inip kapının önüne çıktıktan sonra iki miz de araba anahtarlarımızı elimize aldık. Bunu konuşmamıştık. İkimizde birbirimize bakıp gülmeye başladık. Benim Kia Picanto’m vardı, O ’nunsa son model bir B M W ’si. “İstersen benim arabamla gidelim” deyiverdim. Ü stü n lük taslamak değildi amacım. O nun arabası büyük, pahalı ve uzundu. Benim arabam ise küçük ve park sorunu olmayan
bir arabaydı. Birkaç saniye kadar düşündükten sonra düşün celerimi okurcasına; Senin arabanın park sorunu olmaz” dedi. Benim arabama yöneldik.
Kullanabilecek misin?” dedi. Ben de kendimden
emin değildim ama arabamı kimselere veremezdim. “Kullanabilirim” dedim. Ç antam ı arka koltuğa koyduktan sonra şöför koltuğuna geçtim. Sanki bütün mahalle bizi izliyordu. Elim ayağıma do laşmıştı. A nahtarı kontağa taktım, emniyet kemerimi bağla dım, aynalarımı kontrol ettim. O nun emniyet kemerini tak masını bekledim. Sonra kontağı çevirip vitesi değiştirdim ve evet, gidiyorduk. “A klım da birkaç yer var. Eğer daha önce görmediysen O rtaköy’de kum pir yer, Gülhane parkında semaverde çay içe riz, oradan Bebek sahiline gider biraz yürürüz, sonra da Piyer Loti ye gidebiliriz.” “Ç ok keyifli görünüyor.” Onayı da aldıktan sonra arabamı 1. Köprü trafiğine doğru sürdüm. O rtaköy’e vardığımızda ara sokaklardan birine park ettim, beraber indik. Sonra; “keşke fotoğraf makinemi alsay dım ” dedi. Beklediğim an buydu. Yüzümde hınzır bir gülüm seme ile devasa çantam dan yarı profesyonel fotoğraf m aki nemi çıkardım. Benim hınzır gülümsememe karşılık O bana sanki D ünyanın sırrını bulmuşum, mutluluğun resmini çiz mişim gibi bakıyordu. Bir şey söylemedi. Zaten söylemesine gerek yoktu, bakışları kendim i o kadar iyi hissettiriyordu ki...
Bu, tarifi im kânsız, uzun za m a n d ır hissetm ediğim b ir şeydi. O n u O rtaköy Leyla K u m pir e g ö tü rd ü m . B ildiğim en güzel yer orasıydı. İki kum p ir sipariş ettik . Ben diyette o ld u ğ u m dan ne kadar istesem de k ü çü k yağsız, tuzsuz ve az m alzem eli kum pir sipariş edip sade soda isterken O , bol m alzem eli k o cam an bir ku m pir istedi. G ö zü m o n u n k u m pirindeydi. K en dim i bildim bileli yan ım d a yem ek yiyen k işinin tab ağ ın d an bir lokm a olsun yem eden doym uyordum am a yeni tan ıştığ ım ve uzun zam an tanışm ış kalm ak isteyeceğim bir ad am a b u n u yapam azdım . Sessizce kum pirlerim izi yedikten sonra hesabı ödeyip çıktık. Bende hep hesap kompleksi olm uştu. Sevgili lerime hesap ödetm ezdim . K im senin parasını ödeyem ezdim . A m a her yerde de hesabı benim ödem em , kullan ıld ığ ım ı dü şünm em e sebep olurdu. B unun orta yolunu bir tü rlü bulam a mıştım. A m a A rda daha ilk dışarı çıkm am ızda b unu çözmüştü. “K um pirleri ben ödeyeyim, sen de çayı ısm arlarsın” dem işti. İçim den geçenleri okuduğuna dair tu h a f bir hisse kapılm ış tım . Ya “kadınlar ne ister?” film indeki gibi bir anda böyle bir yeteneğe kavuştuysa? A m an saçmalıyorum yine. K um pirciden çık tık tan sonra küçük bir O rtaköy tu ru yaptık, birkaç fotoğ rafını çektim . Sonra arabayı park ettiğim iz sokağa gittik. Ara b am ın kapısını açtı! Ben binene dek bekledi. Bu paha biçil mezdi. Sonrasında kendisi bindi ve yola çıktık. Ben arabayı kullanırken o çektiğim fotoğraflara baktı. Sonra benim bir fotoğrafım ı çekti. Em inim korkunç çıkm ıştım am a O , çek tiği fotoğrafa bakıp gülümsüyordu. Alay eder gibi değil, güzel bir şey keşfetmiş gibi. Sonrasında Sirkeci ye gittik. Arabayı bu m
kez otoparka bıraktım. Sirkeci’den yukarı yürüyüp Gülhaııe parkına vardık. Parka girince bulunduğumuz yerin Osmanlı İm paratorluğu zamanında Topkapı sarayının dış bahçesi oldu ğunu anlattım . İlgiyle beni dinliyordu. Ben de bunları başka bir arkadaşım dan duymuştum. Fotoğrafı çekilecek bir sürü yer vardı. Ben de O n u n bir sürü fotoğrafını çektim. Sonra par k ın yukarısında bulunan çay bahçesine gittik. Küçük bir se maver sipariş verdik, iki kişilik! Sohbet zam anı gelmişti. Yokuş aşağı giden bir araba gibi hızla konuşuyordum . Ellerimle anlattıklarımı destekleyici ha reketler yapıyor, arada küçük taklitlerle anlattıklarımı komik hale getiriyordum. O da büyük bir dikkatle beni dinliyor, ne zam an çayım bitse bardağımı dolduruyor ve sigaramı yakı yordu. A kşam olm uştu ama bizim konuşacaklarımız bitme mişti. O rada kaç saat oturduk. Birbirimizi ne kadar tanıdık bilm iyorum am a hayatım boyunca geçirdiğim en keyifli za m anlardan biriydi. O n u n için de öyle olduğunu düşünmek beni m utlu ediyordu. Arada O da konuşuyor, bana ailesin den, özellikle annesinden uzun uzun bahsediyordu. Tek ço cuk olduğunu anlatıyor ve tek olmanın zorluklarından bahse diyordu. Ben ona göre şanslıydım. Kardeş keyifli bir kavramdı, öyle söylüyordu. O na hak vermemek o kadar zordu ki... Be yaz, inci gibi dişleri, pembe dudakları ve hafif kirli sakalıyla testosteron salgılıyordu etrafına. Bizi beraber görenler muhte melen benim ne kadar şanslı olduğuma dair tuhaf yorumlar yapıyorlardı. Böyle düşündüklerinden emindim, bunu hisse diyordum. O ise kocam an gülümsemesiyle, benimle anılarını
paylaşıyordu. H avanın karard ığ ın ın farkına v arm am ız için babam ın beni araması gerekmişti. Beni m erak ettiğini ve ne zam an döneceğim i soruyordu. Yemeğin ocağın üzerinde ol d u ğ un u ve geç kalm ayacağım ı söylememin üzerine kısa gö rüşm em iz son buldu. “U m arım senin için sorun yaratm ıyorum dur.” “Yoo, lütfen böyle düşünm e. Benim sevgili çekirdek ailem haber verm ediğimde hep arar beni. A m a bir sorun olm az.” “O lsun, yine de kalkalım . Diğer yerlere sonra da gitsek olur. Bir günde İstanbul’u bitiremeyiz zaten.” “Senin dediğin gibi olsun” diyerek boyun eğm ek zorunda kaldım . Aslında hiçbir yere gitmek istem iyordum . Bu tahta sandalye üzerinde günlerce onunla konuşarak vakit geçirebi lirdim. Yerimizden kalktık ve ben çayın parasını ödem ek için kasaya gittim . Bu onun hoşuna gitm em işti am a b en im ka rarlarım a saygı duym ak için verdiği mücadele b eni gerçek ten çok mutlu etmişti. Beraberce arabanın olduğu otoparka gittik ve yeniden Anadolu yakasının yolunu tu ttu k . Eve var dığımızda saat 11.00’i geçiyordu. A partm andan içeri girdiği mizde beni öpeceğine dair tu h af bir hisse kapıldım . N asıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum . U zun zam andır kim se tara fından öpülm em iştim ve bunu düşünm ek bile benim utan mam a neden oluyordu. İlk katı çıkıp kapının önüne geldiği mizde elimi avuçlarının arasına aldı ve geçirdiğimiz gün için bana teşekkür etti. Sonra bana doğru uzandı. Ben de panik halde ona bakakaldım . O ise yapacağı şeyden em in bir halde
yanağıma küçük, ıslak ve ateşli bir öpücük kondurdu. Tüm hücrelerimin yerinden oynadığını hissettim. Dizlerimin bağı çözülm üştü adeta. O ise dudaklarını yanağımdan çekip bana uzun ve anlam lı bir bakış atıp bir adım geriye gitti. Ellerim hâlâ ellerinin içindeydi ve yeni yetme bir çocuk gibi titriyor dum . Titrediğim i göreceğinden de ölesiye korkuyordum. Ken dim i kontrol altına aldığımı düşünerek, “iyi geceler” dedim. 0 da “iyi geceler” dedi ve uzaklaştı. Ama her kelimenin üze rine basa basa söylemişti. Sanki aslında erken biten bir gece olmuş, yarım kalmış gibi... Sanki titrediğimi anlamış gibi... Kapıyı açıp içeri girdikten sonra bile titremem geçmemişti. Bir an önce duş alıp uyumalıydım. Yoksa sabah kalkamaya caktım . Aceleyle odam a giderken annemin sesini duydum. Elinde A rda’nın kahve fincanını tutuyordu. Fincanı göstere rek kim in olduğunu sordu. İşte buna hazırlıksız yakalanmış tım . “Yeni aldım ” desem herhangi bir özelliği yoktu ve benim zevkime uymuyordu. Zaten tek bir fincanı ben bile almazdım. “Diğerleri kırıldı” desem, sakar olduğumu biliyordu inanabi lirdi ama kırık parçalar çöpte yoktu. Aklıma saniyeler içinde üşüşen tüm yalanları bertaraf edip anneme olanları en başın dan itibaren anlattım . Ailem hiçbir zaman baskıcı olmamıştı. Zorlayan, yıldıran veya kısıtlamalar getiren bir aile değildi. Babamla rakı keyfi yapabiliyor, anneme tüm sırlarımı anlata biliyordum. Am a bu sefer neden bilmem doğruyu söylemeyi geciktirmek istemiştim. Annem her zaman ki gibi; ‘‘D ikkatli 01 kızım, kendini çabuk kaptırma” gibi beni korumaya çalı şan cümleler kurdu. Ben de içimde kelebekler uçuşurken onu
dinledim. Aslında tam da dinledim sayılmaz. S onrasında duş aldım, çok sevdiğim çizgili pijam alarım ı giydim ve y atm adan bir sigara içmek için balkona çıktım . H âlâ içimde bir sürü şey kıpırdanıyordu. T üm günü beraber geçirdiğimiz düşüncesi bile ayaklarımı yerden kesmeye yetiyordu. E n iyisi y atm ak tı artık. Yatağıma sevinçle girdim ve uyudum . Sabah alarm ın çalm a sıyla yerimden fırladım. Sanki günlerdir uyuyor gibiydim. Saat henüz 06.00’ydı. D uş aldım , lacivert topuklu ayakkabılarım la çok sevdiğim pem be elbisemi giydim. Saçlarım ı k u ru tu p düz leştirdim, kahvem i içtim , saat 07.00 gibi evden çık tım . Bu sabah Merve yi ben alacaktım . M erve’yle işyerinde aynı eği tim grubunda başlamıştık. Sonrasında aynı tak ım d a çalıştık. Ben bölüm değiştirdikten 1 ay sonra o da aynı bölüm e trans fer oldu. Bu duyduğum en güzel haberdi. M olalara beraber çıkıyor, yemeğimizi beraber yiyor, iş çıkışı içmeye beraber gi diyorduk. Birbirimizin hayatları h ak k ın d a her detayı biliyor ve birbirimize her konuda rahatça açılıyorduk. Ç o k güzel bir kadındı Merve. A m a kimseyle sevgili olam ıyordu. Sürekli bu halimize gülüyorduk. Bana sebebini anlatana dek beraber gül dük, sonra bir daha gülem edim yalnızlığına. Birini sevmişti; A liyi. Kim A liy i sevmezdi ki. G ençlik yıllarım da ben de bir Ali sevmiştim. Seda da sevmişti. Tanım adığım milyonlarca ka dının da bir A li’si olm uştur mutlaka. Ç ok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği, yarı yolda bırakıldığı, aldatıldığı, kaybet tiği bir Ali si olm uştur herkesin... Terk eden, acıtan, kanatan, um utsuzlaştıran, yer yer vurdum duym azlaştıran... Merve nin Ali si ona farklı bir acı bırakm ıştı. “İçime çöktü acısı" derdi
her sözü açıldığında, “Unutamayacağım onu...” A li’sinin onu aldattığı kadınla evlenmesi daha da yaraladı onu. Hiç iyileş meyecek bir yarası vardı benim can dostumun, gün be gün k an ayan ... Benim komikliklerime gülmesi de, sabahlara ka dar dans etmesi de, her gün ona yapılan çıkma teklifleri de iyileştiremeyecekti ruhunu. Ayağının önüne serili dünya da... O hep bir Ağaç gibi büyüttüğü Ali sinin gölgesinde kalacaktı. O benim mutlu olmamı, ben onun mutluluğu bulmasını uma rak atılm ıştık bu oyuna. Biri mutlu olmalıydı artık ... Başın dan beri Ardayla yaşadıklarım ı (daha doğrusu yaşayamadık larımı) biliyordu ve bir gün önce yaşananlar hakkındaki her ayrıntıyı duym ak istiyordu. Evinin önüne gittiğimde beni bek lediğini gördüm. Sabah dedikodusu için işyerimizin yanında ki kafeye gidip kahvaltı edecektik. Ama arabaya biner bin mez dayanamayıp heyecanla anlatmaya başladım. Heyecanım ona da yansım ıştı. Benim mutlu olmamı isteyecek sayılı ki şilerden biriydi Merve. Kafeye vardığımızda kahvaltımızı si pariş edip yeniden konuşmaya başladık, işyerinde konuşmaya pek vaktim iz olmuyordu. Biz de tüm konuşulacakları sırayla bitirdikten sonra işyerine girdik. Mesai başladıktan sonra gö züm telefonda çalışmaya başladım. Her an beni arayabileceği düşüncesiyle öğlene dek çalıştım. Saatler geçmiyordu. Ken dimi yine kaptırıvermiştim, bu kadar aceleci olmaktan nefret ediyordum. Zamana bırakmak, beklemek bana göre değildi. Bir şey olacak ise hemen olmalıydı, adı konmalıydı. Sevgili isek sevgili, arkadaş isek arkadaş olmalıydık, ama ne olduğu muzu bilmeliydik.
İş yo ğun değildi. Bu yüzden sürekli aklım a takılıyordu. M erve yan ım a gelip “yemeğe çıkalım ” diyene dek onu düşün düm , yaşadıklarım ızı, yaşam ak istediklerim i... Sonra beraberce yem ekhaneye çıktık. Yemek yediğim iz bölüm çok büyük ve ferahtı. Ev yem ekleri, fast food ve salad bar şeklinde üç ayrı bölüm vardı. Ben salad bar a gidip ton b alıklı büyük bir salata aldım . M erve de bana eşlik etti. Yemeğimizi yerken de gözüm telefondaydı. Merve halime bakıp gülümsüyordu, kom ik oldu ğum un farkındaydım . “Arasam mı acaba?” deyiverdim. Her zam anki cesur haliyle “ara tabi” dedi. Telefonu elime aldım . A ram ak bana göre değildi. Erkendi. Belki işi vardı. “Aram a yacağım ” diyerek telefonu yerine koydum. Merve “sen bilirsin” dedi. O ysa ısrar etse arayacaktım, ama ısrar etmek Merve ye göre değildi. Yemeğimiz bittikten sonra sigara içmek için te rasa çıktık ve güneşten korunmak için büyük şemsiyenin al tında ki banklardan birine oturduk. H ayatlarım ızdan konu şuyorduk, ama benim aklım telefondaydı. Sigaramız bittikten sonra operasyona geri döndük. İşler bir anda yığılm ıştı, ben de çalışmaya daldım . Yaklaşık iki saat sonra Merve “telefo nun neden kapalı?” diye mail attı. O ana dek telefonumun varlığını bile unutmuştum, çalışırken telefonumu sessize alı yordum. Telefonuma baktığımda kapalı olduğunu fark ettim, hemen prize taktım . Blackberry kullanıyordum ve açılması 10 dakika sürüyordu. Saniyeler geçtikten ve telefon açıldık tan sonra telefonumda bir sürü mail ve mesaj olduğunu gör düm. Önce maillere göz gezdirdim. Sonra kim aramış servi sinden gelen mesajı gördüm, O aramıştı. Hemen sigaramı ve
telefonumu kapıp molaya çıktım ve onu aradım. İkinci çalı şında telefonu açtı; “Merhaba”. Sadece bu kelime içimi erit meye yetmişti. “Beni aramışsın?” diyebildim. “Evet, şey ne yapıyorsun demek için aradım.” “Çalışıyordum. Telefonum kapanmış fark etmedim. Sen neler yapıyorsun?” “Hiç. Büroya gittim, ama yapacak bir iş bulamadım. Ben de dışarıda dolaşıyordum. Mobilya bakacağım ama nerede ne satılır bilmiyorum.” İşte aradığım fırsat, ben daha yeni mobilya aldım, isterse ona yardımcı olabilirdim. Beraber yatak seçebilirdik mesela. H em arkadaşça bir teklif olabilirdi bu. “İstersen sana yardımcı olabilirim.” “Ç ok sevinirim. Kaçta bitiyor işin?” “5’te. Nerede buluşalım?” “Eğer rahatsız olmazsan seni alabilirim.” “Yoo, ben sana adresi mesaj atarım. Bulabilirsin değil mi?” “Bulamazsam ararım. Merak etme. 5 te görüşürüz o zaman ” “Görüşürüz." Beni almaya gelecek! Herkesin içinde nasıl bineceğim ki arabasına? Keşke başka bir yerde buluşsaydık... Neyse artık. Yaşasın! Beni almaya gelecek...
H ASRET KARDEŞ
Akşam saat tam 5.00’te kapının önüne çıktım . Telefonum hiç çalmamıştı. Bulamasa arardı diye düşünüyordum . T am o sıra telefonum çaldı, arayan A rda’ydı, “tam karşındayım ” dedi. Arabasından çıkmış, ön kapıya yaslanmıştı, bir eli cebindeydi. Üzerinde buz mavisi bir gömlekle gri kanvas bir pantolon vardı. Yanına doğru yavaş adım larla geçtim. A rabam şirketin otoparkındaydı ama ona arabam dan bahsetm edim . A çtığı kapı dan arabaya bindim, emniyet kemerim i bağladım . A rabanın içi de onun gibi kokuyordu. Başımı döndüren doğal, y um u şak bir kokusu vardı. Arabaya binip kem erini tak tık tan sonra kee nereye gidiyoruz?” dedi. îşyerime yakın büyük bir mobilya mağazası vardı, oraya gittik. Nelere ihtiyacı olduğunu yazdığı uzun bir listesi vardı. Listeye göz attığım da yatağı gördüm . Ya tak seçmek benim işimdi, bayılırdım büyük yataklara. Ö nce erkeksi, modern bir karyola beğendi. Sonra benim bayıldığım ortopedik, hafif sert yatakta karar kıldı. Etiketlere bakm am ası zengin olduğunu düşündürtüyordu ve ben zengin insanlardan hiç haz etmezdim. Sonra gardırop, oturm a grubu, yem ek m a sası, sandalye, sallanan koltuk ve bir sürü şey daha aldı. Çabuk beğenen biri olması işleri kolaylaştırdı. Kendi çizgisinde olan mobilyaları beğeniyordu, kendi gibi rahat, konforlu ve sade. Alışveriş bittiğinde listenin neredeyse yarısını tam am lam ıştık. “Bunlar yerleştikten sonra bakar, eksiklerimizi tam am larız” dedi. “E ksiklerim iz...” Sanki kendi evimizmiş gibi, beraber oturacakmışız gibi. Gülüm sem em e neden olm uştu söyledik leri. O na bunları söylemedim, sadece “tabi, neden olmasın?” dedim. Mağazadan çıktığımızda saat 9.00 u geçiyordu. İkimiz
de kurt gibi açtık. Eve yakın çok güzel bir yer bildiğimi söy ledim. Müthiş körili tavuk yapıyorlardı ve içine küçük ana nas dilimleriyle beraber kuru üzüm koyuyorlardı. Çok güzel ev limonatası yapıyorlardı. Benim verdiğim detaylardan sonra soluğu Bağ Pastanesinin yeni açılan, bahçe içindeki serin ma salarında aldık. Siparişleri vermemi izledi. Sonra benimle bera ber sigara yaktı. Benim kadar çok içmese de sigara içmesi be nim için çok güzeldi. Bencilce biliyordum ama sigara içmeyen biri sürekli ne kadar çok sigara içtiğinizden yakınır ve bu bir süre sonra bunaltıcı bir hal alır. Her gün onun boğazına yapış mamak, duymamazlıktan gelmek için iyi bir bahane bulmak zorunda kalırsınız. Ardayla bunu yaşamıyorduk. Onunlayken ben de az içiyordum. Bana iyi geliyordu ve bundan haberi bile yoktu. Yemeklerimiz geldiğinde onun ilk lokmayı ağzına götü rüşünü izledim. Gözlerini kapatıp yediği sosun lezzetini ayrış tırdığından emindim. Gözlerini açtığında gülümsüyordu. Bu hayatım boyunca yediğim en güzel körili tavuk dedi. Bu iki mizin de keyif aldığı birçoı şeyden biri olarak aklımın kena rına yazıldı hemen. Yemeğimiz bittikten sonra kahve söyledik. Beraber kahve içmek, havadan sudan konuşmak bizi bir çift gibi hissettiriyordu. Arda hesabı ödedikten sonra eve gittik be raber. Aynı apartmanda oturmak bazen tuhaf gelse de değişik bir deneyimdi benim için. Dairemin önünde vedalaştık, ben eve girdiğimde annem beni bekliyordu. Anneme gün içinde yaşananları anlattığım da kendimi iyice yorgun hissediyordum. Duş alıp yatağım a uzandığımda aklımda yalnızca Arda vardı. Acaba ne yapıyor diye düşünmekten uyuyamıyordum. Sonra
ışığ ın ın y an d ığ ın ı fark ettim , ben de ışığım ı açıp o d ad a yü rüm ey e başladım . E lim de sigaram , volta atıyordum odada. O sıra telefonum çaldı, A rda arıyordu. “U y u y am ad ın galiba sen de.” “Evet uy uyam adım .” “Yarın işe gideceksin am a u yum an lazım farkındasın de ğil m i?” “Evet. F arkındayım am a uyku tu tm ad ı.” “M asal anlatm am ı ister misin?” T a n rım bu kadarı fazla, hayatım boyunca hep bunu istedim ve şim di gerçek m i olu yor? İnanam ıyorum . “Evet isterim ...” “Peki, o halde. Işığını kapat, yatağına yat. G özlerini yum telefonu hoparlöre al.” “T am am .” H em en ışığımı kapattım . Yatağıma yattım . Te lefonu hoparlöre alarak sesini yalnızca benim duyabileceğim şekilde ayarladım ve gözlerimi yum dum . “H azırım .” “Bir zamanlar; çok uzak diyarların birinde, bir fram buaz çalılığı varmış. Bu çalılık meyvelerini kimseye göstermez, al m ak isteyenleri dikenleriyle korkutup kaçırırmış. Meyveleri ol madığı zaman kimsenin onu ziyaret etmeyeceğini düşünürmüş. Meyveleri çürüyüp toprağa düştüğünde ise içine kapanırm ış. Yeniden meyve vereceği güne dek sessizce beklermiş. G ünler den bir gün çok güzel bir kız fram buaz çalılığının önünden
geçerken yerdeki çürümüş frambuazları görmüş. Elini dikkat lice çalılığa uzatmış ve yerdeki frambuazları toplamaya başla mış. Heybesinden çıkardığı havanda dövdüğü frambuazları 11 içine birkaç ot daha katmış ve sonra küçük bir şişeye doldur muş. Ç alılık kızın ne yaptığına anlam verememiş. ‘Çürümüş meyvelerimi de ne yapacak bu kız?’ diye düşünüp duruyormuş. Kız şişeyi yeniden heybesine koyup yola devam etmiş. Frambuaz çalılığı kızın yolunu gözlemeye başlamış. Gel zaman git zaman çalılık yeniden çürümüş meyvelerini döktüğünde kız yeniden gelmiş. Frambuaz çalılığı, çok tanıdık bir koku yayan kıza bir anlam veremiyormuş, kız kendisi gibi kokuyormuş, meyve gibi. Kız yine çalılıkların arasındaki çürümüş meyve leri alm aya eğildiğinde çalılık dile gelmiş; ‘Ey insanoğlu ne yaparsın benim çürümüş meyvelerimi ve nasıl benim mey vemmiş gibi kokarsın böyle. İn misin cin misin? Yoksa gök ten inmiş melek misin?’ (Buralarda sesini kalınlaştırıp, hey betli bir hale getirdi) ‘Hayır. Ben insanım, sayın çalılık. Çok fakirim ben, güzel kokular alamıyorum kendime... Senin gü zel meyvelerin dalındayken kıyamıyorum onları senden söküp almaya. Ben de dallarından dökülmelerini bekleyip onları top luyorum. Sonra da kendime koku yapıyorum. Onu sürüyo rum. Özür dilerim sizin üzüleceğinizi bilemezdim’ dedikten sonra aldığı meyveleri toprağa geri dökm üş... Ç alılık meyve lerinin toprakta çürüyeceğini fark edince seslenivermiş kızın ardından: ‘Hey dur insanoğlu. Sen de gitm e...’ Kız çalılığın yalnızlığını ilk kez o zaman fark etmiş. Geri dönüp ham buazları attığı yerden almış. Dallarının arasında sakladığı taze
yem işlerinden de vermiş köylü kızına çalılık. H av an d a mey velerini ezen kızı izlerken birden bir y ab an cın ın onlara doğru geldiğini fark etm iş. Ç alılık, aynı sessizliğe m a h k û m etm iş kendisini yeniden. Kız arkasını d ö n d ü ğ ü n d e ü lk en in prensi n in onu izlediğini görmüş. A niden u tan arak h av an ın ı toparla m aya ko yulduğunda prens ona seslenmiş; ‘N ereye gidiyorsun ay yüzlüm , fram buaz kokulum . Nereye?’ Kız prensin kendi sine söylediklerini duyunca geriye dönm üş. Prens atın d a n inip prensese doğru yürüm eye başlamış. V e ...” U yandığım da telefon kapalıydı. En son kızın yeniden ça lılığa d ön d ü ğ ü n ü hatırlıyordum , hislerim hayalle gerçek ara sında bir yerdeydi. H er hangi bir kalıba koyam ıyordum . Hepsi rüya mıydı? Son arayanları kontrol ettiğim de herşey zihnim de berraklaştı. Evet, dün gece A rda ben uyuyana dek m asal an latm ıştı. A caba sonunda ne oluyordu? D ah a önce d uym am ış tım b u masalı. O ysa kitap o k u d u ğ u m k ad ar çok m asal da o k u m u ştu m , bir ara buna bir bakm alıyım . Saat 6.30 olm uştu. H e m en duş alıp giyindim . Saçlarım ı sade bir şekilde topuz yaptım . Siyah, düz bir elbise giyip sarı, topuklu ayakkabıla rım la sarı m adalyonum u taktım . Eye liner, h a fif bir allık ve kırm ızı rujum la h afif bir makyaj yaptım . Ç an tam ı alıp evden çıktım . A rabam şirkette olduğundan servis durağına yürüm ek zorunda kaldım . İş yerine gidip rutin işlere koyuldum . Merve’ye o lan lard an sadece ü stü n körü bahsedebilm iştim . Bu arada dövm e yaptırm aya karar verdiğim izden iş çıkışında K adıköy’e gidecektik. O rada uzun uzun anlatırım diye düşünerek günü g e ç ird im . A k şam iş ç ık ışın a d o ğ ru A rd a a ra d ı. M ü sait %
olm adığım ı söylemek zorunda kaldım. Ona böyle şeyler söy lerken içim eziliyordu ama mecburdum. Arabamı otoparktan çıkarıp heyecanla yola çıktık. İkimiz de ilk defa dövme yap tıracaktık. Merve A tatürk’ün imzasını yaptıracaktı. Ben de sol kolum a “Vivi la tua vita” (İtalyanca, kendi hayatını yaşa demek) yazdıracaktım. Neden bilmem bu cümle beni hep çok etkilem işti. K adıköy’e vardığımızda arabayı rıhtımdaki oto parka park ederek kararlı bir şekilde ara sokaklardan yürü meye başladık. Hava nemliydi, her zamanki İstanbul havası işte. Barlar sokağına ulaşınca iyice heyecanlandım. Benim için Barlar Sokağı, sokaklara taşan küçük bir şehir efsanesi gibiydi. H ayatım boyunca kendim i hiçbir yerde orada olduğum kadar evimde hissetm edim . Sokaklara taşan eğlenceler, köşe başla rını tutm uş çakır keyif sevgililer, midyecilerin sesleri, birbirine karışan farklı türdeki bir sürü müzik, bir yerlere yetişme te laşı, çapkınlık yapmaya çalışan toy delikanlılar, motorların üzerinde biralarını içen yaşlı eski topraklar... Barlar, dövmeciler, incik boncuk satanlar, kavga edenler, kavgaları ayıran lar, diskoya benzeyen büfeler. Neden bilmem ama beni komik bir şekilde güvende hissettiriyordu. Merve yle birlikte insanla rın arasında yavaşça ilerlemeye çalışarak sokağının sonundaki dövmeciye gittik. K ocam an camekânıyla insanlara içeriyi iz leme şansı veriyordu. İsmi biraz ürkütücüydü ama sert görün mek dövmecilerin en bilinen özellikleriydi. Merhaba M atkap... içeriye girdiğim izde herşev çok hızlı olmaya başladı. Merve koltuğa oturup bana dövmenin acısını tarif ediyordu. Kolu hiç kanam am ıştı. Ben de bun d an güç alarak koltuğa oturdum . sı
Ö n c e eskizi çizildi, kolu m dak i yeri belirlendi, aynadan kont rol edildi. E skiz kolum a yapıştırıldı, derin bir nefes aldım . Sa vaş (dövm e yapan genç) V harfine başladığı an kolum u küçük k a rın c a la n m a la r kapladı. A cıtıyordu, am a dayanılam ayacak b ir şey değildi. Bu kad ar uzu n bir yazı yazdırm aktaki am a cım ı hatırlam aya çalıştığım ıstırap anları başlamıştı. Merve nin dövm esi y arım saat sürm üştü, benim kiyse bir saate yaklaşı yord u artık . Ç o cu k bittiğini söylediğinde kolum u yavaşça kal d ırd ım , p arm ak larım buz tu tm u ştu . Savaş, kıpırdatm am am için kolu m a oldukça b üyük bir baskı uygulam ıştı. Parm ak uç la rım a h ü cu m eden kan, elim in uyuşu k lu ğ un u dayanılm az hale getiriyordu. B enim kolum biraz kanam ıştı. Savaş kanı iyice tem izledikten sonra serayla kolum u sarıp yarım saat sonra çıkarm am ı söyledi. Ö dem em izi yapıp kim lik bilgilerimizi pay la ştık tan sonra oradan ayrıldık. İlk fotoğrafımız kollarımız sa rılıyken çekildi. İkim iz de çok m utluyduk. B unun hesabını evdekilere nasıl vereceğime dair derin bir endişeyle bir şeyler içm ek için rıhtım a inip B enzine gittik. Biraz soğuk biranın iyi gelmeyeceği çok fazla şey olm adığına inananlardandık. Bi ralarım ız geldikten sonra Merve ye yaşanan her şeyi uzun uzun an lattım , O da beni dinledi. “U m arım her şey istediğin gibi olur. Senin m utsuz olm anı istem iyorum ” dedi. Biliyordum, b e n im için endişeliydi am a ben a rtık endişelenm ek değil, O n u n la olm ak istiyordum. Yine duygularım coşm uştu. Yarım saat sonra hatırlatm ası için kurduğum uz alarm çalınca konuş m am ız bölündü. Seraları çıkarıp kollarımızı sildik, artık döv melerimiz tam am dı. Biraz daha o tu rd u k tan sonra kalktık. u
O toparka yürürken içtiğimi ve ehliyetimi kaybedebileceğimi hatırladım ama arabamı otoparkta bırakamazdım. Ne yapa cağım ı düşünürken Arda geldi aklıma. Böyle bir şey isteyebi lecek kadar yakın mıydık? Emin olamıyordum ama çaresizce A rdayı aradım. îlk çalışında telefonu açtı. Biraz fazla içtiği m in farkındaydım, sarhoş, aptal kız arkadaş konumuna düş mek istemiyordum. Gerçi kız arkadaşı olmadığıma göre ge riye sarhoş ve aptal kalıyordu. Yaşadıklarımızı kısaca anlattıktan ve bininci dereden suyun geldiğinden emin olduk tan sonra sadede geldiğimde “bu muydu?” diyerek içten bir kahkaha attı. “Tabi ki gelirim, olduğunuz yerde kalın” dedi. K ıpırdayacak değildim zaten ama midyecinin davetkâr sesi midye yeme isteğimizin bastırılamaz bir hale gelmesini sağla m ıştı. Biz de bir miktar midye dolma yiyerek zamanı değer lendirm eyi seçtik. Midye dolma benim geç bulduğum yeni vazgeçilmezim olmuştu. Biz tezgâhın yarısını yedikten ve he sabı ödedikten sonra Ardayı gördüm. Üzerinde siyah-sarı ya zıları olan bir tişört vardı, kıyafetlerimiz uyumluydu! Minicik bir rastlantı adeta beni benden almıştı, içkinin etkisiyle duy gularım a ket vuram amaktan korktuğumdan, basit bir şekilde elini sıkarak uzağında durdum. Parfümü benim direncimi kı rıyordu. Tam şu an, rıhtım otoparkında, Merve ye aldırma dan burnum u boynuna dayayarak dudaklarımı boynuyla çe nesinin kesiştiği o müthiş çıkıntıya bastırmak istiyordum. Arda elimdeki anahtarlara uzandığında kendimi zor durdurdum, parm akları parmaklarıma değiyordu. Gözlerimin önünden ge çen binlerce film sahnesinden birini seçip karakterleri Arda ve
ben o larak değiştirdim . Böylelikle ona odaklanm ıyordum ama hâlâ içim de ki his ölm em işti. A rd a elini gözüm ün önünde aşağı y u k a rı sallayıp beni d ald ığ ım derinlerden çıkardıktan sonra aptal gibi yolun ortasında dikildiğim i fark ettim . İşin kötü yanı içki beni tek başına bu hale getirm ezdi, beni bu hale geti ren içim deki anlam landıram adığım duygu yoğunluğuydu. Eve dek direnm eliydim . B unları içimden tekrarlayarak ve sendelem em eye çalışarak ilk kez arabam ın sürücü koltuğu yerine ön yolcu koltuğuna oturdum . A rda üzerime eğilerek kemerimi bağ ladı. B ana hiç yardım cı olm uyordu. Nefesi o kadar yakınım dan geçiyordu ki kendim i kaybetm ek üzereydim. Kontağın çevril mesiyle d ik k atim i m otor sesine verdim. Yol boyunca döneceği dönem eçler dışında Ardayla tek kelime etm edik. Merve araba dan inerken k rem ini sürmeyi unutm am asını hatırlattım yal nızca. A rda m eraklı bir bakış eşliğinde bir sıkıntı olup olmadı ğını sorduğunda yalnızca dövmemi gösterdim. “Bu ne demek?” dediğinde “kendi hayatını yaşa” dedim ve sustum. Arabamın içinde kocam an testosteron bulutları dolaşıyordu ve benim na çiz v ü cu d u m bu baskıya direnemiyordu. Ben de camı açıp ba şımı cam dan sarkıttım . Arda yalnızca halime gülümsüyordu... Evlerimizin bulunduğu sokağa girdiğimizde artık her şey bula nıklaşm aya başlamıştı. Arabadan indiğimde sendeledim, elimi tu ttu . Başının etrafında m inik ışıklar parlıyordu. “Kimse gör mesin bizi” dedim. “Görmeyecekler” dedi. Sığındım ona, be lime sarıldı. Nefesim kesiliyordu adeta. Bir erkek bana böyle do kunmayalı ne kadar olmuştu? Hatırlamıyordum. Kokusu başımı döndürüyordu. A p a rtm a n ın kapısını açıp içeri girdiğinde
zorlukla yürüyebilme yetimin sonundaydım. Farkına varmış gibi beni kucağına aldı. Tüm dünya durmuştu adeta. Başım alabildiğine dönüyordu. “Seni bu halde eve bırakamam” dedi. “Ö nce ayılman gerek” dedi ve beni asansöre bindirdi. Onun katında indik. Beni kapıyı açmak için bile bırakmadı. İçeri girdiğimizde önce ışığı açtı. Beni salona götürüp nazikçe be raber aldığımız rahat kanepenin üzerine bıraktı. Önce ayak kabılarımı çıkardı. Sonra mutfağa gitti. Sahneler kayıp gibiydi. Bir an yanımdayken diğer an yanımda bulamıyordum onu. Sonra elinde kahve fincanıyla geldi. Bana elleriyle yaptığı kah veyi yine elleriyle içirdi. Midem bulanıyordu. Anlamış gibi banyoya götürdü beni. “Sen çık” dedim aldırmadı. “Lütfen çık!” Sakin ama kararsız sesle “peki” dedi. O çıktıktan sonra içimde ki her şeyi çıkardım. Midem biraz olsun rahatlamış gi biydi. Elimi yüzümü yıkadım. Hâlâ başım dönüyordu. Bu ka dar sarhoş olabildiğime kendim bile şaşırmıştım. Aynadaki yansım am korkunçtu. Duş alabilmek için neler vermezdim. Beni duyuyormuş gibi “temiz havlu var orada istersen duş al iyi gelir” dedi. Ben de üzerimdekileri sıyırıp duşa girdim, ayıl dığım ı hissediyordum. Ayıldıkça onun beni kapıda bekledi ğini hatırlıyordum, içim ürperiyordu. Duştan çıktım, havluya iyice sarındım. Yeniden aynı kıyafetleri giymek istemiyordum. “İyi misin?” diye sordu. Güçlükle “iyiyim" diyebildim, sonra kapıyı açtım . Elinde pijamalar vardı. “Bunları giy istersen” dedi. O nun üzerinde sıklıkla gördüğüm gri eşofman altı ve siyah tişört. Hemen üzerime geçirdim. Yeniden banyodan a k tığım da çıplak ve nemli ayaklarımın fayanslara çarptıkça
çıkardığı kom ik sesleri dinleyerek ışığı yanan m utfağa gittim . Bana çorba ısıtıyordu. “Şanslısın daha bu sabah yap m ıştım dedi. Çorba kâsesini, kaşık, peçete ve bir bard ak suyu tepsiye koyup salona yöneldi. Beni aynı koltuğa oturtu p yanım a oturdu. Elimi uzattım tepsiyi alm ak için am a verm edi. K ucağına tep siyi yerleştirdi önce. Sonra kaşığı kâseye daldırıp çorbayla dol masını sağladı. Peçeteyi altına koyup, üfledi, bana uzattı. Ç orba hazır değildi, belli ki kendi yapmıştı. O ldukça lezzetliydi. Sonra ikinci kaşığı, üçüncü kaşığı aynı şekilde çorbayla d o ldurup üf ledikten sonra bana içirdi. Bu şekilde kâsenin hem en hem en yarısına kadar içtim . İçim daha fazlasını alm ıyordu, “d ah a fazla içemem” dedim. “T am am ” dedi. Peçeteyle d u d ak larım ı kuruladı. Tepsiyi kucağından indirdi. A teşim e b ak m ak için elini alnım a götürdü. Yaprak gibi titriyordum . Eli aln ım dan yanaklarım a, oradan dudaklarım a düştü. D u d ak larım ı tan ıd ı parm akları. Yanağıma geri döndü. İçimde akıp d u ran bir ne hir vardı sanki. Yüzünü yüzüm e yaklaştırdı. D u d ak ları d u daklarım a değmeden nefesi yüzüm ü yalayıp geçti. Sonra du d a ğ ın ı araladı ve b e n de d u d a k la rım ı o n u n a ç tığ ı yere yerleştirdim. V ücudum da bir elektriklenm e başladı. Tepeden tırnağa titriyordum . A henkle açılıp kapanıyordu dudak ları mız. Açlıkla veya şehvetle değil. N aif, yum uşak bir şekilde öpüyordu beni. Sanki zarar vermemek için direniyorm uşçasına. D udaklarını benden ayırdığında benim hissettiklerim i hissetmişçesine şaşkınlıkla yüzüm e bakıyordu. Beni yeniden kendine çektiğinde devam ının olacağını sandım . A m a o sa dece beni y a n ın a y a tırd ı. B aşım ı g ö ğ sü n ü n ü z e rin e
koyduğum da neden bu kadar zamandır yalnız olduğumu ha tırladım . Böyle bir şeyi bekliyordum, bunu bekliyordum. Ne fes aldıkça yükselen başım, onun saçlarımda dolanan elleri... Beni her şeyden ve herkesten uzaklaştırmıştı. Saate bakm ak veya eve gitm ek istemiyordum. Ayağa kalktığımda elimi tuttu, “gitm e” dedi gidebilirmişim gibi. Saate baktım, geç oluyordu ben de annem i aradım. Geç geleceğimi biliyordu. Merve’nin yalnız olduğunu ve midesinin bulandığını onda kalıp kalama yacağım ı sordum . A nnem emrivakilerden hiç hoşlanmazdı. Bir-iki söylendikten sonra onay verdi. Telefonu kapatıp haber verm ek için M erve’ye mesaj attım. Hınzırca gülen bir “gülen surat” gönderip onayladı. Bütün bu süreç boyunca beni izle yen A rda telefonu elimden bırakmamla birlikte beni yeniden kucağına aldı. O lduğu yerde daireler çiziyordu. Başım yeni den dönm eye başlamıştı. Ben de başımı onun boynuna yasla yıp kendim i bıraktım . Bir süre sonra koltuğa düştük. “N e ya palım istersin?” dedi. “İstersen film izleyebiliriz...” Ben de “olur” dedim . Aslında çok uykum vardı ama bir daha bu şe kilde yalnız kalamayacağımızın endişesiyle kabullendim. Bir anda filmleri önüm e döktü, “ne izlemek istersin? dedi. Korku film lerini bir kenara ittim hemen. Diğer hlmleri incelemeye başladım. O sırada Almodovar’ın Volver (dönüş) film ini fark ettim . D aha önce izlemiştim ama yine izleyebilirdim. Filmi elime alıp “bunu izleyelim” dedim. “Ben de onu izlemeyi is tiyordum ne zam andır” dedi. Önce filmi taktı, film başlama dan yatak odasından pike getirdi. Bir şey isteyip istemediğimi sordu. B ir şey istem iy o rd u m . Y anım a o tu rd u . K o lu n u
koltuğun sırtıma denk gelen kısm ına attı. Ben de başım ı ona yasladım. Sonra koluyla hem en beni sardı. Film başlam ıştı. Penelope C ruz yine olağanüstüydü. A lm odovar’ın hem en he men bütün filmlerini izlemiştim. H er birini çok ayrı severdim, bu da onlardan biriydi. Filme kapıldığım ız bir an elim yan lışlıkla bacağına değdi, istemsiz bir hareketti. H em en elim i çektim ama A rda kıpırdanıp duruyordu. Benden rahatsız ol duğunu düşünerek başım ı olduğu yerden k aldırdığım da bana baktığını fark ettim . Bu öpü ştü ğ ü m ü z zam an k i bakışı gibi değildi, daha aç daha istekliydi. İstem eden yanlış bir düğm eye basmıştım, şimdi de onu sakinleştirm em gerekiyordu. D aha önce adı konulm am ış ilişkilerde çok hızlı gittiğim den en uzun ilişkim 4 ay 12 gün sürebilm işti. Bu sefer d ikkatli ve k endim den em in davranm alıydım . Dizlerim i göğsüme çekip, ellerimi birbiriyle bağladım . Filmi bu rahatsız pozisyonda izlemeye ça lışıyordum. Sanki dünyanın sırrı A rda’n ın dev ekran plazm a sın d ay m ışçasına T V ’ye b ak ıy o rd u m . A m a aslın d a a k lım A rdanın şehvetle parlayan gözlerindeydi. Bende de aynı bakış vardı, farkındaydım. Bakışlarını hissediyordum ve aklım içimde yarattığım şehvete yeniliyordu. E m inim O da benim gibi dü şünüyordu. İkim iz aynı anda ayağa kalktık, birbirim ize çar pıp tökezledik. A rda beni sımsıkı tu ttu . İkim iz de deli gibi nefes alıp veriyorduk. Ellerini yavaşça çözdü v ü cu d u m d an... “Ben su alacaktım ” dedi. “Ben de” dedim . “Sen otu r ben ge tiririm ” dedi. “T am am ” dedim , karanlıkta kayboldu. Seslensem gelecekti biliyorum, am a pişman olacaktım , kanepeye iyice kaykıldım. Ç ok iyi bir amatör oyuncuydum. Elinde suyla
geldiğini duyabiliyordum. Ayakları çıplak zeminde benimkine benzer sesler çıkarıyordu. Sonra uyuduğumu fark etti, dizle rinin üzerine çöküp gözlerini gözlerime dikti, beni seyredi yordu. “Bu gidişle masalın sonunu hiç öğrenemeyeceğiz frambuazım ” dedi. Sonra beni yine kucağına aldı. Bu gidişle belini sakatlayacaktı. Beni yatağına götürdü, pikeyi üzerime örttü. Sonra yanım a uzandı dokunmadan. O da yorgundu. Bir süre sonra ben de uyudum . Birbirimize dokunmadan, birbirimizin k o k u su n d a... Sabah ışığı gözümü oyarken homurdanarak uyandım. Kar şım da adeta gülm ekten katılıyordu. Önce üstüme başıma bak tım , sonra ellerimle yüzümü kapattım. “K orkunç görünüyorum dimi?” “Yoo, am a gece çok komiktin. Beni yataktan attın, sonra kendi kendine konuştun. Pek bir şey anlamadım ama galiba benim göğüslerim hakkında konuştun. Bir de kulaklığım... Sahi ne dem ek bu?” “B ilm iyorum . İçkinin etkisiyle saçmaladım galiba” de dim . “Ö zü r dilerim herşey için...” Aslında biliyordum, yine onu ilk gördüğüm anı yaşamış olmalıyım. T anrım ... Neden kaldım ki b u rad a... “N e özrü? Şaka yapıyorsun herhalde. Ben çok eğlendim. Yani Çok güzel zam an geçirdim seninle. Asıl ben teşekkür ederim i “Peki, o z am a n ...” “Kahvaltı?”
