hhh
1
Cilt: 2 • Say›: 1 • 2004 • Y›lda iki defa yay›nlan›r Sahibi Bilim ve Sanat Vakf›
Yaz› ‹flleri Müdürü Salih Pulcu
Yay›n Kurulu fievket K. Akar, Ebubekir Ceylan, Coflkun Çak›r, Ahmet Davuto¤lu, ‹hsan Fazl›o¤lu, Samime ‹nceo¤lu, Abdülhamit K›rm›z›, Mustafa Özel, Yunus U¤ur Dan›flma Kurulu Gökhan Çetinsaya, ‹stanbul Teknik Üniversitesi Mehmet Genç, Bilgi Üniversitesi Tevfik Güran, ‹stanbul Üniversitesi Mehmet ‹pflirli, Fatih Üniversitesi
Cemal Kafadar, Harvard Üniversitesi Mustafa Kara, Uluda¤ Üniversitesi Sabri Orman, Marmara Üniversitesi
Adres Vefa Cad. No. 35 34470 Vefa ‹stanbul Tel 0212. 528 22 22 pbx Fakss 0212. 513 32 20 e-mail
[email protected] internet http://www.bisav.org.tr Abonelik ABONET Tel 0212. 222 72 06 Fakss 0212. 222 27 10 e-mail
[email protected] internet www.abonet.net Abone Da¤›t›m› AKT‹F DA⁄ITIM Dergiye gönderilen yaz›lar hakemler taraf›ndan de¤erlendirilir. Dergide yer alan yaz›lardan yazarlar› sorumludur. Dergiye gönderilen yaz›lar yay›nlans›n, yay›nlanmas›n iade edilmez.
2
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
hhh
3 Cilt 2 | Say› 1 | 2004
Türk Siyaset Tarihi | Tanzimat’tan Günümüze S A Y I S I
Sunufl
5-8
Türk Ayd›n›n›n Tanzimat’la ‹mtihan›: Tanzimat ve Tanzimat Dönemi Siyasî Tarihi Üzerine Yap›lan Çal›flmalar Coflkun ÇAKIR 9-69 Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme Nadir ÖZBEK 71-90 II. Abdülhamid Dönemi Siyasî Tarihi Bibliyografyas› Semih AKGÜN-Özkan AKPINAR
91-97
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças› Cüneyd OKAY 99-112 Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi fi. Tufan BUZPINAR 113-131 XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme Gül TOKAY 133-148 Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi Ahmet KANLIDERE 149-181 Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî Gülçin TUNALI KOÇ 183-195 Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar H. Emre BA⁄CE 197-224 Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar H. Emre BA⁄CE 225-266 Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945) Mustafa BUDAK 267-340 1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar Mesut ÖZCAN
341-355
fierif Mardin ile Türk Siyaset Düflüncesi Üzerine
357-381
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
4 Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar› fievket Kamil AKAR-‹rfan KARAKOÇ
383-421
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü Abdülkerim ASILSOY
423-437
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda Fahrettin ALTUN
439-474
Gogol’un Paltosu: Tar›k Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler” Mehmet Ö. ALKAN
475-481
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri Haflim KOÇ
483-491
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin Alim ARLI
493-510
TA N I T I M L A R
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri Lütfi SUNAR 511-526 So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum Yücel BULUT 527-550 Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi Fahrettin ALTUN 551-575 F. A. K. YASAMEE, Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers, 1878-1888 Sevinç ALKAN ÖZCAN 577-584 Necmettin ALKAN, Die deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das osmanische Erbe. Die deutsch-osmanischen Beziehungen in der deutschen Presse 1890-1909, Münster 2003 M. Alaaddin YALÇINKAYA
585-589
Engin Deniz AKARLI, The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics Under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions Ebubekir CEYLAN
591-596
Cemal FEDAY‹, Turan Günefl: Siyasal Yaflam› ve Siyasal Düflüncesi Akif DEM‹RC‹ 597-600 Hatice BABAVATAN, The Understanding of ‘Afrikâ-yi Osmânî’ in the Late Ottoman Period: The Case of Zanzibar Vildan SERDARO⁄LU fi‹fiMAN 601-603 EK Ulusal ve Uluslararas› Dergilerde Türkiye Araflt›rmalar› Eylül 2003–Mart 2004 605-622
hhh
5
Sunuş İkinci sayımızın Sunuş yazısında da belirttiğimiz üzere, Türk Siyaset Tarihi Literatürü’nü, başlığın kapsamına giren dönemin ve araştırma alanının genişliği nedeniyle iki ayrı sayıda ele almayı planlamıştık. Ayrım noktası olarak da, Tanzimat Fermanı ve Dönemi alınmıştı. İkinci sayımız, bu ayrıma uygun olarak, “Türk Siyaset Tarihi: Tanzimat’a Kadar” başlığını taşımaktaydı. Dergimizin bu sayısı da, yine bu ayırıma bağlı olarak, Tanzimat sonrası Türk Siyaset Tarihi’ni konu edinmiştir ve “Türk Siyaset Tarihi: Tanzimat’tan Günümüze” başlığını taşımaktadır. Önceki sayımızda olduğu gibi, bu sayımızda da Türk Siyaset Tarihi ile ilgili üç alanı kuşatmayı amaçladık: İç politika/siyasî tarih; dış politika/diplomasi tarihi ve siyasî düşünceler tarihi. Her bir alanı; hem kronolojik (Tanzimat’tan günümüze), hem de tematik (farklı coğrafî bölgeler, diplomasi tarihi…) yönden ele almaya çalıştık. Ayrıca literatür inceleme yazıları, bibliyografyalar, siyaset ve sosyal bilimciler, tarihçiler ve eserlerine ilişkin değerlendirme yazıları, öncü isimlerle yapılan röportaj, dergi, tez ve kitap tanıtım-değerlendirmeleri ve Türkiye ile ilgili ulusal ve uluslararası dergilerin içerikleri dergimizin üçüncü sayısının muhtevasını oluşturmaktadır. Bu sayımızda yer alan ve Tanzimat’tan günümüze kadar olan dönemde siyasî düşünce, siyasî tarih ve dış politika konularını bir bütün olarak konu edinen yazılardan ilki Coşkun Çakır’ın Türk Aydınının Tanzimat’la İmtihanı: Tanzimat ve Tanzimat Dönemi Siyasî Tarihi Üzerine Yapılan Çalışmalar başlıklı yazısıdır. Çakır konuyu iki ayrı bölümde ele almakta, ilk bölümde bir reform hareketi olarak Tanzimat’ın durduğu yeri ve aydınların Tanzimat algısını tespit etmeye çalışmakta, ikinci bölümde ise Tanzimat’ın genel olarak ve farklı alanlarda uygulanması sonucu ortaya çıkan gelişmeleri konu edinen çalışmaları değerlendirmektedir. İkinci olarak, Nadir Özbek’in Modernite, Tarih ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçiliği Üzerine Bir Değerlendirme adlı yazısı II. Abdülhamid dönemine ilişkin ideolojik yaklaşımları sorgulayan ve yeni eğilimlere işaret eden çalışmalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özbek’in yazısını Semih Akgün-Özkan Akpınar’ın hazırladığı II. Abdülhamid Dönemi Siyasî Tarihi Bibliyografyası takip etmektedir. Cüneyd Okay, Meşrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayatı Kaynakçası başlıklı yazısında, Meşrutiyet Dönemi kaynaklarını genel olarak değerlendirirken hangi konulara ağırlık verildiğini saptayarak henüz yeterince ya da hiç işlenmemiş konuları belirlemeye çalışmıştır. Osmanlı Hilafeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi başlıklı yazısında Ş. Tufan Buzpınar, hilafet konusunu hilafet meselesinin doğuşundan yani 1540’lardan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasına kadar ve antlaşma sonrasından II. Meşrutiyet’in sonuna kadar olmak üzere iki döneme ayırarak yeni bir bakış açısıyla değerlendirmiştir.
6
TAL‹D, 1(1), Ocak 2003, M. Koraltürk
Bölgesel içerikli yazılardan biri olan Gül Tokay’ın XIX. Yüzyıl Balkan Kaynakları Üzerine Bir Değerlendirme başlıklı yazısında, Balkan tarihi ile ilgili bir kısım temel kaynaklar yeniden değerlendirilmiş ve devam eden projelerin önemi vurgulanmıştır. Ahmet Kanlıdere Sovyet ve Türk Tarih Yazıcılığında Rusya Müslümanlarının Düşünce Tarihi başlıklı yazısı da öncelikle Ceditçiliğin tanımını ve kapsamını tartışmış ve Ceditçiliğin algılanış biçimlerine temel teşkil eden Sovyet ve Türk tarih yazıcılığının temel özelliklerini belirlemeye çalışmıştır. Yazının sonunda konuya ilişkin literatür verilmiştir. Gülçin Tunalı Koç, Osmanlı Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak İlm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî başlıklı yazısında, “birçok alan” tanımının içine giren ilm-i nücûm geleneğiyle siyasetin birebir ilişkisinden -XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşamış Ankaralı müneccim-şair Müderriszâde Sadullah el-Ankaravî’nin notlarından örneklerle de destekleyerek- bahsetmektedir. Cumhuriyet Dönemini konu edinen yazılardan ilk ikisi H. Emre Bağce’nin Türkiye’de Siyaset ve Resmî İdeoloji: Temel Yaklaşımlar ve Türk Siyasal Literatürü Üzerine Kısa Notlar başlıklı siyasî tarih ve siyasî düşünceyi içeren çalışmalarıdır. Yazar ilk yazısında Kemalizm ve resmî ideolojiye yönelik bakış açıları ve tezleri bağlamında literatür değerlendirmesi ve eleştirisi yapılarak yeni bir sınıflandırma önerisinde bulunmaktadır. Türk siyasetinin temel sorunlarına işaret eden diğer yazısı ise ve bu hususta hangi konuların tartışıldığını ve ne tür çalışmaların yapıldığını göstermesi açısından önemlidir. Mustafa Budak Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikasına Dair Türkçe Kaynak ve Araştırmalar (1923-1945) başlıklı diplomasi tarihimiz ile ilgili yazısında hem konu hem de bölge değerlendirmesi yapmaktadır. Budak, Türkiye’deki dış politika araştırmalarının gerek tarih ve gerekse uluslararası ilişkiler disiplinlerinin temel kavram ve anlayışlarını kaynaştıran disiplinler arası bir niteliğe kavuşturulması ve dış politika araştırmalarının tek boyutlu ve uluslararası sistemi dikkate almayan değerlendirmelerden kurtarılması gerektiği üzerinde durmuştur. Mesut Özcan’ın 1945 Sonrası Türk Dış Politikası İle İlgili Çalışmalar isimli yazısında konu ile ilgili başlıca referans kaynakları değerlendirilmiştir. Yazar yazısında Türk dış politikası literatürü ile ilgili genel yaklaşımı ortaya koymaya çalışmıştır. Bu sayımızda, düşünce tarihimiz üzerine yaptığı çalışmalarla alanının öncü isimlerinden birisi olan Şerif Mardin’le gerçekleştirdiğimiz bir röportajı okurlarımıza sunuyoruz. Zevkle okunacağını umduğumuz bu söyleşide, Mardin’in gerek kendi serüvenine, gerekse bu sahanın özelliklerine ve problemlerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerin bu alanda çalışmak isteyen akademisyenler için önemli bir tecrübe aktarımı olduğu kanaatindeyiz. Kuşkusuz hatıralar, siyasî tarihimizle ilgili önemli ipuçları sunan ve tarih, siyaset, edebiyat, toplumbilim üzerine çalışma yapan araştırmacıların göz ardı edemeyecekleri bir kaynak grubunu oluşturur. Şevket Kamil Akar–İrfan Karakoç Siyasî Tarih Kaynağı Olarak Hatırat ve Gezi Notları başlıklı yazılarında, bu sahaya dair ayrıntılı bir bibliyografyaya yer vermektedirler. Özellikle Tanzimat sonrası dönemin siyasî, sosyal ve düşünce tarihi üzerine yapmış oldukları çalışmalarla bu alanın vazgeçilmezleri haline gelen belli isimler
hhh
7 üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur. Bu kısmın ilk yazısı, Abdülkerim Asılsoy’a ait Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü başlıklı yazıdır. Asılsoy, yazısında özellikle edebiyat ve tarih alanında yaptığı tetkiklerle tarihi olaylar manzumesi olmaktan kurtarmış ve Batı’da ortaya çıkan yöntem anlayışını başarıyla tatbik etmek suretiyle XX. yüzyılın ilk yarısına her yönüyle damgasını vurmuş bir bilim adamı hüviyeti ile karşımıza çıkan Fuad Köprülü’nün ağırlıklı olarak siyasî kimliği üzerinde durmaktadır. Fahrettin Altun’un Niyazi Berkes ve Eserleri Hakkında başlıklı makalesi, Cumhuriyet Türkiye’sinin yetiştirdiği ilk sosyal bilimciler kuşağının önde gelen temsilcilerinden Berkes’in eserlerinin ve düşüncelerinin, düşünürün yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal gelişmeleri bağlamında kapsamlı bir değerlendirmesini sunuyor. Altun, Berkes’in zihnî oluşumunun Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında gerçekleştiğinden bahisle Mustafa Kemal inkılâplarının ve Kemalist modernleşme yaklaşımının onun tüm yaşamı üzerindeki belirleyici etkisini vurgulamakta ve bütün bunların, aynı zamanda, Berkes’in çok farklı alanlara ait birçok eserini birbirine bağlayan ortak bir anlam dünyası yarattığını iddia etmektedir. Mehmet Ö. Alkan Gogol’un Paltosu: Tarık Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler” başlıklı yazısında Tunaya’nın bilimsel çalışmalarını değerlendirmekte, Tunaya ve takipçileri arasındaki ilişkiyi Gogol ve takipçileri arasında kurduğu esprili ilişkiye benzetmektedir. Haşim Koç, 1960’lı yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme temasını işleyen ve bu alanın bağımsız bir inceleme alanı haline gelmesindeki öncü isimlerden biri olan Roderic Davison’ın eserlerini ve düşüncelerini XIX. Yüzyıl Osmanlı Modernleşmesi Çalışmalarının Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri başlıklı yazıda irdelemektedir. Bu kısmın son yazısı Alim Arlı’nın Bir Siyaset Sosyoloğu Olarak Şerif Mardin başlıklı makalesidir. Arlı, yazısında, Mardin’in siyasî düşünce tarihi araştırma disiplini içerisindeki konumunu analiz etmeye çalışmaktadır. Mardin’in hem kuramsal perspektif hem de bilimsel gelenek açısından Türk sosyal bilimleri üzerindeki derin etkisinden söz eden Arlı, onun ayrıca Türk modernleşme tarihini incelemek için, liberal- hümanist ve aydınlanmacı geleneğin izlerini taşıyan alternatif bir paradigma geliştirdiğini belirtmektedir. Öyle dergiler vardır ki, dergi olma özelliklerinin ötesinde etkinlik ve süreklilik sahibi olmuşlardır. Türk siyaset hayatında da bu özelliklere sahip bazı dergiler vardır: Kadro, Forum ve Yön gibi. Bunlar dergi olmalarının yanı sıra, belli bir ideolojik tutum ve kimliğin Cumhuriyet boyunca sürekliliğini de sağlayan birer hareket merkezi olmuşlardır. Bu sayımızda söz konusu ettiğimiz önemlerine binaen bu üç dergiyi konu edinen üç ayrı yazıya yer verdik. Lütfi Sunar, Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri: Türk Devlet İdeolojisi ve Sol Kemalizmin Oluşumu Bağlamında Bir Analiz başlıklı incelemesinde, 1932-1935 yılları arasında toplam 36 sayı olarak yayınlanmasına karşın Türk siyasî tarihinde önemli bir yere sahip Kadro dergisini, yayınlandığı dönemin şartlarının bir tahlilini de yapmak suretiyle ele almakta; Türk siyaset tarihi literatüründe Kadro hakkında yazılanların bir analizini yapmakta ve bu noktalardan hareketle de, Kadro dergisinin Kemalist Devrimi doktrinize etme çabasını ve bu çabanın Kemalist düşüncenin gelişmesi bağlamında ortaya çıkardığı sonuçları değerlendirmektedir. Yücel Bulut, Soğuk Savaş Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum başlıklı yazı-
TAL‹D, 1(1), 2003, M. Koraltürk
8
sında, DP’nin demokrasi dışı uygulamalarına muhalefet etmek ve Batılı standartlara uygun demokratik kurum ve anlayışların Türkiye’de yerleşmesi için çaba sarfetmek iddialarıyla yayın hayatına başlayan Forum dergisinin, 1954’te başlayıp 1970’te sona eren 371 sayılık uzun soluklu macerasının bir tanıtımını ve değerlendirmesini sunmaktadır. Bulut, yazısında, Forum dergisinin sahip olduğu kimlik ve yapısal özellikleri sergilemeye çalışmakta, dergi yazarlarının demokrasi anlayışlarını irdelemekte ve DP’ye muhalefetlerinin hangi noktalardan kaynaklandığı vb. sorulara cevaplar aramaktadır. Yön, günümüze kadar Türk siyasî hayatı üzerinde etkisi büyük olan bir dergidir. Yön, Kemalizm, sosyalizm, devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, kalkınma ve demokrasi gibi pek çok kavramın yeniden formüle edildiği entelektüel bir platform işlevi görmüştür. Fahrettin Altun’a ait ve 1960’ların şartlarında, Kemalizmi yorumlamak suretiyle milliyetçi sol bir ideolojiyi ilk kez formüle eden bir teşebbüs olarak Yön dergisini değerlendirdiği Kemalist Bir Modernleşme Yorumu Olarak Yön Dergisi adını taşıyan yazı, aynı zamanda, dergi tanıtım-değerlendirme yazılarımızın sonuncusunu oluşturmaktadır. Son kısımda tez/kitap tanıtımlarına yer verilmiştir. Bu bağlamda Sevinç Alkan Özcan, F. A. K. Yasamee’nin Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers 1878-1888 adlı kitabını; M. Alaaddin Yalçınkaya, Necmettin Alkan’a ait Die Deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das Osmanische Erbe. Die Deutsch-Osmanischen Beziehungen in der Deutschen Presse 18901909 başlıklı çalışmayı; Ebubekir Ceylan, Engin Deniz Akarlı’nın The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics Under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions ve Akif Demirci, Cemal Fedayi’nin Turan Güneş: Siyasal Yaşamı ve Siyasal Düşüncesi adlı doktora tezlerini; Vildan Serdaroğlu Şişman ise, Hatice Babavatan’ın The Understanding of ‘Afrikâ-yi Osmânî’ in the Late Ottoman Period: The Case of Zanzibar başlıklı yüksek lisans tezini tanıtmışlardır. Türk Bilim Tarihini konu edineceğimiz bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle… Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
71
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 71-90
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme Nadir ÖZBEK* İKİNCİ ABDÜLHAMİD DÖNEMİ TARİHÇİLİĞİ, son yirmi, yirmi beş yıl içerisinde önemli değişimler geçirdi. Örneğin, “İslâmî” ve “laik” çevreler arasındaki ideolojik bölünmenin gölgesinde şekillenmiş olan “Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı?” kutuplaşması, akademik tarihçilikte büyük oranda aşıldı.1 İkinci Abdülhamid ve dönemine ilişkin hayli geniş olduğunu söyleyebileceğimiz yerli ve yabancı literatürü inceleyen çok sayıda çalışma daha önce yayımlandı.2 Bu yazıda sözkonusu çalışmaları tekrar etmek yerine, öncelikle döneme ilişkin akademik tarihçilikteki yeni yönelimlere kısaca değinip, ardından Osmanlı tarihini, modernleşme paradigması ışığında kurgulamanın ne gibi ideolojik ve siyasî anlamlar ifade ettiği üzerinde duracağım. Bunun için de, daha genel anlamda tarihsel düşüncenin siyasî ve ideolojik işlevleri ile akademik tarihçiliğin siyaset üstülük ve objektiflik iddiasının siyasî anlamlarına ilişkin bir tartışmanın yürütülmesi gerekmektedir. Son dönem Osmanlı tarihi, yakın zamana kadar Avrupa-merkezci ve modernleşmeci bir anlayışla, yani “modernleşme” ve “Batılılaşma” kavramlarıyla açıklanıyordu. Bu yaklaşım, Osmanlı siyasî elitine hem sınırlı hem de ikincil bir öznellik atfetmekteydi. Sözkonusu öznellik, Batı’nın siyasal, toplumsal ve ekonomik normlarının yerel koşullara uyarlanması ile * Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü. 1 Sözkonusu kutuplaşma ve politizasyon hâlâ akademi dışı popüler tarihçilikte ağırlığını sürdürmektedir. 2 Gökhan Çetinsaya, “Abdülhamid’i Anlamak: 19. Yüzyıl Tarihçiliğine Bir Bakış”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek: Sempozyum Bildirileri, İstanbul: Metis Yayınları, 1998. Gökhan Çetinsaya, “Çıban Başı Koparmamak: II. Abdülhamid Rejimine Yeniden Bakış”, Türkiye Günlüğü, sy. 58, 1999. Selim Deringil, “New Approaches to the Study of the Ottoman Nineteenth Century”, Çiğdem Kafesçioğlu ve Luciene Thys-Şenocak (der.) Abdullah Kuran İçin Yazılar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999.
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
72
sınırlandırılmaktaydı. Osmanlı toplumunu Batı’ya göre daha aşağıda tanımlayan bu anlayış, Osmanlı siyasî elitine de bu “geri kalmış” toplumu, Batı medeniyeti düzeyine yükseltme rolünü uygun görmüştür. Kısacası, Osmanlı ve Türkiye siyasî eliti, Batı elitini “taklit eden” olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte, geçmişin, Batılılaşma, ilerleme, çağdaşlaşma, yani modernleşme süreci olarak hikayelendirilmesi, son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet siyasî elitinin, toplumsal/tarihsel dönüşümlerin aslî öznesi olarak kurgulanmasını olanaklı kılmıştır. Böylece siyasî elitin iktidar konumunun yeniden üretilmesinin ve bu iktidarın meşruiyetinin sağlanmasının ideolojik zemini oluşturulmuştur. İçinde bulunulan zaman dilimi, modernleşmeci bir tarih anlayışıyla bugün, geçmiş ve gelecek bütünlüğü içinde kurgulanmakta; egemen elit, siyasal ve toplumsal projeleriyle, geçmişin ve bugünün kurucu unsuru, geleceğin ise teminatı olarak tahayyül edilmekte ve böylece içinde bulunulan anın iktidar ilişkilerine süreklilik boyutu kazandırılmaktaydı. Bu açıdan bakıldığında ulus-devlet yaratma projelerinin, modernleşmeci bir ulusal tarih kurgusuna ihtiyaç duyduğu açıkça görülecektir. Buraya kadar söylediklerimizde, geçmişe ilişkin her türlü tahayyülün, içinde bulunulan an tarafından koşullandırıldığı vurgusu yapılmaktadır. Tarihçilik faaliyeti de esas itibariyle geçmişe ilişkin bir kurgu olduğu için bu kapsam dahilinde değerlendirilmelidir. Akademik tarihçiliğin bilimsellik iddiasının ise ancak tarihçilik zanaatının teknik gerekleriyle ilgili olduğunun altı çizilmelidir. Cumhuriyet Türkiye’sinde Osmanlı geçmişine ilişkin tahayyüllerin de bu çerçevede şekillendiği açıktır. Örneğin Cumhuriyet siyasî elitinin 1950’li yıllara kadar genel olarak Osmanlı’yı, yakın zamanlara kadar da Abdülhamid dönemini, modernleşme anlatısının, yani geçmiş tahayyülünün dışında tutması, dönemin seküler ve ulusal bir kimlik yaratma olarak tanımlayabileceğimiz ideolojik ihtiyaçlarıyla ilişkiliydi. Türkiye’deki egemen siyasî ve kültürel elitin geçmiş kurgusu, değişen siyasal konjonktürle önemli değişikliklere uğramıştır. Örneğin, siyasal rejimin bekâsı açısından Osmanlı geçmişinin ötekileştirilmesine ihtiyaç kalmadığı ve gerek yerel gerekse uluslararası düzleme yönelik yeni siyasî hedefler belirmeye başladığı oranda, yeni ve daha kapsayıcı geçmiş kurgularına ihtiyaç artmıştır. Sözkonusu konjonktürel ihtiyaçların sonucu olarak Osmanlı-Türkiye tarihi, en genel ifadeyle, dar kutuplaşmaların dışında ve sürekliliğe vurgu yapılarak kurgulanmaya başlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Abdülhamid döneminin Osmanlı-Türkiye modernleşmesi anlatısı içine dahil edilmesini, yalnızca akademik tarihçiliğin bilimsellik ve objektiflik düzeyinin yükselmesiyle ilişkilendirmek doğru olmayacaktır.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
73
Akademik tarihçilikte Abdülhamid döneminin temel modernleşme anlatısına dahil edilme çabası iki aşamada gerçekleşmiştir. Birinci aşamayı 1970 ve 1980’li yılların sınırlı sayıdaki çalışmaları oluşturmaktadır. İkinci aşama ise, son on yılda özellikle yurtdışında yapılan doktora tezleri ve yeni monografik çalışmalarla gerçekleşmiştir. Bu ikinci aşama, modernleşme ideolojisinin küreselci, çok kültürcü ve sivil toplumcu bir mahiyet kazandığı bir döneme denk düşmüş ve bu nedenle daha kapsamlı ve kuşatıcı bir nitelik kazanmıştır. Aşağıda, birinci aşamanın kısa bir değerlendirilmesi yapıldıktan sonra ağırlıklı olarak son on, on beş yılda yapılmış çalışmalar üzerinde durulacaktır. Yazının son bölümünde ise, on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı tarihi, modernleşme paradigmasına başvurulmadan nasıl yazılmalı, sorusuna cevap aranılmaya çalışılacaktır. ••• 1970 ve 1980’li yıllarda Osmanlı çalışmaları, iktisat tarihçiliği etkisinde şekillendi. Bu dönemde genel anlamda akademik tarihçiliğin ve özellikle de iktisat tarihçiliğinin gündemini, azgelişmişlik, bağımlılık, tarımsal yapılar, feodalizm, Asya tipi üretim tarzı ve kapitalizme geçiş konuları oluşturmaktaydı. Bununla birlikte, siyasî fikir tarihçiliği ağırlığını korumaya devam etmiştir. İktisat tarihçiliği literatüründe Abdülhamid döneminin, ayrı bir alt dönem olarak ele alınmadığı görülür. Ayrıca, on dokuzuncu yüzyıl sonları ve yirminci yüzyıl başlarındaki tarım, eğitim, ulaşım ve demiryollarına ilişkin çalışmalar da, Abdülhamid döneminde önemli kalkınma hamlelerinin gerçekleştirilmiş olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur.3 İktisat tarihçiliğinin ideoloji dışı teknik söylemi, Abdülhamid dönemi tarihçiliğindeki siyasî ve ideolojik kutuplaşmadan daha az etkilenilmesine yol açmıştır. Böylece, dönemin özellikle malî politikaları ve altyapı alanındaki hamleleri sağduyuyla değerlendirilebilmiştir. 1930’lu yılların Cumhuriyet ideolojisi Osmanlı geçmişini topyekün reddetme eğilimindeyken, 1940 ve 1950’li yıllara gelindiğinde bu durum değişmeye başlamıştır. Örneğin, Tanzimat reformculuğuyla barışma yoluna gidilmiş, ancak Abdülhamid dönemini modernleşme çizgisinden sapma, geriye dönüş ve İslâmî gericilik olarak niteleyen ve en keskin ifadesini Niyazi Berkes’te bulmuş olan anlayış önemli ölçüde muhafaza edilmiştir. Sözkonusu anlayışın akademik tarihçilik alanında aşılmasında, Engin Deniz 3 Tarım konusunda örnek olarak bkz. Donald Quataert, “Ottoman Reform and Agriculture in Anatolia, 1876-1908”, Doktora Tezi, University Of California, Los Angeles, 1973. Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1998. Demiryolları konusundaki çalışmalar hayli kabarık olduğu için burada örneklenmeyecektir. Eğitimle ilgili çalışmalara örnekler ise ilerde verilecektir.
74
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
Akarlı’nın 1976 yılında Princeton Üniversitesi’nde tamamlamış olduğu doktora tezinin katkısı büyüktür.4 Akarlı’nın çalışmasında iç ve dış politika ile malî konular önemli yer tutar. Özellikle dış politika ve finans alanında Avrupa güçlerine nasıl direnildiğinin gösterilmiş olması, döneme ilişkin daha sağduyulu bir yorumun ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Akarlı’nın, Abdülhamid döneminde gerçekleştirilen altyapı atılımlarının, Millî Mücadelenin ve Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş hamlelerinin başarıya ulaşması açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulaması, Abdülhamid rejimine karşı daha ılımlı bir yaklaşımın ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır. Yine bu dönemde, Donald Quataert’in aşağıdan yukarıya bir sosyal tarih çalışması olarak niteleyebileceğimiz Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş adlı kitabı, son dönem Osmanlı tarihine Türkiye siyasetinin dar kalıplarıyla yaklaşılmamasının yeni açılımlar sağlayabileceğini ortaya koymuştur.5 Şevket Pamuk’un ondokuzuncu yüzyılın son on yılında, yani Abdülhamid döneminde, malî ve iktisadî konularda hayli iyi bir performans gösterilmiş olduğunu ortaya koyması da bu çerçevede değerlendirilebilir.6 Kısacası, iktisat tarihçiliğinin, Abdülhamid dönemine ilişkin reddetme çabalarını boşa çıkarmadaki rolü inkâr edilemez. Yeni tarihçiliğin ayırt edici özelliği, bir yandan ondokuzuncu yüzyılda, diğer yandan da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki sürekliliği ön plana çıkartmış olmasıdır. Akarlı’nın, Abdülhamid döneminin siyasal, ekonomik ve idarî gelişmelerini, İkinci Mahmud dönemi öncesinden İkinci Meşrutiyet’e, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan bir perspektif içinde incelemesi, bu yeni yaklaşıma örnek olarak gösterilebilir. Akarlı’nın tezi her ne kadar Abdülhamid dönemi üzerine yoğunlaşıyorsa da bir bakıma “uzun on dokuzuncu yüzyıl” perspektifiyle yazılmıştır. Cumhuriyet tarihine gönderme yapan ve böylece de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte sürekliliği vurgulayan bu tezle, Abdülhamid döneminin, modernleşme ve çağdaşlaşma sürecinin bir parçası olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Akarlı’nın çalışmasını, İlber Ortaylı’nın İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı adlı kitabıyla birarada düşünmek yararlı olacaktır.7 Her iki çalışmada da, 4 Yayımlanmamış olmasına rağmen bu çalışmanın bir klasik haline geldiğini söylemek gerekir. Engin Deniz Akarlı, “The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics under Abdülhamid II (1876-1909): Origins and Solutions”, Doktora Tezi, Princeton University, 1976. 5 Donald Quataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-1908), çev. Sabri Tekay, Ankara: Yurt Yayınları, 1987. 6 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, 1820-1913, 2. baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994. 7 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 1. baskı, İstanbul: Hil Yayınları, 1983.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
75
on dokuzuncu yüzyıl tarihi uzun dönemli bir perspektifle ele alınmış ve kopuşlardan çok sürekliliğe vurgu yapılmıştır. Bu benzerliğe rağmen Ortaylı’nın, Abdülhamid dönemini önemli ölçüde kapsam dışında bırakıp, daha çok Tanzimat dönemi idarî ve hukukî reformları ve Balkanlar’da milliyetçilik konularına yoğunlaşmış olduğunu görüyoruz. Ortaylı, Tanzimat dönemini uzun dönemli tarihsel bir perspektif içinde değerlendirirken, Akarlı aynı yaklaşımı Abdülhamid dönemi için göstermiştir. Konuya Abdülhamid dönemi tarihçiliği açısından bakıldığında, sözkonusu dönemi modernleşme anlatısına dahil etmek noktasında Akarlı’nın tezinin, Osmanlı tarihçiliğinde izleri, Ortaylı’nın bahsi geçen çalışmasında da görülen önemli bir eksikliği giderdiği söylenebilir. Abdülhamid dönemi tarihçiliğindeki bu ilk dönem revizyon arayışına ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkündür. Stanford Shaw’un Abdülhamid’i “son Tanzimat padişahı” olarak niteleyen çalışmasının, “resmî” kanadın bu dönemi İslâmî gericilik olarak gören aşırılığının törpülenmesinde ve dönemin, Tanzimat ve modernleşme paradigması içine dahil edilmesindeki rolü inkâr edilemez.8 Sonuç olarak “Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı?” tartışması, yerini, Abdülhamid’in otokratik ve İslâmî yönü ağır basan bir siyasal rejim altında Tanzimat çizgisinde modernleşmeci bir padişah olduğunun teslim edilmesi şeklinde bir senteze bırakmış görünmektedir. Artık sözkonusu sentezin farklı ideolojik-siyasî perspektiflere denk düşen yeni varyasyonları ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin Kemal Karpat’ın, Abdülhamid’in modernleşmeci siyasetiyle bir tür Osmanlı milliyetçiliği olarak yorumladığı İslâm ve Türklük eksenli siyasetini temel alarak bugünün Atatürkçü kesimleriyle ılımlı İslâmcı kesimlerini uzlaştırma arzusu, aynı revizyonist anlayışın 1990’lar sonu Türkiye siyasetinin merkeziyetçi çizgisini yeniden biçimlendirme çabasını yansıtır.9 Yukarıda kısaca özetlediğimiz revizyonist tarihçilik anlayışı Abdülhamid dönemini, Osmanlı-Türkiye modernleşmesi anlatısı içine dahil etmiş olsa bile, Avrupa-merkezci bir modernleşme anlayışının dışına çıkma ko8 Stanford Shaw, “Sultan Abdülhamid II: Last Man of the Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslarası Sempozyumu (Bildiriler), Ankara: Millî Kütüphane, 1989. Bu yeni sentez açık ifadesini, Eric Zürcher’in ders kitabı formatındaki Modernleşen Türkiye’nin Tarihi adlı eserinin, Abdülhamid Dönemi’ni “Gerici İstibdat ya da Islahatların Doruğu” şeklinde tanımlayan bölümüyle bulmuştur. Başlıktan da anlaşılacağı üzere Zürcher, her iki keskin yorumu da yumuşatıp bir orta yol bulmaya çalışmaktadır. Bir yandan rejimin otokratik yönüne, diğer yandan da reform çabalarındaki sürekliliğe ve bu dönemdeki önemli atılımlara işaret etmektedir. Erik Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993. 9 Kemal Karpat, The Politicization of Islam: Reconstructing Identity, State, Faith, and Community in the late Ottoman State, Oxford: Oxford University Press, 2001.
76
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
nusunda başarılı olamamıştır. Osmanlı-Türkiye tarihçiliğini kuşatmış olan bu modernleşme anlayışı, tarih anlatısını Batı karşısında gecikmişlik teması üzerine bina etmiştir. Böyle bir yaklaşım kendini, çağdaşlaşma veya Avrupalılaşma ideolojisinde yoğun olarak gösterir. Bununla birlikte, modernleşme temasının karşılaştırmalı bir perspektife de imkân sağladığı belirtilmelidir. Kuşkusuz tarihin karşılaştırmalı bir perspektifle ele alınması, ilk bakışta son derece olumlu karşılanabilir. Ancak, Osmanlı modernleşmesinin, Avrupa olarak soyutlanan, idealize edilmiş bir kurguya gönderme yapılarak, gecikmişliğin yarattığı sorunlar çerçevesinde anlatılmasının, Osmanlı toplumuna ve siyasî elitine ancak Avrupa örneğini model almaktan ibaret bir tarihsel öznellik atfetmek anlamına geleceği açıktır. Türkiye ile ilgili literatürde her ikisi de geç modernleşmeler olarak değerlendirilen Osmanlı ve Rusya örneklerinin karşılaştırılmasına sıklıkla başvurulmuş ve Osmanlı’nın Rusya’ya göre modernleşme sürecine daha geç yönelmiş olması, sürecin Osmanlı-Türkiye örneğinde daha sorunlu yaşanmasının en önemli nedeni olarak gösterilmiştir. Böyle yaklaşımların barındırdığı sorun, tarihin sadece bir modernleşme süreci olarak hikâyelendirilmiş olması değil, aynı zamanda, modernleşmenin Avrupa-merkezci bir varyantına bağlı kalınıyor olmasındadır. Kuşkusuz 1970’li ve 1980’li yılların koşullarında Osmanlı-Türkiye tarihini “biz bize benzeriz”ci anlayışın ötesinde karşılaştırmalı bir perspektifle incelemek önemli bir kazanım olarak görülebilir. Ancak sözkonusu “geç modernleşme” paradigmalarının bugün bile önemli bir itibara sahip olması, Türkiyeli entelektüelin Edward Said sonrası hayli geniş olan oryantalizm literatürüne rağmen en sığ şekliyle Avrupa-merkezci bir tarih anlayışından hâlâ sıyrılamamış olduğunu ortaya koymaktadır.10 Oryantalizm ve Avrupa-merkezci tarih anlayışına ilişkin tartışmaları bu yazının sınırları içinde derinleştirmek mümkün değil. Ancak tarihe, “geç modernleşmenin yarattığı anomaliler” şeklinde yaklaşmanın, örneğin Almanya ve Japonya tarihçiliğinde hem tarih yazıcılığı hem de epistemoloji sorunu olarak eleştirilmiş olduğunu belirtmekle yetineceğim.11 Almanya tarihçiliğinde geç kalmışlık paradigması uzun süre Almanya siyasetindeki 10 Böyle bir yaklaşıma örnek olarak bkz. Murat Belge, “Batılılaşma: Türkiye ve Rusya”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 3, Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Belge’nin Rusya ile Osmanlı modernleşmesi karşılaştırmasına, İlber Ortaylı’nın görüşlerini büyük oranda karikatürize ederek vardığını belirtmek gerekir. Bkz. Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı. 11 Almanya tarihçiliği için bkz. David Blackbourn ve Geoff Eley, The Peculiarities of German History: Bourgeois Society and Politics in Nineteenth-Century Germany, Oxford ve New York: Oxford University Press, 1984. Japonya tarihçiliği için bkz. Harry D. Harootunian, Overcome by Modernity: History, Culture and Community in Interwar Japan, New Jersey: Princeton University Press, 2000.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
77
her türlü otoriter gelişmenin en önemli nedeni olarak gösterilmişti. Örneğin Nazizmi, Alman kapitalizminin ve siyasetinin güncel sorunlarıyla açıklamak yerine, sorunun kaynağı geçmişte aranmış ve anomali olarak değerlendirilen güncel olgular temelde modernleşme sürecinin gecikmişliğiyle açıklanmıştı.12 Osmanlı-Türkiye tarihinde benzer yaklaşımlar, Türkiye siyasetinde bugün yaşanan birçok sorunu, örneğin ordunun siyasetteki ağırlıklı rolünü, devletin sözde ‘ceberut’ niteliğini ve sivil toplumun sözde ‘güçsüz’ oluşunu, yine modernleşmenin gecikmişliğinin yarattığı anomaliler silsilesine gönderme yaparak açıklama kolaycılığına yönelmiştir. Kuşkusuz bütün bu eleştirileri, modernleşme paradigmasının ve Avrupa-merkezci yaklaşımların önemli ölçüde itibar kaybettiği bir ortamda yapıyoruz. Abdülhamid döneminin Avrupa-merkezci bir modernleşme paradigması çerçevesinde bile olsa ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı tarihi bütünlüğü içine dahil edilmesinin önemli bir başarı ve tarihçiliğimizde bir ilerleme olarak değerlendirilmesi gereken bir dönemde tarihin, modernleşme süreci olarak kavramsallaştırılmasının epistemolojik ve siyasî boyutlarına ilişkin bir eleştiri başlatmanın mümkün olamayacağını kabul etmeliyiz. Son on yılın akademik tarihçiliği böyle bir sorgulamayı artık olanaklı hale getirmiştir. ••• Son on, on beş yılda Osmanlı tarihçiliğinin önemli bir dönüşüm geçirdiğini görüyoruz. Genel olarak tarihçilik alanında son çeyrek asırda gündeme gelen teorik arayışların bu dönüşümde önemli bir payı olmuştur. Osmanlı tarih yazıcılığının teorik gündemi zaman içerisinde, Avrupa tarihçiliğine daha çok yaklaşmış ve Osmanlı literatürünün uluslararası tarihçilik alanındaki marjinal konumu bir miktar kırılmıştır. Sözkonusu yönelimin izleri, örneğin, Osmanlı tarihiyle ilgili makalelerin itibarlı Avrupa tarihi dergilerinde eskiye oranla daha çok yayımlanıyor olmasında gözlenebilir.13 Ders kitabı niteliğindeki yeni çalışmaların Avrupa tarihi dizileri kapsamın12 Almanya için bkz. Blackbourn ve Eley, The Peculiarities of German History: Bourgeois Society and Politics in Nineteenth-Century Germany. Japonya için bkz. Harootunian, Overcome by Modernity: History, Culture and Community in Interwar Japan. 13 Comparative Studies in Society and History, European History Quarterly ve American Historical Review gibi itibarlı akademik dergilerin, sayfalarında teorik açılımlı Osmanlı tarihi çalışmalarına yer vermesi ve International Labor and Working-Class History dergisinin, sonbahar 2001 tarihli sayısını Osmanlı emek tarihçiliğine ayırmış olması akla ilk gelen örneklerdir. Örnek olarak bkz. Carter Findley, “An Ottoman Occidentalist in Europe: Ahmed Midhat Meets Madame Gülnar, 1889”, American Historical Review, 1998, c. 103, sy. 1. Cengiz Kırlı, “A Profile of the Labor Force in Early NineteenthCentury Istanbul”, International Labor and Working-Class History, 2001, sy. 60. Selim Deringil, “They Live in a State of Nomadism and Savagery: The Late Ottoman Empire and the Post-Colonial Debate”, Comparative Studies in Society and History, 2003, c. 45, sy. 2.
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
78
da yayımlanıyor olması da bu bakımdan önemlidir.14 Ayrıca, Ortadoğu çalışmaları gibi saha araştırmaları dergilerinin teorik ağırlıklı yazılara daha fazla yer vermeleri ve bu dergilerin yeni paradigmatik arayışları teşvik etmeleri de bu çerçevede değerlendirilebilir.15 Kuşkusuz bütün bu gelişmeler son derece sınırlıdır. Buna rağmen son on, on beş yıl zarfında yeni bir literatür ve tarihçilik anlayışının ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu yeni literatürün ayırt edici özellikleri arasında, Avrupa tarihçiliğinin kavramsal çerçevesine aşinalık, modernleşme paradigmasının Avrupa-merkezci varyantına getirilen eleştiri ve Osmanlı tarihini dünya tarihi bütünlüğü içinde kurgulama çabalarını sayabiliriz. Bu yeni literatür bir yandan Osmanlı tarihinin dünya tarihi içindeki konumunu güçlendirirken diğer yandan da Osmanlı tarihçisinin uluslararası akademik camiadaki saygınlığını artırmıştır. Yukarıda kısaca değindiğimiz gelişmeler Abdülhamid dönemi tarihçiliğini de derinden etkilemiştir. Abdülhamid dönemi tarihçiliği bu dönemde, bir önceki bölümde kısaca özetlediğimiz ilk revizyon çabasının birikimini de devralarak önemli bir teorik atılım gerçekleştirmiştir. Aşağıda, son on yılda yayınlanan bazı monografik çalışmaları ve doktora tezlerini kısaca gözden geçirerek yeni tarihçiliğin ayırt edici yönlerini belirlemeye çalışacağım.16 Bir önceki dönemin literatürüyle karşılaştırıldığında, yeni tarihçiliğin en önemli özelliğinin, modernleşmeyi, yerel koşulların yarattığı farklılıkları da kapsayacak şekilde ortak küresel bir zamansallık içinde işleyen bir süreç olarak kurgulamak olduğunu söyleyebiliriz. Ortak küresel-zaman fikri, Avrupa-merkezci yaklaşımların aşılmasında önemli rol oynamıştır. Böylece, ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin, idealize edilmiş bir Avrupa örneğinin gecikmiş bir türevi olarak kurgulanması aşılmıştır. Yeni çalışmalarda Rusya, Japonya, Almanya ve Fransa’yla benzerlikler ve eşzamanlı14 Aşağıdaki iki kitap Cambridge University Press’in Avrupa tarihinde yeni yaklaşımlar serisi içinde yayınlanmıştır: Daniel Goffman, The Ottoman Empire and Early Modern Europe, New Approaches to European History, New York: Cambridge University Press, 2002; Donald Quataert, The Ottoman Empire, 1700-1922, New Approaches to European History, Cambridge: Cambridge University Press, 2001. 15 International Journal of Middle East Studies dergisinin (IJMES) 2002 yılında 34 numaralı sayısını sömürgecilik sonrası çalışmaların (postcolonial theory) sağladığı teorik imkânlar ışığında, Ortadoğu ve Orta Asya çalışmalarında yeni arayışlara ayırması bu çerçevede anlamlıdır. Bu sayıda yer alan makalelere örnek olarak bkz. Deniz Kandiyoti, “Post-Colonialism Compared: Potentials and Limitations in the Middle East and Central Asia”, International Journal of Middle East Studies, 2002, sy. 34. 16 Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde yapılan doktora tezlerine vurgu yapmamın sebebi, yerli çalışmaları küçümsemek değil, aksine bilimsellik normunun İngilizce yazmak ve sözkonusu akademik ortamla ve ilgili dergileriyle ilişkili olmak şekilde kolonize edilmiş olduğunu vurgulamak içindir.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
79
lıklar ön plana çıkartılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede değerlendirilebilecek çalışmalar sınırlı olmakla birlikte hayli yol kat edildiğini söyleyebiliriz. Abdülhamid dönemi tarihçiliğinin bu yeni evresinde Selim Deringil’in ideoloji ve siyaset ağırlıklı çalışmaları öncü bir rol oynamıştır. Deringil, Abdülhamid dönemi siyaset ve ideolojisini, meşruiyet paradigması ve uluslararası arenada sembolik düzlemde yürütülen rekabete gönderme yaparak incelemiştir. Bu çalışmanın önemi, farklı siyasî coğrafyalarda cereyan eden tarihsel deneyimleri ortak bir küresel zamansallık içinde incelemesinde ve farklı örnekler arasında gelişmişlik veya gecikmişlik açısından bir sıralamaya tabi tutmamasında yatmaktadır.17 Bu doğrultudaki bir diğer örneği, Benjamin Fortna’nın Abdülhamid dönemi eğitim sistemiyle ilgili çalışması oluşturmaktadır.18 Fortna, Abdülhamid dönemi müfredatında dinî ve ahlakî değerlerin ağırlık kazanmasını, Rusya, Fransa ve bazı başka ülkelerdeki benzer ve eşzamanlı gelişmelerle ilişkilendirmekte ve Osmanlı’daki eğitim politikalarını Batı’yı örnek alma çabasının bir ürünü olarak değil, yerel ihtiyaçların doğurduğu uygulamalar olarak değerlendirmektedir. Fortna farklı ülkelerdeki benzer uygulamaları karşılaştırırken, küresel bir saatin işlemekte olduğu fikrini ön plana çıkarmış ve örneğin Osmanlı ve Rusya modernleşmelerinde bir gecikmişlik paradigmasına başvurmamıştır. Kısacası yazar, eğitim sisteminde İslâmî öğelerin ağırlık kazanmasını, modernleşme veya Batılılaşma çizgisinden bir kopuş olarak değil, aksine modernleşmenin bir gereği olarak değerlendirmiştir. Son yıllarda Abdülhamid dönemi eğitim sistemiyle ilgili çalışmalarda bir artış gözlenmektedir.19 Modern devletin, toplumu ve bireyleri ideolojik ve siyasî olarak biçimlendirme doğrultusundaki en önemli faaliyet alanlarından birisi olan eğitimle ilgili araştırmalar, dönemin tarihini anlamak açısından son derece önemlidir. Abdülhamid dönemi tarihçiliğindeki bu yeni eğilim kapsamında değerlendirilebilecek bir çalışma olması nedeniy17 Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002. 18 Benjamin Fortna, “Islamic Morality in Late Ottoman ‘Secular’ Schools”, International Journal of Middle East Studies, 2000, sy. 32; Benjamin Fortna, Imperial Classroom: Islam, the State, and Education in the Late Ottoman Empire, Oxford: Oxford University Press, 2002. 19 Eğitim alanındaki çalışmaların hepsini burada vermek mümkün görünmemektedir. Konuyla ilgili iki örnek için bkz. Bayram Kodaman, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990; Mehmet Ö. Alkan, “Ölçülebilir Verilerle Tanzimat Sonrası Osmanlı Modernleşmesi”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 1996; Mehmet Ö. Alkan, “Modernization from Empire to Republic and Education in the Process of Nationalism”, Ottoman Past and Today’s Turkey, Kemal Karpat (der.), Leiden: Brill, 2000.
80
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
le burada yalnızca Akşin Somel’in araştırmasına değinmekle yetineceğim. Gerçi, Avrupa-merkezci modernleşme paradigmasıyla hesaplaşmanın Somel’in doğrudan gündeminde olduğunu söylemek zordur. Somel’in çalışması yine de, Abdülhamid dönemini ondokuzuncu yüzyıl bütünlüğü içine entegre edebilmesi bakımından önemlidir. Bu yönüyle de, yukarıda kısaca değinmiş olduğum birinci dalga revizyonist tarihçiliğe daha yakın durmaktadır. Somel, Abdülhamid dönemi eğitimiyle ilgili gelişmeleri Tanzimat’tan itibaren başlayan uzun dönemli bir perspektif içinde ele almıştır. Örneğin müfredatın dinî içeriğinin pekiştirilmesinin yalnızca Abdülhamid döneminde değil, Tanzimat döneminde de sözkonusu olduğunu vurgulamıştır. Bu tespitiyle yazarın, ideolojik eğilimler açısından Tanzimat ve Abdülhamid dönemlerini birbirinden farklıymış gibi gösterme eğilimlerini eleştirmiş olduğu görülür.20 Bunlardan başka Somel’in çalışması, eğitimle ilgili uygulamaları, sosyal disiplin, modern siyaset ve modern devlet kavramlarıyla açıkladığı için yeni literatür kapsamında değerlendirilmelidir.21 Elizabeth Frierson’un, Abdülhamid döneminde devlet, basın ve toplumsal cinsiyet konularını temel alan ve ağırlıkla “kamusal alan” kavramı üzerine kurulmuş olan doktora tezi ile bazı makaleleri, yeni tarihçiliğin teorik tartışmalara ağırlık veren kesimine örnek teşkil etmektedir.22 Frierson, Abdülhamid döneminde yaygınlaşan kadın dergilerini inceleyerek Osmanlı kamusal alanının alt ve orta sınıf eğitim görmüş kadınları da kapsayacak 20 Selçuk Akşin Somel, The Modernization of Public Education in the Ottoman Empire, 1839-1908: Islamization, Autocracy, and Discipline, Leiden: Brill Academic Publishers, 2001. 21 Gökhan Çetinsaya’nın İkinci Abdülhamid’in Irak ve aşiret siyasetiyle ilgili doktora çalışması yukarıdaki çerçevede değerlendirilebilir. Çetinsaya’nın çalışmasında, din, tarikat ve halk İslâmı boyutlarının taşıdığa ağırlığa rağmen, Abdülhamid’in temel kaygısının Osmanlı coğrafyasının parçalı yapısını modern devlet ve siyasetin gerekleri doğrultusunda bütünleştirmek olduğu ortaya konulmuştur. Gökhan Çetinsaya, “Ottoman Administration of Iraq, 1890-1908”, Doktora Tezi, University of Manchester, 1994; Gökhan Çetinsaya, “II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak’da Tarikat, Aşiret ve Siyaset,” Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999, sy. 7. Yine bu çerçevede değerlendirilmesi mümkün olan bir başka çalışma için bkz. Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan Il. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul: Orkun, 1983. 22 Elizabeth B. Frierson, “Unimagined Communities: Women and Education in the Late Ottoman Empire, 1876-1909,” Critical Matrix, 1995, c. 9, sy. 2; Elizabeth B. Frierson, “Unimagined Communities: State, Press, and Gender in the Hamidian Era”, Doktora Tezi, Princeton University, 1996; Elizabeth B. Frierson, “Cheap and Easy: The Creation of Consumer Culture in Late Ottoman Empire”, Consumption Studies and the History of the Ottoman Empire, 1550-1922 An Introduction, Donald Quataert (der.), Albany: State University of New York Press, 2000; Elizabeth B. Frierson, “Mirrors Out, Mirrors In, Domestication and Rejection of the Foreign in Late-Ottoman Women’s Magazines (1875-1908)”, Women, Patronage, and Self-Representation in Islamic Societies, D. Fairchild Ruggles (der.), Albany: State University of New York Press, 2000.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
81
şekilde genişlediğini göstermiş, ancak bu kamusallığın kadınlara sunduğu imkânların, dönemin patriarkal ve otokratik siyasî kültürü tarafından koşullandırıldığının altını çizmiştir. Frierson’un çalışmasının önemi, Avrupamerkezci yaklaşımlarda Batı siyasî kültürüne özgü bir olgu olarak kurgulanan kamusal alan kavramını Osmanlı tarihçiliğine, kavramın her türlü burjuva liberal ve demokratik özcü içeriklerini dışlayarak başarıyla uygulamış olmasında yatmaktadır. Yeni tarihçiliğe ilişkin bu kısa değerlendirmeyi, padişahın monarşik tonları ağır basan sosyal yardım uygulamalarını, modern sosyal devletin Osmanlı coğrafyasında aldığı özgül biçim olarak kavramsallaştıran ve sözkonusu yorumu Rusya, Almanya ve Japonya örneklerine gönderme yaparak inceleyen kendi çalışmalarımı hatırlatarak bitirmek istiyorum.23 Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet adlı çalışmamda, tarihsel oluşumlar, herhangi bir modernleşme süreci anlatısına başvurulmadan, dahilî siyasî koşulların karmaşık doğasının belirleyiciliğine vurgu yapılarak açıklanmış ve karşılaştırmalı yaklaşım, farklı modernleşme örneklerinin zaman içindeki göreli dizilişlerinin veya gecikmişliklerinin tespiti meselesi olarak ele alınmamıştır. Abdülhamid dönemiyle ilgili yeni literatürün en önemli özelliğini, Osmanlı siyasî elitine tarihsel anlatı içinde tanınmış olan öznellik oluşturmaktadır. Bu anlatıda Osmanlı siyasî eliti, gecikmişlik koşullarında idealleştirilmiş bir Batı modelini yerel koşullara uyarlayan değil, eşzamanlı ve küresel modernite koşullarında kendi kaderini başka coğrafyaların siyasî elitleri gibi tayin etme yeteneğine sahip bir özne olarak tasavvur edilmiştir. Ancak, Avrupa-merkezci tarih anlayışının aşılması açısından son derece olumlu bir sıçramaya denk düşen bu yeni anlayışın önemli epistemolojik sorunlar içerdiğinin altı çizilmelidir. Bunlardan en önemlisi, Osmanlı tarihini Avrupa tarihçiliğinin teorik ve kavramsal donanımlarıyla yazmanın getireceği zorluklarla ilişkilidir. Bu sorun, Avrupa-merkezci yaklaşımları aşma kaygısının gündemde olduğu bir ortamda paradoksal bir durum yaratmaktadır. Osmanlı tarihinin, Avrupa tarihçiliğinin kavramsal donanımlarıyla yazılmasının, basitçe tarihçiliğimizin uluslararası bilimsel ve akademik düzeyinin yükselmesi olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Edward Said’in oryantalizm eleştirisi, Avrupa-merkezci bir anlayışla Doğu’nun bilgisini üretmenin, Doğu üzerinde egemenlik kurma çabasına eşlik ettiği noktasındaydı. Said’in sözkonusu eleştirisi önemli ölçüde Foucault’nun bilgi-iktidar 23 Fortna, “Islamic Morality in Late Ottoman ‘Secular’ Schools”, Nadir Özbek, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet: Siyaset, İktidar ve Meşruiyet, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002; Nadir Özbek, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Sosyal Devlet”, Toplum ve Bilim, 2002, sy. 92.
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
82
ilişkisine yönelik tespitleri üzerine bina edilmişti.24 Ancak Abdülhamid dönemine ilişkin literatür örneğinde de gördüğümüz gibi yeni anlayış, tarih anlatısında Batı’nın Doğu üzerindeki tahakkümünü kırmış, Doğu’ya da Batı’yla eşit bir öznellik tanımış görünmektedir. Ancak, Osmanlı tarihçilerinin, Avrupa tarihçiliğinin dilini içselleştirmeleri şeklinde cereyan eden bu süreci, bir açıdan, Avrupa-merkezli akademik söylemin genelleşmesi, sözkonusu söyleme direniş imkânlarının daraltılması ve böylece zihinlerin bütünüyle kolonileştirilmesi olarak yorumlamak da mümkündür. Postmodern eleştirinin en güçlü göründüğü bir anda moderleşme ideolojisinin genelleşmesi ve hegemonyasını tahkim etmesi gibi paradoksal bir durumla karşı karşıyayız. Burada öncelikle tartışılması gereken, genelleşmiş bir modernleşme ideolojisini aşmanın nasıl mümkün olabileceğidir. Postkolonyal teorinin günümüzdeki önemli temsilcilerinden Dipesh Chakrabarty’nin bu sorunla ilgili önerisi, aydınlanma rasyonel düşüncesinin felsefî mirası üzerinde temellenmiş bütün kavramsal ve epistemolojik donanımların terk edilmesi noktasındadır.25 Chakrabarty’nin, sözkonusu tespitiyle, postmodern teorinin en temel eleştirisini paylaşıyor olduğu açıktır. Tarihin, olguların zaman içinde art arda dizilişi, ileriye doğru bir gidiş şeklinde kurgulanması, yine buna bağlı olarak rasyonel bir özne anlayışı, Chakrabarty’ye göre aydınlanmacı modernitenin özünü oluşturmaktadır. Yazar, alternatif epistemolojinin Batı kültür ve düşünce sisteminin tamamıyla dışına çıkılarak kurulması gerektiğini ima etmektedir. Ancak bu çözümlemenin, özcü ve kültürcü bir boyuta sahip olduğunun altını çizmeliyiz. Gerçekten de Chakrabarty’nin kendisi de bu olasılığın farkında görünmektedir. Postmodern ve postkolonyal eleştirinin en önemli açmazı, moderniteyi bir söylem ve kurgu olarak ele alması ve alternatifin ancak başka kültürel oluşumlara referansla söylemsel düzeyde kurulabileceğini varsayıyor olmasıdır. Kültürün ve söylemin de bir siyaset olduğu doğrudur. Ancak kültürel siyaset dahil her türlü siyasetin sosyal ilişkiler içindeki öznelerinin belirgin olması son derece önemlidir. Böyle bir vurgu bizi içinde bulunulan anın belirleyiciliğine yöneltir. Başka bir ifadeyle, yeni bir epistemoloji, bugünün siyasetine bir müdahale olduğu ölçüde radikal bir eleştiri mahiyeti taşıyabilir.26 24 Edward Said, Orientalism, New York: Pantheon Books, 1978. 25 Dipesh Chakrabarty, Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference, Princeton Studies in Culture/Power/History, New Jersey: Princeton University Press, 2000. 26 Harry D. Harootunian, “In the Tiger’s Lair: Socialist Everydayness Enters Post-Mao China (Review essay on Streetlife China by Michael Dutton)”, Postcolonial Studies, 2000, c. 3, sy. 3; Harry D. Harootunian, History’s Disquiet: Modernity, Cultural Practice, and the Question of Everyday Life, Columbia: Columbia University Press, 2000.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
83
Chakrabarty’nin eleştirisi, bu imkânı bünyesinde barındırmıyor olmakla birlikte, modernitenin bir epistemoloji olarak aşılması amacını taşımaktadır. Oysa Abdülhamid dönemine ilişkin yukarıda özetlediğimiz yeni literatür, Osmanlı geçmişinin Avrupa-merkezcilikten arındırılmış küresel ve eşzamanlı bir modernleşme süreci anlayışı içine dahil edilmesi amacını gütmektedir. Fakat sözkonusu yeni eğilime getirdiğimiz en önemli eleştiri modernitenin bir epistemoloji olarak sorunsallaştırılmamış olmasıyla ilgiliydi. Yine bu noktada gündeme getirmemiz gereken ve son yıllarda yaygınlaşmaya başlayan bir başka yaklaşım, alternatif moderniteler, Batı-dışı moderniteler veya melez moderniteler gibi kavramlarda ifade bulmaktadır.27 Osmanlı tarihçiliği alanında henüz doğrudan bir etkisi görülmeyen bu yaklaşım, moderniteyi kültürcü ve özcü bir anlayışla yorumladığı için, ortak ve eşzamanlı bir modernite anlayışından önemli ölçüde ayrılmaktadır.28 Alternatif moderniteler kavramıyla, modernleşme ideolojisinin çok kültürcü, sivil toplumcu ve globalist yeni bir yorumuna ulaşılmaktadır. Bu yeni ideolojiyi neo-modernizm olarak nitelemek mümkündür. Bugün Avrupa-merkezci bir modernleşme ideolojisinden çok-kültürlü bir modernleşme ideolojisine yönelişin, kapitalist üretim ilişkilerinin küresel düzlemde çok odaklı olarak yeniden şekillenmesinin yarattığı siyasal ihtiyaçlardan kaynaklandığı açıktır. Başka bir ifadeyle, genelleştirilmiş bir modernite anlayışının Doğu’ya da teşmil edilmesini, sermaye birikiminin küresel ihtiyaçlarına denk düşen bir ideoloji, yeni bir hegemonya arayışı olarak nitelemek gerekmektedir.29 Modernleşme anlatısının, Avrupa’yı ayrıcalıklı bir konumda kurgulaması nasıl belli bir iktidar ilişkisine tekabül ediyor idiyse, şimdi de Avrupa dışı siyasal coğrafyaların modernleşme anlatısı içine ikincil ve türev bir konumda olmadan “eşitlikçi” bir tarzda dahil edilmelerinin başka bir iktidar ilişkisine denk düşüyor olduğunu aynı şekilde dikkate almak durumundayız. Yukarıdaki tartışmaları, Abdülhamid dönemine ilişkin yeni literatürle ilişkisi içinde daha somut olarak ifade etmemiz gerekmektedir. Bu nokta27 Dilip Parameshwar Gaonkar, Alternative Modernities, North Carolina: Duke University Press, 2001. Ortadoğu çalışmaları alanında bu yaklaşıma örnek olarak bkz. Dale F. Eickelman, “Islam and the Languages of Modernity”, Daedalus, 2000, c. 129, sy. 1; Nilüfer Göle, “Batı-dışı Modernlik: Kavram Üzerine”, Melez Desenler, İstanbul: Metis Yayınları, 2000; Nilüfer Göle, “Snapshots of Islamic Modernities”, Daedalus, 2000, c. 129, sy. 1. 28 Ortak ve eşzamanlı modernite anlayışına örnek olarak bkz. Huri İslamoğlu, “Modernities Compared: State Transformations and Constitutions of Property in the Qing and Ottoman Empires,” Journal of Early Modern History, 2001, c. 5, sy. 4. 29 Arif Dirlik, “Modernity as History: Post-Revolutionary China, Globalization and the Question of Modernity”, Social History, 2002, c. 27, sy. 1; Arif Dirlik, “Rethinking Colonialism: Globalization, Postcolonialism, and the Nation,” Interviews, 2002, c. 4, sy. 3.
84
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
da, Avrupa sosyal tarihçiliğinin Habermas’a borçlu olduğu ve kendi çalışmalarımda da sıklıkla başvurduğum kamusal alan kavramının Osmanlı tarihi kapsamında kullanılışı örneği üzerinde durmak yararlı olacaktır. Habermas’ın klasik formülasyonunda kamusal alan kavramı, aile ile devlet arasında burjuva liberal bireyin rasyonel siyasî bir özne olarak kendisini kurduğu ve bu anlamda burjuva siyasetinin şekillendiği zemin olarak tanımlanmıştır. Kamusal alan ve sivil toplum kavramlarında ifadesini bulan siyasal olguların, şehir kültürünün, sivil inisiyatifin ve rasyonel zihniyetin yeşerdiği Avrupa tarihine ait kavramlar olduğu, bu ve benzeri kavramların güçlü devlet ve cemaat kültürünün belirleyici olduğu Doğu toplumlarını anlamak için yararlı olamayacağı şeklindeki itirazların yeni olmadığını biliyoruz.30 Bu tarz itirazlar, kültür ve medeniyeti özcü bir yaklaşımla kurgulayıp her kültürel öbek için farklı kavramsal çerçeve öneriyor oluşu nedeniyle kolayca eleştirilebilir. Ayrıca, kavramların analitik araçlar olduğu, kendilerinden menkul kültürel veya başka türlü anlamlar ve özler taşımadıkları ve kavramlara yüklenen anlamların tarihsel anlatının yaratıcısı konumundaki tarihçinin eseri olduğunu unutmamalıyız. Gerçekten de kabaca son on beş yıl içerisinde sosyal tarihçilik ve kültür tarihçiliği kamusal alan kavramını Habermascı burjuva liberal özünden önemli ölçüde uzaklaştırmış ve kavrama toplumsal sınıf ve grupları bütün çeşitliliği ve karmaşıklığı içinde kuşatan geniş, çoğul, uzlaşmaya açık ama çatışmayı da barındıran, rasyonel olması gerekmeyen bir siyaset zemini olarak yeni bir anlam kazandırmıştır. Özellikle Geoff Eley’nin çalışmalarında kamusal alan kavramı, Gramsci’nin hegemonya kavramından da faydalanılarak, siyasetin cereyan ettiği zemin anlamında kullanılmıştır.31 Geniş, konjonktürel ve arızî bir yaklaşımla tanımlandığı takdirde kamusal alan kavramı, her türlü kültürel özcülükten arındırılmış ve toplumsal siyasetin karmaşıklığını ve tarihsel belirlenmişliğini kavrayan analitik bir araç haline gelecektir. Kamusal alan kavramının yukarıda tanımlandığı şekliyle Osmanlı tarih yazıcılığında kullanılmasının hiçbir teorik ve epistemolojik mahzuru olmadığını söyleyebiliriz.32 Örneğin Abdülhamid dönemiyle ilgili kendi çalış30 Bu konuda yeni bir örnek için bkz. Şerif Mardin, “Civil Society and Islam”, Civil Society, Theory, History, Comparison, John A. Hall (der.), Cambridge: Polity Press, 1995. 31 Geoff Eley, “Nations, Publics, and Political Cultures: Placing Habermas in the Nineteenth Century”, Habermas and the Public Sphere, Craig Calhoun (der.), Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1996. Benzer bir yorum için bkz. Arif Dirlik, “Civil Society/Public Sphere in Modern China: As Critical Concepts Versus Heralds of Bourgeois Modernity”, Chinese Social Sciences Quarterly (Zhongguo She Hui Ke Xue Ji Kan), 1993, sy. 3. 32 Çin tarihiyle ilgili literatürü değerlendiren yazısında Arif Dirlik, kamusal alan/sivil toplum kavramlarının, Avrupa-merkezci ve kapitalizmin ürünü olmaları gerekçesiyle göz ardı edilmemeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Dirlik aynı yazıda kavramların ken- 2
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
85
malarımda kamusal alan kavramı, padişahın siyasî otoritesinin kurulduğu ve kitlelerin siyasete katılmasının, Abdülhamid’in siyasî kurgusu dahilinde gerçekleştiği ölçüde siyasî rejimin meşruiyetinin tahkim edilmesine hizmet eden siyaset zemin olarak tanımlanmıştır. Böylece kamusal alan kavramına ilerlemeci ve sivil toplumcu bir perspektifle demokratik bir içerik atfedilmeden, siyasetin tarihselliğine ve belirleyiciliğine vurgu yapılmıştır.33 Yukarda Elisabeth Frierson’un kamusal alan kavramını, yine özcü bir anlam yüklemeden, Abdülhamid dönemi siyasetini anlamak üzere Osmanlı tarihine başarıyla uygulamış olduğuna değinmiştik. Burada tanımlandığı şekliyle kamusal alan kavramı, bütün karmaşıklık ve bölünmüşlükleriyle tarihsel öznelerin toplumsal siyasal pratiklerinin hiçbir kültürcülüğe ve özcülüğe kapılmadan tarih anlatımıza dahil edilmesi imkânını sağlayacaktır. Bu yolla tarihi, her hangi bir hat doğrultusunda ilerleyen bir süreç olarak değil, tarihsel öznelerin karşılıklı konumlanışlarının belirleyiciliğinde şekillenen bir olgu olarak kurgulamak mümkün olacaktır. Abdülhamid dönemine ilişkin yeni literatürün en önemli başarısının modernleşme paradigmasının Avrupa-merkezci biçiminin aşılması, Osmanlı tarihinin dünya tarihi bütünlüğü içinde kavramsallaştırılmaya çalışılması ve Osmanlı siyasî elitine atfedilen ikincil öznellik rolünün kırılması noktalarında odaklaştığı ifade edilmişti. Bütün bu başarılarına rağmen yeni literatürün en önemli zaafı kendi tarihselliğinin farkında olmayışı noktasında odaklanmaktadır. Kendisini doğuran koşullarla ilişkisini kurmadan ve bu koşullar içinde tekabül ettiği siyasal ve ideolojik açılımları belirlemeden yeni literatürün, tarihçiliğimizin uluslararası niteliğinde bir yükseliş ve tekamüle karşılık geldiğini düşünmek doğru olmayacaktır. Yeni literatür, geçmişe ilişkin her türlü kurgunun bugüne ait ve bu nedenle de ideolojik olduğu ve Osmanlı ve Türkiye siyasî elitini merkeze alarak modernist-historisist bir epistemolojiyle kurgulanan bir geçmişin, iktidar konumundaki kesimlerin egemenliklerini geçmiş-bugün-gelecek dizilimi içinde meşrulaştırma işlevine sahip olduğu gerçeğini görme yeteneğinden uzak bulunmaktadır. Sözkonusu literatüre getirilmesi gereken eleştiri, geçmişe ait yeni tasavvurun bugüne ilişkin temsil ettiği siyaset noktasında olmalıdır. ••• İkinci Abdülhamid dönemi tarihçiliğinin çerçevesini uzun yıllar çizmiş olan “Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı?” kutuplaşmasının Türkiye siyasetindi başlarına bir anlam ifade etmediğine, basitçe tasvir niteliklerinin olmadığına işaret etmektedir. Dirlik’e göre bir söyleme ait kavram ve terimler, farklı sosyal çıkarlar ve ideolojik yönelimlerle ilişkileri içinde programatik hedeflerin oluşturulmasına hizmet ettikleri ölçüde anlam kazanırlar. Bkz. Dirlik, “Civil Society/Public Sphere in Modern China: As Critical Concepts Versus Heralds of Bourgeois Modernity”. 33 Özbek, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet: Siyaset, İktidar ve Meşruiyet.
86
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
deki ideolojik bir bölünmüşlüğe denk düştüğünü inkâr etmek mümkün görünmemektedir. Akademik tarihçiliğin de etkisiyle Abdülhamid’e ilişkin artık “ne Ulu Hakan, ne de Kızıl Sultan idi” veya “müstebid idi ama aynı zamanda ıslahatçıydı” şeklinde, objektiflik ve bilimsellik iddiasıyla örülmüş orta yolcu bir tavır ön plana çıkmış bulunmaktadır. Geçmişe ilişkin popüler tasavvurların ideolojik boyutunu görmek daha kolay iken, akademik tarihçiliğin bu yönü, bilimsellik iddiası ardına gizlenmiş olması nedeniyle daha zordur. Oysa, tarihçinin tasavvur ettiği geçmiş ile tarihçinin bizzat içinde bulunduğu bugün’ün aynı zamansal düzlemde bulunduğu hatırlandığında, Abdülhamid dönemini ılımlı ve orta yolcu bir yaklaşımla Osmanlı-Türkiye modernleşmesi sürekliliği kurgusu içine dahil etmenin de bir siyasete ve ideolojik pozisyona denk düşüyor olduğu açıklık kazanır. Akademik tarihçiliğin saygınlığı her şeyden önce geçmişe ilişkin üretilen bilginin siyasetler üstülüğü ve objektifliği kriterleriyle ölçülmektedir. Sözkonusu yanılsamanın pekiştirilmesinde, uluslararası bilimsellik amacı, soyut bir dil ve gündem oluşturulması gibi birçok meslekî pratiğin rolü bulunmaktadır. Ancak üniversite tarihçiliği, bilimsellik ve objektiflik iddiasıyla herhangi bir toplumsal-pratik gündemle ilişki kurmadığı sürece, üretilen bilginin güncel toplumsal-siyasal işlevi kaybolmakta ve bilimsel faaliyet akademisyenin kişisel statü ve kimlik siyasetine hizmet etmeye indirgenmiş olmaktadır. Bununla birlikte, akademik tarihçinin bilimsellik iddiası, kendi bireysel kimlik ve statüsünü oluşturmanın yanı sıra, daha genel bir siyasete de hizmet etmektedir. Bu da geçmişe ilişkin bilgi üretiminin akademinin tekeline alınmasıyla ilgilidir. Siyaset üstülük, bilimsellik ve objektiflik vasfının tekelleştirilmesi yoluyla, geçmişe ilişkin alternatif tahayyüllerin gözden düşürülmesi kolaylaşmaktadır. Sözkonusu tarihçiliğin bilimsellik ve objektiflik iddiası, geçmişin olduğu gibi gösterilmesi hedefinde ifade bulmaktadır. Böyle bir tarih anlatısında güncele müdahale kaygısı bir tarafa itilmekte ve tarih, geçmiş olguların nedensellik ilişkisi içinde ardarda sıralanması şeklinde bir anlatıya dönüştürülmektedir. Oysa tarihsel düşünce aracılığıyla geçmişle kurduğumuz ilişki bugün’e aittir ve bugün’e ait olmalıdır. Walter Benjamin’in ifade ettiği gibi, “Geçmişi tarihsel olarak kurmak ‘onu gerçekten olmuş olduğu gibi’ tanımak değil, tehlike anında birden parlayıveren anıyı ele geçirmektir”.34 Benjamin bu tezinde, tarihsel düşüncenin bugüne ilişkin bir kaygısı olması gerektiğine işaret eder ve geçmişe ilişkin kurgunun, olguları, nedensellik ilişkisi içinde ardarda sıralamak olmadığını vurgular. Buradaki eleştirinin hedefi, historisist bir tarih anlayışı34 Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin’den Seçme Yazılar, Nurdan Gürbilek (der.), İstanbul: Metis Yayınları, 2001.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
87
dır ve önerilen alternatif “bir geçiş olmayan, zamanın onda durduğu ve onun tarafından üstlenildiği bir bugün kavramı” üzerine bina edilmiştir. Osmanlı-Türkiye tarihçiliği bağlamında, modernist-historisist tarih anlayışına getirmiş olduğumuz bir başka önemli eleştiri de, siyasî elitin, geçmişe ilişkin anlatının temel kurucu unsuru olarak kurgulandığı noktasındadır. Historisizm ve modernleşme ideolojisine alternatif bir tarihçilik, bugüne müdahale kaygısının yanısıra, egemen siyasî eliti, geçmişin kurucu unsuru olmaktan azledip, geniş kitlelerin yaşanmış deneyimlerini tarihin gerçek kurucu unsuru olarak ön plana çıkarmak durumundadır. Burada yaygın tanımıyla aşağıdan yukarıya bir tarihçilik önerilmemektedir. Aşağıdan yukarıya tarihçilik söylemi, her türlü eleştirel boyutuna rağmen, egemen sınıfları yine tarihin kurucu unsuru olarak tasavvur etmek ve alt sınıflara da yalnızca bu egemenliğe karşı direnme yeteneğini atfetmekle maluldür. Böylece alt sınıfların maduniyet hali ve ikincil konumları sürekli kılınmış olmaktadır. Modernleşme paradigması ve historisist bir epistemolojiyi aşmayı hedefleyen bir tarih anlayışı, Osmanlı geçmişini, içi boş bir nedensellik ve süreklilik hikâyesi olarak değil, bugüne ilişkin bir müdahale kaygısıyla alt sınıfların yaşanmış tecrübelerinin temel kurucu unsur olduğu bir anlatı olarak kurgulamakla mükelleftir.
KAYNAKÇA Akarlı, Engin Deniz, “The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics under Abdülhamid II (1876-1909): Origins and Solutions”, Doktora Tezi, Princeton University, 1976. Alkan, Mehmet Ö., “Ölçülebilir Verilerle Tanzimat Sonrası Osmanlı Modernleşmesi”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 1996. ———, “Modernization from Empire to Republic and Education in the Process of Nationalism”, Ottoman Past and Today’s Turkey, Kemal Karpat (der.), Leiden: Brill, 2000, s. 47-132. Belge, Murat, “Batılılaşma: Türkiye ve Rusya.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 3: Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 43-55. Benjamin, Walter, “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin’den Seçme Yazılar, Nurdan Gürbilek (der.), İstanbul: Metis Yayınları, 2001, s. 3950. Blackbourn, David ve Geoff Eley, The Peculiarities of German History: Bourgeois Society and Politics in Nineteenth-Century Germany, Oxford ve New York: Oxford University Press, 1984. Çetinsaya, Gökhan, “Ottoman Administration of Iraq, 1890-1908”, Doktora Tezi, University of Manchester, 1994.
88
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
———, “Abdülhamid’i Anlamak: 19. Yüzyıl Tarihçiliğine Bir Bakış”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek: Sempozyum Bildirileri, İstanbul: Metis Yayınları, 1998, s. 137-146. ———, “Çıban Başı Koparmamak: II. Abdülhamid Rejimine Yeniden Bakış”, Türkiye Günlüğü, 1999, sy. 58, s. 54-64. ———, “II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak’da Tarikat, Aşiret ve Siyaset”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999, sy. 7, s. 153-168. Chakrabarty, Dipesh, Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference, Princeton Studies in Culture/Power/History, New Jersey: Princeton University Press, 2000. Deringil, Selim, “New Approaches to the Study of the Ottoman Nineteenth Century”, Abdullah Kuran İçin Yazılar, Çiğdem Kafesçioğlu ve Luciene Thys-Şenocak (der.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 345-348. ———, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002. ———, “They Live in a State of Nomadism and Savagery: The Late Ottoman Empire and the Post-Colonial Debate”, Comparative Studies in Society and History, 2003, c. 45, sy. 2, s. 311-342. Dirlik, Arif, “Civil Society/Public Sphere in Modern China: As Critical Concepts Versus Heralds of Bourgeois Modernity”, Chinese Social Sciences Quarterly (Zhongguo She Hui Ke Xue Ji Kan), 1993, sy. 3, s. 10-22. ———, “Modernity as History: Post-Revolutionary China, Globalization and the Question of Modernity”, Social History, 2002, c. 27, sy. 1, s. 16-39. ———, “Rethinking Colonialism: Globalization, Postcolonialism, and the Nation” Interviews, 2002, sy. 3, s. 428-448. Eickelman, Dale F.,“Islam and the Languages of Modernity”, Daedalus, 2000, c. 129, sy. 1, s. 119-135. Eley, Geoff, “Nations, Publics, and Political Cultures: Placing Habermas in the Nineteenth Century”, Habermas and the Public Sphere, Craig Calhoun (der.), Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1996, s. 289-339. Findley, Carter, “An Ottoman Occidentalist in Europe: Ahmed Midhat Meets Madame Gülnar, 1889”, American Historical Review, 1998, c. 103, sy. 1, s. 15-49. Fortna, Benjamin, “Islamic Morality in Late Ottoman ‘Secular’ Schools”, International Journal of Middle East Studies, 2000, sy. 32, s. 369-393. ———, Imperial Classroom: Islam, The State, and Education in the Late Ottoman Empire, Oxford: Oxford University Press, 2002. Frierson, Elizabeth B., “Unimagined Communities: Women and Education in the Late Ottoman Empire, 1876-1909”, Critical Matrix, 1995, c. 9, sy. 2, s. 55-90. ———, “Unimagined Communities: State, Press, and Gender in the Hamidian Era”, Doktora Tezi, Princeton University, 1996. ———, “Cheap and Easy: The Creation of Consumer Culture in Late Ottoman Empire”, Consumption Studies and the History of the Ottoman Empire, 15501922 An Introduction, Donald Quataert (der.), Albany: State University of New York Press, 2000, s. 243-260.
Modernite, Tarih ve ‹deoloji: II. Abdülhamid Dönemi Tarihçili¤i Üzerine Bir De¤erlendirme
89
———, “Mirrors Out, Mirrors In, Domestication and Rejection of the Foreign in Late-Ottoman Women’s Magazines (1875-1908)”, Women, Patronage, and Self-Representation in Islamic Societies, D. Fairchild Ruggles (der.), Albany: State University of New York Press, 2000, s. 177-204. Gaonkar, Dilip Parameshwar, Alternative Modernities, North Carolina: Duke University Press, 2001. Goffman, Daniel, The Ottoman Empire and Early Modern Europe, New Approaches to European History, New York: Cambridge University Press, 2002. Göle, Nilüfer, “Batı-dışı Modernlik: Kavram Üzerine”, Melez Desenler, İstanbul: Metis Yayınları, 2000, s. 159-175. ———, “Snapshots of Islamic Modernities”, Daedalus, 2000, c. 129, sy. 1, s. 91-117. Güran, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1998. Harootunian, Harry D., History’s Disquiet: Modernity, Cultural Practice, and the Question of Everyday Life, Columbia: Columbia University Press, 2000. ———, “In the Tiger’s Lair: Socialist Everydayness Enters Post-Mao China (Review essay on Streetlife China by Michael Dutton)”, Postcolonial Studies, 2000, c. 3, sy. 3. ———, Overcome by Modernity: History, Culture and Community in Interwar Japan, New Jersey: Princeton University Press, 2000. Kandiyoti, Deniz, “Post-Colonialism Compared: Potentials and Limitations in the Middle East and Central Asia”, Intemational Journal of Middle East Studies, 2002, sy. 34, s. 279-297. Karpat, Kemal, The Politicization of Islam: Reconstructing Identity, State, Faith, and Community in the late Ottoman State, Oxford: Oxford University Press, 2001. Kodaman, Bayram, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan Il. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul: Orkun, 1983. ———, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990. Kırlı, Cengiz, “A Profile of the Labor Force in Early Nineteenth-Century Istanbul”, International Labor and Working-Class History, 2001, sy. 60, s. 125-140. Mardin, Şerif, “Civil Society and Islam”, Civil Society, Theory, History, Comparison, John A. Hall (der.), Cambridge: Polity Press, 1995, s. 278-300. Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 1. baskı, İstanbul: Hil Yayınları, 1983. Özbek, Nadir, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet: Siyaset, İktidar ve Meşruiyet, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. ———, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Sosyal Devlet”, Toplum ve Bilim, 2002, sy. 92, s. 7-33. Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, 1820-19113, 2. baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994. Quataert, Donald, “Ottoman Reform and Agriculture in Anatolia, 1876-1908”, Doktora Tezi, University of California, Los Angeles, 1973. ———, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-1908), çev. Sabri Tekay, Ankara: Yurt Yayınları, 1987.
90
TAL‹D, 2(1), 2004, N. Özbek
———, The Ottoman Empire, 1700-1922, New Approaches to European History, Cambridge: Cambridge University Press, 2001. Said, Edward, Orientalism, New York: Pantheon Books, 1978. Shaw, Stanford, “Sultan Abdülhamid II: Last Man of the Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslarası Sempozyumu (Bildiriler), Ankara: Millî Kütüphane, 1989, sy. 179-197. İslamoğlu, Huri, “Modernities Compared: State Transformations and Constitutions of Property in the Qing and Ottoman Empires,”, Journal of Early Modern History, 2001, c. 5, sy. 4, s. 353-386. Somel, Selçuk Akşin, The Modernization of Public Education in the Ottoman Empire, 1839-1908: Islamization, Autocracy, and Discipline, Leiden: Brill Academic Publishers, 2001. Zürcher, Erik, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993.
Modernity, History and Ideology: A Critical Approach to the Hamidian Historiography Nadir ÖZBEK Abstract This article examines recent scholarship on the history of the late Ottoman Empire during the reign of Abdulhamid II. In the mainstream scholarship this period has been considered as a parenthesis in the context of the long-term Ottoman-Turkish march towards modernity which supposedly started with the Tanzimat. The recent academic literature, on the other hand, aimed at resituating the Hamidian period within the context of Ottoman-Turkish modernity and broader world-historical context. After briefly surveying the recent literature, the present article focuses on the political and ideological contexts that informed changing attitudes towards the history of Hamidian period. The article argues that the past that historians imagined, and the present that historians live within share the same temporality. This means that we need to rewrite the history of the Hamidian period as social history inspired by our concern to change our present.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
91
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 91-97
II. Abdülhamid Dönemi Siyasî Tarihi Bibliyografyas› Semih AKGÜN* Özkan AKPINAR** Adanır, Fikret, “II. Abdülhamid Döneminde Yabancıların Toprak Sahibi Olmaları Konusunda Osmanlı Kaygıları”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 298-305. Akarlı, Engin Deniz, “Abdülhamid II’s Attempt to Integrate Arabs into the Ottoman System”, Palestine in the Late Ottoman Period, David Kushner (der.), Leiden: E.J. Brill, 1986. Akarlı, Engin Deniz, “Abdülhamid II’s Islamic Policy in the Arab Provinces”, ArabTurkish Relations, Ankara: Hacettepe University, 1979, s. 44-60. Akarlı, Engin Deniz, “II. Abdülhamid: Hayatı ve İktidarı”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 253-265. Akarlı, Engin Deniz, “The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics Under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions”, Doktora Tezi, Princeton University, 1976. Akarlı, Engin Deniz, “Friction and Discord Within the Ottoman Government Under Abdulhamid II”, Boğaziçi University Journal-Humanities, 1979, c. 7, s. 3-26. Akarlı, Engin Deniz, The long peace: Ottoman Lebanon: 1861-1920, London: The Centre for Lebanese Studies, 1993. Akpınar, Alişan, Osmanlı Devletinde Aşiret Mektebi, İstanbul: Göçebe Yayınları, 1997. Akyıldız, Ali, “Sultan II. Abdülhamid’in Çalışma Sistemi, Yönetim Anlayışı ve Bâbıâlî’yle İlişkileri”, Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. 2 , s. 286297. Akyüz, Yahya, “Abdülhamid Devrinde Protestan Okullarıyla İlgili Orijinal İki Belge”, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1970, c. 3, no. 1-4. Alberi, Sabuncuzade Lui, Sultan II. Abdülhamid’in Hal Tercümesi, Mahir Aydın (haz.), İstanbul: Kitabevi, 1997. * Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü yüksek lisans öğrencisi ** Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü lisans öğrencisi
92
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Akgün, Ö. Akp›nar
Alkan, Mehmet Ö., “Modernization from Empire to Republic and Education in the Process of Nationalism”, Ottoman Past and Today’s Turkey, Kemal Karpat (der.), Leiden: Brill, 2000, s. 47-132. Alkan, Mehmet Ö., “Sivil Toplum Kurumlarının Hukuksal Çerçevesi, 1839-1945”, Tanzimat’tan Günümüze İstanbul’da STK’lar, A.N. Yücekök, İ. Turan ve M.Ö. Alkan (der.), İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1998, s. 45-74. Alkan, Mehmet Ö., “1856-1945 Yılları Arasında İstanbul’da Sivil Toplum Örgütleri”, Tanzimat’tan Günümüze İstanbul’da STK’lar, A.N. Yücekök, İ. Turan ve M.Ö. Alkan (der.), İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1998, s. 79-146. Aydın, Bilgin, “Osmanlı Siyasi Tarihinde Mevleviler ve Sultan II. Abdülhamid İle İlişkilerine Dair Yeni Belgeler”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 389-401. Beyhan, Mehmet Ali, “II. Abdülhamid Döneminde Hafiyye Teşkilatı ve Jurnaller”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. 12, s. 939-950. Bora, Tanıl ve Murat Gültekingil (der.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce I: Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Buzpınar, Tufan, “Suriye’ye Yerleşen Cezayirlilerin Tabiiyeti Meselesi 1847-1900”, İslam Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal of Islamic Studies, c. 1, sy. 1, s. 91-106. Buzpınar, Tufan, “Abdulhamid II and Sayyid Fadl Pasha of Hadramawt”, Osmanlı Araştırmaları/Journal of Ottoman Studies, c. 13, sy. 1, s. 227-239 Buzpınar, Tufan, “Osmanlı Suriye’sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler, 1878-1881”, İslam Araştırmaları Dergisi/ Turkish Journal of Islamic Studies, c. II, s. 73-90. Buzpınar, Tufan, “The Repercussions of the British Occupation of Egypt on Syria, 1882-1883”, Middle Eastern Studies, c. 36, c. 1, s. 82-91. Buzpınar, Tufan, “Church Missionary Society İstanbul’da: Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik”, İstanbul Araştırmaları, c. 1, sy. 1, s. 63-80. Buzpınar, Tufan, “Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışında İngiltere’nin Rolü”, Türkiye Günlüğü, c. 68, sy. 1, s. 17-23. Buzpınar, Tufan, “Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid II: 1877-1882”, Die Welt des Islams, 1996, c. 36, sy. 1, s. 59-89. Buzpınar, Tufan, “The Hijaz, Abdulhamid II and Amir Hussein’s Secret Dealings with the British”, Middle Eastern Studies, c. 31, sy. 1, s. 99-123. Buzpınar, Tufan, II. Abdülhamid Döneminde Filistin’e Yahudi Göçü Meselesi (18781908, Türkler, c. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 78-86 Çetinsaya, Gökhan, “II: Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında İslam Birliği Hareketi, 1876-1878”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1988. Çetinsaya, Gökhan, “Ottoman Administration of Iraq”, Unpublished Ph.D. Thesis, University of Manchester, 1994.
II. Abdulhamid Dönemi Siyasi Tarihi Üzerine Seçme Bibliyografya
93
Çetinsaya, Gökhan, “‘Abdülhamid’i Anlamak’: 19. Yüzyıl Tarihçiliğine Bir Bakış”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek: Toplum-Bilim ve Defter Dergileri Sempozyum Bildirileri İstanbul: Metis, 1998, s. 137-146. Çetinsaya, Gökhan, “‘Çıban başı koparmamak’: II. Abdülhamid Rejimine Yeniden Bakış”, Türkiye Günlüğü, (Kasım-Aralık 1999), sy. 58, s. 54-64. Çetinsaya, Gökhan, “‘İsmi olup da cismi olmayan kuvvet’: II. Abdülhamid’in Pan-İslamizm Politikası Üzerine Bir Deneme”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 380-388. Çetinsaya, Gökhan, “Hamidiye, Nakşibendiye ve Mülkiye: II. Abdülhamit Döneminde Musul Vilayetinden Bir Kesit, 1897-1901”, Kebikeç, 2000, sy. 10, s. 131139. Çetinsaya, Gökhan, “II. Abdülhamid Döneminde Kuzey Irak’da Tarikat, Aşiret ve Siyaset”, Divan İlmî Araştırmalar, İstanbul, 1999, sy. 7, s. 153-168. Çetinsaya, Gökhan, “İslami Vatanseverlikten İslam Siyasetine”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 1: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, der. Mehmet Ö. Aklan, İstanbul: İletişim, 2001, s. 265-271. Çetinsaya, Gökhan, “Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 1: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, der. Mehmet Ö. Aklan, İstanbul: İletişim, 2001, s. 54-71. Çetinsaya, Gökhan, “The Politics of Reform in Iraq under Abdülhamid II, 18781908”, İslam Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 1999, sy. 3, s. 41-72. Deringil, Selim, “II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Dış İlişkilerinde ‘İmaj’ Saplantısı”, Sultan II. Abdülhamid ve Devri Semineri, 27-29 Mayıs 1992, Tarih Araştırma Merkezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1994. Deringil, Selim, “Abdülhamid Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda Simgesel ve Törensel Doku: ‘Görünmeden Görmek’”, Toplum ve Bilim, Güz-Yaz 1993, sy. 62, s. 34-56. Deringil, Selim, “Legitimacy Structures in the Ottoman State: The Reign of Abdülhamid II”, International Journal of Middle East Studies, 1991, c. 23, sy. 3, s. 345-359. Deringil, Selim, “New Approaches to the Study of the Ottoman Nineteenth Century”, Abdullah Kuran İçin Yazılar, Çiğdem Kafesçioğlu ve Luciene Thys Şenocak (der.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 345-348. Deringil, Selim, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Geleneğin İcadı, Muhayyel Cemaat (Tasarlanmış Topluluk ) ve Pan-İslamizm”, Toplum ve Bilim, 1991, c. 54, sy. 55, s. 47-67. Deringil, Selim, “The Invention of Tradition as Public Image in the Late Ottoman Empire, 1808-1908”, Comparative Studies in Society and History, 1993, c. 35, sy. 1, s. 3-29. Deringil, Selim, “The Ottoman Response to the Egyptian Crisis of 1881-82”, Middle Eastern Studies, 1988, sy. 24, s. 3-24. Deringil, Selim, “The Ottoman Twilight Zone of the Middle East”, Reluctant Neighbor, Turkey’s Role in the Middle East, Henri J. Barkey (der.), Washington D.C.: US Institute of Peace Press, 1996, s. 13-23.
94
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Akgün, Ö. Akp›nar
Deringil, Selim, “The Struggle Against Shi’ism in Hamidian Iraq”, Die Welt des Islams, 1990, sy. 30, s. 45-62. Deringil, Selim, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (18761909), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002. Deringil, Selim, The Well-Protected Domains: Ideology and the Legitimation of Power in the Ottoman Empire, 1876-1909, New York: I.B. Tauris, 1998. Duguid, Stephen, “The Politics of Unity: Hamidian Policy in Eastern Anatolia”, Middle Eastern Stıdies, May 1973, c. 9, sy. 2, s. 139-155. Eraslan, Cezmi, “II. Abdülhamid ve Osmanlı Devleti’nin İslam Birliği Siyaseti”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 373-379 Eraslan, Cezmi, II. Abdülhamit ve İslam Birliği: Osmanlı Devleti’nin İslam Siyaseti 1856-1908, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1992. Ergut, Ferdan, “State and Social Control: The Police in the Late Ottoman Empire and the Early Republican Turkey, 1839-1939”, Doktora Tezi, New School, 1999. Ergül, Cevdet, II. Abdülhamit’in Doğu Politikası ve Hamidiye Alayları, İzmir: Çağlayan Yayınları, 1997. Esenbel, Selçuk, “A Comparison of the Modernization of Japan and Turkey”, Abdullah Kuran İçin Yazılar, Çiğdem Kafesçioğlu ve Luciene Thys Şenocak (der.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999. Fortna, Benjamin C., “Islamic Morality in Late Ottoman ‘Secular’ Schools”, International Journal of Middle Eastern Studies, 2000, sy. 32, s. 369-393. Fortna, Benjamin C., Imperial Classroom: Islam, the State, and Education in the Late Ottoman Empire, New York: Oxford University Press, 2002. Frierson, Elizabeth B., “Mirrors Out, Mirrors In, Domestication of the Foreign in Late Ottoman Women’s Magazines (1875-1908)”, Women, Patronage, and SelfRepresentation in Islamic Societies, D. Fairchild Ruggles (der.), Albany: State University of New York Press, 2000, s. 177-204. Frierson, Elizabeth B., “Unimagined Communities: State, Press, and Gender in the Hamidian Era.” Doktora Tezi, Princeton University, 1996. Frierson, Elizabeth B., “Unimagined Communities: Women and Education in the Late Ottoman Empire, 1876-1909”, Critical Matrix, The Princeton Journal of Women, Gender, and Culture, 1995, c. 9, sy. 2, s. 55-90. Gülsoy, Ufuk, Hicaz Demiryolu, İstanbul: Eren Yayınları, 1994. Haslip, Joan, The Sultan: The Life of Abdul Hamid II, New York: Holt, Rinehart and Winston, 1973. Haydarani, H. Sıddık, “Aşiret Mektebi ve Aşiret Alayları”, Yakın Tarihimiz, c. 2, 1963. Karaca, Ali, “Hamidiye Hafif Süvari Alayları Hakkında Bazı Tespitler (1890-1900)”, M.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, Ankara 1995, sy. 4, s. 309-318. Karaca, Ali, “Saray’da / Mabeyn-i Hümâyûn’da Yâverlik Kurumu (1839-1920)”, Türkler, c. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 610-628. Karakışla, Yavuz Selim, “Exile Days of Abdulhamid II in Salonica (1909-1912) and Confiscation of His Wealth”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1990.
II. Abdulhamid Dönemi Siyasi Tarihi Üzerine Seçme Bibliyografya
95
Karpat, Kemal - Zens, Robert W., I. Meşrutiyet Dönemi Ve II. Abdülhamid’in Saltanatı (1876-1909), Türkler, c. 7, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 291-316. Karpat, Kemal, “Pan-İslamizm ve İkinci Abdülhamid”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 1987, sy. 48, s. 13-37. Karpat, Kemal, An Inquiry Into the Social Foundations of Nationalism in the Ottoman S. Princeton University, Princeton 1973. Karpat, Kemal, Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, çev. Recep Boztemur, Ankara: İmge, 2001. Karpat, Kemal, Osmanlı Modernleşmesi: Toplum, Kuramsal Değişim ve Nüfus, Ankara: İmge Kitabevi, 2002. Karpat, Kemal, Osmanlı nüfusu, (1830-1914): Demografik Ve Sosyal Özellikleri = Ottoman Population, 1830-1914: Demographic And Social Characteristics, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2003. Karpat, Kemal, Pan-İslamizm ve İkinci Abdülhamid: Yanlış Bir Görüşün Düzeltilmesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1993. Karpat, Kemal, Studies on Ottoman History, Leiden: Brill Press, 2002. Karpat, Kemal, The Politicization of Islam: Reconstructing Identity, State, Faith and Community in the Late Ottoman State, Oxford: Oxford University Press, 2001. Karpat, Kemal, Türkiye ve Orta Asya, Ankara: İmge Kitabevi, Ankara 2003. Kızıltoprak, Süleyman, “II. Abdülhamid’in Mısır Sorununa Yaklaşımı ve İstanbul Konferansı”, Türkler, c. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, 57-69. Koçak, Cemil, Abdülhamid’in Mirası, İstanbul: Arba Yayınları, 1990. Kodaman, Bayram, Abdülhamid Dönemi Eğitim Sistemi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988. Kodaman, Bayram, Sultan II. Abdülhamid devri Doğu Anadolu politikası, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1987. Koloğlu, Orhan, “Dünya Siyaseti ve İslam Birliği”, Tarih ve Toplum, 1990, c. 14, sy. 83, s. 12-17. Koloğlu, Orhan, Abdülhamit ve Masonlar: 1905’e kadar, İstanbul: Gür Yayınları, 1991. Koloğlu, Orhan, Avrupa Kıskacında Abdülhamit, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998. Koloğlu, Orhan, Ne Kızıl Sultan Ne Ulu Hakan: Abdülhamit Gerçeği, İstanbul: Gür Yayınları, 1987. Kurşun, Zekeriya, Necid ve Ahsa’da Osmanlı hakimiyeti: Vehhabi hareketi ve Suud Devleti’nin ortaya çıkışı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1998. Kurşun, Zekeriya, The Ottomans in Qatar: a history of Anglo-Ottoman conflicts in the Persian Gulf, İstanbul: İsis Yayımcılık, 2002. Lee, Hee Soo, “II. Abdülhamid ve Doğu Asya’daki Pan-İslamist Siyaseti”, Osmanlı, c. 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 363-372. Mardin, Şerif, “Liberation Movements in the Ottoman Empire, 1878-95”, Middle East Journal, Spring 1962, sy. 16, s. 169-182.
96
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Akgün, Ö. Akp›nar
Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, 1895-1908, Ankara: İş Bankası Yayınları, 1964. Marufoğlu, Sinan, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, 1831-1914, İstanbul: Eren Yayınları, 1998. McCarthy, Justin, The Arab World, Turkey and the Balkans (1878-1914): A Handbook of Historical Statistics, Boston: G.K. Hall, 1982. Ochsenwald, William, The Hijaz Railroad, Charlottesville: University Press of Virginia, 1980. Ortaylı, İlber, İkinci Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981. Ortaylı, İlber “Son Universal İmparatorluk ve II. Abdülhamid”, Türkler, c. 7 Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 317-332. Öke, M. Kemal, “Şark Meselesi ve II. Abdülhamid’in Garp Politikaları, 1876-1909”, Osmanlı Araştırmaları, 1982, sy. 247-276. Öke, M. Kemal, İngiliz Casusu Prof. Arminius Vambery’nin Gizli Raporlarında II Abdülhamid ve Dönemi, İstanbul: Üçdal Naşriyat, 1983. Öke, Mim Kemal, Osmanlı İmparatorluğu, Siyonizm ve Filistin Sorunu, 1880-1914, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1982. Özbek, Nadir, “İkinci Abdülhamid ve Kimsesiz Çocuklar: Darülhayr-ı Ali”, Tarih ve Toplum, 1999, c. 31, sy. 182, s. 11-20. Özbek, Nadir, “Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘Sosyal Yardım’ Uygulamaları, 18391918”, Toplum ve Bilim, Kış 1999-2000, sy. 83, s. 111-32. Özbek, Nadir, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Sosyal Devlet”, Toplum ve Bilim, 2002, sy. 92, s. 7-33. Özbek, Nadir, “The Politics of Poor Relief in the Late Ottoman Empire, 1876-1914”, New Perspectives on Turkey, Fall 1999, sy. 21, s. 1-33. Özbek, Nadir, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet: Siyaset, İktidar ve Meşruiyet 1876-1914, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Özcan, Azmi, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1914), İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi, 1992. Özoğlu, Hakan, “‘Nationalism’ and Kurdish Notables in the Late Ottoman-Early Republican Era”, International Journal of Middle East Studies, 2001, sy. 33, s. 383-409. Özyüksel, Murat, Hicaz Demiryolu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000. Özyüksel, Murat, Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişim Sürecinde Anadolu ve Bağdat Demiryolları, İstanbul: Arba Yayınları, 1988. Ramsaur, Ernest, The Young Turks: Prelude to the Revolution of 1908, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1957. Rogan, Eugene L., “Aşiret Mektebi: Abdulhamid II’s School for Tribes (1892-1907)”, International Journal of Middle Eastern Studies, 1996, sy. 28, s. 83-107. Sarıyıldız, Gülden, “II. Abdülhamid’in Fakir Hacılar İçin Mekke’de İnşa Ettirdiği Misafirhane”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 1988-1994, sy. 14, s. 122-145.
II. Abdulhamid Dönemi Siyasi Tarihi Üzerine Seçme Bibliyografya
97
Shaw, Stanford, “Sultan Abdülhamid II: Last Man of the Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu (Bildiriler), 25-27 Aralık 1989, Ankara: Milli Kütüphane, 1989, s. 179-197. Sırma, İ. Süreyya, II. Abdülhamit’in İslam Birliği Siyaseti, İstanbul: Beyan Yayınları, 1990. Sivrikaya, İbrahim, “Osmanlı İmparatorluğu İdaresindeki Aşiretlerin Eğitimi ve İlk Aşiret Mektebi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, 1972, c. 11, sy. 63. Somel, Selçuk Akşin, “Osmanlı Modernleşme Döneminde Kız Eğitimi”, Kebikeç, 2000, sy. 10, s. 223-238. Somel, Selçuk Akşin, “Osmanlı Modernleşme Döneminde Periferik Nüfus Grupları”, Toplum ve Bilim, Kış 1999-2000, sy. 83, s. 178-201. Somel, Selçuk Akşin, The Modernization of Public Education in the Ottoman Empire, 1839-1908: Islamization, Autocracy and Discipline, the Ottoman Empire and its Heritage, Leiden; Boston: Brill, 2001. Şensözen, Vasfi, Osmanoğulları’nın Varlıkları ve II. Abdülhamid’in Emlaki, Ankara: TTK Yayınları, 1982. Tekin, Şinasi ve Gönül Alpay Tekin, “Imperial Self-Portrait, The Ottoman Empire as Revealed in the Sultan Abdul Hamid II’s Photographic Albums”, Journal of Turkish Studies, 1988, sy. 12. Tunçay, Mete ve Erik Jan Zürcher (der.), Socialism and Nationalism in the Ottoman Empire (1876-1923), London, New York: British Academic Press, 1994.
98
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Akgün, Ö. Akp›nar
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
99
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 99-112
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças› Cüneyd OKAY* TÜRKİYE’DE SON YILLARDA üzerinde gerek lisansüstü tez, gerekse kitap ve makale olarak en çok araştırma ve yayın yapılan tarihî ve siyasî alanlardan biri de Meşrutiyet dönemidir. Bu dönem genel olarak Meşrutiyetin yeniden ilan edildiği 23 Temmuz 1908 ve Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihleri arasında kalan on senelik zaman zarfını kapsar. Bu kısa süre içine Trablusgarb, Balkan ve Birinci Dünya Harpleri, çok sayıda isyan ve toplumun ve devletin geçirdiği birçok değişim sığmış ve Osmanlı Devleti’nin yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulacağı yeni bir dönem de yine bu yıllarda temel bulmuştur. Dolayısıyla, Meşrutiyet döneminin siyasî tarihini anlamak, sadece bu on yıllık süreci değil, aynı zamanda Tanzimat’tan beri süregelen ve II. Abdülhamid zamanında da devam eden yenileşme/değişme çabalarını kavramak ve buna paralel olarak da Cumhuriyet’in ideolojisini, kurucu kadrolarını, toplumsal dönüşüm projesinin temellerini de doğru yorumlamak için gereklidir. Bu açıdan bakıldığında özellikle son yirmi senede Türkiye’de bu alanla ilgili yapılan çalışmaların artışı normal karşılanmalıdır. Tabiî kemiyet olarak bu artışta, üniversitelerde yaptırılan yüksek lisans ve doktora çalışmalarının çoğalması, bilhassa lisansüstü programlarda dönemi inceleyen derslerin müfredatlarda yer alması önemli bir sebeptir. Buna karşılık bilimsel ve akademik çalışmalar dışında roman, tiyatro ya da filmlerde bu dönemin işlenmesinin sonuçları ise bu yazının ilgi alanı dışında kalmaktadır. Bu yazıda Türkiye’de Meşrutiyet dönemi siyasî tarihi üzerine yapılan yayınların genel bir değerlendirmesinin yapılmasına gayret edilecektir. Haliyle çok yönlü ve geniş olarak incelenmiş olan bu dönemi ele alırken, belirli sınırlamalar getirmek gerekmiştir. İlk olarak dönemi yalnız siyasî tarih * Araştırmacı yazar.
100
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
açısından ele alan inceleme kitapları değerlendirilmiştir. Bu bağlamda –belirli noktalarda siyasetle belirgin bir şekilde kesişen/örtüşen çalışmalar hariç- ekonomik, sosyal, kültürel ve bunların ağırlıklı olduğu yayınlar inceleme dışı tutulmuştur. Yine benzer şekilde konusu siyasî olmakla beraber hatırat ya da günlük ve benzeri türde eserler de incelemeye alınmamıştır. Buna ek olarak yabancı bir dilde yazılıp Türkçeye çevrilmiş kitaplara da yazının sınırları ve hacmi içerisinde değinilmiştir. Osmanlı siyasî tarihini ele alan çok ciltli kitaplar ya da yine uzun bir dönemi ele alan kitaplarda da Meşrutiyet dönemi doğal olarak incelenmiştir. Ancak bu yazıda çok hacimli olsa bile yalnızca dönemi müstakil olarak ele alan kitaplar incelendiğinden bu gibi yayınlar değerlendirmeye alınmamıştır. Son olarak bu bir genel değerlendirme yazısı olduğundan burada, konuyla ilgili yayımlanmış her kitabı tek tek incelemek yerine dönemi değişik açılarıyla ele alan ve benzer çalışmaları da temsil ettiği varsayılan belirli sayıda kitap üzerinde durulacaktır. Kitaplar incelenirken mümkün olduğu kadar tematik bir sınıflandırmaya başvurulmuş ve Meşrutiyet’in ilan süreci, siyasî partiler, İttihad ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, diğer siyasal oluşumlar, 31 Mart hadisesi, ordu-politika ilişkisi, önde gelen politik kişiler üzerine biyografik/monografik çalışmalar, dönemin politik ve fikir akımları ve benzeri konu başlıkları halinde kısa değerlendirmeler yapılmıştır. Bu dönemi ele alan kitaplara Meşrutiyet’in yeniden ilan ediliş süreci ile başlamak yerinde olur. Bu konu ile ilgili ilk eserlerden biri, Tarık Zafer Tunaya’nın, ilk baskısı 1959’da yapılan ve konuyu kısaca, ana hatlarıyla ele alan Hürriyet’in İlanı kitabıdır. Ancak süreci, öncesi ve sonrasıyla ayrıntılı olarak Aykut Kansu’nun 1908 Devrimi başlıklı çalışmasından takip etmek mümkündür. Kansu’nun kitabı, yerli ve yabancı kaynaklardan 1906-1907 olaylarından başlayarak 23 Temmuz 1908 gününe giden yolu, rejimin yeni bir düzleme oturmasını ve Kanun-ı Esasî’nin yeniden yürürlüğe girmesinin ardından gelişen olayları, değişik yönleriyle ele alan hacimli (fakat gerek kullandığı kaynaklar, gerekse öne sürdüğü tezler bakımından tartışmalı) bir çalışmadır. Yine bu konuyla ilgili olarak, “taşrada” gelişen hadiseler Zafer Kars’ın Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu ve Kudret Emiroğlu’nun Anadolu’da Devrim Günleri: İkinci Meşrutiyet’in İlanı TemmuzAğustos 1908 kitaplarında incelenmiştir (Burada bir hususu daha açıklığa kavuşturmakta fayda var. Bu yazıda Meşrutiyet dönemini inceleyen yeni harfli inceleme eserleri ele alınmıştır. Bununla beraber meşrutiyetin yeniden ilanından sonraki süreçte, özellikle nisbî bir rahatlığın ve yeni rejimden beklentilerin en üst seviyede olduğu ilk senelerde konuyu değişik yönleri ile ele alan kitaplar da yayımlanmıştır. Ahmed Refik’in İnkılab-ı Azim,
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
101
Ali Saip’in Tarih-i Meşrutiyet ve Şark Mesele-i Hazırası, Mehmed Reşid’in İnkılab Niçin ve Nasıl Oldu, Yunus Nadi’nin İhtilal ve İnkılab-ı Osmanî, Bezmi Nusret’in Fırkalar ve Ben, Hasan Sadi’nin İttihad ve Terakki’nin İflası, Pertev Tevfik’in İkinci On Temmuz, Lütfi Fikri’nin Selanik’de Bir Konferans , Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin Muhalefetin İflası, A.V.’nin İhtilal Fırkalarının Teşebbüs-i İhaneti yahut Fedakâran-ı Millet Cemiyeti, M.Z.’nin İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Fırıldakları yahut Tarih-i Matem adlı eserleri bu kabil kitaplardandır ve sayılarını arttırmak mümkündür). Siyasî tarih denilince şüphesiz, ilk olarak akla gelen şeylerden biri, siyasî partilerdir. Meşrutiyet dönemi de Türkiye’de ilk defa partileşme sürecinin başladığı, siyasal ya da kısmen siyasal çok sayıda parti ve derneğin kurulduğu bir devir olması bakımından özellikle dikkate değerdir. Dolayısıyla Meşrutiyet döneminin siyasal hayatını anlamak için öncelikle bir bakıma siyasî partileri tanımak gerekir. Bu açıdan bakıldığında Meşrutiyet dönemi siyasî tarih kitaplarının hemen tamamının kaynak olarak kullandığı ve Türkiye’de dönemi akademik bir bakış açısıyla inceleyen ilk çalışma, Tarık Zafer Tunaya’nın, ilk baskısı 1952 yılında yapılan, Türkiye’de Siyasal Partiler kitabıdır. 1984’teki ikinci baskısı üç cilt halinde yayımlanmış, bu ciltlerden ilki, münhasıran “İkinci Meşrutiyet Dönemi” başlığıyla 1908-1918 yıllarına ayrılmış, üçüncü cilt ise, başlı başına ve sadece dönemin en önemli siyasal gücü olan İttihad ve Terakki’yi ele almıştır. İkinci Meşrutiyet’in anlatıldığı ilk cilt, iki bölüm ve beş kesimden oluşmaktadır. Yazar birinci bölümün ilk kesiminde, “Meşrutiyet Ortamı İçinde” başlığıyla, tek tek kitabına aldığı bütün siyasal partilerin dönem içindeki yerini ve konumunu belirlemiş; “çalışmaları ve eylemleri”, “yapısı ve ideolojisi” “belli başlı elemanları” başlıklarıyla da fırkanın ya da derneğin nasıl kurulduğu ve geliştiği, eylemleri, düşünce yapısı ve kadrosu hakkında bilgi verilirken, kapanış süreci ise “fırkanın sonu” altbaşlığıyla verilmiştir. Kitabın ikinci bölümünde ise Kanun-ı Esasî’nin yeniden yürürlüğe girmesiyle başlayan, 1909’da kabul edilen Cemiyetler Kanunu’yla hızlanan dernekleşme sürecinde kurulan ve yazarın kitaba aldığı cemiyetler, yukarıdaki metoda paralel bir biçimde değerlendirilmiştir. Tarık Zafer Tunaya’nın kitabının belki de en önemli özelliği, bu siyasî fırka ya da cemiyetlerle ilgili olarak sunduğu belgelerdir. Kitabın yayımlandığı tarihte ulaşılabilen belgelerin yeni harflere aktarılarak tasnif edilmiş olması, bu dönemle ilgilenen birçok araştırmacı için bir başvuru kaynağı olmasını sağlamıştır. Fırka ve cemiyetlerin nizamnameleri, programları, beyannameleri, çeşitli tamimleri ve birkısım yazışmaları kapsayan kitap, bu şekilde döneme değişik açılardan ilgi duyan her araştırmacı için bir “başlangıç” eseri olma vasfını kazanmıştır. Tamamen İttihad ve Terak-
102
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
ki’ye ayrılan serinin üçüncü cildinde ise, İttihad ve Terakki’nin kuruluşu, padişah ve sadrazamlarla olan ilişkileri, idarî ve yapısal sorunları, yan kuruluşları, ideolojik ve ekonomik meseleleri, savaşlar ve kapanışı oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatılmış, kitap bu özellikleriyle yalnızca İttihad ve Terakki’nin değil, yazarının koyduğu başlıkla “Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi” görünümünü kazanmıştır. Kitabı baştan sona okumak on yıllık siyasal süreç, kişiler, kurumlar, ideolojik ve idarî sorunlar, savaşlar ve saire- hakkında derli toplu ve fikir veren bir bilgiye sahip olmayı sağlamaktadır (Tunaya’nın kitabının ilk baskının 1952’de yapıldığı yukarıda belirtilmişti. Bu da yazara, henüz o tarihte sağ olan ve Meşrutiyet dönemine tanıklık etmiş birçok kişiyle yüzyüze görüşebilme imkanı sağlamış, bu kişilerin anlattıklarıyla da resmî belge ve yazışmalara yansımayan değişik bilgi ve görüşlerin okuyucuya sunulmasını temin etmiştir). İttihad ve Terakki 1913’e kadar en güçlü, 1913’teki Babıali baskınından 1918’e kadar ise yegâne siyasal güç olduğundan çok sayıda araştırmaya konu olmuştur. Bu kitaplardan biri Feroz Ahmed’in, Meşrutiyet’in ilanından, Birinci Dünya Savaşına kadarki dönemi ele alan çalışmasıdır. İttihat ve Terakki 1908-1914 başlıklı kitap, İngiliz arşivlerinden (Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçilik ve Konsolosluklar ve birtakım başka orijinal belgeler) yararlanılarak kaleme alındığı ve “dışarıdan bir bakış açısı” sağladığı için dikkate değer bir eserdir. Dönemi, cemiyet ve fırka açısından bütünlüklü olarak ele alan bir başka kayda değer kitap da, (ilk baskısı 100 Soruda İttihat ve Terakki adıyla yayımlanan) Sina Akşin’in Jöntürkler ve İttihat Terakki’sidir. Mahmut Şevket Paşanın öldürülmesine kadar geçen süreyi denetleme iktidarı, 1918’e kadarki beş yıllık süreyi de tam iktidar olarak tanımlayan Akşin’in hacimli kitabı, Meşrutiyet dönemi siyasî tarihi hakkında derli toplu ve genel bir bilgi edinmek isteyenler için okunması gereken eserlerden biridir. Ahmed Bedevi Kuran’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, İnkılap Tarihimiz ve İttihad ve Terakki, İnkılap Tarihimiz ve Jöntürkler adlı hatırat ağırlıklı eserlerinin de bir döneme ışık tutan ve bu dönem tarihini konu alan öncü kapsamlı kitaplar olduğunu burada belirtmek gerekir. Tevfik Çavdar’ın İttihat ve Terakki’si ise küçük hacimli ve oldukça genel bir bilgilendirme amacıyla yazılmıştır. Mustafa Ragıp Esatlı’nın İttihat ve Terakki ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü başlıklı eseri hacimli, ancak herhangi bir kaynak kullanmadığından bilimsel güvenilirliği tartışılabilecek bir eser konumundadır. İttihad ve Terakki’nin iç işleyişini anlatan ve 1916 yılı kongre zabıtlarını Tanin’de çıkan halinden Eşref Yazıcıoğlu’nun “sadeleştirerek” aktardığı İttihat ve Terakki’nin Son Yılları kitapçığını da burada zikretmek gerekir. Ve nihayet, kendini feshettikten sonra ku-
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
103
rulan mahkemede yargılanmalarını ele alan, Osman Selim Kocahanoğlu’nun yayına hazırladığı İttihat ve Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması 1918-1919 Beşinci Şube Tahkikatı, dönemi yaşayanların ve sorgulayanların bakış açılarını, olayların sıcaklığında vermesi açısından kayda değerdir. Yine Meşrutiyet, İttihad ve Terakki kadroları birtakım siyasî olay ve kişiliklere değinen Süleyman Kocabaş’ın bir okuma kitabı olarak kaleme aldığı Jöntürkler Nerede Yanıldı 1908-1918 adlı eseri ve ayrıca Ayfer Özçelik’in ağırlıklı olarak Meclis-i Mebusan zabıt ceridelerine dayanarak hazırladığı Sahibini Arayan Meşrutiyet ve Kimliğini Arayan Meşrutiyet başlıklı çalışmaları da bulunmaktadır. Gerek o devirde, gerekse bugüne kadar süren tartışmalarda, İttihad ve Terakki’nin masonlukla olan ilişkisi ve masonluğun parti ileri gelenleri ve politikaları üzerindeki etkileri önemli bir yer tutmuştur. Tarık Zafer Tunaya’nın yukarıda zikredilen eserinde bu konu ile ilgili olarak yer alan kapsamlı bir bölüm dışında, Angelo Iacovella’nın İttihad-Terakki ve Masonluk isimli kitabı nispeten kısa, fakat belgesel açıdan önemli bir çalışmadır. Bilhassa, İtalyanca birinci el kaynaklardan faydalanılmış olması ve özellikle Rumeli’de etkin olan Makedonya Risorta Locasının Selanik listesinin verilmesi, ayrıca birtakım farklı belgelerin de bulunması çalışmayı farklı kılmaktadır. Bu doğrultuda Orhan Koloğlu’nun İttihatçılar ve Masonlar kitabı ve kitap olmamakla beraber Toplumsal Tarih dergisinin masonluk özel dosyasının yer aldığı, Eylül 1996 tarihli 33. sayısı da, kayda değer araştırmalar olarak gösterilebilir. Meşrutiyet döneminin yegâne hakim siyasî kuvveti, İttihad ve Terakki olmasına karşılık yukarıda da belirtildiği gibi, çok sayıda küçük siyasî parti de politik arenada görülmüştür. Bunların önemli bir bölümü teşkilatlanamamış ve dolayısıyla da herhangi bir “muhalefet merkezi” konumuna yükselememiştir. Ancak bu gibi birkısım küçük partilerin biraraya gelerek kurdukları Hürriyet ve İtilaf Fırkası bunlar arasında bir istisna teşkil etmektedir. Bu parti çok kısa zamanda İttihad ve Terakki için ciddi bir rakip haline gelmiş ve iktidara ortak olabilecek bir potansiyel oluşturabilmiştir. İttihadcıların yürüttükleri sert ve yıldırıcı politikalara en ağır zamanlarda muhalefet edebilen fırka, akademik bir bakış açısıyla ve ayrıntılı olarak ilk defa Ali Birinci tarafından incelenmiştir. Kitap, Hürriyet ve İtilaf Fırkası: İkinci Meşrutiyet Devrinde İttihad ve Terakki’ye Karşı Çıkanlar ismini taşımaktadır. “Karşı çıkmak” tabiri yukarıda değinildiği gibi İttihadcıların sertlik yanlısı politikalarına “karşı çıkabilmek”i başaranlar, en azından “deneyenler” bağlamında da anlamlı bir tabir olarak gözükmektedir. Kitapta, Meşrutiyet ortamının tanımlanmasının ardından fırkanın kuruluşu, programı ve temel görüşleri,
104
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
merkez ve taşra teşkilatı, fırkanın basınla ilişkisi, kongresi, iç gruplaşmaları, siyasî yaşamda gösterdiği etkinlikler ve dağılması teferruatlı bir biçimde incelenmiştir. Arşiv belgelerinin, günlük gazeteler ve diğer süreli yayınların ve o döneme ait çok sayıda risalenin kullanılmış olması dikkate değerdir. Bu bakımdan eser, Meşrutiyet dönemi siyasî partileri hakkında çalışma yapacak araştırmacılar için de nitelikli bir misal teşkil etmektedir. Meşrutiyet döneminde İttihad ve Terakki’nin baskısından ötürü gelişme imkanı bulamayan birçok siyasal oluşum mevcuttur. Bunlardan biri olan, İştirakçi Hilmi’nin lideri olduğu Osmanlı Sosyalist Fırkası, hakkında en çok araştırma yapılan partilerden biri olmuştur. Adı geçen fırkayı en kapsamlı bir biçimde inceleyen Mete Tunçay Türkiye’de Sol Akımlar 19081925 adlı kitabında partinin kuruluşu, kurucu ve üyeleri, faaliyetleri ve yayın organları hakkında geniş bilgi verip, bunları bütünlüklü bir değerlendirmeye tabi tutar. Tunçay kitabının bir cildini ise Belgeler’e ayırmıştır, ki bu eser, özellikle Türkiye’de solun siyasal tarihini araştıranlar için bir başvuru kitabı niteliğindedir. Dönemin sol akım ve siyasal partilerini ayrıca Aclan Sayılgan Solun 94 Yılı 1971-1965 ve Türkiye’de Sol Hareketler 18711972, İlhan Darendelioğlu Türkiye’de Komünist Hareketleri, Fethi Tevetoğlu Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler başlıklı kitaplarının ilgili bölümlerinde incelemiş olmakla beraber Tunçay’ın bakış açısının daha soğukkanlı ve akademik olduğunu belirtmek gerekir. Kerim Sadi’nin (Ahmet Nevzat Cerrahlar) A. Cerrahoğlu adıyla yayımlanan ve birtakım yazı ve kitaplarını bir araya getiren Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı başlıklı hacimli kitabı ise, akademik bir inceleme olmamakla birlikte, sunduğu birtakım risale ve yazılarla akım ve partilerin ileri gelen kişileri hakkında verdiği bilgiler yönünden diğer eserlerden ayrılmaktadır. Ayrıca burada, doğrudan Meşrutiyet dönemi işlenmemiş olmasına rağmen, belirli kısımları bu döneme ayrılan Muzaffer Sencer’in Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri ve Füruzan Hüsrev Tökin’in Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi 1839-1965 kitaplarını da zikretmek yerinde olur. (Kitap olmamakla beraber Meşrutiyet dönemi siyasî tarihi hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için görülmesi gereken bir kaynak da İhsan Güneş’in “İkinci Meşrutiyet Dönemi Hükümet Programları 1908-1918” başlıklı makalesidir. Bu programlar dönem hükümetlerinin nelerin üzerinde durduğunu, o gün için neleri sorun olarak gördüklerini ve bu sorunları nasıl çözeceklerini açıklayan belgeler olduğundan bunların toplu halde okuyucuya sunulmasının yararlı olduğuna şüphe yoktur.) Meşrutiyet döneminin, üzerinde belki de en fazla spekülasyon yapılan siyasal gelişmesi 31 Mart hadisesidir. Hakkında yazılan romanlar ve çekilen
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
105
filmlerin de olması, bu olayın sürekli gündemde kalmasını sağlayan unsurlar olmuştur. Bugün hâlâ müphem ve tam anlamıyla aydınlatılamayan noktaları bulunan hadiseyi akademik bir bakış açısıyla ilk olarak ele alan Sina Akşin olmuştur. 31 Mart Olayı yazarın doktora tezidir ve gerek o güne kadar tasnif edilmiş Osmanlı belgelerinden, gerekse yabancı arşiv belgelerinden yararlanılarak kaleme alınmıştır. Akşin 31 Mart hadisesini doğuran sebepleri aktardıktan sonra olayın başlangıcından, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip Padişah Abdülhamid’i tahttan indirmesine kadar geçen onbeş günlük süreçte meydana gelen gelişmeleri, günlük ve ayrıntılı olarak ele almıştır. Yazarın kitabın son kısmına aldığı “31 Mart ayaklanmasının çözümlemesi (tahlili)” bölümünü de burada anmak gerekir. Aslında bir hatıra olmakla beraber, ihtiva ettiği vesikalarla değişik bir konumu olan Faik Reşit Unat’ın yayıma hazırladığı II. Abdülhamid’in son Mabeyn Başkatibi Ali Cevat Beyin Fezlekesi, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi de araştırıcılar için görülmesi gereken kaynaklardan biridir. Yine İsmail Hami Danişmend’in, 31 Mart hadisesinden sonra padişah tarafından sadrazamlığa getirilen Ahmed Tevfik Paşanın evrakından yola çıkarak hazırladığı, 31 Mart Vak’ası bu bakımdan anılmalıdır. Osman Selim Kocahanoğlu tarafından zabıt cerideleri, sorgulama tutanaklarından yola çıkılarak hazırlanan ve 31 Mart olayının aktörlerinden Derviş Vahdeti’nin çerçevesinde ele alınan Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı: 31 Mart Vakası ve İslamcılık, olayı ve sonrasını farklı bir yönden ele alma gayreti içindedir. Kitap olmadığından bu yazının alanı içine girmemekle beraber. Ali Birinci’nin “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu” (Türkler, c. 13, s. 193-211) başlıklı, olayı farklı yönleri ve bütün cepheleriyle ele alan, değişik ve karmaşık ilişkileri değerlendirip tahlil eden makalesini konuyla ilgilenenlerin görmesi gerektiğini belirtmekte fayda var. Ordu-siyaset ilişkisi Türkiye’de her zaman gündemi işgal etmiş bir konu olması sebebiyle, Meşrutiyet döneminde de varlığını korumuş, hatta gündemin ilk sıralarında yer almıştır. Daha sonra İttihad ve Terakki adını alacak olan ve 1906’da kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin ilk on kurucusundan yedisinin ordu mensubu olması, ilerleyen zamanlarda özellikle Rumeli’de üçüncü ordu subayları arasında İttihad ve Terakki’ye mensubiyetin hızla yayılması ve Meşrutiyetin yeniden ilanında ordu içindeki İttihadcı subayların İttihadcı olmayan subayları öldürmesi ve nihayet dağlara çıkarak isyan etmesiyle ordu-politika ilişkisi zaten kendiliğinden var oluyordu. Sürekli olarak “askerin politikadan çekilmesi, siyasetle ilgilenmemesi” gibi konular konuşulmuşsa da, bu hiçbir zaman gerçekleşmemiş ve İttihad ve Terakki, daima kendi mensubu subaylar vasıtasıyla politik gündemi belir-
106
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
lemiştir. Cemiyet’in çok sayıda etkin sivil üyesinin olmasına karşılık, başta Enver ve Cemal Paşalar olmak üzere etkili ordu mensubu üyeleri de vardı. Cemiyet’in iktidardan kısa süreli ayrıldığı dönem de, yine ordu vasıtasıyla, fakat bu sefer İttihadcı olmayan Halâskâr Zabitan grubunun etkisiyle yaşanmıştı. Özellikle Meşrutiyet devrinin belirleyici faktörlerinden biri olan ordu-politika ilişkisi, Ahmet Turan Alkan’ın İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset başlıklı kitabında değişik yönleriyle işlenmiştir. Orduyu siyasîleşmeye iten sebepler, meşrutiyetin yeniden ilanı ve 31 Mart hadisesinde ordunun rolü, siyaset, muhalefet ve ordu ilişkileri ve nihayet 1913’teki Babıali baskını ve İttihad ve Terakki’nin tek parti yönetiminin başlamasında ordunun etkisi, ayrıntılı bir biçimde okuyucuya aktarılmaktadır. Zekeriya Türkmen’in Osmanlı Meşrutiyeti’nde Ordu Siyaset Çatışması adlı kitabı da aynı konuyu değişik yönleriyle incelemektedir. Meşrutiyet dönemi siyasî tarihi denildiği zaman, bu tarihi belirleyen aktörler de mutlaka akla gelmektedir. Dolayısıyla dönemin siyasetini etkileyen/belirleyen kişiler hakkında yazılan monografiler de bu açıdan önem taşımaktadır. Politikacılar, gazeteciler, edebiyatçılar, bilim ve fikir adamları, ordu mensupları ve sair alanlardaki birtakım kişiler hakkında yapılan/yapılacak olan monografik araştırmalar, şüphesiz ki dönemin daha iyi ve doğru anlaşılması için gereklidir. Özellikle son senelerde üniversitelerde bu doğrultuda yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinin yayımlanması, Meşrutiyet devrinin daha sağlıklı yorumlanması için önemli bir adım olacaktır. Bu tezlerin önemli bir bölümünün yayımlanmamış olması yanında çok sayıda yayımlanmış monografik/biyografik çalışmaların bulunması ise sevindiricidir. Elbette bunların tamamı için sıhhatli değerlendirmeler yapmak mümkün değildir, ancak eksiklikleri olan kitaplar dahi ileride çalışacaklar için yol gösterici olabilmektedir. Bu yazı çerçevesinde bu kabil çalışmaların yalnızca bir kısmına değinilebilecektir. Bu tarz çalışmalar içinde sadece Meşrutiyet yılları için değil, Tanzimat’tan saltanatın ilgasına kadar geçen dönemi iyi anlamak ve sıhhatli yorumlayabilmek için okunması gereken kaynaklardan biri İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Sadrazamlar isimli hacimli eseridir. 2200 sayfalık kitabın, yaklaşık 600 sayfalık bir bölümü, Meşrutiyet döneminde sadrazamlık yapmış kişiler hakkında bilgiler ihtiva etmektedir. Bu eserde arşiv belgelerine dayanarak sadrazamların aileleri, eğitimleri, memuriyet hayatları, hangi seneler nerede, ne görevde bulundukları ve nihayet sadrazamlıkları sırasındaki faaliyetleri derli toplu bir biçimde araştırıcıların hizmetine sunulmuştur ki, dönemi inceleyen hemen bütün kitap ve makalelerde kendisine atıf yapılmış bir başvuru yapıtıdır. Bu kadar teferruatlı olmamakla ve İbnülemin’in kitabı kadar tanınma-
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
107
makla beraber Mehmet Zeki Pakalın’ın Son Sadrazamalar ve Başvekiller kitabının dönemle ilgili bölümlerinin de araştırıcılar için bir kaynak olduğunu söylemek gerekir. Şükrü Hanioğlu’nun Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi başlıklı eseri de monografik bir çalışmanın, hakkında araştırma yapılan kişinin yaşadığı dönemle nasıl bir etkileşim içinde olduğunun ve bu tarz çalışmaların kuru bir biyografiden öteye geçebilmesi için dönemle nasıl bir bütünlük içinde sunulması gerektiğinin iyi bir örneğini teşkil etmektedir. Çalışmanın yaklaşık üçte birlik bölümünü oluşturan yüz sayfada, Meşrutiyet dönemi ve bu dönemde Abdullah Cevdet’in siyasal düşünce faaliyetleri ele alınmaktadır. Bu tarz çalışmanın sıkça atıf yapılanlardan biri de, Şevket Süreyya Aydemir’in üç ciltlik Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa başlıklı eseridir. 1908-1914 yıllarını kapsayan ikinci cildin tamamı ve üçüncü cildin de önemli bir bölümü Enver Paşayı ve onun kişiliğinde Meşrutiyet dönemini anlamaya/anlatmaya yöneliktir. Daha önce belirtildiği gibi biyografik/monografik eserlere çok sayıda örnek verilebilir. Tevfik Çavdar’ın Talat Paşa, Hüseyin Cahit Yalçın’ın yine aynı adı taşıyan eseri, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mehmet Emin Erişirgil ve Kazım Nami Duru’nun, Ziya Gökalp, Enver Behnan Şapolyo’nun Ziya Gökalp: İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet Tarihi, Ziya Şakir Soko’nun Mahmut Şevket Paşa ve aynı yazarın Talat-Enver-Cemal Paşa’lar, Cavit Orhan Tütengil’in Prens Sabahattin, Nezahat Nurettin Ege’nin Prens Sabahahattin Hayatı ve İlmi Müdafaaları, Fethi Tevetoğlu’nu Ömer Naci, Abdullah Uçman’ın Rıza Tevfik başlıklı eserleri bu kabil çalışmalardandır. Şüphesiz bu misaller arttırılabilir. Ancak burada yalnızca siyasetçi ya da siyasete yön vermiş veya siyasette etkin olmuş kişiler hakkında yazılan eserlerin sadece birkaçının ismi anılmıştır. Bütün bu sayılan eserlerin yanında zikredilmesi gereken kaynak bir eser de, Sinan Kuneralp’ın Son Dönem Osmanlı Erkân ve Ricali (1839-1922) Prosopografik Rehber adlı önemli çalışmasıdır. Yazarının da belirttiği gibi kitap iki tür soruya cevap verebilmek için hazırlanmıştır. “1884 Temmuz’unda Bitlis Valisi kimdi?” ya da “Hüseyin Fikri Paşa 1884 Temmuz’unda hangi görevde bulunuyordu?” (s. XII). Dolayısıyla Meşrutiyet dönemi ile ilgilenen araştırıcıların başvurabileceği, sadrazamlar, bütün nazırlar, seraskerler, şeyhülislamlar, müşirler, mabeyn başkatipleri, askerî teşkilat, patrikler, valiler, elçiler hakkında bilgi ihtiva eden kitapta bir de şahıs adına göre fihrist bulunması ve bu fihristin de kişiler hakkında kısa bilgiler vermesi çalışmanın kullanılabilirliğini ve değerini arttırmaktadır. İhsan Güneş’in hazırladığı Türk Parlamento Tarihi kitabının ilgili ciltleri de, Meşrutiyet meclislerinin mebuslarının biyografileri hakkında kısa bilgiler sun-
108
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
maktadır. (Burada yine bir makale olmakla, beraber Feroz Ahmed ve Dankwart Rustow’un Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi’nde yayımlanan “İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde Meclisler” yazısını dönem içinde yapılan seçimler sonucunda seçilen milletvekillerini takip etmek açısından anmak yerinde olur). Meşrutiyet döneminin sadece siyaset değil, her alanı ile ilgilenen araştırıcıların başvurmaları gereken bir diğer önemli kaynak da, Mücellitoğlu Ali Çankaya’nın Son Asır Türk Tarihinin Önemli Olayları ile Birlikte Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler isimli çalışmasıdır. Büyük bir çaba ve zahmetli bir mesai gerektiren kitap, hakkında bilgi edinilebilen Mülkiye mezunlarının biyografilerini ihtiva etmektedir. Bu bağlamda Yapı Kredi Yayınları’nın iki ciltlik Yapıtları ve Yaşamlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi de, dönemi inceleyen araştırmacılar için, içerdiği birçok biyografiyle gerekli bir eserdir. Meşrutiyet döneminin siyasî tarihinde politik düşüncenin önemli bir yeri olduğu kuşkusuzdur. Bu konuyu ele alan genel kitaplar içindeki özel bölümler (Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma başlıklı kitapları gibi) bir tarafa bırakılırsa, dönemi siyasî düşünce bakımından ağırlıklı olarak işleyen inceleme kitaplarını burada özellikle vurgulamak gerekir. Bu bağlamda Meşrutiyet devrinin önemli siyasî düşünce akımları olarak kabul edilen Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık ve Batıcılık değişik eserlere konu olmuştur. Tarık Zafer Tunaya’nın Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyet’in Fikir Cereyanları, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İslamcılık Cereyanı isimli kitaplarının yanında özellikle İsmail Kara’nın İslamcıların Siyasi Görüşleri adlı eseri Meşrutiyet ortamında İslamcılığın meşrutiyet, istibdad, halifelik, meclis, kanun-ı esasî, iktidar-muhalefet, particilik gibi değişik politik konulara nasıl yaklaştığı tahlil edilmesi açısından ve dönemi anlamaya kaynak olması bakımından görülmesi gereken bir çalışmadır Aynı yazarın üç ciltlik Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi kitabının ilk iki cildi, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’den Şemseddin Günaltay’a kadar Meşrutiyet dönemi İslamcılarının farklı konularda görüşlerini açıkladıkları metinleri ihtiva eden değerli bir eserdir. Türkçülük akımı ise, Masami Arai’nin Jöntürk Dönemi Türk Milliyetçiliği kitabında çeşitli dergi ve derneklerden yola çıkarak değerlendirilmiştir. Uriel Heyd’in ağırlıklı olarak Ziya Gökalp’ten yola çıkarak hazırladığı Türk Ulusçuluğunun Temelleri, bir kişiliğin çevresinde gelişen fikir ve siyaset akımını ele alan bir çalışmadır. Nitelikli ve benzer bir çalışma da François Georgeon’un Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura 1876-1935 kitabıdır. Füsun Üstel’in İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları 1912-1931 başlığını
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
109
taşıyan kitabının yaklaşık üçte birlik bir kısmı Meşrutiyet dönemine, Türk Ocakları’na ve bu dernekten yola çıkarak döneminin milliyetçilik anlayışına ayrılmıştır. Benzer şekilde Yusuf Sarınay’ın Türk Milliyetçiliği’nin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları 1912-1931 kitabı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Ayrıca Rıdvan Akın’ın Türkçülük akımını değişik cepheleriyle ele aldığı Dağılma Devri ve Türkçülük Hareketi 1908-1918 kitabı da bu bağlamda okunması gereken kitaplardandır. Mete Tunçay ve Eric Jan Zürcher’in derlediği Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923 ise farklı yazarların konuyla ilgili makalelerini kapsamaktadır. Bütün bu anlatılanlara ek olarak, Zafer Toprak’ın, ağırlıklı olarak iktisadî verilerden yola çıkıp dönemin siyasî profilini de çıkaran kitaplarından da söz etmek gerekir. İlk olarak Türkiye’de Milli İktisat adı ile yayınlanan ve Meşrutiyet dönemi ekonomisini, iktisadî düşüncesinin evrimini ve ekonomi-siyaset ilişkisini inceleyen kitap, daha sonra eklemeler ve yeniden düzenlemelerle Milli İktisat-Milli Burjuvazi ve İttihat-Terakki ve Devletçilik isimleri altında iki cilt olarak yayımlanmıştır. Kitap son olarak geniş hacimli bir şekilde ve çok sayıda belge ile zenginleştirilmiş olarak İttihad-Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik 1914-1918 ismiyle okuyucuya sunulmuştur. Son olarak 1908-1918 yılları hakkında genel bir okuma kitabını burada belirtmekte yarar var. Yusuf Hikmet Bayur’un üç cilt ve on kısımdan oluşan Türk İnkılabı Tarihi başlıklı eseri özellikle Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarını, iç siyasal gelişmeleri ve düşünce akımlarını değişik kaynaklardan (Osmanlıca birincil kaynakların yanısıra, özellikle büyük devletlerin yayınlanmış arşiv belgelerinden kalkarak) farklı yönleri ile ele alan kapsamlı bir çalışmadır. Sonuç olarak; bu yazıda Meşrutiyet dönemi siyasal tarihi ile ilgili inceleme kitaplarından bir bölümü tanıtılmıştır. Bu dönem hakkında araştırma yapmak isteyenler burada zikredilmeyen kitapların yanında hatıra, gezi, seyahat, harp tarihi ve diğer alanlarda yazılmış olan kitapları da (tabiî makaleleri de) incelemeleri gerekir. Gerek Türkiye gerekse yurtdışındaki üniversitelerde yapılmış nitelikli yüksek lisans ve doktora tezlerinin ve değişik yabancı dillerde basılmış eserlerin de Türkçeye tercüme edilip yayımlanması, bu alanla ilgili birçok eksiğin tamamlanması yönünde önemli adımlar olacaktır.
110
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
Metinde adı geçen kitap ve makalelerin bibliyografik künyeleri Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki 1908-1914, İstanbul: Sander Yayınları, 1971. Akın, Rıdvan, Dağılma Devri ve Türkçülük Hareketi 1908-1918, İstanbul: Der Yayınları, 2002. Akşin, Sina, Jöntürkler ve İttihat ve Terakki, Ankara: İmge Kitabevi, 1998. Akşin, Sina, 31 Mart Olayı, İstanbul: Sinan Yayınları, 1972. Akşin, Sina, 100 Soruda Jöntürkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1980. Alkan, Ahmet Turan, İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2001. Arai, Masami, Jöntürk Dönemi Türk Milliyetçiliği, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1939-1967, III c. Birinci, Ali, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1990. Çavdar, Tevfik, İttihat ve Terakki, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992. Çavdar, Tevfik, Talat Paşa, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1991. Çankaya, Mücellidoğlu Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara, 1968-1969, VIII c. Danişmend, İsmail Hami, 31 Mart Vak’ası, İstanbul: İstanbul Kitabevi, 1961. Darendelioğlu, İlhan, Türkiye’de Komünist Hareketleri, İstanbul: Toker Yayınları, 1979. Emiroğlu, Kudret, Anadolu’da Devrim Günleri: İkinci Meşrutiyet’in İlanı TemmuzAğustos 1908, Ankara: İmge Kitabevi, 1999. Erişirgil, Mehmet Emin, Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1984. Esatlı, Mustafa Ragıp, İttihat ve Terakki, İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1975. Georgeon, François, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura 1876-1935, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996. Güneş, İhsan, “Meşrutiyet Hükümet Programları”, OTAM (Osmanlı Tarihi Araştırmaları Merkezi Dergisi), 1990, sy. 1. Güneş, İhsan, Türk Parlamento Tarihi, Ankara, 1997. Hanioğlu, M. Şükrü, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1981. Heyd, Uriel, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1979. Iacovella, Angelo, Gönye ve Hilal İttihad Terakki ve Masonluk, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Sadrazamlar, İstanbul, 1982. Kansu, Aykut, 1908 Devrimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. Kara, İsmail, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995. Kara, İsmail, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul: Risale Yayınları, 1986-1987, II c.
Meflrutiyet Dönemi Türk Siyasî Hayat› Kaynakças›
111
Kars, Zafer, Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1997. Kerim Sadi, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. Kocabaş, Süleyman, Jöntürkler Nerede Yanıldı 1908-1918, Kayseri: Vatan Yayınları, 1991. Kocahanoğlu, Osman Selim, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı: 31 Mart Vak’ası ve İslamcılık, İstanbul: Temel Yayınları, 2001. Kocahanoğlu, Osman Selim, İttihat ve Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması 1918-1919 İstanbul, Temel Yayınları, 2002. Koloğlu, Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul: Gür Yayınları, 1991. Kuneralp, Sinan, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali 1839-1922, İstanbul: İSİS, 1999. Özçelik, Ayfer, Kimliğini Arayan Meşrutiyet, Denizli: Bilal Ofset, 2001. Özçelik, Ayfer, Sahibini Arayan Meşrutiyet, İstanbul: Tez Yayınları, 2001. Pakalın, Mehmet Zeki, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İstanbul, 1948. Sarınay, Yusuf, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları, İstanbul, 1994. Sayılgan, Aclan, Solun 94 Yılı 1871-1965, Ankara, 1968. Sayılgan, Aclan, Türkiye’de Sol Hareketler 1871-1972, İstanbul: Hareket Yayınları, 1972. Soko, Ziya Şakir, Mahmut Şevket Paşa, İstanbul, 1944. Soko, Ziya Şakir, Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı. Talat, Enver, Cemal Paşa’lar, İstanbul, 1943. Şapolyo, Enver Behnan, Ziya Gökalp İttihadı Terakki ve Meşrutiyet Tarihi, İstanbul: İnkılap ve Aka, 1974. Tevetoğlu, Fethi, Ömer Naci, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987. Tevetoğlu, Fethi, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler 1910-1960, Ankara, 1967. Toprak, Zafer, İttihad-Terakki ve Cihan Harbi: Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik 1914-1918, İstanbul: Homer Kitabevi, 2003. Toprak, Zafer, İttihat-Terakki ve Devletçilik, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995. Toprak, Zafer, Milli İktisat-Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995. Toprak, Zafer, Türkiye’de Milli İktisat, Ankara: Yurt Yayınları, 1982. Tunaya, Tarık Zafer, Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyet’in Fikir Cereyanları, İstanbul, 1948. Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlanı, İstanbul: Arba Yayınları, 1996. Tunaya, Tarık Zafer, İslamcılık Cereyanı, İstanbul, 1960. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, c. 1, İkinci Meşrutiyet Dönemi, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984; c. 3, İttihat ve Terakki, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul, 1960. Tunçay, Mete, Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, İstanbul: BDS Yayınları, 1991, II c.
112
TAL‹D, 2(1), 2004, C. Okay
Tunçay, Mete ve Eric Jan Zürcher (haz), Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik 1876-1923, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. Türkmen, Zekeriya, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu Siyaset Çatışması, İstanbul: İrfan Yayınevi, 1999. Yapıtları ve Yaşamlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1999, II c. Unat, Faik Reşit (haz), İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1960. Üstel, Füsun, Türk Ocakları 1912-1931, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997. Yağcıoğlu, Eşref, İttihad ve Terakki’nin Son Yılları, İstanbul: Nehir Yayınları, 1992.
A Bibliography of Turkish Political Life in the Second Constitutional Period Cüneyd OKAY Abstract Despite its shortness, the Second Constitutional Period is one of the most intensive periods of modern Turkey in terms of the events it covers. In the last two decades there has been an increase in the number of academic studies (MA and PhD dissertations, monographs, articles, memoirs and so on) that focus on this period and they have certainly formed a rich literature. This article aims to review this literature and to depict the focal points of the literature and to emphasize the subjects that have not yet been sufficiently studied.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda
113
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 113-131
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi fi. Tufan BUZPINAR* OSMANLI SULTANLARININ HİLAFETİ ne zaman ve nasıl üstlendikleri sorusu henüz net olarak cevaplandırılabilmiş değildir. 1517’de Mekke ve Medine’nin Osmanlı yönetimine girmesinden önce de sultanların halife unvanını kullandıkları malumdur, ancak tüm Müslümanların halifesi anlamındaki hilafet-i uzmâ unvanını ne zaman üstlendikleri tam olarak bilinmemektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’daki Abbasî Halifesi el-Mütevekkil’i İstanbul’a getirmesinden sonra hilafetin Sultan’a devredildiği rivayetlerinin muhtemelen XVIII. yüzyılın ikinci yarısında üretildiği artık tarihçilerin ortak kanaati haline gelmiş durumdadır.1 Muasır kaynakların Yavuz döneminde hilafet meselesi hakkında bilgi içermemeleri, 1520’de tahta geçen Kanunî Sultan Süleyman’ın Mütevekkil’i serbest bırakarak h. 929 (1522/23) yılında Mısır’a dönmesini sağlaması, 1539’da ölümüne kadar Mütevekkil’in halife unvanını kullanması ve Kanunî’nin evrensel halife olduğu iddiasının muhtemelen bu tarihten sonra gündeme getirilmesi Osmanlı hilafeti meselesinin de ortaya çıkışını sağlamış görünmektedir. Kanunî’nin eniştesi ve 1539-1541 yılları arasında sadrazamlık görevinde bulunan tarihçi Lütfi Paşanın bu meseleyi çok açık bir şekilde tartışma konusu yaparak Osmanlı hilafetini meşrulaştırma çabasına girmesi de bu döneme denk gelmektedir. Kanunî dönemi şeyhülislamı Ebussuud Efendinin de aynı dönemde sultanın halifeliğini savunma çabasında olması hila* Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü. Makalenin müsveddesini okuyarak çok değerli katkılarda bulunan Mehmet İpşirli, İsmail Kara, Gökhan Çetinsaya ve Ebubekir Ceylan’a müteşekkirim. 1 Mısır’ın fethinden önce Osmanlı sultanlarının halife unvanını kullanmaları ve hilafetin Yavuz Sultan Selim’e devredilmesi meselesi ile ilgili geniş bir değerlendirme için bkz. Faruk Sümer, “Yavuz Selim Halifeliği Devraldı mı?”, Belleten, Aralık 1992, c. LVI, sy. 217, s. 675-701.
114
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
fet meselesinin ne kadar ciddi boyutlarda hissedildiğinin bir göstergesi sayılabilir. Bu genel çerçevede zuhur eden Osmanlı hilafeti meselesi mevcut literatüre göre* iki dönem halinde ele alınabilir. Birincisi, meselenin doğuşundan yani 1540’lardan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasına kadar gelen dönem; ikincisi, Küçük Kaynarca Antlaşmasından II. Meşrutiyet’in sonuna kadar olan dönemdir. II. Meşrutiyet sonrası dönemde hilafet kurumu ile ilgili gelişmelerin hilafetin ilgâsı süreci ve sonrası olarak ele alınması gerektiği kanaatinden hareketle dönem hakkındaki literatür bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. Sözkonusu dönem hakkındaki literatür müstakil bir araştırmaya konu olacak kadar önemli ve hacimlidir. Bu çalışma, zikredilen ilk iki dönem hakkında bilgi veren literatürün önemli bir kısmının kısa bir değerlendirmesini yapmayı amaçlamaktadır. Bu değerlendirme yapılırken meselenin ana hatlarıyla seyri hakkında da bazı bilgiler verilecektir. I. Dönem Osmanlı hilafeti meselesinin birinci dönemi hakkında en önemli eser, aynı zamanda meselenin başlangıcını da açıkça ortaya koyan Lütfi Paşanın Ağustos 1554’te tamamladığı Halasu’l-Ümme fi Marifeti’l-Eimme adlı yazma risalesidir. Fuat Köprülü’nün hilafet makamının ilgâ edildiği dönemde hakkında bilgi edindiği2 halde üzerinde her nedense pek durmadığı bu risale hakkında bilinen ilk araştırma Hamilton A. R. Gibb tarafından gerçekleştirilmiş ve “Lutfi Paşa on the Ottoman Caliphate” adıyla yayımlanmıştır.3 Tarık Z. Tunaya’nın temin ettiği fotoğraflara dayanarak hazırlanan makale, risalenin tanıtımı ve risalenin yazılış amacını yansıtacak yani Osmanlı hilafetini meşrulaştırmaya yönelik bölümlerinin İngilizceye çevirisinin ardından kısa bir değerlendirme ile sona ermektedir ve 1980’li yıllara kadar risale ile ilgili tek çalışma olarak kalmıştır. Risale hakkında daha kapsamlı bir çalışma 1980’li yıllarda Hulusi Yavuz tarafından yapılmıştır. Önce X. Türk Tarih Kongresi’ne4 tebliğ olarak sunulan bu çalışmanın genişletilmiş hali yazarın Osmanlı Devleti ve İslamiyet5 adlı eserinde “Sadrıazam Lütfi Paşa ve Osmanlı Hilafeti” başlıklı bir bölüm olarak yer almıştır. Çalışma daha sonra aynı adla ve bazı ilavelerle Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergi* Kaynaklara inilerek yapılacak bir çalışma, literatüre dayalı olarak önerilen bu dönemlendirmeyi desteklemeyebilir. 2 Köprülüzade Mehmed Fuad, “Lütfi Paşa”, Türkiyat Mecmuası, İstanbul, 1925, sy. I, s. 142. 3 Oriens, 1962, c. XV, s. 287-295. 4 X. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1994, c. V, s. 2083-2107. 5 Hulusi Yavuz, Osmanlı Devleti ve İslamiyet, İstanbul, 1991, s. 73-110. “Lütfi Paşanın risalesini konu alan bir yüksek lisans tezi yeni tamamlanmıştır. Muharem Jahja, Lütfi Paşanın Halasu’l-Ümme fi Marifeti’l-Eimme adlı Risalesinin Tahkik, Tahlil ve Tercümesi”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
115
si’nde yayımlanmıştır.6 Gibb’den çok daha geniş bir çerçevede meseleyi ele alan Yavuz, halife ve hilafet kavramları hakkında geniş bir değerlendirmeden sonra mezkur risalenin yaklaşık üçte birinin tercümesine yer vermiştir. Makale esas itibariyle Lütfi Paşanın hilafet hakkındaki görüşlerini ve Osmanlı hilafetini savunmasını destekleyici mahiyette kaleme alınmıştır. Lütfi Paşanın risalesinin en belirgin katkısı, Osmanlı hilafeti meselesinin ortaya çıkışı konusunda önemli ipuçlarını ihtiva etmesidir. Osmanlı hilafeti meselesinin niçin, nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı konusunda net bir cevap verecek delillere henüz ulaşılamamakla birlikte risalenin yazılış tarihi ve içeriğinden hareketle bir izah ileri sürmek mümkündür: Şöyle ki; hilafet meselesinin son Abbasî halifesi el-Mütevekkil’in 1539’da ölümünden sonraki yıllarda gündeme gelmesi ve risalede “Abbasî halifelerinden bu zamana kadar ümmetin halinin ne olduğu ve ne olacağı, Kureyş’ten olmayan sultanlara imam ve halife demenin caiz olup olmadığı” (vr. 2b) sorusunun sorulması hususu, Kanunî’nin tüm Müslümanların halifesi olduğu iddiasının bir sorumluluk anlayışı gereği ortaya atıldığı intibaını uyandırmaktadır. Zira, Osmanlı sultanları Memlüklüler devletini ortadan kaldırarak Mısır’daki Abbasî halifelerinin siyasî desteğini yok etmiş, kendileri de halifeye sahip çıkmayarak Mütevekkil’in ölümünden sonra Abbasî ailesinden herhangi birinin hilafeti üstlenmesine imkan vermemiş ve böylece İslâm dünyasının halifesiz kalması gibi bir fiilî durum oluşturmuşlardır. O zaman yaygın olan inanışa göre “zamanın imamını tanımadan ölenler Cahiliye ölümüyle ölmüş” (vr. 3a) olacaklarından ve son Abbasi halifesinden itibaren bu makamda kimse bulunmadığından Osmanlı sultanı tüm Müslümanların halifesi anlamında hilafet-i uzmâ unvanını üstlenerek Müslümanların halifesiz kalmamasını sağlamak istemiş olabilir. Ancak burada şer’î anlamda ciddî bir sıkıntı vardır. O da Kureyş kabilesine mensup olmayan birisinin bu unvanı üstlenip üstlenemeyeceği meselesidir. Çünkü zamanın muteber kelam kitaplarında “İmam Kureyş’ten olur, başkası caiz değildir” mealinde bir hadis rivayet edilmektedir. Osmanlı uleması ve eşrafı şüphesiz bu rivayetin farkındadır. Risaledeki ifadesine bakılırsa bu durum Lütfi Paşaya da sorulmuştur. Her ne kadar bunun gerçekten sorulup sorulmadığını henüz bilemiyorsak da en azından dönemin önde gelen ümera ve ulemasının zihinlerinde böyle bir sorunun mevcudiyetini Lütfi Paşanın bildiğini varsayabiliriz. Paşa mezkur soruya kendisini muhatap kabul ederek şer’î ve aklî delillerle cevap oluşturmak amacıyla sözkonusu risaleyi kaleme aldığını belirtmektedir.7 Tabiî olarak risalenin 6 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993, sy. 5-6, s. 27-54. 7 Halasu’l-Ümme fi Marifeti’l-Eimme, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya Bölümü, no. 2877, vr. 2b vd.