H ASRET KARDEŞ
“O lu r...” Beraber kahvaltı hazırlam aya b aşlad ık ... T elefonum a bak m aya gittiğim de bir sürü sms, m ail, bbm , w hatsapp logola rıyla doluydu. A nlaşılan M erve benden haber alm ak için ara m ak dışında her yolu denem işti. O n u n anlayışlı tav rın ı her zam an çok sevm iştim zaten. O n a iyi olduğ u m a d a ir kısa bir sms gönderip telefonu cebime koydum . M utfağa d ö n d ü ğ ü m d e A rda çayı dem liyordu. Elim deki sigarayı görünce elim den aldı ve “kahvaltı etm eden olm az” dedi. Söylediği her şeye b o y u n eğiyordum . Ben domatesleri b üyük bir u stalıklı ince dilim lere ayırırken o da om let yaptı, sofra hazırdı. T ab ak ları önce k ar şılıklı koydu sonra yan yana, beğenm edi, değiştirdi. T ab ak ları elinden alıp ona göz kırparak yeniden yan yana koy d u m . Be lim e sarılıp, b u rn u m u n u cunu öptü. O n u n nereyi öpeceğini görm ek için adeta şaşı oldum . O k ad ar şirindi k i . .. D ü n ak şam ki şehvet yerini şefkate bırakm ıştı. Beraber k ahvaltı etm e nin tad ın ı çıkarıyorduk. O benim peynir ve dom atesle kahvaltı y aptığım ı öğreniyordu, ben o n u n fram buaz reçelini ne k ad ar sevdiğini. K ahvaltı sonrasında çay ve sigara k eyfini u zatab il diğim iz k adar u zattık ta n sonra m asayı topladık. Ç ık a n b ula şıkları beraber yıkadık. B irbirim ize d o k u n m a k için yer arıyor d u k adeta. Y aram azlık yapm ış çocuklar gibiydik. A ra m ız d a ki titreşim çoğalıyordu her an. “Eee b u g ü n ne yapıyoruz?” d edi. A slında çok fazla planım vardı, O n u o an duvara yaslayarak üzerinde ne varsa çık arm ak so n ra sın d a ... N eler d ü şü n ü y o rum ben? ‘‘Ö nce eve gidip üzerim i değiştireyim , sonra haber leşiriz’ dedik ten sonra a k şa m k i k ıy afetlerim i y en id en giyip afi
evden çıktım . Tam son merdivene geldiğimde babam evden çıktı, “yukarıda ne işin var senin?” dedi. Neye uğradığımı şa şırdım. “Şey, asansöre bindim” diyebildim. “Ayakkabı ayağımı vurdu d a ...” Babam “peki geç bakalım prenses” dedi. Eve gir diğim de bir de annem in beni beklediğini gördüm. Konuşma ları duym am asını umarak “günaydın” dedim. Annem Merveyi sordu, iyi olduğunu söyledikten sonra yeni bir şey sormadı ğını fark edince hemen odama kaçtım. Üzerimdekileri çıka rıp kirli sepetine attım . Sonra ılık, güzel bir duş aldım. Tam sabunlanacağım zam an fark ettim, Arda bana masal okur ken fram buaz çalılığıyla ilgili bir şeyler söylemişti. Sonra dün akşam bana fram buazım dedi... En sevdiği reçel de frambuazlı. Yani? Yani adam frambuaz seviyor, bu kadar basit yahu, ben de neyin tribindeysem ... Duştan çıkıp saçlarımı tararken dün gece yaşadıklarım gözümün önünden geçti. Sonra aklıma ilişkiye dair herhangi bir cümle kurmadığı geldi. Yani umu runda değildim aslında. Aklımda bir yerde Babazula’dan Ma nolya çalm aya başladı, içim ezildi. Merveyi aradım ben d e... O benden heyecanla yaşananları anlatmamı beklerken benim yılgın bir sesle söylediğim şey onu çok şaşırttı; “Buluşmalı yız. ..” M erve’yle Kadıköy Kahvehane de oturduk. Kahveleri mizi sipariş ettikten sonra, “anlat bakalım” dedi. Hiçbir sahne veya kelimeyi atlam adan, en başından itibaren olanları anlat maya başladım , sabırla dinledi. Bu arada ikinci kahvelerimizi bitirmek üzereydik. Merve konuşmamın bittiğinden emin ol duktan sonra; “takılm ak istiyorsan takıl bence ama eğer faz lasını bekliyorsan em in ol önce” dedi, haklıydı. Ben de ona M
haber verm eden çıktığım ı anlattım . U zunca sohbet ettik, ge leni geçeni kestik, bize laf atanlara sinirlendik. G özüm hep te lefonum da. K arnım ız acıktı. Yemek yemek için K ing H ouse a gittik. Telefonum hâlâ çalm ıyordu, deli olacaktım . Ben onun yerinde olsam şuana kadar en az 20 kere arardım . O n u n so ğukkanlılığı karşısında daha çok sinir oluyordum . Yemekle rim iz bittiğinde de aram adı, M erveyi evine b ırakırken de, Mervelere uğrayıp kahve içtiğimde de, sohbet ederken d e ... Eve döndüğüm de de aram am ıştı. Ü stüm ü değiştirip balkona çıktığım da ışığının yanm adığını fark ettim . Ben ona trip at tığım ı zannederken paşam beni arayıp sorm adan evden çıkıp gitmişti. Aferin ona. O dam a girip volta atm aya başladım . Yet medi, dolaptan bir kadeh şarap aldım. Sonra şişeyi yanım a al dım , şişe bittiğinde diğer şarabı açtım. O n u da yarısına kadar içtim. Tam sızacakken telefonum çaldı. Yerimden adeta zıpla dım , Arda arıyordu. D ördüncü çalışında açtım , gayet norm al bir sesle “efendim” dedim. “Seni merak ettim , beni aramayınca evde bir sorun olduğunu düşündüm .” “Sonra da gezmeye git tin d im i” dememek için kendim i tutarak, “bir sorun yok ar kadaşım aradı, onunla buluştum ” deyiverdim. N eden ismini söylemedim ki? Merve yi tanıyordu. Böyle ucuz num aralardan hiç hoşlanmazdım, ne kadar da saçmalıyordum. O ise anla mamış gibi, “sevindim iyi olduğuna” dedi. “Ben de sen ara mayınca evdeki birkaç eksik için beni daha önce götürdüğün mobilya mağazasına gittim ” dedi. Resmen havadan sudan ko nuşuyorduk. Her zam anki gibi gereksiz bir abartm ayla ona yaklaştığımı fark ettim . O da diğerleri gibiydi. Yüzeysel, aklı
başka taraflarda olan, duygudan uzak erkeklerdendi. Konuş m anın bittiğini düşünüp “iyi geceler” dedim. O ise Emir gibi gelen bir sesle “balkona çık!” dedi. Ne yapacağımı bilemez bir halde emre uyup balkona çıkmadan önce sabahlığımı aradım. Üzerimde kısacık bir şort ve askılı tişört vardı, bu şekilde bal konda gezemezdim. Sabahlığımı giyinip henüz kuşağını bile bağlam adan kendim i balkonda buldum ... O da balkondaydı, O radan bana bakıyordu. “Seni görmeden uyuyamazdım” dedi. A rtık söylediklerini üzerime alınmıyordum. Muhtemelen beni cinsel açlığını gidermek için görmek istiyordu. Tam bir zaman kaybıydım aslında. Bana bakana kadar porno izlemesi daha sağlıklı olurdu onun için, içimdeki romantiğin düğmesine tam zam anında basm ışım yine, yoksa canım çok acıyacaktı. Beni izlemesi bittik ten sonra iyi geceler diyerek telefonu kapattı. Sabahlığım ı üzerim den attığım gibi mutfağa gittim. Annem kendisine çay alıyordu, ben de kadehimi yıkıyordum. O sıra annem kolum da ki dövmeyi gördü, bunu tamamen unutmuş tum . N e diyeceğini bilemez, sinirli halde bana bakan anneme karşı küçük bir çocuk olm uştum yine. Annem dilinin çözül mesiyle ardı arkasına bir sürü laf saymaya başladı. Aşırı tepki veriyordu biliyordum ama bir şey söyleyemiyordum. Anneme karşı hep böyleydim, hem yakın iki arkadaş gibiydik hem de onun yaram az kızıydım . Dilimi tutmalıydım, yoksa kalbini kıracaktım ve aram ıza gereksiz bir küslük girecekti. Bunu en gellemek için uğraşırken babam salondan geldi. Yaşasın! Olay gitgide büyüyordu. Babam dövmeyi gördükten sonra her baba nın vereceği tepkiyi vererek sahte olduğuna kendisini inandırdı.
Anneme “bak hanım, ıslak bezle silinince geçiyor bunlar” diye ıslak el bezini yeni yapılm ış, mürekkebi henüz kurum uş döv meme sürmeye çalışınca ben ince bir çığlık attım . Babam da dövmenin gerçek olduğunu anladıktan sonra ne yazıyor kıs m ına geldi. “Kendi hayatını yaşa” deyiverdim ki demez olay dım . “Biz sana başkasının hayatını mı yaşatıyoruz kızım ne den böyle şeyler yapıyorsun sen? Yaşıtların ailelerini hiç böyle üzmüyor” şeklinde nutukvari konuşmasına başladı. Babam da anneme katılm ıştı. O sıra abim odasından çıktı. En kritik an bu andı. Abim bir dövmeye, bir bana, sonra annemlere baktı. Herkes abimin vereceği tepkiyi bekliyordu. O an iki seçeneği vardı; ya annemlerin tarafını tutup bilmiyormuş gibi davra nacaktı ki biliyordu, ya da benim tarafım ı tutup annemlerin ona da yüklenmesini sağlayacaktı. Abim benim tarafım ı tu tup, “çok güzel olmuş acıyor mu?” diyerek durum a yeni bir bakış açısı kazandırdı. Onu bu durum larda daha birçok sevi yordum. Annem sigarasını yaktı, babam tansiyonunu ölçmek için salona gitti. İlk badire atlatılm ıştı, şim di sırada teyze ler ve bilumum akraba tepkileri vardı. Kendimi savaşın diğer safhalarında dik durabilmek adına odama kapattım , merhe m im i sürüp yattım. Sabah uyandığımda teyzemler bizdeydi. K alabalık ailede her şey çabuk duyuluyordu. O nların bu her daim birlikte hal lerini çok şirin buluyordum. Böyle bir aileye sahip olabilmek herkesin başına gelmezdi. Bağlılık, kardeşlik ve aile kavram ını her an yaşıyorlardı. Sabahlığımı üzerime geçirip banyoya git tim. Annemin “bak kalktı” dediğini duydum. Merhaba Pazar
sabahım! Yüzümü yıkayıp gözlüklerimi taktım. Salona gitti ğimde teyzemler bana bakıyordu. Hepsini sırayla öptüm. Sa b ahlığım kolum u kapattığından dövmemi göremiyorlardı. Annemin koluma bakışından anlamıştım, derin bir nefes alıp kolumu açtım. Annem başta olmak üzere teyzemler, sanki bü yük bir yara alm ışım gibi gözlerini kapatmayı ya da başka bir tarafa bakm ayı seçtiler. Ben ise hepsinin yüzüne sırayla baka rak tepkilerini ölçmeye çalışıyordum. Büyük teyzem “eh be kı zım, silinmez de şimdi o” dedi sildirmek istiyormuşum gibi. Annemin bir küçüğü “eh yapacak bir şey yok artık ne yapa lım başka yaptırmaz artık dimi?” dedi. Sustum, Oysa omu zuma yıldız yaptırm ayı düşünüyordum. Annemin iki numara küçüğü bir sürü dövmesi olan oğlunu (aynı zamanda sütkarde şimi) düşünüp “hep o başlattı bunları ama o da pişman, sildir mek istiyor” dedi. Diğer teyzemler gelmediği için şanslıydım. “Ç ay dem leyeyim mi?” diye sordum. Olası bütün tepkileri al dığım a inandıktan sonra, mutfağa gidip kettlea su koydum. Sonra odama gidip üzerimi değiştirdim, yatağımı topladım. Telefonumu elime alıp çayı demledim. Kendime kahve yapıp kahvaltı sofrasını hazırladım. Herkese çayını verdikten sonra kahvemin yan ın a sigaram ı yaktım . Üzerimdeki askılı badi yeni aksesuarım olarak görülen dövmemi gözler önüne seri yordu am a kimse tek söz etmiyordu. Sanki birini bekliyorlar mış gibiydi. O sıra kapı çalındı. “Birini mi bekliyordunuz?” diye sorduğumda herkes sus pus oldu. İçimden geçenin doğru olmadığına inanm ak istiyordum. Kapıyı açtığımda karşımda dayım vardı. Annemin kardeşlerinin en küçüğü, Dünyanın en
tarh insanı, aynı zam anda m uhafazakâr, sert, ku ralcı, y u fk a y ü re k li... Birçok zıt kutbun birleşmesi gib idir d ayım . Şu anda kapının önünde elinde sigara tutan yeğenine şöyle bir b ak tık tan sonra “günaydın" dedi. D ayım sigara içtiğim i b ilm iyordu. A nnem ler u yarm ad ığı için ben de k ap ıy ı öylece açıverdim . A nnem ler hemen dayım ı içeri buyur etti. G arip tir k i herkes d ayım dan çekinirdi. Annem , teyzem ler, enişteler h atta an n e annem bile... Ben de kendim i bildim bileli bir tek d ayım d an çekin d im . O nu k ırm ak tan , bazen k ız d ırm a k ta n k o rk tu m . Şim di hem dövme yap tırd ığım ı hem de sigara iç tiğ im i aynı anda öğreniyordu. B unlara bir yenisi eklenm eden o d am a gi dip üzerim i değiştirdim , daha usturuplu bir şo rtla b adi giy dim . Telefonumu her ihtim ale karşı sessize ald ım . Sonra d ayı m ın çayıyla beraber salona geçtim . D ayım “k ızım gel seninle biraz konuşalım ” dedi. Ah dayıcım dedim içim den, a rtık çok g e ç ... D ayım la benim odam a geçtik. Ö nce dövm em e b aktı; “Acım ıyor mu kızım bu yap tırırken ?” dedi. “Acıdı biraz am a çok değil.” “Peki, ne yazıyor burada?” “Kendi hayatını y a ş a ...” “Ö zlem, yeğenim , kızım bu hayat senin am a bu yap tır dığın hoş mu şimdi? Bizim bir ad ım ız var. Ş im d i el âlem ne yazdığım da bilmez. H ayır, el âlem den geçtim biz görüyoruz böyle kolunda sim siyah. S ık ıld ığ ın d a ne olacak? P işm an ol d u ğu n d a... Neyse annenler çağırd ı geldim . H ayat senin ha yatın nasıl isrersen öyle yaşarsın tabi. A n cak arkan d a bizlerin
olduğunu, nasıl bir aileye ait olduğunu unutma. Biz seni her halinle seviyoruz kızım. Böyle de seveceğiz.. D ayım ın iyi niyetinden, dürüstlüğünden şüphem yoktu am a el âlem benim dövmeme karışmamalıydı. Veya yaptı ran diğerleri varken benim küçücük dövmem bu kadar göze batm am alıydı. Am a dayım benim için o kadar önemliydi ki tek söz çıkm adı ağzımdan. Dayım sigara hakkında hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Salona geçtiğimizde herkes rahatla m ıştı. Ben de çaresiz boyun eğerek elime telefonumu aldım. O sıra Arda aradı, açmadım. Sonra kapı çaldı. Başka bir tey zem gelm iştir düşüncesiyle kapıyı açtım. Gelen Ardaydı. Sa londa teyzemler, annem ve en önemlisi dayım varken gelmişti. D aha harika bir zaman olamazdı. Elindeki kahve fincanına bakakaldım . “M erhaba, ben yeni komşunuzum, evde hiç şe ker kalm am ış ta, eğer mümkünse biraz şeker alabilir miyim?” H aline gülüyordum , halime gülüyordum. Elindeki fincanı aldım . M utfağa giderken salona uğrayıp tekmil verdim he men. Yeni komşu şeker istiyordu. Kimse kuşkulanmadı. Fin cana şeker koyduktan sonra kapıya geri döndüm. “Seni me rak ettim ” dedi, “telefonlarımı açmadın." “Müsait değildim, m isafirlerim iz var. Ben seni sonra ararım” diyerek kapıyı ka pattım . Salona gittiğim de hâlâ bana bakıyorlardı. “Komşuluk işte” dedim , “çok sevapm ış...” Bu cümlenin akabinde hepsi beni onaylayıcı cümleler ve deyimlerle konuşmayı yeni boyut lara çektiler. Ç aylar bittikten sonra ortalığı toplayıp duşumu aldım , A rda’yı aradım . “Hadi bana gel, oturalım” dedi. "İşim var dedim. Aynı buyurgan ifadesiyle “İptal et o zaman'' dedi.
B en de d a y ım ın k arşısın d ak i o küçük çocukm uşçasına “p eki” d ed im , y in e b aşlıyo rd u k ... N e giyeceğim i bilemez bir halde do labın önünde duruyordum . R ahat bir şeyler giym eliydim . B en de bol ve y ırtık bir kot pantolonla ince askılı siyah dar bir b ad i giyd im . O m uzlarım ı kapatsın diye saçım ı açık bıraktım . A n n em şüphelenm esin diye çantam ı aldım , spor ayakkab ıla rım ı giyd im . Annem e veda edip evden çıktım . A partm an ka p ısına gidip kapıyı açıp kapattım , biraz bekledikten sonra yine açtım ve içeri girdim . Asansörü çağırıp, onun katın ın düğm e sine bastım . Birileri beni görse halim e ne de gülerlerdi. Ben de ağlan acak halim e gülüyordum adeta. Beni çağırm ıştı ve direnem em iştim . O na gidince ne olacaktı? N asıl davranm am ge rektiğini bilm iyordum . En sonunda akışına bırakm aya karar verdim “B” planım umursamaz davranm aktı. K apıyı çaldım . G eleceğim i bilmiyormuş gibi yarı çıplak açtı kapıyı. “Sen hazırlanana dek duş alırım diye düşünm üştüm am a giyinm eye fırsat bulam adım ” dedi. İçimden ‘kapıyı ikinci çalışım a kadar bekleseydin giy inebilirdin dedim. Am a ona sadece “önemli d e ğ ir dedim. Evet, merhaba B planım. Onu beklemeden sa lona geçip dün akşam sızdığım koltuğa kuruldum . O hemen yanım a oturmasın diye çantamı da yanım a koydum. Çocukçaydı am a sabrımı sınaması hiç hoşuma gitmiyordu. Bütün eğlence kaçmıştı, sıradanlaşmıştık. Am a onun söyleyecekleri fikrim i değiştirecekti. “Seninle konuşmak istedim. Ç ünkü anlatm am gereken çok önemli bir şey v ar...”
“Gay misin?” Verdiğim ilk tepki her zaman bu olmuştur. Hayatımın hiç bir döneminde homofobik olmadım. Ama öpüştüğüm erkeğin gay çıkm ası muhteşem geri dönüşümün bir parçası olamazdı. “Hayır, d eğilim ...” “Peki, seni dinliyorum.” En ciddi yüz ifademi takındım. “Özlem, ben nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Ama buraya gelmeden önce bir ilişkim olmuştu ve kötü bir şekilde ayrıl m ıştık. Şim di O da arkamdan buraya gelmiş. Onunla buluş tum, benden ayrılm ak istemediğini, beraber olmamız gerek tiğini söyleyip durdu. Şu an ne düşüneceğimi bilemiyorum ama bunları senden saklamak istemedim. Şu an bir arkada şında kalıyor ve vereceğim cevabı bekliyor. Sence ne yapmalı yım ?” -Bence ne mi yapmalısın? Bence ben çantamı başında paralam alıyım önce. Sonra seni balkondan atmalıyım mesela.“K arışık bir durum gibi gözüküyor. Ama eğer sen de hâlâ onu seviyorsan bence barışmalısınız.” Ne diyorum bennn? Bu kadar sakin mi gerçekten? “H aklısın galiba. Arkadaşlığın için teşekkür ederim. Se nin de onunla tanışmanı çok isterim, tanışırsan emin ol çok seversin.. Bunu nasıl yaptım bilmiyorum. Ama son cümle bardağı taşırdı. Hayatımda ilk defa bir erkeğe tokat atıyordum. Elim bir an olsun titrememişti. Sinirlerime hâkim olamadım. Bunu bir kez daha yaşamayı kaldıramazdım. Zaten yıllar önce buna t»*»
benzer saçma sapan bir durum gelmişti başıma. O zaman ya ralarımı sarmam daha kolay olmuştu, gençtim, uçarıydım ama bu sefer dayanamazdım. Yıllardır içimde sakladığım öfkeyle attığım tokat elimin zonklamasına sebep olmuştu. Sinirden tir tir titriyordum. O an aklım a gelen tek şeydi ona söyledi ğim son sözler; “Yok artık daha neler, yüzsüz!” Onun cevap vermesine müsaade etmeden çantamı ve ayakkabılarım ı alıp evden çıktım. Kızgındım, belki daha çok kırgın. Yine olma mıştı, yine başaramamıştım, aklım dan neler neler geçiyordu. Sakinleşmem gerekliydi. Arabama atladım ve Sarıyer’e kadar sürdüm. Sarıyer benim evimden yaklaşık 1,5 saatti. Sonunda deniz kenarında arabamı durdurdum. Neden buraya geldiğimi bilmiyordum ancak sadece bunu yapabilmiş, kaçabilm iştim . Buraya gelmesem yine kuaföre gidip saçlarımı kestirecektim, zaten zor uzuyordu. Kadın klişelerinde bir numaraydım. Ken dimde değişiklikler yapmaya karar verdim: Diyetime kaldığım yerden devam edecek, M illi Piyango bileti alacak ve büyük ik ramiyenin bana çıkmasını bekleyecektim. Telefonum deli gibi çalıyordu, arayan Annemdi. “E artık gel kızım” diyen sesini duyunca kendime geldim. Arabama bindim am a araba ça lışmıyordu. Sebebini bir türlü bulamıyordum, bir türlü marş basmıyordu. Bir bu eksikti, arayacak kimse yoktu. Araba kur tarma servislerinin numarası da yoktu, arabam olduğu yerde kalakal m ıştı. Merveyi arayıp bulunduğum yere en yakın araba kurtarma servisinin numarasını bulmam için yardım etmesini istedim. O bir yanda ben bir yanda ulaşabilecek bir numara arıyorduk. O sıra yanıma bir araba yanaştı, içinden oldukça
yakışıklı bir adam çıktı. Gözümün kimseyi gördüğü yoktu. Zaten ancak rüyada olabilirdim bunların olabilmesi için. “Yardımcı olabilir miyim?” dedi en seksi sesiyle... “Hayır! Yardımcı olma. Sen ve senin cinsiyetinden kimse bana yardım cı olmasın! Bakma öyle... İstemiyorum yardım falan. Ben kimseden bir şey istemedim zaten. Bok var zaten o güzel gülümsemenizle hayatımıza giriyorsunuz. Sinir olu yorum hepinize.. “İyi misin?” “İyiyim tabi. Çok iyiyim ... Harikayım... Belli olmuyor mu? Lanet arabam lanet bir yolun ortasında bozuldu, eve dönebilmem için arabamı çektirmeliyim. Arabamı çektirebileceğim kimsenin numarası yok. Çektirsem eve dönmek için 10 vesait değiştirmek zorundayım. Hadi döndüm diyelim, yarın arabamı buradan almak için aynı şekilde gelmeliyim. Sonra çı kan eşek kadar faturayı ödemeliyim. Neden? Neden ha neden?” “Bilmiyorum.” “Ç ünkü salak birinden hoşlandım. Çünkü ben salağım. Ç ünkü onun salak sevgilisi ona geri dönmeye karar verdi. Çünkü hayat çok boktan.. “Ben sana yardım edebilirim. Eğer izin verirsen araba kur tarma servisini arayabilirim, eve dönmene yardım edebilirim, yarın arabanın evine bırakılmasını sağlayabilirim. Faturavı da dert etme tanıdığım çok iyi bir tamirci var, çok ucuza gü zel işler yap ar”
"Neden bana yardım etmek istiyorsun ki? Beni gördüğün an dan beri küfür edip bağırıyorum sadece.” “Ç ün kü yardım a ihtiyacın v ar...” H aklıydı, yardım a ihtiyacım vardı. Annem bir kez daha ara dığında mecburen kabul ettim. Hemen servisi aradı, yarım saat içinde servis geldi. Tek kelime konuşmadık. Bana servis kartı ve arabam ı tam ir edeceklerine dair bir form verdiler, arabam ı çekiciye bağlayıp götürdüler. Suskunluğu o bozdu; “H adi ba kalım benim ağzı bozuk yol arkadaşım bin arabaya” dedi. Bu tabir hoşuma gitm işti. İstemsizce gülmeme neden oldu. A ra bası büyük bir Jeep’ti yol arkadaşımın. Kemerimi bağladık tan sonra şehrin karanlığında ilerlemeye başladık. İsmini sor m adım . O da benim ismimi sormadı. Sadece A rdayı anlattım ona. O da bana üzülmemem gerektiğini, bunun ileride böyle adam ları ayırt etmemi sağlayacağını söyledi. Am a kendinden hiç bahsetmedi. Evin önüne geldiğimizde yolculuk için teşek kür etti, kartını verdi. Kartım olm adığı için telefonumu bir kâğıda yazıp ona verdim, kartı çantama attım . Eve geldiğimde saat 11.00’i geçiyordu. Anneme ve babama arabayla olanları anlattım . Babam servisin kartını, formu iyice inceledi. Sonra varın gider alırız dedi. Bende eve getirileceğini söyledim. Sonra odama girtim, işe gidebilmek için uyum alıydım . Ama O nun yanan ışığı O nu düşünmeme sebep oluyordu. Düşüncelerimi durduramıyordum, içimden ağlam ak geliyordu. Beni sadece yıllık iznime az kalm ış olması rahatlatıyordu, yapacaklarım ı, göreceğim yerleri hayal etm ek ...
Sabah alarmla kalktım. Eski, monoton hayatıma dönmüş tüm. Canım giyinmek istemiyordu. Zorla kumaş bir panto lon ve gömlek giydim, saçımı topladım. İşe gitmek için servis yoluna yürüdüm , servise binip işyerine gittim. Merve olanları merak ediyordu. Konuşacak halim yoktu, “yemek molasında konuşuruz” diyerek geçiştirdim. Kendimi işime vererek öğ lene dek çalıştım . Öğlen yemekte Merve’ye olanları anlattım. Yaşadıklarım a en az benim kadar üzüldü. “Üzülme bu da ge çer” dedi. “Haklısın” dedim. Yarım yamalak yediğimiz yemek ten sonra sigara içmeye çıktık. Aklına tanıştığım çocuk geldi, “adı neymiş sahi?” dedi. “Bilmiyorum, sormadım. Ama kartını verdi, bir ara bakarım ” dedim. Sonra ofise döndük, işe daldı ğım dan karta bakmayı unuttum. Sonra güvenlikten paketim olduğuna dair mail geldi. Güvenliğe gittiğimde beni çok gü zel bir orkide bekliyordu. Arda’dan olduğunu düşündüğüm den yüzüm e buruk bir gülümseme yayıldı. Çiçekçiye teşek kür ettikten sonra ofise geri döndüm. Herkes çiçeğin kimden geldiğini öğrenmek istiyordu ama ben kartına dahi bakmak istemiyordum, çalışmaya devam ettim. İş arasında Merve bir bahane bulup yanım a geldi. “Arda m ı?” “Başka kimden olabilir ki? Ondandır herhalde. ’ “B akm ayacak mısın?” “İçim ezilir şimdi okursam. Sen okusana. Kötii bir şevse bana söyleme olur mu?”
“Olur.” Merve kartı okurken oldukça şaşkındı. Ne yaz dığını ölesiye merak ediyordum. Merve yazılanları sesli oku maya başlayınca aynı şaşkınlık bana da geçti. “Ne yaşadığına aldırmayan gülümsemen sana gözyaşlarından daha çok yakışıyor.” Rüzgâr... “Rüzgâr kim Özlem?” “Bilmiyorum ki, yanlış geldi herhalde. Bana gelse şaşırırdım zaten. Neyse boşver, yetiştirmem gereken işlerim var canım .” “Tamam kuzucum. Üzme artık kendini sen de. Ben ina nıyorum mutlu olmana çok az kaldı.” “T abi.. Akşam olana dek -tabiri caizse- yerimden kalkm adan ça lıştım. Mesai bitince bilgisayarımı kapatıp çiçeğimi kucakladı ğım gibi Merve yle beraber servislerin yolunu tuttum. Servise binmeden önce beraber birer sigara içtik. Serviste ben kitabıma daldım, O telefonuna. Aynı yerde oturmamız büyük şanstı. Evlerimizin arası yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesiydi. Ben ondan iki durak önce, her zamanki yerimde indim. Çiçekle yürümek zordu ama umursamıyordum. Çiçeğime sarılıp ken dimi yokuş aşağı bıraktım. Pahalı olan hiçbir şeyi sevmediğim gibi orkideleri de sevmezdim ben. Diğer çiçekleri gibi bakıp harikalar yaratması için bunları da anneme verecektim. Apart manın önüne geldiğimde ellerim anahtarımı bulamayacak ka dar doluydu. Ben de zile basmayı tercih ettim. Saksı yüzümü saklıyordu. O sıra kapı açıldı. Kapıyı bana tutanlara teşekkür ettim. ‘Rica ederim” diyen ses o kadar tanıdıktı ki... Çiçeği
biraz aşağı indirip baktığımda Arda ve eski sevgilisini (!) el ele gördüm. Hiç zaman kaybetmemiş demek ki. O da beni gör düğüne şaşırmış gibiydi. Kızın elini bırakmaya çalıştı ama kız daha sıkı tuttu. Bir eliyle de kolunu tutarak; “bu kadını tanı yor muyuz?” dedi. Benim hiç kullanma fırsatı bulamadığım “Biz” d ili... Arda sanki ne söylemesi gerektiğini ararmış gibi yüzüme bakıyordu. “Ben sadece komşuyum” dedim. Kadın en itici sesiyle “merhaba komşu” dedi. “Merhaba ve hoşça ka lın” dedikten sonra merdivenlere yöneldim, çiçeği tutamıyor dum. Bu ana kadar yaşadığımız o kısacık geçmiş gözümün önünden film şeridi gibi akıyordu. Onu ilk gördüğüm gün, tanıştığım ız gün, gezdiğimiz yerler, bana masal anlatışı, öpüş memiz, benim tokadım ... Kapının önünde zangır zangır titri yordum. Annem kapıyı açtığında yüzüm adeta bembeyaz ol muştu. Kartı içinden alıp çiçeği anneme verdim, çok yorgun olduğumu söyleyip kendimi odama attım. Kapımı kilitleye rek deli gibi ağlamaya başladım, içim dışıma çıkıyordu adeta. Telefonum hiç susmadan çalıyordu ama cevap vermek istemi yordum. O anda arabamla ilgili olabileceğini hatırladım. Te lefonun ekranında tanımadığım bir numara vardı. “Arabanız hazır eğer sizin için de uygunsa 1 saat içinde kapınızda ola caktır” diyen otomatik bir ses, “evet” cevabını duyar duymaz telefonu kapattı, ben de ağlamaya devam ettim. Bir saat sonra telefonum yeniden çaldı, arabam kapının önündeymiş. Mer divenlerden koşarak indim, ustalara teşekkür ettim, faturayı aldım. Arabamı güzelce park edip eve çıktım. Gerçekten de çok tutmamıştı, akünün oksitlendiği ve değiştirildiği yazıyordu.
İçim e düşen kurt yüzünden internette kısa bir araştırm a yap tım . A kü fiyatlarıyla faturadaki rakam lar uyuşmuyordu. Ben de ism im i vermeden servisi aradım. Arabam ın aküsünün oksit lendiğini ve değiştirildiği takdirde ne kadar ücret ödemem ge rektiğini sordum. Söylenen ücret benim faturam daki rakam la alakasızdı, birileri benim yerime ödeme yapm ıştı. Tabi ki bu da benim oldukça sinirlenmeme sebep oldu. Hemen elim i yü züm ü yıkayarak üstüm ü değiştirdim . Anneme servise gidece ğim i söyledim. Arabam a atladığım gibi faturadaki adrese git tim . Servis, çok büyük bir alana kurulmuş bir araba galerisinin gölgesindeydi. Zaten galeriye ait olduğu belliydi. Servis giri şinden girdim , arabam ı park ederek yetkiliyi istedim. Sinir lerime hâkim olamıyordum. Ustabaşı geldiğinde onun yaşına hürmeten sesimi kıstım ve bir çırpıda yaşanılanları anlattım . Ustabaşı “bir bakalım hanım kızım ” dedi, faturayı alıp orta dan kayboldu. Onun gitmesiyle bana hemen bir bardak çay geldi, sandalye verildi. Yaklaşık 10 dakika sonra ustabaşı geri geldi. Gözlükleri burnunun ucuna düşmüş, kır saçlı ustabaşı belli ki bir babaydı zira sakin ve yum uşak bir tavrı vardı. Bana vereceği yanıtları heyecanla beklerken, “bir yanlışlık yok ha nım kızım fatura doğru” demez mi? “Değil işte, bu fatura ha talı! Ben kimsenin hakkını yemem. Borcum neyse lütfen çıka rın yoksa taktığınız aküyü çıkarıp atacağım” dedim. Günlerin sinir birikim iyle deliye dönmüştüm. Ustabaşı gözlerimden çı kan alevlerden kurtulm ak için “ben bir de müdür beyle ko nuşayım ’ dedi. Bu sefer 20 dakikaya yakın bekledim, iki bar dak çay içtim. Sonunda ustabaşı yanında kendinden oldukça
genç, takım elbiseli biriyle döndü. Müdür, belli ki iyi tahsil görmüş, bunun farkında, biraz ukala biriydi. Beni ikna ede bileceğine dair kendince geliştirdiği inancı daha kurduğu ilk cümleye verdiğim yanıtla dağıldı: “Faturamı düzeltin!” “Ben izninizle kısa bir görüşme yapmalıyım, bu durumu nasıl dü zeltebiliriz buna odaklanalım” dedi ama kendinden emin sesi yerle bir olmuştu. Ustabaşı bana çaresiz gözlerle bakıyordu. O nlara üzülüyordum ama bunu kimin yaptığını öğrenmeliy dim. Yaklaşık 45 dakika boyunca oturdum, dolandım, tamir yapanları inceledim, 4-5 bardak çay içtim. Sonunda müdür yalnız başına döndü. Bu kadar bekledikten sonra ikna olma dan gitmeye hiç niyetim yoktu. Müdür bey, “patronumuz size yardım cı olacak, ofisinde sizi bekler, lütfen buyurun” dedi. Ben de en ukala tavrımla; “buyuralım bakalım. Devlet me selesine döndü zaten bu konu” dedim. Arabaya baktığımı gö ren müdür “biz otoparka aldırırız merak etmeyin” dedi. Ben de m ağrur bir şekilde müdürün gösterdiği merdivenleri çıkıp, ara kapıdan geçerek galeriye geldim. İki dünya arasındaki fark beni oldukça etkilemişti. Müdür bey yeniden asansörlerin ol duğu lobiyi gösterdiğinde peşinden yürümeye devam ettim. Buraya ait değildim, burası zenginlik kokuyordu ve ben zen ginliği ve zenginleri hiç sevmezdim. Asansörün kapısı açıl dığında ofislerin olduğu büyük bir alandaydık. Beni büyük cam larla kaplı olan ofise doğru yönlendirdi. “Rüzgâr Bey içe ride sizi bekliyor” dedi. “Peki” diyerek hışımla içeri girdini. O an; saniyenin onda biri kadar kısa bir zamanda bugün al dığım çiçekten çıkan kartı, dün akşam tanıştığım yabancıyı
HASRET KARDEŞ
ve bana yaptığı iyilikleri düşünerek çok m ahcup oldum, am a tavrım ı bozm am alıydım . “M erhaba Yol A rkadaşım ...” “M erhaba!” M avi göm leği, gri kum aş pantolonuyla ol dukça seksi bir adam vardı karşımda. Dün akşam tanıştığım adam bu adam mıydı? Am an bana ne yahu elin adam ından! “A hm et U stayı çok k o rkutm uşsun ... B izim k ılk u y ru k m üdürü d e ... Âlem kızsın valla. Eee çiçekleri beğendin m i?” “Ne çiçeği? He tam am beğendim. Güzel. Am a bence sen bana bu fatura işinin aslını anlatsan daha güzel olur.” “Tüm derdin bu muydu? Sen dün faturanın yüksek gele ceğini söyleyince ben de benim ustalarım ı aradım , işçilik pa rasını alm adılar doğal olarak. Akü de elim izde vardı. Sipariş etmediğimizden ondan da para alm am ıza gerek kalm adı. Bu kadar basit işte.” “Hayır, basit falan değil. Ben kendi ihtiyaçlarım ı karşıla yabilirim. Lütfen olması gereken faturayı çıkar.” “Ne inatçısın yahu. Ben hiç tanım adığım birine neden böyle bir şey yapayım hiç düşünüyor musun?” "Düşündüğüm için istemiyorum zaten. Arkadaşım değil sin, ailemden değilsin, adını bile bilmiyorum. Bu ne bonkör lük böyle?” “Hayatın boyunca kimse sana karşılıksız bir iyilik yapmadı m ı' Bu kadar mı sığ etrafında ki insanlar?”
“Bu benim problemim. Lütfen geç oluyor, şu faturayı çı kar ben de ödememi yapıp evime gideyim. Yardımların için teşekkür ederim ama bunu kabul edemem.” “Peki, yol arkadaşım. Öyle olsun.” Sonrasında müdürü çağırıp yeni bir fatura hazırlanmasını istedi (İşçilik bedeli dâhil edilmeden). Ben de bu kadarına bo yun eğdim. Zaten bu ay çok fazla ödemem vardı. Orta yolda buluşm anın verdiği rahatlıkla bana gösterilen koltuğa otur dum. Ç ay ikram ını kibarca geri çevirdim, daha fazla çay gör mek istemiyordum. O sırada yeni fatura geldi. Faturayı aldım, iyi günler dileyip bana bir şey söylemesine izin vermeden çık tım . Muhasebede ödemeyi yaptıktan sonra otoparka indim. Arabama binip evin yolunu tuttum, hâlâ kızgındım. Yüzsüz işte tüm erkekler, her şeye sahip olduklarını zannediyorlar ama değiller işte. Beni satın alamayacaklar... Bu kadar basit! Eve vardığım da sinirim yeni geçmişti. Apartmanda merdivenler den koşar adım çıkıp, Ardı* v^e sevgilisini düşünmemeve çalı şarak eve vardım. Odama girer girmez kalın perdelerimi çe kip uyudum. Bir hafta boyunca apartmana hayalet gibi girip çıktım. On ları görmemek, duymamak, karşılaşmamak için insanüstü bir çaba sarf ettim. Ta ki Cuma akşamı iş dönüşü kapının önünde karşılaşana dek. Bu kez kız yalnızdı. Beni görünce yine o si nir bozucu yılışık sesiyle; “selam komşu” dedi. (3 an ktzm saçlarını bileğime dolayarak kafasını yerlere vurduğumu ha yal etmekten derin bir haz aldım. Sonra düşünce bulurlarını
savuşturarak “merhaba” dedim ve arkam ı dönerek merdiven lere yürüdüm . “Biliyorum !” dedi, kızın sesi apartm anda yan kılanıyordu. Arkam ı döndüğümde biraz önce gördüğüm kız adeta panter kesilm işti. Cevap vermediğimi görünce “fotoğ raflarınızı gördüm” dedi. Susmayı tercih ettim, am a onun sus m aya niyeti yoktu. “Bak kızım, Arda’yı sana yedirm em ” di yerek m ahalle ağzıyla konuşmaya başladı, sonunda gerçekten tanışıyorduk galiba. “Kimsenin kim seyi yediği yok hanım e fendi. Size İyi günler.” Ama kadın durmuyordu, kolumu tu tup beni kendine çekti. A rtık sabrımın son raddesindeydim. "O ndan uzak dur” dedi. Ona açıklam a yapm ak zorunda de ğildim ve tecrübelerimin gösterdiği kadarıyla susm ak karşı d ak i insanı çıldırtan nadir özelliklerdendi, ben de sustum. Kolumu onun pençelerinden kurtararak eve çıktım . Sinirim den kendim i yiyip bitiriyordum. M erve’yi aradım , “bu akşam dışarı çıkalım ” dedim. “Şu senin sevdiğin gece kulüplerinden birine gidelim . Ka fam ı dağıtm aya ihtiyacım var.” “Tamam, akşam buluşuyoruz arabayı alm a. İyice sarhoş olalım , taksiyle döneriz” dedi. “P eki” dedim . A kşam a doğru hazırlanm aya başladım . M erve de hazırdı, T aksim e geçtik. 3 60’a gidiyorduk, orada birkaç arkadaşım ız bizi bekliyordu. Benim üzerimde m ini bir kot etek, yüksek topuklu ayakkabılar ve dantelli bir badi vardı. M erve’de m inilerini giym işti. Salm a salına diskoya gittik. İçeriw her zamanki gibi hıncahınç doluydu, arkadaşlarımızı bulup m
yanlarına geçtik. İçkiler gelmeye başlamıştı, içkimi neredeyse daha garson arkasını dönmeden bitiriyordum, içmeye ihtiya cım vardı. Kafam biraz güzel olunca Merve’yle çılgınca dans etmeye başladık, çok eğleniyorduk. Herkesten ve her şeyden uzaktık. Burada kimse canımı sıkamazdı. Üst üste dans et mekten ve içmekten yorgun düşünce dışarı çıkıp hava almaya karar verdim. Tam kapıdan çıkarken Rüzgâr’ı gördüm, kala balık bir arkadaş grubuyla içeri giriyorlardı. Tanrım yine bu adam! Şaka g ib i... Beni fark etmesi uzun sürmedi. Daha ben sigaramı yakamadan “merhaba yol arkadaşım” diyerek arkamda belirdi. “Merhaba” demekle yetindim, sigaramdan derin bir nefes aldım . Gitmiyordu, böyle inatçı bir adam görmemiştim. Sigaram bitene dek bekledi, beraber içeri girdik. Merve beni bekliyordu. Yanımdaki adamı görünce kim olduğunu anla m ak için bana uzun uzun baktı. Rüzgârın yanından geçerek M erve’nin yanm a gittim. Bir çırpıda çiçekleri gönderen, ara bam için yardım eden adam olduğunu anlatıverdim. “Hadi tadını kaçırm a dansa devam” diyerek kalabalığa karıştı ama ben ensemde bir çift göz varken dans edemiyordum. Arkamı dönüpte bana baktığını gördüğümde yanılmadığımı anladım. Ben de kalabalığa karıştım. Elimde biram, çılgınlar gibi dans ediyordum, onu umursamıyordum. Biramı tazelemek için gar son ararken onlardan biri beni buldu. “Locanıza* buyurun lütfen Özlem Hanım” dedi. Loca: Disko vb. yerlerde dinlenm ek için düzenlenmiş masa ve koltuklardan olu şan bölüm .
“Loca?” Bizim locaya verecek kadar paramız hiç olmadı ki? Zaten oturmuyorduk bile. “Bir yanlışlık oldu galiba. Biz loca falan tutm adık!” “Yo, Rüzgâr Bey sizin için bir loca istedi. Şanslısınız ki bu akşam bir rezervasyon iptal oldu.” “Demek Rüzgâr Bey istedi bunu. O tuttu locayı. Sen de geldin bana söylüyorsun?” “Evet!” “D alga mı geçiyorsun benimle. Oradan bakınca ucuz bi rine mi benziyorum?” “Localarım ız ucuz değildir ama?” “Efendim? Ç abuk bana buranın m üdürünü çağır yoksa olay çıkaracağım !” Sinirden ölmek üzereydim. Merve yanım da tüm konuş m aları duym uştu beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama o da çok sinirlenmişti. Garson birkaç dakika içinde bizi müdürüne götürmek için geldi. İçeri girdiğim an bağırm aya ve olanları anlatm aya başladım. Yıllardır buraya geldiğim i, bu kadar bü yük bir terbiyesizlik görmediğimi, hatta ileri gidip disko adı altında başka bir işletme olup olm adığını bile sordum. Merve tüm bu süre boyunca kolumu çekiştirip beni durdurmaya ça lışıyordu. Normalde böyle bir şey yapmaz benden çok o bağı rırdı ve ben onu durdurm ak zorunda kalırdım . Ama bu gece rolleri değiştirm iştik. Söyleyeceklerim bittiğinde etrafımı daha %ı
net görebilmeye başladım. Rüzgâr, müdürün karşı koltuğunda elinde viskisiyle birlikte oturuyordu. “Sen burada ne yapıyorsun? Ya sen nasıl bir insansın? Özellikle beni delirtmeye mi çalışıyorsun? Amacın ne senin? Loca ne demek ya alevli meyve de gönderseydin bari. Bir aya ğımın dibinde şampanya patlatmadığın kaldı. Ne istiyorsun benden? Keşke hiç yardım etmeseydin! Biliyordum... Altın dan bir şey çıkacağını biliyordum. Kimse kimseye karşılıksız yardım etmez.” “Özlem! Bitti mi?” “Evet bitti. Ve sen bana cevap vermeyeceksin. İşyerime çi çek göndermeyeceksin. Yolda görürsen selam vermeyeceksin. Bana loca kiralamayacaksın. Arabamı tamire vermeyeceksin. Bana indirim yapmayacaksın. Bana alevli meyve tabağı gönder meyeceksin. Kısacası bay ukala beni paranla satın alamazsın!” “Özlem lütfen. Beni dinler misin? Hem ben sana alevli meyve göndermedim k i...” “H ayır dinlemem! Dinlemeyeceğim. Alevli meyveden de nefret ederim. Gösteriş budalası adam ya!” “Özlem!” “Yürü Merve hadi gidelim.” Yeniden diskoya döndüğümüzde sağır edici bir müzik vardı. Arkadaşlardan özür dileyip çantamızı aldığımız gibi dışarı çık tık. Tir tir titriyordum. Merve beni sakinleştiremiyordıı. Hızla yürüyordum , bir an önce oradan uzaklaşmalıydım. Merve
yürüyerek eve gidemeyeceğimizi hatırlatınca dönüp bir taksi d urdurduk. Taksiye karşıya geçeceğim izi söyledikten sonra M erve’den gecesini mahvettiğim için özür diledim . Her za m anki anlayışlı haliyle “saçmala senden kıym etli mi?” diye rek beni sakinleştirdi. H aklıydı benden kıym etli değildi onun için. İkim izde başımızı cama dayamışken Merve söylenmeye başladı; ‘ alevli meyve de neyse? Terbiyesiz! Pavyon mu sandı orayı?” diyordu. “Görgüsüz. Bir de inkâr ediyor.” O an ak lım a geldi, ortada alevli meyve tabağı yoktu. Onu o sinirle ve meşhur abartm a huyum la ben ortaya atm ıştım . “Alevli meyve tabağı göndermedi.” “E kim gönderdi o zaman. Bak ya akşam akşam ne ka dar kızdırdılar seni.” “Yok, kimse göndermedi.” “O zaman nereden çıktı alevli meyve tabağı?” “Bilmiyorum, o sinirle ağzımdan çıkıverdi. Saçmaladım ga liba am a o da hak etti. Ona da neyse ya her yerde karşım da.” “Çok yakışıklı am a...” “Aman ne yakışıklısı! Ben para insanı bozar diye boşuna demiyorum, insanların düşüncelerine, hayata bakışlarına saygı göstermeyen budalanın biri O! O kadar.” “Haklısın kuzum. Neyse sıkm a canını. O kadar laf yedik ten sonra onu görmezsin. Bu arada senin vize işin ne oldu. Gi diyor musun İtalya’ya?”
“Vize çıktı. Turla konuştum, her şey hazır. Haftaya Cuma yola çıkıyorum . Bir hafta boyunca yalnız kalacaksın sen de!” “Aman, sen İtalya’yı gör de, ben yalnız da kalırım.” “Bebeğimsin sen ya. Sana gelirken yakışıklı bir İtalyan çala yım oradan nasılsa orada çok var. Yokluğunu fark etmezler...” “H ayır dem em ...” Taksici tüm konuşmalarımızı büyük bir keyifle dinleyip, yer yer güldükten sonra Merveyi eve bıraktık, sonra da ben indim. Eve gelirken apartmanda bazı sesler duydum. Arda’nın olabileceği düşüncesi beni öldürüyordu. Bundan sonra mü kemmel aşkı beklemek yoktu, ben de gönlümü eğlendirecektim. Yapabilirsem tab i...
BÖLÜM 3: İTALYA’YA YOLCULUK
(Hayallerini gerçekleştir!)
HASRET KARPEŞ
% y O ir h a fta b o y u n c a h az ırlık yap tık tan sonra artık hazır
d ım . S a ç la rım ın k ırık la r ın ı aldırm ış, m anikür, p edikür ve ağda y a p tırm ış tım . Ü z e rin d e k alp ler olan şirin yeni bir valiz alıp içini y e n i a ld ığ ım , e tik eti üzerinde kıyafetlerle doldurm uştum . D ijital sö z lü ğ ü m ü ve fo to ğraf m akinem i de koyup her şeyin tam o ld u ğ u n a in a n d ık ta n sonra valizim i kapatm ıştım . Bu ge ziyi b ir y ıld ır p lan lıyo rd u m . İtalya’yı görmek en b üyük h ayal lerim den b iriy d i. K endi başım a İtalyancayı öğrenem eyeceğim i fark ed in ce k u rsa bile yaz ılm ıştım , şim di gayet iyi konuşabi liyordum . C u m a ak şam ı annem ler beni bin bir tem bihle ha v aalan ın a b ıra k tık ta n sonra yolcu girişinden, bagaj kontrolünden geçerek ken d im e bir kahve aldım ve koltuklara kuruldum . U çak ları izliyo rdum , h ayatım da ilk kez uçağa binecektim . O ted irgin lik le yerim d e duram ıyordum . Beraber tura k atıld ığım çiftler arasın d a tek y aln ız bendim . Bana zorla hayat h ikâyesin i an latan çiftlerin arasın da bunalıp lavaboya gittim . D önüşte «o
sigara alm ak için uğradığım “free shop’ ta O n u gördüm. Dış hadar term inalinde olm am ız aynı yere gittiğim iz an lam ın a gelmezdi. O beni fark etmeden soluğu tur rehberinin yanında aldım . U çağım ızın anonsuyla yolcu giriş kapısına doğru iler ledik. U çağa bindiğim izde derin nefesler alıp vermekten ve gözlerimi sım sıkı kapatm aktan başka hiçbir şey düşünem e dim. Roma Fiumicino havaalanına ulaşmamız yalnızca bir bu çuk saat sürecekti. Hostesin koridorun başına geçip kalkış veya herhangi bir felaket anında yapacaklarım ızı göstermesini ta kiben uçak havalandı, içim den bir şeyler kayıp gidiyordu ama gökyüzüne ulaştığım ızda camdan dışarı bakınca gördüğüm m anzara paha biçilemezdi. Uçuşumuzun sonuna geldiğim izi hostesin bu kez hoparlör yardım ıyla verdiği bilgilerden anla dım . U çak alçalırken midemde yine aynı duyguyu hissettim. Am a uçak piste inip ayağım ı yere basar basmaz adeta büyü lendim . M uhteşem bir hava, enfes bir kahve kokusu beni kar şılıyordu. Hiç uyum adan sabahlara kadar gezmek istiyordum. Tur rehberimiz programımızı elimize tutuşturdu. İlk olarak Roma’da kalınacaktı. Sonra Pisa şehrine gidilecekti. Ardından Toskana, M ilano ve son olarak V enedik... Rüya başlıyordu. Havaalanının çıkışında, bizi bekleyen aracımıza binip Romanın dar sokaklarında ilerlemeye başladık. O telim iz “The Inn at the R om ana vardığım ızda görevliler hemen valizlerimizi alıp odalara çıkarm aya başladı. Bir yandan da benvenuto* diyor lardı. Benim İtalyanca karşılık vermem üzerine görevlilerle aram ızda sıcak bir sohbet oldu. Anlayabildiğim kadarıyla bana Bern «muta: İtalyanca Hoş geldiniz dem ektir.
otelin en güzel odasını verdiklerini, çok memnun kalacağımı ve yeniden gelmem gerektiğini söylediler. Tabi dolaşmak ister sem bunun için yardımcı olacaklarını da. Bahşiş verip görev lileri gönderdikten sonra kırmızı tül cibinliği ve oymalı yatak başlıklarıyla saraya benzeyen odamı gözden geçirdim. Tek ba şıma gelecek olsam bu kadar güzel bir yerde kalamayacağımı bildiğimden büyük bir mutlulukla kendimi yatağa attım. Bir süre sonra oda telefonum çalmaya başladı. Tur sorumlumuz akşam yem eğini nerede yiyeceğimizi ve nasıl giyinirsek uygun olacağını kısaca anlattıktan sonra iki saat dinlenebileceğimi, istersem kendisinin beni arayarak uyandırabileceğini söyleyip telefonu kapattı. Çok yorgundum ama uyumaktansa çıkıp dışarda dolanm ayı tercih ederdim. Ancak bedenim benim ter cihlerimi her zamanki gibi ikinci plana iterek derin bir uykuya dalm am a sebep oldu. Telefonun sesiyle uyandığımda şaşkın lık içerisindeydim, ne zaman uyumuştum, saat kaç idi? Tele fon kapanmadan yetiştiğimde rehberimiz yemeğe hazırlanmak için yarım saatim olduğunu söylüyordu. Ona zamanında lo bide olacağım ın garantisini verdikten sonra kendimi duşa at tım. Kısa bir duş aldıktan sonra yeni aldığım beyaz ince as kılı m ini elbisemi giydim. Ayağıma kırmızı düz sandaletlerimi giydim. Kırmızı bir ruj, siyah göz kaleminden başka makyaj malzemesi kullanmadım. Saçlarım epey uzamıştı. Dalga dalga saçlarım la fena görünmüyordum. Fotoğraf makinemi bovnuma asıp çantam ı aldım. Lobiye ulaştığımda grup yeni yeni toparlanıyordu. Tur rehberi beni her zaman ki gibi iltifatlara boğdu. Rehberimiz Aslan Bey oldukça eğlenceli bir adamdı.
Yaptığı işten böylesine zevk alan başka birini daha görmemiş tim . Her zam an anlatacak ilginç hikâyeleri oluyordu. Diğer herkes gibi beni de tura katılm am için O ikna etmişti. Grup toparlandıktan sonra hemen kısa bir sayım yaptı. Bunu yapar ken oldukça kom ik görünüyordu. Ben de kendimi okulla sa ray gezmeye gitmiş, yeni yetme bir çocuk gibi hissediyordum. Benim böyle düşündüğümü biliyor ve her seferinde “ya biri nizi kaybedersem” diyordu, haklıydı. Sayma işlemi bittikten sonra yürüyerek restorana ulaştık. Restoran otelimize oldukça yakın dı. Aslan Bey’in söylediğine göre Via del Babuino Cad desinin üzerindeymişiz. Bu cadde aynı zamanda gezi durak larım ızdan biri olan Ispanyol merdivenlerine gidiyormuş. Cad deden sola dönüp daha dar bir sokağa girdik. Via M argutta sokağında küçük, tahta kapılı restoran adeta tarih kokuyordu. Babette, kırmızı karanfillerle bezeli masaları ve şirin garson larıyla çok güzeldi. Siparişleri almaya gelen garsonla kısa bir sohbet yaptıktan sonra makarna yemek istediğimi söyledim. Nasıl olsun diyen garsona; seçim sizin olsun dedim. Garson hoş bir gülümsemeyle yanımdan ayrıldığında Aslan Bey he men “ya kötü olursa?” diye sordu. Kötü olmayacaktı. Hatta bugüne kadar yediğim en güzel makarna olacaktı çünkü ben onun misafiriydim. Benim dışımda herkes pizza söylemişti. Hayatımın hiçbir döneminde pizza sevmemiştim, her zaman makarna seven biri olmuştum. Garson bana “Alfredo Usulü Fettucini”* getirdi. Yanında ikram olarak getirdiği kırm ızı A lfred o Usulü Fettucini: Fettucini m akarnanın krem a, mantar, kaşar ya da parmesan peyniriyle yapılmış şekli.
Chianti şarabını kadehime dolduran garson, fettucinimin ta dına bakm adan yanımdan ayrılmadı. Ben de ilk çatalı alıp ağzıma götürdüm. Enfes bir lezzetti, makama diyarındaydım. Kremanın ve fesleğenin tadı ayrı ayrı hissedebiliyordun. Ger çek dünyaya döndüğümde garsona teşekkür ettim. İtalya’da olmak, İtalyanca konuşmak, Chianti içmek... Bana yeniden hayat enerjisi veriyordu. Plaktan Sergio Endrigo çalıyordu. Rüya gibi bir yemekti. Yemeğimiz bittikten sonra kahve içmek ve biraz dolaşmak için Piazza Navona ya gittik. Burası İtalya’nın en ünlü m eydanlarından biriydi. Aslan Bey; buranın barok mimarisinden oluştuğunu, tarihi La Fontana dei Fiumi çeş mesinin de (Melekler ve Şeytanlar ‘da geçen çeşme) burada bulunduğunu söyledi. Etrafta pandomim gösterileri, sokak müzisyenleri, falcılar ve ressamlar vardı, her birinin fotoğra fını çekerek ilerliyordum. Falcılardan biri ısrarla falıma bak m ak istediğinde dayanamadım. Elimi avuçlarının içine alan kadın, aşkı bulacağım ı ve hayallerimin gerçekleşeceğini, biri nin beni gölge gibi takip ettiğini ve onunla birlikte olacağımı söyledi. K adına teşekkür edip ücretini ödedikten sonra grupla birlikte dolaşmaya devam ettik. Sokak ressamlarının olduğu yerde herkes resim çizdirmek istedi. Ben kötü olabileceğini dü şünerek istemiyordum. Ayakta onları bekliyordum. Bir ressam yanım a yaklaştı. Elinde büyük bir resim defteri vardı, baktı ğımda kendim i gördüm. Beni uzaklara dalmış, hüzünlü göz lerimle çizmişti, çok güzeldi. Hemen çantamdan cüzdanımı çıkardım am a para almamakta direniyordu. Bana hediye etn ıek isted iğin d en d ah a fazla direnemedim. Uzun uzun
teşekkür ettikten sonra karakalem resmimle uzaklaştım , yü rümekten yorulm uştum . Aslan B eye en yakın kafeyi göstere rek kahve içeceğimi söyledikten sonra gruptan ayrılarak ka feye d o ğru y ü rü d ü m . B ir an d a ö n ü m e b ir p an d o m im sanatçısı çıktı. Aram ızda duvar varmış ve o duvarın arkasına hapsolmuş gibi hareketler yapm aya başladı. Çok şirindi. Kol larım ı göğsümde bağlayıp onu izlemeye başladım . Duvardan bir çıkış noktası bulduktan sonra zarif bir hareketle arkasın dan çıkardığı karanfili diz çökerek bana verdi. Etrafım ızda toplanan kalabalık delice alkışlıyordu. Elinden k aran fili al dım. Ben de bir ayağım ı diğerinin arkasına atıp hafifçe dizle rimi kırıp ona reverans yaparak teşekkür ettim . Kafeye ulaş tığım da kapının önüne dizilmiş m asalardan birine oturarak espresso siparişi verdim. Buradan m eydanın her köşesini gö rebiliyordum. Kahvem geldikten sonra sigaram ı yakarak ke y if yapmaya başladım. Grup yavaşça toplanıyordu. Resmini eline alan soluğu benim yanım da alıyordu. Ben de her gördü ğüm şeyin fotoğrafını çekiyordum. Kahvelerim iz bittikten sonra m eydanda yaptığım ız yürüyüşüm üzü tam am layarak otele döndük. Saat gece yarısını geçiyordu. O dama vardığımda çektiğim fotoğraflara göz gezdirdikten sonra fotoğraf m aki nemi şarja taktım. Geceliğimi üzerime geçirip kendimi yum u şacık yatağıma bıraktım. Belki de ilk defa hiçbir şey düşün meden uyuyakaldım, sakin ve deliksiz bir şekilde... Sabah saat 08.00’de uyandırma servisinden aranılarak uyan dım. “5 dakika d ah a...” diyememenin acısıyla yataktan kalk tım, duşumu aldım. Bugün çok yer gezecektik. Ben de ona
uygun olması için ince askılı bir badi, yüksek bel bir etek ve spor babetlerden oluşan kombinasyonumla hazırlandım. Fo toğraf m akinem i ve çantamı alıp lobiye indim. Grup topar landıktan sonra Viccolo del Vecchia’nın ucundaki Brassai ye kahvaltı etmeye gittik. Burası Romanın en güzel kruvasanlarını yapan yermiş. Ben capuccino ve marmelatlı kruvasan si parişi verdim. Normalde marmeladı ve capuccinoyu tercih et mezdim ama bunlar Italyan kahvaltısının vazgeçilmezleriydi ve bende İtalya’daydım. Galiba kendimi gerçek bir İtalyan gibi hissetmeye çalışıyordum. Kahvaltımızı bitirdikten sonra Pantheon tapınağına doğru yola çıktık. Tapmak dışarıdan bakıldı ğında sıradan görünüyordu ama içerisine girdiğimizde adeta büyülendim . Tepesi açık bir tapınaktı. Aslan Bey tapınağın ta rihini anlatm aya başladı. Anlattığına göre bu tapınağın ismi; Yunanca tüm tanrıların tapınağı anlamına geliyormuş, en eski kubbeli binaymış. Kubbesiyle ünlüymüş. Gruptan ismini bil m ediğim bir kadın benim sormaya cesaret edemediğim so ruyu sorup “yağm ur yağdığında ne oluyor?” dedi. Aslan Bey sıkça sorulduğunu düşündüğüm bu soruya kendinden emin bir tavırla “zemine dikkatlice bakın, ilk bakışta fark edilme yecek 22 delikle yağmur suyu dışarı atılıyor” dedi. O söyle yene dek fark etmemiştim. Bir sürü fotoğraf çektikten sonra tapınaktan ayrıldık. Öğle yemeği için Bu kez Babette’nin bir sokak aşağısında kalan EDY isimli restorana gittik. Bu kez ben de pizza siparişi verdim. Pizzalarımız üzerinde dumanı tüterek geldi. Yemeğimizi yedikten sonra Collesium’a doğru yola çıktık. Yarısı yıkılm ış hali beni hüzünlendirse de ayakta
kalm ayı başarmış kısm ı tüm ihtişam ıyla ziyaretçilerini ağırlı yordu. İçeri girdikten sonra Aslan Bey bu kez Collesium tari h ini anlatm aya başladı: “Burası Flavianus Amfi Tiyatro olarak da bilinir. M .Ö. 72 senesinde ünlü bir komutan olan Vespasianus tarafından yapım ına başlanmış. Yıllar boyunca arena olarak kullanılm ış, imparatorlar burada Roma h alkını eğlen dirm ek için ve biraz da kendi eğlenceleri için yıllarca gladya tör dövüşleri düzenlemişler. Gladyatör dövüşlerinin yanı sıra halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, dram a tik infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılm ası, klasik mitolojiye dayanan dramalar gibi olaylara da ev sahipliği yap mış Collesium. Dünyanın yeni 7 harikasından biriymiş. Tri bünlerinde de toplumdaki hiyerarşiye göre bir oturma planı varm ış, zemine en yakın yerde kral, senatörler vs. tribünlerin en üst kısm ında ise köleler ve kadınlar otururmuş.” “Kadın lar burada da ikinci plandaymış demek! Ne mutlu bize. Öyle değil mi hanım lar?” Konuşan grubun en gevezesiydi. Sürekli olarak manasız çıkışlar yapardı; “bu pizza neden bu kadar ince, bu şarabın tadı neden pütürlü, hava neden sıcak, ay bu rası da pek küçükmüş” vs. Sanki İtalya’yı kötülemeye yemin etmiş gibi bir havası vardı ve bu ondan nefret etmeme neden oluyordu. Özellikle her seferinde dövmemin anlam ını sorması beni delirtiyordu. Gruptaki tek bekâr olmam da onu delirti yordu galib a... Aslan Bey neyse ki nazik ve sabırlı bir adamdı, gülümseyip çaresizce omuz silkerek konuşmasına devam etti. . .Bu arada Collesium ’un çok enteresan bir özelliği daha var dır. Dünyanın herhangi bir yerinde idam cezası kaldırıldığı %
zaman, Collesium ‘un ışıkları o gece açılıyor. Türkiye’de idam cezası kaldırıldığında da Collesium bir gün için Türkiye adına aydınlatıldı.” ‘ Ne kadar hoş!” Konuşan yine aynı kadındı. Sab rım ın son demlerinde içeride gördüğüm her şeyin fotoğrafla rını çekmeye, tarihin havasını koklayarak yürümeye başladım. Collesium, bana televizyonda her rastladığımda kanal değiştir meme sebep olan “gladyatör” konulu dizileri anımsattı. Onca kan, onca vahşet, ölüm kalım savaş içimin ürpermesine sebep oluyordu. Collesium ’dan çıktığımızda hava kararmaya başla mıştı. Ben aşk çeşmesini görmek istiyordum ama gruptakile rin ısrarıyla Gelateria della Palma’ya gittik. Burası Romanın en ünlü dondurm acısıydı. Alabildiğine uzun oval bir camekânın içinde belki yüz, belki daha fazla çeşit dondurma vardı. Ben her zaman karışık isterdim. Ama şimdi neyi neyle karıştıra cağım ı bilemiyordum. Daha önce hiç görmediğim meyveler vardı. Ben de adını bildiğim, tadını beğendiğim birkaç çeşidi karıştırm alarını istedim. Herkes dondurma külahını eline al dıktan sonra ara sokaklarda yürümeye başladık. Dondurma sakız gibi uzuyordu ve çok lezzetliydi. Uzun bir yürüyüşün ardından otele vardık, herkes odalarına çekildi. Tura göre ya rın aşk çeşmesi görülecekti ama ben elimdeki parayı çeşmeye herkesin içinde atm ak istemiyordum. Bu gece Trastevere’ye gi dilecekmiş. Trastevere İtalya’nın gece hayatının olduğu, şeh rin biraz dışında kalan bir yermiş, bizim Aşmalı Mescit tar zında... Ben Aslan Bey’i arayarak katılmayacağımı kibar bir şekilde söyledim. Biraz kendi kendime gezmek istiyordum. Ak şam yemeği yiyemeyecek kadar tok olduğumdan üzerime kısa
bir şort ve tişört giyip ayaklarım a terliklerim i geçirdiğim gibi Navona meydanına gittim . M eydan en az dün geceki kadar güzeldi. Takı satan küçük tezgâhları gezdim, her şey çok gü zeldi. Birkaç hediyelik aldım, müzisyenleri dinledim . Sonra bir gün önce gördüğüm pandomim sanatçısı yeniden karşımda be lirdi. Bu kez beni dansa çağırıyordu. Onu kıram azdım , uzat tığı elini tuttum , O da diğer elini belime sardı. Kısa bir süre dans ettik. Bizi gören çiftler de dans etmeye başlam ıştı. M ey danda bir sürü insan dans ediyordu. M üzik bittiğinde teşek kür ederek yanından ayrıldım. Kalabalıktan sıyrılarak kendimi kafelerden birine attım . Kahvem geldikten sonra meydanı iz lemeye başladım. Sonra tuh af bir his beni ele geçirdi, izlenildiğim i hissediyordum. Sağım a soluma baktım , herkes normal görünüyordu. Korkmanın da tam zam anıydı zaten! Aldırmamaya çalıştım , am a rahatım kaçmıştı bir kere, ben de hesabı istedim. Garson para üstüyle birlikte bana bir kâğıt bıraktı. Fiş olduğunu düşündüğüm için acele etmeden açtığım kâğıtta ‘ gülümsem ek sana çok yakışıyor” yazıyordu. Gruptan binle rinin şaka yaptığını düşünerek tanıdık bir yüz aradım, ama yoktu. Ben de Aslan Bey’i aradım. Herkesin onunla birlikte diskoda olduğunu söyledi. Bu daha fazla korkmama neden ol muştu. Hemen kalkıp hızlı adım larla otelin yolunu tuttum. Her adım da dönüp arkama bakıyordum. Derken ayağım tö kezledi ve biri beni tuttu. Başımı kaldırdığım da onu gördüm, Rüzgâr! Benim baş belam. Sınır tanımayan ukala adam. “Senin burada ne işin var?” ■m
“Notumu aldın mı?” “Sen m iydin o? A klını mı kaçırdın sen? Beni ne kadar korkuttuğunun farkında mısın sen? Ne istiyorsun benden. İstanbul’da canım ı sıktığın yetmedi mi bir de burada mı kar şıma çıkıyorsun? Bir yardımın bedeli bu kadar ağır olmama lıydı. Sen de ne istiyorsan söyle, sana yardım edeyim herhangi bir konuda da ödeşelim artık.” “O zam an dinle beni.” “Eğer dinlersem etrafımdan çekilecek misin?” “Eğer hâlâ istersen, evet.” “Peki, seni dinliyorum .” “Böyle ayakta konuşmayalım. Aç mısın? Yemek yiyelim mi?” “H ayır!” “Kahveye hayır demezsin ama değil mi? Şurada bildiğim çok güzel bir kafe var, çok yakın, oraya gidelim mi?” “O lur!” Bildiği kafe varmış! Benim de var. Ne yani parası var diye her şeyi bilebilecekmiş gibi. Hayat ona güzel zaten. Şu haline bak, üzerindeki her şeyin arması var. Marka giyin diğini belli edecek ya! “Burası işte. Nasıl buldun?” Burası bahçe içinde küçük renkli tahta masa ve sandalyeleri olan harika bir yerdi, görür görmez bayılm ıştım . Ama ona bu kadar iltifat edemezdim. Yüz bulurdu sonra. “Beğendim.” “Beğeneceğini biliyordum. Şöyle oturalım mı?” w
“O lur.” B iliyorm uş. Paşam a bak sen! Her şeyi bilm ek zorunda s a n k i... O turduktan sonra menüleri getiren garsonla aksanlı İtalyancasıyla kısa bir süre konuştuktan sonra ne istediğim i sordu. Kahve siparişlerimizi yine o verdi. Ben sessizce ne an latacağın ı bekliyordum . M erak etmiyordum, aksine kendin den em in tavrına sinir oluyordum. O siparişleri verirken ben de diyeti ne kadar boşladığım ı düşünüyordum. D aha en az 10 kilo fazlam vardı. Önce Arda, sonra İtalya gezisi... İyice ken dim i salm ıştım . Arda! Sahi o ne yapıyor acaba? İtici kız arka daşıyla, o beraber aldığım ız, üzerinde beraber uyuduğum uz yatakta sevişiyorlardır şimdi. Bana kahvaltı hazırladığı mut fakta ona yemek pişiriyordur. Benim ona öğrettiğim yerlerde beraber geziyorlardır. Ne büyük saadet! “Özlem?” “E-efendim?” “Daldın. Canını sıkan bir şey mi var?” “Senden başka mı?” “Bu kadar nefret ediyor musun sahiden benden?” “Yeterince belli edemiyorum galiba. Üzgünüm. Bunun için daha çok çalışırım. Neyse, bunları bir kenara bırakalım . Seni dinlemeye geldim. Anlatabilirsin ne istiyorsan. Sözünü kesme den dinleyeceğim, sonra ödeşmiş olacağız.” “Peki. Ben küçükken babam çok fakirdi.”
“İstersen d ün yan ın toz bulutu olmasından başlayalım. Daha keyifli olabilir.”
“Pardon sözünü kesmeyecektim. Devam et lütfen.” “Ne diyordum? Benim lise yıllarıma kadar babam çok fa kirdi. Sonra bir gün babama piyangodan ikramiye çıktı. Ba bam önce galeriyi ardından tamirhaneyi açtı, işini büyüttü. Kendisi okum adığı için benim okumamı istedi, okudum. Dil öğrenmemi istedi, öğrendim. Sonra işlerin başına geçmemi istedi, geçtim . Babam hayatıma çok şey kattı. Ama bana ka zandırdığı belki de en büyük özellik, nereden geldiğimizi hiç un utturm am aktı. Bu yüzden hırçınlığını anlıyorum. Ama emin ol b u n ları.. “Ne yan i sen zenginsin diye seni kıskanıyor muyum ben? İçten içe üzülüyor muyum sanıyorsun?” “Ö zlem ben öyle söylemek istemedim biliyorsun. Ama beni yanlış anlam ak için uğraşıyor gibisin. Söylemeye çalıştı ğım ben de senin gibiydim. Hâlâ öyleyim, değişmedim. Para beni değiştirm edi. Ben parasıyla insanları ezecek hor görecek biri değilim .” “Eğer öyle biri değilsen, neden işyerime çiçek gönderdin?” “Çok üzgün görünüyordun. Kendini iyi hissetmeni iste dim. K adınların ağlam alarından hiç hoşlanmam!” “Peki, diskoda ki loca?”
“Yorulduğunu düşündüm. Dinlenebileceğin bir yer olsun istedim.” “Orada bir sürü insan ayaktaydı. Neden ben? D aha sabah fatura yüzünden kavga etmişken? Neden orada ki diğer insan lara değil de bana loca tutuyorsun?” “Diğerlerini tanım ıyorum .” “Beni tanıyor musun peki? Ben kim im , ne severim bili yor musun? Neye üzülürüm. Ağlayınca nereye giderim . Sevi nince ne yaparım . H angi müzikleri dinlerim? H angi şarkıları duyunca hüzünlenirim? Neye alerjim var? Nerede okudum? Arkadaşlarım kimler? Nereliyim? Beni tanım ıyorsun Rüzgâr. Sadece beni tanıdığını zannediyorsun.” “Adnan menderes üniversitesinde ik i y ıl tarım sal işletme cilik okudun. Sonra DGS ile açık öğretime kaydoldun, hâlâ devam ediyorsun. Genelde hüzünlü şarkıları seversin. Ağla m ak için evinden uzaklaşabileceğin kadar uzaklaşırsın. Se vinince ellerini çırpar, kendi etrafında dönersin. Çok küçük şeyler bile seni sevindirebilir. Şu ana kadar yan ında sadece M erveyi gördüm. Ama eminim bir sürü arkadaşın vardır. İs tanbul doğumlusun.” “Sen, sen bunları nereden biliyorsun? Beni mi araştırdın sen? Ne yaptın dedektif mi tuttun? Benim hakkım da bunları nereden öğrendin diyorum sana?” “B en ... Şey... Seni tanım ak istedim.”
“Biz şim di tanışm ış mı olduk. Bu ne kadar hastalıklı bir kendini ifade etme şekli böyle. Sadece arkadaş olmamızı iste diğini söyleyebilirdin.” “Arkadaş olm ak istemiyorum ben!” “E derdin ne o zaman? Neyse ben seni dinledim. Artık ödeştik. Sana iyi tatiller.” “Özlem?” Ç antam dan kahve parasını çıkarıp masaya koyduğum gibi çıkışa yöneldim . H ızlı adımlarla yürüyordum, sokak çok ka ranlıktı. Rüzgâr’ın sesini duydum, arkamdan geliyordu ve ar tık bu beni çok korkutuyordu. Ben de koşmaya başladım. Tam caddeye çıkacakken bir vespanın hızla üzerime doğru geldi ğini gördüm. Gözlerimi sımsıkı kapattığım an birinin beni hızlıca kendine çektiğini hissettim. Gözlerimi açtığımda ken dim i R üzgâr’ın kollarında buldum, kalbi deli gibi atıyordu. “Çok korktum ” diyordu sürekli. “Sana bir şey olacak diye çok korktum.” Beni sım sıkı sarmıştı, kollarının arasında nefes al m akta zorlanıyordum. “Tam am , yok bir şeyim. Bak iyiyim. Bırakabilirsin artık.”
“Rüzgâr nefes alamıyorum. Bırak beni lütfen.” “Özür d ilerim ... İyisin değil mi? Hastaneye gidelim mi?” “İyiyim Rüzgâr. Bir şey olmadı.” “Hepsi benim yüzümden oldu. Arkandan gelmeseydim bunlar olm ayacaktı.”
“Saçm alam a lütfen, bir şey olduğu yok. Sokak çok karan lıktı. Herhangi biri olabilirdi. Kendini suçlama artık. Bu arada şim di de sana can borcum mu oldu?” “Böyle söyleme lütfen. Bir daha karşına çıkm am . Yeter ki sen iyi ol.” Ö yle sam im i, öyle içtendi k i... Göğsü hızla inip k alk ı yordu. Benim için ne kadar endişelenmişti böyle. Elimi çeki nerek göğsüne koydum. Sırtı duvara dönüktü. Elim göğsüne değdiğinde sanki tüm bedenime bir sıcaklık yayıldı. Göğsü daha yavaş inip kalkıyordu. Gözlerini gözlerime dikm iş, elini göğsünün üzerindeki elimin üzerine koymuştu. İlk defa birbi rimize dokunuyorduk. Yüzünü yavaşça bana yaklaştırdı. Kısa bir an dudaklarım ız birbirine değdi. Sonra aniden yükselen şehvetle, birbirimizin dudaklarını kurutm ak istercesine, birbi rim izi yok etmek istercesine delice öpüşmeye başladık. İçimde gittikçe artan şehvete yeniliyordum. Onu delicesine istiyor dum. Beni duvara yasladı. D udaklarını bir an olsun benden ayırm adan ellerini önce sırtımda sonra göğüslerimde gezdir meye başladı. Ben de ellerimi onun gömleğinin düğmelerini açmak için kullanıyordum. Vücudu çok güzeldi. Göbeğinde ve kollarında kasları vardı. Ama sert değildi. Ellerim yeniden göğsünden sırtına kaydı. Tişörtümü boynuma kadar sıyırm ış göğüslerimi öpüyordu. Ben de ona karşılık vermek için ba caklarım ı onun beline doladım. Duvar sırtım ı acıtıyordu. El leri şortumun düğmelerine gittiğinde bir an ne yaptığım ın far kına vardım. Onunla, nefret ettiğim adamla sokak ortasında
sevişiyordum. Hem de âşık olmadan. Duygusuz seks dedik lerinden birini yapm ak üzereydim. Kendime gönül eğlendi receğimi artık âşık olmayacağımı söylemiştim ama ben böyle bir insan değildim . “Dur lütfen!” Nefes nefese kalmış iki yarı çıplak insan. Dar bir sokağın en kuytu, en karanlık köşesinde kendinden geçmişken söylenecek en son en zor sözü söylüyor dum belki de. “Yanlış bir şey mi yaptım?” “H ayır. Ben yanlış bir şey yapıyorum. Üzgünüm. Gitsem iyi olacak.” “Özlem dur lütfen. Senden bir şey istemiyorum. Senin is tem ediğin hiç bir şey yaşanmayacak aramızda. Sadece gitme.” “Bu sözü daha öncede çok duymuştum. Durmamalıydım. Tişörtüm ü indirdim . Rüzgâr düğmelerini ilikledi hızlıca.” “Sadece seni otele bırakmama izin ver bari. Lütfen Özlem.” “Peki.” Otele dek hiç konuşmadık. Yaptığım şeyden ötürü de rin bir utanç duyuyordum. Bu hale nasıl gelmiştim. Nasıl bir sokak ortasında soyunabilmiştim? Çok utanıyordum. Otele vardığım ızda vedalaşmadan ayrıldık. Hemen odama çıktım. Önce ılık bir duş aldım . Sonra bornozumla yatağıma uzan dım. O lanları gözümün önünden geçiriyordum. Rüzgâr’ı bir erkek olarak görmemiştim daha önce. Oysa ne kadar çekici bir adamdı. M erve’de beğendiğine göre. Ki Merve’nin yakışık lılık anlayışı çok farklıydı. Eğer O birine yakışıklı diyorsa, o
kişi gerçekten tüm standartlara göre yakışıklı olurdu. Merve yi aram ak istiyordum am a saat gecenin Tiydi. Sonunda aramaya karar verdim. Telefon ikinci çalışında açıldı. “Merve? “Yavrum nasılsın? Ay çok özledim ben seni. Nasıl oralar? Eğleniyor musun? Bak bol bol fotoğraf çekm eyi un u tm a...” “Ben Rüzgâr’la öpüştüm.” “Kimle?” “Rüzgâr’la.” “Nasıl yani? İstanbul’dayken mi? Ne zaman oldu bu?” “Yaklaşık yarım saat önce.” “O, İtalya’da mı? Aaa nasıl yani? Seni görmeye mi gelmiş?” “Neden geldiğini bilmiyorum. Am a konuşmak istedi, ben de kabul ettim. Sonra ara sokaktan geçerken arkam dan ses lendi. Ben de koşmaya başladım. Bana motor çarpacaktı beni kurtardı ve sonra olanlar oldu.” “Nasıl ya? İyi misin sen şimdi? Bir şey oldu mu sana?” “Yok olmadı. Tam zamanında tuttu beni.” “E sen neden kaçtın ki ondan?” “Ya bu beni araştırmış. H akkım da her şeyi biliyor. Nasıl öğrendiyse artık. Ben de korktum işte.” “Ah yavrum benim ya. Üzülme tam am . Neredesin sen şimdi?”
“O dam dayım . Beni otele bıraktıktan sonra gitti O, ben de odama çıktım . Seni de bu saatte uyandırdım ama.” “Saçm alam a yavrum ya. Olur, mu öyle şey? Tabi beni ara yacaktın. Sen şimdi üzme kendini. Tatilinin tadını çıkar. Bir daha konuşmazsın onunla olur biter.” “H aklısın galiba. Tamam, kuzucum sen de yat uyu artık. Teşekkür ederim.” “R ica ederim yavrum. İyi geceler sana.” “Sana d a ...” Telefon konuşm asından sonra da uyku tutmadı. İstem sizce Ardayla tanıştığım andan bu ana kadar yaşadığım herşey aklım a üşüştü. Ardayla birlikte olmayı ne kadar istemiş tim. O nunla ilgili ne çok hayalim vardı. Ama sonuç olarak Rüzgârla bir gece yarısı karanlık bir sokakta... Of ben böyle bir şeyi nasıl yaptım ya? Nasıl bu kadar hızlı ilerledi herşey? Anlam ıyorum neden öptü beni... U yandığım da saat 07.30’du. Dün gece aldığım duş etki sini kaybetmişti. Yeniden duşa girdim. Sonra giyinip lobiye in dim. O rtada kimseler yoktu. Bir kahve isteyerek otelin bah çesindeki m asalardan birine yerleştim. İtalyanca bir gazeteyi elime alm ış sayfaları çeviriyordum. Aslan Bey yanıma gelerek “erkencisiniz bu sabah” dedi. Yaşadıklarımı ona anlatamaya cağım için “evet” demekle yetindim. Kahvelerimizi içtikten sonra grupla beraber kahvaltıya gittik. Bu kez sadece kahve sipariş ettim . C anım yemek yemek istemiyordu. Kahvaltı bit tikten sonra Vatikan’a doğru yola çıktık. Burada, dünyanın
en büyük kilisesi olan San Pietro’da Rönesans’ın dev sanatçı ları Leonardo Da Vinci ve M ichelangelo’nun eserlerini izledik. K ilise devasa büyüklükteydi. Aslan Bey bir şeyler anlatıyordu am a duyacak halde değildim . O yüzden hiçbir şeyi unutma m ak için bol bol fotoğraf çektim. Önce kilisede mum yakıp dilek diledik sonrasında San Pietro m eydanını gezdik. M ey dan çok büyüktü. Aslan Bey, Papanın buradan halka seslen diğin i anlattı. Ben insanları boş gözlerle izledim. Öğle yemeği için verilen arada ben de h afif bir şeyler atıştırdım Sonraki du rağım ız Castel Sant Angelo’ya gitmek için araca bindik. Bu rası V atikan’ın dışında, ulaşım ı kolay bir bölgeydi. Aslan Bey H adrian mozalesi olarak da bilindiğinden ve bir ara Papanın hapishane olarak da kullandığından bahsetti. Son gideceğimiz yer Roma da ki son durağımız; İspanyol merdiveni spanga ve aşk çeşmesi için yeniden aracımıza bindik. Merdivenlere ulaş tığım ızda büyük bir kalabalık karşıladı bizi. Merdivende otu rup bir şeyler atıştıranlar, sohbet edenler, dinlenenler... Biz de 138 basamağı inip aşk çeşmesine ulaştık. Çeşmenin etrafı ka labalık. Aslan Bey bize parayı nasıl atm am ız gerektiğini dik katli bir şekilde anlattı ve sonra dayanamayarak bir kez de gös terdi. Havuzun kenarında oturup çeşmeye sırtım ızı dönmeli ve bozuk parayı sağ elimizle sol omuzumuzun üzerinden çeş meye atm alıym ışız. Eğer para havuza düşerse Roma’ya tekrar geleceğiz demekmiş bu. Herkes sırayla denerken ben sessizce bekledim. Parası havuza düşmeyenler yeniden denemeye çalı şırken de ben yalnızca izliyordum. Sonra sıra bana gelince ha vuzun kenarına istemsizce oturdum, parayı havaya kaldırdım
ve o an Rüzgâr yanım da belirdi. Yanlış şekilde atıyorsun di yerek havuza daha önce yaptığını belli edercesine para attı. Aslan Bey soran gözlerle bana bakıyordu. Sorun olmadığını göstermek için elim i hafifçe havaya kaldırdım. Parayı havuza Rüzgârın dediği şekilde attım. Para havuza düştü. Eğilip ku lağım a “Roma’ya tekrar geleceksin” dedi. Sesi bile beni tahrik etmeye yetiyordu ama bir yandan sadece Ardayı düşünebiliyor dum. “Ben yarın dönüyorum” dedi. “Bu gece beraber yemek yiyebilir m iyiz?” Bu akşam serbest zamanımız vardı. Pekâlâ, yemek yiyebilirdik ama onunla yemeği bitirebilecek kadar ken dime güvenemiyordum. Yine de kabul ettim. Beni akşam 8’de alacaktı. Otele dönüp hazırlanmaya başladım. Ne giyecektim, keşke yanım a daha çok şey alsaydım. Duş alıp (bunu neden yaptığım ı bilmeden) en seksi dantelli iç çamaşırı takımımı giydim. Sonra kendime kızıp onları çıkardım ve üzerinde ka rikatür desenleri olan iç çamaşırı takımımı giydim. En azın dan işler tuhaflaşırsa onları görmesin diye vazgeçerdim. Son rasında üzerime siyah kalın askılı dar bir elbise giydim. Siyah elbise candı. Her kadının dolabında mutlaka bir siyah elbise olmalıydı. Ben de büyüklerimin öğüdünü tutup zamanında dolabıma bir tane koymuştum ve şimdi hayat kurtarıyordu. Altına pembe renk yüksek topuklu bir ayakkabı giyip saçla rımı düzleştirdim. H afif bir makyaj yaptıktan sonra hazırdım. Saat tam 8.00 de kapıdaydı. Üzerinde beyaz çok şık bir göm lek, altında üzerine oturan düşük bel bir kot pantolon ve kla sik ayakkabılar vardı.