116
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
temel iddiasına göre, Kureyş kabilesine mensûbiyet hilafetin olmazsa olmaz şartlarından değildir ve Osmanlı sultanı Müslümanların meşru imamı ve halifesidir. Kanunî Sultan Süleyman’ın hilafet-i uzmâ unvanını üstlenmesi konusunda bir diğer önemli destek, 1545 yılından itibaren kesintisiz yirmi dokuz yıl şeyhülislamlık görevinde bulunan Ebussuud Efendiden gelmiştir. Ebussuud sultanın hilafetini meşrulaştırmak için yaptığı katkıları Lütfi Paşadan farklı bir yol izleyerek gerçekleştirmiştir. Kureyş meselesini tamamen görmezden gelen şeyhülislam, konu hakkında müstakil bir eser yazmak yerine kanunlar ve benzeri resmî evraka sultanın tüm Müslümanların halifesi (Hilâfet-i Kübrâ) olduğunu ifade eden ibareler koyarak onun hilafetini destekleme yolunu seçmiştir.8 Colin Imber, Ebussuud Efendinin bu dönem hilafet meselesindeki yeri, katkıları ve teorik olarak Osmanlı hilafetini nasıl meşrulaştırdığı gibi hususları Ebussuud Efendi üzerine yaptığı müstakil çalışmasında “The Caliphate” başlığı altında ele almıştır. Bu bölüm hilafet meselesinde Sünnî İslâm geleneğinin oluşum süreci açısından da önemli bilgi ve görüşler ihtiva etmektedir.9 1540’lardan itibaren vurgu yapılan, Osmanlı sultanının bütün Müslümanların halifesi10 olduğu hususu 1566’da yeni bir vesile ile gündeme geldi. Kanunî’nin ölümü üzerine tahta çıkan II. Selim’in cülûs merasiminde Sünnî anlayışın bir gereği olarak “Ehlü’l-hal ve’l-akd” yeni padişaha sadece Osmanlı Devleti’nin sultanı olarak değil aynı zamanda bütün Müslümanların imam ve halifesi olarak biat etti. Bu uygulamayla hilâfet-i uzmâya biat Osmanlı sultanlarının meşrûiyet prensipleri arasında yerini almış11 ve 1924 yılında gerçekleşen hilafet makamının ilgâsına kadar güçlenerek devam etmiştir. Hilafet makamının ilgâ edildiği yıl kurumun tarihi üzerine The Caliphate12 adlı bir monografi yayımlayan İngiliz tarihçi Thomas W. Arnold, “The 8 Ö. Lütfi Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukuki ve Malî Esasları: I, Kanunlar, İstanbul, 2001, s. 296-297; Colin Imber, Ebu’s-Suud: The Islamic Legal Tradition, Edinburg, 1997, s. 98-111. 9 Colin Imber, Ebu’s-Suud, s. 98-111. 10 XVI. Yüzyılda bu iddiaya karşı en ciddi itiraz Fas’ın Sa’dî sultanlarından gelmiştir. Hilafet konusunda Osmanlı Fas rekabeti için bkz. Abderrahmane El-Moudden, “The Idea of the Caliphate between Moroccans and Ottomans: Political and Symbolic Stakes in the 16th and 17th Century-Maghrib”, Studia Islamica, Octobre 1995/2, sy. 82, s. 103-112. 11 Colin Imber, The Ottoman Empire, 1300-1650: The Structure of Power, Hampshire, 2002, s. 116. 12 Sir Thomas W. Arnold, The Caliphate, Oxford, 1924. Bu eser, Sylvia G. Haim’in “The Abolution of the Caliphate and its aftermath” adlı bir bölüm ilavesiyle Routledge and Kegan Paul yayınevi tarafından (Londra, 1965) ikinci defa basılmış ve bu baskının tıpkıbasımı Oxford University Press’in Pakistan şubesi tarafından 1966’da Karaçi’de gerçekleştirilmiştir.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
117
Ottomans and the Caliphate” (XI.) ile “Sultan Selim in Egypt” (XII.) bölümlerinde Osmanlı hilafeti meselesinin birinci dönemini konu almaktadır. Lütfi Paşanın risalesinden haberdar olmayan fakat Ebussuud Efendinin konu ile ilgili tavrını bilen Arnold, Feridun Beyin Münşeâtü’s-Selâtîn adlı eserine dayanarak Osmanlı sultanlarının hilafet iddiasını I. Murat (1362-1389) döneminin başına kadar götürmekte ve bu iddialarında Kur’an ayetlerine (38/25; 6/165) dayanarak kendilerinin Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduklarına inandıklarını belirtmektedir (s. 129). Bu tez çerçevesinde I. Murat ve halefleri dönemlerine ait birçok örnek verildikten (s. 130-136) sonra I. Selim 1512’de tahta çıktığında hilafet müessesesinin Osmanlılarda babadan oğula geçen bir makam haline geldiği, Selim’in de babasının ve büyükbabasının halife unvanını kullandığının farkında olduğu ve bu kültürle yetiştiği belirtilmektedir (s. 137-38). Mısır’ın fethinin hilafetle alakası ölçüsünde İbn İyas’a dayanarak anlatıldığı XII. bölümde, Sultan Selim - Halife Mütevekkil ilişkilerine, halifenin İstanbul’a gönderilmesi ve orada hapsedilmesi hadiselerine yer verildikten sonra muasır hiçbir kaynağın hilafetin devri gibi bir hadise nakletmediği hususu üzerinde durulmaktadır (s. 14344). Arnold, Sultan Selim’in, Memlük sultanlarınca kullanılan Hâdimü’lHaremeyni’ş-Şerîfeyn unvanını kesin olarak kullandığı bilinirken halife unvanını kullanmamasını dikkat çekici bulmaktadır. Arnold, bu tavrın nedeni olarak da Haremeyne hizmet Müslümanlar nezdinde itibar vesilesi iken İslâm dünyasında itibar sahibi olmayan Mütevekkil’in halife unvanını almanın sultanın sahip olduğu güce hiçbir katkısının olmayacağı kanaatini göstermektedir. Bir önceki bölümde olduğu gibi, Selim’in hilafet iddiasını Abbasî hilafetinin devamı olarak değil geleneksel Osmanlı tavrının devamı olarak Allah’ın kendisini yeryüzünde halife kıldığı inancıyla temellendirdiği fikri tekrarlanmaktadır (s.153-158). Her iki bölümdeki bilgi ve görüşlerini birinci derecede Feridun Beye ve sonra İbn İyas’a dayandıran Arnold, Barthold, Hammer ve Hurgronje gibi kendi döneminin ileri gelen oryantalistlerinin çalışmalarından da istifade etmiştir. Arnold’un hilafet literatürü içerisinde dikkat çeken yönlerinden biri ve belki de en önemlisi, Osmanlı hilafetinin Kur’an ayetlerine dayandırılarak 1360’lardan itibaren iddia edildiğini, 1517’ye kadar bir süreklilik kazandığını ve kabul görmüş bir iddiaya dönüştüğünü, dolayısı ile de Yavuz Selim’in Mısır’daki Abbasî halifesinden bu makamı devralması gibi bir ihtiyacın olmadığını vurgu ile belirtmesidir. Bu çerçevede Arnold, o dönemde İslâm hükümdarlarının, kendi sınırları içerisindeki Müslümanların halifesi anlamında kullandıkları halife unvanı ile bütün Müslümanların halifesi anlamında kullanılan halife-i a’zam/hilafet-i kübra ayırımına da hiç değin-
118
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
memektedir. Bu görüşler Arnold’un Encyclopaedia of Islam’ın ilk edisyonunda yayımladığı “Khalifa” maddesinde ve Sourdel imzasıyla yayımlanan ikinci edisyondaki “Khalifa” maddesinde özet olarak tekrarlanmıştır.13 N. A. Asrar’ın hilafetin Osmanlılara geçişi meselesine dair rivayetleri değerlendiren çalışması Yavuz’un Mısır’ı alışıyla ilgili en önemli muasır kaynak olan İbn İyas’ın tarihine ve Türkçe literatüre dayanılarak hazırlanmış ve konunun Türkçe bilmeyen ilgilileri düşünülerek kaleme alınmış intibaı vermektedir. Halep ve Mısır’ın alınışı sırasında Sultan ile Halife’nin ilişkilerine dair rivayetler sıralandıktan sonra intikalin gerçekleşmediği kanaatini vurgulayan yazar, intikal rivayetlerinin öncelikle Müslümanlardan değil Batılı kaynaklardan neşet ettiğine dikkat çekmektedir.14 Osmanlı hilafeti meselesinin birinci dönemi hakkında önemli araştırmalardan biri de Faruk Sümer tarafından gerçekleştirilmiştir. “Yavuz Selim Halifeliği Devraldı mı?”15 başlığıyla yayımlanan çalışma Asrar’ın çalışmasında olduğu gibi esas itibariyle hilafetin Abbasîlerden Osmanlılara devrinin vaki olmadığını ispatlama çabasıyla kaleme alınmıştır. Sözkonusu iddiaya ilk defa M. d’Ohsson tarafından Tableau General de l’Empire Ottoman adlı eserinin I. cildinde yer verildiğini belirten Sümer, zamanla bu iddianın yerli ve yabancı yazarlar ve idareciler tarafından tarihî bir hakikatmiş gibi kabul edildiğini belirtmektedir. Yazar, Mütevekkil’in hilafetten feragat ederek bu makamı Osmanlı sultanına devrettiği rivayetlerinin temelsiz olduğunu 1912 yılında ilk ortaya atan araştırmacının ünlü Rus Türkolog ve tarihçi Vasili V. Barthold16 olduğunu ve Alman tarihçi C. H. Becker’in 1916 yılında Bart13 Thomas W. Arnold, “Khalifa”, EI, s. 881-885. Bu maddenin ilavelerle yayımlanan Türkçe versiyonu için bkz. “Halife”, İslam Ansiklopedisi, c. V/1, s. 151-152; D. Sourdel, “Khalifa”, EI2, s. 945-947. 14 Makalenin orijinali için bkz. Dr. N.A. Asrar, “The Myth about the Transfer of the Caliphate to the Ottomans” başlığı ile Journal of Regional Cultural Institute (Iran, Pakistan and Turkey), Spring and Summer 1972, c. V, sy. 2-3, s. 111-120; Türkçe çevirisi için bkz. “Hilafetin Osmanlılara Geçişi ile İlgili Rivayetler”, çev. Süleyman Tülücü, Türk Dünyası Araştırmaları, 1983, sy. 22, s. 91-100. 15 Faruk Sümer, “Yavuz Selim Halifeliği Devraldı mı?”, Belleten, Aralık 1992, c. LVI, sy. 217, s. 675-701; bu makalenin Fransızca yayımlanmış kısa bir versiyonu için bkz. “Yavuz Selim S’est-il Proclame Calife”, Turcica, sy. XXI-XXIII, s. 343-354. 16 Barthold’un “Halife ve Sultan” başlıklı makalesi Rusça olarak Mir Islama dergisinde (Petersburg, 1912, c. I, sy. 1-2, s. 203-26 ve 345-400) yayımlanmıştır. Barthold’un makalesi Cumhuriyetin ilk yıllarında Mehmet Emin Resulzâde tarafından eski harfli Türkçeye tercüme edilmiş ancak nihâî tashihleri yapılarak yayımlanmamıştır. Bu çevirinin Türk Tarih Kurumu’nda bulunan yazma müsveddesinin dipnotlandırılarak yeni harflerle yayımlanmış hali ve kısa bir değerlendirmesi için bkz. İsmail Kara (haz.), Hilafet Risaleleri, İstanbul, 2003, c. III, s. 27-30 ve 253-328. Yedi kısımdan oluşan makalenin ilk üç kısmının İngilizce çevirisi için bkz. V.V. Bartold, “Caliph and Sultan”, Islamic Quarterly, 1963, c. VII, sy. 3-4, s. 117-135.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
119
hold’un iddialarını destekleyen uzun bir yazı kaleme aldığını17 ancak bu çalışmaların Türk tarihçiliğinde konu ile ilgili görüşleri pek etkilemediğini, bu nedenle de kendisinin bir makale yazmaya karar verdiğini ifade etmektedir. Makalenin devamında Mısır Abbasî halifelerinin hukukî, siyasî ve sosyal konumu, Yavuz’un Mısır seferi sırasında halife ile ilgili yaşanan gelişmeler, sefer sonrasında Halife Mütevekkil’e nasıl davranıldığı, Mütevekkil’in İstanbul hayatı ve Mısır’a dönüşünden vefatına kadar geçen sürede neler yaptığı gibi hususlar yazının temel tezini destekler mahiyette ele alınmıştır. Klasik dönem Osmanlı tarihçiliğinin önde gelen ismi Halil İnalcık da hilafet meselesi ile ilgili dikkat çekici değerlendirmelerde bulunmuştur. Konuyu geniş ve derinlemesine bir araştırma konusu yapmadan yaklaşık otuz yıllık bir dönemde yayımladığı çeşitli yazılarında18 özü itibariyle aynı ancak önemli bilgi ve değerlendirmeler veren İnalcık, Osmanlı sultanlarından yeryüzündeki bütün Müslümanların halifesi sıfatını ilk benimseyenin Kanunî Sultan Süleyman olduğunu belirtir. İnalcık’a göre sultanın bu tavrı “İslam dünyasının koruyuculuğu rolünün vurgulanmasından öte bir anlam taşımıyordu. Dolayısıyla, Osmanlıların geliştirdiği yeni halifelik kavramı, Osmanlılarda başından beri görülen kutsal savaşta (gazâda) önderlik kavramının uzantısından başka bir şey değildi”.19 Cambridge History of Islam adlı eserdeki “Osmanlılar ve Hilafet” adlı yazısında ise Mütevekkil’in hilafeti Yavuz Sultan Selim’e devrettiği rivayetinin XVIII. yüzyılda ortaya çıktığını ve gerileme dönemi Osmanlı sultanlarının hilafete vurgu yapmalarının açık siyasî sebepleri olduğunu kısaca belirttikten sonra yükselme dönemi Osmanlı sultanlarının hilafet anlayışlarını açıklar. Osmanlı sultanlarının Müslümanların koruyuculuğu rolünü önemsediklerini, bu yönleri ile de Peygamber’e ve Hulefa-yi Raşidine halef olduklarını iddia ettiklerini belirten İnalcık, I. Murat’tan itibaren sultanların halife unvanını kullandıklarını, Yavuz Sultan Selim’in Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn unvanını aldıktan sonra İslâm dünyasındaki itibarının oldukça arttığını, ardından da 17 Becker’in bu konuda müstakil bir makale yazdığı bilgisi doğru görünmemektedir. Sümer’in bahsettiği yazı Barthold’un “Halife ve Sultan” adlı makalesinin Becker tarafından bazı değişikliklerle Almancaya tercüme edilmiş hali olmalıdır. C.H. Becker, “Barthold’s Studien über Kalif und Sultan”, Der Islam, 1916, sy. VI, s. 350-412. 18 Osmanlı hilafeti konusunu ele aldığı yazılarına örnek olarak bkz. Halil İnalcık, “The Ottomans and the Caliphate”, The Cambridge History of Islam, Cambridge, 1970, c. I, s. 320-323; a.mlf., “Islam in the Ottoman Empire”, Cultura Turcica, Ankara, 1968-1970, sy. V-VII, s. 19-29, Türkçe çevirisi için bkz. “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam”, çev. Mustafa Özel, Dergah, Ağustos 1992, sy. 30, s. 15 ve Eylül 1992, sy. 31, s. 16-17; a.mlf., “Padişah” İslam Ansiklopedisi, c. IX, s. 491-495; a.mlf., Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I: 1300-1600, çev. Halil Berktay, İstanbul, 2000, s. 55-57. 19 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun..., s. 56.
120
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
Kanunî’nin Hilâfet-i Kübrâ unvanıyla bütün Müslümanların halifesi rolünü üstlendiğini düşünmektedir. Gibb’in yukarıda değerlendirilen makalesine dayanarak Lütfi Paşanın risalesinde Kanunî’yi zamanının imam ve halifesi olarak sunmasını aktardıktan sonra Osmanlıların XVI. yüzyılda ileri sürdükleri hilafet anlayışını zamanın şartlarının doğurduğu bir sonuç olarak değerlendirmektedir. Buna göre; XIV. yüzyıl İslâm dünyasında fiilen bağımsız konumda olan ve şeriatı uygulama görevini üstlenen her Müslüman lider kendisini halife sayabiliyordu. XVI. Yüzyıl Osmanlılarının buna katkıları Hilâfet-i Kübrâ anlayışını yeniden canlandırarak bütün Müslümanların halifesi olduklarını iddia etmeleri oldu, çünkü Hıristiyan taarruzlarına karşı İslâm dünyasını korumayı kendilerine görev biliyorlardı ve zaten Haremeyni koruyarak bütün Müslümanlara önemli bir hizmette bulunuyorlardı. Böylece yeni hilafet anlayışı İslâm dünyasında Osmanlıların üstünlüğünü tesis etmeyi amaçlayan bir politikaya destek olmaktaydı. Bu fikrin gazâ geleneğine dayandığı gayet açıktı (s. 322). Osmanlı sultanlarının bütün Müslümanların halifesi oldukları iddiası ile gazâ anlayışı arasında irtibat kurması İnalcık’ın yazılarının en dikkat çekici katkılarındandır. Bu dönem üzerine yapılan neşriyatın ortaya koyduğu bilgi ve görüşler İslam Ansiklopedisi’nin “Hilafet/Osmanlı dönemi” maddesinde özet olarak ansiklopedi maddesi üslubuyla verilmiştir.20 Osmanlı hilafeti meselesinin birinci dönemini bir bölüm halinde ele alan Osmanlı Hilafeti ve Kaldırılması21 adlı çalışma, Kanunî’den önceki Osmanlı sultanlarının halife unvanını kullanmaları konusundaki yaygın ve ansiklopedik hale gelen bilgileri tekrarladıktan sonra hilafet açısından Yavuz’un Mısır seferini değerlendirmekte ve Osmanlı’nın Abbasîlerden hilafeti devralmasının bir manası ve gereği olmadığı, çünkü onların zaten halife oldukları fikrini savunmaktadır. Osmanlı hilafetini savunmak amacıyla yazılmış görünen bu çalışma, büyük ölçüde bir literatür taramasına dayanmakta ve Osmanlı sultanlarının Kureyş kabilesine mensup olmadan da meşru halife oldukları fikrini savunurken de İslâm kelâm ve fıkıh literatürüne müracaat etmektedir. Yazarın bu konuda vurguladığı ve geriye dönük olarak Osmanlı hilafetini meşrulaştırmak için kullandığı dayanak, bazı ulemanın Kureyş’in güç ve kudret sahibi olmadığı, dolayısı ile Müslümanların 20 Azmi Özcan, “Hilafet-Osmanlılar Dönemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), c. XVII, s. 546. 21 Hasan Gümüşoğlu, Osmanlı Hilafeti ve Kaldırılması, İstanbul, 2000, s. 35-69. Benzer bir anlayışla kaleme alınan ve kısmî bir literatür taraması sonucu konuyu daha çok alıntılarla ele alan bir çalışma için bkz. Mustafa Alkan, Osmanlılarda Hilafet, İzmir, 1997. Osmanlı hilafeti meselesinin kısa bir değerlendirmesi için bkz. Nejat Göyünç, “Hilafet ve Kaldırılması”, Ümit Doğanay’ın Anısına Armağan, İstanbul, 1982, c. 2, s. 225-232.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
121
işlerini idare edecek maddî ve manevî güçten yoksun olduğu dönemlerde Kureyşli olmayan birinin halifeliğinin meşru olduğu konusundaki görüşleridir. Bu da teorik bir yaklaşım olarak kalmakta ve tarihen Osmanlı sultanlarının bu konuda ne düşündüklerini ve hilafetlerini nasıl meşrulaştırdıklarını izah etmemektedir. Osmanlı hilafeti meselesi literatürü, birinci dönem olarak adlandırdığımız 1774 öncesinde XVI. yüzyıl üzerinde özellikle de Kanunî döneminde (1520-1566) yoğunlaşmaktadır. Kanunî dönemi sonrası padişahlarının hilafet anlayışları ve uygulamaları henüz hiçbir çalışmaya konu olmuş görünmemektedir. İnalcık, III. Ahmet’in İran Şah’ı Eşref’e kendisinin “bütün Müslümanların halifesi” olduğu iddiasında bulunduğunu ve sonra bu unvanın Nadir Şah’a da kabul ettirilmek istendiğini yazmakla yetinmiş ve konuyla ilgili referans da vermemiştir.22 2. Dönem Osmanlı hilafeti meselesinin ikinci dönemi olan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası ise giderek artan bir ilgiye mazhar olmakla birlikte bu ilginin II. Abdülhamid (1876-1909) dönemi üzerinde yoğunlaştığını da belirtmek gerekir. Küçük Kaynarca Antlaşmasının 3. maddesinde “mezhepleri ehl-i İslâm’dan olup zât-ı madelet-simat-ı şehriyaranem imâmü’lmü’minîn ve halîfetü’l-muvahhidîn olduğuna binâen tâife-i merkûme (Kırım Müslümanlarına) akdolunan serbestiyet devlet ve memleketlerine halel getirmeyerek umûr-ı mezhebiyelerini taraf-ı hümâyunum hakkına şeriat-ı İslâmiye muktezasınca tanzim ederler”23 ifadelerine yer verilerek siyasî olarak Osmanlı toprağı olmaktan çıkan Kırım’daki Müslümanların dînen Osmanlı hilafetine bağlı kalmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Sonradan maddenin mevcut haliyle muğlak bulunması nedeniyle Rusya’ya daha açık ifadelerin yer aldığı bir yazı gönderilmiştir. Burada iki devlet arasında “bu babda vukû‘u muhtemel olan suretler ve avarızın def‘i ve şeriat-ı garra muktezasınca ictimâ’-ı halîfeteyn mahzûrunun indifâ‘ı zımnında madde-i merkûmenin tavzîh ve tebyîni mühim ve muktezî olduğuna binâen husûsı mezbûr şu vechile şerh ve tafsîl olunur ki: (... Tatar kavmi bilittifak bir hanı intihâb eylediklerinde Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn ve İmamü’l-Müslimîn olan Padişah-ı Âl-i Osman hazretlerine ber mukteza-yı Hilâfet-i Uzmâ arz ve inhâ ve Sultânü’l-Müslimîn24 hazretleri dahi bir gûne ta‘lîl ve ta‘vîk etmeksizin derakab nişan-ı şerif-i hilafetpenâhî i‘tâ ve teşrîfâtını irsâl 22 İnalcık, “The Ottomans and the Caliphate”, s. 320. 23 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Düvel-i Ecnebiye Defteri, 83/1, s. 145; Cevdet Paşa, Tarihi Cevdet, I, İkinci tab’ı, Dersaadet, 1309, s. 359. 24 Vurgular bize ait.
122
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
eyliye” denildikten sonra Kırım’ın bütün cami ve mescitlerinde hutbelerin Osmanlı sultan-halifesinin adına okunacağı belirtilmektedir.25 Bu maddenin devamında sultanın konumu “şeriat-ı garra muktezasınca Padişâh-ı İslâm hazretleri Halîfetü’l-Uzmâi’l-Müslimîn ve İmâmü’l-Muvahhidin” şeklinde tamamen dinî açıdan vurgulanmıştır. Belirtmek gerekir ki sultanın halifeliğini vurgulamak için maddede zikredilen unvanların hiçbiri bu dönemde ortaya çıkarılmış değildir. Makalenin ilk sayfalarında verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere Yavuz ve Kanunî dönemlerinden bu yana Osmanlı’nın aşina olduğu unvanlardır. Ancak Osmanlı tarihinde ilk defa bir anlaşma metninde Osmanlı sultanının bütün Müslümanların halifesi olduğu ve tek halife vurgusu dikkat çekici bir durumdur. Modern hilafet meselesi açısından Küçük Kaynarca Antlaşması bir dönüm noktası oluşturmuş görünmektedir. Her şeyden önce, üç asra yakın bir zamandır bazen önemsenen bazen de öne çıkarılmadığı düşünülen Osmanlı hilafet anlayışının ilk defa bir uluslararası anlaşmada böylesine açık seçik bir şekilde ve vurgulanarak yer alması önemli bir gelişmedir. İkincisi, Osmanlı yöneticileri devleti güçlendirme çabalarında hilafet kurumunun nüfuzundan yararlanma istek ve kararlılığını göstermişlerdir. Yani açık bir tavırla hilafet kurumu siyasî amaçlar için kullanılmağa çalışılmıştır. Üçüncüsü ve müstakbel gelişmeler açısından daha önemlisi, sultanın siyasî ve dinî otoritesinin ayrılığını ifade eden ilk anlaşma olması ve bir örnek teşkil etmesidir. Bu anlaşmada sultanın Kırım’da meydana gelecek siyasî ve idarî düzenlemelere hiçbir şekilde karışmayacağı ve Kırımlılar kimi liderliğe seçer ise sultan-halifenin onu tanıyacağı açıkça belirtilmiştir. XIX. ve XX. yüzyıllarda Osmanlı’nın kaybettiği bütün topraklardaki Müslümanlar için benzer düzenlemeler yapılacak ve Müslümanların dinen Osmanlı halifesine bağlı kalmaları ve bunun göstergesi olarak hutbelerde sultan-halifenin isminin zikredilmesi bir çözüm olarak görülecektir. Hatta bu sorumluluğun bir gereği olarak, kaybedilen topraklardaki Müslümanların dinî hayatlarını nasıl düzenleyeceklerine dair şeyhülislamlık bir talimatname bile hazırlayacaktır.26 Osmanlı’nın kendi iç düzenlemelerinde de sultanın dinî ve siyasî otoritesinin ayrılığı anlayışı giderek yerleşmeye başlamaktaydı. Tanzimat döneminde (1830-1876) uygulamaya koyulan Osmanlılık anlayışı ve 1856 Islahat Fermanı’yla vurgulanan Müslüman-gayrimüslim eşitliği prensibi aslında 25 Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, II, ikinci tab’ı, Dersaadet 1309, s, 302-303 26 Yunanistan ve Romanya ve Sırbiye ve Bulgaristan ve Karadağ’da Bulunan Cemâât-i İslâmiyenin Husûsât-ı Mezhebiyeleri Hakkında Cânib-i Şeyhülislâmîden Kaleme Alınan Talimattır, İstanbul, 1302. Bu talimatın bir fotokopisini temin eden genç meslektaşım İlhami Yurdakul’a teşekkür ederim.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
123
sultanın siyasî otoritenin başı olarak din farkı gözetmeksizin bütün Osmanlıları temsil ederken Müslümanlar için de hilafet makamında bulunmaktaydı. Bu ayrılık 1876 Kânûn-ı Esâsîsinin 4. maddesinde “Zât-ı hazireti padişâhî hasbel hilâfe dîn-i İslâmın hâmîsi ve bilcümle tebe‘a-i Osmâniyenin hükümdar ve padişahıdır” şeklinde ifade edilmiştir.27 Bu ayrılık çizgisi nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1922’de saltanatı hilafetten ayırarak sona erdirmesi ve Osmanlı hanedanından bir ismi siyasî güçten tamamen yoksun bir halde halife tayin etmesiyle zirveye ulaşmıştır.28 Bu meselede dikkat çeken hususlardan biri de Osmanlı hilafetine muhalif bazı İngiliz ve Arapların da siyasî otoriteden yoksun bırakılmış ve sadece dinî yönüyle öne çıkarılmak istenen bir hilafet anlayışını savunmuş olmalarıdır. Modern dönem Osmanlı hilafet meselesi literatürü açısından önem taşıyan yayınlardan The Future of Islam adlı eserin yazarı olan Wilfred Scawen Blunt Osmanlı hilafeti sonrasında kurulmasını tasavvur ettiği yeni hilafet makamının sadece dinî bir kurum olacağını ve otoritesini de belli şartlarla sınırlandırılmış olarak icra edeceğini ileri sürmekteydi.29 Blunt’ın zikredilen kitabından önemli ölçüde etkilendiği iddia edilen Abdurrahman Kevâkibî30 Ümmü’l-Kurâ adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin ve onun aslî unsuru konumundaki Türklerin İslâmın yenilenmesini ve güçlenmesini sağlayacak özelliklerden mahrum olduğunu, bu nedenle hilafetin Osmanlılardan alınması ve sadece dinî otoriteden müteşekkil bir makam haline getirilmesini savunmaktadır. Hilafetin Kureyş kabilesine mensup bir Arapa verilmesini ve hilafet merkezinin de Mekke olmasını açıkça teklif eden ilk Arap olma özelliğini de taşıyan Kevâkibî, müslüman toplumlardan seçilecek temsilcilerden oluşacak bir heyet-i şura tarafından belirlenecek halifenin İslâm dünyasının dinî işleriyle ilgilenebileceğini savunmaktadır.31 Modern hilafet meselesi literatürü açısından bakıldığında II. Abdülhamid öncesi dönem hakkında ciddî bir araştırma yayımlanmış görünmemektedir. Bir ansiklopedi maddesi çerçevesinde dönemin değerlendirilmesi ve dönem üzerine yapılacak bir araştırmaya yön verebilecek türde bil27 Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Yenilenmiş 2. Baskı, İstanbul, 2000, s. 43. 28 Azmi Özcan, “Hilafet-Osmanlı dönemi”, DİA, c. XVII, s. 547. 29 Wilfrid Scawen Blunt, The Future of Islam, London, 1882, s. 189-190. 30 Kevakibi’nin, Blunt’ın eserindeki görüşlerden ne denli etkilendiği konusunda bir araştırma için bkz. Sylvia G. Haim, “Blunt and al-Kawakibi”, Oriente Moderno, 1955, sy. XXXV, s. 132-143. 31 Abdurrahman Kevâkibî, Ümmü’l-Kura, Beyrut, 1982, s. 236 vd. Kevakibi’nin Osmanlı muhalifi olma süreci ve fikirlerinin kısa bir değerlendirmesi için bkz. Ş. Tufan Buzpınar, “Kevâkibî, Abdurrahman b. Ahmed”, DİA, c. XXV, s. 339-340.
124
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
giler anahatlarıyla TDV İslam Ansiklopedisi’nin “Hilafet-Osmanlı dönemi” adlı maddesinde bulunabilir. Maddede Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra Osmanlı hilafetinin içeride ve dışarıda itibarının tedrîcî olarak nasıl arttığı Kuzey Afrika, Hindistan, Açe ve Buhara Müslümanlarıyla bağlantılar çerçevesinde açıklanmakta ve İngilizlerin Osmanlı hilafetinin nüfuzundan yararlanma girişimlerinden bahsedilmektedir.32 Bu eksikliği kısmen giderebileceği düşünülerek kaleme alınan bir makale ise henüz yayımlanmadığı için burada değerlendirmeye tâbi tutulmayacaktır.33 II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) son yıllarda birbiri ardı sıra yapılan ciddî araştırmalara konu olmuştur.34 Esasen II. Abdülhamid dönemi hilafet meselesine ilgi, kendi döneminde de dikkat çekici boyuttadır. Daha Abdülhamid’in saltanatının ikinci yılında James Redhouse imzasıyla Londra’da yayımlanan A Vindication of the Ottoman Sultan’s Title of Caliph: Show-ing its Antiquity, Validity, and Universal Acceptance35 adlı risale Osmanlı hilafeti meselesinin İngiltere kamuoyunu ne denli ilgilendirdiğinin önemli ipuçlarını taşımaktaydı. Risaleden anlaşıldığı kadarıyla 1876 Kânûn-ı Esâsîsinin 3. ve 4. maddeleriyle Osmanlı hilafetinin anayasal bir kuruma dönüşmesi Hindistan bölgesinde görev yapmış bazı üst düzey İngiliz görevlilerini telaşlandırmış ve Osmanlı hilafetini inkar yoluna sevketmişti. Redhouse’ın bu tavra karşı çıkarak kaleme aldığı risale, Osmanlı hilafetinin eski bir kurum olduğu, zamanın Müslümanlarının hemen tamamı tarafından genel kabul gördüğü ve karşı çıkmak üzere sunulan hukukî delillerin de geçerliliğinin olmadığı tezini savunmaktadır. Dikkat çekici olan, Redhouse’ın Mısır’daki son Abbasî halifesi Mütevekkil’in Sultan Selim lehine makamından çekildiğine dair bir belge tanzim edildiğini belirtmesi ve halifenin Kureyş kabilesinden olması gerektiğine dair kesin emrin hiçbir zaman mevcut olmadığını iddia etmesidir.36 Osmanlı hilafeti meselesinde II. Abdülhamid döneminin daha başında 32 Azmi Özcan, “Hilafet-Osmanlı dönemi”, DİA, c. XVII, s. 547. 33 Bu konuda “The Question of Caliphate under the Last Ottoman Sultans” başlığıyla kaleme aldığımız makale F. Zachs and I. Weismann (ed.), Ottoman Reform and Muslim Regeneration: Studies in Honor of Butrus Abu-Manneh, London, 2004, içinde yayımlanacaktır. 34 Azmi Özcan’ın yukarıda zikredilen maddesi ve Cezmi Eraslan’ın II. Abdülhamid ve İslam Birliği (İstanbul, 1992, s. 192-209) adlı çalışması dönem hakkında önemli bilgi ve görüşler ihtiva etmektedir. 35 James W. Redhouse, A Vindication of the Ottoman Sultan’s Title of Caliph: Showing its Antiquity,Validity, and Universal Acceptance, London, 1877, 19 s. Risale Sami Erdem tarafından Türkçeye tercüme edilerek “Osmanlı Sultanının Halife Unvanının Müdafaası” adı altında önce Dergah (sy. 96, s. 18-21) dergisinde, sonra da İsmail Kara (haz.), Hilafet Risaleleri, I: II. Abdülhamit Devri, İstanbul, 2002, s. 95-110’da yayımlanmıştır. 36 A.g.e., s. 103-109.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
125
İngiltere’de başlayan hararetli tartışmalar bir müddet sonra Mısır’a oradan da Suriye ve Hicaz gibi bölgelere sıçramış görünmektedir. Bu tartışmalar “II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı: 1877-1882” başlıklı çalışmamızda detaylı olarak ele alınmıştır.37 Makalenin giriş bölümünde II. Abdülhamid’in hilafetini dayandırdığı esaslar belirlenmiş ve bu esasların tarihî ve dinî kökenleri üzerinde durulmuştur. Osmanlı anlayışında hilafetin Kureyşliliği meselesininin nasıl çözümlendiğine dair açıklamaların ardından İngiltere’de Osmanlı hilafeti tartışmalarına geçilmiştir. Redhouse’ın Osmanlı lehine tavır koyarak katıldığı tartışmalar detaylı bir şekilde incelendikten sonra Araplar arasında muhalefetin varlığına dair veriler değerlendirilmiştir. Çalışmanın son bölümünde İngiltere’nin eski diplomatlarından W. S. Blunt’ın İngiliz otoriteleri ve Araplar arasında yürüttüğü Osmanlı hilafeti aleyhindeki düşünce ve faaliyetler ele alınmıştır. Çalışma incelediği yıllarda hilafet tartışmalarına getirdiği açıklığın yanı sıra II. Abdülhamid’in Araplar arasında giderek artan otoritesinin muhaliflerinin faaliyetlerini nasıl olumsuz etkilediğini ortaya koymaktadır. II. Abdülhamid döneminin tamamında İngiltere kökenli Osmanlı hilafeti tartışmaları ise Azmi Özcan’ın “İngiltere’de Hilafet Tartışmaları: 18731909” adlı makalesinin konusunu oluşturmaktadır.38 İngiltere’nin hilafetle ilgisinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’ı sömürgeleştirme sürecinde başladığı ve bu ilginin 1870’lere gelinceye kadarki basamakları giriş mahiyetinde belirtildikten sonra Arap dilcisi G. P. Badger’ın İngiliz hariciyesine sunduğu Ocak 1873 tarihli ve içinde Osmanlı hilafetinin de değerlendirildiği rapor tartışmaların başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir. 1870’lerin ikinci yarısında meydana gelen ve bir önceki çalışmanın da konusunu oluşturan Londra merkezli hilafet tartışmaları ve Blunt’ın konuyla ilgili görüşleri ele alındıktan sonra İngiltere’nin 1882 Mısır işgali ve 1880’lerin ortalarında meydana gelen Sudan’daki Mehdi olayı hilafet meselesiyle ilgileri ölçüsünde değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. 1890’larda meydana gelen Ermeni ve Girit olaylarının İngilizler tarafından Osmanlı aleyhtarı kamuoyu oluşturmada nasıl kullanıldığı ve bu bağlamda Osmanlı hilafetini yıpratmaya yönelik yayınların içeriği müteakip sayfaların konusunu oluşturmuştur. Özcan’ın tespitlerine göre XX. yüzyılın başında İngiltere’de hilafet tartışmaları bir durgunluk dönemine girmiştir. 1906’ya gelindiğinde ise, 37 Bu makalemiz önce İngilizce olarak Die Welt des Islams, 1996, c. 36, sy. 1, s. 59-89’da, sonra da Türkçe’ye çevrilerek İsmail Kara tarafından hazırlanan Hilafet Risaleleri, İstanbul, 2002, c. I, s. 37-61’de yayımlanmıştır. 38 Azmi Özcan’ın çalışması önce İslam Araştırmaları Dergisi, 1998, sy. 2, s. 49-71’de, sonra da İsmail Kara (haz.), Hilafet Risaleleri, İstanbul, 2002, c. I, s. 63-91’de yayımlanmıştır.
126
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
W. Chirol, T. Arnold ve T. Gordon gibi etkin gazeteci, ilim adamı ve askerlerin II. Abdülhamid’in hilafetinin İslâm dünyasında yaygın olarak kabul gördüğü ve İngiltere’nin de bu gerçekten hareketle hilafete yönelik menfi yaklaşımları terk etmesi gerektiği görüşünü savunmaları dikkat çekicidir. Bu anlayışın 1906 yılı İngiltere Hariciye Nezareti yıllık raporuna da yansıdığı görülmektedir. Özcan II. Abdülhamid dönemi hilafet meselesi ile ilgili son çalışmasında İngiltere’nin 1882 Mısır işgali sonrasında Abdülhamid’in hilafetinin nasıl tartışma konusu yapıldığı üzerinde durmaktadır.39 Makale, Abdülhamid’in kendi hilafetini zayıflatmaya yönelik İngiliz-Arap işbirliği konusundaki şüpheleri ve Mısır hidivlerinin Osmanlı hilafetine karşı tavırları konularında ilginç detaylar içermektedir. Aynı konu etrafında 1890’lı ve 1900’lü yıllarda meydana gelen gelişmelerin Rus kaynaklarına dayalı bir değerlendirmesi yıllar önce L. Hirszowicz tarafından yapılmıştı. Burada verilen bilgiler de İngiliz ve Osmanlı arşiv kaynaklarına dayalı olarak bilinen Abdülhamid’in hilafet hassasiyetini destekleyici mahiyettedir.40 Abdülhamid hilafetinin Suriye bölgesinde ve özellikle Şeyh Ebülhüda tarafından nasıl algılanıp anlatıldığı hususlarında B. Ebu-Manneh’nin çalışması hâlâ önemini korumaktadır.41 Şeyh Ebülhüda-Sultan ilişkisini detaylandırmak üzere yapılan çalışmanın “The Caliph and His Muslim Subjects” ve “Ottomanism, Syria and the Caliphate” başlıklı kısımları Osmanlı hilafetinin belli bir kesim tarafından nasıl algılandığı hususunda önemli veriler içermektedir. Özellikle zikredilen ilk bölüm Ebülhüda’nın yazılarından hareketle inşa edilmiş ve yakın zamanlara kadar da bu kadarıyla bilinmekteydi. Aşağıda bahsedileceği üzere, İsmail Kara’nın hazırladığı Hilafet Risaleleri, I’de Ebülhüda’nın Ebu-Manneh’nin sıkça atıfta bulunduğu Da’irReşad dahil iki risalesinin yayımlanmasıyla konuyla ilgili bilgilerimiz artmıştır. Suriye bağlantılı olarak hilafet meselesinin ele alındığı bölüm ise Sultan’ın hangi kanallarla halife olarak otoritesini güçlendirmeye çalıştığını ve bunun Suriye Müslümanları üzerindeki etkisini anlatmaktadır. Son dönem Osmanlı hilafeti meselesinin Avrupa’nın iki büyük devleti 39 Azmi Özcan, “The Caliphal Policy of Sultan Abdulhamid II and Egypt”, Türk Dünyasına Bakışlar: Prof. Dr. Mehmet Saray’a Armağan, Halil Bal ve Muhammet Erat (haz.), İstanbul, 2002, s. 489-497. 40 L. Hirszowicz, “The Sultan and the Khedive, 1892-1908”, Middle Eastern Studies, 1972, c. VIII, sy. 3, s. 287-311. 41 B. Abu-Manneh, “Sultan Abdulhamid II and Shaikh Abulhuda Al-Sayyadi”, Middle Eastern Studies, May 1979, c. XV, sy. 2, s. 131-153. Makale İrfan Gündüz tarafından Türkçe’ye çevrilerek Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1995, sy. 7-10, s. 375405’te yayımlanmıştır.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
127
Britanya ve Almanya’nın aralarındaki rekabetteki yerini ele alan şimdilik tek çalışma Ceasar E. Farah imzasını taşımaktadır.42 Esas itibariyle 19041914 arasında Almanya ve İngiltere’de yapılan hilafet tartışmalarının ele alındığı çalışma, hilafetin Kureyş kabilesine ait olup olmadığı tartışmaları, İngilizlerin Osmanlı hilafetini zayıflatmaya çalıştıklarına dair Alman görüşleri, İngilizlerin Arap hilafeti görüşlerini destekledikleri, Abdülhamid’in halifeliğinin giderek artan nüfuzunun İngilizleri endişelendirdiği, Abdülhamid sonrasında devam eden Arap hilafeti tartışmalarının yanı sıra I. Dünya Savaşı arifesinde ve Savaşın ilk yıllarında İngilizlerin Osmanlı hilafetine karşı bir Arap hilafeti oluşturma çabalarına yer vermektedir. Aynı dönemde Fransızların endişeleri konusuna da kısaca değinilmiştir. Osmanlı’nın son döneminde Fransızların hilafetle ilgili politikalarının daha detaylı bir çalışması H. Laurens’e aittir.43 Bu çalışmada, Fransızların özellikle II. Abdülhamid döneminden itibaren hilafeti panislamizm bağlantılı bir tehdit unsuru olarak gördükleri, İttihat ve Terakki döneminde Osmanlı hilafetine karşı Arap hilafeti kurma çalışmaları ve I. Dünya Savaşı sonrasında Mekke emirinin yanı sıra Fas sultanını da halife yapma çalışmalarıyla bağlantılı hususlar ele alınmaktadır. Farah’nın büyük güçlerin rekabet anlayışı çerçevesinde ele aldığı II. Abdülhamid sonrası hilafet meselesinin İslâmcılar tarafından nasıl ele alındığı konusu şimdiye kadar sadece İsmail Kara tarafından incelenmiş görünmektedir. İslamcıların Siyasi Görüşleri adlı çalışmasının “Halifelik” adlı bölümü, meşrutî idare içinde halifeliğin yetki ve faaliyet alanlarının daraltılması tartışmaları, halifenin bir hükümet reisi olarak görülmesi, hatta 8 Ağustos 1909 tarihli kanunla hilafet kurumunun hak ve yetkilerinin önemli bir kısmını kaybettiği hususlarında önemli bilgi ve değerlendirmeler içermektedir.44 Bunun yanı sıra Hint kökenli ve Mısırlı bazı yazarların meşrutî idarenin meşru olup olmadığı, yeni rejimin halifeliği kaldırıp kaldırmayacağı ve hilafetin saltanattan ayrılıp ayrılmayacağı gibi konuları ele aldıkları ve genel olarak İttihat ve Terakki karşıtı tavır aldıklarını da bu bölümden öğreniyoruz. Bu çalışmayla ortaya koyulan dikkat çekici diğer bir husus da içeride halifenin etkinliği kısıtlanmaya çalışılırken dışarıdaki Müslüman42 Ceasar E. Farah, “Great Britain, Germany and the Ottoman Caliphate”, Der Islam, 1989, c. 66, sy. 2, s. 264-288. Bu makalenin kısa bir versiyonu Studies on Turkish-Arab Relations, Annual, 1987/2, s. 37-48’de yayımlanmıştır. 43 Hanry Laurens, “La France et le califat”, Turcica, 1999, sy. 31, s. 149-183. 44 İsmail Kara, İslamcıların Siyasî Görüşleri, I: Hilafet ve Meşrutiyet, 2. baskı, İstanbul, 2001, s. 143-162. Bu bölümün ilk versiyonu “II: Meşrutiyetin İlk Yıllarında İslâmcıların Halifelik Meselesine Bakışları” adıyla İslami Araştırmalar dergisi, 1994, c. VII, sy. 2, s. 171-180’de yayımlanmıştır.
128
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
larla bağlarını kuvvetlendirmek ve onların desteğini sağlamak için halifeye ve hilafete önem atfedilmek durumunda kalınmasıdır. Osmanlı Devleti’nin son iki şeyhülislamı Dürrizâde Abdullah Beyefendi ve Medenî Mehmet Nuri Efendinin sadarete sundukları hilafet muhtıraları da bu çabaların bir parçası gibi görünmektedir.45 Her iki muhtırada Osmanlı Devleti sınırları dışında kalan Müslümanların makam-ı hilafete “râbıta-i dîniyye ve maneviyye” ile bağlı kalmalarının dinî gerekliliği vurgulanmaktadır. Makalenin devamında yer alan “Hilafetin dinî nüfuzuna dair andlaşmalar ve maddeleri” bölümünde yer alan metinler de bu konuda devletin resmî çabalarının ürününü ortaya koymaktadır. Son dönem hilafet tartışmalarının boyutlarını ortaya koymak bakımından en kapsamlı ve en hacimli çalışma İsmail Kara’nın organizatörlüğünde ve editörlüğünde hazırlanan ve şimdiye kadar üç cildi yayımlanan Hilafet Risaleleri’dir.46 Kitabın başlığında da yer verildiği üzere bu eser İslam Siyasi Düşüncesinde Değişme ve Süreklilik çalışmalarının en önemli ham maddelerini içermektedir. Biraraya getirilmesi ancak bir ekip çalışmasının yanı sıra büyük emek ve zaman sarfiyatı ile mümkün olabilen Türkçe/Osmanlıca, Arapça, Urduca, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rusça gibi çeşitli Doğu ve Batı dillerinde yazılmış 80 civarında risalenin tamamının yeni harfli Türkçede basılmasının hilafet meselesinin boyutlarını anlamamıza yapacağı katkı çok büyük olacaktır. Risaleler hazırlanırken yapılan tedkik, tahkik ve tahlillerin kıymeti ise ayrıca zikre değer görünmektedir. II. Abdülhamid dönemi risaleleri iki cilt halinde yayımlanmıştır. Birinci ciltte projenin kısa bir serüveni ve yayında takip edilen ilkelerle ilgili bilgiler sunulduktan sonra giriş yazıları çerçevesinde İsmail Kara’nın kaleme aldığı “Risaleler ve Müellifleri Hakkında Bazı Bilgiler” ile II. Abdülhamid döneminde hilafet meselesini konu alan daha önce kısaca değindiğimiz T. Buzpınar ve A. Özcan’ın makaleleri yer almaktadır. Özellikle İ. Kara’nın müelliflerle ilgili derlediği bilgilerin yanı sıra risaleler hakkındaki değerlendirmeleri ve risalelerde öne çıkan veya gözardı edilen hususlara dikkat çekmesi oldukça önemlidir. Ardından İngilizce, Arapça ve eski harflerle yayımlanmış Türkçe on iki risalenin çeviri ve transkripsiyonları verilmektedir. Kitabın sonunda yer alan iki ek ile birinci cilt tamamlanmaktadır. İkinci cilt, İ. Kara’nın kaleme aldığı “Risaleler ve Müellifleri Hakkında Bazı Bilgiler” ile başlamakta ve on iki risale ile devam etmektedir. Kitabın ek bölümünde ise M. Şükrü Hanioğlu tarafından kaleme alınan “1906 Yılında Sabahaddin 45 İlhami Yurdakul, “Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Beyefendi ile Şeyhülislam Medenî Mehmet Nuri Efendinin Hilafet Hakkında Muhtıraları”, Dîvân İlmî Araştırmalar, 1999/1, s. 235-248. 46 Hilafet Risaleleri Klasik yayınları arasında, I ve II. ciltler Kasım 2002 ve III. cilt Eylül 2003’te yayımlanmıştır.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
129
Bey, MacColl, Vambery ve Kıdvai Arasında Geçen Osmanlı Hilafeti Tartışması” başlıklı II. Abdülhamid dönemi hilafet tartışmalarına zenginlik getiren bir yazı yer almaktadır. II. Meşrutiyet döneminin ilk cildi olan Hilafet Risaleleri’nin üçüncü cildi “Sunuş” yazısının ardından diğer ciltlerdeki usule uygun olarak, ancak farklı kıstaslarla tasnif ve değerlendirmeye alınan risaleler ve müellifleri hakkında bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bilgiler metinleri verilen risalelerin ihtiva ettiği dinî, siyasî, coğrafî ve kültürel boyutların anlaşılmasında vazgeçilmez katkılar sağlamaktadır. Metin okunduğunda hazırlayanın birikiminin de ne kadar önemli olduğu görülecektir. Türkçe, Arapça ve Rusça sekiz risale çeviri ve transkripsiyonunun ardından risale çapında olmayan ancak konuyla doğrudan ilgili üç kısa metin de Ekler bölümünde yer almaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki, Osmanlı hilafet meselesi literatürü hakkında yaptığımız bu sınırlı çalışma, mevcut literatürde meselenin her iki dönemi hakkında sunulan bilgi, tahlil ve değerlendirmelerin tatmin edici düzeyde olmadığını göstermektedir. Her şeyden evvel Osmanlı hilafetini konu alan ve kaynaklara dayalı bir monografiden mahrum olduğumuzu belirtmeliyiz. Meselenin ilk dönemi ile ilgili kaynaklar henüz hem döneminin tarihî, dinî, siyasî ve sair bağlamları dikkate alınarak, hem de geleneksel İslâm düşünce ve kültürü çerçevesinde değerlendirilmiş değildir. Bu son unsur da önemlidir çünkü, göründüğü kadarıyla hilafet meselesinde Osmanlı yöneticileri ve uleması İslâm mirasını göz ardı ederek çözüm bulma yoluna gitmemişlerdir. Mevcut yayınlar Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ve Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) dönemleriyle sınırlı bilgi kırıntıları sunmaktadırlar. Literatürün üzerinde durduğu en önemli kaynak olarak hâlâ Lütfi Paşanın risalesi karşımıza çıkmaktadır. Meseleyi ciddî bir şekilde ele alan başka kaynaklar gerçekten yok mu, yoksa ciddî bir tarama yapılmadığı için mi bilmiyoruz henüz belli değildir. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı kronikleri ve diğer tarih kitaplarının yanı sıra fezâil-i Âl-i Osman türü eserlerin ne gibi bilgiler içerdiği de merak konusudur. XVI. Yüzyılın ikinci yarısı, XVII. yüzyıl ve XVIII. yüzyılın büyük bir bölümü hakkında ise hiç literatür yok demek haksızlık olmaz. Küçük Kaynarca’nın Osmanlı hilafet meselesinde dönüm noktası teşkil ettiği, birçok yazarın ortak kanaatidir. Ancak Küçük Kaynarca’nın üçüncü maddesinin niçin konduğu, müzakerelerde zikredilen şer’î gerekçeler ve kısa süre sonra duyulan mezkûr maddeyi açıklama gereğinin tarihî arkaplanı ve nedenleri bilinmemektedir. Aynı şekilde, I. Abdülhamid (1774-1789) sonrası Osmanlı sultanları özellikle de III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmut (1708-1839) dönemleri Osmanlı hilafeti meselesi bakımından önemli ipuç-
130
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
ları taşımaktadır. Vehhabîlerin Mekke ve Medine’yi ele geçirmelerinden dolayı XIX. yüzyılın ilk yıllarında hac farizasının yerine getirilememesinin Osmanlı hilafeti açısından bir değerlendirmesini içeren literatür mevcut değildir. II. Mahmut döneminde hilafet meselesinin ne kadar önemli hale geldiğinin önemli bir göstergesi sayılabilecek olan Yasincizâde Abdülvehhab Efendinin Hulâsatu’l-Burhân fi İtâati’s-Sultân adlı risalesi -ki modern dönemin ilk hilafet risalesi sayılabilir- ve benzer bazı risaleler de literatüre konu olmamışlardır.47 Tanzimat döneminde (1839-1876) hilafet meselesi hakkında literatür bulunmasa da 1860’lı yıllarda önemli tartışmaların varlığı bilinmektedir. Son olarak, II. Abdülhamid Osmanlı sultanları içerisinde hilafet makamını iç ve dış siyasette en etkin kullanan padişah olarak bilinmektedir. Avrupa’nın büyük devletlerinin sömürgecilik iştahlarının en kabarık olduğu ve Müslümanların en yoğun olarak sömürgeleştirildikleri bu dönemde Abdülhamid’in, hilafeti iç ve dış siyasetin önemli bir enstrümanı olarak devreye sokması dahilî ve haricî muhaliflerinin de bu makama karşı tavır almalarıyla denk düşmüştür. Bu nedenle dönemin tamamı yoğun tartışmalara sahne olmuş, bu ise tabiî olarak birincil kaynağın çokluğunu doğurmuştur. Buradan hareketle II. Abdülhamid dönemi hilafet meselesi literatürü hem nitelik hem de nicelik olarak bütün dönemlerden daha üstün duruma gelmiştir. Ancak yine de tatmin edici bir düzeye gelindiği söylenemez. Her şeyden önce Kânûn-ı Esâsî hazırlık tartışmaları sırasında ve yeniden uygulamaya konulması düşünüldüğü 1880’lerin ilk yıllarında hilafet meselesinin üst düzeyde ele alındığı bilinmekle birlikte konunun etraflıca tartışıldığı bir çalışma henüz mevcut görünmemektedir. Konuyla ilgili Osmanlı arşiv malzemesi henüz tam anlamıyla değerlendirilebilmiş değildir. Örneğin, II. Abdülhamid dönemi evrakının önemli bir kısmı açılmış olmakla birlikte bunlar içerisindeki hilafetle ilgili belgeler dönemin tartışmaları bağlamında henüz değerlendirilmemiştir. Keza dönemin İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi büyük devletlerinin arşivleri de sınırlı anlamda kullanılabilmiştir. Mevcut literatür bu arşivlerin önemli bilgiler ihtiva ettiğini gösterecek düzeydedir. Aynı şekilde, Hilafet Risaleleri adlı çalışmada yer alan risalelerin muhtevasının dönemin şartları ve gelişmeleri çerçevesinde bağlantıları kurularak değerlendirilmesinin yanı sıra İslâm düşünce geleneği içerisindeki yerlerinin belirlenmesi de Osmanlı hilafeti meselesini daha sağlıklı anlamamıza önemli katkılar yapacaktır. 47 Bu risalenin II. Mahmut reformlarına destek mahiyetinde ele alınışı ile ilgili olarak bkz. Seyfeddin Erşahin, “The Ulema and the Reforms of Mahmud II”, Yüksek Lisans tezi, Manchester Üniversitesi, 1990.
Osmanl› Hilafeti Meselesi: Bir Literatür De¤erlendirmesi
131
Literature on The Question of Ottoman Caliphate fi. Tufan BUZPINAR Abstract The question of Ottoman caliphate can roughly be examined in three periods: The first is the period that covers up to the 1770s, the second is the period that starts with the Treaty of Küçük Kaynarca of 1774 and continues until the end of the Second Constitutional Period, and the third is the period that covers the years up to the abolition of the caliphate in 1924 and after. This article is an attempt to survey articles and books that examine the question of Ottoman caliphate in the first two periods. The first section of the article starts with a short analysis of the emergence of the question of Ottoman caliphate in the XVIth century and continues with reviews of articles and books that focused on the question. The second section includes an assessment of the importance of the Treaty of Küçük Kaynarca from the viewpoint of the caliphate question and then examines literature on the second period of the subject. In its conclusion, an overall evaluation of the literature on the subject is made and important aspects of the caliphate question that have not yet been examined are indicated.
132
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.T. Buzp›nar
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
133
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 133-148
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme Gül TOKAY* XX. YÜZYILIN SONUNDA BALKANLAR’DA yaşananlar, birçok çevrede “geçmişe dönüş” olarak algılanmış ve XIX. yüzyıldaki gelişmelerin yeniden bir muhasebesine girilmiştir. Yapılan çalışmaların büyük bir bölümü, daha öncekilerin devamı niteliğinde olmuş ve var olan ön yargıları kıramamıştır. Ancak, bir grup Balkan uzmanının başlattığı, ortak tarihyazımı projesi, sözkonusu karalama ve ön yargıların artık aşılması gerektiğini vurgulayarak, bölgenin tarihini ve tarihyazımını uzlaşmacı bir tavırla tekrardan irdelemeye başlamıştır. Bu çalışmaların sonucunda, Fikret Adanır ve Suraiya Faroqhi’nin editorlüğünü üstlendiği, The Ottomans and the Balkans: A Discussion of Historiography adlı kitap yayınlanmıştır.1 Sözkonusu çalışma, bir ilk teşkil etmekle kalmamış, bizler gibi Balkan tarihine uluslararası bir perspektifinden bakan araştırmacılara da, tartışmalara, kısıtlı olmakla beraber, katkıda bulunmamız için bir zemin yaratmıştır. Bu makalenin amacı, Balkanlarla ilgili incelemelerde sıklıkla karşımıza çıkan, milliyetçilik, Ortodoks Marksizm gibi ideolojik yaklaşımlar, arşivlerdeki tasnif eksikliği, dil sorunu gibi uzlaşmacı tarihyazımını engelleyen sorunları tekrardan tartışmak değildir.2 Burada yapılmak istenen, çelişkili XIX. yüzyıl Balkan tarihi ile ilgili birtakım temel kaynakları yeniden değerlendirerek, devam eden projelerin önemini vurgulamakdır. * Araştırmacı, XIX. yüzyıl dış politika tarihi uzmanı. 1 Fikret Adanır and Suraiya Faroqhi (der.), The Ottomans and the Balkans: A Discussion of Historiography, Leiden: Brill, 2002. 2 Bkz. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. İngilizce versiyonu için bkz. Suraiya Faroqhi, Approaching Ottoman History: An Introduction to the Sources, Cambridge: Cambridge University Press, 1999; Fikret Adanır, “İkinci Dünya Savaşı sonrası Balkan Tarih Yazınında Osmanlı İmparatorluğu”, Toplum ve Bilim, 2000, s. 224-40.
134
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
Ancak, XIX. yüzyılı irdelemeye başlamadan önce, genel Balkan tarihi ile ilgili günümüzde gelinen konum üzerine bazı gözlemlerde de bulunmak gerekmektedir. I Çalışmamızın başında, Balkanlarla ilgili iki temel kaynak üzerinde durulacaktır. Birincisi, Leften S. Stavrianos’un The Balkans since 1453 adlı kitabı, ikincisi ise, yayınlandığı 2000 yılından itibaren, Balkan tarihyazımının temel kitapları arasına giren, Mark Mazower’in The Balkans adlı çalışmasıdır.3 Stavrianos, Batılı kaynakların yoğunlukta olduğu çalışmasındaki amacın genel bir Balkan tarihi kitabı yazmak olduğunu ve Osmanlı’nın bölgeye gelişinden II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar geçen dönemdeki gelişmeleri, uluslararası alandaki, milliyetçilik, emperyalizm gibi yaklaşımları da gözardı etmeden incelemek olduğunu vurgulamıştır.4 Osmanlı gerilemesini, merkezî idarenin zayıflaması, tımarın yerini çiftlik sistemine bırakması ve kentleşme sürecindeki sorunlarla anlatan Stavrianos, Osmanlı’nın çöküşündeki temel nedeni ise, Batı’ya ayak uyduramamak olarak açıklamaktadır.5 XIX. Yüzyıldan sonraki gelişmeleri genel bir çerçevede tartışan Stavrianos kitabın son kısmında, komünist idare ile Osmanlı’nın bölgeye gelişi ve Müslümanlığın yayılması arasında ilginç bir karşılaştırma yapmaktadır.6 İki dönemin de Balkan tarihinde dönüm noktaları olduğunu vurgulayan yazara göre, gerek Osmanlı gerekse komünist yönetim var olan sosyal ve sınıflar arası çatışmayı engellemiş ve huzursuz olan halkın desteğini arkasına almıştır. Ancak, Osmanlı döneminde birçok unsur, etnik ve kültürel kimliklerini koruyabildikleri halde, komünist idarede bunun tam zıddı yaşanmaktadır. Stavrianos 1958’de kitabını tamamladığında, Balkan ülkelerinin temel sorunlarının Batı’ya ayak uyduramamak olduğunu ve bölgedeki en önemli çekişmenin komünist kuzey ile Batı toplumu olan güneydeki Yunanistan arasında gerçekleşmesinin beklendiğini savunmuştur. 3 Leften S. Stavrianos, The Balkans since 1453, Londra: Holt, Rinehart and Winston, 1958; Mark Mazower, The Balkans, New York: Modern Library Editions, 2000. 4 Bu konuda, bir değerlendirme için bkz. Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, s. 243-4. 5 Ekonomik açıdan ilginç bir değerlendirme için bkz. John Lampe ve Marvin Jackson, Balkan Economic History, 1550-1950, From Imperial Borderland to Developing Nations, Bloomington: Indiana University Press, 1982; Michael Plairet, Balkan Ekonomileri 1800-1914: Kalkınmasız Devrim, çev. Ayşe Edirne, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2000. 6 Stavrianos, The Balkans since 1453, s. 513-45.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
135
Stavrianos, kendi döneminin diğer tarihçileri gibi ekonomik etkenlerin bölgedeki sorunların temelini oluşturduğunu vurgulamakla beraber, döneminin diğer uzmanları ile karşılaştırıldığında bölgedeki gelişmeleri daha geniş bir dünya anlayışı içine oturtmaktadır. Bugün hâlâ, temel Balkan kitapları arasında yer alan çalışmada, Osmanlı dönemi, sayfa açısından hacimli olmakla beraber kaynak ve işleyiş olarak sınırlıdır. Onun ötesinde, bölgedeki Müslümanların durumu da göz ardı edilmiştir. Ancak, dönemin birçok tarih bilimcisinin tersine, Stavrianos çalışmasında negatif bir Osmanlı imajı çizmemekte ve Balkan ülkelerinin temel sorunlarının cevabını sadece Osmanlı’da aramamaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Balkanlar hakkındaki çalışmaların en ilgi çekenlerinden biri de Mazower’in, kısaca The Balkans diye adlandırdığı çalışmasıdır. Osmanlı’nın bölgeye gelişinden günümüze kadar yaşanan gelişmeleri, önyargı ve ideolojik yaklaşımlardan arınarak tartışmaya çalışan Mazower, çalışmasının girişinde, Batı literatürünü tartışmakta ve aynı zamanda XVI. yüzyıldan sonra Osmanlı’ya karşı oluşan önyargının nedenlerini irdelemektedir. Osmanlı’yı bölgenin “yabancı”sı ve geri kalmasındaki temel neden olarak gören perspektifin dışında bir yaklaşımla, Mazower, bazı açılardan Nicolae Iorga’nın tezini desteklemiş ve Osmanlı’nın birçok kurumunda Bizans’ın etkilerinin ve devamının görüldüğünü savunmuştur.7 Klasik dönemi ve gerileme dönemini, şimdiye kadar yapılan çalışmaların çok dışına çıkmadan tartışan Mazower’e göre, Osmanlı’nın reform hareketlerindeki yavaşlığı Avrupa ile aralarındaki modernleşme sürecindeki farklılığı belirginleştirmiştir. Osmanlı’nın gerileme dönemine kadar devam eden pozitif imajının, sözkonusu dönemden sonra yerini negatif bir imajla değiştirdiğini tartışan Mazower, Osmanlı’nın hiçbir zaman Avrupa’nın bir parçası olarak görülmediğini, 1856’da bile “Real Politik” çerçevesinde Avrupa devletler sistemine alındığını, Hıristiyanların karşılaştığı zulüm ve zorluklar ayrıntıları ile Batı kamuoyuna yansıtılırken, benzer durumda olan Müslümlardan hiç bahsedilmemesinin, Batı’daki ‘Türk’ imajının şekillenmesinde çok ciddi bir rol oynadığını belirtmektedir. Mazower’e göre, Osmanlı’da farklı din ve mezhepler, Hıristiyan dünyanın hemen her yerinden daha fazla kabul görmüş, ancak Müslümanlarla bir eşitlik sözkonusu olmamıştır. Osmanlı’nın son dönemine kadar, bölge7 Nicolae Iorga, Byzance apres Byzance, Bükreş: Bizans Çalışmaları Enstitüsü, 1935. Ayrıca bkz. Halil İnalcık, “Stefan Dusan’dan Osmanlı İmparatorluğuna: XV. Asırda Rumeli’de Hıristiyan Sipahiler ve Menşeleri”, Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi, Halil İnalcık (haz.), İstanbul: Eren, 2003, s. 67-109 (Çalışmanın ilk versiyonu için bkz. 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, Melanges Fuad Köprülü, İstanbul: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1953); Anthony Bryer ve Heath Lowry (der.), Continuity and Change in Late Byzantine and Early Ottoman Society, Birmingham, Dumbarton Oaks: University of Birmingham Press, 1986.
136
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
de etnik çatışmaların olmayışı ise “millet” sisteminin, etnik dayanışma ve/veya milliyetçilik gibi ideolojilerin gelişmesine izin vermemesinden kaynaklanmaktaydı. Balkan toplumlarının ulus-devlet olma aşamasını ve ondan sonra geçirdikleri demokratikleşmeyi ve ekonomik kalkınmadaki sorunlarını tarihî bir perspektif içinde tartışan Mazower, bugün yaşanan kargaşanın temelinde sadece geçmişten gelen sorunların olmadığını, Batı’nın ideolojik ve ekonomik yönlendirmesinin de bunda aynı derecede rolü olduğunu savunmaktadır. Çalışmasını Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde tamamlayan Stavrianos, en büyük tehlikenin bölgedeki komünist ve Batı yanlısı devletler arasındaki çatışmalardan kaynaklanacğını savunurken, Mazower, Sovyetler’in çökmesiyle birlikte günümüzdeki tehdidin, bölgeye hakim olan imparatorlukların mirasından veya komşu devletlerden gelmediğini, tek tehdidin uluslararası sistemden ve bilhassa uluslararası ekonomiden gelmekte olduğunu vurgulamıştır. Osmanlı dönemi hakkında Batı dillerinde yapılmış çalışmaların en önemlilerinden biri de kuşkusuz Peter Sugar’ın Southeastern Europe under Ottoman Rule, 1354-1804 adlı incelemesidir.8 Ayrıntılı bir bibliografya kısmı da olan çalışma, Batı, Balkan ve Osmanlı malzemesini dengeli olarak kullanan nadir kaynaklardandır. Ayrıca, başta Ömer Lütfü Barkan ve Halil İnalcık olmak üzere Osmanlı tarih bilimcilerinin etkisinin yoğun olarak görüldüğü çalışma, Batı literatüründe sıklıkla rastladığımız Avrupa-merkezli ve/veya Osmanlı’nın yüzeysel bir bakış açısıyla incelendiği çalışmaları da eleştirerek, sözkonusu dönemle ilgili tartışmaları farklı bir boyuta taşımaktadır. Osmanlı’nın bölgeye gelişiyle başlayan kitapta, Osmanlı’nın, iktisadî, sosyal ve idarî yapısı ayrıntılı olarak irdelenmektedir. Osmanlı gerilemesinin, XVI. yüzyılın son çeyreğinde başladığını tartışan Sugar, yine de bölgenin XIX. yüzyıla girerken Avrupa’nın diğer bölgelerinin pek de gerisinde olmadığını savunmaktadır. Ancak, yazara göre, Osmanlı’nın iç dinamiklerinin bozulmaya başladığı dönem, Avrupa’nın siyasî, ekonomik ve entelektüel gelişmeleriyle çakışmış ve bu nedenle Hıristiyan unsurlar arasında ulusçuluk hareketlerinin oluşması engellenememiştir. Sugar, birçok tarihbilimci gibi, Osmanlı’nın bölgeye getirdiği en önemli değişikliğin, demografik yapısındaki transformasyon olduğunu vurgulamaktadır.9 Ancak yazara göre zorunlu göç ve iskan politikaları sadece Os8 Peter Sugar, Southeastern Europe under Ottoman Rule, 1354-1804, Londra, Seattle: University of Washington Press, 1977. 9 Bkz. Ömer Lütfü Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1949, c. XI, s. 524-69.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
137
manlı’ya özgün olmayıp, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da 1699 Karlofça Antlaşmasından sonra, bölgede benzer bir politika izlemiştir. Ayrıca Sugar, Osmanlı’nın Müslümanlaştırma politikasındaki gönüllülük esasını Osmanlı kaynakları yardımı ile savunarak, üzerindeki tartışmalar günümüzde de devam eden konuya farklı bir perspektiften yaklaşan ilk Batılı bilim adamlarındandır.10 Çalışmasının sonunda Balkan tarihi ile ilgili kaynakların değerlendirmesini yapan Sugar, Balkanlarla ilgili çalışmalarda artık arşivlere dayalı objektif bir tarihyazımına geçildiğini ve önceki dönemlerin ideolojik, ön yargılı yaklaşımlarından uzaklaşılmaya başlandığını savunmuştur.11
II
Osmanlı’nın son dönemi ile ilgili bir bibliyografya çalışması yapılırken Barbara ve Charles Jelavich’in katkılarından bahsetmeden geçemeyiz. Suraiya Faroqhi, Barbara ve Charles Jelavich’in Establishment of the Balkan States,1804-1920, (University of Washington Press, Seattle, 1977) adlı çalışmalarının ayrıntılı bir değerlendirmesini yaptığı için burada Barbara Jelavich’in 1983’te yayınladığı iki ciltlik, History of the Balkans kitabının ilk cildi ele alınacaktır.12 Barbara Jelavich, 1683’ten XIX. yüzyılın sonuna kadar olan dönemi incelediği çalışmasında, bölgenin iç ve dış dinamiklerini, idarî yapısını, Hıristiyan ve Müslümanların konumlarını, yönetim anlayışlarını anlatmaktadır. Habsburg ile Osmanlı’nın bölgedeki yönetiminin de karşılaştırıldığı çalışmada, bir taraftan Osmanlı’nın merkeziyetçi sistemi ve onun içinde ayânların konumu, öte taraftan ise Habsburg’daki feodal sistem ve yerel aristokrasinin Balkan unsurları üzerindeki etkisi tartışılmaktadır.13 Çalışmanın diğer ilginç bir tarafı ise, XVIII. yüzyıldan itibaren, iki devletin de ge-
10 Sugar’ın çalışması ile ilgili bir değerlendirme için bkz. Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, s. 248-9. 11 Kaynak ve değerlendirmeleri için bkz. Sugar, Southeastern Europe under Ottoman Rule, 1354-1804, s. 289-316. Çalışmamızda incelenmemekle beraber, Osmanlı dönemi ile ilgili klasik bir çalışma için bkz. Nikolaj Todorov, The Balkan City, 1400-1900, Seattle, Londra: University of Washington Press, 1983. 12 Barbara Jelavich, j140
138
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
rileme dönemlerine girdiği, merkezî ve yerel idareler arasındaki güç dengesinin bozulmaya başladığı ve sorunları aşabilmek için reform yolunu seçtikleri hususudur. Jelavich’e göre Osmanlı askerî reformlara ağırlık verirken, Habsburg önceliğini idarî reformlardan yana kullanmıştır. Fakat daha önemlisi, büyük devletler Avrupa’daki güçler dengesinin bozulmaması için Avusturya’ya destek verirken, Osmanlı’ya ilgisiz kalmışlardır. İlk cildin sonunda, Jelavich XIX. yüzyıldaki Balkan halklarının bağımsızlık mücadelesini ve ulus-devlet oluşumlarını tartışırken, diğer Balkan tarihçilerinden biraz farklı olarak Doğu Sorununun ve büyük devletlerin politikalarının da en az iç dinamikler kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Çalışmada, Osmanlı bakış açısı ve kullanılan kaynaklar yüzeysel kalmaktaysa da kitabı değerlendirirken, Batılı ve bilhassa Anglo-Sakson okuyucusu için genel ve giriş amaçlı yazıldığını da unutmamak gerekir. Yirmi yılı aşkın bir süredir Türkiye’de siyasî tarih denince ilk akla gelen bilim adamlarından, İlber Ortaylı’nın XIX. yüzyıl ve Balkan tarihi ile ilgili çalışmalara katkısı tartışılmaz. Bu çalışmada, tarih bilimi ile ilgilenen herkesin yakından tanığı, Ortaylı’nın İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı adlı çalışmasının son versiyonu ele alınacaktır.14 Çalışmanın temelinde, Osmanlı modernleşmesi iç, bölgesel ve dış etkenler çerçevesinde incelenmektedir. Ortaylı, Osmanlı’da modernleşmenin, radikallikten uzak, imparatorluk geleneği içinde bir hareket olduğunu, bunun Tanzimat’la başlamadığını ve anlamak için önceki yüzyıldaki gelişmelere bakmak gerektiğini savunmaktadır. II. Mahmud döneminden anayasal harekete kadar geçen zaman dilimindeki toplumsal, siyasî, ekonomik ve diğer alanlardaki değişimi ve beraberinde getirdiği sorunları tartışan Ortaylı, sözkonusu gelişmelerin Osmanlı’yı, otokratik bir modernleşmeden anayasal bir modernleşmeye geçirdiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda, Tanzimat bütün sıkıntılarına rağmen modernleştirmek ve merkezîleştirmek yolunda önemli ilerlemeler sağlamış ve süreğen bir şekilde Cumhuriyet dönemine de bir miras olarak geçmiştir.15 Balkan tarihi ve günümüz Balkanlarındaki birçok sorunun tarihsel kökenini anlamak açısından da bu çalışma önemli bir kaynaktır. Balkanlar’da, ulusçuluk hareketlerinin somut olarak ortaya çıkışını, XVII. yüzyılın sonuna kadar geriye götüren Ortaylı, Balkan milliyetçiliğinin, 14 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. 15 Çalışma ile ilgili bir değerlendirme için bkz. S. Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, s. 251.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
139
XVIII. yüzyıldan itibaren, başta Ortodoks Kilisesi olmak üzere, burjuvazi ve son olarak da köylü sınıfın desteği ile geliştiğini savunmaktadır.16 Çalışmasında, XIX. yüzyıldaki ulusçuluk hareketlerine ağırlık veren Ortaylı’ya göre, dönemin otorite boşluğu, dış müdaheleyi kolaylaştırarak sözkonusu hareketlere hız kazandırmıştır. Balkanlar’daki ayaklanmaların köylü direnişlerinden çok öte, ideolojik ve aydın bir sınıfın önderliğinde olduğunu savunan Ortaylı’ya göre, Batı müdahelesi olmasaydı bile, bölgedeki unsurlar bir süre sonra bağımsızlıklarını kazanabileceklerdi. Batı’nın müdahelesini, bölgedeki ulusçuluk hareketlerinin en büyük talihsizliği olarak gören Ortaylı, bölgenin Batı’nın hegemonyasından bağımsız olarak gelişememesinin ve sonraki dönemde yaşanan sorunların kökeninde sözkonusu müdahelelerin bulunduğunu savunmaktadır.17 Balkan devletlerinin bağımsızlık hareketlerindeki Avrupa müdahelesi ve günümüze kadar süregelen sonuçları, Balkan tarihçileri tarafından genellikle göz ardı edilmektedir. Ayrıca, Osmanlı idarî yapısı ve transformasyon süreci içinde Balkanlar’daki gelişmeleri inceleyen temel yapıt eksikliği hâlâ giderilmemiştir. Bu nedenlerden dolayı, Ortaylı’nın çalışması, ülkemizdeki Balkanlarla ilgili tarihyazımında önemli bir yer tutmakta ve bundan sonraki araştırmalara da bir zemin hazırlamaktadır. XIX. Yüzyıl Balkanlar’ı ile ilgili Osmanlı arşiv malzemesine dayalı çalışmaların başında Halil İnalcık’ın, 1943 yılında Tanzimat ve Bulgar Meselesi adıyla yayınlanan doktora çalışması gelmektedir.18 1942 yılında, çalışmasını tamamladığında, İnalcık, Balkanlar’daki birçok sorunsalın daha çözülmediğini; bölgenin sosyo-ekonomik yapısı ile ilgili ayrıntılı bir tetkik yapılmadığını yazmaktaydı. Birçok değerli tarih bilimci sözkonusu dönemi çalışmakla beraber, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, XIX. yüzyıl Balkan tarihi ile ilgili eksiklik hâlâ giderilememiştir. Osmanlı tarihi ile ilgilenen herkesin yakından bildiği bir çalışma olduğu için ayrıntıya girilmeden tartışılacak olan Bulgar Meselesi, üç temel etkenin belirlediği bir çerçeve içinde, 1850 Vidin İsyanının bir incelemesidir. İlk etken, dönemin ıslahat hareketleri ve Osmanlı merkezî yönetimi; ikinci16 Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 62-3. Ayrıca bkz. İlber Ortaylı, “Ortodoks Kilisesi”; “Tanzimat Döneminde Balkanlarda Ulusal Kiliseler ve Rum-Ortodoks Kilisesi”, Osmanlı İmparatorluğunda İktisadi ve Sosyal Değişim: Makaleler I, İlber Ortaylı (haz.), Ankara: Turhan Kitabevi, 2000, s. 269-290. 17 Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 57-8. 18 Çalışmanın ilk versiyonu için bkz. Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara: TTK, 1943. Daha önceki dönemlerle ilgili başta Ömer Lütfü Barkan’ın, Osmanlı arşiv malzemesi ile yapılmış değerli çalışmalar bulunmaktadır. Ancak, incelediğimiz dönemin dışında kaldıkları için çalışmamızda değerlendirmeye alınmamışlardır.
140
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
si, bölgesel idare ve gospodarlık sistemi ve son olarak da bölgedeki Bulgarların durumu ve Vidin İsyanı. İsyanın temelinde reâyânın hoşnutsuzluğunun ve “ziraî-içtimaî” sorunların yattığını savunan İnalcık’a göre, dış etkenler ve özerk bir idareyi güden milliyetçilik duyguları da göz ardı edilmemelidir. Çalışmasının sonunda İnalcık, dönemin devlet adamlarının bütün gayretlerine rağmen, Tanzimat dönemi ıslahat hareketlerinin birçok soruna çözüm getirmediğini ancak Vidin İsyanının imparatorluğun merkezîleştirme politikasında önemli bir dönüm noktası olduğunu savunmuştur.19 İnalcık’ın bu çalışmasından 25 sene sonra başka bir Türk akademisyen, “Makedonya Sorunu” başlığı altında bir doktora tezi yapmıştır. Fikret Adanır’ın 1979 yılında Die Makedonische Frage: Ihre Entstehung und Entwicklung, 1878-1908 (Wiesbaden, 1979) adı altında yayınlanan çalışması, 1996 yılında Makedonya Sorunu adıyla Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından Türkçeye çevrilerek basılmıştır. Adanır, kitabının ilk yayınlandığı tarihten sonra konu üzerinde birçok değerli çalışma daha yapmış, hem ilk çalışmasında eksik gördüğü kısımları tamamlamış fakat daha önemlisi, çetrefilli Makedonya Sorununun ancak Osmanlı, Batı ve Balkan kaynakları ayrıntılı olarak incelendikten sonra, tarihyazımında bir yere oturtulabileceğini göstermiştir.20 Adanır, çalışmasının temelinde, Osmanlı’daki sosyo-ekonomik yapı ve bilhassa Balkanlar’daki çiftlik sisteminin farklı unsurlar arasındaki huzursuzluğu arttırdığını ve bunun da Makedonya’daki kent kökenli, özgürlükçü hareketler tarafından kullanıldığını savunmaktadır.21 Çalışmanın ilk bölümünde temel sorunsalı koyduktan sonra Adanır, ikinci kısımda, 1878 Berlin Antlaşması’nın ardından 1908 Jöntürk İhtilaline kadar yaşanan gelişmeleri irdelemiştir.22 Bu kısımda, büyük güçler, Balkan devletleri, Makedon19 Çalışmada son versiyon kullanılmıştır. Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul: Eren, 2002, s. 110. Ayrıca bkz. Hidai Şentürk, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi, Ankara: TTK, 1992. 20 Fikret Adanır, “Tradition and Rural Change in Southeastern Europe During the Ottoman Rule”, The Origins of Backwardness in Eastern Europe, David Chirot (der.), Berkley: University of California Press, 1989, s. 131-209. Sözkonusu çalışmada Adanır, tımar sisteminin çözülmesini takiben ortaya çıkan çiftliklerin bölgedeki sosyo-ekonomik yapıyı temelden etkilediğini ve bu durumun XIX. yüzyıldaki bağımsızlık hareketlerinde önemli bir rol oynadığını vurgulamıştır. XIX. yüzyıldaki, dünya ekonomisindeki dalgalanmaların bölgenin değişimindeki etkisini göz ardı etmeyen Adanır, yine de bölgedeki temel değişiklikleri iç dinamiklere bağlıyarak açıklamıştır. 21 Fikret Adanır, Makedonya Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, s. 44-5. 22 Son yıllarda konu ile ilgili, İttihat ve Terakki dönemini de kapsayan değerli bir çalışma Mehmet Hacısalihoğlu tarafından yapılmıştır. Osmanlı kaynaklarının yanısıra, ayrıntılı olarak Bulgar kaynaklarının kullanıldığı çalışma, Oldenbourg Verlag tarafından 2003 senesinde yayınlanmıştır. Mehmet Hacısalihoğlu, Die Jungtürken und Die Mazedonische Frage, 1890-1918, Münih: Oldenbourg Verlag, 2003.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
141
ya’daki yandaşları ve Abdülhamid yönetiminin birbirleriyle ilişkileri ve bunun sonucunda yerel bir ayaklanma olarak başlayan, Jöntürk İhtilalinin bir analizi yapılmıştır. Adanır, çalışmasının sonuç kısmında ise incelenen dönemde Balkanlar’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Makedonya’da da ulusal bir Makedon hareketinden söz edilemeyeceğini ancak bölgede çözümü zor bir Makedonya Sorunu ile karşı karşıya kalındığını savunmuştur. Çalışmamızda, Almanya’da İslâm Araştırmaları Serisi içinde yayınlanan iki araştırmadan da bahsedilecektir. Bu çalışmalarda, Osmanlı’daki ve yerel arşivlerin yardımı ile bölgedeki ıslahat hareketleri incelenmiştir. Genel bir değerlendirme olan çalışmamızda, bu kaynakların incelenmesinin iki ana nedeni bulunmaktadır. İlki, Tanzimat dönemi ve öncesinde, merkezden bağımsız, yerel idarecilerin reform inisiyatiflerine örnek teşkil etmeleri; ikinci neden ise, Batı literatüründe pek sık rastlamadığımız şekilde, tamamen Osmanlı’ya ait ve yerel arşivlere dayalı olarak yapılmış olmalarıdır. Güney-doğu Avrupa ile ilgili ayrıntılı bibliyografya çalışmaları da bulunan Hans Jürgen Kornrumpf bu incelemesinde, 1864-1878 yılları arasında bölgenin doğu vilayetlerinde yapılan reformları ve idarî sistemin tekrardan düzenlenmesiyle ortaya çıkan yapıyı anlatmaktadır.23 Ayrıca, bölgedeki idarî sınıf ve kişiler ile ilgili ayrıntılı arka plan bilgileri de veren Kornrumpf’un çalışması, Rumeli idarî tarihi ile ilgili araştırmacılar için bir referans kitabı niteliğindedir.24 Aynı seriden çıkan bir başka çalışma ise, Michael Ursinus’un, II. Mahmud döneminde, Manastır vilayetinde yapılan idarî reformlarla ilgili incelemesidir.25 Kitabın, çalışmamız çerçevesinde değerlendirildiğinde, üç temel özelliği bulunmaktadır. Birincisi, Osmanlı dönemi ile ilgili Makedonya arşiv kaynakları kullanılarak yapılan ilk çalışmalardan olması; ikincisi, II. Mahmud dönemi reform hareketlerinin Tanzimat’a bir alt yapı olduğunun vurgulanması ve son olarak da, sözkonusu dönemde merkez ile Rumeli vilayetleri arasındaki ilişkileri yansıtmasıdır. Ursinus’un da belirtiği gibi merkezî ida23 Hans-Jürgen Kornrumpf, Die Territorialverwaltung im östlichen teil der europaischen Türkei vom Erlass der Vilayetordnung (1864) bis zum Berliner Kongress nach amtlichen osmanischen Veröffentlichungen, Freiburg: Klaus Schwarz Verlag, 1976. Farklı bir değerlendirme için bkz. Mahir Aydın, Şarki Rumeli Vilayeti, Ankara: TTK, 1992. 24 Ayrıca bkz. Hans-Jürgen Kornrumpf-Jutta Kornrumpf, Osmanische Bibliographie mit Besonderer Berücksichtung der Türkei in Europe, Leiden: Brill, 1976. Balkanlarla ilgili başka bir kaynak çalışması için bkz. Klaus Kreiser, Historische Bücherkunde Südosteuropa, Münih: Oldenburg Verlag, 1988. 25 Michael Ursinus, Regionale reformen im Osmanischen Reich am Vorabend der Tanzimat: Reformen der Rumelischen Provinzialgouverne im Gericthssprengel von Manastir (Bitola) zur Zeit der Herrschaft Sultan Mahmuds II (1808-39), Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1982 .
142
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
re ile ilgili kısımların eksik kaldığı çalışmada, mahkeme sicilleri, tevsî ve muhâsebe defterleri temel arşiv malzemesi olarak kullanılmıştır. Ursinus’a göre, sözkonusu dönemde, bölgedeki vali ve benzeri bazı görevliler, merkezden bağımsız olarak bir seri düzenlemeler yapmıştır; bunların en önemlileri ise 1834 yılında kurulan sandık eminliği ve vergi sisteminde yapılan değişikliklerdir. Tahsildarlıktan sandık eminliğine geçilmesiyle, zaten çöküntüde olan ayânlık sisteminin kökten sarsıldığını tartışan Ursinus, çalışmasının sonunda benzer düzenlemelerin imparatorluğun diğer bölgelerinde ancak Tanzimat’la başladığını ve bundan dolayı da sözkonusu reformların bir model olduğunu savunmaktadır. Yukarıda bahsedilen çalışmaların tamamlanmasından sonra, uzun bir zaman, yerel arşivler XIX. yüzyıl tarih bilimcilerinin ilgisini çekmemiştir. Ancak son yıllarda yerel arşivlere dayalı araştırmaların artmakta olduğu memnuniyetle gözlenmektedir. XIX. yüzyıl ile ilgili bölümün sonunda, bölgedeki değişimi irdeleyerek günümüzdeki tartışmalara alt yapı oluşturan iki çalışma incelenecektir. İlk olarak, Kemal Karpat’ın “The Social and Political Foundations of Nationalism in Southeast Europe after 1878: A Reinterpretation” adlı makalesi değerlendirilecektir.26 Karpat, çalışmasının temelinde, 1878 Berlin Antlaşması ile bölgede ortaya çıkan yeni yapıyı, siyasî, sosyal ve kültürel açıdan ele almaktadır. İki bölümden oluşan çalışmanın ilk kısmında, 93 Harbine kadar Osmanlı’nın kendi yapısı içindeki sorunları, çözüm arayışları ve büyük devletlerle ilişkileri, ikinci kısmında ise Berlin Antlaşması’ndan sonra Osmanlı’da ve Balkanlar’da ortaya çıkan yeni düzen tartışılmaktadır. Karpat’a göre, Berlin Antlaşması ile Osmanlı’nın çok-uluslu, farklı din ve mezhepleri içinde bulunduran yapısı ortadan kalkmış ve Balkanlar’da tek uluslu, din, dil ve etnik kökene bağlı ulus-devletler ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, Rusya destekli, Pan-Slavist, Pan-Ortodoksluğa bağlı hareketler yerine Batı yanlısı ve tipi milliyetçilik hareketleri gelişmiştir. Sözkonusu dönemden sonra, bölgede sadece Osmanlı’nın değil, aynı zamanda Rusya’nın da etkisi azalmış ve Rusya büyük Slav devleti kurma emellerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.27 26 Kemal Karpat, Studies on Social and Political History, Leiden: Brill, 2002, s. 352-84. Çalışmanın ilk versiyonu için bkz. Kemal Karpat, “The Social and Political Foundations of Nationalism in Southeast Europe after 1878: A Reinterpretation”, Der Berliner Kongress von 1878, Ralph Melville ve Hans-Jürgen Schröder (der.), Wiesbaden: Franz Steiner Verlag GMBH, Wiesbaden, 1982. 27 Ayrıca bkz. Kemal Karpat, An Inquiry into the Social Foundations of Nationalism in the Ottoman State: From Social States to Classes, from Millets to Nations, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1973; Ottoman Population, 1830-1914: Demografic and Social Chracteristics, Madison: The University of Wisconsin Press, 1985.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
143
Osmanlı döneminde başlayan ekonomik modernleşme, yeni oluşan Balkan devletlerinde daha da hız kazanmış ve Balkanlar primitif bir kapitalist sisteme girmişlerdir. Karpat’ın da önemle vurguladığı gibi, Müslüman toprak sahipleri topraklarını bırakarak göçe zorlanmış ve sözkonusu alanlar yeni oluşan ulusal burjuva sınıfı ve ufak toprak sahipleri tarafından ele geçirilmiştir.28 Değişen sosyal ve demografik yapı farklı bir düzenin ortaya çıkmasına, geçmişle bir kesinti yaşanmasına ve aynı zamanda Osmanlı’yı karalama döneminin de başlamasına yol açmıştır. 1878’den sonra, Osmanlı topraklarında da etnografik ve sosyal alanlarda temel değişiklikler olmuştur. Balkanlar’da, yeni ulus-devletlerin oluşması ve zorunlu ve gönüllü göçler imparatorluğun multi-kültürel-etnik yapısını yok etmiş ve Osmanlı’nın Müslüman bir devlet haline dönüşmesine yol açmıştır. Aynı zamanda dönemin devlet adamları Avrupa müdahelesinin sorunlarını çözmeyeceğinin ve Batı’nın sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğinin bilincine vardıklarından, kendi kaynakları çerçevesinde hareket etmeye başlamışlardır. Bu transformasyon bir taraftan Müslümanlar arasında siyasî bilincin gelişmesine yol açarken, diğer taraftan da hâlâ imparatorluk içinde yaşayan Hıristiyan unsurların, başta Anadolu’da yaşayan Ermeniler olmak üzere, otoriteye karşı ayaklanmalarının artmasına yol açmıştır. Ayrıca, 93 Harbinin siyasî ve sosyoekonomik sonuçlarına tepki mahiyetinde de farklı gruplar oluşmuş ve bunlar da zaten var olan değişim sürecini hızlandırmışlardır. Ancak Karpat son kertede, çöküşün iç dinamiklerden kaynaklanmayıp, Avrupa’nın askerî gücünden dolayı alınan mağlubiyetlerden olduğunu savunmaktadır.29 Son olarak Maria Todorova’nın “The Ottoman Legacy in the Balkans” adlı çalışması incelenecektir.30 Osmanlı mirası ile ilgi yazısına, Todorova, günümüz Balkanlarında Osmanlı mirasını aramanın aslında anlamsız olduğunu, çünkü Balkanlar’ın, Osmanlı mirasının bizzat kendisi olduğunu tartışarak başlamıştır.31 28 Müslüman göçü ile ilgili bkz. Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri: 1877-1885, Ankara: TTK, 1989; Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, 1877-1890, Ankara: TTK, 1994; Mehmet Ali Gökaçtı, Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. 29 Karpat, Studies on Social and Political History, s. 384. 30 Maria Todorova, “The Ottoman Legacy in the Balkans”, Imperial Legacy: The Ottoman Imprint on the Balkans and the Middle East, Carl. L. Brown (der.), New York: Columbia University Press, 1996, s. 45-78. Bu çalışmanın başka bir versiyonu için bkz. Maria Todorova, “Balkanlarda Osmanlı Mirası”, Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, K. Saybaşılı ve G.Özcan (der.), İstanbul: Bağlam, İstanbul 1997, s.117-47. Çalışmada, İngilizce olarak tekrardan düzenlenerek yayınlanan versiyon kullanılmıştır. Ayrıca bkz. Maria Todorova, Imagining the Balkans, Oxford: Oxford University Press, 1997. 31 Maria Todorova, “The Ottoman Legacy in the Balkans”, s. 46.
144
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
Makalesinde, Osmanlı’nın Balkanlar’daki mirasının anlaşılabilmesi için iki temel etkenin tartışılması gerektiğini savunan Todorova, bunları süreklilik ve algılama olarak görmektedir. Todorova’ya göre, Balkan ulusları bağımsızlık sonrası, Osmanlı döneminden radikal bir kopma arayışına girmişler, ondan dolayı da Osmanlı geçmişlerinden kalacak izleri tamamen yok etmeye çalışmışlardır. Siyasî, kurumsal ve hatta kültürel bir süreklilikden bahsetmenin zor olduğunu vurgulayan Todorova, ancak bir yere kadar yemek, müzik, folklor gibi popüler kültürün devam ettiğini, ama birçok Balkan ülkesinin bunu bile değiştirdiğini tartışmaktadır.32 Osmanlı’dan günümüze kalan tek mirasın demografik değişimler sonucu ortaya çıkan azınlık ve etno-coğrafik yapı ile ilgili sorunlar olduğu vurgulayan Todorova’ya göre, demografik alanlarda yaşananlar, Müslüman kolonizasyonu ve Osmanlı’nın iskan politikaları sonucu olarak bugün Balkanlar’ın hemen her yeri homojen bir yapıdan uzak kalmıştır. Todorova’ya göre bu politika, Osmanlı’ya özgü bir sorun olmamakla beraber, en yoğun olarak Osmanlı döneminde yaşanmıştır. Todorova, bir benzetme yaparak, Birinci Dünya Savaşından sonra Balkan devletlerinin, benzer sorunlarını çözmek için Osmanlı yönetimi gibi göç ve asimilasyon politikası izlediklerini belirtmiştir. Algılama ile ilgili olarak, Todorova Osmanlı’nın bölgeye gelişinin bir şansızlık olduğunu; Balkan ulusların gelişme süreçlerini kestiğini ve Avrupa’daki birçok ilerici akımdan da geri bıraktığı şeklinde algılandığını vurgulamaktadır. Günümüz Balkanları ve Türkiye’si arasında da bir bağlantı kuran Todorova’ya göre, XX. yüzyılda, bağımsız Balkan devletleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı’nın yasal mirasçısı olarak gördüler. Türkiye ise, Osmanlı geçmişini reddetmesine rağmen, bölgede kendisini Osmanlı’nın gerçek mirasçısı olarak göstererek aktif bir politika izleme yolunu seçmiştir. Bu durum, Osmanlı’ya karşı duyulan benzer algılamanın Türkiye‘ye karşı da devam etmesine yol açmıştır. Çalışmanın sonunda, Todorova, son dönemde yapılan araştırmalarla, bölgenin geri kalmışlığının sadece Osmanlı mirası ile açıklama geleneğinin bir tarafa bırakıldığını, ancak negatif imajın devam etmekte olduğunu tartışmaktadır. Todorova’ya göre negatif imajın değişmesi ancak bu konudaki araştırma ve tartışmaların devam etmesi ile sağlanabilir.33 32 A.g.e., s. 59-60. 33 Osmanlı mirası ilgili bir tartışma için bkz. Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, s. 265-68.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
145
Yukarıda incelenen iki makalede de görüldüğü gibi, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, hem yeni oluşan Balkan devletlerinde, hem de Osmanlı’da bir değişim süreci başlamış ve bu gelişmeler çerçevesinde sadece geçmişi reddeden politikalar üretilmekle kalmamış, karşılıklı bir negatif imaj da oluşmuş ve günümüze kadar süregelmiştir. III Çalışmamızın son kısmında tartışacağımız, Balkan tarihyazımı ile ilgili çalışmaların en önde gelen uzmanlarından biri de kuşkusuz Fikret Adanır’dır. İncelememizde, Adanır’ın bu konudaki katkılarından ikisi değerlendirilecektir. Adanır’ın, “Balkan Historiography Related to the Ottoman Empire since 1945” çalışması, Kemal Karpat’ın 2000 yılında derlediği, Ottoman Past and Today’s Turkey adlı kitapda yayınlanmıştır.34 Adanır çalışmasının temelinde, Balkan tarihyazımı geleneğinin, sözkonusu devletlerin ulusçuluk ve ulus-devlet olma aşamasında geçirdikleri evrelerden ayrı tutulamayacağını vurgulamaktadır. Ayrıca farklı ideolojik yaklaşımlar ve politika yapımları, XIX. yüzyıl ile ilgili tarihyazımını etkilemektedir. Bu nedenle, bugün bile arihsel arka plan, bölgedeki karışıklıkları açıklamak ve güncel politika yapımlarını ve gelişmeleri meşrûlaştırmak için kullanılmaktadır. 35 Adanır’a göre, Avrupa-merkezli (euro-centric) ve Balkan kökenli tarih bilimciler, dinsel ve tarımsal alandaki sorunları bölgenin geri kalmasındaki temel sebep olarak görmektedir. Bu çerçeve içinde, XIX. yüzyıldaki ayaklanmalar ve ulusçuluk hareketlerinin kökeninde de tarımsal alanlardaki sorun ve çatışmaların bulunduğu ve hepsinin Osmanlı idaresine karşı olduğu kabul edilmektedir. Ancak Adanır, sözkonusu hareketlerin anatomilerinin farklı değerlendirildiğini ve ortaya çıkan çelişkinin günümüzde de devam ettiğini tartışmaktadır. Sırp ayaklanmalarının (1804-12) bu çelişkili tarihyazımının en belirgin örneklerinden olduğunu savunan Adanır, 1945’ten beri bu konuda üç değişik yaklaşım olduğunu vurgulamaktadır. Birinci yaklaşım, ayaklanmaların 34 Fikret Adanır, “Balkan Historiography Related to the Ottoman Empire since 1945”, Ottoman Past and Today’s Turkey, Kemal Karpat (der.), Leiden: Brill, 2000, s. 236-252. Bu çalışmanın revise edilmiş bir versiyonu için bkz. Fikret Adanır, “İkinci Dünya Savaşı sonrası Balkan tarih yazınında Osmanlı İmparatorluğu”, Toplum ve Bilim, 2000, s. 224-40. 35 Bu konuda ilginç bir değerlendirme için bkz. M. Todorova, “Bulgarian historical Writing on Turkey”, New Perspectives on Turkey, 1995, sy. 12, s. 97-118.
146
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
bir orta sınıf burjuva ihtilali olduğu ve 1970’lerden sonra Sırp milliyetçilerince, hatta bazı Marksistlerince desteklendiği, ikinci yaklaşım ise ayaklanmaların ulusal bir bağımsızlık hareketi çerçevesinde geliştiğidir. Batılı akademisyenlerin ve aynı zamanda Kemal Karpat’ın da desteklediği son yaklaşım ise, ayaklanmaların geleneksel Osmanlı sistemi içerisinde bir köylü hareketi olarak değerlendirilmesidir.36 İlk iki yaklaşımda arşiv malzemesinden ziyade ideolojilerin tarih bilimini yönlendirdiğini savunan Adanır, dönemin tarihyazımı ile ilgili bir başka örnek olarak da bazı devlet adamlarının tarihyazımını araç olarak kullanmalarını vermiştir. Adanır’a göre, Bulgaristan’da Jivkov döneminde, Osmanlı’nın zorunlu din değiştirme politikası hakkındaki çalışmaların artığını, bu konuda birtakım projelerin yapıldığını ve bunun da, dönemin devlet adamlarının, kendi politikalarını meşrûlaştırmaya yönelik bir girişiminden kaynaklandığını savunmaktadır. Bu çerçeve etrafında 1945 sonrası tarihyazımını irdeleyen Adanır, çalışmasının sonunda, 1980’li yıllardan sonra, önceki dönemin tarihyazımına revisyonist bir bakış açısı getirilmeye başlandığını ve bu yönde çalışmaların devam ettiğini belirtmiştir. Örneğin Bulgaristan uzmanı Antonina Zhelyazkova ve Yunanlı tarih bilimcilerden Vasiles Demetriades ve Evangelia Balta, Osmanlı dönemi Müslümanlaştırma politikalarının aynı zamanda kişisel ve ekonomik tercihlere de dayandığını arşiv araştırmaları sonucu ortaya koyarak bu konudaki tartışmaları farklı bir boyuta taşımışlardır.37 Ancak Adanır’a göre, bazı değerli çalışmalar yapılmasına rağmen Balkan tarihyazımındaki Osmanlı dönemine yönelik önyargılı ve “yabancı”, istilacı imaj devam etmekte ve geçerliliğini korumaktadır. Son olarak Fikret Adanır ve Suraiya Faroqhi’nin derledikleri The Ottomans and the Balkans: A Discussion of Historiography adlı çalışma değerlendirilecektir.38 Osmanlı ve bilhassa Güneydoğu Avrupa ile ilgili ortak çalışmaların ve tarihsel önyargıların kırılması için girişimlerin son dönemlerde artığını çalışmamızda sıkça vurguladık. 1980’li yıllardan itibaren bölgedeki çatışmaların ve tarihe dayandırılan sorunların tekrar ortaya çıkması ile, uzmanlar ortak çalışmalarını hızlandırmışlar ve uzlaşmacı bir tarihyazımı arayışı içine girmişlerdir. Ayrıca, kitabın editörlerine göre, doğrudan olmasa bile, Edward Said’in Oryantalizm tartışması da bu çerçevedeki çalışmaları etkilemiştir. 36 Adanır, “Balkan Historiography Related to the Ottoman Empire since 1945”, s. 244-245. 37 A.g.e., s. 251-52. 38 Fikret Adanır and Suraiya Faroqhi (der.), The Ottomans and the Balkans: A Discussion of Historiography, Leiden: Brill, 2002.
XIX. Yüzy›l Balkan Kaynaklar› Üzerine Bir De¤erlendirme
147
Bu girişimlerin bir sonucu olan çalışmada bir taraftan Osmanlı ve Türkiye tarihine, diğer taraftan ise günümüz Balkanlar’ında kargaşaya yol açan ve tarihsel kökeni hâlâ tartışmaya açık olan konulara ve bilhassa tarihyazımlarına yer verilmiştir. Örneğin, Klaus-Peter Matsche’nin Bizans’tan Osmanlı’ya geçiş süreci ve sonuçları; Suraiya Faroqhi’nin tarihsel bir perspektif içinde merkez-bölge ilişkileri; Antonina Zhelyazkova’nın Balkanlar’ın Müslümanlaşması, Herkül Millas’ın ise Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Rum azınlık üzerine olan incelemeleri, derlemede tartışılan konulardan bazılarıdır. Çalışmanın başında Adanır ve Faroqhi, Bizans’tan günümüze Osmanlı’nın hem bölgesel hem de kurumsal çerçeveden bir değerlendirmesini yapmışlar ve aynı zamanda dünden bugüne tarihyazımındaki yaklaşımları, değişimleri ve nedenlerini tarihsel bir perspektif içinde tartışmışlardır. Çalışmanın editörlerine göre, Balkanlarla ilgili çalışmaların temelini, ekonomik ve kültürel gelişmeler, etnisite ve kimlik formasyonu ile ilgili yaklaşımlar oluşturmaktadır. Ortodoks Kilisesinin merkezîleştirilmesi sonucu ortaya çıkan Hıristiyan unsurlar arasındaki bölünmeler, din değiştirme politikaları, demografik transformasyon ve göç olgusu da bölgenin tarih biliminde önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca tarihyazımındaki milliyetçi, Marksist veya Avrupa-merkezli yaklaşımlar, Osmanlı dönemi ile ilgili ön yargıların Balkan devletlerinin resmî tarih anlayışına yerleşmesine yol açmıştır. Osmanlı’yı istilacı ve bölgenin geri kalmasındaki sebep olarak gören tarih anlayışı, büyük ölçüde 1878’den sonra, yeni oluşan ulus-devletlerin var olabilmeleri ve kendi sistemlerini meşrûlaştırmaları için geliştirilmiştir. Bu sadece bölgede yeni oluşan Balkan devletleri için geçerli olmayıp, benzer yaklaşımlar Osmanlı ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nde de oluşmuş ve tarihsel geçmiş reddedilerek günün ideolojileri çerçevesinde resmî tarih anlayışları geliştirilmiştir.39 Çalışmanın sonunda editörler, daha önce de vurgulandığı gibi, son zamanlarda daha objektif bir tarih anlayışı geliştirilmeye başlandığını, ancak bölgenin tarihyazımında önyargılardan arınarak yeni bir döneme geçildiğini tartışmak için de erken olduğunu savunmuşlardır. 39 Konumuz dışında olduğu için Osmanlı ve Türkiye’deki tarihyazımı ile ilgili kaynaklar tartışılmayacaktır. İki değerli çalışma için bkz. Christoph Neumann, “Bad Times and Better Self: Definitions of Identity and Strategies for Development in Late Ottoman Historiography, 1850-1890”, a.g.e., s. 57-79; Büşra Ersanlı, “The Ottoman Empire in the Historiography of the Kemalist Era: A Theory of Fatal Decline”, s. 115-155. Ayrıca, ilginç bir değerlendirme için bkz. Tanıl Bora, “ Türk Milli Kimliği, Türk Milliyetçiliği ve Balkan Sorunu”, Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, s. 183-206
148
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tokay
Sonuç olarak, XIX. yüzyıl Balkan tarihi üzerine tartışmalar ve çelişkiler devam etmektedir. Ayrıca birinci el kaynaklara dayalı, karşılaştırmalı, son Osmanlı dönemi Balkanlar’ını inceleyen bir çalışma eksikliği giderilmemiştir. Ancak son dönemlerde arşivlere dayalı çalışmaların artması, uzmanların ortak projelere yönelmeleri ve bazı kesimlerde geçmişle bir muhasebeye girilmesi ile birlikte, Balkanlarla ilgili çalışmalarda yeni bir dönem başlamıştır.
A Reassessment of the XIXth Century Balkan Sources: Gül TOKAY Abstract The present study discusses the existing material on the nineteenth century Balkans. It is not exhaustive in tackling all the existing sources related to the Balkans or Ottoman administration of the period. The main purpose of the study is to provide an over-all picture on the historical writing of the most controversial period in the region’s history. There are many valuable studies on the subject but with few exceptions, they have been studies on the individual countries or more importantly they have been products of rival ideologies. Also, a systematic study of the nineteenth century Ottoman Balkans using the available archival material has not been accomplished yet. The study begins by re-assessing the sources on the nineteenth century Balkans and then moves on to the latest discussions of the historiography of the region. For the last couple decades, serious steps have been taken to overcome the existing bias on the history writing of the Balkans but there is still plenty of space for improvement
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
149
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 149-181
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi Ahmet KANLIDERE* SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN ÇÖKMESİ, bu coğrafyada yaşayan Türk kökenli toplulukların düşünce tarihi alanında yapılan çalışmaların parametrelerini yeniden belirleme ihtiyacını doğurmuştur. Artık bu saha sadece pan-Türkist yazarların ve Rusya kökenli araştırmacıların ilgi alanı olmaktan çıkmış, geniş bir araştırmacı kesimin ilgi odağı olmuştur. Kapıların açılması, olumlu gelişmelere sebep olduğu gibi, bazı kavramsal problemleri de beraberinde getirmiştir. Nitekim, kitap akışının artması, belli Sovyet yaklaşımlarının ve tabirlerinin sorgulanmadan benimsenmesine de yol açar.1 Sovyet tarihçiliği dönem dönem farklılık gösterse de, genelde Rusya Müslümanlarının fikir tarihini aydınlanmacı-demokrat entelijansiyanın mollalar sınıfına ve pan-Türkist ceditçilere karşı mücadelesi bağlamında görme eğilimindeydi. Öte yandan, büyük çoğunluğunu Rusya, Kafkasya ve Türkistan kökenli yazarların oluşturduğu Türk araştırmacılar, Ceditçiliği merkez alan ve özellikle de ceditçilerin Türkçü kanadı üzerinde yoğunlaşan bir tarih yazıcılığı geliştirmişlerdir. Değişimi arzulayan bütün aydınların, hatta Cedit Hareketinden önce yaşamış ıslahçı ulemanın Ceditçilikle özdeşleştirilmesi bu türden bir tarih yazımının ürünüdür. Bu araştırma, öncelikle Ceditçiliğin tanımını ve kapsamını tartışacak, daha sonra Ceditçiliğin algılanış biçimlerine temel teşkil eden Sovyet ve Türk tarih yazıcılığının temel özelliklerini belirlemeye çalışacaktır. Makalenin sonunda bu konuda Türk araştırmacılar tarafından yapılan çalışmaların bir bibliyografyası verilecektir. Ceditçiliğin Tanımı ve Kapsamı XIX. Yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başında Rusya’da yaşayan Türk kökenli halkların en önemli fikir hareketi olan ceditçilik, farklı dönemlerde deği* Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü. 1 Mesela, bunlardan biri marifetçi tabiridir. Bazı araştırmacıların ceditçilere atfen kullandıkları bu kelime tamamen Sovyet tarihçiliğinin ürünüdür. Aşağıda Sovyet tarihçiliğinden bahsederken bunu izah edeceğiz.
150
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
şik ilim adamlarınca farklı şekillerde algılanmıştır. “Ceditçiler” denildiğinde çoğu zaman Rusya Türkleri arasında yeniliğe açık ve yenilik taraftarı aydınlar kastedilmektedir. Fakat bu, çok genel bir tanımdır ve bazen yetersiz kalmaktadır. Diğer yandan “yeni” olana karşı mesafeli ve şüphe ile yaklaşan bazı kimseler de “ceditçi” tanımı içine dahil edilmektedirler. “Ceditçi” olarak nitelenen aydınların bu tanımlamayı ne dereceye kadar kabul ettikleri de ayrı bir tartışma konusudur. Kesin olan bir şey varsa, o da, “Ceditçi” denilen kimselerin Batı’daki gelişmelerden az çok haberdar oldukları, kendi toplumlarındaki gerilikten rahatsızlık duydukları ve bu durumu değiştirmek için yoğun bir entelektüel tecessüs ve gayret içinde bulunduklarıdır. Kelimenin ilk defa ortaya çıkışı Kırım mirzalarından İsmail Gaspıralı’nın 1884’te açtığı usûl-i cedit mektebi ile olmuş, “usûl-i cedit taraftarları” veya kısaca “ceditçiler” tanımlaması bu tarihten sonra yaygınlaşmıştır. Rusya’daki Müslüman din bilginlerinin en tanınmışlarından olan reformcu Musa Carullah, “bizim hareket” şeklinde tanımladığı Cedit Hareketinin başlangıcı için ilk usûl-i cedit mektebinin açıldığı tarihi vermektedir. Oldukça başarılı olan bu girişim sayesinde kısa zamanda birçok yerde ıslah edilmiş mektep numûneleri açılmıştı. Böylece talebe, muallim ve mollalar arasında büyük bir uyanış olmuş, Rusya Müslümanları arasında okumak, okutmak ve yazmak isteği yaygınlık kazanmıştır.2 Yusuf Akçura “usûl-i cedit” tabirinin Osmanlı Türklerinden alındığını, zira bu tabirin o zamanlar İstanbul’da kullanılmakta olduğunu belirtmektedir. İlk zamanlar sadece talim ve terbiyeye mahsus olmakla birlikte, kelime giderek yaygınlık kazanmış ve bütün hayat tarzını ifade etmeye başlamıştır. Akçura’ya göre, “usûli cedit”in gerçek anlamı Batı ilmini, eğitim usûlünü ve yaşayış tarzını benimsemek, kısacası Batılılaşmaktı. Nitekim, İsmail Gaspıralı özellikle Rusya Türklerinin millî kimliğini muhafaza etmek şartıyla Batılılaşması taraftarı olmuş, gayretlerini bu noktada yoğunlaştırmıştır.3 Gaspıralı’nın başlattığı eğitim reformunu destekleyen küçük bir grubun yürüttüğü bu faaliyetler, başlangıçta ulemanın büyük bir kesimi ve onların etkisi altındaki halk tarafından şüphe ile karşılanmıştır. Ulema eski değerleri savunma ve koruma endişesi içindeydi ve giyimleri, hal ve hare2 Musa Carullah, Halk Nazarına Birniçe Mesele, Kazan: Elektro-tipografiya Ümid, 1912, s. 71. 3 Yusuf Akçura, Türk Yılı: 1928, İstanbul: Yeni Matbaa, 1928, s. 342. Osmanlı mekteplerindeki usûl-i cedit hareketinin köklerinin 1869’daki Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile sıbyan ve rüştiye mekteplerinde elifbânın usûl-i cedide göre düzenlenmesine kadar gittiği belirtilmektedir. Bu düzenlemeyle alfabe öğretiminde heceleme metodu terk edilerek harflerin seslerine dayanan, kelimeyi doğrudan okuma yöntemine (usûl-i savtiye veya fonetik metod) geçilmiştir. Bkz. Fahri Temizyürek, “Osmanlı Mekteplerinde Ceditçilik Hareketi”, KÖK Araştırmalar, Osmanlı Özel Sayısı, 2000, s. 82-83.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
151
ketleriyle Rusları andıran bu gençlerin gayret ve fikirlerini bir yozlaşma olarak görüyordu. Özellikle 1890’lardan itibaren eğitim usûlünün yenilenmesi taraftarı olanlarla eski usûlün (usûl-i kadîm) muhafaza edilmesi gerektiğine inananlar arasındaki bu çatışma giderek artmıştır. Öyle görünüyor ki, “ceditçi” ve “kadîmci” tanımlamalarının yerleşmesi bu çatışmalar sonucunda olmuştur. Yusuf Akçura, bu kavramların ortaya çıkışını şu şekilde izah etmektedir: “Lakin her cemiyetde daima iki kuvve-i fa‘âle icra-yı tesir eder: Bir tarafdan cemiyetin birkısım unsuru terakkî ve tekemmülü arzu eder. Diğer bir unsur da var eski hâli idame ile hâl-i hâzırı muhafaza kılmak ister. Kainatda bile bu hal câridir. Zaten cemiyetlerde zuhûr eden muhafazakâr ve terakkiperver fırkalar bu iki kuvvetin tecellisinden ibarettir (...) İşte Tatarların da terakkiperverleri böyle açıktan açığa ilan-i fikr ettiler. Muhafazakârların fikri taayyün etti. Bunun için iki parti teşekkül etti. Bunlara ‘usûl-i cedîd’, ‘usûl-i kadîm’ tarafdarları nâmı verildi.”4
Daha ziyade gençler ve muallimlerden oluşan ceditçilerle ulema arasındaki bir nesil çatışması görüntüsü veren bu gerilim, aynı zamanda bir menfaat çatışması niteliğini de almıştır. XX. Yüzyılın başında Mısır, Hicaz ve İstanbul’da eğitim gören muallimler ve asrî mollalar kendi aralarında örgütlenmekte ve yaşlı neslin sahip olduğu makamları ele geçirmekteydi.5 Kadîmcilerle ceditçiler arasındaki mücadelenin kızıştığı ve kutuplaşmanın arttığı bu dönemde, biraz da kadîmcilerin yoğun baskısı neticesinde “ceditçi” sıfatının olumsuz yönde bir anlam kaymasına uğradığı anlaşılmaktadır.6 Mesela, Ceditçiliğin ileri gelenlerinden biri olarak kabul edilen Musa Carullah, kendisini “ceditçi” tanımının dışında tutmaktaydı.7 Ona göre ceditçilik ve Kadîmcilik, aşırı iki eğilimi temsil ediyordu: “Ka4 Yusuf Akçura, “Rusyada Sâkin Türklerin Hayat-ı Medeniye, Fikriye ve Siyasiyelerine Dair,” Sırât-ı Müstakîm, 1325 [1909], c. 2, sy. 39, s. 202-203. 5 Stéphane A. Dudoignon, “Qadimiya as a Historiographical Category: The Question of Social and Ideological Cleavages between ‘Reformists’ and ‘Traditionalists’ among the Muslims of Russia and Central Asia in the Early 20th Century”, Reform Movements and Revolutions in Turkestan: 1900-1924, Timur Kocaoğlu (der.), Haarlem: Sota, 2001, s. 171-75. 6 1907’de ceditçilerle kadîmciler arasındaki çatışmanın yeniden alevlendiği görülmektedir. Bu sırada şartlar ceditçilerin aleyhine gelişiyordu. Bu tarihten itibaren Rus hükümetinde irticaî unsurlar yönetimi ele geçirmiş olduğundan, azınlıklara verilen haklar günden güne kısıtlanmaktaydı. Rusya Müslümanlarının çıkardığı gazete ve dergilerden bir kısmı hükümet tarafından kapatılmış, bir kısmı ise okuyucu bulamadığından kendiliğinden kapanmak zorunda kalmıştı. Bütün bu gelişmeler sonunda ceditçiler yeniden eğitime ve kültürel konulara yönelmişlerdir. Yusuf Akçura, a.g.m., 1325 [1909], c. 2, sy. 40, s. 216-18. 7 Musa Carullah Bigiyef, el-Luzûmiyyât, Kazan: Tipografiya Şeref, 1907, s. 3
152
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
dîm[ci]ler” medreselerin ıslahına şiddetle karşı çıkanlardır. “Cedit[çi]ler” ise, medreselerin ıslah edilmesinin faydasız olduğunu düşünenlerdir; onlar medreseyi kendi halinde bırakıp tamamen modern tarzda okullar oluşturulmasını savunan, din-dışı bir eğitimden yana olanlardır. Oysa, Carullah ve Akçura’nın her ikisi de açıkça medreselerin ıslah edilmesini istiyorlardı ve bu konuda Osmanlı Devleti’ndeki ve Kafkasya’daki uygulamaları eleştiriyorlardı. Ceditçiliğin ne olduğu konusundaki problematik durum, Kadîmcilik konusunda daha ileri boyutlardadır. Onlar hakkında yazılanlar neredeyse tamamen ceditçilerin yazdıklarına dayanmaktadır. Halbuki, araştırmacıların pek az başvurduğu Din ve Maişet dergisi (Orenburg, 1906-1918) muhafazakâr ulemanın görüşlerini anlama konusunda çok önemli veriler sunmaktadır. “Kadîmci” mollalardan oluşan dergi yazarları ceditçilere atıf yaparken onları “gençler”, “diyanetsiz muallimler”, “terakkîciler”, “terakkî bahanesiyle fesat çıkaranlar”, şeklinde tanımlamaktadır.8 Buradaki yazılara dikkatlice bakılırsa, ceditçilerle kadîmciler arasındaki çizginin o kadar kesin olmadığı ve muhafazakâr kesimin iddia edildiği gibi her türlü yeniliğe karşı olmadıkları görülebilir. Eski ulemanın eleştirilmesi, medreselerde asırlardan beri okutulan derslerin “gereksiz” ve “modası geçmiş” ilan edilmesi o dönemde birçok insan için kabul edilebilir şeyler değildi. “Kadîmci” denilen kimseler arasında mutaassıplar olduğu gibi, daha ılımlı kimseler de mevcuttu. Yenilik taraftarlarına olan antipatileri bazı şahıslara karşı daha bir şiddetliydi. Din ve Maişet dergisi yazarlarından Murad Remzi, bazı ceditçilerden (Abdürreşid İbrahim ve Rızaeddin b. Fahreddin’den) saygı ile söz ederken, Musa Carullah’a karşı çok sert bir dil kullanmaktadır. Bunda yaş faktörü de önemli olmalıdır. Genç bir âlim olan Carullah’ın eski âlimleri pervasızca eleştirmesi ve bazı konularda içtihatlarda bulunması, muhafazakâr ulemanın aşırı tepkisine sebep oluyordu. Buna mukabil, daha yaşlı olan ve yazılarında daha temkinli bir dil kullanan Abdürreşid İbrahim ve Rızaeddin b. Fahreddin’e karşı böyle bir tepki sözkonusu değildi.9 Cedit Hareketinin hangi tarihte başladığı konusunda da tam bir görüş birliği yoktur. Bazı yazarlar 1884 öncesinde yaşamış aydınları da “ceditçi” olarak değerlendirmektedirler. Eğitimi modernleştirme çabaları anlamında Ceditçiliğin köklerini çeyrek asır kadar daha önceye götüren ve 1860’larda Hüseyin Feyzhanov’un (1821-66) medreselerin ıslahı konusundaki pro8 “Hankerman Cemiyet-i Hayriyesi”, Din ve Maişet, 16 April 1910, sy. 16, s. 217 9 Muhammed Murad Mekkî, “Musaga Mekke Polemiyeti,” Din ve Maişet, 30 İyul 1910, sy. 31, s. 488.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
153
jesine dayandıran araştırmacılar vardır.10 Ancak, bundan daha da geriye gidilerek Abdunnasır Kursavî (1771-1812) ve Şihabeddin Mercanî (1818-89) gibi ıslahçı ulemanın da ceditçi şemsiyesi altına alınması dayanaksız bir zorlamadır. Mercanî medreselerdeki ders usullerini eleştiriyor ve ıslahatın gerekliliğini savunuyordu fakat bunu geleneksel İslamî söylem içinde yapıyordu. Dolayısıyla bu iki ıslahçı âlimin getirdiği eleştiriler ceditçilikten ziyade, dinî ıslahat veya Tecdit Hareketi çerçevesinde düşünülmelidir. Tatarların yaşadığı coğrafya oradaki ulemanın zihnî işleyişini canlı tutmuştur. Yılın belli bir bölümünde gecelerin çok kısa, gündüzlerin uzun olması namaz ve oruç gibi ibadetlerin uygulanmasında sorunlar yaratıyordu. Dolayısıyla, bu gibi konularda Tatar uleması arasında tartışmalar olagelmekteydi ki bu da onlarda içtihada olan yatkınlığı arttırmış olmalıdır. Bununla beraber, bu kabil tartışmalar modernist bir söylem içermiyordu. Tatar dinî reformcusu Abdunnasır Kursavî’nin fikirlerinde Selefiyeci unsurlar bulunmaktadır. Kursavî, kelâmcıları eleştiriyor, içtihat kapısının açılması ve İslâmiyetin ilk zamanlardaki saflığına döndürülmesi gerektiğini savunuyordu. İslâm ulemasının kendi aralarında bu gibi fikir ayrılıkları her zaman olagelmiştir. Bu ihtilafların ceditçi-kadîmci veya terakkiperver-mutaassıp molla mücadelesi olarak sunulması doğru değildir. Yenilik arayışlarının organize ve güçlü bir hareket haline dönüşmesi, İsmail Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve cedit mektepleri sayesinde olmuştur. Gaspıralı’nın Tercüman gazetesinin yayınlanmasından 5-6 yıl sonra ceditçilerin gücü oldukça artmıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri de ulemadan Mercanî gibi birkaç önemli şahsiyetin ceditçilere destek vermesiydi. Ancak, İslâm toplumlarının durumunu anlama çabasında Gaspıralı’nın söylemi ıslahçı ulemanınkinden (mesela, Mercanî’den) oldukça farklı bir noktadadır. Onun öncelikleri inanç konuları değil toplumsal sorunlardı. Gaspıralı’nın düşündüğü reformlar, tecdit veya dinî ıslahatın ötesinde birtakım adımları gerektiriyordu. Nitekim, Gaspıralı dinî bağlardan ziyade etnik ve linguistik bağları öne çıkarıyordu. Batı’da ortaya çıkan fikirlerden etkilenen yeni Tatar entelijansiyası artık kendilerini sadece dinî bir toplumun parçası olarak algılamak yerine, giderek daha ziyade Batılı anlamda bir milliyet duygusu geliştirmeye başlamışlardı. Bu dönemde teolojik konulara pek ilgi duymayan, seküler ilgilere sahip ve Batı’yı çok daha iyi tanıyan bir aydın grubu ortaya çıkmıştır. Bu grubun önde gelen temsilcileri olarak İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Zeki Velidi [Togan] ve Sadri Maksudi [Arsal] sayılabilir. 10 G. Sagdi, Tatar Edebiyatı Tarihi, Kazan: Tatgosizdat, 1926, s. 70.
154
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
Şunu da belirtmek gerekir ki, tek bir ceditçilikten değil, ceditçi hareketlerden söz etmek zarureti vardır. Ceditçilik, ortaya çıktığı coğrafyaya göre değişik özellikler göstermektedir. Bunlar arasında öncülük konumu Kazan ve Kırım Tatarlarındadır. Kazan Tatarlarının coğrafî olarak daha geniş açılımları vardı. Bunlar Batı’ya olan yakınlıkları yanında, Hindistan’da, İstanbul’da ve Mısır’da ortaya çıkan dinî reformcu ve modernist hareketlere de daha fazla açıktı. Diğerlerinden farklı olarak, Kazan Tatarları arasındaki harekette güçlü bir dinî ıslahçı çizgi vardır. Azeriler ve Kazaklar arasındaki aydınlanmada ise Rus tesiri ve modernist eğilim daha ağır basmaktadır. Buradaki modernleşmenin öncüleri Çarlık yönetiminin birtakım ayrıcalıklarla kendisine bağladığı yerli aristokrat kesimin ve tâcir sınıfının çocukları arasından çıkmıştır. Rus mekteplerinde okuyarak Rus dili ve kültürü aracılığıyla Batı’nın fikir ve değerleriyle tanışan yerel aydınlar seküler dünya görüşünün temellerini atmışlardır.11 Buhara Hanlığı ise XIX. yüzyılda neredeyse dış dünyadan soyutlanmış gibiydi; Batı’ya uzak ve geniş çöllerle çevrilmiş olmasından başka, buradan geçen geleneksel ticaret yollarının da âtıl duruma düşmesinden dolayı dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalmıştı. Bununla beraber, kültürel ve coğrafî yakınlık sebebiyle XIX. yüzyılın başında Hindistan’dan gelen dinî reformcu akımlar az da olsa Buhara uleması arasında yankı bulmuştur. Nitekim, ilk Tatar dinî reformcuları da (Kursavî ve Mercanî) buradan esinlenmişlerdir. Lakin bu anlamda bir dinî reform hareketinin gelişmek için Orta Asya’da bir zemin bulamadığı anlaşılıyor. Ceditçilik Hareketi ise ancak 1890’lardan sonra Kırım, Kazan ve Bakü’den gelen tesirler sonucunda ortaya çıkmıştır. İdil-Ural Ceditçiliğindeki güçlü dinî ıslahçı söylemin aksine, Türkistan ceditçilerinin yazılarında teolojik tartışmaların yer almaması da dikkati çekmektedir.12 XX. Asrın başında dinî reform fikirleriyle öne çıkan el-Islah (Taşkent, 1915-17) dergisi etrafındaki küçük bir ulema grubunun ise usûl-i cedîde karşı ilgisiz kalması da manidardır. Yakın zamanlara kadar Ahmed Mahdum Dâniş (1826-97) Türkistan ceditçilerinin teorik öncüsü olarak gösterilmekteydi. Ancak, yeni çalışmalar onun isminin Devrim’den önceki ceditçi yayınlarda hiçbir zaman geçmediğini ve onun tanınmasının 1920’lerde Sadreddin Aynî’nin yazıları sayesinde olduğunu ortaya koymaktadır.13 Türkistan’daki Cedit Hareketinin önde gelen simaları Mahmud Hoca Behbudî (1874-1919), Münevver Kari (1878-1931), Abdurrauf Fıtrat 11 Fuad Köprülü, “Azeri”, Edebiyat Araştırmaları, İstanbul: Ötüken Neşriyat, c. II, s. 67. 12 Adeeb Khalid, The Politics of Muslim Cultural Reform: Jadidism in Central Asia, Berkeley: University of California Press, 1999, s. 100. 13 A.g.e., s. 101-102.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
155
(1886-1938) ve Abdullah Kâdirî’dir (1894-1938). Tatar ceditçileri 1910’larda ve 1920’lerde seküler ve modern eğitim kurumları oluşturarak Doğu Türkistan’daki Uygurlar arasında da çok önemli rol oynamışlardır. Ancak, günümüz Çin Halk Cumhuriyeti’nde onlar pan-İslamist ve pan-Türkist eylemciler olarak görülmektedir, dolayısıyla bu konudaki bilgiler son derece az ve ön yargılıdır. Sovyet Araştırmaları Muhtelif safhalarını kısaca anlattığımız Cedit Hareketi, başlangıçta ve daha sonraki dönemlerde farklı şekillerde algılanmıştır. Ortaya çıktığı ilk dönemde ceditçi fikirlerin anlaşılması için şartların pek müsait olmadığı görülüyor. Bu yüzden, Mercanî ile etrafındaki genç ulema zümresi ve bazı sûfî şeyhlerinin Usûl-i Cedit Hareketini desteklemesi çok önemliydi. Ceditçiliğin asıl şöhreti 1890’lardan sonra ortaya çıkmış, özellikle XX. asrın başından itibaren ceditçi ve diğer terakkiperver aydınların galip gelmesiyle hareket altın dönemini yaşamıştır. 1905 Rus Devrimi’nin getirdiği hürriyetlerden sonra basın ve yayında büyük bir patlama gerçekleştiren ceditçilik, bir eğitim ve kültür hareketi olmanın ötesinde siyasî alana da girmiştir. Sovyet döneminde ceditçilik hakkında yazılanlar dönem dönem değişmektedir. 1920’lerin nisbeten liberal havasında daha olumlu bir yaklaşım mevcuttu. Gaziz Gubeydullin, Cemaleddin Velidî, Gabdurahman Sagdi, İsmail Remiev ve Galimcan İbrahimov gibi Tatar tarihçi ve yazarları Ceditçiliği olumlu denilebilecek tarzda ele alıyorlardı. Gaziz Gubeydullin ceditçileri “dünyevî” ve “dinî” ceditçiler olarak iki kısma ayırmakta, Tatarların seküler reformcularından Hüseyin Feyzhanî ve Kayyum Nasırî’yi eğitim reformunun teorisyeni olarak görmekte ve onların hizmetini daha üstün tutmaktadır. Gubeydullin, “dinî ceditçiler” derken özellikle Âlimcan Barudî’ye atıf yapmakta, onun şöhretinin Kazan zenginlerine dayanmasından geldiğini söylemektedir. Gubeydullin’e göre, Barudî gibi ceditçiler dünya ilimlerini dinin hizmetinde kullanırken Nasırî dinin kendisini dünyevî sahada yükselmek için bir vasıta olarak görmekteydi.14 Gabdurahman Sagdi de Gubeydullin ile aynı ayırımı benimsemekte, Barudî’nin yönetimindeki medrese talebelerinin dünyevî Ceditçiliğe yöneldiklerini, fakat Barudî’nin öğrencilerdeki bu seküler yönelişi bastırmaya çalıştığını yazmaktadır.15 Yine bu yıllarda dinî ıslahçılık hakkında önemli bir eser yayınlayan Kırımlı aydın ve ilim adamı Bekir Çobanzade, Tatar reformunun ilk safhasını 14 Gaziz Gubeydullin, Kayyum Nâsırî Mecmuası, Kazan: TSSC Devlet Neşriyatı, 1922, s. 98. 15 G. Sagdi, Tatar Edebiyatı Tarihi, s. 73.
156
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
“Dinî Islah Dönemi”, 1917’den sonraki safhasını ise “Medenî İnkılap Dönemi” olarak adlandırmaktadır. Çobanzade, XVIII. yüzyıldan başlayarak Türk-Tatar halkları içinde ruhanîler ile aydınlanmacılar arasında bir çatışma yaşanmakta olduğunu ve bu çatışmada ruhanîlerden bir grubun (Mercanî gibi ıslahçı mollaların) aydınlanmacıların yanında yer alarak birçok kalenin içten fethedilmesini sağladıklarını söyler. Çobanzade’ye göre, dinî ıslahçılar yaşadıkları döneme göre bazı ileri görüşlere sahip olmakla birlikte, esasen ortaçağın modası geçmiş fikirlerini tamir ederek yeniden ortaya sürmek telaşındaydılar. Onların faaliyetleri Avrupa’daki din adamlarının yeni gelişmeler karşısındaki çaresizce yeni medeniyete cevap bulma ve onunla uzlaşma çabalarını andırmaktaydı. Çobanzade, ıslahçıların modern ilimleri samimiyetle kabul etmediklerini, sadece onları kendi inançlarına hizmet ettirmek amacında olduklarını ileri sürmektedir. Neticede onların bütün bu çabalarının boşa çıktığını, hayatın gerekleri karşısında bu savunmacı yaklaşımların dağılmaya mahkum olduğunu, nitekim dinî ıslahçılık akımının dine lâkayt, daha doğrusu dine düşman evlatlar doğurduğunu iddia eder. Demiryollarının, Avrupaî müesseselerin ve mekteplerin İdil-Ural bölgesi, Kafkasya ve Kırım’da oturan Türk-Tatar halklarının yaşayışı üzerinde derin tesirler yaptığını, dolayısıyla dinî ıslahçıların getirdiği açıklama ve yeni yorumların zamanın gerisinde kaldığını söyler.16 1930’ların başında A. Arşaruni, H. Gabidullin ve K. Kasımov’un ceditçilik konusunda nispeten ılımlı sayılabilecek birkaç eserinden sonra, L. Klimoviç’in Islam v Rossii (Moskova, 1936) adlı eseriyle Ceditçiliğe karşı düşmanca tavır alınan yeni bir dönem başlamıştır.17 Daha önce terakkiperver olarak tanımlanan ceditçiler artık liberal burjuva milliyetçiliğinin ideologları ve devrim karşıtları olarak nitelenmeye başlanmıştır. Bu yaklaşım, reformcu Tatar aydınlarını iki kısma ayırmakta, Kayyum Nasırî gibi Rus kültürüne daha yakın olanları “marifetçiler” (aydınlanmacılar) sıfatıyla olumlarken ceditçileri pan-Türkist, pan-İslamistlikle ve Rus karşıtı olmakla suçlamaktaydı. Sovyet tarihçiliğinin yarattığı bir tabir olan “marifetçiler”in ayırt edici vasfı, Rus kültürüne sempatik bakmaları ve dinî söylemden uzak olmalarıydı. Marifetçilerin sınıf temelleri bakımından ceditçilerden ayrı ol16 Bekir Çobanzade, Dinî Islâhât ve Medenî İnkılâb, Akmescid: Kırım Devlet Neşriyatı, 1927, s. 54-56. 17 Edward J. Lazzerini’nin iki makalesi Sovyet döneminde, ceditçilik konusundaki farklı yaklaşımları analitik bir şekilde ele almaktadır. 1940-70 dönemi hakkında verdiğimiz bilgiler daha ziyade onun araştırmasına dayanmaktadır. Edward J. Lazzerini, “Ethnicity and the Uses of History: The Case of the Volga Tatars and Jadidism”, Central Asian Survey, Oct 82-Jan 83, c. 1, sy. 2/3, 61-69; “Tatarovedenia and the ‘New Historiography” in the Soviet Union: Revising the Interpretation of the Tatar-Russian Relationship”, Slavic Review, 1981, c. 15, sy. 4, s. 625-35.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
157
duğu, onlar gibi burjuvazi sınıfının çıkarlarına değil, içtenlikle halka hizmet ettikleri ileri sürülmekteydi. Ayrıca, ceditçilerin İslâm dininin temellerine karşı çıkmadıklarını, sadece İslâm’ı modern hayatın taleplerine uygun hale getirmeye yöneldiklerini ve eskiyen bazı dogma ve kanunlarından kurtulmaya çalıştıklarını iddia etmişlerdir.18 Ceditçiliğe karşı başlatılan bu kampanya sonucunda, “ceditçi” tabiri artık devrim karşıtı ve Türk ajanı olmakla aynı anlama gelmeye başlamıştır. Dolayısıyla, Devrim öncesinde ilerici olarak bilinen birçok aydın gerici konumuna düşürülmüştür. 1940’lı yılların başlarında, V.M. Gorohov Ceditçiliği şaşırtıcı bir tarzda ele almış, onları Tatar toplumundaki bütün reformcuları kucaklayan ilerici bir hareketin mensupları olarak takdim etmiştir. Ancak, II. Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte Sovyet tarihçilerinin yeniden 1930’lardaki dogmatik anlayışa döndükleri ve sadece Tatar reformcularından hangilerinin ilerici hangilerinin gerici olduğu noktasında ihtilafa düştükleri görülmektedir. G.M. Halitov ve E.İ. Çernışev Ceditçiliği, içinde sağcı (burjuva-liberal) ve solcu (devrimci-demokrat) unsurların bulunduğu heterojen bir reform hareketi olarak değerlendirmekteydiler. H.G. Muhametov ve M. Gaynullin ise Ceditçiliğin sadece burjuva-liberal bir eğilim olmasına karşılık, aydınlanmacılığın gerçek demokrat ve halka dayanan bir hareket olduğu görüşündeydiler. 1960’larda ise M.G. Vakhabov Ceditçiliğin milli burjuva ideolojisinin bir ifadesi olarak 1905-1907 yıllarında ortaya çıkan gerici ve halk karşıtı bir hareket olduğunu, ancak bu tarihten önceki Cedit Hareketinin Rus devrimci-demokrat hareketi ile yakın ilişkide olan, demokratik ve halkçı bir reform hareketi olduğunu ileri sürüyordu. Karışıklığı önlemek için önceki ceditçileri “aydınlanmacılar” olarak adlandırmıştır. Gainullin, H. Hasanov, İ. Hanbikov, İ. Tagirov, K. Faseev ve R. Nafigov gibi Tatar tarihçileri genel olarak Vakhabov’un ortaya koyduğu görüşleri kabul etmişlerdir. 1970’lerde, bazı genç tarihçiler dikkatlerini XVIII. yüzyılın sonu ile XIX. yüzyılın ortaları arasındaki fikrî gelişmeler ve Tatar aydınlanmasının kökenleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Yahya Abdullin Tatarskaya prosvetitel’skaya mısl’ (Kazan, 1976) adlı eserinde formüle ettiği yeni bir yaklaşımla Ceditçiliği yeniden yorumlamakta ve Tatar kültürünün gelişmesinde Rus kültürünün etkisinin abartıldığını, bunun yanında İslâm ülkelerinden gelen etkilerin de çok önemli olduğunu vurgulamaktaydı. Diğer yandan, aydınlanmacılarla birlikle ceditçilerin de sosyal gelişmeye büyük katkılar sağla18 Tatarstan ASSR Tarihi, Kazan: Tatarstan Kitap Näşriyatı, 1970, s. 238; Great Soviet Encyclopedia ve İslam Dine Turında Beleşmä-Süzlek de temelde aynı yaklaşımı yansıtmaktadır: “Jadidism”, Great Soviet Encyclopedia (New York: Collier MacMillan Publishers, 1975); İslam Dine Turında Beleşmä-Süzlek, Kazan: Tatarstan Kitap Näşriyatı, 1978, s. 199.
158
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
dıklarını ileri sürmekteydi. Abdullin’in bu eseri Sovyet tarihçiliğinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bunu takip eden çalışmaların bir neticesi olarak ulema ve aydınlardan bazıları aklanmış, onların zararsız görülen ve Marksist şablona uydurulabilen yönleri öne çıkarılarak, “marifetçi” adı altında yeniden edebî mirasa kazandırılmaya çalışılmıştır. Mesela, Mercanî’nin aklanması süreci ilginç bir örnek oluşturmaktadır. 1920’lerin sonunda Mercanî “kendi zamanına göre ileri fikirleri olan fakat artık fikirleri eskimiş bir din adamı” olarak takdim edilirken,19 Stalin döneminde adı anılmaz olmuştu. Ancak 1960’lı yılların sonundan itibaren Mercanî ve katkıları hakkında yeniden yazılmaya başlanılmış, rejimin hiç tasvip etmediği mollalar sınıfından kurtarılarak “marifetçiler” zümresine dahil edilmiştir. Fakat onun sadece belli bir yönü, mesela “rasyonalistliği” ve tarihçiliği öne çıkarılmıştır.20 İlahiyatçılığının filozoflukla ifade edilmesi de anlamlıdır. Mercanî hakkındaki bu süreç Sovyet döneminde mahkum edilen veya unutturulan diğer birçok aydın için de geçerlidir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Tatar, Başkurt, Özbek ve Kazak araştırmacılar, 1917 Devrimi öncesi kültür mirasını yeniden keşfetme ve bu arada XIX. ve XX. yüzyıl başı fikrî tarihlerini yeniden yazma sürecindedirler. Ancak, 1990’dan sonra yazılan eserlerden birçoğu, Sovyet tarihçiliğini esastan sorgulamak yerine, 1960’lardan beri devam eden revizyonist yaklaşımı geliştirmekle yetinmektedir. Bunun yanında, bu dönemde yükselen milliyetçi duygular da tarihe bakışı etkilemekte, Devrim öncesi ulema ve aydınların belli kalıplara sıkıştırılmasına sebep olmaktadır. Bununla beraber, meseleleri daha derin bir kavrayışla ele alan, özgün çalışmalar da ortaya çıkmakta, olaylara ceditçilik ve Aydınlanmacılık bağlamı dışında bakmaya çalışan, daha az başvurulan kaynaklara yönelen genç araştırmacılar nesli yetişmektedir. XVI. Yüzyıldan günümüze İdil-Ural bölgesindeki toplumsal yapı, İslâm reformculuğu, siyasî ve kültürel kavramlar ve 1990’lı yıllardaki millî hareketi ele alan bir sempozyum (1996) sonunda, Rusça ve Fransızca iki önemli eser yayınlanmıştır: İslam v tatarskom mire (Kazan, 1997) ve L’Islam de Russia (Paris, 1997). Fransız, Alman ve yerel ilim adamlarının katkılarıyla yayınlanan bu eserler, daha spesifik alanlarda yoğunlaşmakta ve yeni perspektifler sunmaktadır.21 Bu yazının konusu olmamakla birlikte, belirtmek gerekir ki, Batı’da yapılan araştırmalar ceditçilik çalışmalarının önemli bir kısmını oluşturmak19 Bekir Çobanzade, Dinî Islâhât ve Medenî İnkılâb, s. 54-56. 20 İslam Dine Turında Beleşme-Süzlek, s. 199. 21 Ayrıntılı değerlendirme için bkz. A. Gün Soysal, “Tatarlarda İslamla İlgili Bir Sempozyum ve İki Kitap,” Tarih ve Toplum, Şubat 2000, sy. 194, s. 62-64.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
159
tadır. Özellikle 1950’lerin sonundan itibaren Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay’nin Müslüman milli komünizmi ve Kazan Tatarları arasındaki millî uyanış hakkında yoğunlaşan çalışmalarını zikretmek gerekir. A. Rorlich’in yayınladığı The Volga Tatars (Stanford, California, 1986) adlı eseri temelde Cedit Hareketini ve bu hareketin Tatar milli uyanışındaki rolünü ele almaktadır.22 Son yıllarda Fransız, Alman ve Amerikalı tarihçilerin yaptıkları yeni çalışmalar Ceditçiliğin tarihî kökenleri konusunda şimdiye kadar kabul görmüş fikirlerden bazılarını düzeltmiştir. XVIII. Yüzyılın sonundan XIX. yüzyılın sonu arası dönemi ele alan Alman araştırmacı Michael Kemper, Sufis und Gelehrte in Tatarien und Baschkirien, 1789-1889 (Berlin 1998) adlı eserinde Volga-Ural bölgesindeki ulemanın görece bir entelektüel bağımsızlığa sahip olduğunu ve bu sayede toplumsal, dinî ve siyasî meseleleri tartıştıklarını, fakat bu tartışmaların modernist değil, geleneksel İslâmî söylem dahilinde geliştiğini belirtmektedir. Kemper ile aynı yaklaşımı benimseyen Allen J. Frank, Muslim Religious Institutions in Imperial Russia (Leiden, 2001) adlı çalışmasıyla, İdil-Ural bölgesinin İslâmî kimliğinin oluşumunda bölgedeki tarih yazıcılığı geleneğinin rolünü ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Ceditçi-kadîmci ihtilafı yakın zamana kadar terakkiperver unsurlarla mutaassıp mollalar arasındaki fikir çatışması olarak yorumlanırken, Fransız araştırmacı Stéphane Dudoignon çatışmanın sosyal ve ekonomik yönüne dikkat çekmiştir. Christian Noack’ın ceditçilik ve onların İdil-Ural’daki Müslüman millî hareketi içindeki rolüne dair analitik ve kaynaklara dayanan çalışması da çok önemlidir.23 Adeeb Khalid’in The Politics of Muslim Cultural Reform: Jadidism in Central Asia (Berkeley, 1998) adlı eseri, Orta Asya Ceditçiliğinin kökenlerini dış tesirlere –Tatar ve Osmanlı etkilerine- dayandıran tezlere karşı çıkmakta, Türkistanlı aydınların kendi kültürel dinamiklerinden güç aldıklarını belirtmektedir. Sovyetler’deki ve Batı’daki araştırmalar hakkındaki bu gözlemlerden sonra, şimdi de Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde bu alandaki yaklaşımların temel özelliklerine bakalım. Türkiye’deki Çalışmalar Osmanlı ve Rusya Müslümanları arasında XVIII. yüzyılın sonlarından başlayarak XIX. yüzyıl boyunca yoğunlaşan ve 1908-18 yılları arasında en 22 Bu türden tarih yazıcılığının bir eleştirisi için bkz. Allen J. Frank, Muslim Religious Institutions in Imperial Russia: The Islamic World of Novouzensk District and the Kazakh Inner Horde, 1780-1910, Leiden: Brill, 2001, s. 12-14. 23 Christian Noack, Muslimischer Nationalismus im rusischen Reich: Nationsbildung und Nationalbewegung bei Tataren und Baschkiren, 1861-1917, Stuttgart: Franz Steiner Verlag, 2000, s. 135-78; 205-217.
160
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
üst düzeye ulaşan bir bağ ve ilişki olduğu bilinmektedir. Başlangıçta bu ilişkiler etnik bağlamdan ziyade Müslümanlık zemininde gelişmekteydi. Rusya’dan ve Türkistan’dan yola çıkan hacılar ve tasavvuf ehli İstanbul’a gelmekte ve İmparatorluğun topraklarında dolaşmakta idiler. Türkistan’dan gelen sûfîlerin İstanbul’daki bazı mekanlarda tasavvufî hayatlarını devam ettirdikleri bilinmektedir. Bunların en önemlisi Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi idi. Tarikat büyüklerinin bulunduğu buna benzer mekânlar Rusya Müslümanlarının uğrak yeri olduğu gibi, irtibat ve dayanışma noktaları da olmuştur. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, Rusya’da demiryollarının inşa edilmesi ve deniz taşımacılığının gelişmesi ile birlikte, bu ilişkiler daha da artmıştır. Aynı dönemde Türkoloji ilminin doğması ve bunun Osmanlı aydınlarını etkilemesi sayesinde bu ilişkiler etnik boyuta da taşınmıştır. Türkiye’de Rusya “Türk”lerine karşı ilgi özellikle II. Meşrutiyet döneminde yoğunlaşmıştır. Öte yandan, 1907 yılından sonra Rusya’nın aydınlar üzerinde baskıcı bir politikaya yönelmesi, Türkiye’de ise II. Meşrûtiyet ile birlikte gelen hürriyet havası Rusya’nın Türk kökenli aydınlarını İstanbul’a çekmiştir. Basın ve yayın faaliyetlerinin artması da bu yakınlaşmayı arttırmış, karşılıklı etkileşimlere zemin hazırlamıştır. Jön Türk hükümetinin sıcak karşıladığı bu ceditçi ve Türkçü aydınların faaliyetleri sayesinde göçmen dernekleri kurulmuş, Rusya’nın Türk kökenli halklarına ilgi gösteren, eğitimin ıslahı, milliyet bilinci ve kadın hakları gibi konular üzerinde yoğunlaşan dergiler çıkarılmaya başlanmıştır. Slavcılık ve halkçılık düşüncelerinden haberdar olan ve milliyet bilinci geliştiren Tatar ve Azerbaycanlı aydınlar Meşrutiyet döneminin yoğun fikrî atmosferinde yer almışlar, fikir hayatının şekillenmesinde önemli denilebilecek roller oynamışlardır. Hem bölgeyi tanımaları, hem de bu çalışmalar için gerekli donanıma sahip olmaları dolayısıyla, bu sahada en yetkin ilim adamları Rusya’nın Türk kökenli aydınları arasından çıkmıştır. XX. Yüzyılın başında Yusuf Akçura’nın Rusya Türklerinin fikrî ve siyasî faaliyetleri konusunda çok önemli yazıları yayınlanmıştır. Akçura’nın 1909’da Sırat-ı Müstakim’de yayınlanan konuşma metni Ceditçiliğin doğuşu ve gelişmesi konusunda çok önemli ipuçları vermektedir. Daha sonra kaleme aldığı Türk Yılı (İstanbul, 1928) adındaki hacimli eseri bu alandaki araştırmaların temelini oluşturmuştur. Kendisi de bizzat ceditçi gelenekten gelen Abdullah Battal-Taymas’ın katkıları da çok önemlidir. Taymas, önceleri dinî reformcu bir çizgide iken daha sonra seküler milliyetçiliğe yönelmiş aydınlardan biri olması bakımından da ilginç bir zihnî serüvene sahiptir. Türkiye’ye geldikten sonra yayınladığı Kazan Türkleri (İstanbul, 1925) bu konuda klasik halini almış bir çalışmadır. 1940’ların sonunda gazetede tefrika halinde neşrettiği “Sovyet-
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
161
ler Diyarında” adlı makalesi ve daha sonra yayınlanan Kızıl Dünya (İstanbul 1962) adlı eseri hâtıra kabilindendir ve Ceditçiliğin âkıbeti hakkında son derece önemli bilgiler içermektedir. 1958-59 senelerinde, Barudî, Rızaeddin b. Fahreddin, Musa Carullah, Ahmed Hadi ve Sadri Maksudî kardeşler gibi hareketin önde gelen simalarının biyografilerini yayınlamıştır. Bu eserler, kendisinin bu şahısları bizzat tanımış olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Samimî bir üslupla kaleme aldığı bu çalışmalarda ceditçiler arasındaki şahsî ilişkileri ve farklı eğilimleri de ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır. Taymas ile beraber tarihçi Zeki Velidi Togan’ı da zikretmek gerekir. Tatar ve Başkurtlar arasında olduğu kadar Türkistan’daki fikir hareketlerinin anlaşılmasında onun katkılarına değinmeden geçmek mümkün değildir. Taymas gibi o da dağdağalı bir hayat yaşamıştır. Bugünkü Türkili (Türkistan) (İstanbul, 1942) ve Hâtıralar (İstanbul, 1969) adlı eserleri dönemin genel havasını ve ilişkilerin mâhiyetini anlamak bakımından bir hazine niteliğinde olup dinî reformculuk, ceditçilik ve Türkistan’daki Basmacılık hareketi hakkında çok kıymetli bilgileri içermektedir. Hâtıralarında kendi fikrî serüvenini, yani İslâm reformculuğundan nasıl uzaklaştığını anlattığı kısımlar da çok mühimdir. Aynı dönemde Rusya kökenli diğer yazarlardan Ahmet Caferoğlu ve Mirza Bala’nın Azerbaycan’daki aydınlanma hakkında yazdıkları, Cafer Seydahmet Kırımlı’nın Kazan ve Kırım’daki fikrî gelişmeler konusundaki eserleri de kayda değer. Cafer Seydahmet’in özellikle Gaspıralı İsmail Bey adlı biyografi çalışması (İstanbul, 1934) bugün de Gaspıralı’yı en iyi anlatan eser olma niteliğini korumaktadır. Bu dönemde Rusya kökenli olmayan, fakat bu meseleleri büyük bir kavrayışla ve değişik yönlerden ele alan edebiyat tarihçisi Fuad Köprülü’yü de zikretmek gerekir. Fuad Köprülü’nün özellikle fikir hayatının zeminini ve tarihî çerçevesini açıklayan yazıları çok önemlidir. İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı “Azerî” (İstanbul, 1942) ve “Çağatay Edebiyatı” (İstanbul, 1945) maddeleri Azerbaycan ve Türkistan’daki aydınlanma hareketlerini ortaya çıkaran tarihî şartları irdelemektedir. Bundan başka, Azerî aydınlanmacılığının öncülerinden Abbaskulu Ağa ve ceditçi Tatar şairi Abdullah Tukay hakkındaki makaleleri de önemlidir. Ceditçiliğin içinden gelen bu kuşağın milliyetçi ve seküler söylemi benimsedikleri ve konulara bu ilgiler çerçevesinde yaklaştıkları hatırda tutulmalıdır. Yine de bu aydınlar olayları bizzat yaşamaları ve zengin donanımları ile ayrı bir kategori oluşturmaktadırlar. 1960’larda ve sonrasında, buna paralel olarak ceditçi söylemi tartışmasız benimseyen ve Sovyetler’deki dogmatik yaklaşımlara bir tepki olarak Devrim öncesi aydınların tümünü
162
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
ceditçilikle özdeşleştirip kahramanlaştıran bir yaklaşım hakim olmaya başlamıştır. Batı’daki bazı araştırmacılar gibi, bu dönemde bazı Türk tarihçileri de Ceditçiliği dinî reform (tecdit, ihyâ) hareketi temeline dayandırmaya çalışmışlardır. Bunlara göre ceditçilik medreselerdeki skolastik eğitim usûlüne karşı getirilen eleştirilerin ve İslâm’ın aslî kaynaklarına dönme çabasının bir neticesiydi. Akdes Nimet Kurat’ın hacimli makalesi (“Kazan Türklerinin Medeni Uyanış Devri”, 1966) bu yaklaşımın tipik bir örneğini oluşturmaktadır. 1980’li yılların sonuna kadar ceditçilik konusunda yazanların çok önemli bir kısmını Rusya ve Türkistan kökenli araştırmacılar oluşturuyordu. Onların yazıları daha çok Ceditçiliğin siyasî yönü üzerinde yoğunlaşmakta, özellikle de ceditçilerin Türkçü kanadı üzerinde durarak diğer eğilimleri göz ardı etmekteydi. Soğuk Savaş yıllarının gerilimli ortamı ve Türkiye’deki siyasî arayışlar da bunda belirleyici olmuştur. Bu ideolojik atmosferin yanında, bu dönem araştırmacılarının önünde duran engellerin en büyüğü kaynaklara ulaşmaktaki zorluktu. Leningrad, Kazan veya Taşkent kütüphaneleri onlara kapalıydı. Elde bulunan kaynaklar İstanbul Üniversitesi Türkiyat Kütüphanesi, şahsî kitaplıklar ve Batı kütüphanelerine dağılmış kitap ve süreli yayınlardan ibaretti. 1990’lardan başlayarak bu konulara Türkiye kökenli ve genç araştırmacıların ilgisi hızla artmaya başlamıştır. Bu yıllarda Türkiye’de yapılan yüksek lisans ve doktora çalışmalarında görülen çok hızlı bir artışın yanında, yeni dönemde karşılıklı gidip gelmeler çoğalmış, bu da Türk araştırmacıların kaynaklara ulaşma şansını arttırmıştır. Daha geniş ilgilere sahip ve değişik açılardan bakan bir araştırmacı kesiminin de bu alana yönelmesi sayesinde, XX. yüzyılın başındaki kültür zenginliğini andıran bir konuma gelinmiştir. Sonuç olarak, Rusya Müslümanlarının XIX. yüzyıldan 1917’ye kadar olan düşünce tarihi ile ilgili araştırmaların Marksist ve milliyetçi tarih yazımı gibi iki temel yaklaşımın izlerini taşıdığı görülmektedir. 1920’lerden günümüze bu alandaki tarih yazıcılığının temel özellikleri ise şu noktalarda toplanmaktadır: (1.) Sovyet tarihçiliği sözkonusu dönem aydınlarını ve düşünce tarihini “marifetçiler” (halkın çıkarlarını savunan aydınlanmacı, demokrat entelijansiya) ve “ceditçiler” (burjuva menfaatlerini savunan panTürkist ve pan-İslamistler) gibi iki zıt kutbun çatışmasına indirgemekteydi. 1920’lerin sonunda başlatılan kampanya neticesinde katkıları inkar edilen, ceditçi aydınlar tarih kitaplarından çıkarılmış, onların yerine “marifetçi” aydınlar öne çıkarılmıştır. (2.) Sovyet tarihçiliğinin ikinci safhasında (1960’ların sonundan itibaren) ilk dönemde suçlanan ve tarih kitaplarından çıkarılan aydınlar, tedricî olarak marifetçi yönleri keşfedilerek aklan-
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
163
mışlardır. (3.) 1990 sonrası dönemde ceditçilik artık Marifetçilikle eşanlamlı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Öte yandan, sözkonusu dönem düşünce tarihini aydınlanmacı-ceditçi veya ceditçi-kadîmci bağlamının dışında arayan ve daha spesifik konulara yönelen, özgün araştırmalar ortaya çıkmıştır. (4.) Türkiye’de bu alandaki çalışmalar ceditçilerin Türkçü kanadı üzerinde yoğunlaşmakta, reform hareketinin öncülerini milliyetçi bir bağlam içine yerleştirmekte, onların dinî veya diğer yönlerini göz ardı etmekteydi. Bu araştırmalarda en çok dikkati çeken husus, XVIII. yüzyılın sonundan itibaren ortaya çıkan dinî reformcuların rasyonalist, yenilikçi ve modernist kimliklerle özdeşleştirilmesidir. (5.) Son 10-15 yılda, sayıları gittikçe artan genç Türk araştırmacılar bu alana ilgi göstermiş ve yeni açılımlar getirmişlerdir, ancak günümüzde yapılan araştırmaların pek çoğu meseleleri ceditçi-kadîmci ekseninde ele almak eğilimindedir.
BİBLİYOGRAFYA Ceditçilik konusundaki mevcut yaklaşımları incelerken, bu konuya hasredilmiş bir bibliyografya denemesini sunmayı zorunlu gördük. Burada Türk dünyasındaki aydınlanma hareketlerinin bütününe değil, özellikle Ceditçiliğe (doğrudan veya dolaylı olarak) temas eden kitap, risâle, makale ve tezlere yer verildi. Ceditçilerin kendi dönemlerindeki şahsiyetler hakkında kaleme aldıkları biyografi ve hatıra niteliğindeki yazılar da alınmış, süreli yayınlar ve ceditçilerin kendi eserleri ise hariç tutlmuştur. Abbaslı, Nazile, “Azatlık Mücadeleleri ve Azerbaycan Basını”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999, 215 s. Acar, Kenan, Kırımlı Bekir Sıtkı Çobanzade, Dilciliği ve Edebiyat Araştırmacılığı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 2001, 518 s. Agi, Ferit, “XIX. Yüzyılda Tatar Türklerinde Cedidçilik (Milli Yenileşme Hareketi)”, Türk Dünyası Araştırmaları, Aralık 1988, sy. 57, s. 84-96. Ağaoğlu, Ahmed, “İsmail Bey Gasprinski”, Türk Yurdu, İstanbul, 27 Kasım 1330/1914, c. 6, sy. 12, s. 2405-09; 11 Ocak 1914, c. 7, sy. 1, s. 2416-18. Ahmed Mithat Efendi, “[İsmail Gasprinski Hakkında] Konferans”, Sırat-ı Müstakim, 23 Temmuz 1325 [1909], c. 2, sy. 48, s. 345-46. Ahundova, Telli, “Mirza Bala Mehmetzade’nin Hayatı, Faaliyetleri ve Düşünceleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dünyası Tarihi Bölümü, İzmir, 2001, 135 s. Aka, İsmail, “1920-1930 Yılları Arasında Azerbaycanlıların Yurt Dışındaki Yayın Faaliyetleri”, Türk Kültürü, Mart 1999, sy. 431, s. 139-43.
164
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
Akalın, Gülseren, “Türk Düşünce ve Siyasi Hayatında Ahmet Ağaoğlu”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1999, 297 s. Akçokraklı, Osman, “Kart Muallim ve Yazıcılarımızdan İsmail Gasprinskiy”, Emel, (Pazarcık-Romanya), 5 Eylül 1930, sy. 18, 194-98. Akçura, Yusuf, Damolla Alimcan el-Barudî. Tercüme-i Hâli, Kazan: Şeref Matbaası, 1907, 64 s. ______, “Rusyada Sâkin Türklerin Hayat-ı Medeniye, Fikriye ve Siyasiyelerine Dâir”, Sırât-ı Müstakîm, 21 Mayıs 1325 [1909], c. 2, sy. 3, s. 9 201-204; 27 Mayıs 1325 [1909], c. 2, sy. 40, s. 214-18. ______, “Türk Âleminde”, Türk Yurdu, İstanbul, 1327-1328, c. 1, sy. 1, s. 23-24; 116-20; 531-35; 598-600; 663-64. ______, “Türklerin Büyük Muallim ve Muharriri İsmail Bey Gasprinski”, Türk Yurdu, İstanbul, 20 Eylül 1328/1912, c. 2, sy. 23, s. 690-95. ______, “Muallime Dâir”, Türk Yurdu, İstanbul, 27 Kasım 1330/1914, c. 6, sy. 12, s. 2409-12. ______, “Şihâbeddin Mercanî İstanbul’da”, Sâlih b. Sâbit Ubeydullin (der.), Mercânî, Kazan: Maarif Matbaası, 1915, s. 417-26. ______, “Rusya’da Sâkin Müslümanların Teşkilâtı, Bu Teşkilâtın Islâhına Dair Arzu ve Teşebbüsler: Yeni Orenburg Müftüsü”, (I-II), Türk Yurdu, 13 Eylül 1331-24 Eylül 1331, c. 9, sy. 1-2, s. 2752-57; 2764-69. ______, “Hüseyinzade Ali Bey”, Türk Yurdu, 1331/1915, c. 8, sy. 2, s. 2550-56. ______, “İskolastik Usul Nedir”, Tedrisat Mecmuası, Nisan 1341 [1925], sy. 66, s. 21924. ______, “Türklük Fikri, Türkçülük Cereyanı, Türk Ocakları”, Türk Yılı 1928, İstanbul: Yeni Matbaa, 1928, s. 289-455. Yeni baskısı: Yeni Türk Devletinin Öncüleri: 1928 Yazıları, Nejat Sefercioğlu (haz.), Ankara: Kültür Bakanlığı, 1981, 212 s. Akpınar, Yavuz, Azerî Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: Dergah Yayınları, 1994, 512 s. ______, “İsmail Gaspıralı Bey’in Edebî Tenkitleri”, Ege Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 1998, sy. 9, s. 87-115. ______, Bayram Orak, Nazım Muradov, İsmail Gaspıralı. Seçilmiş Eserleri: 1, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2003, 476 s. Akpolat-Davut, Yıldız, “II. Meşrutiyet Dönemi Sosyolojisinin Kaynakları II: İslam Mecmuası”, Türkiye Günlüğü, 1997, sy. 45, s. 204-218. Akyol, Taha, Azerbaycan, Sovyetler ve Ötesi, İstanbul: Burak Yayınevi, 1990, 254 s. ______, “Cedîdcilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Akyürek, Süleyman, “Usul-i Djadid Movement in Tanzimat Era Primary Schools”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 1998, 141 s. Altuğ, Giray Saynur, “Müstecip Ülküsal: Hayatı ve Faaliyetleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırma Enstitüsü, İstanbul, 1995, 162 s. ______, “Türkiye ve Dünyada Kırım ile İlgili Bilimsel ve Aktüel Çalışmalar”, Türk Dünyası Araştırmaları, 2000-2001, sy. 124, s. 147-73.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
165
Andican, A. Ahat, Cedidizm’den Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi, İstanbul: Emre Yayınları, 2003, 942 s. Arat, Reşit Rahmeti, “Kazan Türklerinde Periodik Matbuat”, Kazan, 1975, sy. 16, 7-14. ______, “Kazakıstan”, İslam Ansiklopedisi. ______, “Matbuat”, İslam Ansiklopedisi. Arsal, Sadri Maksudi, “Dostum Yusuf Akçura”, Türk Kültürü, 1977, sy. 174, s. 346-54. Askerova, Aynur, “Ekinci Gazetesi ve Rusya Müslümanları’nın Fikir Hayatındaki Rolü”, Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir, 2000, 111 s. Aslantaş, Selim, “II. Meşrutiyet Dönemi Türkçü Tarih Anlayışının Bir Sözcüsü Olarak Milli Tetebbular Mecmuası”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1998, 76 s. Ata, Ramazan, “Türkistan’da Basmacılar Hareketi”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 1995, 143 s. Ateş, Ahmet, “Mirza Fethali Ahund-zade”, Türk Kültürü, 1963, sy. 4, s. 10-14. Avezov, Muhtar, “Ahmet Baytursınov’un Ellinci Yaş Günü”, çev. İbrahim Kalkan, Türklük Araştırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, s. 169-76. Avcı, Yusuf, Abdurrauf Fıtrat ve Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1997, 207 s. Ay (Mumcu), Yasemin, “Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad Dergilerinde Dış Türkler Meselesi Üzerine Bir Araştırma”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1994, 154 s. Ayda, Adile, “Babam Sadri Maksudî”, Türk Yurdu, Mart 1957, sy. 266, s. 701-712. ______, Sadri Maksudi Arsal, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1991, 290 s. Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970-72, III c. Aydın, Süavi, “Sosyalizm ve Milliyetçilik: Galiyefizm’den Kemalizm’e Türkiye’de ‘Üçüncü Yol’ Arayışları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 438-82. Ayer, İkbal, “Türk Yurdu Dergisinin 1924-1970 Yılları Arasında Çıkan Sayılarında Türkiye Dışındaki Türkler (İnceleme)”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırma Enstitüsü, İstanbul, 1995, 286 s. Ayvazoğlu, Beşir, “Gaspıralı İsmail Bey, Dilde, Fikirde, İşde Birlik”, Türk Yurdu, Ağustos 1987, sy. 353, s. 11-15. Ayvazov, Hasan Sabri, “İsmail Bey Gasprinski’nin Hayat-ı Hususiyesi”, Türk Yurdu, 11 Kânun-ı Evvel 1330, c. 7, sy., s. 2418-22. Bala, Mirza, “Azerbaycanlı İlk Türk Gazetecisi: Zerdablı Hasan Bey”, (I-II), Türk Yurdu, 15 Eylül 1942-1 İlk Teşrin 1942, c. 26, sy. 2-3, s. 58-62; 93-96. ______, Azerbaycan Milli Hareketi, Berlin, 1938. Yeni baskısı: Milli Azerbaycan Hareketi, Ahmet Karaca (haz.), Ankara: Azerbaycan Kültür Derneği, 1991, 239 s. ______, “Fethali Ahundzade”, İslam Ansiklopedisi. ______, “İşan”, İslam Ansiklopedisi. ______, “Sovyetlerde Nasyonal-Komünizm ve Kızıl Turan Efsanesi”, Dergi, Münih, 1957, c. 3, sy. 10, s. 3-12.