“Çok mu fazla olmuş böyle? İki dakika beklersen üzerimi değiştirebilirim.” “Sakın! Böyle o kadar güzelsin k i...” “Peki.” Yanaklarım al al olmuştu. Onu görünce neden bu kadar heyecanlanıyordum, yine abartıyordum. Beraberce kısa bir yü rüyüşle çok hoş bir restorana geldik. T üm m asalarda m um lar vardı, hiç mum ışığında yem ek yem em iştim . Rüzgâr ma samızı gösteren garsona teşekkür ettikten sonra sandalyem i çekerek oturm am a yardım etti. Herkesin gözü bizim üzeri mizde gibiydi. Peçetemi dizlerim in üzerine serdikten sonra garson siparişleri alm ak için geldi. R üzgâra seçimi onun ya pabileceğini söyledim, ikim iz için de sipariş verdikten sonra seçtiği şarapları benim denememi istedi. Şarabı çok sevmesem de nasıl seçileceğini iyi bilirdim . Kadehime doldurulan şarabı önce hafifçe salladım sonra ışıkta ki rengine baktım , sonra dudaklarım a götürüp küçük bir yudum aldım . Ağızda bırak tığı tat oldukça güzeldi, “beğendim am a sen de dene istersen” dedim. “Sana güveniyorum” dedi. Garson kadehlerim izi dol durduktan sonra baş başa kalm ıştık, ikim iz de konuşmuyor duk, konuşacak neyimiz vardı ki? Buraya gelmem aptallıktı zaten. Derin bir sessizliğe gömülmüştük. Ben masada serili ör tünün m otifini inceliyordum, o uzaklara dalm ıştı. Sonra bir anda dili çözülüverdi. “Resmini beğendin mi?” “Hangi resmi?” U0
HASRET KARDEŞ
“M eydanda ressamın sana getirdiği resm i...” “Sen n ereden ... O resmin çizilmesini sen mi istedin?
“Ç ok hüzünlü duruyordun. Seni neşelendirecek bir şey lere ihtiyacın vardı.” “Pandom im sanatçısının getirdiği karanfil?” “E vet... H angi çiçeği sevdiğini bilmiyordum. Ben de de nemek istedim .” “Süm bül!” “Efendim?” “En sevdiğim çiçek sümbül.” “Bunu unutm ayacağım .” Yemeklerimiz gelm işti. Her şey çok güzeldi. O sıra eskiler den Domenico M odugno’dan “Volare” çalmaya başladı. Bu şar kıyı çok severdim. Kendimi şarkının büyüsüne bırakıp gözle rimi kapattım . Açtığım da R ızgâr yanımda, ayakta duruyordu. Elini bana uzatm ıştı. Elini tuttum. Büyülü bir an idi. Şarkıda da söylediği gibi rüya gibiydi belki de bir daha gelmeyecek. Rüzgâr beni döndürüyor, itip yeniden kendine çekiyordu. Be denlerimiz birbirinden ayrılıp geri gelse de elimi bir an olsun bırakm ıyordu. Ve beni her geri çektiğinde bedenlerimiz adeta birbirine kilitleniyordu. Şarkının sonlarına doğru bir gece önce yaptığım gibi elim i kalbinin üzerine koydum. Aynı sıcaklık kalbimi kapladı. Şarkı bittiğinde istemsizce yerimize oturduk. Başım hâlâ dönüyordu. Tatlı isteyip istemediğimi sordu. Fatlı IH
sevm ezdim . “K alkalım m ı?” dedi, “k alkalım ” dedim . Hesabı ödedikten sonra restorandan çıktık. Ara sokaklardan ana cad deye çık tık , yeniden m eydandaydık. Sokakta gitar çalan bir ço cuğun yan m a gittim . Çantam dan para çıkararak önündeki kutuya koydum . Rüzgâr beni izliyordu. “Eğer paran varsa bir m üzisyenle paylaşm alısın” dedim. Sonra müzisyen gitar çal d ığ ım dönemde öğrendiğim ilk şarkıyı çalm aya başladı; Portofino. Ben de yanm a oturdum. Önce müzisyenden izin al dım zira sahne çalm ak bana göre değildi. İzin verdikten sonra söylem eye başladım . Rüzgâr şaşkındı. Sesim m eydanda yan kılanıyor, insanlar dinlemeye geliyor, müzisyenin kutusu bo zukluklarla doluyordu. Şarkı bittiğinde insanlar alkışlam aya başladı. Yerimden kalktım . Müzisyen parasını benimle pay laşm ak istedi. Kibarca teşekkür ederek yanından ayrıldım , ar kam dan uzun uzun el salladı. Rüzgâr bana gözlerini dikm iş anlam aya çalışıyordu. “Şarkı söylemeyi çok severim ve onun da şarap parasına ihtiyacı vardı” dedim. Gülümsüyordu. Ayak kabılarım ı ayağım dan çıkarıp elime aldım , artık daha rahat tım . Ressam ların yanına gidip ikim izin beraber bir portresini yaptırdık. Sonra yine, defalarca dans ettik. Veda zamanı gel diğinde artık ayakta duramıyordum. Şarap beni hep çok çar pardı zaten. Otele kadar sarmaş dolaş geldik. Odama çıkabil diğim den emin olmak için bana eşlik etti. O danın kapısını açıp, ışığa uzandığında kendime hâkim olamadım ve dudak larım ı dudaklarına gömdüm. Bütün gece kendini zor tuttu ğunu o an anladım . Kapıyı hızlıca kapattı. Beni duvara yas ladı. Elbisemin ferm uarını açtı. Elbisem ayaklanm a düştü.
O an otelden çıkarken son anda değiştirdiğim çamaşırlarım aklım a geldi. Gözlerimi kapattım ama o bana sevgiyle bakı yordu. “Gecenin böyle bitememesi için çok direnmiş gibi gö rünüyorsunuz küçük hanım” dedi. Ben de kollarımı boynuna dolayarak bedenim i ona yaklaştırdım kulağına eğilip “siz de gecenin böyle bitebilmesi için epey ter döktünüz beyefendi” dedim. İkim iz de gülmeye başladık. Gömleğini üzerinden sı yırdım , vücudu perdeden sızan ışıkla adeta parlıyordu. Pan tolonunu çıkardığım da o da benim sutyenimi çıkardı. Sonra beni kucağında yatağa taşıdı. Bedeninin üzerimde yarattığı ağırlık altın da adeta zevkten eziliyordum. Vücudumun her noktasını öpücüklere boğarak aşağılara doğru iniyordu. Kal bim resmen ağzım da atıyordu. Daha önce bu kadar yakışıklı bir erkekle birlikte olmamıştım. Elleri ve dudaklarıyla tüm vücudumu keşfettiğinde karşısında çırılçıplaktım. Utanıyor dum, onun kadar güzel bir vücudum yoktu. Ama o sanki dünyanın en güzel şeyine bakıyormuş gibi bakıyordu bana ve beni m utlu edebilmek için çok uğraşıyordu. Onu tekrar yu karı çektiğim de deli gibi öpüşüyorduk. Bu kez sıra bendeydi. Onun yaptığından farklı olarak küçük ısırıklar ve öpücük lerle başından boynuna oradan göğsüne ve gittikçe aşağılara doğru ilerliyordum. Kendini sıktığı o kadar belliydi ki. Onu daha fazla zorlam am ak adına yeniden yukarılara doğru çıktı ellerim. İkim iz de son gücümüze dek direnmiştik. Ani bir ha reketle beni altına aldı. Bacaklarımın arasındaydı artık. Do ğarken kaybettiğim eksik parçamı bulmuş gibiydim, ikimizde nefes nefese ve terliydik. Vücutlarımız hızla hareket ediyordu.
Sonunda ikim izi de soluksuz bırakan bir sonla birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Hareket etmek, birbirimizden ayrılm ak istemi yorduk. Bir süre öylece kaldıktan sonra beraber duşa girdik. Beni elleriyle yıkadı, ben de onu. Sonra yatağa döndük. Ben bir sigara yaktım , O bornozumun açık bıraktığı omuzumun üzerinde kendine bir yer sağlayarak bana sarıldı. Sonra üze rim izdeki her şeyden kurtulup birbirimize sarılarak uyuduk. U yum adan önce bana sürekli “seni bulmak için bir ömür har cadım ben” diyordu. Sabah olduğunda erkenden kalktık. Giyinmesine yarım edeceğime onu sürekli soymaya çalıyordum. O da beni öpü cüklere boğuyordu. “Seni bırakıp gitm ek istem iyorum ” d i yordu am a ikim izin de Roma daki son günüydü. Biz Pisa’ya gidecektik O ise İstanbul’a. Her şeyini aldığına emin olduk tan ve bana tutkulu bir öpücük verdikten sonra gitti. Ben ya şananlara hâlâ inanamıyordum. Bunları M erveye anlatm ak için adeta deliriyordum ama hazırlanmalıydım. H ızla valizim i topladım . Her şeyimi aldıktan sonra lobiye indim . Grup to parlanm ış beni bekliyordu. Herkesten özür diledikten sonra aracım ıza binerek Pisa’ya gittik. Şehir büyüleyiciydi. Kahval tım ızı yaptıktan sonra Pisa Kulesine gittik. Burada ki tüm turistler enteresan pozlar veriyordu. Ben de onlara katıldım . Kuleyi ayakta tutm aya çalışıyormuşum gibi bir poz verdikten sonra içini gezdik. Oradan çıkıp Piazza dei M iraco li’de (M u cizeler M eydanı) dolaştık. H ediyelik m inyatür Pisa kuleleri satın aldık. Öğle yemeğini yedikten sonra Toskana ya doğru yola çıktık. Toskana kartpostalları andırıyordu. Kendimi yağlı
boya bir resmin parçası gibi hissediyordum. Bu büyülü yerde insan nefes almayı unutuyordu. Otele yerleştikten sonra akşam yemeği yedik. Herkes çok yorulmuştu. Dinlenmek için oda larım ıza çekildiğimizde aklıma Rüzgârla yaşadıklarım geldi. Onu aram ayı çok istiyordum ama o aramadan aramak istemi yordum. Bir geceyi beraber geçirdik diye ona yapışamazdım. Soğukkanlı bir şekilde odada volta atarken telefonum çaldı. Koşarak açtığım da Rüzgâr seni özledim dedi. “Alo” değil, “na sılsın?” değil, “Özlem” değil, “seni özledim...” “Ben de” de memek için kendimi zor tutuyordum. “Yolculuğun nasıl geçti?” “Güzeldi. Sen neredesin şimdi?” “Toskana’dayız. Burası çok güzel mutlaka görmelisin.” “D aha önce gelmiştim. Ama seninle tüm şehirleri yeniden tanım ayı öyle çok isterim ki. Yeniden keşfetmeyi. Seni çok öz ledim günışığım .” Günışığım... Bana böyle mi seslenecekti ar tık? T anrım kendimi kaptırmamalıyım. “Teşekkür ederim.” “Neyse orada saat geç olmalı. Sen uyu dinlen artık. İyi ge celer günışığım .” “İyi geceler Rüzgâr.” Telefon kalbimin üzerinde, odada dans ediyordum. Ayağım halıya takılıp yere düşene kadar. Artık tatilime dizimde koca bir m orlukla devam edecektim. Dizime buz torbası koydum ve uyudum . Sabah bikinimin üzerine rahat bir elbise giyerek m
lobiye indim . Bugün Am alfı kıyıların a gidiyorduk. Denizkızların ın yaşadığına inanılan mağaraları görecek ve sonunda yü zebilecektik. Burası da en az Toskana tepesi kadar harikaydı. Sonsuz bir m avilikle kayalıkların buluşması eşsizdi. Önce ma ğaraları gezdik. Sonra kıyıda denize girdik. Su ılık ve rahat latıcıydı. Zaman mekân kavram ım ı yitirecek kadar çok yüz m üştüm . Denizden çıktıktan sonra güneşin tadını çıkardım . Ç ıp lak kum lara havlu sermeye bile gerek yoktu. Her şey o ka d ar yum uşak, o kadar berraktı ki, insanı iç yolculuğa sürüklüyordu. Bütün günümüzü kıyıda geçirdikten sonra akşam a doğru otele gidip üzerimizi değiştirdik. A kşam ım ızı dalgala rın eşliğinde harika Akdeniz yemekleri tadarak geçirdik. Ye d iklerim in çoğunun adını bile bilmiyordum am a her biri en festi. Burası ayrı bir ütopya gibiydi. Yemekten sonra uzun bir y ürüyüş yapıp bol bol fotoğraf çektim. Büyülenm iş halde ge zerken ak lım a Aslan Bey’in söylediği söz geldi: “Burası, ol m ayan bir dünya, hiç yaşanm am ış bir yer gibidir. Rönesans’ın burada doğması sizi asla şaşırtm am alıdır.” Yürüyüşümüz her kesin kendi iç hesaplaşmasına, kendi yaln ızlığın da dolaşma sıyla son buldu. Otele gidip dinlenm eye çekildik. Ertesi gün trenle La Spezia’ya doğru yola çıktık. Piazza Saint Bon m eydanına ulaştığım ızda tarih kokan yapılar bizi karşıladı. Eşyalarım ızı otele bırakıp gezmeye başladık. Aslan Bey bizi Castello di Fosdinovo şatosuna götürdü ve Dante’nin burada kald ığını anlattı. O dalardan birinde zehirlenerek ölen M arquis Ippolito nun karyolasında nefes aldığı ve kalp atış larının duyulduğunu söyleyince hepimiz aynı anda irkilerek
odadan çıktık ve hemen başka bir odaya geçtik. Aslan Bey bu odada da; Fakir bir çiftçiye âşık olan Bianca’nın hikâyesini anlattı. Bianca, ailesi evlenmelerine izin vermediği için köpe ğiyle birlikte kuleye kapatılmış, sadece ekmek ve suyla yaşayan Bianca nın hayaletinin odadan odaya gezdiğini anlatarak bizi korku tüneline girmişçesine ürperttiği yetmezmiş gibi, Bianca ve köpeğinin siluetlerini duvarda göstererek bazılarımızın çığ lık atm asına ve Bayan Gevezenin korkudan fenalaşmasına ne den oldu. Şatodaki gezimiz bittiğinde Cinque Terre bölgesine doğru yola çıktık. Cinque Terre birbirine yakın ve birbirin den güzel 5 köyden oluşan bölgenin adıymış. Köylerin isim leri ise; Riomaggiore, Corniglia, Manarola, Vernazza, Monterosso. Biz en büyük köy olan Monterosso ’ya ulaşmak için trene bindik. Monterosso’yu gezdikten sonra tekneyle daha küçük köylere sırasıyla geçtik. Mola verdiğimiz Manarola da enfes bir öğle yemeği yedik. Yeşil zeytinli pesto* ve Sgabei** yedikten sonra diğer köyleri gezdik. Denize girdik, güneşlen dik, çocuklar gibi eğlendik. Herşey enfesti. Sonrasında son köy olan Riom aggiore’dan trenle La Speziaya döndük. Bir gece kaldıktan sonra M ilano’ya geçtik. Milano, alışveriş için gel diğim iz bir yerdi. Burası dünyanın “turist her şeydir” deme yen nadir şehirlerindendi ve burada ki en ünlü söz olan : “El milanes el ga el cör in man” (Milanolu kalbini giysisinin üze rinde taşır) her şeyi net olarak anlatıyordu. Gezimize Duomo Pesto: Ç am fıstığı, fesleğen ve sarımsağın zeytinyağı ile püre haline getirilip ha h aratlarla tatlandırılm asıyla yapılan bir çeşit sos. Sgabei: Vezzano ligure köyünde geleneksel olarak yapılan böreğin adı
UT
M eydanındaki Duomo Katedralinden başladık. Sonra Galleria Vittorio Emanuele’yi gezdik. Burası İtalya’nın en güzel ma ğazalarının bulunduğu elit bir yerdi. Ç ıkışta benim çok gör mek istediğim yapılardan biri olan La Scala’ya gittik. Burası restorasyonu yapılm ış eski bir opera binasıydı. Hayran kalarak ayrıldıktan sonra Leonardo Da V inci’nin eserlerini sergileyen, Museo Nazionale Scienza Tecnica Leonardo Da V inci’yi ziya ret ettik. Buranın en enteresan özelliği nereye gitmek isterseniz Duomo m eydanından geçmek zorunda olmanızdı. Defalarca meydandan geçip, müthiş pizzalar yapan Pizzeria Dogana’ya gittik. Yemekten sonra otelimize döndüğümüzde Rüzgârın beni aram adığını fark ettim. İki gündür konuşmamıştık. Ne den beni aramıyordu ki? Ben mi arasam? Am a olmaz ki yok aram ayacağım . O beni aram ak isteseydi arardı. Yorgunluktan sızmak bu tatilin bana kazandırdığı en güzel şey. Sabah uyandığım da Venedik’e doğru yola çıktık. Burası gezeceğimiz son yerdi. Âşıklar şehri. San Marco M eydanı ve San Marco Kilisesi, Çan ve Saat Kulesiyle Rialto Kulesini gez dik. Her yerde ayrılacak olmanın verdiği huzursuzlukla adeta bir hüzün arıyordum. Son durağımız Gondol turuydu. Gondola binip şehri parçalara ayıran kanallardan geçtik. Yolcu luk bittiğinde akşam yemeği için çok zarif bir restorana git tik. M um ışıkları bana Rüzgâr’ı hatırlatıyordu. Tatilim in son gecesi olduğundan tadını çıkarmayı denedim. Sonunda daha fazla dayanam ayarak O nu aradım. Alo demesine fırsat ver meden “seni özledim” dedim onun gibi... m
“Ben de seni çok özledim. Hiç aramayacaksın sandım.” “Ben de sen aramayınca aramak istemedim. Yarın öğleden sonra dönüyoruz. Görebilecek miyim seni?” “Asıl ben seni görebilecek miyim? Saat kaçta havaalanında olacağını söyle yeter.” “14.45. Sakın geç kalma.” “Kalmam merak etme!” Otele dönüp aldıklarım ı valizime sığdırmaya uğraşarak çektiğim işkencenin sonucunda her şeyimi toparladım. Sabah kalktığım da İtalya’ya veda etmek ne kadar zor olsa da yeni den geleceğim umuduyla lobiye indim. Belki bir dahaki se fer Rüzgârla beraber gelirdik. Uçağa bindiğimizde herkesi bir sessizlik kaplam ıştı. Ben burnumu cama yaslayıp, gözlerimi fal taşı gibi açmış korkuyla uçağın kalkmasını bekliyordum. Hostesin koridorda belirmesiyle hemen kemerimi takıp göz lerimi yum dum . Uçak İstanbul’a tam vaktinde inmişti. Ba gajlarım ı aldıktan sonra yolcu çıkış kapısına doğru ilerledim. Elinde isim yazan pankartlar taşıyan bir sürü insan arasından gözlerim “Günışığım” yazılı pankartı seçti. Hiç utanma yoktu bu çocukta. Valizimi sürükleyerek yanma koştum. Ben valizi bıraktım , O elindeki pankartı. Çocukken babamın kucağına atladığım gibi atladım kucağına. Boynuna sarıldım ve öpüş meye başladık. İnsanların bize bakması umurumda değildi. Kucağından indiğimde önce elimi tuttu, sonra otoparka gi derek arabaya bindik. Bana hiçbir şey sormadı, ben ona kar>ı koymadım ve soluğu onun Sarıyer’de ki evinin teras kalında
a ld ık . Burada yalnız yaşadığı belliydi. Sade bir dekorasyonu ve kocam an bir oyuncak araba koleksiyonu vardı. Arabalar içinden T0 model bir A m erikanı incelemeye başladım. Kendimi bildim bileli böyle bir araba istiyordum. Am a hiçbir zam an onu ala bilecek param olm ayacaktı. Ben de hayallerim i daraltm ıştım . Ben arabaları, Rüzgâr beni izliyordu. Arkam dan sarılıp beni kendine çekince yeniden çıplak kalm ıştık. Rüzgâr duştayken bende yatak ta çırılçıplak uzanıyordum . R ü zgâra onu özledi ğim i söylem iştim . A m a onu mu yoksa onunla seks yapm ayı m ı özlediğim i bilemiyordum. Telefonum çalınca tüm düşün celerim den sıyrıldım , arayan annem di. Ona bir gün önce ta tilin uzadığın ı ve bir gün sonra döneceğimi söylem iştim . Bir tam günü Rüzgârla geçirmek için. Rüzgâr bunu bilm iyordu. D uştan çıkıp yan ım a uzandığında ben de başım ı onun sabun kokan göğsüne yasladım . “Keşke bu gece gitm ek zorunda o lm asan ... Keşke bir ge ceyi daha seninle geçirebilsem ... Beraber u y u sak .. “H ım başka neler vaat ediyorsun bakalım ?” “K alabilir misin? Gerçekten soruyorum bak dalga geçme benim le lütfen.” “K alabilirim .” Beni üzerine çekip deli gibi öpmeye başladı. Gözümü, bur num u, aln ım ı, yan aklarım ı, d u d ak larım ı... Bu haliyle o kadar sevim liydi k i... “Önce yemeğe gidelim ” dedi. Ben duşa gir dim . Beni duş alırken izledi. Sonra saçımı taradı. Giyeceğim elbiseyi, ayakkabıları seçti. Ben de onun kıyafetlerini seçtim. i'/O
Sonra arabasına binip boğazdaki adını daha önce gazetelerde gördüğüm Körfez restorana gittik. Denize sıfır, harika bir yerdi ve herkes R üzgâr’ı tanıyordu. Tüm garsonlar etrafımızda per vaneydi. İlgiden rahatsız olmuştum. Rüzgâr sonunda ikimiz için de lüfer sipariş ederek garsonları uzaklaştırmıştı. Ortaya bir sürü mezeyle birlikte salata, kalamar, deniz börülcesi, haydari, şakşuka, ezme vb.. İçecek olarak da rakı. Önce “Seversin değil m i?” diye sormuştu. “Sevmez miyim hiç?” deyivermiştim . R akı sevilmez mi hiç? Siparişlerimiz geldiğinde ikimiz de daha fazla aç kalm aya dayanamayarak yemeklerin tadına bak tık hemen. A m a önce kadeh kaldırdık. Ne zaman rakı içsem ilk kadehim i hep aynı sözle kaldırırdım, yine aynısını söyle dim: “K endini teslim edemediğim tüm aşklara lanet olsun”. Bu söz benim için klasikti ama Rüzgâr beni “Plüton” diye ta m am layınca, hayatım daki eksikliğin tamamlandığını hisset m iştim . K adehlerimizi bir kez de Müzeyyen Senar için kal d ırm ıştık. Kadehlerimiz adeta birbirini kovalıyordu. Zil zurna sarhoş olduk, olacağız. Dalgalar müzikle birleşmişti. Biz sar hoş, deniz sarhoş, kadehimdeki rakı sarhoş, Müzeyyen Senar’ın sesi m ayh oş... H ayaller âleminde dolaşırken telefonumun tit reşimi bir an masayı sarstı, arayan Ardaydı. Açmak istemesem de ısrarla aram asına dayanamayarak sonunda açtığımda “ya nındaki kim ?” dedi. Şaşkınlıkla sağıma soluma baktım, kar şımda gördüm onu. Arkadaşlarıyla gelmiş. Rüzgâr bana bakı yordu. “Ö nem li biri değil” demek istedim ama önemli. Adını koym adım henüz ama önemli biliyordum. “Sana ne diyebil dim ” sadece sinirle. “Sormak senin ne haddine? Kimsin sen?" ut
“S en in sev g ilim in ” d edi, y u tk u n arak sustum . İlk kez böyle söylüyordu bana, içim ezilm işti. “K onuşalım ” dediğinde sus m aktan başka çarem yoktu. Sonra telefonu kapatıp R ü zgâra “k a lk a lım ” d iyeb ilm iştim . K alkıp, bizim için çağırılan tak siye binm eden son kez arkam a b aktığım da A rda bana bakı yordu uzun u z u n ... A rkam ı dönüp taksiye bindiğim de d e ... “Sevgilin m iydi?” “K im ?” “R estorandaki ç o c u k ...” “H ayır.” “N eyindi peki?” “H içb ir şeyim . B elki biraz arkadaşım . B elki k o m şu m ... B ilm iyo rum n eyim di. Eski bir tan ıd ık belki d e ...” “Peki G ün ışığım , öyle olsun.” “Peki, biz seninle neyiz Rüzgâr?” “Biz sevgiliyiz seninle..
Bir gece önce hiçbir şeyim yok
ken b ir gece sonra ik i sevgilim birden olm uştu. Ne mutlu! T ak sin in radyosundan “şarkılar seni söyler ”in iç yaralayan ezgisi yükseliyo rdu. Başım R ü zgârın om zunda, kalbim res toranda A rda'nın yan ında. “En güzel günlerini demek bensiz yaşadın* diyordu sö yleyen ... En güzel günlerim i kim inle ya şam ıştım sahiden?
Mi
B Ö L Ü M 4: ARAF
(Umudunu kaybetme!)
HASRET K A R P E Ş
üzgâr beni evim e bıraktığında ne düşüneceğimi bilm i yordum . B ir y an ım A rdayla olm ak istiyordu ama onu affedem iyordum . O nu dinlem eli m iydim onu da bilmiyordum. A n nemlere seyahatim i anlatabildiğim kadar heyecanlı anlattıktan sonra o nlara ald ığ ım küçük hediyeleri verdim. Sonra odama geçip v alizim d e k ileri çam aşır sepetine boşalttım. Sanki her şey olm ası gerekenden yavaş oluyordu. Bin bir m utlulukla ta şın dığım evim bana dar geliyordu, sığamıyordum. Önce duş aldım am a o lm adı. Kuaföre gidip saçlarım ı kazıtasım vardı. T üm h ırsım ı saçlarım dan çıkarm ak istiyordum. İşi olm am a sını u m arak M erve’yi aradım . Telefonu açar açmaz “sana ihti yacım var” d edim , şaşırdı. “Nerede buluşuyoruz?” dedi. Tak siye atlad ığ ım gibi K adıköy’e gittim . Lal’de bekliyordu, beni gördüğü an yü zü değişti. Hemen kalkıp bana sarıldı. O tur m adan garso na “bir duble rakı alabilir m iyim ?” dedim , bi raz da beyaz p e y n ir... Ben garsonları tanıyordum, onlar da
beni tanıyordu. A rkadaştık, am a o an kim seyi görecek halim yoktu. K arşısına oturduğum da M erve benim anlatm am ı bek liyordu. Ç an tam dan iki paket sigara çıkarıp üst üste koydum. C um artesi olm asına rağmen Lal oldukça boştu. Her zam anki gibi bahçede oturuyorduk. Önce M erve konuştu: “İyi m isin?” “D eğilim M erve’m, hiç iyi değilim . Neler olduğunu bir b ilsen ... Neler yaptım , neler yaşadım , şu an ne h ald eyim ...” R akım d an b üyük bir yudum alıp bir sigara yaktıktan sonra devam ettim ; “Rüzgârla öpüştükten bir gün sonra yine karşı laştık, beni yemeğe çıkm aya ikna etti. Yemek yedik, dans et tik. H arika zaman geçirdik. Gecenin sonunda beni otele bı raktı ve birlikte olduk.” “Ne?” “Evet. Birlikte olduk. Her şey çok güzeldi, m utluluktan nefesim kesiliyordu. Dün döndüğümde beni o karşıladı ha vaalanında. O nun evine gittik. Sonra yemeğe ç ık tık ...” Ra kım dan büyük bir yudum daha alıp yeni bir sigara y ak tım ... “Eee ne güzel işte. Sen niye böylesin peki?” “Hepsi bu kadar değil. Biz yemek yerken Arda aradı.” “Şerefsiz!” uBana yanındaki kim ?’ dedi.” ‘‘Orada m ıym ış?” “Evet. Birkaç masa önümüzde oturuyordu. Sevgili olduğu muzu söyledi. Merve biz sevgili değiliz onunla am a...
“Üzme kendini canım ya bak Rüzgârla çok mutluymuşsun.” “Ö yle değil M erve aklım çok karıştı.” “Rüzgâr ‘bu adam kim ?’ diye sormadı mı?” “Sordu.” “Sen ne dedin?” “Eski bir arkadaş dedim.” “İyi dem işsin.” Tazelenen rakımdan üst üste birkaç yudum içip dokunm adığım peynirden küçük bir parça aldım. Sön müş sigaram ı görünce yenisini yaktım. “M erve ne yapacağım ben?” “H angisiyle birlikte olmak istiyorsan onunla olacaksın.” “Peki ya hangisiyle birlikte olmak istediğimi bilmiyorsam? O zaman ne olacak? Ne yapacağım?” “İkisiyle de görüşerek karar vereceksin... İkisiyle de zaman geçirerek karar vereceksin.” “G aliba h aklısın .” “H aklıyım tabi. Şu rakını da yavaş iç, dokunacak!” «Tlam am . ” Taksiyle eve döndüğümüzde daha rahattım, bazı karar lar alm ıştım . İkisiyle de zaman geçirecektim ama sevgili ol mayacaktım. K endim i dinleyecek, kendimi iizmeyecektim vc en Önemlisi kim senin beni üzmesine izin vermeyecektim. Bir de “artılar-eksiler” listesi yapacaktım. Yatağıma uzandığımda Ardanın ışığının yandığını fark ettim. Balkonda sigara korunun
y a n ıp sönüşünü görebiliyordum . D erinden bir m elo di y a y ılı yo rd u : “Ş ark ılar seni sö y le r...” îç im b u rku ld u . B alko n um un k a p ısın ı kapatıp , a rtılar eksiler listem i yap m aya k ara r verdim . (ÖZELLİK)
RÜZGÂR
(Ö ZE LLİK)
YAKIŞIKLI
+
YAKIŞIKLI
+
COOL
+
COOL
+
V Ü C U D U Ç O K GÜZEL
+
V Ü C U D U Ç O K GÜ ZEL
+
ARDA
PİNTÎ DEĞİL
+
PİNTİ DEĞİL
+
AVUKAT
+
KENDİ İŞİ VA R
+
+
ZENGİN
-
PARASI KENDİSİNE YETECEK K A D A R İLİŞKİM İZE İSİM KOYAM AYACAK
NE İSTEDİĞİNİ BİLEN -
K A D A R ZAYIF
+ G Ü Ç L Ü BİRİ NE TAR Z FİLM
AYN I TARZ FİLMLERİ + SEVİYORUZ
SEVDİĞİNİ
-
BİLM İYO RUM BAN A HİÇ JEST
İTALYA’D A B A N A
Y APM AD I
D E FALARCA JEST YAPTI
SEVGİLİSİ VAR
TO PLAM
+ BAN A G Ü N IŞIĞIM -
7(+)
+ DİYOR
T O PLAM
8 (+)
A rtıla r eksiler listem de yeterli olm uyordu. Bu seçim ikisi arasın d a yazı tura atm ak gib iydi. A caba A rda kız arkad aşın d an ay rılm ış m ıydı? Eğer h âlâ onu nla b irlikteyse seçim yap m ak zorunda k alm ayacak tım . Yarın A rd ayla k o n uşm alıyım . Sabah yorgun u yan d ım . A k lım d a sadece A rdayla konuşm ak
vardı. A ilecek Pazar kahvaltım ızı yaptıktan ve ortalığı topla dıktan sonra onu aradım . Aram ızda kısa bir konuşma oldu: “M erh ab a .” “M erh ab a Ö zlem .” “K o nuşm alıyız.” “Bence d e ...” “N erede?” “B ana gel istersen.” “H ay ır!” “Peki o zam an Ç ın araltı’nda buluşalım.” “Bir saat sonra orada olurum .” « O m
..
..
..
G örüşürüz.
))
Telefonu kap attıktan sonra üzerimi değiştirdim. Onun için süslenmek istem iyordum . Ben de sıradan bir kot pantolonla düz beyaz bir tişört giydim , saçımı topladım. M akyaj yapma dım, oysa b a k k a la giderken bile ruj sürerdim. Düz bir terlik giydim, çan tam ı alıp çıktım . Kapıda karşılaştık. Selam bile ver meden ç ık ışa yöneldim . Kolumdan tuttu, “inadı bırak bera ber gidelim ” dedi, “olm az” dedim. Arabama binip Çengelköy’e doğru yola ç ık tım . B urayı çok seviyordum. Hep önce börek çiden börek alır, denize en yakın masaya oturup güzel bir çay söylerdim am a bugün farklıydı. Arabamı park ettikten sonra boş bulduğum bir m asaya oturdum. Sırtım denize dönük siga ramı yak tım , kahve söyledim . Arda geldi. Ona attığım tokat tan sonra ilk defa k arşılık lı oturuyorduk. O da kahve söyledi.
Sigaram ı derin derin içim e çekiyordum , ik im izd e karşılıklı susuyorduk, suskunluklardan nefret ediyordum . “Konuş!” “Efendim?” “K onuşm ak istiyordun konuş işte! N edir bana söylemek istediğin?” “Böyle yapm a Ö zlem!” “Nasıl yapmayayım Arda, boynuna mı sarılayım? iyi ki bana bunları yaşattın m ı diyeyim ? ‘Sevgilin beni merdiven kenarla rında ne güzel tehdit etti’ mi diyeyim ? Ne diyeyim sen söyle?” “O Seni tehdit mi etti?” “B unun bir önemi yok.” “H ayır, önem li.” “Gereksiz yere Robin H ood’luğa soyunm a istersen, komik oluyorsun. O nun eline bu kozu sen verdin. Şim di bana gelip böyle konuşm a lütfen!” “Bak, her şeyi yanlış anladın. Ben seninle onun arasında kaldım ve sana anlatarak senden yardım istedim. Sen de onu seçmem gerektiğine dair konuşunca.. “Sen de gidip kollarına atladın kızın dimi? Ne deseydim Arda? 'O na gitm e benimle kal, sana âşığım , ölüyorum’. Bun ları mı bekledin? Bunların hiç biri aram ızda yaşananları açık lam ıyordu. Biz seninle hiçbir şey değildik ki. Birbirimizi daha yeni tanıyorduk. Büyük sözler vermek için çok erkendi. Sen onu seçtin! A slında olan b u ...”
“Ben onu seçm edim !” “Beni m i seçtin Arda! Ben hayal mi gördüm? Ya da kötü bir rüya mı? Ne saçmalıyorsun sen Tanrı aşkına? Sen, onu seç tin ve beni ortada piç gibi bıraktın.” “Böyle söyleme lütfen.” “Sana bir arkadaş nasihati Arda; Doyabileceğin kadar ye, paranın yettiği kadar al, gücün kadar savaş, kalbin kadar sev... Ne eksik ne faz la ... Hoşça kal!” “Ö zlem !” A rabaya bindiğim de kendime inanamıyordum, seçim yap mıştım. A k lım a bir yerde okuduğum yazı geldi; “Zor bir karar alırken yazı tura atın çünkü para havada dönerken hangi seçe neğin gelmesini umut ettiğinizi fark edersiniz”Dün gece artılar
eksiler listesini yaparken de hep Rüzgâr’ın galip çıkmasını is tiyordum. Hemen ona koşmak istiyordum. Arabamı Sarıyer’e doğru sürdüm. Pazar trafiğine bir de İstanbul’un çilesi yağmur eklenmişti. T rafik adeta kilitti, köprüde sıkışmıştım. Gözlerim telefonumu aradı, yanım da değildi. Çantamı döktüm, “ne olur Arda’nın m asasında unutmuş olmayayım” dedim. Köprüden çıktıktan sonra en yakın büfeden telefon kartı alıp Rüzgâr ı aradım, üçüncü çalışında telefonu açtı. “Rüzgâr?” “Efendim!” “Özlem ben. N asılsın?” “İyi. Sen?” nı
“iy iy im de senin sesin neden böyle geliyor? Bir sorun mu var?'’ “Biraz önce sevgilinle konuştum !” “K im inle?” “A n lam ıyo r num arası yapm a Ö zlem lü tfe n ... Restoran d a k i ço cu kla konuştum .” “A rd ayla m ı?” “İsm ini bilm iyo rum .” “T am am , ben şim di senin yan m a geliyorum ofiste misin? Evde m isin ?” “G elm e!” “B undan öyle kolay kurtulam azsın. K onuşacağız. Ben sana b ir şans verip seni din ledim . Sen de beni din leyeceksin .” “Eve geçiyorum orada görüşürüz.” “T am am geliyorum .” T elefonu k ap a ttık tan sonra k u lla n d ığ ım G SM operatö rü n ü arayarak h attım ı gelen-giden aram aya k ap attım . A rda bunu çok fena ödeyecekti. A rabaya binip yo la devam ettim . Berbat görünüyordum . Sarıyer’e u laştığım d a yağm ur iyice hız lan m ıştı. A rab am ı p ark edip hem en ap artm an a girdim . A san sörde üzerim e biraz çeki düzen verm eye çalıştım , am a topar la n a c a k gib i d eğild im . T işö rtü m o k ad ar ıslan m ıştı k i içim i ayn a gibi gösteriyordu. Ben de dekoltem i biraz olsun kapata b ilm ek için saçlarım ı açıp önüm e ald ım . Asansör teras kata u la ştığ ın d a hem en in ip R ü zgâr’ın zilin e b asm aya b aşladım .
Kapıyı açtığın da karşısında ne diyeceğini bilemeyen bir sokak çocuğu vardı. Islanmış, çamura bulanmış. Endişeli bir ifadeyle “ıslanm ışsın” dedi. İçeri girdiğimde hemen bir havlu getirdi, saçlarım ı kuruluyordu. İtalya’da çizdirdiğimiz resim çerçeve lenmiş, salonun en güzel yerinde duruyordu. Havluyu bana verip çay yapm aya gitti. Sonra, “Bu böyle olm ayacak. Her şeyi çıkar üzerinden.”
“Bana sapık muamelesi yapma lütfen. Kuru bir şeyler vereyim onları giy. Elbiselerini de kurutucuya atıp kuruturuz hemen.” “P ek i...” Yatak odasına gittik. Bana kendi tişortlarından birini ve bir eşofman altı verdi. Giyinip kıyafetlerimi kurutucuya at tıktan sonra salona geçtim . Çaylarla beraber döndüğünde koltuğun bir köşesinde, ayaklarım ı altıma almış halde otu ruyordum. O da karşı koltuğa geçti. Belli ki aramıza mesafe koymaya çalışıyordu. “Seni din liyo rum !” “Her şey o kadar kom ik ki. Kendimi Hülya Koçyiğit gibi hissediyorum.” “Komik?” “Evet, komik. Restoranda Ardayla konuştuğumda bana onun kim olduğunu sormuştun. Ben de sana ‘hiçbir şeyim demiş tim çünkü hiçbir şeyim değildi. Arda bizim apartmanda otu ruyor. O nunla koşu yaparken tanıştım. Sonra aynı apartmanda UJ
oturduğumuzu öğrendim. Şehir dışından yeni gelmişti, evinin m obilyasını almasına yardım ettim. Sonra biraz yakınlaştık.” “Yattın mı onunla?” “Rüzgâr kendine gel lütfen. Beni ne olarak görüyorsun sen ya? Önüne gelen her erkekle yatan bir tip m iyim ben? Bu ka dar basit miyim?" “Ö zür dilerim. Öyle söylemek istememiştim. Devam et lütfen.” “Sadece bir kez öpüştük ve beraber uyuduk. Aramızda ge çen her şey bu kadardı. Sonra bana İstanbul’a taşınmadan önce bir sevgilisi olduğunu, onunla barışmak için buraya geldiğini anlattı ve ne yapması gerektiğini sordu. Ben de ona git dedim, gitti. Seninle tanıştığım ız gün o yüzden üzgündüm. Onu ge çen akşam a dek sadece birkaç kez apartm anın girişinde gör düm, konuşmadım. Beni sevgilisiyle tanıştırdı. Sonra İtalya’ya gittim zaten. Restoranda yaptıklarından sonra onunla konu şup bu sorunu halletm ek istedim. Buluştuk. Onu hayatım da istem ediğim i veya buna benzer anlamda bir şeyler söyledim. Sonra senin yanına gelmek için yanından ayrıldım . Telefo num u unuttuğum u köprüde fark ettim. Trafik çok yoğun ol duğundan dönemedim. Sahi o ne söyledi sana?” “Seninle sevgili olduğunu, senden uzak durmam gerekti ğini ve eğer uzak durmazsam başıma işler gelebileceğini falan.” “İnanam ıyorum . Yüzsüz adama bak sen ya. Sen de bu laf lara inanıp beni dinlemeyecektin öyle mi? en iyisi ben gideyim.” ıM
Rüzgâr sessizce oturuyordu. Banyoya gidip kurutucu dan çıkan giysilerimi giydim. Kıyafetlerini katlayıp yatağı nın üzerine bıraktım. Salona dönüp çantamı aldım. Tüm bu süre boyunca bana “gitme” demesini umarak bekledim. Ka pıdan çıkarken hâlâ sesi çıkmıyordu. İçimden “buraya kadar mış” diyebildim. Yağmur sanki benimle yarışırcasına hızla nıyordu. Arabama bindim. Ara yollardan giderek yolu iyice uzatıyordum. Eve vardığımda sinirden tir tir titriyordum. Eve uğramadan önce Ardanın kapısına dayandım. Kapıyı deli gibi yumrukluyordum . Arda yaptığının bilincinde, kapıyı araladı. Elinde telefonum. Telefonu elinden aldım. Sinirlerime hâkim olmak için kendimi zorlayarak “söylediklerimin tek kelime sini dinlememişsin” dedim ve merdivenlerden aşağıya indim. Eve girdiğimde annemler meraktan deliye dönmüştü. Telefo numu kaybettiğim i anlattım. Ama hâlâ kızgınlardı. Ben de parlayacak yer arıyordum zaten; “Bilerek kapattım, istedim ki beni merak edin. Manyağım çünkü ben. Zevk alıyorum sizin üzülmenizden. Nasıl tatmin oluyorum bilemezsiniz. Her gün sizi üzecek yeni bir şey arı yorum. Her g ü n ...” Sözcüklerim hıçkırıklarıma karışmıştı. Annemle babam, benim biricik ailem koşup sarıldılar bana. “Tamam, kızım geçti” diyorlardı. Onlar öyle söyleyince geçe bilecek gibi görünüyordu herşey. Uzunca bir süre ağlayıp içimi döktükten sonra odama geçtim. Annem de arkamdan geldi. ‘A rtık Ardayla yaşadıklarını anlatmak ister misin? Seni bu kadar üzecek ne yaptı?”
“Konuşmak istemiyorum annem. Sonra konuşalım ne olur.” “Peki yavrum. Uyu hadi yarın işe geç kalacaksın yoksa.” “P ek i...” Sabah gözlerimin etrafında mor halkalar vardı, istediğim hayatı yaşamıyordum. Ben hep sanatla uğraşmayı düşlemiştim . Yazar, müzisyen, ressam, bestekâr... Bunlardan hiç biri değildim . Hep muhteşem bir “geri dönüş” ile hayatımı değiş tireceğime inandım ama artık inancımı kaybediyordum. Za yıflam ıştım , en fazla 7-8 kilo fazlam kalmıştı. Onu da zaman içinde vereceğimi biliyordum ama yetmiyordu. H ayatım ı iyi leştirmek için ruhumu iyileştirmem gerekiyordu. İşimi seve rek yapıyordum ama hayallerimin yanında bile geçemiyordum. İş yerinde bütün gün bunları düşündüm. Eve dönerken her hafta yaptığım gibi sayısal loto oynamaya gittim. Tek kolon, aynı sayılar; 9-11-17-23-31-39-45. Loto oynadığım bayi ile ak raba gibi olmuştuk. Salih Abi bana alışmıştı. Zaman zaman aynı rakamları oynamaktaki ısrarımla dalga geçerdi. “Başka rakamlar yaz yoksa senin bu iş olmayacak” der dururdu, beni vazgeçiremeyince çaresizce makineye ezberlediği rakamları gi rerdi. En son İtalya’ya gitmeden önce oynamıştım. Bilet evde, diğer biletlerimin yanında kutuda duruyordu. Bir haftadır ga zete okumadığımdan hiçbir şeyden haberim yoktu. Salih Abi beni görür görmez yerinden fırladı. Biraz aşırı bir tavırla bana sarıldı. “Zengin oldun!” diye bağırıyordu. Kim zengin oldu diye bakıyordum çaresizce. Sonra gazetenin, benim sayıları mın çıktığı günkü haberini gösterdi bana. İnanamıyordum.
Z enginlik... B en... Ben zengin olmak için oynamıyordum ki. Ben anneme güzel bir ev almak, abime bir işyeri açmak için oynuyordum. Büyük ikramiye 20 trilyon. Benim 20 trilyo num. Salih Abi’nin elinden kurtulup eve gittim. Biletleri dök tüm, kuponu buldum. Emin olmak için internetten sonuçlara baktım, doğruydu. İşyerimi arayıp izin aldım. Ertesi sabah er kenden M illi Piyango idaresi ne gittim. Beni tebrik edip elime tutuşturdukları çekle her şeyin gerçekliğini kavradım. Artık param vardı. İtalya tatilimin borçlarını ödeyebilecektim. Çeki bozdurup parayı hemen hesabıma yatırdım, herkesi eve çağır dım. işten izin alıp gelen abim ve babam şaşkınlardı. Bana bir şey olm adığını gördüklerinde de bayağı sinirlendiler. Çağırır ken onlara “ölüm kalım meselesi” demiştim. Herkes bir ağız dan bana bir şeyler söylüyordu. Zengin olduk dedim. Abim, babam, annem hepsi sustular. Hesap cüzdanımı uzattım on lara. Elden ele gezen hesap cüzdanının sonunda bana geri dön mesiyle birlikte “artık kimse çalışmayacak, artık dinlenme za manım ız, her şey yeni başlıyor” dedim. Herşey yeni başlıyor.
BÖ L Ü M 5: DEĞİŞİM
>
(Prangalarından kurtul!) H A SR ET KARPEŞ
C J / a b a h işyerim e gidip olanları Merve’ye anlattım. Benden sevinçli sesiyle “sonunda oldu” diyordu. “Artık istediğimiz bu tiği açabileceğiz” dedim . Ben istifa ediyorum, sen de et, artık beraber çalışacağız. O gün Merve’yle beraber istifa dilekçele rim izi verdik. Herkes şaşırmıştı. Bizden böyle bir şey beklemi yorlardı. E şyalarım ızı toplayıp arabama yerleştirdik. Herkesle vedalaştık. Şirket hatlarım ızı ve diğer ekipmanları teslim ettik. Ç ık ış belgelerim izi aldık. En zoru vedalaşmaktı. İki senedir dişim izle tırn ağım ızla yükseldiğim iz şirketimizden ayrılm ak zordu ve tabi k i arkadaşlarım ızdan, Hatice, Gülgün ve Şeyma, beş k işilik grubum uzun diğer üyeleri. Her zaman görüşece ğim izi söyleyerek arabaya bindik. Onu eve bıraktım. Eve git tim . Herkes söylenileni yapmış işyerlerinden ayrılmıştı. Abime ne iş yap m ak istediğin i düşünmesini söyledim. Babam ve an nem a rtık çalışm ayacaktı. Ne istiyorlarsa onu yapacaklardı. Annem e bir de tam zam anlı hizmetçi tutacaktım. Hepimiz Ut
müthiş bir heyecana kapılm ıştık. Şirket hattım ı teslim ettik ten sonra eve gelirken yeni bir num ara alm ıştım . Her şey çok hızlı oluyordu. Ertesi gün M erve’yle güzel bir yer aradık. Ve diğer günler d e ... En sonunda K adıköy Bağdat C addesinde tek katlı, dev cam ekânları olan büyük, güzel bir yer bulduk. Hemen sözleşmeyi im zaladık. M erve’yle ortaktık. O nun te minata ihtiyacı vardı. Benim hacayam ayacağım kadar param. Her konuda M erveye rahatlıkla güvenebilirdim . M im arlarla görüşüp içerisini nasıl istediğim ize dair bilgiler vererek proje çizmelerini söyledik. Biz de artık tasarım larım ıza başlayabi lirdik. Gazeteye ilan verdik: “D ikiş dikebilecek yetenekli ele manlar alınacaktır.” Abim kendisine teknoloji marketi tadında bir yer açm ak istedi. M ekânı buldu, istediklerini aldı, işinin başına geçti. Annem kendisine bahçeli, iki katlı bir ev buldu. Evi satın aldık, içini dilediği gibi döşemesi için beraberce gün lerce alışverişe çıktık. Bir sabah sessizce önceki evimizden, doğ duğum uz büyüdüğüm üz mahalleden ayrıldık. Evin işleri ta m am landığında anneme bir de araba aldım . Hep bir arabası olsun isterdi. Herkesin gönlü olmuştu. Sedanın okul masraf ları için kullanabileceği bir hesap açıp ona kartını gönderdim. A rtık kendi işimle ilgilenebilirdim. M im arlar işlerini bitirmiş lerdi ve hayalim izde ki gibi bir yer olmuştu. Retro, modern ve elit. Tabelasını hazırlattık ikimizden de bir şey olsun istedik ve m arkam ızın ismi Ö z& M erw oldu. Dikiş atölyesine alına cak elemanları aldık. Bir yığın evrak işiyle uğraştık. İlk kre asyonumuz için bir sürü elbise hazırlandı.
ikram iyeyi kazanmamın üzerinden dört ay geçmişti. Tüm hayatım değişm işti artık. Sevgilim yoktu. Ama arkadaşla rım vardı. Şeym a iş çıkışlarında butiğimize geliyordu. Akşam onu eve bırakm ak için karşıya geçiyorduk. Ben her köprüden geçişimde karşı yakaya üstüme oturan öküzle dönüyordum. Rüzgâr’ı anımsıyordum, canım acıyordu. Unutmak için yeni çizimler yapıyorduk Merve’yle. Bir sürü elbise. Rengârenk... Onu hatırlam am am için çok uğraşıyordu Merve, benim can dostum. Ailesiyle iş yerine yakın yeni bir ev tutmuştu. Sık sık onlara gidiyorduk. O bize geliyordu. Artık açılış zamanı gel m işti. Ben açılışta rengârenk kıyafetim ve takılarımla gök kuşağı gibi olmuştum. Merve ise kendi asaletine siyahın asa letini katm ıştı. Açılışımız oldukça şaşaalı olmuştu. Bir sürü insan, bir sürü kalabalık. Sedada Ankara’dan gelmişti. Tüm gün şam panya ve kanepeyle açlığımızı bastırıp, akşam ma ğazam ızı kapatınca kutlama yemeğine gitmeye karar verdik. Arabaya atladığım ız gibi kar;;ya geçtik. Bebek balıkçısına git tik. İçeri girdiğim iz an ilgi odağı olmuştuk Kimsenin tanı m adığı üç güzel k ad ın ... Sanat camiasından değiller, sosyete güzelleri de değiller. Kim bunlar? Biz kasım kasım kasılarak bize gösterilen masaya oturduk. Alabalık, meze ve rakı söyle dik. Kadehlerimizi yeni hayatımıza ve tabi kendimizi teslim edemediğim iz tüm aşklara kaldırıyorduk. Balıklarımız daha yeni gelm işti, m utluluk sarhoşuyduk. Ta ki “şarkılar seni söy ler” çalana dek. Zihnim içimi yakan, beni parça parça bölen hir geceye döndü. Rüzgârla karşılıklı rakı içtiğimiz, birbiri mize sahip olduğumuz o anlarda kayboldum. Onu aklımdan
dü^ürcmediğim için gözyaşlarını peşi sıra yanaklarım a düştü. Seda vc Merve de oldukça hüzünlüydüler. İkisi de benim gibi denizin karanlıklarına dalmışlardı. Sonra bir an sessizliği Seda bozdu; “Gören de aşk acısı çekiyoruz zanneder yahu. Âşık de ğiliz, sevgilimizden ayrılmadık. Şu şarkının yaptığına bak, ızdırap doldum. Bunu bir sonraki aşk acımdan düşerim bak bi linsin” dedi. Bu bizi güldürmeye yetti. Aynı anda yüksek sesli kahkahalara dönmüştü hüznümüz. Rüzgâr aklım dan silin mişti. O akşam arabayla geldiğimizden ben tek kadehle yetin dim. Yemeğimiz bittikten sonra eve doğru yola çıktık. Önce M erveyi bıraktık sonra Sedayla eve gittik. Artık iyice bollaş mış tişörtlerimizle birlikte rengi solmuş ev pijamalarımızı giy dik. Seda “Şu İtalya fotoğraflarına bir bakalım ” dedi. Fotoğ raflara hiç bakmamıştım. Fotoğraf makinemin hafıza kartını çıkarıp yeni aldığım devasa televizyona taktım. Kumandasıyla fotoğrafları değiştiriyor bir yandan hangisinin nerede çekildi ğini anlatıyordum. Hatırladıkça İçim burkuluyordu. “Arkandaki kim?” Gerçekten arkamda biri var sanıp kısa süreli bir korku yaşadıktan ve damağımı çektikten sonra tele vizyonu gösterdi bana. Roma’da Collesium fotoğraflarımdan birinde arkamda bir adam duruyordu. Uzağımda. “Turisttir.” “Senin fotoğrafını çekiyor gib i...” “Yok canım manzarayı çekiyordun” “E bu fotoğrafta ki de aynı adam ...”
Fotoğraf Gelateria della Palma’dan aldığımız dondurma ları yerken çekilmişti. Hızla diğer fotoğraflara geçtim. Adam gölge gibi tüm fotoğraflarda çıkmıştı ama net bir fotoğrafı yoktu. Sonraki fotoğrafları Aslan Bey mail atmıştı bana. Gezi sırasında birkaç fotoğrafımı çekmiş, paylaşmak istemiş. Fo toğraflardan ilkin i açtım, Rüzgâr karşımdaydı. Ben hüzünlü bir şekilde dalmışken ressamın resmimi çizişini izliyor. Sonra pandomim sanatçısına karanfili veriyor uzaktan. Bir diğer fo toğrafta kahve içerken beni izliyor. Karşılaşmadan önceleri de benim etrafım daym ış. Son fotoğraf havaalanından, grupça İtalya’ya gitmeden fotoğraf çekiyoruz. Arkada Rüzgâr bana gülümsüyor. Meğer hep yanımdaymış. “Beni neden hiç aramadı Seda? Neden bulmaya çalışmadı. Dedektif tutup hayatımı araştırmayı biliyor ama. Beni bulmak çok mu zordu? Hiç mi sevmedi beni?” “Bilm iyorum Öz. Keşke bilsem. Ama düşünme onu artık. Belli, başka bir hayata başlamış. Üzülme onun için.” “Onu çok özlüyorum Sed. Arasam mı?” “Öz yapma.” “Sesini duyup kapatırım.” “Çocuk musun sen?” “Denemekten ne çıkar hadi ne olur arayalım, lütfen Sed.” “Peki ara, hoparlöre ver bari ben de duyayım sesini.”
“Tamam.” N um aram ı gizledikten sonra onu aradım . Te lefonu hoparlöre verdim. Defalarca çaldı açılm adı. Çaresizce telefonu kapattım . Biz de Sedayla uyuduk. Sabah erkenden kalkıp m ağazaya gitm ek için hazırlan dım. Havalar iyice bozmuştu. Bugün canım renkli giyinm ek istemiyordu. Rüzgârla yemeğe çıktığım ız günkü siyah elbi semi ve siyah uzun çizmelerimi giydim . Üzerime kırm ızı kabanım ı alıp evden çıktım . Annemler hâlâ uyuyordu. Arabaya binip mağazanın yolunu tuttum. Yoldan gazete, kahve ve mar meladı kruvasan aldım . Uzaktan kum andayla m ağazanın kepenklerini kaldırdım . İçeri girip ardımdan cam kapıyı kapat tım . Fanları sıcağa ayarlayıp içerinin ısınm asını sağladıktan sonra m ontumu çıkardım . Gazetemi açıp önemli haberlere göz gezdirip bir yandan da kahvaltım ı yapıyordum. M agazin sayfasına geldiğimde kendimi gördüm. “Ünlü modacılar Öz lem ve arkadaşı Merve bir kız arkadaşıyla Bebek balıkçısında eğlenirken görüntülendi. M ağazaları Ö z&M erw ’in açılışın dan çıkıp eğlenmeye gelen modacılarımız denizin tadını çı kardı. Soruları özel bir akşam diyerek reddeden ikili geceye erken saatlerde son verdi.” Ünlü? Modacılar? Bir de gülerken fotoğrafımızı çekmişler. Hemen Merve yi aradım “çabuk ma ğazaya gel Merve” diyebildim. Merve üstüne çarçabuk bir şey ler giyip dükkâna geldiğinde elimde gazeteyle volta atıyordum. Daha “ne oldu?” demeden eline gazeteyi verdim. “E ne var bunda Özlem? M ankenin birini alışveriş yapar ken çekmişler.”
“A şağıya bak.” Oha. Bu ne ya bu senin beğendiğin aktör değil mi? Yeni kız arkadaşı mı varmış.” “Merve daha aşağıya bakar mısın lütfen?” “Özlem?” “Evet.” “Bizim gazete de ne işimiz var?” “Ben biliyor muyum sence?” “Sen gazeteci gördün mü?” “Hayır. Sen?” “H ayır.” “E ne zam an çekildi bu fotoğraf?” “Bilm iyorum ama şimdi gazeteyi arayacağım.” “Ne diyeceksin?” “Bilm iyorum .” Gazetenin telefonunu tuşladım. Santralden magazin ser visine oradan da haberi yapan kişiye bağlanmak istedim. Ya rım saat kadar telefonda bekledikten sonra sekreter kim ol duğumu sordu. “Ben Ö z& M erw ‘in ortağı, ünlü modacı Özlem.” “Bir dakika bekleyin lütfen.” “Peki” “G ünaydın Özlem Hanım, erkencisiniz. Ben Yılmaz Sevigen, size nasıl yardım cı olabilirim?” u:
“G ünaydın Yılmaz Bey, ben gazetede çıkan haberiniz hak kında konuşmak istiyorum.” “Aa şu mesele. O akşam sizi rahatsız etmemek için yanı nıza gelemedik ama fotoğrafınız çok güzel çıkm ış değil mi?” “Şaka yapıyor olmalısınız!” “H angi konuda?” “Öncelikle ben ünlü bir modacı değilim, arkadaşım Merve’de. Basit bir dükkân açan iki arkadaşız ve sizin magazin sayfa nızda olmak gibi bir talebimiz yok. İkincisi sizinle herhangi bir söyleşi yapmadan bizim ağzımızdan cümleler yazm ak gibi bir hakkınız yok.” “Bence buna memnun olmalısınız.” “Neye memnun olmalıyım? Gazete sayfasından çıkacak sabun köpüğü şöhrete mi?” “M arkanız sayemizde gazetelere taşındı.” “Sizce bizim böyle bir talebimiz var m ıydı?” “Bence olmalı.” “Am a yok. Yılmaz Bey mesleğinize saygı duyuyorum ama ben böyle bir hayat istemiyorum. Lütfen bu haberlerin tek rarı olmasın ” “Söz veremem.” “Yılmaz Bey, bakın tekrar söylüyorum lütfen hayatımızı bu gibi şeylere bulaştırmayın.” “Peki öyle olsun.”
“Ç ok teşekkür ederim. İyi günler.” Telefonumu kapattığımda sabrımdan dolayı kendimi alkış layacak konum a gelmiştim. Sıradan ve basit bir iş günü geçi recek olm anın verdiği rahatlıkla kahvelerimizi içerken, elinde gazetelerle bir sürü insan doluştu içeriye. Merve’yle ne oldu ğunu anlam ıyorduk. Ne bulurlarsa deniyor, bir sürü sipariş veriyorlardı. “Kişiye özel tasarımlar” sloganımız için kendi hayalindeki elbiseyi çizdirenler vardı. Bütün günümüz böyle geçmişti. Öğleden sonra Seda da bize dâhil oldu. Kısaca ga zete haberini ve yaşadıklarımızı anlattıktan sonra o da ken dince yardım etmeye başladı. Akşam olduğunda yorgunluk tan ölüyorduk. Ben dükkânı kapatırken Sedanın canı waffle istedi, biz de waffle yemeye gittik. Waffle ve kahve keyfi ya parken birden flaşlar patladı. Başımızı çevirdiğimizde burnu muzun ucunda mikrofon vardı. “Özlem H anım günün yorgunluğunu hep böyle mi gide rirsiniz?” “Arkadaşlar lütfen.” “Merve H anım sizden bir yorum alabilir miyiz? “(Tövbe tövbe)” “Kötü bir gündü sanırım.” “Kızlar kalkalım mı?” “İyi geceler arkadaşlar size kolay gelsin. Abbas abi bizim waffle’lar paket olacak. Arkadaşlara da ikram et benden ol sun. Sonra hallederiz biz.” u*»
“O lur kızım . İyi geceler.” “Sağol abi.” Arabaya binince Merve ve Seda bana şaşkın şaşkın bakı yorlardı. “M edyayla kavga olmaz, bilmiyorsunuz sanki hep on lar kazanır. Yıllarca m illeti nasıl rezil ettiklerini okuduk ha berlerde. Yarın gazeteye gider Yılmaz Bey ile konuşurum. Bu işi yüz yüze halledeceğim .” Sabah uyanır uyanmaz elime gazeteyi aldım. Yine magazin sayfasındaydık. Üzerimi değiştirip gazeteye gittim . Daha önce önünden geçtiğim i hatırlıyordum, yerini kolayca buldum. Yol dan arayıp geleceğimi haber verdim. Yılmaz Bey ofisinde beni bekliyordu. Açıkçası beklediğim gibi değildi. Ben orta yaşlı, takım elbiseli birini beklerken Yılmaz Bey; oldukça yakışıklı, uzun boylu, geniş omuzlu ve rahat giyim li biriydi. “Hoş geldiniz.” “Hoş gelmeyi çok isterdim. Ama pek hoş geldiğim söyle nem ez” “H ayırdır?” “Yılmaz bey dün gece yine haber yapıldım. Rica ediyorum sizden bu saçma sapan itişmeyi bir kenara bırakalım .” “Arkadaşlara waffle ısmarlamışsınız, çocuklar sizi çok sev miş.” “E karşılarında yedikten sonra bırakıp gitse miydim? Ko numuz bu değil. Haber yapabileceğiniz bir sürü manken, şar kıcı, oyuncu falan var. Bizi rahat bırakın lütfen.” ISO
“Üzgünüm, buna siz karar veremezsiniz.” “Yılmaz bey lütfen!” “Ü zgün üm ... Başka bir şey?” “Yılmaz Bey?” “İyi günler Özlem Hanım.” “A m a ...” “Hoşça k alın .” Ç aresizce gazeteden ayrıldım . Canım iyice sıkılmıştı. M erveyi arayıp gecikeceğimi söyledim. Kalbim beni Rüzgârla tanıştığım ız yere götürdü. Arabamı park edip sahil kenarında uzun uzun oturdum . Soğuğa daha fazla dayanamayınca ye rimden k alktım . O sıra O nu gördüm, arabasıyla geçiyordu. Beni görmemesi için hemen arabama bindim. Beni O bula caktı eğer bulabilirse. Bulamazsa daha fazla sorgulamayacak tım. Eve dönüş yolunda kaza vardı, trafik sıkışmıştı. Ben de m üziğim i son ses açmış, Melis Danişmend’den Bin doz öf keyi tekrar tekrar dinliyordum. Etrafıma bakınırken Rüzgâr ın arabasını gördüm. Ön çaprazda duruyordu. Arabanın içinden güneş gözlüklerim i alıp taktım. Oysa bir damla güneş yoktu. Koltuğuma iyice sindim. Camımı tıklatan simitçiyi o sandım. Köprüden çıkınca bildiğim tüm ara sokakları kullanarak ma ğazaya gittim . M erve beni bekliyordu, çok yorgundu. Tüm gün onu yaln ız bırakm ıştım . Arabamı park edip dükkâna gi rerken O n un sesini duydum. İçime işleyen sesiyle arkamdavdı. Ne diyeceğim i ne yapacağım ı bilmiyordum. Yavaşça arkama
döndüm , gerçekten de oradaydı. İçimi koşup boynuna sarıl m ak gibi bir his kavuruyordu. Birbirimize uzun uzun baktık. Bana geliyordu artık, bulmuştu beni. D ükkânın merdivenle rinin yarısındaydım , yavaş yavaş aşağı doğru indim . Filmler deki gibi. O da bana yaklaştı. Sonunda karşı karşıyaydık. Ne kadar öyle sessiz kaldık bilmiyorum. “H ayırlı olsun!” “Efendim?” “İkram iyeyi kazanmışsın.” “H ı, evet.” “A rtık sen de zenginsin, kendinden de benden ettiğin ka dar nefret ediyor musun?” “Ben senden nefret etmedim. Yaptıklarından nefret ettim.” “Peki yaptıklarından nefret ediyor musun?” “Ben kötü bir şey yapmadım.” “Ben de yapmamıştım.” “Sen beni bıraktın Rüzgâr, sen bizden vazgeçtin. Daha kötü ne yapabilirdin?” “Telefonunu değiştirmişsin.” “Evet.” “İşten ayrılmışsın.” “Ayrıldım .” “O turduğun mahalleden taşınmışsın.” “Tacındım.”
“Beni hiç aram adın.” “A ram adım .” “Kim vazgeçti peki sence?” “Sen!” “Ben m i?” “Evet. O gün sana her şeyi anlattığımda bana gitme bile demedin, arkamdan gelmedin. Şimdi suçu bana atma Rüzgâr.” “Peki öyle olsun.”
Arabasına bindiğinde hâlâ arkasından bakıyordum, gidi yordu. Cadde boyu peşinden koşmak istiyordum. Onu durdur mak, filmlerde ki gibi arabasının üzerine atlamak... Aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Onların yerine dükkâna gittim. Montumu çıkardım ve çalışmaya başladım. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, her işe koşuyordum. Akşam olup dükkânı kapat tığımızda kendim i en yakın bara attım. Barmenden tekila iste dim. Bir şişe parası ödedikten sonra “dur diyene dek doldur!” dedim. Ne kadar süre içtim bilmiyorum. Ayağa kalkamaya cak haldeydim . Taksi çağırmalarını rica ettim, Merve’de ka lacaktım. M ervelerin evinin yolunu bulamadığımı fark ettim. Ben de dükkâna yakın bir yerde indim. Zorlukla kepenkleri açtım. K apının kilid in i açmak için yaklaşık yarım saat uğraş tıktan sonra içeri girdim. Kapıyı kilitledim, kepenkleri indir dim, fanı açtım , ışıkları yaktım . Üçlü koltuğa uzandım. Ce bimden telefonumu çıkardım . Son arananlardan Rüzgâr ın
num arasını bulup “ara” tuşuna bastım . Saat gecenin bir ya rısıydı. A çm adı. Bir daha aradım , sonra bir daha açana dek. “Sen, benim bu dünyada ta n ıd ığ ım ...” “Alo?” “Konuşma beni dinle. Sen beni durdur diye ne kadar uğ raştım ben. Ne kadar bekledim . H ayatım ın sonuna dek se ninle yaşam ak istiyordum .” “Özlem H an ım ?” “H an ım ?” “Ben Y ılm az.” “Ah! H a y ır... H adi bunu da yazın gazetenizde. Ü nlü mo dacı Ö zlem Ç . Gece yarısı sarhoş bir halde köşe yazarım ızı aradı. Ve ona tüm kirli sırlarını anlattı.” “Aşk, kirli bir sır değildir.” “Sana öyle geliyor. Aşk, kirli bir sırdır esasında. Ç ünkü âşık olduğun an kirlenirsin.” “İyi m isiniz?” “Ç ok iyiyim . İnanm ıyorsan m uhabirlerini gönder fotoğ raflarım ı çeksinler.” “ö z le m lütfen!” “Ooo Özlem oldum demek. Ne m utlu bana. Yarın sabır sızlıkla m akalenizi okuyacağım . Size m utlu geceler Yılmaz B ey... Temiz rü y alar.. “ö z le m ?n H A SR ET KARDEŞ
T an rım bravo bana! Rezil ettim kendimi. Başka bir ül keye taşınsam daha iyi artık. Her şeyi mahvettim. Her-şe-yi... Sabah kepenklerin açılma sesine uyandım. Merve beni gö rünce korktu ve beni de korkuttu. “Bu ne hal? Ne oldu sana?” “İçtim biraz.” “Biraz mı? Neden bize gelmedin?” “Yolu bulam adım .” “Aferin sana.” “Sağ ol.” “A l şu anahtarları bizde bir duş al, üstünü değiştir.” “Eve gideyim ben Merve. Yeni aldığımız kız da başlaya cak bugün.” “Tamam, am a dikkatli ol. Kendine gelince haber ver bana.” “Peki.” Araba kullanam ayacak haldeydim eve taksiyle gittim. Ken dim i hemen yatağa attım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum, uyandığım da telefonum çalıyordu. Arayan tanımadığım bir numaraydı. Rüzgâr olduğunu düşünerek hemen açtım. “Özlem H anım ?” “Evet.” “Ben Yılmaz.” “Buyurun.” “Eğer müsaitseniz sizinle konuşmak istiyorum.
“Ne h akkın da?” “Lütfen, çok önemli.” “Nerede?” “Bir saat sonra Beşiktaş uygun mu?” “U ygun.” “İyi günler.” “Size de.” Hemen yataktan kalkıp duş aldım . Sonra üzerime kalın bir şeyler geçirip evden çıktım . Üsküdar’a inip vapura bindim. Tam vaktinde Beşiktaş’taydım. Sözleştiğimiz gibi onu bekle meye başladım . Uzaktan geldiğini gördüm, beraber yakında ki bir kafeye oturduk. Kahve söyledikten sonra kısa bir ses sizlik oldu. “D ün gece sesiniz çok kötü geliyordu. Ben sizi çok merak ettim . Şimdi iyi misiniz?” “Dün akşam sizi özelime dâhil ettiğim için üzgünüm. Sizi tem in ederim ki bir daha tekrarı olmayacak.” “Ben senin yanında olmak istiyorum Özlem. Seninle ol m ak istiyorum.” “Efendim?” “Seni o ilk gördüğüm andan beri aklim dasın. Ne yaşadın ne kadar kırıldın kim bilir. Ama ben sana bunları unuttur m ak istiyorum. Beraber bunları unutabiliriz. Benim çok eğ lenceli bir hayatım var. Buna dâhil ol. Beraber eğlenelim. Bir
daha hiç ağlam ak zorunda kalmazsın. Beraber gezer eğleniriz. Bak mesela şu çapraz masada oturan çift var ya...” “Evet.” “O nlar muhtemelen sevgili değil. Kız çocuğa kur yapıyor ama çocuğun aklı başkasında.” “Eee.” “Kız onun dikkatini çekmek için ellerini göğüslerinin al tında bağlam ış. Göğüslerini öne itiyor.” “Bundan bana ne.” “İzle Özlem. Ben şimdi o masaya gidip kıza yaklaşaca ğım. Sen o sıra kaç.” “Ne yapayım ?” “Kaç.”
Ben çantam ı toparlarken Yılmaz masaya gidip elini kızın omzuna koydu. “Bugün çok güzelsin” dediğini duydum. Ço cuk Yılmaz’ı kovalamak için yerinden kalktığında Yılmaz elim den tutu, kaçtık. Çocuk gibiydik. Uzun zamandır ilk kez bu kadar eğleniyordum. El ele birkaç sokak koştuk. Durduğu muzda kalbim deli gibi atıyordu. “Ne söylemeye çalıştığım ı gör istedim.” “Ya çocuk seni dövseydi, o zaman ne olacaktı.” “Dövemedi am a.” Delisin sen.”
"Sen de." Elele olduğumuzu fark edip elim i çekm ek iste dim, bırakm adı. “M ahalle arkadaşınm ışım gibi tut elim i. Ç o cukmuşuz gibi. Yaramazlık yaptıktan sonra eve dönüyorm u şuz gibi.'1 “Peki, mahalle arkadaşım. Eee şim di ne yapıyoruz?” “Lunaparka ne dersin?” “Bu havada?” “Evet.” “Peki.” Beraber lunaparka gittik. Çarpışan arabalara, atlık arın caya bindik. Sonra beni zorla dönme dolaba bindirdi. Korku dan aklım çıkıyordu az kalsın. Dönme dolap en tepede dur duğunda Yılmaz bana dönerek; “Biz seninle arkadaşız” dedi. “İleride birbirine âşık olacak ve çok güzel günler geçirecek arkadaşlarız. O zam ana dek bir birimize dokunmayacağız, öpüşmeyeceğiz, sevişmeyeceğiz. Sen de bana âşık olana dek. Sevişmek için beni kandırm aya çalı şırsan seni anlarım . Bunu unutma.” “Seninle sevişmek için sana âşık numarası yapm ayacağım .” “Evet, yapacaksın. Delireceksin beni öpmek için, türlü nu m aralar yapacaksın. Ama ben senin bana âşık olduğuna ina nana dek sana izin vermeyeceğim.” uO ne özgüven o ya? Ancak rüyanda görürsün.” “Bence sen beni rüyalarında göreceksin.” uSaçm alam a!”
m
“Ç ok ciddiyim .” “H ıh !” Dolap yeniden hareket edip dönmeye başladığında bera ber gökyüzünü izliyorduk. Yağmurun başlamasıyla sırılsıklam dık. Yeniden çocuktuk, ıslanmak çok da umurumuzda değildi. Dönme dolaptan inince havalı tüfekle oyuncak kazanılan, is m ini hiç öğrenemediğim bölüme gittik. Yılmaz üç kez ıska ladı. Tüfeği bana verdi, ona ayı kazandım. E anneden Kara denizliydim , nişancılığa yabancı değildik. Onun elinde ayı, benim elimde yağmurda eriyen pamuk şeker bizi oldukça ko m ik gösteriyordu. “Hadi pizza yiyelim” dedi. “Ben pizza sev mem” dedim. Yeniden kilo alma korkum beni tüm hamur iş lerinden uzak tutuyordu. “Peki, balık ekmek yiyelim” dedi, çaresizce boyun eğdim. Büfeden iki tane bira sardırdı gaze teye. B alık aldık ekmek arası. Banklara oturduk. Bol soğanlı, kılçığı alınm am ış balığımızı biramızla yedik. Uzun zaman dır bu kadar fütursuzca eğlenmemiştim. Biralarımız bittikten sonra ayrıldık. “Sabah bana rüyanı anlat” dedi. Güldüm. Va purdan ona el salladım. Eve dönerken Merveyle konuştum, yaşananları anlattım. Sonra Sedaya da anlattım. Sabah tuhaf bir şekilde uyandım. Rüyamda Yılmazı gör müştüm. Onunla sevişmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordum ama o bana dokunmuyordu, bu da beni çıldırtıyordu. Sürekli peşinden koşuyordum, “âşığım sana” diye bağırıyordum. Yal varıyordum ama bana elini sürmüyordu. Sürekli “beni inan dıramazsın” diyordu. Duşta sürekli rüyayı düşündüm. Belki
“Sen de.” Elele olduğumuzu fark edip elim i çekm ek iste dim, bırakmadı. “M ahalle arkadaşınm ışım gibi tut elim i. Ço cukmuşuz gibi. Yaramazlık yaptıktan sonra eve dönüyormu şuz gibi.” “Peki, mahalle arkadaşım. Eee şimdi ne yapıyoruz?” “Lunaparka ne dersin?” “Bu havada?” “Evet.” “Peki.” Beraber lunaparka gittik. Çarpışan arabalara, atlık arın caya bindik. Sonra beni zorla dönme dolaba bindirdi. Korku dan aklım çıkıyordu az kalsın. Dönme dolap en tepede dur duğunda Yılmaz bana dönerek; “Biz seninle arkadaşız” dedi. “İleride birbirine âşık olacak ve çok güzel günler geçirecek arkadaşlarız. O zam ana dek bir birimize dokunmayacağız, öpüşmeyeceğiz, sevişmeyeceğiz. Sen de bana âşık olana dek. Sevişmek için beni kandırm aya çalı şırsan seni anlarım . Bunu unutma.” “Seninle sevişmek için sana âşık numarası yapmayacağım.” “Evet, yapacaksın. Delireceksin beni öpmek için, türlü nu m aralar yapacaksın. Ama ben senin bana âşık olduğuna ina nana dek sana izin vermeyeceğim.” “O ne özgüven o ya? Ancak rüyanda görürsün.” “Bence sen beni rüyalarında göreceksin.” “Saçmalama!”
“Çok ciddiyim.” “H ıh !” Dolap yeniden hareket edip dönmeye başladığında bera ber gökyüzünü izliyorduk. Yağmurun başlamasıyla sırılsıklam dık. Yeniden çocuktuk, ıslanmak çok da umurumuzda değildi. Dönme dolaptan inince havalı tüfekle oyuncak kazanılan, is m ini hiç öğrenemediğim bölüme gittik. Yılmaz üç kez ıska ladı. Tüfeği bana verdi, ona ayı kazandım. E anneden Kara denizliydim , nişancılığa yabancı değildik. Onun elinde ayı, benim elimde yağmurda eriyen pamuk şeker bizi oldukça ko m ik gösteriyordu. “Hadi pizza yiyelim” dedi. “Ben pizza sev mem” dedim. Yeniden kilo alma korkum beni tüm hamur iş lerinden uzak tutuyordu. “Peki, balık ekmek yiyelim” dedi, çaresizce boyun eğdim. Büfeden iki tane bira sardırdı gaze teye. B alık aldık ekmek arası. Banklara oturduk. Bol soğanlı, kılçığı alınm am ış balığımızı biramızla yedik. Uzun zaman dır bu kadar fütursuzca eğlenmemiştim. Biralarımız bittikten sonra ayrıldık. “Sabah bana rüyanı anlat” dedi. Güldüm. Va purdan ona el salladım. Eve dönerken Merve’yle konuştum, yaşananları anlattım . Sonra Sedaya da anlattım. Sabah tuh af bir şekilde uyandım. Rüyamda Yılmaz'ı gör müştüm. Onunla sevişmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordum ama o bana dokunmuyordu, bu da beni çıldırtıyordu. Sürekli peşinden koşuyordum, “âşığım sana” diye bağırıyordum. Yal varıyordum am a bana elini sürmüyordu. Sürekli “benî inan dıramazsın” diyordu. Duşta sürekli rüyayı düşündüm. Belki ts*
de her şeyin bir anlamı olması gerektiğini düşündüğümden. Sonra sürekli aynı şeyi söylediği için bilinçaltıma yerleştiğini düşündüm. Ama bu benim işe giderken derin göğüs dekoltesi olan bir elbise giymemi engelleyemedi. Yüksek topuklu ayak kabılarım ve kırmızı rujumla kendimi çok ateşli buluyordum, tş yerine taksiyle gittim. Merve beni görünce çok şaşırmıştı. “Bu ne hal hayırdır? Nereye gidiyorsun?” uHiiç. Canım istedi.” “Rüyanda O’nu gördün dimi, doğruyu söyle bak. Biliyor dum ya, hemen etkilendin yine. Buluşacak mısınız?” “Bilmiyorum ya Merve çok seksiydi ama. O tur da anla tayım şu rüyayı hemen” diyerek rüyamı anlattım . Çok merak etti Merve Yılmaz’ı. O sıra Yılmaz elinde balonlarla “sürpriz!” diye bağırarak içeri girdi. Korkudan dam ağım ı çekmek zo runda kaldım. Sonra beni baştan aşağı süzdü; “Rüyanda beni görmüşsün.” “Hayır görmedim.” “Görmüşsün işte bak yanakların kıpkırm ızı oldu.” “A llığı fazla sürmüşümdür.” “Nasıldım? Çok mu seksiydim? Anlatsana azıcık.” uRüyamda seni falan görmedim ben. Neyse sen neden gel din?” “Sana balon getirdim.” “Delisin sen. İşin gücün yok mu senin?”
“Yoo haber yoktu ben de biraz gezeriz diye geldim. Ama sen bir yere gideceksin herhalde. Sonra gelirim ben.” “Yok başka bir yere falan gitmeyeceğim.” “E neden böyle giyindin?” “C anım istedi ya ne bu ısrar. Bekle şu üstümü değiştire yim de gidelim.” “Olur.” Raflardan yırtık bir kot ve sırt dekoltesi olan bir kazak al dım. D ükkânda her zaman bulundurduğum spor ayakkabı larım ı giydim ama rujumu silmedim. Neden böyle davrandı ğım ı bilmeden, dekoltem görünsün diye saçlarımı topladım. “Ben hazırım.” “Hadi gidelim. Görüşürüz Merve cim.” “M ervecim ?” “Sen giyinirken tanıştık çok tatlı kız ya.” “Ö yledir benim canım ya. Eee nereye gidiyoruz?” “Sürpriz.” Arabama baktım. “Uzaksa arabayla gidelim.” “Benim daha iyi bir fikrim var” derken yola park etmiş müthiş motoru gösteriyordu. Harikaydı. Kaskımı o taktı ba şıma. Sonra motora bindik. “Bana sarılman gerekecek küçük hanım” dedi. “Sen öyle san” dediğimde aniden hızlandı. Elle rimi beline dolayıp başımı sırtına gömdüm hemen. “Bak işte sana söylemiştim” dedi bağırarak. Arabaların arasından geçip »Ol
hızlıca ilerliyorduk. Gözlerimi kapatmıştım. Yer ve zaman kav ramımı yitiriyordum artık. “Yavaşlayayım ister misin” dedi? “Hayır” diye bağırdım. Ne kadar süre gittik bilmiyorum. Ya vaşladığımızda gözlerimi açtım. Şile’deydik. “Burada ne işimiz var?” “Kumdan kale yaparız diye düşündüm.” “Şaka yapıyorsun dim i?” “Evet. Deniz iyi gelir her zaman.” “İstanbul’un her yeri deniz ama sen beni deniz görmem için Şile’ye mi getirdin?” “Biraz aykırı olduğumu söylediğimi sanıyordum.” Sahile yakın bir yere motoru park etti, indik. Kaskımı çıkardığım da saçlarımı hacimlendirmek için başımı sağa sola salladım. “Beni böyle etkileyemezsin.” “Efendim?” “Yok bir şey.” Yine elimi tuttu, bir an irkildim. “E Özlem Hanım dokun mayacağız dedik diye elinizi tutmayacağız demedik k i” dedi, ikimiz de güldük. Sahildeki bir çay bahçesine oturup çay söy ledik. Masaya gazete de bıraktılar. O spor sayfasını aldı ben magazin sayfasını. Karşılıklı oturuyorduk. Ben ayağımı diğer sandalyeye uzatıp yan döndüm. O da aynısını yaptı. İkimiz de gazetelere gömülmüştük. Ben ara ara başımı gazeteden kaldı rıp gizlice onu izliyordum. Sonra yine gazeteye dönüyordum.