166
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
Balaban, Mustafa Rahmi, “Musa Carullah”, İslam Tedkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1953, c. 1, sy. 1, s. 173-78. Balcı, Sami, “Türkistan’daki Cedidçilik Hareketinin Rehberlerinden Mahmut Hoca Behbudî Üzerine”, Türk Dünyası Araştırmaları, 2001, sy. 135, s. 111-32. Battal-Taymas, Abdullah, Kazan Türkleri, İstanbul: Amedi Matbaası, 1341/1925, 248 s. Yeni baskısı: Kazan Türkleri, 3. baskı, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1988, 238 s. ______, “Şuûn: Kazan Cumhuriyetinde”, Türk Yurdu, Temmuz 1926, sy. 19, s. 90-93. ______, “Türklüğe ve Türkçülüğe Dair”, Türk Yurdu, 1 Eylül 1942, c. 26, sy. 1, s. 17-21. ______, “Yusuf Akçura’nın Türkçülüğü ve Rusya Türkleri Arasındaki Çalışmaları”, Türk Yurdu, İlk Kânun 1942, c. 26, sy. 7, s. 221-25. ______, Rus İhtilalinden Hatıralar (1917-1919), İstanbul: Güven Basımevi, 1947, 216 s. ______, “Sovyetler Diyarında Görüp Geçirdiklerim”, Tasvir, 11-17 Ağustos 1948, no. 1090-1096. ______, “Kırımlı Filolog-Şair Bekir Çobanzade’yi Tanıtma Tecrübesi”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1954, s. 233-63. ______, “Ayaz İshaki, 1878-1954”, Türk Dili, Ankara, 1954, sy. 37, s. 17-26. ______, Alimcan Barudi, İstanbul: Sıralar Matbaası, 1958, 78 s. ______, Musa Carullah Bigi, İstanbul: M. Sıralar Matbaası, 1958, 61 s. ______, Rızaeddin Fahreddinoğlu, İstanbul, 1958, 61 s. ______, Iki Maksudîler: Sadri Arsal, Ahmed Hadi: Kişilikleri, Fikir Hayatları ve Eserleri, Istanbul: Sıralar Matbaası, 1959, 71 s. ______, “Sadri Maksudi Arsal”, The East Turkic Review, 1959, sy. 2, s. 80-89. ______, “Rusya Türkleri Arasında Matbuat Tarihçesi”, Yıllık, 1961, sy. 2, s. 47-64. ______, Kızıl Dünya (Ben Bir Işık Arıyordum): Bolşevik İhtilali Sırasında Rusya ve Türk Dünyası, İstanbul: Tan Gazetesi ve Matbaası, 1962. ______, “Türk Dünyasında Usulü Cedit Hareketi”, Türk Kültürü, 1964, c. 2, sy. 18, s. 119-25. ______, “Yusuf Akçura – Ölümünün 30 Yıldönümü Dolayısiyle Kısa Notlar”, Türk Kültürü, Ekim 1965, sy. 36, s. 997-99. ______, “La littérature des Tatars de Kazan”, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden: Frank Steiner Verlag Gmbh, 1965, s. 762-78. ______, “Usul-ü Kadîm”, Türk Kültürü, 1966, c. 4, sy. 40, s. 403-410. ______, “Ben Onu Gördüm (İsmail Gaspıralı Hakkında Notlar)”, Türk Kültürü, 1968, c. 6, sy. 69, s. 49-52. Bayat, Ali Haydar, Hüseyinzâde Ali Bey, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, 1998, 410 s. Baykara, Hüseyin, “Azerbaycan Rönesansını Yapanlardan Abbas Ağa Bakıhanlı, 1794-1847”, Türk Kültürü, Aralık 1964, sy. 26, s. 90-97. ______, “1905 ve 1917 Rus Inkılapları Arasında Azerbaycan’da Basın, Türk Kültürü, Temmuz 1964, sy. 21, s. 114-17. ______, Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri: XIX. Yüzyıl, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1966, 200 s.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
167
Baykara, Tuncer, Zeki Velidi Togan, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989, 229 s. Baysun, Abdullah Receb, Türkistan Millî Hareketleri, İstanbul, 1943, 201 s. Berkes, Niyazi, “Unutulan Adam”, Sosyoloji Konferansları, 1976, 14, s. 194-203. Bıçakçı, Ahmet Salih, “Bukharan Madrassah: Usul-i Kadîm”, Reform Movements and Revolutions in Turkestan: 1900-1924, Timur Kocaoğlu (der.), Haarlem: Sota, 2001, s. 135-49. ______, “From Usul-i Qadim to Usul-i Jadid: Cultural Dimensions in the Formation of Uzbek National Identity (1865-1924)”, Doktora Tezi, Tel-Aviv Üniversitesi, 2003. Binark, İsmet, “Azerbaycan Bibliyografyası”, Türk Kültürü, 156 (Ekim, 1975), 372-78. ______, “Kazan Türklerinde Matbaacılık Sahasındaki Çalışmalar”, Kazan, İstanbul, 1976, sy. 18, s. 13-22. Binark, Naile, “Ayaz İshaki-İdilli”, Kazan, İstanbul, 1974, sy. 12, s. 8-17. ______, “Musa Akyeğitzâde”, Kazan, İstanbul, 1975, sy. 15, s. 54-55. ______, “Musa Carullah Bigi”, Kazan, İstanbul, 1975, sy. 16, s. 27-29. Birinci, Ali; Tûba Çavdar, “Halim Sabit Şibay”, TDV İslam Ansiklopedisi. Bulut, Hüseyin, “Sırat-ı Mustakim ve Sebilürreşad Dergisinde Milliyetçilik Meselesi (1910-1914)”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü, İstanbul, 2000, 136 s. Caferoğlu, Ahmet, “Mirza Şefi Hakkında Notlar”, Türkiyat Mecmuası, 1928, sy. 2, s. 261-70. ______, “Mirza Feth-Ali Ahundzade”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, I. Kânun 1933, c. 2, sy. 24, s. 435-43. ______, “İsmail Bey Gasprinski”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Nisan 1933, c. 2, sy. 16, s. 261-70. ______, Azerbaycan, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1940. ______, “Azerbaycanda Maarif Hareketleri”, Türk Kültürü, 1964, c. 2, sy. 18, s. 130-36. ______, “Azerbaycan Edebiyatı”, Türk Kültürü El Kitabı, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1976, s. 465-83. Çağatay, Saadet, “Abdulkayyum Nasıri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1952, c. 10, sy. 3-4, s. 147-60. ______, “Ölümünün 70. Yıldönümü Dolayısiyle Abd-ül-Kayyum Nasırî ve Eserleri”, Kazan, İstanbul, 1972, sy. 9, s. 3-17. ______, “Babam Ayaz İshaki’nin Son Günleri”, Kazan, İstanbul, 1974, sy. 12, s. 18-23. ______, “Ayaz İshaki’den Hâtıralar”, Kazan, İstanbul, 1974, sy. 12, s. 24-28. ______, “Fatih Emirhan”, Türk Kültürü, Temmuz 1986, sy. 279, s. 430-35. ______, “Müftü Rizaeddin bin Fahreddin (12.I.1869-14.X.1936)”, Türk Kültürü, Temmuz 1987, sy. 291, s. 427-34. Çağatay, Tahir, “İnkılapçı İsmail Bey ve Eleştiriler”, Emel, Eylül-Ekim 1978, sy. 108, s. 1-8. Çağatay, Ülker, “Hokant ve Alaşorda Milli Muhtariyetleri ve Mustafa Çokayoğlu”, Türk Kültürü, Şubat 1971, sy. 100, s. 381-85.
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
168
Çapa, Mesut, “Yusuf Akçura’nın Rusya Seyahati ve Türk Esirleri”, Türk Kültürü, Ekim, 1993, sy. 366, s. 608-622. Çapraz, Kemal, “Kırım Tatar Türklerinde Basın (1881-1990)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1990, 57 s. Çavdar, R. Tûba, “İslam Mecmuası’nın Türk Dönemsel Yayını İçinde Yeri ve Önemi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1988, 95 s. ______, “İslam Mecmuası”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 23, s. 53-54. Çay, Abdülhaluk, “1905 Meşrutiyetinde Rusya Türkleri”, Türk Kültürü Araştırmaları, 1979-83, sy. 1-2, s. 59-70. Çekiç (Kalyon), Refika, “Ahmet Ağaoğlu: Hayatı ve Eserleri Üzerine Bir Çalışma”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1994, 81 s. Çelebi, Ercan, “Yaş Türkistan Dergisine Göre Türkistan Milli Mücadelesi”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2000, 267 s. Çiçek, Rahmi, “Yusuf Akçura’nın Bir Konferansı ve Doğu-Batı Tartışması”, Türk Kültürü, Ağustos 1993, sy. 364, s. 488-95. Deliorman, Altan, “Kırım ve Balkanlarda Türk Neşriyat Hareketleri (XIX ve XX. Yüzyıllar)”, Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, 1966, 171 s. ______, “İsmail Gaspıralı ve Tercüman Gazetesi”, Türk Kültürü, Temmuz 1968, sy. 69, s. 653-58. Demiroğlu, Hasan, “Ülfet Gazetesi (11 Aralık 1905-7 Haziran 1907/ Petersburg). 1905-1907 Yılları Arasında Yapılan Rusya Müslümanları Kongreleri”, M. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Genel Türk Tarihi Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2002, 144 s. Deniz, Filiz, “Yusuf Akçura: Hayatı, Eserleri ve Fikirleri”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1996, 150 s. Devlet, Nadir, “Kazan Türkleri ve Abdullah Tukay”, Kazan, İstanbul, 1971, sy. 3, s. 611. ______, “Kazanlı Tarihçi ve Islahatçı Din Adamı: Şihâbeddin Mercânî”, Kazan, İstanbul, 1971-1972, c. 2, sy. 5, 6, 7/8, s. 33-41, 8-19, 64-79. ______, “Türkiye’de Kazanlılar”, Kazan, İstanbul, 1975, sy. 15, s. 29-36. ______, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1985, 350 s. ______, “Yusuf Akçura’nın Hayatı (1876-1935)”, Ölümünün Ellinci Yılında Yusuf Akçura Sempozyumu Tebliğleri, Ankara, 1987, s. 17-33. ______, İsmail Bey Gaspıralı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988, 141 s. ______, “İsmail Gaspıralı Sovyetler Birliğinde Ancak 60 Yıl Sonra Aklanabildi”, Türk Kültürü, Temmuz 1991, sy. 339, s. 424-29. ______, “İdil-Ural Müslümanlarının Eğitim Savaşı: Cedidcilik Hareketi”, Tarih ve Medeniyet, Mayıs 1995, sy. 15, s. 44-48.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
169
______, 1917 Ekim İhtilâli ve Türk-Tatar Millet Meclisi, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1998, 328 s. Doğan, Ahmet, “Kırım Mecmuası 1-23. Sayıları (Fihrist ve Metinler)”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2000, 110 s. Doğan, Rüştü, “Akdes Nimet Kurat’ın Hayatı ve Eserleri”, Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İstanbul, 1974, 84 s. Donuk, Abdulkadir, “Basmacı Hareketi Üzerine Bir Araştırma (1917’de Çıkan)”, Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İstanbul, 1972, 110 s. Durukan, Şefika Akile Zorlu, “Yusuf Akçura’nın Mevkufiyet Hatıraları”, Tarih ve Toplum, Ocak 2002, sy. 217, s. 4-12. Ekinci, Salih Zeki, Skolastik Eğitim ve Türkiye’de Skolastik Tarz, Ankara: Epos, 2002, 127 s. Ekinci, Yusuf, Gaspıralı İsmail, Ankara 1997, 108 s. Engin, Muhabay, “Sultangaliyevizm: Rusya Türk Müslümanlarının Millî Bağımsızlık Hareketi”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. 1980, 233 s. Ercilasun, Ahmet B., “Sadri Maksudî’nin Milliyetçiliği”, Türk Kültürü, Mayıs 1988, sy. 300, s. 304-310. ______, “İsmail Gaspıralı’nın Fikirleri”, Türk Kültürü, Mayıs-Haziran 1991, sy. 337338, s. 339-46. Ercilasun, Bilge, “1908-1920 Yılları Arasında İdil-Ural Aydınlarının Türkiye’deki Faaliyetleri”, Türk Kültürü, Aralık 1992, sy. 356, s. 719-25. Erkan, Serdar, “Sadri Maksudi Arsal (Hayatı-Eserleri-Fikirleri)”, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, 107 s. Ersanlı, Büşra, İktidar ve Tarih: Türkiye’de ‘Resmi Tarih’ Tezinin Oluşumu (19291937), İstanbul: Afa Yayıncılık, 1992, 230 s. (2. baskı, 1996, 262 s.) ______, “Milliyetçilik Teorileri; Avrasya’da Siyaset ve İlişkiler”, Türkiye Günlüğü, Mart-Nisan 1998, sy. 50, s. 9-15. ______, “Geleneğin İhyâsı: Türkistan’da Edeb/Adab Dersleri ve Siyasi Kültür”, Türklük Araştırmaları Dergisi, Mart 2002, sy. 11, s. 181-96. Erşahin, Seyfettin, “Buhara’da Cedidcilik – Eğitim Islahatı Tartışmaları ve Abdurrauf Fıtrat (XX. yüzyıl Başları)”, Dinî Araştırmalar, 1999, c. 1, sy. 3, s. 213-55. ______, Fıtrat: Buhara’da Cedidcilik - Eğitim Reformu. Münazara ve Hind Seyyahının Kıssası, Ankara: Kültür Bakanlığı, 2000, 182 s. Ertem, İnci, “Dedem, İsmail Gaspıralı”, Türk Kültürü, Mayıs-Haziran 1991, sy. 337338, s. 325-28. Esen, Emre, “Türkistan’da Basmacılık Hareketi”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1994, 216 s. Esin, Emel, “Yusuf Akçura Hakkında Bilinmeyen Kaynaklar ve F. Georgeon’un Araştırması”, Türk Kültürü, 1979, sy. 200-201-202, s. 428-37. Fındıkoğlu, Z. Fahri, “Sadri Maksudî’den Bize Kalan Meseleler”, Türk Yurdu, Mart 1957, sy. 266, s. 644-50.
170
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
______, “Türk Gazetecilik Tarihi ve Gaspıralı İsmail Bey”, Emel, Ankara, 1964, c. 4, sy. 24, s. 13-17. Gafarov, Polat, “Mehmet Emin Resulzade’nin Türkiye ve Avrupa’daki Faaliyetleri”, Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir, 1999, 76 s. Gaspıralı, Şefika, “Babamdan Hatıralar”, Emel, Eylül 1962, sy. 12, s. 17-18. Gasprinski, İsmail, “Âlem-i İslamı Uyandıracak Çareler: Umumî Mutemer-i İslamî, yani Müslümanlar Kongresi”, Sırat-ı Müstakim, 11 Haziran 1325, c. 2, sy. 42, s. 248-50. Gökgöz, Saime Selenga, “İdil-Ural Sahasında Ceditçi Sosyalistlerin Faaliyeti (19051938)”, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Ankara, 1996, 105 s. ______, “İdil-Ural’da Cedit Hareketi ve Ceditçi Sosyalistler 1905-1917”, Türk Yurdu, Ankara, 1998, sy. 18, s. 198-207. Göksan, Ayhan, “Gaspıralı İsmail Bey ve Usulü Ceditçiliği”, Türk Kültürü, Nisan 1964, sy. 18, s. 126-29. ______, “Azerbaycan’da Cedit Hareketinin Kültürel ve Siyasî Oluşumu, 1905-1917”, Meslek Hayatının 25. Yılında Prof. Dr. Abdulhaluk Çay Armağanı, Ankara, 1998, c. I, s. 433-50. Görmez, Mehmet, Musa Carullah Bigiyef, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994, 228 s. Güler, Ruhi, “”İslam Mecmuası” (1914-1918) ve İçeriği”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Ünişversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1995, 152 s. Gülpınar, Canan, “Türk Yurdu Dergisine Göre Rusya’da Türkçülüğün Doğuşu ve Gelişmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1998, 89 s. Gümüşoğlu, Firdevs, “Türk Yurdu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 269-74. Güngör, Şule, “Yana Milli Yol (Yeni Milli Yol) Dergisi ve Tatar Aydınlarından M. Ayaz İshaki (İdilli)’nin Siyasi Görüşleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü, İstanbul, 1994. Gürsoy, Nevnihal, “Halim Sabit Şibay`ın Hayatı, Eserleri ve Görüşleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü, İstanbul, 1999, 88 s. Habibullayev, İlham, “Hüseyinzade Ali Bey (Turan) Hayatı ve Fikirleri”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2001, 178 s. Habibzâde, Ahmed Kemal, Çin-Türkistan Hâtıraları, İzmir: Marifet Matbaası, 1925. Yeni baskısı için bkz. Ahmet Özalp (haz.), Çin Türkistanı Anıları, İstanbul: Kitabevi 1996, 272 s. Hablemitoğlu, Necip, Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri (1905-1917), Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1988, 317 s. Hablemitoğlu, Şengül ve Necip Hablemitoğlu, Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketi (1893-1920), Ankara: Ajans Türk Matbaacılık Sanayii A.Ş., 1998.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
171
Hasmahmetli, H., “İsmail Bey Gasprinski’ye Ait Bir Hatıra”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, 1933, sy. 2, s. 149-53. Hayit, Baymirza, Turkestan im XX. Jahrhundert, Darmstadt: C. W. Leske Verlag, 1956, 406 s. ______, Turkestan Zwischen Russland und China, Amsterdam: Philo Press, 1971, 414 s. Türkçesi: Abdülkadir Sadak, Türkistan: Rusya ile Çin Arasında: XVIII-XX. Asırlar Ruslar ve Çinlilerin İstilaları Devrinde Türkistan Milli Devletleri ve Milli Mücadeleleri Tarihi, Ankara: Otağ Yayınları, 1975. ______, Türkistan’da Öldürülen Türk Şairleri, Ankara: Kardeş Matbaası, 1971, 52 s. ______, “Türkistan’da Cedidcilik ve Sonu”, Milli Eğitim ve Kültür, Ankara, 1981, c. 3, sy. 9, s. 45-55. ______, Basmacılar: Türkistan Milli Mücadele Tarihi, 1917-1934, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1997, 367 s. Hıdıraliev, Darhan, “Türkistan’da ‘Cedit’ Hareketinin Fikrî Kaynakları ve Abay”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, İzmir, 1997, sy. 2, s. 79-89. ______, Mustafa Çokay: Hayatı, Faaliyetleri ve Fikirleri, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2001, 215 s. ______, “Türkistan’da Cedidcilik Hareketi ve Bunun Türkiye ile Münasebeti”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2001, 279 s. İbrahim, Abdürreşid, “Pan-Turanizm”, Teârif-i Müslimîn, 2 Nisan 1326, c. 1, sy. 2, s. 17-20. ______, “Yine Pan-Turanizm, Ya ki Akvâm-ı Türk Birleşmesi”, Teârif-i Müslimîn, 2 Nisan 1326, c. 1, sy. 3, s. 57-58. ______, “Bahtiyar Gasprinski”, Emel, Nisan 1933, sy. 5, s. 12-17. İdrisi, Alimcan, “Tercüme-i Hal: Musa Efendi Bigey”, Türk Yurdu, 16 Temmuz 1331, c. 8, sy. 89, s. 2696-2703; makalenin Tuba Çavdar tarafından yapılan yeniden neşri için bkz. Türk Kültürü, 1987, c. 25, sy. 288, s. 240-46. İmanov, Vügar, Ali Merdan Topçubaşı (1865-1934): Lider Bir Aydın ve Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Temsili, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2003, 303 s. İnalcık, Halil, “Sadri Maksudi Arsal (1880-1958). Ölümünün Beşinci Yılı Dolayısiyle”, Türk Kültürü, Mart 1963, sy. 5, s. 49-52. ______, “Cafer Seydahmet Kırımer (1889- 4 Nisan 1960)”, Türk Kültürü, 1965, c. 3, sy. 31, sy. 473-78. İnan, Abdulkadir, “Atatürk ve Dış Türkler”, Türk Kültürü, Kasım 1963, sy. 13, s. 11415. İshakî, Ayaz, “Abdülkayyum el-Nasırî”, Türk Yurdu, 15 İlk Teşrin 1942, c. 26, sy. 4, s. 123-26. İsmail Bey Gasprinski, 1851-1914, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1334, 31 s. İsmail Gaspıralı Albümü ve Gaspıralı İsmail: Hayatı, Eserleri, Usûl-i Cedid Hareketi İçindeki Yeri, (haz.), Sabri Arıkan ve Ali İhsan Kolcu, İstanbul, 1999, 128 s. Kafalı, Sevgi, “İsmail Beğ Gaspıralı’nın Fikir Dünyası ve Batı Türklüğü”, Türk Kültürü, Mayıs-Haziran 1991, sy. 337-338, s. 290-300.
172
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
Kalkan, İbrahim, “Sovyet Dönemi Öncesi Orta Asya Aydınları ve Değişim”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 14, s. 285-97. ______, “Kazak Siyasi Düşüncesinin Gelişimi ve Kazak Gazetesi (1913-1918)”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. 19, 369-88. Kanlıdere, Ahmet, “Rusya Türklerinden Musa Carullah Bigi (1875-1949)”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1988, 95 s. ______, Reform within Islam: The Tajdid and Jadid Movement among the Kazan Tatars (1809-1917). Conciliation or Conflict?, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1997, 200 s. ______, “Islah: Tataristan, Kafkasya ve Orta Asya’da”, TDV İslam Ansiklopedisi. ______, “Kazan Tatarları Arasında Tecdit ve Cedit Hareketi (1809-1917)”, Türkiye Günlüğü, Yaz 1997, sy. 46, s. 89-96. ______, “Rusya Türkleri Arasında Yenileşme Hareketi Hakkındaki Kaynaklara Genel Bir Bakış”, Müteferrika, Yaz 1999, sy. 15, s. 123-31. ______, “Rusya Türklerinin Osmanlı Fikir Hayatındaki Etkileri: Islah Düşüncesi ve Türkiye’deki Etkileri”, Osmanlı: Düşünce, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. 7, s. 510-16. ______, “Rusya Müslümanlarının Kongrelerinde Kadın Sorunu (1905-1917)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 2, s. 139-48. ______, “XIX. ve XX. Yüzyıllarda Kazan Tatarları”, Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. 18, s. 415-26. ______, “Şihâbeddin Mercanî”, TDV İslam Ansiklopedisi. Kaplan, Mehmet, “Gaspıralı İsmail’in Avrupa Medeniyeti, Sosyalizm ve İslamiyet Hakkındaki Eseri”, Türk Kültürü, 1977, sy. 180, s. 716-31. Kara, Abdulvahap, Türkistan Ateşi: Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Mücadelesi, İstanbul: Da Yayıncılık, 2002, 383 s. Karagür Sarıahmetoğlu, Nesrin, “Molla Nasreddin Dergisinde Kadın Meselesinin Aksi”, Türk İncelemeleri Dergisi, 2002, sy. 7, s. 267-84. Karakaş, Mehmet, “XIX. Yüzyılda Türkçülük Akımı ve Osmanlıda Rusya Kökenli Türkçülerin Önemi ve Rolü”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Bölümü, İstanbul, 1994, 91. s. Karakaş, Yasemin, “Azerbaycan Yurt Bilgisi Dergisi Bibliyografyası”, Lisans Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, 1993. Karan, A. Lebib, Şehabettin Mercânî: Turmuşu hem Eserleri, [İstanbul], 1960, 79 s. Kaya, M. Cüneyt, “Cedidcilik Hareketinin İstanbul’daki Sesi: ‘İslam Dünyası’ Dergisi”, Müteferrika, 2001, sy. 20, s. 145-68. Kemer, Osman, “Şehabettin Mercani ve Müstefadu’l-Ahbar’ı”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1995, 96 s. Keskioğlu, Osman, “Musa Carullah”, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1964, sy. 12, s. 6373. Kırımlı, Cafer Seydahmet, Gaspıralı İsmail Bey, İstanbul: Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anomim Şirketi, 1934, 249 s.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
173
______, “Ayaz İshaki”, Emel, Nisan 1934, sy. 4, s. 1-5. ______, “Yusuf Akçura’nın Mübarek Ruhuna”, Emel, Mayıs 1935, sy. 5, s. 1-7. ______, “Kazan Edebiyatı ve Ayaz İshaki”, Emel, Nisan 1937, sy. 4, s. 1-5, 37-42. ______, Bazı Hatıralar, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Matbaacılık Tesisleri, 1993, 328 s. Kırımlı, Hakan. Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler (1905-1916), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1996, 296 s. ______, İsmail Türkoğlu, İsmail Bey Gaspıralı ve Dünya Müslümanları Kongresi, Tokyo: Islamic Area Studies Project, 2002, 83 s. Kırımlı, Meryem, “Genesis of Kazak Nationalism and Independent Kazakstan: A History of Native Reactions to Russian-Soviet Policies”, Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999, 290 s. Kocaoğlu, Timur, “Türkistan’da Cedit Okulları”, Hür Türkistan İçin, İstanbul, 15 Mayıs 1976, 6. ______, “Türkistanlı Bilgin Abdurrauf Fıtrat’ın Türkoloji Sahasındaki Bilinmeyen Eserleri”, Emel, Eylül-Ekim 1983, sy. 138, s. 26-29. ______, “Yaş Türkistan’ın Türkistan Basın Tarihindeki Yeri”, Yaş Türkistan (1929-30 arasındaki sayıların yeniden neşri), 1: 13-30, İstanbul: Ayaz Tahir Türkistan İdil-Ural Vakfı Yayınları, 1997, s. 13-31. ______, “Recent Studies on Modern Central Asia in Turkey: 1969-1997”, Asian Research Trends: A Humanities and Social Sciences Review, 1998, sy. 8, s. 21-39. ______, (der.), Reform Movements and Revolutions in Turkestan: 1900-1924, Haarlem: Sota, 2001, 499 s. ______, “Yenilik Hareketleri ve İhtilaller Arasında Osman Hoca (Kocaoğlu)”, Reform Movements and Revolutions in Turkestan: 1900-1924, Timur Kocaoğlu (der.), Haarlem: Sota, 2001, s. 15-30. ______, “Abdurrauf Fıtrat: A Central Asian Intellectual with the Changing Stages of National Identity”, Prof. Dr. Mehmet Saray’a Armağan: Türk Dünyasına Bakışlar, Halil Bal ve Muharrem Erat (der.), İstanbul: Da Yayıncılık, 2002, s. 401-406. Koçar, Çağatay, “Türkistan’da Ceditçilik Hareketinin Başlaması”, Türk Kültürü, Eylül 1985, sy. 269, s. 582-89. ______, “Türkistan’da Cedidçilik Devrindeki Bazı Neşriyatlar”, Türkistan ile İlgili Makaleler, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1991, s. 213-27. Kolbaşı, Ahmet, “İdil-Ural Türklerinde XIX. Yüzyılın Başlarında Eğitimde Yenileşme Hareketleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1989, 94 s. Koşay, Hamid Zübeyr, “Yusuf Akçura”, Belleten, 1977, c. 61, sy. 162, s. 389-400. Köprülü, Mehmed Fuad, “Abdullah Tukayef”, Türk Yurdu, 1329/1913, c. 4, sy. 4, s. 496-515. ______, Azeri Edebiyatına Ait Tedkikler, Bakü: Azer Neşr Matbaası, 1926, 56 s. ______, “İsmail Bey Gasprinski”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Nisan 1933, c. 2, sy. 16, s. 154-55.
174
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
______, “Azerî”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Maarif Matbaası, 1942, c. II, s. 118-51. ______, “Çağatay Edebiyatı”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Maarif Matbaası, 1945, c. III, s. 270-323. ______, “Abbaskulu Ağa”, Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, 1963, c. I. Kuran, Ercüment, “Rusya Türklerinde ‘Usul-i Cedid’ Hareketleri”, Yeni Türkiye, Ankara, 1997, sy. 15, s. 338-39. Kurat, Akdes Nimet, “Kazan Türklerinin Medeni Uyanış Devri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Temmuz-Aralık 1966, c. 24, sy. 3-4, s. 95-194. ______,”Kazanlı Tarihçi Hadi Atlasî”, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1963, s. 352-56. ______, “Kazan Türklerinin Tanınmış Tarihçi ve Milliyetçilerinden Hadi Atlas (18751940?)”, Kazan, İstanbul, 1975, sy. 16, s. 1-6. Kurban, İklil, “(Türkistan’da) Cedidçilikten Türkçülüğe”, Türk Yurdu, Eylül 1990, c. 10, sy. 38, s. 40-44; Ekim 1990, c. 10, sy. 38, s. 54-61. ______, “Ankara’da Vefat Eden ve Unutulan Bir Tatar Aydını: Fuad Tuktarov”, Tarih ve Toplum, Ocak 2001, sy. 205, s. 47-50. ______, “Stalin Döneminde Yargılanan İki Tatar Aydını [İlyas Alkin ve Fatih Kerimi]”, Tarih ve Toplum, Eylül 2001, sy. 213, s. 50-55. Maraş, İbrahim, “Tatar Cedidçiliği ve Bugünkü İdil-Ural Bölgesine Bir Bakış”, Yeni Türkiye, Temmuz-Ağustos 1997, c. 3, sy. 16, s. 1451-62. ______, “İsmail Gaspıralı’nın Bilinmeyen Bir Risalesi: “Mektep ve Usûl-i Cedid Nedir?””, Emel, Mart-Nisan 1997, sy. 219, s. 10-20. ______, “İdil-Ural Bölgesinin Ceditçi Dinî Lideri Zeynullah Rasulî’nin Hayatı ve Görüşleri”, Dinî Araştırmalar, Mayıs 1998, c. 1, sy. 2, s. 76-92. ______, “İdil-Ural Bölgesi ve Osmanlı Fikrî Münasebetleri”, Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. 7, s. 503-509. ______, Türk Dünyasında Dinî Yenileşme, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2002, 360 s. Mardin, Şerif, “Abdürreşid Ibrahim and Zeki Velidi Togan in the History of the Muslims of Russia”, Korkut A. Ertürk (ed.), Rethinking Central Asia, Lebanon: Ithaca Press, s. 111-28. Menger, Ahmet Veli, “Kazan Türklerinin Millî, Medenî Faaliyetlerinde İmam ve Tüccarların Rolü”, Kazan, İstanbul, Eylül-Kasım 1971, sy. 5, s. 6-11. ______, “Mir Yakup Dulatoğlu (1881-1930?)”, Kazan, İstanbul, 1974, sy. 12, s. 6-11. Muallim Cevdet [İnançalp], Mekteb ve Medrese, Erdoğan Erüz (haz.), İstanbul: Çınar Yayınları, 1978, 184 s. Muhammed Ayaz İshaki: Hayatı ve Faaliyeti, Tahir Çağatay vd. (haz.), Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1979, 351 s. Mustafa Sabri [Şeyhülislam], Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi: Kazanlı Musa Bigiyef Efendinin Rahmet-i İlahiye Bürhanları Nâmındaki Eseri Hakkında İntikâdâtı Hâvidir, İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası, 1337/1335, 166 s. ______, Dinî Müceddidler, İstanbul: Evkaf Matbaası, 1340/1338, 383 s.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
175
Ocaklı, Arzu, “İdil-Ural Bölgesinden Göçler, Neden ve Sonuçları (XIX. Yüzyıl ve XX. Yüzyıl Başı)”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2001, 174 s. Oktay, A[bdülvahab], Türkistan Milli Hareketi ve Mustafa Çokay, İstanbul, 1950, 55 s. ______, “Türkistan’da Cedidçiliğine Müessir Olan Kardeş Matbuat”, Türkistan, İstanbul, 1953, 3/4, 5, 6, s. 15-20; 19-24; 15-18, 26. Oraltay, Hasan, Alaş Türkistan Türklerinin Milli İstiklal Parolası, İstanbul: Büyük Türkeli Yayınları, 1973. ______, “Mustafa Çokay”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ocak 1997, sy. 121, s. 15-18. Orhon, Hüseyin Namık, “Kayıplarımız: Ayaz İshakî”, Türk Yurdu, Ağustos 1954, c. 2, sy. 235, s. 150-56. Ortaylı, İlber, Çarlık Rusyasında Türkçülük Hareketleri ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara, 1968. ______, “Reports and Considerations of Ismail Bey Gasprinskii in Tercüman on Central Asia”, Cahiers du monde russe et soviétique, 1991, c. 32, sy. 1, s. 43-46. Otar, İbrahim, “Çelebi Cihan”, Emel, Şubat 1936, sy. 2, s. 5-8; Mart 1937, sy. 3, s. 8-9; Mart 1939, sy. 3, s. 15-17; Nisan 1939, sy. 4, s. 9-13; Haziran 1939, sy. 6, s. 1416; 26-27. ______, “Cafer Seydahmet Kırımer’e gore Mefkure ve Mefkureci”, Emel, 1962, sy. 10, s. 6-9. ______, “Cafer Seydahmet Kırımer”, Emel, Kasım 1969, sy. 1, s. 18-26. Otar, İsmail, “Gaspıralı İsmail Bey”, Emel, Eylül 1934, sy. 9, s. 27-32. ______, Kırımlı Türk şairi ve bilgini Bekir Sıtkı Çobanzade, İstanbul: Lebib Yalkın Yayımları ve Basım İşleri, 1999, 288 s. Ördekçi, Mehmet, “Abdürreşid İbrahim ve Çoban Yıldızı”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1997, 125 s. Özalp, Ömer Hakan, Rızaeddin bin Fahreddin: Kazan’la İstanbul Arasında Bir Âlim, İstanbul: Dergah Yayınları, 2001, 480 s. Özbek, Nadir, “Abdürreşid İbrahim (1857-1944): The Life and Thought of a Muslim Activist”, Boğaziçi Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1994. ______, “Abdürreşid İbrahim: İslamcı Bir Eylem Adamı”, Toplumsal Tarih, Temmuz 1995, sy. 19, s. 7-12. ______, “Abdürreşid İbrahim’in İkinci Meşrutiyet Yılları: Tearüf-i Müslimin ve İslam Dünyası”, Toplumsal Tarih, 1995, sy. 20, s. 18-23. ______, “Zeki Velidi Togan ve Milliyetler Sorunu: ‘Küçük Başkurdistan’dan ‘Büyük Türkistan’a”, Toplumsal Tarih, Ağustos 1997, sy. 44, s. 15-23. ______, “Zeki Velidi Togan ve Türk Tarih Tezi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1997, sy. 45, s. 20-27. ______, “The Bashkir Nationality Question and Zeki Velidi Togan in the Russian Revolution and the Civil War, 1917-1921”, Türklük Araştırmaları Dergisi, Mart 2002, sy. 11, s. 161-80. Özcan, Ömer, “Mustafa Çokayoğlu Hakkında Bir Mektup”, Toplumsal Tarih, Ağustos 1996, sy. 32, s.42-44.
176
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
______, “Muhaceretteki İdil-Ural ve Kuzey Kafkasya Önderlerinin Mücadelelerinden Bir Kesit”, Toplumsal Tarih, Haziran 1997, sy. 42, s. 52-59. ______, “Uzakdoğu’da İdil-Urallıların Varlık Mücadelesi”, Toplumsal Tarih, Aralık 1997, sy. 48, s. 39-43. Özcan, Ufuk, “İmparatorluktan Cumhuriyete Kimlik Değişimi: Ahmet Ağaoğlu’nun Hayatı, Dönemi ve Düşünceleri”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1996, 171 s. Özçetin, Yaşar, “20. Yüzyıl Başlarında Türkçülük Hareketi (1908-1923)”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1996, 91 s. Özden, Mehmet, “Türkçülük Akımı ve Batı Meselesi Üzerine”, Türkiye Günlüğü, Mayıs 1989, sy. 2, s. 32-34. ______, “Ceditçilik Üzerine”, Türkiye Günlüğü, Güz 1992, sy. 20, s. 76-78. ______, “Ceditçiliğin Tarihinden: Gaspıralı İsmail Bey ve Usulü Cedit”, Türkiye Günlüğü, Temmuz-Ağustos 1994, sy. 29, s. 221-25. ______, “Türk Yurdu Dergisi ve İkinci Meşrutiyet Devri Türkçülük Akımı (19111918)”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1994, 589 s. ______, “Türkçülük: Sınırlar ve Hayaller”, Türkiye Günlüğü, Mart-Nisan 1995, sy. 33, s. 86-90. Özdoğan, Günay Göksu, “Dünyada ve Türkiye’de Turancılık”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 388-405. Özer, Meryem, “Kırım Tatarlarının Emel Dergisindeki Siyasi ve Kültürel Faaliyetlerinin İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmalari Enstitüsü Genel Türk Tarihi Bilim Dalı, İstanbul, 2003, 227 s. Özkan, Fatma, “Ömrünün Baharında Vefat Eden Büyük Şair: Abdullah Tukay”, Türk Kültürü, Mart 1996, sy. 395, s.148-58. Paksoy, Hasan B., “Basmacı ve 1916-1924 Türkistan Bağımsızlık Savaşı”, Türk Tarihi Toplumların Mayası Uygarlık, Ankara: Mazhar Zorlu Holding Kültür Sanat Yayını, 1993, s. 122-37. Polat, Ümit, “Türk Dünyasında Açılan İlk Cedid Mektepleri Üzerine Bir İnceleme”,Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, 125 s. Rzayeva, Laman, “Azerbaijani Intellectuals During the Transition”, Yüksek Lisans Tezi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, 157 s. Sadıkov, Ramin, “Azeri Aydınlardan Yusuf Vezir Çemenzeminli (1887-1943)”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2003, 129 s. Sakal, Fahri, “Ağaoğlu Ahmed Bey”, Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1995, 309 s. Salikhov, Akhat, “Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Hayatı ve Muhaceretten Evvel Rusya’da Yayınlanmış Eserleri”, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1997, 112 s. Saray, Mehmet, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey (18511914), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1987.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
177
Saylık, Cemalettin, “1950 Sonrası Dönemde Yayınlanan İslam Düşüncesine Dair Eserlerde Tecdid-Islahat ve Reform Kavramları”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, İstanbul, 1996, 101 s. Seçilen, Orhan, “Türk Yurdu Mecmuasında Dış Türklerle İlgili Seyahat Yazıları”, Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İstanbul, 1969. Sevimli, Yakup, “Hayat Gazetesi Üzerine Bir Araştırma”, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2001, 701 s. Solak, Fahri, “Doğumunun 150. Yılında Gaspıralı İsmail Bey, Tercüman Gazetesi Bibliyografyası ve Türkçe Yayınlar”, Müteferrika, Sonbahar 2001, sy. 20, s. 79104. ______, “Türkistan ve Kafkasya ile İlgili Türkiye’de Yapılan Tezler”, Akademik Araştırmalar, 2000, c. 2, sy. 6, s.161-247. Somuncuoğlu, Bekir Türkmen, “Abdurrauf Fıtrat”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2000, 43 s. Soysal, Gün, “Ahmed Agaoglu (1869-1939). The Life and Thought of a Turkish Nationalist (1908-1918)”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi,Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1995, 233 s. ______, “Tatarlarda İslamla İlgili Bir Sempozyum ve İki Kitap”, Tarih ve Toplum, Şubat 2000, sy. 194, s. 62-64. ______, “20. Yüzyıl Başında Tatarlarda Kimlik Arayışı ve Diğer Türk Topluluklarıyla İlişkiler”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, 2001, 400 s. ______, “Tatarlar Arasında Türkçülük”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 1: Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 196-213. ______, “Ahmet Ağaoğlu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 1: Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 202-207. ______, “Rusya Kökenli Aydınların Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin İnşâsına Katkısı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 483-504. ______, “Zeki Velidi Togan”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 488-94. ______, “Rusya Müslümanları Üzerine Almanya’da Yapılan Yeni Çalışmalar”, Türklük Araştırmaları Dergisi, Mart 2002, sy. 11, s. 293-302. Söylemez, Orhan; Göksel Öztürk, “Abay Kunanbayev: 1845-1904”, Bir, 1995, sy. 5, s. 101-124. T.Y., Türkistan’da Türkçülük ve Halkçılık, A. Oktay (nşr.), İstanbul: Kağıt ve Basım İşleri, 1954, 80 s. Tahir, Mahmut, “Fatih Kerimî”, Kazan, İstanbul, 1971, sy. 2, s. 35-36. ______, Garep Harfleri Bilen Basılgan Tatar Neşriyatının Bibliyografyası, Ankara, 1976.
178
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
______, “Abdurrashid Ibragim”, Central Asian Survey, 1988, c.7, sy. 4, s. 35-40. ______, “Abunnasir Kursavi, 1776-1812”, Central Asian Survey, 1989, c. 8, sy. 2, s. 15558. Tamir, Ferhat, “Ayaz İshakî’nin ‘Türk Dünyasında Ortak Yazı Dili’ Konusunu İnceleyen Bir Yazısı, Türk Kültürü, Kasım 1990, sy. 331, s. 656-71. Tansel, Fevziye Abdullah, “Muhammed Ayaz İshaki”, Belleten, 1982, c. 46, sy. 181, s. 155-65. Taşkın, Yüksel, “Sadri Maksudi Arsal”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 4: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 496-99. Temir, Ahmet, “Abdünnasir Kursavî”, Kazan, İstanbul, 1971, sy. 4, s. 44-52. ______, “Kazan ve Şimal Türk Edebiyatının Eski Kaynakları”, Kazan, İstanbul, EylülKasım 1971, sy. 5, s. 12-20. ______, “Hüseyinoğulları”, Kazan, İstanbul, Mart-Ağustos 1972, sy. 7-8, s. 61-63. ______, “Abdulkayyum Nasırî’nin Hayatından Yapraklar”, Kazan, İstanbul, 1972, sy. 9, s. 23. ______, “Doğumunun 130 ve Ölümünün 50. Yılı Dolayısıyla Kazanlı Tarihçi Murad Remzi (1854-1934)”, Belleten, 1986, c. 50, sy. 197, s. 495-505. ______, Yusuf Akçura, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987, 103 s. Temizyürek, Fahri, “Osmanlı Mekteplerinde Ceditçilik Hareketi”, KÖK Araştırmalar, Osmanlı Özel Sayısı, 2000, s. 81-87. ______, “Osmanlı Devleti Eğitim Sahasındaki Yenileşme Hareketlerinin Gaspıralı İsmail Bey’e Etkileri”, Avrasya Etüdleri, Kış 2002, sy. 21, s. 3-13. Togan, Zeki Velidi, “İbn Haldun Nazarında İslam Hükumetlerinin İstikbali”, Bilgi Mecmuası, Haziran 1914, c. 2, sy. 7, s. 733-43. ______, “İslam Âleminde Tedennî Sebepleri ve Mercanî”, Yulduz, (Kazan), 1914, sy. 117. ______, “Rus Tarihî Edebiyatında Mercanî”, Sâlih b. Sâbit Ubeydullin (der.), Mercânî, Kazan: Maarif Matbaası, 1915, s. 468-84. ______, “Mercanî’nin Bir Eseri Toğrusunda Kayyum Nasırî”, Sâlih b. Sâbit Ubeydullin (der.), Mercânî, Kazan: Maarif Matbaası, 1915, s. 582-89. ______, “Türkistan ve Edil Havzasının Medenî Münasebetleri Tarihinden”, Yeni Türkistan, 1927, sy. 2-3, s. 25-30. ______, Onyedi Kumaltı Şehri ve Sadri Maksudi Bey, İstanbul: Bürhaneddin Matbaası, 1934, 60 s. ______, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1942, 696 s. İlk baskısı: 1928-39 yılları arasında Mısır’da eski harflerle. ______, “Büyük Alim Musa Carullah Reformatör müdür?”, Tasvir, 23 Eylül 1947. ______, “Musa Carullah: Mesleği, Şahsiyeti ve Eserleri”, Tasvir, 16 Eylül 1947. ______, “Musa Carullah Begi’nin Hayatı ve Eserleri”, Yeni Selamet, Kasım 1949, 5: 37105, 5-7, 16. ______, “Gaspralı (Gasprinski), Ismail”, Encyclopedia of Islam, 2nd ed., Leiden: E. J. Brill, 1965, 979-81. ______, “Ghafurî, Medjid”, Encyclopedia of Islam, 2nd ed., Leiden: E. J. Brill, 1965.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
179
______, “Azerbaycan”, İslam Ansiklopedisi, c. 2, s. 91-118. ______, Hatıralar, İstanbul: Hikmet Gazetecilik Ltd. Şirketi, 1969, 643 s. Togay, M. Feyzi, “Kayyum Nâsırî”, Türk Amacı, I. Teşrin 1942, c. 1, sy. 4, s. 165-70. ______, “Müverrih Şehabeddin Mercani”, Türk Amacı, 1943, sy. 8, s. 343-48. ______, Yusuf Akçuranın Hayatı, İstanbul: Hüsnütabiat Basımevi, 1944, 141 s. Toprak, Zafer, “II. Meşrutiyet’te Fikir Dergileri”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c. I. Tuna, Mustafa Özgür, “Gaspirali v. Il’minskii: Two Identity Projects for the Muslims of the Russian Empire”, Nationalities Papers, 2002, c. 30, sy. 2, s. 265-89. Tural, Sadık Kemal, “Gaspıralı İsmail Bey’in Osmanlı Türkiyesine Tesirleri”, Türk Kültürü, Mayıs-Haziran 1991, c. 29, sy. 337-338, s. 339-46. Turan, A. Şekür, “Doğu Türkistan Milli Mücadelesinde Yaş Türkistan Dergisinin Hizmetleri”, Türk Kültürü, 1977, sy. 177, s. 581-83. ______, Türkistan Bibliyografyası, İstanbul: Yaş Türkistan Yayını, 1979, 51 s. Türkoğlu, İsmail, “20. Yüzyılda Bir Türk Seyyahı Abdürreşid İbrahim”, Toplumsal Tarih, Ağustos 1995, sy. 20, s. 6-10. ______, “Abdürreşid İbrahim’in Bilinmeyen Yılları”, Toplumsal Tarih, Temmuz 1995, sy. 19, s. 13-17. ______, Sibiryalı Meşhur Seyyah Abdürreşid İbrahim, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1997, 172 s. ______, Rusya Türkleri Arasında Yenileşme Hareketinin Öncülerinden Rızaeddin Fahreddin, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2000, 368 s. Tüzün, Mehpare, “Ahmed Ağaoğlu’nun Hayatı ve Eserleri Üzerine Bir Araştırma”, Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İstanbul, 1976, 50 s. Uca, Alaattin, “Türkçülük Fikrinin Ünlü Mütefekkiri Ali Bey Hüseyinzade (Turan)’nın Hayatı, Fikirleri ve Eserleri”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1997, 311 s. Ulaş, Semra, “Musa Carullah’ın ‘Hatun’ Adlı Kitabı Işığında İslam Kadını”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1993, 265 s. Ulusoy, Belkıs, “Azeri Türk’e Göre Azerbaycan’ın Milli Problemleri, 1928-1931”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999, 173 s. Uslu, Ayşen, “Türk Matbuatında Türkiye ile Türkistan Arasında Edebî ve Fikrî Münasebetler (1905-1937)”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1997, 107 s. Ülgen, Erol, “Abbaskulu Ağa Bakûhanlı Kudsî (1794-1846)”, Dönemeç, 1999, sy. 4-7, s. 23-35. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yayınları, 1979, 496 s. Ülküsal, Müstecip, “Gaspıralı İsmail Bey”, Emel, Eylül-Ekim 1961, sy. 24, s. 2-9. ______, “Ismail Gaspıralı: the Outstanding Reformer in Turkestan, 1851-1914”, Emel, Eylül-Ekim 1965, sy. 24, s. 7-13.
180
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
______, “Cafer Seydahmet Kırımer”, Emel, Mart-Nisan 1970, sy. 57, s. 1-4. ______, “Ayaz İshaki İdilli”, Emel, Mayıs-Haziran 1978, sy. 106, s. 1-5. ______, “Büyük Düşünür ve Öğretmen Gaspıralı İsmail Bey”, Türk Kültürü, MayısHaziran 1991, sy. 337-338, s. 347-54. Ünal, Yaşar, “II. Meşrutiyet Döneminde Dini Düşünceyi Yenileştirme Hareketleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2001, 190 s. Veliyev, Afgan, “Sosyal Düşünce Tarihinde Mirza Bala Mehmetzade”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999, 166 s. Yaman, Ertuğrul, Gaspıralı İsmail Bey ve Ortak Türkçe, Ankara: Alternatif Yayınları, 2002, 160 s. Yarkın, İbrahim, “Türkistan’ın Hürriyet Şairi Çolpan”, Türk Kültürü, 1963, sy. 5, s. 3741. ______, “Türkistan’ın Eğitim ve Kültür İşlerine Bir Bakış”, Türk Kültürü, 1964, sy. 18, s. 137-45. ______, “Muhtar Türkistan ve Alaş Orda Hükumetleri ile Basmacılık Hareketi Hakkında”, Türk Kültürü, Eylül 1964, sy. 23, s. 36-43. ______, “Türkistan’da ‘Yeni Usul’ Öğretiminin Kurucusu ve Milliyetçi Rehber Münevver Kari”, Türk Kültürü Araştırmaları, 1965, c. 2, sy. 1/2, s. 160-72. ______, “Türkistan’da Uyanış – Millî Hareketler ve Münevver Kari”, Türk Kültürü, Ağustos 1966, sy. 46, s. 910-17. ______, “Türkistan’ın Ceditçi Devri Simalarından İdealist Öğretmen ve Teşkilatçı Hoca İşan Hanî”, Türk Kültürü, Ağustos 1967, sy. 58, s. 773-77. ______, “Türkistan’da Cedidcilik Devri Rehberlerinden, Edib ve Siyaset Adamı Mahmud Hoca Behbudi: 1874-1919”, Türk Kültürü, Nisan 1970, sy. 90, s. 410-14. ______, “Türkistan’ın Milliyetçi Edebi Simalarından Abdullah Kâdirî (Culkunbay), 1894-1939”, Türk Kültürü, 1971, sy. 100, s. 138-41. ______, “Türkistan’da Kazak Türklerinde Uyanış ve İlk Fikir Adamları, Türk Kültürü, Ocak 1974, sy. 135, s. 200-203. ______, “Türkistan’ın Cedidci Fikir Adamı, Yazar ve Şair Abdurrauf Fıtrat”, Türk Kültürü, Ocak-Şubat-Mart 1975, sy. 147-49, s. 183-86. ______, “19’uncu Yüzyılın İkinci Yarısında Buhara’da Islâhatçı Fikir Adamı Ahmed Dâniş”, Türk Kültürü, 1977, sy. 181, s. 43-46. ______, “Türkistanlı Cedidçi Şair Avez Otaroğlu, 1884-1919”, Türk Kültürü, 1984, c. 22, sy. 252, s. 42-44. Yeşilot, Okan, “Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in Hayatı ve Faaliyetleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul, 1999, 75 s. Yıldırım, İrfan Murat, “Ahmet Cevat (Hayatı ve Eserleri Üzerinde Bir Çalışma)”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1990, 69 s. ______, “Yusuf Vezir Çemenzeminli’nin Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerine Bir Araştırma”, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 1994, 188 s.
Sovyet ve Türk Tarih Yaz›c›l›¤›nda Rusya Müslümanlar›n›n Düflünce Tarihi
181
Yılmaz, Murat, “Ahmet Ağaoğlu’nda Liberalizm ve Milliyetçilik”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1996, 108 s. Yüksel, İbrahim, Azerbaycan’da Fikir Hayatı ve Basın, İstanbul: Acar Yayınları, [1988?], 174 s. Yüksel, Zuhal, “Gaspıralı İsmail Bey’in Anadolu Türklüğüne Tesirleri”, Türk Kültürü, Mayıs-Haziran 1991, sy. 337-338, s. 379-84. Zengin, Zeki Salih, “II. Meşrutiyet Döneminde Medreselerin Islahı Hareketleri ve Din Eğitimi (1908-1918)”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, 1993, 313 s.
Soviet and Turkish Scholarship on the Reformist (Jadid) Movements in the Muslim Turkic Communities of the Volga-Ural Region, Caucasus and Central Asia Ahmet KANLIDERE Abstract This survey examines the definition and scope of Jadidism and attempts to determine the basic characteristics of Soviet and Turkish scholarship in the field in order to achieve a better understanding of contemporary studies. Soviet studies varied in different periods but in general tended to see the intellectual history of the Muslims of Russia as a battle ground between progressives (enlighteners, democratic intelligentsia) and reactionaries (religious fanatics and panTurkist Jadids). Turkish scholarship, on the other hand, was made up mainly of the immigrant Turkic intellectuals and tended to focus on the pan-Turkist wing of the Jadids. It saw them as national liberators and progressive heroes. The collapse of the Soviet Union changed the parameters of the studies of the intellectual history of Turkic communities in Tsarist Russia. After the 1990s a larger body of young Turkish scholars interested in this field brought new perspectives, but still Turkish historiography has a Jadid-centered tendency that identifies almost all pre-Revolutionary Muslim intelligentsia as protagonists of progress and national liberation. Finally, this study presents a bibliography of books, articles, pamphlets and dissertations by Turkish scholars on the subject.
182
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Kanl›dere
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
183
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 183-195
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî Gülçin TUNALI KOÇ* KRAL ASSURBANİPAL’IN (M.Ö. 668-626) kütüphanesinde bulunan ve tarihi milattan önce yedinci yüzyıla, bir tahmine göre daha da eski dönemlere dayanan tabletlerin birinde şöyle yazar: “Ay takviminin on dördüncü günü (gökte) Ay ve Güneş birbirlerine zıt konumlarda olurlarsa Kral birçok haber alacak.”1 İsmini bilmediğimiz bir Babil kralına sunulmak üzere düzenlenen bu astrolojik tahmin, tarih boyunca tekrarlanıp duracak olan benzerlerinin ilk örneklerinden sadece birisidir. Astrolojinin, siyasetin bizzat içinde bulunanların, ‘yönetenler’in ilgisini çekmesi ve astrologların saraylarda bir nevi ‘danışmanlık hizmeti’ vermeleri tesadüfî değildir. Sağlıklarından düşmanlarının durumuna, dostlarının kimler olduğundan ülkelerini bekleyen doğal afetlere, savaşlardan hizmetkârlarının vefasına kadar geniş bir yelpazeyi kucaklayan sorularına ve bitmek tükenmek bilmeyen gelecek kaygılarına cevap arayan sultanların, şehzadelerin, kralların, prenslerin, vezirlerin, düklerin, emirlerin ya da aristokratların, emirleri altında astrolog/lar bulundurmaları, tarih boyunca değişmeyen ‘moda’lardan biridir. Hemen her birimi merkezîleştirmesiyle malum Osmanlı’da bu hal bir adım öteye taşınarak, “müneccim” olarak adlandırılan astrolog/astronomların müneccimbaşının idaresi altında devletin bir müessesesi haline gelmesi sağlanmıştır. Böylece siyasetin hemen merkezinde yer almaya başlayan bu insanların şimdiye kadar Osmanlı siyaset dünyasındaki yerlerinin gözden kaçmış olması, münevverlerin ilm-i nücûm gibi modern dünyada * Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü, Yüksek Lisans mezunu. 1 Wayne Shumaker, The Occult Sciences in the Renaissance: A Study in Intellectual Patterns, Berkeley: University of California Press, 1972, s. 11.
184
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
irrasyonel saydıkları bir uğraşa karşı bilinç altında geliştirdikleri rasyonel tepkiyle açıklanabilir ancak. Oysa Cemal Kafadar’ın yerinde tespitiyle, “Osmanlı siyaset düşüncesinin izini sürmek ve anlamak isteyenlerin işi, direkt olarak siyaset ile ilgili kavramlaştırma ve kuramlaştırmalara yer veren (siyasetnâme, ahlâk gibi) eserlerle ya da yasama gibi devletle ilişkisi belirgin alanlarla, saray-devşirme gibi kurumlarla sınırlı tutulmayacak bir iştir. Siyaset kültürünün değerleri ve duyarlılıkları, şiirden masallara, latîfe derlemelerinden görsel kaynaklara, birçok alanda araştırılmalıdır”,2 İşte bu yazımızda “birçok alan” tanımının içine giren ilm-i nücûm geleneğiyle siyasetin birebir ilişkisinden bahsetmeye çalışacağız. XIX. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış Ankaralı müneccim-şair Müderriszâde Sadullah el-Ankaravî’nin notlarından örneklerle de destekleyeceğimiz bu kısa ve daha ziyade konuya giriş niteliğindeki çalışmanın alanında bir ilk oluşu, metnin eksikliklerini mazur gösterir diye düşünüyoruz. a- İlm-i Nücûmun Tanımı XIII. Yüzyıl ortalarına kadar İslâm bilim literatüründe ilm-i ahkâm-ı nücûm, ahkâm-ı nücûm, ilm-i ahkâm ya da tencîm olarak adlandırılmaya ve ilimler tasnifinde ziraat, tıp ilmi ve simya ile birlikte tabiî ilimlerin bir şubesi sayılmaya başlanan astroloji ile ilm-i felek, ilm-i hey’et, ilm-i hey’eti’lâlem diye isimlendirilen ve matematiksel ilimlere giren astronomi, ilm-i nücûm adı altında tek bir ifade ile belirtiliyordu.3 İlimler tasnifindeki bu ayrıma rağmen XIX. yüzyıla kadar müneccim hem astronomi hem de astroloji ile uğraşan kimse manasına gelirken, yine her iki ilimden de bahsederken bir ayrım yapmaksızın kısaca ilm-i nücûm tabiri kullanılmaktaydı. Bu makalede de aynı şekilde, bahsi geçecek olan ilm-i ahkâm-ı nücûm olmasına rağmen çoğunlukla kısaca “ilm-i nücûm” tabiri kullanılacaktır. IX. Yüzyıl alimlerinden Ebû Ma‘şer’in (Albumasar) ifadesiyle “şimdiki zamanda ve de gelecek zamanda yıldızların kuvvetlerinin etkisinin bilgisi” 2 Cemal Kafadar, “Osmanlı Siyasal Düşüncesinin Kaynakları Üzerine Gözlemler”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 1: Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Istanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 28. 3 İlm-i nücûmun tanımıyla ilgili olarak bkz. C.A. Nallino, “Astrology”, Encyclopaedia of Islam (new edition), Leiden: Brill, c. 1, s. 494-97; Salim Aydüz, “Osmanlılarda Müneccimbaşılık Müessesesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 1994; George Saliba, A History of Arabic Astronomy: Plenetary Theories During the Golden Age of Islam, New York: New York Univ. Press, 1994; Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve İlim, çev. İlhan Kutluer, İstanbul: İnsan Yayınları, 1989; John North, Astronomy and Cosmology, New York and London: W.W. Norton & Company, 1995; Tevfîk Fehd, “İlm-i Ahkâm-ı Nücûm”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 22, s. 124-126.
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
185
olan ilm-i ahkâm-ı nücûm, yıldızların konum ve hareketlerinin bir işaret sistemi oluşturduğuna ve bu sistem sayesinde gelecek, şimdiki zaman ve geçmişe dair bilgi edinmenin mümkün olduğuna inanılmasına dayanan sistemleştirilmiş bir sanat/ilimdir. Milattan önce ikinci ve üçüncü binde eski Mezopotamya’daki yıldızlara tapmaya dayanan dinî düşünceyle derinden bağları olan astrolojinin bu medeniyetlerin beşiği kabul edilen coğrafyadan diğer bölgelere yayıldığı düşünülmektedir. Hindistan’da Hinduizm ve Budizm, Antik Yunan’da da Eflâtuncu ve Aristocu felsefelere uyum sağlayan astroloji, İslâm alimlerinin telif ve tercüme eserleri yoluyla da Avrupa’ya ulaşmıştır. İslâm dünyasında Hint astronomi-astroloji geleneğine dayalı Sindhind adlı eserin Bağdat’a ulaşma tarihi olan milâdî 770 tarihi, ilm-i nücûmun da sembolik kuruluş yılı olarak kabul edilir.4 Abbâsî halifelerinden Me’mûn’un koruyuculuğu altında gelişme gösteren ilm-i nücûm; el-Bîrûnî, Ebû Ma‘şer el-Belhî, el-Kindî, Ebû Sehl b. Nevbaht, Mâşallah, Feraganî, Harezmî, Nasîrüddin et-Tûsî, Uluğ Bey gibi alimler sayesinde de büyük gelişme göstermiştir. Bu alimlere kaynaklık eden Claudius Ptolemy’nin (Batlamyus) klasikler arasına giren Tetrabiblos** ve Almagest adlı eserleriyle Sasaniler’in Zîc-i Şahî’sinin Halife el-Me’mûn zamanında yapılan tercümeleri, Hintli Brahmagupta’nın Brahmasphutasiddhanta ve Khandakhadyaka adlı eserleri, yine Hintli Aryabhata’nın Aryabhatiya’sı, Hermetiklerin, Pisagorcuların, Yeni-Platoncuların teorik katkıları, Mısır’ın, Suriye’nin, Mezopotamya’nın, İslâm öncesi Arap astrolojisinin şifahî etkileriyle ilm-i nücûm, İslâm coğrafyasında X. ve XI. yüzyıllarda en yüksek seviyesine çıkmıştır.5 1138’de Tetrabiblos’un Latinceye yapılan çevirisinden XVII. yüzyıldaki bilimsel reformlara kadar Avrupa’da da geniş yer bulan astrolojiyi, XII. ve XIII. yüzyıl ilahiyatçıları Thomas Aquinas ve Albertus Magnus Hıristiyan teolojisi içerisinde meşrulaştırmaya çalışmışlardır.6 b- İlm-i Ahkâm-ı Nücûm ve Kullanıldığı Yerler İlm-i ahkâm-ı nücûm, “tabiî” ve “ahkâm” olmak üzere iki bölüme ayrılır. Tabiî astroloji ya da Omen astrolojisi fizikî nesneler üzerinde yıldızların 4 Nick Campion, “The Concept of Destiny in Islamic Astrology & its Impact on European Thought”, ARAM (The Journal for Syro-Mesopotamian Culture), Summer 1989, c. 1, sy. 2, s. 282. ** Tetrabiblos milâdî ikinci yüzyılda İskenderiye’de yazılmış ve İshak b. Huneyn tarafından milâdî dokuzuncu yüzyılda Yunancadan Arapçaya ve 1138 tarihinde Tivolili Plato tarafından Arapçadan Latinceye tercüme edilmiştir. 5 Zeki Tez, Ortaçağ İslam Dünyasında Bilim & Teknik, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Yayınları 14, 1991, s. 80-81. 6 Campion, 281.
186
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
etkisini incelerken, ahkâm astrolojisi gökcisimlerinin insan kaderi üzerindeki etkilerini inceler. Ahkâm astrolojisi de mevâlîd (genethlialogy) ve mesâil (interrogations) ile ihtiyâriyyât (hemerology) olmak üzere iki ana dala ayrılır. Mevâlîd en bilinen dal olup kişilerin doğum anında etkisi altında olduğu gök cisimlerinin haritasına dayanarak o insan hakkında her türlü yorumda bulunmaya verilen addır. İlk defa Babiller tarafından M.Ö. 400 dolaylarında kullanılan bu sanat İslâm topraklarında geniş yer bulmuştur. Ortaçağ görsel sanatı doğum anında tek başına ya da grup halinde müneccimleri resmeden minyatürlerle doludur. İhtiyâriyyât ilmi ise daha az önemli olmasına rağmen en çok uygulanan daldır. Belirli bir işi uğurlu ya da uğursuz vakitte yapıp yapmamayı mümkün kılmaya yarayan cetveller hazırlamak ve yıllara, aylara, günlere ve saatlere göre belirlenmiş olan bu vakitlere bakarak girişilecek iş için en uygun vakti seçmek (ihtiyar etmek)tir. Mesâil ise insanların her türlü günlük işleriyle alakalı olarak müneccimlere sordukları sorulardan ibarettir.7 Ahkâm astrolojisinin bu yönleri dolayısıyla çağlar boyunca müneccimlerin insanlarla doğrudan ilişkisi olagelmiştir. Girişte de belirttiğimiz gibi toplumun en eğitimli kesimlerinden biri olan müneccimlere danışmak özellikle yönetici kesim içinde yaygınlaşmıştır. Doğu dünyasından bahsedersek eğer, İran devlet geleneğinin de etkisiyle saraylarda bulundurulmaya başlanan müneccimler, halifeler için öylesine önemlidirler ki, neredeyse atacakları her adımı müneccimlere danışarak atarlar. Mesela Halife Mansûr’un, Bağdat’ın temelini, yukarıda adı geçen Ebû Sehl b. Nevbaht’tan şehrin uzun müddet ayakta kalacağına dair bilgiyi aldıktan sonra attığı söylenir. Yine meşhur filozof ve astronomi alimi olan Ebû Yûsuf Ya‘kûb b. İshâk el-Kindî (803-872), Halife Me’mûn (813-33), Mu’tasım (833-42) ve Vasık (842-47) dönemlerinde mütercimlik ve hocalık gibi çeşitli vazifeleri yanında “saray müneccimi” vasfıyla da sarayda bulunmuştur. Fâtimîlerden komutan Cevher de Kahire’nin temellerini atmak için müneccimlere uğurlu saat tespit ettirmiştir. Selçuklu sultanları nezdinde de büyük ehemmiyeti haiz olan müneccimlerin, sultanların kişisel müneccimi olarak orduyla beraber sefere katıldıkları malumdur.8 Avrupa’da da durum farklı değildir. Öyle ki, XVI. yüzyıl sözkonusu olduğunda, hanedan üyeleri ve aristokratların, zengin tüccarların ve burjuvazinin kendileri ve genelde oğulları için ayrıntılı doğum haritası çıkartmak, astrologların yaygın olarak uyguladıkları bir işlemdir.9 Mesela Gaurico adlı bir astrolog, Habsburg arşidükü Ferdinand’a 7 George Saliba, “The Role of the Astrologer in Medieval Islamic Society”, Bulletin d’Etudes Orientales, Damas, 1992, sy. XLIV, s. 56-60. 8 Aydüz, s. 14-15, 18-20. 9 Anthony Grafton, Cardano’s Cosmos: the Worlds and the Works of a Renaissance Astrologer, Cambridge: Harvard Univ. Press, 1999, s. 118.
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
187
Türkleri yeneceğini, sultanı elleri arkasında yakalayacağını ve Roma imparatorundan daha çok önem kazanacağını söylemiştir.10 Gaurico’nun bu sözleri Habsburgluların Türkleri Viyana kapılarından geri döndürmeleriyle bir ölçüde gerçekleşmiş olur. Hasımları Osmanlı Devleti hakkında bu tahminlerde bulunurlarken Osmanlı müneccimleri de boş durmuyordu. II. Bayezid zamanından beri sarayda resmen görevlendirilen müneccimler, başlarındaki amirleri müneccimbaşı idaresinde padişahlarının emir buyurdukları işlerde vazife alıyorlardı. Bunlar arasında takvim, imsakiye ve zayiçe hazırlamak, uğurlu vakit ve eşref saati tespiti, padişahların ve şehzadelerin doğum haritalarını çıkarmak gibi işler mevcuttu.11 Eşref saati tespiti öylesine bir çılgınlık halini almıştı ki camilerin, medreselerin temel atma törenlerinden, padişahların sahilhânelerine gitmelerine, ordunun sefere çıkmasından, has ahır atlarının sefere çıkmasına, padişahların verecekleri ziyafetlerden yeni elbise giymelerine, nikah akdinden öğrenime başlamaya, önemli bir memuriyete veya işe başlamadan köle satın almaya kadar her türlü iş için müneccimlere başvurulurdu.12 b-1 Müderriszâde Sadullah el-Ankaravî’nin Hayatından Örneklerle İlm-i Nücûm-Siyaset İlişkisi 1792(?)-1855 yılları arasında Ankara ve civarında yaşamış, nâiblik, müftülük, nakîbü’l-eşraflık yapmış, Fatin Tezkiresi’ne girecek kadar şairliğiyle de tanınan Ankaralı müneccim Müderriszade Sadullah el-Ankaravî’nin hayatı da devletin yüksek kademelerinde görevli şahısların bu tip sorularına cevap bulmakla geçmiştir.13 Sadullah Efendinin Ankara’ya yolu düşen hemen her yöneticiyle bir ilişki kurduğunu söyleyebiliriz. Kendi zayiçe mecmuasında Ankara’ya atanan hemen her yöneticinin görevine başlaması ve azlolmasıyla alakalı çıkarttığı haritalar için “ba‘zı ehl-i menâsıbın mansıb[?] oldukları ve beldeye duhul eyledikleri ve maslahat-ı mansıba[?] şurû‘ eyledikleri ve müddet-i 10 A.g.e., s. 123. 11 Aydüz, s. 112. 12 Raşit Gökdemir, “Osmanlı Memleketinde Müneccimler”, Yeni Türk, 1939, sy. 78, s. 231. Bu tür örneklere Başbakanlık Arşivi’nin kayıtlarında sıklıkla rastlanmaktadır. Mesela 4557 numaralı Hatt-ı Hümayun, özetle Tersanede yapılmış bir geminin bodoslama töreninin müneccimbaşının tayin ettiği vakitte yapıldığını bildirir. Yine aynı şekilde 4236 numarada kayıtlı Hatt-ı Hümayun da, III. Selim döneminde padişahın yapacağı tevcihler için Şevval ayının dördüncü Pazar gününün seçilmiş olduğuna dair müneccimbaşının zayiçesinin sunulup bu tevcihlerin bu vakitte yapılmasına dair teklif getirildiğini bildirir. Bkz. B.O.A., Hatt-ı Hümayun No. 4236, 4557. 13 Müderriszade Şeyhi Mustafa b. Seyyid Abdülkerim b. Sadullah el-Ankaravî’nin ayrıntılı hayat hikayesi için bkz. Gülçin (Tunalı) Koç, “Sadullah El-Ankaravî: Daily Concerns of an Ottoman Astrologer”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Univ., 2002.
188
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
mansıb[?] zayiçeleri” adı altında ayrı bir bölüm açmıştır.14 Tanzimat’ın getirdiği değişikliklerin yoğun olarak hissedildiği şehirde “Redif Mansûre Eyalet-i Ankara Müşirliği” adı altında Ankara, Kastamonu, Viranşehir, Çorum ve Çankırı sancakları birleştirilmiş ve 27 Cemaziyelevvel 1252 (9 Eylül 1836) tarihinde bu müşirliğe önce Mehmet İzzet Paşa atanmıştır.15 Daha sonra Ankara’ya vali/mutasarrıf olan Davut Paşa (1840-41), Sadullah Paşa (1841-41), Tayyar Paşa (1841-42), İsmail Paşa (1842-43), Rüstem Paşa (1843-44), İsmet Paşa (1844-46), Vasıf Paşa (1846-48), Hasan Paşa (184849), Mustafa Paşa (?-1854) ve Sadri Bey (1854-54) de Sadullah Efendiye başvuranlar arasındadır. Yine sancak veya eyaletlerdeki vergilerin tek bir çatı altında toplanmasını sağlamak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda üzerinde önemle durulan iltizam sorununa çözüm getirmek amacıyla atanan muhassıllar da şehrin yeni yöneticileri arasındadır16 ve muhassıl Zühdü Mustafa Efendinin adı, atandığı tarih olan 1840 yılından itibaren Sadullah Efendinin notlarında sıklıkla geçer.17 Muhassıllık kurumu başarı gösteremediği gerekçesiyle kısa bir süre sonra kaldırılınca iltizam usûlüne geri dönülür, ama eyaletlerin malî işleriyle doğrudan valilerin ilgilenmesi uygun görülmediğinden bu görevler defterdara bırakılır. Ankara’ya tayin edilen defterdar Mehmed Efendi (1843’te azl), Abdülhalim Bey (1848’te nasb), Galip Efendi (1849’da azl) ile Cazim Efendi (1849’da nasb) de böylelikle Sadullah Efendinin notlarında yerlerini almışlardır.18 Yönetimde eyalet-sancakkaza biçiminde yeni bir düzenlemeye gidildiğinde sancak yönetimi kaymakama, kaza yönetimi ise kaza müdürlerine verildi. Kaymakamlar Tanzimat öncesi sancak yöneticisi olan mütesellimlerin görevlerini üstlenmişlerdir. İsim olarak zaten var olan kaymakamlık, Tanzimat öncesinde vali ya da mutasarrıfların geçici bir süre yerlerine atadıkları kimselere verilen isimdi. 1842 senesinden itibaren kaymakamların görevleri, Küçük Meclis (1849 itibariyle Sancak Meclisi) denilen ve eyalet meclisine benzeyen kurul yardımıyla sancağı yönetmekti. Maliyeyi ilgilendiren konular dışında kay14 Bkz. Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi, Zayiçe Mecmu‘ası 342/ IVb. Bahsi geçen zayiçeler 54b ile 76b sayfaları arasındadır ve 1241-1268 yıllarını kapsamaktadır. Bunlar içinde Ankara ile ilgisi olmayıp da Sadullah Efendinin üç defa zayiçesine baktığı Mustafa Reşit Paşa da bulunmaktadır. İlk zayiçede Paşanın 12 Ramazan 1264 tarihinde ikinci defa sadrazam oluşu, ikincisinde 1268 senesi Rebiülâhir ayının dördünde azlolması ve üçüncüsünde de azlolmasından iki gün sonra meclis reisliğine atanması sözkonusu edilmiştir (70a). 15 İ.H. Uzunçarşılı, “Darendeli Mehmet İzzet Paşa”, Belleten, Ankara: TTK, 1964, c. 28, sy. 109, s. 241. 16 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997, s. 211. 17 Bkz. KRK. T. 226/7a, 11a; T. 215/12b, 13a, T. 222/6b. 18 KRK.Z.M. 342/23a, T. 240/8a, T. 222/13a, T. 236/6a, T. 240/11a.
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
189
makam ve sancak meclisinin doğrudan İstanbul’la yazışma yapması münasip görülmemiş, bunlar eyalet meclisi veya valiler aracılığıyla görülsün istenmiştir.19 Kaymakamın dışında mecliste mal müdürleri de vardır ve bunların görevleri eyaletteki defterdara denktir. Hazine gelirleriyle bütün vergilerin sancak meclisinin denetim ve aracılığı ile toplanması ve gerekli harcamaların yapılmasından mal müdürleri sorumluydu. Sadullah Efendi kısaca görevlerinden bahsettiğimiz kaymakam ve mal müdürlerinden de Ankara’ya atananları kaydetmiştir.20 Yukarıda bahsettiğimiz kaza müdürlerinden naib olarak gittiği kazalarda tuttuğu takvimlerde çokça bahseden Sadullah Efendi, ayrıca Tanzimat’ın getirdiği yeni kurumlarda da görev yapmış bir kişidir. Mesela kısa süreliğine de olsa, Muhassıllık Meclisi olarak kurulan ve 1842 senesinde bu kurumun kaldırılmasıyla Memleket Meclisi adı altında 1849 tarihine kadar çalışmalarını sürdüren, 15 Ocak 1849’da yayımlanan yeni bir talimatname ile de Eyalet Meclisi (Büyük Meclis) adını alan kurumda, 1840-1841 tarihlerinde görev yapmıştır. Bu göreviyle alakalı olarak bir zayiçe çıkartan Sadullah Efendi şöyle der: “Tanzimat-ı hayriye zuhûrunda âzâ-yı meclis olmak için kura olundukta ibtidâ bu fakîre ba‘de Hüseyin Efendiye ba‘de Dizdar Ağaya ba‘de Behçet Efendiye kura zuhûr edüb âzâ-yı meclis tayin olunduğumuzun tali‘i zayiçesidir.”21 Daha sonra bu kurumdan kendi rızasıyla Beypazarı nâibi olmak için istifa ettiğini yazan Sadullah Efendinin belli bir miktar maaş da aldığı anlaşılmaktadır.22 Biraz önce aktardığımız üzere 1842 tarihinde muhassıllık kurumunun kaldırılmasıyla bu meclislerin de Memleket Meclisi olarak el değiştirmelerinden Sadullah Efendi dolaylı olarak ‘âzâların hepsi azlolundu’ sözleriyle bahseder.23 Bundan başka Sadullah Efendiyi Tanzimat’ın getirdiği en büyük değişikliklerden biri olan nüfus sayımı işinde bizzat görev alırken görürüz.24 10 Zilhicce 1250 (09/04/1835) ile 1 Şaban 19 Çadırcı, s. 236-7. 20 Bahsi geçen Ankara kaymakamları Ataullah Bey, Ferik Osman Paşa, Ferik Mustafa Paşa (bu iki paşa vekil olarak kaymakamlık yapanlardandır), Sururi Bey, Sadri Bey, Hakkı Bey ve Halim Galip Efendi’dir. Sadullah Efendi’nin tek bahsettiği mal müdürü Halil Efendi’dir. 21 KRK. Z.M. 539/8b. 22 KRK. Z.M. 539/8b: “Âkibette hüsn-i rızâ ile meclisden istifa eyledik, Beypazarı niyâbetine nâil olduk.” “Âzâlık maaşının beratı elimize geldiği tali‘idir.” 20 Receb 1256 (23.05.1840). 23 KRK.T. 222/ 11b: “Ankara ehl-i meclisi cümleten azl olmuşlar.” 27 Zilhicce 1257. 24 KRK. Z.M. 539/7b, 8b: “Ankara’da defter-i nüfus nâzırı olduğumuzun fermanı bize geldiği tali‘idir.” 21 Zilhicce 1250 (21.03.1835); “Residen-i ferman be-destim.” 10 Zilhicce 1250 (10.03.1835); KRK.T. 222/7b: “Defter-i nüfus nezaretinden istifa ettim.” 1 Şaban 1257 (17/09/1841).
190
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
1257 (17/09/1841) yılları arasında Ankara’nın nüfus nâzırlığında bulunur. Ankara sicil defterlerindeki kayıtlarda Mutasarrıf Vezir Mehmed İzzet Paşanın tahrîrâtı ile merkeze teklif edilen “ehliyet ve liyakata sahip emin ve mutemed” insan olarak karşımıza çıkan Sadullah Efendi ilk sene bu görevini maaşsız olarak yürütmüştür. Daha sonra herhangi bir gelir kaynağı olmadığı için “kayd-ı müzâyakaya” dûçâr olan Sadullah Efendinin bu durumu Mehmed İzzet Paşanın dikkatini çekmiş ve bu başarılı nâzıra beş yüz kuruşluk aylık maaş bağlanmıştır.25 Bir mutasarrıfın yüksek dereceden bile olsa her memurun ekonomik durumuyla, sıkıntılarıyla ilgilenecek hali yoktur şüphesiz. Kayıtlara geçmemiş olsa bile bu tarihlerde Sadullah Efendinin kişisel notlarından biliyoruz ki, bu iki insan arasında sıkı bir danışılan-danışan muhabbeti sürmekte, Paşa, kişisel müneccimi vasfıyla Sadullah Efendiyle sık sık görüşmektedir. Hatta bazen bu görüşmeler zorla bile olmaktadır. “Devletlü veliyyünniam İzzet Paşa efendimiz istemiş hakipayane gittim mâşiyen yolda çok zahmet çektim ve düştüm yollar gayet çamur ve kar ve buz ile âlûde idi”26 sözlerinde ifadesini bulan bu zorunluluk hali, nâzırlık nimetinin dikeni olsa gerektir. Vak‘a-yı Hayriye’nin, öfkesiyle meşhur İzzet Paşasının burada sözkonusu olduğunu bilmek de Sadullah Efendinin neden bu kadar zahmet çekmek zorunda olduğuna dair bir ipucu verir.27 İzzet Paşa 1836 tarihinde Ankara Sancağı’na mutasarrıf olarak atanmış ve Sadullah Efendi de muhtemelen bir mecliste tanıştırıldığı Paşanın kişisel müneccimi olmuştur. Tam on dört sene boyunca ara ara Sadullah Efendi bu büyük “patron”undan söz eder. Sadullah el-Ankaravî’yi 14 Zilkade 1254/29 Ocak 1839 tarihinde Ankara’da Hisariçi Misafir Fakîh mahallesinde bulunan evinden kalkıp yağmur çamur demeden yollarda düşüp kalkarak Topal İzzet Paşanın ikamet ettiği mutasarrıflar için Tulice (Doluca) mahallesinde ki25 Rifat Özdemir, 19.yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları , 1987, s. 164. 26 KRK.T. 525/13a. 27 Uzunçarşılı, s. 245-46. İ.H. Uzunçarşılı, Hekimbaşı Salih Efendiden rivayeten şu hadiseyi makalesinde zikreder: “İzzet Paşa’nın iki oğlu hastalanmış, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in delâletiyle (takriben 1267 h. = 1851 m.) Hekimbaşı Salih Efendi, Paşa’nın çocuklarını muayeneye gitmişti. Hastaları gören Salih Efendi, lazım gelen vesâyâyı yapıp bir müddet İzzet Paşa ile oturup sohbet etmişler. Bu muhâsebe esnasında Paşa, zamâne hekimlerinden şikayet etmiş ve: ‘Ben kaptan-ı derya iken gemide bir baş ağrısına uğradım, geminin tabibini çağırdım, bir toz tertip etti, faidesi olmadı tekrar çağırdım, bu defa da bir su tertip etti, içtim, ağrı kesilmedi; üçüncü defa tabibi çağırttım, bu defa da bir hap tertip edelim demez mi? Herif âdeta benimle eğleniyordu. Canımın sıkıntısından ayağına bir gülle bağlayıp yuvarlayıverdim’ demiş ve Salih Efendide şafak atmış, şayet çocuklar iyi olmazsa benim başıma da bir hal gelir diye korkmuş ve semtinin uzak olmasından dolayı iktizâ ederse Yeniköy’deki Rum doktorların çağırılmasını tavsiye ile savuşmus ve Paşa’nın kethüdası tarafından kendisine muayene ücreti olarak üç kese kuruş (bir kese beş yüz kuruş olduğuna göre) bin beş yüz kuruş (zamanına göre dolgun para) verilmiş.”
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
191
ralanan ve daha sonra da valilik sarayı olan Hacı Abdi Paşa Konağı’na28 kadar götüren sebep, işte bu yazının anlatmak istediği şeydir. Sadullah Efendi ile İzzet Paşanın arasındaki ilişki yüzyıllardır devam eden müneccim-yönetici ilişkisinin bir nevi kristalleşmiş halidir, diyebiliriz. b-2 Müneccim-Danışan İlişkisinin Özellikleri Bu noktada bahsedilmesi gerekli olan şey, bu ilişki biçiminin içerisinde ‘patron-protègè’ sistemini de barındırmasıdır. Rifaat Ali Abou-El-Haj’ın üzerinde durduğu XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren vezirlere ve paşalara ‘kapılanmış’ kesimin merkezî görevler alarak yavaş yavaş sultanın ‘kapıkulları’nın yerini alması yani önemli pozisyonlara kendi adamlarının yerleştirilmesi meselesinin bir versiyonu, Sadullah Efendi ile İzzet Paşa arasında gerçekleşmektedir.29 Yukarıda gördüğümüz nüfus nâzırlığı pozisyonunda o konumu hak ediyor olsa bile Sadullah Efendiyi oraya getiren güç, İzzet Paşadır. Abou-El-Haj’ın işaret ettiği, memuriyet alabilmek için artık yeni bir tür kodlamayla karşı karşıya olunduğu hususu Sadullah Efendinin hemen bütün notlarında kendini gösterir. İzzet Paşanın ya da daha sonraları Nafiz ya da Davut Paşaların himayesi altına girmesi, böylelikle mansıb[?] alabilmesi ve bunun için öncelikle ilm-i nücûmdaki maharetlerini ve de şairliğini kullanması Sadullah Efendi için adeta bir zorunluluk halidir. Mesela bir rüyasında, yeni bir kanun dolayısıyla müftü ya da kadı atanacağını öğrenen Sadullah Efendiye bu görevlere talip olması söylenir. Sadullah Efendi de kendi durumunu paşaların bildiğini ve belki de yeni kanunu kendisi için hazırladıklarını söyler.30 Bir göreve atanabilmek için patronluğunu yapan yüksek dereceden bir mevki sahibinin devreye girmesi ve ancak bu şekilde devlet mekanizması içerisinde görev alınabiliyor olması Gelibolulu Mustafa Âlî (1541-1600)’nin ve Aşçı Dede İbrahim (1828-1910)’in de bildiği ve sıklıkla kullandığı bir yöntemdir.31 Bu yöntemin açığı, himayesi altına girilen paşanın gözden düşmesi halinde yaşanılan zorluktur. Muhtemelen Sadullah Efendi bu durumu aynı anda birden fazla paşaya müneccimlik yaparak aş28 Özdemir, s. 146. 29 Rifaat Ali Abou el-Haj, “The Ottoman Vezir-Pasha Households”, Journal of the American Oriental Society, 1974, 338-347. 30 “(...) yeni bir kanun açılmış ve müftü yahud kadı nasb olunacak imiş, bana sen talip ol paşalara rica eyle dediler ben dahi paşalar bilirler belki bu hususu benim için yaptılar beni görürler dedim böyle uyandım hayırdır inşallah.” T. 240/13b. 31 Bkz. Cornell H. Fleischer, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire: the Historian Mustafa Ali (1541-1600), Princeton N.J.: Princeton University Press, 1986, Carter V. Findley, Ottoman Civil Officialdom: A Social History, Princeton N.J. :Princeton Univ Press, 1989, ss. 281-292
192
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
maya çalışıyordu. Mesela vefatından üç sene önce İstanbul’a gitmesi ve orada kaldığı bir sene zarfında birçok nüfuzlu insanı ziyaret etmesi, halini arzetmesi, sırada bekleyen yüzlerce ilmiye kökenlinin arasından kendini göstermeye çalışması, ilm-i nücûm bilgisiyle gerçekleşmiştir. Kalplerini kemiren endişeler hakkında güzel sözler söylemek, bir nevi rahatlamak isteyen “hasta”larına psikolojik destek hizmeti de diyebileceğimiz hizmeti sunmak, müneccimlerin icra ettikleri sanatın zor yanlarındandır. Her zaman her gördüklerini söyleyemeyeceklerinden, kendilerine başvuranları uygun bir dille teselli etmek müneccimlere kalıyordu. Yukarıda gerekçelerini de anlattığımız toplumun itibarı yüksek kesiminin özellikle siyaset üzerine odaklaşan sorularına gökyüzünden cevap bulmaya çalışırken tarihin sayısız cezalandırmayla dolu olduğunu bildiklerinden müneccimlerin temkinli davranmayı istemeleri doğaldır. Çünkü beraber çalıştıkları kişiler çoğunlukla, toplumun gücü elinde bulunduran sınıfı olduğundan hayırsız kötü bir yorumun hayatlarına mal olabileceğinin, olmasa bile gözden düşüp kötü bir şöhretle yaşamak zorunda kalacaklarının farkındaydılar. Bunun ötesinde hayırsız olanın dile getirilmesinin mübah sayılmadığı bir toplumsal kodlamayla da karşı karşıya olduklarını unutmamak gerekir. Zira rüya yorumunda da karşımıza çıkan, rüyanın sırrının yorumda olduğundan hareketle rüyaları hep hayra yorma ve hayra yoracaklara emanet etme temayülü toplumsal belleğe adeta kazınmıştır. Hayırsız ve uğursuz şeylerin dile getirilmesi onlara davetiye çıkaracağından susmayı yeğlemek evlâdır. Bizans İmparatoru Konstantin ve halefleri zamanında, IV. yüzyılda yaşamış Firmicus Maternus adlı bir yazar da iyi bir astroloğun özelliklerini sıralarken; “Bir yıldız haritası oluştururken insanlar hakkındaki kötü şeyleri açıkça belirtmeyiniz; velev ki öyle bir noktaya rastladınız, cevabınızı belli bir suskunlukla tehir ediniz, çünkü böyle bir durumda yıldızların kötü etkilerinin insan üzerindeki belirleyiciliğini açıklamakla kalmaz, üstüne üstlük onaylamış da olursunuz” diye belirtir.32 Bütün bunların ışığında bakışlarımızı tekrar Sadullah Efendiye çevirirsek eğer, onun da bu rehberliği elinden geldiğince yapmaya çalıştığını görürüz. Kendisine başvuranlara “teselli verici sözler” söylediğinden bahseden Sadullah Efendi, mesela bir defasında, “perişan hal ve bi sâmân-ı dermanda kalan”, bu yüzden de hayata küsüp günlerini köyde geçiren ahbabı Nurullah Molla’ya teselli için bir vakit ihtiyar etmiş ve o vakitte Ankara’daki hânesine gelmesini ve oturmasını istemiştir. Sadullah Efendinin “Görelim Allah n’eyler” diye de belirttiği bu zayiçenin söylediği vakitte evine yerleşen Nurullah 32 Anthony Grafton,s. 19.
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
193
Molla’ya bir-iki ay geçmeden canbazbaşılık verilir ve molla maişetini bu işle karşılar olur.33 İlginç olan, teselli olsun diye arkadaşını bulunduğu kötü durumdan kurtarma adına hayırlı vakit tayin eden Sadullah Efendinin kendisinin bile sonuca şaşırdığıdır. “Fesübhânallâh!” der Sadullah Efendi, “ahvâl-i tali‘a ve kevakibe dikkat buyrula”. Yine çocukları olmasını çok isteyen çiftlere Sadullah Efendinin yaklaşımı “küllü müneccimin kezzâb fehvasınca teselli için veled olur deyü cevap verdik, el-ilmu indellah” şeklindedir.34 Bir diğer örnekte Maraş valisi Bursalı Selim Paşa azlolup memleketine dönerken Beypazarı’ndan geçer ve o vakitte Beypazarı’nda olan Sadullah Efendiye gelir. Azledilmiş, başı önünde memleketine giden paşanın kendisinden “mansıb[?] ve izz ü şeref” hakkında soru sorması üzerine Sadullah Efendi, Paşa için bir zayiçe hazırlar. Fakat karşısına berbat bir harita çıkar. Ne mansıb[?] vardır ne de izz ü şeref, sağlığı bile bozuktur, malı da perişan olur, ‘hâsıl-ı kelâm pek çok zahmet çekmeğe delâlet eder’. Sadullah Efendi de bunun üzerine şöyle yazar: “el-İlmu indellah ahkâm budur ama kendisine biraz teselliyâtı hâvî ahkâm yazılıp verildi, ba‘de zaman istimâ‘ oldu ki gayet perişan olmuş.”35 Sadullah Efendinin notları bu şekilde, endişeli devlet adamlarının başarılarının ve başarısızlıklarının sebeplerini öğrenmek için sordukları sorularla doludur. Hayatlarındaki önemli olayları -bu, sağlıkla, servetle, aldıkları mansıplarla, insan ilişkileriyle (dost-düşman-hanım-hizmetli-sevgili-çocuk) ya da kazandıkları veya kaybettikleri şerefle ilgili olabilir- söyledikten sonra Sadullah Efendinin bütün bu saydıklarının sebeplerini doğum zayiçelerine bakarak bildirmesini beklerler. Selim Paşa örneğinde olduğu gibi genellikle tek bir olay üzerine vukû‘ bulma vaktini haber vererek bu olayın sebebini öğrenmek isterler. Bir başka örnekte kendi kavgacı karakterinden rahatsız olan yüksek rütbeli bir subay Sadullah Efendiye danışır. “Neden ben çocukluğumdan beri böyleyim?” sorusuna cevap arayan 1203/1788 doğumlu Tersane-i Âmire’de Meclis-i Bahriye âzâsı olan Miralay Ali Bey, çareyi İstanbul’da -büyük olasılıkla bir dost meclisinde- tanıştığı Sadullah Efendiye sormakta bulur. Bu zayiçeden çıkan sonuç ise şöyledir: “Mûmâileyhin kendi takrîrine göre ve hemşire ve sâir eski akrabalarından tashîhine göre tashîh eyleyüb eski takvimlerden işbu zayiçe yapıldı. Lakin sâat-i vilâdeti tahkikan mazbut değildi, tahmînen ve takrîben bu zayiçe yapıldı. Ba‘de bazı ahkâm kitaplarından tatbikan bazı ahkâm söylediğimde bu haller bende vardır deyü tasdik eylediğinden tali‘-i vilâdeti böyle olduğuna tayîn-i 33 KRK. Z.M. 342/ 117b. “Vakt-i muhtâr berâ-yı duhûl-i hâne ve belde Nurulah Molla” 19 Ramazan 1254 (06/12/1838). 34 KRK. Z.M. 342/100b. 35 KRK. Z.M. 342/83a.
194
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
kesb eyledim. Ve kendi takrîri olan keyfiyetini dahi takrîri üzere bu mahalle tahrîr eyledim. İmdi nakletti ki hîn-i sabavetimde akrânım etfâlin hafv ve hiras eyledikleri meyt ve kıtal veya maktûle bakmak veyahud bir kimesneyi cerh ve katl iderleriken bakub onunla telezzüz etmek âdetim idi. Ve hâlâ bu makûle nesnelerden havf etmem ve hatırıma havf gelmez hatta her kiminle kavga etsem elbette galib olurum deyü (?) ederüm asla havf u haşiyyet nedir bilmem dedi. Arz-ı âcizâne takrîri ile Merih’in derece-i âşirde bulunduğu ahkâmına tasdik etmiş olmağla bu kadar tahvîl-i kelâm olundu.”36 c- Sonuç Bu çalışmanın konusu, mazisi nerdeyse insanlık tarihi kadar eski olan astrolojiyle yöneticiler arasında var olan ilişkiyi Ankaralı müneccim Sadullah el-Ankaravî örneğinde mercek altına almaktır. İlk baştan itibaren saraylarda yer alan astrologların düzenledikleri zayiçeler/horoskoplar sayesinde hükümdarlar ve devlet yönetimi, sosyal ve kültürel hayat hakkında birçok bilgiye erişme, Batılı tarihçilerin özellikle Ortaçağ ve Rönesans sözkonusu olduğunda başvurdukları bir yöntemdir. Tarihçiler Abbâsî ve Endülüs Emevîleri dönemlerindeki ilm-i nücûm yazmalarından da faydalanmışlardır. Geniş bir alanda altı yüzyıla varan yönetimi esnasında müneccimlere çokça danışılan Osmanlı tarihi sözkonusu olduğunda ise yüzlerce el yazması ve bu birikim birkaç çalışma haricinde göz ardı edilmiştir. Bu yazmaların çok küçük bir kısmının incelenmesi neticesinde ortaya çıkan ve Osmanlı siyaset kültürü konusunu ele alan bu çalışmamızdan çıkan sonuç, patronaj sisteminin şemsiyesi altında devam eden ilişkinin daha çok bir danışmanlık hizmeti şeklinde kendini gösterdiği ve bunun da atandıkları görevlerden her an geri çektirilme korkusuyla yaşayan ve devlet kademelerinde sürekli daha iyi pozisyonlara gelmek için uğraşan yüksek rütbeli memurların ve paşaların, endişelerini sorularıyla su üstüne çıkarıp müneccimlerinden güzel sözler duymayı istemeleri şeklinde tezahür ettiğidir.
36 KRK Z.M. 342/23a.
Osmanl› Siyaset Kültürünü Anlamada Kaynak Olarak ‹lm-i Nücûm: Sadullah el-Ankaravî
195
‹lm-i Nücûm as a Source for Understanding Ottoman Political Culture: The Case of Sadullah el-Ankaravî Gülçin TUNALI KOÇ Abstract This introductory essay’s aim is to emphasize the fact that ilm-i nücûm is one of the most fruitful domains to explore the codes of the Ottoman political culture. By doing this, a prominent müneccim of his province, Sadullah el-Ankaravi of Ankara is being exemplified. The article is divided into four parts: a definition of ilm-i nücûm and ilm-i ahkâm-ı nücûm is presented in the first two parts. In the third part, Sadullah Efendi’s relations with the prominent people of higher ranks are shortly explored and the fourth part gives the main features of this relationship: patronage system and personal consultancy.
196
TAL‹D, 2(1), 2004, G. Tunal› Koç
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
197
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 197-224
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar* H. Emre BA⁄CE** Giriş GERÇEKLİĞİ ANLAMAK/ANLAMLANDIRMAK İÇİN, insanoğlu sınırsız sayıdaki olgular arasında sürekli ilişkiler kurar; bir anlamda, gerçekliği açığa çıkarmaya, kavramaya ya da anlamlandırmaya çalışırken dünyayı zihinsel olarak yeniden inşa eder. Bütün bu uğraşlar içinde elde edilen bilgi, sistematik biçimde ve belirli kıstaslar içinde yürütüldüğünde “bilimsel bilgi” olarak nitelenir. Bilimsel faaliyetlerde, teori ve pratiğin birbirinden bağımsız olmadığını söylemek malumu ilâmdır; yine de kategorik olarak teorinin önce geldiğini vurgulamak gerekir. Hangi olgulardan başlanacağı konusunda özellikle içinde bulunulan zaman ve topluluğun koşulları kadar araştırmacının tercihleri de önemli rol oynar. Araştırmacının bir şeyi incelemeye karar vermesi ile onu işleyiş biçimi arasında bir dereceye kadar farklılık bulunsa da, kendi başına konu seçimi, yani birçokları arasından özellikle belirli olguların ele alınması, bir tercih meselesidir ve bu yönüyle bilimsel uğraş değer-bağımlıdır. Araştırmacının benimsediği değerler araştırmanın sürdürülmesi sırasında nasıl bir yöntem uygulanacağını ya da ne tür sonuçlara ulaşılacağını da çoğunlukla etkiler. Bu açıdan, bilimde ‘tarafsız’ veya ‘nesnel’ olmak gibi pozitivist nitelikli savlar çoğunlukla söylemden öte bir anlam taşımaz. Bu demek değildir ki, herhangi bir araştırmanın tutarlılığı ve yetkinliği diğerleri ile karşılaştırılamazdır; bilimsel çalışmaların tümü gerçekliği aynı ölçüde açıklayamadıklarına ya da anlamlandıramadıklarına göre, herbirinin açıklama gücüne ve iç ve dış tutarlılığına göre aralarında bir sıralama yapılabilir. * Makalenin yazılma süresince gösterdiği ilgi ve anlayıştan dolayı Yunus Uğur’a, makalenin ilk taslağını değerlendiren ve eleştirileri ile yazının olgunlaşmasına katkıda bulunan anonim hakemlere teşekkür ederim. ** Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.
198
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
İster doğa bilimleri olsun ister sosyal bilimler olsun, genel olarak bilimin birincil amacı gerçekliği anlamaya ya da kurmaya çalışmasıdır. Bunun için, her bir disiplinin yöneldiği alana uygun araç-gereçlere ve daha da önemlisi kavramlara sahip olması gerekir. Var olan kavramlar yetersiz kaldığında yenileri üretilir; bu aynı zamanda, hem dünyayı algılayışımızın kapsamını genişletir, hem de onu yeniden yorumlamamıza yardımcı olur. Doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin inceleme alanları farklı olduğundan yöntemlerinin de farklı olduğu genelde kabul edilir. Doğa bilimleri açıklamaya, dönüştürmeye ya da kullanmaya, sosyal bilimler ise anlama, eleştirme ve dönüştürmeye yönelir. Doğa bilimlerinde, doğa kendi iradesine göre hareket eden, kendi bilincinde bir özne olarak görülmediğinden ‘inceleyen’ ve ‘incelenen’ arasında tek yönlü bir ilişki kurulur. Buna karşın, sosyal bilimlerde ilişkiler daha karmaşıktır; inceleme etkin bir varlık olan insan tarafından yine etkin bir varlık olan insana ve insanın meydana getirdiği kurumlara yöneldiği için çoğunlukla anlama ve eleştiri birarada bulunur. İlkinin aksine ikincide taraflar sözkonusudur. Her iki alanda da birbirinden bağımsız ya da karmaşık bir yığın olarak görülen olgular arasında ilişkiler kurulur. Bu noktada, özellikle sosyal bilimler ve ideoloji birbirine yaklaşır. Gerçekliğin, çıkarlar doğrultusunda özellikle belirli bir biçimde kurulması, var olan ilişkilerin gizlenmesi ya da birbirinden kopartılması, aralarında ilişki bulunmayan olgular arasında sözde ilişkiler kurulması ya da negatif bir ilişkinin pozitif olarak, pozitif bir ilişkinin de negatif olarak kurulması ideolojinin ayırt edici özelliğidir. Bu nedenle, sosyal bilimler ile ideoloji çoğunlukla içiçe geçer. Marx ve Mannheim’ın ideoloji ile ilgili tespitleri1 de ideolojinin açıklama veya anlamaya yönelik sistematik bir faaliyet olmaktan çok, gerçekliği egemen çıkarlar doğrultusunda çarpıtmaya yönelik olduğuna işaret eder; belirtmek gerekir ki, ideolojinin bilim olarak sunulması da, yani gerçekliği gizleme veya çarpıtmaya yönelik bir faaliyetin gerçekliği kurma veya anlamaya yönelik sistematik bir faaliyet olarak sunulması da yine bir ideolojidir.2 Türk siyasal li1 Bkz., Karl Marx ve Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar, Ankara: Sol Yayınları, 1976, I, 55-59; Karl Mannheim, Ideology and Utopia: An Introduction to the Sociology of Knowledge, New York: Harcourt Brace Jovanovich Publishers, 1936. 2 İdeolojinin farklı birkaç anlamı bulunmaktadır. Bu çalışmada geniş anlamda ideoloji, kültürel veya siyasal bakımdan sistematik dünya görüşü, dar anlamda ise gerçeği çarpıtma veya gizleme anlamında kullanılmıştır. Liberalizm, sosyalizm, muhafazakârlık, faşizm, ulusçuluk vs. gibi siyasal ideolojiler birinci tanımın içinde yer almaktadır. Kemalizm de bu grup içindedir. İdeolojinin ikinci anlamı için bilim felsefesi ve bilgi sosyolojisi ile ilgili çalışmalara bakılmalıdır. Mannheim, a.g.e. ve Barry Barnes, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, çev. Hüsamettin Arslan, Ankara: Vadi, 1990. İdeolojinin birinci ve ikinci anlamları için bkz. Şerif Mardin, İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992; Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, yedinci baskı, 1995; Can Şahan (der.), İdeoloji Üzerine, İstanbul: Kuram Yayınları, ts.; Michele Barrett, Marx’tan Foucault’ya İdeoloji, çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Sarmal Yayınları, 1996.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
199
teratürü bilim ve ideolojinin yer değiştirmesinin ya da ideolojinin bilimin yerine ikame edilmesinin çarpıcı örnekleriyle doludur. Aşağıda ele alınacağı üzere, Mustafa Kemal’in görüşlerini anlamak veya yorumlamak için başvurulan modernleşme kuramları çoğunlukla Kemalizmin yanlış yorumlanması ya da çarpıtılmasıyla sonuçlanır. Bu yazıda, özellikle Kemalizm ve resmî ideolojiye yönelik bakış açıları ve savları bağlamında Türk siyasal literatürünün bir değerlendirmesi ve eleştirisi yapılacak ve bu çerçevede yeni bir sınıflama önerilecektir. Türk siyaseti ve resmî ideoloji ile ilgili literatür, bakış açısı ve yöntemlerine göre beş temel kategoriye ayrılabilir: (i) Geleneksel-tepkisel yaklaşım, (ii) Kemalist ve liberal türleri ile savunmacı yaklaşımlar, (iii) tarihsel-sosyolojik yaklaşım, (iv) analitik-eleştirel yaklaşım ve (v) neoliberal yaklaşım. Bu yaklaşımlar karşılıklı olarak birbirini tamamen dışlamazlar; zaman zaman benzer argümanları, önermeleri ve hipotezleri paylaşırlar. Bu nedenle, her biri gerçekliği tamamen yansıtmayan ideal tipler3 olarak görülebilirler. Yine de, böyle bir sınıflandırma okuyucuya geniş bir tartışma koleksiyonunu değerlendirme ve onunla başa çıkma olanağı sağlar; şematik bir çerçeve ya da harita işlevi görerek literatürün farklı rotalarını gösterir. Bu sınıflandırma için bir başka hatırlatmada daha bulunmak gerekir: Sınıflandırma sırasında belirli yazarların belirli çalışmalarda benimsedikleri argümanlar üzerinde durulmuştur; diğer bir deyişle, bahsi geçen kişilerin görüşleri zamanın ve olayların akışı içinde değişebilir veya başka çalışmalarında daha farklı bir bakış açısı sergileyebilirler. Belirlediğimiz yaklaşımlar, Cumhuriyetin resmî ideolojisi ile ilgili olarak farklı bakışlara, hipotezlere ve metodolojilere sahip olduklarından dolayı yetkinlik veya kapsam bakımından da farklılık gösterirler. Ricoeur’ün işaret ettiği üzere, bir argümanın yetkinliği metodolojisinden ve analizlerinin sonuçlarından dolayı değişir; artar veya azalır.4 Bu çerçevede, bir yaklaşım, diğer(ler)inin ilgilendiği önerme ve hipotezleri açıklamakla kalmayıp, diğer(ler)i tarafından bilinçli veya bilinçsiz olarak dikkate alınmayan veya ihmal edilen kaynakları ve verileri göz önüne aldığında, yeni hipotezler geliştirdiğinde veya yeni yorumlar getirdiğinde onun diğer(ler)inden daha yet3 Max Weber, Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology, der. Guenther Roth ve Claus Wittich, Berkeley: University of California Press, 1978, s. 19-22. 4 Paul Ricoeur, “The Model of the Text: Meaningful Action Considered as a Text”, Social Research, vol. 38, 1971, s. 529-555. Metot ve metodolojinin birbirinden farklı olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Metot ya da yöntem belirli teknikleri kapsar ancak metodoloji bu tekniklerin seçimi, teori kurulması ve temel varsayımları ele alır; dahası bu önermelerin toplumla ilişkisini de değerlendirir. Bu konuda ayrıntılı tartışmalar için bkz. Raymond A. Morrow, Critical Theory and Methodology, Thousand Oaks, California: Sage Publications, 1994, s. 36.
200
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
kin olduğu söylenebilir. En azından, Popper’in belirttiği üzere,5 yanlışlanabilirlik ölçütünü taşımaları koşuluyla, daha zor yanlışlanabilir bir hipotez daha kolay yanlışlanabilir bir hipoteze tercih edilir. Savunmacı ve tarihsel-sosyolojik yaklaşımlar geniş şekilde, analitikeleştirel yaklaşım da kısmen akademik çevrelerde kabul görmektedir. Geleneksel-tepkisel yaklaşım ise tarihsel olarak resmî ideoloji ve literatürle birlikte süregelmesine rağmen akademik çevrelerde kendine hemen hemen hiç yer bulamamıştır. Bunun başlıca iki nedeni vardır; birincisi, resmî ideoloji ve resmî tarihi benimsemediği için dışlanmış ya da görmezlikten gelinmiştir. İkincisi, belki daha da önemlisi, geleneksel-tepkisel yaklaşım bilimsel sistematiği ve yöntemi kullanmadığı için çoğunlukla ihtiyatla karşılanmıştır. Diğer taraftan, 1990’larla birlikte ortaya çıkan neoliberal yaklaşım, liberal-savunmacı ve analitik-eleştirel yaklaşım arasında kendine bir yer bulmaya çalışmaktadır. Neoliberal yaklaşım liberalizmi merkeze alarak Kemalizm’in bir okumasını yapmaya çalışır ve kendi içinde uyumsuz sayılabilecek iki alt türe ayrılır. Bunlardan ilki Kemalizm’in bir ideoloji olmadığını öne sürerek onu liberalleştirmeye çalışan ve daha çok Sami Selçuk tarafından temsil edilen türdür. Mustafa Erdoğan ve Atilla Yayla’nın başlıca temsilciliğini yaptığı ikincisi ise, savunmacı yaklaşımlar dışında yer alan diğer yaklaşımların eleştirel bakışını benimseyerek Kemalizm’in resmî bir ideoloji olduğu, dolayısıyla liberal bir içerikten yoksun bulunduğu görüşünü dillendirir. Her ne kadar bugün kendisini kabul ettirmiş bir yaklaşım olmamakla birlikte, genel olarak neoliberalizm Türkiye’de etkisini artırdıkça bu yaklaşım da yaygınlaşacak gibi gözükmektedir. 1. Geleneksel-Tepkisel Yaklaşım Türkiye’de geleneksel yaklaşımın kökleri Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde karşılaştığı krizlere bir tepki olarak gelişen İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük akımlarının ilk ikisine dayanmıştır. Cumhuriyet döneminde egemen ideoloji haline gelen Kemalizm, İslamcılık ve Osmanlıcılığı reddetmiş, politikalarını Türkçülük ve Batılılık esasına dayandırmıştı. Özellikle İslamcılık ve Türkçülük arasındaki ilişki sıfır-toplamlı oyunu çağrıştırır; diğer bir ifadeyle, bir taraf ne kadar kaybederse diğer taraf o kadar güçlenir. Her iki akım karşılıklı olarak birbirini dışlar; yeni dönemde ulusçuluk esasına dayalı bir devletin kuruluşu benimsendiği için, her ikisinin uzlaşmaz tutumu erken Cumhuriyet döneminde olduğu kadar sonrasında 5 Bkz. Karl R. Popper, Conjectures and Refutations, London: Routledge & Kegan Paul, 1963.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
201
da Türk siyasal yaşamı ve düşüncesi üzerinde derin izler bırakmıştır. Geleneksel yaklaşım, bu çerçevede, laiklik yorumu ve uygulamaları başta olmak üzere Kemalizm’in karşısında yer almıştır. Geleneksel yaklaşımın kendi içinde homojen olduğunu söylemek mümkün değildir. Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi,6 İsmail Kara’nın Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi7 ve kısmen Nuray Mert’in Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış8 başlıklı eserleri, geleneksel yaklaşımı ayrıntılı şekilde ele almıştır; ayrıca, okuyucu sözkonusu çalışmalarda çok kapsamlı bir literatür bilgisine de ulaşabilir. Bu nedenle, burada yalnızca sözkonusu geleneğin farklı bir uzantısı olarak değerlendirdiğim, başlıca temsilciliğini Abdurrahman Dilipak, Mehmet Doğan, Sadık Albayrak, Burhan Bozgeyik ve Hasan Hüseyin Ceylan gibi yazarların yaptığı popüler yakın tarih çalışmalarının Türkiye’nin resmî ideolojisi ile ilgili bakış açısı, temel argümanları ve metodolojisi kısaca değerlendirilecektir.9 Bu çalışmaların, konuyu ele alışı ağırlıklı olarak tepkisel bir nitelik taşıdığı için geleneksel-tepkisel yaklaşım biçiminde sınıflandırılmalarının uygun olacağı düşünüldü. Geleneksel-tepkisel yaklaşımın belirgin özelliklerinden biri, Kemalist ideolojiyi ve Cumhuriyet dönemi modernleşme hareketini, temelleri, amaçları, karşılaştığı ve ürettiği sorunlar bakımından kendi örüntüsü içinde değil, geleneksel kurumlara ve değerlere etkisi bakımından ele almasıdır. Bu yönüyle, Kemalist ideolojinin tepkisel bir yorumu olarak görülebilir. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi modernleşme hareketi, Batı’yı örnek alarak, geleneksel toplumu dönüştürmeyi amaçlamıştı ancak bu nihaî bir 6 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yayınları, 1979. 7 İsmail Kara (haz.), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul: Risale Yayınları, 19861987. 8 Nuray Mert, Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. 9 Bkz. D. Mehmet Doğan, Batılılaşma İhaneti, İstanbul: Timaş Yayınları, 1993; Burhan Bozgeyik, İslam Birliği Üzerine Oynanan Oyunlar, İstanbul: Timaş, 1993; a.mlf., Bize Nasıl Zulmettiler, İstanbul: Çile Yayınları, 1993; a.mlf., İşte Zulmün Belgeleri, İstanbul: Erhan Yayınevi, 1999; Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, İstanbul: Sebil Matbaası, ikinci baskı, 1975; a.mlf., Cumhuriyet’e Doğru, İstanbul: Araştırma Yayınları, 1989; a.mlf., Türkiye’de İslamcılık-Batıcılık Mücâdelesi, İstanbul: Risale Yayınları, ikinci baskı, 1990; a.mlf., Çağdaş Devrim Yobazları, İstanbul: Timaş, 1991; a.mlf., Devrimin Çakıl Taşları, İstanbul: Medrese Yayınevi, üçüncü baskı, 1981; Abdurrahman Dilipak, Bir Başka Açıdan Kemalizm, İstanbul: Beyan, ikinci baskı, 1988, a.mlf., Cumhuriyete Giden Yol: 1919’dan 1923’e, İstanbul: Beyan, ikinci baskı, 1989, a.mlf., İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Yayınları, yedinci baskı, 1989; Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, 3 cilt, İstanbul: Timaş, 1989; Hüseyin Yılmaz, İnkılab Kurbanları, İstanbul: Timaş, 1990; a.mlf., Ayasofya, İstanbul: Timaş, 1990.
202
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
amaç değildi; özellikle Kemalizm’in başlıca amacı, güçlü bir ulus ve devlet yaratmaktı, Batılılaşma ise bu amacı sağlayan bir araç olarak görülmüştü. Bu doğrultuda, Kemalizm geleneklere olduğu kadar Batı’ya da karşıydı.10 Geleneksel-tepkisel yaklaşım, Kemalizm’in bu yönelimini doğru okumamış (sonuçları itibarıyla bakıldığında kısmen böyle bir durum ortaya çıkıyorsa da), sanki yalnızca geleneksel toplumu ya da dini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir hareket olarak algılamıştır. Özellikle İstiklal Mahkemeleri örneğinde olduğu gibi, yeni kurulan hükümetin iktidarını sağlamlaştırma yönündeki uygulamaları, saltanat ve hilafet gibi kurumların kaldırılması, ölçü, tartı, takvim, eğitim alanlarındaki standartlaştırma ve ulusallaşma çabalarını din karşıtlığı biçiminde yorumlamış ve bu doğrultuda tepki vermiştir. Bu çerçevede, geleneksel-tepkisel yaklaşım Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal tarafından okunan hutbelere ve hilafeti koruma yönündeki demeçlere rağmen Cumhuriyet döneminde laikliğin kabul edildiğinin, saltanat ve hilafetin kaldırıldığının altını çizerek Cumhuriyet elitinin ihanetinden söz eder. Ayrıca Cumhuriyet döneminde ‘türbelerin ahır’, ‘camilerin depo’ yapıldığı temalarını işleyerek Kemalizm’e karşı popüler bir tepki oluşturmaya çalışır. Geleneksel-tepkisel yaklaşım ile savunmacı yaklaşımların tezleri tamamen karşıt olsa da bakış açıları benzerdir. Cumhuriyet dönemi kendisini haklılaştırabilmek için nasıl ki Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini yok saymış ya da ona karşı kötüleyici bir tutum takınmış ve bu tutum savunmacı yaklaşımlar tarafından sürekli yinelenmiştir, geleneksel-tepkisel yaklaşım da Cumhuriyet dönemini yadsımaya ya da tersine çevirmeye çalışmıştır; yani Cumhuriyet dönemini her yönüyle olumsuzlarken, Cumhuriyet öncesini aklama çabasına girmiştir. Geleneksel-tepkisel yaklaşımın yöntemi genelde eklektik ve pragmatiktir; yani kendi savlarını desteklemek için ilgili veya ilgisiz birçok temayı bağlamı dışında kullanır, kendi savını destekleyecek örneklerden ve kaynaklardan yararlanarak gerçekliği yeniden kurmaya çalışır.11 Gelenekseltepkisel yaklaşımın dikkat çeken bir özelliği Kemalist ideolojiyi bütün yönleriyle çözümlemeye girişmemesidir. Düşüncelerden ziyade olaylar ve kişiler üzerinde durması da geleneksel-tepkisel yaklaşımın diğer bir özelliği olarak görülebilir. Özellikle siyasal ve askerî elit arasındaki çatışmada kay10 Bu konuda bkz. H. Emre Bağce, “Türkiye’de Ulusal Modernleşme: Diyalektik Bir Bakış”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sy. 62, Mart 2002, s. 96-101. 11 Biraz farklı bir bağlamda da olsa, Cemal Bâli Akal’ın Ali Bulaç eleştirisi, sözünü ettiğimiz durum için açıklayıcı bir örnek oluşturmaktadır. Bkz. Cemal Bâli Akal, “Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir: Vitoria, El Inca ve Spinoza’da İletişim Hakkı”, Doğu Batı, sy. 24, 2003, s. 11, 1. dipnot.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
203
beden Kazım Karabekir, Rıza Nur ve Rauf Orbay gibi kişilerin anılarını birincil kaynak olarak görür;12 ancak, anıların kişisel hesaplaşmanın bir aracı olarak gerçekliği yanlı bir şekilde sunuyor olabileceği çoğunlukla dikkate alınmaz. Kısacası, sözkonusu yaklaşım Kemalizmi çözümlemekten çok yadsımaya çalışır; dolayısıyla, bu tutumu geçerliliğini ve güvenilirliğini büyük ölçüde zedeler. 2. Savunmacı Yaklaşımlar Siyasal düşünceler öğrencileri iyi bilirler ki, farklı dönemlerde yaşamış siyasal düşünürlerin birçoğu anlama ve eleştirme yerine yöneticileri ve hükümetleri meşrulaştırmak ve güç olgusunu haklılaştırmak için sürekli bir çaba içine girmişlerdir. Diğer bir ifadeyle, bütün rejimlerin kuramsal savunucuları her zaman olagelmiştir13 ve bu açıdan Kemalist rejim de bir istisna değildir. Savunmacı yaklaşım Kemalist ve liberal türlerden oluşmaktadır. Her ikisi de Kemalist ideolojiyi savunma ve haklı gösterme çabalarına rağmen, ileri sürdükleri argümanlar ve hipotezler açısından sınırlı da olsa birbirinden ayrılırlar. İlk olarak, Kemalist-savunmacı yaklaşım kendisinin Kemalist yönelimini olabildiğince cesaretle vurgulamasına karşın liberal-savunmacı yaklaşım kendisini açıkça Kemalist olarak tanımlamaz. İkinci olarak, Kemalist-savunmacı yaklaşım esas olarak Cumhuriyet’in kurucu liderlerinin görüş ve uygulamalarını kendi bakış açısına göre doğrulamaya çaba gösterirken, liberal-savunmacı yaklaşım -her ne kadar Kemalizm bariz bir şekilde liberalizme karşı çıkmış olsa da- onun liberal ve demokratik ruhunu vurgulayarak14 Kemalizmi yapay bir şekilde ‘liberalleştirmeye’ çalışır. Savunmacı yaklaşımın her iki türü de pozitivist bir konumda bulunurlar; pozitivist modernleşmenin ilerleme, gelişme vs. gibi hipotezlerini hiçbir şekilde sorgulamaksızın kabul eder ve bunları Türkiye’ye uygularlar.15 Savun12 Bkz. Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım, İstanbul: Emre Yayınları, 1993. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, haz. Abdurrahman Dilipak, 3 cilt, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. Kazım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması: İstiklal Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik?, İstanbul: Emre Yayınları, ikinci baskı, 1993; Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, haz. Faruk Özerengin, İstanbul: Timaş, 1990. 13 Barbara Goodwin, Using Political Ideas, New York: John Wiley & Sons, second edition, 1987, s. 4. 14 Örneğin Joseph S. Szyliowich, Atatürk’ün gerçek demokrasi hedefinden söz etmektedir. Ayrıntılar için bkz. Joseph S. Szyliowich, “Elites and Modernization in Turkey”, Political Elites and Political Development in the Middle East, Frank Tachau (der.), New York, London: John Wiley and Sons, 1975, s. 37. 15 Bkz. C. H. Dodd, “Political Modernization, the State, and Democracy: Approaches to the Study of Politics in Turkey”, State, Democracy and the Military: Turkey in the 2
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
204
macı literatürün belirgin bir özelliği, yalnızca Mustafa Kemal Atatürk tarafından değil, İsmet İnönü, Recep Peker ve Şükrü Kaya gibi dönemin başlıca liderlerinin de küçümsenmeyecek katkısıyla şekillenen Kemalist ideolojinin niteliklerini açığa çıkarmak için birincil kaynaklara ve belgelere yoğunlaşmamasıdır; Kemalist ve liberal-savunmacı yaklaşımı benimseyen akademisyenler birincil kaynakları tüketici bir biçimde incelemez veya çözümlemezler. Bu nedenle, döngüsel ve eklektik bir biçimde birbirine benzeyen ve birbirini doğrulayan modernleşme kuramlarına ait savları Kemalizm’e uyarlamaya çalışırlar. Sözkonusu akademisyenler hemen hemen kapalı bir bilimsel cemaat oluştururlar; kendi hipotezlerini güçlendirmek için çoğunlukla içinde yer aldıkları cemaat tarafından onaylanan argüman ve referanslara başvururlar. Bu nedenle, sözkonusu yaklaşımlar, benimsenen yöntem ve ulaşılan sonuçlar itibariyle, savunmacı yaklaşımlar olarak sınıflandırılmıştır. Savunmacı yaklaşımlar bağımsızlık ve egemenlik kavramlarının uyumsuz ya da birbiriyle çelişen anlamlarını çoğunlukla ayrıştırmaksızın kullanırlar.16 Aynı şekilde, Kemalizm’in ‘Batı uygarlığına ulaşmak’ hatta onu aşmak hedefini17 çoğunlukla yanlış yorumlarlar. Batı uygarlığını özellikle nihaî bir hedef görmeleri, Kemalizm’i anlamalarını engeller. Başka bir nokta, hem Kemalist-savunmacı hem de liberal-savunmacı yaklaşımın temsilcilerinin içinde yer aldıkları toplumla ilişkilerinin ise zayıf ancak metropoliten (merkez) devlet ve toplumlarla ilişkilerinin güçlü olmasıdır. Bunu söylerken amacım sözkonusu akademisyenlerin kişiliklerini eleştirmek değildir. Yalnızca bağımlılık kuramları tarafından ayrıntılı şekilde ele alınan merkez-çevre ilişkilerinde, farkında olarak veya olmayarak, merkez lehine hareket ediyor olmalarıdır.18 1980s, Metin Heper ve Ahmet Evin (der.), Berlin, New York: Walter de Gruyter, 1988. Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London, Oxford: Oxford University Press, second edition, 1968. Herşeyi ‘modernleşme’ bakış açısı ile yorumlamak savunmacı yaklaşımın temel bir çıkmazıdır. Bu yaklaşım anti-modern nitelikleri ve tek partiyi modernleşmenin kolaylaştırıcı öğeleri gibi görmektedir. Bkz, Metin Heper ve Tanel Demirel, “The Press and the Consolidation of Democracy in Turkey”, Turkey: Identity, Democracy, Politics, Sylvia Kedourie (der.), London, Portland: Frank Cass, 1996, s. 110, 120. Ayrıca bkz., A. Haluk Ülman; Frank Tachau, “Turkish Politics: The Attempt to Reconcile Rapid Modernization with Democracy”, The Middle East Journal, vol. XIX, Spring 1965, s. 158. 16 Bu kavramlar üzerine yetkin bir değerlendirme içn bkz., Peter T. Manicas, “The Legitimation of the Modern State: A Historical and Structural Account”, State Formation and Political Legitimacy, Ronald Cohen ve Judith D. Toland (der.), New Brunswick, Oxford: Transaction Books, 1988, s. 186-190. 17 Bir örnek olarak bkz., İlter Turan, “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay (der.), İstanbul: Der Yayınları, 1995, s. 448. 18 Bkz. H. Emre Bağce, “Emperyalizm Kuramları ve Amerikan Kamu Diplomasisi”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sy. 28, Mart 2003, s. 63-79.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
205
a. Kemalist-Savunmacı Yaklaşım Kemalist-savunmacı yaklaşım Mustafa Kemal’i duygusal bir anlayış içinde takip eder; örneğin, Özer Ozankaya, Mustafa Kemal’i “kara günlerimizi ak eden aydın yiğit”19 olarak niteler ve “Mustafa Kemal çeşmesinden bardaklarımızı doldurabilmek, O’nun düşüncelerini, duygularını anlamakla olur”20 savı ile bir anlamda Kemalistlerin duygularına tercümanlık eder. Benzer şekilde, diğer akademisyenler de Mustafa Kemal’in yaygın olarak bilinen “Beni görmek demek kesinlikle yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve sezinliyorsanız bu yeterlidir”21 sözünü sıklıkla yinelerler. Kemalist-savunmacı yaklaşım Kemalizmin anti-emperyalist bir hareket olduğunu aşırı biçimde vurgular;22 Cumhuriyet döneminin her türlü düşünce ve uygulamasını Türkiye’nin modernleşmesini sağlayan etmenler olarak görür. Bu doğrultuda, Kemalist devrimlerin “Batı uygarlığına ulaşmak ve gelişmek hedefi”ne, tartışmalarında geniş yer ayırır,23 ancak modernleşme sürecinde mündemiç bulunan paternalizm gibi anti-aydınlanmacı (aydınlanma karşıtı) bileşenleri görmezlikten gelir. Kemalist-savunmacı yaklaşımın belirgin özelliklerinden biri, kendisini özeleştiriden masûn tutması ve diğerlerine karşı dışlayıcı bir tutum takınmasıdır; bu nedenle, desteklediği ideolojinin hemen hemen her zaman tehlikede olduğunu düşündüğünden savunma ve tepki refleksi gelişmiştir. Erken Cumhuriyeti bir altın çağ olarak kavramsallaştırır ve sürekli dinsel, ayrılıkçı, etnik ve Marxist hareketlerin Kemalizm’i ve ulusal birliği tehdit ettiğinden şikayet eder.24 Atatürkçülerin çeşitli kuruluşlar içinde örgütleniyor olmasından memnuniyet duymasına rağmen “Bu henüz yaygın ve geniş kapsamlı değildir”25 diyerek şikayetini dile getirir. “Devletin ele geçirilmesi” söyleminde somutlaşan bu düşünce biçimi, beraberinde “çatışmacı” bir siyaseti getirir. Kemalist-savunmacı yaklaşım bu söylemin toplumu kutuplaştırdığını ve Mustafa 19 Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, 2. basım, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995, s. 15. 20 Ozankaya, a.g.e., s. 16. 21 Bkz. Suna Kili, Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 6. basım, 1998, s. vii.; Ozankaya, a.g.e., s. 15. Ayrıca bkz. Anıl Çeçen, Kemalizm, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998, s. 16. 22 Bkz. Sina Akşin (der.), Türkiye Tarihi: Çağdaş Türkiye, 1908-1980, cilt 4, İstanbul: Cem Yayınevi, 4. basım, 1995, s. 14-16. Benzer tartışmalar için bkz. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838-1995, cilt. 4, İstanbul: Tekin Yayınevi, ikinci baskı, 1976, özellikle s. 1745-1746; a.mlf., Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, 2 cilt, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1995. 23 Bkz. Akşin, a.g.e., s. 16-17. 24 Kili, a.g.e., s. 289. 25 Kili, a.g.e., s. 291.
206
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Kemal’in öngördüğü güçlü devleti zayıflattığını görmezlikten gelir. Yine de bu yaklaşımın başlıca temsilcilerinden Suna Kili’nin tek-parti döneminde Kemalistler tarafından takip edilen programın ulusal özgürlük ve egemenliği sağlamak amacı taşıdığını belirtmesi önemlidir. Kili’nin yerinde betimlemesiyle, “Ulusal liderler özgürlükten söz ederler, ama bu kişisel özgürlükten çok ulusal özgürlüktür. Özgürlük kişi için değil, ulus için istenir”.26 Kemalist-savunmacı yaklaşımın temel argümanlarından biri “Cumhuriyet devrimlerinin hepsinin özü[nün], demokratik bir siyasal ve toplumsal düzenin kurulması”27 ve Cumhuriyet tarafından atılan adımların her zaman için yaşamın bütün alanlarını demokratikleştirme yönünde olduğudur.28 Bu çerçevede, Kemalist-savunmacı yaklaşım, “tek parti yönetimi çağdaşlaşma [ve] toplumu siyasallaş[tır]ma süreci içinde bir geçiş, bir ara sistemdir (...) çok parti[li bir sistem] çağdaşlaşmanın itici gücü olma yerine çağdaşlaşmayı, değişmeyi yozlaştırıcı, durdurucu gelişmelere yol açabilir”di;29 “çoğulcu örgütlenme (...) demokrasiyi boğmak amacıyla kötüye kullanılacaktır”;30 Atatürk’ün “tek partiyi Türk toplumunu çoğulcu siyasal yaşama hazırlamanın aracı olarak kullandığı açık[tı]”;31 ve “Atatürkçü düşünceye dayalı tek partili rejimin demokrasiyi hazırlamak için geçici olarak otoriter görüntülü olduğu bir gerçektir”32 gibi kendi içinde çelişik uslamlamalar geliştirir. Ayrıca, bu tür bir akıl yürütme sonucunda, sözkonusu yaklaşım Kemalizm’in paternalist nitelikli “cahil halk” söylemini benimser ve haklı göstermeye çalışır; buna göre, halk kendiliğinden, kendisi için neyin iyi olduğunu bilemez, dolayısıyla devrimler, halka rağmen, halkın iyiliği için uygulanmıştır.33 Bu yaklaşım içinde yer alan akademisyenler, tek parti yönetiminin geçici bir sistem olduğu yönündeki argümanlarını kanıtlamak için özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka örneklerine dikkat çekerler: 26 Kili, a.g.e., s. 35-36. 27 Ozankaya, a.g.e., s. 349. 28 Ozankaya, a.g.e., s. 353. 29 Kili, a.g.e., s. 111-112. 30 Ozankaya, a.g.e., s. 353. 31 Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, Ankara: İmge Yayınları, 6. basım, 1997, s. 291. Ayrıca bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, 1859-1952, İstanbul: Arba Yayınları, ikinci (tıpkı) basım, 1995, s. 579. 32 Esat Çam, Siyaset Bilimine Giriş, İstanbul: Der Yayınları, dördüncü baskı, 1995, s. 264. Ayrıca bkz. Ahmet Evin; “Changing Patterns of Cleavages Before and After 1980”, State, Democracy and the Military: Turkey in the 1980s, Metin Heper ve Ahmet Evin (der.), Berlin, New York: Walter de Gruyter, 1988, s. 243-245. 33 Çam, a.g.e., s. 266.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
207
1924 ve 1930’da iki kez çok parti deneyimine girildiyse de, kısa sürede vazgeçilmek zorunda kalındı. Çünkü, çok köklü bir devrim sürecini yaşayan ve demokrasi geleneği bulunmayan toplum henüz buna hazır değildi.34
Bu şekilde, Kemalist-savunmacı yaklaşım, dönemi haklı göstermek için takip eden ifadeden de anlaşılacağı üzere güçlü bir şekilde “koşullar”a ve “zorunluluklar”a başvurur: Ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerden az gelişmiş yapısı nedeniyle Türkiye’de tek parti rejimi bir demokrasiye geçiş aşaması olarak, geçici bir süre için zorunlu kabul edilmekteydi. Girişilen çok partiye geçme denemeleri bunu gösterir (Serbest Fırka).35
Böylece, Kemalist-savunmacı yaklaşım, negatif halk kavramsallaştırmasını yoğun olarak işlemesine karşın, tek parti yönetimi ve demokrasi arasındaki uyumsuzluğu veya antagonizmayı, “Atatürk’ün tek partisi dışında bulunmayan çoğulculuğu içinde taşıyordu”36 ifadesinden de anlaşılacağı üzere yumuşatmaya çalışır. Kemalist-savunmacı yaklaşım içinde yer alan akademisyenler, CHP içinde “parti içi demokrasinin oldukça ileri olduğu”nu37 öne sürerek, tutarlılığına aldırmaksızın kavramlar arasında diledikleri gibi ilişkiler kurarlar. Halbuki, parti içi demokrasiden söz edebilmek için öncelikle asgarî düzeyde demokratik bir rejimin bulunması gerekir; yani yönetim işlerine halkın katılımı ve bu işlerin halkın öngördüğü şekilde uygulanması gerekir. Siyasal düşünceler tarihinde antik Yunan’dan günümüze kadar yapılan tartışmalara ve yönetim biçimlerine göz atıldığında monarşi, aristokrasi, oligarşi, tiranlık vs. yönetim biçimlerine karşı demokrasiden de söz edildiği görülür. Ancak hiçbir kaynakta oligarşinin ya da aristokrasinin demokratik niteliğinden söz edilmez, ya da kendi mantık örüntüsü içinde edilemez. Demokrasinin zayıf olduğu bir yerde, parti içi demokrasi de zayıftır. Ancak demokrasinin olmadığı yerde, parti içi demokrasiye hiç yer verilmez. Kavramların ters yüz edilmesi ya da çarpıtılması günümüzde de sürmektedir -demokrasinin kendini demokratik olmayan yollarla koruması düşüncesini ya da militan demokrasi gibi kendi içinde çelişik bir kavramı olağanlaştırma çabası bunun belirgin bir örneğidir. Kemalist-savunmacı yaklaşım, liberal-savunmacı yaklaşımda olduğu gibi, siyasal kurumsallaşma ve demokrasi arasındaki ilişkiyi pozitif olarak vurgulamasına karşın, otoriter nitelikler sergileyen tek partinin kurumsal34 Kışlalı, a.g.e., s. 248. Ayrıca bkz. Turan, “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”, s. 448. 35 Çam, a.g.e., s. 264. Benzer argümanlar için bkz. Çeçen, a.g.e., s. 182-184; İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997, s. 8-9. 36 Kışlalı, a.g.e., s. 254. 37 Çam, a.g.e., s. 265.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
208
laşmasının demokrasi üzerindeki olumsuz etkilerini tamamen göz ardı etme eğilimindedir. Daha da önemlisi, Atatürk tarafından temelleri atılan ideolojinin temel sorunsalının demokrasi olmadığı hiç dikkate alınmaz. Kısacası, Kemalist-savunmacı yaklaşım büyük ölçüde Kemalizmi gerçek zemininden saptırır. b. Liberal-Savunmacı Yaklaşım Kemalist ve liberal-savunmacı yaklaşımlar arasındaki kayda değer bir farklılık, liberal-savunmacı yaklaşımın Kemalistlerin yoğun olarak vurguladıkları anti-emperyalizm temasını aynı yoğunlukta işlemeyişidir. Diğer bir fark, yukarıda değinildiği üzere, ilk yaklaşımın argümanlarını çoğunlukla paylaşıyor olsa da, liberal-savunmacı yaklaşımın kendisini açıkça Kemalist olarak sunmayışıdır. Liberal-savunmacı yaklaşım, Kemalist-savunmacı yaklaşımdaki gibi, Türk siyasal tarihini retrospektif bir bakışla yeniden inşa etmeye çalışır; Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde demokratik bir hükümet kurulduğundan dolayı demokratik gelişimin kökenlerinin tek parti döneminde bulunduğu savını ileri sürer. Örneğin, Ergun Özbudun “tek parti gözetimindeki siyasal kurumsallaşma aslında nihaî olarak demokratik siyasete geçişi kolaylaştıracak bir tür ‘demokratik altyapı’ sağladı”38 görüşündedir. Liberal-savunmacı yaklaşım da, diğeri gibi, tek parti dönemini haklılaştırmak için genelde “koşulları” ve “zorunlulukları” vurgular. İlter Turan tek partinin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bir ideolojinin gereği olarak değil, o dönemde var olan koşulların ve yeni rejimin oturmasının, hızla modernleşmesinin ve ekonomik gelişmenin pratik zorunluluğunun bir sonucu olduğunu savunur, ona göre, rekabet aksi takdirde rejimi tehlikeye düşürecek ve modernleşmeyi geciktirecektir.39 Metin Heper de benzer görüşlerden yararlanır: Cumhuriyetin kurucuları Osmanlı sultanlarının kişisel yönetimi olarak algıladıkları [şeye] son vermeyi arzuluyorlardı. Türk toplumunu boğmaya38 Ergun Özbudun, “Turkey: Crisis, Interruptions, and Reequilibrations”, Democracy in Developing Countries: Asia, Larry Diamond, Juan J. Linz ve Seymour Martin Lipset (der.), vol. 3, Boulder: Lynne Lienner Publishers, 1989, s. 197. 39 İlter Turan, “Stages of Political Development in the Turkish Republic”, Perspectives on Democracy in Turkey, Ankara: Turkish Political Science Association, 1988, s. 63. İlter Turan, Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, İstanbul: Der Yayınları, 4. baskı, 1996, s. 123124. Ahmet Evin benzer şekilde Atatürk’ün “ulusal birliği sağlama amacının ideolojik meselelere göre öncelik taşıdı (...) Kemalizm orijinal şekliyle bir ideoloji değil bir programdı” görüşünü ileri sürmektedir. Bkz. Evin, a.g.e., s. 212. Szyliowich de Atatürk’ün “ideolojik olmayan bir pragmatist” olduğunu savunur, bkz. Szyliowich, a.g.e., s. 30. Bu argüman için ayrıca bkz. Selçuk, a.g.e., s. 277-279. Bu argümanların tümünde ideoloji teriminin pejoratif anlamda kullanıldığı dikkat çekicidir. Bu kullanım biçimi yazarların pozitivist modernleşme kuramlarını benimsediklerinin bir işareti olarak görülebilir.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
209
cak, aksine ‘onun Batı medeniyetine ulaşma, hatta aşma potansiyelini’ gerçekleştirmesine yardımcı olacak ılımlı bir aşkın (transcendental) devlet kurmayı amaçladılar.40
Yukarıda değinildiği üzere, ne Kemalist ne de liberal-savunmacı akademisyenler otoriter bir rejimin demokrasi üzerine yapacağı doğrudan olumsuz etkiyi dikkate alırlar. Bu yaklaşımın temsilcileri kurumsalcılığın, siyasal kurumsallaşma ve demokrasi arasında bir ilişki bulunduğu yönündeki önermesini hiç sorgulamadan alırlar ve bundan tek parti dönemindeki kurumsallaşmanın demokratik gelişimi kolaylaştırdığı sonucunu çıkarırlar. Ancak, takip eden sorulara eğilmekten kaçınırlar: Her türlü siyasal kurumsallaşma demokrasinin yerleşmesini kolaylaştırır mı? Eğer bazı kurumlar demokrasiyi kolaylaştırıyorsa, bazıları da demokrasinin yerleşmesini zorlaştırmaz mı? Otoriter rejimler aynı zamanda onlar aracılığıyla yaşamlarını sürdürecekleri aygıt ve kurumları oluşturmazlar mı? Türkiye örneği bu açıdan değerlendirildiğinde kendi başına tek parti yönetiminin kurumsallaşması demokrasiye geçişi ve demokratik kurumların yerleşmesini geciktirmez mi veya olumsuz etkilemez mi? 3. Tarihsel-Sosyolojik Yaklaşım Tarihsel-sosyolojik yaklaşım genellikle Kemalist ve liberal-savunmacı yaklaşımların argümanlarına yer verir; aynı zamanda, erken Cumhuriyetin hem karşılaştığı hem de ürettiği sorunları da dikkate alır. İlk olarak, tarihsel-sosyolojik yaklaşım Cumhuriyet dönemindeki modernleşme çabalarını kabul etmekle birlikte bu sürecin içinde barındırdığı sorun ve çatışmaları açığa çıkarmaya çalışır. İkinci olarak, Cumhuriyet dönemini tarihsel, ekonomik ve sosyal bağlamı içine yerleştirir, özellikle onun Osmanlı geçmişini, mirasını göz önüne alır; yani, Kemalist yaklaşımın aksine Cumhuriyet’in kuruluşunu geçmişten devrimsel bir kırılma olarak değerlendirmez.41 Üçüncü olarak, devlet ve toplum arasındaki çatışmacı ilişkiye odaklanır ve sivil bir toplumun kuruluş ve kurumsallaşmasının önündeki engelleri açığa 40 Metin Heper, “The State and Public Bureaucracies: A Comparative and Historical Perspective”, Comparative Studies in Society and History, vol. 27, no. 1, 1985, s. 93-94. 41 Tarihsel, ekonomik ve sosyolojik değerlendirmeler için bkz. Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Kitap 3, İstanbul: Belge Yayınları, altıncı baskı, 1992. Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 4. baskı, 1995. Zafer Toprak, Milli İktisat-Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995. İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul: Cem Yayınevi, 10. basım, 1989. Cumhuriyetçi ulusçuluğun tarihsel kökenleri için bkz. François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura (1876-1935), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2. baskı, 1996.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
210
çıkarmaya çalışır.42 Bu yaklaşımın önde gelen isimlerinden Şerif Mardin43 özellikle Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinin ortak noktalarını belirler; her ikisinin pozitivizmi, solidarizmi ve elitizmi benimsediğine ve devleti koruma refleksi ile hareket ettiklerine dikkat çeker. Mardin, Türk siyasetini çözümlemek için merkez ve çevre kavramlarına başvurur ve Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arasındaki benzerlikleri vurgular: Yukarıdan aşağıya empoze edilen düzenlemelerle entegrasyon Osmanlı toplum mühendisliğinin ardındaki genel yaklaşımdı. Kemalizm’in tipik özellikleri bu toplum anlayışının hâlâ başat olduğunu gösterir.44
Tarihsel-sosyolojik yaklaşımın önde gelen diğer bir temsilcisi İlkay Sunar da devlet-toplum ilişkilerine yoğunlaşır ve Kemalist toplum anlayışını oldukça açık şekilde tanımlar: (...) Kemalizm ulusun temelini organik, bölünmemiş toplulukla özdeşleştiren bir toplum anlayışına dayanıyordu. Kemalistler Türk toplumunda hiçbir sınıf ayrışmasının bulunmadığını, meslekî farklılıkların ayırıcı değil tamamlayıcı olduğunu iler sürdüler. Siyasal partiler o halde gereksizdi. Ulus tek bir dayanışmacı bütün olduğundan ortak çıkarları ifade etmek için yalnızca bir tek siyasal organizasyona, yalnızca tek partiye, ihtiyaç vardı. Bu nedenle, ayrışık sınıf çıkarlarını temsil eden çoklu partilere Türk toplumunda yer yoktu; Halk Partisi herkesin ortak amaç birliğini ve çıkar tekliğini temsil ediyordu. Tek parti bir şekilde ulus veya toplumla ortak kapsama sahipti. Özel, dar, bölgesel bir çıkarı değil, herkesi temsil ediyordu.45
Tarihsel-sosyolojik yaklaşım, Kemalist ve liberal-savunmacı yaklaşımların aksine, demokrasinin yerleşmesini engelleyen olumsuz koşullara işaret etmekten de çekinmez. Bu bağlamda, tek parti döneminin demokrasi üzerindeki etkilerini belirlemeye çalışır: 42 Engin Deniz Akarlı, “The State as a Socio-Cultural Phenomenon and Political Participation in Turkey”, Political Participation in Turkey: Historical Background and Present Problems, Engin D. Akarlı ve Gabriel Ben-Dor (der.), İstanbul: Boğaziçi University Publications, 1975, s. 135-145. 43 Şerif Mardin, “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”, Comparative Studies in Sociology and History, vol. 11, 1969, s. 277. 44 Şerif Mardin, “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics”, Political Participation in Turkey: Historical Background and Present Problems, Engin D. Akarlı, Gabriel Ben-Dor (der.), İstanbul: Boğaziçi University Publications, 1975, s. 24. Ayrıca bkz. İlkay Sunar, “State, Society and Democracy in Turkey”, Research Paper, İstanbul: Boğaziçi University ISS/POLS 94-04, 1994, s. 8. 45 İlkay Sunar, State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara University Publications, 1974, s. 176. Benzer argümanlar için bkz. Taner Timur, Türk Devrimi: Tarihi Anlamı ve Felsefi Temeli, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1968, s. 103-106.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
211
Şu ana dek göz ardı edilen geçiş biçiminin kendisi ve bunun daha sonraki demokratik siyaset üzerindeki etkileridir. (...) Elit öncülüğündeki tepeden demokratikleşmenin sonucu kısa ömürlü kötürüm bir demokratik rejim oldu.46
Buna ek olarak, tarihsel-sosyolojik yaklaşım Kemalist ideolojinin otoriter,47 patrimonyal,48 totaliter49 veya paternalist nitelikler taşıdığını öne sürer. Mustafa Kemal’in yönetici sınıfın kafasına soktuğu felsefe genellikle halk tarafından yönetimden ziyade halka hizmet olarak tanımlanan ‘populizm’ şeklinde tarif edilir. Mustafa Kemal Yunanlılar Anadolu’dan kovulmadan önce bile ‘köylü bizim efendimizdir’ demişti, ancak efendinin çıkarının nerede bulunduğuna yönetici elit karar verdi. ‘Türklerin Babası’ Mustafa Kemal’in yönetimi paternalistti.50
Özetle, savunmacı ve analitik-eleştirel yaklaşımlar arasında yer alan tarihsel-sosyolojik yaklaşım, dönemi anlamak için oldukça fazla sayıda soru ve sorunu dikkate alır. Bunların arasında, tek parti yönetiminin savunmacı yaklaşımlar tarafından görmezlikten gelinen, bütün dillerin Türkçeden kaynaklandığını ileri süren Güneş-Dil Teorisi ve Avrupalıların Türk olduğunu kanıtlamaya çalışan yeni tarih bilimi inşa çabaları51 da bulunur. Tarihsel-sosyolojik yaklaşımın Osmanlı’dan günümüze Türk modernleşmesini süreklilik içinde ele alması okuyucuya Kemalizm’i başarı ve başarısızlıklarıyla birlikte tarihsel bağlamı içinde değerlendirme olanağı sunar. 46 İlkay Sunar ve Sabri Sayarı, “Democracy in Turkey: Problems and Prospects”, Transitions from Authoritarian Rule: Southern Europe, G. O’Donnel, P. C. Schmitter ve L. Whitehead (der.), Baltimore, London: The Johns Hopkins University Press, 1986, s. 172. 47 Ayşe Güneş Ayata otoriterizm terimini paternalizm anlamında kullanmaktadır. Bkz. Ayşe Güneş Ayata, CHP (Örgüt ve İdeoloji), Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992, s. 78. Dankwart A. Rustow tek parti yönetimini Atatürk’ün diktatörlüğü olarak tanımlamaktadır. Bkz. Dankwart A. Rustow, “The Development of Parties in Turkey”, Political Parties and Political Development, Joseph La Polambara ve Myron Weiner (der.), Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1966, s. 111-113, 121. 48 Şerif Mardin patrimonyalizmi “uyrukları üzerinde baba olarak görülen Sultan miti” olarak tanımlar; bkz. Şerif A. Mardin, “Ideology and Religion in the Turkish Revolution”, International Journal of Middle East Studies, vol. 2, 1971, s. 200. 49 Bkz. M. Philips Price, Türkiye Tarihi: İmparatorluktan Cumhuriyete Kadar, İstanbul: Ararat Yayınevi, 1975, s. 176-184. 50 Andrew Mango, Turkey, New York: Walker and Company, 1968, s. 56. Mango Türkler’in Babası terimi ile “Atatürk” soyadının anlamına işaret etmektedir. Aslında paternalizmin bir delili ve simgesi olarak “Türkler’in Babası” demektedir. Ayrıca bkz. Feroz Ahmad, The Making of Modern Turkey, London, New York: Routledge, 1993, özellikle bölüm 3 ve 4. İnönü döneminin betimleyici tarihsel bir incelemesi için bkz. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, 2 cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. 51 Mango, a.g.e., s. 60- 61.
212
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
4. Analitik-Eleştirel Yaklaşım Analitik-eleştirel yaklaşım yöntem ve bakış açısı bakımından yukarıda değindiğimiz yaklaşımlardan keskin çizgilerle farklılaşır. Savunmacı yaklaşımların aksine, özellikle tek parti döneminin temel kaynaklarına başvurarak Kemalist ideolojinin ve Türk modernleşmesinin özelliklerini ve sorunlarını açığa çıkarmaya çalışır. Analitik-eleştirel yaklaşım, savunmacı yaklaşımlar tarafından tamamen göz ardı edilen, tarihsel-sosyolojik yaklaşım tarafından ise kısmen dikkate alınan ancak yeterince çözümlenmeyen soruları merkeze alır. Bu yaklaşımın önde gelen temsilcileri arasında Mete Tunçay,52 Taha Parla53 ve Levent Köker54 yer alır; analitik-eleştirel yaklaşımın akademik çevrelerde sınırlı da olsa kendine bir yer edindiği55 söylenebilir. Analitik-eleştirel yaklaşım özelikle Türkiye’nin resmî ideolojisi üzerine yoğunlaşır; diğer yaklaşımlardan farklı olarak, Kemalist ilkelerin çözümleyici ve eleştirel bir yorumunu sunar. Ulusçuluk ve devletçilik bu ideolojiyi şekillendiren en önemli ilkeler olarak görülür. Devlet-toplum ilişkilerinin solidarizm üzerine inşa edildiği ileri sürülür. Tek parti yönetiminin otoriter, zaman zaman da totaliter olduğu, devletin toplum üzerindeki hegemonyasını artırmak amacı taşıdığından, resmî ideolojinin modernleşme vizyonunun yüzeysel olduğu, bu doğrultuda, özerk bir sivil-siyasal toplumun ve demokratik yönetimin kurumsallaşmasını engelleyen sorunların tepeden inmeci pozitivist modernleşmeden kaynaklandığı bu yaklaşımın temel savları arasında yer alır. Tek parti dönemi ve sonrasında kırılmalar olmasına karşın, bu dönemde temelleri atılan resmî ideolojinin sağ veya sol söylemlerle birlikte Türk siyasetine egemen olduğu da ileri sürülen görüşler arasındadır. 52 Mete Tunçay, T.C.’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), 3. basım, İstanbul: Cem Yayınevi, 1992. 53 Taha Parla’nın çalışmaları için bkz. Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, 3. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999; Türkiye’nin Siyasal Rejimi, 1980-1989, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993; Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 1, Atatürk’ün Nutuk’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. baskı, 1994; Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 2, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991; Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 3, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. baskı, 1995. 54 Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 3. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995 ve Demokrasi Üzerine Yazılar, Ankara: İmge Yayınları, 1992. 55 Ahmet İnsel, Türkiye Toplumunun Bunalımı, İstanbul: Birikim Yayınları, 1990; İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması-Batılaşma, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994; Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, 1983; Ayşe Kadıoğlu, “The Paradox of Turkish Nationalism and the Construction of Official Identity”, Turkey: Identity, Democracy, Politics, Sylvia Kedourie (der.), London: Frank Cass, 1996; Nihal Kara-İncioğlu, “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, Ersin Kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay (der.), İstanbul: Der Yayınları, (1995), s. 265-275.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
213
5. Neoliberal Yaklaşım İki farklı türü ile neoliberal yaklaşım geleneksel-tepkisel, savunmacı, tarihsel-sosyolojik ve analitik-eleştirel yaklaşımların her biriyle ortak sınırlara sahip olmasına rağmen özellikle alenî kapitalizm savunusu ile diğer yaklaşımlardan ayrılır. Neoliberal yaklaşım ulusal sanayi kapitalizmi sonrasının küreselleşme söylemini benimser; Türk siyasetini ve Kemalizm’i bu çerçevede yorumlamaya çalışır. Neoliberal yaklaşımın temel argümanları kapitalizmin kendiliğinden düzen söylemine dayanır. Nasıl ki 18. yüzyıl sonunda Smith ve Ricardo gibi politik iktisatçılar serbest piyasanın ve Tanrısal nitelikler atfedilen görünmez elin ulusal ve uluslararası düzeyde adaleti gerçekleştireceğini ileri sürerek sanayi bakımından gelişmiş olan İngiltere’nin çıkarlarını savunmuşlarsa, genel olarak neoliberalizm de bütün dünyada Amerika’nın hegemonyasını ve uluslararası kapitalizmi haklılaştıran bir söylem niteliğindedir. Neoliberalizm, krizlere girmemek için giderek küreselleşen ve büyüdüğü, yayıldığı için güçlü gözüken kapitalizmin yanında yer alır ve onu haklılaştıracak şekilde gerçekliği yeniden kurmaya çalışır. Bu yönüyle, neoliberalizm gerçekliğin yalnızca kendi çıkarına uygun kısmını gören, olumsuzluklarını ise gizleyen bir ideoloji niteliği taşır. Neoliberalizmin Soğuk Savaş sonrasında yükselişe geçişi bir rastlantı değildi; sosyalizme karşı kendini refah devleti aracılığıyla korumaya çalışan ve bu nedenle sınırsız kâr tutkusundan taviz vermek durumunda kalan kapitalizm, Doğu Blokunun çöküşüyle bu yükten kurtulmuş ve rasyonel tercih kuramlarını devreye sokarak refah devletinin ya da sosyal devletin bir rant aygıtı olduğu tezini geliştirmiştir. Yeni ideoloji, ulusal egemenlik ve bağımsızlık gibi kavramları kapitalist yayılmanın önündeki başlıca engeller olarak gördüğü için ulus devletlerin ürettiği sorunları eleştirmek yoluyla onun meşru dayanaklarını çürütmeye girişmiştir. Neoliberal yaklaşımın Türk siyaseti ve resmî ideoloji ile ilgili yorumları da neoliberalizmin yukarıda işaret edilen önermelerine dayanmaktadır. Neoliberal yaklaşım bir taraftan Hobbes’u takip ederek insanı rekabetçi, asosyal, kendi atomik çıkarları peşinde koşturan homoeconomicus şeklinde tanımlayarak yurttaşlığı zayıflatma ve sosyal devleti küçültme yönünde argümanlar geliştirirken, bir taraftan da yine küreselleşme önünde engel teşkil ettiği düşünülen Kemalist ilkeleri eleştirmeye koyulmuştur. Türkiye’de neoliberal yaklaşımın iki alt türü bulunur. İlki, Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk tarafından temsil edilir. Selçuk, Atatürk dönemi sözkonusu olduğunda savunmacı yaklaşımların çoğu tezini benimser. Libe-
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
214
ral-savunmacı yaklaşımın tezleri doğrultusunda Kemalizm’in ilk haliyle bir ideoloji olmadığını, tam aksine Türkiye’nin çağdaşlaşmasını hedefleyen pragmatik bir program olduğunu ileri sürer. Bu açıdan, Kemalizmi liberalleştirmeye çalışır. Atatürk’ün düşüncelerinin sonraki dönemlerde yanlış anlaşıldığı veya uygulandığı, Selçuk’un temel argümanlarından biridir.56 Selçuk, bu açıdan pragmatik bir yaklaşımla Kemalizm’le çatışmaya girmeden onu dışlamaya ve Türkiye’yi küresel ekonomiye eklemleyecek normları “evrensel değerler” olarak sunmaya çalışır. Özellikle hukuk ve demokrasi arasındaki olumlu ilişkileri vurgulamasına karşın küreselleşmenin yurttaşlık ve demokrasi üzerindeki yıkıcı etkilerini dikkate almaz. Yani ekonomi ve siyaset arasındaki çatışmacı ilişki Selçuk tarafından bir sorunsal olarak görülmez. Neoliberal yaklaşımın ikinci türü, “Liberal Düşünce Topluluğu” tarafından temsil edilir -Mehmet Altan’ın da aralarında bulunduğu ‘ikinci cumhuriyetçiler’ olarak nitelendirilen grup da bu tür içerisinde sayılabilir. Bu akımın başlıca temsilcileri Mustafa Erdoğan ve Atilla Yayla’dır. Selçuk’un temsil ettiği tür ile neoliberal yaklaşımın bu türü küreselleşmeyi benimseme noktasında ortak olmalarına karşın, özellikle ikinciler Kemalizm konusunda eleştirel bir tutum takınırlar. Çoğunlukla analitik-eleştirel yaklaşımın argümanlarından da yararlanarak Kemalizm için resmî ideoloji terimini vurgulayarak kullanırlar;57 ancak bu tür, yöntem açısından analitik değildir, yani Kemalizm’i bütün yönleriyle çözümlemeye girişmez. Neoliberal yaklaşımı benimseyen akademisyenler, neoliberalizmin savları doğrultusunda Kemalizm’i yorumlamaya çalışırlar. Bir anlamda resmî ideoloji eleştirisi kapitalizm savunusunun bir türevi olarak gelişir. Topluluğun yayın organı Liberte tarafından yayınlanan, Johan Norberg’in Küresel Kapitalizmi Savunmak başlıklı çalışmasının tanıtım yazısı neoliberal yaklaşımın asıl kaygısının Türk siyasetini ve resmî ideolojiyi birincil kaynaklar aracılığıyla irdelemek, anlamak veya eleştirmek olmadığını açık şekilde göstermektedir: Küreselleşmeyi eleştiren kişilere, eserlere şöyle bir kulak kabartılıp, göz gezdirildiğinde; söylenen sözlerin, kurulan cümlelerin içi -tamamen olmasa da- boş, temelleri deniz kumundan yapılmış, sloganvari ve hatta büyük bir çoğunluğu komplo teorilerine rahmet okutacak (elbette, tenzih hakkımız saklı olmakla birlikte) ciddiyetsizlikte bir yığından başka bir şey olmadıkları görülecektir. 56 Bkz., Sami Selçuk, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1998, s. 277-279, 334-335. 57 Mustafa Erdoğan, Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu, 1995.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
215
Türkiye’nin çorak fikir topraklarını değil sulayıp mamur hâle getirmek, soyguncu bir “cowboy” edası ve fütursuzluğuyla at koşturan bütün kollektivistlerin bu gayriahlâkî ve tekelci tavırlarına bir cevap olarak Liberte Yayınevi Johan Norberg’in Küresel Kapitalizmi Savunmak isimli eserini okuyucunun beğenisine sunuyor. Yazar “insan özgürlüğü fikrinin liberal ekonomik ifadesi” olarak savunduğu küresel kapitalizmin fikir hürriyetinden, insan haklarından, bireyin özgürlüğünden ayrı düşünülemeyeceğini örneklerle göstermeye gayret ediyor; ve başarıyor da. Başka bir çıkış yolunun olabileceğine inananlara ve bu çıkış yolunu arayanlara (...) 58
Atilla Yayla’nın, Hayek’in bir çalışmasının çevirisine yazdığı sunuş yazısı da neoliberal yaklaşımın eklektik ve pragmatik bir yöntem benimsediğini ortaya koyar: Bu eserin Türkçe’ye çevrilerek yayımlanması, sadece bir klasiğin dilimize kazandırılması açısından önemli değildir. Ondan daha önemlisi, belki de ilk defa, bu kitapla, ortalama Türk aydınının sosyal meselelere geleneksel bakış açısından farklı ve çok daha isabetli ve yararlı bir perspektifin var olduğunun, bu perspektifin en güçlü isimlerinden birinin kendi ifadeleriyle bizim dilimizde ortaya konulmakta olmasıdır. Filozof, Hukuk, Yasama ve Özgürlük ile, uygarlığa ve çağımız toplumlarının güncel sorunlarına ülkemiz ortamında çoğumuzun alışık ve bazılarımızın aşık olduğu pozitivist, Kartezyen-kurucu rasyonalist, toptancı ve jakoben yönelişin sakatlıklarını ve mahzurlarını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan, eserin her aydın ve toplum meselelerine ilgi duyan herkes tarafından dikkatle okunması gerekmektedir.59
Liberal Düşünce Topluluğu, Hayek’in “sosyal devlet” karşıtlığını “resmî ideoloji” ve “statüko” eleştirilerinin temeline yerleştirerek Türkiye’nin küresel kapitalizme geçişinin önündeki engelleri aşmaya çalışır. Esasında, resmî ideoloji ve kapitalizm savunusunu birbirinin alternatifi olarak sunması ve Kemalist ideolojiyi birincil kaynaklardan incelememesi bu yaklaşımın ciddî bir eksikliğidir. Ayrıca, kıyasıya eleştirdiği Kemalist ideolojinin kapitalizmle ilişkisi de her nedense görmezlikten gelinir. Bu doğrultuda, resmî ideoloji eleştirileri ve bu ideolojiye yol açtığı düşünülen Kartezyen (Descartesçi) rasyonelliğin, pozitivizmin ve otoriterizmin tamamen araçsal 58 Bkz. http://www.liberte.com.tr (24.06.2003). 59 Friedrich A. Hayek, Hukuk, Yasama ve Özgürlük, cilt, 1: Kurallar ve Düzen, çev. Atilla Yayla, Ankara: İş Bankası Yayınları, ikinci baskı, 1996, s. v.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
216
rasyonellikten kaynaklandığı ve araçsal rasyonelliğin de kapitalizmin bir sonucu olduğu araştırılmaz. 6. Genel Değerlendirme ve Yeni Çalışmalara Dair Bazı Öneriler Descartes 1629’da Anlığın Yöntemi için Kurallar eserini yazmış ve diğer çalışmalarında olduğu gibi bu çalışmasında da yöntem konusunda oldukça özlü ifadelere yer vermiştir. “Gerçeği araştırmak için yöntem zorunludur” bu önermelerden biridir. Öte yandan, literatür konusunda yazdıkları da hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir. Eskilerin kitapları okunmalıdır, çünkü böylesine çok insanın emeklerini elimizin altında bulmak bizim için olağanüstü bir nimettir; ve bu hem geçmiş çağlarda doğru olarak bulunmuş olanları tanımak, hem de çeşitli bilim dallarında araştırmak üzere geriye nelerin kaldığını anımsamak için yapılmalıdır. Ama gene de, kendimizi ne denli kollarsak kollayalım, onları okumaya çok fazla gömülme durumunda onlardaki yanlışlıkların bulaşması gibi büyük bir tehlike vardır. Çünkü herhangi bir tartışmalı görüş üzerine kararlarını düşüncesiz bir atılganlıkla veren yazarların eğilimleri bizi en ince uslamlamalarla aynı yönde ilerlemeye zorla[r]; ama öte yandan, mutlu bir rastlantıyla pekin ve açık bir şeye rastladıkları zaman, öyle görünür ki açıklamalarının yalınlığının bizi buluşlarına daha az saygı duymaya götürmesinden korkarak ya da çıplak gerçeği bize çok görerek onu sunarken ikircimlerle kuşatmayı hiç unutmazlar. Dahası, eğer tüm insanlar bütünüyle dürüst ve açık sözlü olmuş olsalardı, ve bize hiçbir zaman kuşkulu görüşler gerçek diye dayatılmasa ama her şey iyi bir inançla ortaya serilseydi bile, gene de hiç kimse hemen hemen bir başkası tarafından karşıtı savunulmamış hiçbir şey ileri sürmediği için, ikisinden hangisine inanmamız gerektiği konusunda sonsuza dek belirsizlik içinde kalırdık. Daha çok sayıda yazarın desteklediği görüşe katılma amacıyla her birinden yana çıkan oyları saymanın hiçbir yararı olmayacaktır (...)60
Akademik çalışmalarda referans sistemi günümüzde kurumsallaşmıştır. Yine de, Descartes literatürün sıkı şekilde gözden geçirilmesini salık vermesine karşın, adını koymamış olsa bile çoğu çalışmanın ideolojik bir işlev gördüğünü ve gerçekliği çarpıttığını da ifade etmiştir. Literatür kişiye belirli bir yaklaşımı benimsetme ve onu yönlendirme işlevi de görür. Bundan dolayı, literatürün eleştirel bir bakışla ve başka yaklaşımlarla karşılaştırılarak takip edilmesinin yararlı olacağını belirtmeliyiz. 60 Rene Descartes, Söylem, Kurallar, Meditasyonlar, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea, 1996, s. 67-68.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
217
Gerçekliğin araştırılması ya da kurulması sırasında farklı yöntemler takip edilebilir veya farklı sınıflandırmalar yapılabilir. Deneme niteliği taşıyan bu yazıda, başka türlü sınıflandırmalar da yapılabileceği göz ardı edilmeksizin, Türk siyasal literatürü ve yaklaşımlar sınıflandırılmaya çalışıldı. Türkiye’de Kemalist ve anti-Kemalist biçiminde bir sınıflandırma adı konmamış olsa bile genel olarak yadırgatıcı değildir. Yine de, anti-Kemalist şeklindeki bir sınıflandırma, içine aldığı çalışmaların yalnızca Kemalizm’e karşıt oluşlarını vurgulamanın ötesinde onların yöntemlerine dair yeterli bir bilgi vermemektedir. Geleneksel-tepkisel, analitik-eleştirel ve neoliberal yaklaşımların dünyayı inşa ediş biçimleri, en az geleneksel-tepkisel ve savunmacı yaklaşımlarınki kadar ayrı ve uzlaşmaz olmasına rağmen anti-Kemalist biçimindeki bir sınıflandırma geleneksel-tepkisel, analitik-eleştirel ve neoliberal yaklaşımları ya birarada sunacak ya da yalnızca birini tümünün temsilcisi gibi gösterecektir. Çalışmanın başında belirtildiği üzere farklı yaklaşımlar veya sınıflandırmalar arasında yetkinlik açısından bir sıralama yapılabilir; burada önerdiğimiz sınıflandırma gerçekliği açıklama gücüne sahip olduğu sürece ya da başka bir sınıflandırma bunun yerini alıncaya kadar kullanılabilir. Weber’in ideal tiplerle ilgili vurgusu bu sınıflandırma için de geçerlidir; belirlediğimiz yaklaşımlar her bir çalışmanın özgünlüğü ile ilgilenmek yerine onların ortak noktalarını ve farklılıklarını dikkate alarak genellemelerde bulunmuş, bir anlamda bütünü birkaç başlık altında stilize ederek okuyucuya zihinsel bir kroki sunma amacı taşımıştır. Sözkonusu yaklaşımlara genel olarak bakıldığında, Türk siyasal yaşamıyla ilgili tartışmaların çeşitlendiği, canlılık kazandığı görülmektedir; ‘biz’ ve ‘onlar’ biçimindeki önyargılı ve dikotomik algılayış tartışmalar sürdükçe, zenginleştikçe aşılacak gibi gözükmektedir. Bu açıdan, her bir yaklaşım farklı noktalara vurgu yaparak literatüre katkıda bulunmaktadır. Buna rağmen, yaklaşımların benzer temaları aynı yetkinlikle ele almadığı, birçok çalışmanın tutarlılık açısından ciddî sorunlarının bulunduğu da bir gerçektir. Geleneksel-tepkisel yaklaşımın en temel özelliği ve eksikliği Kemalizm’i kendi bütünlüğü içinde incelemek yerine, sanki yalnızca kendisini hedef alan bir ideoloji olarak görmesi ve bu doğrultuda tepki vermesidir. Bu durum, sözkonusu yaklaşım içindeki yazarları gerçekliği araştırmaktan çok kendi savlarını Makyavelist bir anlayışla ispatlamaya yöneltmektedir; bilimsel sistematikten yoksun olduğu için de akademik çevrelerde kendine yer bulamamaktadır. Savunmacı yaklaşımlar gerçekliği yine önyargılı bir biçimde kurarlar ya da onu çarpıtırlar; halkın çoğulcu bir siyasal kültüre sahip olmadığını öne sürerek alenî şekilde siyasal-bürokratik elitin yanında yer alırlar. Özellikle
218
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
resmin diğer tarafını göz ardı ederler; siyasal-bürokratik elitin çoğulcu bir siyasal kültüre ve demokratikleşme vizyonuna sahip olduğu yanılgısını bir gerçeklik olarak işlerler. Bu şekilde, gerçekliği anlama çabasından çok, tepeden modernleş(tir)menin akademik savunuculuğunu yapan bir rol üstlenirler. Savunmacı yaklaşımlar Amerikan çıkarları doğrultusunda Rostow ve Huntington gibi kişiler tarafından geliştirilen küçük ölçekli ve yanlı modernleşme kuramlarının etkisinde kalmışlardır.61 Huntington, siyasal toplumsal değişim ve gelişme ile ilgili görüşlerinden yani modernleşme modelinden vazgeçip medeniyetler çatışmasını öne sürdüğünde, Türkiye’de pozitivist modernleşme kuramlarını benimsemiş olan akademisyenler kendi inanç dünyalarının mimarı saydıkları kişiyi kaybettiler. Bir zamanlar Hegel’in uygarlık açısından Almanlar ve diğer uluslar arasında bir ayrım yaparak Almanların üstün olduğunu savunması ve böylece Almanya’nın o dönemdeki çıkarlarına uygun bir tarih ve siyaset felsefesi geliştirmesi gibi, Huntington’un da medeniyetler çatışması kuramı ile Amerikan çıkarlarına hizmet ettiği görüldü.62 Pozitivist gelişme kuramlarını benimseyerek siyasal-bürokratik elitle birlikte kendi halkına sırt çeviren savunmacı yaklaşımların temsilcileri, Huntington’un geri adım atmasıyla birlikte kendilerini “iki cami arasındaki bînamaz” konumunda buldular. Savunmacı yaklaşımların gelişimi ve düşüşü, yüksek lisans ve doktora tezlerinde işlenecek ölçüde önemli ve yeni araştırma konularıdır. Özellikle “Savunmacı yaklaşımlar, Türkiye’yi metropoliten ülkelerin uydusu haline getiren bir işlev mi üstlendiler?” sorusuna yanıt arayacak çalışmalar Türk siyasal literatürüne ciddi katkı sağlayabilecektir. Savunmacı yaklaşımlar içinde başka türleri de ayırt etmek mümkündür. Kökenleri Kadro ve Yön hareketlerine dayanan ve Kemalist-savunmacı yaklaşım içinde sayılabilecek söylemler, Kemalizm’i bir şekilde sosyalizmle sentezlemeye çalışmıştır. Ancak, Kemalizm’in, geleneksel toplumu reddettiği kadar liberalizm ve sosyalizmi de dışladığı dikkate alınmamıştır.63 Da61 Bkz. W.W. Rostow, Politics and the Stages of Growth, Cambridge University Press, 1971. Samuel P. Huntington, “Siyasal Gelişme ve Siyasal Bozulma”, çev. Ergun Özbudun, AÜHFD, cilt XXII-XXIII, sy. 1-4, 1965-1966; Samuel P. Huntington, Political Order in Changing Societies, New Haven, London: Yale University Press, 1968. 62 Bu çalışmanın kapsamını aştığından, medeniyetler çatışması tezinin ve uluslararası terörizm söyleminin Amerika’nın küresel yayılmasını sağlayan bir işlev gördüğünü belirtmekle yetinebiliriz. Ancak, bilimsel kuramların da bir tarihinin olduğunu, merkez (metropoliten, emperyalist) ülkenin çıkarları doğrultusunda her zaman yeni kuramlar geliştirildiğini tartışan temel bir kaynak için bkz. Johan Galtung, “A Structural Theory of Imperialism”, Journal of Peace Research, vol. 13, no. 2, 1971, s. 81-94. 63 Kemalizmi liberalizm ve sosyalizmle sentezleme girişimlerinin yetkin bir eleştirisi için bkz. Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 3, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s. 11-12.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
219
ha doğrusu, başarı ve başarısızlıklarıyla Kemalizm kendi bütünlüğü içinde ele alınmadığı için Kemalizm’i sosyalizmle sentezleme girişimleri de gerçekliği kavramakta başarısız olmuştur. Kemalizm her şeyden önce solidarist bir ideolojidir. Bireysel eşitlik, özgürlük ve demokratikleşme gibi bir sorunsalı yoktur. Güçlü devlet vurgusu, onu organik bir toplum anlayışını benimsemeye itmiştir. Bu açıdan Kemalizm geleneksel siyasetin izlerini taşımıştır; organik anlayışı, hiyerarşik ve eşitsizlikçi bir topluma yol açmıştır. Özellikle vurgulamak gerekir ki, Mustafa Kemal’in ya da Kemalizm’in amacı egemen bir devletin kurulmasıydı; egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olması, bireylerin yönetime katılımına değil, Türk ulusunun ve devletinin diğer devletler karşısında egemen, bağımsız olmasına işaret ediyordu; ‘kayıtsız şartsız’ egemenlik ifadesi demokrasiden çok, siyasal, ekonomik, kültürel, eğitsel, askerî vs. bütün alanlarda bağımsızlığa işaret ediyordu. Neoliberal yaklaşım aslında savunmacı yaklaşımların yanılgısını paylaşmaktadır. Savunmacı yaklaşımların Kemalizm’i modernleşme kuramları doğrultusunda yorumlama çabalarının Türkiye’yi metropoliten ülkelere bağımlı hale getiren bir işlev görmesi gibi, neoliberal yaklaşımın da küresel kapitalizm lehine hareket ederek Kemalist ideolojiyi eleştirdiği görülmektedir. Hegel’in “Her birey kendi zamanının çocuğudur”64 dediği gibi metropoliten ülkelerin Türkiye’deki yeni akademik müttefikliğini neoliberal yaklaşım savunmacı yaklaşımlardan devralacak gibi gözüküyor: Kral öldü, yaşasın yeni kral!
Kaynakça Ahmad, Feroz, The Making of Modern Turkey, London, New York: Routledge, 1993. Akal, Cemal Bâli, “Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir: Vitoria, El Inca ve Spinoza’da İletişim Hakkı”, Doğu Batı, sy. 24, 2003, s. 11-27. Akarlı, Engin Deniz, “The State as a Socio-Cultural Phenomenon and Political Participation in Turkey”, Political Participation in Turkey: Historical Background and Present Problems, Engin D. Akarlı, Gabriel Ben-Dor (der.), İstanbul: Boğaziçi University Publications, 1975. Akşin, Sina (der.), Türkiye Tarihi: Çağdaş Türkiye, 1908-1980, cilt 4, İstanbul: Cem Yayınevi, 1995. Albayrak, Sadık, Türkiye’de Din Kavgası, İstanbul: Sebil Matbaası, 1975. ——, Devrimin Çakıl Taşları, İstanbul: Medrese Yayınevi, 1981. ——, Cumhuriyet’e Doğru, İstanbul: Araştırma Yayınları, 1989. 64 Bkz., G. W. F. Hegel, Essential Writings, der. Frederick G. Weiss, New York, Harper: Touchbooks, 1974, s. 264.
220
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
——, Türkiye’de İslamcılık-Batıcılık Mücâdelesi, İstanbul: Risale Yayınları, 1990. ——, Çağdaş Devrim Yobazları, İstanbul: Timaş Yayınları, 1991. Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838-1995, 4 cilt, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1976. ——, Türkiye’nin Düzeni, 2 cilt, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1995. Ayata, Ayşe Güneş, CHP (Örgüt ve İdeoloji), Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992. Bağce, H. Emre, “Türkiye’de Ulusal Modernleşme: Diyalektik Bir Bakış”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sy. 62, Mart 2002, s. 96-101. ——, “Emperyalizm Kuramları ve Amerikan Kamu Diplomasisi”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sy. 28, Mart 2003, s. 63-79. Barnes, Barry, Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, çev. Hüsamettin Arslan, Ankara: Vadi Yayınları, 1990. Barrett, Michele, Marx’tan Foucault’ya İdeoloji, çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Sarmal Yayınları, 1996. Bozgeyik, Burhan, Bize Nasıl Zulmettiler, İstanbul: Çile Yayınları, 1993. ——, İslam Birliği Üzerine Oynanan Oyunlar, İstanbul: Timaş Yayınları, 1993. ——, İşte Zulmün Belgeleri, İstanbul: Erhan Yayınevi, 1999. Cem, İsmail, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul: Cem Yayınevi, 1989. Çam, Esat, Siyaset Bilimine Giriş, İstanbul: Der Yayınları, 1995. Çeçen, Anıl, Kemalizm, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998. Descartes, Rene, Söylem, Kurallar, Meditasyonlar, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea, 1996. Dilipak, Abdurrahman, Bir Başka Açıdan Kemalizm, İstanbul: Beyan, 1988. ——, Cumhuriyete Giden Yol: 1919’dan 1923’e, İstanbul: Beyan, 1989. ——, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Yayınları, 1989. Dodd, C. H., “Political Modernization, the State, and Democracy: Approaches to the Study of Politics in Turkey”, State, Democracy and the Military: Turkey in the 1980s, Metin Heper ve Ahmet Evin (der.), Berlin, New York: Walter de Gruyter, 1988. Doğan, D. Mehmet, Batılılaşma İhaneti, İstanbul: Timaş Yayınları, 1993. Erdoğan, Mustafa, Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, 1995. Evin, Ahmet, “Changing Patterns of Cleavages Before and After 1980”, State, Democracy and the Military: Turkey in the 1980s, Metin Heper ve Ahmet Evin (der.), Berlin, New York: Walter de Gruyter, 1988. Galtung, Johan, “A Structural Theory of Imperialism”, Journal of Peace Research, vol. 13, no: 2, 1971, s. 81-94. Georgeon, François, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura (1876-1935), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996. Goodwin, Barbara, Using Political Ideas, New York: John Wiley & Sons, 1987. Güneş, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
221
Hayek, Friedrich A., Hukuk, Yasama ve Özgürlük, cilt 1, Kurallar ve Düzen, çev. Atilla Yayla, Ankara: İş Bankası Yayınları, 1996. Hegel, G. W. F., Essential Writings, der. Frederick G. Weiss, New York, Harper: Touchbooks, 1974. Heper, Metin, “The State and Public Bureaucracies: A Comparative and Historical Perspective”, Comparative Studies in Society and History, vol. 27, no. 1, 1985. ——, ve Tanel Demirel, “The Press and the Consolidation of Democracy in Turkey”, Turkey: Identity, Democracy, Politics, Sylvia Kedourie (der.), London, Portland: Frank Cass, 1996. Huntington, Samuel P., “Siyasal Gelişme ve Siyasal Bozulma”, çev. Ergun Özbudun, AÜHFD, cilt XXII-XXIII, sy. 1-4, 1965-1966. ——, Political Order in Changing Societies, New Haven, London: Yale University Press, 1968. İnsel, Ahmet, Türkiye Toplumunun Bunalımı, İstanbul: Birikim Yayınları, 1990. Kadıoğlu, Ayşe, “The Paradox of Turkish Nationalism and the Construction of Official Identity”, Turkey: Identity, Democracy, Politics, Sylvia Kedourie (der.), London: Frank Cass, 1996. Kara, İsmail (haz.), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul: Risale, 1986-1987. Karabekir, Kazım, İstiklal Harbimizin Esasları, haz. Faruk Özerengin, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990. ——, Paşaların Hesaplaşması: İstiklal Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik?, İstanbul: Emre Yayınları, 1993. Kara-İncioğlu, Nihal, “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay (der.), İstanbul: Der Yayınları, (1995). Keyder, Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. Kışlalı, Ahmet Taner, Siyaset Bilimi, Ankara: İmge Yayınları, 1997. Kili, Suna, Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1998. Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, 2 cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. Köker, Levent, Demokrasi Üzerine Yazılar, Ankara: İmge Yayınları, 1992. ——, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. Küçükömer, İdris, Düzenin Yabancılaşması-Batılaşma, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Lewis, Bernard, The Emergence of Modern Turkey, London, Oxford: Oxford University Press, 1968. Mango, Andrew, Turkey, New York: Walker and Company, 1968. Manicas, Peter T., “The Legitimation of the Modern State: A Historical and Structural Account”, State Formation and Political Legitimacy, Ronald Cohen ve Judith D. Toland (der.), New Brunswick, Oxford: Transaction Books, 1988. Mannheim, Karl, Ideology and Utopia: An Introduction to the Sociology of Knowledge, New York: Harcourt Brace Jovanovich Publishers, 1936.
222
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Mardin, Şerif A., “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”, Comparative Studies in Sociology and History, vol. 11, 1969. ——, “Ideology and Religion in the Turkish Revolution”, International Journal of Middle East Studies, vol. 2, 1971. ——, “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics”, Political Participation in Turkey: Historical Background and Present Problems, Engin D. Akarlı ve Gabriel Ben-Dor (der.), İstanbul: Boğaziçi University Publications, 1975. ——, İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992. ——, Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, yedinci baskı, 1995. Marx, Karl ve Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar, 1. Cilt, Ankara: Sol Yayınları, 1976. Mert, Nuray, Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Morrow, Raymond A., Critical Theory and Methodology, Thousand Oaks, California: Sage Publications, 1994. Norberg, Johan, Küresel Kapitalizmi Savunmak, http://www.liberte.com.tr (24.06.2003). Nur, Rıza, Hayat ve Hatıratım, haz. Abdurrahman Dilipak, 3 cilt, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. Orbay, Rauf, Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım, İstanbul: Emre Yayınları, 1993. Ozankaya, Özer, Cumhuriyet Çınarı, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. Özbudun, Ergun, “Turkey: Crisis, Interruptions, and Reequilibrations”, Democracy in Developing Countries: Asia, vol. 3, Larry Diamond, Juan J. Linz ve Seymour Martin Lipset (der.), Boulder: Lynne Lienner Publishers, 1989. Parla, Taha, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 1, Atatürk’ün Nutuk’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. ——, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 2, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. ——, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, cilt 3, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. ——, Türkiye’nin Siyasal Rejimi, 1980-1989, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993. ——, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999. Popper, Karl R., Conjectures and Refutations, London: Routledge & Kegan Paul, 1963. Price, M. Philips, Türkiye Tarihi: İmparatorluktan Cumhuriyete Kadar, İstanbul: Ararat Yayınevi, 1975. Ricoeur, Paul, “The Model of the Text: Meaningful Action Considered as a Text”, Social Research, vol. 38, 1971, s. 529-555. Rostow, W.W., Politics and the Stages of Growth, Cambridge, University Press, 1971. Rustow, Dankwart A., “The Development of Parties in Turkey”, Political Parties and Political Development, Joseph La Polambara ve Myron Weiner (der.), Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1966. Selçuk, Sami, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1998.
Türkiye’de Siyaset ve Resmî ‹deoloji: Temel Yaklafl›mlar
223
Sunar, İlkay, “State, Society and Democracy in Turkey”, Research Paper, İstanbul: Boğaziçi University ISS/POLS 94-04, 1994. ——, State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara University Publications, 1974. ——, ve Sabri Sayarı, “Democracy in Turkey: Problems and Prospects”, Transitions from Authoritarian Rule: Southern Europe, G. O’Donnel, P. C. Schmitter ve L. Whitehead (der.), Baltimore, London: The Johns Hopkins University Press, 1986. Szyliowich, Joseph S., “Elites and Modernization in Turkey”, Political Elites and Political Development in the Middle East, Frank Tachau (der.), New York, London: John Wiley and Sons, 1975. Şahan, Can (der), İdeoloji Üzerine, İstanbul: Kuram Yayınları, ts. Timur, Taner, Türk Devrimi: Tarihi Anlamı ve Felsefi Temeli, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1968. Toprak, Zafer, Milli İktisat-Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, 1859-1952, (tıpkı) basım, İstanbul: Arba Yayınları, 1995. Tunçay, Mete, T.C.’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Cem Yayınevi, 1992. Turan, İlter, “Stages of Political Development in the Turkish Republic”, Perspectives on Democracy in Turkey, Ankara: Turkish Political Science Association, 1988. ——, “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim, Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay (der.), İstanbul: Der Yayınları, (1995). ——, Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, İstanbul: Der Yayınları, 1996. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yayınları, 1979. Ülman, A. Haluk ve Frank Tachau, “Turkish Politics: The Attempt to Reconcile Rapid Modernization with Democracy”, The Middle East Journal, vol. XIX, Spring 1965. Vakkasoğlu, Vehbi, Son Bozgun, 3 cilt, İstanbul: Timaş Yayınları, 1989. Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Kitap 3, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. Yetkin, Çetin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, 1983. Yılmaz, Hüseyin, Ayasofya, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990. ——, İnkılab Kurbanları, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990.
224
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Politics and Official Ideology in Turkey: Main Approaches H. Emre BA⁄CE Abstract The principal aim of this article is to critically analyze and classify the literature on the Turkish politics and official ideology. These works are classified under five categories in terms of their methodologies and points of view: (i) Traditional-reactionary approach; (ii) Kemalist and liberal apologetic approaches; (iii) Historical-sociological approach; (iv) Analytical-critical approach; and (v) Neoliberal approach. It is argued that, since each has different and conflicting assumptions and methods concerning Turkish politics, their competency varies to a great extent.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
225
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 1, Say› 2, 2004, 225-266
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar H. Emre BA⁄CE* I. Giriş BU YAZININ AMACI Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar Türk siyaseti ile ilgili başlıca eserlerin tematik olarak sınıflandırılmış bir listesini sunmak, Türk siyasetinin bazı temel sorunlarına değinmek ve yüksek lisans ve doktora düzeyinde çalışılabilecek bazı yeni araştırma sorularına işaret etmektir. Sözkonusu liste, tarihsel olarak ne tür konuların tartışıldığını ve ne tür çalışmaların yapıldığını göstermesi bakımından, Türk siyaseti ile ilgili okuma ve araştırma yapmayı düşünen kişilere kabaca bir fikir verecektir. Yine de bir hatırlatmada bulunmak gerekir: Seçilmiş kaynakçadan da anlaşılacağı üzere, herhangi bir eserin konulara göre sınıflandırılmasında belirgin yönü dikkate alınmıştır, dolayısıyla diğer konu başlıklarıyla da doğrudan veya dolaylı bir ilişki içinde bulunabilir. II. Türk Siyaseti Üzerine Bazı Gözlemler ve Öneriler Konuların kapsamının genişliğinden dolayı burada ayrıntılı bir literatür değerlendirmesine ve eleştirisine girilmeyecektir. Yalnızca, literatürdeki bazı boşluklara ve eksikliklere işaret etmekle yetinilecektir. 1. Kapitalist ekonominin doğasından dolayı modern toplumda siyasetin eşitlikçi, ekonominin ise eşitsizlikçi bir yönelime sahip bulunduğu genel olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de siyaset ve ekonomi ilişkisini inceleyen ciddî çalışmalar bulunmaktadır; ancak bu ilişkiyi demokrasi bağlamında ele alan daha fazla sayıda incelemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu doğrultuda, “TÜSİAD gibi ekonomik örgütlerin siyasal iktidarla ilişkileri demokrasiyi ve özellikle de yurttaşlığı nasıl etkilemektedir?” sorusuna yoğunlaşan çalışmalar ciddî bir eksikliği giderecektir. * Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
226
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
2. Özellikle, ele alınması gereken bir konu, Türkiye’de ordunun siyasal toplumsal rolüdür. Ordunun modernliğin simgesi ya da baş aktörü olduğu tezi giderek sorgulanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ordunun kendi işlevlerini yerine getirmekten çok, başka alanlarla ilgilenmeye başlaması, özellikle ekonomik bir aktör olarak rol oynaması ciddî sorunlara yol açmıştı. Günümüzde de OYAK gibi yan kurumlar aracılığıyla ordu mensupları toplumsal tabaka sistemi içinde başat bir yer tutmaktadır.1 Türkiye’de savunmaya ayrılan bütçeler bir taraftan “ulusal güvenliğin korunması için ordunun güçlü olması” tezi ile haklı gösterilebilirse de, savunma harcamalarının aynı zamanda ordunun ekonomik bir rol oynamasına da zemin hazırladığı tartışılabilir. Birinci kadar, ikinci tez de, üzerinde durulmayı hak etmektedir. Bu noktada Frank Parkin’in tabakalaşma kuramından yararlanılabilir. Frank Parkin2 yapılaşmış eşitsizlik olarak tanımlayabileceğimiz toplumsal tabakalar arasındaki ilişkileri değerlendirirken dışlama, gasbetme ve çifte kapanma kavramlarını kullanır. Dışlama esas olarak kaynak ve değerlerden daha az yararlanan alt tabakanın, üst tabakadaki kaynak ve değerlere ulaşmasını engelleme, üst tabakadakilerin kendi kaynaklarını alttakilerle paylaşmama çabasına işaret eder. Gaspetmede ise bunun tersi geçerlidir; gaspetme alt tabakanın üst tabakanın tekelinde bulundurduğu kaynakları, değerleri ve rolleri ele geçirme çabasıdır. Çifte kapanma ise iki yönlü ilişkiye işaret eder, özellikle orta tabakanın hem dışlama hem de gaspetme yönündeki davranışlarını içerir. Bu noktada, Parkin’in görüşleri doğrultusunda ordunun Türkiye’deki toplumsal tabakalaşma sistemindeki yeri ve rolü ayrıntılı olarak incelenebilir. 3. Türkiye’de ekonomik ve toplumsal kaynakların ve değerlerin nasıl dağıtılacağı üzerine bir uzlaşı sağlanmadığı ve bu yönde yurttaşların çoğunluğu tarafından benimsenen kurallar geliştirilmediği için siyasal ve toplumsal çatışma ve kutuplaşma kronik bir hal almıştır. Siyasal, toplumsal kutuplaşma ve çatışmaların meclisin yapısı ve işleyişi, partiler, seçmen davranışları, yolsuzluk ve kayırmacılık üzerinde nasıl bir rol oynadığı üzerine yapılacak çalışmalar, Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarının belirlenmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal’in ve Kemalizm’in çatışan taraflara avantaj ya da dezavantaj sağlayan bir öğe olarak kullanıldığı üzerinde yeterince durulmamaktadır. Ayrıca, Mustafa Kemal’den yarar sağlayamayanların, dini kendileri açısından bir araç olarak değerlendirerek kapitalist ekonomiye eklemlenme, sermaye ve pazar elde etme çabaları üzerinde birçok yazı bu1 Bu konuda yetkin bir çalışma için bkz., Taha Parla, “Mercantile Militarism in Turkey, 1960-1998”, New Perspectives on Turkey, no 19, Fall 1998, s. 29-52. 2 Bkz., Anthony Giddens, Sosyoloji, Ankara: Ayraç Yayınları, 2000, s. 264-265.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
227
lunmasına rağmen çoğu ciddiyetten uzaktır ve konuyu ayrıntılı olarak ele alan akademik çalışmalar henüz yeterli düzeyde değildir. 4. Yukarıdakilere paralel olarak, siyasal çatışmaların toplumsal boyutları yeterince incelenmiş değildir. Örneğin, Türkiye’nin siyasal gündeminde ve literatürde, resmî düzlemde gerçekleşen kutuplaşma ve çatışmalara değinilirken, bu çatışmaların neden hiçbir zaman sonuçlanmadığı ya da bunların nelere yol açtığı soruları üzerinde yeterince durulmamaktadır. Ekonomik terimlerle ifade edersek, resmî düzeydeki çatışmalar siyasal ve toplumsal alanda kendisine enformel bir sektör yaratmaktadır. Formel düzeydeki çatışmalar, yurttaşlık bilincinin oluşumunu engellerken nepotizm, hemşehricilik ve komşuluk gibi ilişkileri yurttaşlık yerine ikame etmektedir. Formel düzeyde, yani görünürde, çatışma içinde bulunan taraflar, görünmeyen ya da enformel düzeyde kayırmacılık aracılığıyla işbirliğine gitmektedir. Genel olarak bakıldığında bu, sivil, demokratik bir toplumun oluşumunu ve kurumsallaşmasını engellemekte ve toplumsal bütünlüğü gün be gün parçalamaktadır. Kısacası, yolsuzlukların ve nepotizmin hem kaynakları hem de yurttaşlık üzerindeki etkileri üzerine yapılacak çok disiplinli araştırmalar literatüre ve Türk toplumunun dönüşümüne ciddî katkı sağlayabilecektir. 5. Literatüre bakıldığında, Kürt sorunu ve kadının toplumsal konumu ve rolüyle ilgili çalışmaların da yeterince yapılmadığı görülecektir. Özellikle Kürt sorununun Türk akademisyenler tarafından ihtiyatla karşılandığı söylenebilir. Halbuki, sorun, hem uluslararası ilişkiler, hem sosyoloji, hem de siyaset bilimi açısından ele alınmayı gerektirecek önemdedir. Yabancı devlet ve yazarlar konuya Türkiye’den daha fazla önem vermektedir. Sorunları görmezden gelerek çözmek mümkün değildir; unutmamak gerekir ki, güçlü ülkeler bir taraftan kendi sorunlarını ayrıntılı şekilde inceleyip çözümler geliştirirken, bir taraftan da başka toplumların sorunlarını da kendilerine yarar sağlayacak şekilde ele almaktan geri durmamaktadırlar. 6. Son olarak, Türk siyaseti üzerine yapılan çalışmalar genel olarak betimleyici, ya da tarihsel bir anlatıma sahiptir; şu ana dek metropoliten ülkelerin kendi çıkarlarını koruyacak şekilde formüle ettiği modernleşme kuramları Türkiye’de egemen olmuş, bunun dışında hemen hemen hiçbir siyasal ve toplumsal kuram ve model geliştirilememiştir. Bu nedenle, Türk, İslam ve Batı felsefesinden yararlanarak bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorunlara çözüm aranması ve siyasal düşünceler ışığında yeni modeller kurulmasına oldukça ihtiyaç bulunmaktadır. Platon’un Devlet adlı eserinde ifade ettiği üzere, ne kadar güçlü kuramlar geliştirirsek, pratik yaşamımızı da o derece istediğimiz biçime sokabiliriz. Aksi takdirde, kâh modernleşme ve küreselleşme kuramlarının kâh postmodern söylemlerin peşinden sürüklenir dururuz.
228
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Türk Siyaseti Üzerine Seçilmiş-Tematik Kaynakça I. Cumhuriyet Öncesi: Osmanlı Mirası Ahmad, Feroz, The Young Turks: The Committee of Union and Progress in Turkish Politics, 1908-1914, Oxford: Clarendon Press, 1969. [İttihat ve Terakki 19081914, çev. Nuran Yavuz (Ülken), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1999]. Ahmet Rasim, Osmanlı İmparatorluğu’nun Reform Çabaları İçinde Batış Evreleri, haz., H. V. Velidedeoğlu, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1987. Akçura, Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1976. Akın, Rıdvan, Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma Devri ve Türkçülük Hareketi: 1908-1918, İstanbul: Der Yayınları, 2002. Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1987. Alkan, Ahmet Turan, II. Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Ankara: Cedit Neşriyat, 1992. Amca, Hasan, Doğmayan Hürriyet: Bir Devrin İçyüzü 1908-1918, İstanbul: Arba Yayınları, 1989. Armağan: Kanun-u Esasi’nin 100. Yılı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1978. Baykal, Bekir Sıtkı, Mithat Paşa: Siyasi ve İdari Şahsiyeti, Ankara: Ziraat Bankası Yayınları, 1964. Bayur, Hilmi Kâmil, Sadrazam Kâmil Paşa: Siyasi Hayatı, Ankara: Sanat Basımevi, 1954. Bérard, Victor, La mort de Stamboul: Considérations sur le Gouvernement des JeunesTurcs, Paris: A. Colin, 1913. Biliotti, A. ve Ahmed Sedad, Législation Ottomane Depuis le Rétablissement de la Constitution: 24 Djemazi-ul-Ahir 1326 - 10 Juillet 1324/1908 Recueil des Lois, Décrets, Règlements, Conventions, Actes internationaux... de l’Empire Ottoman, Paris: Jouve et cie, 1912. Birinci, Ali, Hürriyet ve İtilâf Fırkası: II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki’ye Karşı Çıkanlar, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1990. Braude, Benjamin, Bernard Lewis, Christians and Jews in the Ottoman Empire: The Functioning of a Plural Society, New York: Holmes and Meier, 1982. Cemal Paşa, Hatıralar: İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı Anıları, haz., Behçet Cemal, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1977. Çavdar, Tevfik, Osmanlıların Yarı-Sömürge Oluşu, İstanbul: Ant Yayınları 1970. ——, İttihat ve Terakki, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. Çığıraçan, İbrahim Hilmi, Zavallı Millet: Felâketlerimizin Esbabı, Dersaadet (Istanbul): Kitaphane-yi İslâm ve Askerî, 1328 (1913). Davison, Roderic H., The Armenian Crisis, 1912-1914, New York: The Armenian National Council of America, 1948. Deringil, Selim, The Ottomans, The Turks, and World Power Politics: Collected Essays, Istanbul: The ISIS Press, 2000.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
229
Dursun, Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992. Ege, Nezahet Nurettin (haz.), Prens Sabahaddin: Hayatı ve İlmî Müdafaaları, İstanbul: Güneş Neşriyatı, 1977. Farah, Caesar E. (der.), Decision Making and Change in the Ottoman Empire, Kirksville, Mo., USA: Thomas Jefferson University Press at Northeast Missouri State University; Lanham, MD: University Pub. Associates, 1993. Findley, Carter V., Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire: The Sublime Porte, 1789-1922, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1980 [Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform: Bâbıâlî, çev. Latif Boyacı, İzzet Akyol, İstanbul: İz yayıncılık, 1994]. Gökalp, Ziya, Yeni Hayat; Doğru Yol, haz., Müjgân Cunbur, Ankara: Devlet Kitapları, 1976. ——, Türk Devletinin Tekâmülü, haz., Kâzım Yaşar Kopraman, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981. Göze, Haluk Necdet, Modernism and Traditionalism in the Ottoman Empire: 17901922, Ann Arbor: University Microfilms, 1964. Hanioğlu, M. Şükrü, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1981. ——, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, İstanbul: İletişim Yayınları, 1989. ——, Young Turks in Opposition, New York: Oxford University, 1995. Hülagü, M. Metin, Pan-İslâmist Faaliyetler 1914-1918, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1992. Iacovella, Angelo, Gönye ve Hilal: İttihad-Terakki ve Masonluk, çev. Tülin Altınova, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt yayınları, 1998. Imbert, Paul, Avrupa Siyasetinin En Gizli Safahatı: Osmanlı İmparatorluğunun Teceddüdü, çev. Hasan Ferhad ve Anjel, İstanbul: Sırat-ı Müstakim Matbaası, 1329 (1913). Kadri, Hüseyin Kâzım, Ziya Gökalp’in Tenkidi, haz., İsmail Kara, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1989. Kansu, Aykut, Politics in Post-Revolutionary Turkey, 1908-1913, Boston: Brill, 2000. Karabekir, Kâzım, İttihat ve Terakki Cemiyeti: Neden Kuruldu, Nasıl Kuruldu, Nasıl İdare Olundu, İstanbul: TÜRDAV, 1982. Karay, Refik Halit, Minelbab İlelmihrab: 1918 Mütarekesi Devrinde Olan Biten İşlere ve Gelip Geçen İnsanlara Dair Bildiklerim: Anılar, İstanbul: İnkilâp ve Aka Kitabevleri, 1964. Karpat, Kemal H., Osmanlı Modernleşmesi: Toplum, Kuramsal Değişim ve Nüfus, çev. Akile Zorlu Durukan ve Kaan Durukan, Ankara: İmge Kitabevi, 2002. Kasaba, Reşat, The Ottoman Empire and the World Economy: The Nineteenth Century, Albany: State University of New York Press, 1988. Kayalı, Hasan, Arabs and Young Turks: Ottomanism, Arabism, and Islamism in the Ottoman Empire, 1908-1918, Berkeley: University of California Press, 1997 [Jön Türkler ve Araplar: Osmanlı İmparatorluğ’nda Osmanlıcılık, Erken
230
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık 1908-1918, çev. Türkan Yöney, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1998]. Kocabaş, Süleyman, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar: Türkiye ve İngiltere, Kayseri: Vatan Yayınları, 1985. Kuran, Ahmed Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve “Jön Türkler”, İstanbul: Tan Matbaası, 1945. ——, İnkılâp Tarihimiz ve İttihad ve Terakki, İstanbul: Tan Matbaası, 1948. M. Bedri, Kırmızı Kitap: İttihat ve Terakki – Ademimerkeziyet, Dersaadet (İstanbul): Artin Asaduryan ve Mahdumları, 1330 (1914). Mardin, Şerif, The Genesis of Young Ottoman Thought: A Study in the Modernization of Turkish Political Ideas, Syracuse NY: Syracuse University Press, 2000. ——, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev. Mümtaz’er Türköne, Fahri Unan ve İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Mehmet Sait Halim Paşa, Buhran-ı İçtimaîmiz, İstanbul: Ahmet İhsan ve Şürekası, 1332 (1914). Menteşe, Halil, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınlar, 1986. Mert, Nuray, “A Young Turk Journal: Terakki”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1985. Midhat Paşa, Bir Dahinin Siyasi Nutukları: Midhat Paşa Hazretlerinin Memalik-i Osmaniyenin Mazi ve Hal ve İstikbali Ünvaniyle Gazetelerde Neşr Buyurdukları Makaledir, Dersaadet (İstanbul): Saadet Kütüphanesi, 1324 (1908). Milani, Mustafa Kemal, “Constitutional Revolutions: Iran (1906) and the Ottoman Empire (1908) Compared”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2002. Necefzade, Yakub Kenan, 1908-1918 Sultan İkinci Abdülhamid ve Ittihad-ü Terakki, İstanbul: İtimad Yayınevi, 1967. Öcal, Gül Ayşe, “Cases of Violence in the Ottoman Empire between 1909 and 1913”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2002. Öge, A. R. (Ali Rıza), Meşrutiyetten Cumhuriyete Bir Polis Şefinin Gerçek Anıları, Bursa: Günlük Ticaret Gazetesi, 1982. Ölçen, Ali Nejat, Osmanlı Meclisi Meb’usanında Kuvvetler Ayırımı ve Siyasal İşkenceler, Ankara: AYÇA, 1982. Özbek, Nadir, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Devlet: Siyaset, İktidar ve Meşruiyet, (1876-1914), İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Polk, William R. ve Richard L. Chambers (der.), Ortadoğu’da Modernleşme, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995. Sorgun, Taylan, İttihat ve Terakki: Devlet Kavgası, İstanbul: Beyaz Balina Yayınları, 2001. Soysal, Ayşe Gün, “Ahmed Ağaoğlu (1869-1939): The Life and Thought of a Turkish Nationalist during 1908-1918”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1995. Şakir, Ziya, Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı: Talat, Enver, Cemal Paşalar, İstanbul: Ahmet Sait Matbaası, 1944. Şerif Paşa, Bir Muhalifin Hatıraları: İttihat ve Terakkiye Muhalefet, İstanbul: Nehir Yayınları, 1990.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
231
Talât Paşa, Talât Paşa’nın Hâtıraları: Sadrâzam Talât Paşanın Tarihin Bir Çok Gizli Taraflarını Aydınlatan Şimdiye Kadar Neşredilmemiş Şahsî Notları, İstanbul: Güven Yayınevi, 1946. Toprak, Zafer, Milli İktisat-Milli Burjuvazi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995. Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı: İkinci Meşrutiyetin Siyasî Hayatına Bakışlar, İstanbul: Baha Matbaası, 1959. Tunçay, Mete ve Erik Jan Zürcher (der.), Socialism and Nationalism in the Ottoman Empire, 1876-1923, London, New York: British Academic Press and the International Institute of Social History, 1994. Turfan, M. Naim (Mehmed Naim), Rise of the Young Turks: Politics, the Military and Ottoman Collapse, London: I. B. Tauris, 2000. Türkgeldi, Ali Fuat, Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye, haz., Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1957. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yayınları, 1979. White, Wilbur Wallace, The Process of Change in the Ottoman Empire, Chicago: University of Chicago Press, 1937. Woods, Henry Charles, The Danger Zone of Europe: Changes and Problems in the Near East, London: T. F. Unwin,1911. Yalçın, Hüseyin Cahit, Talât Paşa, [s.l.]: Yedigün Neşriyatı, 1943. Yaman, Ahmet Emin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sadr-i Âzamlık, 1876-1922, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Cografya Fakültesi, 1999. Zürcher, Erik Jan, The Unionist Factor: The Rôle of the Committee of Union and Progress in the Turkish National Movement 1905-1926, Leiden: E. J. Brill, 1984. ——, Milli Mücadelede İttihatçılık, çev. Nüzhet Salihoğlu, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995.
II. Kemalizm 10 ans de République: Résumé de Guide Publié, par le Parti Répubicain du Peuple à L’occasion du X. Anniversaire de la République 1923-1933, Ankara: Direction générale de la presse au Ministère de l’intérieur, 1933. Abalıoğlu, Nadir Nadi, Ben Atatürkçü Değilim, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1982. Afetinan, A., Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi , 1998. Akay, İhsan, Atatürkçülüğün İlkeleri, İstanbul: Varlık Yayınevi, 1964. Akçakayalıoğlu, Cihat, Atatürk: Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1998. Anayasa Mahkemesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (haz.), Atatürk ve Hukuk, Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1982. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (haz.), Atatürkçülük ve Modern Türkiye, Ankara, 22-23 Ekim 1998, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1998.
232
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Arar, İsmail, Atatürk’ün Halkçılık Programı ve Halkçılık İlkesinin Tarihçesi, İstanbul: Baha Matbaası, 1963. Arıburnu, Kemal, Atatürk ve Çevresindekiler, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995. Armstrong, H. C., Bozkurt, İstanbul: Arba Yayınları, 1996. Aslan, Asım, Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul: Teknografik Matbaacılık, 1985. Ataöv, Türkkaya, A ‘Statement’ Wrongly Attributed to Mustafa Kemâl Atatürk, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1984. Atatürk and Turkey of Republican Era, Ankara: Union of Chambers, Industry, Maritime Commerce and Commodity Exchanges of Turkey, 1981. Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürkçü Düşünce, Ankara: Atatürk, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, Atatürk Araştırma Merkezi, 1992. Atatürk Kimdir? Kemalizm Nedir?, İstanbul: Tasvir Neşriyatı, 1940. Atatürk, Mustafa Kemal, A Speech: Nutuk Delivered by Ghazi Mustapha Kemal (Atatürk) in October 1927, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1985. ——, Discours du Ghazi Moustafa Kemal, Président de la République Turque, Leipzig: K.F. Koehler, 1929. ——, Nutuk, İstanbul: Devlet Basımevi, 1938. ——, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Ankara: A.Ü. Basımevi, 1964. ——, Atatürk Der ki, haz., Akil Aksan, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1981. ——, Atatürk’ün T.B.M.M. Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, haz., Kâzım Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1981. ——, Citations de Mustafa Kemal Atatürk, haz., Âkil Aksan, Ankara: Ministere des Affaires Etrangeres de Turquie, 1981. ——, Atatürkçülük’te Temel İlkeler, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1988. ——, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: I-II-III, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1989. ——, Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1998-1999. Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşmaları, Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, 1987. Atatürkçü Düşünce Üzerine Denemeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1971. Atatürk’e Saygı, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1969. Atay, Falih Rıfkı, Atatürkçülük Nedir?, İstanbul: Ak Yayınları, 1966. Ateş, Toktamış, Kemalizmin Özü, İstanbul: Der Yayınları, 1981. Avcıoğlu, Doğan vd., Atatürkçülük Nedir?, İstanbul: İleri Yayınları, 2003. Aydemir, Şevket Süreyya, İnkılâp ve Kadro: (İnkılâbın İdeolojisi), Ankara: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1932. ——, Tek Adam: Mustafa Kemal, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1963-1965. Baykara, Tuncer, Türk Devrim Tarihi, Ankara: 1981. Berkes, Niyazi, Atatürk ve Devrimleri, İstanbul: Adam Yayınları, 1982. Besim, Tevfik, Cumhuriyetimizin Temelleri, Ankara: Recep Ulusoy Basımevi, 1939.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
233
Beşikçi, İsmail, Bilim Yöntemi, Ankara: Kalite Matbaası, 1976. Betin, Saffet Ürfi, Atatürk İnkılabı ve Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Halide Adıvar, İstanbul: Güven Basımevi, 1951. Bourgoin, Marguerite, La Turquie d’Atatürk, Paris: Eugène Rey, 1936. Bozdağ, İsmet, Atatürk’ün Evrensel Boyutları, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988. Brock, Ray, Ghost on Horseback: The Incredible Atatürk, New York: Duell, Sloan and Pearce, 1954. Can, Niyazi (haz.), Mustafa Kemal Paşa Tokat’ta: 26 Haziran 1919, Tokat: Tokat Valiliği, 1999. Castle, Wilfrid T. F., Grand Turk: An Historical Outline of Life and Events, of Culture and Politics, of Trade and Travel during the Last Years of the Ottoman Empire and the First Years of the Turkish Republic, London, New York: Hutchinson, 1943. Çeçen, Anıl, Kemalizm, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998. ——, Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti, Ankara: Avrasya-Bir Vakfı, 2001. Demirhan, Nezahat, Cumhuriyetin Onuncu Yılının Türk İnkılap Tarihinde Yeri ve Önemi, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1999. Dilipak, Abdurrahman, Bir Başka Açıdan Kemalizm, İstanbul: Beyan Yayınları, 1988. Doğumunun 100. Yılında Atatürke Armağan, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1981. Dumont, Paul, Mustafa Kemal Invente la Turquie Moderne: 1919-1924, Bruxelles: Editions Complexe, 1972. Dura, Cihan, Atatürk Devriminin Temeli Bilimsel Zihniyet, Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 1999. ——, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı, Kayseri: Erciyes Üniversitesi, 2000. Ecevit, Bülent, Atatürk ve Devrimcilik, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1976. Eliçin, Emin Türk, Kemalist Devrim Ideolojisi: Niteliği ve Tarihteki Yeri, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1996. Engin, M. Saffet, Kemalizm İnkilâbının Prensipleri, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1938-39. Erden, Ali Fuad, Atatürk, İstanbul: Burhanettin Erenler Matbaası, 1952. Eroğlu, Hamza, Gerçek Yönüyle Atatürkçülük: Türk Devriminin Temel Prensipleri ve Cumhuriyet Rejimi, Ankara: Kardeş Matbaası, 1965. ——, vd., Atatürk ve Türk Toplumu, Ankara: Türkiye Zirai Donatım Kurumu Yayınları, 1981. Erüreten, Bahir Mazhar, Kemalizm: Çağdaş devlet - çağdaş toplum, İstanbul: İmaj, 1998. Feyzioğlu, Turhan vd. (haz.), Atatürk Yolu, Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı Münasebetiyle, İstanbul: Otomarsan Kültür Yayını, 1981 [İngilizcesi: Atatürk’s Way, İstanbul: Otomarsan Kültür Yayını, 1982]. Feyzoğlu, Osman Güngör, Atatürk İlkeleri ve İnkılabımız, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1981.
234
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Fığlalı, Ethem Ruhi vd. (haz.), Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik, Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi , 1999. Gedikoğlu, Şevket, Kemalist Eğitim İlkeleri, Uygulamaları: Cumhuriyet Dönemi Eğitiminde Kemalist İlkeler, Uygulamalar, Sonuçlar ve Sorunlar, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1978. Genelkurmay Başkanlığı, Atatürkçülük, Ankara: Genelkurmay Başkanlığı, 1983. Gentizon, Paul, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, çev. Fethi Ülkü, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1983. Giritli, İsmet, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 1974. ——, Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümünde Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 1980. ——, Kemalist İdeoloji: Siyasî ve Ekonomik Yönleri, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, 1981. ——, Atatürkçülük: Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Ders Notları, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1983. ——, Atatürkçülük İdeolojisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988. Güngör, Selâhaddin, Atatürk’e Kafa Tutanlar, İstanbul: Hâdise Yayınevi, 1955. Halkevleri, Söylevler, 1932-1941, Ankara: Recep Ulusoğlu, 1942. Hughes, Preston, Atatürkçülük ve Türkiye’nin Demokratikleşme Süreci, çev. Rabia Süer, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994. İnan, Afet, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı 1933, Ankara: TTK Basımevi, 1972. İnan, Yusuf Ziya, Atatürk İlkelerine Bakışlar, İstanbul: Bayramaşık Yayınevi, 1978. Jaeschke, Gotthard, Türk İnkilâbı Tarihi Kronolojisi, çev. Niyazi Recep Aksu, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1939-1941. Kafesoğlu, İbrahim ve Mehmet Saray (haz.), Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Temeller, İstanbul: Kazancı Matbaacılık, 1983. Kandemir, [Feridun], Siyasi Dargınlıklar: Atatürk-İnönü, İnönü-Mareşal Dargınlığı, İstanbul: Ekicigil Tarih Yayınları, 1955. ——, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası, İstanbul: Ağbaba, 1965. Kansu, Ceyhun Atuf, Atatürkçü Olmak, İstanbul: Varlık Yayınevi, 1966. ——, Cumhuriyet Ağacı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1973. Kaplan, Kadri (der.), Atatürk ve Cumhuriyet: Atatürkçü Düşünce Üzerine Denemeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1973. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Atatürkçü Düşünce ve Yaklaşım Tarzı, Ankara: Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 1982. Kaynar, Reşat ve Necdet Sakaoğlu, Atatürk Düşüncesi: Sorular ve Konferanslar, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, 1999. Kazancigil, Ali ve Ergun Özbudun (der.), Atatürk, Founder of a Modern State, London: C. Hurst, 1981. Kazmaz, Süleyman, Atatürk’ün İstediği Medeniyetin Işıkları, Ankara: AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 1997. Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yayınları, 1955.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
235
Kışlalı, Ahmet Taner, Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği, Ankara: İmge Kitabevi, 1994. Kili, Suna, Kemalism, İstanbul: School of Business Administration and Economics, Robert College, 1969. ——, Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, Ankara: Türkiye İş Bankası, 1981. ——, (haz.), Dünya ve Türkiye Açısından Atatürk, İstanbul: Yapı Kredi, 1996. ——, The Atatürk Revolution: A Paradigm of Modernization, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2003. Kirby, Fay, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara: İmece Yayınları, 1962. Kodaman, Bayram, Cumhuriyetin Tarihî-Fikrî Temelleri ve Atatürk, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi, 1999. Koloğlu, Orhan, Bir Çağdaşlaşma Örneği Olarak: Cumhuriyet’in İlk Onbeş Yılı (19231938), İstanbul: Boyut Yayın Grubu, 1999. Kongar, Emre, Atatürk Üzerine, İstanbul: Hil Yayınları, 1983. ——, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1983. Kumkale, Tahir Tamer, Neden Atatürkçülük? Nasıl Atatürkçülük?: Bir Sistem Arayışı, İstanbul: Harp Akademileri Komutanlığı, 1996. Kuran, Ercüment, Atatürkçülük Üzerine Denemeler, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1981. Kurtuluş, Baki, Tarihsel Olaylarla “Nutuk”, Söylev, Ankara: Kurtuluş Yayınları, 1987. Landau, Jacob M., Atatürk and the Modernization of Turkey, Boulder, Colo.: Westview Press; Leiden, the Netherlands: E.J. Brill, 1984. Majda, Tadeusz (der.), Symposium Organised on the Occasion of the 75. Anniversary of the Foundation of the Republic of Turkey (28.10.1923-28.10.1998), Warsaw: Dialog, 1999. Mango, Andrew, Atatürk, London: John Murray, 1999. Menemenli, Ethem, İnkılâbımız: İdeoloji ve Realite Karşısında, İstanbul: Türkiye Matbaası, 1934. Mustafa Kemal Derneği, Atatürkçülük-Kemalizm: Atatürkçünün Elkitabı, İstanbul: Mustafa Kemal Derneği, 1982. Nayır, Yaşar Nabi (haz.), Atatürkçülük Nedir?, İstanbul: Varlık Yayınevi, 1963. ——, Atatürk Yolu, İstanbul: Varlık Yayınevi, 1966. Nirun, Nihat ve Mehmet Akif Tural, Sosyoloji Açısından Atatürk, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1997. Ozankaya, Özer, Cumhuriyet Çınarı, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. Önder, Mehmet, Atatürk’ün Almanya Gezisi: 15 Aralık 1917-4 Ocak 1918, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1981. Özalp, Kâzım; Teoman, Özalp, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1995. Özden, Yekta Güngör, Atatürk Sizsiniz!, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1995. Özkan, Derya (haz.), Cumhuriyet’in Renkleri, Biçimleri, İstanbul: Türkiye Tarih Vakfı, 1999. Perinçek, Doğu, Kemalist Devrim, İstanbul: Aydınlık Yayınları, 1977. ——, Kemalist Cumhuriyet, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1994
236
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
——, Altı Ok, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000. ——, Teorik Çerçeve, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000. Pope, Nicole, Turkey Unveiled: Atatürk and After, London: John Murray, 1997. Rona, Zeynep (der.), Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi, 1998, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1999. Safa, Peyami, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul: Ötüken, 1995. ——, Reflections on the Turkish Revolution, çev., Yuluğ Tekin Kurat, Ankara: Atatürk Supreme Council For Culture, Language and History Atatürk Research Center, 1999. Sarc, Ömer Celal vd., Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, İstanbul: Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı, 1983. Selçuk, İlhan, Atatürkçülüğün Alfabesi, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1982. Smith, Elaine Diana, Turkey: Origins of the Kemalist Movement and the Government of the Grand National Assembly, 1919-1923, Washington: Judd & Detweiler, 1959. Soyak, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul: Yapı ve Kredi Bankası A. Ş., 1973. Steinhaus, Kurt, Atatürk Devrimi Sosyolojisi: Sosyo-Ekonomik Yönden Az Gelişmiş Ülkelerde Burjuva Toplumunun Gelişmesi Sorunu Üzerine Bir Araştırma, çev. M. Akkaş, İstanbul: Sander Yayınları, 1973. Şimşir, Bilâl N. (haz.), Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1981. ——, (haz.), İngiliz Belgelerinde Atatürk, 1919-1938, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1984. ——, Atatürk’ün Hastalığı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989. ——, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1993. Taneri, Aydın, Atatürk İlkelerini Yorum Metodu, Ankara: Ankara Üniversitesi, 1982. Tanju, Sadun, Atatürk’ün Yanındakiler Karşısındakiler, İstanbul: Hür Yayınları, 1981. Tanyol, Cahit, Atatürk ve Halkçılık, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984. Taray, Cemal Hüsnü, Atatürk İlkeleri Işığında Türkiye’de Demokrasi ve Sol: Sorunlarımız ve İsraflarımız, İstanbul: Yörük Matbaası, 1971. Taşkent, Kazım, Atatürk Aydınlığında Yaşamak, İstanbul: Binbirdirek, 1981. Tekinalp, Munis, Kemalizm, İstanbul: Cumhuriyet Gazete ve Matbaası, 1936. Tiftikçi, Ender, Mehmet Tiftikçi (der.), Atatürk ve Hukuk, Ankara: Yargıtay Yayınları, 1999. Timur, Taner, Türk Devrimi: Tarihi Anlamı ve Felsefi Temeli, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1968. Torumtay, Necip, Atatürk: Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucusu Lider, İstanbul: Doğan Kitapçılık A.Ş., 2001. Tör, Vedat Nedim, Kemalizmin Dramı: Yorumlar, Denemeler, Çizgiler, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1980. Tunaya, Tarık Zafer, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul: Baha Matbaası, 1964. Turan, Seyfettin, Atatürk’te Konular Ansiklopedisi, İstanbul: Yapı Kredi, 1995.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
237
Turan, Şerafettin, Atatürk ve Ulusal Dil, Ankara: Türk Dil Kurumu, 1981. Türk Tarih Kurumu, Kemalist Devrim Üzerine Denemeler: Teori-Uygulama, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1971. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih: Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941), İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000-2001. Türkdoğan, Orhan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri, Erzurum: Atatürk Üniversitesi, 1977. Türker-Küyel, Mübahat, Atatürk’ün Saadet Anlayışı Hakkında Bir Deneme, Ankara: AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 1997. Uluslararası Atatürk Sempozyumu 17-22 Mayıs 1981, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 1984. Walker, Barbara K., Filiz Erol ve Mine Erol, Özgürlük İçin: M. Kemal Atatürk’ün İlk Yılları, çev. Mine Erol, İstanbul: Redhouse Yayınevi, 1981. Yalçın, Bekir Sıtkı ve İsmet Gönülal, Atatürk İnkılâbı: Kanunlar, Kararlar, Tamimler, Bildiriler, Belgeler: Gerekçe ve Tutanaklarıyla, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1984. Yazıcı, Serap, Aydınlanma Felsefesi ve 1923 Devrimi, İstanbul: Demet Yayıncılık, 1994. Yeşilyurt, Süleyman, Zübeyde Hanımın İkinci Evliliği ve Kemalizm, Ankara: Merhaba Yayıncılık, 1996.
III. İnönü Akbıyıkoğlu, Ali Rıza, Demokrasi ve İsmet Paşa, Ankara: Filiz Matbaası, 1986. Başar, Ahmet Hamdi, Aziz Milli Şef İnönü’ye Açık Dilekçe, İstanbul: 1946. Besen, Haluk, İsmet Paşa ve Devlet, İstanbul: İnkilap Kitapevi, 1995. Cihan, Ali Rıza ve Abdullah Tekin, Çağdaş Devlet Adamı İsmet İnönü, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1989. Dilipak, Abdurrahman, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Yayınları, 1989. Erden, Ali Fuad, İsmet İnönü, haz., Olcay Önertoy, Nurullah Çetin, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, İsmet İnönü, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987. İnönü, İsmet, Milli Şef ’in Söylev, Demeç ve Mesajları, der., Kadri Kemal Kop, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1945. ——, Turkey, Ten Eventful Years 1938-1947, New York: Turkish Information Office, 1947. ——, 1958’de İnönü: Nutuklar, Mesajlar, Makaleler, Ankara: C.H.P. Araştırma Bürosu, 1959. ——, Hatıralar, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1987. ——, Defterler, 1919-1973, haz., Ahmet Demirel, İstanbul: YKY, 2001. Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. Loğoğlu, Osman Faruk, İsmet İnönü and the Making of Modern Turkey, Ankara: İnönü Vakfı, 1997.
238
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Otmanbölük, Günvar, İsmet Paşa Dosyası, İstanbul: Yaylacık Matbaası, 1969. Uğur, Necdet, İsmet İnönü, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995. Yiğit, Ali Ata, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası (1938-1950), İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1992.
IV. Siyasal ve Toplumsal Değişim Abramowitz, Morton (der.), Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, çev. Faruk Çakır, Nasuh Uslu, Ankara: Liberte Yayınları, 2001. Ahmad, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, çev. Fatmagül Berktay, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1986. ——, The Making of Modern Turkey, London; New York: Routledge, 1993. Ahmet Rasim, İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye, İstanbul: Vatan Matbaası, 1342 (1923). Akşin, Sina (der.), Türkiye Tarihi: Çağdaş Türkiye, 1908-1980, İstanbul: Cem Yayınevi, 1995. Akşit, Bahattin, Köy, Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişme: Toplum, Siyaset..., Ankara: Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar, 1985. Albayrak, Sadık, Cumhuriyet’e Doğru, İstanbul: Araştırma Yayınları, 1989. Alpay, Şahin, 2020 Yılında Türkiye, İstanbul: AFA Yayıncılık, 1991. Arslan, Modern Türkiye, çev. Fatma Arıkan, İstanbul: TÜTAV, 2002. Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni: Dün, Bugün, Yarın, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1968. Bahrampour, Firouz, The Political and Social Transformation of Modern Turkey, 1923-1963, Washington: The American University, 1964. Balim, Çiğdem vd. (der.), Turkey: Political, Social and Economic Challenges in the 1990’s, Leiden: Brill, 1995. Beeley, Brian (der.), Turkish Transformation: New Century, New Challenges, Huntingdon: Eothen, 2002. Behar, Cem vd. (haz.), Turkey’s Window of Opportunity: Demographic Transition Process and Its Consequences, İstanbul: Turkish Industrialists’ and Businessmen’s Association, 1999. Berkes, Niyazi, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1965. ——, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Doğu-Batı Yayınlar, (ts.). Bischoff, Norbert von, La Turquie dans le Monde: l’Empire Ottoman. La République Turque, Paris: Payot, 1936. Boratav, Korkut, Yeni dünya düzeni nereye, Ankara: İmge Kitabevi, 2000. Bozdoğan, Sibel, Reşat Kasaba (der.), Türkiye’de modernleşme ve ulusal kimlik, çev. Nurettin Elhüseyni, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998. Cem, İsmail, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul: Cem Yayınevi, 1989. ——, Siyaset Yazıları: “Geçiş Dönemi Türkiyesi”, (1981-1984 Yılları), İstanbul: Cem Yayınevi, 1993. Cihan, Ali Faik, Dostlar ve Düşmanlar: 1945-1989 Cumhuriyetin Kısa Tarihi, İstanbul: Amaç, 1989.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
239
Cohn, Edwin J., Turkish Economic, Social, and Political Change: The Development of a more Prosperous and Open Society, New York: Praeger Publishers, 1970. Cornell, Erik, Turkey in the 21st Century: Opportunities, Challenges, Threats, Richmond, Surrey: Curzon, 2001. Cumhuriyet Almanağı, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1935. Demirtepe, Ülkü, Frak’tan T-shirt’e, İstanbul: Yılmaz Yayınları, 1992. Dilipak, Abdurrahman, Cumhuriyete Giden Yol: 1919’dan 1923’e, İstanbul: Beyan Yayınları, 1989. Doğan, D. Mehmet, Batılılaşma İhaneti, İstanbul: Timaş Yayınları, 1993. Dönmezer, Sulhi vd., 75. Yıldönümü’nde Türkiye Cumhuriyeti: Geçmiş ve Gelecek, Sunumlar, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1999. Eralp, Atilla, Muharrem Tünay ve Birol Yeşilada (der.), Political and Socioeconomic Transformation of Turkey, Westport: Praeger Publishers, 1993. Erverdi, Ezel, D. Özer ve A. Debbağoğlu, Türk Milliyetciliği ve Batılaşma, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1979. Evin, Ahmet, Modern Turkey: Continuity and Change, Opladen: Leske Verlag, 1984. Finefrock, Michael Martin, From Sultanate to Republic: Mustafa Kamal Atatürk and the Structure of Turkish Politics, 1922-1924, 1976. Fuller, Graham E., Eastern Europe to Western China: Growing Role of Turkey in the World and Its Implications for Western İnterests, Santa Monica: Rand, 1993. Gergen, Mehmet Emin (der.), Tanzimat’tan Avrupa Topluluğu’na Türkiye, İstanbul: İnkilap Kitapevi, 1989. Giritli, İsmet, Fifty Years of Turkish Political Development, 1919-1969, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1969. Gökman, Muzaffer, 50 Yılın Tutanağı 1923-1973, İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1973. Hale, William, Aspects of Modern Turkey, London: Bowker Publishing Company Limited, 1976. Harris, George S. (Sellers), Turkey: Coping with Crisis, Boulder, Colo.: Westview Press, 1985. Heper, Metin, Ayşe Öncü, ve Heinz Kramer (der.), Turkey and the West: Changing Political and Cultural Identities, London; New York: I.B. Tauris; New York: St Martin’s Press, 1993. İlgürel, Mücteba, Milli Mücadele’de Balıkesir Kongreleri, Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 1999. İnsel, Ahmet, Düzen ve Kalkınma Kıskacında Türkiye: Kalkınma Sürecinde Devletin Rolü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996. Jackh, Ernest, Yükselen Hilal: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Türkiye’nin Dünü, Bugünü, Yarını, çev. Perihan Kuturman, İstanbul: Temel Yayınları, 1999. Kahraman, Hasan Bülent, Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye: (1980 Sonrası Zihinsel, Toplumsal, Siyasal Dönüşüm), İstanbul: Everest Yayınları, 2002. Kalaycıoğlu, Ersin, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, İstanbul: Alfa, 2000.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
240
Karpat, Kemal H. (der.), Political and Social Thought in the Contemporary Middle East, London: Pall Mall, 1968. ——, Social Change and Politics in Turkey: A Structural-Historical Analysis, Leiden: Brill, 1973. Kedourie, Sylvia (der), Turkey Before and After Atatürk: Internal And External Affairs, London, Portland: Frank Cass, 1999. Keleş, Ruşen ve Artun Ünsal, Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu, 1982. Kelsey, Tim, Dervish: The Invention of Modern Turkey, London: Penguin Books, 1996. Kepenek, Yakup, Değişimin Doğrultusu, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1995. Keyman, E. Fuat ve Ali Yaşar Sarıbay (der.), Global/Yerel Ekseninde Türkiye, İstanbul: Alfa, 2000. Kırmacı, A. N., Türkiye’nin Geleceği, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1965. Kışlalı, Ahmet Taner, Forces Politiques dans la Turquie Moderne, Ankara: Sevinç Matbaası, 1969. Kili, Suna, Turkey: A Case Study of Political Development, İstanbul: School of Business Administration and Economics, Robert College, 1968. Kinzer, Stephen, Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasında Türkiye, çev. Funda Keskin, İstanbul: İletişim, 2002. Kongar, Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, 1981. ——, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985. ——, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000. Kökden, Uğur, Türkiye’de Batı Bunalımı, Ankara: Şafak Matbaası, 1978. Kuran, Ahmed Bedevi, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Milli Mücadele, İstanbul: Baha Matbaası, 1956. Kuran, Ercüment, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, der., Mümtaz’er Türköne, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994. Küçük, Yalçın, Türkiye Üzerine Tezler, 1908-1978, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1980. Leman Şenalp (haz.), Cumhuriyetimizin 50 Yılı Bibliyografyası ve Elli’nci Yılla İlgili Çalışmalar, İstabul: İstanbul Matbaası, 1975. Lewis, Bernard, The Emergence of Modern Turkey, London, Oxford: Oxford University Press, 1968. Maarif Vekâleti, Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine: Nasıldı? Nasıl Oldu?, İstanbul: Devlet Matbaası, 1933. Mango, Andrew, Turkey, New York: Walker, 1968. ——, Turkey: The Challenge of a New Role, Westport, Conn.: Praeger, 1994. ——, Türkiye’nin İmajı ve Tanıtım Sorunu, Ankara: T.C. Başbakanlık, 2001. ——, vd., Türkiye’nin Yeni Rolü, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1995. Manisalı, Erol, Yirmibirinci Yüzyılda Küresel Kıskaç: Küreselleşme, Ulus-devlet ve Türkiye, İstanbul: Otopsi, 2001.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
241
Mastny, Vojtech ve R. Craig Nation (der.), Turkey between East and West: New Challenges for a Rising Regional Power, Colorado: Westview Press (ts). Mears, Eliot Grinnell, Modern Turkey: A Politico-Economic Interpretation, 1908-1923 Inclusive, New York: The Macmillan Company, 1924. Meriç, Cemil, Bir Facianın Hikâyesi, Ankara: Umran, 1981. Milani, Kemal, “A Comparative Study of Turkey and Iran: A Socio-Political Approach”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1994. Nadi, Nadir, Perde Aralığından, İstanbul: Cumhuriyet Yayınları, 1964. Peker, Mümtaz, Göç, Kentleşme Sorunları ve Yerel Siyaset: Yeni Eğilimler, Yeni Yaklaşımlar, İzmir: Saray Kitabevi, 1997. Price, Clair, The Rebirth of Turkey, New York: T. Seltzer, 1923. Price, M. Philips (Morgan Philips), A History of Turkey: From Empire and Republic, London: George Allen & Unwin Ltd., 1956. Ronart, Stephan, Turkey To-day, London: R. Hale, Ltd., 1938 Rustow, Dankwart A., Unutulan Müttefik: Türkiye, çev. Hakan Türkkuşu, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989. Sayar, Ahmed Güner, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla: Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine ait Değişmeler, İstanbul: Ötüken, 2001. Schick, Irvin, Cemil Ertuğrul, Ahmet Tonak (der.), Geçiş Sürecinde Türkiye, İstanbul: Belge Yayınları, 1990, 1987. Shankland, David (der.), The Turkish Republic at Seventy-Five Years: Progress-Development-Change, Cambridegeshire: The Eothen Press, 1999. Shayegan, Daryush, Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, çev., Haldun Bayrı, İstanbul: Metis Yayınları, 1991. Somersan, Semra, Olağan Ülkeden Olağanüstü Ülkeye Türkiye’de Çevre ve Siyaset, İstanbul: Metis yayınları, 1993. Szyliowicz, Joseph S., Political Change in Rural Turkey: Erdemli, The Hague: Mouton, 1966. Talay, Süleyman (haz.), Dünya-Türkiye: Küreselleşme, İstanbul: Küyerel Yayınevi, 1997. Tezel, Yahya S., Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Ankara: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994. Times, The New Turkey, August 9, 1938, London: Times Publishing Co., 1938. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasal Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstanbul: Arba Yayınları, 1996. ——, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938), İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları; 2001. Uykucu, Kürşat Ekrem, 1919’dan 1973’e kadar Cumhuriyet Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul: Kervan Yayınları, 1973. Ülsever, Cüneyt, 21. Yüzyılda Küreselleşen Dünya ve Türkiye Perspektifi, İstanbul: Timaş, 2000. Ünsal, Artun (der.), 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaşa Doğru, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1999.
242
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Ünsal, Hüsamettin ve Hıfzı Topuz, Cumhuriyet’in Beş Dönemeci, İzmir: Sergi Yayınevi, 1984. Waldner, David, State Building and Late Development, Ithaca, N.Y.: Cornell University Press, 1999. Ward, Robert E. ve Dankwart A. Rustow, Conference on Political Modernization in Japan and Turkey, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1964. Weiker, Walter F., The Modernization of Turkey: To the Present Day, New York: Holmes and Meier, 1981. Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, İstanbul: Belge Yayınları, 1992.
V. Siyasal Sistem, Kültür, İdeoloji, Devlet ve Toplum Ağaoğlu, Ahmet, Devlet ve Fert, İstanbul: Sanayiinefise Matbaası, 1933. Akar, Rıdvan, Varlık Vergisi Kanunu: Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. Akdere, İlhan ve Zeynep Karadeniz, Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi, 1908-1980, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 1996. Aktan, Coşkun Can, Politik Yozlaşma ve Kleptokrasi: 1980-1990 Türkiye Deneyimi, İstanbul: Afa Yayınları, 1992. ——, Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, İzmir: T Yayınları, 1994. Alagil, Necati Oktay, Devrimlerin Felsefesi ve Türkiye’deki Devrimci Hareketler, Ankara: Doğan Yayınevi, 1971. Alatlı, Ertuğrul vd., Devlet, İstanbul: Yazko, 1984. Alexander, Catherine, Personal States: Making Connections between People and Bureaucracy in Turkey, New York: Oxford University Press, 2002. Atay, Falih Rıfkı, Faşist Roma, Kemalist Tiran, ve Kaybolmuş Makedonya, Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1935. Ateş, Toktamış, Hoşgörü ve Uzlaşma, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1995. Avcıoğlu, Doğan, Devrim ve Demokrasi Üzerine, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1980. Aydın, Suavi, Modernleşme ve Milliyetçilik, Ankara: Gündoğan Yayınları, 1993. Aydoğan, Metin, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye: 20. Yüzyılın Sorgulanması 1-2, Otopsi, 1999. Ayvazoğlu, Beşir, Türk’ün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti, İstanbul: Ötüken, 1991. Babüroğlu, Selahattin, Bunalım ve Devlet, İstanbul, 1984. Bağce, Hüseyin Emre, “Official State Ideology of the Turkish Republic as Formulated in the Speeches and Writings of the Chief Political Leaders (1927-1938)”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2001. Bakırezer, Güven, “Turkish Liberalism and the Social Question (1908-1945)”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2001. Balkan, Neşecan ve Sungur Savran (der.), The Politics of Permanent Crisis: Class, Ideology and State in Turkey, New York: Nova Science Publishers, 2002. Başgil, Ali Fuat, Türkiye Esas Teşkilatı ve Siyasî Rejimi, İstanbul, 1939. ——, Türkiye Siyasi Rejimi ve Anayasa Prensipleri: Mukayeseli Türk Esas Teşkilât Hukuku Dersleri, İstanbul: Baha Matbaası, 1957.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
243
Baykal, Deniz, İsmail Cem, Yeni Sol, İstanbul: Cem Yayınları, 1992. Belge, Murat, Türkiye Dünyanın Neresinde?, İstanbul: Birikim Yayınları, 1993. ——, (der.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Berberoğlu, Berch, Turkey in Crisis: From State Capitalism to Neo-colonialism, London, 1982. Berksoy, Biriz, “Party Conferences 1935-1945: Academia’s Contribution to Ideological Mobilization in Turkey”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2000. Berzeg, Kazım, Liberalizm ve Demokrasi Kapıkulu Geleneği, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1993. ——, Liberalizm ve Türkiye, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu, 1996. Besken, Sara, “State Syndrome through Cartoons”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1989. Bıçakçı, Cenan vd., Türkiye’de Siyasal Gelişmeler ve Sosyalistler, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1995. Bischoff, Norbert von, Ankara: Türkiye’ deki Yeni Oluşun Bir İzahı, çev. Burhan Belge, Ankara: Ulus Basımevi, 1936 Bonne, Alfred, State and Economics in the Middle East, London: Routledge and Kegan Paul, 1955. Bora, Tanıl, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Boratav, Korkut, Türkiye’de Devletçilik, Ankara: SBF Yayınları, 1962. ——, İktisat ve Siyaset Üzerine Aykırı Yazılar, İstanbul: BDS Yayınları, 1989. ——, 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, İstanbul: Gerçek, 1991. Bostancı, Naci, Kadrocular ve Sosyo Ekonomik Görüşleri, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1990. ——, Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1996. Bozkurt, Celal, Kemalizm, Marksizm ve Ecevit, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1976. Bölügiray, Nevzat, İşte Sivil Cumhuriyet?!, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1993. Buğra, Ayşe, State and Business in Modern Turkey, Albany: State University of New York, 1994. Coşar, Nevin (der.), Türkiye’de Devletçilik, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995. Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizm (1860-1990), Ankara: İmge Kitabevi, 1992. Çevik, Hasan Hüseyin ve Turkut Göksu (der.), Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis, Ankara: Seçkin, 2002. Çiğdem, Ahmet, Taşra Epiği: “Türk” İdeolojileri ve İslamcılık, İstanbul: Birikim Yayınları, 2001. Çoşturoğlu, Mustafa, Sosyal Şizofreni ve Atatürkçülük Üzerindeki Baskılar, Ankara: Toplum Yayınları, 1974. Çulcu, Murat, Marjinal Tarih Tezleri, İstanbul: Erciyaş Yayınları, 1995. Çulhaoğlu, Metin, İdeolojiler Alanı ve Türkiye Örneği, Ankara: Öteki, 1998. ——, Solda “Sivil Toplum” Söylemi: Gerçekler ve Yanılsamalar, Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Forumu Vakfı, 2000.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
244
Dağı, İhsan D., Kimlik Söylem ve Siyaset: Doğu-Batı Ayrımında Refah Partisi Geleneği, Ankara: İmge Kitabevi, 1998. Dalak, M. Uğur, “Kadro and Kemalism: A Search for an Ideology in the Early 1930s”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1993. Davutoğlu, Ahmet vd., İdris Küçükömer Anısına Türkiye’de Sivil Toplum Arayışları, İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi, 2000. Demirer, Temel, Sokak’takine Notlar: Türkiye’de Devlet, Toplum, Medya, Siyaset, Ankara: Öteki, 1997. Directorate General of Press and Information, Political Structure of Turkey, Ankara: Directorate General of Press and Information, 1983. Dodd, C. H. (Clement Henry), Politics and Government in Turkey, Berkeley: University of California Press, 1969 Engin, Arın, Türklük Düşmanları: Sosyalist ve Osmanlı Geçinenlere Karşı Atatürkçülük Manifestosu, İstanbul, 1968. Ersanlı, Büşra, “The Turkish History Thesis: A Cultural Dimension of the Kemalist Revolution”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1989. Ertan, Temuçin Faik, Kadrocular ve Kadro Hareketi (Görüşler, Yorumlar, Değerlendirmeler), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994. Evliyaoğlu, Gökhan, Milliyetçiliğimizin Ön Hedefleri, İstanbul: Toprak Yayınları, 1962. Finkel, Andrew ve Nükhet Sirman (der.), Turkish State, Turkish Society, London, New York: Routledge, 1990. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. Gemalmaz, Mehmet Semih, Anayasada Olağanüstü Rejim, Demokratikleşmede Sivil Toplum, İstanbul: Kavram, Yayınları, 1995. Georgeon, François, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura (1876-1935), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996. Gerger, Haluk, O Yıllar, Ankara: Dost Kitapevi, 1987. Gevgilili, Ali, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1989. ——, Türkiye’de Yenileşme Düşüncesi, Sivil Toplum, Basın ve Atatürk, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1990. Göçek, Fatma Müge (der.), Political Cartoons in the Middle East, Princeton, NJ: Markus Wiener Publishers, 1998. Göktaş, Hıdır ve Ruşen Keleş, Vatan Millet Pragmatizm: Türk Sağında İdoloji ve Politika: Röportaj, İstanbul: Metis Yayınları, 1991. Hastürk, Ayşe Banu, “The Transformation of the Socialist Left in Turkey: A Case Study on the Pluralism of ÖDP, Liberty and Solidarity Party”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2000. Hekimoğlu, Cemal, Türkiye’de Sosyalizmin İktidar Arayışı, İstanbul: Gelenek-Dünya Yayıncılık, 2000.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
245
Heper, Metin, Türk Kamu Bürokrasisinde Gelenekçilik ve Modernleşme: Siyaset Sosyolojisi Açısından Bir İnceleme, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1977. ——, (der.), Readings in Turkish Politics, İstanbul: Boğazici Üniversitesi, (ts). ——, (der.), Turkey: Past Development and Future Prospects, Ankara: Maya Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti., 1983. ——, The Mode of Legitimizing a Modernizing State: The Case of Turkey, İstanbul: Boğaziçi University, 1985. ——, The State Tradition in Turkey, Beverley, North Humberside: Eothen Press; Atlantic Highlands, N.J.: Distributed in the U.S.A. by Humanities Press, 1985. Ilgaz, Deniz, “The Village Institutes and the Kemalist Ideology in the Turkish Republic”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1995. Işıklı, Alpaslan, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, Ankara: Tüze, 1997. İdris Küçükömer’le Türkiye Üstüne Tartışmalar, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. İlhan, Attilâ, Dönek Bereketi: Cumhuriyet Söyleşileri (Nisan-Eylül) 1998, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2002. İncioğlu, Nihal (koordinatör), Siyasal Rejim Tartışmaları, İstanbul: TESEV, 2000. İnsel, Ahmet, Türkiye Toplumunun Bunalımı, İstanbul: Birikim Yayınları, 1990. İstanbul Üniversitesi, Cumhuriyet’in 75. yıl Armağanı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 1999. Kabaklı, Ahmet, Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı, 1993. Kadir, A., 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1966. Kafesoğlu, İbrahim, Türk-İslam Sentezi, İstanbul: Aydınlar Ocağı, 1985. Kahraman, Hasan Bülent, Sağ Türkiye ve Partileri, Ankara: İmge Kitabevi, 1995. Kalaycıoğlu, Ersin ve Ali Yaşar Sarıbay (der.), Türk Siyasal Hayatı: Değişim ve Süreklilik, İstanbul: Der Yayınları, 1995. Karatepe, Şükrü, İdeolojik Devlet Krizi, İstanbul: Birey Yayınları, 2000. Kaya, Hayrettin, “Formation of the Standard Image of the Past in Turkey from the Tanzimat Era to the Early Years of the Republic”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1994. Kayalı, Kurtuluş, Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı: Görüntüdeki Dinamizmin Gölgelediği Tıkanıklık, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. ——, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. ——, Türk Kültür Dünyasından Portreler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Kazemi, F. ve J. Waterbury (der.), Peasants and Politics in the Modern Middle East, 1991. Kedourie, Sylvia (der.), Turkey: Identity, Democracy, Politics, London; Portland, Or.: Frank Cass, 1996. Keser, İhsan, Türkiye’de Siyaset ve Devletçilik, Ankara: Gündoğan Yayınları, 1993. Keyder, Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, çev., Sabri Tekay, İstanbul: İletişim Yayınları, 1989. Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995.
246
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Kömürcü, Derya, “The Emergence of Center-left Politics in Turkey, 1960-1980”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2001. Küçük, Yalçın, Aydın Üzerine Tezler, 1830-1980, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1988. Küçükömer, İdris, Cuntacılık’tan “Sivil Toplum”a: Yön ve Ant Yazıları, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. ——, Düzenin Yabancılaşması-Batılaşma, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. ——, Sivil Toplum Yazıları, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Landau, Jacob M., Radical Politics in Modern Turkey, Leiden: E.J. Brill, 1974. ——, Türkiye’de Sağ ve Sol Akımlar, çev. Erdinç Baykal, Ankara: Turhan Kitabevi, 1979. Mahçupyan, Etyen, Batıdan Doğu’ya, Dünden Bugüne Zihniyet Yapıları ve Değişim, İstanbul: Patika, 2000. Mardin, Şerif, Siyasi Fikir Tarihi Çalışmalarında Muhteva Analizi, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1969. ——, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları, 1990. ——, İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993. Marmara Brifingi: Devletin Gözüyle Sol ve Sağ Örgütler, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1995. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Devlet’in Kavram ve Kapsamı, Ankara: 1990. Mutlu, Servet vd., Emerging Changes in Turkish Politics and Society, Tokyo: Institute of Developing Economies, 2000. Müftüoğlu, Güneş, Sosyal Devlet ve Hukuk Devleti, Ankara: SAYPA, 1996. Oran, Baskın, Atatürk Milliyetçiliği: Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme, Ankara: Dost Kitabevi, 1988. Ögel, Bahaeddin (haz.), Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1982. Ökte, Faik, Varlık Vergisi Faciası, İstanbul: Nebioğlu Yayınevi, 1952. Öncü, Ayşe, Çağlar Keyder, Saad Eddin Ibrahim (der.), Developmentalism and Beyond: Society and Politics in Egypt and Turkey, Cairo, Egypt: American University in Cairo Press, c1994. Öngider, Seyfi (der.), Homopolitikus: Liderler Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul: Aykırı Yayıncılık, 2001. Özdemir, Hikmet, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1986. Özdoğan, Günay Göksu, Turan’dan “Bozkurt”a: Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946), çev. İsmail Kaplan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Özel, İsmet, Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?, İstanbul: Çıdam, 1988. Özel, Mustafa (der.), Tarih Risaleleri, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995. Özgen, Mahmut İhsan, Türkiye’de Şiddet Hareketleri: Kaynakları ve Hedefleri, Yeni Forum, 1989. Parla, Taha, Demokrasi, Anayasalar, Partiler ve Türkiye’nin Siyasal Rejimi Üzerine Yazılar, İstanbul: Onur Yayınları, 1986.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
247
——, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, İstanbul: İletişim Yay., 1989. ——, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, cilt. 1, Atatürk’ün Nutuk’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. ——, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, cilt 2, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. ——, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, cilt 3, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. ——, Türkiye’nin Siyasal Rejimi, 1980-1989, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993. Perinçek, Doğu, Osmanlıdan Bugüne Toplum ve Devlet, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1986. Poulthon, Hugh, Silindir Şapka, Bozkurt ve Hilal: Türk Ulusçuluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, çev. Yavuz Alogan, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1999. Sarınay, Yusuf, Türk Milliyetçiliğinin Tarihî Gelişimi ve Türk Ocakları: 1912-1931, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1994. Savran, Sungur, Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri: 1919-1980, İstanbul: Kardelen, 1992. Saybaşılı, Kemâli, İktisat, Siyaset, Devlet ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1992. Saylan, Türkan, Cumhuriyet’in Bireyi Olmak, İstanbul: Cumhuriyet Kitap Kulübü, 1998. Sertel, Sabiha ve Zekeriya Sertel, Davamız ve Müdafaamız: Makaleler, İddianameler, Müdafaalar, Mahkeme Kararları, Yargıtay Kararları, İstanbul: F-K Basımevi, 1946. Sertel, Yıldız, Babam Zekeriya Sertel Susmayan Adam, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2002. Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım, İstanbul: Yaylacık Matbaası, 1968. Sever, Metin ve Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları: Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler/Röportajlar, Ankara: Başak Yayınları, 1993. Sezgin, Ömür, Türk Kurtuluş Savaşı ve Yasal Rejim Sorunu, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1984. Sunar, İlkay, State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara University Publications, 1974. Şaylan, Gencay, Çağdaş Siyasal Sistemler, Ankara: İş Bankası Yayınları, 1981. Taneri, Aydın, Türk Devlet Geleneği: Dün ve Bugün, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1975. Tekeli, İlhan ve Selim ilkin, Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, Ankara: ODTÜ, 1982. Tevetoğlu, Fethi, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1967. Tezel, Yahya Sezai, Kapılanma Kültürü ve Demokrasi: İktisat, Siyaset ve Tarih Yazıları, Ankara: Liberte Yayınları, 1999. ——, Toplam Ahlak, Ankara: Friedrick Naumann Vakfı Arı Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği ve National Democratic Institute, 1999. Topçu, Nurettin, Milliyetçiliğimizin Esasları, haz., Ezel Erverdi ve D. Mehmet Doğan, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1978.
248
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Tosun, Gülgün Erdoğan, Demokratikleşme perspektifinden devlet-sivil toplum ilişkisi (Türkiye örneği), İstanbul: Alfa, 2001. Tosun, Tanju, Türk Parti Sisteminde Merkez Sağ ve Merkez Solda Parçalanma, İstanbul: Boyut Yayınları, 1999. Tunçay, Mete, Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler, İstanbul: Belge Yayınları, 1982. ——, (der.), 75 Yılda Düşünceler Tartışmalar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1999. Turan, İlter, Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, İstanbul: Der Yayınları, 1996. Türkeş, Alparslan, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul: Arkın Kitabevi, 1968. Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2002. Ulaş, Taciser (der.), Merhaba Sivil Toplum!, Turkey: Helsinki Citizens Assembly, 1997. Vergin, Nur, Türkiye’ye Tanık Olmak, İstanbul: Sabah Kitapları, 1998. Yeni Türkiye 21. Yüzyıl, İstanbul: Yeni Türkiye Medya, 1998.
VI. Din ve Siyaset Ağaoğulları, Mehmet Ali, L’Islam dans la vie Politique de la Turquie, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1982. Akdoğan, Yalçın, Siyasal İslam: Refah Partisi’nin Anatomisi, İstanbul: Şehir Yayınları, 2000. Albayrak, Sadık, Türkiye’de Din Kavgası, İstanbul: Sebil Mat., 1975. ——, Devrimin Çakıl Taşları, İstanbul: Medrese Yayınevi, 1981. ——, Türkiye’de İslamcılık-Batıcılık Mücâdelesi, İstanbul: Risale Yayınları, 1990. ——, Çağdaş Devrim Yobazları, İstanbul: Timaş Yayınları, 1991. Arat, Yeşim, Political Islam in Turkey and Women’s Organizations, İstanbul: TESEV Yayınları, 1999. Arsel, İlhan, Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına, İstanbul, 1993. Atalay, Bülent, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri, 1908-1923, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Avcı, Nazmi, Türkiye’de Modernleşme Açısından Din-Kültür-Siyaset (1829-1960), İstanbul: Pınar Yayınevi, 2000. Beki, M. Akif, Türkiye’de Nakşiler, İstanbul: Yeni Yüzyıl Kitaplığı, 1995. ——, Türkiye’de Nurculuk, İstanbul: Yeni Yüzyıl, (1995). Bora, Tanıl, Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık, İstanbul: Birikim Yayınları, 1998. ——, ve Kemal Can, Devlet, Ocak, Dergâh: 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. Bostan, Fatma, “Political Perspectives of Sebilürreşad”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1996. Bozgeyik, Burhan, Bize Nasıl Zulmettiler, İstanbul: Çile Yayınları, 1993. ——, İslam Birliği Üzerine Oynanan Oyunlar, İstanbul: Timaş Yayınları, 1993.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
249
——, İşte Zulmün Belgeleri, İstanbul: Erhan Yayınevi, 1999. Bölügiray, Nevzat, Doruktaki İrtica, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1994. Bulut, Faik, Ordu ve Din (Resmi Belgeler Işığında): 1826-1997 Devlet Gözüyle İslamcı Faaliyetler, Ankara: Doruk Yayınları, 1997. ——, Kim Bu Fethullah Gülen, İstanbul: Ozan Yayıncılık, 1998. Ceyhun, Demirtaş, Aydınlarımız ve Laisizm, İstanbul: Sis Çanı Yayıncılık, 2000. Cizre, Ümit, Muktedirlerin Siyaseti: Merkez Sağ-Ordu-İslamcılık, çev. Cahide Ekiz, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999. Çağatay, Neşet, Türkiye’de Gerici Eylemler: (1923’den bu yana), Ankara: Ankara Universitesi, 1972. Çakır, Ruşen, Ne Şeriat ne Demokrasi: Refah Partisini Anlamak, İstanbul: Metis Yayınları, 1994. Çalışlar, Oral, Refah Partisi Nereden Nereye?, İstanbul: Pencere Yayınları, 1995. Çetinkaya, Hikmet, Din Baronunun Kazları: Din Baronu, Kenan Evren’den Turgut Özal’a; Tansu Çiller’den Bülent Ecevit’e Her Kesimle İlşki Kurdu ‘Şeriat-Ticaret’ Zincirini Genişletti, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1996. Çitlioğlu, Ercan, Tahran-Ankara hattında Hizbullah, Ankara: Ümit yayıncılık, 2001. Çizakça, Murat, Demokrasi Arayışında Türkiye: Laik-Dindar/Demokrat Uzlaşmasına Bir Katkı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002. Dafi, Muhammed, Kemalizm ve Din, Ankara: Ardıç Yayıncılık, 1997. Demirer, Yücel, Türkiye İslamını Anlamalı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1998. Duman, Doğan, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, İzmir: Eylül Yayınları, 1999. Dursun, Davut, Laiklik, Siyaset ve Değişim, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995. Edib, Eşref, Risâlei Nur: Muarizi Yazarların İsnadları Hakkında İlmî Bir Tahlil, İstanbul: Sebilürreşad Neşriyatı, 1965. Ekinci, Oktay, Şeriatın Kravatlı Başkanı: Araştırma, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998. Engin, Arın, Yükseliş Yengimiz için Kuran’da Atatürkçülük ve Kızıl Elma, İstanbul: Gün Matbaası, 1971. Erdoğan, Mustafa, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, 1995. Eyuboğlu, İsmet Zeki, Atatürk Devrimleri Işığında Laiklik, İstanbul: Say Dağıtım, 1994. Feroze, Mohammad Rashid, Islam and Secularism in Post-Kemalist Turkey, Islamabad: Islamic Research Institute, 1976. Fincancı, Yurdakul vd., Türkiye’de İslamcılık, Yeni Yüzyıl, 1995. Gerber, Haim, State, Society, and Law in Islam: Ottoman Law in Comparative Perspective, New York: State University, 1994. Geyikdağı, Mehmet Yaşar, Political Parties in Turkey: the Role of Islam, New York: Praeger, 1984. Goloğlu, Mahmut, Atatürk İlkeleri ve Bursa Nutku, Ankara: Goloğlu Yayınları, 1973. Gökalp, İskender ve François Georgeon (der.), Kémalisme et Monde Musulman, Cahiers Du Getc. Paris: Fondation de la Maison des Sciences de l’homme 54,
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
250
1987 [Türkçesi: Kemalizm ve İslam Dünyası, çev. Cüneyt Akalın, İstanbul: Arba Yayınları, 1990]. Gülalp, Haldun, Kimlikler Siyaseti: Türkiye’de Siyasal İslamın Temelleri, İstanbul: Metis, 2003. Günümüz Türkiye’sinde Din-Devlet-Siyaset İlişkisi: 30 Kasım 1998, Ankara: Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, 1999. Güvenç, Bozkurt vd., Türk-İslam Sentezi: Dosya, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1991. Harp Akademileri Komutanlığı, Türkiye’de İrtica Hareketleri ve Terörizmin İlişkileri, İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, 1998. İlhan, Attilâ, Hangi Laiklik, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1998. Kara, İsmail, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul: Risale Yayınları, 1987. ——, İslâmcıların Siyasî Görüşleri, İstanbul: İz Yayıncılık, 1994. Kazıcı, Ziya - Mehmet Şeker, İslâm-Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981. Kırçak, Çağlar, Meşrutiyetten Günümüze Gericilik, Ankara: Bilar Yayınları, 1989. ——, Türkiye’de Gericilik (1950-1990), Ankara: İmge Kitabevi, 1993. Kısakürek, Necip Fâzıl, Dünya Bir İnkılâp Bekliyor, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1998. ——, Türkiyenin Manzarası, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1998. Kışlalı, Ahmet Taner, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara: İmge Kitabevi, 1994. Kongar, Emre, Demokrasi ve Laiklik, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999. Kutay, Cemal, 31 Mart’ın 90. Yılında: Laik Cumhuriyet Karşısında Derviş Vahdetiler Cephesi, İstanbul: Aksoy Yayıncılık, 1999. Linke, Lilo, Allah Dethroned: A Journey through Modern Turkey, London:Constable & C. Ltd., 1937. Ludington, Nicholas S., Turkish Islam and the Secular State, Washington, D.C.: American Institute for Islamic Affairs, c1984. Manaz, Abdullah, Atatürk Reformları ve İslam, İzmir: Akademi Kitabevi, 1995. ——, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, İzmir: Ulusal Birlik İçin Düşünce-Eylem Vakfı, 1998. Mardin, Şerif, Türkiye’de Din ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991. Mumcu, Uğur, Tarikat, Siyaset, Ticaret, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1988. Olivero, Luigi, Turkey without Harems, çev. Ivy Warren, London: Macdonald, 1952. Ozankaya, Özer, Türkiye’de Laiklik: Atatürk Devrimlerinin Temeli, İstanbul: Cem Yayınevi, 1990. Ömeroğlu, Aydın, Demokratikleşme Sürecinde Halifelik Sorunu, İstanbul: Pul Yayınları, 1996. Özakıncı, Cengiz, United States of İrtica 1945-1999: Soğuk Savaş Döneminden Yeni Dünya Düzenine Türkiye’de İrtica ve Emperyalizm, Otopsi, 2000. Özberki, Ayşe R., “Hilmi Ziya’s Life and Thought from 1928 to 1960, in relation to the Political and Religious Developments in the Republic of Turkey”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1986. Özek, Çetin, 100 Soruda Türkiye’de Gerici Akımlar, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1968.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
251
——, Devlet ve Din, İstanbul: Ada Yayınları, (ts). Özel, İsmet, İrtica Elden Gidiyor, İstanbul: İklim, 1986. Perinçek, Doğu, Din ve Allah, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1994. Polat, Yılmaz (çev.), Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’de İslami Akımlar, İstanbul: Beyan Yayınları, 1990. Rustow, Dankwart A., Politics and Islam in Turkey 1920-1955, 1957. Saeed, Javaid, Islam and Modernization: A Comparative Analysis of Pakistan, Egypt, and Turkey, Westport, Conn.: Praeger, 1994. Sarıbay, Ali Yaşar, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası: Milli Selamet Partisi Örnek Olayı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1985. Savaş, Vural, İrtica ve Bölücülüğe Karşı Militan Demokrasi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 2000. Saylan, Gencay, İslamiyet ve Siyaset: Türkiye Örneği, Ankara: Verso, 1987. Sayyid, Bobby S., A Fundamental Fear: Eurocentrism and the Emergence of Islamism, London; New York: Zed Books, 1997. Serdengeçti, Osman Yüksel, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1958. Seyit Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3 Mart 1340 Münakit İkinci İctimağında Hilafetin Maheyet-i Şeriyesi Hakkında Adliye Vekili Seyyid Bey Tarafından İrada Olunan Nutuk, Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, 1924. Sezen, Yümni, Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı: Ankete Dayalı Bir İnceleme, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1993. Şimşir, Bilal N., Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu, çev., Cüneyit Akalın, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999. Tezel, Yahya Sezai (der.), Sivil Toplumda Siyaset ve Din, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu, Arı Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği ve Fiedrich Naumann Vakfı, 1999. Tibi, Bassam, Boğaz’ın İki Yakası: Avrupa ile İslamcılık Arasında Türkiye, çev. Sevinç Kabakçıoğlu, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000. Timuroğlu, Vecihi, 12 Eylül’ün Eğitim ve Kültür Politikası: Türk-İslam Sentezi, Ankara: Başak Yayınları, 1991. Toprak, Binnaz, Islam and Political Development in Turkey, Leiden: Brill, 1981. Turan, Ömer (haz.), İslam ve Demokrasi: Kutlu Doğum Sempozyumu-1998, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998. Yetkin, Çetin, 12 Eylülde İrtica: Niçin ve Nasıl Gelişti, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1994. Yıldırım, Ergun, Türkiye’nin Modernleşmesi ve İslam, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995. Yılmaz, Hüseyin, Ayasofya, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990. ——, İnkılab Kurbanları, İstanbul: Timaş Yayınları, 1990. Yücekök, Ahmet N., 100 Soruda Türkiye’de Din ve Siyaset, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1971 ——, Dinin Siyasallaşması: Din Devlet İlişkilerinde Türkiye Deneyimi, İstanbul: AFA, TÜSES, 1997.
252
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
VII. Siyaset ve Kadın Altındal, Aytunç, Türkiye’de Kadın, İstanbul: Süreş Yayıncılık, 1985. Arat, Necla, Susmayan Yazılar: Eğitim Laiklik Kadın ve Siyaset Üzerine, İstanbul: Say Yayınları, 1997. Arat, Yeşim, The Patriarchal Paradox: Women Politicians in Turkey, Rutherford, N.J.: Fairleigh Dickinson University Press, 1989. Caporal, Bernard, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk kadını: (1919-1970), çev. Ercan Eyüboğlu, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1999. Çaha, Ömer, Sivil Kadın: Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Konya: Vali Yayınları, 1996. Durakbaşa, Ayşe, “The Formation of Kemalist Female Identity: A Historical-Cultural Perspective”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1987. Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma Yaşamı ve Siyaset, İstanbul: TÜSİAD, 2000. Onger, Beria, Atatürk Devrimi ve Kadınlarımız: Denemeler, Araştırmalar, İstanbul: Fahir Onger Yayınları, 1965. Talaslı, Gülay, Siyaset Çıkmazında Kadın, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1996. Tayyar, Jafar, L’ultra-Popularisme Philosophie Moderne de Kamâl Atatürk: La Civilisation Turque Actuelle: L’émancipation de la Femme Turque, Paris: Libraire Orientaliste Paul Geuthner, 1935. Tekeli, Şirin (haz.), Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadınlar, İstanbul: İletişim, 1990. ——, ve Meryem Koray, Devlet, Kadın, Siyaset, Ankara: Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, 1991. Uluçay, Güler, “Kemalist Reformists and Image of Woman”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1991. Usluata, Ayseli ve Michele Martin, Political Cartoons of Feminine Power: A Comparative Study of Canada and Turkey, İstanbul: Yeditepe University Publication, 2000. Wedel, Heidi, Siyaset ve Cinsiyet: İstanbul Gecekondularında Kadınların Siyasal Katılımı, çev. Can Kurultay, İstanbul: Metis Yayınları, 2001.
VIII. Kürt Sorunu Akgündüz, Ahmet, Güneydoğu Meselesi ve Çözüm Yolları, İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 1996. Barkey, Henri J. ve Graham E. Fuller, Turkey’s Kurdish Question, Lanham, Md.: Rowman & Littlefield, 1998. Bruinessen, Martin van, Kürtlük, Türklük, Alevilik: Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadelesi, çev. Hakan Yurdakul, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. Çalmuk, Fehim, Erbakan’ın Kürtleri: Milli Görüş’ün Güneydoğu Politikası, İstanbul: Metis Yayınları, 2001. Çay, Abdulhalûk M. vd., Doğu ve Güneydoğu Anadolu Üzerine Araştırmalar, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1992.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
253
Destroying Ethnic Identity: The Kurds of Turkey, New York: Helsinki Watch Committee, 1988. Ekinci, Tarık Ziya, Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi, İstanbul: Küyerel Yayınları, 1997. Erer, Tekin, Kürt Meselesi, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1994. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (haz.), Güncel Konular, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1982. Gunter, Michael M., The Kurds in Turkey: A Political Dilemma, Boulder, Colo.: Westview Press, 1990. ——, The Kurds and the Future of Turkey, New York: St. Martin’s Press, 1997. Güneydoğu Sorunu ve Çözüm Arayışları, İstanbul: Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti, 1992. Houston, Christopher, Islam, Kurds and the Turkish Nation State, Oxford: Berg, 2001. Ibrahim, Ferhad ve Gülistan Gürbey, The Kurdish Conflict in Turkey: Obstacles and Chances for Peace and Democracy, New York: St. Martin’s Press, 2000. Kayıp İddialarının Gerçek Yüzü, Ankara: T.C. İçişleri Bakanlığı, 1998. Kirişçi, Kemal ve Gareth M. Winrow, The Kurdish Question and Turkey: An Example of a Trans-State Ethnic Conflict, London; Portland, Or.: Frank Cass, 1997. ——, Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi, çeviri Ahmet Fethi, İstanbul: Türkiye Ekopnomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000. Olson, Robert (der.), The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s: Its Impact on Turkey and the Middle East, Lexington, Ky.: University Press of Kentucky, 1996. ——, The Kurdish Question and Turkish-Iranian Relations: From World War I to 1998, California: Mazda Publisher, 1998. Rugman, Jonathan ve Roger Hutchings, Atatürk’s Children: Turkey and the Kurds, London; New York: Cassell, 1996. Şimşir, Bilal N. (haz.), İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de “Kürt sorunu”: (1924-1938): Şeyh Sait, Ağrı, ve Dersim Ayaklanmaları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991. Yeğen, Mesut, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, Ankara: İletişim, 1999.
IX. Demokrasi ve Siyasal Kurumlar IX.1. Genel Olarak Siyaset ve Demokrasi Ahmad, Feroz, Demokrasi Sürecinde Turkiye: 1945-1980, çev. A. Fethi, İstanbul: Hil, 1996. Akkerman, Naki Cevat, Demokrasi ve Türkiye’de Siyasi Partiler Hakkında Kısa Notlar, Ankara: Ulus Basımevi, 1950. Arcayürek, Cüneyt, Demokrasinin İlk Yılları, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1985. ——, Demokrasi Dönemecinde Üç Adam, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999. Aybar, Mehmet Ali, Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm: Seçmeler, 1945-1967, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1968.
254
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Cemal, Hasan, Tarihi Yaşarken Yakalamak: Demokrasi Notları, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1987. Coşkun, Süleyman, Türkiye’de Politika (1920-1995), İstanbul: Cem Yayınevi, 1995. Çavdar, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, 1995. Çekirge, Fatih, İktidar Oyunu, Istanbul: Simavi Yayınları, 1992. Dağı, İhsan D., İnsan Hakları, Küresel Siyaset ve Türkiye, İstanbul: Boyut Kitapları, 2000. Diamond, Larry, Juan J. Linz ve Seymour Martin Lipset (der.), Democracy in Developing Countries: Asia, Boulder: Lynne Lienner Publishers, 1989. Ekinci, Tarık Ziya, Demokrasi, Çokkültürlülük ve Bir Yargısal Serüven, İstanbul: Küyerel Yayınları, 1999. Erdost, Muzaffer İlhan, Ulus, Uluslaşma, Demokratikleşme, Ankara: Onur Yayınları, 1991. Erentöz, Erdoğan, Demokrasi Çıkmazında Kayan Yıldızlar, İstanbul: Assos, 2003. Ertaş, O. Koray ve Erdeniz Şen, Türkiye’de Demokratikleşme ve Batılılaşma, Ankara, 1995. Ertuğ, Celal, Çözümsüz Demokrasi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1997. Goloğlu, Mahmut, Demokrasiye Geçiş, 1946-1950, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1982. Güler, Aydemir vd., Demokrasi’ye Aykırı Yazılar, İstanbul: Gelenek Yayınevi, 1996. Güzel, Şehmus M., Türk Usulü Demokrasi, Ankara: Doruk Yayınları, 1997. Işıklı, Alpaslan, Devlet ve Demokrasi, Ankara: Kuvayi Milliye Yayınları, 1999. Karaibrahimoğlu, Sacit, Demokrasimizin Kronolojisi, Ankara: Alkan Matbaası, 1972. Karakaş, Ercan, Gelecek Sosyal Demokrasidir, İstanbul: Sosyal Demokrat Yayınlar, 1992. Karpat, Kemal H., Turkey’s Politics: The Transition to a Multi-party System, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1959. Kaynar, Reşat, Türkiye’de Hukuk Devleti Kurma Yolundaki Hareketler, İstanbul: Tan Matbaası, 1960. Keleş, Ruşen ve Yasushi Hazama, Policy Process in Turkish Democray, Tokyo: Institute of Developing Economics, 1991. Kemal, Mehmet, Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki Demokrasi, İstanbul: Erdini Matbaası, 1980. Keyman, E. Fuat, Türkiye ve Radikal Demokrasi: Modern Zamanlarda Siyaset ve Demokratik Yönetim, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1999. Kılıçbay, Mehmet Ali, Siyasetsiz Siyaset, Ankara: İmge Kitabevi, 1998. Kongar, Emre, Demokrasi ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992. ——, Demokrasi ve Kültür: “Kültür Üzerine 2”, İstanbul: Hil Yayın, 1983. ——, Demokrasi ve Vampirler, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2002. Köker, Levent, Demokrasi Üzerine Yazılar, Ankara: İmge Yayınları, 1992. Köseoğlu, Talât, Demokraside Dâvalarımız: İdeal Demokrasiye, Refah ve Saadete Kavuşma Mücadelerimiz ve Bu Konularda Zafer Sağlama Çarelerimiz, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1962.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
255
Küçükömer, İdris, Halk Demokrasi İstiyor mu: Bitmemiş Son Eser, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Liebert, U. ve M. Cotta (der.), Parliament and Democratic Consolidation in Southern Europe, London: Pinter Publishers, 1990. O’Donnel G., P. C. Schmitter ve L. Whitehead (der.), Transitions from Authoritarian Rule: Southern Europe, Baltimore, London: The Johns Hopkins University Press, 1986. Ozankaya, Özer (haz.), Cumhuriyet ya da Demokrasi, İstanbul: Kültür Bakanlığı, 2002. Öz, Esat, Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım (1923-1945), Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992. Özbay, F. vd., Nüfus ve Kalkınma: Göç, Eğitim, Demokrasi, Yaşam Kalitesi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, 2001. Özbudun, Ergun, Contemporary Turkish Politics: Challenges to Democratic Consolidation, Boulder, Colo.: Lynne Rienner Publishers, 2000. ——, vd., Perspectives on Democracy in Turkey, Ankara: Turkish Political Science Association, 1988. Özüerman, Tülay, Türkiye’nin Batılılaşma ve Demokratikleşme Açmazı, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları, 1998. Pevsner, Lucille W., Turkey’s Political Crisis: Background, Perspectives, Prospects, New York: Praeger, 1984. Savcı, Bahri, Demokrasimiz Üzerine Düşünceler, Ankara: Ankara Üniversitesi, 1963. Soysal, Mümtaz, Demokrasiye Giderken, İstanbul: Hil Yayınları, 1982. ——, Çürüyüşten Dirilişe, İstanbul: Cumhuriyet, 1999. Sunar, İlkay, “State, Society and Democracy in Turkey”, Research Paper, İstanbul: Boğaziçi University ISS/POLS 94-04, 1994. ——, ve Sabri Sayarı, Turkish Democracy: Changing and Persistent Problems, and Prospects, İstanbul: Institute of Political Science, 1982. Tachau, Frank, Turkey: The Politics of Authority, Democracy and Development, New York: Praeger, 1984. Tahtinen, Dale Rudolph, “The Role of the Single Party in the Modernization Process of Five Middle Eastern States”, Doktora Tezi, University of Maryland, 1974. Tanilli, Server, Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?, İstanbul: Amaç Yayıncılık, 1987. Tanör, Bülent, Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, İstanbul: TÜSİAD, 1997. ——, (haz.), Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi: Tartışmalar ve Son Gelişmeler, İstanbul: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, 1999. Timur, Taner, Küreselleşme ve Demokrasi Krizi, Ankara: İmge Kitabevi, 2000. TİSK, Türkiye’de Parlamenter Sistemin Sorunları ve Çözüm Önerileri Semineri, 4 Aralık 1997, Hilton Oteli, Ankara, Ankara: TİSK, 1998. Titiz, Tınaz, Evet-Hayır Demokrasisi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1993. Toker, Metin, Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yay., 1970. ——, Demokrasimizin İsmet Paşalı yılları, 1944-1973, Ankara: Bilgi yayınevi, 1990. Türkiye’nin Demokratikleşme Sorunu: 1994, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1994.
256
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
TÜSİAD, Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri ve “AB Kopenhag Siyasal Kriterleri”: Görüşler ve Öncelikler, İstanbul: TÜSİAD, 2001. Uraz, Abdullah, Devletimize Demokrasimize ve Kendimize Güven, Ankara: Desen Ofset, 1995. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, Sağsız Solsuz Demokrasi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1976.
IX.2. Siyasal Partiler Ağaoğlu, Samet, İki Parti Arasındaki Farklar, Ankara: Arbas Matbaası, 1947. ——, Demokrat Partinin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri, Bir Soru, Baha Matbaası, 1972. ——, Siyasi Günlük: Demokrat Parti’nin Kuruluşu, haz. Cemil Koçak, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992. Alpay, Şahin, Seyfettin Gürsel, DSP-SHP Nerede Birleşiyor, Nerede Ayrılıyor?, İstanbul: Afa Yayınları, 1986. Altın, Mehmet, Türkiye’de Siyasi Hareketler ve Sosyal Yapı, Ankara: Doğuş Ltd. Şirketi Matbaası, 1961. Anayasa Mahkemesi’nin RP Hakkındaki Gerekçeli Kararı, İstanbul: Alkim Yayınları,1998. Avşar, Abdülhamit, Bir Partinin Kapanmasında Basının Rolü: Serbest Cumhuriyet Fırkası, İstanbul: Kitabevi, 1998. Ayata, Ayşe Güneş, CHP (Örgüt ve İdeoloji), Ankara: Gündoğan Yayınları, 1992. Bağcı, Hüseyin, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, Ankara: İmge Kitabevi, 1990. Balcıoğlu, Semih, 1. Milliyetçi Cephe, İstanbul: Tekin yayınevi, 1977. Bilâ, Hikmet, Sosyal Demokrat Süreç içinde CHP ve Sonrası, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1987. Bildirici, Faruk, Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP’lı Yıllar, Ankara: Ümit Yayıncılık, 2002. Birand, Mehmet Ali, Can Dündar ve Bülent Çaplı, Demirkırat: Bir Demokrasinin Doğuşu, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1991. Boran, Behice, İki Açıdan Türkiye İşçi Partisi Davası, İstanbul: Bilim Yayınları, 1975. Bosuter, Kudret, Türk Siyasi Partiler Sisteminde Parti İçi Demokrasi, Ankara, 1969. Bozbeyli, Ferruh, Türkiyede Siyasi Partilerin Ekonomik ve Sosyal Görüşleri: Belgeler, İstanbul: Ak Yayınları, 1969. Bozdağ, İsmet, Demokrat Parti ve Ötekiler, İstanbul: Kervan Yayınları, 1975. Bozkurt, Celal, Siyaset Tarihimizde Cumhuriyet Halk Partisi: Dünü, Bugünü, İdeolojisi: (Siyaset İlmi Açısından Bir İnceleme), 1968. Burçak, Rıfkı Salim, Demokrat Parti’nin Politika Hayatına Yeniden Girişi, Ankara: Demokratlar Kulubü, 1997. C.H.P. Konferanslar Serisi, Ankara: CHP, 1938-. C.H.P. Programı: Partinin Dördüncü Büyük Kurultayı Onaylamıştır, Mayıs 1935, Ankara: CHP, 1935. C.H.P: 25 Yıl, Ankara: Ulus, 1948. CHP, Halkevinden Halka: XV. 29-10-1938, Ankara: Ulus Basımevi, 1938. Cılızoğlu, Tanju, Kitaplı Bir Parti Üstüne Araştırma, İstanbul: Dem Yayınları, 1996.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
257
Çarkoğlu, Ali (haz.), Siyasi Partilerde Reform, İstanbul: TESEV, 2000. Çelebi, Işın vd., Siyasette Kilitlenme ve Çözüm: 1983 Sonrasında Seçmen Eğilimlerinin ve Siyasi Partilerdeki Gelişmeler Çerçevesinde Yedi Seçim Sonucunun 24 Aralık 1995 Seçim Sonuçları ile Karşılaştırmalı Analizi, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1996. Dağıstanlı, Fatih, Sosyal Demokratlar, Ankara: Bilgi Yayınları, 1998. Demiray, Tahsin (haz.), Türkiye’de Son 50 Yıllık İç Politika: Gizli Cemiyetler Komiteler ve Partiler, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1955. Emrence, Cem, “Politics of Discontent in the Midst of the Great Depression: the Free Republican Party of Turkey (1930)”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2000. Ercan, Esra, Okan Tansu (haz.), Cem Uzan ve Genç Parti Olgusu, Ankara: Konrad Adenauer Vakfı, 2002. Erer, Tekin, Türkiye’de Parti Kavgaları, İstanbul, 1963. ——, Yasakçılar, İstanbul: Toker Matbaası, 1965. Eroğul, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitabevi, 1998. Giritlioğlu, Fahir, Türk Siyasî Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1965. Gözübüyük, Nevra Ersarı, “The Democrat Party and the State Radio (1946-1960)”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1999. Gülcan, Yılmaz, Cumhuriyet Halk Partisi: 1923-1946, İstanbul: Alfa, 2001. Heper, Metin ve Jacob M. Landau (der.), Political Parties and Democracy in Turkey, London, New York: I.B. Tauris & St Martin’s Press, 1991. İleri, Rasih Nuri, TİP’de Oportünist-Merkeziyetçilik (1966-1968), İstanbul: Yalçın Yayınları, 1987. İlmen, Süreyya, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, İstanbul: Muallim Fuad Gücüyener Yayınevi, 1951. Kabasakal, Mehmet, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi (1908-1960), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1991. Kanbolat, Yahya, Olduğu Gibi: Türkiye İşçi Partisi Üzerine Anılar, Ankara: Bayır Yayınları, 1979. Kili, Suna, 1960-1975 Döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler: Siyaset Bilimi Açısından Bir İnceleme, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1976. La Polambara, Joseph ve Myron Weiner (der.), Political Parties and Political Development, Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1966. Menderes, Adnan, Adnan Menderes’in Konuşmaları, haz., Mustafa Doğan, İstanbul: Ekicigil Yayınları, 1957. Okyar, Fethi, Fethi Okyar’ın Anıları, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997. Onulduran, Ersin, Political Development and Political Parties in Turkey, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1974. Öke, Kemal vd., Küreselleşme Sürecindeki Türkiye’de DYP’nin Kimlik Söylem ve Siyaseti, Ankara: Doğru Yol Partisi, 2002.
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
258
Özbudun, Ergun, Batı Demokrasilerinde ve Türkiye’de Parti Disiplini, Ankara: Ankara Üniversitesi, 1968. Öztürk, Sırrı, Partileşme Sorunu, İstanbul: Sorun Yayınları, 1986-1988. Perinçek, Doğu, Türkiye’de Siyasî Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi, Ankara: Ankara Üniversitesi, 1968. Sağıroğlu, Nursel, “Forum: An Intellectual Opposition in the DP Period, 1954-1960”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1990 Satır, Kemal, C.H.P.’de Bunalım, Ankara: Nüve Matbaası, 1972. Sayarı, Sabri, Party Politics in Turkey: Dimensions of Competition and Organization, Ann Arbor: Xerox University Microfilms, 1975. ——, Parlamenter Demokrasilerde Koalisyon Hükümetleri, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 1980. ——, ve Yılmaz Esmer (der.), Politics, Parties, and Elections in Turkey, Boulder, CO: Lynne Rienner Pub., 2002. Saybaşılı, Kemali, DYP-SHP Koalisyonu’nun Üç Yılı, İstanbul: Bağlam, 1995. Schüler, Harald, Türkiye’de Sosyal Demokrasi, Particilik, Hemşehrilik, Alevilik, çev. Yılmaz Tombul, haz., Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999. Soyata, M. Türker, Yok Aslında Birbirinizden Farkınız: Türkiye’de Alaturka Amerikan Partiler, Politikacılar Ve İktidarlar, Ankara: Uğur, 1987. Soydan, Mehmet Ali, Dünden Bugüne ve Yarına Türkiye’nin Refah Gerçeği, Erzurum: Birey ve Toplum Yayınları, 1994. Taşar, Mustafa, Refah Partisi Gerçeği, Ankara: Irmak Matbaacılık, 1997. Toy, Erol, Meclisler ve Partiler, İstanbul: Mozaik, 1990. Tökin, F. Hüsrev, Türk Tarihinde Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi, İstanbul: Elif Yayınevi, 1965. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, 1859-1952, İstanbul: Arba Yayınları, 1995. Tuncay, Suavi, Parti İçi Demokrasi ve Türkiye, Ankara: Gündoğan Yayınları, 1996. Tunçay, Mete, T.C.’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Cem Yayınevi, 1992. Turgut, Hulusi, 12 Eylül Partileri: Bir Dönemin Perde Arkası, İstanbul: ABC Ajansı, 1986. Turgut, Nükhet, Siyasal Muhalefet: Batı Demokrasileri Sosyalist Ülkeler Türkiye, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1984. Uyar, Hakkı, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul: Boyut Kitapları, 1999. Ülken, Hilmi Ziya, Siyasi Partiler ve Sosyalizm, İstanbul: Anıl Yayınevi, 1963. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Tarih ve Demokrasi: Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan, İstanbul: Cem Yayınevi, 1992. Ünlü, Barış, Bir Siyasal Düşünür Olarak Mehmet Ali Aybar, İstanbul: İletişim, 2002. Üstünel, Besim, Kalkınan Türkiye’de Cephe Çıkmazı: Siyasal Bir Değerlendirme, Ankara: Kalite Matbaası, 1976
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
259
Weiker, Walter Fritz, The Free Party of 1930 in Turkey: Loyal Opposition in a Rapidly Modernizing Nation, Ann Arbor: Xerox University Microfilms, 1963. ——, Political Tutelage and Democracy in Turkey: The Free Party and Its Aftermath, Leiden: Brill, 1973. Yeşil, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1988. Yetkin, Çetin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi, Altın Kitaplar Yayınevi, 1983. Yıldırım, Erdoğan, Türkiye’de Siyaset Süreci ve Profesyonel Siyasette Benliğin Kurulması: SHP Örneği, Ankara: Ark, 1995. Zürcher, Erik Jan, Political Opposition in the Early Turkish Republic: The Progressive Republican Party, 1924-1925, Leiden, New York: E.J. Brill, 1991.
IX.3. Siyasal Katılım ve Seçimler Akarlı, Engin D. ve Gabriel Ben-Dor (der.), Political Participation in Turkey: Historical Background and Present Problems, İstanbul: Boğaziçi University Publications, 1975. Aleskerov, Fuad vd., Seçimden Koalisyona: Siyasal Karar Alma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999. Baykal, Deniz, Siyasal Katılma: Bir Davranış İncelemesi, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1970. Erdem, Tarhan, Anayasalar ve Seçim Kanunları, 1876-1982, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1982. Erder, Necat vd., Türkiye’de Siyasi Partilerin Seçmenleri ve Sosyal Demokrasinin Toplumsal Tabanı, Ankara: TÜSES, VERI Araştırma, 1995. Ergen, Ilgaz, “National Integration of the Electorate in Turkey”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1999. Gürsel, Seyfettin (haz.), Seçim Sistemi Tartışması ve İki Turlu Sistem, İstanbul: TÜSİAD, 1996. Kalaycıoğlu, Ersin, Siyasal Katılmanın Koşullarına Genel Bir Bakış, İstanbul: İ. Ü. İktisat Fakültesi, 1979. Kamil, İbrahim, Democracy and Development in Turkey, Ankara: Doğu Research Center, 1988. Kongar, Emre, Yamyamlara Oy Yok!: Siyaset ve Yağma, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1998. Laipson, Ellen B., Parliamentary Elections in Turkey-November 6,1983, Washington: Library of Congress, 1983. Landau, Jacob M., Ergun Özbudun ve Frank Tachau (der.), Electoral Politics in the Middle East: Issues, Voters, and Elites, London: Croom Helm, 1980. Roos, Leslie L. ve Noralou P. Roos, Managers of modernization: organizations and elites in Turkey (1950-1969), Cambridge: Harvard University Press, 1971. Seçim, Seçim Sistemleri ve Türkiye’deki Uygulamalar, Ankara: TBMM Basımevi, 1982. Türkiye ve Avrupa’da Seçim Sistemleri, İstanbul: FES, 1996.
260
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
TÜSİAD, Siyasal İstikrar ve İki Turlu Dar Bölge Seçim Sistemi Simülasyon Modeli, İstanbul: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, 1998. Yurdoğlu, İhsan, Tek Seçim Münasebetiyle: Demokrasimiz Hakkında Tahliller ve Düşünceler, İstanbul: Burhaneddin Matbaası, 1946. Zenginkuzucu, Dikran Migirdiç, “Patterns of Political Participation in Post-1980 Turkey”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1998.
IX.4. Meclis, Yapısı ve İşleyişi Akın, Rıdvan, TBMM Devleti (1920-1923): Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri ve İdare, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Binark, İsmet ve İsmet Baydur (haz.), Meclis-i Mebusan/Türkiye Büyük Millet Meclisi/Milli Egemenlik/Anayasa ve Anayasa Hukuku Bibliyografyası: Kitaplar, Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları, 2002. Demirel, Ahmet, “Government and Opposition in the First Turkish Grand National Assembly: the First and Second Groups”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1993. Demirel, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet: İkinci Grup, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. Demirel, Yücel ve Osman Konur (haz.), CHP Grup Toplantısı Tutanakları 1923-1924, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2002. Ertüzün, Tevfik, Meclisin İçinden, İstanbul: ABC Ajansı Yayınları, 1988. Ezherli, İhsan (haz.), Türkiye Büyük Millet Meclisi (1920-1992) ve Osmanlı Meclisi Mebusanı (1877-1920), Ankara: TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu, 1992. Gençkaya, Ömer Faruk, “The Impact of Organizational Attributes on Legislative Performance: A Structural-Functional Analysis of the Grand National Assembly of Turkey, 1983-1987”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1990. Güneş, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997. Hafızoğulları, Zeki vd., Meclis Soruşturmaları Hakkında Düşünceler: Üç Örnek, Ankara: Us-A Yayıncılık, 1997. Karaibrahimoğlu, Sacit, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara: Ege Matbaası, 1968. Kozanoğlu, Zeynel (haz.), Vatan, Hürriyet, Ekmek: Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanaklarından Notlar, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, 2000. Kumaş, Rahmi, Parlamentonun Boyutları, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1985. Öztürk, Kazım (haz.), Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü: 23 Nisan 1920-14 Ekim 1973, Ankara: Önder Matbaası, 1973. Uncular, Betül, İşte Böyle Bir Meclis: 1983-1991, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991. Yücekök, Ahmet N., Siyaset Sosyolojisi Açısından Türkiye’de Parlamentonun Evrimi, Ankara: A.Ü. SBF Basın-Yayın Yüksek Okulu Basımevi, 1983. IX.5. Hükümet 1920-1989 T.C. Hükümet Programlarında Kültür, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı, 1990. Arar, İsmail (der.), Hükümet Programları (1920-1965), İstanbul: Burçak Yayınevi, 1968.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
261
Aykaç, Burhan, Kemal Görmez ve Esat Öz, Türkiye’de Devlet Bakanlığı: Sorunlar Öneriler, Ankara, 1993. Bayar, Celal, Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri 1920-1953, haz. Özel Şahingiray, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999. ——, Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri 1946-1950: Demokrat Parti’nin Kuruluşundan İktidara kadar Politik Konuşmalar, haz. Özel Şahingiray, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999. Bayrak, M. Orhan, Türkiye’yi Kimler Yönetti (1920-1984), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1984. Dağlı, Nuran- Belma Aktürk (haz.), Hükümetler ve Programları, 1920-1960, Ankara: TBMM Basımevi, 1988. Demiral, Cafer, Türkiye Cumhuriyeti’ni Yönetenler: Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Kabineler, Ankara, 1973. Frey, Frederick W., The Turkish Political Elite, Cambridge, Massachusetts: The M.I.T. Press, 1965. Gözler, Kemal, Cumhurbaşkanı-Hükümet Çatışması: (Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi?), Bursa: Ekin Kitabevi, 2000. Gürhan, Ahmet, Cumhuriyet, Meclis, Hükümetler, Başkanlar. 27 Mayıs 12 Mart 50.Yıl 1919-1973, Ankara: Güneş Matbaası, 1973. Kılıç, H. Ayla, “The Social Origins of Turkish Cabinet Ministers 1920-1989”, Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1990. Ökmen, Özgün vd. (haz.), Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara: Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, 1998. Özdemir, Hikmet, Devlet Krizi: T.C. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, İstanbul: Afa Yayınları, 1989. Özer, Attila, Batı Demokrasilerinde ve Türkiye’de Hükûmetin Kuruluş Yöntemleri, Ankara: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, 1981. Sanal, Türker, Türkiye Cumhuriyeti ve 50 Hükümeti: Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Kabineler, Ankara: Sim Matbaacılık, 1995. ——, Türkiye’nin Hükümetleri Muvakkat Encümen’den 55. Hükümete, Ankara: Sim Matbaacılık, 1997. Tachau, Frank (der.), Political Elites and Political Development in the Middle East, New York, London: John Wiley and Sons, 1975. Tosun, Gülgün Erdoğan ve Tanju Tosun, Türkiye’nin Siyasal İstikrar Arayışı: Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri, İstanbul: Alfa, 1999. Turhan, Mehmet, Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, 1989. ——, Siyasal Elitler, Ankara: Gündoğan, 1991. Yazıcı, Serap, Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemleri: Türkiye İçin Bir Değerlendirme, İstanbul: Bilgi Üniversitesi yayınları, 2002.
262
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
IX.6. Siyaset ve Basın Alkan, Türker vd., Türk Basınında Demokrasi, 1990, Ankara: Türk Demokrasi Vakfı, 1991. Birinci Basın Kongresi, 25 Mayıs 1935, Ankara: Basın Yayın Genel Müdürlüğü, 1975. Coşkun, Alev, Demokrasi ve Basın Özgürlüğünün Temel İlkeleri, İzmir: Cem Ofset, 1988. Demir, Vedat, Türkiye’de Medya ve Özdenetimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998. Dönmezer, Sulhi, Basın Hukuku, İstanbul: İÜHF Yayınları, 1964. Güvenir, O. Murat, 2. Dünya Savaşında Türk Basını: Siyasal İktidarın Basını Denetlemesi ve Yönlendirmesi, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti, 1991. Kabacalı, Alpay, Türk Basınında Demokrasi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1994. Kocabaşoğlu, Uygur, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna (TRT Öncesi Dönemde Radyonun Tarihsel Gelişimi ve Türk Siyasal Hayatı İçindeki Yeri), Ankara: AÜSBF Yayınları, 1980. Yalman, Ahmet Emin, The Development of Modern Turkey as Measured by Its Press, New York: Columbia University, 1914.
X. Sivil-Asker İlişkileri ve Askerî Darbeler 12 Mart Sonrası Hükümet Faaliyetleri (12 Mart 1971-12 Mart 1973), Ankara: T.C. Başbakanlık Basın Merkezi, 1973. 12 September in Turkey: Before and After, Ankara: General Secretariat of the National Security Council, 1982. 27 Mayıs Askeri Darbesinde Gerçeği Savunan Yazarlar ve Yazıları, Ankara: Demokratlar Kulübü Yayınları, 1996. Abalıoğlu, Nadir Nadi, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul: Sinan Yayınları, 1972. Akalın, Cüneyt, Uluslararası İlişkiler Ortamında 27 Mayıs Müdahalesi, İstanbul: Galatasaray Üniversitesi, (ts). Akyaz, Doğan, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi: Hiyerarşi Dışı Örgütlenmeden Emir Komuta Zincirine, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. Alkan, Türker, 12 Eylül ve Demokrasi, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1986. Alpat, İnönü, Hamamböcekleri, Ateştopu ve Askerler: 28 Şubat Sürecinde Türkiye, İzmir: Mayıs Yayınları, 1999. Altan, Mehmet, Darbelerin Ekonomisi, İstanbul: Afa Yayınları, 1990. Altuğ, Kurtul, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Gün Yayınları , 1973. Anadol, Kemal, Oniki Eylül Günleri, İstanbul: Yalçın Yayınları, 1987. Arcayürek, Cüneyt, Bir İktidar, Bir İhtilal, 1955-1960, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985. ——, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi, 1965-1971, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1985. ——, Müdahalenin Ayak Sesleri, 1978-1979, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1985. ——, Demokrasi Dur: 12 Eylül 1980 (Nisan 1980-Eylül 1980), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986. ——, Darbeler ve Gizli Servisler: 1950-1988, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1995. Aybar, Mehmet Ali, 12 Mart’tan Sonra, İstanbul: Sinan Yayınları, 1973. Balcı, Muharrem, MGK ve Demokrasi: Hukuk, Ordu, Siyaset, İstanbul: Yöneliş Yayınları, 1998.
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
263
Barlas, Mehmet, Türkiye’de Darbeler ve Kavgalar Dönemi, İstanbul: Birey Yayınları, 2000. Başkaya, Fikret, Yediyüz, Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata: Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi, Ankara: Ütopya Yayınevi, 1999. Belen, Fahri, Ordu ve Politika: Ordu İhtilalleri, Askeri Diktatörlükler, Anarşinin Kaynakları, Bölücü Hareketler, İstanbul: Bakış Matbaası, 1971. Belge, Murat, 12 Yıl Sonra 12 Eylül, İstanbul: Birikim Yayınları, 1992. Beyaz Kitap, Ankara: Milli Savunma Bakanlığı, 1998. Birand, Mehmet Ali, 12 Eylül: Saat: 04.00, İstanbul: Karacan Yayınları, 1984. ——, Can Dündar ve Bülent Çaplı, 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi, Ankara: İmge Kitabevi, 2000. Bostancı, Muammer Yaşar, Zincirbozan Günleri, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1986. ——, 1960, Acılı Günler, İstanbul: Yaylacılık Matbaası, 1987. Bölügiray, Nevzat, Sokaktaki Asker: Bir Sıkıyönetim Komutanının 12 Eylül Öncesi Anıları, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989. ——, 28 Şubat Süreci, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1999. Burçak, Rıfkı Salim, İdamların İçyüzü: Adnan Menderes-Fatin Rüştü Zorlu-Hasan Polatkan, Ankara: Demokratlar Kulubü, 1997. Cem, İsmail, 12 Mart, İstanbul: Cem Yayınevi, 1973. Cemal, Hasan, 12 Eylül Günlüğü: Tank Sesiyle Uyanmak, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986. ——, Demokrasi Korkusu: 12 Eylül Günlüğü, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000. Cevizoğlu, M. Hulki, 28 Şubat Bir Hükümet Nasıl Devrildi, İstanbul: Beyaz Yayınları, 1998. Çiçek, Hikmet (haz.), İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1997. Değer, M. Emin, CIA Kontr-gerilla ve Türkiye, Ankara: Çağ Matbaası, 1979. Donat, Yavuz, Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999. Erdoğan, Mustafa, 28 Şubat Süreci, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999. Erkanlı, Orhan, Askeri Demokrasi: 1960-1980, İstanbul: Kuşak Basımevi, 1987. Evren, Kenan, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri, Ankara: T.B.M.M., 1981. ——, Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, 1990. Fidel, Kenneth, Social Structure and Military Intervention: The 1960 Turkish Revolution, Saint Louis, Washington: Washington University, 1969. Genç, Süleyman, 12 Mart’a Nasıl Gelindi: Bir Devrin Perde Arkası 1960-1971, Ankara: İleri Yayınları, 1971. Gençosman, Kemal Zeki, İhtilal Meclisi, İstanbul: Hür Yayınevi, 1980. Gevgilili, Ali, Türkiye’de 1971 Rejimi: Tarım Toplumundan Sanayi Toplumuna Geçiş Aşaması, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1973. Giritli, İsmet, 27 Mayıstan İkinci Cumhuriyete, İstanbul: Milli Gençlik Teşkilatı, 1961. Göksu, Sadık (haz.), Darbeler, Demirkıratlar ve 27 Mayıs: Derleme ve Araştırma, İstanbul: Anahtar, (ts). Göktürk, Hakkı, 27 Mayıs ve Yeni Kemalizm, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1961.
264
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Güler, Aydemir ve Kemal Okuyan, Asker Partisi Ne İstiyor?, İstanbul: Gelenek Yayınevi, 1998. Günver, Semih, Fatin Zorlu Rüştü’nün Hikayesi, Ankara: Bilgi Yayınları, 1985. Gürkan, Celil, 12 Mart’a Beş Kala, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1986. Hale, William M., Turkish Politics and the Military, London, New York: Routledge, 1994. ——, 1739’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset, çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Hil Yayınları, 1996. Heper, Metin ve Ahmet Evin (der.), State, Democracy, and the Military: Turkey in the 1980s, Berlin, New York: W. de Gruyter, 1988. Ilıcak, Nazlı, 15 Yıl Sonra: 27 Mayıs Yargılanıyor, İstanbul: Kervan Yayınları, 1975. ——, 12 Mart Cuntaları: Demokrasinin Sırtındaki Hançer, İstanbul, 1986. İba, Şaban, Ordu Devlet Siyaset, İstanbul: Çiviyazıları, 1998. ——, Milli Güvenlik Devleti, İstanbul: Çiviyazıları, 1999. İleri, Rasih Nuri, Örtülü Ödenek: 27 Mayıs Menderes’in Dramı, İstanbul: Scala Yayıncılık, 1996. Jandarma Etiği: Meslek Ahlakı, Ankara: Jandarma Okullar Komutanlığı, 2001. Jenkins, Gareth, Context and Circumstance: the Turkish Military and Politics, Oxford, New York: Oxford University Press for the International Institute for Strategic Studies, 2001. Karaca, Emin, 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde: Avrupa’daki Mültecilerle Konuşmalar, İstanbul: Gendaş, 2001. Kazan, Şevket, Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat, 1999. Kekeç, Ahmet, CIA ve 12 Eylül: Bir İhtilalin Romanı, İstanbul: Emre Yayınları, (ts). Kili, Suna (der.), 27 Mayıs 1960 Devrimi, Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998. Kongar, Emre, 12 Eylül ve Sonrası, İstanbul: Say Yayınları, 1987. ——, 12 Eylül Kültürü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1993. ——, 28 Şubat ve Demokrasi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000. Koryan, Rita, “The Role of the Military in Turkish and Egyptian Politics: A Comparative Analysis”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2001. Mazici, Nursen, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Sivil Rejime Etkileri, İstanbul: Gür Yayınları, 1989. Mehmed, Kemal, Bu Darbeler Kimin İçin?, İstanbul: Cem Yayınları, 1986. Mumcu, Uğur, 12 Eylül Adaleti, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1993. Oran, Baskın, Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1989. Özbudun, Ergun, The Role of the Military in the Recent Turkish Politics, Harvard, (ts). Özdağ, Ümit, Ordu-Siyaset İlişkisi (Atatürk ve İnönü Dönemleri), Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1991. ——, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali, İstanbul: Boyut Yayınları, 1997. Özdemir, Hikmet, Rejim ve Asker, İstanbul: AFA Yayınları, 1989. ——, Sivil Cumhuriyet, İstanbul: Boyut Yayınevi, 1991. Öztürk, O. Metin, Ordu ve Politika, Ankara: Gündoğan Yayınevi, 1993. ——, Türkiye’de Asker ve İktidar, İstanbul: Yeni Yüzyıl (ts).
Türk Siyasal Literatürü Üzerine K›sa Notlar
265
Perin, Mithat, Yassıada Faciası, İstanbul: Dem, 1990. Perinçek, Doğu, 28 Şubat ve Ordu, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000. Pusat, Devrim, Ordu ve Siyaset: Militarizmin Tarihsel Sürekliliği, İstanbul: Nam Yayıncılık, 1996. Serozan, Rona, Die Rolle des Militars in der Entwicklung der Turkei, Frankfurt: R. G. Fischer, 1986. Tepedelenlioğlu, Nizamettin Nazif, Ordu ve Politika, İstanbul: Bedir Yayınları, 1967. Toy, Erol, Ordu ve Politika: Deneme, İstanbul, 1989. Turhan, Talat, Kontrgerilla Cumhuriyeti: Açıklamalar, Belgeler, Gerçekler, İstanbul: Tümzamanlar Yayımcılık, 1994. Tuşalp, Erbil, Eylül İmparatorluğu: Doğuşu ve Yükselişi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1988. Ünlü, Harun, Eğitime Eylül Darbesi: Milli Güvenlik Konseyi’nde Tartışmalar, 19801983, Ankara: Güldikeni Yayınları, 2001. Üskül, M. Zafer, Siyaset ve Asker: Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları, İstanbul: AFA Yayınları, 1989. Waiher, Gerhard, Militar und Entwicklung in der Türkei 1945-1973, Opladen: Leske Verlag, 1978. Weiker, Walter Fritz, 1960 Türk İhtilâli, çev. Mete Ergin, İstanbul: Cem Yayınevi, 1967. White Paper: Defense, Ankara: Ministry of National Defense, 1998. Yetkin, Çetin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1995. Yıldız, Abdullah (haz.), 28 Şubat: Belgeler, İstanbul: Pınar Yayınları, 2000. Yılmaz, Veli, Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü, İstanbul: Belge Yayınları, 1990.
XI. İdarî Yapı, Sorunlar ve İyileştirme Çabaları Acar, Muhittin, Türkiye-Avrupa Topluluğu İlişkilerinin Hükümet Programlarında ve Kalkınma Planlarında Ele Alınışı, Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı, 1992. Adaman, Fikret ve Ali Çarkoğlu, Türkiye’de Yerel ve Merkezi Yönetimlerde Hizmetlerden Tatmin, Patronaj İlişkileri ve Reform, İstanbul: TESEV, 2000. Arıak, Nilüfer vd. (haz.), Türkiye için Değişme ve Yenileşme Politikaları, İstanbul: 1994. Avrupa Birliği Üyeliğine Doğru: Türkiye’de Siyasi Reformlar, İstanbul: TÜSİAD, 2002. Bayraktar, Talat (haz.), Kamu Yönetiminde İdareyi Geliştirme Çalışmaları, 19911995, Ankara: Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığı, 1996. Duran, Lûtfi, Türkiye Yönetiminde Karmaşa, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1988 Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademi (haz.), Sivil Toplum için “Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi” Seminerleri, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı, 1998. Gözübüyük, A. Şeref, Türkiyenin İdari Yapısı, Ankara: Sevinç Matbaası, 1974. Güler, Birgül Ayman, Yeni Sağ ve Devletin Değişimi: Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara: TODAİE, 1996. Gümüş, Fatih, “Decentralism versus Centralism in Ottoman Anatolia, 1919-1922”, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2002. Günay, Ömer Faruk, Vali Atamalarına İlişkin Yeni Bir Model, Sivas: Özemek Matbaası, 1999.
266
TAL‹D, 2(1), 2004, H.E. Ba¤ce
Keskalan, Ayşe ve Gökçen Özümit (haz.), Türkiye’de Bunalım ve Demokratik Çıkış Yolları: Proje Raporu, Ankara: TÜBA, 1998. Kırca, A. Coşkun, Devlet’te Yozlaşmayı Yenmek: Türk Siyasi Sisteminin Bozuklukları ve Çareleri Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994. Neumark, Fritz, Devlet Daire ve Müesseselerinde Rasyonel Çalışma Esasları Hakkında Rapor, Ankara: Başbakanlık Devlet Matbaası,1949. Orhun, Hayri vd. (haz.), Meşhur Valiler, Ankara: İçişleri Bakanlığı Yayınları, 1969. Ortaylı, İlber, Türkiye İdare Tarihi, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, 1979. Ökte, Ertuğrul Zekâi, Türk Hukuk Düzeni: Türk Siyasi Örgütleşme ve Kamu Hukuku Ders Notları, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1975. Öymen, Onur, Geleceği Yakalamak: Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000. Peker, Ömer vd. (der.), Kamu Yönetiminde Kalite..., Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayını, 1998. Polatoğlu, Aykut, Introduction to Public Administration: The Case of Turkey, Ankara: Middle East Technical University Pub., 2000. Selçuk, Sami, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1998. Sezen, Seriye, Türkiye’de Planlama: Devletçilik’ten Özelleştirmeye, Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, 1999. Şeker, Murat, Can Law be an Agent of Social Change?, Ankara: A.Ü.S.B.F. ve Basın Yayın Yüksek Okulu,1984. T.C. Devlet Teşkilatı Rehberi, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, 1998. Terzioğlu, Feridun Murat (haz.), Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığı: Yapı ve Fonksiyonları Bakımından Analizi, Ankara: Başbakanlık,1996. Titiz, M. Tınaz (haz.), Türkiye’de Devlet Denetiminde Reformlar ve Başarılarının Değerlendirilmesi, İstanbul: TESEV, 2000. Tosun, Mustafa, Türkiye’de Valilik Sistemi, Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Âmme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 1970 . TÜBİTAK, 101 Soruda AB 6. Çerçeve Programı, 2002-2006, İstanbul: Akbank, 2003. TÜSİAD, Avrupa Birliği Üyeliğine Doğru: Türkiye’de Siyasi Reformlar, İstanbul: TÜSİAD, 2002.
Some Notes on the Literature of Turkish Politics H. Emre BA⁄CE Abstract This study intends to present a selected bibliography on Turkish politics and introduce some new research questions.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
267
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 267-340
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945) Mustafa BUDAK* Giriş GENEL OLARAK DIŞ POLİTİKA, bir devletin yabancı devletlere karşı kararlaştırdığı politikadır. Mesela Joseph Frankel dış politikayı “bir devletin diğer devletlerle ilişkileri açısından aldığı karar ve giriştiği çabalar” şeklinde tanımlamaktadır. Davranışçı ekole mensup Charles Hermann’ın dış politika tanımı ise “bir ülke hükümetinin yetkili karar alıcılarının ya da onların temsilcilerinin kendi iç politikalarının dışında kalan uluslararası aktörlerin davranışlarını etkilemeye yönelik resmi eylemler” şeklindedir.1 Aynı şekilde Suat Bilge’ye göre dış politika “bir devletin kendi sınırları dışında millî menfaatlerini gerçekleştirmek için izlediği amaç, hareket tarzı ve kullandığı usuller”dir.2 Mehmet Gönlübol’un tanımı ise aynı hususa işaret etmekle beraber biraz farklıdır. Ona göre dış politika, “uluslararası siyasî sorunlara yönelik belli bir devletin veya genel olarak devletlerin amaç ve davranışları”dır.3 Bir başka ifadeyle Mehmet Gönlübol, dış politikayı tanımlarken sözkonusu devletin “uluslararası çevre”ye yönelik davranışını dikkate almaktadır. M. Gönlübol gibi Ramazan Gözen de, dış politika tanımlamasında, “ulus devlet çıkarı” ve “uluslararası sistem” kavramlarını öne çıkararak “ulus devletin ulusal çıkar şeklinde tanımlanan hedef ve ideallerini korumak ve geliştirmek amacıyla kendi dışındaki dünyaya yani uluslararası sis* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü. 1 Faruk Söylemezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 3. baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000, s. 150-151. 2 A. Suat Bilge, Milletlerarası Politika, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1966, s. 297. 3 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika, İlkeler-Kavramlar ve Kurumlar, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1978, s. 27.
268
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
teme dönük olarak sahip olduğu politikadır” demektedir.4 Dikkat edilirse bütün bu tanımların ortak özelliği, tek taraflı bir ilişki dinamiğinin varlığıdır. Sadece Gönlübol ve Gözen, tanımlamalarında “uluslararası çevre” ya da “uluslararası sistem” kavramlarını öne çıkarmışlardır. Görüldüğü gibi dış politika, bir devletin dış dünyaya yönelik resmî eylemlerinin genel adıdır. Oysa bu politikanın gerek karar alma ve gerek uygulama sürecinde dikkate alınması gereken bir diğer faktör de dış dünyanın sözkonusu devlete yaklaşımıdır. Başkı bir ifadeyle, bir devletin dış politikasının tesbit ve uygulanmasında uluslararası sistem ile bu sistemde yer alan siyasî aktörlerin hem genel olarak ve hem de mevcut sorunlar açısından ilgili devlete karşı yaklaşım ve eylemlerinin bilinmesi hayatî bir öneme sahiptir. Bu yaklaşımın adı uluslararası politika, ya da daha geniş anlamıyla uluslararası ilişkilerdir. Uluslararası politika, iki veya daha fazla devlet arasındaki siyasî ilişkileri uluslararası yapının tümü içinde ele almadır. Tabiatıyla bu ilişki biçimi “karşılıklık” esasına dayanmaktadır.5 Bundan dolayı uluslararası politikanın çerçevesi, dış politikaya göre daha geniştir. Bu ise uluslararası politikanın, uluslararası etkileme sürecine millî devletin organlarına nazaran daha geniş bir açıdan bakmasını sağlamaktadır.6 Hemen belirtelim ki, dış politika ve uluslararası politikayla ilgili bu kısa teorik izahın “bilineni açıklama” tarzında olduğunun farkındayız. Ancak, bu bilinen husus gerek uluslararası ilişkiler, gerek tarih kökenli Türk dış politika araştırmacıları tarafından, Atatürk ve İsmet İnönü dönemleri sözkonusu olduğunda pek dikkate alınmamaktadır. Bu ise ele alınan dönemin dış politikasının “sadece Türkiye açısından” değerlendirilmesine sebep olmakta ve bu da araştırılan dış politika sorununun “çok boyutlu” ya da “etraflı biçimde” daha doğrusu, “uluslararası sistem” açısından değerlendirilmesine imkan vermemektedir. Bu makalenin amacı, Cumhriyet Dönemi Türk dış politikası üzerinde çalışacak araştırmacılara yardımcı olmak maksadıyla, arşivlerden başlamak üzere belli başlı kaynak ve araştırmaları değerlendirmeye çalışmaktır. 1. Tarih Kabul Edilmeyen Bir Dönem Tarihçiliği Türkiye Cumhuriyeti tarihi, 600 yıllık Osmanlı tarihine nazaran yeni ve daha “yakın geçmiş tarih” olup 23 Nisan 1920’de, TBMM’nin açılışını dikka4 Ramazan Gözen, “75. Yılında Türk Dış Politikasının Analizi ve Değerlendirilmesi”, Yeni Türkiye Dergisi, (Cumhuriyet Özel Sayısı II), Ankara, 1998, sy. 23-24, s. 1343. 5 M. Gönlübol, a.g.e., s. 27. 6 M. Gönlübol, a.g.e., s. 28.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
269
te alırsak seksen üç, Cumhuriyet’in ilânından (29 Ekim 1923) başlarsak seksen yıllıktır. Bu yeni olma hali, klasik anlamda tarih araştırmalarında başlı başına bir sorundur. Sözkonusu algılama, gerek hayatiyeti devam eden bir devletin tarihi olmasının etkisiyle kökeni kuruluş devirlerine dayanan bazı iç ve dış politika sorunlarının güncelliğini koruması, gerek arşivlerinin araştırmacılara yeterince açık olmaması, ya da heves kırıcı zorlu bir izin alma mekanizmasının varlığı gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Belgeye “fetiş” hükmünde değer veren pozitivist tarihçiliğin bütün tarih devirleri için Türk tarihçiliği -özellikle, Osmanlı tarihçiliği- üzerinde etkinliği, yeni ve arşivleri kapalı bir dönemin araştırılmasını haklı olarak pek cazip hale getirmemektedir. Ayrıca, tarihin bir “iman” meselesi haline getirilmesi de başlı başına bir sorundur. Hele bu Cumhuriyet tarihi olunca, daha da belirginleşmektedir.7 Bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti tarihi, yanlış bir kanaat da olsa, bir araştırma alanı olarak kolaylıkla benimsenmemektedir. Hal böyle olunca, yeterli arşiv belgesinden mahrum, süreli yayınlara mahkum bir tarih araştırma alanı “pek makbul” ve de belgelere dayanmadığı için “özgün” sayılmamaktadır. Hemen belirtelim ki, Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası araştırmaları da, bu sakıncalardan uzak değildir. Bu yüzden olsa gerek, Millî Mücadele dönemi dahil Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası üzerinde araştırma yapmak isteyenler, İngiltere başta olmak üzere Amerika, Fransa, Almanya ve az da olsa Sovyet-Rusya gibi yabancı ülkelerin arşivlerini kullanmak zorunda kalmışlardır. Bu da özellikle sözkonusu dönemin Türk dış politikasının sadece “yabancı gözüyle” değerlendirilmesi gibi garipsenecek bir durum ortaya çıkarmıştır. Üstelik, tabiî olarak bu arşiv belgelerinin elçilik ve istihbarat raporlarından oluşmasının yanısıra zaman zaman yanlış bilgiye dayalı subjektivitesi yüksek nitelik taşıması, mümkün olduğunca- bilimsel ve objektif değerlendirmeler için ciddî bir handikap doğurmuştur. Türkiye’de Cumhuriyet dönemiyle ilgili askerî arşivler ve devlet arşivleri,8
modern arşivcilikte geçerli olan gizlilik süresine bağlı belgeler dışında 7 Murat Koraltürk de bu gerçeğe işaret ederek gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet tarihi araştırmalarına yönelen kimselerin bir bölümünün, bu alanlara yönelme sebebi olarak siyasî ve ideolojik tercihlerin belirleyiciliğinden sözetmektedir. Bkz., “Cumhuriyet Dönemi Türkiye İktisat Tarihi Çalışmaları Hakkında Genel Değerlendirme”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (Türk İktisat Tarihi), İstanbul, 2003, c. I, sy. 1, s. 67-68 8 Bu arşivler, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi, Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi (ATASE), Millî Savunma Bakanlığı Arşivi, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi, Kızılay Arşivi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, Türk Tarih Kurumu Arşivi’dir. Sözkonusu arşivler, Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası araştırmaları için uygun arşivlerdir.
270
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
araştırmacıların hizmetine sunulmalıdır.9 Bu gerçekleştiği takdirde hem Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve hem de özellikle dönemin dış politikası üzerine çalışan araştırmacılar, “tarih kabul edilmeyen bir dönem tarihçiliği” yapmaktan kurtulacaklardır. Daha önemlisi, farklı ve yabancı arşiv belgelerini kullanmak suretiyle bilimsel bir araştırma için gerekli olan “mukayese/karşılaştırma” imkanına kavuşacaklardır. 2. Dönemlendirme Meselesi Hemen belirtelim ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihi kronolojik olarak tasnif edilirken, tıpkı Osmanlı tarihçiliğinde olduğu gibi hanedana dayalı vak’anüvis tarihçilik geleneğinden mülhem bir dönemlendirmeye tabi tutulmuştur. Bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 1923-1945 dönemi, gerek iç ve gerekse dış politika açısından ikili bir tasnife tabi tutulmuştur. Genellikle, 1923-1938 dönemi, Atatürk’ün adıyla anılmakta; 1939-1945 dönemi ise İnönü ya da “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye” diye ele alınmaktadır. Dış politika sözkonusu olduğunda, İnönü dönemi, daha fazla “İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası” başlığı altında işlenmektedir. Bu bağlamda, Türk dış politikasıyla ilgili ilk dikkate değer eser, Yusuf Hikmet Bayur’un Yeni Türkiye Devleti’nin Harici Siyaseti adlı eseridir. Sözkonusu eser, Türk resmî belgeleri kullanılarak ve Atatürk’ün onayı alınarak 1918-1936 yılları arasındaki Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri anlatmak için 1938’de yazılmıştır. Bayur’dan sonra 1960’a kadar, Ahmet Şükrü Esmer, Orhan Melih Kürkçüer, Coşkun Üçok, Tahsin Ünal gibi Türk “siyasî tarih” yazarları, genellikle bir Avrupa siyasî tarihi yazmışlar ve Cumhuriyet dönemi dış siyasetiyle ilgili özet sayılabilecek bilgiler vermişlerdir. Mesela, A. Şükrü Esmer,10 bir tür Avrupa siyasî tarihi olan eserinde sadece, “Sulhun Tanzimi” başlığı altında Sevr ve Lozan’dan, hem de kısaca sözetmektedir. 1950’lerin sonunda, A. Şükrü Esmer, doğrudan Türk dış politikasını merkez alan bir çalışma yapmış ve 1920-1955 dönemi Türk dış politikasını değerlendirmiştir.11 Aslında bir anayasa hukukçusu olan Orhan Melih Kürkçüer12 ise yazdığı “siyasî tarih” eserinde Sevr ve Lozan’dan yaklaşık on sayfa kadar bahsetmiştir. Bir asker olan Tahsin Ünal13 da, 1700’lerden 1958’e ka9 Son yıllarda Türk arşivlerinde araştırma imkanları açısından önemli bir gelişme kaydedilmiştir. Bu gelişmenin daha ziyade Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri için geçerli olduğunu belirtmek gerekmektedir. 10 A. Şükrü Esmer, Siyasi Tarih, 1789-1939, İstanbul: Maarif Matbaası, 1944, s. 522-547. 11 A. Şükrü Esmer, “Türk Diplomasisi 1920-1955”, Yeni Türkiye, İstanbul, 1959, s. 67-104. 12 O. Melih Kürkçüer, Siyasi Tarih, 1789-1945, Ankara: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, 1945, s. 163-175. 13 Tahsin Ünal, 1700’den 1958’e Kadar Türk Siyasi Tarihi, İlaveli 2. baskı, Ankara, 1958, s. 282-301.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
271
dar ele aldığı uzun dönem içinde 1923-1945 dönemini, “Cumhuriyet Devrinde Haricî Siyaset” ve “II. Cihan Harbi’nde Türkiye” başlığı altında ikili bir tasnife tabi tutmuşsa da oldukça özet bilgilerle yetinmiştir. Mehmet Gönlübol-Cem Sar ikilisi, 1963’te yazdıkları 1919-1938 dönemi Türk dış politikasıyla ilgili eserin başına, klasik tasnife uygun olarak Atatürk adını eklemişlerdir. Eserin planına baktığımızda, Millî Mücadele dönemini hariç tutarsak, 1923-1938 dönemi, esas olarak 1923-1932 ve 1932-1938 şeklinde ikiye ayrılmış ve Türkiye’nin diğer ilgili devletlerle ilişkileri de yine ikili tarzda “Türk-Yunan Münasebetleri”, “Türk-Sovyet Münasebetleri” alt başlıklarıyla işlenmiştir. Ayrıca, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin Boğazlar politikası anlatılırken işlenmiş; Hatay meselesi, Türk-Fransız Münasebetleri, Musul meselesi de Türk-İngiliz Münasebetleri içinde ele alınmıştır.14 Anlaşılan o ki, Gönlübol ve Sar, daha uzun dönemi içeren genel bir Türk dış politikası eserinin yazılmasına kanaat getirmiş olacaklar ki, 1967’de, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinin de katkılarıyla, kendi eserleri başta olmak üzere “ikili” ve “olaylar” esas alınarak, Türkiye’de, kendi ifadeleriyle “ilk deneme niteliğinde” Türk dış politikasıyla ilgili Olaylarla Türk Dış Politikası adlı hacimli bir eser hazırlamışlardır.15 Sözkonusu eserde, 1919-1945 dönemi ikiye ayrılmıştır: 1919-1939 ve 1939-1945. İlk dönem M. Gönlübol ve C. Sar tarafından yazılırken, 19391945 dönemi Ahmet Şükrü Esmer ile Oral Sander tarafından kaleme alınmıştır. 1923-1939 dönemi, Gönlübol ve Sar’ın kitabındaki bilgilerden oluşmaktadır. 1939-1945 dönemi, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası” başlığı altında yazılmıştır. Burada da ikili ve klasik bir dış politika yazımı/anlatımı tercih edilmiştir.16 Bu ilk genel kapsamlı Türk dış politikası eseri yazıldıktan sonra yine mülkiyeli bir “siyasî tarihçi” olan Fahir Armaoğlu, geleneğe uyarak Avrupa öncelikli dünya siyasî tarihi anlamında 1789-1914 yıllarını içeren bir “Siyasî Tarih”17 yazdıktan sonra onun devamı niteliğinde 1914-1980 dönemini kaleme almıştır. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi adlı bu eserinde Fahir Armaoğlu, Millî Mücadele’den itibaren Türk dış politikasındaki gelişmelere geniş yer 14 M. Gönlübol-Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1990. Bu eser ilk olarak 1963’te basılmıştır. 15 Olaylarla Türk Dış Politikası, c. I (1919-1973), c. II (1973-1990), Genişletilmiş 7. baskı, Ankara: Alkım Kitabevi Yayınları, 1990. 16 Özellikle, II. Dünya Savaşında Türk Dış Politikası için bkz., Olaylarla Türk Dış Politikası, s. 137-185. 17 F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1789-1914), Ankara: TTK Yayınları, 1997. Aslında bu eser, 1961’de, ders kitabı olarak basılmış ve 1997 baskısına gelene kadar da genişletilerek 2-3 baskı daha yapmıştır.