Sonunda bakarken yakaladı beni. Gazeteme saklandım ama çenesinden kurtulamıyordum. “Biliyorum, beni öpmek için deliriyorsun şu an.” “Hayır.” “Hadi ama. Saklamana gerek yok.” “Saklam ıyorum .” “Peki, o zaman şimdi seninle yarış yapacağız. Yarışı ka zanan diğerinin istediğini yapacak. Ama eğer kazanırsan se ninle sevişmemi istemeyeceksin.” “Sen nasıl böyle bir yargıya vardın bir anlasam. Tamam yarışalım . Sen de istemeyeceksin ama sevişmeyi.” “Ben istemiyorum zaten.” “Peki.” Hesabı ödeyip kalktık. Sahile gittik. Ayakkabıla rımızı çıkardık. “Şu ileriki direği görüyor musun?” “Evet” “Oraya kadar gidip buraya ilk dönen kazanır. Tamam mı? “Tam am .” “H ile yapm ak yok.” “Neden hile yapayım ya. Hadi konuşma da koşalım.’ Ben bir ik i esneme hareketi yaptım. Kaybetmeyi göze alamıyordum, gerindim. “Başla!” dediği an ok gibi fırladım. Aylarca koşuya gitmiştim, biraz hamlamış olsam da onu ye nebilirdim. Direğe ulaşıp geri döndüğümde o henüz yolun
yan sın d ayd ı. Son gücüm le koşuyordum. A yakkabılarım ızı çı k ard ığım yere geldim ve zafer dansı yapm aya başladım. Ya nım a gelip diz çöktü; “Emredin kraliçem , size nasıl hizmet edebilirim .” “Henüz düşünm edim . Am a bugün bitene dek az vakti m iz kaldı o da yolda geçecek. O yüzden çabuk bir şeyler bul m alıyım .” “İstersen burada kalabiliriz, bana sabaha dek işkence yapa bilirsin. Annemlerin yazlığı var, orada kalabiliriz.” “Olur.” Annemlere ve Merve ye haber verdim hemen. Nasılsa sevişm eyecektik, aynı evde kalm am ızın bir zararı olmazdı. İlk em rim bana yemek yapmasıydı. Eve giderken marketten alış veriş yaptık; Şarap, m akarna, mum, domates, kaşar falan. Eve gidince kapının önündeki saksıdan anahtarları aldı. Ev çok so ğuktu. Kömürlükten odun alıp şömineyi yaktı. Ev biraz ısı nınca ben de montumu çıkardım . O m akarnayı yapıyordu, ben de başında dikiliyordum . Sonra bir kadeh şarap alıp, si garam ı yakıp, mutfak tezgâhının bir köşesine oturdum. Haş lanan m akarnayı süzüyordu. Ben de kırm ızı ojeli çıplak ayak larım ı (eve gelir gelmez her zaman yaptığım gibi çoraplarımı çıkarm ıştım ) sallıyordum. Elimdeki sigaraya uzandı. Ellerim domatesli dokunm ayayım sen içirsene dedi. Ben de elimi du daklarına götürdüm. Saçlarım omuzlarına değiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra yanımdan çekildi, “beni tahrik etmeye çalışm a” dedi. Güldüm. M akarnanın sosu hazırdı. Servislere
koyduktan sonra masaya gitti. Ben de kadehlerle arkasından gittim . M asaya oturduk, hemen mumları yaktı. Yemeğimiz bittiğinde elime kadehimi alıp, ayağımı onun sandalyesinin kenarına koydum. “Rahat değil misin sen?” “Bacaklarım ağrıdı.” “Uzat istersen” diyerek bacaklarımı bacaklarının üzerine uzattı. “Ayakların üşümüş.” “Yok, benim ayaklarım hep soğuktur.” “H adi şöminenin karşısına geçelim de ısın.” “Peki.” Kadehlerimizle şöminenin karşısına geçtik. Çorap verme tekliflerine karşı çıktım. Evde çorap giymeyi sevmezdim. El leriyle ayaklarım ı ısıtıyordu. “Başka neler isteyeceksiniz benden acaba hanımefendi.” “H ım , ayaklarım a masaj yapabilirsiniz bence.” “M em nuniyetle.” Elleri ayaklarım da, parmaklarımın arasında dolaşıyordu. İyice gerilm iştim . Kadehimi yeniden doldurdum. O masajına durmadan devam etti. Onu öpmek istiyordum. Masaj için te şekkür edip dizinin dibine kadar gittim ve ayaklarımı altıma alarak bağdaş kurdum. O da aynı şekilde oturdu. “Şimdi göz lerini kapat” dedim. “Sevişmek yok” dedi tekrar. “Seninle se vişmeyeceğim. Sadece bir şey deneyeceğim.” Gözlerini kapa tınca elimi yüzünde gezdirmeye başladım. Dizlerimin üzerinde
kalktım . Önce alnını sonra burnunu öptüm . K üçük öpücük lerle dudakları hariç yüzünün her yan ın ı öpm üştüm . O da dudaklarını aralam ıştı am a onunla öpüşm eyecektim , henüz değildi. O süngüsünü indirecekti. K ulağına eğilip en seksi se simle; “sakın gözlerini açma, şim di senin göm leğini çıkaraca ğım ” dedim. Gözlerini sıkıyordu. G öm leğinin ilk düğm esini açtım, boynunu öptüm. Sonra ikinci düğm esini açtım ve boy nunun biraz daha aşağısını öptüm. Diğer düğm eleri de sıra sıyla açtım. Sonra avuç içlerini öpüp bileklerindeki düğmeleri çözdüm. G ömleğini üzerinden sıyırıp yere bıraktım . Sürekli ona “sakın gözlerini açma” diyordum . Sesi fısıltı halindeydi. Belli belirsiz “tam am ” diyordu. Ellerim göğsünün üzerinde daireler çiziyordu. Üzerim deki kazağı ve sutyenim i çıkardım , üzerine eğildim . Göğüslerim çıplak bedenine değdiği an ürperdi. “Sakın gözlerini açma” dedim . K endini sık tığı o kadar belliydi ki. Üzerine doğru uzanm ıştım . Yüzüm yüzüne o ka dar yakındı ki onu öpeceğimi sandı. Nefesimi içine çekiyordu. Ellerini yum ruk yapm ış sıkıyordu. “Sarılabilirsin” dedim . Bü tün gücüyle sarıldı bana. “Ö pm ek yo k” dedim . O da kokum u içine çekiyordu. D irseklerim in üzerinde doğrularak ona bak tım . O na âşık değildim . A m a onu ölesiye istiyordum . O na biraz daha eğlence vermek için “bana dokunabilirsin” dedim . E llerinin göğüslerim e gideceğini düşünüyordum am a o saç larım ı okşam aya başladı. “Ö pebilir m iyim seni” dedi. “Öpe bilirsin am a dudaklar yasak bölge” dedim . Boynum dan öptü beni. Saçlarım dan. E lm acık kem iklerim den. Elleriyle kendine bastırıyordu beni.
“Şimdi seni dudağından öpeceğim ama bana karşılık ver meyeceksin, eğer karşılık verirsen bu öpüşmek olur ve kural lar bozulur.” “Özlem yapma!” “Şşş sessiz ol bakalım.” O sırtını koltuğa yaslamıştı, ben de onun kucağına otur dum. Elleri belimdeydi ve hâlâ yumruk halindeydi. Yüzünü avuçlarım ın içine aldım. Yüzümü dudaklarına yaklaştırdım, dudakları aralanmıştı. Dudaklarımı onun dudaklarının üze rine yerleştirdim ve dudaklarımı kapattım. İkimiz de nefesi mizi tutmuştuk. Bana karşılık vermesini ölesiye istiyordum. “Sadece bir defa” diye eğildim kulağına. “Bir defa öpüşebili riz.” O da benim kadar istiyordu. “Olmaz” diyordu “kural ları bozarız.” “Tüm kuralları sen koydun. Bir kural da ben den; Yarışma kazandığımızda tüm kurallar kalkacak.” Çaresiz kabul etti. Çünkü ikimiz de bunu o kadar istiyorduk ki. Bir an kollarıyla beni daha sıkı sarıp kendine çekti. Dudaklarımı parçalarcasına öpüyordu. Canım acıyordu ama umurumda de ğildi. Sakinleşemiyorduk. Sevişmeyecektik ama ikimizde tah rik olmuştuk. Beni kendisine bastırıp duruyordu. Öpücükleri nin şiddeti azaldığında “izin ver gözlerimi açayım” dedi. “Seni görmek istiyorum.” Ona yaptığım işkence yeterdi artık. Ben de “aç” dedim. Gözlerini açtığında yarı çıplak halimle beni gördü. Beraber şöminenin karşısına uzandık. Kolunun üzerine yattım, bana arkamdan sarıldı. Kendisine çekti iyice ve uyu duk. .. Sabah ondan önce kalktım. Üzerimi giyindim. Kahvaltı
hazırladım . Sese uyandı. Düğmelerini kapatm adan gömleğini üzerine geçirdi. Yanıma geldi, belime sarıldı. “Beni böyle tahrik edemezsin!” Bu kez sıra bendeydi. O benim yapabileceklerimi görmüştü ve beni istiyordu. A rtık ra hattım . Düşünmesi gereken oydu. “H aklısın.” Sırtım daki dekolteyi öptü ve belimden ayrıldı. Tüm tüy lerim diken diken olmuştu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra ev den çıktık. Anahtarı yine saksının altına sakladı. Motora bin dik, yine kaskımı o taktı, daha o söylemeden O ’na sarıldım. İstanbul’a döndük. Beni dükkânın önüne bıraktı ve “sürpriz lerim i bekle” diyerek ayrıldı. Merve geldikten sonra ona her şeyi anlattım . Sedanın İstanbul’da son günüydü, kız kıza bir gece geçirmeye karar verdik. Yeni açılan bir kulübün haberi gelmişti. Orada yer ayırttık, akşam dükkânı erkenden kapa tıp oraya gittik. Girişinde gazeteciler vardı. Benim daha önce haberimi yapan muhabirler de oradaydı. Yanlarından geçer ken selam verdim. Onlarda gülümsemeleriyle karşılık verdi ler. İçeri girdik. Deniz kenarında oldukça hoş bir yerdi. Çalan şarkılar ve içkinin etkisiyle deli gibi dans ediyorduk. İleride Arda ve kız arkadaşı vardı. Barışmışlar yine. Omuz silkip di ğer tarafa döndüm. Rüzgâr yalnız gelmişti ama artık içimi sız latmıyordu. Ben de dans etmeye devam ettim. İçkiler su gibi akıyordu. Rüzgâr ve Arda uzaktan beni izliyordu, egom ta van yapmıştı. Bir ara kızlardan ayrılıp tuvalete gittim, Arda kapıda beni bekliyordu.
“Seni çok aradım.” “Eminim aramışsındır.” “Beni dinler misin?” “Hayır.” “Özlem, ben, ben seni seviyorum.” “Ben de kendimi çok seviyorum.” “D alga geçme lütfen.” “Üzgünüm, sevgilin seni bekler. Hoşça kal.” “Özlem.”
K ızların yanına döndüğümde Yılmaz yanlarındaydı. “Bensiz eğlenebileceğini mi sandın küçük hanım?” “Senden kurtulm ak ne mümkün?” “H adi hanım lar sizi evlerinize bırakayım pek bir içmişsi niz bu gece.” “Ya sahi ne güzel olur.” Benim arabamı Yılmaz kullanıyordu. Ben önde oturuyor dum, kızlar arkada. Merve’yi eve bıraktık. Sonra bizim eve doğru devam ettik. Annemler evde değildi. “Bu saatten sonra gitme bizde kal istersen” dedim hemen kabul etti. Bahçe ka pısını açıp içeri girdik. Kapıyı açsın diye anahtarı ona verdim. Eve girdiğim izde o salonda bekledi. Ben Sedayı odasına çıka rıp yatırdım . Sonra üzerimdekileri çıkarıp komik desenli pija m alarım dan biriyle askılı bir badi giydim. Makyajımı sildim,
lenslerimi çıkarıp gözlüklerimi taktım , yanm a indim . Kah veyi arıyordu. O makineye su koyarken buzdolabından kah veyi çıkardım . H alim i yadırgamıyordu. Oysa evrim geçirmiş tim. Kahve yapılırken sırtımda bir türlü uzanamadığım noktayı kaşımaya çalışıyordum. “Gel buraya” dedi. Sandalyelerden bi rine oturmuştu, önünde ayakta duruyordum. Beni çekip ku cağına oturttu. Tişörtüm ü sıyırdı ve kaşınan yeri ilk seferde bulup kaşımaya başladı. “Burası mı?” “Evet. Biliyor musun? Kaşınan yeri bir defa da bulan in san seni çok seviyor demekmiş.” “Şimdi ben seni çok mu seviyorum?” “Bilmem. Seviyor musun?” “Kahve oldu galiba.” “Peki.” Kucağından kalktım, kahveleri fincanlara doldurdum. Kol tuğa geçmişti. Yanına oturdum. Bir türlü yerleşemiyordum, sürekli kıpırdanıyordum. “Dikkat et üstüne dökeceksin kah veyi7’ demeden üzerime döküverdim. Küçük bir çığlık attım. Yılmaz hemen tişörtümü çıkardı. Sonra beni kaldırdığı gibi banyoya götürdü. Duşun altına girdik, soğuk suyu açtı. Bir yandan da “canın acıyor mu?” diye soruyordu. O kadar çok yanm am ıştım ya da hissetmiyordum. O nun ıslanan gömleği vücuduna yapışmıştı, benim pijamam içimi gösteriyordu. Üs tüm çıplaktı. Sırtımı duvara yasladı, kollarımı yukarı kaldırdı.
Elleriyle sıkı sıkı ellerimi tutuyordu. Vücudunu vücuduma yasladı. Onu hissedebiliyordum. Öylece ne kadar durduk bil miyorum. Onu öpmek için dudaklarımı uzattığımda ellerimi bıraktı, duştan çıktık. Havluyla kurulandık. Ona abimin kı yafetlerinden verdim, kıyafetlerini kurutucuya attım. İki metre boyundaki abimin kıyafetlerinin içinde kaybolmuştu adeta. “Abinle tanışm ak istemem” dedi. “Eminim çok seversin çok iyidir abim” dedim. Beraber odama geçtik. Odanın içinde do laşmaya başladı. İtalya’da çekilmiş fotoğraflarım çerçeveyle du varlarda asılıydı. Odam evimizin en üst katındaydı. Çatı ka tını alm ıştım ben. Kitaplığımın önünde durdu, kitaplarıma baktı. Ben hâlâ havluyla duruyordum. Arkanı dön de giyine yim dedim. Gardırobumdan en seksi iç çamaşırlarımı çıkar dım. Sonra üzerime uzun bir tişört giydim. “Giyindin mi sen şimdi?” derken gülüyordu. Ben de hınzırca gülümsememin ar dına sığınarak “evet” dedim. Odamdaki turunu tamamladık tan sonra yatağa baktı. “Eğer kendine hâkim olmakta zorlanıyorsan kanepede ya tabilirsin dedi.” “Şaka yapıyorsun herhalde. Asıl sen kendine hâkim ola mayacaksan kanepede yatabilirsin.” “Göreceğiz.” Ben dolaptan ona yastık çıkardım, o da tişörtünü çıkardı, tişörtle yatam azm ış. Yatağa girdiğimizde ikimiz de tavana ba kıyorduk. O da çok sıcaktı. Yorgan fazla gelince ayakucumuza doğru iteledik. Ben “iyi geceler” diyerek arkamı döndüm, O da
arkasını döndü, ışıkları kapattık. Tam uykuya dalarken ellerini kalçamda hissettim. Elleri bacaklarımın arasında, kalçamda dolaşıyordu. Dokunuşları o kadar kırılgandı k i... İnatla uyu maya çalışıyordum. Elleri her yerdeydi, beni istiyordu, O nu istiyordum. Gözlerim kapalı O na doğru döndüm, yüz yü zeydik. Gözlerimi açmadan ona iyice yaslandım. O da beni kendine çekiyordu. Elleri tişörtümün altındaydı, çıldırmış bir haldeydik. Neyin inadını sürdürdüğümüzü bilmeden direni yor, içimizdeki şehvetle mücadele ediyorduk. Sonra ben tişör tümü, O da eşofmanını çıkardı. İkimiz de iç çamaşırlarımızla kaldık. “Eğer birbirimizi görürsek o kadar çok istemeyiz” de dim. “Yoksa birimizin koltukta yatması gerekecek.” Bana hak verdi ama bu da bizi sakinleştirememişti. Yüzüstü yatıp arkamı O n a döndüm yoksa saniyeler sonra onun üzerinde olacaktım. O da arkadan üzerime yattı, sıkı sıkı sarıldı. Ama şehvetle de ğil. Geçiyordu... Durdurabilmiştik kendimizi. Sabah Sedayı otobüsüne bindirdik. Sonra çay içmek için bir kafeye oturduk. Söze o başladı. “Yarım kalmışlıklar var içinde Özlem. Onları bitir ve ar tık bana gel.” “Yılmaz? Kimse yok içimde benim.” “Peki ya Rüzgâr?” “Sen onu nereden biliyorsun?” ‘ Bütün gece adını sayıkladın. O gece beni aradığında da aslında onu arayacaktın ” H A SR ET KARDEŞ
“O çok eskide kaldı artık.” “Belli ki kalmamış. Her ne yapacaksan yap, ya ona git ya bana gel. Ama karar ver Özlem.” “Ben kimseye gitmek istemiyorum.” “Bir süre görüşmeyelim. Kendini dinle.” “Am a ben seninle görüşmeyi kesmek istemiyorum.” “Sen beni sevmiyorsun, Sadece istiyorsun. Uzaklaşırsak bunu daha rahat anlayacaksın.” “Neden böyle bir şey yapmak zorundayız anlamıyorum.” “Ç ünkü ben senin benimle iken başkasını düşünmediğin den emin olmak istiyorum.” “Ben seninleyken başkasını düşünmüyorum, kimseyi ha yal etmiyorum.” “Ama net değilsin. Kararsızsın. Ben seninle bir ömür ge çirm eyi istiyorum. Ama içinde yalnızca ben olmak istiyo rum. Başka kimse olmadan. Bunun için görüşmememiz gerek. Rüzgârla konuş, vakit geçir. Kimi istediğine karar ver. Bir süre buralarda olmayacağım. Bir ay sonra bugün seni Şile’deki çay bahçesinde bekleyeceğim. Eğer gelmezsen anlarım.” “Yılmaz!” “Lütfen Özlem. Git şimdi.” “Hoşça kal mahalle arkadaşım.” “Hoşça kal mahalle arkadaşım.”
Yılmazın olgunluğunu takdir ediyordum. H aklıydı, içimde hâlâ Rüzgâr vardı am a Yılmaz da vardı. O nunla sahilde koş mayı, balonlarla işyerime gelmesini, bana bakarken yukarı kıv rılarak gülümsemesine yol açan dudağını seviyordum. Hayatım bu kadar karışık olduğu için kendime kızıyordum. D ükkâna gittiğim de aklım iyice karışm ıştı. Ben de kendim i işime ver dim . M erve yle defile yapm aya karar verm iştik. Yeni tasa rım lar hazırlam alıydık. Çizim lerim izin başından kalkm ıyor duk adeta. Rüzgârla karşılaşm ayı sürekli erteliyordum, belki O nunla konuştuğum da ne olacağını bilmediğim den. Bir hafta boyunca uğraşıp çizimleri tam am ladıktan ve dikilm esi için di kiş ekibim ize verdikten sonra konuşma zam anı gelm işti, önce kendim le yüzleşm eliydim . Neden bittiğini, neleri yanlış yap tığım ı, nerede hatam olduğunu düşündüm. Kendimi mazur görmeden, torpil yapmadan, gerçek bir iç hesaplaşmayla ha yatım a bakıyordum. Ardayla yaşananlar trajikom ikti. O nunla beraber olm ak, Onun yanm a yakışm ak için çok çabalam ış tım . Beraber çok eğleniyorduk am a o eski sevgilisine döndü. Rüzgâr beni Arda yüzünden bıraktı. Oysa bana “G ünışığım ” diyordu. Hiç kimse bana böyle seslenmemişti. H ayatım a bir anda girip tüm benliğiyle doldurmuştu. O nunla çok mutluy dum am a Yılmazla da mutluydum. Kimi seçeceğimi bilemez bir halde sürekli dönüp duruyordum. H ayatım da hiç kimse nin olmadığı zam anlardaki özgürlüğümü özlemiştim. Ne ka dar inkâr etmeye çalışsam da özgür değildim artık. Rüzgârı görmeye mi gitsem acaba? Yok, ben hiç kafamı bulandırm a yayım. Yılmaza görüştüm derim. Kapanmış yarayı deşmenin
anlam ı yok, en iyisi bu. Yılmaza yalan söylemeye karar ver dikten sonra dükkândan çıktım. Rüzgâr her zamanki şık ve zarif haliyle merdivenlerde beni bekliyordu. Merdivenlerden inip yan ın a oturdum . Birden bana sarılıp ağlamaya başladı. “Babam ı kaybettim Günışığım. Babam yok artık. Benim hayatta örnek aldığım , ailemden geriye kalan son insan. Ben şimdi ne yapacağım ? Günışığım ne yapacağım ben?” “Sakin ol Rüzgâr nasıl oldu? Ne zaman?” “Uzun süredir hastanedeydi. Bu sabah vefat etti. Yarın ce nazesi var. Onu nasıl bırakacağım ben? Nasıl koyacağım top rağın altına?” “Ç ok üzgünüm Rüzgâr. Çok üzgünüm. Şşş geçecek hepsi.” “B ırakm a beni lütfen. Bırakma beni çok korkuyorum Günışığım .” “Tam am , buradayım ben. Korkma sen. Yanındayım. Hadi gel seni eve bırakayım .” Rüzgâr taksiyle gelmiş. Biz de benim arabamı aldık. Ya nımda çocuk gibi iki büklüm oturuyordu. Kolay mı baba acısı? İçim sızlıyordu haline. Sessiz sakin süren yolculuğun sonunda evine vardığım ızda arabadan beraber indik, asansörle evine çıktık. Herşey bıraktığım gibiydi, Rüzgâr dışında. O güçlü, kendinden emin adam gitmiş yerine acıdan çökmüş biri gel mişti resmen. İçi ısınsın diye çay yaptım, sanki içini ısıtabilirmişim gibi. O da albümlerini çıkardı, büyük bir özenle di zine yerleştirdi. Yanına oturdum, albümün kapağını kaldırdı.
Bebek R üzgâr babasının kucağında. Tek çocukmuş, annesi o doğduktan üç y ıl sonra ölmüş. Babasıyla bir başlarına kalakal m ışlar. Babası ikram iye çıkana dek zorluklarla, dişinden tır n ağın dan arttırdığıyla büyütmüş onu. Hep büyüyüp babasına b akm ak istemiş. Aniden “iki işte çalışırdı babam” dedi. “Gün düzleri pazarlarda, akşam ları taksi de. Az uyurdu, az yerdi, az giyerdi. Hep benim için. Annemin akrabaları beni babamdan alm ak istemiş, babam ‘vermem oğlumu demiş. Ben bakar bü yü tü rü m . Annem i o kadar seviyormuş ki bir daha evlenme m iş. K ıyam am ış hatırasına. İkram iyeyi kazandığında kendi için değil güzel bir hayatım olacak diye benim için sevinmiş. Biz de hayatım ızı beraber kurduk. Hep önce beni düşündü. Hep benim iyi olmamı istedi. M utlu olmamı. Şimdi yok. Hiç gelmeyecek. Gözlüklerini burnunun üzerine indirip gazetesini okum ayacak. ‘Var mı kız arkadaşın?’ diye hınzır hınzır gül m eyecek. Evlendiğimi görmeyecek. Seninle tanıştı ramadım bile onu. Kim bilir seni ne çok severdi... “Yapma böyle Rüzgâr. M etin olman gerek. Baban seni böyle görse yıkılırdı.” “Ben bir daha baba diye çağıramayacağım onu Özlem. Ba bam diye sarılamayacağım. Kokusunu çekemeyeceğim içime. Anneme ne diyeceğim şimdi. Nasıl diyeceğim babama baka m adım. Senin yanına geldi diye nasıl diyeceğim Özlem. Na sıl koyacağım onu toprağın altına. Nasıl, nasıl?” “Derin bir nefes alacaksın. Annenin hasretine dayanama yıp yanına gittiğini düşüneceksin. Bir yanın eksik kalacak hep
ama yaşayacaksın. Hem de iyi yaşayacaksın. Öyle güzel yaşa yacaksın ki baban gurur duyacak seninle.” “D uyacak değil mi?” “D uyacak Rüzgâr. Hadi uyu artık.” “Gitme Özlem n’olur. Sen de gitme.” “Tamam, buradayım ben. Uyu hadi.” Dizlerimin üzerinde kendi hıçkırıklarına boğulan adam, ne kadar da masumdu. Acı çeken insanlara söyleyecek hiç sö züm olm am ıştı benim. Bu sebeple mezarlığa gidemez, cenaze lere katılam az, ölümü anlayamazdım. Şimdi nasıl onu bırakıp ta kendime yeni bir hayat kurarım ben? Ne yapacağım şimdi? “Özlem?” “Buradayım , uyu hadi sen. Yanındayım ben.” Sabahın ilk ışıklarıyla kalktık. Doğru dürüst uyuyama m ıştım am a um urumda değildi. Üzerimi düzelttim. Rüzgârı uyandırdım . Hastaneye cenazeyi almaya gittik. Oradan ca miye. Cenaze namazı kılındıktan sonra mezarlığa gittik. Her kes dağıldı. A ğrılı bir süreçti. Babasını annesinin yanına defnetmiştik. İki mezar arasına çökmüş sessizce ağlıyordu Rüzgâr. Bir süre onu yalnız bıraktıktan sonra yanma gidip onu kopar dım onlardan. İçim ezile ezile onu alıp gittim. Eve vardığı mızda yüzü bembeyazdı. En zor zamanlardı. Yemek yemeyi reddedecek, sürekli ağlayarak inkâr edecekti. Sonra ister is temez kabullenm e zamanı gelecekti. Sonra da tarkmda ol madan alışacaktı. Yalnız kalmamalıydı. İlk gün ağzına tek
lokma koymadı. Sonraki günler az biraz yemeye ve yavaş ya vaş konuşmaya da başladı. Am a üzerinde derin bir suskunluk vardı. Konuşamıyordum, içimden geçenleri anlatamıyordum . İlk hafta bittiğinde dükkâna uğram am gerektiğini söyleye rek ilk defa yanından ayrıldım . Bensiz vakit geçirmesini isti yordum. Hem annemleri özlemiştim. Önce annemlerle has ret giderdim sonra dükkâna gittim . M erve’yle hemen hemen her fırsatta konuşuyorduk am a yetmiyordu. Yaşananları an lattım. Çok yorgundum. “B ırakam ıyorum onu böyle iken. Yılm az’ın dönmesine daha iki hafta var. Toparlanır mı dersin?” “Bilm iyorum Özlem. Ama bu hiç sağlıklı değil. Sen par çalanıyorsun hep. Ne olacak böyle.” “Ne olacağını bir bilsem ... Yanından ayrıldığım dan beri belki on defa aradı. Birazdan dönmek için çıkm am lazım. Yılmaz’dan haber yok değil mi?” “Yok.” “Seni de buralarda bırakıyorum böyle yalnız am a...” “Saçmalama. Sen kendine iyi bak yeter. D ikkatli ol.” “Tamam. Seni seviyorum Merv.” “Ben de seni Öz.” “Hoşça kal.” “Sen de.”
Arabaya binip yeniden Sarıyer’e döndüm. Kendime bir kaç parça eşya da almıştım. Eve gittiğimde koltuklardan bi rine oturmuş boş gözlerle bana bakıyordu. “Neden açmadın telefonlarımı?” “Annemlerle beraberdim.” “Sonra da aramadın?” “M erve’nin yanına gittim.” “Arayabilirdin.” “Evet, ama arayamadım.” Gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Kolumu sıkıca kavra mış beni sarsıyor bir yandan da beni azarlıyordu; “Bir daha böyle bir şey yapma sakın.” “Kolumu acıtıyorsun Rüzgâr.” “Özür dilerim . Seni incitmek istemedim. Gelmeyeceksin diye çok korktum .” “Ben gitsem iyi olacak.” “Özlem dur lütfen. Söz veriyorum bir daha seni incitme yeceğim.” “Bir daha bana sakın dokunma!” “Peki. Gitme ama sen.”
O gece ve tüm hafta huzursuz bir halde geçti. Rüzgârdan korkuyordum artık. Ama gidemiyordum da. En sonunda ayrı lacaktık. Ben de Cum a günü sabahtan eşyalarımı toplamaya
karar verdim, valizimi hazırladım. Uyanmasını bekledim. Her şeyi konuşma vaktiydi, karşıma aldım . Ben söze başlayacak ken Rüzgâr cebinden bir kutu çıkardı, kutudan da bir yüzük çıktı. Dizlerinin üzerine çöktü. “Bunu Roma da yapmayı çok isterdim ama şartlar buna elvermedi maalesef. Ama söz Roma da tekrar edeceğim. Günışığım , varlığınla hayatımı onurlandırır mısın?” “Ne yapar m ıyım ?” “Varlığınla hayatımı onurlandırır mısın?” “Nasıl olacak o?” “Benimle evlenerek!” “Evlenerek?” “Evet.” O ana kadar o üzülmesin, aman kırılm asın diye sabretm iştim am a bu çok fazlaydı. Yalnız kalmasın diye onunla ev lenecek değildim. “Üzgünüm Rüzgâr ama şu an doğru kararlar veremiyorsun.” “Ben çok düşündüm bunu Özlem. Emin ol babamla bir alakası yok.” “Şu an böyle düşünüyor olabilirsin ama gerçek farklı. Biz seninle çok güzel şeyler yaşadık belki ama bitti. Arkadaşız artık. Ben sana destek vermek için geldim. Âşık olduğum için değil! “Böyle söyleme lütfen. Sana kötü davrandım, haksızlık et tim biliyorum ama hepsi bitti. Hadi uzat parmağını.”
“Rüzgâr, seni kırm ak istemiyorum. Lütfen telafisi olma yan sözler söylememe neden olma!” “Naz yapıyorsun, anlıyorum ama uzatma artık!” “Naz? Ben başkasına âşığım Rüzgâr.” “Başkası derken?” “Senden başka birine âşığım Rüzgâr. Başka birini sevi yorum. Başka biriyle birlikteyim. Onunla beraber olmayı se viyorum. Eğleniyoruz beraber. Gülüyoruz. Çocuk oluyoruz. Onunla m utluyum Rüzgâr. Özür dilerim.” “Yani kabul etmiyorsun!” “Evet” “Evet?” “Evet, kabul etmiyorum Rüzgâr. Ben artık gitmeliyim. Hoşça k a l...” “Hoşça kal Gün ışığı.”
B Ö L Ü M 6: YENİ BAŞLANGIÇLAR
(Yeniden başlamaktan korkma!)
H A SR ET KARPEŞ
0 2 / çim sızlayarak yanından ayrıldım. Çok üzgündüm ama
söylemek zorundaydım . Birini acısıyla baş başa bırakıp gitmek iğrençti. O n k atlı apartm anın teras katında cama yaslanmış siluetini görebiliyordum , oradaydı. Hayaletimi onunla bıra karak, h ızlı adım larla arabama doğru yürüdüm. Ağlamayı is tem iyordum am a ağlıyordum işte. Hava almak için camları açtım, sonra radyoyu açtım. Radyo dinlemeyi hep çok sev m iştim . D ü k k ân a vardığım da Merve beni bekliyordu. Peri şan haldeydim . “Özlem?” “M erve.” “A ğlam a geçti, bir şey mi yaptı sana?” “Evlenme tek lif etti.” “Sen ne yaptın?” “R eddettim .”
“İyi yapmışsın. Peki, ama neden hâlâ üzgünsün?” “Ç ünkü hayal ettiğim muhteşem geri dönüş bu değildi. İstediğim herşey oldu; Zayıfladım, saçlarımı uzattım, zengin oldum, işimden ayrıldım, işimi kurdum. Hayatıma bir sürü saçma sapan adam girdi ama hiçbiri beni iyi hissettiremedi. H ani kitap okurken daldığım için hep yanlış durakta inerdim ya, şimdi yolumu bulamıyorum. “Peki ya Yılmaz?” “Ya O gelmezse?” “Şimdi buna mı üzülüyorsun?” “Evet.” “Aradın, üzülecek bir şey bulamadın, üzülesin vardı sen de buna mı üzüldün yani?” “Ö yle oldu galiba.” “Saçma değil mi biraz?” “Saçma oldu dim i ya haklısın. Eee defileyi ne yapıyoruz?” “Kreasyon hazır, ilanlar basıldı, yer tutuldu. İki gün sonra her şey tam am .” “H arika ya. E mankenleri nasıl ayarladın?” “M ankenleri?” WE kıyafetler kendi kendilerine yürüyemez değil mi?” “Bir şeyin eksik olduğunun farkındaydım . E ne olacak şimdi?"
“Ne bileyim ben manken nereden bulunur ki? Ajanslara baksak?” “H aklısın.” Tam gaz ajansları arıyorduk. Toplamda 12 manken gere kiyordu. 11 tane bulduk, bir parçayı katalogdan çıkarmamız gerekti. Mankenlerle prova yapması için bir organizatör bul duk. Merve ve ben kızların yanında obez gibi duruyorduk, oysa ikim iz de 36 bedendik! Boydan kaybediyorduk galiba... Gazetecilere haber verdik. Yılmaz’ın gelmesine 5 gün kalmıştı. Defile akşamı Merve’yle ikimiz de kendi kreasyonlarımızdan birer elbise giydik. Müzikler için çağırdığımız D] harika şar kılar çalıyordu. Defile için kiraladığımız podyum tıklım tı kıştı. Gazeteciler gelmişti. Ünlüler vardı. Tuttuğumuz sunucu konuşmasını yapmak için sahneye çıktı. “Genç yetenekler Özlem ve Merve’nin ilk defilesine hoş geldiniz. Onlar yeni bir marka yaratma yolunda en büyük adım ları attılar. Gözlerinizi alamayacaksınız, ilk kreasyonları fütursuz’ca karşınızda...” Işıklar karartıldı ve ilk manken çıktı; üzerinde siyah deri bir tayt ve taşlarla süslü göbek dekolteli bir büstiyer vardı. Hepsi nin saçları hacimlendirilmiş ve dalga dalga bırakılmıştı. Ayak larında platform topuklar vardı. Turunu tamamlayınca ikinci manken geldi; onun üzerinde siyah mini bir elbise vardı. El bisenin sırtı ve göğsü komple kumaşlarla ağ gibi örülmüştü. Üçüncü mankenin üzerinde kırmızı dar paça bir pantolon, u*r rinde ise farklı uzunlukta taşların sarktığı bir büstiyer vardı.
D ördüncü m anken de kot m ini bir şort ve üzerinde vatkalı sarı bir kalıp büstiyer vardı. Beşinci M anken yine vatkalı, bal d ırla rı zorlukla örten, döküm lü tek parça uzun kollu payetli bir elbise taşıyordu. A ltıncı M anken deri bir büstiyer ve al tın d a tarlatan la kabartılm ış dantel siyah bir etek giyiyordu. Y edinci M an ken in üzerinde göbeği açıkta bırakan, açık ka lan yerlerde aynı kum aşla şeritler geçen, tek omuzlu beyaz bir elbise vardı. Sekizinci M anken zümrüt yeşili yırtm acı baldır lara kadar uzanan uzun kollu tek parça bir gece elbisesi giyi yordu. D okuzuncu M ankenin üzerinde yüksek bel siyah bir etek ve kolları uzun, balıkçı yaka göğüs bölgesi enlemesine olarak sırtına dek kesilmiş ince şeritler olarak kalm ış bir gece elbisesi giym işti. O nuncu M anken; kitap sayfası deseninde bir pareo, içinde Ö z& M erw yazan renkli bikiniyle geçtikten sonra sıra son parçaya gelmişti. Sonuncu parçayı Merve yle üze rinde çok çalışarak çıkarm ıştık. On birinci parça bizim gözdem izdi. M anken podyuma “Left outside alone” şarkısıyla çık tığında herkes nefesini tutmuştu. El bileklerinde biten beyaz dantel eldivenler, straplez kesim göğüs dekoltesiyle başlayan dar, beyaz uzun tulum . Tamamen Fransız gip ü rü ... Ayaklar çıplak. Elinde küçük kutu portföy çanta. Herkesin ayakta al kışlam asıyla rüyadan uyandık. Bizi çağırıyorlardı. M erveyle m utluluktan ağlayacak halde sahneye doğru ilerledik. M erdi venlerden çıkarken mankenler son yürüyüşlerini tam am lıyor lardı. Merve yle el eleydik. Yapabildiklerimizden gurur duyu yorduk. H ayatım da ilk defa bir şeyi başardığım ı hissettim. Merve yle mankenlerin arasında gururla yürüdük. M ankenler
de seyircilerle beraber bizi alkışladılar. Defile bittikten sonra kokteyl için yan salona geçtik. Gazeteciler başımıza üşüşmüşlerdi. Soruların ardı arkası kesilmiyordu.. Spekülasyona ma hal verecek konuşmalardan kaçarak hepsini tek tek yanıtladık. Gazetecilere teşekkür edip ayrıldığımızda ailelerimiz bizim ko nuşma yapm am ızı bekliyorlardı. Merve’yle elimize birer kadeh aldık. M erve konuşma yapmayı sevmezdi, konuşmayı benim yapm am ı istedi, “olur” dedim. “Biz M erve’yle işyerinin ilk gününde tanıştık. Hemen bir birim ize kanım ız kaynadı. Kendimizi diğerlerinden soyutla dık. Her şeyi beraber yapmaya başladık. Beraber gezdik, eğlen dik, dertleştik, neyimiz varsa paylaştık, birbirimize alınmadık, darılm adık. T anıdık birbirimizi. Kimsenin aramıza girmesine izin verm edik. Kötü gün dostu derler ya, Merve benim için öyledir. Bana hiç arkasını dönmedi. Ne yaptıysak beraber yap tık, beraber başardık. Aile bu dünyada bir insanın sahip ol duğu tek gerçektir ve Merve benim ailemdir. Kadehimi başa rım ıza kaldırıyorum .” “Ve kendini teslim edemediğin tüm aşklara!” “E vet...” Kokteylin sonunda evlere dağıldık. Ertesi sabah tüm ga zete ve dergileri alıp dükkâna gittim. Bugün çalışmayacaktık ama dükkânı kapatmak içime sinmemişti. Ben kepenkleri kal dırırken M erve’de geldi. Dükkânı kapatmak Onun da içine sinmemiş. Beraber içeri girdik. Kahve söyledikten sonra gazete haberlerine bakm aya başladık. Kötü bir haber yapan yoktu. us*
Sonra ben sosyal paylaşım sitelerinde ve arama motorunda kısa bir araştırm a yaptım. Kimse kötü bir şey söylememişti. Kah velerimizi başarmamızın şerefine içiyorduk. Yılmaz’ın dönüşü haricinde herşey yolundaydı. Biz defilenin kritiğini yaparken telefonum çaldı. Hastaneden arıyorlardı. Rüzgâr kaza geçir miş! Hastanenin adını öğrenip hemen fırladım. Arabayı nasıl kullandım , kaç tane kural ihlali yaptım, hastaneye nasıl var dım bilm iyorum. Hastaneye gittiğimde 309 numaralı odada kaldığını öğrendim. Odasına gittiğimde bir sürü kabloyla bir m akineye bağlandığını gördüm. Ağzında solunum tüpü, her yeri yara bere içinde. Baygın durumdaymış, henüz kendisine gelmemiş. Son aranan ben olduğum için beni aramışlar. Başka yakını yokmuş! Yakın? Ne kadar yakındık sahi biz? Acil du rum da ilk aranacak olabilecek kadar yakın m ıydık mesela? Neden beni aramışlardı, kaza nasıl olmuştu? Polisin anlattı ğına göre arabası ağaca çarpmış. Emniyet kemeri takılı değil m iş ama Rüzgâr emniyet kemerini takmadan araba kullan maz ki. En az benim kadar takıntılıdır kurallara. Hele ağaca çarpmak, Rüzgâr çok iyi bir şofördü. İmkânı yok! İçkiliymiş güya. Kimi kandırıyor bunlar. Resmen intihar diyor polisler. “Son zamanlarda travma yaşadı mı?” “Babasını kaybetti.” “Atlatamam ış belli. Yazık çok da genç!” “Genç tabii. Yeniden âşık olacak ve evlenecek kadar genç. Hem iyileşecek! İyileşmek zorunda. Beni bu vicdan azabıyla bırakıp girmeyecek kadar centilmendir O.”
“Bir zarf varmış arabasında, Günışığıma’ yazıyordu.” “Benim O! Onun günışığı benim! Bendim. Alabilir miyim?” “Tabi.” M ektubu elim e veren polis bana acıyan gözleriyle bak tıktan sonra arkasını dönüp gitti. Ellerim titriyordu. İntihar notu yazmış olmamalı. Belki başka bir şeydir. Postaya vermek için. Am a neden ‘Günışığım’ yazıyor? Ne olur Tanrım inti har notu olmasın. Ne olur, ne olur... Gözyaşlarını kendime gelmemi engelliyordu. Mektubu açmayı erteledim. Hatırla yabildiğim bilgilerle hastanenin verdiği formları doldurdum, saatlerce yanında oturdum. Doktoruyla ümitsiz bir konuşma yaptım. Z arf arka cebimde ağırlıktı tüm gün. Akşam mua yene sırasında sigara içmek için bahçeye çıktım. Otomattan kahve aldım . Banklardan birine oturdum. Hastane bahçele rinden, hastanelerden, hastalıklardan nefret ediyordum. Zarfı dikkatlice açtım . İçinden bir anahtar ve üç sayfalık bir mek tup çıktı. Temiz bir el yazısıyla inci gibi yazılmıştı. Dolmaka lem kullanılm ış belli. Okumaya kıyamıyorum ama okumam gerek. Yoksa bu merak beni benden alacak. Sigaramdan de rin bir nefes aldım . Gözyaşlarını mektubun üzerine düşme sin diye mektubu biraz uzağımda tutarak okumaya başladım.
Günışığıma Şu an muhtemelen ya hastane bahçesindesin ya da me zarlıkta. Hangisi duruma daha yakın bilmiyorum. Ama ken dini suçlayacağını hissediyorum. Duyduğun andan itibaren
bir sürü şey geçecek aklından. Bir sürü insan benim hakkımda değişik hikâyeler anlatacak sana. Ama sen kulaklarını tıka. Duyma onları. Çünkü sen birinci ağızdan hepsini duyacaksın birazdan. Ama öncesinde sana benim tarafımdan anlatacağım hikâyeyi. Daha uçağa binmeden fark etmiştim seni. Ben aslında Amerika'ya gidiyordum bir iş toplantısı için. Sen free shop'tan sigara alıyordun. Seni görmedim sandın. Hemen grubunun ya nına döndün. Nereye gittiğini anlamak için uçağa binene dek bekledim seni. Sonra ben de bilet aldım îtalyaya. Hiç hesapta yoktu aslında bu gezi. Orada ne yapacağımı, bana nasıl tepki vereceğini bilmeden uçağa bindim. Romaya iner inmez senin kafileni aradım sokak sokak. Sonra seni Piazza Novana da dolaşırken buldum. Herkesten farklı olduğun öyle belliydi ki. Sen farkında değildin ama herkesin gözü senin üzerindeydi. O ana dek neden peşinden geldiğimi bilmiyordum. Ama o an fark ettim. Sana âşıktım. Sana kendimi göstermeden peşinden yürüyordum. Şeker gibi kokuyordun. Her adımında saçların sağa sola gidip geliyordu. Her adımında kalbim yerinden çıka cak gibi çarpıyordu. Ressamı ve pandomim sanatçısını benim gönderdiğimi biliyorsun. Ama Collesium da da arkandaydım. Sonra elinde dondurman ile ara sokaklarda gezerken de. Gece yatağına yatmadan odanda volta atarken veya çok basit bir şeye bile inanılmaz bir mutluluk ile gözlerin parlayarak bakarken. Şarap tadarken de hep senin yakınlarındaydım. Ayrılamıyordum peşinden bir türlü. ilk kez öpüştüğümüz o akşam. Sanki içimde nehirler aktt sana doğru. Komik biliyorum ama kendimi durduramadım. Ellerin üzerimde iken, beni öperken sana dayanamadım. Her vn
öpücüğünde içimde keşfedilmemiş bir noktaya değiyordun sanki. Kendimi yeniden keşfettim seninle. Yapabileceklerimi, yaşayabi leceklerimi gördüm. Aşka ilk kez bu kadar yakın oldum. Sonra aşk çeşmesine beraber para atışımız. Senin mucizevi bir şekilde benimle yemek yemeye karar vermen! Üzerindeki siyah mini el bisenle rüya gibiydin. Bana doğru yürüyordun. Öyle güzeldin ki. Kelimelerle ifade edemiyorum bile. Beraber gittiğimiz o kü çük restoranda senin şarabı tadarken ki halin! Kadehini sağa sola çevirişin, ışıkta ki görüntüsünü izleyişin, dudaklarına gö türüp aldığın küçük yudum, beğendiğini belli eden gülümseyi şin! An be an hafızamda. Gittiğim her yerde benimle olacak. Dans ederken elini kalbimin üzerinden ayırmaman içime iş leyen bakışların. Nasıl unutabilirim ki? Sarhoşluğun, söyledi ğin şarkı Portofıno idi değil mi? Bana da söyle bir gün mut laka. Hangi şekilde olursa olsun. Nefes alırken veya almazken. Emin ol çok mutlu olurum. Birlikte olduğumuz gece, eksik parçamı bulmuş gibiydim. Güneşin teninde yarattığı harelerde kaybolmuştum. Şiir gibiy din. Şarkı gibiydin. Kendimi tanımıyordum seninleyken. Yeni bir Rüzgâr çıkmıştı sanki benliğimden. Tanımadığım, âşık bir adam. Veda etmekten nefret etmiştim sana. İstiyordum ki hiç ayrılmayalım. O an Roma'da birbirimize sarılıp uyuduğumuz o çıplaklığımızla kalalım. Sinemaya gidelim. Operaya gidelim veya konsere. Markete gidelim beraber. Sen alışveriş arabası ile çılgınca şeyleryap. Çıplak ayaklarınla gez dolaş evimde, içimde... Benimle kal istedim. Arda ile olanlar bir hataydı. Fazla tepki vermemin perişanlığı ve utancıydı sana gelmemi engelleyen. Gurur değil. Sana hiç kızmadım ben. Seni o kadar sevdim kt.