272
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
vermiştir. Armaoğlu, 1923-1945 dönemi Türk dış politikasını esas itibariyle üç dönemde ele almıştır:18 a. Geçici Barış Devrinde Türkiye 1923-1930 b. Buhranlar Devrinde Türkiye 1931-1939 c. İkinci Dünya Savaşında Türkiye F. Armaoğlu’nun bu üçlü tasnifine baktığımızda, Türk dış politikasını “uluslararası politika” çerçevesinde değerlendirdiğini görmekteyiz. Bundan dolayı, F. Armaoğlu’nun 1923-1945 dönemi için üçlü, 1923-1939 dönemi için ikili tasnifi, Mehmet Gönlübol-Cem Sar’ın eserindeki tasnife benzemekteyse de aslında oldukça farklıdır. Dediğimiz gibi, dış politika olaylarına Fahir Armaoğlu’nun bakışı, genel uluslararası siyasî gelişmeleri gözeten ve uluslararası siyasî aktörlerin siyasetlerini dikkate alan “bütüncü” bir anlayıştır. Asker-tarihçi Rıfat Uçarol ise Siyasî Tarih’inde, Türk dış politikasının 1923-1945 dönemi için klasik ikili dönemlendirmeyi tercih etmiş ve sözkonusu dönemi “Lozan Andlaşmasından Sonra Türkiye (1923-1939)” ve “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye” şeklinde iki döneme ayırmıştır. Bununla yetinmeyen Uçarol, 1923-1939 dönemini de “1923-1932 Yılları Arasında Türkiye’nin Dış Politikası” ve “1932-1939 Yılları Arasında Türkiye’nin Dış Politikası” şeklinde bir ayrıma tabi tutmuştur. Rıfat Uçarol’un bu tasnifi, başlangıç noktası bir-iki yıl farklı olmasına rağmen büyük oranda Fahir Armaoğlu’nın dönemlendirmesine uymaktadır.19 Aynı şekilde Ali İhsan Gencer-Sabahattin Özel de, ders kitabı olarak yazdıkları Türk İnkılâp Tarihi’nde, Türk dış politikasından bahsederken büyük bir ihtimalle Rıfat Uçarol’un etkisiyle benzer ikili tasnifi kullanmışlardır.20 Atatürk Araştırma Merkezi’nce yayınlanan biri derleme iki eserde de ikili tasnif tercih edilmiştir. Üstelik, 1919-1938 arası döneme ait Türk dış politikasıyla ilgili sözünü ettiğimiz derlemenin adı “Atatürk”tür.21 Türkiye 18 F. Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi 1914-1980, 2. baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984, s. 321-360; 407-415. Ayrıca belirtelim ki bu eser on beş yılda on baskı yapmış ve ardından 1980-1990 dönemini kapsayan 2. cildi yayınlanmış, sonunda ise iki cilt birarada yayınlanmıştır. Bkz., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi II (1980-1990), 2. baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992. 19 Bu dönemler için bkz., Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih 1789-1994, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 4. baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1995, s. 554-594; 628-655 (1. baskı, 1979). 20 A. İhsan Gencer-Sabahattin Özel, Türk İnkılâp Tarihi, 2. Baskı, İstanbul: Der Yayınları, 1994, s. 244-266. 21 Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2000, s. 497. Bu eser, daha önce Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayınlanmış 19 makaleden oluşmuştur. Eserde makaleler, “Kurtuluş Savaşı Dönemi” ve “Kurtuluş Sonrası Dönem” diye iki kısımda toplanmıştır. Ayrıca eserde Fahir Armaoğlu, Haluk Ulman, Ünsal Yavuz, İzzet Öztoprak, Mustafa Budak, Semih Yalçın ve Yusuf Sarınay vb. yazarların yazıları vardır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
273
Cumhuriyeti’nin 80 yıllık geçmişinin iç ve dış politika açılarından değerlendirildiği ikinci eserde, Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası, günümüze kadar dörtlü tasnife tabi tutulmuş, 1923-1945 dönemi, “Atatürk” ve “İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası” diye ikiye ayrılmıştır.22 Aynı şekilde, 20 cilt olarak hazırlanan ansiklopedik nitelikteki Türkler adlı devasa eserin Türkiye Cumhuriyeti tarihinin anlatıldığı kısımda, 1923-1945 arası Türk dış politikası, çoğu kez olduğu gibi “Atatürk” ve “İnönü” adına izafeten iki dönem halinde yazılmıştır.23 Eski bir diplomat olan Kamuran Gürün’ün ise bir dizi halinde kaleme aldığı dış politikayla ilgili eserlerinde, Türk dış politikasının 1923-1945 arası dönemini, biraz Fahir Armaoğlu’nun tasnifine yaklaşan ama ondan da farklılık arzeden bir kavramlaştırmayla incelediğini görmekteyiz. Her şeyden önce Kamuran Gürün’ün bu kavramlaştırma ve dönemlendirme çabası, uluslararası sistem ve sistemdeki gelişmelere göre şekillenmekteydi. Gürün, 1919-1945 arası Türk dış politikasını altılı bir tasnife ya da dönemlendirmeye tabi tutmuştur. Şöyle ki; 1. Versay Sistemi (1919-1925)24 2. Versay Sisteminin Çöküşü (1926-1930)25 3. 1931-1934 Türkiyesi 4. Diktatörlerin Hegomanyası (1935-1937) 5. Diktatörlerin Diktat’ı 1938-1939 6. İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1945)26 Görüldüğü gibi K. Gürün, bu tasnifi “uluslararası sistem” açısından yapmaktadır. Bununla yetinmeyen Gürün, ikinci bir tasnife yönelerek sözkonusu dönemi “Dış ilişkiler” ve “Çok taraflı dış ilişkiler” şeklinde incelemiştir. Bu bağlamda farklı bir dönemlendirme ise kendisi de bir siyasî tarihçi olan Hasan Berke Dilan’a aittir. Sadece Atatürk dönemi Türk dış politikasına hasredilen çalışmasında Dilan, “İstikrâr Dönemi 1923-1930” ve “Buhranlar Dönemi 1923-1939” şeklinde ikili bir dönemlendirmeyi uygun gör22 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 2003, s. 411 vd. 23 Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. XVI, s. 579-700, 798-832. Hemen belirtelim ki, her iki dönem yekpare bir şekilde yazılmamış, ikili devlet ilişkileri biçiminde farklı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. 24 Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye I, (1919-1925), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986. 25 K. Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye II, (1926-1939), İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1997. 26 K. Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze Kadar), Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1983. Bu kitap, AÜSBF öğrencileri için ders kitabı olarak hazırlanmıştır. İlgi çekicidir ki, dizinin ilk kitabı, devir olarak adı geçen kitaptır. Aslında K. Gürün’ün bu kitap serüveni, beş cilt halinde, 1919’dan günümüze siyasî ve diplomatik tarih serisi olarak tasarlanmıştır. Bkz., K. Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, c. II, önsözden.
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
274
müştür.27 Kanaatimizce Hasan Berke Dilan’ın döneme bakışı, “uluslararası sistem” anlayışından kaynaklanmaktadır. “Çoklu ve farklı” bir tasnif içermesi bakımından, Cumhuriyet’in 50. yıldönümü münasebetiyle, Türk Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan 11 ciltlik Türk Dış Politikasında 50 Yıl adlı kitap serisinin adları bile anlamlı idi. Daha ziyade Türkiye’nin karşılaştığı dış politik sorunlara göre bir tasnife gidilmişti. 1919-1946 dönemine baktığımızda beşli bir dönemlendirmeye şahit oluyoruz: 1. Kurtuluş Savaşımız (1919-1922)28 2. Lozan (1922-1923)29 3. Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı (1923-1934)30 4. Montreux ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939)31 5. İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1945)32 Yine belli bir döneme ait ve oldukça farklı bir dönemlendirme de İnönü dönemi üzerinde doktora çalışması yapan Cemil Koçak’a aittir. Daha sonra yayınlanan bu tezinde Koçak, 1939-1945 dönemi Türk dış politikasını üçlü bir tasnife tabi tutarak ele almıştır. Bu tasnif şöyledir:33 1. Savaşın başından Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısına kadar olan dönemde Türk dış politikası (1939-1941) 2. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısından müttefik zaferlerine kadar olan dönemde Türk dış politikası (Savaşta Alman üstünlüğü dönemi: 1941-1943) 3. Savaşın son döneminde Türk dış politikası (1943-1945) Baskın Oran’ın editörlüğünde, yeni yayınlanan iki ciltlik Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar adlı eserde, 27 Hasan Berke Dilan, Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası (1923-1939), İstanbul: Alfa Yayınları, 1998. 28 Emine Örs, Türkiye ve Dış Politikasında 50 Yıl Kurtuluş Savaşımız (1919-1922), Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü Yayını, 1973, c. I, 212 s. 29 Türkiye ve Dış Politikasında 50 Yıl Lozan (1922-1923), Ankara, 1973, c. II, 342 s. 30 Şükran Güneş-Ali Hikmet Alp, Türkiye ve Dış Politikasında 50 Yıl Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı (1923-1934), Ankara, 1974, c. III, 368 s. 31 Suha Umar-Ali Hikmet Alp-Üstün Dinçmen-Emine Örs, Türkiye ve Dış Politikasında 50 Yıl Cumhuriyetin İlk On Yılı Montreux ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939), Ankara, 1973, c. IV, 247 s. 32 Ali Hikmet Alp-Üstün Dinçmen, Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1946), Ankara, 1973, c. V, 316 s. 33 Cemil Koçak, Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938-1945), Ankara: Yurt Yayınları, 1986, s. 84-211, 259-324.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
275
1919-1980 dönemini anlatan birinci cildinde de, farklı ama “ikili” bir dönemlendirme yapıldığını görmekteyiz. İlk önce, 1923-1945 dönem, 19231939 ve 1939-1945 diye ikiye ayrılmışsa da her iki dönem de “Göreli Özerklik” kavramıyla tanımlanmıştır. Bununla beraber 1939-1945 dönemi, bir kaos dönemi olarak görülmek suretiyle “1939-1945: Savaş Kaosunda Türkiye, Göreli Özerklik –2” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca, editörün ifadesiyle, kitabın dış politika olaylarına yaklaşımından maksat, 1919’dan günümüze Türk dış politikasının iç ve dış dinamikleriyle bir bütün halinde görülmesini sağlamaktır. Bu yüzden eser, hem dikey (kronolojik) hem de yatay (tematik) olarak hazırlanmıştır. Sonuçta sözkonusu eserin Türk dış politikasını, genel olarak “uluslararası politika” açısından ele aldığını söyleyebiliriz.34 3. Kaynaklar Bir bilimsel araştırma için ilk iş, bir “kaynak taraması”dır. Bunun amacı, araştırma konusu hakkında daha önce yapılan bilimsel araştırmaları belirlemektir. Böyle bir “kaynak taraması”nın en önemli faydası, araştırılacak konu hakkında önceki araştırmaları belirlemenin ötesinde araştırmacının bilimsel anlamda “hangi katkı”yı yapabileceğini göstermesidir. Hiç kuşkusuz, bunun yolu da, alanla ilgili bibliyografik eserleri incelemektir. 3.1 Bibliyografik Eserler Türk dış politikası araştırmaları için dikkate değer öncü bibliyografik çalışma, Metin Tamkoç’a ait A Bibliography on The Foreign Relations of The Republic of Turkey 1919-1967 and Brief Biographies of Turkish Statesmen (Ankara, 1968) adlı eserdir. Ortadoğu Teknik Üniversitesi tarafından yayınlanan bu eser analitik tarzda Türkçe ve İngilizce başta olmak üzere Türk dış politikası ağırlıklı kaynak ve araştırma eserlerinin yanısıra tez ve süreli yayınlar hakkında bir çeşit envanterdir. Ayrıca eserin son bölümünde Türk devlet adamlarının kısa biyografileri de vardır. Ne yazık ki, Tamkoç’un eserinin arkası gelmemiştir. Daha ziyade Türk dış politikasıyla ilgili çalışmalar Türkiye hakkında yapılan genel bibliyografya eserlerinde yer almıştır. Ancak, son yıllarda Türk dış politikasıyla ilgili olarak iki çalışma yapılmıştır. 34 Bu hususu, sadece eserin “ayrıntılı içindekiler”i okuyunca da anlayabiliriz. Ayrıca editörün yöntemle ilgili olarak yazdığı bir diğer husus dış politika olaylarının üstyapıyla değil altyapıyla açıklandığıdır. Her ne kadar editör, ideolojik önyargıları olmadığını yazsa da bu açıklamanın, sosyalist/Marksist bir izah olduğunu belirtelim. Editörün yöntemle ilgili açıklamaları için bkz., a.g.e., I: 1919-1980, Baskın Oran (ed.), 7. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003, s. 11-15.
276
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Bunlardan biri, Tamkoç’un çalışması kadar olmasa da Mustafa Aydın-Erdem Denk-Kudret Özersay’ın Türk Dış Politikası Kaynakçası 1923-2000 (Ankara, 2001), diğeri de Türk Dışişleri Bakanlığınca yayınlanan Lozan Kaynakçası’dır. Özellikle, Türk Dış Politikası Kaynakçası, klasik tasnife uygun bir şekilde, günümüze kadar Türk dış politikasıyla ilgili eserlerin künyesini, Atatürk dönemi, II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş Sonrası olarak dönemlendirmek suretiyle vermiştir.35 Tabiî olarak Türk dış politikası hakkında başvurulacak bibliyografik eserler bu kadarla sınırlı değildir. Hemen belirtelim ki, Cumhuriyet’in ilanından beri Türkiye’de, ilgili devlet kurumlarınca bibliyografik eserler yayınlanmaktadır. Bu kurumların başında Ankara’daki Millî Kütüphane gelmektedir. İlk olarak Millî Kütüphane, 1928’de, Türkiye Bibliyografyası’nı yayınlamış ve 1952’de de, bugün yirmi cilde ulaşmış Türkiye Makaleler Bibliyografyası’nı yayınlamaya başlamıştır. Bundan başka Herbert Melzig’in36 Yeni Türkiye’nin Siyasî Bibliyografyası (İstanbul: Ülkü Basımevi, 1944) ve Enver Koray’ın 4 cilt halinde sırasıyla 1959, 1971, 1985 ve 1987 tarihlerinde yayınladığı Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası önemlidir. Bu arada, Muharrem Doğdu Mercanlıgil’in Atatürk ve Devrim Kitapları Katalogu (Ankara: Yeni Matbaa, 1953) ile M. Muzaffer Gökman’ın Atatürk ve Devrimleri Bibliyografyası, Atatürk dönemi araştırmaları için değerlidir. Ancak, son eserde Türk dış politikasıyla ilgili eserlerin sayısı 90’dır.37 Ayrıca, İsmail Arar’a ait Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Devrimler ve Cumhuriyet Türkiyesi ile İlgili Kitaplar (İstanbul, 1960) ile N. Sami Özerdim’in Türk Dili Dergisi (1963, c. XIII, sy. 146, s. 107-110)’nde yayınlanmış “Bibliyografya: Atatürk ve Yabancılar” adlı makalesini zikretmek gerekmektedir. Bu arada Leman Şenalp’in Atatürk Kaynakçası (Ankara: TTK Yayını, 1984, II c.)’nı unutmamalıyız. Özellikle birinci ciltte Atatürk’ün dış politikası hakkında yetmişi aşkın kitap, makale ve bildirinin künyesi verilmiştir. Şurası bir gerçek ki, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, son yıllarda Türk dış politikası için değerli bibliyografya eserleri yayınlamıştır. Bu yayınlar genellikle, Türkiye’nin ilgi duyduğu ülke ve bölgeleri kapsamaktadır. Meselâ, iki ciltlik Türkiye Dışındaki Türkler Bibliyografyası (Ankara, 1992), bundan başka, üç ciltlik Bosna Hersek Bibliyografyası (Ankara, 35 www.mfa.gov.tr/grupa/sam/notlar2.html 36 H. Melzig’in ayrıca, Atatürk Bibliyografyası (1941), Atatürk Dedi ki (Ankara, 1942), Atatürk’ün Başlıca Nutukları, 1920-1938 (İstanbul, 1942) ve İnönü Diyor ki (İstanbul 1944) adını taşıyan derleme eserleri vardır. 37 M. Gökman’ın bu eserinde adı geçen eserlerin sayısı 3994’tür. Bu tesbitimiz, eserin 1974 tarihli üçüncü baskısına göredir. Hemen belirtelim ki, sözkonusu eser, daha önce sırasıyla 1963 ve 1968 tarihlerinde Millî Eğitim Basımevi’nce iki kez basılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
277
1992), tek ciltlik Irak Türkleri Bibliyografyası (Ankara, 1992), tek ciltlik Batı Trakya Türkleri Bibliyografyası (Ankara, 1996) ile iki ciltlik Kıbrıs Türkleri Bibliyografyası (Ankara, 2001) dikkate değer eserlerdir. Bununla yetinmeyen Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, altı ciltlik Basında Dış Türkler Bibliyografyası’nı yayınlamıştır. Bu eser, 1990-2000 arası dönem Türk basını taranarak hazırlanmıştır.38 Bu Genel Müdürlüğün dikkate değer bir başka yayını da, 1997’de yayınlanmış olan Ege Sorunu Bibliyografyası (A Bibliyography of The Aegean Question) adlı eserdir. Bu eserdeki bibliyografik malzeme, müracaat eserleri, kitaplar, raporlar ve tezler, makale ve tebliğler, gazete makaleleri ve haberler başlıkları altında tasnif edilmiştir. Bu arada Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan Türkiye, Türkler ve Türk Dili Bibliyografyası (Ankara, 1986)’nın da bilinmesinde fayda vardır. Ancak, tarih araştırmalarında asıl yapılması gereken iş, bu bibliyografya taramasını tamamladıktan sonra birinci elden, orijinal belgelere ulaşmak için arşivlere gitmektir. Bu husus, dış politika araştırmalarında da geçerlidir. 3.2 Arşivler Hiç şüphesiz, tarih araştırmalarında ilk elden kaynakları/belgeleri kullanmak, bilimsel bir zorunluluktur. Bu bağlamda ikinci zorunluluk da, tarihçinin ilk elden/orijinal belgelere ulaşması için arşivlere gitmesidir. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihi araştırmacıları için arşivlere ulaşmak, halihazırda bir sorun oluştursa da, bu alan araştırmacıları da, orijinal, birinci elden kaynaklara dayalı çalışmalar yapabilmek amacıyla “imkan ve ilişkilerini kullanarak” arşivlere girmelidir. Hemen belirtelim ki, sözkonusu şart, Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası üzerine çalışan kimseler için de geçerlidir. Hele 1923-1928 dönemi çalışılacaksa, her cins kaynak, belge, süreli yayından yararlanabilmek için araştırmacıların eski Türkçe/Osmanlıca bilmeleri zorunludur. 1923-1945 dönemi Türk dış politikası araştırmaları için başvurulacak ilk arşivlerden biri, Ankara’daki, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Cumhuriyet Arşivi’dir. Sözkonusu arşiv, 1920 yılından itibaren “Türk devlet ve millet hayatını ilgilendiren tarihî, hukukî, idarî, siyasî, iktisadî, bilimsel ve kültürel içerikte her türlü belge”ye sahiptir. Bu arşive giren dış politika araştırmacıları için daha ziyade, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü Evrakı (Başbakanlık hizmetleri, başbakanın yurtdışı gezileri, başbakana dışardan 38 Basında Dış Türkler Bibliyografyası, altı cilt halinde sırasıyla 1991, 1992, 1993, 1994, 1996 ve 2001 tarihlerinde yayınlanmıştır.
278
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
gelen mektuplar, yabancılara yazılan mektuplar, yabancı devlet adamlarının ziyareti ve başbakanlığın diğer bakanlıklarla yazışmaları) iki fon halinde “1920-1928” ve “1928 ve sonrası” şeklinde) Bakanlar Kurulu kararları (kanun teklifi, tüzük kabulü, yönetmelikler, vatandaşlığa alma-çıkarma, vali, elçi ve orgenerallerin tayini, fahri konsolosluk ihdası, kadro ihdası, yabancı eleman çalıştırılması, yurtdışına gönderilecek öğrencilere ödenekler, gümrük muafiyetleri, sınır olayları, milletlerarası emlak ve antlaşmalar gibi konular), Bakanlıklararası Tayin Daire Başkanlığı/Üçlü Kararnameler (yönetici tayinleri, sınır tespitleri, yer adlarındaki değişiklikler, bütçelerdeki değişiklikler, istiklal madalyası vb. konular) adını taşıyan fonlar önemlidir. Özellikle son fondaki belgeler, yönetici biyografileri ve kurum tarihleri için değerlidir. Bunun dışında Muamelat Genel Müdürlüğü Evrakı’nı da belirtmeliyiz.39 İkinci önemli arşiv, Dışişleri Bakanlığı Arşivi’dir. Halihazırda, “özel müsâadeye mazhar” araştırmacılara40 açılan bu arşiv, TBMM İcra Vekilleri Heyeti’nin -tabiatıyla Hariciye Vekaleti’nin- kurulduğu 2 Mayıs 1920’den günümüze kadar gelen döneme ait belgeleri kapsamaktadır. Genel kullanılan adıyla Dışişleri Arşivi’nde, Bilâl Şimşir’in verdiği bilgilere göre, 20-25 bin klasör ve kutu-belge bulunmaktadır. Bu klasörlerin (2-3 milyon belge, 1000’den fazla orijinal mektup) tamamına yakını tasnif edilmiştir. Ayrıca, Paris, Roma, Viyana, Londra, Berlin ve Moskova gibi büyükelçiliklerde de arşiv vardır. Oysa, 1997’de, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan Aydan Karahan’a göre, Dışişleri Bakanlığı Merkez Arşivi’nin Arşiv Belgeleri Bölümü’nde, 1919-1990 arası döneme ait arşiv belgesi olarak 3.000 kutu ve 46.000 klasör mevcutken, Kayıt Defterleri Bölümü’nde ise Cumhuriyet dönemine ait evrak, pasaport ve maaş bordro kayıtlarına ilişkin 13.000 adet defter bulunmaktadır. Ayrıca, İkili ve Çok Taraflı Antlaşmalar Bölümü’nde ise kronolojik olarak tasnif edilmiş 2.800 ikili ve 300 kadar da çok taraflı antlaşma metni vardır.41 Dışişleri Arşivi gibi dış politika konularında önemli olmasına rağmen araştırmacılar için izin alınması zor arşivlerden biri de Cumhurbaşkanlığı Arşivi’dir. Bu arşivde dosyalar halinde 1,5 milyon civarında belge vardır.42 39 Bu arşivde, işlem tarihi üzerinden 50 yıl geçen belgeler araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Bkz., http://www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/ 40 Daha ziyade tarih araştırmalarına yönelen Dr. Bilal Şimşir gibi eski büyükelçilerdir. 41 A. Karahan, “Dışişleri Bakanlığı Örgütünde Son Yenilikler ve Arşiv İşleri”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyum Bildirileri, Ankara: TTK Yayınları, 1999, s. 734. 42 19.1.2001’de, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Metin Yalman, Çankaya’da yaptığı haftalık bilgilendirme toplantısında, Cumhurbaşkanlığı Müzesi kurulacağını ve içinde Atatürk Arşivi olacağını haber vermiştir. Bu belge sayısı, M. Yalman’ın açıklamasında vardır. 20.1.2001 www.hürriyetim/arşiv.hürriyetim.com.tr.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
279
Millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivi de önemlidir. Bu arşiv, Cumhuriyet dönemi olduğu kadar Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsan ve Meclis-i Âyân’ı ile ilgili dosya ve belgeleri de barındırmaktadır. Kurumsal anlamda, TBMM Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü Evrakı, TBMM Başkanlık Divanı kararları, Meclis-i Meb‘ûsân ve Meclis-i Âyân, TBMM ile Yasama Meclisi üyelerine ait özlük dosyaları, TBMM’ne gelen-giden evrak ve zimmet defterleri bulunmaktadır. Ayrıca, sözü edilen meclislere ait açık ve gizli celse zabıtları, İstiklâl Mahkemeleri, Yüce Divan (Yassıada) ve Divan-ı Âlî dosyaları ile İstiklâl Madalyası Defterleri de TBMM Arşivi’nde yer almaktadır.43 Her ne kadar bu bilgiler, dış politikayla ilgili görünmese de özellikle devlet adamlarının özlük dosyaları ve dış politikayla ilgili faaliyetleri sözkonusu olduğunda değer kazandığından dış politika araştırmacılarının ihmal etmemesi gereken bir arşivdir. Dış politika araştırmaları için ihmal edilmemesi gereken bir arşiv de, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’dir. Bu arşiv, Osmanlı Seraskerlik, Harbiye Nezâreti ve Erkân-ı Harbiyyye-i Umumiyye Riyâseti (daha sonra Genelkurmay Başkanlığı) belgelerinden meydana gelmektedir. ATASE Arşivi’nde çalışacak araştırmacıların, 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar olan askerî olaylarla ilgili belgeleri görmeleri mümkündür. 1923-1945 dönemi için söylersek, ATASE Arşivi’nde, Cumhuriyet’in ilânından itibaren Türkiye’nin karşılaştığı, Şeyh Said isyanı başta olmak üzere bütün Doğu isyanları, 150’likler Meselesi, Musul vilayetiyle ilgili gelişmeler, Hatay Meselesi ve II. Dünya Savaşı gibi birçok askerî ve siyasî olayla ilgili belgeler bulunmaktadır. Ayrıca bu arşiv bünyesinde, Özel Atatürk Arşivi vardır.44 Genellikle çok az araştırmacının yararlandığı arşivlerden biri de Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi’dir. 1924’te, Türkiye’nin genel güvenliğini korumak amacıyla, Emniyet-i Umûmiyye Müdür Muâvinliğine bağlı I. Şube olarak kurulan Siyasî Polis, bugünkü ifadesiyle Güvenlik Daire Başkanlığı bünyesindeki espiyonaj ve karşı espiyonajla ilgili yazışmaları ihtiva etmektedir.45 Sözkonusu yazışmalar/belgeler, kısa bir süre önce (Eylül 2003) adı geçen arşivde yaptığım araştırma sırasında gözlemlediğim üzere daha ziyade kişilerle ilgili sicil dosyalarından oluşmaktadır. Genel olarak 1927’den sonraki belgelere sahip bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi’nde, Irak, İran, Suriye, Sovyetler Birliği gibi Türkiye’yi çevreleyen ülkeler, Pan-Arab Birliği, Hilafet hareketi, 150’likler Meselesi, Doğu isyanları ve Kürtçülük, 43 http://www.tbmm.gov.tr/genser/m9.html. 44 Genelkurmay ATASE Arşivi. 45 http://www.egm.gov.tr/daire.arsiv.asp.
280
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Komünist faaliyetler, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, Arap ülkelerinde okuyan öğrenciler ile Türkiye’de dinî hareketler ve cemaatler, gibi o devirde Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili konu ve kişiler hakkında belgeler vardır. Bu arşivde de araştırmacılar için çalışma izin süresinin kısalığı, belgelerden fotokopi alınamaması en büyük zorluktur.46 Tarih araştırmacıları için hâlâ bir “muamma” olan arşivlerden biri de Türk Millî İstihbarat Teşkilâtı Arşivi’dir. Türkiye’de, genel ülke güvenliğiyle ilgili olarak istihbarat ve karşı istihbarat görevini üstlenen bu teşkilat, 19221925 döneminde, Ordu Müfettişlikleri istihbarat şubeleri, 1927-1965 tarihleri arasında da Millî Emniyet Hizmetleri (M.E.H/MAH) Riyaseti adıyla faaliyet göstermiştir.47 1923-1945 dönemi düşünüldüğünde bu teşkilât arşivinin değeri artmaktadır. Ancak bu arşivin araştırmacılara açılması şimdilik mümkün değildir. 1971’de kurulmuş olan Kıbrıs Türk Millî Arşivi ve Araştırma Merkezi’ni de unutmamak gerekmektedir. Bu arşiv, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Vakıflar Arşivi, ATASE Arşivi ve Dışişleri Bakanlığı Arşivi gibi Türkiye’deki arşivlerden derlenen belgelere dayanmakla beraber, Kıbrıs ile ilgili 20 binden fazla belge (ferman, mukavele, muahede vs.)’nin mikrofilmlerine toplu halde sahip olması bakımından da önemlidir. Özellikle 1923-1945 dönemi için 1878-1960 İngiliz Sömürge Devri Vesikaları adlı fon değerlidir.48 3.3 Resmi Yayınlar Bu yayınların başlıcası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerîdeleri (TBMMZC)’dir. Bu cerîdelerde, TBMM’nin yasama faaliyetleri kapsamına giren dış politika dahil birçok konuda, müzakere, kanun teklifi, kanun metinleri ve milletlerarası antlaşmalar ile bunların onaylanması gibi hususlar yer almaktadır. 1923-1945 döneminde, TBMM’nin yedi çalışma dönemine ulaştığı ve aynı zamanda yine bu dönemde Türkiye’nin önemli iç (inkılâplar ve bunlara tepkiler, Şeyh Said başta olmak üzere Doğu isyanları vb.) ve dış politik (Musul vilayeti, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesi, Balkan Paktı, Sâdâbâd Paktı, Boğazlar ve Hatay’ın anavatana katılması ile II. Dünya Savaşı gibi) sorunlarla karşılaştığı dikkate alındığında, TBMM’nde 46 Bu konuda benzer bir eleştiri için bkz., Osman Köker, “Editörden Sunuş”, Toplumsal Tarih, Şubat 1999, sy. 62, s. 1. 47 Bu bilgiler, Doç. Dr. Erdal İlter’in hazırladığı Millî İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi adlı eserin internet nüshasından alınmıştır. www.mit.gov.tr/tarihce. 48 Bu arşiv, 1571’den günümüze kadar Kıbrıs’a ait belgeleri beş kategori halinde bünyesinde barındırmaktadır. Bu arşivler için bkz., “Kıbrıs Türk Cemaati Arşivi Millî Arşivi ve Araştırma Merkezi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi (BTTD), Haziran 1974, c. XIV, sy. 7981, s. 75-78; İsmet Binark, Arşiv ve Arşivcilik Bilgileri, Ankara, 1980, s. 42-43.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
281
yapılan müzakerelerin önemi artmaktadır. Bu bakımdan dış politika araştırmalarında Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri, incelenmesi gereken bir resmî yayındır. Ayrıca, 4 cilt halinde yayınlanmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları (TBMMGCZ) da, açık zabıt cerideleri kadar hatta gizli olması bakımından ondan da daha önemlidir. Ancak, bu gizli celse zabıtlarının 1920-1934 dönemine ait ciltleri yeni harflerle yayınlanmıştır.49 Devletin yasama faaliyetleri sonunda yürürlüğe girmesi kararlaştırılan tüzük, yönetmelik, genelge, kanun ve tayinler gibi hukuk metinlerinin yayınlandığı organ olan Resmi Gazete, 23 Nisan 1920’den itibaren TBMM hükümeti adına yayınlanmaya başlamıştır. 1945 sonuna kadar 6194 sayı olmak üzere 24 cilt yayınlanan Resmi Gazete, Türkiye Cumhuriyeti tarihi araştırmaları için önemli bir kaynak grubudur. Bu bağlamda ihmal edilmemesi gereken bir başka resmî yayın da, TBMM’nde çıkan kanunların yer aldığı TBMM Kavânîn Mecmuası’dır. Hukuk metinleri için başvurulacak resmî yayınlardan biri, Düstûr’dur. 1851’den beri tertip ve cilt halinde yayınlanan Düstûr’un üçüncü tertibini, Türkiye Cumhuriyeti hukuk metinleri oluşturmaktadır. Düstûr, 23 Nisan 1923-27 Mayıs 1960 arasındaki dönemde, yılda bir cilt olmak üzere 41 cilt halinde Ankara’da yayınlanmıştır.50 Bir “kanun külliyatı” olan Düstûr, dış politika açısından milletlerarası antlaşma ve sözleşmelerin tam ve orijinal metinlerini vermesi bakımından önemlidir. Cumhuriyet döneminde Matbuat Umum Müdürlüğünce yayınlanmaya devam eden resmî yayınlardan biri de Devlet Yıllıkları’dır. Batı örneğinden mülhem bir Osmanlı uygulaması olan bu yıllıklar, 1925-1929 arasındaki 5 yıl için, yine Osmanlı döneminde olduğu gibi “Devlet Salnamesi” adıyla yayınlanmıştır. Ancak, 1928’den beri yeni harflerle yılda bir kez olmak üzere yayınlanmaya devam etmiştir. Bu yıllıklar daha ziyade devletin iç ve dış teşkilatı ile bu görevlerde bulunan kimselerin isimlerine yer vermişlerdir.51 Resmî bir süreli yayın olan Ayın Tarihi, Matbuat ve İstihbarat Müdiriyyet-i Umûmiyyesi tarafından Eylül 1923’te Ankara’da yayınlanmaya başlanmıştır. Amaç, “Memleketimiz dahilinde cereyan edecek olan vekâyi-i mühimme ile ictimaî ve iktisâdî hareketlere dair resmî ve gayr-i resmî vesikalar da ehemmiyetlerine göre ya aynen veyahut makale ve hülasa mealinde derc” etmektir. Ayın Tarihi, Eylül 1923-Mayıs 1931 tarihleri arasında 86 sa49 Bu gizli zabıt cerideleri, 1985’de, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanmıştır. 50 Mehmet Akif Aydın, “Düstûr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, c. X, s. 48-49. 51 Sunuş yazısı, Devlet Yıllığı, 1944-1945, İstanbul: Maarif Matbaası, 1945.
282
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
yı halinde yayınlanmıştır. Mayıs 1931-Aralık 1933 tarihleri arasında yayınlanmayan dergi, Ocak 1934’te, Dahiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından yeniden yayınlanmaya başlanmıştır. Bu tarihten Ağustos 1957’ye kadar toplam 285 sayı yayınlanmıştır.52 Genellikle, bir “dış politika yayını” olan Ayın Tarihi’nde, yayına başladığı 1923’ten beri Türkiye’nin içinde bulunduğu Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’nun yanısıra Avrupa ve Asya’daki uluslararası siyasî gelişmelerle ilgili tercüme makaleler yayınlanmıştır. 1934’ten sonra ise muhteva daha analitik bir tarzda “yurtiçi haberler” ve “yurtdışı haberler” şeklinde tasnif edilmiştir. Yurtdışı haberler ise, Türkiye, Milletler Cemiyeti, Avrupa-Garbî Avrupa, Skandinavya, Orta Avrupa, Sovyetler Birliği, Ortadoğu ve Balkanlar vs. biçiminde siyasî ve coğrafî bölgeler şeklinde verilmiştir. Ayrıca, “Hadiselerin Takvimi”, hadiselere ait “Vesikalar” ile “Hadiseler hakkında memleket ve cihan matbûatındaki akisler” alt başlıkları da görülmektedir.53 Görüldüğü gibi Ayın Tarihi, Cumhuriyet dönemi Türk dış politikası araştırmaları için mutlaka başvurulması gereken bir resmî yayındır. 3.4 Yayınlanmış Belgeler 1923-1945 dönemi için en önemli belge koleksiyonları, Atatürk’e ait belgelerdir. İlk önce, Nutuk’tan sözetmeliyiz. Nutuk, Atatürk’ün 1919-1926 dönemine denk düşen Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki siyasî gelişmeleri kendi açısından yorumladığı bir eserdir. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında yapılan 2. Kongresi’nde 6 gün boyunca okunan Nutuk,54 esas itibariyle adı geçen dönem hakkındaki yorumlar ile o yorumların dayandırıldığı belgelerden oluşmaktadır. Bundan dolayı Nutuk, “belgesel nitelikli hatırat” niteliğindedir.55 Bu konuda ihtiyatlı bir dil kullanan Cezmi Eraslan’a göre Nutuk, “zamanı, zemini ve üs52 Kendi tespitlerimize göre, Ayın Tarihi, Aralık 1945 sayısı, derginin 145. sayısıdır. 53 www.byegm.gov.tr/yayınlarımız/Ayıntarihi/Ayıntarihi.htm. 54 İlk defa 1927’de iki cilt halinde eski Türkçe (Osmanlıca) basılan Nutuk, günümüze kadar birçok kez basılmıştır. 1987 itibariyle sadece Millî Eğitim Bakanlığı’nın baskısı 15’tir. Meselâ, bizim sürekli kullandığımız Nutuk, MEB’nin 15. baskısı (1987) olup, iki cilt ana metin, üçüncü cilt ise tamamen belgeler şeklindedir. Fakat diğer ilk iki ciltte de belgeler vardır. 55 Bu değerlendirmemizde, üslûb bakımından her hatırada olduğu gibi fazlasıyla iyelik unsurlarının kullanılması ile devrin siyasî kişilikleri hakkında haklı veya haksız eleştirilerin bulunması önemli iki etkendir. Fakat bu durum, özellikle içerdiği belgeleri dikkate aldığımızda, Nutuk’un kaynak değerini ortadan kaldırmaz. Biz de, bu özelliğiyle Nutuk’u “yayınlanmış belgeler” kısmında değerlendirdik. Aynı değerlendirme, Kâzım Karabekir’in İstiklâl Harbimiz’i için de geçerlidir. Çünkü Karabekir de, aynı devirler hakkında kendine gelen veya kendinden sadır olan belgelerden hareketle “benmerkezci” bir anlayışla eserini yazmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
283
lûbu dikkate alınarak kullanılması gereken kaynak değerini haiz bir eserdir”.56 İkinci olarak üç ciltlik Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri zikredilmelidir. Eser, Atatürk’ün 1917-1938 tarihleri arasında çeşitli vesilelerle yaptığı iç ve dış politikayla ilgili açıklamaları içermektedir. Özellikle üçüncü cilt, Atatürk’ün 1918-1937 yılları arasında yerli ve yabancı gazete muhabirlerine verdiği demeçlerden oluşmaktadır. İlk iki cilt 1946’da, üçüncü cilt ise 1961’de ilk baskısını yapmıştır. Bundan başka aynı dizinin bir devamı olarak Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri yayınlanmıştır. Dördüncü cilt olan bu eserin ilk baskısı, 1964 tarihli olup Atatürk’e ait Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemleriyle ilgili belgeleri ihtiva etmektedir. Daha sonra Sadi Borak-Utkan Kocatürk ikilisi, bu ciltlerde olmayan Atatürk’e ait belgeleri, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri V adıyla hazırlamış ve eser 1972’de, Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır.57 Bunun dışında Atatürk’ün çeşitli yerlerde yaptığı konuşmaları derleyen birçok yayın bulunmaktadır. Bunların bazıları, Sadi Borak’ın Atatürk’ün Gizli Oturumlarda Konuşmaları (2. baskı, İstanbul: İnkılâp ve Aka, 1981), aynı şekilde Kâzım Öztürk’ün Atatürk’ün TBMM ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları (2. baskı, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990), Emekli Dz. Kd. Albay Raşit Metel’in iki ciltlik Atatürk’ün TBMM’ndeki Konuşmaları ve Nedenleri (23 Nisan 1920-29 Ekim 1923) (İstanbul: Deniz Basımevi, 1983) ile Kâzım Öztürk’ün Cumhurbaşkanlarının TBMM’nin Açış Nutukları (İstanbul, 1969), Arı İnan’ın Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1982) adlı eserlerdir. Atatürk dönemi dış politikasıyla ilgili yayınlanmış bir belge derlemesi de, Türk Dışişleri Bakanlığı (Hâriciye Vekâleti) Arşivi belgelerine dayanan iki ciltlik Atatürk’ün Millî Dış Politikası adlı eserdir. Bu eser, ilk cildi 19191923 dönemine ait 100, ikinci cildi de 1923-1938 dönemine ilişkin 100 olmak üzere toplam 200 belgeden ibarettir. Her ne kadar birinci cilt, Millî 56 C. Eraslan, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin Temel Kaynaklarından Biri Olarak Nutuk”, Tarih Boyunca Türk Tarihinin Kaynakları Semineri, 6-7 Haziran 1996, Bildiriler, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1997, s. 12. 57 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nin ilk iki cildi, 1959’da, üçüncü cildi de 1961’de ikinci baskılarını yaptılar. Bu konuda bkz., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri V, Sadi Borak-Utkan Kocatürk (haz.), Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1972 (Önsözden). Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri ise beşinci cildin ilavesiyle 1991’de, Atatürk Araştırma Merkezi’nce basılmıştır: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, Nimet Arsan (haz.), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1991, (“Birkaç Söz” başlıklı önsözden). 1997’de ise adı geçen merkez, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nin ilk üç cildine, beşinci cildi de ekleyerek Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III şeklinde yayınlanmıştır. Bkz., a.g.e., (“Birkaç Söz” adlı önsözden).
284
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Mücadele dönemiyle ilgili ise de Lozan Konferansı ve Antlaşmasıyla ilgili belgeler bakımından da önemlidir.58 Eserin ikinci cildinde ise 1924-1938 dönemine ait 75 belgenin yanısıra 1923-1938 döneminde imzalanan bazı önemli ikili ve çok taraflı siyasî antlaşmaların orijinal metin ve çevirileri vardır.59 Büyükelçi-tarihçi kimliğiyle dikkati çeken Bilâl Şimşir’in belge neşirleri, de özellikle Atatürk dönemi dış politika araştırmaları için son derece değerlidir. Atatürk İle Yazışmalar I (1920-1923), dörtte birinden çoğu Atatürk’ün kendi mektup, telgraf ve yazılarını muhtevi 287 belgeden oluşmaktadır. Geriye kalan dörtte üçü ise Atatürk’e gönderilmiş mektup ve telgraflardır. Ayrıca zikri gerekir ki, bu eserdeki 40 kadar belge Lozan Konferansıyla ilgilidir.60 İkinci eser, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları I (Ankara, 1993)’dır. Sözkonusu eser, adından anlaşılacağı üzere, Atatürk’ün yabancı devlet başkanlarıyla karşılıklı yazışmalarını içermektedir.61 Üçüncü eser ise Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi I, 1922-1924, Bir Laik Cumhuriyet Doğuyor adını taşımaktadır. Bu eserde, 17 ülkeden 147 değişik gazeteden alınmış 427 yazı mevcuttur. Bu yazılar, Paris kaynaklı Le Temps ile İngiliz The Times gibi ünlü gazetelerde yayınlanmış yazılardır. Sözkonusu yazılar, 9 Eylül 1922’den 7 Aralık 1924 tarihine kadar gerçekleşmiş, İzmir’in kurtuluşu, Mudanya Mütarekesi, Lozan Konferansı, Lozan Antlaşması, Yeni Türkiye ve Hilafet konularıyla ilgilidir. Ayrıca, Musul vilayeti meselesi ile ilgili yazılar da vardır.62 Bu eserde yer alan bazı yazılar tercüme edilerek Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu (çev. Cüneyt Akalın, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999, 281 s.) adıyla yeniden yayınlanmıştır. Lozan Konferansı ile ilgili yazılar ise (s. 40-232), Kasım 1922-Ocak 1924 tarihleri arasında yayınlanmış olup kısmen de olsa, İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan ve Bulgar kamuoyunun bakışını yansıtması bakımından önemlidir. Bu ikinci eserin önemi, Türkçe yayınlanmış olmasıdır. Ancak Bilâl Şimşir’in en dikkate değer çalışması iki cilt halinde yayınladığı Lozan Telgrafları’dır. Türk Hâriciye Vekâleti ile Paris Büyükelçiliği bel58 Atatürk’ün Millî Dış Politikası (Millî Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), 1919-1923, I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992. 59 Atatürk’ün Millî Dış Politikası (Cumhuriyet Dönemine Ait 100 Belge), 1923-1938, II, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981. 60 Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, (önsözden). 61 B. Şimşir’in hazırladığı bu eserde, çoğu Türk Dışişleri Bakanlığı Arşivi ile değişik kaynaklardan alınmış 817 belge bulunmaktadır. Adı geçen belgeler, Afganistan, ABD, Almanya, Azerbaycan, Arjantin, Arnavudluk, Belçika, Avusturya, Brezilya, Bulgaristan, Çekoslavakya ve Çin hakkında olup 1920-1939 tarihlerini kapsamaktadır. 62 Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1981 (önsözden).
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
285
gelerinden oluşan bu eserin ilk cildinde 544, ikinci cildinde 722 belge vardır. Bu belgeler, Türkçe, Fransızca ve kısmen İngilizcedir. Bu belgelerin büyük çoğunluğu, Lozan Konferansı sırasında, Lozan-Ankara arasında İsmet Paşa-Rauf Bey, İsmet Paşa-Mustafa Kemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa-İsmet Paşa, Rauf Bey-İsmet Paşa arasında cereyan eden yazışmalardan meydana gelmektedir.63 Lozan Konferansı hakkında, 1923’ten itibaren birçok resmî yayın yapılmıştır. Bunlar, Düvel-i Müttefika Tarafından Teklif Olunan Muahede-i Sulhiyye ve Mukavelât Projeleri ve Türkiye’nin Teklif Ettiği Tadilât (Ankara, 1339/1923); Lozan Konferansında Düvel-i Muhtelife Murahhasları Tarafından Türkiye Hey’et-i Murahhassasına Tevdî’ Olunan Sulh Muahedesi Projesi (Ankara, 1339/1923); Lozan Muahedenâmesine Merbuz Olarak Teati Eden Mektuplar 4 Haziran-24 Temmuz 1923 (Ankara, 1339/1923); Lozan Sulh Muahedenâmesi, Mukavelât ve Senedât-ı Saire (Ankara 1339/1923); Lozan Konferansı, 1922-1923: Konferansda Tezekkür Olunan Senedat Mecmuası’dır (İstanbul, 1340/1924).64 Lozan Konferansı ile ilgili bir başka belge yayını da Ahmet Yavuz’un yayınladığı Yakın Doğu Meseleleriyle İlgili Lozan Barış Konferansı Tutanakları’dır.65 Eser, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın bir yayınıdır. Aynı bakanlığın yayınladığı bir başka kitabın adı, Lozan Barış Antlaşması: Lozan’da İmzalanan Sözleşmeler, Senetler, Barış Antlaşmasına Ekli Mektuplar ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi (Ankara, 1984, 144 s.)’dir. Fakat, Seha L. Meray’ın 9 ciltlik Lozan Konferansı Tutanaklar-Belgeler, Türk dış politika araştırmaları açısından konferans tutanak ve belgelerinin tamamını içerdiği için değerli bir eserdir. Tarihçi Faik Reşit Unat’ın Lozan Barış Andlaşmasının İmzasına Ait Vesikalar (Ankara, 1942, 12 s.) adlı belge neşri niteliğindeki çalışması oldukça değerlidir. Bu arada, Kaynak Yayınları’nca yayınlanmaya başlanan Komintern Belgelerinde Türkiye dizisi, Türk Millî Mücadele Hareketi’ne ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki siyasî gelişmelere bakışı yansıtması açısından önemlidir. Bu dizinin ilk kitabı Kurtuluş Savaşı ve Lozan (Yeniden Düzenlenmiş 2. Basım, İstanbul, 1993) adını taşımaktadır. Adı geçen eser, 1920-1928 döneminde çeşitli Komintern yetkililerinin, Batı emperyalizmine karşı kurtuluş hareketlerinin desteklenmesi ve Doğu toplumlarına komünist ihtilalin ihracı 63 Lozan Telgrafları I (Kasım 1922-Şubat 1923), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1990; Lozan Telgrafları II ( Şubat-Ağustos 1923), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994. 64 Bu eser 2 Takım, 6 cilt halinde basılmıştır. 65 Ankara, 1968, II c.
286
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
anlamında tarihî Doğu Sorunu, Lozan ve Türkiye hakkında yaptıkları açıklamalara yer vermektedir. Kemalist Cumhuriyet (Birinci Basım, İstanbul, 1994) ise aynı dizinin ikinci kitabı olup 1924-1939 dönemini kapsamaktadır. Anlaşılacağı gibi dönem, Versay düzeninin sarsıntı geçirdiği, Hitler’in siyasî ve askerî açıdan güçlenerek Avrupa için tehdit oluşturduğu, daha da önemlisi, Türkiye’nin hem iç hem de dış politika açısından sıkıntılar yaşadığı bir döneme denk düşmektedir. Bu sebeple adı geçen eserde, Cumhuriyet’in ilânı, Hilafetin kaldırılması, Şeyh Said isyanı, Türk-Sovyet İlişkileri, Boğazlar meselesi ve Türkiye-Almanya ilişkileri gibi Türkiye’yi ilgilendiren önemli konulara yer verilmiştir. Orhan Duru’nun hazırladığı Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye’nin Kurtuluş Yılları (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, 260 s.), Amerikan Dışişleri Bakanlığı belgelerinden oluşmaktadır. 23 Ocak 1919-31 Ocak 1928 tarihleri arasında Türkiye’de cereyan eden olaylar hakkında Amerikan Yüksek Komiseri ile diğer yetkililerin kaleminden çıkan bu eser, sosyoekonomik konuların yanısıra ABD mandası, Kafkasya, Anadolu-İstanbul çatışması, Kürt sorunu, Musul sorunu, ABD ile diplomatik kavga, Türk-ABD dostluğu gibi iç ve dış politik konuları da içermektedir. İsmet İnönü’nün çeşitli yerlerde yaptığı konuşmaları içeren eserlerin, biri dışında kendi iktidarı döneminde toplu halde yayınlandığını görmekteyiz. Bunların ilki, İsmet Paşa’nın Siyasî ve İctimaî Nutukları 1920-1933 (Ankara 1933)66 adını taşımaktadır. Sözkonusu nutuklar, daha ziyade TBMM’nde yaptığı konuşmalar olup İsmet Paşa’nın Erkan-ı Harbiyye Umumiyye Reisi olarak 25 Eylül 1920’de verdiği nutuk ile başlamakta, yine onun Cumhuriyet’in 10. yılı münasebetiyle Ülkü mecmuasında yazdığı bir makale ile sona ermektedir. İsmet İnönü’nün nutuklarıyla ilgili tespit ettiğimiz ikinci eser, Millî Şef İnönü’nün Hitabe, Beyanat ve Mesajları’dır. Bu eser, İnönü’nün TBMM’ndeki açış nutuklarıyla 1939 tarihli Erzincan depremi dolayısıyla yaptığı açıklama, Amerikan halkına hitabı ve diğer dış politika konularındaki hitabe, beyanat ve mesajlarından oluşmuştur.67 Özellikle dış politikayla ilgili olarak, 26 Şubat 1939 tarihinde Amerikan milletine radyo ile İngilizce hitabesi,68 İngiliz Daily Telegraph gazetesi hususî muhabirine beyanatı69 ile Amerikanın tanınmış gazetecilerinden Miss Kuk’a beyanatı70 önemlidir. Yine K. Kemal Kop’un derlediği Millî Şef ’in Söylev, 66 Ankara, 1933, 504 s. 67 Kadri Kemal Kop (der.), Ankara, 1941, 91 s. 68 A.g.e., s. 25-26. 69 A.g.e., s. 43-46. 70 A.g.e., s. 69-70.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
287
Demeç ve Mesajları (Ankara 1945) adlı kitap da aynı niteliktedir. Bu kitap, 11 Kasım 1938-28 Aralık 1944 tarihleri arasını kapsamaktadır.71 İnönü’nün dış politikayla ilgili diğer beyanları, İnönü’nün Söylev ve Demeçleri I TBMM’nde ve CHP Kurultaylarında (1919-1946) (İstanbul: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayımları, MEB Basımevi, 1946, 410 s.) adlı derleme eserde yer almaktadır. Sözkonusu esere alınan İnönü’nün 25 demeç ve söylevi dış politikayla ilgilidir.72 Özel Şahingiray tarafından derlenen Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri 1933-1955 Dış Politika (Ankara: Doğan Ltd. Ortakları Matbaası, 1956, 280 s.) adlı kitabı da zikretmeliyiz. Bu kitap, 1933-1955 döneminde, İktisat vekili, Başbakan ve Cumhurbaşkanı sıfatlarıyla dış politika konusunda yaptığı konuşmaları içermektedir. Özellikle Balkan ülkeleriyle ilgili konuşmaları önemlidir. 71 Bu kitapta dış politikayla ilgili olarak İnönü’nün şu telgraf ve mesajları yer almaktadır: -Yunan başbakanı General Metatis’in vefatından dolayı Yunan Kralı Corc’a 1.2.1941 tarihli telgraf. -Yunan Milli Bayramı için Yunan milletine 25.3.1941 tarihli mesaj. -Lozan günü sebebiyle Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun telgrafına 26.7.1943’te verilen cevab. -Mr. Roosevelt’in ABD başkanlığına yeniden seçilme sebebiyle gönderdiği 30.11.1944. 72 Bu demeç ve söylevlerin listesi şöyledir: -Hariciye Vekili ve Murahhas Heyeti Başkanı olarak demeci, 3 Ekim 1338/1922, s. 28-26. -Mudanya Konferansı Hakkında, 30.10.1338/1922, s. 26-31. -Lozan Konferansı Hakkında, 23.10.1339/1923, s. 33-61. -Mübadiller Hakkında, 10.11.1339/1923. -Dışişleri Bakanlığı Bütçesinin Görüşülmesi Sırasında Dış Durum Hakkında, s. 93-97. -Musul Meselesi Hakkında, 18.10.1924, s. 97-125. -Devletin Genel Siyaseti Hakkında, 9.11.1925, s. 132-139. -İç ve Dış Siyaset Hakkında, 12.12.1341/1925, s. 140-153. -Hükümetin Güdeceği Siyaset Hakkında, 6.11.1926, s. 153-156. -Hükümetin Programı Hakkında, 5.11.1927, s. 159-159. -1928 Senesi Bütçesi Görüşülürken, 29.4.1928, s. 181-183. -Genel Siyaset Hakkında, 3.6.1929, s. 196-198. -Dış Siyaset Hakkında, 9.11.1929, s. 198-203. -Düyûn-ı Umûmiye Bütçesi Hakkında, 15.7.1931, s. 266-268. -İran Şahının Memleketimizi Ziyaretleri Hakkında, 18.6.1934, s. 277-279. -Hükümetin Programı Hakkında, 5.7.1934, s. 280-289. -Hükümetin Programı Hakkında, 7.3.1935, s. 291-294. -Boğazlar Sözleşmesinin Onanması Hakkında, 31.7.1936, s. 298-299. -Hatay Meselesi Hakkında, 29.1.1937, s. 301-309. -Hükümetin İç ve Dış Siyaseti Hakkında, 14.6.1937, s. 320-329. -6. Dönem I. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1939, s. 339-347. -6. Dönem II. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1940, s. 347-357. -6. Dönem III. Toplantı Yılını Açarken 1.11.1941, s. 357-368. -6. Dönem IV. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1942, s. 368-371. -7. Dönem I. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1943, s. 371-377. -7. Dönem II. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1944, s. 377-390. -7. Dönem III. Toplantı Yılını Açarken, 1.11.1945, s. 390-401.
288
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Şurası bir gerçek ki, II. Dünya Savaşı hakkında Türkiye’deki arşivlerin orijinal belgelere dayalı olarak yeterince yayın bulunmamaktadır. Fakat bu yayın eksikliği, yabancı arşiv belgeleri Türkçeye tercüme edilerek kapatılmaya çalışılmaktadır. Bunlardan biri, Amerika Dışişleri Bakanlığı Tarafından Açıklanan Sovyet-Nazi Siyasi Münasebetlerine Ait Gizli Vesikalar ve Türkiye (çev. H. Kelleci, İstanbul: Kültür Kitabevi, 1948)’dir. Aslı, Nazi-Soviet Relations adlı İngilizce bir kitaptan tercüme edilmiş ve ilk olarak En Son Dakika gazetesinde yayınlanmıştır. Belgeler, 5 Eylül 1939-2 Mart 1941 tarihleri arasındaki siyasî gelişmelerle ilgilidir. İkincisi ise SSCB Dışişleri Bakanlığı Stalin-Roosevelt ve Churchill’in Gizli Yazışmalarında Türkiye 19411944, (çev. Levent Konyar, İstanbul: Havass Yayınları, 1981, 242 s.) adlı eserdir. İki bölümden oluşan eserin ilk bölümünde, 19 Ekim 1938-16 Ağustos 1939 tarihleri arasında Türkiye ile doğrudan ilgili 53 belgenin tercümesi vardır. İkinci bölümde ise 6 Eylül 1941-10 Ekim 1944 tarihleri arasında 27 belge bulunmaktadır.73 Ayrıca, Sovyetlerin savaş sonunda Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivlerinden ele geçirerek yayınladığı belgeler, az da olsa Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunlardan biri ise İkinci Dünya Savaşının Gizli Belgeleri, Almanya Dışişleri Bakanlığı Arşivinden Almanya’nın Türkiye Politikası 1941-1943 (çev. Muammer Sencer, Mehmet Ali Yalçın (der.), İstanbul: May Yayınları, 1968, 230 s.) adını taşıyan eserdir. Esasında eser, çeviri ve derleme halinde iki bölümdür. İlk bölüm, Muammer Sencer’in tercüme ettiği 14 Mayıs 1941-9 Mayıs 1943 tarihleri arasındaki 36 Almanca belgeden oluşmaktadır. Bu belgeler, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye siyasî ve askerî bakışını yansıtmanın yanı sıra, Türkiye’deki Pan-Turanist kişilerle ilgili değerlendirmelerini de açıklamaktadır. Derleme bölümünde ise Hitler ile İnönü arasında teâtî edilen mektuplar ile İnönü’nün açıklamalarına yer verilmektedir.74 Yine Sovyet Dışişleri Bakanlığı Arşiv Dairesi’nce 1948’de yayınlanan “düşmandan ele geçirilmiş” arşiv belgelerinden oluşan Alman Dışişleri Dairesi Belgeleri, Türkiye’deki Alman Politikası adındaki eser, 1977’de, Havass Yayınlarınca tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bir başka belge tercümesinin adı, Tahran, Yalta ve Postdam Konferansları, Gizli 73 Aslında bu belgelerin bir kısmı, 1957’de Sovyetler Birliği’nde iki cilt halinde İngilizce yayınlanmış Ministers of the USSR Between the Chairman of the Council of Prime Ministers of Great Britain During the Great Patriotic War of 1941-1945 adlı eserden alınmıştır. Bu belgeler, tercüme eserin ilk bölümünü oluşturmuştur. Diğer belgeler ise Sovyet barış çabalarının yer aldığı Soviet Peace Efforts on the Eve of World War II adlı kitaptan derlenmiştir. Sözkonusu belgeler, tercümenin birinci bölümü olmuştur. 74 Bu derleme bölümünden öğreniyoruz ki, sözkonusu mektuplar Altan Öymen tarafından 31 Ağustos 1967’de Milliyet’te yayınlanan “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye” adlı yazı dizisinde açıklanmıştır. Ayrıca, A. Öymen İnönü ile yaptığı bir röportajı da gazetesinde yayınlamıştır. Bkz., a.g.e., s. 135-153.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
289
Belgeler (çev. Fahri Yazıcı, İstanbul: Sinan Yayınları, 1972)’dir. Bu kitap sadece konferanslarla ilgili belgelerin metinlerinden oluşmaktadır ki, yer yer Türkiye de tartışılmaktadır. 3.5 Kronolojiler Genellikle, siyasî tarih araştırmaları için “tarih dizini” ya da “zaman dizini” adı verilen kronolojiler çok önemlidir. Hele siyasî tarih için kronoloji “olmazsa olmaz”dır. İlber Ortaylı’nın dediği gibi, “kronoloji bilinmeden tarih yazılamaz, bilinemez. Siyâsî tarih bilinmeden tarih olmaz”.75 Bu bağlamda 1923-1945 dönemi Türk dış politika araştırmaları için de kronolojiler önemlidir. Sözkonusu döneme baktığımızda, Atatürk merkezli kronolojilerin varlığını görmekteyiz. Pek fazla olmasa da siyasî tarih araştırmalarında başvurulabilecek birkaç kronoloji eseri vardır. Bunların başında Alman tarihçi Gotthard Jaeschke’nin iki ciltlik Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi76 ile bir ciltlik Türkiye Kronolojisi (1938-1945) (çev. Gülayşe Koçak, Ankara: TTK Yayınları, 1990) adlı kitapları gelmektedir. Türkiye Kronolojisi’nde 10 Kasım 1938 ile 31 Aralık 1944 tarihleri arasında Türkiye ile ilgili iç ve dış politika olayları verilmektedir. Jaeschke’nin bu son kronolojisi, oldukça genel bir kronolojidir. İkinci kronolojik eser, Utkan Kocatürk’e ait Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (1918-1938), (2. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1988, 674 s.)’dir. Bu eser, genişletilmiş üçüncü baskı olup ilk baskısı 1973’te, ikincisi de 1983’te yapılmıştır. Yabancı belge ve eser dahil geniş bir kaynak taraması sonunda hazırlanan Kocatürk’ün Kronolojisi’nde, taranan eserlerin bir listesi de verilmiştir. Daha önemlisi, Atatürk merkezli olmasına rağmen Türk dış politika araştırmaları için gerektiğinde başvurulacak faydalı bir eserdir. II. Dünya Savaşına gelindiğinde Türkiye merkezli ciddî bir kronoloji eksikliği göze çarpmaktadır. Bununla beraber Avrupa merkezli yayınlanmış daha ziyade askerî nitelikli iki kronolojiden sözetmek mümkündür. Bunlardan birincisi, Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğünce yayınlanmış 75 Ayrıca Ortaylı, Türklerde bir kronoloji nefretinin varlığına dikkat çekmektedir. Bkz., “Tarihten Kaçamayız”, Konuşan Mehmet Gündem, Zaman, 3/6 Ekim 1999, İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2001. Buna rağmen son zamanlarda kültür ve özellikle, sosyo-ekonomik tarihçilik modadır. Bunda Fernand Braudel ile Marc Bloch’un öncülük ettiği Fransız Annales Okulu’nun payı büyüktür. 76 Bu iki cildin birincisi, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi I, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar 30 Ekim 1918-11 Ekim 1922 (2. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1989), ikincisi ise Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi II, Mudanya Mütarekesinden 1923 Sonuna Kadar (2. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1989) adlarıyla basılmıştır.
290
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
olan Münir Müeyyet Bekman-Feridun Fazıl Tülbentçi ikilisine ait dört ciltlik İkinci Dünya Savaşı Kronolojisi’dir. Bu ciltler, 1938 yılı olaylarının genel değerlendirmesiyle başlamakta ve 1944 yılı sonu olaylarıyla bitmektedir. Ayrıca sözkonusu ciltlerde, savaş olayları, uluslararası anlaşmalar, önemli konferanslar ve mülakatlar, harp ilanları, ilhaklar ve istilalar, harp içindeki kabineler, önemli şehirlerin zaptı ve indeks yer almaktadır.77 Bir başka askerî tarih kronolojisi ise yine Avrupa merkezli ve Almancadan tercüme bir kronolojidir. Yakın zamanlarda Türkçeye çevrilen bu eser, Hans-Adolf Jacobsen’e ait 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı (çev. İbrahim Ulus, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1989, 937 s.)’dır. Bu eser, kronoloji, belgeler ve ekler şeklinde üç bölümden oluşmaktadır. Bu son iki eserin Türk dış politika araştırmalarıyla doğrudan ilgisi yoktur. Fakat, Türkiye’yi ilgilendiren herhangi bir dış politika olayının, uluslararası politika çerçevesindeki değerlendirmelerinde faydalıdır. Derleme dahi olsa yukarıda sözünü ettiğimiz Sovyetlerin yayınladığı Almanca belgelerle ilgili tercüme eserin sonunda yer alan ve Mehmet Ali Yalçın’ın hazırladığı “II. Dünya Savaşı Kronolojisi”ni de zikretmeliyiz. Bu kronoloji, Ocak 1939-Mayıs 1945 tarihleri arasını kapsamaktadır.78 Aynı dönemle ilgili olarak Hart Liddell’e ait iki ciltlik II. Dünya Savaşı Tarihi, (çev. Kerim Bağrıaçık, (5. baskı, İstanbul: Yapı Kredi Bankası Yayınları, 2003) adlı eserin ikinci cildinin sonunda haritalarla birlikte bir kronoloji de bulunmaktadır.79 Son olarak diplomat İsmail Soysal’ın hazırladığı Türk Dış Politikası İncelemeleri İçin Kılavuz 1919-1923 (İstanbul: Eren Yayıncılık, 1993) adlı eseri sayabiliriz. Bu eserde, ana hatlarıyla Türkiye’nin dış politikasına ilişkin olaylar kronolojisi (1919-1993) vardır. Ayrıca, 1920-1993 döneminde Türkiye’nin imzaladığı tek taraflı ve çok taraflı antlaşmaların listesi, aynı dönemde görev üstlenmiş devlet adamlarının çizelgesi ile yerli ve yabancı dillerde yazılmış literatürün verildiği kaynakça bölümü bulunmaktadır. 3.6 Rehber Eserler Hiç şüphesiz, her bilim dalında olduğu gibi dış politika araştırmalarında da rehber nitelikli eserler önemlidir. Bu tarz eserlerden ilki Hâriciye Vekâleti Teşkilâtı Tarihçesi (Ankara, 1959, 303 s.)’dir. Sözkonusu eser, Hariciye Vekâleti’nin 1920-1957 yılları arasındaki teşkilat yapısının yanı sıra Ha77 Bu dört cild sırasıyla şu yılları kapsamaktadır: (c. I: 1938-1940; c. II: 1941-1942; c. III: 1943; c. IV: 1944). Bu ciltler, 1943-1945 arasında yayınlanmıştır. 78 İkinci Dünya Savaşının Gizli Belgeleri…, s. 199-230. 79 Liddell’in eserinin Türkçe ilk baskısı, 1998 tarihlidir.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
291
riciye vekillerinin isim listesini de vermektedir. Bu bağlamda ikinci eser, Kemal Girgin’e ait olup Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri Hâriciye Tarihimiz (Teşkilat ve Protokol) (Ankara: TTK Yayınları, 1994) adını taşımaktadır. Bu kitabın ilk bölümü Osmanlı devri Hariciyesi’ne ayrılırken ikinci bölüm, Atatürk’ün dış politikaya ilişkin görüşlerinden başlayarak Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemleri dış politika hakkında kısa değerlendirmelerin ardından 1919-1992 dönemi Türk hariciye teşkilatının gelişmesini içermektedir. Ancak asıl bilinmesi gereken, dış politika eyleminin somut sonuçlarını içeren antlaşmalardır. Bu konuda Hariciye Vekaleti, resmî gazete ve düstûr külliyatında yer alan antlaşmaları, Muahedât Mecmuası adıyla 1926-1931 yılları arasında gerek ikili ve gerekse çok taraflı muahede, mukavele ve itilafnameleri Türkçe (eski ve yeni yazıyla) ve genellikle Fransızca metinlerini birarada 8 cilt halinde yayınlamıştır.80 1931’de sözkonusu uygulama bırakılmış ve her antlaşma veya mukavele imzalandığında hemen metni yayınlanmış ve bu iş 1945-1946’ya kadar devam etmiştir.81 Ne var ki, 1960’lara gelindiğinde, antlaşma ve sözleşmelerle ilgili rehber kitaplara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Gündüz Ökçün’ün Türkiye’nin Taraf Olduğu Milletlerarası Antlaşmalar Rehberi 1920-1961 (Ankara, 1962, 217 s.) adlı eseridir. Bu rehber kitap, yazarın ifadesiyle “Milletlerarası Münasebetler ve Milletlerarası Hukuk alanlarında Türk tatbikatını incelemek isteyenlere yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır”. Sözkonusu rehberde, 1920 yılından 1961 yılının sonuna kadar Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmalardan onaylanarak yayınlanmış olanların Resmi Gazete ve Düstûr’daki yerleri sistematik olarak gösterilmiştir. Ayrıca rehberde, antlaşmalar önce konularına göre sınıflandırıldıktan sonra her konu yerine göre iki taraflı ve çok taraflı antlaşmalar şeklinde iki kısma ayrılmıştır. İki taraflı antlaşmalar da âkid devletlere göre alfabetik olarak tasnif edilmiştir. Hatta eserde, milletlerarası kuruluşların tasnifleri kendi sistematiklerine uygun olarak yapılmıştır. Bununla yetinmeyen Gündüz Ökçün, eserinin sonuna iki taraflı antlaşmalar için devletlere göre indeks ile konu ve kavram indeksi de eklemiştir.82 80 Muahedat Mecmuaları yayınlanırken kapakta aynı zamanda Fransızca “Recueil Des Traites Turque” yazılmıştır. 81 Aziz Yakın, Türkiye’nin Taraf Olduğu Anlaşmalar, İki Taraflı Konsolosluk Sözleşmeleri, Ankara: Dışişleri Bakanlığı Basımevi, 1984, c. I, kitap 1 (Açıklama’dan). 82 Gündüz Ökçün, A.R. Ökçün ile birlikte bu eserin genişletilmiş ikinci baskısını Türk Andlaşmaları Rehberi (1920-1973) (Ankara, 1974) adıyla yayınlamıştır. Bu arada Ökçün, eserinin ilk baskısını iki yıllık bir dönemi de dahil ederek İngilizce olarak A Guide to Turkish Treaties 1920-1964 (Ankara, 1964) adıyla yayınlamıştır.
292
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
İkinci eser, Ahmet Yavuz’un Türkiye Cumhuriyeti’nin Akdettiği Milletlerarası Andlaşmalar (20 Nisan 1920-1 Kasım 1966) (Ankara, Dışişleri Bakanlığı Yayınları, 1967, 244 s.) adlı çalışmasıdır. Bu kitap, adı geçen tarihler arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığı antlaşmalardan onaylananların ve onaylanmayanlardan bir kısmının fihristini kapsamaktadır. Ayrıca kitabın baş tarafına konu esasına göre bir tasnif listesi konmuştur. Fihrist iki kısım halinde düzenlenmiştir. Esasında iki kısımda hazırlanan sözkonusu kitabın ilk kısmı, ikili antlaşmalar, ticaret ve ödeme antlaşmaları ile milletlerarası kuruluşlarla yapılan andlaşmalar halinde üç bölüme ayrılmış ve antlaşma yapılan devletlerin alfabetik sırasına göre düzenlenmiştir. Eserin ikinci kısmı çok taraflı antlaşmalara ait olup Türkiye Cumhuriyeti tarafından onaylanma tarihlerine göre sıralanmıştır. Bütün tasniflerde, yapılan antlaşmaların kanun veya kararname numaraları da bulunmaktadır. 1923-1945 dönemi sözkonusu olduğunda, Lozan Barış Antlaşmasını saymazsak, Türkiye’nin imzaladığı antlaşma metinlerinin Türkçe olarak toplu halde yayınlanması 1960’lardan sonra mümkün olmuştur. Bu konuda, bir diplomat olan İsmail Soysal öncüdür. Soysal, 21 antlaşmayı içeren ilk kitabını 1965’te Türkiye’nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasi Andlaşmaları adıyla yayınlamıştır. Daha sonra bu eserini diğer önemli antlaşmaları da ekleyerek genişletilmiş bir halde Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları adıyla iki cilt (c. I: 1920-1945; c. II: 1945-1981) halinde yayınlamıştır.83 Bu bağlamda ikinci eser, İsmail Soysal gibi diplomat olan Aziz Yakın tarafından hazırlanmış ve 1984’ten başlayarak Dışişleri Bakanlığı’nca yayınlanmış olan 7 ciltlik Türkiye’nin Taraf Olduğu Anlaşmalar’dır. Eser özellikle, konsolosluk sözleşmeleri, hukukî ve cezaî anlaşmalar, ikamet ve ticaret seyri sefain sözleşmeleri vb. gibi ikili veya çok taraflı antlaşma metinlerinden oluşmaktadır.84 Bu arada diplomat Cengiz Yavuzcan’ın Hukukî ve Cezaî Anlaşmalar (Ankara, 1967) adlı eserini unutmamak gerekmektedir. Bunun yanı sıra doğrudan dış politikayla ilgili gözükmemesine rağmen Sait Sezaki-Salim Özdemir’in Uluslararası Özel Hukuk Sözleşmeleri, (Ankara, 1974), Ergin Nomer-Özer Eskiyurt’un Avrupa Sözleşmeleri (İstanbul, 1975), Reşat Yazıcı’nın Türkiye-İslâm Ülkeleri Anlaşmaları ve Mevzuat (Ankara, 1982) ve Sıtkı Bilmen’in Kültür Anlaşmaları (Ankara, 1966) adlı eserleri de Türkiye’nin uluslararası ilişkiler düzlemindeki faaliyetleri açısından dikkate değer niteliktedir. Her ne kadar ders kitabı niteliği taşısa da Aslan Gündüz’ün Açıklamalı Bibliyograflı Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Teşkilâtlar İle İlgili Temel Metinler (İstanbul: Beta Yayıncılık, 1987, 592 s.) adı83 Soysal’ın bu iki ciltlik eseri, Türk Tarih Kurumu tarafından basılmıştır. Birinci cildin ilk baskısı 1983, ikinci baskısı ise 1989 tarihlidir. 84 A.Yakın, a.g.e., I/1 (Açıklama’dan).
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
293
nı taşıyan eserini de kaydetmeliyiz. Dönem olarak 1980’lere kadar gelen A. Gündüz eserinde, Milletler Cemiyeti, Milletlerarası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yanısıra Türk Boğazları (Lozan ve Montroe Boğazlar Mukavelelerinin metinleri) ve Ege Adaları gibi Türkiye’yi ilgilendiren konuları da ele almıştır. 3.7 Kitap ve Makaleler Hiç şüphesiz, bir bilimsel alan veya konuyla ilgili bütün literatürü değerlendirmek mümkün değildir. Ancak bu çalışmada, elden geldiğince 1923-1945 dönemi Türk dış politikasıyla ilgili araştırmaları, özellikle ikili ilişkiler tarzında tasnif ederek değerlendirmek amacındayız. Tabiatıyla Lozan Konferansı ve barış antlaşması için bu tasnifi yapmayacağız. 3.7.1 Lozan Konferansı ve Lozan Barış Antlaşması Resmî belgelerin dışında dikkate değer ilk çalışma, Devletler Hukuku Profesörü Cemil Bilsel’e ait iki ciltlik Lozan (İstanbul: Ahmet İhsan Matbaası, 1933) adlı eserdir. Bilsel eserinin birinci bölümünde I. Dünya Savaşı’ndan Lozan’a kadar olan siyasî gelişmeleri, devletler hukuku açısından değerlendirmektedir. Özellikle, Sevr Antlaşmasının maddelerinin eleştirel anlatımı değerlidir. Ayrıca, Gümrü, Moskova ve Kars antlaşmaları ile Londra Konferansı, Ankara İtilâfnâmesi ve Mudanya Mütarekesi gibi Türk Millî Mücadele döneminin önemli devreleri değerlendirilmektedir. Aynı zamanda bu ilk bölüm, “Lozan’a Giriş” niteliğindedir. İkinci cilt ise sadece Lozan Konferansı ve Barış Antlaşmasına hasredilmiştir. Bu ciltte Lozan Barış Antlaşmasının tam metni değerlendirilmek suretiyle verilmiştir. İkinci olarak Yusuf Hikmet Bayur’un 1934’te yayınlanan Yeni Türkiye Devletinin Hârîcî Siyaseti (İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Neşriyatı, 1934) zikredilebilir.85 Eser üç bölüm olup ilk bölüm Lozan öncesini, ikinci bölüm Lozan Konferansı ve barışını, üçüncü bölüm Lozan sonrasını (Musul meselesi ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi) ele almaktadır. Hemen belirtelim ki, bu eseri değerli kılan birkaç husus vardır: Bunlardan birincisi, yazarın son devir Osmanlı ve Ankara hükümetlerinin Lozan dahil resmî belgelerini incelemiş olmasıdır. İkincisi, Bayur, Lozan Konferansı’na giden Türk heyetinde siyasî müşavir olarak görev yapmıştır. Ayrıca, eserini Atatürk ile Fevzi Çakmak Paşaya da okutmuştur. Bundan dolayı, Bayur’un eseri, büyük oranda Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî görüşlerini yansıtmaktadır. Cumhuriyet’in ilânının 10. yılını izleyen dönem içinde Lozan ile ilgili çoğu pek kapsamlı olmamakla beraber bazı kitapların yayınlandığı görül85 Bu eser, 1935, 1938, 1942’de aynı isimle, 1973 ve 1995’te ise Türkiye Devleti’nin Dış Siyasası adıyla yayınlanmıştır.
294
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
mektedir. Bunlar, Burhan Cahit Morkaya, Mudanya, Lozan, Ankara (1933, 85 s.); Suat Tahsin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hâlikı ve Gazi Mustafa Kemal (Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü, İstanbul: Akşam Matbaası, 1933, 424 s.); Suphi Nuri İleri, Sevres ve Lausanne (İstanbul, 1934, 46 s.); B. Macit, Lozan Kahramanı, İsmet Paşa Hazretlerinin Hizmet ve Himmetleri Hakkında (İstanbul, 1934, 72 s.); S. Yılmaz, Lozan Eri (İstanbul, 1935); Tevfik Rüşdü Aras, Lozan’ın İzlerinde 10 Yıl (İstanbul, 1935); Münib Hayri Ürgüplü, Lozan (Ankara, 1936, 29 s.); M. Yavuz Abadan, “Lozan’ın Hususiyetleri” (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1938, sy. 15, s. 401- 415); H. Şölen, Lozan Hakkında Bir Konferans (Aydın, 1939, 20 s.) adlı yazarlar ve eserleridir. Bunlardan Suat Tahsin, Yavuz Abadan, Tevfik Rüşdü Aras, Münib Hayri Ürgüplü, Afet İnan ve Suphi Nuri İleri’nin eserlerini ayrı tutmak gereklidir. Suat Tahsin’in eseri, 1914-1928 yılları arasında, Türkiye’deki siyasî, askerî ve hukukî gelişmeleri ele almaktadır. Özellikle, Türk dış politikası açısından Sevr ve Lozan ile ilgili kısımlar önemlidir.86 Hukukçu kimliğiyle Yavuz Abadan, Eminönü Halkevi’nde verdiği konferansın metninden oluşan küçük kitabında, bilimsel olarak Lozan Antlaşmasını tahlil etmeye çalışmıştır. Lozan araştırmalarında mutlaka dikkate alınması gereken bir eserdir. T. Rüşdü Aras’ın eserinde ise, 1924-1934 yılları arasında Dışişleri Bakanı sıfatıyla TBMM ve Milletler Cemiyeti dahil çeşitli platformlarda yaptığı 68 konuşmanın metni bulunmaktadır. M.H. Ürgüplü’nün eseri, 24 Temmuz 1936’da Ankara Halkevi’nde verdiği konferans metninden oluşmaktadır. S.N. İleri de aşırı derecede Osmanlı düşmanlığı ve inkılâp taraftarlığı ekseninde son derece subjektif bir dil kullanmıştır. Bu çalışmaların dışında çeşitli dergilerde yayınlanan makaleler göze çarpmaktadır. Bu makalelerin yazarları, Suphi Nuri İleri,87 A. Şükrü Esmer88 İbrahim Fazıl (Pelin),89 Menemenli/Menemencioğlu, Ethem,90 Şükrü Baban,91 Afetinan,92 Emin Erişirgil’dir.93 86 Suat Tahsin’in eseri iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci cilt adını verdiği ilk bölüm, Birinci Dünya Savaşından Mondros Mütarekesine kadar olan 1914-1918 dönemini işlemektedir. İkinci bölüm ise 1918-1928 dönemini kapsamaktadır. Bu bölüm genellikle Lozan dahil Millî Mücadele dönemine ayrılmış olup Sevr Antlaşması ve Lozan Antlaşması hakkındaki kısımlar Türk dış politikası araştırmaları için dikkate değerdir. 87 “Sevr ve Lozan Muahedesinin Tarihçesi ve Hükümleri”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Mart 1933, c. X, sy. 61, s. 129-149. 88 “Lozan Sulhunün Yıldönümü”, Mülkiye, Temmuz 1933, c. III, sy. 28, s. 1-3. 89 “Lozan’ın İktisadî ve Malî Zaferi”, Mülkiye, Temmuz 1933, c. III, sy. 28, s. 4-16. İ. Fazıl Pelin’in bir makalesi de “Erazi Terk ve İlhaklarında Devlet Borçları ve Lozan’da Osmanlı Borçlarının Taksimi”, Profesör Cemil Birsel’e Armağan (İstanbul: Kenan Basımevi, 1939, s. 339-359)’da yayınlanmıştır. 90 “Lozan Sulhü”, Mülkiye, Temmuz 1934, c. IV, sy. 40, s. 40-46. 91 “Lozan Sulhünün Yıl Dönümü”, Siyasal Bilgiler, Temmuz 1935, sy. 52, s. 1-7. 92 “Türk İstiklâli ve Lozan Muahedesi”, Belleten, Temmuz 1938, c. II, sy. 7-8, s. 276-291. 93 “Lozan Sulhü”, Siyasî İlimler Mecmuası, Temmuz 1939, sy. 100, s. 115-120.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
295
1940’lı yıllara gelindiğinde, Ali Naci Karacan’ın Lozan Konferansı ve İsmet Paşa (İstanbul: Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Maarif Matbaası, 1943, 488 s.) adlı eseri göze çarpmaktadır. Bu eserin önemi, yazarının Lozan Konferansını gazeteci kimliğiyle bizzat izlemesidir. Mim Kemal Öke’nin ifadesiyle de “konferansı yaşamış bir gazetecinin gözlemlerini yansıtan iddiasız başlı başına bir eserdir”.94 Ancak, eserin İnönü devrinde yazılmasından ötürü yazarda “İnönü sevgisi” göze çarpmaktadır. Buna rağmen Lozan Konferansı ile ilgili kayda değer tesbitleri bulunmaktadır. Bundan başka aynı döneme ait hacim olarak küçük çapta eserleri görmek mümkündür. Lozan’ın iktisadî açıdan değerlendirilmesi bakımından Tahir Timur’un “Lozan Muahedesi ve Kapitülasyonların İlgası” (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, İstanbul, 1941, c. VII, sy. 4, s. 723730) adlı makalesi değerlidir.95 Ayrıca, Nedim Ayzan, Lozan (Ankara: CHP Halkevi Neşriyatı, 1940), Fahrettin Kerim Gökay, “Hekim Gözüyle Lozan”, (Tıp Dünyası Dergisi, İstanbul, 1943, sy. 49), D. Kutay, Lozan Montrö (Nazilli, 1949) adlı yazarlar ve eserlerini sayabiliriz. 1950’li yıllarda “Lozan Konferansı” ile ilgili bilimsel nitelikli müstakil eser hemen hemen yok gibidir. Tesbit edebildiğim kadarıyla tek bir çalışma-, orta öğretim ve yüksek öğretim ders kitapları dışında- Ahmet Şükrü Esmer’e ait olup “Türk Diplomasisi 1920-1955”, Yeni Türkiye (İstanbul, 1959, s. 67-104) adını taşımaktadır. Bu arada, Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan, Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler96 (4. baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984) adlı eserinin “Kurtuluş Savaşımız, Zafer Anıtları İçin İncelemeler ve Lozan Muahedesi” başlıklı üçüncü bölümünde (s. 95-163) Lozan Antlaşmasına giden süreci anlatmaktadır. Özellikle, “Türk İstiklâli ve Lozan Muahedesi” kısmı (148-163) okunmalıdır 1960’lı yıllara gelindiğinde 1923-1945 dönemini içine alan Türk dış politikası araştırmaları çerçevesinde yayınlanan eserlerde Lozan Konferansı da işlenmektedir. Bunlardan birincisi, Mehmet Gönlübol’un daha sonra Cem Sar ile yazacağı kitabına da temel oluşturacak olan “Atatürk Devrinde Türkiye’nin Dış Politikası” Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı 1961 (Ankara, 1963)’dır. Nitekim, ikilinin sözünü ettiğimiz eseri de 1963’te, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (İstanbul: Millî Eğitim Basımevi) adıyla yayınlanmıştır. İkincisi ise bir diplomat olan Abtülahat Akşin’in Atatürk’ün 94 M.K. Öke bu görüşlerini, İngiliz Belgelerinde Barış Konferansı 1922-1923, I, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1983, s. xiv ve dipnot 8) adlı yayına hazırladığı esere yazdığı önsözde dile getirmiştir. 95 Bu makale, 1942’de yeniden basılmıştır. 96 Afetinan’ın bu eseri, ilk olarak 1959’da basıldığı için biz de kronolojik olarak burada değerlendirdik.
296
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi adlı iki ciltlik (c. I: 1964; c. II: 1966) eseridir. Özellikle Akşin’in eserinin ilk cildinde, Lozan Konferansı, Antlaşması, uygulamaları ile ondan doğan sorunlar (Musul, Hatay ve Boğazlar meselesi gibi) geniş bir şekilde ele alınmaktadır. Yazarın meslekten diplomat olması onun devrin dış politika olayları hakkındaki tecrübî görüşlerinin önemini artırmaktadır. Genellikle Lozan’ın lehinde olan bu eserlerin yayınlanmasından sonra bir hukukçu olan Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi Hezimet mi adlı üç ciltlik ( c. I: 1965; c. II: 1973; c. III: 1979) bir eser kaleme almış ve yayınlamıştır. Bu eser, Misâk-ı Millî’den hareketle, Lozan Barış Antlaşmasının kaynaklara dayalı kıyasıya bir eleştirisidir. Lozan araştırmaları açısından mutlaka bakılması gereken bir dergi de Belgelerle Türk Tarihi Dergisi olup, özellikle bu derginin Temmuz 1970 (sy. 34) sayısı incelenmelidir. Çünkü o sayı, tamamen Lozan Konferansına hasredilmiştir. Sözkonusu dergide başlıca şu makaleler bulunmaktadır: Ertuğrul Ökte, “Lozan Barış Andlaşması Millî Siyaset ve Millî Birlik”; Mustafa Kemal “Lozan Andlaşması Nedir? Sevr ve Diğer Teklifler Nedir?”; Cengiz Kürşat, “TBM Meclisinde Lozan Murahhas Hey’etine Verilen Talimatlar”; Naşit Erez, “Lozan Konferansı ve İşviçre Halkoyu”; Yılmaz Altuğ, “Lozan Sınırlar Sorunu”; Cemal Hüsnü Taray, “Lozan Andlaşması Münasebetiyle Atatürk ve Dış Politika”; Turgut Işıksal, “Kapitülasyonlar, Lozanda Verilen Gizli Raporun Tam Metni”; Türker Acaroğlu, “Lozan Andlaşması Bibliyografyası”. Bu makaleler içinde, özellikle, Yılmaz Altuğ ve Turgut Işıksal’ın yazıları önemlidir. Cumhuriyet’in ilânının 50. yılı münasebetiyle Türk Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanmaya başlanan 11 dizilik Türk Dış Politikasında 50 Yıl adını taşıyan çalışmanın ilk dizisi, 1973’te, Lozan 1922-1923 (342 s.) adıyla yayınlanmıştır. Sekiz bölümden oluşan eserin ilk yedi bölümü Lozan konferansı ile ilgili gelişmelere ayrılmış olup sekizinci bölüm ise Lozan Barış Andlaşması ve Ekleri (s. 173-341)’nden meydana gelmiştir. Bu dönemde Lozan değendirmesi yapanlardan biri de A. Afetinan’dır. Afetinan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi 97 (3. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1991, 222 s.)’nde, 1919-1923 dönemi gelişmeleri yıllara göre değerlendirmeye çalışmış ve 1923 yılı değerlendirmesini İzmir İktisat Kongresi ile birlikte Lozan Konferansı ve Antlaşmasına ayırmıştır (s. 101-128). Ayrıca, İsmet İnönü de, 1973’te Türk Tarih Kurumu’nda bir konferans vermiş ve bu da daha sonra İstiklâl Savaşı ve Lozan (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1993, 30 s.) adıyla yayınlanmıştır. 97 Bu eserin ilk baskısı, 1973, ikincisi de 1977 tarihinde yapılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
297
Aynı şekilde Lozan Antlaşması’na hasredilmiş bir başka çalışmada, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin yayınladığı Lozan’ın 50. Yılına Armağan’dır.98 Bu armağanda değerli makaleler yayınlanmıştır. Bunlardan dikkat çeken bazı yazılar şunlardır: Beşir Hamitoğulları, “İktisadî Sistemimizin Oluşmasında Lozan Andlaşmasının Etkileri”; Sina Akşin, “Kurtuluş Savaşında ve Lozan’da İngiltere ve Fransa İle İlişkiler”; Doğu Ergil, “Boğazlar Üzerinde Bitmeyen Kavga (1923-1976)”; Bülent Tanör, “Lozan’a Giden Yıllarda Türk Anayasa Tezinin Doğuşu”; Tahir Çağa, “Türkiye’de Deniz Kabotajı Tekeli”. Bu dönemde, (1970’ten sonra) bir Kıbrıs Türkü olan ve araştırmalarını İngiltere’de sürdüren Salahî R. Sonyel, İngiliz arşivlerinden hareketle, Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi alanında, yazdığı kitap ve makalelerle temayüz etmeye başlamıştır. Onun ilk cildi 1973’te, ikinci cildi ise 1986’da Türk Tarih Kurumunca yayınlanan Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika99 adlı eserini özellikle zikretmeliyiz. Sözkonusu eserin birinci cildi Mondros Mütarekesinden (30 Ekim 1918) TBMM’nin açılışına (23 Nisan 1920) kadarki devreyi kapsarken, ikinci cilt, TBMM’nin açılışından Lozan Konferansının sonuna kadar olan dış politika olaylarını anlatmaktadır. Konumuz açısından, Sonyel’in eserinin ikinci cildi önemlidir. Bu alanla ilgili olarak Türkiye’deki resmî tarih tezine uygun bir üslup kullanmasına, İngiliz arşiv belgelerine çoğunlukla sanki doğruyu içeriyormuşcasına kritik etmeden eserinde yer vermesine rağmen tarihî olayları hikâye ederken sıklıkla yaptığı alıntılar, Sonyel’in bu iki ciltlik eserini “satırarası okuma” yöntemini kullanan araştırmacılar için değerli kılmaktadır. Bunun dışında Sonyel’in, konumuzla ilgili olarak iki kitabı daha vardır: Bunlardan biri, Atatürk, The Founder of Modern Turkey (Ankara, 1989), bir biyografi çalışmasıdır. İkinci eser, İngiliz istihbarat raporlarına dayanarak yazdığı Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri (Ankara: TTK Yayınları, 1995)’dir. Bu eserin tamamı dış politik gelişmelerle ilgili olmakla beraber özellikle “Lozan Konferansı Dönemi” daha da önemlidir. Salahi Sonyel’in Millî Mücadele ve Cumhuriyet tarihi alanında dış politikayı kapsayan makaleleri de vardır. Bunları ismen sayarsak şunlardır: “Mustafa Kemal’in İngiliz Dışişlerini Karıştıran Tutumu ve Bir Mektubu”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Aralık, 1971, c. IX, sy. 51, s. 4-13; “Mudanya 98 Bu armağan kitap, adı geçen fakülteye bağlı Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Enstitüsü tarafından 1978’de yayınlanmıştır. 99 Aynı zamanda bu eser, Turkish Diplomacy 1918-1923 adıyla 1975’te, Londra’da basılmıştır.
298
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Bırakışmasının Ellinci Yıldönümü”, Belleten, Temmuz 1973, c. XXXVII, s. 145, s. 95-111; “İngiliz Gizli Belgelerine Göre İşgal Gücünün Türkiye’deki Son Günleri ve Cumhuriyetin Kuruluşu”, Belleten, Ocak 1978, c. XLII, sy. 165, s. 105-146; “Lozan’da Türk Diplomasisi”, Belleten, Ocak 1974, c. XXXVIII, sy. 149, s. 41-116; “Kurtuluş Savaşı Günlerinde Doğu Siyasamız”, Belleten, Ekim 1977, c. XLI, sy. 164, s. 657-744; “Kurtuluş Savaşı Günlerinde Batı Siyasamız”, Belleten, Ocak 1981, sy. 177.100 Yahya Akyüz’ün Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922 (2. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1988, 406 s.) adını taşıyan eseri de önemlidir. Türk Kurtuluş Savaşına yönelik Fransız kamuoyunun bakışını Fransız basınından hareketle ortaya koymaya çalışan bu eserde, Lozan Konferansı öncesi Fransız kamuoyunun görüşlerini öğrenmek mümkündür.101 Bu bağlamda yabancı basının ele alındığı iki eser de Bilâl Şimşir’e aittir. Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu (çev. Cüneyt Akalın, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999, 281 s.) adını taşıyan eserinde Londra, Paris, New York, Roma ve Sofya’da çıkan bazı İngilizce ve Fransızca gazetelerden derlenen yazılar arasında Lozan Konferansıyla ilgili birçok yazı bulunmaktadır. Bu yazılar (s. 40-232), Kasım 1922-Ocak 1924 tarihleri arasında olup kısmen de olsa, İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan ve Bulgar kamuoyunun bakışını yansıtması bakımından önemlidir.102 Lozan Konferansının konu edildiği bir başka eser de Kemal Melek’in Doğu Sorunu ve Millî Mücadelenin Dış Politikası (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1978, 185 s.)’dır.103 Bu eserin beşinci bölümünün bir kısmı Lozan Konferansı (s. 140-148)’na ayrılmıştır. Her ne kadar Amerikan, İngiliz, Fransız ve Türk belgeleri kullanılmışsa da Lozan Konferansı kısmı yaklaşık sekiz sayfa ile anlatılmıştır. Ayrıca, K. Melek’in İngiliz Belgelerinde Musul Sorunu, 1890-1926, (İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1983, 67 s.) adlı bir kitabı daha vardır. Bu kitabın “Lozan Konferansı ve Sonrası” adını taşıyan dördüncü bölümünde “Lozan Görüşmelerinde Musul” kısmı (s. 29-43) Lozan araştırmaları için önemlidir. Ancak Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri 1919-1926 (Ankara: Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Ya100 Son üç makale, Sonyel’in Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II adlı eserinin birinci, ikinci ve beşinci bölümlerini oluşturmaktadır. Anlaşılan o ki, Sonyel, eserinin tamamını Türkçe yayınlamadan önce adı geçen bölümleri, Belleten’de yayınlamıştır. 101 Yahya Akyüz’ün eseri, ilk baskısını 1975’te yapmıştır. Eserin ikinci baskısına eklenmiş olan “Lausanne Konferansı Başlarken Fransız Kamuoyu” adlı üçüncü kısmı, daha önce Ocak 1981’de Belleten (c. XXXXV, sy. 177)’de yayınlanmıştır. 102 Bu eser, çevirmenin, Bilal Şimşir’in Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi 1922-1924 adlı, TTK tarafından 1981’de yayınlanan kitabından yaptığı çevirilerden meydana gelmiştir. 103 Bu kitabın ilk baskısı, Der Yayınları tarafından 1985’te yayınlanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
299
yınları, 1978, 350 s.) adlı eserinde, Türk kaynaklarının yanı sıra İngiliz kaynaklarını da kullanarak Lozan Konferansını yaklaşık otuz beş sayfa (s. 253288) içinde ele almıştır. Ö. Kürkçüoğlu, Lozan Konferansı ile Musul sorununun çözümlendiği Ankara Antlaşması arasındaki yılları (1922-1926) “barışın kurulması dönemi” olarak adlandırmıştır.104 Mim Kemal Öke, Musul-Kürdistan Sorunu 1918-1926 (İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, 350 s.) adlı eserinin bir kısmını (192-121) Lozan Konferansı diplomatik gelişmelerine ayırmıştır. Öke eserinde Türk ve İngiliz kaynaklarını kullanmıştır. Öke’nin Lozan’da ele alınan sorunlarla ilgili bir başka eserinin adı Uluslararası Boyutlarıyla Anadolu-Kafkasya Ekseninde Ermeni Sorunu (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, 390 s.)’dur. Bu eser, esas itibariyle Ermeni sorunuyla ilgilidir. Yazar, “Ermeni Sorununun Çözümlenmesi (1917-1923)” adını verdiği eserinin üçüncü bölümünde (s. 270-312), Lozan Konferansında azınlıklar ve Ermeni meselesini ele alırken konferansta “Ermeni dosyası”nın nasıl kapatıldığını değerlendirmiştir. Ayrıca belirtelim ki, M. Kemal Öke, her iki eserini tarih ve uluslararası ilişkiler açısından ele almıştır. Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul (Ankara, 1998), bir Atatürk Araştırma Merkezi yayınıdır. Aslında, 28 Ocak 1997’de Konya’da düzenlenmiş olan bir sempozyumun bildirilerinin yanı sıra eklenen makalelerden meydana gelen bu yayında, Lozan Konferansı, Musul meselesi çerçevesinde ele alınmıştır. Sözkonusu yayında şu bildiri ve makaleler dikkat çekicidir: Dursun Gök, “1924 Türk Basınında Musul Meselesi” (bildiri), Fahir Armaoğlu, “Lozan Konferansı ve Musul Sorunu” (makale); Semih Yalçın, “Misak-ı Millî ve Lozan Barış Konferansı Belgelerinde Musul Meselesi” (makale),105 İlker Alp “ Misâk-ı Millî” (makale). Son yıllarda Misâk-ı Millî, Lozan Konferansı ve Musul meselesi konusunda yeni eserler yayınlanmıştır. Bunlardan biri Mustafa Budak’a ait İdealden Gerçeğe Misâk-ı Millî’den Lozan’a Dış Politika (İstanbul: Küre Yayınları, 2002, 588 s.)’dır. Bu eser, süreç kavramı içinde, Misâk-ı Millî ve 19201923 yılları arasında, TBMM’nde yapılan dış politika üzerindeki tartışmalarla ilgili bir analiz çalışmasıdır ki, Lozan Konferansı, bu tartışmalarda ge104 Zaten Kürkçüoğlu, 1922-1926 yılları arasındaki dönemi, eserinin üçüncü bölümünde birlikte ele almıştır. Ayrıca, o dönemdeki Türkiye’nin iç ve dış politik konumunu anlayabilmek için Kürkçüoğlu’nun eserinin sonuç bölümünün mutlaka okunması gereklidir. Ona göre, Türkiye ve Mustafa Kemal Paşa, içeride Batılı modele uygun yapısal değişikliklere gidebilmesi için dış politikada istikrara ihtiyaç duymuştur. Bu yüzden Musul meselesi gibi sorunlar karşısında Türkiye, fazla ısrarcı olamamış ve İngiltere ile anlaşmak zorunda kalmıştır. 105 Bu makale, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (Ankara, 2000, s. 309-325) adlı eserde yeniden yayınlanmıştır.
300
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
niş yer tutmuştur. Ayrıca yazar, eserinin sonuç bölümünde, Lozan Barış Antlaşmasının genel bir değerlendirmesini yaptıktan sonra okuru, Misâk-ı Millî üzerinde düşünmeye davet etmektedir. İkinci eser, İhsan Şerif Kaymaz’ın Musul Sorunu (İstanbul: Otopsi Yayınları, 2003, 639 s.)’dur. Eserinin alt başlığını “Petrol ve Kürt sorunları ile bağlantılı tarihsel ve siyasal bir inceleme” koyan Kaymaz, büyük ölçüde İngiliz belgeleri ve Milletler Cemiyeti belgelerinin yanı sıra sayıca az Türk, Amerikan ve Irak belgelerinden yararlanarak hazırladığı eserinde, 1918-1926 yıllarında arasında Musul meselesinin petrol, bağımsız Kürdistan ve Türk Millî Mücadelesi eksenindeki hikayesini anlatmaktadır. Bu eserin üçüncü bölümü (s. 235-375) “Lozan ve Sonrası” adını taşımaktadır. Konu, eserin tümünde olduğu gibi analitik bir tarzda işlenmiştir.106 Aynı şekilde petrol merkezli bir başka eser de Hikmet Uluğbay’a ait İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik107 (Gözden geçirilmiş, güncelleştirilmiş, genişletilmiş yeni baskı, Ankara: Ayraç Yayınevi, 2003, 535 s.)’dir. Bu eserde, “Lozan’da Petropolitik” (s. 324-416) adlı bir bölüm vardır. Suphi Saatçi, tarih yöntemi kullanarak Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri (Ötüken Yayınevi, İstanbul 2003, 283 s.)’ni yazmıştır. Bu eserin “Musul Meselesi” başlıklı bölümünde “Lozan Konferansı ve Musul Meselesi” (s. 121-160) ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Lozan Konferansı sırasında İngiliz Parlamentosu’nda yapılan tartışmalar hakkında Türkçede az sayıda bilimsel çalışma vardır. Bu konuda Ömer Kürkçüoğlu öncüdür ve Türk-İngiliz İlişkileri 1919-1926 adlı eserinde İngiliz Parlamento tartışmalarına yer vermiş ve ardından bu konuyu “İngiliz Parlamentosu’nda Türkiye Üzerine Tartışmalar (1919-1923)” adıyla Seha L. Meray’a Armağan (Ankara: AÜSBF Yayınları, 1982, c. II, s. 429-486)’a daha ayrıntılı bir şekilde yazmıştır. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, Mustafa Çufalı, “Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine İngiliz Parlamentosu’nda Yapılan Tartışmalar” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz 2000, c. XVI, sy. 47, s. 561-601) adını taşıyan yazıylailişkin İngiliz Parlamentosu’nda yapılan Lozan Konferansına tartışmaları değerlendirmiştir. Mevlüt Çelebi’nin Millî Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2002, 491 s.) ile Fabio L. Grassi’nin İtalya ve Türk Sorunu 1919-1923 Kamuoyu ve Dış Politika (çev. Nevin Özkan-Durdu Kundakçı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003, 283 s.) adlı eserleri, Türk ve İtalyan kaynaklarından hareketle Türk-İtalyan ilişkilerini 106 Yazarın meslekten tarihçi olmadığı hem özgeçmişi ve hem de özellikle Misâk-ı Millî konusunda kullandığı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ayrıca, İngiliz belgelerinin fazlasıyla etkisinde kaldığı gözlenmektedir. 107 H. Uluğbay’en eserinin ilk baskısı, 1995’te Turkish Daily News tarafından yapılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
301
ele alırlarken Lozan Konferansındaki siyasî gelişmeler üzerinde de durmuşlardır. Daha ziyade klasik bir tarih çalışması olan Mevlüt Çelebi’nin eserinde Lozan Konferansı, “Barışa Kadar Türk-İtalyan İlişkileri” adını taşıyan beşinci bölümünde (s. 387-420) işlenmiş ve sonuç bölümünde (s. 421426) ise Anadolu hareketinin İtalya’yı Yunanistan karşısında “caydırıcı bir güç” olarak gördüğü, buna karşılık aynı dönemde İtalyanların Türkiye siyasetinin “fedakârlık” ve “Türklere yardım” ekseninde yürütüldüğü değerlendirmesi yapılmıştır. F.L. Grassi’ninki ise tarih eseri olmasının ötesinde, 1919-1922 yılları arasında İtalyanların Anadolu’ya yönelik yayılmacı siyaseti ile İtalyan diplomasinin diğer hedefleri ve bu arada yazarın ifadesiyle “müttefiklerin Türkiye’ye karşı siyasetinin genel mantığı ve Türk direnişinin gelişmeleri arasındaki etkileşimi” inceleyen bir araştırmadır. Grassi, Lozan Konferansı ile ilgili gelişmeleri, eserinin beşinci bölümde (s.165-215) anlatmıştır. Ona göre, İtalya, İtilâf devletlerinin Türk politikasından ayrılmaya çalışmasına rağmen Türk zaferi karşısında “Fransız-İngiliz emperyalizminin bozgunundan kurtulamadığı gibi yarar da sağlayamadı” (s. 226). Hemen belirtelim ki, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra dünyada küreselleşme ve yerelleşme tartışmalarının yoğunluk kazandığı, millî devlet/ulus-devlet yapılarının sorgulandığı süreçte, azınlıklar önemli bir tartışma konusu olmuştur. Türkiye’de de benzer gelişmeler yaşanmış ve azınlıklar, Lozan Barış Antlaşması çerçevesinde tartışılmaya başlanmıştır. Bu alanda dikkate değer çalışmalardan biri Baskın Oran’ın Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu’dur. Ayrıca, muhtasar olmakla beraber Oran’ın bir başka eseri ise Küreselleşme ve Azınlıklar (Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 3. Basım, Ankara: İmaj Yayıncılık, 2000, 156 s.) adını taşımaktadır. Bir çeşit ders kitabı olan çalışmasında küreselleşme ve azınlık kavramlarını teorik açıdan izah ettikten, azınlıkların uluslararası korunmasının tarihçesini verdikten sonra “Azınlık Sorunları ve Türkiye” bölümünde, “Türkiye’nin İç Azınlıklar Politikası: Lausanne Antlaşması Ne Diyor” başlıklı alt kısımda (s. 129-146), Lozan Antlaşmasında azınlık hakları ve Türkiye’nin tavrı incelenmektedir. Ayrıca B. Oran’ın Lozan’da azınlıklar meselesi hakkında bir makalesi (“Lozan’da Azınlıkların Korunması Bölümünü Yeniden Okurken”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Haziran-Aralık 1994, c. XLIX, sy. 3-4) daha bulunmaktadır. Levent Ürer, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları (İstanbul: Derin Yayınları, 2003, 332 s.) adlı eserinin üçüncü bölümünü (s. 191-315) “azınlıklar ve Lozan’da tescil edilmeleri” konusuna ayırmıştır. Yazar, tarihçi olmamakla beraber, sahip olduğu uluslararası ilişkiler formasyonundan hareketle, Türkiyeli ve Türk kimliklerinin ayrışmasında azınlıkların rolünün kaçınılmazlığı-
302
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
nı kabul etmesinin ardından Lozan’da azınlıkların rolünü dönemin uluslararası ortamının genel bakışı çerçevesinde değerlendirmiştir. Elçin Macar ise, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003)’nde, Lozan Konferansında azınlıklar, nüfus mübadelesi ve patrikhane meseleleri üzerinde durmuştur (Üçüncü Bölüm: s. 95-116). Özellikle, patrikhane ve siyasî faaliyetleri meselesi, E. Macar’dan önce de bazı araştırmalara konu olmuştur. Türkiye’de ciddî anlamda ilk çalışma, bir ilahiyatçı olan Süreyya Şahin’e ait olup Fener Patrikhanesi ve Türkiye (2. baskı, İstanbul, 1996) adını taşımaktadır. İkincisi ise Adnan Sofuoğlu’nun Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri (İstanbul, 1996) adlı eserdir. Son olarak Bülent Atalay, Osmanlı arşiv belgelerine dayalı olarak Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923) (İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001, 350 s.) adlı eseri yazmıştır. B. Atalay’ın eserinde, “Lozan Antlaşması ve Fener Patrikhanesi” (s. 197-231) konusu ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Lozan ile ilgili bu araştırmalardan başka, genellikle Marksist açıdan yazılmış bazı eserler de vardır. Mesela, Doğan Avcıoğlu’nun üç ciltlik Millî Kurtuluş Tarihi (İstanbul, 1974)’nin ikinci cildi Lozan dönemini kapsamaktadır. Aynı şekilde Yalçın Küçük de Türkiye Üzerine Tezler 1908-1978 (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1978)’de, millî mücadele ile birlikte Lozan Antlaşmasının değerlendirmesini yapmıştır. Fikret Başkaya ise Paradigma’nın İflası (Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş)’nda (İstanbul: Doz Yayınları, 1991) Lozan Barışı hakkında alışılmadık ve aykırı görüşlerini açıklamıştır. F. Başkaya, Türk Kurtuluş Savaşının antiemperyalist olmadığı düşüncesindedir. Genç bir araştırmacı olan Tolga Ersoy da, tıpkı F. Başkaya gibi gerek millî mücadele ve gerekse Lozan Konferansı sürecinde Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümetinin tavrının hiç de antiemperyalist nitelik taşımadığı iddiasını Lozan Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı (İstanbul: Sorun Yayınları, 2002, 192 s.) adlı eserinde dile getirmiştir. Çünkü ona göre, Lozan’da Avrupalı devletlerle yeni şartlarda emperyalist bir ilişki onanmış ve üstelik Türkiye, üretim biçimi olarak kapitalist ilişki tarzını benimsemiştir. Lozan sürecine Sovyet görüşlerini öğrenmek için kaynak eserler sınırlıdır. Bunlardan ilki, SSCB İlimler Akademisinden Prof. Vladimir Potyemkin başkanlığındaki bir heyetçe hazırlanan Uluslararası İlişkiler Tarihi-Başlangıçtan Bugüne Diplomasi Tarihi-III (çev. Attila Tokatlı, İstanbul: May Yayınları, 1979, 554 s.)’dir. Bu genel nitelikli eserde, iki bölüm (40. ve 41. bölümler) halinde Lozan Konferansı anlatılmıştır (s. 372-402). Bundan başka, Sovyet tarihçisi A.M. Şamşutdinov’un Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923 (çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: Doğan
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
303
Kitapçılık, 1999, 367 s.) ile Bülent Gökay’ın Bolşevizm ile Emperyalizm Arasında Türkiye (1923-1923) (çev. Sermet Yalçın, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, 264 s.) adlı eserleri, Türk ve Rus (Bülent Gökay, İngiliz belgelerini de kullanmıştır) belgelerinden yararlanmaları bakımından Türk-Sovyet ilişkileri için değerli çalışmalardır. 1923-1945 dönemi itibariyle gerek Şamşutdinov ve gerekse Gökay’ın eserleri, Lozan için önemlidir. Bununla beraber, Şamşutdinov, tarihî olayları değerlendirirken “Marksist terminoloji”yi kullanmış; B. Gökay ise yer yer yorumlarında, “Marksist hassasiyetleri”ni devreye sokmuştur.108 Daha önce sözünü ettiğimiz Baskın Oran’ın editörlüğünde yayınlanan Türk Dış Politikası I (1919-1980) adlı hacimli eserde, Lozan Barış Antlaşması, bizzat B. Oran tarafından yazılmıştır. “Lausanne Barış Antlaşması” adını taşıyan bu kısım (s. 215-238), “1919-1923 Kurtuluş Savaşı” adlı bölümde işlenmiştir. Daha ziyade enformatik nitelik taşıyan bu kısımda, Sevr-Lozan mukayesesi de yapılmıştır. Batı dünyasında klasikleşmesine rağmen Türkçe’ye yeni çevrilen Matthew Smith Anderson’un Doğu Sorunu 1774-1923 Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme (çev. İdil Eser, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001, 442 s.) adını taşıyan eserinin son bölümü olan “Barış Antlaşması (1918-1923)” ile “sonuç” bölümünde, uluslararası ilişkiler açısından, Lozan Barışı değerlendirilmiştir. Anderson’a göre, Lozan Barışı ile Doğu Sorunu sona ermiştir. Ancak, Lozan Barış Antlaşması, bazı genel nitelikli Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve Türk devrim tarihi eserlerine de konu olmaktadır: Atatürk Araştırma Merkezi’nce yayınlanan çok yazarlı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I (Ankara, 2000);109 Ahmet Mumcu’nun Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi (Dördüncü Baskı, Ankara, 1976, 234 s.);110 Şerafettin Turan’ın Türk Devrim Tarihi, (2. Kitap, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1992, 342 s.).111 Yeni Türkiye Yayınları arasından çıkan 22 ciltlik Türkler (Ankara, 2002) adlı ansiklopedik çalışmada millî mücadele ve cumhuriyet dönemleri dış 108 Bu durum, özellikle Şamşutdinov’da belirgindir ve eserini Sovyet döneminde yazmasından dolayı normaldir. B. Gökay ise daha ziyade Anadolu’ya yönelik Türk komünistlerin faaliyetleri ve akıbetleri konusunda tavrını göstermektedir. Mesela, Mustafa Suphi gibi Türk komünistlerinin ölümüyle ilgili olarak, Sovyetler’in tepkisizliğini eleştirmekte (s. 136) ve sonuç bölümünde de “yerel komünistlerin Türkiye’de devrimci bir geleceğe dair iyimserlikleri sadece yersiz olmakla kalmıyordu, geçmişe bakıldığında bu aynı zamanda bir tür kendi kendini tuş etmekti” (s. 206) şeklinde yorumlamaktaydı. Bu durum, yazarın ideolojik kimliğiyle ilgilidir. 109 Eserin beşinci bölümü, “Zaferin Tescili: Lozan (Lausanne) Antlaşması” (s. 371-394)’na tahsis edilmiştir. 110 Ahmet Mumcu, uzun olmamakla beraber Lozan’ı “Zaferin Hukukî Sonuçları” başlığı altında değerlendirmiştir (s. 98-107). 111 Turan, “Lozan Barış Konferansı”nı dokuz sayfada (s. 283-292) anlatmıştır.
304
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
politikasının ihmal edilmediğini görmekteyiz. Türkler (c. 16)’de, “Millî Mücadele Diplomasisi ve Lozan” başlığı altında İlker Alp (“Misâk-ı Millî Hedeflerinin Lozan Antlaşması’na Yansıması”, s. 293-305), Veysi Akın, (“Lozan Barış Antlaşması”, 24 Temmuz 1923, s. 306-318) ve Toktamış Ateş (“Lozan Beklentileri”, s. 319-326)’in yazıları bulunmaktadır. Bu arada, İnönü Vakfı’nca 1993’te İstanbul’da düzenlenen ve 1994’te yayınlanan 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslararası Seminer’den söz etmeliyiz. Seminerde on bir bildiri sunulmuş ve ardından dört kişinin katıldığı “Günümüz Dış Politikasında Lozan Paneli” düzenlenmiştir. Seminerdeki bildiriler ve sahipleri şunlardır: Oral Sander “Lozan’ın Uluslararası Tarih Açısından Yorumu”, Maria Antonia Di Casola, “İtalya ve 1923 Lozan Antlaşması”; Bilâl N. Şimşir, “Lozan ve Çağdaş Türkiye’nin Doğuşu”; Mihail Maxim, “Romanya’nın Lozan Konferansı’ndaki Yeri”; Byron Theodoropulos, “Lozan Antlaşması Üzerine Düşünceler”; John M. Vander Lippe, “Öteki Lozan Antlaşması: Amerikan Kamuoyunda ve Resmi Çevrelerinde TürkAmerikan İlişkileri Tartışması”; Zeki Arıkan, “Lozan Barış Konferansı ve İzmir Kamuoyu”; Michael Dockrille, “Lozan Konferansı ve İngiltere”; Masami Arai, “Lozan Konferansı Karşısında Japonya’nın Tutumu”; Selim Deringil, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Köprü Olarak Lozan”; Keith Jeffery-Alan Sharp, “Lord Curzon ve 1922-1923 Lozan Konferansı’nda Gizli İstihbaratın Kullanımı”. Panele katılanlar ise şunlardır: Ali L. Karaosmanoğlu, “Değişen Uluslararası Sistem ve Lozan Düzeni: Giriş”; Duygu Bazoğlu Sezer, “Lozan’dan Bu Yana Uluslararası Sistemdeki Değişimler ve Günümüzde Türkiye Üzerindeki Etkileri”; Bruce R. Kunibolm, “Savaş Sonrası Dünyalar: Lozan Konferansı ve Soğuş Savaş Sonrası”; Semih Vaner, “Lozan Antlaşması’nın Işığında Azınlıklar ve Sınırlar”. Özellikle, Bruce R. Kunibolm ve Semih Vaner’in panel konuşmaları, günümüzde Türk dış politikası açısından uyarıcı niteliktedir. Kunibolm, tarihçi John Gaddis’e atfen Soğuk Savaş sonrasında uluslararası alanda bütünleşme ve parçalanma güçleri arasında bir kapışmanın varlığını hatırlatarak Türkiye’nin konumunun Lozan döneminden çok daha karmaşık ve farklı olduğuna işaret etmiştir (s. 185). Semih Vaner ise Soğuk Savaş sonrası uluslararası şartların Türkiye’yi yeni sınır düzenlemelerine zorlayabileceği uyarısında bulunmuştur (s. 197). Lozan’da Türkiye lehine çözümlenememiş bir diğer mesele de Boğazlar meselesidir. Bu mesele, Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile çözüme kavuşmuştur. Buna rağmen Boğazlar meselesi, 1945 yılına kadar Sovyetlerin yayılmacı siyaseti ile Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na sokulması tartışmalarının merkezinde yer almıştır. Daha önce zikrettiğimiz resmî belge ve yayınları birtarafa bırakırsak, birçok araştırmanın yapıldığı or-
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
305
tamda, ilk olarak C. Bilsel’in Türk Boğazlar (İstanbul, 1948)’ını sayabiliriz. Ancak C. Bilsel bu araştırma öncesinde, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası (1939, s. 3-16)’nda yayınlanan “Dünya Barış Buhranında Boğazlar” adlı bir makale yazmıştır. Rıfat Selim Burçak da, “İkinci Dünya Savaşında Boğazlar Meselesi” (AÜSBFD, Ankara, 1947, c. II, sy. 1-2, s. 191-204)’ni yazmıştır. Kemal Baltalı’ya ait 1936-1956 Yılları Arasında Boğazlar Meselesi (Ankara, 1959) adını taşıyan kitap ise Boğazlar meselesinin 1936’da bitmediğini, sonraki yıllarda da önemini koruduğunu ortaya koymaktadır. Tabiî ki bunda Sovyetler’in büyük etkisi vardır. İşte bu etkinin boyutlarını Feridun Cemal Erkin Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi (Ankara, 1968)’nde ortaya koymuştur. F.C. Erkin, Boğazlar meselesinin tarihini özetledikten ve Lozan ile Montrö süreçlerini anlattıktan sonra 1939-1945 dönemi savaş içi gelişmeler ile Mart 1945 sonrasında Türk-Sovyet ilişkilerinde yaşanan gerginlikler üzerinde durmuştur. Aynı şekilde K. Gürün de Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953)’nde, aynı dönemdeki gelişmeleri anlatmış ve 1945 sonrası olayları “dostluğun sona erişi” diye nitelemiştir. Dışişleri Bakanlığı’nın bir yayını olan Montreux ve Savaş Yılları (Ankara, 1973) ise yazılı eserlerin yanı sıra bakanlık arşivinde bulunan belgeleri kullanması bakımından değerlidir. Ayrıca Yüksel İnan’a ait Türk Boğazlarının Siyasal ve Hukuksal Rejimi (Ankara, 1986) adlı eser de önemlidir. Yeni Türkiye yayınları arasında çıkan Türkler (XVI c.) adlı ansiklopedik eserde yer alan Sadık Erdaş’a ait “İki Savaş Arasında Türk Boğazları” (s. 672684) adlı yazı, bilinen kaynak ve araştırmalardan hareketle hazırlanmış, Boğazlar meselesini ana hatlarıyla özetleyen bir çalışmadır. Sevim Toluner ise Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları (İstanbul: Beta Yayınları, 2000) adını taşıyan daha önce yayınlanmış yazılarını topladığı eserinde Boğazlar meselesiyle ilgili dört makaleye yer vermiştir. Bu makaleleri ismen zikretmek bile yeterlidir: “Boğazlardan Geçişi Düzenleme ve Montreux” (s. 291-297); “Boğazlardan Geçişi Düzenleme ve Montreux Andlaşması” (s. 299-305); “Boğazlardan Geçiş ve Türkiye’nin Yetkileri” (s. 307-329); “Milletlerarası Suyollarının Ulaşım-Dışı Kullanımları Hukuku Konusunda Son Gelişmeler” (s. 331-345). Lozan Antlaşmasında Türkiye lehine çözümlenemeyen bir sorun da Ege adalarının statüsüdür. Her ne kadar bu sorun, Lozan Antlaşmasından sonraki yıllarda biraz da Türk-Yunan dostluğu hatırına “sümen altında” tutulmuş ise de II. Dünya Savaşından sonra Şubat 1947 Antlaşması ile İtalya’nın elinde bulunan adaların Yunanistan’a verilmesi üzerine Türkiye’nin güvenliği açısından ciddiyet kazanmıştır. Bu tarihten sonra Ege adaları meselesi Türk-Yunan ilişkilerinde önemli bir gündem maddesi olmuştur.
306
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Hemen belirtelim ki, bugün Ege adaları üzerindeki araştırmalar geniş bir literatür oluşturmuştur. Bu konuda, sadece, Ege Sorunu Bibliyografyası (A Bibliyography of the Aegean Question) (Ankara: Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, 1997)’nı zikretmek bile yeterlidir. Yine de biz bazı araştırmalara değineceğiz. Tabiatıyla sorunun kökenini öğrenmek hususunda Bilâl Şimşir’in iki ciltlik Ege Sorunu Belgeler/Aegean Question Documents (Ankara: TTK Yayını, 1989) adlı belge yayınını bilmek gerekmektedir. İkinci olarak Osman Olcay’ın Sevres Andlaşmasına Doğru (Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler) (Ankara: A.Ü.SBF Yayınları, 1981) adını taşıyan eserini hatırlatmalıyız. Bu eser, İngiliz Dış Politika belgelerinden (Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, First Series: c. VII ve c. VIII, Rohan Butler ve J.P.T. Burry (ed.), London, 1958) yapılmış çevirilerden oluşmaktadır. Sözkonusu belgeler, daha ziyade Sevr Barış Antlaşması öncesinde yapılan beş konferansın tutanaklarından ibarettir. Bunun dışında belgesel niteliğinden dolayı Seha Meray’ın 9 ciltlik Lozan Konferansı Tutanak ve Belgeler’ini, S. Meray-O. Olcay’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması ve Sevr Andlaşması İle İlgili Belgeler), (Ankara, 1981)’ni, devletlerarası hukuk açısından değerlendirmeleri açısından C. Bilsel’in iki ciltlik Lozan adlı eserini hatırlatmalıyız. Ancak araştırma olarak ilk zikredeceğimiz çalışma, Şerafettin Turan’a ait “Rodos ve 12 Ada’nın Türk Hakimiyetinden Çıkışı” adlı Belleten (1965, c. XXIX, sy. 113, s. 77-119)’de yayınlanan makaledir. İkinci eser, Hüseyin Pazarcı’nın Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü (Ankara, 1986)’dür. Eser, milletlerarası hukuk açısından yazılmıştır. H. Pazarcı’nın bir başka çalışması da “Lozan Andlaşmasından 1974’e Kadar Ege’ye İlişkin Gelişmeler ve Yunanistan’ın Ege Politikası” (III. Askeri Tarih Semineri, Ankara, 1986) adlı bildirisidir. Yine devletler umumî hukukçusu Sevim Toluner ise Limni Adası’nın Hukukî Statüsü ve Montreux Boğazlar Konvansiyonu (İstanbul, 1987)’nu yazmıştır.112 Aslında bir bildiri olan bu çalışmasında S. Toluner, 1912-1923 yılları arasında Ege sorununun tarihçesine değindikten ve Lozan hükümlerini değerlendirdikten sonra 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesini ele almıştır. Ona göre, Limni adası, Türkiye’nin rızası alınmadan askerleştirilemez ve mevcut hal, adayı Yunanistan’a veren antlaşmalara aykırıdır. 1990’lı yılların ortasında Ege’de ortaya çıkan Kardak krizi, Türkiye’nin Ege’deki gelişmelere daha bilimsel yaklaşmasını sağladı ve birbiri ardından 112 Bu araştırma daha sonra Sevim Toluner’in Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları (İstanbul: Beta Yayınları, 2000) adlı derlemesinde yeniden yayınlanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
307
Ege adaları konusunda araştırmalar yayınlandı. Bunlardan dikkate değer çalışmalardan biri Ali Kurumahmut’un yayına hazırladığı Ege’de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar (Ankara: TTK Yayınları, 1998, 141 s.)’dır.113 Bu ortak yayında şu makaleler bulunmaktadır: Ali Kurumahmut, “Ege’de Egemenliği Tartışmalı Adalar Sorununun Ortaya Çıkışı” (s. 1-32); Cevdet Küçük, “Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi” (s. 33-80); Sertaç Hami Başeren, “Ege’de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukukî Statüsü” (s. 81-116). Bu alanda ikinci çalışma, Stratejik Araştırma ve Etüdler Millî Komitesi (SAEMK) adına Sertaç Hami Başeren-Ali Kurumahmut’un birlikte hazırladıkları Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Adalar (Ankara, 2003) adını taşıyan eserdir. Girişten (s. 1-7) sonra şu yazılar mevcuttur: Ali Kurumahmut “Uluslararası Andlaşmalara Göre Ege Adalarının Egemenlik Devirleri” (s. 9-68); Sertaç Hami Başeren, “Uluslararası Sürekli Hakem Mahkemesi’nin Eritre–Yemen Kararının Ege’deki Egemenlik Uyuşmazlığına Tesirleri”, (s. 69-). SAEMK’in ikinci çalışması, Prof. Dr. İdris Bostan’ın editörlüğünde hazırlanmış Ege Adaları’nın İdarî, Malî ve Sosyal Yapısı (Ankara, 2003, 183 s.) adlı bir tarih araştırmasıdır. Adı geçen araştırma, editörün yazdığı önsöz ve girişten (s. 1-5) sonra şu makalelerden meydana gelmiştir: Feridun Emecen, “XV-XIX. Yüzyıllarda Ege Adaları’nda Osmanlı İdarî Teşkilâtı” (s. 7-31); Ali Fuat Örenç “Ege Adalarında İdari Yapı (1830-1923) (s. 32-56); Feridun Emecen, “Ege Adalarında Malî Yapı” (s. 57-90); Vahdettin Engin, “Ege Adalarında Tanzimat Dönemi ve Sonrası Malî Uygulamalar (1839-1923)” (s. 91-114); Ömer İşbilir, “Ege Adalarında Osmanlı Vakıfları” (s. 115-134); İlhan Şahin, “Osmanlı Klasik Döneminde Ege Adalarında Nüfus ve Nüfus Hareketleri” (s. 135-152). Ayrıca, esere yazılan sonuçta (s. 153-156), Ege adalarının fethedildikleri sırada, idarî açıdan coğrafî özellikleri gereği Anadolu’nun bir uzantısı/parçası kabul edildiğinden merkezî yapı içinde yer aldığı, daha sonra Cezair-i Bahr-i Sefid eyaleti haline geldiği ve Tanzimat’ın ardından ise adalarda Lozan’a kadar sürecek yeni bir dönemin başladığı vurgulanmıştır. 3.7.2 Genel Eserler (1923-1945 Dönemi İle İlgili Yayınlar) Bu bağlamda ilk eser, Mehmet Gönlübol-Cem Sar’ın Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938)’dir. Bu eserde, Lozan Antlaşmasından sonraki Türk dış politikası, 1923-1932 ve 1932-1938 şeklinde iki döneme ayrılmıştır. İlk dönem, Türk-Yunan, Türk-İngiliz, Türk-Sovyet, Türk-İtalyan, Türk-Fransız ve Türkiye’nin Doğulu Devletlerle Münasebetleri başlıkları altında “ikili ilişkiler” tarzında ele alınmış ve bu arada, Musul meselesi de 113 Bu kitaba yazdığı önsözde Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu, eserin bir proje kapsamında Osmanlı arşiv belgelerine dayalı olarak hazırlanmış, Türkiye’nin Ege sorunu ile ilgili ilk ciddi eserlerinden biri olduğunu belirtmiştir.
308
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Türk-İngiliz ilişkileri içinde incelenmiştir. İkinci dönem ise, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girişinden başlayarak önce, Balkan Antantı, Sadabad Paktı ve Montreux Sözleşmesi gibi “çok taraflı ilişkiler”i ve daha sonra da ilk dönemde olduğu gibi Türk-Sovyet, Türk-İtalyan, Türk-Alman, Türk-İngiliz, Türk-Fransız ilişkileri “tek taraflı ilişkiler” biçiminde ele alınmıştır. Tabiatıyla Türk-Fransız ilişkileri içinde Hatay meselesi de işlenmiştir. Mehmet Gönlübol’un editörlüğünde yayınlanan Olaylarla Türk Dış Politikası’nda 1923-1939 dönemini (s. 59-136), M. Gönlübol-C. Sar ikilisi yazarken, 1939-1945 dönemini (s. 137-190), Ahmet Şükrü Esmer-Oral Sander birlikte yazmışlardır. Bu yazıda, hem kronoloji ve hem de sorunlar gözetildikten sonra Türkiye’nin durumu incelenmiştir. Mesela, “İtalya’nın Yunanistan’a Saldırması ve Türkiye” ile “Almanya’nın Balkanlara İnmesi ve Türkiye” buna iki örnektir. Ayrıca, Türk dış politikasının bilinen genel konularının (Türk-İngiliz-Fransız İttifakı, Türkiye’nin Balkan Antantını Canlandırma Teşebbüsü ile İngiltere’nin Türkiye’yi Savaşa Sokma Gayretleri gibi), yanı sıra Türkiye Üzerinde Alman-Rus pazarlığı, Hitler’in Teminatı ve TürkSovyet Saldırmazlık Deklarasyonu gibi dönemin uluslararası ilişkilerini ve özellikle II. Dünya Savaşı’nın gidişatını etkileyecek konular da işlenmiştir. Esmer ve Sander’in yazısı, hem analitik ve hem de kronolojiyle birlikte tematik olması bakımından, dönemle ilgili Türk dış politika araştırmaları için dikkatle okunmalıdır. Fahir Armaoğlu’nun 20. Yüzyılın Siyasi Tarihi’nde 1923-1945 dönemi Türk dış politikası, daha öncede belirttiğimiz gibi 1923-1930, 1930-1939 ve 1939-1945114 gibi üç döneme ayrılarak, ikili ve çok taraflı ilişkiler şeklinde incelenmiştir (s. 321-358 ve 407-418). F. Armaoğlu’nun eseri, gerek uluslararası ilişkiler bakış açısı ve gerekse kullandığı kaynaklar bakımından önemlidir. Aynı şekilde Rıfat Uçarol’a ait Siyasi Tarih (1789-1994) ise, aynen M. Gönlübol-Cem Sar’ın eserinde olduğu gibi 1923-1939 dönemini, 19231932 ve 1932-1939 şeklinde ikili tasnife ayırmıştır. 1923-1932 dönemi, genellikle “ikili ilişkiler” biçiminde ele alınırken (s. 554-574), 1932-1939 dönemi tematik açıdan (Türkiye ve Balkan Antantı, Boğazlar Meselesi, Hatay Sorunu gibi) incelenmiştir (s. 575-594). Ancak, Rıfat Uçarol, “II. Dünya Savaşı ve Türkiye”yi incelerken daha ziyade kronolojik düzen içinde tematik yöntemi tercih etmiş; olayların içinde Türkiye’nin konumu ve tavrını ortaya koymaya çalışmıştır. Yazar bu dönemi de Savaşın Başlarında Türk Dış Politikası (1939-1941), Türkiye’nin Savaşa Katılmaya Zorlanması ve Dış Po114 F. Armaoğlu, 1939-1945 dönemi Türk dış politikasını, daha önce “İkinci Dünya Savaşında Türkiye” adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (Ankara, 1958, c. XIII, sy. 2, s. 139-179)’nde yayınlamıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
309
litikasındaki Gelişmeler (1941-1945) ve Türkiye’nin Almanya’ya Savaş İlan Etmesi (1945) şeklinde üç ayrı dönemde ele almıştır (s. 628-656). Diplomat Kamuran Gürün, dış politikayla ilgili iki eserde de 1923-1945 dönemi Türk dış politikasını anlatmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu eserlerden ilki, II. Dünya Savaşı’nda Türk dış politikası ile, 1923-1945 yılları arasındaki Türk-Rus ilişkilerini anlattığı Dış İlişkiler ve Türk Dış Politikası (1939’dan Günümüze Kadar)’dır. İkincisi ise, ilgili döneme ait iki ciltlik Savaşan Dünya ve Türkiye’dir.115 Bu ciltler, genel devletlerarası ilişkileri ve bu arada, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili gelişmeleri, ikili ve çok taraflı ilişkiler şeklinde ele almaktadır. Dönem olarak da, 1919-1925 (c. I) ile 1926-1939 (c. II) yıllarını kapsamaktadır. Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl dizisinin üç kitabı, 1923-1946 yıllarına aittir. Bunlardan ilki, Cumhuriyetin İlk On Yılı ve Balkan Paktı (Ankara, 1974, 368 s.)’dır.116 1923-1934 yıllarını kapsayan bu eserde konu tertibini olayların tarihî öneminden ziyade diplomatik faaliyetin yoğunluğu belirlemiştir. Bundan dolayı eser, girişten (s. 1-9) sonra Türkiye’nin dış ilişkileri, ikisi (Milletler Cemiyeti ve Balkan Paktı) dışında ikili ilişkiler şeklinde ele alınmıştır. Ayrıca, ilişkiler ele alınırken yeri geldiğinde mektup, protokol, anlaşma, antlaşma ve konuşma gibi metinlere aynen yer verilmiştir. Bu dizinin ikinci kitabı, Montreux ve Savaş Öncesi Yılları 1935-1939 (Ankara, 1973, XVI + 247 s.) adını taşımaktadır. Sekiz bölümden oluşan kitapta, Montreux Konferansı Öncesinde Akdeniz’in Durumu ve İtalya, Montreux Konferansında Hazırlık Safhası, Montreux Görüşmeleri, Montreux Müzakereleri Esnasında ve Sonrasında Türk-Sovyet İttifak Antlaşması Görüşmeleri, Sadabad Paktı, Hatay Meselesi, Türk-İngiliz-Fransız Beyannâmesi ve Üçlü İttifak Antlaşması, 1939 Türk-Sovyet Antlaşması Teşebbüsü gibi konular işlenmiştir.117 Üçüncü eser ise İkinci Dünya Savaşı Yılları 1939-1946 (Ankara, 1976, 316 s.) adını almaktadır. Esas itibariyle eser, Savaş Yılları ile Savaş Sonu ve Türkiye olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Bu incelemenin amacı, yazarlarının118 ifadesiyle, tarihî olayların bütününü ele almaktan ziyade 115 C. I (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986) ve c. II (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1997). 116 Dizinin üçüncü cildini oluşturan bu eserin Balkan Paktına kadar olan Türk dış politika olayları, Şükran Güneş, Balkan Paktı kısmı da Ali Hikmet Alp tarafından yazılmıştır. 117 Bu eserdeki ilk üç bölüm, Suha Umar, dördüncü bölüm Ali Hikmet Alp-Üstün Dinçmen, beşinci ve altıncı bölümler Emine Örs, yedinci ve sekizinci bölümler ise A. Hikmet Alp-Ü. Dinçmen tarafından yazılmıştır. 118 Bu cildin büyük kısmı A. Hikmet Alp, “İngiltere ve Balkanlar” ile “Türk-Alman Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması” bahisleri ise Üstün Dinçmen tarafından derlenmiş olup kısmen Türk Dışişleri belgelerinden yararlanılmıştır.
310
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Türkiye’nin savaş yıllarındaki dış politikası hakkında belgelere dayanan aydınlatmalarda bulunmaktır. Bundan dolayı eser, kronolojik değil tematik açıdan tertiplenmiştir. Nitekim bu aydınlatma işlemi, şu konular çerçevesinde yapılmaya çalışılmıştır: İngiltere ve Balkanlar (s. 1-46), Almanya’nın Balkanlara İnişi ve Etkileri (s. 47-83), SSCB ve Balkanlar (s. 84-95), Türk-Alman Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması (s. 96-120), Rus-Alman Savaşı ve Türkiye (s. 121-150), Kahire Görüşmeleri (s. 150-177), 1943 Yazından İtibaren Müttefikler Stratejisindeki Gelişmeler (s. 178-186), II. Kahire Görüşmeleri ve Tahran Konferansı (s. 187-219), Türk-Alman Bağlantılarının Kesilmesi (s. 220-238) ve 1 Ağustos 1944’ten Postdam’a Kadar Türk-Sovyet Bağlantıları (s. 239-316). Ali Halil’in yazdığı Atatürkçü Dış Politika ve Nato ve Türkiye (Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1968) adını taşıyan eser ise Kurtuluş Savaşından 1960’ların sonuna kadar olan dönemdeki Türk dış politikasını antiemperyalist gelenek açısından değerlendiren bir çalışmadır. Öyle ki yazar, Türkiye’yi uydulaştırdığı düşüncesiyle NATO’dan çıkılmasını savunmaktadır. Ayrıca Johannes Glasneck’in, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye (çev. Arif Gelen, Ankara: Onur Yayınları, 1976) adlı eserini de belirtmeliyiz. Adı geçen eserin “Barışçı Bir Dış Politika” adlı bölümü, Atatürk döneminde, Türkiye’nin ikili ve çok taraflı dış ilişkilerini değerlendirmektedir. Bu eserde de antiemperyalist söylem hakim olup Türk-Sovyet ilişkileri başta olmak üzere, Türk-İngiliz, Türk-Fransız, Türk-Yunan, Türk-İran ve diğer Ortadoğu devletleriyle dış ilişkiler ele alınmaktadır. Bu arada, bir asker olan Hüseyin Hüsnü Erkilet’in İkinci Dünya Harbi ve Türkiye (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1945), Selim Deringil’in Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası (Birinci Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, 281 s.) ile Edward Weisband’ın 2. Dünya Savaşı ve Türkiye (çev. M.A. Kayabağ-Örgen Uğurlu, 2. baskı, İstanbul: Örgün Kitabevi, 2002) adlı çalışmalarını hatırlatmalıyız. H.H. Erkilet, savaş döneminde Türkiye’nin konumunu askerî açıdan değerlendirmiştir. S. Deringil ise genellikle İngiliz arşiv belgelerine dayalı yaptığı çalışmasında, II. Dünya Savaşında, savaşa girmeme esasına dayalı “tarafsızlık” denilen bir dış politika izlemeye çalışan Türkiye’nin, bunda oldukça başarılı olduğunu belgeleriyle ortaya koymaktadır.119 E. Weisband, çoğunlukla Türk yetkililerle yaptığı özel görüşmelerden ve Türk kaynaklarından yararlanmak suretiyle 2. Dünya Savaşında Türkiye’nin dış politikasını, dış politika-kamuoyu ilişkisi içinde çözümlemeye çalışmıştır. Weisband da, Deringil gibi Türkiye’nin 119 Bununla beraber S. Deringil’in İnönü’ye özel bir muhabbeti olduğu, İnönü ile ilgili yaptığı değerlendirmelerde göze çarpmaktadır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
311
tarafsızlık politikasında başarılı olduğu görüşündedir. Ancak, Şubat 1945’te resmen savaşa katılmasının, savaş sonrası yapılanmalarda, Türkiye’yi bir büyük devletin “dümen suyuna sürüklenmek” zorunda bıraktığı düşüncesindedir. Ona göre bu politika, “küçük devlet politikasıdır” (s. 295-298).120 Hemen belirtelim ki, Türkiye’de, devletin öncülük ettiği tarihe “kesintili” bakışa rağmen, son yıllarda tarih araştırmalarında olduğu gibi dış politika araştırmalarında da, doğal olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi “tarihî süreç/süreklilik” açısından değerlendiren çalışmalar da artmaya başladı. Bu örneklerden biri, Faruk Söylemezoğlu’nun derlediği Türk Dış Politikası Analizi (İstanbul: Der Yayınları, 1994, s. 520) adlı eser olup II. Abdülhamid döneminden (1876) Soğuk Savaş sonrasının ilk yıllarına (1993) kadar olan bir zaman diliminde Türk dış politikasıyla ilgili çeşitli makalelerden meydana gelmektedir. Çoğu makale, dönem olarak 1945-1993 yıllarına ait olup, 1923-1945 dönemi hakkında sadece dört makale göze çarpmaktadır: Özden Zeynep Alantar, “Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi” (s. 49-77); Faruk Söylemezoğlu, “II. Dünya Savaşı Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası: Tarafsızlıktan NATO’ya”, (s. 79-88); Mensur Akgün, “Türk Dış Politikasında Bir Jeopolitik Etken Olarak Boğazlar”, (s. 213224); Günay Göksu Özdoğan, “II. Dünya Savaşı Yıllarındaki Türk-Alman İlişkilerinde İç ve Dış Politika Aracı Olarak Pan Türkizm”, (s. 357-372). Yukarıda sözünü ettiğimiz yeni bakışın egemen olduğu bir çalışma da, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyumu’dur.121 Türk diplomasisinin 200 yıllık gelişme sürecini analitik tarzda göstermek için hazırlanan bu sempozyumda, 1923-1945 dönemi Türk dış politikasıyla ilgili şu makaleler sunulmuştur: Sina Akşin: “Atatürk’ün Dış Siyaset Modeli” (s. 275280); Aydın Alacakaptan, “Türk-Sovyet İlişkileri 1921-1945”, (s. 281-292); İsmail Soysal, “İki Dünya Savaşı Arasında Avrupa’da Kuvvet Dengeleri ve Barışçı Türkiye”, (s. 293-296); Fahir Armaoğlu, “Türkiye’nin Hitler Almanya’sı 120 E. Weisband’ın eserinin İngilizce adı Turkish Foreign Policy 1943-1945, Smal State Diplomacy and Great Power Politics (Türk Dış Politikası 1943-1945, Küçük Devlet Diplomasisi ve Büyük Devlet Politikaları) Princeton University Pres, Princeton 1975. Nedense, Türkçe çeviride bu alt başlıklar kullanılmamıştır. Ayrıca, Weisband, bütün II. Dünya Savaşında Türkiye’nin dış politikasını değil sadece 1943-1945 gibi iki senelik bir dönemi incelemektedir. 121 Bu sempozyum, Ortadoğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı ile Türk Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin işbirliğiyle 15-17 Ekim 1997 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenmiştir. Sempozyumda, Osmanlı Dönemi (1920 öncesi) ile ilgili 23 ve Türkiye Cumhuriyeti dönemi (1920-1997) hakkında 47 olmak üzere 70 bildiri sunulmuştur. 1920-1945 dönemi sözkonusu olduğunda 8 bildiri sunulmuştur. Sempozyum bildirileri 1999’da Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç adıyla Türk Tarih Kurumu’nca basılmıştır.
312
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
ile İlişkileri 1933-1941”, (s. 297-308); İ. Soysal, “1936 Montreux Sözleşmesi ve Sonradan Çıkan Sorunlar”, (s. 309-326); İ. Soysal, “1937 Sadabad Paktı” (s. 327-342); Ahmet Şükrü Esmer, “Savaş İçinde Türk Diplomasisi, 19391945” (s. 343-360); Dilek Barlas, “Türkiye’nin 1930’lardaki Balkan Politikası”, (s. 361-372); İ. Soysal, “Son 50 Yıllık Dönemde Türk Arap İlişkileri 19181997”, (s. 515-524). Ansiklopedik nitelikli Türkler‘in 16. cildinin modern Türkiye tarihinin 1920-1960 dönemi iç ve dış politika olaylarına ayrıldığını görmekteyiz. 1923-1945 dönemi Türk dış politikası ise, klasik ikili tasnife uygun olarak Atatürk ve İnönü dönemleri şeklinde ele alınmıştır. Her iki dönem, genel olarak hem ikili ilişkiler ve hem de tematik açılardan incelenmiştir. Bir makale de, biyografik nitelik taşımaktadır. Tabiî olarak yazıların çoğu tarihçiler tarafından yazılmış olup Atatürk dönemi hakkındadır. Şöyle ki; Mustafa Yılmaz, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası 1919-1938”, (s. 579-596); Ramazan Tosun, “Türk-Rum Mübadelesi”, (s. 597-608); Zülal Keleş, “Musul Meselesi”, (s. 609-624); Hikmet Öksüz, “Atatürk Döneminde Balkan Politikası 1923-1938”, (s. 625-642); Sabahattin Özel, “Atatürk Dönemi TürkiyeYunanistan İlişkileri”, (s. 643-653); Nicolae Ciahir, “Atatürk Döneminde Türkiye-Romanya İlişkileri”, (s. 654-660); Mevlüt Çelebi, “Atatürk Dönemi Dış Politikasında İtalya Faktörü, 1923-1938”, (s. 661-671); Sadık Erdaş, “İki Savaş Arasında Türk Boğazları”, (s. 672-684); Süleyman Hatipoğlu, “Hatay’ın Türkiye’ye Katılması”, (s. 685-690), Melih Tınal, “Atatürk’ün Dışişleri Bakanı: Tevfik Rüşdü Aras”, (s. 691-700); Gothard Jaeschke, “I. ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye’nin Dış Politikası”, (s. 798-802);122 Wayne Bowen, “Türkiye ve İkinci Dünya Savaşı: Taraflı Fakat Savaşmayan Ülke”, (s. 803812); Ramazan Çalık, “Türk-Alman İlişkileri 1923-1945”, (s. 813-822); Süleyman Seydi, “İngiliz Özel Harekât Birimi’nin (SOE) İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’deki Faaliyetleri”, (s. 823-834). Buna karşılık Baskın Oran’ın editörlüğünü yaptığı Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler, Yorumlar, I’de ise yazarların niteliğinden dolayı uluslararası ilişkiler bakış açısı hakim olmakla beraber, editöre göre bu bakış açısı, “disiplinlerarası yaklaşım”dır. Buna rağmen sözkonusu eserde 1923-1945 dönemi Türkiye’nin dış politikası, genel olarak Batı Avrupa ve Ortadoğu gibi coğrafya eksenli olup daha sonra ikili ilişkiler biçiminde ya da doğrudan SSCB ve Yunanistan gibi ikili ilişkiler tarzında kaleme alınmıştır. Ayrıca, 1923-1939 ve 1939-1945 dönemleri için ayrı ayrı birer “dönem bilançosu” yazılmış; konuların daha iyi anlaşılabilmesi için 122 G. Jaeschke’nin bu makalesi daha önce Belleten (1972, c. XL, sy. 164, s. 733-743)’de yayınlanmıştı.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
313
“kavram kutuları”, haritalar, döneme ilişkin karikatürler, posterler, resimler ve gazete sayfaları konularak “olay canlandırması” amaçlanmıştır. Bu edisyon çalışmada, 1923-1945 dönemi Türk dış politikasıyla ilgili başlıca şu yazılar bulunmaktadır: 1923-1939: Baskın Oran, “Dönem Bilançosu”, (s. 241-257); Batı Avrupa’ya İlişkiler: İlhan Uzgel-Ömer Kürkçüoğlu, “İngiltere’yle İlişkiler”, (s. 258-277); İ. Uzgel, “Fransa’yla İlişkiler”, (s. 277279); Melek Fırat-Ö. Kürkçüoğlu, “Sancak (Hatay) Sorunu”, (s. 279-292); İ. Uzgel “İtalya’yla İlişkiler”, (s. 292-297); İ. Uzgel “Almanya’yla İlişkiler”, (s. 297-306); İ. Uzgel “Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye”, (s. 306-313); Erel Tellal, “SSCB’yle İlişkiler”, (s. 314-324); M. Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, (s. 325-356); Ortadoğu’yla İlişkiler: A. Akdevelioğlu-Ö. Kürkçüoğlu, “İran’la İlişkiler”, (s. 357-369); A. Akdevelioğlu-Ö. Kürkçüoğlu, “Afganistan’la İlişkiler”, (s. 364-365); A. Akdevelioğlu-Ö. Kürkçüoğlu, “Sadabad Paktı”, (s. 365-369); Kudret Özersay “Montreux Boğazlar Sözleşmesi”, (s. 370384); II. Dünya Savaşı: B. Oran, “Dönemin Bilançosu”, (s. 387-398); Mustafa Aydın “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”, (s. 399-476). Bunun dışında Türk dış politikasıyla ilgili 1923-1945 dönemini de kapsayan daha uzun dönemli çalışmalara da rastlamaktayız. Bu konuda Y. Hikmet Bayur’un çalışmaları dikkat çekicidir: “Son Yirmi Beş Yıllık Tarihimize Bakışlar”, (Belleten, Temmuz-Ekim 1938, c. II, sy. 7-8, s. 309-335); “Birinci Genel Savaştan Sonra Yapılan Barış ve Anlaşmalarımız”, (Belleten, Temmuz 1965, c. XXIII, sy. 115, s. 499-516). Ayrıca, Yuluğ Tekin Kurat’ın “Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası 1923-1973”, (Belleten, Nisan 1975, c. XXXIX, sy. 154, s. 265-308) adlı makalesi de genel hatlarıyla adı geçen dönem içindeki Türk dış politikasının özetidir. Aynı şekilde İsmail Soysal “Cumhuriyet Döneminde Türk Diplomasi” (XII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 12-16 Eylül 1994 Kongreye Sunulan Bildiriler, IV, Ankara: TTK Yayınları, 1999, s. 14431457) adlı bildirisinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksel barışçı politikası, güvenlik sorunu ve uluslararası işbirliği, Batı ile ilişkilerin önceliği, Türk diplomasisinin niteliği ile süreklilik gösteren özellikleri üzerinde durmuştur. Yine bu bağlamda teori-pratik ilişkisini irdeleyen bir başka isim de Oral Sander’dir. O. Sander’in özellikle “Türkiye’nin Dış Politikasında Sürekliliğin Nedenleri” (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Eylül-Aralık 1982, c. XXXVII, sy. 3-4, s. 105-112) adlı makalesini anmak gerekmektedir. Bu makalesinde O. Sander, esas itibariyle bir siyasal tercih sonucunda Batı’ya yönelen Türkiye’nin sözkonusu dünyaya girmesinin Batı’nın elinde olduğu gerçeğinin altını çizmektedir. Sander’in uzun dönemli dış politika değerlendirme yazılarından biri de 20. yüzyılın özelliklerine ilişkindir: “20. Yüzyıl Tarihinin Temel Özellikleri” (Seha L. Meray’a Armağan, Ankara: AÜSBF Ya-
314
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
yını, 1982, c. II, s. 533-562). Ayrıca, Ankara Üniversitesi 1991/1992 öğretim yılı açılış dersinde Türk dış politikasını genel hatlarıyla, 1990’lara kadar dönemler halinde, sürekliliği gözeterek anlatması dikkat çekicidir. Sander’in bir başka çalışması ise 60 yıllık Türk-Yunan ilişkileriyle ilgilidir: “I. Dünya Savaşı’ndan Sonra Türk-Yunan İlişkileri: 60 Yıllık Kısır Döngü” adlı yazısında O. Sander, Türk-Yunan ilişkilerinin başlıkta ifade ettiği gibi “kısır döngü” halindedir.123 Diğer taraftan 1923-1945 dönemi Türk dış politikasına ilişkin, genel nitelikli olmalarına rağmen “dönemi kavratan” makaleler de yok değildir. Bunlardan ikisi, Haluk Ülman’ın biri müstakil diğeri Oral Sander ile beraber Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi’nde yazdıkları “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923-1968)” (I: Ankara, 1968, c. XXIII, sy. 3, s. 241-273; II: Ankara, 1972, c. XXVII, sy. 1, s. 1-24) adlı yazılardır. Aynı şekilde, Mehmet Gönlübol-Ömer Kürkçüoğlu ise, periyodu Atatürk dönemi ile sınırlayarak “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bakış” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1985, c. I, sy. 2, s. 451-473) yaparak sözkonusu dönemdeki önemli gelişmelerle, dönemin dış politikasının temel niteliklerini değerlendirmişlerdir.124 Bu değerlendirmeyi Hamza Eroğlu, Atatürk’ün dış politikasının veciz ifadesi olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi çerçevesinde yapmıştır: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1985, c. I, sy. 2, s. 435-449). Aynı dergide Yusuf Sarınay da, 1920-1999 arası dönem Türk dış politikasını genel olarak değerlendirmekte ve günümüzde Avrupa Birliği tartışmalarında “millî çıkar”ın gözetilmesini Atatürk dönemini örnek göstererek vermektedir: “Atatürk’ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme”, (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 2000, c. XVI, sy. 48, s. 857-886). Nur Bilge Criss de Y. Sarınay gibi Atatürk’ten günümüze (Kasım 2002) kadar olan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Politikaları” (Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Kasım-Aralık-Ocak 2002-2003, c. 6, sy. 21, s. 141-158)’nı değerlendirmekte ve fakat, Y. Sarınay’dan farklı olarak olaylara “uluslararası ilişkiler açısından” bakmaktadır. Bu bakış açısından hareketle de, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dış politika mirası, tek parti döneminde politika, Soğuk Savaşta Türkiye ve Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin dış politikaları gibi konulara odaklanmaktadır. 123 O. Sander’in burada zikrettiğimiz yazıları, vefatından sonra, onun bazı dış politika yazılarıyla birlikte Türkiye’nin Dış Politikası (2. Baskı, Melek Fırat (der.), Ankara: İmge Kitabevi, 2000) adıyla yeniden yayınlanmıştır. Eserin birinci baskısı 1998 tarihlidir. 124 Gönlübol-Kürkçüoğlu’nun yazısı, daha sonra Atatürk Araştırma Merkezi tarafından Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (Ankara, 2000, s. 1-27) adlı derleme eserde yeniden yayınlanmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
315
II. Dünya Savaşı ve Türkiye’nin dış politikası, makale bazında da bazı bilimsel çalışmaların konusu olmuştur. Nitekim Hasan Köni, “II’inci Dünya Savaşı Öncesinde Türk Dış Politikası” (Atatürk Yolu, I/1, Mayıs 1988, s. 43-64) üzerinde dururken bir diplomat olan Turgut Menemencioğlu da “Atatürk’ün Dış Politikası ve Bunun İkinci Dünya Savaşı Uygulaması” (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Haziran 1958, c. XIII, sy. 2, s. 201-228) adlı konferansında, meslekî tecrübelerinden istifadeyle Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasının esaslarına işaret ettikten sonra Lozan’dan Kahire Konferansı (Kasım 1943)’na kadar olan gelişmeleri anlatmıştır. Yine bir diplomat olan Kamuran Gürün ise Türkiye’nin II. Dünya Savaşına girmesine yönelik faaliyetleri, “Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’na Sokma Çabaları” (Belleten, Kasım 1988, c. LII, sy. 204, s. 1455-1468) adlı bir makalede incelemiştir. Feridun Cemal Erkin ise Kahire Konferansını konu edinmiştir: “Türkiye’nin Savaşa Katılması İçin Kahire’de Yapılan Müzakereler”, Belleten (Ankara, 1981, c. XLIII, sy. 170). Yuluğ Tekin Kurat, II. Dünya Savaşı’nda Kahire Konferansı üzerinde yoğunlaşmıştır: “Kahire Konferansı Tutanakları (4-7 Aralık 1943) ve Türkiye’yi Savaşa Sokma Girişimleri”, Belleten (Ankara, 1983, c. XLVII, sy. 185, s. 295-338). Aynı bağlamda, İzzet Öztoprak da, 30-31 Ocak1943 tarihli Adana görüşmelerinin askerî yönlerini belgeler ışığında Belleten (Nisan-Ağustos 1999, Ankara, 2000, c. LXIII, sy. 237, s. 597-618)’de yayınladığı “İkinci Dünya Savaşı Döneminde Adana Görüşmelerinin Askerî Yönü (8 Belge ile birlikte)” yazısında125 değerlendirmeye çalışmıştır. Son olarak Yeni Türkiye Yayınları’ndan çıkan 75. yıldönümünde devasa Cumhuriyet özel sayılarından söz etmek gerekmektedir. Bu yayında, 19231998 dönemi Türk dış politikasını, tarih, uluslararası ilişkiler ve milletlerarası hukuk açısından değerlendiren yazılar bulunmaktadır. Abdullah Gül Türkiye’nin dış politika retoriğini sorguladığı “Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası” adlı yazısında (s. 1311-1317), Türk dış politikasının bilinenin aksine, İnönü dönemine has pasif ve savunma amaçlı bir geleneğe sahip olduğu düşüncesindedir. Ahmet Davutoğlu, Soğuk Savaş sonrası uluslararası gelişmeleri yorumlayarak 21. yüzyılda Türkiye’nin binlerce yıllık tarih ve devlet geleneği içinde, Osmanlı mirasını da reddetmeden milletlerarası işbirliği esasları içinde aktif bir dış politika izlemesi gerektiğini “Uluslararası İlişkilerdeki Gerilim Alanları ve 21. Yüzyıl ile İlgili Projeksiyonlar” adını taşıyan yazısında (s. 1318-1326) dile getirmektedir. Aytaç Eker-Uğur Kılınç ise, Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeni kurulma sürecinde, Avrupa Bir125 İ. Öztoprak, bu yazıyı aynı adla 1997’de, İstanbul’da yapılmış olan Altıncı Askerî Tarih Semineri’ne bir bildiri olarak sunmuştu. Bkz., Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye (20-22 Ekim 1997-İstanbul, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1998, s. 182-209.