Babamı kaybettiğim zaman, yanımda olan tek insan. Seni ne kadar zorladım kim bilir. Oysa sen benim bu dünyada za rar vermek isteyebileceğim son insandın. Kırdım seni. Üzdüm çok. Kaybedeceğimifark ettiğimde yüzük ile çıktım karşına. Bi liyordum kabul etmeyeceğini. Gerçekten evlenmek istiyordum seninle ama böyle bir teklif değildi hayalimdeki. Seni aşk çeş mesine götürecektim ve orada teklif edecektim evlenmeyi. Ama hayat bizi istemediğimiz kararlar almaya zorluyor değil mi? Kazaya gelince. Evet, kaza değildi. Ama suçlu sen değil sin. Ben fazla içip direksiyon hâkimiyetimi kaybettim. Emni yet kemerimi takmak istemedi bugün canım. Kısa mesafeydi gi deceğim yer. Gittiğin günden itibaren yanımda saklıyorum bu zarf. Ola ki lazım olur. Başıma bir şey gelir. Bilmen gereken leri bil diye yazdım. Avukatımda vasiyetim var. Eğer istersen herşey senin olacak -k i istemeyeceğini biliyorum-, istemezsen de hayır kurumlarına bağışlanacak. Cenazem aile kabrista nına defnedilecek. Zarftaki anahtar evimin anahtarı. Eşyala rımı sen topla istedim. İkimizin resmini sen al. Albümü de be nimle beraber gömün. Onu verecek kimsem yok! Diğer eşyalar önemli değil. İstediğini yapabilirsin. Şimdi veda zamanı... Vedaları sevmediğini biliyorum. Se nin de bana öğrettiğin gibi önce inkar edeceksin, sonra kabulle neceksin, sonra da alışacaksın. Sakın hayatını mahvetme benim için. Aşığım demiştin, mutlu ol onunla. Seni üzerse sakın ya nında kalma. Sen en iyilerine layıksın. Görmediğin yerleri gör. Mesela İspanya'yı. Orayı da çok seveceğine eminim. İtalya'ya da yeniden git. Bir ressama gülerken bir resmim çizdir. Bir sokak müzisyeni ile şarkı söyle. Bir pandomim sanatçısı ile dans et.
Piazza Novanada bir kahve iç. insanları izle. Hep gül ama. Kimse seni üzemesin. Kimse seni yaralayamasın. Hep dimdik ol! Değişme. Cenazemde ağlama sakın. Sonrasında da. Kahro lurum. Kendine hep çok iyi bak. Beni unut. Sakın aklına ge tirme. Bir arkadaştan başka bir arkadaşa veda sadece. Yeni bir şehir görmeye gittiğimi farz et Günışığım. Vivi la tua vita... Rüzgâr
M ektup bittiğinde tüm bedenim titriyordu. Biliyordum bana hissettiklerini ama bu kadar güçlü şeyler olduğunu bilmi yordum. G özyaşlarım a boğulmuş halde orada ne kadar otur dum hatırlam ıyorum . Hastane odasına döndüğümde Rüzgâr hâlâ uyuyordu. Yaşadığımız herşey gözümün önünden geçi yordu. G ördüğüm tüm beyaz önlüklülere durumunu soruyor dum. Y atağının ayakucundaki dosyasını okumaya, anlamaya çalışıyordum. Uyansın istiyordum. Söylediklerini yapamazdım. Gerekirse gidip başka şehirde bir hayat kurar, kendimi unut tururdum. O yaşasın yeter! Sabah hasta yakınları için konu lan koltukta uyandım . Belim ve boynum tutulmuştu. Rüzgâr hâlâ uyuyordu. Merve dayanamamış, beni ve Rüzgârı gör meye hastaneye gelmişti. Kısa bir süreliğine beraber bahçeye Çıktık. O lanlara O da inanamıyordu; “İnanam ıyorum . Neden böyle bir şey yaptı? Niyeti ne bu Çocuğun? Uyanabilecek mi?”
“Bilm iyorum Merve. Ama ya uyanam azsa... O zam an ne yaparım ben?” “M ektupta yazdığı gibi zor olsa da hayatına devam edersin. Ben yanındayım . Her zaman olduğu gibi. A rtık beklemekten başka yapılacak bir şey yok. Üstünü değiştirmek istersen diye sana temiz kıyafetler getirdim.” “Teşekkür ederim.” “Özlem?” “Efendim.” “Yılmaz ne olacak?” “Bilmiyorum. Rüzgâr’ı bırakıp gidemem ki, kimsesi yok. İki gün kaldı. Sadece uyanmasını diliyorum .” “Ben Rüzgârın yanında kalırım sen Yılmaz’ın yanm a gi dersin olmaz mı?” “Bilmiyorum Merve. Şu durumda gerçekten düşünem i yorum.” “Haklısın. Bana ihtiyacın olursa haber ver yeter.” “Olur. Ben şimdi Rüzgârın yanma döneyim. Uyanırsa yal nız olduğunu hissetmesin.” “Özlem, uyanamayabilir.” “Ama O uyanacak. Çünkü O çok güçlü biliyorum.” “Peki, ama sen yine kendini en kötüsüne hazırla.” uBaşka çarem mi var zaten...” m
O daya döndüğümde hemşire beni bekliyordu, doktor bey beni görmek istemiş. İyi haber mi? sorularıma yanıt alama yıp mecburen doktorun odasına gittim. “Hoş geldiniz Özlem Hanım.” “Bir gelişme mi oldu?” “Üm itlenm enizi istemem am a.. “A m a ne?” “Rüzgâr B e y in hayati fonksiyonlarında bazı kıpırdanma lar oluyor. Bu herhangi bir sebeple de olabilir. O uyanmadan yaşadığı travm anın büyüklüğünü öğrenemeyiz maalesef. Tıb bın çaresiz kaldığı durumlardan biri de bu. Yakın geçmişi veya tüm hafızasını kaybedebilir. Her şeye hazırlıklı olmalısınız.” “U yanabilir yani.” “Evet uyanabilir.” O daya döndüğümde sevinçten yerimde duramıyordum, Rüzgâr uyanabilirdi. Hafızasını kaybetmesi önemli değildi. Yaşayacak olması yeterdi bana. Yanından bir an olsun ayrılamıyordum . Vicdan azabım beni adeta olduğum yere çivilemişti. R üzgâr’ın ellerinden tutup başımı onun yatağına yasla dıktan sonra uykuya daldım. Sabah uyandığımda hemşireler rutin kontroldeydi. Umutla bakan gözlerime cevaben aldığım üzücü yanıt, bir gelişme olmadığıydı. Olsun, doktor uyanabi lir demişti, Dünya gözümde değildi. Hayatta bir insanın ca nından kıym etli ne olabilirdi? Aşk! Yo, aşk bile bir insanın bir hastane odasında serumlara bağlı, yapayalnız, belirsizlik
içindeki halinden kıym etli olamazdı. Onu yalnız bırakam az dım . Yarın Yılmaz gelecekti. Onu arayacaktım , E-mail yolla yacaktım , mesaj atacaktım, gazeteye not bırakacaktım , sesli mesaj bırakacaktım . A rtık ne olacaksa... Am a O bunlardan herhangi birini görüp neden gidemediğimi anlayacaktı ve bir sorun olmayacaktı. Rüzgâr uyandıktan ve kendini topladık tan sonra da Yılmazla yeni hayatımıza başlayacaktık. Herşey çok güzel olacaktı. Bütün günlerim i önceki günler gibi R üzgârın başında ge çirdim . Annemlere arkadaşımın hastanede olduğunu ve kim sesiz olduğunu anlatmıştım, yoksa bu kadar süre evden uzak kalam azdım . Rüzgârla aramızdaki bağa isim koyamıyordum. Arkadaş m ıydık sahi? Neler yaşıyordu acaba uyurken? D uyu yor m uydu beni? Portofino’yu söylememi istemişti benden, söylesem uyanır m ıydı acaba?
I found my love in Portoftno (Alkımı Portofino' da buldum) Perche nei sogni credo ancor (Çünkü hâlâ hayâllere inanıyorum) Lo strano gioco del destino (Kaderin garip oyunu) A Portofıno m’ha preso il cuor (Portoftno'da kalbimi aldı) Nel dölce incanto del mattino
(Sabahın tatlı büyüsünde) II mare ti ha portato a me (Deniz seni bana getirdi) Socchiudo gli occhi (Gözlerimi hafifçe kapatıyorum) E a me vicino (Ve yanımda) A Portofıno (Portofino’da) Rivedo te (Seni tekrar görüyorum)
S ab ah u y an d ığ ım d a Rüzgâr da herhangi bir değişiklik yo ktu. D oktorun neden “ümitlenmenizi istemem” dediğini yeni yen i anlıyordum . Umut, insanı yiyip bitirebiliyordu ve ben um u da teslim olmuştum. Nemli havlularla Rüzgâr'ı yeni doğm uş ço cuklar gibi silme deneyimini yaşadım. Serum yer leri değişti. Hemşireler bir süre iğneden morarmış kollarında dam ar aradı. Zorlukla bulduğu damara taktığı serumun damla dam la azalışını izledim. Yılmaz ı aradım, e-mail yolladım, sesli mesaj b ıraktım , sms gönderdim, gazeteye not bıraktım. Beni arayacağına inandım . Bekliyordum... Rüzgânn uyanmasını. Y ılm azın gelm esini... Mutlu olabilmeyi bekliyordum. Ama gelen giden yoktu. Hemşirelerin bana getirdiği yemeği yerken.
Merve nin getirdiği kıyafetlerle üzerimi değiştirirken, bahçeye çıkıp sigara içerken d e... Kimsecikler yoktu. Rüzgâr derin rü yalardaydı. Beni kendi iç hesaplaşmamla baş başa bırakarak bütün gün uyuyordu. Oysa ben yalnız kalm aktan hiç bu denli korkmamıştım. içimde her şeyin kötü gideceğine dair uğur suz bir his vardı. Akşamüstü kendimi elimde telefon, hasta nenin bahçesinde volta atarken buldum. Yılmaz çoktan ara m alıydı. Çoktan benim yanıma gelmeliydi. Ben de yeniden aradım. Telefonu üç defa çaldıktan sonra sesli mesaja düştü. Bende mesaj bıraktım; “Yılmaz, ben hastanedeyim. Rüzgâr çok kötü bir kaza ge çirdi. Lütfen mesajımı alınca beni a ra ...” Bir saat sonra yeni bir mesaj daha bıraktım . Sonra bir mesaj daha. Bir mesaj dah a... Arayan kimse yoktu. Gazeteyi aradım, kimse haber almamış. Mesaj attım. M ail attım. De falarca. Yılmaz beni aramıyordu. Ağzımda buruk bir tat bıra kan bir acı peyda oluvermişti. Bu en zoruydu. Kabullenmek... Gelmeyecekti. Aramayacaktı da. Rüzgâr’ı seçtiğimi düşüne rek beni unutmaya çalışacaktı, tabi sevdiyse. Sonra yeni birileri değecekti hayatına, başkalarına dokunacaktı. Beni unu tup benliğini başka birinin kollarına bırakacaktı. Başkalarını götürecekti Şile’deki aile yazlığına. Başkalarının adını yaza caktı kumsala. Başkalarının nefesiyle uyanacaktı. Başkalarıyla dans edecek, sarhoş olacaktı. Biz zaten âşık değildik. Aramız daki güçlü bir cinsel çekimdi. Belki çocukça bir oyun, iddia. Ama a$k değil. Onu bu yüzden hiç özlemeyeceğim. Her aşkın
ardından yaptığım gibi gözyaşı döküp yasını tutmayacağım. İnadına dik, inadına güçlü olup... Yılmaz! Ara nolur. N’olur bırakma beni. Canım çok acıyor. Ara beni Yılmaz ne olur! Yal varıyorum ara! Ara beni. Ara n’olur... “Özlem H anım , iyi misiniz?” “Evet. Teşekkür ederim.” “Doktor bey sizi görmek istiyor.” “Peki, geliyorum.” Doktorun odasına giden yol karanlık ve fazlasıyla beyazdı. Bu yoldaki her yürüyüşüm bana okulda yaramazlık yaptı ğım da m üdürün odasına götürülen küçük kız çocuğu halimi hatırlatıyordu. Ne olacağını bilmeme korkusuyla yine çaresiz liğimde kaybolm uştum ... Kapıyı açıp içeri girdiğimde doktor bey beni ayakta bekliyordu. “Size bazı haberlerim var Özlem Hanım. Oturun lütfen.” Gösterilen yere oturup gözlerimi yere diktikten sonra, konuş maya başladı. “Rüzgâr Bey’in durumu hakkında kısa bir bilgi vermek istedim. Kendisinin hayati fonksiyonlarında düzelmeler olduğunu daha önce sizinle paylaşmıştım. Fakat şuan herhangi bir gelişme yok. Eğer isterseniz kendisini evine götürebilirsiniz. “Nasıl yani? Onca kablo, hemşire olmadan mı? Ya ani bir atak geçirirse?” “Özlem H anım , sizinle açık konuşacağım. Kendisi çok genç fakat yorgun bir bedene sahip. Verdiğimiz uyarıcı ilaç lardan hiçbir sonuç alamadık. Ve...”
“Ve siz de onu ölüme terk etmeye m i karar verdiniz?” “Ben öyle demek istemedim, bakın yanlış anlıyorsunuz...” “Ben mi yanlış anlıyorum . Ben mi? Şaka yapıyorsunuz de ğil mi? Daha bir gün önce düzeliyor dediniz. Ç ocuk oyun cağı mı bu? O daha gencecik ve yaşayacak. Eğer Tanrı onu yanm a alm ak isteseydi bunu çoktan yapardı. Eğer ölecekse de her günü beş yıldızlı otelle eşdeğer olan bu hastanenin para sını ödediği müddetçe burada o odada kalacak. En iyi şekilde bakılacak. En güzel m uameleyi görecek. En iyi ilaçları kulla nacak ve ne siz ne bir başkası bir daha böyle tatsız bir konu hakkında beni bu lanet odaya çağırm ayacaksınız. Ben bu ko nuşma hiç yaşanm am ış gibi davranacağım . Lütfen sizde bu şekilde davranın. Aksi takdirde başka bir hastaneye şevki için gerekli müdahalelerde bulunabilirim .” “Özür dilerim Özlem H anım . Sizi temin ederim ki bu rada en iyi şekilde bakılacak. İyi akşamlar.” “Size d e ...” Odasına vardığım da Rüzgâr uyuyordu. Yine hiçbir kıpırtı yoktu. Koltuğuma yönelerek çizimlerime daldım . Sabaha ka dar uyan ıktım . Sabaha karşı koltuğum dan kalkıp bahçeye çıktım . Sigaram ı yaktığım an flaşlar patladı. Neye uğradı ğımı şaşırdım. Burnuma dayatılan mikrofonlar ve sorular ara sında şaşkındım. “Bir yakınınız mı Özlem H anım ?” “Sevgiliniz olduğu söyleniyor doğru mu acaba?”
“Sizin için intihar ettiğini duyduk.” “Özlem H anım ?” “Özlem H anım ?” T anrım . Nereden duyduklarını bile bilmiyordum. Bir şey ler söylemeliydim ama ne? Kendimde konuşabilecek gücü bile bulam ıyordum . Kendi adıma bile alışamamışken Rüzgâr ın adının m agazin haberlerinde boy göstereceği endişesi ne kor kunçtu. .. T üm sabrımı ve metanetimi toplayarak konuşmaya karar verdim. “M erhaba Arkadaşlar, hasta yakın bir arkadaşımdır. Ken disi talihsiz bir kaza geçirdi. Şu an maalesef kendinde değil.” “Biz tanıyor muyuz bu arkadaşı?” Derin bir nefes alarak; “Diğer arkadaşlarım ı tanımadığınız gibi şu an hasta olan arkadaşım ı da tanımıyorsunuz arkadaşlar. İlginiz için teşekkür ederim fakat söyleyebileceğim bir şey yok maalesef.” “A rkadaşınız intihar mı etti?” “Nereden çıkarıyorsunuz bunu arkadaşlar. Lütfen, hasta nede birçok hasta ve hasta yakını var.” “Bu arada defileniz çok görkemliydi. İkinci defileniz ne zaman?” M ünasebetsizin sorduğu soruya bak! İçimde yükselen öfke bulutlarını öteleyerek, “şu an arkadaşım için buradayım arka daşlar. İlginiz için tekrar teşekkürler' diyebildim. İçeri girdi ğimde burada olduğumuzu nasıl öğrendiklerine dair en utak bir fikrim yoktu. Hemen Rüzgârın aile dostu olan avukatlarını
aradım . Saat sabahın 5.00’iydi. R üzgâra bir şey olduğunu dü şündüğü için korkuyla konuşan Yavuz Bey’i sakinleştirm em zor olmuştu. R üzgârın iyi olduğunu am a gazetecilerin has tane önünde beklediklerini anlattıktan sonra gelmesini bek lemeye başladım. Kafeteryaya ulaştığında artık halim kalm a m ıştı. Günlerin uykusuzluğu ve yorgunluğunun üzerine bu yaşananlar! Rahatsız bir yerde uyuduğunda gördüğün o ra hatsızlık verici tatsız rüyalara benziyordu. Her şey sabahın 5’ inde takım elbisesi ve kravatıyla gelen Yavuz Bey kadar tra jikom ikti. Çantasını boş sandalyeye koyup ceketinin düşme lerini açtıktan sonra oturdu. “Anlat bakalım şim di” dedi. Bir an karşımda babam varmış gibi hissettim. Onun küçük kızı olabilmeyi, o güçlü ve sevecen kollarda uzun uzun ağlayabilmeyi istedim. “Her-şey tüm ya-şa-nan-lar.. Kekelemekten ve ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Söylediklerim boğuk hıçkırıklar ardında anlaşılmaz hallere bürünüyordu. Bir müddet hıçkırık lar ve gözyaşlarıyla boğuştuktan sonra biraz sakinleşebilmiştim. Güçlü olabilmek için fazlasıyla acı çekiyordum. Hırka mın kolunu iyice uzatıp avuç içlerimi örttükten sonra yeniden konuşmayı denedim. Yavuz Bey beni büyük bir dikkatle din liyordu. Ben olan her şeyi yeni bir ağlama krizine girmemek için hızlıca anlattıktan sonra sustum. Belli ki ölçüp tartıyordu söylediklerimi. Bir nevi muhasebe yapıyordu içinde. Bana sa atler gibi gelen suskunluğunun ardından konuşmaya başladı.
“Ö ncelikle sakin ol. Sen güçlü olmalısın. Şu an Rüzgârın sana ihtiyacı var. Gazetecileri bana bırak. Hastane yönetimiyle konuşup gazetecilerin içeri girmelerine izin vermeyeceğim. Ge rekirse mahkeme emri çıkartırım. Sen şimdi kendini düşün. Oldukça bitkin görünüyorsun. En son ne zaman uyudun?” “H atırlam ıyorum . Uykularım hep rahatsız, kâbus dolu. Yarı uyanık yarı uyur geçiyor burada geceler.” “Şim di beni iyi dinle küçük hanım. Şimdi eve gideceksin.” “A m a ben!” “Sözümü kesme. Güzel bir duş alacaksın, sonra güzelce uyuyacaksın. Yarın davam yok. Sen gelene dek ben burada bekleyeceğim .” “Am a gazeteciler?” “O nları düşünme. Arka kapıdan benim aracımla çıkacak sın. Seni evine götürecek. Yarın da seni alıp yeniden getirecek.” “Am a siz?” “Beni düşünme. Üzerinde çalıştığım dava dosyalarım ya nımda. Buradan çalışırım. Hem hastane yemeklerini de çok methediyorlar.” Çaresizce kabul ettim. Kendimi O nu yeniden terk ediyor muş gibi hissediyordum. Eşyalarımı toplayıp arka kapıya git tim. Yavuz Bey’in şoförü beni bekliyordu. Mercedes marka film cam lı arabasının arkasına bıraktım kendimi. Yorgunluk tan adeta çökmüştüm. Başımı cama yasladım. Gideceğimiz yeri kısaca tarif ettikten sonra camdan gökyüzünü izlemeve
başladım. Nasıl bu hale gelm işti her şey? Ne kadar anlam sız şeylerdi yaşadıklarım . Ne kadar acı verici... Kaçamamak en kötüsiiydü. Eşyalarımı toplayıp farklı bir şehre farklı bir ülkeye kaçamamak! O nun yanında en az onun kadar sessiz, nefessiz beklemek. Uyandığında ne olacak? Ya beni küfürler içinde kovarsa? Ya bırakm ak istemezse? Ya umutlanırsa? Onu yeniden terk edebilecek gücüm var mı? Yok. Bu kez o ne isti yorsa öyle olur. Kendime Yılmaz olmadan bir hayat kurarım. Bir daha Rüzgâr’ı bırakam am , bunu O n a yapam am . Bir kez daha dener ve bu kez başarırsa... Yoo, bunu yapam am . Ya uyanamazsa, hiç uyanamazsa? Kalan ömrünü o yatakta bitir mesini izlemek zorunda kalırsam? Ya organlarını isterlerse? O zaman onun adına ben mi karar vermek zorundayım? Aileden bile değilim . O da benim gibi bağışçı mı? Ya organ bağışına karşıysa? Daha önce bu konuyu hiç konuşmadık çünkü bun ları konuşmak için çok gençtik, çok canlıydık. Kendi nefesi mizi alabilecek kadar canlı ve diriydik. Oysa şimdi O bir has tane yatağında makineler yardım ıyla nefes alıyor, ben O ölürse organlarını ne yapacağım ı düşünüyordum! T anrım yardımcı ol bana ne olur. Bu düşünceleri al aklım dan. Düşün memeyi istiyorum, her şeyi unutmayı. Kilo vermeye karar verdiğim o ana geri dönmek, spor yapmak için başka bir koru seçmek is tiyorum. Ardayla tanışm am ış olmak, Rüzgâr ve Yılm azla... Tüm bunları yaşam am ış olmak, piyangodan ikramiye kazan mamış olmak istiyorum. Keşke zamanda yolculuk mümkün o lsa... Keşke yeni bir hayat şansım daha olsa ve onu da bu
hayatıma yaptığım gibi bombok etmesem. Keşke kendi haya tımı yaşayabilseydim ! Evin önünde durduğum uzda çantamı zorlukla kaldırıp omuzuma taktım . Ayaklarım ı sürükleyerek kaldırımda iler ledim. Eve vardığım da babam gazete almaya çıkıyordu. Her sabah olduğu gibi erkenden uyanmıştı, eski alışkanlık işte. Babamla kısaca konuştuktan sonra beni uyandırmamasını is teyerek odam a gittim . Önce güzel bir duş aldım. Sonra odama gittim. Y atağım ... Benim bir sürü yatak içinden seçtiğim bat tal boy ferforje yatağım . Yılmazla birbirimizin çıplaklığına sı ğındığım ız yatağım . Nasıl yatarım üzerinde Onun kokusu d u ru rk en ... U yu yam am . Geceliğimi üzerime geçirip ıslak saçlarım la yastığım ı alıp kanepeye uzandım. Uykusuzluktan artık gözlerime dikenler batıyordu. Ama gözümü her kapat tığım da zihnim de Rüzgârın hiç görmediğim kazası canlanı yordu. Y astığım a iyice gömülüp gözlerimi sımsıkı kapatıp ko yun saymaya başladım . Bir koyun iki koyun... “Rüzgâr, dur! Lütfen daha yavaş kullan. Emniyet kemerini tak Rüzgâr lüt fen. Rüzgâr, R ü zgaaarr...” Gözümü açtığımda terden sırıl sıklam dım . Rüyam da, kaza anında Rüzgânn yanındaydım. Beni görmüyor, duym uyor gibi kullanıyordu arabayı, Onu durduram ıyordum . Annem çığlıklarım a koşmuştu. Dama ğımı çekip su içirdikten sonra yeniden uyumam için bıraktı beni. Yeniden uykuya daldım . Bu kez Yılmazla beraber git tiğimiz kır kahvesindeydim. Masalardan birinde beni bekli yordu. Yanına gidip masasına oturuyorum ama beni görmü yordu sanki. Sonra başımı yanım a çevirdiğimde Rüzgânn kan .hr
revan içinde bedenini görüyorum. Bana acı acı gülümsüyor. So n ra ikisi de yok oluyor. Sanki onlarla beraber tüm dünya yok oluveriyor. Deniz yok. Her yer alabildiğine kum. Kimse cikler yok. Bir tek ben, yapayalnız. Tüm dünya beni bırakıp gitm işçesine yalnız ve çaresiz. Uyandığım da dayak yemişçesine sersem gibiydim . En az yedi saat uyumuşum. Yeniden duş alıp kıyafetlerim i giyindikten sonra yanım a alacaklarım ı ha zırladım ; O kum ak için kitap, çizimler için defter, temiz çama ş ırla r Penguenim . Annemle vedalaşıp beni bekleyen arabaya gittim . Yeniden arabaya binip başımı gökyüzüne çevirdikten sonra araba hareket etti. Hastanenin önüne gelene dek sanki bir daha göremeyecekmişim gibi gözümü gökyüzünden ala m adım . Sanki hastaneye değil de hapishaneye gidiyormuşum gibi, sanki oradan hiç çıkamayacakmışım g ib i... Hastaneye vardığım ızda hiç gazeteci yoktu. Yavuz Bey söylediklerini yap m ış gibi. Tüm hastanelerde olan o tuhaf aspirinimsi kokunun tüm benliğim e işlediğini hissederek Rüzgârın odasına gittim. Yavuz Bey sessizce çalışıyordu. Rüzgârda hiçbir kıpırtı yoktu. Benim gelmemle hemen yerinden kalkıp bana yer verdi. Yap tıklarını kısaca anlattıktan sonra eşyalarını toplayıp gitti. Yine Rüzgârla baş başa kalmıştık. Hayatımda hiç olmadığım kadar sessizdim onun yanında. Çantamdan penguenimi alıp kane peye uzandım. Yerdeki döşemeleri sayıyordum. Rüzgâr uyu yordu, Yılmaz aramıyordu, içim acıyordu. Haftada bir eve gittiğim sürelerin dışında üç ay boyunca hastanede Rüzgâr ın, vicdan azabımın yanında kaldım. Doktor lardan iyi bir haber alabilmek, yeni bir gelişme için beklemekten m
başka biç bir şey yapamıyordum. Merve uğruyordu arada. Bana gelişmeleri anlatmak bahanesiyle iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. Seda gelip gitmişti. Yılmaz’ı gören ya da duyan yoktu. Nerede olduğunu bilen bir kişi bile yoktu. Te lefonu sürekli kapalıydı artık. Ona ulaşamamak zaten sınırda olan sinirlerimi harap ediyordu. Annemler bile gelmişti defa larca, kimsesiz(I) arkadaşımı ziyarete. Onun için üzülmüş, dua etmiş ve beni aynı soğuk hastane odasında istemeyerek bıra karak dönmüşlerdi. Ben bol kahve ve sigarayla yarı uyur yarı uyanık dolaşıyordum koridorlarda. Artık gazeteciler yoktu, kendilerine yeni haberler bulmuşlardı. Yavuz Bey ihtiyacım olduğunda mutlaka aramamı tembihleyen ziyaretler yapmıştı. Rüzgâr m şirketinden buketler gelmişti. Hemşirelerle arkadaş olmuştum. Farklı doktorlara Rüzgâr’ın hasta dosyasının kop yasını gönderip durumu hakkında farklı bilgiler almaya çalıştı ğım üç ay... Kendimden vazgeçip onun uyanmasını çaresizce, umutsuzca beklediğim üç ay... Onun derin uykudaki yorgun bedeni, hiç uyanmayacakmışçasına buz gibi yatışı... Ölü gibi ama aslında canlı. Biliyorum içinde bir yerlerde beni hissedi yor, uyanmasını beklediğimi biliyor, sadece uyanamıyor. Uy kusu ağır belki ama biliyorum uyanacak. Eminim uyanacak. Hep uyuyacak değil ya uyanacak elbet...
H A S R ET KA RD EŞ
BÖLÜM 7: VEDA (Gitmen gereken zamanı bil!)
Q 2 s v er gece yaptığım gibi Rüzgâr’ı kontrol ettikten sonra
sigara içm ek için bahçeye çıktım. Bankta bir süre oturduk tan sonra odaya döndüm. Işığı yakıp kanepeye yürürken bir den R üzgâr deli gibi titremeye başladı, tüm bedeni titriyordu. Hem en hem şireye seslenip onu sabit tutmaya çalıştım. Hem şire y an ın d a bir sürü doktor ve başka hemşirelerle geri döndü. Beni o dadan çıkardılar. Kapıyı kapatıp onu sakinleştirmeye başladılar. İçeri girm ek istiyordum. Orada olmak, eğer tüm çırpınışı son nefesini vermek içinse elini tutmak istiyordum. H astanede geçirdiğim tüm zaman Onun gidişini izlemek ben den um uda d air her şeyi alıp götürmüştü. Artık içimde sadece onunla vedalaşabilm e düşüncesi vardı. Bolca özür içeren, ger çek bir v e d a ... Hemşire yeniden kapıyı açtığında hemen içeriye atıldım . D oktorlar beni tutam adı. Boğazındaki kesikten solu num cihazın ı çıkarm ışlardı. Hemen yatağın başındaki oksijen m askesini çıkarıp ağzına götürdüm. Bir yandan da doktorlara
bağırıyordum “tüpleri geri takın kendi başına nefes alam az” diye. Lütfen, geri takın! Sesler siliniyordu. Kendi h ıçkırıkla rımdan ve çaresizliğimin maddeleşmiş halinden başka bir şey duymazken onu duydum: “Neden ağlıyorsunuz?” “Rüzgâr? Aman T anrım sen, sen uyandın!” Rüzgâr gözyaşları içindeki halim e anlam sızca bakarken doktorlar beni güçlükle dışarı çıkardılar. Daha önce kavga edip tehditler savuşturduğum, ismini çok sonra öğrendiğim Taner Bey beni bahçeye çıkardı. Her şeyi takdire şayan bir yavaşlık içerisinde yapıyordu. Bana cebinden çıkardığı sigarayı uzattı. Sigarayı güçlükle titreyen dudaklarım ın arasına yerleştirdim. İlk nefesimizi aldıktan sonra sabrımın kalm adığını anladı ve konuşmaya başladı. “Özlem Hanım, Rüzgâr Bey uyandı.” “Evet, farkındayım ve siz benim onun yanında kalm am a izin vermediniz.” “Veremezdik, çünkü bilmeniz gereken şeyler var. A rtık kendi başına nefes alabilecek ancak uyuduğu süre içerisinde beyninde tam ir edilemez bir hasar meydana geldiğini düşünüyoruz. Henüz tetkiklerim iz yeni başlasa da ilk etapta gör düğüm ve sizinle paylaşmak istediğim şey aslın d a...” “Evet, sizi dinliyorum .” “Rüzgâr Bey’de Dissosiyatif amnezi olabilir.” “Anlayabileceğim şekilde lütfen Taner Bey.”
“H aklısınız. Özür dilerim. Dissosiyatif amnezi bir çeşit ha fıza kaybıdır. Ancak yaygın türün dışında bu rahatsızlık; be lirli bir olayın hatırlanamaması, kişinin tüm yaşamını hatırla yamaması veya belirli bir zaman aralığını hatırlayamaması ya
da her şeyi unutması olarak bilinir. Genellikle stresli ve travm atik olaylardan sonra meydana gelir.” “Yani Rüzgâr’ın tüm hafızası silindi mi? Bir daha hatır lam ayacak m ı?” “Kesin konuşmak zor ancak ben tüm hafızasını kaybet tiğine inanm ıyorum . Çünkü kim olduğunu ve sorduğumuz tarihi birkaç bilgiyi doğru şekilde cevaplandırdı. Ancak...” “Ancak ne?” “Sizi gördüğünde hatırlayamamış olması ilginç. Yani bu hafızasının belirli bir zaman aralığını sildiği anlamına gele bilir. A m a söylediğim gibi farazi konuşuyorum şu an, yarın kendisi tam teşekküllü bir muayeneden geçecek. Sizde bu sü reçte kendinizi üzmemeye çalışın lütfen.” “Yani beni unuttuğunu mu söylüyorsunuz?” “Bu olabilir diyorum sadece. En kötüsüne kendinizi ha zırlam alısınız.” “Yeniden hatırlayabilir mi peki?” “Bu konuda net bir şey söylemek çok zor. Yeniden hatırla yabilir de hiçbir zaman hatırlamayabilir de. Bu anılarının yo ğunluğuna ve verdiği acıya bağlıdır. Beyin gizemli bir organdır
Özlem H anım . Kesin cümleler kurm anın imkânsız olduğu bir organ. Bu arada eğer isterseniz kendisini görebilirsiniz.” “Teşekkür ederim. Birazdan yanma gideceğim. İyi akşamlar.” “İyi ak şam lar...” Taner Bey yanım dan kalkıp hastaneye döndüğünde, gece nin karanlığında söyledikleri kulaklarım da çınlam aya başladı. Beni unutm uş olabilir. Bu m üm kün mü gerçekten? M üm kün olabilir mi? Tanrı ona böyle bir hediye vermiş olabilir mi? Peki, ben ne yapm alıyım ? Her şeyimi toplayıp çıkıp gitsem haya tından. Beni bir daha hatırlamazsa mutlu olur mu yeniden? Ya yeniden hatırlar da beni hayatında bulamazsa? Ne yapaca ğım ben şimdi? T anrım bir yol göster ne olur! Ben kendimle konuşurken R üzgârı gördüm. Pencere cam ına yaslanm ış, ol duğum yere bakıyordu. Aynı onu terk edip gittiğim gün gibi. Uzun uzun beni seyrediyordu. Bir anlam vermeye çalıştığı belliydi. Yeniden ona aynı acıları hatırlatabileceğim düşün cesi m idem in buruşmasına sebep oluyordu. Karar verilmişti artık. Rüzgâr’ın hayatından çıkacaktım . Hiç var olm am ışım gibi. Başını çevirdiği bir an içinde koşarak hastaneye girdim. Nefes nefese Taner Bey’in odasına ulaştığım da koltuğuna gö m ülm üş hasta dosyalarını okuyordu. Beni gördüğünde hemen telaşla ayağa kalktı. “Sizinle konuşm alıyım .” “Rüzgâr B eye bir şey mi oldu?” “H ayır. Ama anlatacaklarım oldukça önemli o yüzden sö zümü kesmeden beni dinleyin lü tfen ...”
“B uyurun oturun lütfen.” Bana gösterilen koltuğa oturup Rüzgârla yaşadıklarımızı özel anları içinden çıkarıp anlattım. Taner Bey bazı yerlerde şaşırıp bazı yerlerde beni kınarcasına bakıp hiç konuşmadan beni dinledi. Ben ise bazı yerlerde ağlayarak bazı yerlerde öf kelenerek bir çırpıda her şeyi anlattım. Anlattıklarımın bitti ğini gösteren derin bir nefes aldığımda Taner Bey şaşkındı. “Bütün bunları beni kendinize yakın gördüğünüz için an lattığınızı sanm ıyorum . Doğru değil mi?” “Evet. Rüzgâr benimleyken çok acı çekti ve ben onun ha yatında bir acı kaynağı olarak kalamam artık. O yüzden onun hayatından tam am en çıkmaya karar verdim. Tüm varlığımla hayatından çıkacağım . Sizden ricam lütfen ben hiç olmamı şım gibi davranın.” “A m a bu onun hayatına direkt bir müdahaledir.” “H ayır, kesinlikle değil. Beni hatırlamadığını söylediniz.” “Henüz kesin değil.” “A m a yarın kesinleşecek doğru değil mi?” “Evet.” “Yarın eğer bu durum kesinleştiğinde Rüzgâr hatırlarsa, bugün konuştuklarım ız bizim aramızda kalacak. Ama hatır lamazsa beni unutacaksınız, Rüzgâr gibi. Ben onun hayatında varlığım ı hatırlatacak her şeyi toplayıp gideceğim.” “Özlem H an ım yapm ak istediğiniz bu şeye ben dâhil ola mam.”
“Sizden herhangi bir şeye dâhil olm anızı istemiyorum. Sa dece benden bahsetmemenizi istiyorum ki bu zaten benim en doğal hakkım . Bu konuştuklarım ızın aram ızda kalacağına inanıyorum.” uPeki.” “Teşekkür ederim.” Verdiğim kararın etkisi Taner B eyin odasından çıktığım da hâlâ üzerimdeydi. Rüzgâr’ın odasının önüne gittiğim de uyu duğunu gördüm. Sessizce odaya girip tüm eşyalarım ı aldım . Yatağımı topladım. Kokumun sindiği her şeyi aldım . Topar lanm am bittikten sonra Rüzgâr’ın yanm a gittim . Filmlerde gördüğüm anlardan biriydi. Elim başının üzerinde ona değ meden saçlarını okşuyordu. Ona veda etm eyecektim çünkü biz tanışm ıyorduk U yanm asından korkarak odasından çık tım . Eşyalarımı arabamın bagajına koydum. Yavuz Bey’i ara dım. Kısaca telefonda anlatam ayacak kadar önemli olduğunu söyleyerek onu çağırdım. Her zam anki gibi takım elbisesinin aksine rahat bir pantolon kazak giym işti. Onu ilk defa sivil görüyordum. O da beni ilk kez bu kadar kararlı görüyordu. Gelirken yanında vasiyetini getirmesini istediğim için şaşkındı. Bu kez kafeterya yerine bahçedeki banklara oturduk. Rüzgârın uyandığını ve hafıza kaybının detaylarını anlattım . Bir dakika önce duyduğu haber karşısında çocukça sevinirken bir dakika sonra hafıza kaybını duyduğunda içine çöken acıyla kavruldu ğunu görebiliyordum. A nlatacaklarım henüz bitmemişti. Ta ner Bey e anlattıklarım ı ona da anlattım . Babacan bir tavırla
sonuna dek beni dinledi. Sonra dayanamayarak; Sen onun ai lesi gibisin kızım böyle bir şeyi yapma dedi. Haklıydı, ailesi gibiydim am a daha çok üvey bir anneydim belki. Canını ya kan, kan bağı olmayan bir yabancıydım aslında. Ona zarar veriyordum. Ve buna devam etmemekte kararlıydım. Karar lılığım karşısında Yılmaz Bey’in süngüsü yavaşça düşüyordu. Oysa benim söyleyeceklerim daha bitmemişti. “Beni vasiyetinden çıkarmanızı istiyorum!” “Bunu yapam am .” “Yapabilirsiniz. Yapabileceğinizi biliyorum. Babası onu size emanet etmiş. Ailesinden kalan tek kişi sizsiniz. Bunu birlikte yapacağız. R ü zgân n hayatından çıkmama yardım edeceksi niz. Benim le ilgili tek kelime, bir restoran fişi bile kalmaya cak geride. A rtık O nun acı çekmesini istemiyorum. Lütfen yardım edin bana.” “A m a ya hatırlarsa, o zaman ne olacak?” “Beni bulam ayacak.” “Özlem, kızım yapma lütfen.” “Yavuz Abi, seni ne kadar severim bilirsin. Ama ben ona çok acı verdim. C anını çok yaktım. O benim yüzümden ca nına kıydı. Bunun hesabını nasıl vereceğim ben? Yapamam. Ne olur unutalım birbirimizi. Bak bu şans herkesin başına gelmez. Düşünsene Rüzgâr yepyeni, acısız bir hayata başlaya cak. Yeniden birine âşık olacak. Sonra onunla evlenecek. Tüm
bunları benim hayaletim etrafında dolaşırken yapamaz. Yar dım et bana. Rüzgâr için. “Emin misin peki?” “Eminim. Hiç olmadığım kadar.” “Am a acele etme yarın herşey kesinleşsin. Sonra yeniden konuşacağız.” “Peki.” Yavuz Bey, Rüzgârı gördükten ve bana iyi geceler diledikten sonra gittiğinde tamamen yalnız kalm ıştım . M eğer Rüzgârın uyuyan bedeni bile beni nasıl yaln ızlık tan kurtarıyorm uş. Yalnız başıma bahçeyi turladıktan sonra banklardan birinde uyuya kaldım. Sabah her yerim ağrıyarak başladığım günden hiç umutlu değildim. Yine de lavaboya gidip elim i yüzüm ü yıkadıktan sonra hastane kafeteryasından bitiremeyeceğim bir poğaçayla çay alıp masalardan birine oturdum. Sessizce kahval tım ı ediyordum. Orada ne kadar olduğunu anımsayamadığım bir süre oturduktan sonra bahçeye çıktım . Öğlen güneşinden ağaçlardan birinin altına sığınarak kaçtım. Sırtım ı ağaca verip çimenlerde oturdum. Sigara üzerine sigara içiyordum. Güneş yerini aya bırakırken yorgunluktan bitkin bir halde yerimden kalktım . Ciğercinin önünde bekleyen bir kedi gibiydim. Ses sizce hastaneye girdim. Rüzgâr’ın odasının önünden geçtim, uyuyordu. Taner Bey'in odasına girdim. Yavuz Beyle birlikte beni bekliyorlardı. Geldiğini görmemiştim oysa ki. İçim geç miş olmalı. Yaptığı tetkikleri ve aldığı sonuçları önce bilimsel
ifadeler kullanarak anlattı. Hiçbir şey anlamadığımızı fark et mesi için yüzüne uzun süre boş boş bakmamız gerekti. “Sanırım daha açık konuşmalıyım.” “Lütfen.” Konuşan Yavuz Bey’di. O da en az benim kadar heyecan lıydı. Ellerini birbirine o kadar sıkı kenetlemişti ki parmakla rının kıvrım ları bembeyaz olmuştu. Biz; bir avukat, bir dok tor ve bir kadın bembeyaz duvarları olan bir oda da oturmuş Rüzgâr’ın hayatına nasıl devam edeceğine karar veren bir grup zavallıydık. “Rüzgâr Bey, oldukça uzun bir zaman uyudu ve bu süre boyunca herhangi bir kriz geçirmemesi için beynini dinlendi rici ilaçlar verdik. Geçirdiği travma ve aldığı ilaçlardan oldu ğunu düşündüğümüz bir hafıza kaybı yaşıyor. Hayatına dair hatırladığı son anı babasının kaybı”. “Ben? Beni de mi hatırlıyor yoksa?” “H ayır. Sanki sizinle yaşadığı tüm anılar silinmiş gibi. H ayatı hakkında konuşurken sürekli boşluklara yakalanıyor. Mesela babasının ölümünde çok acı çektiğini ama hiç yalnız olm adığını söylüyor. Ama yanında kim olduğunu sorduğu muzda yanıt veremiyor. Ya da İtalya’ya neden gittiğini hatır lamıyor. Bir turist grubu gördüğünü ve ilgisini çektiğini söy lüyor am a sizi gördüğünü hatırlamıyor. Kısacası hayatındaki tüm varlığınız uçup gitmiş gibi. Anılarından silinmişsiniz. “Hatırlam ası mümkün değil mi?”