316
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
liği, NATO, AGİT gibi uluslararası kuruluşların akıbeti ile Rusya, Amerika, Ortadoğu, Uzakdoğu gibi bölgelerdeki gelişmeler ışığında Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasının esasları üzerinde “Dış Politikada Gelişmeler ve Türk Dış Politika Perspektifleri” adlı yazılarında (1327-1337) durmaktadırlar. Oya Akgönenç Mugisuddin ise “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde T.C. Dış Politikasının Değerlendirilmesi” (s. 1338-1342)’ni yaparken Türk dış politikasının ana prensiplerinden hareketle, 75 yıllık dönemi, 1923-1938, 1939-1950, 1950-1962, 1962-1979, 1979-1989 şeklinde beş döneme ayırarak genel çizginin statükocu, askerî geleneğe bağımlı, uluslararası değişikliklere açık ve en önemlisi bürokratik olduğunu yazmaktadır. Ramazan Gözen, “75. Yılında Türk Dış Politikasının Analizi ve Değerlendirilmesi” adlı yazısında (s. 1343-1360), Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasını “dış politika” ve “ulusal çıkar” kavramlarından hareketle analiz etmektedir. İsmail Soysal, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 Yıllık Dış Politikası” adlı yazısında (s. 13611367), dış politikada gelinen noktanın barışçı niteliğine bakarak başarılı olduğunu savunmaktadır. Berdal Aral “Atatürk Döneminde Türkiye ve Uluslararası Hukuk” adlı genel değerlendirme yazısında (s. 1368-1374), Türkiye’nin Sovyetler Birliği, Milletler Cemiyeti ve İslam Dünyası ile ilişkileri üzerinde durduktan sonra 1923-1938 döneminde, Türkiye’nin Avrupa Devletler Sisteminin bir uzantısı olan uluslararası hukuk düzenine karşı gelmekten kaçındığını ileri sürmüştür.126 3.7.4 Türk-İngiliz İlişkileri Kronolojik olarak literatüre baktığımızda, ilk olarak, Ahmet Şükrü Esmer’in “Türk-İngiliz Dostluğunun Temelleri” (Siyasi İlimler Mecmuası, Ocak 1939, sy. 94, s. 1-5) adlı makalesine rastlamaktayız. Bu makalenin, 19 Ekim 1939 tarihli Türk-İngiliz-Fransız ittifakı öncesine rastlaması dikkat çekicidir. Sözkonusu ittifak Rıfkı Salim Burçak’ın makalesinin konusu olmuştur: “İngiliz-Fransız-Türk İttifakı Ekim 19, 1939”, (Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, c. IV, sy. 1-2 ve 3-4). Bunun dışında, Türk-İngiliz ilişkileri açısından iki eseri daha belirtmeliyiz. İlk olarak Mümtaz Faik Fenik’in yazdığı Bir Harbin Kitabı, 1939 Harbi Türkiye-İngiltere İttifakı ve Büyük Britanya İmparatorluğu (Ankara: Zerbamat Basımevi, 1941)’dur. İkincisi ise Rıfkı Salim Burçak’a ait Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri 1791-1941 (İstanbul, 1946) adlı kitap olup sözkonusu ilişkilerin yaklaşık 150 yıllık dönemini Rus faktörünü de katarak üçlü ilişki tarzında incelemiştir. Bulgar tarihçi Ludmila Jivkova ise İngiliz-Alman ve Bulgar arşivlerine dayanarak ve Türkçe kaynakları da kullanarak İngiliz-Türk İlişkileri 19331939 (çev. Muharrem F. Erdinç, İstanbul: Habora Kitabevi Yayınları, 1978, 126 Yeni Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı, Eylül-Aralık 1998, sy. 23-24.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
317
272 s.)’u yazmıştır. Beş bölümden oluşan eser, kronolojik olarak İngilizTürk ilişkilerini incelemiştir. Türk-İngiliz İlişkileri 1583-1984 (400. yıldönümü) (Başbakanlık BasınYayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ankara 1985), Hacettepe Üniversitesi’nce düzenlenen seminer bildiri kitabıdır. İçerdiği toplam 9 bildirinin dördü 1920-1945 arası dönemle ilgilidir: Osman Okyar, “Fethi Okyar’ın 1922 ve 1934 ve 1934-1939 Yıllarında Londra’da İlk Kez Görevlendirilmesinin Işığında Türk-İngiliz İlişkilerinin Savaş Arası Dönemdeki Gelişimi” (s. 61-74); Ömer Kürkçüoğlu, “Türk-İngiliz İlişkileri, 1920’lerden 1950’lere” (s. 61-74); William Hale, “1923 Yılından Sonraki Türk-İngiliz Ticaret İlişkileri: Tecrübeler ve Sorunlar” (s. 93-112) ve Geoffrey Lewis, “Dörtyüzyıl Boyunca Türkler ve İngilizler” (s. 112-123). Nur Özmel Akın’ın hazırladığı bir doktora çalışması olan Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1999, 272 s.), II. Dünya Savaşı’nda Türk-İngiliz ilişkileri açısından önemlidir. 27 Şubat 1942-1 Eylül 1943 tarihleri arasındaki Ankara-Londra yazışmaları esas alınarak yazılan bu eserde, Türkiye’nin savaş dışı kalmasında Rauf Orbay’ın etkileri ve katkıları araştırılmıştır. Bu belgeleri R. Orbay’ın ailesinden elde eden yazar, savaş içindeki Türkiye’nin başarıyla uyguladığı “aktif tarafsızlık siyaseti”nde, Orbay’ın da katkısı olduğu düşüncesindedir. Bilindiği gibi 1923-1932 dönemi Türk-İngiliz ilişkilerinde, Musul vilayeti meselesi merkezî bir yer tutmaktaydı. Bu bağlamda, Lozan kısmında sözünü ettiğimiz bazı yazar ve eserleri yeniden hatırlatmak gerekmektedir. İlk önce, Kadir Mısıroğlu’nun Musul Meselesi ve Irak Türkleri (İstanbul: Sebil Yayınları, 1972, 215 s.)’ni sayabiliriz. Bu eser, yazarın üç ciltlik Lozan kitabıyla birlikte Musul vilayetinin Türkiye’den ayrılmasına kadarki olaylar hakkında öncü çalışmalardır. Ayrıca sözkonusu eserin ikinci bölümünde, 1926-1972 yılları arasında Irak Türklerinin durumu anlatılmaktadır. Ö. Kürkçüoğlu’nun Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Mim Kemal Öke’nin Musul-Kürdistan Sorunu (1918-1926) ile Kemal Melek’in İngiliz Belgelerinde Musul Sorunu adlı eserleri, özellikle İngiliz belgelerini kullanmaları ve daha bilimsel nitelik taşımaları bakımından dikkate değerdir. Son yıllarda, Kuzey Irak’taki gelişmelerin etkisiyle Musul meselesi, yeniden araştırılmaya başlamıştır. Bu çalışmalardan biri, kendisi de Kerküklü bir Türkmen olan Suphi Saatçi’nin yazdığı Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri (İstanbul: Ötüken Yayınevi, 2003, 283 s.)’dir. Saatçi’nin eseri, Türk, Türkmen, Elcezire ve Irak kavramlarının izah edildiği giriş bölümünden sonra sırasıyla “Irak Türklerinin Tarihi”, “Musul Meselesi”, “Anavatan Türkiye’den Ayrıldıktan Sonra Irak Türkleri” ve “Cumhuriyet Döneminde Türkler” bölümleri halinde 2000 yılına kadar yaşanan gelişmeleri anlatmıştır. Aynı şekilde Şev-
318
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
ket Koçasoy’un, Irak Türkleri ve Türk-Irak İlişkileri, 1932-1963 (İstanbul, 1991) adlı kitabı da gerek içeriği ve gerekse dönemi itibariyle genel olarak Türk-İngiliz ilişkileri içinde değerlendirilmelidir. İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu, Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel ve Siyasal İnceleme (Otopsi Yayınları, İstanbul 2003) adlı incelemesinde, meseleyi petrol ve Kürt etkenleri ışığında yeniden araştırmıştır. Kürkçüoğlu, Öke ve Melek gibi İngiliz arşiv belgelerini kullanan Kaymaz, Lozan’dan sonraki gelişmeleri, seleflerinden farklı ve ayrıntılı bir şekilde, Ankara Antlaşmasına kadar incelemiştir. Kaymaz’ın eserinde, Lozan sonrası Musul vilayetinde yaşanan gelişmeler, Haliç Konferansı ve petrol pazarlıklarının anlatıldığı üçüncü bölümün bir kısmı (s. 311-378) Milletler Cemiyeti, Nesturî ve Şeyh Said ayaklanmaları, Musul tahkikat komisyonu raporu, petrolün paylaşımı gibi konuların işlendiği dördüncü (s. 379-564) ve Milletler Cemiyeti’nin Musul vilayetiyle ilgili kararı, tepkiler ve Ankara antlaşmasının yer aldığı beşinci bölümler (s. 565-598) bulunmaktadır. Aynı şekilde, Hikmet Uluğbay’ın İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik (2. Baskı, Ayraç Yayınevi, Ankara 2003) adlı eseri de değerlidir. Bu eserde, daha önce söylediklerimize ilaveten “Lozan Sonrası Petropolitik” (s. 417-447), “Irak Petrollerinden Türkiye’nin Alacağı” (s. 448-467) ve “Çağın Petropolitiği” (s. 468-485) gibi konular işlenmiştir. Ayrıca, 1880-1952 yıllarına ait 18 belgenin metni de verilmiştir. Bunun dışında, Durmuş Yılmaz’ın özgünlükten uzak Musul Meselesi Tarihi (Konya: Çizgi Kitabevi, 2003, 227 s.)’ni de zikretmeliyiz. Hemen belirtelim ki, Türk-İngiliz ilişkileri sözkonusu olduğunda, Musul vilayeti meselesinin yanında ikinci mesele de Şeyh Said başta olmak olmak üzere Türkiye’nin doğusundaki ayaklanmalar idi. Bu konuda, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar 1924-1938, (Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1972, 500 s.); Behçet Cemal, Şeyh Said İsyanı (İstanbul: Sel Yayınları, 1955); Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı (İstanbul, 1968); Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması (İstanbul, 1981); Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri I-II, 1920-1927 (İzmir, 1988); Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Said Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar (Ankara, 1992) ve Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası (Ankara: Boğaziçi Yayınları, 1993) Türk kaynaklarına dayalı Türkçe eserlerin birkaçıdır. Ayrıca Mete Tunçay’ın Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (19231931) (Ankara: Yurt Yayınları, 1981) adlı eseri, “değerlendirmeleri” bakımından önemlidir.127 127 M. Tunçay, ikinci bölüm olan “Takrir-i Sükûn Dönemi” başlığı altında, “Şeyh Said Ayaklanması ve Bastırılması” (s. 127-140)’nı değerlendirmektedir. Ayrıca bu konuda literatür geniş olup Türk-İngiliz İlişkileri kapsamında birkaç Türkçe eseri zikretme gereği duyduk.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
319
Hollandalı bilim adamı Martin van Bruinessen’in Türkçeye çevrilen eserleri, Şeyh Said isyanı hakkında değerli bilgi ve yorumları içermektedir. Onun Türkçeye ilk çevrilen ve sosyolojik nitelik taşıyan eseri, Ağa, Şeyh ve Devlet (Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi) (çev. Remziye Arslan, İstanbul: Öz-ge Yayınları, ts., 490 s.)’dir. Bruinessen’in adı geçen eserinin beşinci bölümü (s. 327-372) tamamen Şeyh Said isyanına ayrılmıştır. Bu arada, isyanın İngilizlerle ilişkisine değinilerek “İngiliz desteği”nin olmadığı savunulmuştur (s. 361). Bunun dışında Bruinessen’in Türkçeye çevrilen ikinci eseri, makalelerinden oluşan Kürdistan Yazıları (4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, 373 s.)’dır. Bu eserde, sözkonusu isyanla ilgili olarak “Osmanlıcılıktan Ayrılıkçılığa: Şeyh Sait Ayaklanması’nın Dinî ve Etnik Arka Planı” (s. 123-172) adlı makale bulunmaktadır. Son olarak Tarih ve Tabiat Vakfı’nın yayınladığı iki ciltlik Irak Dosyası (İstanbul, 2003)’nı hatırlatmalıyız. Genellikle, Irak’ın tarihi, Türkmenlerin varlığı, Musul petrolleri, Sadabad Paktı, I. ve II. Körfez Savaşı, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması konularında çeşitli bilimsel yazılar bulunmaktadır. Irak Dosyası’nda, 1923-1945 dönemi Türk-İngiliz ilişkileri açısından şu iki yazı bulunmaktadır: Mustafa Budak, “Millî Bir Ukde: Musul Vilayeti Meselesi” (I: s. 361-418), Mustafa Sıtkı Bilgin, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 1923-1938) (II: s. 1-28). Bu arada Erdoğan Karakuş’un doktora tezi olarak hazırladığı İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türkİngiliz İlişkileri 1938-1939 (Ankara 2002) eserini zikretmeliyiz. Eserin özelliği, ana metinde, sıklıkla İngiliz arşiv belgelerinden geniş alıntılara yer vermesidir. Ayrıca eserde, 61 adet İngiliz arşiv belgesinin aynen tercümesi de bulunmaktadır. 3.7.4 Türk-Fransız İlişkileri Bu dönemde Türk-Fransız ilişkileri, Osmanlı Devlet borçları, İskenderun Sancağı dahil Türkiye-Suriye ilişkileri ve II. Dünya Savaşı öncesindeki ittifak girişimleri şeklinde cereyan etmiştir. Dış politika sözkonusu olunca, daha ziyade İskenderun Sancağı ile II. Dünya Savaşı öncesindeki siyasî gelişmeler hakkındaki eserlerden bahsetmemiz gerekmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Fahir Armaoğlu, Rıfat Uçarol gibi yazarların genel nitelikli eserleri dışında, Ahmet Faik Türkmen’in dört ciltlik Hatay Manda Tarihi (İstanbul, 1939); Remzi Sililöz’ün, Hatay Millî Mücadele Yılları (Bursa, 1937); Nuri Aydın Konuralp’in Hatay’ın Kurtuluşu ve Kurtarılış Mücadelesi Tarihi (İskenderun, 1970), Abdurrahman Melek’in Hatay Nasıl Kurtuldu (Ankara, 1966); Tayfur Sökmen’in, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar (Ankara, 1978) ile Selim Çelenk’in
320
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Hatay’ın Kurtuluş Mücadelesi Anıları (Antakya, 1997) adlı eserlerini saymalıyız. Aptülahat Akşin’in Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi adlı kitabında da “Hatay Meselesi ve Türk-Fransız Münasebetleri” adıyla bir bölüm vardır (s. 302-314). Feridun Cemal Erkin’in Dışişlerinde 34 Yıl (AnılarYorumlar) I (2. baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1987), İskenderun Sancağı hakkında değerli bilgi ve yorumlara sahiptir. Özellikle, “Sancak Sorunu” (s. 8590) ve “Antakya Raporu” (s. 91-103) ile “Sancak Sorununun Çözümüne Doğru” (s. 104-110) adlı bölümlerde, 1936-1939 yılları arası anlatılmaktadır. Bu anlatım, yazarın o devirde Beyrut Başkonsolosu olmasından dolayı daha değerli olmaktadır. Bunun dışında fahrî Hataylı olan Mehmet Tekin’in Tarihte Hatay ve Hatay Devleti (Antakya, 1986) önemli bir çalışmadır.128 Türkiye’de, Türk-Fransız siyasî ilişkileri konusunda değerli isimlerden biri emekli büyükelçi İsmail Soysal’dır. İ. Soysal, genellikle duygusal ve amatörce yazılan Hatay yazılarından farklı olarak, meslekten olması bakımından siyasî olaylara daha soğukkanlı bir bakışla makaleler yazmıştır. Sadece, Soysal’ın Türk-Fransız siyasî ilişkileri ile o çerçevede yazılmış Hatay meselesiyle ilgili yazılarını sıralamak yeterince fikir verebilecektir. İ. Soysal’ın kronolojik olarak yazdığı makalelerini şöyle sıralayabiliriz: “TürkFransız Siyasal İlişkileri, 1921-1984”, (Belleten, Ekim 1983, c. XXXXVII, sy. 188, s. 959-1044); “Türk-Fransız Siyasal İlişkileri, 1921-1948”, (İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, İstanbul, 1948, c. II, sy. 2, s. 315365); “Hatay Sorunu ve Türk-Fransız Siyasal İlişkileri, 1936-1939”, (Belleten, Nisan 1985, c. XXXXIX, sy. 193, s. 79-109). İ. Soysal’dan başka Mete Tunçay, Ahmet Özgiray, Ali Arslan, Hasan Köni gibi siyaset bilimci, tarihçi ve uluslararası ilişkiler uzmanları Hatay meselesini ele almıştır. M. Tunçay, TBMM perspektifinden hareketle “Hatay Sorunu ve TBMM”ni (Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı, (Ankara Siyasal İlimler Derneği Yayını, 1976) adlı sempozyuma sunduğu bildiride işlemiştir. Hasan Koni ise “Hatay Sorununa Yeni Bir Bakış” (Atatürk Yolu, Kasım 1989, c. 2, sy. 4, s. 535-540)129 getirmeye çalışmıştır. Aynı şekilde Ali Arslan da İngiliz arşiv belgelerinden hareketle Hatay meselesinde İngilizlerin ve Arapların tavırlarını ortaya koymaya çalışmıştır: “Hatay Meselesinde İngilizlerin Tutumu”, (II. Hatay Tarih ve Folklor Sempozyumu Bildirileri (1992) ve “Hatay Meselesinde Arapların Tavrı”, (Güneyde Kültür VII/75, Mayıs 1995. s. 15-23). Ahmet Özgiray da, İngiliz arşiv belgelerine dayanarak iki dönem halinde “Türk-Fransız Siyasal İlişkileri, 1924-1930” (Ege Üniversite128 Bu eserin genişletilmiş hali, Hatay Tarihi olarak 1993’te yeniden basılmıştır. 129 H. Köni’nin 1921 tarihli Türk-Fransız ilişkileriyle ilgili bir makalesi daha vardır: “1921 Tarihli Türk-Fransız Anlaşması Hakkında Bir Belge”, Atatürk Yolu, Kasım 1988, c. 1, sy. 2, s. 223-240.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
321
si Tarih İncelemeleri Dergisi, İzmir, 1992, sy. 7, s. 65-80) ve “Türk-Fransız Siyasal İlişkileri, 1930-1938” (Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, İzmir, 1994, sy. 9, s. 31-44) başlıklı iki makale yazmıştır. Bunun dışında Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde önceki yıllarda yayınlanan dış politika ağırlıklı yazılardan oluşan Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası adlı derleme eserde de Hatay meselesiyle ilgili üç makale bulunmaktadır: İlki Ergünoz Akçora’ya ait olup “Hatay’ın Anavatan’a İlhakının Türk Dış Politikasındaki Yeri” (s. 327-354) adını taşımaktadır. Hatay’ın bağımsızlık mücadelesi ve Türkiye’ye katılması devrelerini inceleyen iki makale ise Yusuf Sarınay tarafından kaleme alınmıştır. Y. Sarınay’ın Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi belgelerinden hareketle yazdığı iki makale şunlardır: “Atatürk’ün Hatay Politikası I 1936-1938” (s. 355-418) ve Atatürk’ün Hatay Politikası II 1938-1939” (s. 419-470). Yine Atatürk Araştırma Merkezi’nce Haziran 1999’da Hatay’da düzenlenen Anavatana Katılışının 60. Yıldönümünde Hatay130 başlıklı sempozyumun bildiri kitabında da 1923 sonrası dönemle ilgili olarak şu makaleler bulunmaktadır: Yusuf Sarınay, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası ve Hatay”; Süleyman Hatipoğlu, “Hatay’ın Kurtuluşunun Fikri Temelleri”; Hamit Pehlivanlı, “Eski Çağdan Günümüze Antakya ve İskenderun Bölgesinin Jeopolitik Önemi;, Hüsamettin Yıldırım, “Hatay Meselesinin Türkiye Lehine Çözümünün Türk-Sovyet İlişkilerine Yansıması”; Mehmet Mursaloğlu, “Misâk-ı Millî ve Bağımsızlığa Doğru Hatay”. Her ne kadar dış politika çalışması olmasa da Şerife Yorulmaz’ın “Fransız Manda Yönetimi Döneminde İskenderun Sancağı (Hatay)’nın Sosyo Ekonomik ve Siyasal Durumuna İlişkin Bazı Kayıtlar (1918-1939” (Atatürk Yolu, Kasım 1998, c. VI, sy. 22) adlı makalesi 1921-1939 dönemi Türk-Fransız ilişkilerini anlamak bakımından önemlidir. Genel olarak Türk-Fransız ilişkileri içinde değerlendirilen Türkiye-Suriye ilişkileri konusunda biri tercüme biri telif iki makale vardır: Bunlardan birincisi Ömer Osman Umar’a ait olup “Millî Mücadele Dönemi TürkiyeSuriye İlişkileri 1918-1923” (Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Haziran 1996, sy. 102, s. 25-39) adını taşımaktadır. İkincisi ise bir tercüme yazısıdır ve Abdülkerim Rafik’in kaleme aldığı “Türkiye-Suriye İlişkileri 1918-1926” (çev. Sebahattin Samur, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Şubat 1994, sy. 88)’dır. 3.7.5 Türk-Alman İlişkileri 1880’lerde başlayan ve I. Dünya Savaşı’nda zirveye çıkan Türk-Alman ilişkileri Osmanlı dönemindeki kadar olmasa da Cumhuriyet döneminde 130 Bu sempozyum bildirileri 2001 yılında basılmıştır.
322
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
de devam etmiştir. Almanya gibi Türkiye de Lozan Barış Antlaşmasına, rağmen, devletlerarası ilişkilerde yalnızlık içindeydi. Millî Mücadele dönemindeki ilişkilerden dolayı Türkiye, Fransa ve İngiltere ile sorunlar yaşamaktaydı. Almanya’nın böyle bir sorunu bulunmuyordu ve Türkiye açısından sorunsuz bir Avrupa devleti konumundaydı. Bundan yararlanan Almanya, 3 Mart 1924’te Ankara’da imzalanan Türk-Alman Dostluk Antlaşmasından sonra Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurdu. 1920’li yıllar boyunca çok sayıda Alman uzman Türkiye’ye tarım, hayvancılık ve mühendislik hizmetleri gibi konularda yardım ve danışmanlık hizmeti vermekteydi. Bu ilişkiler, Hitler döneminde de sürmüştür. Ancak, sözkonusu ilişkilere rağmen, Türkiye’de 1923-1945 dönemi Türk-Alman ilişkileri konusunda fazla bilimsel araştırma yapılmamıştır. Muhtemeldir ki bunda, 1945 sonrası uluslararası sistemde Almanya’nın etkinliğini kaybetmesi ve Türkiye’nin de ABD ile siyasî, askerî ve iktisadî ilişkilerini geliştirmek istemesi etkili oldu. Az da olsa bazı eserler veya makaleler yazılmıştır. Bu çalışmalardan ilki, Atatürk Zamanında Türk-Alman İlişkileri, 19241938 (çev. Esin Önal-Ayşe Unalmiser, Ankara, ts. 48 s.) adındaki anonim eserdir. Bunun dışında, Reinhard Hüber’in Yeni Türkiye Avrupa’ya Giden Yol (çev. Dr. Osman Zeki Torgay, Prag: Andree Kitabevi, 1943) ile Herbert Melzig’in Yakın Şarkta Alman Propagandası Hakkında Bir Muhtıra (Ankara, 1940) adlı eserlerini saymak mümkündür. İsmet Görgülü’nün İkinci Dünya Savaşı’nda Türk-Alman İlişkileri ve Hitlerin Türk Dostları (İstanbul, 1968) ise, Türkiye’de Hitler hayranlığının boyutlarına ışık tutmaktadır. Aynı kategoride, Johannes Glasneck’in Türkiye’de Faşist Alman Propagandası (çev. Arif Gelen, Ankara: Onur Yayınları, ts.)’nı belirtmeliyiz. Hatta, R. Davos’un Faşist Almanya’nın Türkiye’ye Yayılışı (T.K.P Yayınları, 1977), ideolojik niteliğine rağmen önemlidir. Bu bağlamda, Burhan Oğuz’un yazdığı Yüzyıllar Boyunca Alman Gerçeği ve Türkler (I. baskı, 1977; II. baskı, 1983, İstanbul)’i zikretmek gerekmektedir. Bu eserde, iki savaş arası dönem ile savaş sırasında Türk-Alman ilişkileri çerçevesinde özellikle Almanya’nın Türkiye’de güttüğü amaçlar üzerinde durulmuştur. Son olarak Alman basınına dayalı iki çalışmadan sözetmeliyiz: Bunlardan ilki, S. Eriş Güler’e ait Alman Basınında Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti 1910-1944 (Ankara, 1985) adlı eserdir. Bu eser, Almanca gazetelerden derlenmiş bir belge yayınıdır. İkincisi ise Ramazan Çalık’ın Alman Basınında Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa 1919-1923 (İzmir: Akademi Kitabevi, 2001, 308 s.) adını taşıyan eseridir. Adı geçen eserin Lozan Konferansı ile ilgili Alman gazetelerinden aktardığı bilgiler önem taşımaktadır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
323
Daha bilimsel anlamda ilk çalışma, Yuluğ Tekin Kurat’ın “İkinci Dünya Savaşında Türk-Alman Ticaretindeki İktisadî Siyaset” (Belleten, Ocak 1961, c. XXV, sy. 97, s. 95-103)’tir.131 Sözkonusu makale, genel nitelikte olup krom ticareti üzerinedir. İkincisi, Andrea Hillgruber’e ait olup “Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Almanların Savaş Hedefleri” (Belleten, c. XXXVI, sy. 141, s. 85-87) adını taşımaktadır.132 Türk-Alman ilişkileri konusunda Türkiye’de en ciddî eserlerin sahibi Cemil Koçak’tır. C. Koçak, 1986’da, Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938-1945) adlı eserini yayınlamıştır. Bu eser, daha çok Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden alınmış belgelerden hareketle Türkiye’nin 1938-1945 dönemine ışık tutmaya çalışmıştır. Özellikle, eserin üçüncü bölümünün son kısmı (s. 109171) ile dördüncü (s. 173-212) ve altıncı bölümleri (s. 259-323) Türk-Alman siyasî ilişkilerini ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. C. Koçak, ilk eserinin başlangıç bölümünü oluşturacak şekilde, II. Dünya Savaşı öncesine kadar iki ülke arasındaki ilişkileri, Türk-Alman İlişkileri 1923-1939 -İki Dünya Savaşı Arasındaki Dönemde Siyasal, Kültürel, Askerî ve Ekonomik İlişkiler- (Ankara: TTK Yayınları, 1991, 277 s.) adıyla yayınlamıştır. İki bölümden oluşan bu eser, Alman dış politika belgelerinden ve ikinci derecedeki Alman ve Türk kaynaklarından yararlanılarak yazılmıştır. İlgi çekicidir ki, kitabın bölümleri, Almanya’nın konumuna göre belirlenmiş ve konular, Weimar Cumhuriyeti (1923-1933) ile Nazi Dönemi (1933-1939) şeklinde ele alınmıştır. Cemil Koçak’tan başka Yavuz Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri 1923-1945 (Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1993) adlı bir kitap yazmıştır. Birçok askerî yayında olduğu gibi genel nitelikli olarak ve “rapor mantığı” içinde yazılmıştır. Ayrıca Y. Özgüldür’e ait “Almanya’nın Türkiye ile İlişkilerini Askerî Açıdan Geliştirme Çabaları 1933-1939” (Askerî Tarih Bülteni, Şubat 1993, c. XVIII, c. 34, s. 165-170) adını taşıyan bir makale vardır. Bunun dışında, Selim Deringil’in İngiliz belgelerine dayalı Denge Oyunu -İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası- (İstanbul, 1994) adlı eserinin bazı bölümleri, Türk-Alman ilişkilerini de kapsamaktadır. Özellikle, “Nazi-Sovyet Paktı ve Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, “TürkAlman Saldırmazlık Antlaşması”, “Almanya’nın Sovyetlere Saldırısı”, “Irak ve Suriye Olayları”, “İran’ın İşgali”, “Krom Sorunu”, “Turancılık Sorunu”, “Almanya’dan Silah Alımı ve Etkin Tarafsızlık”, “Krom Meselesi Yeniden Gün131 Bu makalenin İngilizcesi de “A Survey of Economic Policy in the Turco-German Trade During World War II” adıyla aynı dergide yayınlanmıştır. 132 Aslında bu yazı, bir konferans olup 12 Mayıs 1971’de, Türk Tarih Kurumu’nda verilmiştir. Kısa da olsa Almanya’nın I. ve II. Dünya Savaşlarındaki hedeflerinin benzerliği tartışmalarına değinilmiştir.
324
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
demde” ve “Almanya ile Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi” adını taşıyan kısımlar önemli bilgiler içermektedir. Fahir Armaoğlu ile İsmail Soysal’ın birlikte yazdıkları “Türkiye’nin Hitler Almanyası ile İlişkileri 1933-1941” (Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 1999, s. 297-307) hacmi az ama önemli bir çalışmadır. Bir siyaset bilimi çalışması olmasına rağmen Günay Göksu Özdoğan’ın Turan’dan Bozkurt’a - Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946) (İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, 352 s.) adlı eseri dikkat çekicidir. Türkçü-Turancı akımın II. Dünya Savaşı dönemindeki yükseliş ve düşüş sürecini analiz eden G.G. Özdoğan’ın eserinin dördüncü bölümü (s. 125-178), daha ziyade siyasî tarih niteliğinde olup “Türkiye ve Savaşan Avrupa Devletleri” ile “Türkiye’de Alman Politikası (1941-1943) ve Türkiye’nin Yanıtı” üzerinde durulmaktadır. Son olarak Joseph Ackermann’ın “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türk-Alman İlişkileri”, Atatürk Konferansları (VI, 1973-1974, Ankara: TTK Yayınları, 1977, s. 63-72) adını taşıyan konferansı ile Belgelerle Türk Tarihi Dergisi’nin iki sayısında (Ocak 1999, sy. 24, s. 39-43; Şubat 1999, sy. 25, s. 45-52) yayınlanan “Türkiye’nin Alman Politikası 1941-1943” adlı makalelerini sayabiliriz. 3.7.6 Türk-Sovyet İlişkileri 1923-1945 Türk Sovyet ilişkilerini üç devrede incelemek gerekmektedir. Birinci dönem, “işbirliği dönemi” olarak adlandırılan 1923-1936 yıllarıdır. Bu işbirliğinin en somut örneği, 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasıdır. İkinci dönem, “yol ayrımı dönemi” olarak nitelendirilen 1936-1939 yıllarını kapsamaktadır. Aynı zamanda bu dönem, Türkiye’nin Batı’ya yakınlaşmaya çalıştığı ve İngiltere ve Fransa ile ittifak arayışına girdiği yıllardır. Üçüncü dönem ise 1939-1945 yıllarını kapsayan savaş dönemi olup bu dönemde ilişkiler, tam karşıtlık içermese de dostane değildir. Üç farklı evre göstermesine ve Sovyetler’in Soğuk Savaş döneminde “korkulan güç” olmasına rağmen 1923-1945 dönemi, Türk-Sovyet ilişkileri üzerinde yeterli bilimsel çalışma yapılmamıştır. Bu konuda, Mehmet Gönlübol-Cem Sar’ın Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938) adlı eseri, genel nitelikli olmasına, kısıtlı kaynağına rağmen bir ilktir. Aynı şekilde, F. Armaoğlu’nun 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi ile Rıfat Uçarol’un Siyasi Tarihi de benzer nitelikte genel eserlerdir. Ayrıca, Baskın Oran’ın editörlüğünde yayınlanan Türk Dış Politikası (I: 1919-1980) da, genel niteliğine rağmen betimleyici olmasından ziyade çözümleyici özelliğinden dolayı Türk-Sovyet ilişkileri açısından değerlidir. Sözkonusu eserde, 1923-1939 dönemi Sovyetler’le ilişkiler, Erel Tellal tarafından yazılmıştır. Aynı eserin “1939-1945
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
325
Savaş Kaosunda Türkiye” başlıklı Mustafa Aydın tarafından yazılan bölümünde Türk-Sovyet ilişkileri, Alman-Sovyet, İngiliz-Sovyet ilişkileri ile Türkiye’nin savaşa sokulması girişimleri anlatılırken değerlendirilmiştir. Aptülahat Akşin ise Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi adlı eserinde (s. 74-89), 1923-1939 yılları arasındaki Türk-Sovyet ilişkileri hakkında kısa ve özlü değerlendirmeler yapmaktadır. Kronolojik olarak baktığımızda, geniş kapsamlı ilk eser, Cemil Bilsel’in Türk Boğazları (İstanbul, 1948)’dır. C. Bilsel eserinde, geleneksel Boğazlar meselesi çerçevesinde, 1923 sonrası Türk-Sovyet ilişkilerini de değerlendirilmiştir. Aynı çerçevede bir başka eser ise Feridun Cemal Erkin’e ait olup Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi (Ankara: Başnur Matbaası, 1968) adını taşımaktadır. Özellikle yazarın, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun Eylül-Ekim 1939’da Moskova’yı ziyaret eden Türk heyetinde yer almasından dolayı eserinin değeri artmaktadır. Yine F.C. Erkin’in yazdığı Dışişlerinde 34 Yıl (Anılar-Yorumlar) I, adlı eserin çeşitli bölümlerinde (“Moskova Ziyareti”, “Alman-Rus Harbi”, “Boğazlardan Geçen Alman Gemileri”, “Ruslar Anlaşmamızı Feshediyor” gibi başlıklar) Sovyetlerle ilişkiler hakkında bilgi verilmektedir. Soğuk Savaş şartları içinde Türkiye’de Sovyetlerle ilgili nadir eserlerden olan Taha Akyol’un Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye, (2. baskı, İstanbul: Ötüken Yayınevi, 1979, c. I). de antikomünist bir bakış açısıyla yazılmıştır. Akademik anlamda, F. Cemal Erkin’den başka, 1990’lara gelinceye kadar Türk-Sovyet ilişkileri konusunda yazan bir başka isim de Rıfkı Salim Burçak’tır. Burçak’ın ilk eseri, “üçlü ilişki” ya da “ilişkiler dinamiği” çerçevesinde yazılmış olan Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri (İstanbul, 1946)’dir. Bu eserin de “Boğazlar meselesi” çerçevesinde şekillendiğini söyleyebiliriz. İkinci eser, Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1936-16 Ekim 1939) ve Dış Politikamız Üzerindeki Tesirleri (Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983, 215 s.)’dir. Her ne kadar Burçak’ın eseri, dönemin başbakanı Ş. Saraçoğlu’nun Moskova görüşmeleri ve onun etkileri gibi görünse de daha ziyade 1920-1965 yılları arasında Türkiye-Sovyet Rusya ilişkilerindeki değişiklikleri sebepleriyle ortaya koymak ve Türk dış politikasının hangi şartlarda oluştuğunu anlatmak için kaleme alınmıştır. Dokuz bölümden oluşan eser, Millî Mücadele, Cumhuriyetin ilk yılları, II. Dünya Savaşı öncesi, savaş dönemi ve sonrası Türk-Sovyet ilişkilerini anlatmıştır. Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953) (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991) adlı eserinde Millî Mücadele döneminden, Sovyetler’in Türkiye’den toprak talepleri olmadığını açıkladığı 1953 yılına kadar geçen süreçte Ankara-Moskova arasında yaşanan yumuşama ve gerginlik noktaları üzerinde değerli bilgiler vermiştir. Aynı şekilde Ahmet Suat Bilge, Güç Komşuluk Türkiye-Sovyetler Birliği İliş-
326
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
kileri 1920-1964 (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992, 367 s.) adını verdiği eserinde, adından da anlaşılacağı gibi her iki devlet arasındaki ilişkileri, “ikili ilişkiler” biçiminde “olaylar” ekseninde ele almaya çalışmıştır. Bu siyasî ilişkilerin kurulma-bozulma ve yeniden normale dönme sarmalında sürdüğü görüşünde olan Suat Bilge, 1939 tarihli Moskova’daki Ş. Saraçoğlu-Molotof görüşmelerinin yanısıra II. Dünya Savaşı döneminde gerçekleşen Adana buluşması (30-31 Ocak 1943), Moskova (18 Ekim-1 Kasım 1943) ve Kahire ( 5-8 Kasım 1943) konferanslarında Rus-Türk-İngiliz yetkililer arasındaki ikili görüşmeleri, Türk ve yabancı kaynaklardan mukayeseli olarak vermeye çalışmıştır. Bu yönüyle de dikkate değer bir eserdir. Millî Mücadele dönemi Türk-Sovyet ilişkileri hakkında Atatürk’ün Sovyet Politikası133 (2. baskı, İstanbul: Damla Neşriyat, 1990, 137 s.) adındaki bir esere sahip olan Mehmet Saray’ın daha geniş kapsamlı ikinci eseri ise Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin Nato’ya Girişi (III. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler) (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2000, 257 s.)’dir. Esasında iki ana bölüme ayrılan eserin ilk bölümü, geleneksel Rusya’nın Türkiye siyasetinin anlatımından sonra 1917 tarihli Bolşevik İhtilalinden 1950 yılına kadar geçen süredeki Türk-Sovyet ilişkilerine (s. 1-98), ikinci bölüm ise Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve sonrası dış politik gelişmelere (s. 99-179) ayrılmıştır.134 Türk-Sovyet ilişkileri hakkında bazı makaleler de vardır. İlk makale R. Salim Burçak’a ait olup tarihi Boğazlar meselesinin II. Dünya Savaşındaki seyri üzerinde durmaktadır: “İkinci Dünya Savaşında Boğazlar Meselesi”, (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ankara, 1947, c. II, sy. 1-2, s. 191204). Baskın Oran ise, makalesinde, 1939-1974 dönemi Türk-Sovyet ilişkilerini konu edinmektedir: “Türkiye’nin Kuzeydeki Büyük Komşu Sorunu Nedir? (Türk-Sovyet İlişkileri, 1939-1974)”, (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ankara, 1970, c. XXV, sy. 1, s. 41-94). Türk ve Batı kaynaklarından hareketle Boğazlar meselesi üzerinde yazılmış bir makale de Doğu Ergil’e aittir: “Boğazlar Üzerinde Bitmeyen Kavga (1923-1976)”, Lozan’ın 50. Yılına Armağan, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1978, s. 104-133). Bu yazısında D. Ergil, Boğazlar meselesinin tek başına Türkiye’nin askerî ve diplomatik boyutlarını aşan bir sorun olduğu ve bu durumun tıpkı silah ambargosu ve Ege sorunu gibi Türkiye’yi Batı’nın Ortadoğu’daki siyasî ve askerî ihtiraslarına uyumlu hale getirmeye yönelik bir tak133 Bu eserin ilk baskısı 1984’te yapılmıştır. 134 Bu eserin özelliği, yazarının Celal Bayar’la yapmış olduğu görüşme metinlerinin ve C. Bayar’ın özel arşivinden aldığı belgelerin çoğunlukla aynen verilmesidir. Zaten geniş alıntılara yer vermek, M. Saray’ın karakteristik yazım tarzıdır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
327
tik niteliği taşıdığı kanaatindedir (s. 133). Bunun dışında İsmail Soysal’ın Türk-Sovyet ilişkileriyle ilgili bir bildirisini zikretmeliyiz: “1925 Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktına Ek: Gizli Kalmış Bir Belge: Çiçerin’in Mektubu”, Türk Tarih Kongresi Bildirileri III, Ankara, 1989. 3.7.7 Türk-Amerikan İlişkileri ABD’nin Lozan Konferansına gözlemci olarak katılmasına rağmen Lozan Barış Antlaşması’nı 1927’de tanıması, Türk-Amerikan ilişkilerinin sözkonusu dönemde gelişmesini engellemiştir. Buna rağmen 1923-1945 dönemi ilişkiler üzerinde bazı araştırmalar yapılmıştır. Bu konuda dikkat çekici ilk eser bir tercüme olup Lawrance Evans’a ait Türkiye’nin Paylaşılması (1914-1924)135 (çev. Tevfik Alanay, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1972, 424 s.) adlı eserdir. L. Evans’ın eseri, adından da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin I. Dünya Savaşı, Millî Mücadele ve Lozan Konferansı gibi en hayatî dönemlerini, Amerikan resmî belgelerine dayanarak anlatmaktadır. Ayrıca bir bölüm (Onikinci Bölüm) Amerika’nın Türkiye ile ilişkilerine ayrılmıştır. Bu bölümde, Ermeni meselesi, manda tartışmaları, Amiral Bristol’un faaliyetleri, Chester imtiyazı ve Mustafa Kemal Paşa’nın bunlara yaklaşımları incelenmiştir. Yine bu dönemle ilgili ikinci eser, Orhan Duru’nun Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, 260 s.)’dir. Bu kitap, Türkiye’de görevli Amerikan Yüksek Komiseri ve diğer yetkililerce yazılıp gönderilen Amerikan Dışişleri Bakanlığı belgelerinden oluşmaktadır. Tematik olarak esere baktığımızda, sosyal ve ekonomik konuların yanı sıra, ABD mandası, Kafkasya, Anadolu-İstanbul çatışması, Kürt sorunu, Musul sorunu, ABD ile diplomatik kavga ve Türk-Amerikan dostluğu gibi iç ve dış politik konularla ilgili belgelere yer verilmiştir. Ayrıca Fahir Armaoğlu’nun Belgelerle TürkAmerikan Münasebetleri -Açıklamalı- (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991, 376 s.)’ni hatırlamalıyız. Bu eser, Osmanlı döneminden başlayarak (7 Mayıs 1830) 21 Şubat 1988 tarihli Türk-Amerikan Savunma ve İşbirliği Anlaşması (S.E.İ.A)’nın yenilenmesine kadar olan dönemi kapsamaktadır. Armaoğlu’nun eseri bir telif olmaktan çok antlaşma metinlerinin (46 anlaşma, nota vb. metinler) yayınlanması şeklindedir. Haluk Ulman ise İkinci Cihan Savaşı’nın Başından Truman Doktrinine Kadar Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri 1939-1947 (Ankara, 1981, 141 s.) adlı eseriyle 1945 öncesi ve sonrası Türk-Amerikan ilişkilerine ışık tutmaktadır. ABD’nin yayınladığı resmî belgeler ile ABD dışişleri yetkilileri135 Bu kitabın yeni baskısı Örgün Yayınevi tarafından Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924) adıyla 2003’te yayınlanmıştır. Tercüme edenler olarak Tevfik Alanay’ın dışında N. Uğurlu ve O. Uğurlu da yer almaktadır.
328
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
nin anıları ışığında hazırlanan bu eserde II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasındaki Türk-Amerikan ilişkilerine değinildikten sonra Türk-Sovyet ilişkilerindeki gerginlik ve buna ABD’nin tavrı ve Truman doktrini çerçevesinde Amerikan yardımları üzerinde durulmuştur. Son yıllarda Türk-ABD ilişkileri ile ilgili biri tarih diğeri siyasal bilim çalışması iki eser yayınlanmıştır. Bunlardan tarih çalışması olanı Çağrı Erhan’ın Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri 1774-1914 (Ankara: İmge Kitabevi, 2001 426 s.) adlı eseridir. İkinci eser ise Burcu Bostanoğlu’na ait Türkiye–ABD İlişkilerinin Politikası (Ankara: İmge Kitabevi, 1999)’dır. Bu eserin giriş, birinci ve ikinci kısımları kuram-siyasa üzerine olup diğer kısımları Kore Savaşı, Kıbrıs ve Körfez Savaşları gibi süreçler ile ilgilidir. Hemen belirtelim ki, 1923-1945 dönemi Türk-Amerikan ilişkileri, daha ziyade “makale” çapında araştırmaların konusu olmuştur. Bunlar da daha ziyade A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Dış Politika (Foreign Policy) Dergisi, Belleten gibi Türkiye’deki bazı seçkin süreli yayınlarda yayınlanmıştır. Bu makaleleri şu şekilde sıralayabiliriz: M. Gönlübol, “Türk-Amerikan İlişkileri: Genel Bir Değerlendirme”, Dış Politika (Foreign Policy), (1981, sy. 4, s. 5-18); Bilâl Şimşir, “Türk-Amerikan İlişkilerinin Yeniden Kurulması ve Ahmet Muhtar Bey’in Washington Büyükelçiliği”, Belleten (Ankara, 1977, c. XLI, sy. 162, s. 277-356); İsmail Soysal, “Türk-Amerikan Siyasal İlişkilerinin Ana Çizgileri”, Belleten (Ankara, 1977, c. XLI, sy. 162, s. 257-276); İsmail Arar; “Atatürk’ün Amerikan Milletine Seslenişi”, Belleten, (Ankara, 1981, c. XLV-2, sy. 178, s. 107-112); J.C. Hurewitz, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Atatürk”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, (İstanbul: Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1983, s. 481-514); Ercüment Kuran, “Türk-ABD İlişkileri Başlarken: Dr. Fuat Mehmet Bey’in Amerikan Gezisi, Nisan-Temmuz 1923”, Yeni Forum (Mart 1984, sy. 108); E. Kuran, “Türk-Amerikan İlişkileri Başlarken: Büyükelçi Joseph C. Grew’in Faaliyetleri, 1927-1832”, Yeni Forum (Nisan 1984, sy. 110) Orhan F. Köprülü, “Tarihte Türk-Amerikan Münasebetleri”, Belleten, (Ankara, 1987, c. LI, sy. 200, s. 927-947); F. Armaoğlu, “Amerikan Belgelerinde Lozan ve Amerika”, Belleten, (Ağustos 1991, sy. 213, s. 483528); Erdal Açıkses, “Lozan’da Türkiye İle Amerika Birleşik Devletleri Arasında İmzalanan 6 Ağustos 1923 Tarihli Antlaşma”, Atatürk Yolu (Mayıs 1998, c. VI, sy. 21, s. 1-32); F. Armaoğlu, “Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (Ankara, 2000, s. 281295); Necdet Ekinci, “ABD Arşiv Belgeleri ve Değişen Dünya Siyasal Konjonktürünün Işığında Mac Arthur’un Türkiye Ziyareti ve İkinci Dünya Savaşı Sonrası Türk-Amerikan İlişkilerine Olumlu Etkisi”, Yeni Türkiye, Türkoloji Özel Sayısı, II, Mart-Nisan 2002, sy. 44).
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
329
3.7.8 Türk-Yunan İlişkileri Türk-Yunan ilişkileri, Lozan Konferansında toprak (Trakya, Kuzey Ege adaları), insanî (nüfus değişimi ve Fener Patrikhanesi) ve malî (tamirat) sorunlar çerçevesinde sürmüştür. Lozan Antlaşması ile sınır Meriç nehri olurken, Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan adaları dışındaki adalar, Türkiye’nin elinden çıkmış; İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Müslüman Türkler dışında Anadolu ve Yunanistan arasında nüfus değişimine karar verilmiş; Fener Patrikhanesi de “ekümenik” niteliğinden vazgeçerek Türkiye sınırları içinde kalmış ve Karaağaç karşılığı, Türkiye, Yunanistan’dan istediği savaş tamirat bedelinden vazgeçmiştir. Böylece, Türkiye ve Yunanistan arasındaki temel sorunlar çözümlenmiştir. Buna rağmen Lozan Antlaşmasının uygulamasından kaynaklanan bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı 1923’ten sonraki dönem, bu uygulama kaynaklı anlaşmazlıkların çözülmesiyle geçmiştir. Türk-Yunan ilişkileri uzmanı Melek Fırat’a göre,136 1923-1939 dönemi Türk-Yunan ilişkileri iki ana döneme ayrılır: Birincisi “gerilimli dönem” adını verdiği 1923-1929 yılları arasıdır. İkincisi ise sorunların çözümlendiği 1929-1939 yıllarına denk düşen “dostluk dönemi”dir. Burada, daha önce zikrettiğimiz, S. Meray, C. Bilsel, A.N. Karacan, S. Sonyel’in eserleriyle birlikte M. Gönlübol-Cem Sar, F. Armaoğlu ve R. Uçarol’un genel siyasî tarih eserlerinde Türk-Yunan ilişkilerinden genel olarak ya da ayrıntılı bir şekilde bahsedilmiştir. Genel çerçevede Türkiye-Yunanistan ilişkileri konusunda kayda değer ilk eser, Şükrü Gürel’e ait Tarihsel Boyutlar İçinde Türk-Yunan İlişkileri, 1821-1993 (Ankara, 1993)’dir. İkinci eser ise Murat Hatipoğlu’nun Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954 (Ankara: Siyasal Yayınevi, 1997)137 adlı eseridir. M. Hatipoğlu kitabında, Lozan Barış Antlaşması ile Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs olaylarından dolayı gerginleşmeye başladığı dönem arasındaki olayları konu edinmiştir. Ancak yukarıdaki iki eserden önce, Genelkurmay ATASE Başkanlığı bu konuda bazı eserler yayınlamıştır. İlki, III. Askerî Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri (Ankara, 1986) adlı seminer bildirilerinden oluşan bir eserdir. İkincisi ise emekli general Sedat İlhan’ın yazdığı Türk-Yunan İlişkileri (Ankara, 1989)’dir. Bu anlamda son eser, Yılmaz Tezcan’ın Türk-Yunan İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını (İstanbul: 136 M. Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası I, 7. baskı, Baskın Oran (ed.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2003, s. 336-356. 137 M. Hatipoğlu’nun bu eserinden başka, Yunanistan’daki Gelişmeler Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922) (Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1988, 180 s.) adında bir kitabı daha vardır.
330
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Harp Akademileri Basımevi, 1994, 149 s.) adını taşımaktadır. Tezcan’ın kitabı rapor tekniğiyle hazırlanmış bir eser olup, Yunanistan’ı coğrafî, tarihî, nüfus açısından analiz ettikten sonra Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan sorunları (Ege adalarının silahlandırılması, kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, Batı Trakya Türk azınlığı, Kıbrıs, İstanbul’daki Rum azınlığı gibi) “dünbugün-yarın” perspektifinden değerlendirmeye çalışmıştır. Aynı tarzda kaleme alınmış bir diğer eser de Abdülkadir Yayla’nın Balkanların Dünü, Bugünü, Yarını (İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, 1993) adını taşımaktadır. Ayrıca, Türk görüşlerini yansıtan bu eserlerden başka Yunan görüşlerine yakın duran ve 1990’lı yılların başında Türkçeye tercüme edilmiş olan Richard Clog’un Modern Yunanistan Tarihi (çev. Dilek Şendil, İstanbul: İletişim Yayınları, 1992)’nde ise iki ülke arasındaki sorunlara değinilmektedir. Vamık D. Volkan ile Norman Itzkowitz’in birlikte yazdıkları Türkler ve Yunanlılar Çatışan Komşular (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 2002, 294 s.) adlı kitap, Türk-Yunan ilişkilerinin psikolojik temellerini aydınlatmak amacına yönelik ilgi çekici bir çalışmadır. Yazarlar, Anadolu’nun Türklerden önceki tarihinden başlayarak günümüze kadar Türkler ve Yunanlılar arasındaki ilişkilerin (Malazgirt zaferi, İstanbul’un fethi, Yunan bağımsızlık savaşı, Türk Millî Mücadelesi, Ayasofya, Fenerli tacirler, Kıbrıs, Ege Denizi gibi sembolik olay ve sorunlar) nasıl düşman imgesine dönüştüğü ve bunun dostluğa nasıl çevrileceği üzerinde analiz yapmışlardır. Türk-Yunan ilişkileri, sadece kitaplara konu olmamış, güvenlik ve dış politika gerekçeleriyle sıklıkla, ilmî ya da askerî nitelikli toplantıların ana gündem konusu olmaya devam etmiştir. Özellikle bu ilginin 1980’lerden sonra arttığını belirtmek gerekmektedir. Bunda, o tarihlerin Atatürk’ün 100. doğum yıldönümüne (1981) tesadüf etmesinin de payı bulunmaktadır. Nitekim Kamuran Gürün, “Türk-Yunan İlişkileri ve Lozan Antlaşması”nı Atatürk Türkiye’sinde Dış Politika Sempozyumu -24 Ekim 1983- (İstanbul, 1984)’nda bildiri olarak sunmuştur. Aynı şekilde, Sevim Ünal’ın “Atatürk’ün Balkanlardaki Barışçıl Politikası” (IX. Türk Tarih Kongresi, III, Ankara, 1989); Sina Akşin-Melek Fırat ikilisinin “İki Savaş Arası Dönemde Balkanlar (1919-1939)”, Balkanlar (OBİV), (İstanbul, 1993); Şükrü Gürel’in “1930’lu Yıllarda Türk-Yunan İlişkileri”, İki Savaş Arasında Balkanlar (İstanbul, 1993) ile Dilek Barlas’ın “Türkiye’nin 1930’lardaki Balkan Politikası”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Bildiriler (Ankara: TTK Yayınları, 1999, s. 361-371) adlı bildirileri de dikkate değer çalışmalardır. Ayrıca, Hikmet Öksüz, “Atatürk Döneminde Balkan Politikası (1923-1938)”, (Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, c. XVI, s. 625-642) adlı makalesinde ikili ilişkiler tarzında Türkiye’nin Balkan politi-
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
331
kasını ve bu arada Balkan Antantını incelemiştir. Sabahattin Özel de Türk basınına göre “Atatürk Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkileri” (Türkler, c. XVI, s. 643-653)’ni incelemiş ve Atatürk dönemindeki ilişkileri örnek göstererek Türkiye’nin Yunanistan için tehdit olmadığını belirtmiş ve Yunan politikacıların bunu anlaması gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Türk-Yunan ilişkilerinde en önemli sorun nüfus değişimidir. Bu konuda, Cevat Gerey’in Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskânı, 1923-1961 (Ankara, 1962) ile Ahmet Cevat Eren’in Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri (İstanbul, 1966) adlı eserleri, Türkiye’de ilk çalışmalardır. Bundan sonra, Kemal Arı’nın Büyük Mübadele -Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925)- (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, 198 s.) adındaki eseri dikkat çekmektedir. Türk kaynaklarına dayalı bu eser, Lozan sonrasında Yunanistan’dan gelen Müslümanların Anadolu’ya iskânı, bu iskândan doğan sorunlar ve bu sorunların çözümüne yönelik çabalar ile ilgili ayrıntılı bir çalışmadır. Bunun dışında K. Arı’nın “1923 Türk-Rum Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de Emvâl-i Metrûke ve Mübadil Göçmenler” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz 1990, c. IV, sy. 18, s. 627-657); “Cumhuriyet Dönemi Nüfus Politikasını Belirleyen Temel Unsurlar” (Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1992, c. VII, sy. 23, s. 409-420) adlı makalelerini sayabiliriz.138 H. Yıldırım Ağanoğlu’nun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makûs Talihi: Göç (İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2001, 397 s.) adlı eseri ise Osmanlı arşiv belgelerine dayalı son derece kapsamlı bir çalışma olup Balkan Savaşlarından 1923 Lozan mübadele uygulamalarına kadar yaşanan Türkiye’ye göç sürecini incelemiştir. Ayrıca eserin son bölümlerinde, Yunanistan’dan başka Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan Türkiye’ye yapılan göçler üzerinde durulmuştur. Raif Kaplanoğlu ise Bursa’da Mübadele (1923-1930) Yunanistan Göçmenleri (İstanbul, 1999) adlı eseriyle “göç” olgusuna Bursa bağlamında katkıda bulunmuştur. Bunun dışında, Amerikalı nüfus bilimci ve tarihçi Justin McCarthy’nin öncü eserlerini unutmamak gerekmektedir. Müslümanlar ve Azınlıklar (çev. Bilge Umar, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1998, 253 s.) adlı eser, Türk ve İngiliz arşiv belgelerinden hareketle, Osmanlı Devleti’nin XX. yüzyılın ilk çeyreği içinde nasıl bir demografik değişim geçirip Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu haline geldiğini istatistiksel veriler ışığında incelemiştir. Yazarın ikinci eseri ise Ölüm ve Sürgün (çev. Bilge Umar, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1998, 404 s.) olup 1821-1922 yılları arasında Osmanlı Müslümanlarının başına gelen ölümlerin ve zorunlu göçlerin tarihidir. 138 K. Arı’nın konuyla ilgili başka makaleleri de vardır. Ancak hem adı geçen kitap bu makalelerde işlenen konuları içerdiği, hem de makalelerden söze dildiği için makaleleri burada zikretmedik.
332
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan bu nüfus değişimi, bazı makalelerin de araştırma konusu olmuştur. Uluslararası hukuk açısından Nihat Erim’in “Milletlerarası Adalet Divanı ve Türkiye I”, (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Ankara, 1964, c. II, sy. 1) adındaki makalesi önemlidir. Seçil Akgün, “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu” (Üçüncü Askerî Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri, Ankara, 1986, s. 241266)’nu araştırırken, Mesut Çapa, “Lozan’da Öngörülen Türk Ahâlî Mübadelesinin Uygulanmasında Türkiye Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti’nin Katkıları” (Atatürk Yolu, Kasım 1988, c. I, sy. 2, s. 241-256) ve “Yunanistan’dan Gelen Göçmenlerin İskanı” (Atatürk Yolu, Mayıs 1990, c. II, sy. 5, s. 49-84) adında iki bilimsel makale yazmıştır. Batı Trakya meselesi de Türk-Yunan ilişkilerinde anahtar konumdadır. Baskın Oran’ın Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu139 (Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1986, 174 s.; 2. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991) öncü bir çalışmadır. Her ne kadar B. Oran, eserini “insan” açısından yazdığını belirtse de kitap, Batı Trakya sorunuyla ilgili uluslararası resmî belgelerden hareketle yazıldığı için uluslararası ilişkiler bakış açısından kaleme alınmıştır, denilebilir.140 Bilhassa Batı Trakya Türk azınlığının eğitim, sosyal ve vatandaşlık hakları alanlarındaki uygulamalardan kaynaklanan sorunları incelenmiştir. Bununla yetinmeyen Baskın Oran, araştırmalarını sürdürmüş ve “Balkan Müslümanlarında Dinsel ve Ulusal Kimlik (Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Kosova Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme)”, (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ocak-Aralık 1993, c. XLVIII, sy. 1-4, s. 109-120); “Türk Dış Politikası ve Batı Trakya” (Türk Dış Politikasının Analizi, Faruk Söylemezoğlu (der.), İstanbul: Der Yayınları, 1994, s. 259-272); “Lozan’da Azınlıkların Korunması Bölümünü Yeniden Okurken” (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Haziran-Aralık 1994, c. XLIX, sy. 3-4, s. 283-301) adlı makaleleri yazmıştır. Ayrıca kendisi de Batı Trakyalı olan Halit Eren’in Batı Trakya Türkleri (İstanbul, 1997) de küçük ama kayda değer bir çalışmadır. Ayrıca, Devletlerarası Umumî hukukçusu olan Sevim Toluner’in yazdığı “Lozan Azınlıkların Korunması Rejimi ve Batı Trakya Türkleri”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, (İstanbul: Beta Yayınları, 2000, s. 207-242) adlı makale ise Batı Trakya sorunu karşısında Türkiye’nin Lozan’ın 45. maddesine dayanarak Milletlerarası Adalet Divanı’na başvurma hakkına sahip bulunduğunu iddia etmektedir (s. 241). 139 Bu eser 1991’de Bilgi Yayınevi tarafından ikinci kez basılmıştır. 140 B. Oran, kitabının önsözünde, Batı Trakya sorununa ne dış politikada millî çıkar, ne iç politikada istismar açısından yaklaştığını, insan açısından sorunu incelediğini yazmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
333
Sözkonusu dönemdeki Türk-Yunan ilişkilerinde en önemli gelişmelerden biri, Şubat 1934 tarihli Balkan Antantıdır. Bu pakt, muhtemel Alman ve İtalyan tehlikelerine karşı Atatürk’ün Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada, bölgesel ortak güvenlik kurma politikasının bir sonucudur. Aynı politika, 1937’de Sadabad Paktı’nın kurulmasıyla Türkiye’nin doğusunda başarıya ulaşmıştır. Genel eserler dışında, Balkan Antantı ile ilgili ilk yazı, Afetinan’a ait olup “Balkan Antantı 1934” (Belleten, Ankara, 1968, c. XXXII, sy. 126, s. 287-291) adını taşımaktadır. Eski büyükelçi İsmail Soysal da “Balkan Paktı”nı, Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, (Ankara, 1985)’da ele almıştır. Aynı işi Zekai Güner “Atatürk Dönemi Balkanlar Politikası ve Balkan Antantı” (Atatürk IV. Uluslararası Kongresi I, 25-29 Ekim 1999, s. 343-353) adlı bildiriyle yapmıştır. Cezmi Eraslan da dönemin gazetelerini tarayarak özlü biçimde, “Türk Basınında Balkan Paktı Değerlendirmeleri”’ni, Tarih Boyunca Balkanlardan Kafkaslara Türk Dünyası Semineri 29-31 Mayıs 1995 (İstanbul: İ.Ü. Ed. Fak. Basımevi, 1996, s. 63-69)’ne sunduğu bildirisiyle yapmıştır. 3.7.9 Türk-İran İlişkileri Bu dönem Türk-İran ilişkileri, esas itibariyle sınır sorunu ve her iki ülkenin eş zamanlı modernleşme çabaları ortamında gelişmiştir. Sınır sorunu, Batı İran’daki Simko Ağa ve Doğu Anadolu’daki Şeyh Said isyanları ile arttı ve 1930’daki Ağrı dağı isyanıyla zirveye ulaştı. Sonunda Tahran’da, 23 Ocak 1932’de imzalanan sınır güvenliği antlaşmasıyla sorun çözümlenmiştir. Ayrıca, aynı tarihte Tahran’da bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Ancak bu işbirliğinin bölgesel işbirliğine dönüşmesi 8 Temmuz 1937’de, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan tarafından imzalanan Sadabad Paktı ile mümkün olabilmiştir. 1923-1945 dönemi Türk-İran ilişkileri üzerinde, Türkiye’de yeterince araştırma yapılmamıştır. Bunun sebebi, gerek ikili ilişkilerin sınır sorunlarına rağmen dostane çerçevede sürmesi, ve gerek Türkiye’nin radikal bir siyasî tercih sonucu yüzünü tamamen Batı’ya çevirmesi ve gerekse, alfabe değişikliğinin de etkisiyle doğu dillerini (Arapça ve Farsça) bilen kişilerin azalmasının yanı sıra öğrenme imkanlarının da ortadan kalkmasıdır. Bu yüzdendir ki, günümüzde Türk-İran ilişkileriyle ilgili araştırmalar daha ziyade Batılı kaynaklara dayanılarak yapılmıştır. Türk-İran ilişkileri, Mehmet Gönlübol-Cem Sar’ın gerek Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası ve gerekse Olaylarla Türk Dış Politikası adlı eserlerinde, “Doğulu Devletlerle Münasebetler” başlığı altında bir iki sayfada (s. 104-106; 106-108) anlatılmıştır. Aynı şekilde, Fahir Armaoğlu da, 20. Yüzyıl
334
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Siyasi Tarihi’nde, aynı başlıkla sözkonusu ilişkileri iki sayfada (s. 331-333) özetlemiştir. Rıfat Uçarol da, Siyasi Tarih (1789-1994) aynı tavrı sergilemiş ve “Türkiye-İran ilişkileri”ni yaklaşık bir sayfada (s. 572-573) vermiştir. Baskın Oran’ın editörlüğünü yaptığı Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler ve Yorumlar, I’de, Atay Akdevelioğlu-Ömer Kürkçüoğlu, “Türk-İran ilişkileri”ni yedi sayfada (s. 357-363) anlatmışlardır. Bunun dışında emekli büyükelçi Aptülahat Akşin’in Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi adlı eserinde, Türkiye’nin İran ile ilişkileri, “Ortadoğu Devletleri ile İlişkilerimiz” başlığı altında Afganistan ve Sadabad Paktı ile birlikte geniş bir şekilde ele alınmıştır (s. 190-201). Görüldüğü gibi Türk-İran ilişkileri, Türk dış politikasıyla ilgili eserlerde az yer tutmaktadır. Buna rağmen Türk Genelkurmayı, sivillerin aksine, Türk-İran ilişkileriyle ilgilenmiş ve rapor tekniğiyle hazırlanmış bazı eserler yayınlamıştır. Bunlar, Muzaffer Erendil’in Tarihte Türk-İran İlişkileri (Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1976, 157 s.) ile Türk-İran İlişkilerinin DünüBugünü-Yarını (İstanbul: Harp Akademileri Yayını, 1994)’dır. Soğuk Savaş dönemi Türkiye’sinde iki “Dış Türkler uzmanı”ndan141 biri olan Mehmet Saray, 1990’lı yıllar içinde, Türk-İran ilişkileri konusunda iki kitap yazmıştır. Bunlardan ilki, Türk-İran Münasebetlerinde Şiîliğin Rolü (Ankara: Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990, 159 s.), diğeri ise Türk-İran İlişkileri (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1999, 344 s.)’dir. Aslında ikinci eser, ilk eserin genişletilmiş halidir. Eser, Türk-İran ilişkilerinin başlangıcından 1992’ye kadar olan siyasî olayları (s. 1-171) anlatmaktadır. Ayrıca, sözkonusu eserde, Türk-İran ilişkileri hakkında bir kronoloji (s. 172-254) ile belgelerden oluşan ekler (s. 255-334) bulunmaktadır. Dahası, bu eserde, Türk-İran ilişkileri siyasî, askerî, iktisadî olduğu kadar mezhebî (Şiîliğin eleştirisi gibi) açıdan da değerlendirilmektedir. Bir İranlı olan Davud Gaffariye, İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans tezi olarak hazırladığı Türkiye-İran İlişkileri 1920-1980 (İstanbul, 1997) adlı çalışmasını kitaplaştırmıştır. Periyodundan anlaşılacağı üzere eser, 1979’da gerçekleşen İran’da İslâm Devrimine kadar Türkiye-İran ilişkilerini konu edinmiştir. Kitap çapında olmamasına rağmen makale olarak Türk-İran ilişkileri hakkında birçok yazı yayınlanmıştır. Bunların bazılarını ismen vermek yeterlidir: Muhammet Cevat Meşkur, “İran ve Türkiye’nin Tarihi İlişkileri”, Doğu Dilleri Dergisi, (Ankara, 1975, c. II, sy. 2, s. 169-174); J.A. Boyle, “İran’ın Millî Bir Devlet Olarak Gelişmesi”, Belleten, (çev. B.U. Yaradoğ, 141 Diğeri, daha önceleri Marmara Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürmüş olan ve halen İstanbul Yeditepe Üniversitesi’nde bulunan Nadir Devlet’dir.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
335
Ekim 1975, c. XXXIX, sy. 156); Cem Tanrıkulu, “Türk-İran İlişkileri”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, (sy. 33, s. 32-38); Ferhad Başdoğan, “16. Yüzyıl’dan Günümüze Kadar Türk-İran İlişkileri”, Güncel Konular, (1987, sy. 8, s. 4854); Ahmet Özgiray, “İngiliz Belgeleri Işığında Türk-İran Siyasî İlişkileri, 1920-1938”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, (Kasım 1995, c. XI, sy. 33);142 Mehmet Arif Demirer, “Türkiye-İran İlişkileri: Üç Olay-Üç Lider (1930, 1960, 1996: Atatürk-Menderes-Erbakan)”, Yeni Forum, (Eylül 1996, c. XVII, sy. 328, s. 2-7); Martin van Bruinessen, “Kürt Aşiretleri ve İran Devleti: Simko Ayaklanması”, Kürdistan Yazıları, (çev. Selda Somuncuoğlu, 5. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 205-249). Son yıllarda Türk-İran ilişkileri hakkındaki araştırmalarıyla temayüz eden bir isim de Gökhan Çetinsaya’dır. Çetinsaya, daha ziyade İngiliz arşiv belgelerinden hareketle ilmî makaleler yazmaktadır. Bunları yazılışlarına göre şöyle sıralayabiliriz: “Dünden Bugüne Türkiye-İran İlişkileri Üzerine Bazı Notlar”, Birikim, (Nisan 1997, sy. 96, s. 43-54); “Atatürk Dönemi Türkiye-İran İlişkileri 1926-1938”, Avrasya Dosyası, (Sonbahar 1999, c. V, sy. 3, s. 148-175); “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye-İran İlişkileri, 1939-1945”, Strateji, (Ankara, 1999, sy. 11); “Türkiye-İran İlişkileri 1945-1997”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, (Ankara, 1999, s. 507-514); “Millî Mücadeleden Cumhuriyet’e Türk-İran İlişkileri 1919-1925”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, (Kasım 2000, c. XVI, sy. 48, s. 769-796). Bunun yanı sıra, Türkiye’de, Türk-İran ilişkileri konusunda siyasî yön kadar olmasa da kültürel ilişkilerle ilgili bilimsel yazılar da yayınlanmıştır. Bu yazılar daha ziyade Atatürk ve Rıza Şah’ın reformları ekseninde yoğunlaşmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Meliha Anbarcıoğlu, “Atatürk ve İran’da Yapılan Reformlar”, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Doğu Dilleri Dergisi, III, Ankara, 1981; Yann Richard, “Kemalizm ve İran”, Kemalizm ve İslâm Dünyası (İskender Gökalp ve François Georgeon (ed.), çev. Cüneyt Akalın, İstanbul: Arba Yayınları, 1990, s. 79-97); Perviz Amuzgar, “Kemalizmin Rıza Şah’ın Reformları Üzerindeki Etkisi”, Tercüme: Saime İnal Savi, Türk Dünyası Tarih Dergisi, (Ekim 1992, s c. VI, sy. 70, 48-54); P. Oberling, “Atatürk ve Reza Shah”, I. Uluslararası Atatürk Sempozyumu (21-23 Eylül 1987), (Ankara, 1997, s. 651-658). 3.7.10 Türkiye-Afganistan İlişkileri İki ülke arasındaki siyasî ilişkiler, Türkiye’nin İran ilişkileri gibidir. Üstelik, Afganistan, Türkiye’ye komşu değildir ve zorunlu bir komşuluk ilişkisi 142 Bu yazı, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, (Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2000, s. 297-308) adlı eserde yeniden yayınlanmıştır.
336
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
bulunmamaktadır. Ancak, 1921’de, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üç paşasından biri olan Cemal Paşa’nın Afganistan’a giderek özellikle ordunun modernleşmesine öncülük etmesi ve 1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türk-Afgan Dostluk Antlaşması, Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkilerin daima dostane kalmasını sağlamıştır. Türkiye’nin Afganistan’daki bu itibarlı konumuna rağmen ilişkiler fazla gelişmemiş ve bu yüzden Türkiye’de Afganistan ile ilgili araştırmalar, “Dış Türkler” kapsamında yapılmış ve değerlendirilmiştir. Türk-Afgan ilişkilerinin en parlak yılları, Atatürk dönemine rastlamaktadır. Ne yazık ki, Atatürk dönemi dış politika olaylarını anlatan eserlerde de İran ile ilişkilerde olduğu gibi Türk-Afgan ilişkilerine çok az yer verilmiştir. Daha ziyade iki devlet arasında yapılan antlaşmalar anlatılmıştır. M. Gönlübol-Cem Sar, F. Armaoğlu, Rıfat Uçarol’un eserlerinin yanı sıra, son yayınlardan biri olan Türk Dış Politikası I, (Baskın Oran (ed.))’de de durum değişmemiş, ilişkiler bir-iki sayfa ile özetlenmiştir. Sadece, A. Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi’nde İran ile beraber Afganistan ve Sadabad Paktı’na yaklaşık on sayfa yer vermiştir. Bu genel eserlere, Yusuf Hikmet Bayur’un Hindistan Tarihi (Ankara: TTK Yayını, 1987, c. III) adlı eserini ekleyebiliriz. Y.H. Bayur’un Atatürk döneminde Türkiye’nin Kabil büyükelçisi olduğu düşünülürse, sözkonusu eserdeki bilgiler değer kazanmaktadır. Aynı şekilde, Bilal Şimşir’in Türk diplomatlarının biyografilerini derlediği Bizim Diplomatlar (Ankara, 1996)’ı hatırlamak gerekmektedir. Şimşir, Fahrettin Paşa (Türkkan) ve Y. Hikmet Bayur gibi Türkiye’nin Kabil büyükelçileriyle ilgili değerli bilgiler vermektedir. Bu bağlamda, Sevsen Aslantepe’nin hazırladığı “Cumhuriyet Döneminde Türk Dış Politikasında Rol Oynayan Başlıca Devlet Adamlarının Çizelgesi”, (Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, s. 759-762) de değerlidir. Türkiye’de Afganistan ve Türk-Afgan ilişkileri hakkında hatırlanması gereken ilk isim Mehmet Saray’dır. “Dış Türkler” uzmanı olan M. Saray’ın Afganistan ile ilgili ilk eseri Dünden Bugüne Afganistan (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1981, 207 s.)’dır.143 Bu eser, yayınlandığı tarihe kadar Afganistan hakkında Türkçe yayınlanmış derli-toplu ilk eser niteliğinde olup XVI. yüzyıldan, Sovyetlerin 1979’daki işgaline kadar Afganistan’da vuku bulan tarihî ve siyasî olaylara ışık tutmaktadır. Bu bakımdan sözkonusu eserde, Atatürk dönemi Türk-Afgan siyasî ilişkileri de geniş olarak ele alınmaktadır. Daha sonra M. Saray, yukarıda adı geçen eseri tarih kısmı özetlenerek ve Atatürk 143 Bu cep kitabı daha ziyade İngiliz ve Rus belgelerine dayanılarak yazılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
337
dönemi Türk-Afgan ilişkileri kısmını genişletmek suretiyle Türk-Afgan Münasebetleri (İstanbul: Veli Yayınları, 1984, 94 s.) adlı eserini yayınlamıştır. Üç yıl sonra da her iki eserde ele aldığı konuları biraz daha genişleterek Afganistan ve Türkler (İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1987, 186 s.)144 adıyla yeniden yayınlamıştır. Ayrıca M. Saray, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul, 1988, c. I, s. 401-408)’nde Afganistan maddesini yazmıştır.145 M. Saray’dan başka, Türk-Afganistan ilişkileri ile ilgili Türkçe bazı makaleler yayınlanmıştır. Çoğunun yazarı, Afganistan’da görev yapmış Türk yönetici ve ilim adamlarıdır. Bunların başında 1950’li yılların başında Afganistan’da bulunmuş Prof. Dr. Orhan Oğuz ile 1936’da, Kabil’e Dışişleri Hukuk Müşaviri olarak gitmiş olan Mehmet Ali Dağpınar gelmektedir. Bu yazılar şunlardır:146 Orhan Oğuz, “Afganistan Kültür Müesseseleri”, Yeni İstanbul, (11 Ekim 1952, sy. 1037, s. 5); O. Oğuz, “Afganistan’daki Kültür Müesseseleri”, Yeni İstanbul (22 Ekim 1952, sy. 1048, s. 5); O. Oğuz, “Son Günlerde Artan Dış Siyaset Faaliyeti”, Yeni İstanbul (29 Kasım 1952, sy. 1086, s. 5); O. Oğuz, “Afganistan’da Kültür Müesseseleri”, Yeni İstanbul, (3 Aralık 1952, sy. 1090, s. 5); O. Oğuz, “İktisadî Faaliyetler”, Yeni İstanbul, (4 Ağustos 1954, sy. 1692, s. 4); Mehmet Ali Dağpınar, “Afganistan’da Mülkiye”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, (1976, sy. 43, s. 10-15); M.A. Dağpınar, “Türk-Afgan Kültür İşbirliği”, Ekonomi Dergisi, (Eylül 1982, sy. 601-91, s. 39-43); M.A. Dağpınar, “Afganistan Meselesi”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, (Ağustos 1992, c. XVI, sy. 146, s. 55-57. Son olarak Tarih ve Tabiat Vakfı tarafından Dr. Ali Ahmetbeyoğlu’nun editörlüğünde yayınlanan Afganistan Üzerine Araştırmalar (İstanbul, 2002, 400 s.)’dan söz etmeliyiz. Esas itibariyle, İslâmî devirden bugüne kadarki dönemi kapsayacak bir şekilde Afganistan üzerine yazılmış makalelerden meydana gelmektedir. Sadece, 1923-1945 dönemi Türk-Afgan ilişkileri üzerine dört yazı vardır: Salim Cöhçe, “Atatürk Döneminde Türk-Afgan Münasebetleri” (s. 103-148); Halil Toker, “Zafer Hasan Aybek ve Afganistan Anıları (1915-1922, 1933-1936)”, (s. 149-176); Özlem Korkmaz, “Afganistan’a Türk Yardımı (1920-1960)”, (s. 205-224); Halil Bal, “Afganistan144 Yeni ismiyle bu eser, bugüne kadar toplam üç baskı yapmıştır: (İlaveli 2. baskı, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1997, 298 s.); (Asam Yayınları, 2002, 222 s.). 145 M. Saray’dan önce, A. Tarzi “Efganistan (Son Devir)” hakkında bir maddeyi, Millî Eğitim Bakanlığı’nın İslâm Ansiklopedisi (c. IV, s. 168-178)’nde yayınlamıştır. 146 Bu konuda, “Türkiye’nin Afganistan’a Yardımları (1920-1960)” (İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü, Yüksek Lisans tezi, İstanbul, 2000) adlı bir tez yapan Özlem Korkmaz’a teşekkür ederim. Çünkü Ö. Korkmaz, daha önce talebim üzerine elindeki bu yazıları bana vermiş ve bu sayede yazılardan haberdar olmuştum.
338
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
Türkiye İlişkilerinin Başlıca Yönleri”, (s. 277-298). Ayrıca sözkonusu eserde, Prof. Dr. Mehmet Saray ile “Afganistan Üzerine Bir Söyleşi”(s. 177-192) yer almaktadır. Sonuç Şurası bir gerçek ki, bilimsel araştırmalar için bibliyografya eserleri hayatî bir önemi haizdir. Ancak, bibliyografya eserlerinin hayatîliğine rağmen bu eserlerin hazırlanmasının zorluğu da ortadadır. Bu zorluğu zamanında aşabilmiş nadir çalışmalardan biri, Metin Tamkoç’un A Bibliyography on the Foreign Relations of the Republic of Turkey 1919-1967 And Brief Biographies of Turkish Statemens (Ankara, 1968) adlı analitik eseridir. M. Tamkoç’un eseri, hem seçiciliği ve hem de tematik olması bakımından 1919 sonrası Türk dış politika araştırmaları için halihazırda “aşılamamış” vazgeçilmez bir bibliyografik çalışma niteliğindedir. Zorluğuna rağmen en azından 1967 sonrası yayınlanmış kaynak ve araştırma eserlerini içerecek yeni bibliyografya eserleri hazırlanmalıdır. 1923 sonrası Türk dış politika araştırmaları için önemli sorunların başında bu dönemle ilgili resmî arşivlerin kapalılığı gelmektedir. Bu arşivler bir an önce dünya standardları ölçüsünde,147 araştırmacıların hizmetine sunulmalıdır. Ayrıca, bu arşivleri elinde bulunduran kurumlar (Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı gibi) “kurumsal tekelcilik” anlayışından kurtulmalıdırlar.148 Bu kurumlar, gerekçesi ne olursa olsun hem bu anlayıştan kurtulmalı ve hem de sözkonusu anlayışı besleyen “gizlilik” gerekçesi, dünya ölçüsüne indirgenerek komik durumlara düşmekten kaçınılmalıdır.149 Aksi halde, dış politika 147 Bu ölçü, İngiliz devlet arşivlerinde 30 yıldır. Ankara’daki Cumhuriyet Arşivleri, kendisi için bu süreyi, belgenin son gördüğü işlem tarihinden itibaren 50 yıl olarak belirlemiştir. En azından bu süre, standard hale getirilmeli ve Türkiye’deki bütün arşivlerde geçerli olmalıdır. 148 Emekli büyükelçi İsmail Soysal, Türk Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nin Başbakanlık Devlet Arşivlerine devredilmesinden yana değildir. Ona göre, bu arşivde tasnifin yabancı dilleri ve diplomasiyi bilmeyen arşivcilerle yapılması zordur. Devire karşı çıkmasıyla ilgili ikinci gerekçesi ise “(…) millî çıkarlar açısından özel izne bağlı tutulması gerekebilecek belgelerin” varlığıdır. Bu tipik bir “kurumsal tekelcilik”tir. Bkz., İ. Soysal, Türk Dış Politikası İncelemeleri İçin Klavuz (1919-1993), İstanbul: Eren Yayıncılık, 1993, s. 153. 149 Bu gizlilik meselesi, bazen trajikomik durumlar oluşturabilmektedir. Bir araştırmacı dostum, Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Avrasya İşbirliği Antlaşması metnini Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan isteyince, “gizlidir” cevabını almıştır. Oysa kendisi, Rusya’nın Ankara Büyükelçiliği’ne giderek bu antlaşma metnini talep edince, Rus yetkililer, hemen antlaşmanın Rusça, Türkçe ve İngilizce metinlerini kendisine vermişlerdir. Ayrıca bu antlaşma metinlerinin Rusya Dışişleri Bakanlığı web sayfasında da yer aldığını söylemişlerdir.
Cumhuriyet Dönemi Türk D›fl Politikas›na Dair Türkçe Kaynak ve Araflt›rmalar (1923-1945)
339
araştırmaları için gerekli arşivlerin kapalılığı ya da sınırlı kullanımı sürdükçe, “Herhalde, Türkiye’nin gizlediği birtakım gerçekler vardır” kanaati, ilim dünyasında geçerli olacaktır. En önemlisi, resmî arşivlerin kapalılığı devam ettiği sürece, yapılan sayısız araştırmaya rağmen gerçek anlamda karşılaştırmalı Türk dış politika araştırmalarını yapmak mümkün olmayacaktır.150 Bu literatür çalışması sırasında müşahede ettim ki, gerek tarih ve gerek uluslararası ilişkiler kökenli dış politika araştırmacıları, sadece kendi meslekî formasyonları ölçüsünde araştırmalarını sürdürmüşlerdir. Bunun sonucu olarak tarihçiler, uluslararası ilişkiler disiplininin teorik anlatımlarından uzak kalmakta, uluslararası ilişkiler kökenli olanlar da tarihin temel kavramlarına yeterince vakıf olamamaktadırlar. Üstelik uluslararası ilişkiler kökenlilerin çoğu, 1923-1928 dönemi sözkonusu olduğunda, eski Türkçe (Osmanlıca) bilmemekte ve bu yüzden ikinci derece kaynaklarla yetinmektedirler. Demek istediğim şudur ki, artık Türkiye’deki dış politika araştırmaları, gerek tarih ve gerekse uluslararası ilişkiler disiplinlerinin temel kavram ve anlayışlarını kaynaştıran “disiplinlerarası” bir niteliğe kavuşmalıdır. Böylece, dış politika araştırmaları “tek boyutlu” ve de “uluslararası sistem”i dikkate almayan değerlendirmelerden kurtulmuş olacaktır.
Studies on Turkish Foreign Policy in the Republican Period Mustafa BUDAK Abstract This article aims firstly to evaluate primary and secondary sources, published materials, and some official periodicals on Turkish foreign policy between 1923 and 1945. Secondly, it intends to introduce the Turkish archives, namely the Turkish Military Archive, Republican Archive of the General Directorate of the State Archives, and the Archives of Turkish Foreign Ministry for researchers who want to study on the Turkish Foreign Policy for the same period. Then the problems of periodization and archive in studying the history of the Turkish Republic are examined. Most scholars usually prefer to use the names of Atatürk and 150 Aynı şekilde Aryeh Shmuelevitz de, Türk arşivlerinin kapalılığının halihazırda Türk dış politikası üzerindeki araştırmalarda birinci elden kaynak sorununu devam ettirdiği görüşündedir. A. Shmuelevitz, “Atatürk’s Policy toward the Great Powers: Principles and Guideliness”, The Great Powers in the Middle East 1919-1939, Uriel Dann (ed.), New York/London: Holmes and Meier, s. 310.
340
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Budak
İnönü in periodization until 1945. Some other scholars prefer to describe in terms of historical events. Finally, the article discusses some problems of studies on Turkish Foreign Policy and proposes some suggestions. Firstly, one of the most important problems is insufficient use of the primary sources, because most of the official archives are closed. These archives should be opened to researchers. The second problem is the ignorance of the researchers for the Ottoman Turkish. Most researchers, who have academic formation in international relations in particular, have ignored Ottoman Turkish. If they want to produce original academic studies, they should learn the necessary tools, namely Ottoman Turkish. The final problem is methodological. Hitherto, foreign policy researchers, both from the disciplines of history and international relations, had only produced works with perspectives from their own disciplines. Instead a multidisciplinary study is offered in this article.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
341
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 341-355
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar Mesut ÖZCAN* BU MAKALEDE, TÜRK DIŞ POLİTİKASI İLE İLGİLİ oldukça geniş bir literatürün varlığı göz önünde bulundurularak, 1945 sonrasında bu konuyla ilgili olarak yayınlanmış belli başlı bazı eserler incelenmeye çalışılacaktır. Bu çerçevede Türkçe’de ve yabancı dillerde yayınlanmış bazı eserlerin ele alınacağı bu çalışmanın amacı Türk dış politikası literatürü ile ilgili genel yaklaşımı ortaya koyabilmektir. Türk dış politikası literatürüne ait eserlerin toplandığı kaynakçaların varlığı göz önüne alınırsa, bir yazı çerçevesinde bütün bir literatürün ele alınmasının imkânsızlığı anlaşılacaktır. Bu nedenle yazıda, literatürle ilgili temel bazı kaynaklar ve örnekler ele alınacaktır. Türk dış politikasında 1945 sonrası gelişmelere göz atarsak genel bir dönemlendirme ile Soğuk Savaş dönemi ve Soğuk Savaş sonrası dönem şeklinde bir ayırıma gidebiliriz. İkinci Dünya Savaşına katılmayan ama savaş öncesinden başlayarak ciddi bir Sovyet tehdidi hisseden Türkiye, toprak bütünlüğünü korumak için Cumhuriyetin kurulmasında beri takip ettiği bağımsız dış politika anlayışından uzaklaşmaya başlamış ve Batı kampı içerisinde yer alarak güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Bu anlamda en önemli gelişme, Türkiye’nin BM ve NATO’ya üye olmasıdır. Soğuk Savaşın statik yapısı içerisinde güvenlik algısının baskısı altında bir dış politika yürütülmüş olmakla beraber, 50 yıla yakın bir süre devam eden Soğuk Savaş döneminde Türk dış politikasında hiçbir değişiklik olmadığını söylemek de ciddi bir yanılgı olacaktır. Kıbrıs Sorunu, Johnson Mektubu, Ortadoğu’da yaşanan 1967 ve 1973 savaşları ve petrol ambargosu, 12 Eylül darbesi gibi gelişmeler Türk dış politikasını etkilemiş ve Soğuk Savaşın kuralları içerisinde çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Özellikle 1964 sonrasında Kıb* Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi; Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü, Doktora öğrencisi.
342
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
rıs Sorunu Türk dış politikasında önemli değişikliklere yol açmış ve bir kırılma noktasını teşkil etmiştir. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi tüm dünyada yeni bir uluslararası düzene gidişin başlangıcını oluşturmuş, bu anlamda Türk dış politikasının şekillenmesinde de çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarında Türkiye’nin Batı kampı için anlamı sorgulanır olmuş ve Türkiye, bölgesi ile daha fazla ilgilenmeye başlamıştır. Burada Türkiye’nin yakın çevresinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren olayların meydana gelmesinin de önemli bir payı vardır. Yine Soğuk Savaş sonrası dönem, kutuplararası küresel rekabet yerine bölgesel gelişmelerin öne çıkmaya başladığı bir dönem olmuştur. Soğuk Savaş’ın iki kutuplu statik yapısının dağılması ve yeni denge arayışları çeşitli seçenekleri gündeme getirmiş, bu anlamda dış politikada yeni bir hareketlilik yaşanmıştır. 1990’ların sonlarına doğru dünya sisteminin alacağı şekil büyük ölçüde belli olsa da, Soğuk Savaş sonrasında taşlar hâlâ yerine tam oturmadığından ve yakın çevremizde önemli gelişmeler meydana gelmekte olduğundan hareketli dönem devam etmektedir. Soğuk Savaş sonrasında yaşanan bu gelişmeler Türk dış politikasını ve Türk dış politikası literatürünü etkilemiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin yakın çevresiyle ilişkileri ve dış politikası ile ilgili olarak Türkçe’de ve yabancı dillerde pek çok eser yayınlanmıştır. Türk dış politikası literatüründe ele alacağımız dönem için yukarıda kabaca ikiye ayırarak yaptığımız tasnifin yanında, diğer bir tasnif de eserlerin ele aldıkları konular ve ele alış şekilleri açısından yapılabilir. Bunlardan birincisi, olayları detaylı bir biçimde, büyük ölçüde kronolojik bir yaklaşımla inceleyen, ders kitabı olması amacıyla yazılmış veya bu amaca uygun kitaplardır. Diğerleri ise özellikle Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan hareketliliği ele alan, Türkiye’nin yakın çevresiyle ilişkilerini inceleyen, çoğunlukla derleme kitaplardır. Ben bu döneme ait literatürü ele alırken önce birinci kısım kitaplardan başlayacağım. Soğuk Savaş Dönemi Olayları detaylı biçimde inceleyen ve oldukça hacimli olan, Türk dış politikasını Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak ele alan kitaplardan ilki Mehmet Gönlübol’un editörlüğünü yaptığı Olaylarla Türk Dış Politikası kitabıdır.1 Bu kitap Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki hocalar tarafından derslerde kullanılmak üzere hazırlanmıştır ve ele alınan her bir dö1 Mehmet Gönlübol (der.), Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1987. İlk baskısı 1969.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
343
nem, farklı bir yazar tarafından kaleme alınmıştır. Bu çerçevede kronolojik bir yaklaşımla Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren Türk dış politikası ele alınıyor. Yıllar geçtikçe ve yeni olaylar meydana geldikçe bunlar da kitaba eklenmiş ve yeni baskılar yapılırken bu gelişmeler de kitaba dahil edilmeye çalışılmıştır. Kitapta kronolojik anlatım Milli Mücadele ile başlatılıp 1938’e kadar getiriliyor ve daha sonra da İkinci Dünya Savaşı, 1945-1965 arası, 19651973 arası, 1973-1983 ve 1983-1990 arası inceleniyor. İlk bölümlerdeki tasnif, olayların dönüm noktalarına göre yapılırken daha sonraki tasnifler kitabın basıldığı yıllara göre yapılmış. Dönemler ele alınırken önce o dönemin genel bir değerlendirmesi yapılmış, daha sonra olaylar ele alınmıştır. Bu kitap Türk dış politikasını ilgilendiren olayları kronolojik bir şekilde görmek ve Türk dış politikasının nereden gelip nereye gittiğini anlamak açısından faydalı bir kaynaktır. 1983 öncesine dair kısımlarda olaylara ağırlık verilen bir anlatım sözkonusu iken 1983 sonrasında yorumlar daha yoğun bir şekilde yer alıyor. Bu değişimde yılların getirdiği birikim ve tecrübenin yanısıra olayları kronolojik olarak biraraya getirmenin zorluğu da rol oynamış olabilir. Bu kitap uzun yıllar Türk dış politikası ile ilgilenenlerin ve özellikle öğrencilerin önemli bir başvuru kaynağı olmuştur. Bu kitaba benzer şekilde Türk dış politikasının uzun dönemli gelişimini inceleyen diğer bir kitap da Faruk Sönmezoğlu’nun Türk Dış Politikası’nın Analizi adlı edisyon kitabıdır.2 Bu kitapta Türk dış politikası anlatılırken Kurtuluş Savaşından değil, Osmanlı’nın son dönemlerinden başlanmaktadır. Kitap iki kısımda yapılandırılmış; birincisi uygulamalar ve olaylar üzerinden dış politikanın anlatılmasına ikincisi ise Türk dış politikasını etkileyen iç ve dış faktörlerin incelenmesine tahsis edilmiştir. Kitapta konular makaleler şeklinde ele alınmış ve yazarların uzmanlıklarına göre belirlenmiştir. Kitabın, Türkiye’nin dış politikasına ilişkin bazı uygulama örneklerinin kronolojik ve bölgesel şekilde incelendiği birinci kısmında genel anlatımın yanında Kıbrıs, Kuzey Irak gibi kriz noktaları da ele alınıyor. İkinci kısımda ise Türk dış politikasını etkileyen, yönlendiren iç ve dış unsurlar inceleniyor. Gönlübol’un editörlüğünü yaptığı kitap daha kronolojik anlatıma sahipken, bu kitap daha tematik bir yaklaşım göstermektedir. Bu tarzda yazılan diğer önemli bir eser ise Baskın Oran’ın editörlüğünü yaptığı Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar adlı kitaptır.3 Bu kitap da yukarıda bahsi geçen diğer iki kitap gibi Türk dış politikasını kapsamlı bir şekilde incelemektedir. Tarz olarak Gönlübol’un editörlüğünü yaptığı kitaba daha fazla benzemektedir. Zaten 2 Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları, 2001. 3 Baskın Oran (der.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002. İlk baskısı 1994.
344
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
editörü de Olaylarla Türk Dış Politikası kitabını okuyarak yetişmiş hocalar tarafından kaleme alındığını belirttiği bu kitabın yazılmasının nedeni olarak artık Olaylarla Türk Dış Politikası kitabının yetersiz kalmasını göstermektedir. Ayrıca yeni kitapta yazara göre konu değil konuya göre yazar seçildiği belirtiliyor. Kültür Bakanlığı tarafından sağlanan fonla yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonrasında yayınlanan bu kitapta editoryal anlamda daha fazla bir çabanın sözkonusu olduğu muhakkak. İki ciltten oluşan bu kitapta sadece olaylar kronolojik olarak anlatılmakla kalınmıyor, aynı zamanda kutular ve tablolar yardımıyla metinde geçenlerin anlaşılmasına yardımcı olacak bilgiler de veriliyor. Bunun yanında metin, okumayı kolaylaştırmak üzere, ele alınan döneme ait karikatürlerle de zenginleştirilmiştir. Bu kitabı yukarıda bahsettiğimiz diğer iki kitapla karşılaştırdığımız zaman girişte teorik yaklaşımın daha fazla verildiğini görebiliriz. Bu kısımda hem kitapta uygulanan metotla ilgili açıklamalar, hem de Türk dış politikasının altyapısı ile ilgili bölümler vardır. Kitabın ele aldığı dönem 1918-1980 ve 1980-2001 şeklinde ikiye ayrılmış, alt başlıklar halinde inceleme yapılırken de önce ele alınan dönemin genel bir değerlendirmesi verilmiş, daha sonra ise o dönemde Türkiye’nin yakın çevresindeki bölgelerle ve uluslararası örgütlerle ilişkileri incelenmiştir. Her bir dönem anlatılırken o dönemde dış politikanın yapılmasında rol almış Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Müsteşarının isimleri ve görev yaptıkları sürenin tablo halinde verilmesi oldukça yararlı olabilecek bir katkıdır. Çünkü dış politikanın yapımında kişisel faktörlerin etkisi yadsınamaz ve bu şekilde politikaların belirlenmesinde rol oynayan kişilerin etkisi de okuyucunun dikkatine sunulmuş olmaktadır. Bu kitabı diğer iki kitaptan ayıran bir diğer özellik ise ekonomik unsurların analizlerde daha fazla ele alınmış olmasıdır. Ders kitabı olma niteliği taşıyan diğer bir çalışma ise Kamuran Gürün’ün Dış İlişkiler ve Türk Politikası adlı kitabıdır.4 Yazar bu kitabı Ankara Üniversitesi’nde ders vermeye başladıktan sonra yazmaya karar vermişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk dış politikasını ilgilendiren gelişmeleri ele alındığında kitapta bu dönemin ilk yıllarında Türk-Rus ilişkilerinin Türk dış politikasında belirleyici unsur olduğu vurgulanmaktadır. Ama özellikle 1950’lerden sonra Kıbrıs konusunda yaşanan gelişmeler ve Yunanistan’la ilişkiler anlatılmıştır. Soğuk Savaş mantığının oldukça ciddi bir şekilde hissedildiği kitapta olaylar kronolojik bir anlatımla ele alınmıştır. Yazarın diplomat kökenli olması ve bir dönem Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği yapmış olması olaylara derinlemesine vâkıf olma imkânı verilmek4 Kamuran Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1983.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
345
tedir. Kitabın anlatımında diplomatik metinlerin, görüşmelerin ve alıntıların yapılması yazarın bu kaynaklara ulaşabilmesinin bir sonucu olup anlatılan dönemin gelişmelerini ortaya koymada oldukça faydalı bir yöntem olarak dikkat çekmektedir. Türk Dış Politikasını geniş bir perspektifle ele alan diğer bir kitap ise William Hale’in Turkish Foreign Policy 1774-2000 adlı kitabıdır.5 Bu kitapta yazar Osmanlı döneminden itibaren gelişmeleri ele alarak sürekliliğe dikkat çekmektedir. Ama daha çok 1945 sonrası dönemin ayrıntılı olarak ele alındığı kitap detaylı bir şekilde Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi Türkiye’yi yakından ilgilendiren bölgelerdeki gelişmelerin Türk dış politikası için anlamını incelemeye çalışıyor. Hale analizinde Türkiye’yi, sahip olduğu kapasiteler açısından orta büyüklükteki bir devlet olarak ele alıyor ve 200 yıllık bir süreç içerisinde nasıl hareket ettiğini analiz etmeye çalışıyor. Bu analizinde Türkiye’nin orta büyüklükteki devlet tanımına ne kadar uygun hareket ettiğini de sorguluyor. Bu kitaplar dışında 1945 sonrası Türk dış politikasındaki gelişmeleri ele alan ve daha çok belirli bir konu veya döneme hasredilmiş kitaplardan da bazı örnekler verilebilir. Bunlardan biri de editörlüğünü Kemal Karpat’ın yaptığı Turkish Foreign Policy in Transition 1950-1974 adlı kitaptır.6 Kitapta Türk dış politikasının İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşamaya başladığı dönüşüm ele alınıyor ve özellikle de 1960 sonrasında NATO içerisinde kalarak Sovyetler Birliği ve Bağlantısızlar Hareketi ile ilişkilerini iyileştirmesi inceleniyor. Bu dönemde Türkiye’nin dış siyasetinde önemli konular olan Kıbrıs, ABD ve NATO ülkeleri ile ilişkiler, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin gelişimi, Arap-İsrail Savaşları ve dış yardımlar yer buluyor. Kitabın sonunda 1950-1974 arası dönemi incelemek isteyenler için bir bibliyografyanın verilmesi bu kitabın okuyucuları için önemli bir katkı sağlıyor. Bu dönemi ele alan diğer bir çalışma da Abdülahat Akşin’in çalışmasıdır.7 Akşin’in çalışmasının birinci bölümünde 1945 sonrasında Türk dış politikasını etkileyen temel faktörler ele alınıyor ve genel bir değerlendirme sunuluyor. İkinci bölümde ise Ortadoğu sorunları ve bunların Türkiye’ye etkileri üzerinde duruluyor. Bu çerçevede Arap milliyetçiliği, Filistin Sorunu, petrol ile ilgili gelişmeler ve Bağdat Paktı incelenen alt başlıklar olarak dikkat çekiyor. 5 William Hale, Turkish Foreign Policy 1774-2000, London, Frank Cass, 2000. 6 Kemal Karpat (der.), Turkish Foreign Policy in Transition 1950-1974, Leiden: E.J. Brill, 1975. 7 Abdülahat Akşin, Türkiye’nin 1945’ten Sonraki Dış Politika Gelişmeleri, Ortadoğu Meseleleri, İstanbul: İsmail Akgün Matbaası, 1959. Bu kitabın yanında Ömer Kürkçüoğlu’nun kitabı da aynı dönemi ele alan diğer önemli bir kaynaktır: Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğusu’na Karşı Politikası 1945-1970, Ankara: Sevinç Matbaası, 1972. Yine aynı dönemi ele alan İngilizce bir kaynak ise şudur: Ferenc A. Vali, Bridge Across the Bosphorus: The Foreign Policy of Turkey, Baltimore: The Johns Hopkins Press, 1971.
346
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
Türkiye’nin 1960’lardan itibaren Ortadoğu ve Arap dünyası ile artan ilişkilerinin ele alındığı diğer bir eser ise Oya Akgönenç’in doktora tezidir.8 Bu çalışmada da Türk dış politikasını şekillendiren temel faktörler, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana meydana gelen önemli olaylar ve 1960’tan sonra Araplarla Türkiye’nin artan ilişkisi, Türkiye’nin yine aynı dönemde dış politikasını meşgul eden Kıbrıs, Sovyetler Birliği gibi konular arasındaki bağlantılarla beraber ele alınmaktadır. Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin Balkanlar’la olan ilişkilerinin ele alındığı eserlere örnek olarak da Oral Sander’in Balkan Gelişmeleri ve Türkiye 1945-1965 adlı çalışması verilebilir9 Sander’in doktora tezinin kitaplaştırılmış hali olan bu çalışmada önce Balkanlar’daki o döneme ait gelişmeler ele alınmış daha sonra da Türkiye’nin bu olaylar karşısındaki politikası incelenmiş. Doktora tezi olduğu için oldukça detaylı bir çalışma olan bu kitapta konular anlatılırken İkinci Dünya Savaşı öncesi gelişmeler de ele alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlar’daki gelişmelerin incelendiği bu kitapta Türk dış politikası açısından oldukça önemli bir unsur olan bölgedeki Sovyet etkisine yapılan vurgu dikkat çekiyor. O dönemde yayınlanmış başka bir çalışma da Kıbrıs Sorununun gündeme oturması sonrasında kamuoyunun Türk dış politikası ile ilgili tartışmalara katılmaya başlamasının ele alındığı Duygu Sezer’in Kamuoyu ve Dış Politika adlı kitabıdır.10 Kıbrıs Sorununu Türk dış politikasında önemli bir köşe taşı niteliği taşıdığından yazının girişinde bahsetmiştik. Sezer’in doktora tezinin kitaplaştırılmış hali olan bu çalışmada, Kıbrıs konusunun Türk dış politikasının kamuoyunda tartışılır hale gelmesindeki etkisi, kamuoyunun oluşumu ve bunun siyasete yansıması, Kıbrıs Sorununun Türk dış politikasına yansımaları ve bu dönemde Türkiye’nin çok yönlü dış politika izleme yönündeki çabaları ele alınıyor. Kıbrıs Sorunu Türkiye ve Yunanistan arasındaki diğer sorunları da tetiklemiştir. Bunlardan birisi de Ege sorunlarıdır. Ege Denizindeki karasuları, kıta sahanlığı, FIR hattı gibi konular iki ülke arasındaki ilişkilerin çeşitli dönemlerde gerilmesine neden olmuştur. Ege’deki sorunları ele alındığı kitaplara örnek olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin yayınladığı eser verilebilir.11 Bu kitapta 1980’li yıllarda Ege’de ortaya çıkan so8 Oya Akgönenç, “A Study of Political Dynamics of Turkish Foreign Policy with Particular Reference to New Trends in Turco-Arab Relations: 1960-1975”, Doktora Tezi, The American University, 1975. Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’ne üye olmasının, dış politikasına etkisini ele alan bir çalışma için de Mahmut Bali Aykan’ın kitabı faydalı olabilir: M. Bali Aykan, Turkey’s Role in the Organization of the Islamic Conference: 1960-1992 The Nature of Deviation from the Kemalist Heritage, Newyork: Vantage Press, 1994. 9 Oral Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye 1945-1965, Ankara: Sevinç Matbaası, 1969. 10 Duygu Sezer, Kamuoyu ve Dış Politika, Ankara: Sevinç Matbaası, 1972. 11 Ege’de Deniz Sorunları Semineri, Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1986.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
347
runlar üzerine düzenlenen seminerin tebliğleri biraraya getirilmiştir. Kitapta Ege’deki başlıca deniz sorunları, bunlara ilişkin Türk ve Yunan görüşleri jeolojik, hukukî ve siyasî açıdan değerlendiriliyor. Soğuk Savaş Sonrası Dönem Genel Kitaplar Soğuk Savaş süresince Türk dış politikasını büyük ölçüde güvenlik endişeleri şekillendirmiştir. Ama 1964 sonrasında Kıbrıs Sorunu Türk dış politikasında önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Kıbrıs nedeniyle ABD ile yaşanan zorluklar Türkiye’yi bölgesel ilişkilerine daha fazla önem vermeye itmiştir. Bu çerçevede Ortadoğu ve diğer komşu bölgeler ile ilişkiler artmıştır. Burada Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçlarının oynadığı rol de ihmal edilmemelidir. Kıbrıs Sorunu nedeniyle Yunanistan’la olan ilişkiler gerginleşmiştir. Daha çok bu faktörler etrafında şekillenen Türk dış politikasına ilişkin literatür de bu konulara yoğunlaşmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi ise, dünyadaki tüm ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de dış politikada yenilikler getirmiştir. Sovyet tehdidi ortadan kalkmış, kutuplararası küresel rekabet, yerini bölgesel gelişmelerin etkin olduğu bir döneme bırakmıştır. Türkiye, özellikle yakın çevresinde ortaya çıkan sorunların da etkisiyle bölgesel gelişmelerle daha fazla ilgilenmeye başlamıştır. Burada Türkiye’nin kendi içgüvenliği ile ilgili kaygılar da rol oynamıştır. Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Avrupa Birliği ile ilgili gelişmeler Türkiye için hem yeni fırsatlar hem de yeni meydan okumalar getirmiştir. Bu gelişmelere paralel şekilde Türk dış politikası literatürü de çeşitlenmiş ve bu yeni şartları ele alan eserler yayınlanmaya başlamıştır. Bu yeni dönemde Türk dış politikası ile ilgili olarak yabancı dilde de çok çeşitli çalışmalar yayınlanmış, bunların bir kısmı Türkçe’ye çevrilmiştir. Bunların önemli bir kısmı edisyon kitaplar olarak karşımıza çıkmıştır. Yabancı kaynaklı bu yayınlar ülke içindeki akademisyen ve yazarları da harekete geçirmiş, Soğuk Savaş sonrası dönemde eskisine oranla çok daha fazla akademik eser kaleme alınmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ortaya çıkan belirsizlik çeşitli ihtimalleri gündeme getirmiş, böylece çok farklı argümanların ileri sürüldüğü kitaplar yayınlanmıştır. Bu dönemde yayınlanmış kitaplardan Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu adlı kitabı dikkat çeken eserlerden birisidir.12 Davutoğlu’nun kitabı, Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin yaşadığı dinamik konjonktürü oldukça farklı boyutlarıyla değerlendirmeye çalışıyor. Tek kişinin yazdığı oldukça hacimli bir eser olmasıyla dikkat çe12 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre Yayınları, 2001.
348
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
ken kitap, Türk dış politikasına ilişkin analizine önce konuya ilişkin teorik bir altyapı vererek başlıyor. Kitapta Türk dış politikasını etkileyen tarihî miras anlatılırken olaylar sadece kronik bir biçimde ele alınmıyor, bu mirasın bugüne etkisi de değerlendiriliyor. Kitabın diğer önemli bir katkısı dış politika gelişmelerinin değerlendirilmesini ve anlaşılmasını kolaylaştıracak teorik bilgiyi geniş bir şekilde sağlıyor olması. Kitapta uluslararası ilişkiler ve strateji ile ilgili teorik bilgiler, günümüz Türk dış politikasının devraldığı miras ele alındıktan sonra Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi yakın bölgeleriyle ve AB, İKÖ, KEİ gibi uluslararası örgütlerle olan ilişkisi inceleniyor. Bu kapsamlı çalışma, Türk dış politikasının Soğuk Savaş sonrasında alacağı şeklin anlaşılması açısından sağladığı teorik arka planla oldukça önemli bir katkı yapıyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk dış politikasına ilişkin olarak yazılan kitaplar arasında edisyon kitaplar ağırlıktadır. Türkiye’de yayınlanan bu kitaplardan biri de Gencer Özcan ve Şule Kut’un editörlüğünü yaptıkları En Uzun Onyıl adlı kitaptır.13 Bu kitapta Soğuk Savaşın sonra ermesiyle birlikte 1990 sonrasında Türk dış politikasında meydana gelen gelişmeler ele alınıyor. Türkiye’nin yakın bölgelerle olan ilişkileri kadar, güvenlik endişelerinin dış politikaya yansıması ve dış politika yapımında askerî yapının artan rolü de inceleniyor. Türk dış politikası için oldukça hareketli bir dönem olan 1990’lı yıllar, bu kitapta yer alan makalelerde güncel gelişmelerin detaylı şekilde incelenmesi yoluyla ele alınıyor. Tarihî gelişmelerin analizlerde çok fazla yer almadığı ve dış politikada bu yıllarda meydana gelen gelişmelerin detaylı şekilde incelendiği bu kitap, Türkçede yakın döneme ait önemli bir başvuru kaynağı işlevi görebilir. Bu döneme ait diğer bir derleme kitap da editörlüğünü Vojtech Mastny ve R. Craig Nation’un yaptıkları Turkey Between East and West’tir.14 Bu kitap tam isminden de anlaşılacağı gibi Türkiye’nin o dönemde karşı karşıya bulunduğu fırsatları ve sorunları ele alıyor. Osmanlı’nın Avrupa toprakları üzerindeki yönetiminin ele alındığı bir makaleyle başlayan kitap, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmeleri de özetleyerek Soğuk Savaş sonrası döneme yoğunlaşıyor. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin kendini yeniden tanımlaması ve dış politikasını ona göre şekillendirmesi ihtiyacının ortaya çıktığı herkesçe dile getirilen bir gerçektir. Bu eserde de bu konuya vurgu yapıldıktan sonra, sadece Batı kampının bir üyesi olmaktan çıkan 13 Gencer Özcan ve Şule Kut (der.), En Uzun Onyıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, İstanbul: Büke, 2000. Bu kitabın yanında konuyla ilgili diğer bir Türkçe kaynak da yine bir derlemedir: Mustafa Türkeş & İlhan Uzgel, Türkiye’nin Komşuları, Ankara: İmge Kitabevi, 2002. 14 Vojtech Mastny ve R. Craig Nation (der.), Turkey Between East and West, New Challenges for a Rising Regional Power, UK: Westview Press, 1996.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
349
Türkiye’nin yakın çevresiyle geliştirebileceği ilişkilere yönelik seçenekler ele alınıyor. Bu çerçevede kitaptaki çeşitli makalelerde Balkanlar, Orta Asya, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, ekonomik sorunlar, demokratikleşme, AB ve Türkiye gibi konular inceleniyor. Buna benzer bir diğer çalışma da Barry Rubin ve Kemal Kirişçi tarafından derlenen Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası adlı kitaptır.15 Orijinali 2001 yılında İngilizce olarak yayınlanan bu çalışma bir yıl sonra Türkçeye çevrilmiş. Bu kitapta Türk dış politikasının son yıllarda gitgide karmaşık ilişkiler etrafında şekillenen yapısına vurgu yapılarak günümüzde bölgesel gelişmelerin ve anlaşmaların önem kazandığının altı bir kez daha çiziliyor. Bu eserde yer alan makaleler Türkiye’nin Avrupa, Rusya, Orta Asya ve ABD’ye yönelik politikalarını ve Ortadoğu’da gittikçe artan etkinliğini anlatıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde ekonomi, enerji ve su gibi konuların dış politikada karar alma sürecine artan etkisine dikkat çekilen kitapta Türkiye’den ve dünyanın çeşitli üniversitelerinden akademisyenlerin makaleleri yer alıyor. Benzer konuları işleyen ama Türkiye’nin iç siyasetindeki gelişmelere de yer veren bir çalışma da Turkey at the Crossroads adlı derlemedir.16 Bu kitap da Türkiye ile ilgili gelişmeleri anlatırken Osmanlı arka planını vererek başlıyor ve Osmanlı Devleti’nden Türkiye’ye geçişteki devamlılık unsurlarına vurgu yapıyor. Ayrıca kronolojik bir anlatımla tek parti ve çok partili yıllardaki gelişmeleri 1990’lı yıllara kadar anlatıyor. 1990 sonrası dış politika ile ilgili gelişmeleri ele alırken iç siyasete de değiniyor ve Susurluk ve Kürt sorunu konuları da dış politika gelişmeleri ile birlikte inceleniyor. Bunun yanında Türkiye’nin etrafının dış düşmanlarla çevrili olduğu iddiaları, Türkiye’nin Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya ile ilişkileri ve o dönemde artan Türkiye-İsrail ilişkileri de kitaptaki makalelerde ele alınıyor. Doksanların Türkiye gündeminde yoğun tartışma konuları ve bunların dış politika ile bağlantılarının ele alındığı diğer bir edisyon kitap da Dangerous Neighborhood adını taşıyor.17 Bu kitapta da Türkiye’nin dış politika gündemini meşgul eden olaylardan bazıları olan Avrupa ile ilişkiler, güven15 Barry Rubin ve Kemal Kirişçi (der.), Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002. 16 Dietrich Jung ve Wolfgango Piccoli (der.), Turkey at the Crossroads, Ottoman Legacies and a Greater Middle East, Newyork: Zed Boks, 2001. 17 Michael S. Radu (der.), Dangerous Neigborhood, Contemporary Issues in Turkey’s Foreign Relations, Canada: Transaction Publishers, 2002. Bunun yanında Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dış politikasında yaşanan gelişmelere ilişkin olarak ayrıca şu kitaplardan da faydalanılabilir: Graham Fuller ve Ian O. Lesser, Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, Boulder: Westview Pres, 1993; Alan Makovsky ve Sabri Sayarı (der.), Changing Dynamics of Turkish Foreign Policy, Washington DC: Washington Institute for Near East Policy Press, 2000; Philip Robins, Turkey and the Middle East, London: Royal Institute of International Affairs, 1991.
350
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
lik sorunları ve PKK, insan hakları tartışmaları, İsrail ve ABD ile olan ilişkiler inceleniyor. Çift kutuplu yapının dağılması ve insan hakları ihlalleri gibi konuların ulus devletlerin egemenliğini aşındırması sonrasında iç siyasî gelişmeler dış politika gündemine daha fazla oturmaya başladı. Bu anlamda Türkiye için de güvenlik sorunları ve PKK ile mücadele sırasında insan hakları ihlalleri sık sık gündeme geldi ve bunlarla ilgili konular Türk dış politikasına da yansıdı. Özellikle buradaki örnekte olduğu gibi yabancı yazarların hazırladığı eserlerde bu konu daha fazla tartışılıyor. Türkiye’nin 1990’larda yaşadığı güvenlik sorunları ve bunun dış politikaya yansımaları çeşitli yazarlar tarafından incelenen bir konudur. Güvenlik endişelerinin artması ve dış politika belirlenirken bu endişelerin öncelik kazanması askerlerin dış politika yapımında rollerinin eskisine oranla artması gerçeğini beraberinde getirmiştir. Güvenlik endişelerinin etkisi 2000’li yıllara kadar dış politikanın belirlenmesinde etkili olmuştur. Bu güvenlik endişelerinin ele alındığı bir eser de Mustafa Aydın’ın editörlüğünü yaptığı Turkey at the Treshold of the 21st Century adlı kitaptır.18 Ankara’da gerçekleştirilen bir konferansın tebliğlerinin toplandığı bu kitapta, Türkiye’nin küresel güvenlik açısından önemi, Türkiye’nin askerî önemi ve güvenlik sorunları ele alınan temel başlıklar olarak dikkat çekiyor. Mustafa Aydın’ın editörlüğünü Tareq Ismael ile paylaştığı diğer bir kitapta da Türk dış politikasının 21. yüzyılda alacağı muhtemel şekil tartışılıyor.19 Bu kitapta Türk dış politikasında 1980’lerde başlayan değişimin etkisiyle meydana gelen değişiklikler ele alınıyor. Türkiye için Batı’yla ilişkilerin hâlâ birinci derecede önemli olmaya devam etmesi yanında, son yıllarda Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya’da Türkiye’nin artan etkisine dikkat çekilerek bu konular inceleniyor. Konuların ve makalelerin üç bölümde toplandığı kitapta önce Türk dış politikası ile ilgili genel bir değerlendirme yapılıyor, ikinci bölümde Türkiye’nin ABD ve AB gibi aktörlerle ilişkileri incelenirken son bölümde de Türkiye’nin komşuları ile ilişkileri ele alınıyor. İçinde bulunulan ortamda Türkiye’nin daha aktif olarak yeni roller üstlenmesi gerektiğine vurgu yapılıyor. Bölgesel Değerlendirmeler Soğuk Savaş sonrası dönemi değerlendiren ve bu dönemde Türk dış politikasında meydana gelen değişiklikler sonrasında Türkiye’nin yakın çevresiyle artan ilişkilerini genel bir çerçeve içinde inceleyen bu kitapların ya18 Mustafa Aydın (der.), Turkey at the Treshold of 21st Century, Global Encounters and Regional Alternatives, Ankara: International Relations Foundation, 1998. 19 Tareq Ismael ve Mustafa Aydın (der.), Turkey’s Foreign Policy in the 21st Century, A Changing Role in World Politics, Ashgate: Burlington, 2003.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
351
nında, Türkiye’nin yakın çevresiyle ve küresel anlamda önemli aktörlerle olan ilişkilerini bölge veya ülke bazında tek tek inceleyen çalışmalar da vardır. Bu çalışmalardan da birkaç örnekle bahsetmek yararlı olacaktır. Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu bölgesine yönelik Türk dış politikasını inceleyen eserler arasında verilebilecek bir örnek Meliha B. Altunışık’ın Türkiye ve Ortadoğu: Tarih, Kimlik ve Güvenlik adlı derleme kitabıdır.20 Bu kitapta sadece 1990 sonrası gelişmeler ele alınıyor ve Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasının geçmişi ile ilgili bilgi de veriliyor. 1990 sonrasında Türkiye’nin Ortadoğu’yla artan ilişkileri ve burada güvenlik sorunlarının oynadığı rol kitapta vurgulanıyor. İlişkilerin gelişiminde tarihin ve kimlik algılamalarının etkisi de bu dönem ele alınırken dikkat edilmesi gereken bir konu. Bu kitapta bu faktörlerin Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasına etkisi ele alınıyor. Yine aynı dönemde Ortadoğu Barış Sürecinin gündeme gelmesi dünya siyasetini etkilediği gibi, Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasını da etkileyen bir unsur olmuştur. Bu sürecin Türk dış politikasına etkisinin incelendiği bir eser de Bülent Aras’ın Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye adlı kitabıdır.21 Bu kitap da analizini sadece Soğuk Savaş sonrası dönem ile sınırlandırmıyor. Barış Süreci ve Filistin Sorunu ile ilgili gelişmeler konusunda Türkiye’nin izlediği politika ele alınırken, Türkiye’nin Ortadoğu politikasının yıllar içerisinde geçirdiği değişim de inceleniyor. Filistin Sorunu, Türkiye’nin Ortadoğu’da 1990 sonrasında daha aktif bir politika güttüğü konulardan biridir. Kitapta Türk dış politikasının temel özellikleri ve genel eğiliminin verilmesinin yanında, Ortadoğu’da meydana gelen olayların bu genel çizgide yol açtığı değişiklikler de inceleniyor. Örneğin Türkiye’nin 1967 ve 1973 Savaşlarındaki tutumu ele alınıyor ve Kıbrıs Sorunu sonrasında bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmeye çalışmasına dikkat çekiliyor. Bu anlamda Filistin Sorunu üzerinden Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik politikasının genel bir özetinin verilmesi ve Soğuk Savaş sonrasında meydana gelen değişmelerin etkisinin incelenmesi, okuyucuya konuyla ilgili bir altyapı sağlamaktadır. Ortadoğu gibi Balkanlar da Soğuk Savaş sonrasında önemli gelişmelere sahne oldu ve Türkiye’nin Balkanlar’da bu dönemde meydana gelen olaylarla ilgili politikası 1990 sonrasında yayınlanan eserlerde incelendi. Önceki sayfalarda adı geçen edisyon kitapların çoğu Balkanlar’daki gelişmeler karşısında Türkiye’nin yaklaşımını inceleyen makaleler içeriyor. Bunların 20 Meliha B. Altunışık (der.), Türkiye ve Ortadoğu: Tarih, Kimlik ve Güvenlik, İstanbul: Boyut, 1999. 21 Bülent Aras, Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1997.
352
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
yanında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün düzenlediği konferans sonrasında çıkartılan Balkans, A Mirror of New International Order adlı kitap da okuyucuya önemli katkılar sağlayabilecek oldukça farklı yaklaşımları içeren bir eser.22 Soğuk Savaşın sona ermesi sonrasındaki geçiş dönemimde ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunların Türkiye’ye etkisini inceleyen bir konferansın tebliğlerinin toplandığı bu kitap, tarihî perspektif ışığında 1990’larda meydana gelen olayların değerlendirilmesi ile başlıyor. Özellikle Osmanlı mirası bölge ile ilgili tartışmalarda o dönem sıklıkla vurgu yapılan bir konu idi. Çok farklı ülkelerden akademisyenlerin makalelerinin yer aldığı eserde bölgedeki sorun alanları ve bölge içi ve dışı aktörlerin bunlarla ilgili politikaları inceleniyor. Bu dönemde Türkiye’nin Yunanistan ile sorunları da Balkan politikasını etkileyen faktörlerden biridir. Özellikle 1998’e kadar iki ülke arasındaki sorunlar Balkanlar’da yaşanan rekabetle de ilişkilidir. Ama iki ülke arasında uzun süredir devam bazı sorunların varlığını da unutmamak lazımdır. İki ülke ilişkilerini etkileyen faktörlerden birisi Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlıkla ilgili sorundur. Baskın Oran bu sorunun Türk-Yunan ilişkilerine yansımalarını ele alan kitabında sorunun kökeniyle ilgili tarihî arka planı verdikten sonra bu sorunu azınlıkların korunması ile ilgili genel çerçevenin içine oturtuyor.23 Bu azınlığın statüsünün belirlendiği anlaşmalardan alıntılar yapılarak sorunun hukukî temeli anlatıldıktan sonra Yunanistan’ın bölgeye yönelik uygulamaları ekonomik, siyasî ve sosyal açılardan ele alınıyor. Konuyla ilgili olarak nesnel bir yaklaşım izleyen kitap, bu sorunla ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için faydalı olacaktır. Bu konu dışında Türk-Yunan ilişkilerini etkileyen başka faktörler de Fuat Aksu tarafından ele alınmıştır.24 Bu kitapta Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlarda önemli noktalar olan azınlıklar, Ege sorunları ve Kıbrıs gibi konuların etkisi ele alınıyor. Bunun yanında NATO, AB ve KEİ gibi uluslararası örgütlerde yaşanan sorunlar da bu kapsamda önemli unsurlar olarak analiz içinde yerlerini almışlar. Aynı şekilde iç ve dış politika arasındaki ilişki de iki ülke arasındaki sorunları etkileyen başka bir konu olarak kitapta incelenen başlıklardan birisini teşkil ediyor. İki ülke ilişkilerindeki bu sorunlar çeşitli dönemlerde sıcak çatışma ihtimalini oldukça artırmıştır. Bu dönemlerde devreye giren büyük güçler, sıcak çatışmanın önlenmesinde rol oynamıştır. Büyük güçlerin bu rolünü de 22 Günay Göksu Özdoğan ve Kemali Saybaşılı (der.), Balkans, A Mirror of New International Order, İstanbul: Eren, 1995. 23 Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1992. 24 Fuat Aksu, Türk-Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Ankara: Ankara Üniversitesi, 2001.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
353
Faruk Sönmezoğlu Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler adlı kitabında incelemiştir.25 Bu eserde kronolojik bir anlatım içerisinde iki ülke arasındaki sorunlar 1945’ten 2000’e kadar inceleniyor. Bu çerçevede önce sorunlar ele alınıyor, daha sonra büyük güçlerin bu konudaki politikaları inceleniyor. Kıbrıs, Ege, azınlıklar ve Patrikhane gibi konular çeşitli dönemlendirmeler içerisinde ayrı ayrı detaylı bir şekilde ele alınıyor. Türkiye’nin yakın çevresi ile olduğu kadar AB ile olan ilişkileri de Soğuk Savaş sonrasında Türk dış politikasında önemli bir faktör olagelmiştir. Özellikle Türkiye’nin 1987’de tam üyelik için başvuruda bulunması ve adaylığının 1999’da tescil edilmesi Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde önemli birer dönüm noktasıdır. Türkiye-AB ilişkilerinin geçmişi insan hakları, kimlik, AB’de Yunanistan ve İspanya örnekleri, Türk-Yunan sorunları, AB-Türkiye ilişkilerinde Balkanlar faktörü ve AB’nin Akdeniz politikası ve Türkiye gibi konular Atilla Eralp’in derlediği bir kitapta ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki akademisyenler tarafından ele alınmıştır.26 Konu ile ilgili Türkçe kaynak boşluğunu doldurmak amacıyla yayınlanmış olan bu eser bu anlamda Türkçede yararlı bir kaynak işlevi görmektedir. Türkiye-AB ilişkilerini ele alan ve daha yakın tarihteki gelişmeleri de içeren İngilizce bir kitap ise Ali Çarkoğlu ve Barry Rubin tarafından 2003 yılında derlenmiştir.27 Bu derleme Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin bir kronolojisini vererek başlıyor ve Helsinki sonrasında yaşanan gelişmeleri de ele alıyor. Bunun yanında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, Kıbrıs Sorunu’nun Türkiye-AB ilişkilerine etkisi, insan hakları tartışmaları, Türkiye’de AB üyeliğine yönelik muhalefet ve destek, ve Türkiye’nin karşılaması gereken ekonomik ve siyasî kriterler çeşitli makalelerde ele alınıyor. Soğuk Savaş sonrasında dünyada tek küresel güç olarak ortaya çıkan ABD’yle Türkiye’nin ilişkileri Türk dış politikasında oldukça belirleyici bir faktör olarak dikkate alınması gereken diğer bir konudur. Türk dış politika25 Faruk Sönmezoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler, Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yayınları, 2000. Bu konuların dışında Ege’de egemenliği devredilmemiş adalar konusu özellikle Kardak Krizi sonrasında gündeme gelmeye başlamıştır. Bu konu için Sertaç Hamdi Başeren ve Ali Kurumahmut’un, Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Adalar (Ankara: Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi, 2003) adlı eserine bakılabilir. Bunun yanında iki ülke arasında imzalanan anlaşmaların metinleri için Hulusi Kılıç’ın Cumhuriyet Döneminde Türkiye ile Yunanistan Arasında İmzalanan İkili Anlaşmalar, Önemli Belgeler ve Bildiriler, (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2000) adlı esere bakılabilir. 26 Atilla Eralp (der.), Türkiye ve Avrupa, Batılılaşma, Kalkınma, Demokrasi, Ankara: İmge Yayınevi, 1997. Türkiye-AB ilişkileri ile ilgili olarak ayrıca Şaban Çalış’ın Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Değişim (Ankara: Nobel, 2000) adlı kitabı da Türkçe bir kaynak olarak faydalı olacaktır. 27 Ali Çarkoğlu ve Barry Rubin (der.), Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, London: Frank Cass, 2003.
354
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
sında ABD ile ilişkilerin oynadığı rolü incelemek için başvurulabilecek kaynaklardan biri Nasuh Uslu’nun Türk-Amerikan İlişkileri adlı kitabıdır.28 Bu eserde iki ülke arasındaki ilişkinin teorik altyapısı ve Türk dış politikasının oluşumunu ele alan bir girişin ardından kronolojik bir anlatımla ilişkinin seyri değerlendiriliyor. Truman Doktrini’nin ilanıyla başlatılan iki ülke ilişkilerinde Küba Krizi ve 1970’lerde haşhaş sorunu gibi zorlu dönemlerin yanında 1960-1980 arasında askerî ilişkiler ve 1980 sonrası artan işbirliği ele alınıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde meydana gelen gelişmelerin de yer aldığı kitap konuyu oldukça geniş bir perspektiften ele alıyor. Aynı konuyu inceleyen ama bunu Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkiler teorisinde meydana gelen değişmeler çerçevesinde ele alan bir eser de Burcu Bostanoğlu’na aittir.29 Bu çalışmanın ilk bölümünde uluslararası ilişkiler teorisi alanında yeni dönemde tartışılan yaklaşımlara yer veriliyor. İkinci bölümde ise bu yaklaşımların Türk-ABD ilişkilerini analiz etmede kullanılıp kullanılamayacağı tartışılıyor. İkinci bölümde ABD’nin dış politikasının genel bir özeti ve izolasyondan hegemonyaya doğru gidiş ele alınıyor. Kitapta Türk-ABD ilişkilerini belirleyen üç temel olay üzerinden bir analiz yapılıyor: Kore Savaşı, Kıbrıs Harekatı ve Sorunu, Körfez Savaşı. Teorik tartışmaları pratiğe uygulayarak bu konuda önemli bir katkıda bulunan bu kitabın, bu özelliğini bir doktora tezi olmasına borçlu olduğu söylenebilir. Yazının en başında da belirtildiği gibi oldukça geniş bir dönemin Türk dış politikası literatürüne ait eserlerin hepsinin bu makale içerisinde ele alınması mümkün değildir. Bu literatürü toplamak için yazılmış kitapların varlığı göz önüne alınırsa bunun zorluğu biraz daha anlaşılır. Bu noktada Türk dış politikası ile ilgili araştırma yapmak isteyenlerin başvurabileceği bu türden kaynakçalardan örnek vermek yararlı olacaktır. Bunlardan biri Mustafa Aydın, Erdem Denk ve Kudret Özersay’ın hazırladığı kaynakçadır.30 Bu kaynakçada önce Türk dış politikasına ait genel değerlendirmeler içeren eserlere yer verilmiş, daha sonra da Atatürk dönemi, İkinci Dünya 28 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkileri, Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 2000. Yine aynı yazarın Kıbrıs konusunun Türk-ABD ilişkilerine etkisini ele aldığı eseri de bu konuda tamamlayıcı bir görev üstleniyor: Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs, Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 2000. 29 Burcu Bostanoğlu, Türk-ABD İlişkilerinin Politikası, Ankara: İmge Yayınevi, 1999. 30 Mustafa Aydın, Erdem Denk ve Kudret Özersay, Türk Dış Politikası Kaynakçası (19232000), Ankara: Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2001. Yine Mustafa Aydın’ın M. Nail Alkan ile birlikte hazırladığı ve Türk dış politikası ile ilgili olarak yabancı dilde yayınlanmış eserlerin toplandığı An Extensive Bibliography of Studies in English, German and French on Turkish Foreign Policy 1923-1997 (Ankara: Center for Strategic Research, 1997) adlı çalışma da bu konuda yabancı dilde yayınlanmış kaynakları içeriyor.
1945 Sonras› Türk D›fl Politikas› ile ‹lgili Çal›flmalar
355
Savaşı dönemi, Soğuk Savaş ve Soğuk Savaş sonrası dönem gibi taksimlerle kronolojik olarak çeşitli çalışmaların isimleri verilmiş. Ayrıca bu dönemlendirmenin dışında özel konular başlığı altında Türk dış politikasını ilgilendiren temel konularla ilgili eserlerin isimleri sıralanmaktadır. Bu kaynakçadan başka İsmail Soysal’ın hazırlamış olduğu kaynakça da faydalı olacaktır.31 Bu eserde ilk önce Türk dış politikasının Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana 75 yıllık gelişimi genel bir çerçeve içinde ele alınıyor. Ayrıca dış politikaya ilişkin olaylar kronolojisi ve Türkiye’nin imzaladığı önemli anlaşmalar, tarihleri, yapıldıkları yerler ve bunların yürürlük durumları veriliyor. Türk dış politikasının yapımında etkili olan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanlarının isimlerinin verilmesi de karar alma sürecindeki kişilerin bilinmesi açısından bir fayda sağlıyor. Son olarak da dış politika çalışmalarında kullanılabilecek diğer kaynaklarla ilgili bilgi veriliyor. Bu kaynakça da Türk dış politikası ile ilgili araştırma yapılırken başvurulabilecek diğer bir eserdir.
Turkish Foreign Policy Literature in the post-1945 Era Mesut ÖZCAN Abstract This article analyzes the books written on Turkish Foreign Policy in the post-second world war era. In this respect, books in Turkish and also in English are reviewed in this article. The aim is to provide a general view about Turkish Foreign Policy literature. Since the literature on the subject is very extensive, only basic examples of the literature will be covered. The article examines the post1945 literature under two subheadings: Cold War era and post-Cold War era. The Cold War period represented security based and western oriented foreign policy. Although there were changes within this period, the real changes occurred with the end of Cold War. The post-Cold War period represented a diversification in Turkish Foreign Policy and Turkey’s relations with its neighboring regions increased. Another classification of the literature of this period is about the subjects and methods of the literature of the period. In this classification the first group of books consists of chronological, extensive and mostly text-books. The second group of books consists of edited books mainly about Turkey’s improving relations with neighboring areas. 31 İsmail Soysal, Türk Dış Politikası İncelemeleri için Kılavuz (1919-1993), İstanbul: OBİV, Eren, 1993.
356
TAL‹D, 2(1), 2004, M. Özcan
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
357
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 357-381
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
Hocam izninizle söyleşimizi üç tema ekseninde yapmak istiyoruz: Birincisi, sizin şahsî maceranız. Sizin çalışmalarınızın Türk sosyal bilimleri içindeki yeri ve seyri. İkincisi, Türkiye’deki ve dünyadaki siyaset bilimi çalışmaları hakkındaki gözlemleriniz. Son olarak ise bugünün Türkiye’si, siyaseti ve toplumu hakkındaki düşünceleriniz. Öncelikle sizin şahsî maceranızdan başlayalım isterseniz. Genel olarak, kitaplarınıza yansıdığı kadarıyla, yaşam öykünüzü hepimiz biliyoruz. Sizin, Türkiye’deki sosyal bilimciler arasında, çok farklı bir duruşunuz var. Bu duruşunuz üzerinde, ABD’de, tam da, sosyal bilimlerin gelişimi ve şekillenmesi açısından çok özel bir dönem olan II. Dünya Savaşı sonrasında eğitim görmüş olmanızın bir etkisi var mıdır? Yoksa, mesela, aile geçmişiniz ya da Türkiye’deki eğitiminiz mi etkili olmuştur? Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Amerika’da öğrenim görmüş olmamın bunda bir rolü var. Çünkü, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Maliye hocamız Bedri Gürsoy; Amerika’da ne kadar doktora yapan kişi varsa onların peşine takılmış ve isimlerini almış. Ondan sonra, askerliğimi yapmak için Ankara’da bulunduğum bir sırada, birdenbire beni buldu ve şimdi kapanmış olan pastanelerden birine davet etti. Oturduk konuştuk. “Bize gel” dedi. Ben de “Biz kim?” dedim. Biz, “Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyiz” dedi. Ben de, o zamanlar, hem Hariciye imtihanına girdim, hem de Siyasal Bilgiler Fakültesi imtihanına. Ama Siyasal Bilgiler Fakültesi, bana, biraz tuhaf bir yer gibi geliyordu. Çünkü, orada benim anladığım şekilde bir siyaset bilimi yoktu. Orada siyaset bilimi hukukla eşitti. Benim de Yavuz Abadan’ın asistanı olarak, Yavuz Abadan’ın Kamu
358
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
Hukuku kitabını anlamam gerekiyordu. Halbuki, bu kitabın asıl omurgası, Alman Staatrecht teorisi idi. Hukukun en soyut şekli. Bense, hukuk hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bu, engellerin birincisi. İkincisi de, bendeki “siyaset bilimi”ydi: tarihe yakın ve tarihle birlikte yürüyen bir siyaset bilimi. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyeleri arasında öyle bir bilimin namevcut olduğu fikri paylaşılıyordu. Ama bunu hiç bir zaman böyle ifade etmediler. Çok kibar bir gruptular; yargılarını, daima, zihinlerinin gerisinde tuttular ve bana gelişme imkanı verdiler. Daha sonra, Turhan Feyzioğlu geldiğinde, onun asistanı oldum. O da bana, ne yapacağımı sordu; “Max Weber’i anlatmaya çalışacağım” dedim. “Tamam, giriş olarak çok iyi” dedi. Ondan sonra da öylece devam ettik. Fakat bu tutum, esasen, çok toleranslı bir öğretim üyesi birliğinin, “acaba burada neler var” şeklinde uyanan meraklarının izalesi için, bir denek olarak beni izlemelerinden ibaretti. Bu, bir deneydi aslında. Böyle bir siyaset bilimi olup olmadığını anlamak için duruma bakacaklardı. Ama dediğim gibi, fakülteye bir tolerans havası hakimdi. Bu, “belki, tuhaf bir siyaset bilimidir ama hele bir yapsın bakalım, görelim” türünden bir yaklaşım olarak ifade edilebilir. Turan Güneş ve Turhan Feyzioğlu benim çok iyi arkadaşlarımdır (bilhassa Turan Güneş), ama onların siyaset bilimi anlayışı tamamen başka bir planda oluşmuştu. Bunların yanında, bir de iktisatçılar vardı. Aydın Yalçın gibi mesela. Onlar da bir başka dilden konuşuyorlardı. Ama herkes, “bakalım bu adam neler yapabilir bir görelim diye” beni özgür bıraktı. Bu ortamda, kimse bana engel çıkarmadığı için çok şey yapabildim. O atmosferi de sevdim bağlandım. O sıralarda Forum’u da çıkarıyorduk. O ortamda herkes kendi açısından konuları irdeliyordu. Bize sonradan katılan Coşkun Kırca da bu Amerikan siyaset bilimine katiyen prim vermeyen insanlardan biriydi. Böyle bir ortamda, eksiklerim hiçbir zaman bir çatışmaya dönüşmedi. O yarı-hukuk olan bir Fransız siyaset bilimi, zamanla yerini tarih odaklı “Amerikan siyaset bilimine” bıraktı. Ancak kendi ülkemizi tanımak için bir yasalar birikiminin nasıl çalıştığını bilmenin şart olduğunu anlamıştım. Öyleyse, bu farklılaşmanızın nedeni olarak, sadece doktoranızı değil, siyaset bilimi dalındaki lisans eğitiminizi de ABD’de yapmış olmanızı gösterebilir miyiz? Evet, evet. Doktora çalışmamı yapmak için öyle ilginç bir yerdeydim ki… Bu doktora çalışmalarının, nihaî olarak, bir şahsa münhasır kalması mevzubahis değil. Bir grup, bir yer, bir alan çıkıyor ortaya. İşte, orada da, Hoover Institute diye bir merkez vardı. Kocaman, inanılmaz genişlikte bir
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
359
kütüphanesi vardı. Siyaset Bilimi alanındaki doktora adayları olarak biz, çalışmalarımızı, bu kütüphanede yürütüyorduk. Orada çok ilginç insanlar vardı. Çoğu Marxist olan… Ya da şöyle söyleyelim: Çoğu, ABD’de, Sovyet Rusya’nın nasıl bir rejim oluşturduğunu inceleyen eski Marksistlerden oluşan bir enstitü. Bir kısmı, Çin’deki rejimin nasıl gelişmekte olduğunu merak eden insanlardı ve o konularda çok büyük projeleri vardı. Örneğin, bu memleketlerde çıkan ana gazetelerin baş makalelerini önceden okumak suretiyle oradaki programları -yani 1940’larda Nazilerin ya da o zaman birinci derecede önemli bir ülke olarak görülen Sovyet Rusya’nın programlarını zaman zaman nasıl değiştirdiklerini- baş yazarların yazılarını incelemek suretiyle anlamaya çalışan bir proje vardı. Bu projenin, Amerikan Devletinden fonlarla desteklendiğinden eminim. Fakat ilginç olan, bu araştırıcı grubunun “solcu” olarak tanımlayabileceğimiz bir araştırıcı grubu olmasıydı. Bertram Wolfe adında, Three Who Made a Revolution başlıklı bir kitabı da olan bir akademisyen vardı. Haftada bir gelir, bize anlatırdı bu çalışmaları. Benim ilk hocam, çok da hürmet ettiğim Harold Berman, bu kuruma henüz yeni gelmişti ve Sovyetlerin çalışma tarzının medyada duyduklarımızdan çok daha farklı olduğunu söyleyerek, Sovyet Rusya hakkında “objektif” denebilecek dersler yapan birisiydi. Ondan sonra.. Stalinist bir iktisatçı olan Paul Baran vardı etrafta. Çok hoş bir insandı. O zamanlar, üniversitede, Amerikan havasını sonradan kaplayacak olan muhafazakârlık hiçbir şekilde ortalıklarda yoktu. Yani bu insanlar, Sovyet Rusya’nın mekanizmalarının nasıl çalıştığını anlamada eski solculuklarının, Amerika’nın o zamanki siyasî amaçları ile örtüştüğü bir noktadan dünyaya bakan kimselerdi. Bunun iki tarafı vardı: Bir tanesi, devlete rapor edilecek olan kısım. Diğeri ise, işin siyaset bilimi ile alakalı yönü. İşte, benim ilgim bu noktada toplanıyordu. Yani Sovyet Rusya, bir elit teorisi olarak mı anlaşılabilirdi yoksa kendi iç tarihinden mi Sovyet Rusya’yı anlayabilirdik? Ya da, orada liberalizmin çok gizli bir şekilde gelişen tohumları mı vardı? Enstitüde, işte böyle sorular etrafında çalışan gruplar da vardı. Hatta Hoover Enstitüsü’nden çıkan ilk kitaplardan birinin adı, hatırladığım kadarıyla, Marxism is a Humanism başlığını taşımaktaydı. Yani Marxism, bu dünyayı anlama kalıbı olarak egemendi. Ben, onlara, biraz kenarından köşesinden katıldım; çünkü benim merak ettiklerim başka şeylerdi. Sonradan, enstitü üyelerinin Marxizm ile ilişkileri yavaş yavaş azaldı. Bir kısmı takibata uğradı, ama, netice itibariyle, ilginç bir çalışma tarzıydı. Bu durum, sonradan çok değişti. Nixon’dan sonra orasını şöyle bir “temizlediler”. Sonradan sağcı bir grup oluşturuldu; fakat doğrusunu söylemek gerekirse, “solcuların” getirdikleriyle kıyaslandığında, zenginliğinden epeyce şey kaybetmişti.
360
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
Tekrar Türkiye’deki maceranıza dönelim isterseniz. Anlaşılan o ki, 1950’li yıllarda, Türkiye’deki genel sosyal bilim anlayışından bir farklılığınız var. Ama aynı zamanda kendi kuşağınızdaki akademisyenlerle de diyalog halindesiniz. 60’ların ikinci yarısından sonra ve 70’lerin başında SBF’de, Marksizmin belli bir ağırlığı oluşmuş durumda. Bu dönemde siz İstanbul’a taşınıyorsunuz... Evet. 1970’lerin başında. 1969’dan itibaren, Ankara’da akademik faaliyetlerin suyunun ısındığını düşünmeye başladım. Artık, orada yapılabilecek bir şey kalmamıştı. Asistanlar arasındaki çatışmaları falan görüyordum. Marksist olmayanlara karşı bir tavır alış mı vardı? Evet. En azından, yukarıdan bakma gibi bir şey vardı. Benim de, onlarla uğraşacak vaktim yoktu. O polemiklere ve arkadaş gruplarına hiç girmedim. İlişkilerim, idare ettiğimiz Forum dolayısıyla idi ve o çerçeveyle sınırlıydı. Fakat Forum’un kendisi de, yönetim açısından yavaş yavaş başka biçimler almaya başlamıştı. İdaresinde bir anlaşmazlık vardı. Neyse… Ben, ondan sonra iki buçuk sene Amerika’da kaldım gene. Türkiye’ye 1973’te döndüm ve Ankara’dan bıkmış olarak, o zamanlar Robert Kolej olarak bilinen fakat daha o sırada devlet üniversitesi haline gelmeye çalışan okula geldim. Doğrusu, hakkını vermek lazım, o zamanki rektörümüz mimar Prof. Aptullah Kuran Bey bu işi çok iyi idare etti. Üniversitenin gelişmesi için olağanüstü çaba sarf etti. Bana da, üç aşağı beş yukarı istediğim kişileri çağırma imkanı verdi. Ben de, şurada burada yüksek kalitede olduğunu bildiğim kimseleri çağırdım ki, bir sosyal bilim bölümü meydana getirebilelim. O sıralarda ben, Amerika’da çok standart olan bir dersi geliştiriyordum. Bu, siyasî fikirler tarihinin biraz daha güncel bir şekle sokulma çabasıydı. Siyasal fikirler tarihini incelerken, -Batı’dan Türkiye’ye ciddi ölçüde fikir aktarımının olduğu- Aydınlanma çağının temel fikirlerinin yayılmasını kendi yazarlarımıza kadar getirmeye çalışıyordum. O zamanlar üzerlerinde pek durulmayan bir iki siyasî düşünürü de, önemli insanlardır diye, öne çıkardım ve onların da eserlerini okutmaya çalıştım: Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu’nu, hatta Peyami Safa’yı... Bu, bir tecrübe idi. Fena da geçmedi. Benim verdiğim dersler, aslında, üniversite camiasını Amerika’da yapılan siyaset bilimi çalışmalarının iki yönüyle ilgilendirmekti: Bir tanesi siyaset biliminin bir bütün olarak ne yaptığı. o sıralarda sosyal bilimlerde farklı disiplinler arasındaki duvarlar kalkmaya başlamıştı, siyaset biliminin sosyolojiyle, tarihle, antropoloji ile olan iliş-
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
361
kileri daha sık olmaya başlamıştı. İkinci amacım; öğrencilerimizin bir kısmını, o havanın içine sokmaya çalışmaktı. Yani enterdisipliner bir sosyal bilim yapmaya çalıştım ve sanıyorum başarılı da oldu. Bu arada, iki sene kadar Oxford’da bulundum. Döndüğüm zaman da, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışmalarıma devam ettim. Bütün mesaim, devamlı olarak, buradaki müesseseyi kurmakla ilgiliydi. Aptullah Kuran Bey, bu çalışmalarım sırasında bana çok yardım etti. Yavaş yavaş da hoş bir ortam oluşmaya başladı. 1980’lerin başıydı. Said Nursi konusuna yöneldim. Cemil Meriç’e gitmiştim. Cemil Bey bana, “bu Said Nursi denen adamı ciddiye almak lazım” dedi. “Eh, peki” dedim ben de, “madem ki ciddiye almak lazım bir bakayım.” Ondan sonra, Said Nursi üzerine çalışmaya başladım. Çok uzun sürdü o çalışma. 1982’den 1989’a kadar. Tespitlerimi sınayacağım kimse de yoktu. Çünkü, yeni materyaller üzerinde yeni bir çalışma tarzına girmiştim. Suat Alkan isimli Nurcu bir arkadaşımız vardı. Bir gün, artık tahammül edemeyecek bir duruma gelmiştim. “Şu Said Nursi’nin yazılarını bir türlü anlayamıyorum” demiştim, “Suat Bey siz bana anlatın, bu nasıl anlaşılır?” Suat Bey de; çok terbiyeli, lise çıkışlı ama son derece kültürlü Denizlili bir arkadaşımızdı. “Siz Rainer Maria Rilke’yi bilir misiniz?” dedi. Bilmiyordum. “E, okuyun. Said Nursi’yi anlamak için oradan geçmenizde bir fayda olabilir.” dedi. Böyle bir şey söylemesi bana çok ilginç geldi... Yavaş yavaş çalışmamı geliştirmeye başladım. Ancak, araştırmayı olmasını istediğim gibi yapamadım. Çünkü bu, Said Nursi ile ilgili bilgileri ortaya çıkarmak kendi başına bir çaba gerektiriyordu. Bu konuda daha önce yapılmış bir analiz mevcut değil. Yazılarından hareket etmek lazım. Geldiği bölge hakkında da çok fazla bilgi yok. Her neyse, en sonunda, çalışmayı 1988’de bitirdim. 1989 yılında Suny Press tarafından yayınlandı. Sizin yayın grafiğinize baktığımızda, 1950’lerde ve 60’ların başında siyasal düşünce tarihi üzerine çalıştığınızı ama bunu bir tarihçi titizliği ile yaptığınızı görüyoruz. Bizzat birincil kaynakları okuyarak bulgularınızı bir çerçeveye oturtuyorsunuz. Düşünce tarihine bu şekilde bakabilmek, o dönemde Türkiye’de yetişmiş bir sosyal bilimci ya da Osmanlı tarihçisi tarafından bile yapılamayan bir şey... Çünkü Türkiye’de, bu alan, genellikle edebiyat tarihçileri ve hukuk tarihçilerinin tekelinde kalmış ve onlar da, açıkçası, meseleye siyaset bilimcisi gözüyle bakamıyorlar. Daha sonra, tarihî sosyolojiye yöneldiğinizi görüyoruz. Ondan sonra da, din, ideoloji ve kültür meseleleri ile ilgilendiniz. Modern Türkiye’nin yapısı üstüne çalıştınız. En sonunda da, din sosyolojisi ve Said Nursi... Bunlar bir tesadüfün eseri midir yoksa sizin baştan beri tasarladığınız bir şey miydi?
362
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
Türkiye ile ilgili olarak, benim merak ettiğim bir şey vardı: “Bu modernleşmenin etkileri nedir?” Modern Türkiye’nin nasıl oluştuğunu anlatan mevcut eserler, bana zayıf geliyordu. İnsan, Türkiye’nin dışındaki daha başka bir disiplinle çalışmayı öğreniyor. Bu disiplinin kazandırdığını bir örnekle anlatayım. Stanford’da iken, Levelle adlı bir siyasî fikirler tarihi hocamız vardı. İsmi pek fazla duyulmuş bir adam değildi, ama araştırma yapanlar için çok iyi bir rehberdi. Ona bir çalışma götürdüğünüzde, “Tamam da bir seviyede konuyu anlamışsınız fakat anladıklarınızın arka planında neler görüyorsunuz?” derdi. Gider çalışır, onun arkasındaki şeyi bulur gelirdiniz. Bu sefer, “Peki, onun arka planında ne var?” diye sorardı. Bir şeyin, yalnız bir kere anlatılmasıyla aranılan cevabın ortaya çıkamayacağını çok iyi bilen bir kimseydi ve doğrusu, o zorlamalarla, insanı bu şekilde çalışmaya yöneltiyordu. Hepimiz ondan çok istifade ettik. Onun dışında, oradaki diğer hocaların tecrübesinden de çok istifade ettim. Çünkü, hepsi bu şekilde, hem bilgilerin nasıl toplanabileceğini anlatıyorlardı, hem de bir konuyu ortaya çıkarmak için bu işin ne kadar gerilerine gitmek gerektiğini de söylemiş oluyorlardı. Böyle böyle bizi yetiştirerek mezun ettiler. İnsan, güven kazanmış olarak mezun oluyordu oradan. Modern Türkiye nasıl oluştu sorusunun cevabına dönecek olursak… Modern Türkiye nasıl oluştu? Ben, 1950’lilerin başında Hoover Enstitüsü’ndeyken Türkiye’nin İstiklal Harbi hakkında küçük bir metin yazmıştım. O zamanlar Enstitü’de bulunan Rusya uzmanı Profesör Fischer, “Sen bu çalışmanı geliştir” dedi. Bu metni geliştirmek için çalışırken, bu olayların arkasında hangi şekillendiricilerin olduğunu merak ettim. Bu merak, daha sonra, “Türkiye’yi demokrasiye götüren ivme nasıl ve nerede başladı” diye daha da büyük bir merak uyandırdı bende. Doktora tezimin ana hatlarını, Türkiye’ye döndükten sonra 1952-1954 yılları arasında düşünmeye devam ettim. Fakat doktora tezim üzerinde asıl kafa yormam, 1958 yılı Şubatında Amerika’ya gittikten sonra oldu. 3 sene kaldım orada. 1958 sonrasındaki bu dönemde, doktora tezimin konusunu çok geliştirdim ve genişlettim. Princeton’daki kütüphaneden -Osmanlı tarihi üzerine, şahane bir kütüphanesi vardır Princeton’ın- çok istifade ettim. 3 yıl boyunca, sabahtan akşama kadar çalıştım. Sonra da, 1961 yılında Harvard’a gittim. Demek ki 1958’den 1961 yazına kadar Amerika’daydım ve ihtiyacım olan bilgileri çok kolayca toplayabileceğim iki yerdeydim. Böylece de tezimi neşredilebilir bir hale getirdim. Bazı problemleri halletmişken, tezim dolayısıyla, siyaset bilimine ait olmayan yeni bazı problemlerin ortaya çıktığını görüyordum. O problemler aslında tarihî süreç problemleriydi. Yani, bir grup kişinin ne düşündükleri
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
363
değil, nasıl düşündükleri ve ‘bu iş nasıl oldu’ şeklindeki bazı yeni sorular belirmişti. Daha Harvard’da iken, Jön Türkler hakkında bir kitap yazmaya başlamıştım. Türkiye’ye döndüğüm zaman, 1961-1962 yıllarında falan, Jön Türkler hakkındaki bu kitabım üzerinde çalışmaya devam ettim. Ama başka meseleler vardı. Mesela, Forum vardı. Kendimizi bu çalışmaya vermiştik. O nedenle biraz gecikti. Nihayet bu kitap, 1964’te, benim doçentlik tezim olarak ortaya çıktı. Ondan sonra da, tarihle uğraşmaktan çok, tarihin beraberinde getirmiş olduğu bazı genel konular üzerinde düşünmeye başladım. Bunlardan bir tanesi, Türkiye’de siyasî söylemin arka planında her zaman mevcut olan fakat üzerinde durulmayan din alanıydı. Yani, dinî bir yapı, bir memleketin içindeki insanların düşüncesini nasıl ve ne dereceye kadar etkiler? Said Nursi çalışmam onun bir denemesi olacaktı. Toplumsal etkileme şekillerini ortaya çıkarma denemesi olacaktı. Böylece, bu merakım dolayısıyla 1989’a kadar, “Bir dinî kuruluş, insanların düşünce tarzını nasıl etkiler?” sorusunun peşinden gittim. Bayağı da uzun bir zaman olmuş. Hiç farkında değildim, bu kadar uzun olduğunun.. 1988’de bir İslâm Etütler Kürsüsü olan American University’den beni davet ettiler. Biraz tereddüdüm vardı; nihayet, İslâmî araştırmalar uzmanı değildim. Ama sonunda, benim yalnız İslâm ile ilgili değil, başka dersler de verebileceğimi keşfettikleri zaman kalmamda ısrar edildi. Fakat ben de, bu arada, ‘madem, burası bir İslâmî kürsüdür, en azından ben de konuya hakim olmalıyım’ diye, İslâm hakkındaki bilgilerimi çok ciddi bir şekilde geliştirmeye çalıştım. Yani 1989’da çok hakim olmadığım bazı konuları geliştirmeye çalıştım. Literatürü inceledim. O konuda dersler vermeye devam ettim ve 1990’dan 1996-1997’ye kadar bu işi yaptım. Fakat bu, bana biraz pahalıya mal oluyordu. Çünkü ne zaman Türkiye hakkında bir ders açsam, bu kürsünün bulunduğu American University’de, iki kişi kayıt yaptırıyordu ve iki kişi ile de ders yapılmıyordu. Ders yapılabilmesi için en az altı kişi olması lazımdı. Ben de vazgeçtim. On sene Türkiye hakkında hiçbir şey yapamadım. Burada bulunduğum sürede, devamlı olarak, İslâm’ın modernleşmesi falan gibi dersler verdim. Çok sıkıldım bu işten. Bu arada, Berlin’deki Wissenschaft College’den bir yıl için beni davet ettiler. Ben de “Benim burada yapmak istediğim bir iş var, ancak on seneden beri bu işi yapamıyorum. O zaman Türkiye’ye döneyim” diye düşündüm ve Sabancı Üniversitesi’ne geldim. Sabancı Üniversitesi ile yaptığımız kontrata, “bu öğretim üyesi Sabancı Üniversitesi’ne, Tanzimat dönemi fikriyatı üzerinde çalışacak bir grubun oluşturulması için geliyor” mealinde bir madde konuldu. Ondan sonra neler oldu? Ben gerçekten de Tanzimat hakkında bir iki ders vermeye çalıştım. Fakat Türkiye’de Tanzimat’ı öğretmek çok zor; siya-
364
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
set biliminde derse kabul ettiğiniz öğrenciler eski yazıyı bilmiyorlar. Binaenaleyh, ikincil kaynaklardan faydalanmaya mecburlar. Bu olacak şey değil. Netice itibariyle, siyaset biliminde de olduğumuz için, öğrencilerin çoğu siyaset biliminin daha pratiğe yakın alanlarını tercih ediyorlardı. Binaenaleyh, siyaset bilimi bölümünde Tanzimat’ı anlatmamın daima çok ampirist bir şekli olması zorunluydu. Başka türlü yapamıyorsunuz. Çünkü öğrencileri kaynaklara gönderemiyorsunuz. Onun için, istediğim işi yapamadım. Kaldı ki, idarecilerimizin bir teveccühü olarak açık olan bir kısım derslere beni yönlendirdiler. Ben de ‘hayır, yapamam’ demedim, o dersleri verdim. Böylece sosyolojiye giriş, siyaset teorisi gibi 20 yıldan beri vermemiş olduğum dersleri üstlendim. Bu arada Sabancı Üniversitesi, başka bir üniversitenin temin etmediği bir imkanı tanıyordu: Araştırma fonları. Bu araştırma fonları sayesinde, Türkiye’de hiçbir zaman anlaşılmamış olan ve hâlâ da anlaşılması mümkün görülmeyen, fakat benim çok önem verdiğim bir konuda küçük bir “workshop” tertip ettim. Konu şuydu: “Tabiat fikrinin Tanzimat düşüncesine girişi”. Bu, bence çok önemli bir şey. Çünkü Aydınlanma devriyle ilgili Batı’da yazılanların bir kısmı bildiğiniz gibi “Bilgi Çağı” üzerinde odaklanır. Fakat bu bilginin gelişmesinde de tabiat kavramının ne kadar önem taşıdığı anlaşılmıştır. Bu konu ise Türkiye’de merak edilen bir şey değil. Workshop’u Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşlarla yapmıştık. Bir kısım kişiler bu konuyu ilginç buldular. Her şeyden önce, felsefe bölümünün başında olan Gürol Irzık. Şimdi yavaş yavaş bunu, Sabancı Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi arasında müşterek bir proje haline getireceğiz. Bu tabiat fikrinin düşünce alemimize girmesi ve bir de, ondan daha basit olarak Batı bilim tarihinin ana hatları diye bazı dersleri gündeme getireceğiz. Benim şimdiki durumum da bu. Daha çok bilim tarihine yöneliyorum, siyasî fikirler tarihi yerine. Sizi iki defa da işin pratiğinde görüyoruz. Birincisi, Hürriyet Partisi. İkincisi, Yeni Demokrasi Hareketi. Hürriyet Partisi’ndeki çalışmalarınız bugün pek fazla bilinmeyen ve unutulmuş bir konu. Hürriyet Partisi ile ilgili çalışmalarda sizin isminiz de ortaya çıkıyor. Hürriyet Partisi macerası hakkında neler söyleyebilirsiniz? Hürriyet Partisi, Türkiye’ye faşizm gelmesin fikrinden ilham alan bir girişimdi. Çünkü, siyaset bilimi öğretimimiz esnasında, dünyanın en büyük düşmanları içinde komünizm ve faşizmin yeri o zamanki siyasî düşünce çalışmalarının odak noktasıydı. O zamanlar, ‘Menderes Türkiye’ye faşist bir rejim mi getirmek istiyor acaba’ şeklinde, fikirlerimiz vardı. Basın üzerindeki baskılar da, faşizan bir devletin yapılandırılmasını çok hatırlatıyordu. O
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
365
nedenle, hepimiz bunu engellemeyi bir görev bildik. Böyle bir durum karşısında insanın savaşmasının ne gibi bir şekil alabileceği üzerinde devamlı tartışmalar vardı. Yedi öğretim üyesi istifaya bir anda karar verdik. Benim de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden istifa dilekçem o sıralara rastlar. İstifamdaki ifade, istifa etmeyen arkadaşlarımızı çok yaraladı. İstifa ettikten sonra Amerika’ya gittim, döndüm ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bir daha girdim. Gene bu vesile ile kendilerini biraz da tenkit etmiş bir öğretim üyesine ne kadar anlayışlı davrandıklarını gördüm. İşe alma sürecinde beni ciddi bir sınamadan geçirdiler ve asistanlık kademelerinin her birinden yeniden ayrı ayrı sınava aldılar. Burada Turan Güneş’in hayatınızın dönüm noktalarında bir etkisi oldu mu? Turan Güneş. Ben her zaman ilham aldım Prof. Turan Güneş’ten. Çünkü Turan Güneş inanılmaz derecede hem zeki, hem de zekasını Türkiye ile ilgili olarak kullanmayı bilen bir insandı. Ona çok kıymet verir, görüşlerine çok güvenirdim. Prof. Turhan Feyzioğlu’na da hürmet ederdim, çünkü çok bilgili bir adamdı. Fakat Turhan Feyzioğlu’nun yazdığı yazılara baktığınızda onun ne kadar mütereddit bir kişi olduğunu görebilirsiniz. Mesela, şöyle bir metinde şu kadar bir silinti vardır, sonra oradan tek bir cümle çıkar. Yani, o yazıları gören insan onun ne kadar mütereddit bir insan olduğunu bilir. Bu da onun, gerçek bir hususiyeti idi. Turan Güneş, kendini işine çok daha fazla veren bir kimseydi. Ondan sonra, yanlış yaptıysa geri çekilmesini bilirdi; yani böyle korkusuz bir insandı. Özgüveni yüksek. İşte zekasından çıkarıyordu bütün bunları. Çok yazık oldu erken ölümü. İlk çalışmalarınızdan itibaren, Yeni Osmanlılar’dan Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri’ne, Din ve İdeoloji’den Said Nursi’ye kadar olan çalışmalarınızda, daha çok, hem fikrî anlamda, hem de kurumsal anlamda, tarihin taşıyıcı unsurlarını çok ciddi bir şekilde tespit ettiniz. O anlamda, bu çalışmaları yaparken, hem bilgiye ulaşma anlamında, hem de teorik zorluklar taşıması açısından, çalışılmasının çok zor olduğunu düşündüğünüz bir alana işaret edebilir misiniz? Burası hâlâ tam anlamıyla aydınlanmamıştır ya da üzerinde daha çok çalışılması gerekir dediğiniz bir alandan bahsedebilir misiniz? Fikirle eylem arasındaki ilişki, kaypak bir şey olduğu için bu ilişkiyi saptamak çok zor. Fikir nedir, eylem nedir? Mesela, Namık Kemal’in Aydınlanma’dan etkilenmiş bir kişi olduğu muhakkak. Ama nasıl etkilenmiş? Ne dereceye kadar etkilenmiş? Ayrıca, İslâmî bir temeli de var. Peki, bütün bun-
366
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
ları yan yana nasıl koymuş? İslâmî temeliyle Aydınlanma’yı yan yana nasıl getirebilmiş? Bugün bir Türkiyeli’nin en büyük arzusu, bir sentez yapmak. Çünkü, hepimiz “Batı’dan bunu muhakkak almamız gereklidir” şeklindeki bir düşünceden hareket ediyoruz. Peki ama, bu Batılı unsurları kendi kültürümüzle nasıl bitiştireceğiz? Bu iş üzerinde kafa yormak ecdadımızın çok vaktini aldı. Kısacası, Türklerin bütün amacı, bu unsurları nasıl bitiştirebileceğini belirleyebilmekti. Bence bu, çok saygıdeğer bir çaba idi ama, bunu illâ da bir sentez şeklinde ortaya çıkarmaya gerek yoktu, aslında eklektizm kendi merkezî sistemlerinde mevcuttur. Dolayısıyla, benim için en zor şeylerden biri, bu kişilerin eylemleriyle kafalarında olan şablonların ilişkisini kurmak oldu. Jön Türkler’le ilgili olarak bir şey biliyorum: Onların düşünceleri bir hayli sathî idi. Ama bu tespiti yapınca da, başka bir hususun daha izah edilmesi gerekiyordu: Niçin onların kafasındaki sathîlik Yeni Osmanlılarda yoktu? Ben bu sorunun cevabını şimdiye kadar bulamadım. Çünkü bu Jön Türkler gerçekten akıllı ve vicdanlı insanlar ama Fransızca tabiri ile kültive insanlar değillerdi. Bu durum, tıbbiyeden ve askerî okullardan gelmelerinden mi kaynaklanıyor yoksa başka bir şey mi var? Birisinin bu konu üzerinde çalışması lazım. Bir aile meselesi mi? Yeni Osmanlılar Tanzimat aristokrasisinin içinden, elit kimselerdi. Pek tabiî ki, o aristokrasinin içindeki eski kültürü edinmişlerdi. Bu aristokratik tablo Jön Türkler’de yok. Jön Türkler, daha çok, halktan insanlar. Böylece Tanzimat aristokrasisinin özel, sentez şeklindeki kültürünün ortadan kalktığını görüyoruz. Bu durum, Jön Türkler’de olduğu gibi, sonra da devam ediyor. Mesela, Enver Paşa, Mustafa Kemal çok zeki, çok terbiyeli insanlar, çok nazik insanlar. Batı’yı da çok iyi biliyorlar. Ama onlarda da, Yeni Osmanlılar’da olan bilgi derinliği -eskisiyle ve yenisiyle- o kadar yok. Belki de faydalı bir durum. Çünkü fazla bilgi birikimi olduğu zaman, insanın eyleme karşı isteği daha az oluyor. 1890’ların insanları, çok daha çabuk aksiyona giriyorlar. O nedenle, belki de bu bilgi birikimi eksikliği, onlar için faydalı oldu. Yani o zengin potadan istifade edemeyişleri onlar için faydalı olmuş olabilir. Öyle tahmin ediyorum. Bir tarafta bir subay, bir asker; diğer tarafta bir edebiyatçı, bir şair... Yalnız şair değil de, bir şairler grubu. Yani İstanbul’da, birbirlerinin salonlarına giden gelen; sonra, sosyal bakımdan oldukça açık bir muhit. Jön Türkler zihin olarak da, yaşayış tarzı olarak da daha “taşralı” aslında. Tanzimat aristokrasisinin, ortadan kalkmasının yerine gelen yeni bir “elit”. Amaç bu Tanzimat aristokrasisinin ortaya çıkarmış olduğu birikimden daha ileri gitmek fakat “derinliği” ve Osmanlı ile sentez yapma çabasını bir
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
367
yük olarak görmek. Onun da şöyle bir temelinin olduğunu sanıyorum: Avrupa’da 19. yüzyılın sonu, liberalizmin artık revaçta olmadığı bir dönem. Her şey aksiyona, istikbale bağlı olmaya başlıyor. Yani o dönemin Pareto, Sorel gibi sosyal bilimcilerinin bütün düşüncelerinin temelinde, aslında, ‘bir şey yarat’ prensibi var. Bu yeni yönelim açık; artık Rousseau’larla falanlarla filanlarla çok fazla uğraşmak gerekli değil. Çünkü zaten, Avrupa’da herkes, 19. yüzyılın sonunda ve bilhassa I. Dünya Savaşı sonrasında Rousseau’ya bir tekme atmış. John Stuart Mill’in de pabucu dama atılmış. Tamamen yeni bir hayat tarzı sunuyoruz şeklinde bir düşünce tarzı belirmiş. Bu da çok iyi. Çünkü, böylelikle etraf da fikrî engellerden temizlenmiş oluyor. Hatta bu dönemde bizde “Putları Kırıyoruz” başlıklı bir makale serisi var. 1926’da falan yayınlanmış. O dönemin Nazım gibi genç edebiyatçılarının meşhur şair ve yazarlara yönelik putları kırıyoruz şeklinde eleştirileri var. Bu, o zamanın esprisini çok iyi anlatıyor. Mesele putları kırmak ve bu şu anlama geliyor: Artık Rousseau yok, John Stuart Mill yok, orta zamanlardaki birçok başka düşünür yok. Liberal düşünce ortadan kalkıyor, yerleşmiş toplum şekillerini ve anayasalarını çok katı birer enstrüman olarak, bir engel olarak gören kimselerin fikirleri revaçta. Çok daha derine giden bir siyaset bilimi yok. Bizimkiler, bu durumdan istifade ettiler gibi geliyor bana. Yani, Jön Türkler ve sonrasında da Kemalistler, alanı boş bulmaktan çok istifade ettiler. “İleri!” şeklindeki bir emir, siyasî fikrin teamülü haline gelmişti. Avrupa’da 1920’lerin fikriyatı buydu. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri adlı kitabınızın ikinci baskısına yazdığınız önsözde, “19. yüzyıl düşünce tarihinden bahsetmek mümkün değil, ancak bir düşünce sosyolojisinden bahsedebiliriz” demiştiniz. Şimdi anlattıklarınızla da bu tablo tamamlanmış oldu. Peki, 20. yüzyılda neler oluyor? Valla 20. yüzyılda çok iyi bir şey oluyor: Bir tanesi, son on yıl. Son on yıldan önce, Türkiye’de, iyi niyetli, fakat çok derine gitmeyen birtakım müfessirler var. Ama son on yılda, çok sayıda tercüme yapılıyor, çok kitap okunuyor Türkiye’de. Bu, yeni nesilde, kendini çok ilginç ve biraz çarpık bir şekilde gösteriyor. Bunu geçen gün birisine anlatırken, biraz kaba bir şekilde, şöyle ifade ettim: Birçok Türk sosyal bilimcisinin yaklaşımı, “Benim Derrida’m senin Derrida’nı döver.” şeklindedir. Onların yaptıkları sosyal bilim, bazı şablonları öne çıkarmaya dayalı. Bu gibi başlangıç noktalarından hareket etmeye tabiî ki ihtiyacınız var. Çünkü Batı’yı bilmeden tabiî ki ilerleyemeyeceğiz. Ama Türkiye’de son moda fikirlerin bir kullanılma şekli var ki, o da, “Ben bunu senden daha iyi biliyorum” şeklinde tezahür ediyor. Önemli olan o değil. Önemli olan şudur: Türkiye’nin bugünkü durumu için
368
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
bu ileri sürülen şablonların anlamı nedir? Bunu kimse yapmıyor. Herkes, “Bak, ben bu konuları ne kadar iyi biliyorum” diye ortaya çıkıyor. Bu işler, birtakım prestijli dergilerde bile yapılabiliyor. İnsanlar nadiren “Neden bir sürecin incelenmesini konu alacağız?” diye soruyor. Mesela, insan “Bu Cumhuriyet’in kuruluşunda bir toplum anlaşması diye bir şey var mıydı?” diye merak edebilir. “Şu konuyu bir inceleyeyim, hakkında bir kitap yazayım” şeklinde bir istek, bir gayret yok. Şimdi Taha Parla bu konuda iyi şeyler yazıyor. Onun bir kitabı çıkacak sanıyorum yakınlarda. Solidarizmin cumhuriyet fikriyatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu anlatıyor. Fakat ona benzer çok az şey görüyorum. Kemalizmin en derinindeki şekillendiricilerinin neler olduğu irdelenebilir. Kemalist kadro hakkında ilginç araştırmalar yapılabilir. Atatürk’ün etrafındaki insanlar kimlerdi? Ne getirmişlerdi? Tartışılan konular nelerdi? Hatta, Meclis’in yapmış olduğu çalışmalar incelenebilir. Mesela, Meclis’in kabul etmiş olduğu kanunların bir dökümünü yaptığımız zaman, ortaya neler çıkıyor? O kanunlar nasıl bir temel fikrin ürünü? 1923-1950 arasında çok faydalı işler yapmış olduğumuzdan eminim. Biz, şimdilik, yalnızca, iyi işler yaptığımızı söylüyoruz. Güzel. Ama, o yapılmış olan iyi işlerin bir karakterinin de olması gerekir. O karakter, bu kanunların araştırılmasından çıkarılabilir. Kastettiğim, devrim kanunları falan değil. 1923’ten ya da 1924’ten beri çıkarılan kanunların tümü. On senelik bir devre içinde çıkarılan kanunlar, hangi konuları kapsamaktadır? Bu kanunlar aracılığıyla neler yapılmıştır? İnsanın aklına, işte böyle şeyler geliyor. Siyaset biliminde birisine de “Sen böyle bir çalışma yapar mısın?” dediğin zaman, “Hocam, ben o zamanki yazıları okuyamam.” diyor. Haklı da. Eski yazıyı okuyamama, ciddi engeller ortaya çıkarıyor. Öğrencilerin de okuyacakları veya yazacakları veyahut da halledildiğinde ilginç sonuçlar çıkabilecek konular çok, ama bahsedilen problemler yapılacak işlerin sayısını azaltıyor. Yazık aslında. En son yazılarınızda da değiniyorsunuz. Bu söylediğiniz sorunlar bağlamında, Türk tarihini, Batı’da ortaya çıkan kuramsal okumalar içinden okuma sorunu önemli bir handikap oluşturuyor. Batı’da geliştirilen teorileri bilmemiz lazım; ama, bir yazınızda sizin de belirttiğiniz gibi, Türk tarihini kendi sorunlarımız etrafında okumak çabasını geliştirmek gerekiyor belki de. Evet. Ama o da çok zor bir problem aslında. Çünkü, felsefî bir problem. Batı’nın toplumu kavramlaştırma ögelerine paralel olarak, başka bir kavramlaştırma sistemi olabilir mi? Olursa, nereden çıkaracağız? Kim yapacak? Toplumu kavramlaştırma sisteminde üretilecek paralel bir kavramlaştırma tipi veya sistemi, Batı’nın ortaya koyduğu kavramlaştırma sisteminin
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
369
dışında bir örüntü olabilir mi? İkinci bir sistem olup olmadığını araştıracak olan kimse var mı? Bu çok felsefî planda bir konu. Bence şurada da bir eksik var: Biz bir toplumu anlamak ve anlatmak için çok standart teorileri kullanıyoruz. Eskiden Marksizm vardı. Şimdi Marksizm ortadan kalktı. Ne var şimdi? Üç dört tane moda sosyal bilim teorisi var. Fakat, Batı’da çok büyük bir birikim var aslında. Mesela Türkiye’de hiç kullanılmayan, Husserl diye bir düşünür mevcut. Husserl’in kavrayışlarından ve anlayışlarından hareketle bir iş yapmak mümkün olurdu, ama biz, çok standart birkaç tane Batı analiz aracını kullanmakla yetiniyoruz. Diğer taraftan, kimse, “Biz kendi analiz aracımızı geliştirebilir miyiz”, yani “Kendi kelimelerimizle Batılılara paralel ama işe yarayan bir analiz aracı geliştirebilir miyiz” diye düşünerek, kimse böyle bir şeye soyunmadı benim bildiğim kadarıyla. Bu bir korkudan mı kaynaklanıyor? Korku tabiî ki; çünkü zor bir felsefî problem. Fakat en azından şunu söylemek lazım: Descartes, Hume, Kant gibi bir üçlünün felsefî problemleri irdelemek için öne çıkardıkları epistemolojik alemin sınırlılığı konusunda pek çok araştırma var Batı’da. “Bu adamların, problemlerini ortaya koyuş tarzları, belki kendileri için yeterli olabilir; ama bu, meselenin nihaî ortaya konuş tarzı değildir. Başka epistemolojiler de düşünülebilir.” diye dünya kadar çalışma var Batı’da. Fakat bu çalışmalar, bize tam bu şekilde intikal etmiyor. İki şekli var bunun. Batı’da Descartes, Hume ve Kant hakkında yapılmış çalışmalar vardır; örneğin, Kant’ın epistemolojilerinin doğru olmadığını anlatan yeni felsefecileri biliyorum. Bu bir. İkincisi, bunu biliyorsam eğer, bu bildiğim şey bize ne anlatır? Her zaman, bu noktaya gelmekte bir gecikme yaşıyoruz. Mesela, İslâmî sosyal bilim diye bir şey çıkmış ortaya. Ben bunun çok kuvvetli bir analiz olduğuna katiyen inanmıyorum. Bir epistemoloji değil o. Ya da geliştirilmesi lazım. Türkiye’de siyaset düşüncesi birikiminden ya da siyaset felsefesinden söz ederken, kuşkusuz, bunların çok derinlikli olmadığını da biliyoruz. Ama biraz önce, gerek Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki siyasal tartışmalar bağlamında zikrettiğiniz, gerekse oranın dışında hepimizin bildiği ideolojik yönelişler, arayışlar ve bu arada ortaya çıkan ürünler ve şahıslar var. Bu durum, Türk siyaset düşüncesi birikimine nasıl bir etkide bulunmuştur? Genişletici mi yoksa daraltıcı m? Ya da her ikisi bir arada mı? Bir dönem milliyetçilik olmuş, uzunca bir dönem Marksizm olmuş, son yıllarda da İslâmcılık olmuş.Yani böyle, daha az ‘bilimsel’ -belki terim çok doğru değil ama- daha çok ideolojik. Sizin yazılarınızdan da hatırlıyoruz, 1970’li yılların Marksist yönelişi, iktisat tarihinde bir taraftan zenginleştirici ama diğer taraftan da tıkayıcı etkide bulundu.. Bunun siyaset düşüncesindeki izdüşümü nasıl olmuş?
370
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
Marksizm, bize çok faydalı oldu bir kere. Çünkü, tabu olan birtakım konuların gerçekten konuşulması gerektiğini ortaya çıkardı ve tarihî bilginin derinleştirilmesini sağladı. Ama ne Marksizm, ne milliyetçilik, ne de İslâmcılık; entelektüel bir muhalif zümre çıkararak, kendi kendine bakıp da, bunun nasıl bir şey olduğunu merak edip de, gerçek temel kritiğini derinliğine yapmaya cesaret etmiştir. Muhalefet varsa kritikleri daima bir çeşit senben çerçevesinden kaynaklanmıştır. Bunun kısa ifadesi şudur: Bu fikirlerin üçü de sathî bir şekilde ifade edilmiştir. Bunu söylediğiniz zaman da, yine sathî bir şey söylemiş oluyorsunuz. Çünkü, “Marksizm Türkiye’de niçin sathî?” diye soracaklar size. O zaman, Marksizm’in Hegel’e giden, hümanizme giden bir tarafı olduğunu anlatmak lazım. Bu konular, Türkiye’de hiçbir zaman irdelenmemiştir. Milliyetçilik ise; kendi oturduğu yerin, kendi oturduğu ideolojik alanın bir zorunluluğu olarak, kendisini çok fazla kritiğe imkan veren bir şey değil. Çünkü belki orada da insanı korkutan şeyler çıkacak. Dolayısıyla, milliyetçi, kendi milliyetçiliğini çok fazla analiz etme imkanı bulamaz. Yahut da milliyetçi fikirler, milliyetçiliği ifade eden liderlerin milliyetçiliğinin çok fazla kazılmasına imkan vermeyen fikirlerdir. Dışarıdan bakan birisi, milliyetçiliğin derinliklerinde yatanları ve milliyetçiliğin içindeki mekanizmaları bulmaya çalışabilir. Ama milliyetçiliği ifade eden kimse bunu yapamaz. Türkiye’de bu dışardan bakanların sayısı oldukça az. Bizim bildiğimiz milliyetçilik, o milliyetçi önderlerin ortaya çıkardıkları şekiller. O önderlerin fikirlerinin de çok derine gittiği söylenemez. Çünkü, adamın milliyetçiliği çok derin bir şey değil. İslâm’ın da, aslında, üzerinde durulması gereken fakat durulmamış olan yine öncekilere benzer yönleri var. Bir kere İslâm’ın diskur olarak bir mevcudiyeti var. Doğrudan doğruya bir müdafaa, İslâm’ın müdafaası. Bir müdafaa, bir müdafaadır netice itibariyle. Çok derine gitmez. Bir de İslâm ‘arayışları’ var. O, çok daha enteresan aslında. Fakat tuhaf bir şekilde, bu İslâmî arayışlar birbiriyle bağlantılı değil. Yani ortaya bir şey çıkarmıyor. Ben her yerden çeşitli konferanslar hakkında bilgi alıyorum. Ama bu konferansları düzenleyen insanlar yan yana gelmiyorlar. Burada birçok İslâmî araştırma merkezi var. Birbirleriyle rakipmişler gibi geliyor bana. Çünkü, birinde bulunan bir şey öbürü tarafından tartışılmıyor. Yani bunlar çok ayrı gruplar olarak çıkıyor. İslâmcılar arasında, aslında, çok şey tartışıldı. Ama her gurubun kendine göre bir doğrusu var. Bu da, İslâm’ın bir iç siyaset yönünün hâlâ çok fazla olmasından kaynaklanıyor. Yani Fethullahçıların teorilerinin, enine boyuna ve iyi niyetle tartışıldığı bir yer görmedim şimdiye kadar. İslâmî düşünce sahiplerinin birbirleriyle bir yerde birleşip de bir
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
371
sentez çıkarmaya çalıştıklarını görmedim. Belki biraz sert ama tekrarlayayım, bütün bu çalışmalar, birbirine rakip grupların çalışmaları gibi geliyor bana. O rekabet, aslında, biraz da hüsnüniyet konusudur. Yani, yenilik ve henüz bu işin başında olmanın getirdiği bir durumdur. Herkes, benimki daha iyi diye ortaya çıkıyor. Ama ümit ediyorum ki, uzun vadede biraraya gelirler. Çünkü çok entresan çalışmalar var. Bana her gün başka başka yerlerden kitaplar geliyor. İnsanlar, bir ara kocaman bir konferansta bir araya gelsinler demiyorum, ama bu işlerin başkaları tarafından ciddiye alındığı bir arena olsun. Bütün bu çalışmalar ve ürünler o arenada bir araya gelsinler ve oradan çıkanlar da insanlar tarafından tartışılsın. Türkiye’de henüz böyle bir şey olmadı. Uzun vadede böyle bir şeyin olabileceğini ümit ediyorum. Rekabet, şimdilik, bir müddet için daha kalabilir; ama, bir müddet sonra, bu durum, belki de, İslâmî düşünceyi sınırlandıracak bir şey haline gelir. Örneğin, Batı’da, bir Rus Ortodoksu olan düşünür Berdiaev herkes tarafından tartışılmış ve Berdiaev’in düşünceleri kamu malı haline gelmiş. İslâm düşüncesinin ürünlerinin de, bir kamu malı olarak tartışılmaya başlanması lazım. Bu durumun bir sebebi var elbette. Düşünce ürünlerinin kamu malı haline gelmesi, Avrupa’da geçmişten gelen ve yavaş yavaş gelişmiş olan bir şey. “Republic of letters” diye bir şey var Avrupa’da. Birbirleriyle konuşan, tartışan ve haberleşen aydınların meydana getirdikleri bir birikim. Bu birikim, bizde henüz oluşmadı. Bu da biraz bizim karakterimizden kaynaklanıyor. Böyle sert söylüyorum, ama bu hususu daha yumuşak bir şekilde söylemek imkanı vardır belki de. Fikir sahibi olan kişi, karşısındakine bunu bir silah olarak doğrultuyor. Batı’da bu yok mudur? Bir dereceye kadar var, ama paylaşma da var. Yani yeni bir düşünce üretmiş bir kişinin, bu fikri, bir silah olarak kullanmaması lazım. Bu, Türkiye’de fikirle siyasetin çok iç içe ve yan yana şeyler olmasından ve birinin diğerinden çıkmasından dolayı böyledir sanıyorum. Hepimiz öyleyiz aslında. Yani ortaya bir fikir çıkarıyorsunuz, bir nevi hodri meydan der gibi. Dediğim gibi, bu tamamen yok değildir Batı’da. Var ama bizde olan şey, daha çok, yeni tip bir fikri olan kimsenin, bu düşünceyi, bir silah olarak kullanmaya meyyal oluşudur. Bunu yapmamak lazım. Siz bu durumu, bazı konuşmalarınızda “kritik düşünme geleneği”nin bulunmayışına da bağlıyorsunuz. Kritik düşünme, yalnız tenkit yapmak ya da derin analiz yapmak ile ilgili bir şey değildir. Kritik düşünme, aslında, insanların birbirleriyle tartışmalarından ortaya çıkan bir ortak sonuca doğru varmanın ifadesidir. Yani,
372
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
bu noktada, kritiği biraz geriye çekelim, ortak çalışmayı da öne çıkaralım. Çünkü kritik, kendini ancak o şekilde buluyor. Araştırdığı konulara samimiyetle ve iyi niyetle yaklaşan insanlar için de durum böyle. Hele bu konular Türkiye’de hassas addedilen konularsa, bu insanlara yönelik olarak hemen karalamalar başlıyor. Hatta bir nebze, sizin çalışmalarınıza yönelik yaklaşımlarda da böyle bir tutum görülüyor... Evet, biliyorum onu. Yani, Türkiye’de insan düşmanlıkla karşılaşmadan herhangi bir şey yapamıyor. Onun için, tabiî olarak, biraz kendi içine çekiliyor. Sizin deneme mahiyetinde yazdığınız şeylerin bir meydan okuma gibi algılanması, dostlarınızın düşmanlarınızın o oranda artmasına neden oluyor belki de? Oysa, ben tam tersine şöyle diyorum: Bakın, burada bir şey var. Bu konuda siz ne dersiniz? Kullanın bunu. Açıklayın. Ben yanlış yapmış olabilirim, yanlışlarımı bana söyleyin. Ama böyle bir talep pek karşılık bulamıyor Türkiye’de. Son üç beş yıldır düzenli olarak toplanan Abant Platformu diye bir çalışma var. Üzerinde durduğunuz diyalog bağlamında, bu faaliyeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Bana da davet geldi. Çok güzel bir düşünce, ama oraya davet edilen insanlar da, yine belirli bir halkanın içindeki kimseler. Temsil kabiliyeti mi sınırlı? Evet, temsil kabiliyeti sınırlı. Biraz da birbirleriyle anlaşan insanlar. Ama ben bunu anlıyorum. Daha önce sözünü ettiğim o ‘workshop’u yaptığım zaman, benim de üzerinde en çok durduğum kriterlerden bir tanesi, davet edeceğimiz kişilerin anlaşabilecek kişiler olması idi. O nedenle, bu durumu gayet iyi anlıyorum. Fakat bu, aslında, Markscı bir kavramı kullanacağım, bilimin infantile bir yönüne delalet eder. Yani bunun paylaşılamaması, bir kamu malı olarak tartışılamaması, yeni bir bilim tipinin daha başlangıcında olduğunu anlatıyor. Bir paradigma öncesi dönem gibi mi algılamamız gerekiyor? Bu yavaş yavaş olacaktır; ama şu anda, bence, sözkonusu iletişimin azlığından dolayı Türkiye çok şey kaybediyor.
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
373
Biraz da İslâmî düşünce kâfi derecede paylaşılmıyor Türkiye’de. Kemalistler paylaşmıyorlar bu düşünceyi. Tamam, bunu anlıyoruz. Ama İslâmî düşünürler arasında da bu üretimin daha çok paylaşılması lazım. Aksi takdirde, bu kadar çabaya çok yazık olacak. Yazdığınız makalelerde genellikle iki mesele var ki, tekrar tekrar gündeme geliyor Türkiye’de. Biri merkez-çevre meselesi, diğeri de sivil toplum meselesi. Merkez-çevre meselesine ilişkin makalenizi yazalı yaklaşık 30 yıl geçti. 30 yıl sonra, geriye baktığınızda ne görüyorsunuz? Bu teorinin kimsenin anlamadığı asıl önemi, moderniteye doğru gidişte Batı’nın sosyal, siyasî ve iktisadî yapılarının entegrasyon şekliyle, bizim benzer yapılarımızın entegrasyon şeklinin farklı oluşuna işaret etmesidir. Bu, özünde toplumsal değişmenin şekilleriyle ilgili bir savdır. Batı’da bu değişim sonucunda sivil toplum öğeleri orta zamanlarda doğmuş bir iç gerilim örüntüsüne dayanarak ortaya çıkmıştır. Bizde ise bu temel gerilimler farklıdır ve şekil değiştirmiş olsalar da bugün hâlâ siyasî yapıda yankılanmaya devam etmektedir. Bu nedenle, bir metafor olarak merkez-çevreyi önerdim. Bunu, genel olarak çizilmiş hakikî bir çerçeve olarak aldılar. Sınırları keskin hatlarla çizilmiş bir çerçeve olarak kabul ettiler. Oysa benim yaklaşımım bu değildi. Hatta şunu diyorum: Böyle çok yumuşak bir metafor olarak ortaya konduğu zaman, tabiî ki zamana göre içi doldurulacak. Bu modelin içinin bugünün şartlarında doldurulması ile 20 yıl öncenin koşullarında doldurulması ayrı şeylerdir. Ama bir ana öğe olarak fena değildir. Önemini hâlâ muhafaza ediyor. Ama dediğim gibi, bu ana öğe nasıl doldurulacak, yani içine ampirik bilgileri nasıl koyacağız? Yeni ampirik bilgiler koyduğumuz zaman esniyor mu? Üç aşağı beş yukarı tutuyor gibi. Ampirik bilgilerin türünün de son 20 yıl içinde çok değiştiğini belirtmek lazım. Bu nedenle o açıklama biçiminin hâlâ geçerli olduğuna inanıyorum. AKP ile ilgili olarak kamuoyuna, ‘AKP Kemalizm’in zaferidir’ şeklinde bazı değerlendirmeleriniz yansıdı. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Şöyle açıklayayım: “Kemalizmin zaferi” kavramından yola çıkmak Cumhuriyetin “süreçlerini” çok ilginç bir şekilde anlatıyor. Cumhuriyet birtakım araçlar ortaya çıkardı. İnsanların kullanabilecekleri imkanlar ortaya çıkardı. Modern okullar açtı. Vatandaşlık kavramını geliştirdi. İlmiye sınıfını ortadan kaldırdı. Birtakım yeni iktisadî imkanlar açtı ve yeni iktisadî değerler getirdi. AKP, bunların hepsinden istifade etti. Cumhuriyet’in okullarında okudu, iyi sonuçlar aldı. Vatandaşlığın kendisine hukuken vermiş olduğu imkanları kullandı, bir vatandaş olarak. İlmiyenin ortadan kalkma-
374
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
sıyla birlikte, uzmanların din hakkındaki tartışma tekelinin de kalkmış olması, onların, din hakkında birçok şey söyleyebilmelerini sağladı. Ondan da istifade ettiler. Yani kendilerini meşrulaştırabilecek bir duruma geldiler. En çok da, Cumhuriyet’in getirmiş olduğu iktisadî değerleri kullandılar. Servet yaptılar, banka kurdular vb. gibi. Demek istediğim şu: Şayet bunlar olmasaydı; yani, okula gidemeselerdi, vatandaşlık haklarını kullanamasalardı, AKP ortaya çıkmazdı. Bu ilginç bir şekilde, Türkiye’de onlara verilmiş olan modern imkânları kullanmış olmalarından ileri geliyor. Belirttiğiniz bu husus, akıllara, II. Abdülhamit’in yarattığı imkanların Jön Türk neslini ortaya çıkarmasını getiriyor. Cumhuriyet’in imkanlarının AKP’yi ortaya çıkarması, aslında Kemalizm’in bir paradoksu değil mi? Gayet tabiî, evet. Ben bu konuyu derslerimde böyle anlatıyorum. Duyduklarında çok şaşırıyorlar. Benim, daha önce, “mahalle seviyesindeki İslâm” diye bir ifadem vardı. Çünkü dünya ile, kainatla ilgili genişliği çok, yansıması çok olan bir İslâm var. Bir de günlük praksisle ilgili olan bir İslâm var. Bugünkü İslâm’ın üzerinde durduğu -beni de biraz tedirgin eden- şeylerden bir tanesi, mahalle ile ilgili olan tarafı. Bu nokta, biraz önce sözünü ettiğim araştırma merkezlerinde üzerinde durulan bir husus değil. Şöyle diyeyim: Çok ampirist ve çok püriten bir İslâm anlayışı ortaya çıkmaya başlıyor. Osmanlılar katiyen püriten insanlar değildir. Bu püritenlik; bence, hem geleceği hesap etmek zorunluluğunun, hem de devamlı yeni ve daha büyük bir ivmeyle iş çıkarma zorunluluğunun getirmiş olduğu şeylerden bir tanesi. Müslümanlar da; kendi insanlarının başarılı olabilmesi için İslâm’ın da yapıcı, yaratıcı ve iktisadî değer yaratıcı bir unsur olması lazım geldiğini anladılar. Burada; böyle bir uğraş insanlara başka şeyler için zaman bırakmayacağından, sen kendini bu işlere hasret ve eğlence falan gibi şeyleri unut türünden bir düşünce varmış gibi geliyor bana. Bu, tamamen kapitalizme uymaya çalışmaktan kaynaklanan özelliklerden bir tanesi. Günlük problemleri açısından mahallede İslâm’ın bu şekilde intibakı beni hayrette bırakmıyor. Sebebi de şu: İslâm’ın en ince, en nezih, en hoşgörülü, en sofistike şekilleri, eskiden, İslâmî bir elit (ulema ve ulemanın üst tabakalarında olanlar) tarafından ortaya çıkarılmıştı. Bu işi nasıl yapıyorlardı? Ebu’l-ûla Mardin Bey benim büyük amcam. Ebu’l-ûla Bey, İsviçre Medenî Kanunu’nu neden öğretsin? Kendisi doğrudan doğruya fıkıhla, şeriatla ilgili düşünceye hakim bir kimse. Ama anlatmış. İsviçre Medenî Kanunu’nu başka kimsenin anlatamayacağı bir açıklık ve fasîhlikle anlatmış. Ben o zaman çok merak ettim. Çok mümin olan bir adam aynı zamanda
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
375
kendi dinî kültürünün içinden değil de bambaşka bir yerden gelmiş olan bir kanunu anlatmak durumunda kalmış ve bunu fevkalade iyi bir şekilde yapmış. Bunu kendisine nasıl yedirmiş, sonradan anladım. Tasavvufî açıdan bakarsanız, Allah’ın isimlerinin ve dünyadaki şeklinin aksetmesinin muhtelif biçimleri var. Onlar da şu: En yüksek seviyede, şeriat var. Ama bu demek değildir ki, insana, dünyaya Allah’ın göndermiş olduğu nur, yalnızca orada duruyor. Bu hak-hukuk ve adalet ile ilgili nurlar, evet, belirli bir seviyede şeriatta ve fıkıhta kendini gösteriyor; ama aynı zamanda, farzedelim Pasifik adasındaki yerliler arasındaki hak-hukuk anlayışında da bu nurun bir başka şekli var. Binaenaleyh, Pasifik’teki balıkçının hak-hukuk anlayışında doğrudan bir yansıma varsa, pek tabiî ki, İsviçre Medenî Hukuku’nda da o nurun başka türlü, belki daha da üst seviyede bir yansımasını insan görüyor. Sanıyorm o nedenle, Ebu’l-ûla Bey, bu işi, büyük bir ruh huzuruyla yaptı. Çünkü, bu yansımaların dereceleri var. İlahiyatçı bir meslektaşa sordum, o da “Evet doğru, bu bir derecelenme konusu” dedi. Allah’ın nuru arzın merkezine kadar gidiyor. İkincisi, Ebu’l-ûla Bey bunu niçin yapabildi? Çünkü Ebu’l-ûla Bey, kendi İslâmî inançlarına o kadar bağlı bir adam ki, kendinden emin bir insan. Kendinden emin bir insan ve bu düşünce tarzını kafasında yerleştirerek, kolayca, İsviçre Medenî Hukuku’nu verebilecek duruma geçecek olan bir kimse. Bu, aynı zamanda, çok iyi eğitim görmüş olan bir kimsenin, İslâm’ı yorumlamasıdır. Mahallede o sofistikasyon ve eğitim yok. Binaenaleyh, ben mahalle seviyesinde, insanların Ebu’l-ûla Bey gibi düşünmeyeceklerini tabiî sayıyorum. Ama orada bir tehlike var. Çünkü, Ebu’l-ûla Bey’in bu sofistike, çok yüksekte olan düşüncesinden, mahalleye doğru geldiğiniz zaman; İslâmî kültürün bütününün artık bulunmayışı ve birtakım fırsat peşinde koşan demagogların da oralarda kolayca bulunmaları gibi nedenler dolayısıyla, bu işin -af edersiniz- cılkının çıkmış olduğu gibi bir intiba hasıl oluyor. O nedenle, problem budur. O alt seviyede, sofistikasyonunu kaybetmiş olan, temsilinde çok kaba olan halk tefsirinin vardığı noktalar bazen insanı korkutuyor. Mesela, bu namus cinayetleri falan gibi şeyler bu kaba temsilden kaynaklanıyor. Bunun İslâm’la hiçbir ilgisi yok. Yaşadığımız 20. yüzyılda öyle bir süreç var ki, mahalle seviyesinde gelişmiş İslâm’ın kendine mahsus, biraz da sert bir yönü oluşmaya başladı. Mahallede; İslâm’da bir temeli bulunmayan bazı giysi tipleri ile, davranış tipleri ile ve en korkuncu da bu namus cinayetleriyle ilgili olarak kendi başına pişen bir şeyler var. Bu kaba tefsir, mahalleden çıkarılıp atılabilir mi? Bu, nasıl mümkün olabilir? Çok zor. Hemen şunu da söylemek lazım: Yarı-okumuş insanların sayısının çoğalması ile birlikte din anlayışının sofistikasyonunu kaybetmesi, bütün ülkele-
376
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
rin dinî kuruluşlarında görülen gelişmelerden bir tanesi. Mesela, ABD’de, daha fazla sayıda kimse kiliseye gidiyor; fakat onların anlattıkları ve düşündükleri, en ince Katoliklik ya da en ince Protestanlık yorumu değil. Binaenaleyh burada, İslâm’ın bir kabahati yok. Kabahat, sosyal yapının. Bunun karşısına nasıl geçilir? Çok zor. Günümüzde, ezilmiş olduklarına inanan insanların bulunduğu alt sınıfların, ki burada çevre de var, İslâm’ı, kendi kendilerine ve kendi eğitim seviyelerine uygun olarak tefsir etmelerine nasıl mani olacaksınız? Çünkü bu sınıfların duydukları eziklik de bu tefsirin bir parçası. Şöyle anlatayım: Ezilmiş olan adam, biraz nefes aldığı zaman, yaptığı ilk şeylerden bir tanesi; “İslâm’ı bana şu şekilde empoze etmeye çalıştılar. Hayır efendim. Ben, İslâm’ı kendi istediğim gibi tefsir edeceğim.” demek oluyor. Bu, aslında, onun için bir hürriyet öğesi. İslâm’ın mevcut “yol”u ona şahsiyetini ifade etmesi için bir kapı açıyor. Sebebi de, mahallenin, bu karışık şeylerin hepsinin birden gerçekleştiği bir yer olması. Bu durumu nasıl halledeceğiz? Bana biraz zor bir şeymiş gibi geliyor. Bu değerlendirmeleriniz günümüzdeki bazı gelişmeleri anlamaya da ışık tutuyor galiba? Tabi tabi. Geçenlerde Tülin Bumin’in bir mülakatı yayınlandı ve bayağı da tartışıldı. Bu biraz da, Türkiye’de kadının dine dönük gelişimini betimleyen bir mülakattı. O mülakatta ifade edilenlerin, sizin söylediklerinizi çağrıştıran bir yansısı var. Tülin Bumin, özetle, “eski kadın cahil tamam, cumhuriyet kadını modern; fakat türban takan kadınlar ultra-moderndir. Çünkü, eski kadın, ‘din bunu der’; modern kadın, ‘din bunu diyor, ama ben bunu yapmıyorum’ der gibiydi; fakat günümüzdeki kadın, o kadar modern ki ‘din şunu diyor ve ben de bunu diyorum’ demek suretiyle, hem dini benimsiyor, hem de ‘benim anladığım din’ anlayışını öne çıkardığını vurguluyor” diyor. Şimdi, yukarılarda etkin bir ulema sınıfının olduğu bir yerde, bir kızcağızın çıkıp da bu sözleri diyebilmesi mümkün mü? Örneğin, Ebu’l-ûla Mardin’in olduğu bir ortamda, bir kadının bu konuda görüş bildirmesi oldukça zor olurdu herhalde. O tipteki insanların sayısı azaldı. Ama bu durum yalnızca İslâm düşünce dünyasında karşımıza çıkmıyor. Bütün düşünce dünyasında bu tip çok bilgili sofistike insanların sayısının azaldığını biliyoruz. İnsanlar kendi mesleklerinin uzmanları oldular. Herkes, belli bir şeyi çok iyi, çok derinliğine, fakat çok dar bir şekilde biliyor. Biz, böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bu süreç, her memlekette yaşanıyor.
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
377
Yani, artık Türkiye’de, biraz da kitapların yaygınlaşması ile birlikte, herkesin belli bir din anlayışı var ve “Ben bunu anlıyorum” deyip işin içinden çıkıyor. Kimsenin şu âlimi, bu profesörü filan pek umursadığı yok galiba… Tam da burada birtakım handikaplar var gibi geliyor bana. Herhalde ilahiyat fakültesinden mezun olan kimselere, “Sen bunu bilmiyorsun” diyemeyiz. Bu meselelerin tartışılmasını onlara bırakacağız. Ama aşiret seviyesinde böyle bir anlayışın gelişmesi çok tehlikeli. Belki, az önce değindiğiniz merkez-çevre bağlamında sormak daha uygundu, ama çok da uzak değil. Öteden beri çok dikkatleri çeken bir düşünceniz daha var: Osmanlı’dan cumhuriyete geçişle birlikte, cumhuriyetin yaşadığı temel problemlerden bir tanesinin de, İtalyan tarihçisi Ferrero’ya atıfta bulunarak, otoritenin meşruiyeti problemi olduğunu yazıyorsunuz. Ferrero 19. yüzyılla ilgili olarak bunu söylüyor, yani 19. yüzyılın üzerinde dolaşan hayalet, Marksist tartışmalarda olduğu gibi, kaynakların dağıtılması ile ilgili bir problem değil, daha çok, eski rejimin kilise, monarşi ve aristokrasi ekseninde şekillenmiş meşruiyet sistemi yerine yeni bir meşruiyet sisteminin ikame edilemeyişi ile ilgili. Cumhuriyet’in yaşadığının da, biraz böyle bir problem olduğunu söylüyorsunuz. Yani Cumhuriyet’in, eski düzenin etik tabanı yerine, yeni bir etik taban oluşturamadığına; insanların gündelik hayatına sirayet edebilecek bir alternatif etik oluşturamadığına işaret ediyorsunuz. Fakat, Türk siyasetine baktığımızda, Türkiye’de, genelde, merkez-çevre ilişkisi bağlamında, daha çok, periferal unsurların meşruiyeti tartışılıyor. Bu, halen devam edegelen, belki, AKP meselesine kadar varan bir şey. Ama siz yaptığınız o tespitte, tam da merkezin meşruiyet sorununa işaret etmiş oluyorsunuz. Bu tespitinize bugünden baktığınızda, kuruluşunun üzerinden 80 yıllık bir sürenin geçen Cumhuriyet, meşruiyet problemi açısından nerede duruyor? Bugünden baktığınızda, bu hususu nasıl değerlendiriyorsunuz? Evet. Bence bu durum, devam ediyor. Bir etiğin geliştirilmesi temin edilemedi. Ama bunun da, aslında çok zor bir problem olduğunu söylemeliyim. Çünkü, Rawls, Dworkin, Walzer, McIntyre, Taylor gibi çok büyük siyaset bilimi düşünürleri, hâlâ birbirleriyle kavga ediyorlar. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz, nasıl çözebiliriz diye. Bu konuda Rawls’un bir teklifi var, Dworkin’in başka bir teklifi var, Sandel’ın daha da başka bir teklifi var. Netice itibariyle, bu konu, filozoflar arasında hâlâ bir çatışma konusu. Bütün bunlardan da kolayca anlaşılacağı gibi, bu, içinden kolayca çıkabileceğimiz
378
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
bir mesele değil. Modern siyaset bilimi dersi verecek olan insan ne yapar, o çatışmadan bahseder öğrencilerine. Bütün bir sömestr o çatışmayı okurlar bir bakıma. Konunun oldukça zor bir mesele olduğu oradan anlaşılıyor. Sivil toplum kavramı açısından baktığınızda, Türkiye’nin şu andaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sivil toplum ve Türkler. İngiltere eğitim sisteminde, bir not vardır. Aynı zamanda böyle bir komikliktir de. E for effort. Hani a, b, c, d, e var ya… Efor için ona bir “e” verelim. Bizim sivil toplumdaki durumumuz da buna benziyor. Harcanan efor için bir “e” verelim. Sebebi de şu: Şimdi sivil toplumun ne olduğunu anlamak; Avrupa’nın orta zamanlar tarihinin birtakım gaddar baronların serflerinin kafalarını çivilemesinden ibaret olmadığını anlamaktan geçer. Evet, birtakım baronlarla serfleri arasında toprak meselesi ile ilgili olarak bir sömürme falan var. Fakat orta zamanların bir sosyal konumu ve bir hukuksal konumu da var. Türkiye’de hiç kimse bunlardan bahsetmiyor. İlk dönemlerinden başlayarak bilhassa 12. yüzyıla doğru gelindiğinde... Başka bir örnek vereyim, mesela 14. yüzyılda Fransa topluluğunun nasıl bir topluluk olduğunu araştırdığınız zaman, karşınıza, binlerce mukaveleden meydana gelen bir topluluk çıkıyor. Senyör serfiyle mukavele yapıyor. Niçin? Çünkü arazisini geliştirmek için, o serfe ihtiyacı var. Kralın bir köprü başında duran adamla, o köprü başında duracak olan adamın alacağı vergi ile ilgili bir kontratı var. Bazı kilise büyüklerinin, bazı şehirlerde idarî görevleri üstlerine alabileceklerine dair bir mukavele yapılmış. Yani orta zamanlar, bir mukavele kumkuması, bir mukavele örüntüsü aslında. Bu çok önemli; çünkü, mukavele fikri orta zamanlarda yaşıyor. Montesquieu gibi kimseler “Bu mukavele o kadar kötü bir şey değil. Reform yapalım, ama bu binlerce mukaveleden meydana gelen ve o şekilde pekişmiş olan şeyi değiştirmeyelim” diyorlar. Hatta Hegel de “Endüstriyel toplumun, bu binlerce mukaveleden meydana gelen o pekişmiş sistemi tamamen ortadan kaldırdığını ve şimdi artık sömürünün var olduğunu” söylüyor. Hegel bile bunu söylüyor. Avrupa’daki anayasaların içinde bulunan zımnî mukavelenin tâ orta zamanlardan gelen mukavele fikrinin bir müessese haline gelmesinin bir sonucu olduğunu da bilmek lazımdır. Binaenaleyh, sivil toplum fikri yeni bir fikir değildir, bir orta zamanlar fikridir. Orta zamanlarda Avrupa’nın teşkilatlanmış olmasının bir parçasıdır. Türkiye’de sivil toplumdan bahsettiğimiz zaman, bunun hup havadan kapıp sivil toplumun kurulmasının mümkün olmadığını bilmek lazımdır. Çünkü her şeyden önce, mukavele ve hukuk, 13. yüzyıldan bugüne, yani
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
379
yedi yüzyıl boyunca işlemiş Avrupa’da. Yavaş yavaş değişmiş, yeni hukukî düzenlemeler yapılmış; ama hepsinin kökü orta zamanlardan geliyor. Bizimkiler bunu bilmedikleri müddetçe, pek tabiî ki onlara da kusur yüklemek doğru değil, kendilerine göre bir sivil toplum fikriyle hareket edecekler. Bu noktada yaptıklarına, gene de şapka çıkartmak lazım. Çünkü, nihayetinde, 700 yıl sonra gelmişler ve iyi niyetle sivil toplumu gerçekleştirmek istiyorlar. Bravo. Ama bunu anlamak için biraz da Avrupa’nın eskiden beri ne menem bir şey olduğunu anlamak lazım. Hukukî anlaşmaların, Avrupa’da 700 yıllık bir süreçte perçinlenmiş olduğunu anlamaları lazım. Türkiye’de hiçbir hukukî anlaşmanın herhangi bir perçini yoktur. Yani insan notere gidip, yüz tane imza koyuyor gene de çalışmıyor, gene de sahtekârlık var. Avrupa’da ise, artık, noterin bastığı damganın dışında, topluluğun içinde bir hukukî anlaşmanın derinliği ve kalıcılığı konusunda içgüdüsel bir şey var ve bu durum, günümüze kadar gelmiş. Bir noterin damga basmasıyla her şey bitmiyor ki. Meselenin iki yönünü de söylemeye çalıştım. Bir taraftan sivil toplum iyi bir şeydir. Aldık. Bravo. Gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Buna şapkamızı çıkaralım. Fakat bu işin hukukî yönünün ne kadar önemli olduğunu da anlatalım. Bu, yalnızca para kazanmak için yapılmış bir yarış değildir. Bu, aynı zamanda bir hukuk sisteminin içine girmek için yapılmış bir çabadır. Bu hukuk sistemi çok mühim. İnsanların içinde bir ukde haline gelmiş. Bizde işler henüz o seviyede değil. Bizim uygulamamızda, kanun çıkarmakla her şeyin hallolacağı sanılıyor. Olmaz. Söylediklerinizden şöyle bir şey çıkıyor: Yarınların Türkiye’sine, yani 21. yüzyılın Türkiye’sine bakıldığında, eğer Doğu Doğu Batı da Batıysa, tarihsel olarak böyle bir ayrım varsa, o zaman, biz mevcut sorunlarımızı hiçbir zaman aşamayacağız. Zaten yaşadığımız sorunların sebebi de bizler değiliz o zaman. Hep bu problemleri yaşamaya devam mı edeceğiz yoksa tarihin bir aşamasında bu sorunlar çözülecek mi? İşte yavaş yavaş oluyor yani. Olmaz değil, ama şöyle bir şey var: Bazı kimseler bir şeyin sûretini aldıkları zaman sîretini de aldıklarını sanıyorlar. Böyle yapmasınlar. Formunu aldıkları zaman, formunun kendi başına yeterli olmadığını da düşünsünler. O kadarını yapsınlar yeter. Kısacası meselenin bu yönünün farkında olsunlar. Jön Türkler hakkındaki çalışmazın temel sonuçlarından bir tanesi de, bir bürokratik muhafazakârlık olgusunun varlığıydı. Tespit ettiğiniz bürok-
380
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
ratik muhafazakârlık olgusu; Türk siyasî düşünce tarihi yazarları açısından şu andaki anlamını, bürokratik muhafazakârlığın Türkiye’deki siyaset düşüncesini etkileme biçimlerini ve Türk modernleşmesi açısından -genel modernleşme tartışmalarını da hatırlayarak- nasıl bir işlev görüyor ya da hâlâ görüyor mu? Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence Türk bürokratları, Tanzimat’tan beri bayağı büyük adımlar attılar. Yalnız bürokrasi bir ara Türkiye’de bir ideoloji idi. Bir ideoloji olduğunu söyleyince, bürokratların devlet içinde özel bir yerleri ve özel birtakım kaynaklardan istifade etme yollarının bulunduğunu kastediyorum. Bunun böyle olmaması, başka bir söyleyişle, bürokrasinin salt bir bürokrasi olabilmesi için, çalışılması lazım. Bürokrasi konusunda Weber, bazı ana çizgilerden söz ediyor. Elbette, bu da bir şablondur ve yerine göre değişir. Ben de şunu diyorum: Türkiye’de o anlamda, üç aşağı beş yukarı o çizgilere uyan bir bürokrasi şarttır. Başka türlü, iş yapılamaz. Ama böyle bir bürokrasiye gelmek; cumhuriyet ideolojisinin bir parçası olmuş olmalarının bürokratlara özel olarak verdiği imtiyazların yavaş yavaş geri alınmasıyla mümkün olacak. Bürokrasinin, her şeyden önce, kendi tabiatı itibariyle sahip olduğu birtakım imtiyazlar var. Ben, onları kastetmiyorum. Türkiye’de bürokrasinin, bir devlet mekanizması ve bir ideolojinin bir parçası haline gelmiş olması nedeniyle, bürokratlara tanınmış olan imtiyazların onlardan alınmasıyla, bu işin pekâlâ halledileceğine inanıyorum. Çünkü, Türkiye’de bürokrasi, Tanzimat’tan beri büyük adımlar attı. Çok iyi, çok vicdanlı bürokratlarımız var. Bütün mesele, bürokratların hâlâ mevcut otorite alanlarını statülerini, gereken oranda onlardan ayırabilmekte. Şu anda, zaten, küreselleşmeyle beraber, devlet söyleminin ve teşebbüsünün gerilediği bir tarihsel süreç sözkonusu. Bürokrasi, birçok imtiyazını pratikte zaten kaybediyor. Türkiye’deki kamusal alan tartışmalarında devlet söyleminin ve bürokratik muhafazakârlığın ağırlığı ile -sizin merkez-çevre açıklamanızla da bağlarsak- bu periferal unsurların karşılaşmasını nasıl görüyorsunuz? Kamusal alan tartışması özgürleşmeyle de ilişkili ve hürriyetler sizin üzerinde çok durduğunuz bir konu. Nasıl görmemiz gerekiyor bütün bu ilişkileri? Bu kamusal alan denen şeyin aslında mevcudiyeti yok. Herkes, kendi istediği gibi bir kamusal alan tayin ediyor. Kamusal alan, kanunlarda nasıl tayin edildiyse; bir avukat ya da bir hakim, kamusal alanı nereden çıkarabildiyse kamusal alan o kadardır. Bu da bir hukuk meselesi bence. Çünkü ben kanunları ve kamusal alanın nasıl tespit edildiğini bilmediğim için, o meseleyi hukukçulara bırakıyorum.
fierif Mardin ile “Türk Siyaset Düflüncesi” Üzerine
381
Kendisine, kamusal alanla ilgili soru sorulan bir anayasa hukuku profesörü, “Bu hukuksal bir konudur ve hukuka bakmak lazım. Bununla ilgili iki kavram var: Biri kamu yararı, diğeri de kamu hizmetidir. Hukukta kamusal alan diye bir kavram yoktur.” diyor. Tartışmanın, kamu hizmeti ve kamu yararı etrafında yoğunlaştırılması gerektiğine ilişkin bir görüşü vardı. Evet, demek ki doğru yoldaymışım. Şöyle bir sonla bağlayalım isterseniz. Biz sonuçta bir literatür dergisiyiz. Konuşmanın çeşitli yerlerinde değindiniz ama, Türk siyaset düşüncesini göz önüne getirdiğinizde ne yaptık, ne yapamadık? Bir de Osmanlıca bilmesini arzu ettiğiniz gençlere ne öğütlersiniz; hangi yolları, hangi istikametleri? Şimdi, eski Yunanlıların bir sözü var: Kendini bil. Bir araştırma alanıdır bu. Bizim ne olduğumuzu, bizzat kendimizi, daha iyi anlamamız lazım, bunun ilk plana çıkarılması lazım. Tek cümlede özetlediniz.. Son bir soru: Türkiye için iyimser misiniz? Yani, bütün bu konuşulanları göz önünde bulundurduğunuzda, geleceğe dönük olarak iyimser olabiliyor musunuz? Uzun vadede iyimserim. Kısa vadede iyimser değilim. Çünkü devamlı problemler var ve bunlar, çorap söküğü gibi devam edecek. Türkiye’nin özelliği bu. Bundan kastım da, Türkiye’nin özel problemleridir. Yani; sekülarizm, laisizm, devlet, merkez-çevre vs. gibi meseleler işte. Türkiye’nin kendine has problemlerinden bahsediyorum. Halletmeye çalışacağız. Dünyadaki her memleketin, az çok böyle problemleri var. Örneğin, Belçika’nın Wallon-Flaman problemleri var. Ama bunu yumuşak bir şekilde halletmeyi bilmişler. Belki biz de, bir gün, bu duruma gelebiliriz. Yumuşak bir geçiş. Ama bu, kısa vadede olacak şey değil. Hocam çok teşekkür ederiz. Rica ederim. Ben teşekkür ederim. Düzenleme: Gökhan Çetinsaya, Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü
Coşkun Çakır, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü Ahmet Okumuş, Arş. Gör., Sabancı Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü
Alim Arlı, Arş. Gör, Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
382
TAL‹D, 2(1), 2004, Röportaj
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
383
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 383-421
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar› fievket Kamil AKAR*- ‹rfan KARAKOÇ** HATIRA/ANI TEMELDE İNSANIN, YAŞAMINI ve birikimini başkalarıyla paylaşmak, unutulmak korkusundan kurtulmak ve tarihle hesaplaşmak isteğinden doğmuştur. Bu paylaşma isteğiyle hatıra yazarı, olayların belleğinde bıraktığı izleri canlandırarak geçmişi dile getirir. Edebî bir tür olarak “Hatıra” yeni olmakla beraber, daha çok siyasî ve tarihî özelliklere sahip anı anekdotlarına, en eski yazılı metinlerde bile rastlanmaktadır. (Sezar’ın Gallia Savaşı, Bâbür Şah’ın Bâburnâme’si, Bilge Kağan’ın Göktürk Kitabeleri gibi...) Hatıra için belirli sınırlar çizmek ve bu sınırlara göre çeşitli tanımlar yapmak kolay değildir. Avrupa edebiyatlarında XVI. yüzyıldan itibaren özel bir tür olarak ilk örnekleri görülen ve XIX. yüzyıl romantiklerinin etkisiyle yaygınlaşan “hatıra”yı Steinberg, “kişinin özel ya da toplumsal yaşamı için yazdığı yazılar” diye tanımlar.1 Doğu’da hatıraya, tarih, tezkire, seyahat, menâkıb gibi farklı türlerde yazılmış eserler içinde yer verilmiştir. Bu eserler, kişilerden çok olayları ön plana çıkaran didaktik yapıtlardır. Arapçada rihlât, vefeyât, havâdis; Farsçada sefernâme, tezkire türlerindeki kitaplarda karşılaşılan anı parçalarına Türkçede de vekâyi, seyahatnâme, sefâretnâme gibi metinlerde rastlanır.2 Fakat bu türlerden bazıları, yazarlarının yer yer kişisel gözlemlerini belirtmeleri dışında hatıra özelliği taşımaz. Manzum ve mensur sergüzeştnâme ve hasbihal türü yapıtlar ise hicivler, çeşitli şiirler, aşk hikâyeleri ihtiva etse * Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Tarihi. ** Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, Doktora öğrencisi. 1 S.H. Steinberg, “Memoires”, Cassell’s Encyclopaedia of Litterature, London: 1953, c. I,. s. 63. 2 Orhan Okay, “Hâtırat”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1997, c. XVI, s. 445.
384
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
de bir tür hatıra olarak kabul edilebilir. Bu nevi eserlerin Türk edebiyatındaki ilk örneklerinden biri Sergüzeşt-i Zaîfîdir. Batılı anlamda ilk örnek olarak, Ziya Paşa’nın Mecmûa-i Ebüzziyâ’da tefrika edilen “Defter-i A’mâl” (1298/1881)’ini gösterebiliriz.3 Anı yazımının Batılı anlamıyla bağımsız bir tür olarak yaygınlaşması ile birlikte özellikle XIX. yüzyıldan itibaren terime Arapça ve Türkçe karşılık aranmış ve Arapça’da müzekkirât ve zikrayât kelimeleri, Türkçe’de ise yine aslen Arapça olup farklı bir anlam taşıyan hâtıra kelimesi “mémoires” karşılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hâtıranın çoğulu olarak hâtırât kelimesinin kullanımına ise yüzyılın başlarından itibaren rastlanır. Şemseddin Sâmi’nin 1902 tarihli Fransızca-Türkçe kamusunda -hâtırât sözcüğü belirtilmeden- vekâyi’nâme, sergüzeşt-i levâyih, defter-i a’mâl gibi Türkçe örneklerden hareketle tespit edilen kelimeler “mémoires”ın karşılığı olarak gösterilmiştir. Ancak Muallim Nâcî’nin hazırladığı sözlüğün 1902 basımında hâtıra kelimesi “hatırda kalmış olan hususî keyfiyet, cem’-i hâtırat; bunlara dair yazılan eserlere de hâtırat denilir” ifadesiyle açıklanmıştır.4 Türün bugünkü adı olan anı kelimesi ise Öz Türkçe akımıyla beraber ortaya çıkmış ve hatıra sözcüğünün yanında yerini almıştır.5 Hatıra türünün bir alt bölümü olarak düşünülebilecek, fakat bazı yönleriyle bu türden ayrı değerlendirilmesi gereken günlük ise olayların meydana geldiği gün kaydedilmiş, kişiye özel notlardır. Günlük Farsça rûznâme, Arapça yevmiyyât, İngilizce diary, Fransızca journal olarak karşılık bulmaktadır. Batılı anlamda olmasa da Osmanlı bürokrasi hayatında günlük olayların ve savaşların görevliler tarafından kaydedildiği bir çeşit resmî günlük olan şehnâme, vekâyi’nâme, rûznâme, rûznâmçe adı verilen bazı defterler, bu türün bizdeki ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. Edebiyatımıza ise günlük Batılı anlamıyla Direktör Âli Bey’in Hindistan’a yaptığı yolculuğu anlattığı Seyahat Jurnali ile girer.6 Türk Edebiyatına bu kitapla sadece tür olarak değil kavram olarak da bir ilk getiren Âli Bey, Batı’daki roman, tiyatro, komedya, dram vb. edebiyat türlerinin o devirde kendi adlarıyla ak3 Robert Anhegger, “16. Asır Şairlerinden Zaîfî”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, [1950], sy. IV/2, s. 135-166; aynı döneme ait diğer anı kitapları ve geniş bilgi için bkz. İbrahim Olgun, “Anı Türü ve Türk Edebiyatında Anı”, Türk Dili Anı Özel Sayısı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, Mart 1972, c. XXV, s. 403-427. 4 Orhan Okay, a.g.m., s. 445-449. 5 Orhan Okay, a.g.m., s. 445; Emin Özdemir, “Anı ve Anı Dilimiz Üzerine”, Türk Dili Anı Özel Sayısı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, Mart 1972, c. XXV, s. 398. 6 Âli [Direktör], Seyahat Jurnali (Musavver), İstanbul: A. Asaduryan Matbaası, 1314/1896, 119 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
385
tarılması geleneğine uyarak, günlük kavramını Türkçe bir terimle karşılamak gereğini duymamış, Fransızca journal sözcüğünü olduğu gibi almıştır. Fakat journal terimi ötekiler gibi tutunamamış, bu kavram, daha sonra uzun bir süre, ruzname, hatıra defteri gibi sözlerle karşılanmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet devrinde ise tek sözcüklü Türkçe karşılıklar aranmış, Falih Rıfkı Atay iki ayrı yazısında, gündem ve gündelik sözcüklerini denemiş, bütün bunlardan sonra, günlük sözcüğü bulunmuş ve yaygın bir kullanım kazanmıştır. Bu kavram karışıklığı, Batı edebiyatlarında da görülmüştür. Örneğin Fransa’da mémoires kavramı yaygınlaşıncaya kadar geçen zaman içinde annales, chroniques, commentaires, journal, souvenirs gibi terimler kullanılmıştır.7 Bu eserlerde, yazarın yaşadığı dönemin olayları hatıra üslubuyla kaleme alınmıştır. Sosyal konumlarına göre farklılık gösteren hatıratlarda gezgin gezip gördüğü yerleri anlatırken, siyaset adamı karşılaştığı ve bilinç altında yer eden olayları siyasî düşünce açısından değerlendirir. İlim adamı ise kendi sahası ile ilgili şahıs ve kurumları ve bunların ekseninde yer alan olayları anlatır. Bazıları ise kendi hayat tecrübesini geçmişi ile hesaplaşan bir ruh hali ile ele alır. Kişilerin, anılarını yazmaktaki amaçları nedir, sorusuna cevap aradığımızda amaçlarına göre farklılaşan cevaplarla karşılaşırız. Kimileri -Darwin’in Journal of Naturalist’inde olduğu gibi- hazırladıkları eserler üzerinde not tutabilmek için rahat bir yöntem olduğundan, kimileri anılarını daha sonra neşretmek için, kimileri de üçüncü şahısların okumasını önemsemeden yalnızca kendileri için yazarlar. Okuduğumuz anılara bakarak kişinin anı yazma nedenlerini anlamak mümkün olabilir. Bu nedenlerden bazıları aşağıdaki gibi sıralanabilir: a. Unutulma korkusundan kurtulmak, b. Kaybolup gitmesine kişinin gönlünün razı olamayacağı bir gerçeği ortaya koymak, c. Yazma alışkanlığı, ç. Birlikte yaşadığı kişilerden kimilerine karşı duyduğu hayranlığı belirtmek, d. Tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak, pişmanlık duygularını anlatarak rahatlamak, bir çeşit günah çıkarmak, e. Gelecek kuşaklara ders vermek, f. Siyasal hasımlarını kötülemek ya da kendini savunmak vb.8 7 Orhan Okay, a.g.m., s. 445. 8 Olgun, a.g.m., s. 405.
386
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Görüldüğü gibi bütün sebeplerin arkasında kişinin kendini ön planda tutma ve savunma isteği vardır. Bu yönüyle hatıra türü diğer yazın türleri arasında kuşkusuz yazarının içinde en çok bulunduğu ve birinci tekil şahsın hemen her cümlenin altında hissedildiği bir türdür. Kişilerin yalnız kendi hayat hikayelerini ve kimi zaman itiraflarını da içeren bu eserler bazen yakın tanıdıklarının ağırlıklı işlendiği yazılar veya yakınları tarafından miras kalan doküman ve belgeler değerlendirilerek yazılmaktadır. Hatıralar ifade ve üslup bakımından çeşitli farklılıklar gösterirler. Bu farklılık büyük ölçüde hatıra yazarının mesleğiyle ilgilidir. Özellikle askerlerin yazdıkları, belgelere dayalı, birliklerin hareket planlarını gösteren, anlatımın harita ve çeşitli krokilerle desteklendiği savaş anıları, yalın ve nesnel bir ifadeyle yazılmışlardır. Sanatçıların, özellikle edebiyatçıların hatıraları ise, olay ve kişiyle beraber, anı sahibinin gözlem, duygu ve öznel yaklaşımı sebebiyle anlatımı doğrudan etkileyen sanatlı bir dille yazılmıştır. Tarih ilminin bugünü kavrama, geleceği tasarlama imkanı veren bir ilim dalı olması, iktidarların, tarihi kendi politikaları ekseninde yazma çabaları, tarih yazıcılığını resmî ve gayrı resmî tarih ayrımına götürmüştür. Resmî tarih, iktidarın politikalarını meşrulaştırmak amacına matuf olarak kitlelerin geçmişte bulundukları vaziyeti, şimdiki durumlarını ve gelecekte olması gereken konumunu tanımlayarak belirli bir mantık çerçevesinde nedensonuç ilişkisi içinde anlatır. Gayrı resmî tarih ise siyasal iktidar gücü dışında kalan veya kalmak zorunda bırakılan tarafın görüşlerini sınırlı bir kesime ve çoğu zaman da dağınık bilgiler halinde aktarır. Özellikle bu kesimin, kendileri açısından karanlıkta bırakıldığını düşündükleri olaylara kendi pencerelerinden bakılmasını sağlamak için kullandıkları önemli bir aktarım aracı hatıratlardır. Yazan kişinin kabiliyeti, konumu, cesareti gibi etkenler bir yandan hatıratların içeriğini şekillendirirken diğer yandan olayların arka planını görmemize ve sorgulamamıza imkan verir. Bir millet için bellek durumunda olan hatıratlar, özellikle sosyal bilim araştırmacıları için -ihtiyatla yaklaşılması gerekse de- önemli eserlerdir. Bu eserlerin tarih araştırmalarında kullanımı ayrı bir titizlik ve dikkat gerektirmektedir. Yapılacak araştırmalarda veri olarak kullanılacak hatıralar; doğru belgelerle desteklenmiş, nesnel bir üsluba sahip eserler olmalıdır. Bu kaynaklar veri olarak kullanılmadan önce yazar, gerçekten ilgili hatıratın o kişi tarafından kaleme alınıp alınmadığını ve güvenilirliğini sorgulamalıdır. 1913-1916 yıllarında Osmanlı Devleti’nde büyükelçilik yapan Morgenthau’nun 1918 yılında Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü’nün Perde Arkası adıyla neşredilen hatıraları ile Abdülhamid’in Hatıra Defteri üzerinde yapılan eleştiri ve tartışmalar bu hususta iyi birer örnektir. Morgenthau’nun ha-
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
387
tıralarında, matbu metnin orijinal metinle karşılaştırılması, resmî yazışmaların takip edilmesi neticesinde sonradan eklemeler yapıldığı görülmektedir.9 Abdülhamid’in hatıra defteri üzerindeki tartışmalar ise günümüzde hâlâ devam etmektedir. Yukarıda yapılan değerlendirmeler ışığında hazırlanan bu kaynakçadaki hatıraların konularına kısaca bir göz atacak olursak siyasî tarihimizin çok önemli safhalarını izleme imkânı bulabiliriz: Osmanlı sivil ve askerî bürokrasisi (paşalar, sadrazam ve nâzırlar gibi yüksek bürokratlar), çeşitli iç ve dış siyasî sorunlar (sınır meseleleri, Balkanlar, Ortadoğu vb.), savaşlar (Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı/cepheler, vs.), Padişahlar (V. Murat, Abdülaziz, II. Abdülhamid, Vahdettin vd.), İttihad ve Terakki, Meşrutiyet, Meclis-i Mebusân, Mütareke Dönemi, Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşu, devrimler, demokrasi çalışmaları, komşu ülkelerle olan siyasî ilişkiler, siyasetçi ve askerlerin yaşamları, gazetecilerin tanıklıkları, diplomatların yaşam ve gözlemleri gibi… Kuşkusuz hatıralar, siyasî tarihimizle ilgili önemli ipuçları sunan ve tarih, siyaset, edebiyat, toplumbilim üzerine çalışma yapan araştırmacıların, göz ardı edemeyecekleri bir kaynak grubunu oluşturur. Bu çerçevede hazırlanan aşağıdaki kaynakça da sözü edilen amaca katkı sağlamayı hedeflemektedir. Bununla birlikte bu çalışma birçok eksiği barındırmakta ve araştırmacıların daha kapsamlı çalışmalarına ihtiyaç duymaktadır.
BİBLİYOGRAFYA (A. Faik Selânikli), Matem-i Millet’ten Birkaç Yaprak yahut Mithat Paşa’nın Son Seneleri, Selanik: Selânik Matbaası, 39 s. A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1967, 187 s. A. Kadir, Sovyet Rusya’da Onbeş Gün, İstanbul: Hilal Matbaası, 1967, 106 s. (Abalıoğlu), Nadir Nadi, İhtilâl ve İnkılâb-ı Osmanî, İstanbul: Matbaa-i Cihan, 1325, 240 s. Abalıoğlu, Nadir Nadi, İki Sovyet Rusya 1935-1965, İstanbul: Ararat Yayınevi, 1967, 159 s. Abalıoğlu, Nadir Nadi, Olur Şey Değil (Deneme-Anı), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1981, 223 s. Abalıoğlu, Nadir Nadi, Perde Aralığından, İstanbul: Cumhuriyet Yayınları, 1965, 307 s. Abalıoğlu, Yunus Nadi, Ankara’nın İlk Günleri, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 124 + 4 s. 9 İsmail Kara, “Hatırat Kitaplarına Ne Kadar Güvenilebilir?”, Dergâh, İstanbul: Dergâh Yayınları, Eylül 1991, c. II, sy. 19, s. 5-6.
388
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Abalıoğlu, Yunus Nadi, Babıâli’nin Millî Hareketi Dağıtmak ve Mustafa Kemal’i Tevkif Etmek Teşebbüsü, Ali Galip Hadisesi, Yunus Nadi’nin Hatıraları, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 91 + 4 s. Abalıoğlu, Yunus Nadi, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı ve İsyanlar, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 110 s. Abalıoğlu, Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa Samsun’da, İstanbul: 1955, 106 s. (Abdullah Paşa), 1328 Balkan Harbinde Şark Ordusu Komutanı Abdullah Paşa’nın Hatıratı, İstanbul: Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti, 1920/1336, 2 + 232 s. ve 8 Plan. Abidin Nesîmi, Türkiye Komünist Partisinde Anılar ve Değerlendirmeler: 1909 – 1949, İstanbul: Promete Yayınları, 1979, 248 s. Abidin Nesîmi, Yılların İçinden, İstanbul: Promete Yayınları, 1977, 340 s. Adıvar, Halide Edip, Mor Salkımlı Ev, İstanbul: Özgür Yayınları, 1996, 301 s. Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul: Kurtuluş Basımevi, Çan Yayınevi, 1962, 312 s. Afra, Halûk, Hariciyeciler Dedikoduyu Sever, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999, 232 s. Ağakay, Mehmet Ali, Atatürk’ten Yirmi Anı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1972, 39 s. Ağaoğlu, Ahmet, Serbest Fırka Hatıraları, İstanbul: Baha Matbaası, 1969, XV + 160 s. (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994, 231 s.) Ağaoğlu, Samet, Arkadaşım Menderes, İstanbul: Rek-Türk Kitap Serisi, 1967, 204 s. Ağaoğlu, Samet, Aşina Yüzler, İstanbul: Ağaoğlu Yayınları, 1965, 229 s. Ağaoğlu, Samet, Babamdan Hatıralar, Ankara: Zermabat Basımevi, 1940, 213 s. Ağaoğlu, Samet, Babamın Arkadaşları, İstanbul: Baha Matbaası, 1969, 213 s. (İstanbul: İletişim Yayınları, 1998, 239 s.) Ağaoğlu, Samet, Hayat Bir Macera Çocukluk ve Gençlik Anıları, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003, 176 s. Ağaoğlu, Samet, Marmara’da Bir Ada, İstanbul: Baha Matbaası, 1972, 252 s. Ağaoğlu, Samet, Strasburg Hatıraları, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1962, 93 s. (Ahmed Fehim Bey), Ahmed Fehim Bey’in Hatıraları, Hâfi Kadri Alpman (haz.), İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No: 100, Kervan Kitapçılık, 1977, 223 s. Ahmed Midhat, Menfa, İstanbul, 1293-1294/1877, 128 s. (Menfa/Sürgün Hatıraları, Handan İnci (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 2002, 251 s.) Ahmed Muhtar Büyükçınar, Hayatımın İbret Aynası: Yurdumda Hizmet Yıllarım, Necmettin Turinay (haz.), İstanbul: Marifet Yayınları, 1997, IV c. Ahmed Muhtar Paşa, Sergüzeşt-i Hayatımın Cild-i Sanisi (1294 Anadolu’da Rus Muharebesi), İstanbul: Mekteb-i Harbiye Matbaası, 1328/1912, 395 s. (çev. Yücel Demirel, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, 6 + 327 s.) Ahmed Muhtar Paşa, Anılar 1: Sergüzeşt-i Hayatım’ın Cild-i Evveli, Nuri Akbayar (haz.), çev. Sabri Koz - Nedret İşli, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, VII + 163 s. Ahmed Rıza Bey, Ahmed Rıza Bey’in Anıları: Meclis-i Mebusan ve Ayan Reisi, Bülent Demirbaş (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1988, 88 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
389
(Ahmet Ağa), Devlet-i Aliyye Teşrifatçıbaşısı Ahmet Ağa’nın Viyana Kuşatması Günlüğü, İstanbul, 1970, 196 s. Ahmet Cevdet Paşa, Ma’rûzât, Dr. Yusuf Halaçoğlu (haz.), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1980, 270 s. Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, İstanbul: Nehir Yayınları, 1992, 1993, II c., XVI + 360, 470 + 14 s. (Fotoğraf ve Belgeler). Ahmet Kemal (Habibzâde), Çin-Türkistan Hatıraları, İzmir: Marifet Matbaası, 1341/1925, 236 s. (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1996, 272 s.) Akçura, Yusuf, Mevkufiyet Hatıraları, [İstanbul], 1330/1914, 54 s. Akdoğan, Lütfü, Krallar ve Başkanlarla 50 Yıl, İstanbul: ABC Basın Ajansı, 2002, 312 s. (Akgöl), Eyüb Sabri, Bir Esirin Hatıraları (Gaziantep’te İngiliz Tecavüzünün Başlangıcı ve Mısır’da Türk Ümerasına Zulüm ve İşkenceler), Ankara: Ögüt Matbaası, 1338, 69 + 3 s. (Nejat Sefercioğlu (haz.), İstanbul: Tercüman Yayınları, No. 130, 1976, 138 s.) Akgönül, Cevat, Aşağı Bahçe: Geçmiş Yıllardan Askersel Esintiler, İstanbul: Kora Yayınları, 1999, 196 s. Akın, Bediî Faik, İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci (21 Mayıs ve 22 Şubat Olayları Hakkında), İstanbul: Dünya Matbaası, 1967, 286 s. Akın, Bediî Faik, O Biçim (Hapishane Notları), İstanbul: Dünya Yayınları, 1958, 122 s. Akıncı, Ahmet Cemil, Mehmetçikle 30 yıl, İstanbul: Atlas Kitabevi, 1971, 365 s. Akıncı, İbrahim Ethem, Demirci Akıncıları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1978, 465 s. + resimler. Akif Paşa, Tabsıra-i Akif Paşa, İstanbul: Ebüzziya Matbaası, 1300, 86 s. Akozan, Mehmet Sıtkı, Oğlumun Defteri (Kurtuluş Günleri), İstanbul: Evkaf Matbaası, 1339, 48 s. Aksüt, Ali Kemalî, Sultan Aziz’in Mısır ve Avrupa Seyahati, İstanbul: Ahmed Saidoğlu Kitabevi, 1944, 240 s. (Resimli). Aktaş, Hüsnü, Medeni Vahşet Davası, Cezaevi notları, 1984-1985, İstanbul: Ölçü Yayınları, 1987, 211 s. Ali Cevad, İkinci Meşrutiyetin İlanı ve Otuzbir Mart Hâdisesi, Faik Reşit Unat (haz.), Ankara, 1960, XX + 207 s. Ali Haydar Midhat, Hatıralarım 1872-1946, İstanbul: Güler Basımevi, 1946, 367 s. Ali Haydar Midhat, Menfa-yı İhtiyari Hatıratı, Souvenir de mon exil volontarie, Cenevre: Imprimerie Internationale, 1905, 12 + 34 + 222 s. Ali Kemal, Ömrüm, Zeki Kuneralp (haz.), İstanbul: İSİS Yayınları, 1985, 208 s. Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elîmesi, İstanbul: İkbal-i Millet Matbaası, 1326, 33 s. Ali Said, Saray Hatıraları, Sultan Abdülhamid Hanın Hayatı, İstanbul: Minber Matbaası, 1338-1340, 109 + 2 s. (Ahmet Nezih Galitekin (haz.), İstanbul: Nehir Yayınları, 1994, 184 s.) Ali Ufki Bey (Santûrî), Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Stephanos Yerasimos, Anni Berthier ve Ali Berktay (haz.), İstanbul: Kitap Yayınevi, 2002, 126 s. Alpar, İhsan Ali, Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizde 55 yıl 11 ay, İstanbul: Nilüfer Matbaası, 1976, 232 s.
390
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
(Alptekin), İsa Yusuf, Esir Doğu Türkistan İçin: İsa Yusuf Alptekin’in Mücadele Hatıraları, M. Ali Taşçı (haz.), İstanbul: Doğu Türkistan Neşriyat Merkezi Yayınları, 1985, 582 s. Altan, Çetin, Gölgelerin Gölgesi (Portreler), İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2001, 215 s. Altan, Çetin, Kavak Yelleri ve Kasırgalar, İstanbul: Afa Yayınları, 1992, 62 s. Altan, Çetin, Ben Milletvekili İken, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1971, 448 s. Altay, Fahrettin, Görüp Geçirdiklerim, On Yıl Savaş 1912-1922 ve Sonrası, İstanbul: İnsel Yayınları, 1970, 543 s. Altay, Mustafa, İstiklâl Harbi Hatıralarım, Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1952-1953, 64 s. Altınay, Ahmet Refik, Kafkas Yollarında (Hatıralar ve Tahassüsler), İstanbul: Kitabhane-i İslam ve Askeri, 1919, 78 s. Altuğ, Kurtul, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara: Baha Matbaası, 1973, 235 s. Altuğ, Kurtul, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul: Koza Yayınları, 1976, 395 s. Anılarla Atatürk, Mehmet Öksüz (der.), İstanbul: Eğitim Üretim Yayınları, 1993, 310 s. Ankara Halkevi, Atatürk 19 Yıl Önce Bugün Ankara’ya Gelmişlerdi (27.XII.1919), Ankara: Ulus Basımevi, 1938, 29 s. + 8 resim. Apa, Mazhar, Yokuşta 65 Yıl, İstanbul, 1984, 155 s. Apak, Rahmi (Tekirdağ Meb’usu), İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, İstanbul: Güven Basımevi, 1942 347 s. + resim. Apak, Rahmi, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara: Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Basımevi, 1957, VIII + 284 s. Apuhan, Recep Şükrü, Öteki Menderes (Gıyaseddin Emre’nin Anılarıyla), İstanbul: Timaş Yayınları, 1996, 216 s. Arar, Dr. Asım, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul: Selek Yayınları, 1958, 68 s. Aras, Tevfik Rüştü, Görüşlerim (II. Kısım), İstanbul: Yörük Matbaası, 1968, VII + 236 s. Aras, Tevfik Rüştü, Lozan’ın İzlerinde 10 yıl, İstanbul: Akşam Matbaası, 1935, 245 s. Arıburnu, Kemal, Atatürk’ten Anılar, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1998, 360 s. Arıburnu, Kemal, Sivas Kongresi: Samsun’dan Ankara’ya Kadar Olaylar ve Anılarla, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1997, 314 s. Arıkan, İsmail, Mahallemizdeki Ermeniler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, 126 s. Arıkoğlu, Damar, Hatıralarım (Milli Mücadele, Çukurova’da Fransız İşgali ve Kanlı Savaşlar, Birinci Büyük Millet Meclisi, Yurtta Çeşitli İsyanlar, Yunanlıların Denize Dökülmesi, Atatürk’ten Hatıralar, Resimler, Vesikalar), İstanbul: Tan Gazetesi Matbaacılık, 1961, 370 s. Arınır, Turgan ve Sırrı Öztürk, İşçi Sınıfı, Sendikalar ve 15/16 Haziran (Olaylar, Nedenleri, Davalar, Belgeler, Anılar,Yorumlar), İstanbul: Sorun Yayınları, 1976, 534 s. Arıtan, A. Orhan, Ömrümüzün Son Demi Son Baharıdır Artık: Bir Hakimin Hatıraları, İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1998, 191 s. Arseven, Celal Esat, Sanat ve Siyaset Hatıralarım, Ekrem Işın (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, 155 + 12 s. (Albüm). Arzık, Nimet, Bitmeyen Kavga İsmet İnönü, Ankara: Kurtuluş Matbaası, 1966, 155 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
391
Arzık, Nimet, Menderes’i İpe Götürenler, Ankara: Kurtuluş Matbaası, 1960, 200 s. Arzık, Nimet, Tek At: Tek Mızrak Anılar, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1983, III c. (Atadan), Makbule, Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal, Şemsi Belli (haz.), Ankara: Ayyıldız Basımevi, 1959, 102 s. + 2 resim. Atalay, Sırrı, Bir Ömür Politika: Kars’tan Zincirbozan’a, Hikmet Bila (haz.), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1986, 349 s. + 16 albüm. Atatürk (Görüşler ve Hatıralarla), İstanbul: İÜ Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti Yayınları, 1962, 4 + 108 s. Atatürk Gaziantep’te: Gaziantep’in Adaşı ve Fahri Hemşehrisi (Mektuplar, Belgeler, Fotoğraflar, Anılar ve Gaziantep Nüfusuna Tescili), Mehmet Solmaz (haz.) İstanbul: Gaziantep Kültür Derneği Yayınları, 1983, 168 s. Atatürk İçin (Ölümünden Sonra Hatıralar ve Hayatındayken Yazılanlar) İsmail Habib Sevük (haz.), İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 180 s. Atatürk ve Türk Çocukları, Lütfi Oğuzcan (haz.), Mersin: Kuvayi Milliye Dergisi Yayınları, Atatürk’ten Hatıralar Serisi: 4, 1961, 48 s. Atatürk ve Türk Kadını, Lütfi Oğuzcan (haz.), Mersin: Kuvayi Milliye Dergisi Yayınları, Atatürk’ten Hatıralar Serisi: 3, 1961, 50 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk 30 Ağustos’u Anlatıyor, Osman Attilâ (haz.), Ankara: Gürsoy Basımevi, 1960, 16 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk: Seyahat Notları (1930-1931), Gürbüz Tüfekçi (haz.), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1998, 135 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk’e Ait Hatıralar, İstanbul, 1949, 200 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk’ün Anıları, İsmet Görgülü (haz.), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1998, 245 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk’ün Anafartalar Muharebelerine Ait Hatıraları, Uluğ İğdemir (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1943, 93 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Atatürk’ün Anıları, Kaleme Alanlar: Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan; İsmet Bozdağ (sad.), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1982, 156 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten Bize (Söylevleri, Konuşmaları, Söyleşileri, Anıları, Genelgeleri,Yazışmaları 1903 - 1938), Orhan Birgit, Ferit Edgü, Arslan Kaynardağ, Şerif Mardin, Tahsin Yücel ve Doğan Hızlan (haz.), İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1987, I. c., 578 s. (Atatürk), Mustafa Kemal, Nutuk, İstanbul: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 1959, III c., 1280 s. (İlk Baskı 1927). (Atatürk), Mustafa Kemal. Atatürk’ün Hatıra Defterine Yazdıkları, Dr. Utkan Kocatürk (der.), Ankara, 1971, 19 s. Atatürk, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Şükrü Tezer (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1972, 7 + 223 + III s. (Hatıra Defterinden Tıpkıbasım). Atatürk, Atatürk’ün Şimdiye Kadar Yayımlanmamış Anıları, Ali Metin ve Ziya Oranlı (haz.), Ankara: Alkan Matbaası, 1967, 171 s. Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Nazmi Kal (haz.) Ankara: Bilgi Yayınevi, 2001, 207 s. Atatürk’e Ait Hatıralar, İstanbul, Cumhuriyet Matbaası, 1949, 200 s. Atatürk’ten Anılar, N. Varol (der), İstanbul: Üçler Matbaası, 1977, 80 s.
392
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Atatürk’ten Anılar, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak (der.), Ankara: Ajans Türk Matbaacılık Sanayi, 1982, 36 s. Atatürk’ten Bir Hatıra ve Muhalefetin Akim Kalan Birleşme Teşebbüsü, Bozguna Uğrayan Tek Cephe, Ankara: Demokrat Parti Neşriyatı, Güneş Matbaası, 1954, 16 s. Atay, Falih Rıfkı, Atatürk Ne İdi, İstanbul: Doğan Kardeşler Matbacılık, 1968, 127 s. Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 127 + 1 s. Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Hatıraları 1914-1919, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1965, 125 s. Atay, Falih Rıfkı, Batış Yılları, İstanbul: Ekin Basımevi, 1963, 191 s. Atay, Falih Rıfkı, Çankaya: Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar (1881-1938), İstanbul: Doğan Kardeş Matbaası, 1969, 586 s. Atay, Falih Rıfkı, Faşist Roma, Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya, Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1935, 67 s. Atay, Falih Rıfkı, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 108 s. Aydemir, Talat, Ve Talat Aydemir Konuşuyor, İstanbul: Nurettin Aycan Basımevi, May Yayınları, 1966, 359 s. Aydemir, Şevket Süreyya, Suyu Arayan Adam, Ankara: Öz Yayınları, 1959, 538 s. Aytaman, Reha, Sinirli Yıllar (Dışişlerinde 42 Yıl), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1996, 303 s. Aytekin, M. Emin, İhtilâl Çıkmazı, İstanbul: Dünya Matbaası, 1967, 240 s. Aziz Samih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları, Ankara: Büyük Erkân-ı Harbiye Basımevi, 1934, 114 s. Baban, Cihat, Politika Galerisi (Büstler ve Portreler), İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970, 459 s. Babanzade İsmail Hakkı, Irak Mektupları, İstanbul: Kanaat Kütüphanesi, 1329/1913, 247 s. (Murat Çulcu (haz.), İstanbul: Büke Yayınları, 2002, 178 s.) Bağlum, Kemal, Anıpolitik, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991, 231 s. Bakiçelebioğlu, Zeki Cemal, Herşey Vatan İçin (2 Hatıra), İstanbul: Kanaat Kitabevi, 1939, 32 s. (Balkan), Fuat, Fuat Balkan’ın Hatıraları, İstanbul: Arma Yayınları, 1999, 204 s. Balkan, Ethem Ruhi, “Hatıralar”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1947, c. VI. Baltacıoğlu, İsmail Hakkı: Hayatım, Ali Y. Baltacıoğlu (haz.), İstanbul: Dünya Yayıncılık, 1998, VIII + 394 s. Baltacıoğlu, Tuna, Yeni Adam Günleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998, 271 s. Barutçu, Ecmel, Hariciye Koridoru: Hatıralar, Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 1999, 257 s. Barutçu, Faik Ahmet, Siyasî Anılar (1939-1977), İstanbul: Milliyet Yayınları, 1977, 607 s. (Siyasi Hatıralar 1 - 3: Milli Mücadeleden Demokrasiye, Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 2001, 1383 s.) (Basiretçi) Ali, İstanbul’da Yarım Asırlık Vakayi-i Mühimme, İstanbul: Matbaa-i Hüseyin Enver, 1325/1909, 75 s. (Şemseddin Kutlu (sad.), İstanbul: Hayat Tarih Mecmuası (ilave), 1972, 32 s.)
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
393
Başar, Ahmet Hamdi, Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, İstanbul: Tan Matbaası, 1945, 179 s. (Başgil), Ali Fuat, Ord.Prof.Dr. Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1990, 171 s. Batu, Hâmit, Moskova’da Kruşçev Yılları, İstanbul: İSİS Yayınları, 1992, 140 s. Batur, Muhsin, Anılar, Görüşler, Üç dönemin perde arkası, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985, 584 + 32 s. (Bayar), Celâl, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi: 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler, Mehmet Saray (haz.), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2000, 257 s. (Bayar), Celâl, Türkiye Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın Yunanistan Seyahat Hatıraları, Ziya Şakir [Soko] (haz.), İstanbul: İ. Akgün Matbaası, 1953, 47 s. Bayar, Celâl, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 126 s. Bayar, Celâl, Başvekilim Adnan Menderes, İsmet Bozdağ (der.), İstanbul: Tercüman Gazetesi Aile Kültür Kitaplığı Yayınları, 1986, 171 s. Bayar, Celâl, Ben de Yazdım, Millî Mücadele’ye Giriş, İstanbul: Baha Matbaası, 19651972, VIII c., 2800 s. Bayar, Celâl, Kayseri Cezaevi Günlüğü, Yücel A. Demirel (haz.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, 342 s. Bayar’ın Amerika Seyahati, Ankara: Güneş Matbaası, 1954, 31 s. Baydar, Mustafa, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Anıları, İstanbul: Menteş Kitabevi, 1968, 390 s. Baydur, Melahat, Bir Sefirenin Anıları, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998, 173 + 34 s. (Albüm). Baykal, Bekir Sıtkı, İbretnümâ Mabeynci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Belgeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1968, XIV + 146 s. Bayman, Mustafa, Adli Tandoğan, Şahsiyeti, Ölümü, Hatıraları, İstanbul: Tan Matbaası, 1949, 168 s. Baysal, Mevlüt, Çankaya’da Gazi’nin Hizmetinde, İstanbul: Ercan Matbaası, 1954, 128 s. Baytın, Arif, İlk Dünya Harbinde Kafkas Cephesi, 29. Tümen, III. Alay Sancağı (Hatıralar), İstanbul: Vakit Basımevi, 1946, 143 s. (Bektöre, Şevki), Volga Kızıl Akarken, Saadet Bektöre (yazan), İstanbul: Eroğlu Matbaası, 1965, 238 s. + resimler. Belen, General Fahri, Büyük Türk Zaferi (Afyon’dan İzmir’e) İstiklâl Harbi Hatıraları, Tenkidler, Tahliller, Ankara: Doğuş Ltd. Matbaası, 1963, 123 s. (Belge), Mehmed Asaf, 1909 Adana-Ermeni Olayları ve Ankara, İsmet Parmaksızoğlu (haz.), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1982, 87 + 12 s. (Belgeler). Belli, Mihri, Mihri Belli’nin Anıları, İnsanlar Tanıdım, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989, II c., 356, 335 s. Bereketzade, İsmail Hakkı, Yâd-ı Mazi, İstanbul: Tevsî-i Tıbâat Matbaası, 1332, 350 + 1 s. (M. Habib Güven (haz.), Nehir Yayınları, İstanbul, 1997, 335 s.) Berkman, A. Tevfik, Engelli - Engebeli Uzun Yollar: Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi ‘Bir Hayat Anıları’ 1900 – 1987, İstanbul: [1987], 464 s.
394
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Berktay, Halil, Bir Dönem Kapanırken, İstanbul: Pencere Yayınları, 1991, 248 s. (Beyatlı), Yahya Kemal, Yahya Kemal’in Hatıraları, Nihat Sami Banarlı (haz.), İstanbul: Yahya Kemal Enstitüsü Neşriyatı, 1960, 224 s. Beyatlı, Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hatıralarım, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 1986, 213 + 9 s. (El Yazısından Örnekler). Beyatlı, Yahya Kemal, Siyâsî ve Edebî Portreler, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 1976, 194 + 2 s. Bil, Hikmet, Atatürk’ün Sofrası, İstanbul: Ekicigil Yayınevi, 1955, 79 s. (İstanbul: Uncu Yayınları, 1981, 145 s.) Bilge, Kilisli Muallim Rıfat, Anılar ve İnsanlar, Ankara: Kilis Kültür Derneği Yayınları, Genel Yayın No. 17, 1997, II + 134 s. Bilginer, Recep, Hapiste Bir Gazeteci, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998, 160 s. (Biren), Mehmed Tevfik, Bir Devlet Adamının Mehmed Tevfik Bey’in (Biren) II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları 1-2, F. Rezan Hürmen (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 1993, II + 512; 536 + 16 s. (Resimler ve Fotoğraflar). Bitmeyen Hasret-Eşi Berrin Menderes’ten Yassıada’ya, Adnan Menderes’e Mektuplar, Nazlı Ilıcak (haz.), İstanbul: Dem Yayınları, 1989, 219 s. Bleda, Mithat Şükrü (İttihad ve Terakki Katib-i Umumisi), İmparatorluğun Çöküşü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1979, 201 + 1 s. (Fotoğraflar). Boğuşlu, Mahmut, 1960 - 1978 Olayları, Anılar – Yorumlar, İstanbul: Kastaş Yayınları, ts., 180 s. Bolayır, Namık Ekrem, Osmanlı Ordusuna 10 Temmuz Hatırası Sene 1324, İstanbul: Ruşen Matbaası, 1327, 40 s. (Bolayır), Ali Ekrem, Ali Ekrem Bolayır’ın Hatıraları, M. Kayahan Özgül (haz.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991, VIII + 509 + 2 s. (Şecereler). Boran, Kâmil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bir Zamanlar, İstanbul: Tomurcuk Matbaası, 1978, 219 s. Bozer, A.Yüksel, Yaşadıklarım, Gördüklerim, Düşüncelerim, Ankara, 1997, 351 s. Bozok, Salih, Hep Atatürk’ün Yanında, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1985, 279 s. (Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Can Dündar (haz.), İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2001, 167 s.) Bölügiray, Nevzat, Sokaktaki Asker: Bir Sıkıyönetim Komutanının 12 Eylül Öncesi Anıları, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989, 700 s. Bölükbaşı, Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, 408 s. Burçak, Prof. Dr. Rıfkı Salim, On Yılın Anıları (1950-1960), Ankara: Şahsî Yayın, 1998, 789 s. Burçak, Prof. Dr. Rıfkı Salim, Yassıada ve Öncesi, Ankara: Çam Matbaası, 1976, 310 s. Büyük Anadolu’nun Millî İstiklâl Mücahedesi Hatıralarından, Sarıkamış: Şark Cebhesi Karargâh Matbaası, 1337/1921, 20 s. Büyük Gazi’nin Hatıratından Sahifalar, İstanbul: Vakit Matbaası, 1926. (Vakit Gazetesi İlavesi).
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
395
(Cavid Bey), Eski Maliye Nazırı Cavid Bey, Şiarın Defteri, Şiar Yalçın (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, 312 + 8 s. (Albüm). Cavid Bey, Felaket Günleri 1-2: Mütareke Devrinin Feci Tarihi, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2000; XXIII + 363, XXIII + 350 s. Cebesoy, Ali Fuat, Bilinmeyen Hatıralar: Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet Devrimleri, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2001, 385 s. Cebesoy, Ali Fuat, General Ali Fuat Cebesoy’un Siyasal Hatıraları, İstanbul: Vatan ve Doğan Kardeş Yayınları, 1957-1960, II c., 344 + VI s., 254 s. (Siyasi Hatıralar 1: Büyük Zafer’den Lozan’a, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2002, 369 s.; Siyasi Hatıralar 2: Lozan’dan Cumhuriyet’e, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2002, 269 s.) Cebesoy, Ali Fuat, Kuva-yı Milliye’nin İçyüzü: Olaylar, Kişiler, Vesikalar, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2002, 339 s. Cebesoy, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul: Vatan Matbaası, 1953, c. I, 528 s. (İstanbul: Temel Yayınları, 2000, X + 567 s.) Cebesoy, Ali Fuat, Moskova Hatıraları (21.11.1920-2.6.1922), İstanbul: İsmail Akgün Müesseseleri, Vatan Neşriyatı, 1955, 350 + IX s. (Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982; XII + 455 s.; Moskova Hatıraları: Milli Mücadele ve Bolşevik Rusya: 21 / 11 / 1920 - 2 / 6 / 1922, Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 2002, 365 s.) Cebesoy, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Okul ve Genç Subaylık Hatıraları), İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri Koll. Şti., 1967, 2 + 174 s. Celâlettin Paşa (Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa’nın Oğlu), Madalyonun Tersi, Samih Nafiz Tansu (haz.), İstanbul: Gür Kitabevi, 1970, 238 s. Celâlettin, Mevhibe, Geçmiş Zaman Olur Ki, Sara Ertuğrul (haz.), İstanbul: M. Sıralar Matbaası, 1953, 320 s. Cem, İsmail, TRT’de 500 Gün: Bir Dönem Türkiye’sinin Hikayesi, İstanbul: Cem Yayınevi, 1976, 326 s. Cemal Paşa (Bahriye Nazırı ve Dördüncü Ordu Kumandanı), Hatıralar: İttihad ve Terakki, Birinci Dünya Savaşı Anıları, Behçet Cemal (haz.), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1977, 468 s.; (Alpay Kabacalı (haz.), İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, 447 s.) Cemal Paşa, Hatırat 1913-1922, İstanbul: Ahmed İhsan ve Şürekası Matbaası, 1922, 282 s. + vesikalar. Cemal, Hasan, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 1999, 357 s. Cemaleddin Efendi, Şeyhülislam-ı Esbak Cemaleddin Efendi’nin Hatırat-ı Siyasiyesi (1330 senesinde Mısır’da tahrir eylemişlerdir), Dersaadet: 1336/1920, 71 s.; (Yeni Harflerle: Siyasi Hatıralar (1908 - 1913), Ziyaeddin Engin (haz.), İstanbul: Tercüman Yayınları, 1978, 167 s.) Cerrahoğlu, Piraye Bigat, Demokrat Parti Masalı, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1996, 119 s. Cevat Kâzım, Şehit Yolunda (Millî Hatıralarım), Ankara: Vilâyet Matbaası, 1340 (1924), 112 + 2 s.
396
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Cılızoğlu, Tanju, Çağlayangil: Kader Bizi Una Değil Üne İtti, Çağlayangil’in Anıları Çağlayangil’le Anılar, İstanbul: Büke Yayıncılık, 2000, 439 + 23 s. (Albüm). Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa’nın Sonbahar Gezileri, Nuri Onat (haz.), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1984, 155 s. Çağırıcı, Sabriye, Kanserli Bir Devrimcinin Güncesinden, İstanbul: Kalan Yayınları, 2001, 336 s. Çağlar, Behçet Kemal, Dolmabahçe’den Anıtkabir’e, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 76 s. Çağlayangil, İhsan Sabri, Anılarım, İstanbul: Yılmaz Yayınları, 1990, 399 s. Çalıka, Ahmet Rifat, Kurtuluş Savaşında AdaletBakanı Ahmet Rifat Çalıka’nınAnıları, Yayına Hazırlayan, Yorumlayan Hurşit Çalıka, İstanbul: H. Çalıka, 1992 (Gülen Ofset), 209 s. Çakır, Fahri, Elli Yıl Önce Anadolu ve Şark Cephesi Hatıraları, İstanbul: Çınar Matbaası, 1967, 159 s. Çakmak, Mareşal Fevzi, Mareşal Fevzi Çakmak ve Günlükleri 1–2, Nilüfer Hatemi (haz.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002, 1100 s. Çakmur, Yüksel, Sürgün Günleri, İstanbul: Dem Yayınları, 1989, 99 s. Çalışlar, Oral, 12 Mart’tan 12 Eylül’e Mamak, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989, 146 s. Çalışlar, Oral, Başkaldırının Yedi Rengi, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989, 144 s. Çalışlar, İzzeddin, On Yıllık Savaşın Günlüğü, Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları, İsmet Görgülü-İzzeddin Çalışlar (haz.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997, 416 s. Çambel, Hasan Cemil, Makaleler, Hatıralar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984, 143 s. Çarıklı, Hacim Muhittin, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı’nın Kuvâ-yı Milliye Hatıraları 1919-1920, Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1967, 288 s. + resimler. Çekmeci, Sacide, Nizamiye Kapısında Bir Ananın Anlatısı, İstanbul: Belge Yayınları, 1987, 180 s. Çelenk, Halil, Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi-Yaşadıklarım, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2003, 320 s. Çelenk, Halit, İdam Gecesi Anıları (Gezmiş, Arslan ve İnan’ın Hatıralar’ından), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1994, 249 s. (Çerkes Ethem), Çerkes Ethem’in Hatıraları, İstanbul: Dünya Matbaası, 1962, 226 s. Çetiner, Zihni, Ölümü Paylaştılar Ama... Bir İhtilalin Anıları, İstanbul: Büke Yayıncılık, 2003, 322 s. (Çetinkaya, Ali), Ali Çetinkaya’nın Millî Mücadele Dönemi Hatıraları, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1993, 99 s. Çokay, Mustafa, 1917 Yılı Hatıra Parçaları, Paris-Berlin: Yaş Türkistan Neşriyatı, 1937, 96 s. Damad Hafız İsmail Hakkı Paşa, Bozgun, İstanbul: Hayat Tarih Mecmuası (ilave), 1972, 40 s. Delibaşı, Nizamettin, “Nizamettin Delibaşı’nın Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1946, c. IV, 64 s. Deliorman, Altan, Kırık Kanatlı Jön Türk, İstanbul: Bayrak Basım Yayım Tanıtım, 1997, 190 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
397
Deliorman, Altan, Sessiz Bir Ses, İstanbul: Bayrak Basım Yayım Tanıtım, 1997, 190 s. Deliorman, Altan, Tanıdığım Atsız, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1978, 375 s. Demir, İsmet, Grev ve Direnişler Üzerine Anılar - Deneyler: İşçi Sınıfı Mücadelesinden Bir Kesit (1962 - 1975), İstanbul: Diyalektik Yayınları, 1994, 191 s. Demiray, Tahsin, Fiske (1950-1953 Hatıralık) Taşları, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1956, 135 s. Demirkıran, Sami, PKK: Olaylar, Belgeler, Hatıralar!..., İstanbul: Kipa Yayınları, 2001, 564 s. Denktaş, Rauf, Hatıralar: Toplayış (Kıbrıs: Elli Yılın Hikayesi), İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2000, 475 s. Denktaş, Rauf, Rauf Denktaş’ın Hatıraları 2, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1997, 504 s. Derin, Haldun, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken 1933-1951, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995, 344 s. Dersimi, Nuri M., Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatıratım, Ankara: Özge Yayınları, 1992, 342 s. Derviş Mehmet Emin Paşa, Seyahatname-i Hudud, İstanbul: [Takvimhane-i Âmire], 13 + 399 s. Dikerdem, Mahmut, Ortadoğu’da Devrim Yılları, Bir Büyükelçinin Anıları, I. Kısım, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1977, 191 s. Dikerdem, Mahmut, Üçüncü Dünyadan, Bir Büyükelçinin Anıları, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1977, 127 s. Dilligil, Turhan, İmralı’da Üç Mezar, İstanbul: Dem Yayınları, 1989, 205 s. Dinamo, Hasan İzzettin, 6-7 Eylül Kasırgası, İstanbul: May Yayınları, 1971, 96 s. Dinamo, Hasan İzzettin, TKP Aydınlar ve Anılar, İstanbul: Yalçın Yayınları, 1989, 399 s. Dinç, Nihat, Gönüllü Diplomat: Bir Diplomatın Meslek Yaşamından Notlar, İstanbul: İthaki Yayınları, 1998, 142 s. Dirik, Orhan, Babam General Kâzım Dirik ve Ben, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998, 148 s. Doğan, Abdullah, Bitmeyen Göçmenlik: Bir Siyasinin Mültecilik Yılları, İstanbul: Sorun Yayınları, 1997, 168 s. Doğan, Avni, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, İstanbul: Dünya Gazetesi Matbaası, 1964, 352 s. Doğan, Yalçın, Kodes A.Ş., Ankara: Bilgi Yayınevi, 1990, 149 s. Dumlupınar Şehitleri (4 Nisan 1953’ün Hazin Hatırası), İstanbul: Deniz Basımevi, 1953, 269 s. Dursun, Davut, 27 Mayıs Darbesi: Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler, İstanbul: Şehir Yayınları, 2001, 239 s. Dursunoğlu, Cevat, Millî Mücadelede Erzurum, Ankara: TC Ziraat Bankası Matbaası, 1946, 170 s. Duru, Kâzım Nami, Cumhuriyet Devri Hatıralarım, İstanbul: Sucuoğlu Matbaası, 1958, 79 s. Duru, Kâzım Nami, İttihat ve Terakki Hatıralarım, İstanbul: Sucuoğlu Matbaası, 1957, 78 s.
398
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, Ziyad Ebuzziya (sad.), İstanbul: Kervan Kitapçılık, 1973-1973-1974, III c., 344 + 325 + 604 s. Edgüer, Nahit Nafiz, Atatürk’ten Anılar, Ankara: Ankara Güven Matbaası, 1963, 32 s. Edibeler, Sefireler, Hanımefendiler: İlk Nesil Cumhuriyet Kadınlarıyla Söyleşiler, Neriman Malkoç Öztürkmen (haz.), İstanbul, 1999, 158 s. Egeli, Münir Hayri (Nakleden), Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul: Ahmet Halit Kitaphanesi, 1959, 104 s. Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, İstanbul: Beybun Yayınları, 1992, 93 s. Ekrem, Selma, Peçeye İsyan, Namık Kemal’in Torununun Anıları, çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul: Anahtar Kitaplar Yayınları, 1998, 298 + 4 s. (Ekler) (orjinali; Unveiled, Ives Washburn Publisher, 1930). Elevli, Avni, 1960 - 1965 Olayları ve Batırılamıyan Gemi Türkiye 1, Ankara, 1967, 514 s. Emre, Ahmet Cevat, İki Neslin Tarihi, Mustafa Kemal Neler Yaptı?, İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1960, 375 s. Emre, Süleyman Arif, Siyasette 35 Yıl, Ankara: Keşif Yayınları, 2002, III c., 224, 216, 377 s. [Emre], A[hmed] Cevad, Zindan Hatıraları, İstanbul: Ahmed Saki Bey Matbaası, 1324/1908, 31 s. (Enver Paşa), Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), H. Erdoğan Cengiz (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, 130 s. Erden, Ali Fuad, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıraları, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003, 360 s. Erden, Ali Fuad, İsmet İnönü, İstanbul: Burhanettin Erenler Matbaası, 1952, 246 s. + 15 s. (Albüm). Erduran, Refik, Gülerek... Gençlik Anıları, İstanbul: Cem Yayınevi, 1987, 213 s. Erkanlı, Orhan, Anılar Sorunlar Sorumlular - 27 Mayıs - 12 Mart Türkiyesi, İstanbul: Baha Matbaası, 1972, 406 s. Erkilet, H.E., Şark Cephesinde Gördüklerim, İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1943, 247 s. + harita/resim. Erkin, Behiç, Atatürk’ün Selanik’teki Askerlik Hayatına Ait Hatıralar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1958, s. 599-604 (Belleten, c. XX, sy. 80’den ayrıbasım). Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1980, c. I, + 310 + 14 s. (Fotoğraflar). Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl,Vaşington Büyükelçiliği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1986, c. II, I. Kısım, 324 + 16 s. (Fotoğraflar). Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl,Vaşington Büyükelçiliği, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1987, c. II , II. Kısım, 8 + 325-578 s. Ertem, Sadri Etem, Sovyet Rusya Hatıralarım, İstanbul: Tarih ve Toplum Kitaplığı Yayınları, 1989, 95 s. Ertuğrul, İsmail Fennî, “İsmail Fennî Ertuğrul’un Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1946, c. IV, 18 s. Ertürk, Hüsamettin, İki Devrin Perde Arkası, Samih Nafiz Tansu (haz.), İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1957, XVI + 8 + 592 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
399
Ertüzün, Tevfik, Meclisin İçinden, İstanbul: ABC Ajansı Yayınları, 1988, 328 s. Esat Paşa, Esat Paşa’nın Çanakkale Anıları, İstanbul: Baha Matbaası, 1975, 307 s. Esendal, Memduh Şevket, Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar, Muzaffer Uyguner (haz.), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999, 192 s. Eşref Edip, İstiklal Mahkemelerinde - Sebilürreşad’ın Romanı, Fahrettin Gün (haz.), Beyan Yayınları, İstanbul, 2002, 200 s. Eti, Usman, Millî Şef İnönü’nün Güneydoğu Gezileri, İstanbul: Cumhuriyet Basımevi, 1940, 80 s. Evren, Afif, Atatürk’ün Konya’ya Gelişleri 1920-1937, Konya: Babalık Basımevi, 1940, 29 s. Evren, Kenan, Kenan Evren’in Anıları, Baskın Oran (haz.), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1990, 205 s. Evren, Kenan, Zorlu Yıllarım, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1994, II c., 529, 526 s. Eymür, Mehmet, Bir MİT Mensubunun Anıları: Analiz, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1997, 217 s. Fethi, Turgut, Makina Başında: Mustafa Kemal’le Amasya’da 15 Gün, İstanbul: Fer Yayınları, 1989, 75 s. Fırat, Abdülmelik, Fırat Mahzun Akar, İstanbul: Avesta Yayınları, 1996, 189 s. Gebeş, H. Avni, Atatürk Devrimlerinin En Büyük Savunucusu İsmet İnönü İçin Anılarım (1884 - 1984), İstanbul, 1984, 127 s. (Gençoğlu, Ali Galip), Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Erhan Palabıyık (haz.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, XX + 174 s. Gerede, Hüsrev, Siyâsî Hatıralarım I: İran (Ağustos 1930-Haziran 1934), İstanbul: Vakit Basımevi, 1952, iii + 311 s. Girgin, Kemal, Dünyanın Dört Bucağı, Bir Diplomatın Anıları (1957-1997), Milliyet Yayınları, 1998, 273 s. (Golç Paşa), Golç Paşa’nın Hatıraları, Salih Erkuş (haz.), İstanbul: Askerî Matbaa, 1932, 70 s. Gökay, Fahreddin Kerim, Gördüklerim ve Duyduklarım, İstanbul: Kader Basımevi, 1939, 23 s. + 1 resim. Gökay, Ord. Prof. Dr. Fahreddin Kerim, Şimalden Notlar, İstanbul: Kader Basımevi, 1948, 64 s. Gökay, Ord. Prof. Dr., Fahreddin Kerim, Kinli ve Dertli Avrupa (Seyahat İntibaları), İstanbul: Yeşilay Gençlik Şubesi Yayını No. 1, Kader Matbaası, 1947, 40 s. Gökçen, Sabiha, Atatürk’le Bir Ömür, Oktay Verel (haz.), [İstanbul]: Altın Kitaplar, [1994], 316 + 13 s. (Belge ve Fotoğraflar). Gökmen, Oğuz, Bir Zamanlar Hariciye: Eski Bir Diplomatın Hatıraları 1, İstanbul, 1999, 500 s. Gör, Yavuz, Seyahatname, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1996, 176 s. Görgülü, İsmet, Atatürk’ün Anıları, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1997. Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Sultan Vahdettin Gurbet Cehenneminde, İstanbul: Garanti Matbaası, Sebil Yayınları, 1968, 187 s.
400
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında, İstanbul: Sebil Yayınevi, 1969, 461 s. Granda, Cemal, Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri (Atatürk’ün On İki Yıl Hizmetini Gören Cemal [Çelebi] Granda’nın Hatıraları), Turhan Gürkan (haz.), İstanbul: Fer Yayınları, 1971, 256 s. Güler, H. Şevki, Dört Yılın Hesabı (Parlemento’dan Hicaz’a), Ankara, 1965, 81 s. Günaltay, Şemseddin, Maziden Âtiye, İstanbul: Kanaat Matbaa ve Kütüphanesi, 1339/1923, 316 + 3 s. Günaltay, Şemsettin, Atatürk’ün Tarihçiliği ve Fahri Profesörlüğü Hakkında Bir Hatıra, İstanbul: Maarif Basımevi, 1959, 2 s. (Ayrı Basım). Günday, Ahmet, Faik Hurşit, Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul: Çelik Cilt Matbaası, c., 1960, 192 s. Gündüz, Asım, Hatıralarım / Orgeneral Asım Gündüz, İhsan Ilgar (haz.), İstanbul: Kervan Kitapçılık, 1973, 240 s. Güneri, Süleyman Necati), Süleyman Necati Güneri’nin Hâtıra Defteri (Erzurum’da Kongre Günleri), Ali Birinci (haz.), İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999, 118 s. Günersel, Tarık, Kumlaşmak-12 Eylül Dönemi Aramco-Arabistan Anıları, İstanbul: Kaf Yayıncılık, 1999, 162 s. Güneş, Mehmet, Zaman-ı İsmet ve Sonrası, İstanbul, 1969, 124 s. Güngör, Selahattin, Yakınlarının Ağzından Atatürk, İstanbul: Gençlik Kitabevi, 1944, 160 s. (Günsav, Bekir Sami), Miralay Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları, Muhittin Ünal (haz.), İstanbul: Cem Yayınları, 1994, 494 s. Günver, Semih, Taç Mahal Oteli, Anılar ve Öyküler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1994, 270 s. Günver, Semih, Tanınmayan Meslek: Anılar ve Portreler, Ankara: A.Ü. SBF ve BasınYayın Yüksekokulu Basımevi, 1984, 378 s. Güralp, Şerif, Bir Askerin Günlüğünden Çanakkale Cephesinden Filistin’e, İstanbul: Güncel Yayıncılık, 2003, 152 s. Güralp, Şerif, İstiklâl Savaşının İç Yüzü, İstanbul, 1958, 239 s. (Kurtuluş Savaşı’nın İçyüzü: Bir Albayın Anıları, İstanbul: Güncel Yayıncılık, 2002, 225 s.) Gürer, Cevat Abbas, Ebedî Şef Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak, İstanbul: Halk Basımevi, 1939, c. I, 192 s. Gürkan, Ahmet, Mebusluğum, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1964, 206 s. Gürkan, Celil, 12 Mart’a Beş Kala, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1986, 619 s. Gürkan, İhsan, Bir Generalin Askeri ve Akademik Anıları, İstanbul: Kastaş Yayınevi, 2002, 238 s. Gürsoy, Rasim, Parlamentoda 33 Ay, Ankara: Garanti Basımevi, 1976, 20 s. Gürün, Kâmuran, Akıntıya Kürek, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1994, 276 s. Gürün, Kâmuran, Bükreş-Paris-Atina Büyükelçilik Anıları, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1994, 484 s. Gürün, Kamuran, Fırtınalı Yıllar: Dışişleri Müsteşarlığı Anıları, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1995, 474 s. Güryay, Tarık, Bir İktidar Yargılanıyor, İstanbul: Cem Yayınevi, 1974, 400 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
401
Güven, Zühtü, Anzavur İsyanı: İstiklâl Savaşı Hatıralarından Acı Bir Safha, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1965, 9 + 116 s. Halikarnas Balıkçısı [Cevat Şakir Kabaağaç], Mavi Sürgün, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1961, 192 s. (Halil Menteşe), Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1986, 15 + 254 s. Halil Paşa, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş (Kutûlamare Kahramanı), M. Taylan Sorgun (haz.), İstanbul: Yedigün Yayınları, 1972, 381 s. Halil Salim, Anadolu ve Rumeli’ye Bir Küçük Seyahat Yahut Her Yerde Terakki, İstanbul: İspetan Matbaası, 1308/1891, 36 s. Hasan Amca [Hasan Vasfi Kıztaşı], Doğmayan Hürriyet, İstanbul: Akım Yayınları, 1958, 189 s. (Doğmayan Hürriyet/ Bir Devrin İçyüzü 1908-1918, İstanbul: Arba Yayınları, 1989, 224 s.) Hasan Amca, [Hasan Vasfi Kıztaşı], Nizamiye Kapısı, İstanbul: M. Sıralar Matbaası, 1958, 125 s. (Nizamiye Kapısı ve Yarıda Kalan İhtilal, İstanbul: Arba Yayınları, 1991, 221 s.) Hasan Basri, Avrupa’da Bir Türk, İstanbul: Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık Osmanlı Şirketi, 1327/1911, 67 s. Hasan Ferid, Hatıra-i İnkılâb, Matbaa-i Amire, İstanbul 1326/1910, Cüz 1-2, 16 s. Hasan Rami Paşa, Hatırat, İstanbul: Artin Asaduryan Matbaası, 1324/1908, 119 s. (II. Abdülhamid’in Bahriye Nâzırlarından Hasan Râmi Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Hayat Tarih Mecmuası (ilâve), 1972, 24 s.) Hasan Rami Paşa, Mukaddime-i Hatırat, İstanbul: Matbaa-i Uhuvvet, 1324, 13 s. Hasan Ramiz Vodinalı, Gençlik Hatıraları, İstanbul: Alem Matbaası, 1311/1893, 35 s. Hasan Taib, Es-Seyyid, Hatıra yahut Mir’at-ı Bursa, Bursa: Hudavendigâr Vilâyeti Matbaası, 1323/1905, 48 s. Hatıra, (Rus İhtilâli bidayetinden itibaren 27 Şubat 1918’de Osmanlı kıtaatının Erzurum’u istirdad ettikleri tarihe kadar Ermenilerin Erzurum Şehri ve Havalisi Türk sekenesine karşı tavr ve hareketlerine dair), 16 s. Haydar Çelebi, Haydar Çelebi Ruznamesi, Yavuz Senemoğlu (haz.), [İstanbul]: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi, Kervan Kitapçılık, 211 s. Hayrullah, [Harputlu Hayri], Hatıra-i Ahd-i Şebab, İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1302/1885, 64 s. (Hacı Hayri ve Hatıra-i ahd-i şebab, Ali Rıza Alp ve Hadi Koçdemir (haz.), İstanbul: Osmanbey Matbaası, 1950, 62 s.) Hekimoğlu, Müşerref, 27 Mayıs’ın Romanı: İhtilâlciler, Olaylar, Dönüşümler, Anılar, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975, 264 s. Hekimoğlu, Müşerref, Başkent Günleri, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1990, 223 s. Hurşid, Said, Son Vapuru Kaçıranlar, Bülent Varlık (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, 104 + 16 s. (Albüm). Hüsameddin Sacid, Harb ve Zafer Hatıraları (Birinci Kitab: Gazi Paşa’ya), İstanbul: İkdam Matbaası, 1339/1923, 16 s. Hüseyin Raci Efendi, Zağra Müftüsünün Hatıraları (Tarihçe-i Vak’a-i Zağra), Ertuğrul Düzdağ (haz.), İstanbul: Tercüman Gazetesi, 1001 Temel Eser: 24, 1990, 304 s.
402
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Irmak, Sadi, İslam Ülkelerinde Bir Gezi, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1978, 102 s. İbrahim Edhem, Plevne Hatıraları (Sebat ve Gayret, Kıyametden Bir Alamet), Seyfullah Esin (haz.), İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No. 35, Kervan Kitapçılık, 1979, 84 + 5 s. (Resimler). İbrahim Temo, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Kurucusu ve 1/1 No’lu Üyesi İbrahim Temo’nun İttihad ve Terakki Anıları, Bülent Demirbaş (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1987, XV + 278 s. İğdemir, Uluğ, Yılların İçinden (Makaleler, Anılar, İncelemeler), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1976, X + 426 s. İhsan Latif Paşa (İzmir Valisi), Bir Serencam-ı Harb: Harb-ı Umumi Safahatına Ait Hatırat, Burhan Göksel (sad.), İzmir: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988, 158 s. İhsan Paşa, 1. Cihan Savaşı ve Sarıkamış Sibirya’da Esaretten Kaçış, İhsan Paşa’nın Anıları, İzmir: Bilgehan Basımevi, 1985, 128 s. İki Vatan Yorgunları: Mübadele Acısını Yaşayanlar Anlatıyor, İskender Özsoy (haz.), İstanbul: Bağlam Yayınları, 2003, 170 s. İkizer, M. Yılmaz, Şu Bizim Garip Hariciye ve Dış Politika - Anılar... Olaylar..., Ankara: Sucuoğlu Matbaası, 1990, 209 s. İlden, Köprülü Şerif, Sarıkamış, Sami Önal (haz.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001, 267 s. İleri, Cahide, Babam Tevfik İleri: Konuşmaları ve Görüşleri, Ankara, 1977, 448 s. İlmen, General Süreyya, Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, İstanbul: Ahmet Sait Basımevi, 1951, 87 s. İlmen, Süreyya, Sanayi Odası İçin Vaktiyle Ne Kadar Çalışmıştım (Hatıralarım: 5), İstanbul: Ahmet Sait Basımevi, 1952, 48 s. İlmen, Süreyya, Teşebbüslerim ve Reisliklerim (Hatıralarım: 2), İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1949, 237 s. (İstanbul: Kadıköy Belediyesi Sağlık ve Sosyal Dayanışma Vakfı Yayınları, 2001, 223 s.) İmre, Halil, Bir Ömür Üç Kitap (Çocukluğum, Yoluma Çıkan Politika, 27 Mayıs 196027 Kasım 1964, Geç Kalmış Hevesler), Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1976, 464 s. İnan, Afet, M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991, 76 s. İnan, Kamran, Cenevre Yılları (1980 Öncesi ve Sonrası), İstanbul: Timaş Yayınları, 2002, 240 s. İnan, Karmran, Siyaset Yılları, İstanbul: Timaş Yayınları, 2003, 328 s. İnan, Prof. Dr. Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi (Türkiye İş Bankası Atatürk ve Devrim Serisi No. 10), 1959, XII + 312 s. İnan, Prof. Dr. Afet, Atatürk’ten Hatıralar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1955, II + 180 s. İnan, Prof. Dr. Afet, Atatürk’ün Viyana Karlsbat Hatıraları (Karlsbatta Geçen Günlerim), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1970, 18 + 19-24 s. İnan, Prof. Dr. Afet, Mukaddes Tabanca, İstanbul: Devlet Basımevi, 1937, 289 + 309 s. İnan, Prof. Dr. Afet, Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara: Altınok Matbaası, 1969, 60 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
403
İnönü, Erdal, Anılar ve Düşünceler, İstanbul: İdea İletişim Yayınları, 1995, 1998, I. ve II. c., 416, 8 + 448 s.; İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2001, III. c., 500 s. İnönü, Erdal, Siyaset Penceresinden Meclis’in İçinden Dışından, Mustafa Gazalcı (haz.), Ankara: Ardıç Yayınları, 1994, 208 s. (İnönü, İsmet), Hatıraları, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1987, II c., 356, 356 s. (İnönü, İsmet), İnönü’nün Hatıraları, Genç Subaylık Yılları (1884-1918), Sabahattin Selek (haz.), İstanbul: Burçak Yayınları, 1969, 263 + 8 s. (Fotoğraf). İnönü, İsmet, Aziz Atatürk (Atatürk le Venerable/The Eminent Atatürk), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1963, 35 s. İnönü, İsmet, İstiklâl Savaşı ve Lozan, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1993, 30 s. İpekçi, Abdi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul: Cem Yayınları, 1968, 107 s. İsmail Hakkı, Vatan Uğrunda yahut Yıldız Mahkemesi, Kahire: 1326, 232 s. İsmail Kemal Bey, Memoires (Hatıralar), London, 1920. İsmail Sıdkı, Hatırat (Memalik-i Osmaniye’de kâin evkafın suret-i idaresi hakkında mutalaâtı muhtevidir), İstanbul: Selânik Matbaası, 1324/1908, 21 s. İsmail Zühdi (Erkân-ı Harb Miralaylarından), İntibâh, Ahmet Nezih Galitekin (haz.), İstanbul: Yedi İklim Yayınları, 1995, 125 s. İstolçalı, Ali Rıza, Sergüzeşti-i Fakir ve Hakir-i Pür Taksir Mir Ali Rıza el-Istulcevî, İstanbul, 1272/1856, 16 s. İşgüzar, Hilmi, Balkanlar ve Avrupa Notları (Bulgar Türkleri, Avrupa’daki İşçilerimiz, Kadınlarımız, Hariciyecilerimiz), Ankara, 1968, 98 s. İşmen, Fatma Hikmet, Parlamento’da 9 Yıl: TİP Senatörü Olarak 1966 - 1975 Dönemi Parlamento Çalışmaları, Ankara: İşmen, 1976, 541 s. (İzzet Fuad (Keçecizade), Kaçırılan fırsatlar: 1923 Osmanlı-Rus seferi hakkında, İstanbul: Ahmed İhsan ve Şürekası, 1325, II c., 228 s. + krokiler. K. Esad, İşgal ve Mücahede Senelerinde Bir İstanbul Gencinin Yaptıkları, İstanbul, 1340-1344 (1924-1928), 173 s. Kadri, Hüseyin Kazım, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım, İsmail Kara (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, 341 s. Kalemli, Mustafa, Kalemli’nin Kaleminden, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2002, 275 s. Kalkavanoğlu, İlyas Sami, Millî Mücadele Hatıralarım, İstanbul: Ekicigil Yayınevi Matbaası, 1957, 143 s. Kamil Paşa, Belgelerle Mısır, Ermeni, Kürt-Doğu Rumeli Meseleleri, Kamil Paşa’nın Anıları, Gül Çağalı Güven (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1991, 424 s. Kamil Paşa, Hatırat-ı Sadr-ı Esbak Kâmil Paşa, İstanbul: Matbaa-i Ebüzziya, 1329/1913, 198 + 2 s. Kamil Paşa, Hulâsa-i Hatırat, İstanbul: 1325/1909, 14 + 94 s. Kanadlı, Şükrü, Irak Muharebelerinde 3. Piyade Alayı Hatıraları, İstanbul: İs. Askeri Matbaası, 1945, 54 s. + haritalar. Kanbolat, Dr. Yahya, Olduğu Gibi (Eski Türkiye İşçi Partisi Üzerine Anılar), Ankara: Güldiken Yayınları, 1999.
404
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Kandemir, Feridun, Hatıraları ve Söylemedikleriyle Rauf Orbay, İstanbul: Sinan Matbaası, 1965, 208 s. Kandemler, Feridun, Jön Türklerin Zindan Hatıraları 1848-1903, Bir Devrin Siyasi ve Fîkri Tarihi, İstanbul, 1975, 158 s. Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara: TTK Yayınları, 1966, 1968, II c., 624 s. Karabekir, Kâzım, Bir Düello ve Bir Suikast, Nefret Müstebitlere, Nefret İstibdatı Yaşatanlara, Prof. Dr. Faruk Özerengin (haz.), İstanbul: Emre Yayınları, 1995, 270 s. Karabekir, Kâzım, Cihan Harbi’ne Nasıl Girdik, İstanbul: Emre Yayınları, 1994, 464 s. Karabekir, Kâzım, Cihan Harbi’ni Nasıl İdare Ettik, İstanbul: Emre Yayınları, 1994, II c., 650 s. Karabekir, Kâzım, İktisat Esaslarımız: Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi, İstanbul: Emre Yayınları, 2001, 368 s. Karabekir, Kâzım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1960, 1171 + 44 s. (Vesika ve Fotoğraflar). Karabekir, Kâzım, İstiklâl Harbimizin Esasları, İstanbul: Sinan Matbaası Neşriyat Evi, 1951, 192 s. Karabekir, Kâzım, İttihat ve Terakki Cemiyeti Neden Kuruldu, Nasıl Kuruldu, Nasıl İdare Olundu?, İstanbul: Türdav Ofset Tesisleri, 1982, 552 s. Karabekir, Kâzım, Kâzım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu (haz.), İstanbul: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 1996, 208 s. Karabekir, Kâzım, Paşaların Kavgası, İstanbul: Emre Yayınları, 1991, 336 s. Karabekir, Kâzım, Hayatım, Faruk Özerengin (haz.), İstanbul: Emre Yayınları, 2000, 536 s. Karaçam, Nazif, Atatürk Kırklareli’nde (20 Aralık 1930), İstanbul: Okay Yayınları, 1969, 55 s. Karadeniz, Harun, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul: Er-Tu Matbaası, 1975, 255 s. Karadeniz, Harun, Yaşamımdan Acı Dilimler, Hülya Karadeniz (haz.), İstanbul: Çelik Cilt Matbaası, 1975, 168 + 55 s. Karagöz, Sadık, Atatürk Manisa’da, Manisa, 1969, 67 s. Karaman, Gnrl. Sami Sabit, Trabzon ve Kars Hatıraları (1921-1922)/İstiklâl Mücadelesi ve Enver Paşa), İzmit: Selüzoz Basımevi, 1949, 184 + 1 s. (Trabzon ve Kars Hatıraları 1921 - 1922: İstiklâl Mücadelesi ve Enver Paşa, İstanbul: Arma Yayınları, 2002, 148 s.) Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1968, 275 + 6 s. (Belgeler) (İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, 262 s.). Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Vatan Yolunda (Millî Mücâdele Hatıraları), İstanbul: Selek Yayınevi, 1958, 176 s. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Zoraki Diplomat: Hatıra ve Müşahede,. İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1955, 319 s. (Atilla Özkırımlı (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1998, 364 s.) Karay, Refik Halid, Bir Ömür Boyunca, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, 328 + 16 s. (Albüm).
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
405
Karay, Refik Halid, Minelbab ile’l-Mihrab (1918 Mütarekesi Devrinde Olan Biten İşlere ve Gelip Geçen İnsanlara Dair Bildiklerim), İstanbul: Tan Gazetesi ve Matbaası, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1964, 234 s. Karay, Refik Halid, Üç Nesil, Üç Hayat, İstanbul: S. Lütfi Kitapevi, 1943, 160 s. (Karay), Refik Halid, Tanıdıklarım, İstanbul: Cihan Kütüphanesi, Sabah Matbaası, 1341, 159 s. (Yeni Harflerle, İstanbul: Semih Lütfi Kitabevi, 1937, 159 s.) Kasapoğlu Hüseyin (Hulki-Usulizade Hilmi Efendi), Millî Mücadele Anıları, Ahmet Kasapoğlu (haz.-der.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, XVI + 77 s. Kayacan, İsa, Atatürk’ün Emrinde Kırk Sekiz Ay, Ankara: Kardeş Matbaası, 1966, 48 s. Kaygusuz, Bezmi Nusret, Bir Roman Gibi, İzmir: İhsan Gümüşyaka Matbaası, 1955, 268 s. Kaygusuz, Bezmi Nusret, Fırkalar ve Ben, İstanbul: Kader Matbaası, 1328/1912, 28 s. Kaygusuz, Bezmi Nusret, Kurumuş Pınar, İzmir: Gümüşyaka Matbaası, 1959, 144 s. Kaynak, Mahir, Yel Üfürdü, Su Götürdü: Ailem, Çocukluğum, Gençliğim, Mesleğim, Yaşadıklarım ve Gördüklerim..., İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, 2003, 144 s. Kemalettin Şahrü, Mütareke Acıları, İstanbul: Selâmet Matbaası, 1930. Kerkük, Mahmud Nedim, Hatıratım 1334 (1918): Mazinin Karanlıklarından İstikbalin Aydınlıklarına Doğru Diyarbekir, Ali Birinci (haz.), Ankara: Altınküre Yayınları, 2002, 192 s. Keskin, Atilla, Acılarla Yenilmeyen Gülümseyişler: THKO’nun Kuruluş Öncesi ve Sonrasına İlişkin Anılar, İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları, 1999, 256 s. Kestelli, Raif Necdet, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batışı (Uful): Edirne Savunması, Veliye Özdemir (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 2001, 171 s. Keykurun, Hakkı (Şeyh Zamanlı), Azerbaycan İstiklâl Mücadelesinin Hatıraları, İstanbul: Ekspres Matbaası, 1964, 132 s. Keykurun, Naki, Azerbaycan İstiklâl Mücadelesinden Hatıralar (1905-1920), Ankara: İlke Kitabevi, 1998, 217 s. + 4 s. (Resim). Kıbrıslızade Binbaşı Osman Bey, Kıbrıslızade Binbaşı Osman Bey’in Hatıraları Ya da 19. Yüzyıl’da Doğu’da İngilizler, çev. İlhan Pınar, İzmir: Akademi Kitabevi, 1996, VI + 199 s. Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 122 s. Kılıç Ali, Atatürk’ün Son Günleri, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 88 s. Kılıç Ali, İstiklâl Mahkemesi Hatıraları, İstanbul: Sel Yayınları, 1955, 108 s. Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, İstanbul: Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi No. 5, 1955, 131 + 1 s. Kırcı, Haluk, Donmuş Zaman Manzaraları: Hatıralar 2, İstanbul: Burak Yayınevi, 1999, 239 s. Kırcı, Haluk, Zamanı Süzerken (Hatıralar), İstanbul: Burak Yayınevi, 1998, 220 + 18 s. Kırhan, Celâl, Mondros’tan Lozan’a (Kurtuluş Yıllarında Geçmiş Günler), İstanbul: Sıralar Matbaası, 1963, 16 s. Kırımer, Cafer Seydahmet, Unutulmaz Gözyaşları, Hilal Matbası, İstanbul 1334, 59 s. (İstanbul: Hamle Yayınevi, 1997, 116 s.) Kırkpınar, Salim Rıza, Salim Rıza’dan Anılar, İstanbul: Yalçın Yayınları, 1990, 80 s.
406
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Kısakürek, Necip Fazıl, Benim Gözümde Menderes, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1970, 522 s. Kısakürek, Necip Fazıl, Cinnet Mustatili: Hapishane Notları, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1955, 201 s. Kısakürek, Necip Fazıl, Yılanlı Kuyudan, İstanbul: Akçağ Yayınları, 1970, 330 s. Kıyafet, Hasan, Hücrede Şenlik, İstanbul: Berfin Yayınları, 1994, 76 s. Kirişçioğlu, Nusret, Kayseri Cezaevinde Bir Yıldönümü (Yassıada-İmralı-Kayseri Gerçekleri 1), İstanbul: Baha Matbaası, 1968, 324 s. Kirişçioğlu, Nusret, Yassıada Kumandanına Cevap, İstanbul: Baha Matbaası, 1971, VIII + 266 s. Kitapçıgil, Vefik, Vali Kitapçıgil’in Anıları, İstanbul: Lebib Yalkın Yayınları, 1993, 477 s. Kocagöz, Samim, Bu da Geçti Yahu, İstanbul: Düşün Yayınevi, 1989, 260 s. Kocaoğlu, Emre, Sözüm Meclisten İçeri: Acemi Milletvekilinin Ankara Anıları, İstanbul: İyiadam Yayıncılık, 2003, 256 s. Kocatürk, Kenan, Bir Subayın Anıları: 1909-1999, İstanbul: Kastaş Yayınları, 1999, 505 s. Koçaş, M. Sâdi, 12 Mart Anıları, İstanbul: Tomurcuk Matbaası, 1978, 702 s. Koçaş, M. Sâdi, Atatürk’ten 12 Mart’a, Anılar, İstanbul: Er-Tu Matbaası, 1977, c. I, 476 + 10 s. Koçaş, Sâdi, Bir Seçim Böyle Geçti, Ankara: Truva Matbaası, 1970, V + 190 s. Koçer, General Kemal, Kurtuluş Savaşımızda İstanbul (İşgal Senelerinde H. M. Grubunun Gizli Faaliyetleri), İstanbul: Vakit Basımevi, 1946, 239 s. Kongar, Emre, Ben Müsteşarken, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1996, 520 s. Kop, Kadri Kemal, Atatürk Diyarbakır’da ve O’nun Hatıraları, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1938, 91 s. Koraltan, Refik (Anlatan), Bir Politikacı’nın Anıları, Orhan Ertepınar (haz./yazan), Ankara: Hacettepe TAŞ Kitapçılık, 1999, 300 s. Korkut, M. Şerif (Burdur Milletvekili), Hayattan Çizgiler Tanıdıklarım, Ankara: Yeni Matbaa, 1949, 68 s. Korle, Sinan, Kızıltoprak Günlerim, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, 116 s. Korutürk, Fahri, Atatürk’le Karşı Karşıya, İstanbul: Binbirdirek Matbaa Sanayi A.Ş., 1981, 10 s. Koyunoğlu, Mehmet, Dekandan Bakana Kırk Yıl, Ankara: Kuloğlu Yayınları, 2002, 240 s. Köksal, Osman, İnkılâp Mektupları, Uğur Mumcu (haz.), Ankara: Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, 1996, 262 s. Köprülü, Tuna, Beyaz Saray Anıları, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2003, 238 s. Kuneralp, Zeki, Dağarcığın Dibi: Yaşlılık Düşünceleri, İstanbul: İSİS Yayınları, 1991. Kuneralp, Zeki, Sadece Diplomat, [İstanbul]: İstanbul Matbaası, [1981], 270 s. (Sadece Diplomat, Anılar, Belgeler, İstanbul: İSİS Yayınları, 1999, 378 s.) Kuran, Ahmet Bedevî, Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi, İstanbul: Çeltüt Matbaası, 1957, 176 s. Kurtgözü, Kerem, Gizli Diplomasi, İstanbul: Kavram Yayınları, 1994, 158 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
407
Kurşunluoğlu, Mehmed Kemal, Acılı Kuşak, Ankara: Toplum Yayınları, 1967, 128 s. Kuşçubaşı Eşref, Hayber’de Türk Cengi - Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey’in Hayber Anıları, İstanbul: Arba Yayınları, 1997, 296 s. Kutan, Recai, 12 Eylül: Kirazlıdere Tutukevi Penceresinden, İstanbul: Risale Yayınları, 1989, 355 s. Küçük, Yalçın, Davalarım, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1989, 404 s. Küçükömer, İdris, Anılar ve Düşünceler, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Kür, İsmet, Anılarıyla Atatürk, İstanbul: Güneş Matbaacılık T.A.Ş., 1965, 80 s. Leskovikli Mehmet Rauf, İttihat ve Terakki Ne İdi, Bülent Demirbaş (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1991, 119 s. Levmioğlu, Osman Naru, Halkın İstemediği İnkılab: Meşrutiyet, İstanbul: Sabah Kültür Yayınları, 1976, 295 s. Lütfi Bey (Başmabeyinci), Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Hürriyet Yayınları, ts., 539 s. Lütfi Fikri Bey, Dersim Mebusu Lütfi Fikri Bey’in Günlüğü “Daima Muhalefet”, Yücel Demirel (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 1991, 205 s. Lütfi Simavi, Sultan Mehmet Reşat Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, İstanbul: Kanaat Matbaası, 1342/1924, 271 s. M. Nihad, Bekir Ağa Bölüğü Faciaları Yahut Serâir-i İstibdaddan Bir Nebze, İstanbul: Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı, 1327/1911, 48 s. M. Rauf, Bir Ömrün Öyküsü: İkinci Meşrutiyet’ten Çifteler Köy Enstitüsü Müdürlüğüne, Ankara: Öğretmen Yayınları, 1986, 217 s. Madanoğlu, Gnrl. Cemal, Anılar (1911-1953), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1982, 308 s. Mahmud Celâleddin Paşa, Mir’at-ı Hakikat Cilt 1-3: Tarihi Hakikatların Aynası, İsmet Miroğlu (haz.), İstanbul: Berekât Yayınevi, 1983, 737 s. Mahmud Muhtar Paşa [Katırcıoğlu], Maziye Bir Nazar, İstanbul: Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekâsı, 1341/1925, 275 + 5 + 2 s. Mahmud Muhtar, Balkan Harbi Üçüncü Kolordunun ve İkinci Doğu Ordusunun Muharebeleri, M. Ziyaeddin Engin (haz.), İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No. 137, Kervan Kitapçılık, 1979, 208 s. Mahmud Nedim Bey, Arabistan’da Bir Ömür: Son Yemen Valisi’nin Hatıraları veya Osmanlı İmparatorluğu Arabistan’da Nasıl Yıkıldı?, Ali Birinci (haz.), İstanbul: İSİS Yayınları, 2001, 240 s. Mahmud Muhtar Paşa [Katırcıoğlu], 1328 Balkan Harbinde Şark Ordusu Kumandanı Abdullah Paşa’nın Hatıratına İkinci Şark Ordusu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa’nın Cevabı, Kahire: Matbaa-i Emin-i Hindiye, 1930, 28 + 51 s. Mahmud Muhtar Paşa, Acı Bir Hatıra, Trablus: Şam Matbaatü’l-Liva, 1931. (Mahmud Şevket Paşa), Sadrazâm ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, İstanbul: Arba Yayınları, 1988, 218 s. Mayakon, İsmail Müştak, Yıldız’da Neler Gördüm, İstanbul: Semih Lütfi Kitapevi, 1940, 200 s. Mebusan Hatıraları, İstanbul: Nümune-i Tıbaat Matbaası, 1324/1908, 15 s.
408
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Mehmed Arif, Anadolu İnkılabı, Mücahedat-ı Milliye Hatıratı 1335 (1919)- 1339 (1923), Fethi Tevetlioğlu (sad.), Ankara, 1972, 36 s. Mehmed Arif, Başımıza Gelenler (Rusya Muharebe-i Ahiresinin Anadolu Kısmından ve Mısır Ahvalinden ve Bu Münasebetle Tenkidat-ı Mühimme-i Ahlakiyeden Bahisdir), Mısır: Maarif Matbaası, 1321, 545 s. (Nihad Yazar (sad.), İstanbul: Anadolu Neşriyat Yurdu Yayınları, 1974, 568 s.) Mehmed Arif, Miralay Arif ’in Hatıratı 1913-1923, Hüseyin Fevzi Ayberk (sad.), İstanbul: Yeni İstanbul Matbaası, 1970, 59 s. Mehmed Âsaf Bey, Volga Kıyılarında Muhtıra, çev. Murat Cebecioğlu, İzmir: Akademi Kitabevi, 1994, 310 s. Mehmed Celal, Zindan Kapısında-Dürbün Önünde-On bir Temmuzda Bir Fal, İstanbul: Matbaa-i Ahmed Kâmil, 1324/1908, 15 s. Mehmed Emin, Harb-i Umumî’de Irak Cephe-i Harbine Ait Hatıratımdan Bir Safha (Selman-ı Pâk Meydan Muharebesi), İstanbul: Matbaa-i Askeriyye, 1337, 4 + 147 s. Mehmed Salahaddin, Bildiklerim, Kahire: Emin Hindiyye Matbaası, 1334/1918, 203 + 5 s. (Resimli). Mehmed Selahaddin Bey, İttihad ve Terakkinin Kuruluşu ve Osmanlı Devleti’nin Yıkılışı Hakkında Bildiklerim, İstanbul: İnkılap Yayınevi, 1989, 160 s. (Mehmed Vahdeddin), Şahbaba, Osmanoğulları’nın Son Hükümdarı IV. Mehmed Vahdeddin’in Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, Murat Bardakçı (haz.), İstanbul: Pan Yayıncılık, 1998, 679 s. Mehmet Ali Ayni, “Mehmet Ali Ayni’nin Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1945, c. II, s. 86 vd. Mehmet Cemalettin, Şeyhülislâm Merhum Cemalettin Efendi Hazretlerinin Hatırat-ı Siyasiyyesi, İstanbul: M. Huvagimyan Matbaası, 1336, 71 s. Mehmet Hurşit Paşa, Seyahatname-i Hudud, İstanbul: Simurg Yayınları, 1997, 32 + 360 + 205 s. (tıpkıbasım) + 3 harita. Mehmet İhsan, İstibdat Maskaralıkları yahut Kahkaha İle Gülünüz, İstanbul: Matbaa-i Arşak Garayan, 32 s. Mehmet Kadri Nasih, Sarâyih, Kanun-i Esasi ve Havâtır Hatıratı, Paris, 375 s. Mehmet Memduh (Memduh Paşa), Feverân-ı Ezmân, İstanbul, 1324 (Tanzimat’tan Meşrutiyet’e 2: Kuvvet-i ikbal-alamet-i zeval tasvir-i ahval-tenvir-i istikbal feveran-ı ezman, Ahmet Nezih Galitekin (sad.), İstanbul: Nehir Yayınları, 1995, 183 s.) Mehmet Memduh (Memduh Paşa), Mir’at-ı Şuûnat, İzmir, 1328, (Tanzimat’tan Meşrutiyet’e 1: Mir’at-ı Şuunat, Hayati Develi (sad.), İstanbul: Nehir Yayınları, 1990, 221 s.) Mehmet Tevfik Bey, Abdülhamid Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, F. Rezan Hürmen (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1993, 536 s. Mehmet Tevfik Bey, Mehmet Tevfik Bey’in Hatıraları 1, F. Rezan Hürmen (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1993, 512 s. Mehmet Yuşa, İstibdadın Zehirleri yahut Bir Menfinin Sergüzeşti, İstanbul: Ruşen Matbaası, 1325, 32 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
409
Melek, Faik, Hepsi Geldi Geçti: Dışişlerinde 43 Yıl, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994, 203 s. Menderes, Aydın, Acılı Günler, Muammer Yaşar (haz.), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1987, 159 s. Menemenlizade Mehmet Tahir, Yâd-ı Mazi, İstanbul: Asır Kütüphanesi, 1304, 22 s. Menteşe, Halil, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, İsmail Arar (haz.), İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1986, XV + 254 s. (Cumhuriyet Gazetesi, N. 1-44 [13 Ekim 1946-11 Aralık 1946]’te tefrika edilmiştir). Mesçioğlu, Hasan, Bir Dönem Mamak, Ankara: Ekin Yayınları, 1991, 320 s. Mevlanzade Rıfat, 31 Mart Bir İhtilâlin Hikayesi, çev. Berire Ülgenci, İstanbul: Pınar Yayınları, 1996, 195 s. Midhat Paşa, Midhat Paşa’nın Hatıraları, Hayatım İbret Olsun, (Tabsıra-i İbret), Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 1997, I. c. 431 + 15 s. (Fotoğraf ve Belgeler). Midhat Paşa, Midhat Paşa’nın Hatıraları, Yıldız Mahkemesi ve Tâif Zindanı (Mir’at-ı Hayret), Osman Selim Kocahanoğlu (haz.), İstanbul: Temel Yayınları, 1997, 439 + 15 s. (Fotoğraf ve Belgeler). Mimaroğlu, Mustafa Reşat, Gördüklerim ve Geçirdiklerimden, Ankara: T.C. Ziraat Bankası, 1946, II c., 40 + 138 s. Mirkelamoğlu, Necib, İnönü Ecevit’i Anlatıyor, İstanbul: Kervan Kitapçılık, 1976, 204 s. Mizancı Mehmet Murad, Tatlı Emeller, Acı Hakikatler yahut Batn-ı Müstakbel Adab-ı Siyasiyye Tarihi, Tahazade Ömer Faruk (nşr.), İstanbul, 1330, 383 + 2 s. (Celile Argıt Eren (Ökten) (haz.), İstanbul: Marifet Yayınları, 1997). Mizancı Mehmet Murad, Enkaz-ı İstibdat İçinde Züğürdün Tesellisi, İstanbul: Matbaa-i Amidî, 1329/1913, 78 s. (Celile Argıt Eren (Ökten) (haz.), İstanbul: Marifet Yayınları, 1997). Mizancı Mehmet Murad, Hürriyet Vadisinde Bir Pençe-i İstibdat (Harbiye Nezaretinde Tevkifim ile Netâyic-i Garibesi), İstanbul: Mahmut Bey Matbaası, 1326/1910, 93 s. (Celile Argıt Eren (Ökten) (haz.), İstanbul: Marifet Yayınları, 1997). Mizancı Mehmet Murad, Mehkenet Mazeret Teşkil Eder mi? (Mücahede-i Milliyeden), İstanbul: Matbaa-i Amidî, 1329/1913, 253 s. Muhittin Vecihi, Cihan Harbine Dair Hatıralarımdan (Filistin Ricatı), İstanbul: Askeri Matbaa, 1337/1921, 90 s. Muhtar, Dr. Celâl, “Dr. Celâl Muhtar’ın Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1945, c. II, s. 30 vd. Murat, Kenize, Saraydan Sürgüne, çev. Esin Çelikkan, İstanbul: İSİS Yayınları, 1990, 444 s. (Mustafa Necati Bey), Mustafa Necati Bey ve İstiklâl Mücadelesi Hatıraları, Ahmet Önder (der.), Ankara: İdeal Matbaası, 1953, 16 s. Mustafa Ragıp, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Fırıldakları yahut Tarih-i Matem, İstanbul: Arşak Garoyan Matbaası, 1328, 14 s.
410
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Mustafa Rauf, Muhtıra-i Zaferden Feth-i Yenişehir (Muvaffakiyet-i Hazret-i Padişâhî), İstanbul: Malûmat Matbaası, 1314, 31 s. Mustafa Sami, Avrupa Risalesi, İstanbul: Takvimhane-i Amire, 1256/1840, 40 s.; 1268/1852, 42 s. (M. Fatih Andı (haz.), İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1996, 128 s.) Müfid Şemsi, El-Hakku Ya’lû ve Lâ Yu’lâ Aleyh/Hatırat-ı Niyazi’ye Cevap/İttihat ve Terakki Şemsi Paşa, 1919 (A. Nezihi Galitekin (haz.), İstanbul: Nehir Yayınları, 1995, 224 s.) Müftüoğlu, Mustafa, Çankaya’da Kâbus-3 Mayıs 1944, İstanbul: Yağmur Yayınları, 1974, 272 s. Münim, Mustafa, Cepheden Cepheye 1 (1914 - 1918), İstanbul, 1940, 161 s. (Naciye Sultan) (Enver Paşa’nın Eşi), Acı Zamanlar, O. Gazi Aşiroğlu (haz.), İstanbul: Burak Yayınları, 1992, 88 s. Nazım Hikmet, Çocukluğu - Gençliği - Cezaevi Yılları, İstanbul, 1979, 336 s. Nâzım Paşa, Bir Devrin Tarihi Ziya ve Mithat Paşalarla Kemal Bey’in Hayatlarına ait Hatıralar Selanik Vali-i Sâbıkı Nazım Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Arba Yayınları, 1992, 116 s. Nâzım Paşa, “Nazım Paşa’nın Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1945, c. II, s. 20 vd. Necati, Mustafa, İstiklâl Harbi Hatıraları, İstanbul: Hayat Tarih Mecmuası (ilave), 1972, 24 s. Necmi Raci, 1923 Osmanlı-Rus Seferi Fecâyii Hatıratımdan (Neler Çektik), İstanbul: Hürriyet Matbaası, 1326, 20 s. Neftçi, Nermin, Demokrasinin Kilittaşı Anılar, Ankara: Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı ( TESAV), 1997, 391 s. Nevrekoplu Celâl Bey, Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi: Nevrekoplu Celâl Bey’in Hatıraları, Celal Perin (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 2000, 278 + 10 s. (Albüm). (Neyyal, Naciye), Ressam Naciye Neyyal’in Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Hatıraları, Fatma Renen Hürmen (haz.), İstanbul: Pınar Yayınları, 2000, 536 s. + albüm. Neyzi, Nezih, Kızıltoprak Anıları, İstanbul: Peva Yayınları, 1985, 244 s. Nigâr, Salih Keramet, Halife İkinci Abdülmecit, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1964, 78 s. Niyazi Resneli, Hatırat-ı Niyazi yahut Tarihçe-i İnkılâb-ı Kebir-i Osmanî’den Bir Sahifa, İstanbul: Sabah Matbaası, 1326/1910, 240 s. (Balkanlarda Bir Gerillacı, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Bey’in Anıları, İstanbul: Gazete, Dergi, Kitap Basım ve Yayım A.Ş., 1975, 238 s.) Nur, Dr. Rıza, Cemiyyet-i Hafiyye, İstanbul: Selânik Matbaası, 1330, 548 s. Nur, Dr. Rıza, Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1995, 164 s. Nur, Dr. Rıza, Dr. Rıza Nur’un Moskova-Sakarya Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1992, 437 s. Nur, Dr. Rıza, Gurbet Dağarcığı, 1913-1919, Mısır: Matbaa-i Hindiyye, 1919, 32 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
411
Nur, Dr. Rıza, Hayat ve Hatıratım, İstanbul: Altındağ Yayınları, 1967, 1968, 1968, IV c., 2003 s. Nur, Dr. Rıza, Hürriyet ve İtilaf Fırkası Nasıl Doğdu? Nasıl Öldü?, İlhami Yalınkılıç (haz.), İstanbul: Kitapevi, 1996, 112 s. Nureddin Tevfik, Menfadan Avdet, İstanbul: Matbaa-i Ahmet Kâmil, 1324, 15 s. Nutku, Emrullah, Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar 19461958, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1979, VIII + 406 s. Odak, Mahmut Adil, Bir Osmanlı Subayının İşkence Hatıratı, Hüseyin Kıvanç (haz.), İstanbul: Hasat Yayınları, 1996, 32 s. + 3 harita. Oğuz, Burhan, Yaşadıklarım, Dinlediklerim-Tarihî ve Toplumsal Anılar, İstanbul: Simurg Yayınları, 2000, 768 s. Okday, İsmail Hakkı, Yanya’dan Ankara’ya, İstanbul: Sebil Yayınları, 1975, 454 s. Okday, Şefik, Büyük Babam Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul: Marsan Matbaacılık, [1986], 145 s. Okday, Şefik, Osmanlı’dan Cumhuriyete: Padişah yaveri iki sadrazam oğlu anlatıyor, İstanbul: Sema Matbaacılık, 1988, 159 s. Okur, Hafız Yaşar, Atatürk’le On Beş Yıl (Dinî Hatıralar), İstanbul: Sabah Yayınları, 1962, 40 s. (Okyar, Fethi), Fethi Okyar’ın Anıları, Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye, Osman Okyar ve Mehmet Seyitdanlıoğlu (haz.), Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997, 192 + 46 s. (Ekler). Okyar, Fethi, Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Doğdu, Nasıl Feshedildi, İstanbul: İSİS Yayınları, 1987, 237 s. Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1980, 606 s. Olgaçay, İsmail Berduk, Tasmalı Çekirge, İstanbul: İz Yayıncılık, 1990, 505 s. Orbay, Kemalettin Şükrü, Mütareke Acıları (İstanbul’da Mütareke Arifesinden İşgale Kadar Geçen Kara Günlerin Acı Hatıraları), İstanbul: Selamet Matbaası, 1930, 206 s. Orbay, Rauf, Cehennem Değirmeni, Siyasî Hatıralarım, İstanbul: Emre Yayınları, 1993, II c., 303, 266 s. Osman Tufan Paşa, Kurtuluş Savaşı Hatıraları, İstanbul: Arma Yayınları, Mayıs 1998, 128 s. Osman Zeki, Kuva-yı Milliye Kıymetdar Hatıralarımdan, İstanbul: Evkaf-ı İslâmiye Matbaası, 1338/1922, 32 s. Osmanoğlu, Ayşe, Babam Abdülhamit, İstanbul: Güven Basımevi, 1960, 262 s. Osmanoğlu, Şâdiye (Sultan Abdülhamid’in Kızı), Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, İstanbul: Bedir Yayınları, 1966, 128 s. Osten, Necmi, 2. Dünya Savaşı’nın Bilinmeyen Yanları: Bir Milletvekilinin Anıları, Nermin Neftçi (haz.), İstanbul, 1992, 179 s. Öge, Ali Rıza, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Polis Şefinin Gerçek Anıları, Bursa: Günlük Ticaret Gazetesi Tesisleri, 1957, 391 s. Öktem, Haydar Rüştü, Mütareke ve İşgal Anıları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991, 8 + 162 + 4 s. (Fotoğraflar).
412
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Ömer Faiz, Avrupa’da Sultan Aziz (Sultan Aziz’in Müsahibi’nin Anıları), İstanbul, 1970. Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi: (Yüz yıl önce Güney Afrika), Hüseyin Yorulmaz (haz.), İstanbul: Ses Yayınları, 1994, 111 s. Önder, Mehmet, Atatürk Konya’da, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1989, 230 s. Öymen, Altan, Bir Dönem, Bir Çocuk, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2002, 606 s. Özal, Turgut, Turgut Özal’ın Anıları-1, Mehmet Barlas (haz.), İstanbul: Sabah Kitapları, 1994, 360 s. Özalp, Gnrl. Kâzım, Millî Mücadelede 1919-1922, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1971-1972, c. I, XXIII + 268 s. Özalp, Gnrl. Kâzım, Millî Mücadelede 1919-1922, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1971-1972, c. II, XXIII + 268 s. Özalp, Kâzım ve Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1994, 144 s. Özbey, Cemal, Demokrat Partiyi Nasıl Kapattırdım, Ankara: Emem Basım-Yayımevi, 1961, 48 s. Özgen, Abdurrahman, Milli Mücadelede Türk Akıncıları, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1970, 71 s. Özlü, Demir, Sürgünde 10 Yıl, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1990, 222 s. Özoğlu, Nazmi, Kore’de Niçin Savaştım, Komünizm Mezalimi Korunma Çareleri, Ankara, 1954, 230 s. Özoğuz, Esat, Adana’nın Kurtuluş Mücadelesi Hatıraları, İstanbul: Ülkü Matbaası, 1935, 144 s. Öztin, Tahsin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e Anılar, İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1981, 170 s. Öztürk, Sırrı, 12 Mart 1971’den Portreler, İstanbul: Sorun Yayınları, 1999, III c., 416, 287, 432 s. Öztürk, Sırrı, 15-16 Haziran Direnişi’nin Anıları, İstanbul: Sorun Yayınları, 1990, 136 s. (İşçi Sınıfı Sendikalar ve 15 / 16 Haziran: Olaylar, Nedenleri, Davalar, Belgeler, Anılar, Yorumlar), İstanbul: Sorun Yayınları, 2001, 564 s. Öztürk, Sırrı, Gecikmiş Bir Hesaplaşma (Recep Serbest), İstanbul: Sorun Yayınları, 1992, 192 s. Öztürk, Sırrı, Teröristin Günlüğü, İstanbul: Sorun Yayınları, 1995, 208 s. Paker, Esat Cemal, Siyasî Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları, İbrahim Hilmi Çığıraçan (haz.), İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1952, 155 + 3 s. (Fotoğraflar) (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2000, 10 + 168 s.) Palaoğlu, Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk Saati: Bakışlar, Anılar, Yorumlar, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1998, 320 s. Partelet, İsmet, Balkan Hatırat-ı Harbiyesi, Filibe: Balkan Matbaası, ts., 23 s. Peker, Nurettin, 1918-1923 İstiklâl Savaşı’nın Vesika ve Resimleri (İnönü, Sakarya, Dumlupınar Zaferlerini Sağlayan İnebolu ve Kastamonu Havalisi Deniz ve Kara Harekâtı ve Hatıralar), İstanbul: Gün Basımevi, 1955, 522 s. Poğda, M. Sadık (Bulgar Sadık), Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi, İstanbul, ts., 303 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
413
Reel, A. Hidayet, Atatürk’e Ait Hatıralar, İstanbul: Cumhuriyet Basımevi, 1949, VIII + 200 s. Reşid Bey, Dr. Reşid Bey’in Hatıraları (Sürgünden İntihara), Ahmet Mehmetefendioğlu (haz.), İstanbul: Arba Yayınları, 1993, 124 s. Reşit Paşa, Reşit Paşa’nın Hatıraları (Sivas’ta Harekât-ı Milliye Başlangıcından Sivas Kongresi’ne, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Açılışına Kadar), Cevdet R. Yularkıran (haz.), İstanbul 1939, 164 s. (İstiklâl Savaşında Reşit Paşanın Hatıraları, Adnan Şenel (haz.), Ankara: Berikan Yayınları, 2001, 170 s.) Rey, Ahmet Reşit, “Gördüklerim-Yaptıklarım, 1890-1922”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, Yeni Matbaa, 1945, c. III, s. 356 vd. Rıza Paşa (Serasker-i Sabık), Hatırat, İstanbul: Artin Asaduryan Matbaası, 1324/1908, 95 s. Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, Abdullah Uçman (haz.), İletişim Yayınları, İstanbul 1993, 408 s. Rüşdi Paşa, Yemen Hatırası, İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1325-1327/1909, 201 + 1 s. Sabis, Ali İhsan, Harp Hatıralarım, İstanbul: Nehir Yayınları, 1990, 1991, 1991, 1992, 1993; V c., 286, 464, 349 + 16 (Albüm), 345 + 60 (Albüm), 436 + 26 s. (Albüm) (1. baskı, 1951) Said Paşa, Sait Paşa’nın Hatıratı, İstanbul: 1328, II c., 608 + 488 s. (Anılar, Şemsettin Kutlu (sad.), İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1977, 352 s.) Said Paşa, Sait Paşa’nın Kâmil Paşa Hatıratına Cevapları (Şarkî Rumeli, Mısır ve Ermeni Meseleleri), İstanbul: Tanin Matbaası, 1327, 90 s. Salim, Ben de Gördüm yahud Tesalya’da Meşhudatım, İstanbul: Matbaa-i Amire, 1315/1897, 85 s. Sançar, Nejdet, İsmet İnönü ile Hesaplaşma, Ankara: Ayyıldız Matbaası, Afşın Yayınları, 1973, 360 s. Sargın, Nihat, TİP’li Yıllar (1961 - 1971) - Anılar Belgeler, İstanbul: Felis Yayınevi, 2001, II c., 1408 s. Sav, Ergun, Diplo-dramatik Anlatılar, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1992, 202 s. Sav, Ergun, Diplomaturka: Bir Diplomat - Yazarın Anıları, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000, 247 s. Sav, Ergun, Nostaljik Muhabbetler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1993, 188 s. Savaşkan, Cemal, Yüzbaşı Cemal’in Anıları, Arnavutluk’tan Sakarya’ya Komitacılık, Kudret Emiroğlu (haz.), Ankara: Kebikeç Yayınları, 1996, 63 s. Sayılgan, Aclan, İnkâr Fırtınası, İstanbul: Ülke Yayınları, 1962, 253 s. Sayılgan, Aclan, Komuna, İstanbul: Millî Hareket Dergisi Yayınları, 1969, 111 s. Selâhattin Adil Paşa, Hayat Mücadeleleri: Selâhattin Adil Paşa’nın Hatıraları, İstanbul, 1982, 519 s. Selçuk, İlhan, Ziverbey Köşkü, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1988, 127 s. Sertel, M. Zekeriya, Hatırladıklarım (1905-1950), İstanbul: Yaylacık Matbaası, 1968, 308 s. Sertel, Sabiha, Roman Gibi, İstanbul: Ant Yayınları, 1969, 420 s. Sertel, Yıldız, Annem Sabiha Sertel Kimdi Neler Yazdı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1994, 315 s.