“Bu, cevabı olan bir soru değil maalesef Yavuz Bey. Yarın da hatırlayabilir. Hayatının sonuna dek hatırlamayabilir de. Belki vüzünü hatırlar ama kim olduğunu hatırlayamaz. Belki kim olduğunu hatırlar ama simasını bir türlü gözünün önüne geti remez. Yani kısacası net konuşamayacağımız bir durumdayız.” “Peki o halde, dün konuştuğumuz konuda netleşelim. Ta ner Bey?” “Tamam. Hastanedeki çalışanlarla konuşup sizin h akkı nızda hiçbir şekilde konuşm amalarını sağlayacağım. Kayıtlar daki refakatçi bilgileriniz de kaldırılacak.” “Yavuz Bey?” “Özlem!” “Lütfen.” “Peki, nasıl istiyorsan öyle olsun. Vasiyeti yeniden düzen leyeceğim. Senin ismin hiçbir evrakta geçmeyecek.” “Ben de evine gidip, beraber aldığım ız her şeyi, bana dair sakladığı her şeyi alacağım . Beni hatırlatacak hiç bir şey kal mayacak. Sonra da ofisine bakarız olur mu Yavuz Bey?” “O lur kızım .” “Peki şimdi ben evine gidiyorum. İşim bitince anahtar ları veririm sana.” “Tam am .” Herkes kendisine verilen görevi istemsizce benimsemişti. Yapacak bir şey yoktu. Hastaneden çıkıp arabam a yürür ken ellerim titriyordu. Hayatından tamamen çıkm ak acımı
dindirem iyordu. Bir insan beyninin bunu nasıl yapabildiğini anlayam ıyordum . M üm kün olamayacak kadar ütopikti be nim için. M an tık lı yanım unutulmanın acısını bastırabilmek için güçlü bir savaş veriyordu içimde. Arabamı Avrupa yaka sına doğru sürdüm. Yaklaşık bir saat süren yolculuk sitenin kapısında son buldu. Her zamanki gibi sessizce içeri girdim. Kapıcı bile beni bir kez olsun görmemişti. Asansöre binip çatı katına çıktım . Anahtarı beceriksizce kapı deliğine sokup sağa sola çevirip kilitleri birer birer açmaya başladım. Kapı açıldı ğında uzun zam andır ziyaret edilmeyen ev, tüm havasızlığını dışarı bıraktı. İçeri girip önce ışığı sonra da tüm camları aç tım , m utfağı topladım. Sonra evde tedirgince gezmeye baş ladım . Önce yatak odasına gidip dolaptan anılarımızı topla dığı kutuyu çıkardım , içinde beraber yediğimiz yemeğin fişi bile vardı. İtalya da çektiği fotoğraflar, onun evinde unuttu ğumu o an fark ettiğim şirinler tişörtüm, çoraplarım... Kısa cık zam anda toplanmış bir kutu dolusu anı! Kutuyu mutfak tan aldığım bir torbanın içine boşalttım ve sonra yerine geri koydum. Dolabını açıp kalmış bir eşyam var mı onlara bak tım. Yatağın başucundaki fotoğrafımızı çerçevemizle birlikte aldım . Sonra banyoya geçip unuttuğum diş fırçamı ve duş jelim i aldım . Kirli sepetine baktım. Misafir odasına hiç girme miştim ama orayı da kontrol ettikten sonra salona döndüm. M utfağı dolanıp en sevdiğim kupamı, uğurlu olduğuna inan dığım buzdolabı süslerimi aldım. Dolabın üzerinde iz yapmış lardı. İzler silinene dek hırpalarcasına diledim. Dolabın içinde benim için alınm ış bir şey olmadığından emin olup tab ıu
döndüm. O an gelmişti. Sona bıraktığım, önünden geçerken göz göze gelmekten dahi korktuğum tablomuz. Yerinden in dirdiğim de duvarda yarattığı eskimiş izi fark ettim. Asalı iz bırakacak kadar çok zaman olmuş muydu? Yerine asacak bir şeyler aradım. Resmi çerçeveden çıkardım, poşete tıkıştırdım . Babasıyla fotoğrafları olan albümden bir fotoğraf aldım. En yakın fotoğrafçıya gittim. Çerçeveyle aynı boyuta getirmesini istedim. Yarım saat sonra fotoğrafı verdiler. Eve döndüm, fo toğrafı çerçeveye yerleştirdim, yerine astım. Küçük Rüzgâr ba basının kucağındaydı işte. Kanepenin üzerinde dağınık bir şe kilde duran battaniyeyi katladım. Yastıkları düzelttim. Benden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Camları kapattım, ışığı söndür düm. Anahtarım ı kapının deliğine yerleştirdim ve sağa sola çevirerek yeniden kapıyı kilitledim. Asansöre binip kimseye görünmeden arabama geçtim. Topladıklarımı bagaja yerleştir dikten sonra arabamı çalıştırıp hızla geldiğim yöne, hastaneye sürdüm. Rüzgâr her şeyden habersiz uyuyordu. Bense bir hır sız gibi onun hayatından anı çalıyordum. Uyurken onu izle menin verdiği huzurla uzun bir süre onu izledim. Sonra ara bama gidip uyudum. Sabah Yavuz Bey bana ofisten topladığı birkaç eşyayı getirdi. Getirdiklerinin arasında benim çerçeveli bir fotoğrafım vardı, masasında babasının fotoğrafının yanında duruyormuş. Benim ona hediye ettiğim şiir kitabı da vardı getirdiklerinin arasında. Babası öldüğünde O na hediye etti ğimi hatırlıyorum. O uyurken markete çıkmıştım, gözüm ki tapçıya takılm ıştı. Okuyacak bir şeyler almak için girdiğimde kitabı görmüştüm. En sevdiğim şairlerden biriydi Can Yücel.
“Bir siyasinin şiirleri” benim okuduğum ilk şiir kitabıydı. Ba şucu kitabım ı rafta gördüğümde kendime kitap almayı unu tacak kadar heyecanlanmıştım. Kasada ödemesini yaptıktan sonra yanında hediye verilen ayracı 31. Sayfanın arasına koy muştum. Bu şiiri okumalıydı. İlk sayfasına yazdıklarımı gö rünce bir an içim ezildi.
“Şiirin , sağı solu olmaz. Şiir vatansızdır. Yazana değil okuyana aittir. O yüzden bu kitabı hep kendine yakın yerlerde taşı. Emin ol, sana iyi gelecek. Yalnız olmadığını hatırlayacak sın her okuduğunda... ” Özlem
Kitabı kapatıp isteksizce poşetime koydum. Oysa ona iyi gelecekti, biliyordum. Yavuz Bey beni vasiyetten çıkardığını ve bana dair herhangi bir iz kalmadığını söyledi. İçim rahatlam alıydı am a ben acı çekiyordum. Acımı her zaman yaptı ğım gibi derinlere, gözyaşlarımı sakladığım yere iteledim. Bana verdiği eşyaları arabama yerleştirip Rüzgârın evinin anahta rını ona verdim. Bir süre birbirimize sarıldık. Gözyaşlarını kendisine akacak yer arıyordu. Metanetli görünmek için ne büyük mücadele vermiştim. Oysa Yavuz Abi’yi ne kadar öz leyecektim. Tavsiyelerine, sakinliğine, güçlü duruşuna, baba can tavrına ne kadar alışmıştım. Kendimi ondan kopararak kısa bir an arkam ı döndüm. Hızlıca birkaç damla gözyaşını yanaklarım a döktüm. Titreyen sesimle “Ona iyi bak” dedim.
"babasına baktığın kadar iyi b ak!” O na döndüğüm de daha iyiydim . Kısa süreli de olsa ağlam ak iyi gelm işti. G itm ek için yeniden döndüğüm de sesiyle irkildim . “V edalaşm ayacak m ısın?” “Efendim?” “Rüzgârla vedalaşm adan m ı gideceksin?” “Biz hiç karşılaşm adık ki. Nasıl vedalaşalım ?” Gözlerimden sicim gibi boşalan yaşlar ve h ıçk ırıklarım la arabam a atlayıp hastaneden ayrıldım . Bir daha onu görmeye cektim . A rtık kendi hayatım ı yaşayacaktım . Her şeyden uzak tek başım a. Yolda durup tüm topladıklarım ı çöpe attım . En çok şiir kitabı gücüm e gitti. A m a tek bir satırı bile eve götürseydim bir daha çıkaram azdım . Çöp kam yonu gelip alana dek başında bekledim an ılarım ızın . Sonra evime gittim , kendim i çöpe atam am am ın verdiği acı eşliğinde... U yu m ak öyle zorlu bir ihtiyaçtı ki. Gözlerim kapanıyordu am a uyuyam ıyordum . Yatağım , yastığım Yılm az kokuyordu. Yılmaz yoktu. Rüzgâr yapabileceği en harika şeyi yapıp beni öylece unutm uştu. Ar tık yeniden başlam am gerekiyordu. R üzgârın beni unuttuğu gibi ben de onu unutacaktım bu gece ve yarın onu tanım aya rak uyanıp hayatım a kaldığım yerden, Yılmaz’dan devam ede cektim . O nu bulup neler olduğunu anlayacaktım . Bana ver mesi gereken cevaplar vardı. Yarın ilk iş onu bulacağım . Biraz uyuduktan sonra...
B Ö LÜ M 8^D İRE N İŞ
(Asla Vazgeçme!)
HASRET K A R P E Ş
OC yandığım da herşey daha netti. Ilık bir duş aldım. Ai lemle beraber güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra üzerimi de ğiştirdim . Arabama binip gazeteye gittim. İçeri girmek için
büyük cam kapıyı geçtim. Güvenlik beni durdurduğunda şok içindeydim. İçeri girmem yasaktı! Kendimi tanıtm ak için ver diğim tüm mücadeleye rağmen içeri girmeme izin vermiyor lardı. Bir hışım dışarı çıktım. Yılmaz’m telefonu artık açıktı. Sürekli O’nu arıyordum, her sesli mesaja düştüğünde yeniden arıyordum. Sonra arabama binip oradan aramaya devam et tim . Her seferinde sonuna dek çalıyor ama telefon hiç açılm ı yordu. Bütün günü onu arayarak geçirdim. Telefonunu açmasa bile elbet evine gidecekti. Evinin yerini bilmediğimden ben de gazetenin kapısında onu beklemeye başladım. Kapı dan çıktığında saat 7.00 ye geliyordu. Hava kararm ıştı. M o torunu park ettiği kaldırım a gidişini izledim. T üm uzuvları yerindeydi. Korkunç bir kaza geçirmemişti, sakatlanm am ıştı,
iyi görünüyordu. Saklandığım arabamın içinde motora binip, motoru çalıştırışını izledim. Sonra caddeye çıkıp biraz ilerle dikten sonra arabamı çalıştırdım . Filmlerdeki gibi farlarım ı yakm adan peşine takıldım . Arabaların arasından adeta kaya rak ilerliyordu. Ben trafikle mücadele ederek onu bir süre ta kip ettim. Sonra sahilde park etti. Ben de yolun karşısına park edip onu beklemeye başladım. O motorundan inmiş bir köfte arabasından ekm ek arası köfte alıyordu. A cıktığım ı o an anla dım . A çlıktan karnım gurulduyordu. Sesi bastırm ak için m i demi ovuşturdum, bir sigara içtim. Arabada yiyecek bir şey olm am asından nefret ediyordum. Sigarayı atm ak için arala dığım cam dan içeriye köfte kokusu doldu. İyice acıkm ıştım . Karşısına şimdi çıkam azdım . Niyetini anlam adan olmazdı. Köftesini ve ayranını alıp kocaman vücudunu kaldırım daki küçük tabureye sığdırmaya çalışmasını izledim. Yanında ol m ak için neler vermezdim. Denize yüzümüzü dönüp sıcacık bir köfte ekmek yemeyi ne denli isterdim. Düşüncelerim yü zünden karnım iyice guruldamaya başlamıştı. Geçerli bir se bebi olm alıydı. O an aklım a onu aramak geldi. C am ı kapatıp köfte kokusunun geçmesini bekledikten sonra numarasını tuşladım, telefonunu cebinden çıkardı, ekranına baktı ve masanın üzerine geri koydu. Beni görmezden geliyordu. Açlığım yüzün den doğru dürüst düşünemiyordum. Kararlı adım larla araba dan indim. Koşarak yolun karşısına geçtim, köfte arabası beni çağırıyordu. Cebimden çıkardığım paraları tezgâhına bıraka rak köfteciye siparişimi verdim, dönerken alacağım ı söyledim.
Hızlı adımlarla Yılmaz’ın oturduğu masaya yürüdüm. Bir süre yanında ayakta dikildim. “Köfte kokusuna dayanamayacağını biliyordum.” “Ne?” “iyi dayandın ama. Ben olsam senin kadar uzun süre o arabada kalamazdım. Sipariş vermemi ister misin?” “Şaka mı yapıyorsun sen?” “Beni izlediğini anlamayacak mıydım sandın? Ben gaze teciyim. Farlarını söndürmen plakasını ve markasını bildiğim arabanı tanımamı engelleyemez.” “Seni takip etmiyordum!” “Peki ne yapıyordun Özlem?” “Köfte almaya geldim ben.” “Köprüyü bu yüzden geçtin yani.” “Evet.” “Köfte için?” “Evet köfte için.” “Benimle konuşmak istemiyorsun yani?” “Hayır, köfteyle konuşmak istiyorum.” “Köfteyle mi?” “Evet, yani hayır. Sen ne budala ne kötü kalpli ne umur samaz bir adamsın ya!” “Biraz önce bağırıyordun, şimdi de hakaret ediyorsun bana farkındaysan.”
“Evet, farkındayım . Buraya lanet olası köfte arabası için gelm ed iğim i biliyorsun. Buraya bazı cevaplar almaya geldim ve sen bu gece bana o cevapları vereceksin.” “Bende senin sorularının cevapları yok!” “Yok m u?” Ş aşkın lık içerisinde yüzüne bakakalmıştım, söyleyecek sö züm yoktu. O da köftesine dönmüş, sakince yiyordu. Lokma sını insanı sinir eden bir yavaşlıkla, ağır ağır çiğniyordu. Beni görmezden geliyordu, rahattı. Her zamankinden daha rahat, sakin, huzurlu, cevapları olmayan bir adamın mutluluğuyla köftesini yiyordu. Bu huzuru bende bir şeyler devirme hissi uyandırıyordu. Sağım da solumda sadece minyatür tahta ma salar ve hasır tabureler vardı. Gözüme kestirdiğim bir tabu reye doğru tam hamle yapacakken elinde siparişlerimle köf teci geldi. Köftemi ve ayranım ı alıp ben de deniz kenarına gittim . Ayaklarım ı denize uzatacak şekilde oturup ayranımı çalkalam aya başladım. Sonra köftemden iştahla bir ısırık al dım . Izgaranın kokusu, baharatların tadı birbirine karışmıştı. Köfte neredeydi, hangi parçası ekmek hangi parçası gazete kâğıdıydı anlam adan ne bulduysam sinirle çiğneyip yutuyor dum . Üzerimde fırtınadan önce ortalığı kaplayan sessizlik lerden birisi vardı. Ona arkam dönüktü. Ne yaptığını merak ediyordum ama arkama bakmak yerine köftemi yedim. Son lokmam boğazımdan aşağıya kaydıktan sonra bir sigara yak tım . Köfteci çöpümü alıp, taze demlenmiş çay getirdiğinde göz ucuyla Yılmaza baktım. Hâlâ orada, bıraktığım yerdeydi.
Aynı yavaşlıkla sigarasını içiyordu. Ben de denize doğru dö nüp sigaramdan uzun nefesler çektim. Bu oluyordu işte. Ar dayla yaşadığım başarısız başlangıç, Rüzgârla yaşadığım saf aşk ve Yılmazla yaşadığım tutku. Hepsi beni terk ediyordu. Ama tutkum aynı noktada duruyordu. Bana söyledikleri adeta kulağımda çınlıyordu. Benimleyken hiç ağlaman gerekmeyecek. Hep çok eğleneceğiz seninle. Bir daha üzülmeyeceksin... Bu ka dar kaba bir pisliğe dönüşmüş olamazdı. Üzerine oturduğum taş yüzünden popom uyuşmuştu. Rahatsızca yerimde kıpır dandım. Ama ilk giden ben olmayacaktım. Gereksiz inadımın beni adrenalin salgılayarak ısıtmasını umarak oturduğum yere iyice sindim. Yılmaz halime acımış olmalı ki oturduğu yerde hiçbir kıpırdanma belirtisi göstermeden “çocuğun olmayacak!” diye bağırdı. Bana söylediği tek söz buydu. Çocuğun olma yacak! Çocuğum taşta oturduğum için değil gerçek bir erkek bulamadığımdan olmayacaktı. Taşa kusur bulmak batıl bir inançtan başka bir şey değildi. Belki tıbbi bir yanı vardı ama şu an o kısmı öfkemi yatıştırmaya yetmiyordu. Ben de ses sizce aynı yerde oturmaya devam ettim. Sonra bir tabureyi ya nıma bırakıp yerine geri döndüğünü gördüm. O tabureyi alıp denize fırlatmak için karşı konulamaz bir istek uyandı içimde ama ben onun yerine bir sigara daha yaktım. “Çok inatçısın!” Sesi kızgın geliyordu ama umurumda değildi. Varlığımı inkâr ettiği saatler boyunca kendimi onun yokluğuna hazır lıyordum. Birazdan kalkıp arabama binecektim. Mağazadaki
bütün işleri Merve ye bırakmıştım, Ona destek olacaktım. Ken dime bir maymun alıp adını milyon koyacaktım. Omuzumda gezdirecektim onu. Onunla uyuyacaktım . Piyano öğrenebilir dim aslında. Hep çalmayı istemiştim. Şimdi piyano alacak pa ram da vardı. Belki de keman. Hem keman hem piyano çal mayı öğrenebilirdim. Sinemaya gidebilirdim, hem vizyona yeni film ler gelmiştir. Ya da hayatımı yazabilirdim. Belki de resim kursuna giderdim. Ressam olmak için hâlâ gençtim. Keşfedil memiş bir yeteneğim olabilirdi. Yılmazla sevişebilirdim ... Ha yır, Yılmazla sevişmek yok, Yılmaz yok. Yılmazla sevişmek dı şında kalanların hepsini sırayla yapacağım. Şimdi kalkıp, onun yanından geçip arabama bineceğim. Yeni bir başlangıç, güzel olacak. Tabi kalkabilirsem ... Uzun süre oturduğum için ba caklarım uyuşmuştu. Ellerimle bacaklarımı ovaladıktan sonra kalkacaktım . Biraz daha ovalarsam düzelebilir ve kalkıp bu radan gidebilirdim. Zamanı gelmişti artık. Yerimden usulca kalktım . Başımı dik tutmaya çalışarak onun oturduğu yere baktım , boştu, gitmişti. Benden önce kalkıp gitm işti. Öfkem kendisini tazelemişti. Hızlı adım larla kaldırım dan ilerledim. A rabam a binmek için karşıdan karşıya geçtim. Arabamın ya nında duruyordu. Beni bekliyordu. Yanından geçip arabamın kapısını açtım . Tam kapatacakken kapıyı tuttu. “İn arabadan.” “İnmeyeceğim.” “Hayır, ineceksin ve benimle geleceksin.”
“Seninle hiçbir yere gelmeyeceğim ve o lanet motora bir daha binmeyeceğim.” “Peki, kay kenara.” “Hayır.” “Özlem beni kızdırma. Kay kenara dedim sana!” Ne yapacağımı bilemeden kenara kaydım. Sürücü koltu ğuna geçti. Benim arabamı kullanıyordu. Arabayı park ettiğim yerden çıkardı ve tek kelime etmeden sürmeye başladı. Şehir den çıkacağımızı fark ettiğimde arabayı durdurmasını söyle dim ama beni dinlemiyordu. Müziği açıp şarkı mırıldanmaya başladı. Kaçırılıyordum! “Annemler beni merak eder.” “Mesaj attım annene Merve’yle biraz uzaklaşacağınıza dair bir şeyler yazdım.” “Sen, ne zaman?” Telefonumu ararken elinde tuttuğunu fark ettim. Ne za man aldığını bile anlamamıştım. Korkuyla tutku arasında ince bir çizgideydim. Bu adamı ne kadar tanıyordum. Beni nereye götürüyordu? Delirecektim. “Durdur yoksa atlarım.” “Çok film izliyorsunuz küçük hanım.” “Yılmaz ben ciddiyim.” “Ben de. Kapılar kilitli ve sen yerinden bile kıpırdayamaz sın. Bu yüzden sakince yolun tadını çıkar.”
Şaka yapıyor olmalıydı. Kapıyı açmaya çalıştığımda onun şaka yapm adığını anladım. Tutkum yerini korkuya ve derin bir meraka bıraktı. Sessizce koltuğuma gömülüp yüzümü yola çevirdim. Benim sakinleşmem onun da sakinleşmesini sağla m ıştı. M üziğin sesini kıstı ama hâlâ konuşmuyordu. Ben de sustum . Yaklaşık 1,5 saat sonra durdu. Yarı neşeli bir sesle “işte geldik” dedi. Başımı kaldırdığım da yazlıklarında oldu ğum uzu gördüm. “A rtık arabadan inebilirsin.” “İnmeyeceğim.” “Çok inatçısın.” “İnatçı değilim . Beni gecenin bu saatinde buraya getir meye hakkın yok ve ben bir cevap almadan bir adım dahi at m ayacağım .” “Sen ve senin hiç bitmeyen cevap arayışın! Peki, sen de adım atmazsın.” Anahtarları alıp arabadan indi. Ne yaptığını anlamaya ça lışıyordum. Benim olduğum tarafa geçti, kapıyı açtı, emniyet kemerimi çözdü. Sonra beni omzuna aldı. Filmlerdeki kaçırma sahneleri gibiydi. Bu sahneyi her gördüğümde kadın karak terlerin ne kadar aptal olduğunu düşünür kurtulam adıklarına hayıflanırdım . Oysa şu an onun omzundaydım ve o diz ka paklarım ın arkasından beni o kadar sıkı kavramıştı ki kıpırdayamıyordum. Beni indirmeden kapıyı açıp içeri girmemizi sağladı. Artık ona direnmiyordum. Başından beri neden diren diğim i de anlayamıyordum zaten. Beni kanepeye bıraktığında
sessizdim. Ayakkabılarımı çıkarıp, bacaklarımı göğsüme kadar çekip oturdum. Şöminenin karşısındaydım, Onunla seviştiği miz yerin karşısında. O şömineyi yakarken, çay demlerken de gözlerimi bir an olsun şömineden alamadım. Neler olacağını düşünüyordum. Bana vereceği hangi cevap ona umutsuzca ulaşmaya çalıştığım zamanı telafi edebilirdi. Sessizce olacak ları beklerken o elinde çay dolu fincanlarla geri döndü. Hâlâ konuşmuyordu. Ben de uzattığı fincanı alıp masanın üzerine koydum ve yeniden sessizliğime gömüldüm. Uzunca bir süre sessizce oturduk. Sonrasında yorucu bir gece olduğunu ve din lenmemiz gerektiğini söyledi. Ben onun odasında uyuyabilir mişim. O da burada kanepede yatacakmış. Yani bu gece ko nuşulmayacaktı. “Burada kalmayacağım!” “Evet, burada kalacaksın.” “Konuşmamız gerek.” “Hayır, aksine uyumalıyız.” “Hayır uyumayacağız. Beni neden buraya getirdin?” “Bu gece sana verebileceğim herhangi bir cevap yok. Bü tün gece denesen de farklı tek bir kelime duymayacaksın ben den. Kapılar ve pencereler kilitli. Kaçmaya çalışma diye söy lüyorum.” “Telefonum nerede?” “Bende ve sana vermeyeceğim ” “Neden?” H ASR ET KA R P EŞ
“U yu artık.” “U yum ak istemiyorum.” “O zaman sen de beni uyurken izlersin.” “Seni izlemeyeceğim.” “H ıh ...” Bu da neyin nesiydi şimdi? Uyurken onu izlemeyecektim ve uyum ak ta istemiyordum. Duymam gereken cevaplar vardı. Am a o bana aldırış etmeden kanepeye yayıldı. Kalkmak zo runda kaldım . Battaniyenin altına girdi. Ben de şöminenin ya nındaki tekli koltuğa oturdum. O bir bebek gibi uyurken tüm bunların ne anlam a geldiğini düşünüyordum. Ama bir ceva bım yoktu. Şömine sönmeye başladığında üşüdüğümü hisset tim . Etrafıma bakınıp bir battaniye aradım. Bulamayınca gö nülsüzce üst kata çıktım . Burada büyük bir yatak odası, bir m isafir odası ve banyo vardı. Neden kanepede yatıyordu ki? Oysa fazladan yatak vardı. Tabi ya, ben kaçmaya çalışmayayım diye. Sanki kaçamazmışım gibi, ya da kaçmak istiyormuşum g ib i... M adem buraya kadar geldim konuşmadan gitmeyece ğim ve o bunu yaptığına pişman olacak! Şimdi uyuyup din lenm eliyim . Tabi önce pijama bulmalıyım. Dolapları kurca larken bir kadın geceliği buldum. Hemen üzerime geçirdim. Benim için çok büyük, uzun kollu, üzerinde gipürleri olan be yaz bir gecelikti. Annesinin olmalıydı. Yorganı kaldırıp yatağın içine girdim . Çabucak uykuya daldım. Yatak öyle sıcaktı k i... Sabah olduğunu Yılmaz’ın mutfakta çıkardığı seslerden an lad ım . Gün aydınlanm ıştı. Saat takm a alışkanlığım ve
telefonum olmadığından saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Ben de yataktan çabucak kalkıp yatağı düzelttim. Geceliği al dığım dolaptan geceliğin takımı olduğunu belli eden gipürlü bir sabahlık aldım. Ayağıma çoraplarımı geçirip saçımı top ladım. Aşağı kata indiğimde kahvaltı sofrası hazır, beni bek liyordu. Merdivenlerden inerken Yılmaz başını kaldırıp bana baktı ve gülmeye başladı. Delice kahkahalar atıyordu. Soran gözlerle ona baktığımı gördüğünde “annemin geceliği sana pek yakışmış” dedi. “Giyecek başka bir şeyim olmadığı için mecburen dolapları karıştırdım. Ben öyle günlük kıyafetlerle yatamam.” “Ben çıplak yatarsın diye düşünmüştüm.” “Rüyanda görürsün ancak.” “Görmediğimi nereden biliyorsun?” Tanrım, beni çıplak mı hayal ediyordu. Bu çok utanç veri ciydi. Yüzümün alevlendiğin: hissettim. Bu hem sinir bozucu hem tahrik ediciydi. Bozuntuya vermeden kahvaltı masasına oturdum. Kendime çay doldurdum. Okuduğu gazetenin ma gazin ekini aldım ve sessizce kahvaltımı etmeye başladım. En az onun kadar umursamaz göründüğümden emindim. Çayımı doldururken kendi bardağını uzattı. Ben de uzattığı bardağı doldurdum. Yeniden kahvaltıma ve gazeteme döndüm. Kah valtım bittikten sonra masayı topladım. O odun kırmak için dışarı çıktı. Mutfağı toplarken birden duyduğum balta sesiyle irkildim. Onu çıplak ve terli bir şekilde odun kırarken ha yal etmekten kendimi alamıyordum. Karın kaslarının baltayı
her kaldırışında gerilişi ve oduna vururken ki eğilişini gözü mün önünden silemiyordum. içimdeki dürtüye dayanamaya rak perdenin arkasından onu izlemeye başladım. Hava soğuk olduğu için üzerinde montu vardı ama yine de oldukça seksi görünüyordu. O kadar dalmışım ki bana el salladığında neye uğradığım ı şaşırdım. Hemen mutfağa döndüm. İşimi olabil diğince yavaşlatarak onun görüntüsünü gözümün önünden sil meye çalıştım. Yılmaz odunlarla içeri girdiğinde hâlâ kırmı zıydım. Ellerimi havluyla kuruladım. Derin bir nefes aldım. Ona döndüğümde odunları yerleştirmek için eğilmişti. Montunu çıkarmış yeşil oduncu gömleği yukarı sıyrılmıştı. Onun kalçalarına bakıyordum! Evet, yaptığım buydu. Onun kalça larını izliyordum. Bir an yaptığımdan derin bir utanç duya rak “benim duş almam gerek” dedim. “Banyonun yerini bili yorsun sanırım” diyerek yanıt verdi. Elbette banyonun yerini biliyordum. Bilmediğim temiz çamaşırlarımın yeriydi. Sonra aklım a arabanın bagajında duran kıyafetlerim geldi. Her za man arabamın bagajında temiz birkaç parça kıyafetim olurdu. “Arabamın bagajında kıyafetlerim var eğer alabilirsem duş alabilirim .” “Yani arabana gitmek istiyorsun.” “Evet.” “Rüyanda görürsün ancak.” “Tanrım ! Saçmalama lütfen annenin geceliğiyle kaçacak halim yok.” “Peki, ben getiririm o zaman.”
“Of. Tamam.” Arabama gidişini ve bagajımdan ilk yardım çantası olarak gördüğüm kıyafetlerimi getirişini izledim. Küçük valizimi bana verdikten sonra yeniden odunları yerleştirmeye devam etti. “Havlular banyo dolabının ikinci rafında.” “Kendim bulabilirim!” “Öyle olsun. Bir şeye ihtiyacın olursa beni çağırabilirsin.” “Ah tabi...” Banyoya girdiğimde havluları söylediği yerde buldum. Ka pıyı kilitledim. Musluğu açıp suyun ısınmasını beklerken so yundum. Su sıcak ve rahatlatıcıydı. Onun şampuanıyla saçımı ve tüm vücudumu yıkadım. Havluma sarınıp çıktığımda tüm gerginliklerimden kurtulmuştum. Küçük çantamın içinde te miz iç çamaşırları, pantolon, tişört ve kazakların yanı sıra ye dek çorap, diş fırçası ve tarak vardı. Saçlarımı tarayıp havluya sardıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Saçlarımı kurutmadan giyinmekten nefret ettiğimden kurutma makinesi aradım . Ama görünürlerde yoktu. Tüm dolapları kurcaladıktan sonra pes edip Yılmaz’ı çağırdım. “Bana ihtiyacın olacağını biliyor dum” diyerek banyoya geldi. “Pardon Bay Ukala! Saç kurutma makinesini bulamadım.” “Küçük ilk yardım çantanızda olacağını sanıyordum.” “Çamaşır makinesini koyduğumdan yer kalmayınca çıkar dım, bilseydim çıkarmazdım.” “Kim ukala acaba?”
“Saç kurutma makinen var mı?” “Evet.” “Verir misin lütfen?” “Sen böyle ıslak havluya sarılıyken mi?” “Döpiyes mi giymemi isterdin?” “Beni tahrik etmeye çalışm aktan hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?” “Seni tahrik etmeye çalışmıyorum. Ver şu lanet olasıca ku rutma m akinesini artık. Üşüdüm.” Lavabonun altındaki dolaba eğilip dolabı kurcaladıktan sonra bana kurutm a makinesini uzattı. Oraya bakm ak hiç ak lım a gelmemişti. Bir insan neden saç kurutm a makinesini de terjanların arkasına koyar ki zaten? Ayağa kalktığında daracık banyoda vücutlarım ız birbirine değiyordu. Onu hissediyor dum. Nefes alışlarım ız değişmişti. Banyo aynası şimdi bizim soluklarımız yüzünden buhar içindeydi. Ona dokunmamak için kendim i zor tutuyordum. Yine aynı şeyi yapıyordu bana. Gözlerinin şehvetle alevlendiğini gördüm. Yaşanan onca şey den sonra bunu yapmayacaktım. Düşüncelerimi duymuş gibi banyodan çıkm ak için arkasını döndü. “Beni tahrik etmek istiyorsan daha çok çalışmalısın kü çük hanım .” “U kala!” Kapıyı arkasından kapatıp nefesimi bıraktım. Bana ne ya pıyordu böyle? Saç kurutm a makinesini prize takıp saçlarımı
kuruttum. Sonra üzerimi giyindim. Havluyu kirli sepetine atıp eşyalarımı çantama geri koydum. Yatak odasına gidip ilkyar dım çantamı bıraktım. Aşağıya indiğimde şömine yanıyordu. Eline bir kitap almış okuyor gibi yapıyordu. Ama okumadı ğından emindim. Ben de kitaplığın olduğu bölüme gidip ki taplara göz attım. Tess Geritsen’ın daha önce okumadığım ki taplarından birini aldım. O’da en sevdiğim yazarı okuyordu. Kendimi gülümsemekten alamadım, kitapla beraber tekli kol tuğa gittim. Ayaklarımı altıma alıp büyük bir dikkatle ki tabı okumaya başladım. Geritsen, polisiye gerilim yazarıydı. Kitaplarında kan, dehşet ve korku olurdu. Ben kaçırılm ış tım ve şu an böyle bir kitap okumam oldukça ironikti. Zih nimi tamamen boşaltıp kitabın ilk sayfasını açtığımda artık Yılmaz yoktu, bu evde değildim, Geritsen’ın hayal diinyasındaydım. Her sayfa bir diğerini okumaya teşvik ediyordu. Ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Kitabı bitirdiğimde hava karar mıştı. Yılmaz bıraktığım gibi koltuğunda oturuyor ve şaşkın lıkla bana bakıyordu. Daha önce beni kitap okurken görme miş olmalıydı. Beni ne kadardır izlediğini merak etmiştim. Ama ona sormazdım çünkü benim cevaplarım onda değildi. Tabi onun söylediğine göre. Karnımın guruldamasıyla acık tığımı fark ettim. Bu ikimizi de güldiirmüştü. Beraber mut fağa gidip yiyecek bir şeyler hazırladık. Ben sofrayı kurarken o şarabı açtı. Sofraya oturduğumuzda herşey oldukça normal görünüyordu. Ama hiç bir şey normal değildi. Biraz daha ko nuşmazsak çıldıracaktım. O ise suskunluğundan memnun ye meğini yiyordu. Kadehim bitince şarabımı doldurdu. Yemek
bitince sofrayı topladı. Bulaşıkları yıkadık. Salona döndüğü m üzde televizyonu açtı. Salonda televizyon olduğundan habe rim bile yoktu. DVD’ye bir film taktı ve koltuğa geri döndü. Şim di de film izleyecektik! Koltuğu televizyonun olduğu ta rafa doğru kaydırdı. Yanındaki minderi göstererek beni ça ğırdı, yanm a oturdum. Battaniyeyi üzerimize çekti, film i baş lattı. Ne izleyeceğime dair merakım Ice Age 3’ün müziğiyle aydınlandı. En sevdiğim animasyon filmdi. Sid’e bayılırdım . B attaniyem in altında neşeyle filmi izlemeye başladım. O ka dar eğleniyordum ki Yılmaz benim halime bakıp gülüyordu. Şömineye odun atmak için kalktığında ben hâlâ gülüyordum. Yerine geldiğinde bana daha yakın oturdu. Bacaklarımız bir birine değiyordu. Tüm dikkatim dağılmıştı, artık filmi izleyem iyordum . Tek düşündüğüm vücudunun sıcaklığıydı. O da benim gibi düşünmüş olmalı ki hafifçe yerinde kıpırdandı. Am a hâlâ bana değiyordu. Son bir gayretle ve bunu yapabildi ğim için kendime şaşırarak bacaklarımı göğsüme çektim. Ye niden filme odaklanmıştım, içimden “sakın ona bakma” di yordum. “Sakın göz göze gelme, dirayetini kaybetmemelisin. Önce cevaplar...” Film bittiğinde hâlâ televizyona bakıyor dum. Görüntü yönetmeninin, seslendirenlerin isimleri de ek randan geçtikten sonra müzik bitti ve ekran karardı. Ekranda artık ikim izin de televizyona sabitlediğimiz gözlerimizi görü yordum. Alevler içinde yanan iki çift göz. Battaniyeyi kaldır mak için elimi uzattığımda elimi tuttu. Eli ne kadar sıcaktı, içimden ani bir elektrik akım ı geçti. Gözlerine bakm amak için son gücümle direniyordum.
“Bana bakm ak zorunda değilsin ama beni dinlemelisin” “D em ek sonunda konuşmaya karar verdin.” Sesim hiç beklemediğim kadar kararlı ve netti. Konuşacaktı. Artık za manı gelmiş olmalıydı. Uzun zamandır bunu bekliyordum, çok uzun zam andır... “Buluşacağımız gün buraya geldiğimde sen yoktun. Seni saatlerce bekledim. Sonra gelmeyeceğini anladım. Seni ara m ak istedim ama onu seçtiğini düşündüm. Ben de uzun bir süre burada kaldım .” “M esajlarımı, e-maillerimi, sesli mesajlarımı da mı görme din? Ya aramalarımı? Öfkeden delirmek üzereydim.” “M aillerini okumadım. Mesajlarını da. Verdiğin karar yü zünden pişm anlık duyduğunu sandım. Bu yüzden bana ulaş maya çalıştığını düşündüm. Ama bana acımanı istemedim.” “Gazeteye bıraktığım notlar?” “Sekreterim değişti. Hiç biri bana ulaşmadı.” “İş arkadaşlarına yaptığım aramalar? Hiç biri sana söyle medi m i?” “Söyledim ya ben bana acıdığını düşünüyordum.” “Bu, bu ne saçma bir bahane ya? Şimdi sen benim karşıma geçip bunlara inanmamı da beklersin.” “Bunlar doğru Özlem.” “Doğru demek. Ben sana ulaşamayınca neler yaşadım bi liyor musun? Delirdim meraktan. Rüzgânn kazasından sonra hastanede yaşadığım onca süre boyunca hep seni düşündüm
ve övle bir durumda seni düşündüğüm için kendimden utan dım. Sana ne kadar ihtiyacım vardı biliyor musun? Seni ne kadar özledim ben.” Sesim artık boğuk birer inilti halini al mıştı. Ağlıyordum. Bir erkeğin karşısında ilk ağlayışımdı bu. Gözyaşlarını, hıçkırıklarım birbirine karışmıştı. “İyi misin?” “İyi miyim? Harikayım Yılmaz. Senin müthiş açıklaman beni o kadar rahatlattı ki. Hiç olmadığım kadar rahatladım.” “Özlem?” “Tabi ki de iyi değilim pislik herif. Aylarca senden bir ha ber alm ak için delirdim ve şimdi sen karşıma geçmiş ne anla tıyorsun bana? Şaka mı bu? Daha inandırıcı bir bahane bula madın mı? Bir de gazeteci olacaksın.” “M aillerini okuyup neler olduğunu anladığımda uzun bir süre geçmişti. Hastaneye geldim. Seni Rüzgâr’ın baş ucunda ona şarkı söylerken gördüm. Yanma gelemedim.” “Seninle çok eğlenecektik biz! Bir daha ağlamayacaktım. Hep gülecektik. Beni üzmeyecektin. Senin de kahrolası bir erkek olduğunu, diğerlerinden bir farkın olmadığını nasıl an lamadım ben... Ah! Haklıymışsın Yılmaz, benim cevaplarım sende değilmiş.” Yerimden kalktığım da dizlerim titriyordu. Yürümek zo rundaydım. Yukarıya çıktım. Kapıyı ardımdan çarptım. Ya tağa uzandım ve yastığım ı hıçkırıklarıma boğdum. Bu ka dar saçma bir açıklam a gerçek olabilir miydi? Yaşadıklarım
gözümün önünden geçip giderken ağlayam adığım ı fark et tim. Hıçkırıklarım yerini derin iç çekişlere bırakmıştı. Ne ka dar yaralanmıştım. Kapı açıldığında hâlâ sarsılarak iç çekiyor dum. Yılmaz’ın kapıyı açmasıyla odaya hızlıca bir ışık demeti girip ardından kapandı. Yanıma uzandı, beni kendisine çe virdi. Gözyaşlarını geri gelmişti. Bir yandan bağırıp bir yan dan yumruk haline getirdiğim ellerimle göğsüne vuruyordum. “Neden? Neden? Neden?” “Affet beni ne olur...” “Sen aptalın tekisin.” “Sana âşık bir aptalım.” Bana âşık bir aptal. Yaşadığım acı ve öfke o kadar büyüktü ki sözlerini doğru dürüst duyamıyordum bile. Beni kendisine biraz daha çekti. Yüzümü boynuna gömdüm. Beni sıkıca sardı. Hareket edemiyordum, ama hâlâ titriyordum. Kokusu başımı döndürüyordu. Ona bu kadar kızgınken onu nasıl bu denli isteyebiliyordum? Boynu öyle davetkârdı ki. Boynuna dudak larımı gömüp uzun ve tutkulu bir öpücükle kokusunu içime çektim. Tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordum, yeniden öptüm. Neye uğradığını şaşırmıştı. Beni tutan kol ları gevşemişti. Ben de boynundan kulağının altına doğru kü çük birkaç öpücükle ilerledim. Bir milim bile kıpırdam am ıştı. Ne yapacağımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Hâlâ ağlıyordum. Yanağına ulaştığımda her öpücüğüm yanma bir kelime sıkış tırmıştım. Lanet - olasıca - ukala- ben - seni - seviyorum. Seni - çok - seviyorum. Öpücüklerim dudağının kenarına
geldiğinde dudağının gerginlikten ince bir çizgi halini aldığını fark ettim . D udaklarımı dudaklarına değdirip bastırdım. Di lim le dudaklarını aralamasını sağladım. İkinci öpücüğümde konuşmaya başladı. "Beni gerçekten seviyor musun?” “Zamanı geldiğinde bunu anlayacağını söylemiştin. Sence?” Öpücüğüme karşılık ondan daha tutkulu bir öpücük gel m işti. Dudaklarımı parçalarcasına öpüyordu. Boynumu, ya naklarım ı. Sanki susuz kalmış ve tek su kaynağı benmişim gibi. İçine çekerek kana kana öpüyordu beni. Birden beni al tına aldı. Gömleğini ve tişörtünü bir çırpıda çıkardı. Sonra benim kazağımı ve tişörtümü çıkardı. Pantolonumun düğme lerini çözerken dudaklarını bir an olsun benden ayırmıyordu. Göğüs boşluğum, göbeğim ... Öptüğü her noktam ateşe ve rilm iş gibi yanıyordu. Pantolonumu üzerimden sıyırıp attı ğında altında iç çamaşırlarımla kalmıştım. Yeniden üzerime eğildi. Öpücüğü bu sefer sadece tutkulu değil aynı zamanda aşk doluydu. Gözleri daha önce hiç görmediğim bir hale bü rünmüştü. Tüm vücudum alev almış gibiydi. Kendimi ona doğru ittirmekten başka bir çare göremiyordum. Ellerim pan tolonun düğmelerine gitti. Onu hissetim. Bu benim daha hızlı hareket etmemi sağladı. Düğmelerini açıp pantolonunu kalça larından indirdim. O da bana yardım etmek için paçalarını çekiştirdi. Sonra iç çamaşırlarımı çıkardı tek tek. Bir an ol sun bedenlerimiz ayrıldığında adeta alev alev yanıyorduk. İki mizde çıplak kaldığımızda şaşkındık. Kendimi hiç bu denli
özgiir hissetmemiştim. Onun kollarının arasında kendimden geçmiştim. Kulak mememi dişlerinin arasına aldı, inledim. El lerimiz her yerdeydi. Tüm ağırlığıyla üzerimdeydi. Birbirimi zin ritmine ayak uydurmuş, beraber hareket ediyorduk. Kar nımın karıncalandığını ve karıncaların ayaklarıma doğru yola çıktığını hissettim. Göz göze geldik, adımı sayıkladığını duy dum ve baş döndürücü bir karanlığa gömüldük. İkimiz de ha reketsiz yatıyorduk. İnanılmazdı. Daha önce bu kadar tutkulu, bu kadar baş döndürücü bir deneyim yaşamamıştım. Dudak larını yeniden dudaklarıma getirdiğinde ikimiz de bu gecenin bu kadar kolay bitmeyeceğini biliyorduk. Birbirimizi o kadar süre boyunca beklemenin verdiği şehvetle yorgunluktan uyuyakalana dek birbirimize sahip olduk. Sonra yatağımızda çırıl çıplak, birbirimize sarılarak uykuya çekildik. Uykusunun ara sında bir an gevşettiği kollarını bir sonraki an iyice sarıyordu bedenime. Saçlarımı öpüyor, kulağıma beni sevdiğini fısıldı yordu. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar mahkûm aynı zamanda bu kadar özgür hissetmemiştim. “Köfte yemek için Mahmut Abi’nin oraya mı gitsek?” “Köfte mi?” “Evet.” “Yılmaz iyi misin?” “Hiç olmadığım kadar” “Köfte yok sana. Mahmut Abi’de yok!”
“Neden am a çok güzel köfte yapar o?” “Sen hâlâ köfte m i diyorsun?” “Am a sen de sevm iştin.” “Yılmaz?” “A nladım . Köfte ve M ahm ut Abi yok. Peki, ne yapalım ben de seninle idare ederim artık.”
“Ne yapıyorsun sen?” “K arnım ı do yuruyorum ...”
...son...
H ASR ET KARDEŞ