414
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Sertel, Yıldız, Ardımdaki Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, 360 s. Sertel, Zekeriya, Mavi Gözlü Dev, Nazım Hikmet ve Sanat, İstanbul: Ant Yayınları, 1969, 336 s. Sertel, Zekeriya, Olduğu Gibi/Rus Biçimi Sosyalizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, 247 s. Sertel, Zekeriya, Serteller’in Anılarında Nâzım Hikmet ve Bâbıâli, İstanbul: Adam Yayınları, 1993, 142 s. Simavi, Lütfi (Başmabeyinci Lütfi Bey), Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Hürriyet Yayınları, ts., 539 s. Soğucalı, A. Şevket, İstiklâl Harbinde 38. Alayla Samsun’dan İzmir’e, İstanbul: Askerî Matbaa, 1941, 63 s. Soğucalı, A. Şevket, İstiklâl Harbi’nde Olaylar, Ankara: Yenicezaevi Matbaası, 1947, VI + 153 s. Solmaz, Mehmet, Atatürk Kilis’te, Gaziantep: Gaziantep Kültür Derneği, 1968, VIII + 232 s. Soyak, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul: Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Yayınları, 1973, II c., 400, 774 s. Soyer, Dündar, Cumhuriyet’le Adım Adım Olaylar, Anılar, İstanbul: Büke Yayıncılık, 2001, 370 s. Sökmen, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu için Harcanan Çabalar, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1978, 131 s. + belgeler. Söylemezoğlu, Galip Kemalî, 30 Senelik Siyasî Hatıralarımın Üçüncü ve Son Cildi (1. Kısım 1918-1922), İstanbul: Ülkü Basımevi, 1953, 512 s. Söylemezoğlu, Galip Kemalî, Başımıza Gelenler (Yakın Bir Mazinin Hatıraları, Mondros’tan Mudanya’ya 1918-1922), İstanbul: Kanaat Kitabevi, 1939, 303 s. Söylemezoğlu, Galip Kemalî, Hariciye Hizmetinde Otuz Sene, İstanbul: Şaka Matbaası, 1949, 504 s. Söylemezoğlu, Galip Kemalî, Siyasî Dağarcığım, İstanbul: Eskicigil Matbaası, 1957, 395 s. Subaşı, Orgeneral Yakup Şevki, Bir Komutandan Anılar, Sadık Atak (haz.), Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1977, 27 s. Sultan Abdülhamid, Siyasî Hatıratım, İstanbul: Hareket Yayınları, 1974, 209 s. Sultan II. Abdülhamid, Abdulhamid Anlatıyor, Ankara: Kardeş Matbaası, Serdengeçti Neşriyatı, 41, ts., 48 s. Sultan II. Abdülhamid, Abdülhamid’in Hatıra Defteri, İsmet Bozdağ (haz.), İstanbul: Pınar Yayınları, 2000, 223 s. Sultan II. Abdülhamid, Abdülhamid Anlatıyor, (Abdülaziz’in Öldürülmesini, Hürriyetin İlanını, Mithat Paşa Meselesini, 31 Mart Vakasını, Balkanlar ve Ermeni Meselesini, Saltanattan Düşürülmesini), Ankara: Kardeş Matbaası, 1964, 48 s. Sultan II. Abdülhamid, Abdülhamid’in Hatıra Defteri (Belgeler ve Resimlerle), İsmet Bozdağ (haz.), İstanbul: Kervan Kitapçlık, 1975, 245 + 17 s. (Belgeler ve Resimler) (İstanbul: Pınar Yayınları, 2000, 240 s.).
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
415
Sultan II. Abdülhamid, Hatırat-ı Sultan Abdülhamid Han-ı Sani, Vedad Örfi [Bengü] (haz.), İstanbul: Cihan Biraderler Matbaası, Cihan Kitaphanesi, 13381340/1922, 72 s. Sultan II. Abdülhamid, II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri ve Mithat Paşa’nın Taif Zindanından Gönderdiği 8 Mektup, Bursa: Bozdağ Kitabevi, 1340/1924, 69 s. Sultan II. Abdülhamid, Sultan II. Abdülhamid Han’ın Notları, Alâeddin Yalçınkaya (haz.), İstanbul: Sebil Yayınevi, 1996, 163 s. Sükan, Faruk, İhanetin Mirası, Cemal Kutay (haz.), İstanbul: Alioğlu Yayınları, 1985, 448 s. Süleyman Hüsnü Paşa, Hiss-i İnkılâp yahut Sultan Abdülaziz’in Hal’i ile Sultan Murad-ı Hamis’in Cülûsu, İstanbul: Tanin Matbaası, 1326, 64 s. Süleyman Sırrı, Bekirağa Bölüğünde, Orada Neler Gördüm, İstanbul: Hukuk Matbaası, 1335/1919, 45 + 1 s . Süleymankadızâde Rifat, Padişah Aldattı mı Aldandı mı? (Devr-i Sabık Faciaları, Taşra Memurları Rezaletleri, Millet Düşmanları ve Hâl-i Hâzır İcraatı), İstanbul, 1324, 48 s. Sülker, Kemal, Anılara Yolculuk, İstanbul: Yazko, 1983, 220 s. Sülker, Kemal, Savaş Yılarında Bir Sürgün (Anılar), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1986, 170 s. Süvari Yüzbaşı Ahmed, Türk İstiklâl Harbi Başında Milli Mücadele, İsmail Aka, Vehbi Günay vd. (haz.), İzmir: Akademi Kitabevi, 1993, 151 s. + 9 resim + 11 harita. Şahingiray, Mehmet Reşid, İnkılâb Niçin ve Nasıl Oldu, Nejdet Bilgi (haz.), İzmir: Akademi Kitabevi, 1994, 74 s. Şapolyo, Enver Behnan, İnkılâp Ökünçleri (Millî Mücadele Hatıraları), İstanbul: Devlet Basımevi, 1934, 132 + 1 s. Şapolyo, Enver Benhan, Millî Mücadele Hatıraları (Kurtuluş Edebiyatı Tarihi), İstanbul: Aydınlık Basımevi, İnkılâp Kitabevi, 1938, 141 s. Şaul, Eli, Balat’tan Bat - Yam’a, Rıfat N. Bali ve Birsen Talay (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, 199 + 12 s. (Albüm). Şefik, M. (Albay), 57. Tümen ve Aydın Millî Cidâli, İstanbul: Askerî Matbaa, 1937, II c. Şehidoğlu, Süreyyâ Hâmi, Bir İdarecinin Anadolu İzlenimleri, Ankara: Olgun Kardeşler Matbaası, 1973, 168 s. (Şehsüvaroğlu, Edip), Adamlı Torpidolar: Edip Şehsuvaroğlu’nun 2. Dünya Savaşı Anıları, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2002, 156 s. Şensılay, T. Ahmet, Bir Taşra Bürokratının Anıları 1 – 2, İstanbul: Rehber Basım Yayın, 2001, 332, 359 s. Şerafeddin Mağmumi, Anadolu ve Suriye’de Seyahat Hatıraları, Kahire, 1969, 308 s. Şerafeddin Mağmumi, Seyahat Hatıralarım, III Kitap, Kahire, 1327/1909, 312 s.; 1326/1908, 239 s.; 1914, 303 s. Şerif Paşa, Bir Muhalifin Hatıraları İttihat ve Terakki’ye Muhalefet (1908-1911 Ekim, Islahat-ı Esasiye Fırkası Programı), İstanbul: Nehir Yayınları, 1996, 123 s. Şerif Paşa, Meşrûtiyete Doğru, Ben ve Hayatım, İstanbul, 1911, 62 s. Şeyh Ahmed El-Bedirî, El-Hallak, Osmanlı Taşra Hayatına İlişkin Olaylar, Berber Bedirî’nin Günlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları, 1995, 208 s.
416
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, Siyasî Hatıralar (1908-1913), Siyaeddin Engin (sad.), İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No. 119, Kervan Kitapçılık, 1978, 167 s. Şimşir, Bilal N., Bizim Diplomatlar, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996, 576 s. Şimşir, Bilal N., Türkiye Arnavutluk İlişkileri: Büyükelçilik Anıları (1985-1988), Ankara: ASAM Yayınları, 2001, 510 s. Tahirü’l-Mevlevi, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, İstanbul: Nehir Yayınları, 1990, 430 s. Tahmisçizade Mehmed Macid, Girit Hatıraları, İsmet Miroğlu ve İlhan Şahin (haz.), İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Serisi No. 104, Kervan Kitapçılık, 1977, 135 s. Tahsin Paşa (Esbak Mabeyn Başkâtibi), Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, 1931, 297 s. (Talat Paşa), Şehit Sadrazam Talât Paşa’nın Gurbet Hatıraları, Cemal Kutay (der.), İstanbul: Kültür Matbaası, 1983, III c., 1568 s. (Talat Paşa), Talat Paşa’nın Hatıraları, Enver Bolayır (haz.), İstanbul: Bolayır Yayınevi, 1946, 151 s. (Talat Paşanın Anıları, Mehmet Kasım (haz.), İstanbul: Say Yayınları, 1986, 208 + 16 s. Fotoğraflar). Tan, M. Şahap, İsrail Zindanlarında Bir Türk Subayı ve Eichmann Davası, İstanbul: Türkiye Basımevi, 1967, 126 s. Tarcan, Selim Sırrı, “Hatıralarım (Evvel Zaman İçinde)”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1946, c. IV, s. 65-72. Tarhan, Abdülhak Hâmid, Abdülhak Hâmid’in Hatıraları, İnci Enginün (haz.), İstanbul: Dergah Yayınları, 1994, 464 s. (Daha önce şu şekilde tefrika edilmiştir: “Üstad-ı Azam Abdülhak Hamid’in Hayat ve Hatıratı”, İkdam, 28 Ocak 1340/1924-26 Haziran 1340/1924 (58 sayı); ayrıca, Vakit, 8 Temmuz 1340/1924-17 Mart 1341/1925, sy. 2346-2594; “Günlüğü”, Vakit, 28 Mart 1341-10 Mayıs 1341/1925, sy. 2605-2645; “Eserlerimi Nasıl Yazdım?”, Resimli Ay, Temmuz 1928, c. V, sy. 53-5, s. 17-18; Ağustos 1928, sy. 54-6, s. 15-17; Eylül 1928, sy. 55-7, s. 4-5, 40; Teşrin-i Evvel 1928, sy. 56-8, s. 21-22. Taşyapan, Ali, Anılarla Geçmişe Yolculuk 2: Duvarın İki Yakası, İstanbul: Tohum Basım Yayın, 2001, 464 s. Taşyapan, Ali, Anılarla Geçmişe Yolculuk: Kaypakkaya İle Birlikte, İstanbul: Belge Yayınları, 1997, 624 s. Taylan, Ertuğrul, Sıradaki Kaymakam, İstanbul: Arba Yayınları, 1998, 140 s. (Tekçe, İsmail Hakkı), Muhafızı Atatürk’ü Anlatıyor: Emekli General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları, Hasan Pulur (haz.), İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000, 61 s. Tekin, Yılmaz, Bir Gizli Servis Mensubunun Anıları: Çuvaldız 1 (Meslekte İlk Yıllar), Ankara: Ümit Yayıncılık, 1999, 222 s. Tekin, Yılmaz, Bir Gizli Servis Mensubunun Anıları: Çuvaldız 2 (Olgunlaştıran Yıllar), Ankara: Ümit Yayıncılık, 2001, 224 s. Tekin, Yılmaz, Bir Gizli Servis Mensubunun Anıları: Çuvaldız 3 (Çağrıştıran Yıllar), Ankara: Ümit Yayıncılık, 2002, 222 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
417
Temeşvarlı Osman Ağa, Gâvurların Esiri, çev. Esat Mermi, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1971, 309 s. Tengirşek, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, 287 s. Tepedelenlioğlu, Nizamettin Nazif, Atatürk’ün Son Balosu, İstanbul: Osmanbey Matbaası, 1944, 34 s. Tepeyran, Ebubekir Hâzim, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Sadi Borak (haz.), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1982, 135 s. Tepeyran, Ebubekir Hâzim, Hatıralar, Faruk Ilıkan (haz.), İstanbul: Pera Turizm ve Ticaret A.Ş., 1998, XXI + 601 + 5 s. (Fotoğraflar). Tepeyran, Ebubekir Hâzim, Zalimane Bir İdam Hükmü, İstanbul: Milli Mecmua Basımevi, İnkılâp Kitabevi, 1946, 232 s. Terzioğlu, Said Arif, Atatürk’ün Ahmet Çavuşu, Ankara: Başnur Matbaası, 1968, 195 s. Terzioğlu, Said Arif, Kıbrıs’ta Kan Gözyaşı ve Barış, İstanbul: Kastaş Yayınları, 1989, 356 s. Togan, Prof. Zeki Velidi, Hatıralar (Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Millî Varlık ve Kültür Mücadeleleri), İstanbul: Tan Matbaası, 1969, 643 s. Tokçe, Abdullah Galip, İki Mütareke Arasında (Mudanya’nın Tarihî Hatıraları), İstanbul: Tokeroğlu Matbaası, 1959, 31 + 1 s. Toker, Metin, İsmet Paşa’yla 10 Yıl (1954-1964), Ankara: Akis Yayınları, 1966-1969, IV c., 923 s. Tokgöz, Ahmed İhsan, Matbuat Hatıralarım, Alpay Kabacalı (haz.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, 291 s. Tombuş, İhsan, Politikada 41 Yıl (1946-1987), Ankara: İzgi Yayınları, 1997, 414 s. Topuzlu, Dr. Cemil, İstibdat, Meşrutiyet, Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul: Güven Yayınevi, 1951, 294 s. (Hüsrev Hatemi ve Aykut Kazancıgil (haz.), İstanbul: Arma Yayınları, 1994, 268 s.; Cemalettin Topuzlu (haz.), İstanbul: Topuzlu Yayınları, 2002, 277 s.) Topuzlu, Dr. Cemil, “Operatör Cemil Paşa Hatıraları”, Canlı Tarihler, İstanbul: Türkiye Yayınları, 1945, c. II, s. 23-62. (Topuzlu, Prof. Dr. Cemil), Eski Şehremini Cemil Topuzlu’nun Başından Geçenler, Sabih Akçam (haz.), İstanbul: Ahmed Halid Kitaphanesi, 1939, 254 s. Toros, Taha, Atatürk’ün Adana Seyahatları, Adana: Sadık Aldatmaz Matbaası, 1939, 48 s. + 4 resim. Torumtay, Necip, Org. Torumtay’ın Anıları, İstanbul: Milliyet Gazetesi Yayınları, 1994, 154 s. Tör, Vedat Nedim, Yıllar Böyle Geçti, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1976, 304 s. (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Eylül 1999, 284 s.). Tunalı Hilmi, Makedonya, Mazi, Hal, İstikbal, Kahire: Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Matbaası, 1316, 47 s. Tunalı Hilmi, Peşte’de Reşit Efendi İle, 1317, 100 s. Tunççapa, Şakir, Çanakkale Harbi Hatıralarım, İstanbul: Deniz Basımevi, 1958, 25 s. Turgut, Mehmet, Siyasetten Kesitler, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1993, 332 s. Turgut, Mehmet, Siyasetten Portreler, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1991, 535 s.
418
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Tülümen, Turgut, İran Devrimi Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1998, 253 s. Türk-İş Tarihinden Portreler: Eski Sendikacılardan Anılar-Gözlemler 1, Yıldırım Koç (haz.), Ankara: Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yayını, 1998, 272 s. Türkçülerin Kaleminden Atsız, Refet Körüklü ve Cengiz Yavan (haz.), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 2000, 183 s. Türkeş, Alparslan, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul: Kutluğ Yayınları, 1976, 117 s Türkgeldi, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1951, IV + 290 + 36 s. Türkkan, Reha Oğuz, Kuyruk Acısı, İstanbul: Stad Basımevi, 1943, 207 s. Türkkan, Reha Oğuz, Tabutluktan Gurbete, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1975, 504 s. Uğur, Necdet, İsmet İnönü, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995, 72 s. Ulaş, Mehmet, Bazı Siyasî Hatıralar, İstanbul: Tuna Matbaası, 1970, 64 s. Ulaş, Mehmet, Hüseyin Avni Ulaş’ın Son Yılları, İstanbul: Berksoy Basımevi, 1952, 47 s. Ulay, Sıtkı, 27 Mayıs 1960, Harbiye Silah Başına, İstanbul: Ar Matbaası, 1968, 255 s. Ulunay, Refi’ Cevad, Bu Gözler Neler Gördü?, İstanbul: Çatı Kitapları, 2002, 283 s. Ulunay, Refi’ Cevad, Menfâlar/Menfîler, Sürgün Hatıraları, İstanbul: Arma Yayınları, 1999, 264 s. Uran, Hilmi, Hatıralarım, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1959, 578 s. (Us, Asım), Asım Us’un Hatıra Notları, 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İsmet İnönü Devirlerine Ait Seçme Fıkralar, İstanbul: Vakit Matbaası, 1966, 767 s. Us, Mehmet Asım, Gördüklerim, Duyduklarım (Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devirlerine Ait Hatıralar ve Tetkikler), İstanbul: Vakit Matbaası, 1964, 223 + 1 s. Usman, Eti, Millî Şef İsmet İnönü’nün Güneydoğu Gezileri, İstanbul: Cumhuriyet Basımevi, 1940, 80 s. Uşaklıgil, Halid Ziya, Bir Acı Hikâye, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1991, 317 + 17 s. (Sözlük). Uşaklıgil, Halid Ziya, Kırk Yıl, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1969, 677 s. Uşaklıgil, Halid Ziya, Saray ve Ötesi (Son Hatıralar), İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1965, 407 s. Uygur, Salih, Bulgaristan’dan Anavatana Göç, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1969, 113 s. + resimler. Ülgenalp, Ali Rıza, Büyük Taarruzda 11. Süvari Alayı: Bir Süvarinin Hatıraları, İstanbul, 1980, 176 s. + 7 kroki. Ülkü, İrfan, 12 Eylül’de Türkeş, İstanbul: Kamer Neşriyat, 1995, 112 s. Ülkümen, Selahattin, Emekli Diplomat Selahattin Ülkümen’in Anıları: Bilinmeyen Yönleriyle Bir Dönemin Dışişleri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın, 1993, 139 s. Ülküsal, Müstecib, II. Dünya Savaşı’nda 1941-1942 Berlin Hatıraları ve Kırım Kurtuluş Davası, İstanbul: Emel Yayınları, 1976, 152 s. Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1954, 1 + 70 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
419
Ünaydın, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş (Hatıralar) / 1. Kısım: Zafer, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Türkiye İş Bankası Atatürk Serisi No: 3, 1957, VIII + 166 s. Ünaydın, Ruşen Eşref, İstiklal yolunda; Acıklı günler [Bütün eserleri Milli Mücadele], Necat Birinci ve Nuri Sağlam (haz.), Ankara: Türk Dil Kurumu, 2002, c. VII, 281 s. Ünaydın, Ruşen Eşref, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar Hatıralar, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1943, 80 s. (Ünaydın), Ruşen Eşref, İki Saltanat Arasında (Altıncı Sultan Mehmet Han’ın İlk Muayedesi ve Kılıç Alayı), İstanbul: Kanaat Matbaası, 1334/1918, 42 + 1 s. Ünlülerin Turgut Özal’la Hatıraları, Osman Özsoy (haz.), İstanbul: Türdav A.Ş, 1994, 278 s. Ünsal, Engin, Ecevit’ten Ecevit’e, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, ts., 244 s. Ünüvar, E. General Veysel, İstiklâl Harbinde Bolşeviklerle Sekiz Ay (1920-1921), İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1948, 87 s. + 5 Kroki. Ünüvar, Safîye, Saray Hatıralarım, İstanbul: Cağaloğlu Yayınevi, 1964, 142 s. Üzmez, Hüseyin, Çilenin Böylesi, İstanbul: Timaş Yayınları, 1994, 368 s. Üzmez, Hüseyin, Malatya Suikasti, İstanbul: Timaş Yayınları, 1997, 368 s. (Vahdettin, Nevzat), Yıldız’dan Sanremo’ya (Vahdettin’in Dördüncü Kadınefendisi Nevzat Vahdettin’in Hatıraları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları), İstanbul: Arma Yayınları, 1999, 250 s. Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Bu Dünyadan Nazım Geçti, İstanbul: Cem Yayınları, 1980, 440 s. Vâ-Nû, Müzehher, Bir Dönemin Tanıklığı, İstanbul: Cem Yayınları, ts., 254 s. + resimler Vardar, Galip, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Samih Nafiz Tansu (haz.), İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1960, 414 s. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, Anıların İzinde, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1977, 1979, II c., 365 + 464 s. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1990, 300 s. Velidedeoğlu, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet, Devirden Devire, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1974-1976, III c., 318 + 456 + 479. Velidedeoğlu, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet, Türkiye’de Üç Devir (İzlenimler-Anılar), İstanbul: Sinan Yayınları, 1972, 1973, II c., 502 + 383 s. Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, Rauf Mutluay (haz.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: 157, 1976, 311 s. (Yalçın), Hüseyin Cahid, Kavgalarım, İstanbul: Tanin Matbaası, 1326/1910, 333 s. Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, İstanbul: Yenilik Basımevi, 1970 – 197?, IV c., 352 + 333 + 396 + 409 s. Yamakoğlu, Nural Cengiz, Ben Bir TİP’li İdim, İstanbul: Toprak Yayınları, 1968, 161 s. Yavuz, Ali Edip, Demirel Herkesi Güldürdü: Son İmparatorun Yol Hikayeleri, İstanbul: Birey Yayıncılık, 2001, 165 s.
420
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Yavuz, Fehmi, Anılarım, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, ts., 13 + 170 s. Yavuz, İbrahim Ulvi, Mavi Defter: Bir Bürokratın Anıları, Ankara: Alternatif Yayınları, 2002, 272 s. Yavuzalp, Ercüment, Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1993, 260 s. Yavuzalp, Ercüment, Menderes’le Anılar, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1991, 139 s. Yazan, Durusoy, Bir Türk Savcısının İsveç Anıları, Ankara: Ürün Yayınları, 2003, 400 s. Yazgıç, Dr. Kâmil (Ahmet Mithat’ın oğlu), Ahmet Mithat Efendi, Hayatı ve Hatıraları, İstanbul: Tan Matbaası, 1940, 1 + 85 s. Yazıcı, Gnrl. Tahsin, Kore Birinci Türk Tugayında Hatıralarım, İstanbul: Ülkü Basımevi, 1963, 12 + 384 s. Yazman, Aslan Tufan, Atatürk’le Beraber Devrimler, Olaylar, Anılar 1922-1938, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969, XV + 432 s. Yetkin, Çetin, Bir Savcının Not Defterinden, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1994, 100 s Yıldız, Ahmet, İhtilalin İçinden: Anılar, Değerlendirmeler, İstanbul: Alan Yayıncılık, 2001, 304 s. Yıldız, Pamuk, O Hep Aklımda: Mamak Günleri, İstanbul: Belge Yayınları, 2001, 309 s. Yirmibeşoğlu, Org. Sabri, Askerî ve Siyasî Anılarım (1928 - 1965; 1965 - 1999), İstanbul: Kastaş Yayınları, 1999, II c., 486 + 400 s. Yurdakul, Halil Nuri, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Yurdakul Yurdakul (der.), İstanbul: Aksoy Yayınları, 1999, 192 s. Yusuf İzzet Paşa, Yusuf İzzet Paşa’nın Hatıraları, Cemal Kutay Arşivi. Yücel, Hasan Âli, Geçtiğim Günlerden, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998, 200 + 16 s. (Albüm). Yücer, Rıza Ruşen, Atatürk’e Ait Bir Kaç Fıkra ve Hatıra, İstanbul: Şaka Basımevi, 1947, 14 s. Zeki Paşa, Balkan Harbine Ait Hatıratım, Dersaadet: Matbaa-i Askeriye, 1337/1921, 112 s. Zenger, Erkal, Siyaset Cambazhanesinin Cazgırı, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1993, 270 s. Zihni Paşa, Beyan-i Hakikat (Meclis-i Ayan Reisi Sait Paşa Hazretlerinin Hatıratında Mündemiç Bazı Mevadda Ayandan Zihni Paşa’nın Cevabı), İstanbul: Ahmed İhsan ve Şürekası, 1327, 46 s. Zileli, Ümit, Vur Emri, Bir Asteğmenin Tunceli Anıları, İstanbul: Sistem Yayınları, 1988, 112 s.
Siyasî Tarih Kayna¤› Olarak Hat›rat ve Gezi Notlar›
421
Memoirs and Travel Accounts as Sources of Political History fievket Kamil AKAR & ‹rfan KARAKOÇ Abstract Memoirs stem from the desires of sharing the life and experience with others, the fear of being forgotten, and facing the truths of the past. With these desires the writer of a memoir re-enacts the past by reviving the imprints that the events left in his/her mind. The memoirs, which appeared as a special genre in the XVI. century and became widespread thanks to the 19th century romantics, bear vital clues for our political history. Therefore, they are very significant sources that should not be ignored by scholars who are interested in history, politics, literature and sociology. In this context, the attached bibliography is an attempt to list the leading (Turkish) memoirs reached by the author.
422
TAL‹D, 2(1), 2004, fi.K. Akar-‹. Karakoç
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
423
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 423-437
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü Abdülkerim ASILSOY* TÜRK İLİM VE TEFEKKÜR DÜNYASININ önde gelen isimlerinden Fuat Köprülü XX. yüzyılın ilk yarısına her yönüyle damgasını vurmuş bir bilim adamı hüviyetiyle karşımıza çıkar. Özellikle edebiyat ve tarih alanında yaptığı tetkikler bu sahada inanılması güç bir inkişafın vücuda gelmesini tevlît etmiştir. Tarihi bir olaylar manzumesi olmaktan kurtarmış ve Batı’da ortaya çıkan usul ve metot anlayışını kısmen yerleştirerek ülkemizde başarıyla tatbik etmiştir. Özellikle Annales Okulunun Köprülü üzerindeki etkisi büyük olmuştur.1 Bilindiği üzere XIX. yüzyılın XX. yüzyıla evrildiği dönemde özellikle Henri Pirenne, büyük adam ve olaylar çevresinde şekillenen savaşlar ve barış antlaşmalarını konu edinen eski siyasî tarih anlayışına karşı çıkarak yeni bir tarih algılayış biçimini ihdas etmeye çalıştı. Daha sonraki dönemde Pirenne’i takip eden Lucien Febvre ve Marc Bloch hadiselerin sosyo-ekonomik vechelerine de önem veren bir tarih anlayışını vücuda getirmek maksadıyla bir dergi (Annales d‘histoire Economic et Sociale) neşrettiler. Bu anlayış etrafında kümelenen okulun telakkîleri Köprülü’nün çalışmalarına da yansıyacaktır.2 * Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora öğrencisi 1 Halil Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1983, s. 83. 2 Köprülü’nün eserlerini biraraya getiren üç bibliyografya çalışması bulunmaktadır. Bunlar: Şerif Hulusi Sayman, O. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bir Bibliyografya 1913-1934, İstanbul: Burhaneddin Matbaası, 1935 (bu eserin ikinci baskısı da mevcuttur); Şerif Hulusi Sayman, O. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bir Bibliyografya 1912-1940, İstanbul: Ahmed Halid Kitabevi, 1940; S.N. Özerdim, “F. Köprülü’nün Yazıları 1908-1950”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar-1, H. Eren-T. Halasi Kun (der.), TTK., 1950, c. VII, sy. 20; Osman Turan, “Mukaddime”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı (Melanges Fuad Köprülü), Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1953.
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
424
Fuat Köprülü yazı hayatına çok erken yaşlarda başlamıştır. Daha onbeş yaşındayken çeşitli mecmualarda şiirleri yayınlanmaktaydı.3 Ancak ilmî bakımdan asıl gelişimini Mekteb-i Hukuk’ta iken tamamlayacaktır. Bu dönemde Fransızcasını ikmal edecek ve bu maksatla Reveu des deux Mondes ve Mercure de France gibi dergilere abone olacaktır.4 Yine bu dönemde Faguet, Anatole France ve Jules Lemaitre gibi Fransız münekkitlerin kitap ve tenkit yazılarını takip edip, karşılaştırmalar yaparak tenkit ve tahlilin çeşitli biçimlerini görme imkânını yakalamıştır. Bunun yanı sıra Hobbes, Voltaire, Rousseau, J.S. Mill, Spencer, Comte ve Hegel gibi pek çok Batılı düşünürü tedkik etmiş, materyalist tarih anlayışı da dahil olmak üzere bütün tarih telakkîlerine nüfuz etmeye çalışmıştır. Ne var ki Fuat Köprülü bilgi dağarcığını bu ve benzeri ilmî faaliyetlerle genişletmeye çalışırken diğer tarafta, yani okuduğu fakültede umduğunu bulamaz. Üçüncü sınıftayken hocaların yetersizliği nedeniyle Mekteb-i Hukuk’tan ayrılacaktır. Köprülü bu hadiseyi şöyle aktarır: Yine ilme olan aşkımdan, yüksek bir mektep bitirmedim. Anlatayım, İdâdiye’den sonra, Hukuk’ta üç sene okudum. İmtihanlarımda gayet muvaffak oldum; lâkin, Hukuk’ta, büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaştım. Tedrisat, son derece fena idi. Benim, talebesi bulunduğum 1907 Dâru’l-Fünûnu bir âlemdi. İslâm hukukunu okutan hocalardan istifade etmediğimi söyleyemem. Ancak, yeni Avrupa ilimlerini okutanlar lisan bilmezlerdi. Ellerine geçmiş yalan yanlış tercemelerden, eminim kendileri de bir şey anlamayarak, ders verirlerdi ki, ben bu eserleri, elimde bulunan asıllarından okumayı tercih ederdim. Fransızca’yı, hocalarımdan daha iyi biliyordum; hatta bazı dersleri, bazı bahisleri, onlardan daha çok önce ve daha iyi öğrenmiştim. Hukuk’ta fazla kalmak zaman kaybetmekten başka bir şey değildi. Bir diploma için de bunu göze alamıyordum. Kendi başıma kendimi daha iyi yetiştireceğimi anlamıştım. Sonra, benim ihtisasını yapmak istediğim ilim sahasının mektebi yoktu ki ben oradan mezun olabileyim (...)5
1908 Devrimiyle birlikte neşriyat alanında büyük bir artış olmuştur. Bu dönemde bir yandan çeşitli kurumların azaları arasında diğer yandan neşir hayatına atılan mecmuaların yayın heyetleri arasında Köprülü’nün is3 Fevziye A. Tansel, “Doğumunun Yetmiş Sekizinci Yıl Dönümü Münasebetiyle Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün İlk Yazısı, Basın Hayatının Başlangıcına Dair Bilgimizi Düzelten ve Tamamlayan Yeni Notlar”, Belleten, 1969, c. 33, sy. 129, s. 43-52; Nihad Sami Banarlı, “Köprülü’nün Rubaileri”, Türk Kültürü, 1967, s. 21-27. 4 Cemal Köprülü, “Fuad Köprülü’nün İlmî Şahsiyeti, Türk Kültüründeki Rolü ve Bazı Hatıralar”, Türk Kültürü, Temmuz 1969, yıl 7, sy. 81, s. 47. 5 Fevziye A. Tansel, “Memleketimizin Acı Kaybı Prof. Dr. Fuad Köprülü”, Belleten, Ocak 1966, c. XXX, sy. 117, s. 621-22.
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
425
mine de rastlarız. Bu kurum ve yayınlar arasında Türk Derneği, Âsâr-ı İslamiye ve Milliye Tedkîk Encümeni, Türk Ocakları, Türk Yurdu ve Milli Tetebbular Mecmuası zikredilebilir.6 Türk Derneği 1908’de, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulmuş olup 1911’e kadar faaliyetini sürdürmüştür. Derneğin amaçları arasında Türk olarak anılan bütün kavimlerin dünü ve bugününü araştırmak ve ortaya çıkacak neticeleri kamuoyuyla paylaşma isteği bulunuyordu. Ayrıca dernek Türk dilinde bir reform yapmayı da hedefleri içinde zikrediyordu.7 Köprülü’nün kurucu sıfatla yer aldığı bir başka kuruluş Âsâr-ı İslamiye ve Milliye Tedkîk Encümeni’dir. Encümen kendi yayın organı olan Milli Tetebbular Mecmuası’nda amacının Türklere ait kurumlar ile diğer milletlerin sahip olduğu kurumları mukayese ederek hangi tip bir toplumsal yapıyı içerdiklerini tespit etmek olduğunu duyurdu. Araştırma sahası olarak da din, ahlâk, hukuk, iktisat, lisan, bediiyat, fenniyat ve toplumsal yapı gibi alanları seçtiğini belirtmiştir.8 Üyesi bulunduğu Türk Ocağı örgütü de bu dönemin en etkili olmuş kuruluşlarındandır. Bir grup askeriye, tıbbiye ve mülkiye öğrencisinin girişimiyle kurulan örgüt kısa süre içinde dönemin tanınmış edebiyatçı ve milliyetçilerinin katılımıyla güçlenecektir. Devrin etkin olan bir başka teşekkülü de Türk Yurdu dergisidir. Yazarlarının nitelikleri bakımından Türk milliyetçiliği hareketinin en önemli yayın organı olmuştur. Dergi bir müddet sonra Türk Ocakları’nın resmî dergisi halini alacaktır. Yukarıda adı geçen kuruluşların Türk tefekkür dünyası açısından önemi olduğu kadar Türk siyasî hayatı bakımından da aynı değer ve ölçüde önemleri bulunmaktaydı. II. Meşrutiyet’in ilanıyla neşvünema bulan bu kurum6 Şüphesiz Fuat Köprülü’nün içinde yer aldığı kuruluşlar bunlarla sınırlı değildir. 1914 yılında kurulan Türk Bilgi Derneği’nin Türkiyat şubesinin azalığını ve umumî katibliğini yürütmüştür. Cumhuriyet’in ilanından sonra maarif sahasında işlerin düzenlenmesi amacıyla tertip edilen heyette Gökalp ve Ağaoğlu ile birlikte Köprülü de bulunmuştur. 1924 yılında müdürlüğünü de yaptığı Türkiyat Enstitüsü’nün kuruluşuna ön ayak olmuştur. 1927’de Tarih Encümeni Reisliği’ne getirilmiştir. Bunların yanısıra çeşitli dergi ve mecmualarda pek çok ilmî makaleleri yayınlanmıştır. Bu dergiler arasında şunları zikretmek mümkündür: Türkiyat Mecmuası, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, Ülkü dergisi, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, Servet-i Fünûn, Yeni Mecmua vb. 1913’te Bilgi Mecmuası’nın birinci sayısında “Türk Edebiyatı Tarihi’nde Usûl”, 1915’te Millî Tetebbular Mecmuası’nda “Türk Edebiyatı’nda Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe ve Türk Edebiyatı’nın Menşei”, 1920-21’de “Anadolu’da İslamiyet ve Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri” adlı makaleleri yayınlandı. Dünya çapında şöhret kazandığı Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar isimli eserini 1919 yılında neşretti. Bkz. Tansel, a.g.m., s. 624-25. 7 Masami Arai, “Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. I, Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 181. 8 Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih, İstanbul: Afa Yayınları, 1996, s. 82.
426
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
ların faaliyetleri yeni Cumhuriyetin ortaya koyacağı Türk tarih tezi için bir ön çalışma oluşturmuştur.9 Özellikle Rusya’dan göç eden Müslüman Türk aydınları bu nevi kurumlarda kendilerine yer bularak yeni süreçte etkin rol üstlenmişlerdir.10 Bizzat Köprülü’nün kurduğu Türkiyat Enstitüsü Rusya’dan gelen aydınların toplandığı bir merkez niteliği kazanmış ve yine Köprülü aracılığıyla Türk aydınları ile kaynaşmaları temin edilmiştir.11 Ayrıca bu kurum ve kuruluşlardan iktidar partisi İttihat Terakki ile doğrudan ya da dolaylı ilişki içinde olanları vardı. Bu babda gerek Yusuf Akçura’nın önderliğinde kurulan Türk Yurdu’nun yapılanmasında ve gerekse Türk Ocağı gibi milliyetçi örgütlere yardım faaliyetlerinde, İTC’nin önde gelenlerinden Enver Paşanın yer aldığını zikredebiliriz.12 Zira İTC el altından da olsa Türk milliyetçiliğini destekliyordu. Belki bu yakınlık dolayısıyla Köprülüzâde Mehmet Fuat, Birinci Dünya savaşı esnasında siyasete girme isteğini ızhâr etti. Bu arzusunu Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin aracılığı ile parti umumî katibi Mithat Şükrü Bleda’ya iletmiş, ancak bu istek Talât Paşa tarafından reddedilmiştir.13 Fuat Köprülü oldukça erken denilebilecek yaşta Dârü’l-fünûn’da müderris olmuştur. 1913 tarihinde Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine tayin edildiğinde 23 yaşındadır. Hayatının 1941 yılına kadar devam eden üniversite hocalığı devresinde müderris (profesör) sıfatıyla Türk siyasal ilişkilerine bir biçimde karıştığını görüyoruz. Bu ilişkiler yumağının merkezinde kendisi yer almaz. Siyaset üreten değil üretilen siyasanın dış çember diyebileceğimiz haricî alanlarında gücü ve yetkisi nispetinde bulunur. Cumhuriyet henüz ilan edilmişken Gazi M. Kemal hilafetin kaldırılacağı tarih olan 3 Mart 1924’ten az önce bir dizi görüşme yaparak 9 Büşra Ersanlı, “Bir Aidiyet Fermanı: ‘Türk Tarih Tezi’”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. IV, Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 802. 10 Rusya’dan gelen aydınlar arasında şunlar zikredilebilir: Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzâde Ali. Türk Ocağı’nın 1925 kongresinde Ahmet Ağaoğlu ve Mehmet Emin Resulzâde başkanlığa seçilmiştir. Tatar tarihçiler Abdülkadir İnan ve Akdes Nimet Kurat Türkiyat Enstitüsü’nde Köprülü’nün asistanı olmuşlardır. Tatar Reşit Rahmeti Arat ve Azeri Ahmet Caferoğlu Enstitü’nün müdürlüğünü yapmışlardır. Tatar Sadri Maksudi Arsal tarih ve dil çalışmalarında bulunmuştur. Tatar Abdullah Battal Taymas 1925’te Türkiye’ye gelip Matbuat Umum Müdürlüğü yapmıştır. Bir başka Tatar, Zakir Kadiri Ugan da Telif ve Tercüme dergisinde çalışmıştır. 11 Gün Soysal, “Rusya Kökenli Aydınların Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin İnşasına Katkısı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 484; Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, s. 29. 12 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876-1935), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996, s. 68. 13 Cihad Baban, Politika Galerisi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970, s. 343
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
427
bir nevi destek arayışı işine girişmişti. Bu destek arayışı “basın”, “üniversite” ve “ordu” temelinde gerçekleştirilmiştir. Konunun bizi ilgilendiren kısmı, üniversite hocalarından müteşekkil bir heyetin Ankara’yı ziyaretleridir. Rektör İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat Köprülü, Hukuk Fakültesi Dekanı Hasan Tahsin Aynîzâde, Tıp Fakültesi Dekanı Dr. Vaset ve Fen Fakültesi Müderrisi Şükrü Beyin içinde bulunduğu üniversite temsilcileri, Başvekil İsmet Paşa vâsıtasıyla Gazi M. Kemal ile görüşmek üzere İzmir’e götürülmüştür. Görüşme, eğitimin millî gayelerle mi yahut dinî mülâhazalarla mı sürdürüleceği sorusu üzerinde cereyan etmiştir.14 Köprülü’nün benzer bir işlevi devrimlerin devam ettiği sırada oluşturulan kurum dolayısıyla üstlendiği söylenmektedir. 1928 yılında dinî konularda yapılmak istenen düzenlemeleri müzakere etmek amacıyla Fuat Köprülü’nün başkanlığında bir kurul oluşturulduğu ifade edilse de son zamanlarda yapılan bir çalışma durumun böyle olmadığını ortaya koymuştur.15 Buna göre mezkûr lâyihayı İlahiyat Fakültesi müderrislerinden müteşekkil bir heyetin değil, heyetin bir üyesi olan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun bizzat kendisinin ihzâr ettiği anlaşılmaktadır. Köprülü başkanlığında toplanan heyet, mezkûr lâyihayı müzakere etmek maksadıyla biraraya gelmişse de meseleyi geniş bir biçimde görüşemeden dağılmıştır.16 Lâyihada İslâm dinindeki ibadetin biçimi, dili ve içeriği konularında bazı tekliflerde bulunulmuş, ne var ki reform niteliği taşıyan bu tasarılar uygulamaya konmamıştır.17 Cumhuriyet’in ilanından ve peşisıra gerçekleştirilen bir dizi reformdan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin lider kadrosu Türkiye hudutları içinde yaşayan bireyleri yeni bir Türk kimliği etrafında toplama girişiminde bulundu. Bu girişimin bir sonucu olarak 30’lu yılların hemen başında “Türk Tarih Tezi” siyasî tarihimizde yeni bir model oluşturacak şekilde yerini almıştır. Siyasal elitler açısından bakıldığında ‘Türk Milliyetçiliği’ temelinde meydana getirilmek istenen bu tarz bir yeni kimlik arayışının sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel problemlere çözüm getirebileceği düşünülüyordu. Konu 14 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s. 89-90. 15 Gerek Mete Tunçay gerekse de B. Lewis Fuat Köprülü başkanlığında bir heyetin dinî konularda reform niteliği taşıyan bir lâyihayı hazırladıklarından bahsederler. Bkz. Tunçay, a.g.e., s. 223; B. Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1996, s. 409. 16 Dücane Cündioğlu, Bir Siyasî Proje Olarak Türkçe İbadet I, İstanbul: Kitabevi, 1999, s. 79-92. 17 Kurul üyeleri arasında şu zevat bulunmaktaydı: Fuat Köprülü, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, M. Şekip Tunç, İzmirli İsmail Hakkı, Halil Halit, Halil Nimetullah, M. Ali Aynî, Şerafettin Yaltkaya, Şevket, Arapkirli Hüseyin Avni, Hilmi Ömer ve Yusuf Ziya Yörükan. Bkz. Tunçay, a.g.e., s. 223.
428
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
I. Türk Tarih Kongresi’nde ele alındı. Teze yönelik eleştirilerde bulunanlardan biri de Fuat Köprülü olmuştur. Usul açısından tezin yetersiz olduğunu vurgulayan Köprülü, eleştirilerini kullanılan kaynakların ve bunların kullanılış biçimlerinin eksikliği üzerine yoğunlaştırmıştır. Köprülü konuşmasında Türk tarihi hakkında yapılan araştırmaların daha başlangıç aşamasında bulunduğunu; Avrupa’da Ortaasya’ya ilişkin ele alınan prehistorya, arkeoloji, antropoloji gibi ilim sahalarında mevcut araştırmaların yeni başladığını ve bu ilim şubelerinin çocuk denebilecek bir halde bulunduklarını dile getirmiştir. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan pek çok eserin henüz tetkik edilmediğine işaretle, binlerce Türk vesikasının depolarda durduğu ve bu vesikaları inceleyecek genç araştırmacılara ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapmıştır. Hâl bu iken, Türk tarihi ile ilgili Çin kaynaklarından dahi gereği gibi istifade edilemediği ortadayken Doğu Türkistan’da çıkarılan Türkçe eserler üzerine yapılan çalışmalar arasında da tarihî mahiyette bir esere rastlanmamıştır. Köprülü konuşmasını tarihî olayları bize aksettiren vesikaların objektif birer varlık olduklarını ve fakat bu vesikalara istinaden hadiseleri yorumlayış tarzının, bunu yapan araştırmacıya göre farklı şekiller alabileceğini belirterek sürdürmüştür. Bu sebepten dolayıdır ki, millî tarihimize ait bütün malzemeyi biraraya getirip kendi idrak ve anlayışımız çerçevesinde süzgeçten geçirerek yeni bir bina vücuda getirmeliyiz.18 Zeki Velidi Togan da benzer eleştirilerde bulunmasına rağmen Kongre bunları görmezden gelmiş ve siyasî bağlantıları daha güçlü olan tarihçilerin görüşleri ağırlık kazanmıştır.19 Kongrenin yapıldığı tarihten birkaç yıl sonra Köprülü Atatürk’ün de teşvikiyle aktif siyasete atılacaktır. Gerçi milletvekili seçildiği 1935 tarihinden çok partili hayata geçiş tarihi olan 1945 yılına kadarki dönemi siyasî açıdan pek hareketli geçmemiştir. Hatta bu dönemki milletvekilliği şeklî bir nitelik taşır.20 Köprülü’nün Türk siyasî hayatında aktif bir şekilde yer alışı ancak dünya ölçeğinde gerçekleşecek olan yapılanma sonrasında mümkün olabilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durum iç politikada da bazı değişikliklerin yapılmasını gerektiriyordu. 1945’te Sovyetler Birliği’nin 1925 tarihli dostluk anlaşmasını yenilememesi üzerine bu ülkeyle ilişkiler oldukça bozulmuştu. Siyasal elit Türkiye’nin siyasî ve ekonomik çıkarlarını Batı’ya daha fazla yaklaşmakta gördü. Hükümet bir süre sonra Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde askerî ve ekonomik yardım almaya başlamıştır. 18 Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar Müzakere Zabıtları, s. 42-47. 19 Bkz. Ersanlı, “Bir Aidiyet Fermanı...”, s. 806; a.mlf., İktidar ve Tarih, s. 130-137. 20 Orhan F. Köprülü, “Fuat Köprülü’nün Yetiştiği Çevre, Tarihçiliği ve Siyasi Hayata Girişi”, Türk Kültürü, 1988, yıl XXVI, sy. 300, s. 21.
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
429
Savaşın ardından Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e girmesi tek parti rejimini güç durumda bırakırken iç politikada izlenen siyaset yurt içinde önemli sayılabilecek bir toplumsal muhalefetin oluşması sonucunu doğurmuştur. 1945 yılının Mayıs ayında İnönü verdiği beyanatla muhalefetin önünü açmış oldu. İnönü beyanatında halk hükümeti şeklinin her bakımdan geliştirileceğini ve savaşın ortaya çıkardığı zarurî haller ortadan kalktıkça siyasî ve kültürel bakımdan demokratik düzenlemelerin yapılacağını belirtmiştir. Mecliste ilk muhalif hareket kendisini bütçe görüşmeleri esnasında göstermiştir. Hükümet benzer bir direnmeyle Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun müzakereleri sırasında karşılaştı. Bu müzakerelerden az sonra da tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçecek önerge parti grubuna verilmiştir.21 Önergeyi veren milletvekilleri arasında Fuat Köprülü de yer almaktaydı. Hatta takrir verme fikri Menderes ile birlikte kendisine aitti.22 Kısa bir müddet sonra DP’nin kurulması yolunda diğer üç kurucu ile beraber tüzük çalışmalarına iştirak edecektir. Bu tüzük çalışmalarına Refik Koraltan, A. Hamdi Başar’ın da katılımını sağlamış ise de Menderes ve hususen Köprülü’nün ısrarları Başar’ın bu faaliyetten el çekmesini gerekli kıldı.23 Köprülü kısa bir süre sonra da DP’nin kurucuları arasında Bayar, Menderes ve Koraltan ile birlikte yeni siyasetin yeni aktörü olarak siyasî arenadaki yerini almıştır. Bu aşamada Köprülü’nün DP saflarına siyasî bir aktör olarak katılışının sebepleri üzerinde durmak gerekir. Her şeyden önce sahip olduğu karakter ve edindiği ilmî şöhret bunda başlıca faktör oluşturmuştur diyebiliriz. Siyasî hırsı aktif politikaya atılması konusunda temel etkenlerden biridir. DP’nin kurucu üyeleriyle tanışıklığı da bu merkez etrafında kümelenen muhalefet hareketinin içinde yer almasını kolaylaştırmıştır. Ancak bunlardan çok daha önemlisi, muhalif hareketin Köprülü gibi bir simge isme ihtiyaç hissetmesiydi. Zira bu sima, hareket adına entelektüel desteği sağlayacak, yeni oluşumu ideolojik açıdan temellendirecek ve partiye daha fazla saygınlık kazandıracaktır.24 Vurgulanması gereken diğer bir nokta da yukarıda belirtildiği üzere iç politikada hasıl olan değişim rüzgarlarının esmeye başlamış olmasıdır. Köprülü’nün yeni oluşuma katkısı özellikle muhalefet yıllarında büyük olmuştur. DP açısından bakıldığında ilmî bir şöhrete sahip bu kişinin parti 21 Bu dönemdeki muhalefet hareketinin tarihi için bkz. Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul: Afa Yayıncılık, 1996; Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitabevi, 2003. 22 Samet Ağaoğlu, Siyasî Günlük, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993, s. 419. 23 A. Hamdi Başar, Yaşadığımız Devrin İç Yüzü, Ankara: 1960, s. 32; Ağaoğlu, a.g.e., s. 420. 24 George T. Park, “The Life And Writings Of Mehmet Fuad Köprülü The Intellectual and Turkish Cultural Modernization”, Doktora tezi, The Johns Hopkins University, 1975, s. 77-78.
430
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
safında yer alışı belki de harekete en büyük katkıyı sağladı. Hususen partinin ideolojisi ve izleyeceği siyasetini kamuoyuna ifade etmede etkin rol üstlenmiş, DP’nin muhalefette olduğu 1945 ile 50 yılları arasında çeşitli gazetelerde yüzlerce makale yazmıştır. Bunlar genellikle günlük siyasî meseleler hakkındadır.25 Fuat Köprülü üzerine hazırlanan bir çalışmada G.T. Park, Köprülü’nün yazılarını üç kısma ayırmaktadır. Bu ayırıma göre Köprülü’nün Ağustos 1945 ile Ocak 46 arasında kaleme aldığı ilk yazıları, muhalefet hareketinin meşru bir temele oturduğunu göstermeyi amaçlayan makaleleri içermektedir. Köprülü ilk makalelerini Ahmet Emin Yalman’ın sahibi bulunduğu Vatan gazetesinde neşretmiştir. Bu tarihlerde Vatan gazetesi muhalefet hareketini destekliyordu. İlk yazıları incelendiğinde Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay ile olan siyasî polemikleri göze çarpacaktır. Böylesi bir polemiğin yansıdığı yazılarından birinde Köprülü, demokrasi düşmanlığı ideolojisine örnek olması bakımından Atay tarafından yazılmış çeşitli pasajlara yer vermektedir. Ayrıca Falih Rıfkı’yı demokrasi karşıtı yazılarından ötürü tek parti sistemine taraftar ve demokrasiye düşman olmakla itham ederek onu yalancı bir demokrasi maskesi takmakla eleştirmiştir. Demokrasi ruhunun gerektiğinde kendisine düşman olan fikirlere bile hürmet etmeyi icab ettirdiğine, demokrasi maskesi taşıyan insanların asıl kendi ruhlarındaki totaliter prensiplerle mücadele etmeleri gereğine dikkat çekmiştir.26 Köprülü’nün 45 yılında yazdığı diğer yazıları yeni teşekkül eden muhalif hareketin ortaya çıkışının haklı gerekçelerini izah eder. Bu makalelerde Türkiye’de ve dünyada demokrasinin tarihi, yapısı ve gelişimi, muhalefet hareketinin meşruluğu, totaliter rejimlerin kötülükleri, demokrasinin değeri, dil ve eğitim meseleleri, tek parti zihniyeti, parti meseleleri vb. konular incelenmektedir.27 İkinci dönem (Ekim 1946-Şubat 1948) yazılarında ise daha çok partiler arası ilişkilerde tarafsız olunması yönünde çaba sarf ettiği görülmektedir. Köprülü’yü Hikmet Bayur ile birlikte DP’ye yakın Dikkat, Kuvvet ve Kudret gibi gazetelerin başyazarı olarak görmekteyiz. Bu ikinci seri diyebileceğimiz yazılar 46 seçimlerinin hemen akabinde iki parti arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla başlamıştır. Köprülü bu makalelerinde hükümetin sıkıyöne25 Bu dönemde yazdığı siyasî makaleler Columbia University tarafından bir kitapta toplanmıştır: Tibor Halasi-Kun (ed.), Demokrasi Yolunda-On The Way To Democracy, The Hague: Mouton and Company, 1964. 26 “Demokrasi Düşmanları”, Vatan, 25 Eylül 1945; ayrıca bkz. Demokrasi Yolunda, s. 24-28. 27 Park, a.g.e., s. 96. Bu makalelere örnek olarak bkz. “Açık Konuşalım”, Vatan, 25 Ağustos 1945, (DY, s. 1-4); “Yalancının Mumu”, Vatan, 6/7 Eylül 1945, (DY, s. 4-12); “Sırça Köşkte Oturan”, Vatan, 11/12 Eylül 1945, (DY, s. 12-20); “Demokrasi Ruhu”, Vatan, 19 Eylül 1945, (DY, s. 20-24); “Miras Davası mı?”, Vatan, 6 Kasım 1945, (DY, s. 33-38); “Demokrasi Tarihimize Umumi Bir Bakış”, Vatan, 4/10 Kasım 1945, (DY, s. 63-71).
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
431
tim uygulamalarını, basın özgürlüğüne karşı giriştiği hareketleri, devlet radyosunu kendi inhisarında bulundurmasını ve DP’ye karşı uygulanan idarî baskı biçimlerini eleştirmektedir.28 Özellikle Peker hükümetinin izlediği baskı politikaları sert bir dille İttihat ve Terakkî’nin takip ettiği ‘tek parti zihniyeti’ne benzetilmiştir. Köprülü, İttihat ve Terakkî’ye mensup olanların dar bir görüşün ve komitacılık taassubunun kötü tesirlerinden kurtulamadıklarını; kendilerinin dışında yer alan herkese şüpheyle baktıklarını; memleketi sadece kendilerinin idare edebileceğini zannettiklerini ifade ederek CHP’nin başında bulunanları da aynı zihniyet içinde hareket etmekle suçlamaktadır.29 Üçüncü kısım içinde yer alan makaleleri parti içi mücadelelere ait olanlarıdır. Son seri diye adlandırılabilecek bu yazılar öncekilere göre daha azdır. Makalelerde ele alınan meseleler öncelikle parti içinde temerküz eden muhalefet üzerine odaklanmıştır. Bu makalelerin birinde parti içinde ihtilafa neden olan kimselerin siyasî varlıklarını DP’nin manevi himayesine borçlu olmalarına karşın bu gibilerin asıl gayelerinin partiyi kendi şahsî ihtiraslarına alet etmek suretiyle ele geçirmek olduğunu belirtmiştir.30 Bir yandan parti içi muhalif hareketle uğraşırken diğer yandan hükümetin politikalarını eleştiriyor, DP’nin mecliste izlediği siyasetin haklılığı üzerine türlü deliller getiriyordu. Köprülü’nün son olarak yazdığı makaleler uluslararası ilişkiler üzerine kaleme aldığı görüşlerini kapsar. Bu makalelerde II. Dünya Savaşı sonrası şekillenen dünyada halkların karşı karşıya kaldığı tehdidin Rusya olduğuna dikkat çekerek yıllardan beri sulhun kurulmasına mani olan ve bütün müzakereleri çıkmaza sokup iflas ettiren gücün Moskova olduğunu ifade etmiştir.31 28 Bu babda yazdığı yazılardan bazı örnekler için bkz. “Mutaassıp-Particilik Zihniyeti”, Dikkat, 11 Kasım 1946, (DY, s. 119-122); “Demokrat Parti Sınıf Partisi Değil, Bir Millî Partidir”, Dikkat, 19 Kasım 1946, (DY, s. 125-127); “İktidar Partisinden Beklediğimiz Açık ve Doğru Siyaset”, Dikkat, 27 Kasım 1946, (DY, s. 127-129); “Eski Bir Zihniyetin Yeni Bir Tecellisi”, Dikkat, 10 Aralık 1946, (DY, s. 129-131); “Tek Parti Zihniyetinin değiştiğine Nasıl İnanabiliriz”, Dikkat, 12 Aralık 1946, (DY, s. 132-134); “Bu Yol Nereye Varacak”, Dikkat, 14 Aralık 1946, (DY, s. 134-136); “Karşılıklı İtimat Nasıl Kurulabilir”, Kuvvet, 29 Aralık 1946, (DY, s. 149-151); “Halk Devamlı Surette Aldatılamaz”, Kuvvet, 23 Ocak 1947, (DY, s. 176-180); ayrıca bkz. Park, a.g.e., s. 100. 29 “Her Şeyden Evvel Seçim Emniyeti”, Son Saat, 12 Mart 1947, (DY, 252-255); Park, a.g.e., s. 101-102. 30 “İbret Verici Vesikalar Karşısında”, Kudret, 13 Şubat 1948, (DY, s. 782-784); benzer yazılar için bkz. “İflas Etmiş Bir Oyun Karşısında”, Demokrat İzmir, 8 Mart 1948, (DY, s. 783786); “Demokrat Partinin Sarsılmaz Kuvveti”, Millet Yolu, 10 Nisan 1948, (DY, s. 787789); “Son Hadiseler Karşısında”, Millet Sözü, 23 Nisan 1948, (DY, s. 792-795); “Son Hadiselerin Meydana Koyduğu Hakikatler”, Millet Yolu, 15 Mayıs 1948, (DY, s. 812-815). 31 “Birleşik Amerika ve Dünya Sulhu”, Vatan, 10 Mart 1950, (DY, s. 893-894); “Bir Millet İçinden Nasıl Yıkılabilir?”, Vatan, 13 Mart 1950, (DY, s. 896-898); “Dean Acheson’un Son Nutku”, Vatan, 18 Mart 1950.
432
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
Köprülü’nün gerek ilmî tenkitçiliği gerekse akademik müzakerelerde gösterdiği performans, bu dönemde CHP ile giriştiği demokrasi mücadelesine oldukça önemli katkı sağlamıştır. Demokrasi üzerine söyledikleri, partinin siyasetini kitlelere açıklama kabiliyeti ve girdiği sert münakaşalar özellikle 1946 ve 47 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi’nin totaliter kanadıyla girişilen mücadele esnasında DP’ye siyasî sahada büyük bir manevra alanı açtı. Fuat Köprülü partinin kurucu üyelerinden biri olması bakımından çeşitli idarî görevlerde de bulunmuştur. Bir yandan partinin Genel İdare Kurulu azası sıfatıyla hizmet verirken diğer taraftan Meclis’te parti grup başkanlığı görevini de sürdürmüştür. Gerçi grup başkanlığı görevi 1948 yılında parti içi mücadelelerden dolayı inkıtaya uğrasa da partinin üst düzey yöneticiliğini devam ettirecektir. Demokrat Parti’nin genel idare kurulu, muhalefet yıllarında İnönü’nün açıkladığı “12 Temmuz Beyannamesi” sebebiyle harareti yüksek tartışmalara sahne olmuştur. Bu tartışmaların temel odağında Fuat Köprülü’nün olduğunu görüyoruz. Başını İstanbul il başkanı Kenan Öner’in çektiği parti içi muhalefet, eleştirilerini Köprülü üzerine teksîf ederek kendisini Nihat Erim ve İnönü ile muvazaa yapmakla suçladılar. Zira 1947 yılında aralarında Enis Akaygen ve Köprülü’nün de bulunduğu bir Meclis delegasyonunun İngiltere’ye gidişi Köprülü ile Nihat Erim arasında iyi niyet temeli üzerine kurulu bir diyalog zemininin tesisini sağlamıştır. Bu görüşmeler sırasında Köprülü, Erim’e İnönü hayatta olduğu sürece bir başkasının Cumhurbaşkanı olamayacağını ihsas etmişti.32 Bu iddia ve çekişme Kenan Öner’in partiden istifasıyla sonuçlandı. Ancak parti içi muhalefet Köprülü üzerinden parti yönetimini ele geçirme teşebbüslerini sürdürecektir. 1948 yılının başında Genel İdare Kurulu üyelerinden Emin Sazak, Yusuf Kemal Tengirşenk ve Ahmet Tahtakılıç’ın önderliğinde bir grup partili Bayar’la özel bir toplantı düzenleyerek Köprülü’nün Meclis grup başkanlığından azlini istediler. Gerekçe olarak da Köprülü’nün grubu idare edememesi, milletvekillerine hakaretamiz tavırları, İnönü ve Nihat Erim ile temasları, 12 Temmuz Beyannamesi, Kenan Öner meselesi ve GİK’in çalışmamasını ileri sürdüler.33 Bu hesaplaşmada Bayar, Köprülü’nün istifasının yerinde olacağı inancını taşımaktaydı. Aralarında yaptıkları müzakere sonucunda Köprülü’nün istifası kararlaştırılmıştır. Ancak Menderes ve Koraltan’ın baskısıyla istifa geri aldırıldı. Zira bu meselede Menderes, Köprülü, Koraltan, Refik İnce, Fevzi L. Karaosmanoğlu ve S. Ağaoğlu, Kenan 32 Baban, a.g.e., s. 429. 33 Ağaoğlu, a.g.e., s. 124-125; Mükerrem Sarol, Bilinmeyen Menderes, İstanbul: 1983, s. 62.
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
433
Öner davasında olduğu gibi Meclis grup meselesinin de kökünde yatan asıl hedefin partiyi o güne kadar izlediği politikanın dışına sürüklemek olduğu inancını paylaşıyorlardı.34 Az sonra Meclis Grubu Bayar başkanlığında biraraya geldi. Verilen bir öneriyle Grup İdare Heyeti için yeniden bir seçim yapılması karar altına alındı. Böylece Köprülü grup başkanlığından düşürülerek grup ikinci başkanlığına F. Hulusi Demirelli getirilmiş oldu. Ancak durumun ciddiyeti üzerine GİK’in Menderes-Köprülü kanadı Bayar’ın grup başkanlığından istifa etmesi gerektiği üzerinde fikir birliğine vardılar. Parti içinde vuku bulan hadiseler bu şekliyle inkişaf ederken Genel Merkez’e gelen bir haber parti içinde ortaya çıkan çatlağın büsbütün büyümesine neden olmuştur. Beşiktaş ilçe başkanı Misbah Uras mektubunda, Kenan Öner’in Ankara’ya gittiğini; Hikmet Bayur, Mareşal Fevzi Çakmak gibi kimselerle görüşerek yeni bir parti kurmayı kararlaştırdıklarını haber veriyordu. Haberin kamuoyuna ilanı ile olan oldu ve DP teşkilatı yurdun her yanından Genel Merkezi ve dolayısıyla kurucuları suçlayıcı mesajlar geçmeye başladı. Bu durum karşısında Genel İdare Kurulunun MenderesKöprülü kanadı Köprülü’nün evinde toplanıp bir durum değerlendirmesi yaparak Bayar’ın karşısına “ya biz ya onlar” restini çekmeyi kararlaştırmıştır. Bu mücadele sonunda Genel İdare Kurulu üyelerinden 6’sı istifa etti.35 Parti başkanı Bayar bu mücadelede deneyimli bir siyasetçi olması hasebiyle soğukkanlılığını sonuna kadar korumasını bilmiştir. Gerek KöprülüÖner meselesinde ve gerekse Köprülü-Meclis Grubu hesaplaşmasında Bayar Köprülü’yü haksız gördü.36 Köprülü’nün CHP ile vaki temasları DP yöneticilerini bir muvazaa töhmeti altında bırakıyordu. Oysa Bayar özellikle bu noktaya dikkatini toplamış durumdadır. Parti içinde alevlenen çatışmanın büyümesi karşısında duyduğu en büyük endişe muvazaa iddiasının parti teşkilatınca da benimsenmesi ihtimali idi. Bu yüzdendir ki muvazaa dedikodusunun önünü alabilmek için Bayar, yurtiçi gezilerinde Köprülü’yü yanına almaktan çekinmiştir.37 Dahası parti adına kurulan bir gazetenin başmuharrirliğine Köprülü dışında birinin gelmesini önerecek kadar ileri gider. Köprülü’ye olan güveni gittikçe azalmaktadır. Parti içinde ortaya çıkan anlaşmazlıkta eğer Menderes ona destek çıkmasa Bayar, belki de onu harcamaktan çekinmeyecekti.38 34 Ağaoğlu, a.g.e., s. 131. 35 İstifa edenler: Yusuf Kemal Tengirşenk, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer, Ahmet Oğuz. 36 Ağaoğlu, a.g.e., s. 86. 37 Ağaoğlu, a.g.e., s. 188. 38 Ağaoğlu, a.g.e., s. 147.
434
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
İstifalar sonrası parti içi mücadele yerini kurucular arasında başlayacak yeni ve bambaşka bir mücadeleye bırakacaktır. Bu çatışmada taraflardan birini tek başına Bayar diğerini Köprülü, Menderes ve Karaosmanoğlu oluşturmaktaydı. Bu çatışma ise kendini ikinci büyük kongre öncesinde İstanbul teşkilatında gösterecektir. Daha ilk kurulduğu günden beri Köprülü İstanbul teşkilatı ile özel olarak ilgilenmiştir. İstanbul’da uzun yıllar profesörlük yapmış olması dolayısıyla teşkilatın kurulması işini kendi üzerine almış gibidir. Teşkilata Öner’in belirlediği isimlerden daha çok kendi istediklerini yerleştiriyordu.39 İstanbul teşkilatı kuruluşundan itibaren yoğun olarak Karadeniz bölgesi insanının büyük ilgisine mazhar olmuştur. Köprülü, Kenan Öner ile olan mücadelede teşkilat içinde yer tutmuş olan bu Karadenizli ekibi ona karşı desteklemekten geri durmayacaktır.40 Bu son mücadele sahnesinde Köprülü-Menderes kliğinin İstanbul’da destekledikleri isim Mükerrem Sarol idi. Bayar’a bu zat hakkında İstanbul teşkilatı içinde yer alan partililer kanalıyla raporlar geliyor ve iki kurucunun Aydın’dan bir doktoru gönderdiği, teşkilatın içinde ikilik çıkardığı ve birliği bozduğu yollu şikayetler iletiliyordu.41 İstanbul meselesinde GİK durumu yerinde tespit için iki kişinin İstanbul’a gitmesine karar verdi. Konuya ilişkin hazırlanan raporda il idare kurulunun işten el çektirilmesi ve bir kaçının da haysiyet divanına verilmesi teklif edildi. Teklif gerek Köprülü gerekse Menderes tarafından uygun bulunsa da Bayar bu atağa, bütün hünerini göstererek karşı atakla cevap vermiştir. Parti içi mücadelede taraflar kendi mizaç, karakter ve partideki konumlarına göre klik oluşturmuştur. Bu gruplaşmanın baş aktörlerinden biri de Köprülü oldu. Öner meselesinde olduğu gibi Köprülü’nün grup başkanlığından düşürülmesine varıncaya kadar her siyasî kavgada Köprülü, yanında Menderes’in desteğini görmüştür. Menderes bu noktada kilit adam rolündedir. Zira o Köprülü’nün kıymetini sezen ve o nispette kendisine arka çıkan kişi oldu. Çünkü Menderes siyasete parti içinde Bayar’dan sonra ikinci adam olmak kararıyla atılmıştı. Bu maksadına erişmek için de kendisine en yakın yardımcı olarak Köprülü’yü görüyordu. Kaldı ki Köprülü gerek dünya ilim çevrelerinde gerekse memleketin münevverleri arasında haklı bir şöhret kazanmış, derin tarih bilgisiyle Menderes’i amacına götürecek eşsiz bir kimse idi. Bu durumu iyi kavrayan Menderes birinci merhalede partinin ikinci, ikinci merhalede partinin birinci adamı olmak için karşısına çıkacak olanları Köprülü’nün yardımıyla bertaraf edecektir.42 39 Emrullah Nutku, Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar 19461958, İstanbul: 1979, s. 14-15. 40 Nutku, a.g.e., s. 31. 41 Nutku, a.g.e., s. 80. 42 Ağaoğlu, a.g.e., s. 119.
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
435
Parti iktidara geldiğinde Köprülü kabinede dışişleri bakanlığı görevini üstlenmiştir. Köprülü açısından, kendisinin bu göreve getirilişi isabetli bir karar niteliği taşımaz. Zira o DP iktidara geldiğinde başbakan olmayı beklemekteydi. En azından dışişleri bakanlığıyla birlikte parti başkanlığının da ona tevdî edilmesi gerektiğine inanıyordu.43 Demokrat Parti için zafer yılı olan 1950 tarihi kurucular arasındaki ilişkiler bakımından ihtilafların yavaş yavaş ortaya çıkışının başlangıcını oluşturmuştur. Bundan sonra Menderes ile Köprülü arasındaki sıkı ilişki biçimi yerini ihtilaf ve çatışmaya dayalı bir mücadeleye bırakacaktır. Menderes ile Köprülü arasındaki ihtilaf 1956 yılına gelindiğinde iyiden iyiye gün yüzüne çıkmış durumdaydı. Menderes hükümetin iktisadî ve malî politikasında bir revizyon yapıldığını 56 yılının başında kamuoyuna duyurmuştu. Dünya ve Cumhuriyet gazeteleri bu politika değişikliğinin nedeni olarak Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve Maliye Bakanı Nedim Ökmen’in başbakan üzerindeki tesirlerinin varlığını ileriye sürdü. Bu haberleri tekzib niteliğinde ne Köprülü’den ne de Ökmen’den bir beyanat verilmiştir. Görülüyordu ki kabine içinde görüş ayrılıkları ve geçimsizlikler zuhûr etmiş, bir müddet sonra bu anlaşmazlıklar önü alınamayacak boyuta çıkmıştır. Köprülü ile Menderes arasında ortaya çıkan anlaşmazlık daha bir yıl öncesinde kendisini yavaş yavaş göstermeye başlamış bulunmaktaydı. İlk kabinede dışişleri bakanı olan Köprülü, 55 yılının Nisan ayında devlet bakanlığına aynı yılın Temmuz ayında başbakan yardımcılığına ve yine yılın sonunda tekrar dışişleri bakanlığına getirilmişti. 1956 yılının Şubat ayında yapılan parti genel kurulunda Menderes, Köprülü’nün parti içinde kindarlık güttüğünden ve Mükerrem Sarol ile Fatin Rüştü Zorlu aleyhinde faaliyet yürüttüğünden bahisle şikayette bulunuyordu.44 Az sonra İstanbul il başkanı Orhan Köprülü hadisesi patlak verince ilişkiler iyiden iyiye kopma noktasına gelmiştir. İstanbul il başkanının istifasından yaklaşık bir ay sonra Köprülü dışişleri bakanlığı görevinden istifa ettiğini kamuoyuna duyurdu. Köprülü artık Menderes’in takip ettiği politikayı eleştirmeye başlamıştır. Memleket ve parti hakkında yaptığı eleştiriler birkaç başlıkta toplanıyordu: hayat pahalılığı, adliyeye girişilen baskı, 6-7 Eylül olaylarında Bayar ve Menderes’in parmaklarının olabileceği, bununla alakalı olarak çıkarılan tazminat kanununun gereklerini yerine getirilmemesi...45 43 Ahmed Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, İstanbul: Rey Yayınları, 1971, c. IV, s. 220. 44 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları, Ankara: 1998, s. 408-9. 45 Burçak, a.g.e., s. 419.
436
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
DP idarecilerinin dış siyasada aldıkları kararlarda Köprülü’nün önemli katkı ve hizmeti dokunmuştur. Özellikle Kore’ye asker gönderilmesinin ardından Türkiye’nin NATO’ya üye oluşu, Bağdat ve Balkan Paktlarının inşası gibi dış politikada alınan önemli kararlar hep Köprülü’nün öncülüğünde gerçekleşmiştir. Yine bu dönemde bulunduğu mevki, aldığı görevler ve siyasî aktiviteleri oldukça üst düzeyde seyretmesine rağmen Menderes ile olan ilişkisi günden güne gerileme gösterdiği için gerek parti içinde gerekse partinin genel siyasasındaki etkisi gittikçe azalmıştır. Sonraki dönemde partideki eski güç ve konumunu koruyamayacak ve 1957 tarihinde DP ile olan siyasî ilişkisini noktalayacaktır.46 DP’den ayrıldıktan sonra siyasî faaliyetlerini devam ettireren Köprülü 1957 seçimlerinde muhalefetteki Hürriyet Partisini desteklemiştir. 1960 askerî müdahalesi sonrası 6-7 Eylül olaylarındaki rolü dolayısıyla tutuklandı. Bir müddet Yassıada’da Demokrat Partili arkadaşlarıyla kaldı. Bu esnada Amerikalı bir grup akademisyen Köprülü adına Millî Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e bir mektup göndermiştir.47 Mektupta Köprülü’nün dünya çapında sahip olduğu şöhretine ve Türkiye’nin dış politikasında yaptığı hizmetlere temas edilerek Millî Birlik Komitesi’nin dikkatleri çekilmek istenmiştir. Mahkeme sonunda suçlu olmadığı anlaşılarak serbest bırakılmıştır. İhtilalin ardından 1961 tarihinde Köprülü aktif siyasete yeni bir parti kurarak geri döndü. O, Hür Demokrat Parti’yi kurarak ‘Demokrat Parti’nin liberal ilke ve programını devam ettireceğini ve dolayısıyla eski Demokratların bu yeni oluşuma destek vereceklerini umdu. Ancak bu asla gerçekleşmedi. İsminde yer alan ‘Demokrat Parti’ ibaresi yüzünden dönemin idarecileri tarafından sürekli rahatsız edildi. Bir müddet sonra da kurduğu partinin amblemini istek üzerine Adalet Partisi teşkilatına vermiştir. Fuat Köprülü 1965 yılının sonbaharında Ankara’da Türk Tarih Kurumu’ndan evine yürüyerek gittiği bir sırada trafik kazası geçirmiş ve bir bacağı kalça altından kırılmıştı. Hayatî bir tehlike taşımamasına rağmen bu durum uzun süre yatakta kalmasına bu nedenle vücudunda yaraların oluş46 Köprülü 7 Eylül 1957 tarihinde istifa ettiğinde şu beyanatta bulunuyordu: “Eski kimliğini bütünüyle yitirmiş ve programından vazgeçmiş bugünün Demokrat Partisi’nden ayrılıyorum... Demokratik düzene inanan her Türk vatandaşının bütün farklılıkları bir tarafa bırakıp bu amaca ulaşmak için [yani Menderes’i devirmek] elbirliği yapması vatanseverlik vazifesidir.” Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, İstanbul: Hil Yayınları, 1996, s. 102. 47 Akademisyenler arasında şunlar yer almaktaydı: Harvard’dan H.A.R. Gibb, Columbia’dan T. Halasi-Kun, D.R. Rustow, J. Schacht, Utah’dan F. R. Latimer, Washington’dan N.N. Poppe, Michigan’dan J. Steward-Robinson, California’dan A. Tietze, Princeton’dan W. Thomas. Bkz. Tansel, “Memleketimizin Acı Kaybı...” s. 629.
Bir Siyasî Portre Denemesi: Fuat Köprülü
437
masına yol açmıştır. Bu trafik kazasından sonra tekrar kendini toparlayamamış ve 28 Haziran 1966 günü Baltalimanı Hastanesi’nde hayata gözlerini kapamıştır. Cenazesi 1 Temmuz Cuma günü Bayezid Camii’nde kılınan namazdan ve İstanbul Üniversitesi’ndeki merasimden sonra Çemberlitaş’ta bulunan Köprülü aile mezarlığına defnedilmiştir.
Fuat Köprülü: A Political Portrait Abdülkerim ASILSOY Abstract This article focuses on Fuat Köprülü’s contribution to the Turkish intellectual and political life. Köprülü, who actively participated in political and academic institutions since the Second Constitutional Period, played an important role in shaping the intellectual life of the time through his researches, writings and participation. Köprülü’s writings, especially those on the Turkish history which came out in the late Ottoman and early Republican period constituted the basis of the Turkish Historical Theory which was to become quite popular in the Turkish academic circles in the 1930s. Interestingly enough, one of his invisible contributions was his effort to introduce the Turkic intellectuals who immigrated to Turkey from Russia and Central Asia after the Russian Revolution, to the Turkish intellectual elites. His political life began in 1935. However, his active engagement in politics took place in 1945 when he joined the new opposition movement, Democrat Party. His political writings between 1945-50 made a great deal of contribution to the development of the Turkish democratic experience. He also continuously kept a place in the Turkish governments as the foreign minister between 1950-57.
438
TAL‹D, 2(1), 2004, A. As›lsoy
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
439
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 439-474
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda Fahrettin ALTUN* Giriş CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNİN YETİŞTİRDİĞİ ilk sosyal bilimciler kuşağının önde gelen temsilcilerinden biri olan Niyazi Berkes’in, Cumhuriyet Türkiye’sine ve özellikle de Mustafa Kemal inkılaplarına duyduğu sımsıkı bağlılık ve inanç; hayatı boyunca verdiği bütün eserlerine sinmiştir. Berkes, Atatürk’ün Türkiye’de uygulamaya koyduğu inkılaplar ve bu inkılaplarla gerçekleştirmeyi hedeflediği toplumsal projenin, Milli Şef döneminden itibaren güzergâhından saptırıldığına inanmaktadır. 1940’ların ikinci yarısında –kendisini “yersiz yurtsuz bir adam olarak yaşamak” zorunda bırakan– DTCF’den tasfiyesinin nedenlerinden biri –belki de en başta geleni– olarak bu sapmayı görmektedir. Milli Şef’le başlayan bu sapmanın DP döneminde artarak devam ettiği kanaatini taşıyan Berkes’in hayatının tasfiyeden sonraki safhası, Mustafa Kemal’in gerçekleştirmeyi düşündüğünü iddia ettiği toplumsal projenin ne olduğunun anlatılmasına adanmış gibidir. Kemalist modernleşme projesine sadakati ve Mustafa Kemal Cumhuriyetine karşı duyduğu sorumluluk nedeniyle, çalışmalarını yurt dışında sürdürmek zorunda kaldığı bu dönemde, ülkenin iç ve dış siyasî gelişmelerini de çok yakından takip etmiştir. Hatta belli bir dönem, Türkiye’nin mevcut durumu ve gelecekte alması gerektiğine inandığı biçime ilişkin düşüncelerini, kendisini yakın hissettiği Yön dergisinde yazılar yazarak paylaşmış, Türkiye’nin siyasal, sosyal ve kültürel tartışma gündemine katılmıştır. Bu yazıda, Niyazi Berkes’in çalışmalarının –yukarıda çok kısa olarak bahsedilen özellikleri nedeniyle– eserlerin verildiği dönemlerin koşulları, Berkes’in biyografik özellikleri ve ideolojik yaklaşımları bağlamında bir değerlendirmesini yapmak amaçlanmıştır.1 * İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Doktora öğrencisi. 1 Elinizdeki metnin bu hale gelmesinde Yücel Bulut’un önemli katkıları oldu. Metni, henüz taslak halinde iken okuma inceliğini gösterdi; eleştiri ve yorumlarını hiç esirgemedi. Tartışmalarımız, benim için yol gösterici oldu. Teşekkür ediyorum.
440
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
İlk Yıllar Cumhuriyet döneminin ilk kuşak sosyologlarından Niyazi Berkes (d. 21 Ekim 1908, Lefkoşe/Kıbrıs — ö. 18 Aralık 1988, Heith/İngiltere), ilk ve ortaokulu, doğduğu kent olan Lefkoşe’de tamamladı. Tahsilini devam ettirmek için geldiği İstanbul’da İstanbul Sultanîsi’ni bitirdi (1928). Ardından Darulfünun Hukuk Fakültesi’nde okumaya başlayan Berkes, burada bir öğretim yılını başarıyla tamamlamış olmasına rağmen, “Kemalist devrimin görüntülerini arayan gözlerine pek az şey gösterdiği”2 gerekçesiyle Hukuk Fakültesi’ni bırakarak “Edebiyat’a geçmeye karar verdi (...) ve Felsefe bölümüne yazıldı (...)” (1929). Felsefe bölümünde, “düşünce açlığını karşılayacak bilgileri kazanarak Türk toplumunun sorunlarını daha iyi anlayacağı”nı umuyordu. Ancak burada da umduğunu bulamayan Berkes, Darulfünun’u ve Felsefe bölümünü, kuşağını coşturan inkılapların peşpeşe gerçekleştirildiği 20’li yılların sonlarında, “yabancı okullardan biri gibi, Mustafa Kemal Türkiyesi çevresine yabancı ve sağır”, “Ulusal Kurtuluş özgürlüğünün nereye gideceğinden habersiz, ya da ondan umursamasız kakafonik seslerle konuşmalar yapılan bir yer” olarak nitelemekteydi.3 Niyazi Berkes, 1933’te, Felsefe Şubesi’ni bitirdikten sonra, Ankara’da Halkevi Kütüphanesi Müdürlüğü bünyesinde, Ankara Halkevi’nin kütüphanesini Cumhuriyet’in 10. yılına hazırlamakla görevlendirildi. Bu görevi sırasında, Halkevi ve Maarif Cemiyeti Başkanı olan Nafi Atıf Kansu’nun isteğiyle Maarif Cemiyeti’nin kurduğu ve yönettiği ortaokulun müdürlüğünü de yaptı.4 2 Niyazi Berkes, Hukuk Fakültesi’ndeki kısa öğrenim hayatını, tüm yaşamı boyunca sıkı sıkıya bağlı kaldığı Kemalist reformlara inanmış ve bu doğrultuda sorumluluk duymuş bir kişi gözüyle değerlendirmekte ve fakültedeki ortamı yadırgamaktadır: “O zaman Hukuk bir çeşit öğrenci fabrikasıydı. Öğrencilerin birçoğu derslere devam etmez, dışarda geçimlerini sağlarlar, öğrenci mekanizmasının şapirograf denen bir aygıtla çoğalttığı hoca notlarını ezberlerler, imtihan geçerlerdi. Para kazandıracak meslek edinmek için çalışıyorlardı.” Niyazi Berkes, “Kişisel Anılar”, Atatürk ve Devrimler, İstanbul: Adam Yay., 1982, s. 17. 3 A.g.m., s. 19. 4 Okula ilişkin olarak Niyazi Berkes şu bilgileri veriyor: “Öğrendiklerimden anladığıma göre okulun biri gerçek, diğeri hayali iki amacı vardı. Gerçek olanı şu: Ankara devlet merkezi olunca küçük yaştaki çocuklarını İstanbul’daki Amerikan, İngiliz, Alman, İtalyan okullarına veremeyecek olan kişiler Ankara’da İngilizce eğitim dili, Amerikanca eğitim yapacak bir seçkinler okulu bulunmasını beğenmişlerdi. Ne var ki Yenişehir’de vali konağının pek yakınında bulunan bu okul, Bay John Dewey ile Bayan Beryl Parker gibi iki tanınmış ve ciddi eğitimcinin demokratik eğitim kurallarına göre yürütülemeyecekti (...)” Bkz. Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, Ruşen Sezer (haz.), İstanbul: İletişim Yay., 1997, s. 102. [Unutulan Yıllar, Niyazi Berkes’in tüm hayatını kapsayan bir anı kitabı değildir, daha çok, hayatının 50’lere kadar olan dönemini kapsamaktadır. DTCF olayları ve İsmet İnönü’nün dış politikası dolayısıyla da İkinci Dünya Savaşı’na ilişkin kişisel gözlem ve değerlendirmelerinin ağırlıklı olarak yer aldığı Unutulan Yıllar’da, McGill Üniversitesi’ndeki çalışmalarına ve 60’lı yıllardaki Yön dergisi çevresi ile kurduğu ilişkilere vs. dair bir bilgi ve aktarım mevcut değildir.]
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
441
1933 Üniversite Reformu sonrasında, 1934 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Hilmi Ziya Ülken’in asistanı olarak görev yapmaya başladı. O yıllarda, üniversitedeki görevinden uzaklaştırılan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun çıkardığı Yeni Adam adlı dergiye müstear isimle yazdığı iki yazı gönderdiğini belirtiyor.5 Niyazi Berkes’in düşünceleri ve eserleri hakkındaki en kapsamlı ve derli toplu yazılardan bir tanesi olan İsmail Coşkun’a ait “Niyazi Berkes Üzerine” başlıklı makalede, “[1934] yıl[ı] içinde, o dönemde İstanbul’da yapılmış olan Dünya Kadınlar Kongresi dolayısıyla yazmış olduğu, tespit edebildiğimiz kadarıyla ilk yazısı neşredilir”6 denmesine karşın, Niyazi Berkes’in eserlerinin listesini sunan bir başka kaynakta, 1931 yılında Felsefe ve İçtimaiyat Mecmuası’nda “Behaviorism” [c. III, yıl 1931, sy. 1, s. 13-21], Siyasal İlimler Mecmuası adlı dergide de “Modern İçtimaiyatın Menşeleri” [c. II, yıl 1932, sy. 19-21, s. 384-389, 416-431 ve 467482] ve “Muhtelif Memleketlerde Sosyoloji ve Sosyal İlimler” [c. III-V, yıl 1933-1935, sy. 30, 33, 35, 49, 50, 51, 52; s. 16-19, 16-24, 14-18, 29-33, 25-34, 12-16, 17-27] başlıklı makalelerinden bahsedilmektedir.7
Berkes’in Chicago Üniversitesi Dönemi Çalışmaları Askerlik yükümlülüğünü yerine getirmek için ayrıldığı görevine 1934’te dönen Berkes, Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Ellsworth Faris tarafından yapılan burs teklifini kabul ederek akademik çalışmalar yapmak üzere bu üniversiteye gitti.8 Berkes bir yazısında bu gidişini 5 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 106. 6 İsmail Coşkun, “Niyazi Berkes Üzerine”, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, sy. 2, s. 51. [İsmail Coşkun, verdiği Niyazi Berkes’in eserlerini gösterir listenin makaleler kısmına, yalnızca, sonraki yıllarda Berkes’in çeşitli yazılarının –konu bütünlüğü gözetilerek– derlenmesi sûretiyle oluşturulan eserlerinin haricinde kalmış makalelerini dahil ettiğini belirtmektedir.] 7 “The Publications of Niyazi Berkes”, Essays on Islamic Civilization, Presented to Niyazi Berkes, Donald P. Little, (der.), Leiden: E. J. Brill, 1976, s. 1-7. Bu bibliyografyaya, Unutulan Yıllar içerisinde de yer verilmiştir (s. 503-507). Berkes’in, bu bibliyografyanın düzenlenmesinden sonra yayınlanmış olan eserleri de, Niyazi Berkes’in oğlu Fikret Berkes tarafından sözkonusu listeye eklenmiştir. Niyazi Berkes’in Yön dergisinin 82, 83, 84 ve 90. sayılarında (1964) yayılanmış olan ekümeniklik ve patriklik hakkındaki yazıları Patrikhane ve Ekümeniklik adı altında kitaplaştırılmıştır (İstanbul: Kaynak Yay., 2002). Bu eseri de, sözkonusu bibliyografyalara eklemek lazımdır. Berkes’in eserlerinin dökümünü sunan sözkonusu iki bibliyografya denemesinden mukayeseli bir tarzda yararlanmak daha faydalı olacaktır. 8 Berkes, anılarında, bu burs davetinin, Maarif Cemiyeti okulunda danışman olarak görev yapmış olan ve bir dönem beraber çalıştıkları Bayan Beryl Parker’in adı geçen Amerikalı sosyolog nezdindeki girişimleri sonucunda gerçekleştiğini belirtmektedir. Bkz. Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 110-111.
442
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
“(...) Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (o zamanki usule göre) gelen saptama ile, Amerika’da Chicago Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nde çalışmak üzere ayrıldım” şeklinde açıklamaktadır.9 Niyazi Berkes’in 1939 yılına kadar akademik uğraşlarını yürüttüğü Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yaptığı çalışmalara ilişkin olarak, ölümünden sonra Unutulan Yıllar başlığıyla yayınlanan anılarında, çok ayrıntılı olmamakla birlikte belli bilgiler bulunmaktadır. Berkes’in Unutulan Yıllar’da anlattıklarına göre, Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, o yıllarda hayli popüler olan bir bölümdür: “Benim gittiğim dönemde toplumsal bilim hocalarının, özellikle ekonomi ve siyasal bilim hocalarının sık sık Washington’a çağrıldığını görüyordum. Roosevelt döneminin kalkınma, bunalımdan çıkma tutumuna yön vermekte, bu üniversitenin hocalarının hatırı sayılır bir payı olmuştur.”10 Hem hocalarının, hem de öğrencilerinin “bugünün Amerika ve Chicagosu ölçülerinde ve bizde ‘aşırı solda’ denen nitelikteki kişiler” olduğunu belirttiği üniversitede, Berkes, Alman sosyologları hakkında dersler veren Prof. Louis Wirth’in asistanlığına verilmiştir. Berkes bu derslerden oldukça yararlandığını belirtmektedir. Amerika üniversitelerinin hem Alman sosyoloji ve felsefe geleneğini, hem de Durkheimcı sosyoloji geleneğini yeni yeni tevarüs etmeye başladığı bir dönemde Chicago Üniversitesi’nde olmasının kendisine bir saygınlık kazandırdığını belirtmektedir. Ancak, Robert E. Parker’le karşılaşması Türkiye’ye ilişkin bilgileri ve sosyologluğu hakkında kafasında şüpheler uyandırmıştır: “O gün tanışacağım profesörlerden biri olan Herbert Blumer’in odasına gitmiştim. Ancak bir iki çift söz etmiştik ki, kapı vurularak içeri o ünlü Robert E. Park adlı ‘emeritus’ profesör girdi (...) Blumer beni tanıtınca çok ilgilendi ve beni bir soru yağmuruna tuttu. Türkiye’nin, Türk toplumunun, toplum sınıflarının, köy kasaba, kent, mahallelere varıncaya kadar nüfus, aile, cürüm, evlenme, boşanma, yer değiştirme (mobilite), kadın-erkek, aile-çocuk ilişkileri ve daha ne bileyim bizde sosyolog olarak aklımıza gelmeyen konularda birer birer sorular sordukça benim bir sosyolog olarak kendi toplumumun en önemli yanları üzerine şöyle böyle ya da hiçten bilgi sahibi olmaktan öteye gidemeyen bir kişi olduğumu durmadan, yılmadan sorduğu ‘ahret sualleri’ ile açığa çıkardı.”11 Bu konuşmalar, Niyazi Berkes’in Türk toplum yapısına ilişkin daha somut bilgiler elde etmenin yolları ve yöntemlerine daha bir ilgi duymasında muhtemelen etkili olmuştur. 9 Niyazi Berkes, “Kişisel Anılar”, s. 27. 10 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 124. 11 A.g.e., s. 126.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
443
Niyazi Berkes, Chicago Üniversitesi’nde bulunduğu dönemde, aynı üniversitede misafir öğretim üyesi olarak bulunan Redcliffe-Brown’ın isteği ile Türkiye’de sosyolojinin gelişimini konu alan “Sociology in Turkey” başlıklı bir makale kaleme aldı. Redcliffe-Brown, bu makaleyi American Journal of Sociology adlı dergide yayınlattı (c. XIII, sy. 2, 1936).12 Dört yılı aşkın bir süre burada çalışmalarını sürdüren Niyazi Berkes, bu müddet zarfında, dünya sosyal bilim ve felsefe disiplinlerinin önde gelen kimi isimleriyle tanışma ve onlardan ders alma imkânı bulmuştur. Örneğin, Chicago Üniversitesi’nde misafir hoca olarak bulunan Bertrand Russell’ın “Politic Power” adlı dersini takip etmiştir. Yine bu dönemde, bir yıllık bir süre için misafir öğretim üyesi olarak Chicago Üniversitesi’ne gelen –Amerika’ya Max Weber’i tanıtmakla meşhur– Harvard Üniversitesi’nden Talcott Parsons’la tanışma imkânı bulmuştur. Bu dönemde, bir de New York’ta düzenlenen bir konferansa “Yemen’den Kahire’ye kahvenin macerasını ve asıl olarak da kahvehanelerin Osmanlı tarihindeki devrimsel rolünü” konu alan bir tebliğ verdiğinden bahsetmektedir.13 Niyazi Berkes, 1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra çalışmalarını nihayetlendirip Türkiye’ye dönmek için çalışmalarına hız verir. Bunun sebeplerinden bir tanesi de, Milli Eğitim Bakanlığı’nca ısrarla geri çağrılmasıdır. Bu son dönemdeki psikolojisini anlatan şu ibareler, aynı zamanda, Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki asıl çalışmasının ne olduğunu da ortaya kaymaktadır: “Atatürk’ün 1938’de ölümünden sonra Amerika’da oturmak beni sıkmaya başlamıştı. Eşim [Mediha Berkes] de bir an önce dönmeyi benden fazla istiyordu. Ben de doktora işini bitirmek üzere işe koyuldum. İstatistikten sosyoloji okulları tarihine değin zorunlu bütün dersleri bitirdiğim gibi tezim de hayli ilerde bulunuyordu. Geriye kalan kısımları Türkiye’ye dönüp tamamladıktan sonra bir yolculuk daha yaparak doktor cübbesi ile külahının giyildiği merasimde hazır bulunmak zorunluluğu yüzünden kısa bir süre için gidip geri gelebilirdim. Üstelik Milli Eğitim Bakanlığı’nda, sonradan kimler olduğunu öğrendiğim bazı kişiler durmadan dönmem gerektiğini bildiren tezkereler gönderip duruyorlardı (Sözünü ettiğim tez sonradan Türkçesi de yapılarak Türkiye’de Çağdaşlaşma başlığı altında çıkan kitaptır).”14 12 Bu makalenin Türkçe tercümesi Felsefe ve Toplumbilim Yazıları (İstanbul: Adam Yay., 1985) başlıklı derleme içerisinde yayınlanmıştır (s. 135-144). Makalenin kaleme alınışının kısa bir hikâyesi için bkz. Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 127. 13 A.g.e., s. 131. Tebliğin hangi konferansta ve ne zaman verildiğine dair bir bilgi yoktur. 14 A.g.e., s. 134.
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
444
Türkiye’de Sosyoloji Anlayışlarındaki Çeşitlenme, DTCF ve Niyazi Berkes 1939 yılında Türkiye’ye dönen Niyazi Berkes, İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine kadroların dolduğu gerekçesiyle kabul edilmez ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yardımıyla Ankara Üniversitesi DTCF bünyesinde henüz oluşturulmaya başlanan ve başkanlığına Fransız akademisyen Prof. Olivier Lacombe’un getirildiği Felsefe Kürsüsünün15 “31.10.1939’da felsefe asistanlığına ve 30.9.1941’de de doçentliğine atanır.”16 Burada, daha önceleri —aynı zamanda Fakültenin geçici dekanı olarak görev yapan Prof. Emin Erişirgil’in verdiği ve kendi isteğiyle bıraktığı “Sosyoloji Nazariyeleri Tarihi” başlıklı dersi devralmıştır.17 Niyazi Berkes, DTCF tasfiyesi olarak bilinen sürecin başlangıç tarihi olarak alınabilecek olan 1945 yılına kadar, öğretim ve yayın faaliyetlerini bu görevde sürdürmüştür. Bu dönemde, İsmail Coşkun’un Türkiye’ye dönüşü sonrasındaki ilk yazısı olarak belirttiği,18 “Propaganda” başlıklı makalesini 15 Behice Boran, 1939’da, ABD’den dönüşünde DTCF’ne Sosyoloji doçenti olarak tayin edildiğinde, Fakülte’de henüz bir Sosyoloji Bölümü/Kürsüsü olmadığını ve hatta Fakülte Dekanı Prof. Emin Erişirgil’in bu tayine şaşırmış olduğunu belirtiyor. O yılın yaz aylarında Felsefe Enstitüsünün kurulduğunu ifade ettikten sonra “Niyazi Berkes sosyolojiye, Muzaffer Başoğlu psikolojiye, Necati Akter ile Hamdi Atademir de felsefeye getirildiler. Sonbaharda dersler başladığında da Enstitü’nün başına Fransa’dan Olivier Lacombe adında bir profesör geldi, o da bir felsefeciydi” demektedir. Bkz. Uğur Mumcu, Bir Uzun Yürüyüş, 3. Baskı, İstanbul: Tekin Yay., 1993, s. 32. Aytül Kasapoğlu da, bu bilgileri teyit eder şekilde “52. yılını büyük bir onurla kutladığımız [DTCF’ndeki] sosyoloji eğitimi, 1939-1940 öğretim yılında kuruculuğunu Fransız Profesör Oliviye Lacombe’un yaptığı Felsefe Kürsüsünde Dr. Behice Sadık Boran, Dr. Niyazi Berkes ve Prof. Dr. Emin Erişirgil tarafından verilen derslerle başlamıştır” demektedir. Bkz. Aytül Kasapoğlu, “Ek 3: DTCF Sosyoloji Bölümünün Dünü ve Bugünü”, 60 Yıllık Gelenek: DTCF’de Uygulamalı Sosyoloji, 1939-1999 (Berkes-Boran-Çağatay-Güler-Nirun), Ankara: Ümit Ofset Matbaacılık ve Yay., 1999, s. 355 vd. Bölümün ilk mezunlarından birisi olan Mübeccel Belik Kıray da, “Felsefe Bölümü üç alt bölümden oluşuyordu: Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji.” demektedir. Bkz: Fulya Atacan, Fuat Ercan, Hatice Kurtuluş ve Mehmet Türkay, “Hayatımda Hiç Arkaya Bakmadım/Mübeccel Kıray’la Söyleşi”, İstanbul: Bağlam Yay., 2001, s. 52. 16 “A.Ü. Sicil Özeti”, A.Ü. Rekt. Pers. Arş. Niyazi Berkes [31/117] Kişisel Dosya)”dan nkl. Mete Çetik, “Sunuş”, Üniversitede Cadı Kazanı: 1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav’ın Müdafaası, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1998, s. 6, 24 numaralı dipnot. 17 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 150. Mübeccel B. Kıray, bu derse ilişkin olarak şunları anlatıyor: “Niyazi Bey, Sosyoloji Fikirleri Tarihi veriyor, son derece ilginç bir anlatma tarzı var. 19. yüzyılda ortaya çıkan toplumun evriminden söz eden teorilerle başlıyor, biraz eskiyi anlatırdı –yani Aristo ve Platon kendi zamanında nasıl açıklanabilir, sonra ne oldu gibi. Ama asıl önemlisi 19. yüzyıldaki evrim sorunu nasıl ortaya çıktı. Orada çok açık –benim de size anlattığım gibi– Avrupa toplumu öyle bir evrim geçiriyordu ki, onu birilerinin yazması lazımdı. Niyazi Bey bütün teorilerle toplumda olan meseleleri (…) birbirini tamamlayan bir şekilde anlatırdı. Çok da aydınlatıcıydı. Ama kardeşim, Niyazi Bey, o kadar ağır ders anlatırdı ki, en hevesli talebe bile biraz uyuklardı, kitap da yok. Çok zor olurdu dinlemek.” Bkz. Fulya Atacan vd., Hayatımda Hiç Arkaya Bakmadım/Mübeccel Kıray’la Söyleşi, s. 55. 18 İsmail Coşkun, “Niyazi Berkes Üzerine”, s. 52.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
445
yayınlar (Siyasal İlimler Mecmuası, 1939, c. IX, sy. 102-103). Dönemin özellikleri nedeniyle, gerek yurt dışında ve gerekse yurt içinde önem kazanan propaganda konusu ile sadece makale ya da yayın olarak değil, aynı zamanda ders vermek şeklinde de bir ilgisinin olduğunu Unutulan Yıllar’dan öğreniyoruz: “O zaman [doçent olduğu dönemleri, dolayısıyla Türkiye’ye dönüşü sonrasını kastediyor] Polis Enstitüsü’nde basın dersi veren Sadri Ertem ölünce, onun yerine ben ‘Basın ve Propaganda’ adı verilen dersi vermeye memur edilmiştim. Savaş yılları içinde bu konu, emniyet görevlilerinin anlaması istenen bir konu olmuştu.”19 Berkes’in bu makalesinin ve daha sonra yayınlayacağı Propaganda Nedir? (Ankara: Recep Ulusoğlu Matbaası, 1942) isimli kitabının, bu derslerin bir sonucu ya da yardımcı malzemesi olması muhtemeldir. Başkalarıyla müşterek olarak yayınladığı İlim Karşısında Irk Meseleleri (İstanbul: Yurt ve Dünya Yay., 1945) ve Siyasi Partiler — İngiltere, Amerika, Fransa ve Amerika’da (İstanbul: Yurt ve Dünya Yay., 1946) isimli kitapları da dönemin tartışma gündemini yansıtır nitelikteki çalışmalarıdır. Bu eserlerin yanı sıra, Yurt ve Dünya, Siyasi İlimler Mecmuası, Ülkü, DTCF Dergisi gibi dergilerde çeşitli konularda makaleler kaleme aldı. Ayrıca, N.S.B. Gras’tan Ekonomik Sosyolojiye Giriş (Ankara: AÜDTCF Yay., 1941), Eflatun’dan Sokrates’in Müdafaası (İstanbul: MEB Yay., 1942), Aristo’dan Politika (Ankara: MEB Yay., 1944-1946, II c.), Sigmund Freud’tan Totem ve Tabu (Ankara: MEB Yay., 1947) ve Harold J. Laski’den Demokrasi ve Sosyalizm (İstanbul: Yurt ve Dünya Yay., 1946) başlıklı eserleri tercüme ederek yayınladı.20 Kurtuluş Kayalı, “DTCF’deki öğretim üyeleri grubunun Türkiye’deki sosyal bilimlerin gelişmesine en önemli katkısı[nın] önceden çok az örneği bulunan belli yörelerde yapılan ampirik sosyoloji, sosyal psikoloji ve folklor çalışmalarını yaygınlaştırmaları” olduğunu belirtmektedir.21 Niyazi Berkes’in Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma (Ankara: AÜDTCF Yay., 1942) adlı çalışması sosyolojik alan çalışmalarının, köy monografilerinin ilklerindendir. Eserin son paragrafında belirtildiğine göre, bu çalışma19 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 86. 20 Niyazi Berkes’in gerek bu dönemde ve gerekse daha sonraki dönemde kaleme aldığı telif ve tercüme eserlerin, makalelerin, Avrupa ülkelerinde ve ABD’de sunduğu tebliğlerin ve Kanada McGill Üniversitesi’nde görev yaptığı sırada yönettiği master ve doktora tezlerinin ayrıntılı bir listesi için bkz. İsmail Coşkun, “Niyazi Berkes Üzerine”, s. 57-61. Niyazi Berkes’in kitaplarının, makalelerinin ve kitap değerlendirme yazılarının farklı bir listesi için ayrıca bkz. Donald P. Little, Essays on Islamic Civilization. 21 Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes’in Tarihsel ve Sosyolojik Çalışmalarının Türk Düşün Yaşamı Üzerindeki Etkileri”, Türk Düşünce Dünyası — I, Ankara: Ayyıldız Yay., 1994, s. 118.
446
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
nın devamı da düşünülmüştür.22 Ancak, sonraki dönemde yaşadıkları nedeniyle olsa gerek, yayınlayacağını ilan ettiği bu ikinci kitabı hiçbir zaman yayınlamadı. Berkes’in çalışması, asıl yaygınlaşması 1950’lerde ve 1960’larda gerçekleşen köy monografileri ve anket çalışmaları alanında yapılmış ve bilimsel değeri haiz ilk birkaç çalışmadan bir tanesidir. Bu yönüyle esere özel bir önem atfedilmiş ve üzerinde fazlaca durulmuştur. Hüseyin Baran ve Gürhan Uçkun, adı geçen eseri nedeniyle Berkes’i “DTCF’de Uygulamalı Sosyoloji geleneğinin kurucularından (...) ve ampirik temelli çalışmalara önem” veren biri olarak tanıtmaktadırlar.23 Aytül Kasapoğlu, bu çalışmayı Türkiye’deki 60 yıllık uygulamalı sosyoloji geleneğinin köşe taşlarından bir tanesi olarak değerlendirir.24 Köksal Alver de, bu eseri, “Amerikan sosyolojisini Türk sosyoloji dünyasıyla tanıştıran (...) Berkes’in Amerika’da edindiği sosyoloji anlayışı ve formasyonunu[n] (...) en dikkate değer” ürünü olarak nitelendirmektedir.25 Ancak gerek Ziya Gökalp’in 1920’lerin hemen başlarında yaptığı Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler (Şevket Beysanoğlu (haz.), İstanbul: Sosyal Yay., 1992) başlıklı çalışması ve gerekse hem Prens Sabahattin, hem de Prens’in en sıkı takipçisi olarak kabul edilen Mehmet Ali Şevki Bey’in düşünceleri ve eserleri26 göz önünde bulundurulduğunda yukarıdaki türden değerlendirmelere ihtiyatla yaklaşılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Meselenin başlı başına başka bir çalışmanın konusu olacak denli genişliğine binâen, özetle, şunu söylemek mümkündür: Türkiye’de uygulamalı sosyoloji ya da başka bir deyişle saha araştırmaları, ne A.Ü. DTCF bünyesinde 1939 yılında öğretime başlayan akademisyenler grubu tarafından başlatılmıştır, ne de böylesi araştırmalara duyulan ilgi bu akademisyenlerin lisans sonrası eğitimlerini ABD’de yapmış olmalarının belirleyiciliği altında 22 “Bu eserde mevzuumuz olan köy cemaatlerinin mekânda taazzuvunu, demografik bünyesini, ekonomik kuruluşunu, iş hayatının teşkilatlandırılmasını, teknolojik sistemini ve nihayet sosyal zümrelerin organizasyonunu ve bu organizasyonda hakim olan prensipleri tetkik etmiş olduk. Köy cemaatinin sosyal hayatının diğer cephelerinin aynı şekilde gözden geçirilmesini ve genel neticelerin çıkarılmasını bunu takip edecek olan ikinci kitaba bırakıyoruz.” Bkz. Niyazi Berkes, Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma, s. 172. 23 Hüseyin Baran — Gürhan Uçkun, “Niyazi Berkes, 1908-1988”, 60 Yıllık Gelenek..., s. 18. 24 Bkz. Aytül Kasapoğlu, “Ek 3: DTCF Sosyoloji Bölümünün Dünü ve Bugünü”, s. 354-366. 25 Köksal Alver, “Türk Sosyolojisinde Amerikan Sosyolojisi Etkileri (Başlangıç Dönemi)”, İstanbul: Yayınlanmamış Doktora Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000, s. 94. 26 Yurt içinde monografi çalışmaları için 1918’de Meslek-i İçtimâî derneğini kuran Mehmet Ali Şevki [Sevündük]’ün çalışmaları için bkz. Mehmet Ali Şevki, Osmanlı Tarihinin Sosyal Bilimle Açıklanması [Önsöz: N. Ş. Kösemihal, Günümüz Türkçesine Çeviren: Muzaffer Sencer], İstanbul: Elif Yay., 1968.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
447
gelişmiştir. Bu durum, bu tür bir araştırma iştiyakının sosyoloji biliminin Türkiye’ye girişinden itibaren gerek teoride ve gerekse de pratikte var olduğunu göstermektedir. Niyazi Berkes’in İstanbul Üniversitesi’nde Hilmi Ziya Ülken’in asistanlığını yapmış olmasının ve “Le Playci olarak tanınan Siyasal İlimler Mecmuası”nda27 birçok yazısının yayınlanmış olmasının ışığında sözkonusu iddiaların yeniden değerlendirilmesi gerektiği ortadadır.28 Ayrıca belirtilmesi gereken bir husus daha bulunmaktadır: Niyazi Berkes’in köy konusuna ya da saha araştırma tekniklerine ilgi duyması, bütünüyle, Chicago Üniversitesi’ndeki eğitimi esnasında edinilmiş ve ABD dönüşünde de pratiğe dökülmüş değildir. Anılarından öğrenebildiğimiz kadarıyla, daha 1933’te Ankara’da Halkevi kütüphanesinin düzenlenmesiyle uğraştığı dönemde köy araştırmalarına ilgi duymaya başlamış ve bu doğrultuda bazı araştırmalar yapmak üzere Ankara civarındaki bazı köylere gitmiştir. Bu çalışmalarının sonuçlarını, 1941’de yayınladığı eserinde de kullanmıştır.29 Yine anılarından öğrendiğimize göre, Berkes “yıllarca sonra, ta Amerika’lara dek, bu tür sorunları [köyün çeşitli sorunlarını] anlamanın bilimsel yöntemlerini öğrenmek için yollara” düşmüştü.30 Berkes’in Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma başlıklı çalışması üzerinde çok dar bir alanda yoğunlaşarak durmak, bütün olarak, Berkes’i anlamanın önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Berkes’in akademik hayatının ilk bölümünü teşkil eden 30’ların sonu ve 40’ların ilk yarısında verdiği eserler ile, 50’lerden itibaren başlayan ikinci dönemi arasında önemli farklılıklar vardır. Kurtuluş Kayalı’nın haklı olarak belirttiği üzere, “1960’lı ve 1970’li yıllardaki yapıtlarının aksine tarih, ilk döneminde Niyazi Berkes’in temel konularından biri değildir”.31 Berkes, mutlak anlamda “ampirik sosyoloji” yapan bir sosyal bilimci olarak değerlendirildiğinde, Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma adlı çalışmasının bir alan araştırması örneği olduğu gerçeğiyle birlikte, Berkes’in sonraki yıllarında bir 27 H. Bayram Kaçmazoğlu, “1940-1950 Tarihleri Arasında Türk Sosyolojisi”, Sosyoloji Dergisi, 1990-1991, 3. Dizi, sy. 2, s. 25. 28 Türkiye’de yapılan ilk köy monografileri hakkında özlü bir değerlendirme için bkz. Muzaffer Sencer, “Türkiye’de Köye Yönelme Hareketleri”, Sosyoloji Dergisi, 1962-1963, sy. 17-18, s. 223-241. 29 “[Halkevi Başkanı Nafi Atuf Kansu, Halk Partisi’nin] Köycülük bölümüne karşı bir gösteri olarak düzenlediğim bir köy incelemesi girişimime elinden gelebildiğinin fazlasıyla yardım etti. Benim daha sonraları doçent olarak yayımladığım Ankara Köylerinde inceleme yapıtım onun yardımı ile gerçekleşen ilk çalışmalarımın genişletilmesinden meydana gelmiştir.” Bkz. Niyazi Berkes, “Kişisel Anılar”, s. 26. 30 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 93. 31 Kurtuluş Kayalı, “Bir Yalnız Adam: Niyazi Berkes”, Türk Düşünce Dünyası — I içinde, s. 134.
448
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
daha böylesi bir çalışma yapmayışı, hatta tam tersine, pek çok sosyal bilimci tarafından kolaylıkla “spekülatif” olarak nitelenen düşünce tarihi alanında çalışmalara yönelmesi nasıl değerlendirilmelidir? Türkiye’de uygulamalı/ampirik sosyolojinin kurucusu olduğu ve böylesi bir sosyoloji anlayışını Chicago Üniversitesi’nde araştırmalar yapmak üzere bulunduğu bir dönemde edindiği iddia edilen bir sosyal bilimci, nasıl oluyor da, hayatının 1950’lerden sonraki döneminde, hem de uygulamalı sosyoloji anlayışıyla özdeşleştirilen bir sosyoloji geleneğinin ağırlıklı olarak hakim olduğu bir coğrafyada çalışmalarını sürdürmek zorunda kalmasına karşın, daha teorik ve düşünce tarihiyle ilgili alanlarda eserler vermeyi tercih etmiştir? Yurt dışındaki çalışmalarının alanını ve biçimini belirleyen tercihinin bir açıklaması; Niyazi Berkes’in kişisel olarak kendisine yüklediği misyon, Türkiye’ye ve Kemalist ilkelere karşı duyduğu sorumluluk bilinci ve her iki dönemin Berkes tarafından nasıl algılandığı bağlamında bulunabilir. Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini kısaca hatırlayalım. 20’li yılların ikinci yarısı ve 30’lu yılların ilk yarısı kültür, siyaset, eğitim vs. gibi çeşitli alanlarda yoğun bir değişimin yaşandığı ve çeşitli devrim kanunlarının çıkarıldığı ve sıkı şekilde uygulandığı bir dönemdir. Başka bir deyişle, Osmanlı kurumlarından Cumhuriyet kurumlarına ve düzenine geçiş sürecidir. Berkes’in zihninde bu dönemin kimliği ve özelliği son derece açık ve nettir. Cumhuriyet kadrolarına göre, 30’ların başında bu kimlik artık oturmuştur ve sıra, sosyal ve ekonomik politikalarla ülkenin kalkındırılmasına gelmiştir. Hatırlayalım, 30’lu yılların başında bu amaçla Kadro adlı bir dergi çıkarılmıştır. Böylesi bir süreç, ülkenin gerçeklerini yakînen bilmeyi gerektirmektedir. Bu da, ancak sahaya inmekle mümkün olacaktır. 1930’larda Türkiye’nin yaklaşık 3/4’lük bir nüfusu kırda yaşamaktadır.32 Dolayısıyla, kalkınabilmek/çağdaşlaşabilmek için bu nüfusun modernleştirilmesi yani şehirlileştirilmesi gerekmektedir [Çağdaşlaşma kavramı Niyazi Berkes’in düşüncesinde ve eserlerinde son derece merkezî bir yer işgal eder. Kavramın Berkes tarafından nasıl anlaşıldığı sonraki sayfalarda tartışılacaktır.] Öyleyse öncelikle bu değiştirilecek kesimin tanınması, özelliklerinin –ro32 “Günümüz Türkiyesi’nde 35.441 köyde 18.895.089 köylü yaşamaktadır. Güncel nüfusun % 68,1’ini içinde barındıran köy, bir tarım ülkesi olan ve gelirinin büyük bir çoğunluğunu tarım ürünlerinden sağlayan Türkiye’de, diğer sosyal bakılardan olduğu kadar ekonomik açıdan da büyük bir önem taşımaktadır. Köylü nüfusun 1927’den 1960’a kadar % 75,8’den ancak % 68,1’e indiği (1955 sayımına göre), 15 ve daha yukarı yaşlardaki etkin (faal) nüfusdan 9.418.520’sinin tarım alanında çalıştığı göz önüne alındıkta Türkiye’de en temel sorunun ‘köy ve köylü sorunu’ olduğu açıkça belirir. Endüstrinin çok ağır ilerlediği Türkiye’de ilk planda ‘köy’e yönelen bir ekonomik reform hareketinin, ülkenin bütününü geniş ölçüde etkileyecek bir sonuç sağlayacağı kolayca sezilebilir.” Bkz. Muzaffer Sencer, “Türkiye’de Köye Yönelme Hareketleri”, s. 241.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
449
mantik köycü akımın ötesinde– bilimsel olarak tespit edilmesi gereklidir.33 Bu dönemde yavaş yavaş başlamakta olan köy incelemeleri böylesi bir yaklaşımın ürünüdür. Ancak özellikle Millî Şef İsmet İnönü döneminden başlayarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısında meydana gelen gelişmeler, Berkes ve benzerleri tarafından, gerçekte Kemalist ilkelerin ve Kemalist devrimin hedeflerinin Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarınca bile tam olarak anlaşılamadığının bir göstergesi olarak algılanmış ve hatta bu süreç Mustafa Kemal’in Türkiye’de gerçekleştirmek istediği toplumsal hedeflere bir çeşit “ihanet” olarak değerlendirilmiştir. O yıllardan sonra, bütün çalışmalarında bu ilkeleri ve hangi tarihsel süreçte ortaya çıktıklarını tekrar tekrar anlatmaya çalışan Berkes’in tüm ilgisinin, laiklik ve çağdaşlaşma konuları üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Geleneksel toplumdan modern topluma, başka bir deyişle, çağdaşlaşmış—laikleşmiş bir topluma doğru gidişten bahsetmediği bir çalışması (kitap, makale, tebliğ vs.) yok gibidir. Türk İktisat Tarihi başlıklı çalışması bile, bu ilginin bir sonucu ve parçası olarak kaleme alınmıştır. 1948 DTCF Tasfiyesi 1938’de vefat eden Mustafa Kemal’den sonra Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü seçildi. İnönü’nün “Millî Şef dönemi” olarak adlandırılan iktidar yıllarında pek çok alanda ciddî değişimler yaşandı. İkinci Dünya Savaşı süresince Türkiye tarafsız bir dış politika uyguluyor görünse de, savaşın gidişatı iç politikada kimi dalgalanmalara da yol açmıştır. Almanların savaşın başlarındaki ilerleyişleri, Almanya ile el altından ilişkiler kurma girişimlerine sebep olmuştur. Bu girişimlere paralel olduğu izlenimini verecek şekilde, ülke içinde de Turancı bir hareketlenme gözlenmektedir. Almanların savaşı kaybetmelerinin açığa çıktığı süreçte ise, bu hareketler cezalandırılmaya, müttefiklerle iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır.34 33 “Halbuki, sosyal hayatımızın mademki değiştiğini görüyoruz ve bu değişmeyi ilmî olarak sevk ve idare etmek istiyoruz, şu halde her şeyden önce bu değişmeye başlayan şeyin ne olduğunu tayin etmek lazımdır. Ancak o zaman onun nasıl değiştiğini, hatta değişip değişmeyen tarafları da olup olmadığını anlayabiliriz.” Bkz. Niyazi Berkes, Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma, s. 9. 34 Savaş sürecinde Türkiye’nin iç ve dış politika meseleleri için bkz. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Ankara: Yurt Yay., 1986. Almanya ile kurulan ilişkiler ve dönemin Turancı akımları hakkında bkz. Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, 16. Baskı, İstanbul: Tekin Yay., 1995. Niyazi Berkes, bu değişimin Türkiye’nin geleceği üzerinde yaptığı etkinin farkındadır. 1944 sonrasında DTCF’deki görevi esnasında kendisinin ve arkadaşlarının yaşadıklarını yalnızca kişisel bir olay olarak algılamaz ve bu dönüşümü Mustafa Kemal’le gerçek rayına oturtulmaya başlanan aydınlanmacı-modernleşmeci reform çabalarına vurulan bir darbe olarak değerlendirir. Kişisel serüvenleri ile ülkenin geçirdiği safhaları bu şekilde örtüştürmüş olması nedeniyle olsa gerek, Unutulan Yıllar adlı hatıratında, Niyazi Berkes, İkinci Dünya Savaşı dönemine ve 2
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
450
Savaşın bitimiyle birlikte, çok partili hayata geçmeye karar veren ve ABD ile ittifak kurmayı tercih eden Türkiye’de, bu dönüşümün bir göstergesi de, komünist hareketlere yönelik yoğun ve şiddetli takibat ve tahkikatlar olmuştur. Bu süreçte Türkiye’de yaşanan değişimler, iktidar partisi olan CHP içerisinde de yansımalarını bulmuştur.35 Kurtuluş Kayalı, 1940’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan değişimi ve DTCF tasfiyesine konu olan akademisyenlerin tavırlarını son derece doğru bir şekilde değerlendirmektedir: “1940’lı yılların ortalarından itibaren din, gelenek ve milliyet sorunlarının Türk siyasal yaşantısının gündemine farklı bir biçimde yeniden girmesi bu öğretim üyelerinin ise bilimsel çalışmaları aynı doğrultuda sürdürmeleri önemli sorunlar yaratmıştır. Yeni siyasal yapılanmalara kendilerini uyarlayamamaları yaptıkları çalışmaların tümüyle farklı olduğu düşüncesini uyandırmıştır.”36 Mete Çetik, 1948 DTCF tasfiyesinin arka planında, savaş sonrasında müttefik devletler safında yer almaya karar veren Türkiye Cumhuriyeti idarecilerinin, ülkenin komünizm tehlikesi içerisinde bulunduğunu, bu tehlikeden ülkeyi kurtarmak için yoğun bir çaba harcandığını gösterme ve bu çabada ABD’nin imkanlarından yararlanma isteklerinin bulunduğunu ima etmektedir: “ABD’nin komünizme karşı ayırdığı fonlar ağızları sulandırmakta ve Türkiye’deki komünizm tehlikesini küçümseyen yabancılara kırgınlık duyulmaktadır.”37 Gerek CHP içi güç dengelerindeki bozulma ve gerekse Türkiye’nin kendisine seçtiği yeni güzergâh, geçmiş dönemin kadrolarına ilişkin bir tasfiyeyi de beraberinde getirmiştir. Bu takibat ve tasfiyelerden DTCF Felsefe Kürsüsündeki solcu olarak nitelenen akademisyenler grubu da nasibini alacaktır. “Ankara’da ise 2 No’lu Askeri Mahkeme tarafından başlatılan komünist tahkikatıyla ilgileri bulundukları gerekçesiyle DTCF öğrencilerinden Nabi Dinçer, Asım Akşar, Nezih Fıratlı ve Sefer Aytekin ile birlikte Doçent Muzaffer Şerif Başoğlu 16.03.1944’te tutuklanır. 1944 yılı DTCF’deki hocalar için de zorlukların başladığı yıldır.”38 bu dönemde Millî Şef İnönü’nün takip ettiği iç ve dış politikalara —önsöz, indeks ve ekler dahil 520 sayfalık bir yekün oluşturan— eserin 250 sayfa civarında bir kısmını ayırmıştır. Bir anı kitabını sıkıcı bir siyasî tarih eseri havasına büründüren bu tercihin anlamı, kendi hayat serüveni ile Türkiye’ninki arasında kurulan özdeşlik olmalıdır. 35 Türkiye’nin çok partili hayata geçişi ve CHP’nin bu süreçte parti içerisinde ve ülkede takip ettiği politikaların oldukça ayrıntılı bir hikayesi Kemal H. Karpat’ın Türk Demokrasi Tarihi: Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, (2. Baskı, İstanbul: AFA Yay., 1996) adlı eserinde sunulmuştur. Cemil Koçak’ın –künyesi daha önce zikredilmiş olan– eseri de bu konuda aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır. 36 Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes’in Tarihsel ve Sosyolojik Çalışmalarının Türk Düşün Yaşamı Üzerindeki Etkileri”, s. 116. 37 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 34. 38 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 12. 1948 DTCF tasfiyesine ilişkin en sistematik ve ayrıntılı anlatım, Mete Çetik’in Üniversitede Cadı Kazanı: 1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Bo- 2
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
451
Fakülte içerisindeki siyasî hareketlenmeler Turancılık ve komünizm olarak isimlendirilen bir ikiliğin varlığı iddiasına sebep olmuştur. DTCF’deki akademisyen grubundan bir kısmının Yurt ve Dünya ve özellikle de Adımlar dergisinde yazılar yayınlamaları, dönemin havası bağlamında, komünizm suçlaması yapılmasına mesnet teşkil ettirilmiştir. İlk sayısı Ocak 1941’de çıkan ve 21. sayısına kadar sahibi ve neşriyat müdürü olarak Behice Boran’ın göründüğü Yurt ve Dünya dergisinde Niyazi Berkes, eşi Mediha Berkes ve Pertev Naili Boratav da yazılar yayınlamışlardır. Dergi, ortak bir çalışmanın ürünü gibidir. “Dergi, gerçekten adına uygun olarak sadece Türkiye’nin değil, Fransa, İtalya, Çin, Hindistan, Meksika gibi ülkelerin tarihî ve güncel sorunlarına dair yazı ve çevirilere de yer vermektedir. Konular itibariyle bakıldığında, dergide Ziya Gökalp, Namık Kemal ve Hüseyin Rahmi gibi yazarların edebî-tarihî-fikrî kişilikleri, köy sosyolojisine ilişkin özgün çalışmalar, psikoloji, Türk ve dünya sineması, İrlanda tiyatrosu, Beethoven, İtalyan antifaşist edebiyatı, Türk edebiyatı gibi çok çeşitli konuları kapsayan geniş bir yelpaze göe çarpar. Yazar kadrosu çok zengindir. Sayılan bazı isimlerden başka Cemil Meriç, Hüseyin Avni Şanda, Melih Cevdet Anday, Orhan Kemal de zaman zaman yazarlar (...)”39 21. sayıdan itibaren derginin imtiyaz sahibi P.N. Boratav, neşriyat müdürü de Adnan Cemgil olur. Boran ve Başoğlu, Adımlar adlı bir başka dergi çıkarmak için Yurt ve Dünya dergisinden ayrılırlar. Fakat, ayrıldıktan sonra da gerek Başoğlu’nun, gerekse Boran’ın yazıları Yurt ve Dünya dergisinde yayınlanmaya devam etmiştir (26. ve 27. sayılarda). Boran ve Başoğlu, Marksist olarak nitelenmektedir. Berkes ise anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-faşist bir görüntü çizmektedir. Yazarların Marksist olup olmadıklarıyla ilgili olarak yapılabilecek, belki de en doğru değerlendirme Kurtuluş Kayalı’ya aittir. Kayalı, gerek Mete Çetik’in yazdığı “Sunuş”ta belirtildiği üzere ve gerekse Berkes hakkında —daha önce künyelerini verdiğimiz— yazılarında, bu yazarlar tarafından Marksizmin sosyal olayların açıklanmasında yararlanılabilecek en sağlıklı çözümleme analizi, başka bir deratav’ın Müdafaası başlıklı esere yazdığı “Sunuş”ta görülmektedir. Bunun dışında, gerek Berkes’in Unutulan Yıllar’ında anlatılanlarda, gerekse Uğur Mumcu’nun Behice Boran’la yaptığı ve Bir Uzun Yürüyüş adıyla kitaplaştırdığı röportajda konu ile ilgili bilgiler ve değerlendirmeler bulunmaktadır. Kurtuluş Kayalı da; Türk Düşünce Dünyası— I [bu eser, daha sonra Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri (İstanbul: İletişim Yay., 2001) adıyla yeniden basılmıştır] ve Tük Düşünce Dünyasının Bunalımı: Görüntüdeki Dinamizmin Gölgelediği Tıkanıklık (İstanbul: İletişim Yay., 2000) başlıklı çalışmaları içerisinde yer alan ve özellikle de Berkes, Boran, Boratav ve Ülken ile ilgili yazılarında gerek dönemin entelektüel, kültürel ve siyasal ortamı, gerek adı geçen sosyal bilimcilerin düşünce evrenleri ve gerekse de DTCF’deki 1948 tasfiyesine ilişkin oldukça önemli yorum ve değerlendirmelerde bulunmaktadır. 39 Bkz. Mete Çetik, “Sunuş”, s. 7.
452
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
yişle “bilim” olarak algılandığına vurgu yapar.40 Bu vurgu, Behice Boran’ın Toplumsal Yapı Araştırmaları: İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki (AÜ DTCF Felsefe Enstitüsü Sosyoloji Serisi, Ankara 1945) adlı eserinin “Problem ve Metod” (s. 1-21) başlıklı kısmında çok daha belirgindir. Berkes’te bir ideoloji olarak Marksizme kayıştan ziyade, bir bilimsel yöntem olarak “maddî” temele vurgu ile birlikte evrimci ve aydınlanmacı bir düşünüş çizgisine sıkı sıkıya bağlılık görülmektedir. 1944 yılı Mart ayında gerçekleşen Başoğlu’nun tutuklanması olayından daha önce, aynı yılın Ocak ayında “okuldaki siyasi ikiliği araştırmak üzere bir tahkikat açılır. Tahkikat sonucunda Maarif Vekaleti müfettişleri (...) hazırladıkları raporla ‘komünist’ damgasını yapıştırmayı uygun görmediklerini söyler, ama Boratav, Boran, Başoğlu ve Berkes’in fakülte içi ve dışındaki yayınlarıyla öğrencilerle olan temaslarının yakından takibini önerirler”.41 Hasan Ali Yücel, bizzat yönettiği bir Fakülte Genel Kurulunda Boratav, Başoğlu, Boran ve Berkes’i dergilerini kapatmaları konusunda uyarır. “Her iki derginin yayınına son vermesi bu şekilde olur.”42 Bakan Yücel’in 15 Mayıs 1944 tarihindeki teklifiyle, Bakanlar Kurulunun 16 Mayıs 1944 tarih ve 3/824 sayılı kararnamesiyle “Matbuat kanununun 50. maddesi mucibince” Yurt ve Dünya ve Adımlar dergileri resmen kapatılır. Bu süreçte, 1945 yılı başında Muzaffer Şerif Başoğlu, aldığı bir davet üzerine ABD’ye gider ve Türkiye ile tüm alakasını koparır. 1945 yılı içinde, solcu aydınlar “demokratik burjuva devrimi”nin tamamlanması için müttefik olarak değerlendirdikleri Bayar’la ilişkiye geçerler ve bu girişimin bir neticesi olarak —Bayar’ın da katkıda bulunmayı taahhüt ettiği— Görüşler dergisini yayınlama kararı alırlar. Ancak dergi yayınlandıktan sonra, gelen tepkiler üzerine Bayar ve ekibi dergiyle herhangi bir alakalarının olmadığını açıklayarak “ittifak”tan ayrılırlar. Bu sürecin devamında, CHP’nin örgütlediği Tan, Yeni Dünya ve La Turquie matbaalarının yağmalanması olayı yaşanır. Ayrıca, MEB, profesör ve öğretmenlerin siyasî yazı yazamayacaklarına dair bir genelge yayınlar ve “solcu bilinen tüm MEB mensupları bakanlık emrine alınmaya başlanır”.43 Bu arada, Boratav, Boran ve Niyazi ve Mediha Berkes 15 Aralık 1945’te “görülen lüzum üzerine Bakanlık emrine” alınır ve haklarında soruşturma açılır. Bunun üzerine Danıştay’da iptal davası açan DTCF öğretim üyeleri davayı kazanırlar ve Nisan 40 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 8. Ayrıca Kurtuluş Kayalı’nın özellikle “Niyazi Berkes’in Tarihsel ve Sosyolojik Çalışmalarının Türk Düşün Yaşamı Üzerine Etkileri” başlıklı makalesine bakılabilir. 41 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 13. 42 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 14. 43 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 16-17.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
453
1946’da görevlerine iade edilirler. Fakat sözkonusu öğretim üyeleri üzerindeki baskılar devam etmiştir. Bu süre içinde ders vermeleri engellenir. Bütün bunlara rağmen, DTCF’deki olaylar dinmez. Fakülte’de çeşitli protesto olayları meydana gelir. 26 Aralık 1947’de toplanan Ankara Üniversitesi Senatosunda “soruşturma bitene kadar üç öğretim üyesinin derslerden ve öğrencilerle temastan alıkonmaları tavsiye edilir ve bu tavsiye oy çokluğuyla kabul edilir. Bir gün sonra, meydana gelen öğrenci olaylarında Ankara Üniversitesi Rektörü Şevket Aziz Kansu, linç olma tehlikesi geçirir. 9 Ocak 1948’de toplanan Senatoda, “Fakülte teklifine uyularak Boratav, Boran ve Berkes hakkında Üniversiteler Kanunu’nun 46. maddesinin D bendindeki ‘Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının uygulanmasına prensip itibariyle oybirliğiyle karar’ verilir”.44 10 Ocak 1948’de toplanan Senatoda Boratav, Boran ve Berkes “üçü de kendilerine yapılan ihtar ve alınan tedbirlere rağmen öğrencilerini Üniversiteler Kanunu’nun 3. maddesinde istenen ‘Türk devriminin ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirmek’ görevini yerine getirmeyerek öğrencileri birbirlerine düşürdükleri” gerekçesiyle üniversite öğretim üyeliğinden kesin olarak çıkarılırlar. Berkes ve Boratav, karara itiraz ederler ve itirazları kabul edilir. Ardından, bu üç öğretim görevlisi açığa alınırlar ve haklarında dava açılır. 15 Haziran 1948’de Berkes’in “derslerde komünizmi methetmek”, “derslerde komünist beyannamesini ısrarla okutmak”, “İmralı’ya yapılan bir geziye sağcı talebeleri iştirak ettirmemek” ve “milliyetçi talebeleri sınıfta bırakmak” suçlarından yargılanacağı dava başlar. Dava sonucunda 10 Ocak 1950’de mahkeme “Görevlerini kötüye kullanmaktan sanık Pertev Naili Boratav’ın beraatine, Behice Boran ve Niyazi Berkes’in ise TCK’nın 240. maddesi gereğince üçer ay hapis ve üçer ay memuriyetten mahrumiyetlerine karar verir ve ceza tecil edilmez”. Boran ve Berkes temyize giderler, Yargıtay 6 Haziran 1950’de mahkumiyet kararını bozar ve görülen lüzum üzerine davanın yeniden görüşülmesini Ankara Asliye 1. Ceza Mahkemesine sevk eder. Mahkeme, 30 Haziran 1950’de Boran ve Berkes’in beraatine karar verir. Berkes’in McGill Üniversitesi Yılları ve Çalışmaları Beraat kararı üzerine görevine atanmasının yapılması amacıyla Danıştay 5. Daire’de dava açan Niyazi Berkes’in isteği, görevine son verilmesinin aldığı mahkumiyetle ilgili olmadığı gerekçesiyle reddedilir. 1952’de, McGill Üniversitesi’nden gelen daveti kabul ederek Kanada’ya gider. Burada, Me44 Mete Çetik, “Sunuş”, s. 26.
454
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
zuniyet-sonrası Çalışmaları ve Araştırmaları Fakültesi’nin bir birimi olarak 1952’de Wilfred Cantwell Smith başkanlığında kurulan ve 2001 Haziranından itibaren Güzel Sanatlar Fakültesi’nin bir birimi olarak eğitim-öğretime devam eden İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde misafir profesör olarak göreve başlar. 1956’da, aslî profesörlük kadrosuna geçer ve 31 Aralık 1975’te “emeritus profesör” unvanı ile emekli olana kadar, çalışmalarını bu enstitüde sürdürür. Niyazi Berkes’in McGill Üniversitesi’nde görev yaptığı dönemde ana çalışma konularını genelde İslam dünyasının, özelde de Türkiye’nin modernleşme tecrübesi oluşturmuştur. Müslüman toplumların modernleşme tarihlerinin çeşitli yönlerden incelenmesi, Berkes’in her türlü çalışmasında karşımıza çıkar. Bu dönemdeki akademik çalışmalarının merkezinde yer alan kavram “çağdaşlaşma [secularism]” kavramı olmuştur. Daha çok din ve laiklik konusunu ele aldığı makale ve tebliğlerini biraraya getiren Teokrasi ve Laiklik (Adam Yay., İstanbul 1984) başlıklı derleme-eserdeki “Toplumbilim Açısından Din-Dünya Kurumları Arasındaki İlişki Türleri”,45 “Laikliğin Tarihsel Kaynakları”,46 “Türk Din Toplumbilimine Giriş”47 ve “Laiklik Rejiminde Politik Gelişme”48 başlıklı yazılar bu yoğunlaşmaya işaret etmektedir. Türkiye’nin yaşadığı modernleşme/laikleşme süreci üzerindeki bu yoğunlaşmasının, McGill Üniversitesi’ndeki göreviyle başladığını söylemek elbette eksik ve yanıltıcı olur. Berkes’in bu konularla ilgisi, 1930’lu yıllara, Chicago Üniversitesi’ndeki çalışmalarına kadar geri gitmektedir. Her ne kadar, Development of Secularism in Turkey başlıklı çalışması 1960’lı yıllarda yayınlansa da Berkes bu konular üzerinde çalışmaya 1930’ların ikinci yarısında başlamıştır. Teokrasi ve Laiklik’te yer alan “Türk Devrimi’nde Laikliğin Gelişimi”49 başlıklı metin de, Berkes’in bu mesele ile çok erken tarihlerde ilgilendiğini göstermektedir. Bütün bu yazılarında Berkes, aslında Osmanlı ve Türk modernleşmesini değerlendirmektedir. Değerlendirmelerinin merkezinde yer alan kavram, “çağdaşlaşma”dır. Berkes, çağdaşlaşmayı toplumun laikleşmesi olarak anlamaktadır. Daha da genişletecek olursak, Berkes, laikliği basitçe din ve devlet işlerinin ayrılması olarak anlamaz. Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti örneğinde, laiklik kavramının, Ba45 Aslı Archives de Sociologie des Religions dergisinin 16. sayısında yayınlanmıştır (1963). 46 Aslen 27 Temmuz 1955’te Harvard Üniversitesi’nde sunulmuş bir tebliğdir. 47 California Üniversitesi’nde 1958 yılında sunmuş olduğu bir tebliğin metnidir. 48 6-10 Eylül 1966’da New York’ta toplanan Amerikan Siyasalbilim Cemiyeti’nde sunduğu tebliğin metni. 49 A.Ü. İkinci Üniversite Haftası’nda Hatay’da konferans olarak verilen bu metin, DTCF Dekanlığı tarafından yayınlanmış olan –konferansta sunulan metinleri içeren– eserde yayınlanmıştır (1943).
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
455
tı’daki kullanımından farklı olduğunun altını ısrarla çizer.50 Ona göre, laiklik, tüm toplumsal ilişkilerin dinî otoritenin egemenliğinden kurtarılmasıdır.51 Osmanlı modernleşmesinin ve bu geçmişin doğal bir sonucu olarak Mustafa Kemal reformlarının nihaî hedefi, bu bağımsızlaşmayı, başka bir deyişle dinî değerlerin merkezî önemi haiz olduğu geleneksel toplumdan aklın ve bilimin belirleyiciliğindeki modern topluma geçişi sağlamaktır.52 Felsefe ve Toplumbilim Yazıları’nda (İstanbul: Adam Yay., 1985) ve özellikle Atatürk ve Devrimler’de (İstanbul: Adam Yay., 1982) yer alan yazılarının pek çoğunda işlediği konuları bu perspektifle ele almaktadır. Örneğin Felsefe ve Toplumbilim Yazıları içinde yer alan “Uygarlık, Din, İdeoloji Olarak İslamlık”53 başlığını taşıyan yazısında [s. 52-78] Berkes, Kur’ân’ın bir “hukuk sistemi” sunmadığını54 ve daha çok ahlâkî bir nitelik taşıdığını vurgulamaktadır. Berkes’in İslâm’a ilişkin yaptığı bu değerlendirmeler, reformcu hareketler için elverişli bir ortam sunmaya yönelik gibidir. Zira, gerçekte uğruna mücadele edilen değerlerin ilahî bir nitelik taşımadığı, zamanın ve koşulların getirdiği hususlar olduğu kabul edilecek olursa eğer, bunların değiştirilmesi de o derece kolay olacaktır. Berkes, bunun farkındadır. Osmanlı Devleti idarecileri böylesi bir yola girmişlerdir. Yavaş yavaş toplumu gelenekselden moderne doğru değiştirmeye başlamışlardır.55 Mustafa Kemal’in ger50 “Türkiye’deki gelişimin İslâmlık’taki devletle din arasındaki ilişki tarihinin Hıristiyanlık’taki karşıtlığından farklı oluşuna göre anlaşılması gereğinin bulunmasıdır. Batı düşününde bu iki terim, kilise ve devlet arası ikilik, karşıtlık ya da ayrılık sorunlarıyla ilgili olarak kullanılmıştı. Bu kullanış biçimlerinde ‘laicisme’ ya da ‘secularism’ sadece devletin kilise gücünden kurtulması anlamını taşır; fakat onunla birlikte giden geniş sosyolojik süreçler ele alınmaz.” Bkz. “Laikliğin Tarihsel Kaynakları”, Teokrasi ve Laiklik, s. 25. Ayrıca bkz. “Devlet ve Din Konusu Üzerine Bir Konuşma”, Atatürk ve Devrimler, s. 210-224 [bu yazı, 1961 yılında McGill Üniversitesi’nde Hıristiyan ve Müslüman öğrencilerin birlikte düzenledikleri konferansta sunulmuş tebliğin metnidir]. 51 “Devlet’in Kilise’den ayrılması olayı, bir toplumda laikleşme oluşumunun yalnız bir yanıdır. O ölçüde önemli olan ekonomik, toplumsal ve kültürel örgütlerin de din ölçülerinden ayrılması ve bunlarla birlikte giden (örneğin, bilim ve felsefe, sanat ve edebiyat, halkın alışılmış davranışları gibi) alanlardaki dinden ayrılışlar da aynı derecede önemlidir.” Bkz. “Laikliğin Tarihsel Kaynakları”, s. 25. 52 “Reform işi yalnız bir militer düzenlenme değil, din kurulunu bile içine alacak olan bir sivil reform sorunudur.” Bkz. “Laikliğin Tarihsel Kaynakları”, s. 35. 53 Aslı 1959 yılında bir konferansta sunulmuş tebliğ olan bu yazı, Charles E. Moore’un derlediği Philosophy and Culture: East and West (1962) adlı eser içerisinde yer almıştır (s. 448-474). 54 “Kur’ân var olan ümmet kurallarına karşı onların yerini alacak başka bir toplumsal yapı türüne gerekli olan kurallar ileri sürmemekle, var olan siyasal örgütü kabul eder görünür.” Bkz. “Uygarlık, Din, İdeoloji Olarak İslamlık”, s. 60. 55 “Aceleci ya da eleştirici bir diplomata, Mahmut şu yanıtı vermiş: ‘Bir günde her şey değiştirilemez. Çok köklü inançlar ve geleneklerle uğraştığımızı anlamalısınız. Bütün millete yeni bir dil öğretmeye benzer bir işle karşılaşıyoruz.’” Bkz. “Laikliğin Tarihsel Kaynakları”, s. 41.
456
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
çekleştirmeye giriştiği reformlar, işte, Osmanlı’da başlayan bu sürecin doğal bir sonucudur. 1950’li yıllarda üzerinde çalıştığı bir konu da, Ziya Gökalp’in bazı makalelerini biraraya getirdiği bir derleme-eserin hazırlanmasıdır. Middle East Journal dergisinde (Ağustos 1954, c. VIII, sy. 4, s. 375-390) yayınlanan “Ziya Gökalp: His Contribution to Turkish Nationalism” başlıklı makalesi, daha sonra, 1959 yılında yayınlayacağı Turkish Nationalism and Western Civilization: Selected Essays of Ziya Gökalp (Londra ve New York: Allen&Unwin ve Columbia University Press, 1959) başlıklı derlemenin “Mütercimin Girişi” başlıklı bölümü olarak tekrar yayınlanır. İsmail Coşkun, “Niyazi Berkes Üzerine” başlıklı makalesinde, Berkes’in eserlerinin geniş bir listesini yayınlamıştır. Bu listeden anlaşıldığına göre, Berkes’in McGill Üniversitesi’nde yaptırdığı ilk tez bir master tezidir ve “Turkish Language Reform: Step in the Modernisation of Islam in Turkey” başlığını taşır (tez, Carl Max Korterpeter tarafından hazırlanmıştır, Ağustos 1954). Bu listeden anladığımız, 1954 Ağustosunda ilk ürünlerini vermeye başlayan tez yönetme çalışmalarının son ürünü, 1976 yılında tamamlanan “The ‘Young Tunisia’ Movement” isimli çalışmadır. Çalışma bir doktora tezi olup, Stuart Brown tarafından hazırlanmıştır. Listede toplam 13 tez çalışmasının künyesi bulunmaktadır. Tezlerin hepsi, genelde İslâm Dünyasının özelde de Türkiye’nin modernleşme süreçlerini ele alan çalışmalardır.56 Berkes bu dönemde 1958-1959 yıllarında Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde ders verdi. İzinli olarak toplam 16 ay bulunduğu bu bölgede, Hindistan dışında, Pakistan, Japonya, Endonezya ve Tayland’a seyahatler yaptı. Niyazi Berkes, bölgeden, Türkiye’de bulunan ikiz kardeşi Enver Berkes’e yazmış olduğu mektupları 1976 yılında Asya Mektupları: Gezi, İzlenimler, Eleştiriler (İstanbul: Çağdaş Yay.) adıyla yayınlanan kitapta biraraya getirmiştir. 1960 İhtilalinin Getirdiği Ortam, Yön Dergisi ve Niyazi Berkes 1960’lı yıllar, Türkiye için olduğu kadar Niyazi Berkes için de önemli bir dönem olmuştur. Niyazi Berkes’in, önemini ve güncelliğini hâlâ koruyan The Development of Secularism in Turkey ve iki ciltlik Türk İktisat Tarihi başlıklı çalışmaları bu dönemde yayınlanmıştır. Ayrıca, 1961 yılının Aralık ayında yayınlanmaya başlanan Yön dergisinde dönemin gözde tartışma konularına tarihsel ve teorik zemin sağlayıcı nitelikte yazılar kaleme almıştır. 60’lı yılların hemen başında, Türk Tarih Kurumu yayınlarından olan Bel56 İsmail Coşkun, “Niyazi Berkes Üzerine”, s. 60-61.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
457
leten dergisinde “Türk Matbaasının Kurucusunun Dini ve Fikri Kimliği” (Ekim 1962, c. XXVI, sy. 104)57 başlıklı yazısı yayınlanmıştır. Bu olay, Türkiye’den ayrılmasına sebep olan olaylar ve 60’lı yıllarda Türkiye’nin sıcak gündemine duyduğu yakınlık ve üslubundaki ümit ve coşku hatırlandığında anlamlıdır. 60’lı yıllar, 27 Mayıs İhtilali ile başlar. 27 Mayıs askeri darbesi, DP döneminin gerek ekonomik ve gerekse dinî ve kültürel politikalarına duyulan tepkinin doğurduğu, başka bir deyişle, Mustafa Kemal’in temellerini attığı ilkelerin/rejimin korunması adına yapılan bir ihtilaldir. Askeri darbeyi, tek parti döneminde güçlü konuma sahip devletçi aydınların ve bürokratların sempati ile karşıladıkları ve destek verdikleri herkesin malumudur. Dış ve iç politikada ülkenin takip edeceği güzergâhın Milli Şef döneminde, İkinci Dünya Savaşının belirlediği ortamda çizildiği hatırlandığında, görünürdeki kültürel, ekonomik ya da dış politika alanındaki uygulamalardan rahatsızlık duyulduğuna ilişkin iddiaların çok da köklü olmadığı söylenebilir. Daha ziyade, Cumhuriyeti kuran kadroların ve anlayışın bütünüyle tasfiyesini engelleyecek ve aynı anlama gelecek şekilde Kemalist rejimin geleceğini daha bir güvence altına almak üzere harekete geçilmiş gibidir. 1960 ihtilali sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî ve hukukî yapısında gerçekleştirilen —senatonun kurulması, MGK’nın ihdâsı vb.—gündeme gelen bir dizi yeniden yapılanma ile 1950’lerin ortalarından itibaren üniversite sisteminde ve ülkenin sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik durumunu tespit etmeye, çözümlemeye ve planlamaya dönük olarak hızla kurulan —1957’de ODTÜ, 1958’de TODAİE, 30 Eylül 1960’da DPT vb. gibi— çeşitli araştırma kurumlarının ve üniversitelerin inşasına aynı hızla devam edilmesi de bu gerçeğe işaret eder. Aynı zamanda, Soğuk Savaşın en hareketli yıllarının sürdüğü bir dönem olan 1960’lı yıllarda, Türkiye ABD’nin başını çektiği kamptaki varlığını devam ettirmeye kararlıdır. Gelişmeler ve düzenlemeler bunu göstermektedir. Bu yıllar, sözkonusu gelişmelere bir tepki olarak, belki de dengeleyici bir unsur olarak, Türkiye’de sol hareketlerin de hızlı bir gelişim içerisinde oldukları bir dönemdir. Gerek CHP’deki “ortanın solu” tartışmaları ve gerekse çeşitli sol örgütlerin ortaya çıkışları 60’lı yılların göze çarpan özelliklerindendir. Atatürk devrimleriyle amaçlanan çağdaş uygarlık seviyesine yükselmek için ulusal kalkınmayı sağlayacak anlayışın ne olduğu ve –yine bu tartışmalarla doğrudan alakalı olarak– nasıl bir toplum yapısına sahip olduğumuz 57 Bu yazı, “Unitarianizm ve Matbaa” başlığıyla Felsefe ve Toplumbilim Yazıları başlıklı derlemenin içerisinde yer almaktadır (s. 85-103).
458
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
konuları, 1960’lı yıllarda Türk aydın çevrelerinin gündemindeki temel tartışma konuları olmuştur. Aynı tartışma konularının, gelişmekte olan sol hareketler için de, gerçekleştirilmek istenen sosyalist devrim adına nasıl bir yol izlenmesi ve bu çerçevede ülkenin, evrensel toplumsal gelişme skalasının hangi seviyesinde olduğunun tespit edilmesi gerektiğine ilişkin inanç açısından da bir önemi bulunmaktadır.58 Bu tartışma gündemiyle alakalı pek çok eser, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında, gerek Türkçe ve gerekse de yabancı dillerde yayınlanmıştır. İki yüzyılı aşkın bir süre önce başlayan ve devam eden Batılılaşma çabalarının –o an için– başarısız olduğunu varsayan bu tartışmalarda, sözkonusu başarısızlığın nedenleri üzerinde durulmakta ve nasıl bir yol izlenirse başarıya erişilebileceğine ilişkin öneriler getirilmeye çalışılmaktaydı.59 Türkiye’de -Osmanlı’dan tevarüs edilmiş bir biçimde- siyaset yapma tarzına ve Türk aydınlarının özelliklerine ilişkin çarpıcı ipuçları sunan bu tartışma konularının sadece Türkiye’ye özgü bir tartışma gündemi olmadığını gösterir pek çok işaret vardır. 1950’ler ve 1960’lar, sosyal bilimlerde modernleşme ve azgelişmişlik kuramlarının revaçta olduğu yıllardır. Bu dönemde, Batı-dışı toplumların modernleşme/batılılaşma tarihlerine duyulan ilgi dikkat çekici boyutlardadır. İngilizcesi 1962 yılında yayınlanan ve dilimize ancak 1996’da tercüme edilen Şerif Mardin’in The Genesis of Young Ottoman Thought,60 yine aynı yazara ait Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri (1965), Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966) ve Niyazi Berkes’in Türkçeye ancak —bizzat yazarı tarafından serbest bir biçimde tercüme edilerek, bir anlamda yeniden yazılarak— 1973 yılında Türkiye’de Çağdaşlaşma ismiyle kazandırılacak olan The Development of Secularism in Turkey (1964), Roderic H. Davison’ın Reform in the Ottoman Empire, 1856-1876 (Princeton: Princeton University Press, 1963),61 İkinci Dünya Savaşı sonrasında birden Türkiye ile ilgilenme ihtiyacı hisseden Bernard Lewis’in The Emergence of Modern Turkey (Londra ve New York: Oxford University Press, 1961)62 ve Ro58 Muzaffer Sencer, Osmanlı Toplum Yapısı: Devrim Stratejisi Açısından (İstanbul: Ant Yay., 1969) adlı çalışmasında, Türk Solu’nun bölünmesine vardığına inandığı bu tartışma konularını, tartışmanın amaçlarını ve tarafların iddialarını ele almıştır. 59 Bazı çalışmaların isimleri dahi bu değerlendirmeyi doğrular niteliktedir. İki örnekle yetinelim: (1) Mümtaz Turhan, Garblılaşmanın Neresindeyiz?, 5. Baskı, İstanbul: Yağmur Yay., 1972 (1. Baskı: Türkiye Yay., 1959); (2) Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, İstanbul: Yön Yay., 1964. 60 Türkçesi için bkz. Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev. İrfan Erdoğan, İstanbul: İletişim Yay., 1996. 61 Türkçesi için bkz. Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, çev. Osman Akınhay, İstanbul: Papirüs, 1997, II c. 62 Türkçesi için bkz. Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev. Metin Kıratlı, 2. Baskı, Ankara: TTK Yay., 1984.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
459
bert Devereux’un The First Constitutional Period (Baltimore, 1963) isimli eserleri, bu ilginin Türkiye boyutunu göstermektedir. Sözkonusu ilginin sadece Türkiye ile sınırlı kalmadığı da, yukarıda bahsedilen modernleşme kuramlarının yaygınlaştırılması ve dünyanın başka bölgeleriyle hakkında da benzer çalışmaların yapılması [ya da yaptırılması]ndan ile anlaşılmaktadır. Örneğin, Arap dünyasındaki modernleşme ve laikleşme çabalarının incelendiği Albert Hourani’nin Arabic Thought in Liberal Age63 isimli eserinin ilk yayınlanış yılı 1962’dir. Japonya ve Türkiye’nin modernleşme çabalarını mukayeseli bir biçimde ele alan Political Modernization in Japan and Turkey64 başlıklı çalışma 1964 yılında yayınlanmıştır. Sözkonusu çalışmalara daha birçokları eklenebilir. Bu çalışmaların hazırlanmaları için belli bir süre gerektiği de göz önüne alındığında,65 modernleşme, azgelişme, kalkınma teorileri gibi İkinci Dünya Savaşı sonrasında revaçta olan kavram ve kuramlarla belli bir çakışmanın olduğu görülür. Netice itibariyle, bu basit göstergeler, modernleşme tarihimiz konusundaki çalışmaların kaynağı ve nitelikleri hakkında uyarıcı niteliktedir. 1960’lı yılların hareketli fikrî ve siyasi atmosferi, Niyazi Berkes’in Türkiye’ye ilişkin umutlarını artırmış gibidir. Kurtuluş Kayalı da, bu dönemde, Niyazi Berkes’in çalışmalarında göze çarpan coşkulu ve ümitvar üsluba dikkat çekmektedir.66 Bu yıllarda, özellikle Yön dergisinde yayınlanan yazılarında bu umudu ve coşkuyu görmek mümkündür. Adı meşhur Yön Bildirisi’ni imzalayanlar arasında geçmemekle birlikte, Berkes Yön dergisinde yazısı en çok yayınlananlardan bir tanesidir.67 63 Türkçesi için bkz. Çağdaş Arap Düşüncesi, çev. Latif Boyacı ve Hüseyin Yılmaz, İstanbul: İnsan Yay., 1994. 64 Robert E. Ward ve Dankwart A. Rustow, (ed.), Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1964. Eser, “Geleneksel Toplumun Doğası”, “Çevresel ve Yabancı Katkılar”, “Ekonomik ve Siyasal Modernizasyon”, “Eğitim”, “Kitle İletişim”, “Sivil Bürokrasi”, “Ordu” ve “Siyasal Liderlik ve Siyasal Partiler” ana başlıkları altına iki ülkenin durumunu mukayese etmektedir. Kemal H. Karpat, Halil İnalcık ve Arif T. Payaslıoğlu gibi tanınmış Türk akademisyenler de yazılarıyla esere katkıda bulunmuşlardır. 65 Örneğin, Şerif Mardin, bahsi geçen eseri üzerinde 1950’li yıllarda çalışmış ve 1958’de doktora tezi olarak sunmuştur. Niyazi Berkes, ilerleyen sayfalarda ele alacağımız eseri üzerinde Chicago Üniversitesi’nde bulunduğu dönemlerde çalışmaya başlamıştır. 66 Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı bir Entellektüelin Portresi”, Doğu-Batı, Ağustos-Ekim 2000, yıl 3, sy. 12, s. 75 vd. 67 Hikmet Özdemir, Yön hareketi ile ilgili meşhur eserinde, dergide birden fazla yazısı yayınlanan isimleri ve yayınlanan yazılarının sayısını gösterir bir liste yayınlamıştır. Listede, 50’den fazla yazısı yayınlananlar şöyle sıralanmaktadır: Doğan Avcıoğlu (194), İlhan Selçuk (129), Mehmed Kemal (81), Fethi Naci (78), Nimet Arzık (71), Mümtaz Soysal (69), Rauf Mutluay (63) ve Niyazi Berkes (56). Bkz. “Ek-3: Yön’de Birden Fazla Yazısı Çıkanlar, Yazma Sıklıkları ve En Çok İşledikleri Konular”, Hikmet Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi, Ankara: Bilgi Yay., 1986, s. 328-333.
460
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Aralık 1961’de yayın hayatına başlayan Yön dergisi, Cumhuriyet tarihinde Kadro ve Forum dergilerine benzer olarak, sadece periyodik bir yayın olmanın ötesinde ülke siyasetinde ağırlık merkezi olabilmeyi başarmış bir yayın organıdır. Hikmet Özdemir, Yön Hareketi’ni “27 Mayıs’tan sonraki uygulamalarda beklediklerini bulamayan, bir anlamda düş kırıklığına uğrayan aydınların tepkisi”68 olarak değerlendirmekte ve “ideolojik planda yaptıkları iş, bir bakıma Kemalizmin sol bir yorumudur”69 demektedir. Yön çevresi, genellikle Kadroculara benzetilmiş, hatta Kadrocuların devamı sayılmışlardır. Bu sürekliliğin ya da benzerliğin kurulabilmesine imkan veren özellikler de mevcuttur. Örneğin Kadro dergisinin en önemli ismi sayılan Şevket Süreyya Aydemir, Yön’de yazmıştır. 70 Kadro çevresine ve Şevket Süreyya Aydemir’e belli bir yakınlık duyan Niyazi Berkes’in Yön dergisine önemli katkılar vermesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu tartışmaya Hikmet Özdemir şu şekilde yaklaşmaktadır: “Fakat Yöncüleri, 1960’ların Kadrocuları olarak görmek, gerçeği tam olarak yansıtmayacaktır. Aralarındaki en büyük fark; Kadro’nun iktidarın sözcülüğünü, Yön’ün ise iktidarı hedefleyen bir grubun sözcülüğünü yapmasıdır. Bu da; birincilerin, Marksizmi, geliştirmek istedikleri Kemalizm için; ikincilerin de, Kemalizm’i yorumlamak istedikleri Marksizm için kullanmalarına yol açmıştır. Bir başka önemli fark da, Kadroculuğun bir hareket olmayıp, olsa olsa bir girişim olması, Yöncülüğün gerçek anlamda bir hareket olmasıdır.”71 “Kemalizmin sol bir yorumu” olarak Yön çevresi, ülke sorunlarını çözmek için hızlı bir ulusal kalkınmanın sağlanması gerektiğine, bunun sağlanmasının da “zinde” güçlerin yardımıyla olabileceğine inanmaktadır. Devletçi ve Kemalist çizgideki bir milliyetçi ideolojiye bağlıdırlar. Batıcı, fakat anti-emperyalist oldukları iddiasındadırlar. Yön dergisine rengini veren ve en çok yazanlar sıralamasında ilk sıralarda yer alan isimlerin, mesela Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk vs. ve daha sonra, Yön dergisinin kapatılarak onun devamı niteliğindeki Devrim dergisini çıkaran kadroların, Türk siyasetinde bugünkü duruşlarına ve dile getirdikleri anlayışlarına bakıldığında, Yön çevresinin ideolojik yapısına ilişkin daha somut bir kanaate varılabilir.72 Kadro dergisine ve 68 Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, s. 272. 69 Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, s. 273. 70 Şevket Süreyya Aydemir’in Yön’de toplam 41 yazısı yer almıştır. Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, s. 329. Aydemir’in Yön dergisi ve çevresi ile ilişkileri konusunda ayrıca bkz. İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Öyküsü: Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 2003), s. 464 vd. 71 Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, s. 274-275. 72 Unutulan Yıllar’ı yayına hazırlayan Ruşen Sezer’in, esere yazdığı önsözde, DP dönemindeki “gerici” olarak değerlendirilen gelişmelerden duydukları rahatsızlığı belirtirken, Berkes’in Zahide Gökberk’e yazdığı 24 Temmuz 1966 tarihli bir mektuptan yaptığı kısa bir alıntıdaki şu cümleler; hem Berkes’in zihniyetini ve hem de Yön çevresi- 2
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
461
çevresine de olumlu yaklaştığını bildiğimiz Niyazi Berkes, Türkiye’ye ilişkin yaklaşımları Yön çevresinin yaklaşımlarıyla büyük oranda örtüştüğü için olsa gerek, yazılarıyla bu çaba içerisinde yer almış, hatta Yön çevresinin ve özellikle liderinin yaklaşımlarına en önemli teorik ve tarihsel katkıyı yapan kişi olmuştur.73 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli eserinde daha derli toplu ve daha akademik bir üslupla ifade ettiği fikirlerini daha siyasal, aktüel ve popüler bir tarzda Yön’de kaleme alarak, bir anlamda bu çabanın tarihsel ve teorik yönünü sağlamaya çalışmıştır. Berkes’in Unutulan Yıllar’da anlattığı bir olay da, onun bu çabaya nasıl bir ruh haliyle giriştiğine ilişkin bir ipucu verebilir sanıyorum.74 ne duyduğu yakınlığın nedenlerini ve boyutlarını gözler önüne serer niteliktedir: “Memlekette maşallah çok terakkiler var. Her geçen gün gazeteler geldikçe parmak ısırıyoruz. Hani bir İlhan Selçuk da olmasa, çok iyi çok rahat olacak. Herkes memnun olduktan sonra her şeye Nurcular hakim olsalar ne olur, hakları değil mi? Bence her şeyi onların istediği şekle bırakmalı. Şu Halk Partisi’ni de dağıtmalı. Muvaffak olurlarsa ne âlâ; olmazlarsa halk o zaman bizim şimdi söyleyip de inanmadıklarına inanacak.” Bkz. Ruşen Sezer, “Önsöz”, Unutulan Yıllar içinde, s. 10. 73 “Hatta Doğan Avcıoğlu’nu belki de Berkes’e yaklaştıran, daha doğrusu onun düşüncelerinin etkisi altına sokan esas metin 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz? kitabında devletçiliğe yönelik olarak yazdıklarıdır. Devletçiliğe ilişkin metinler Doğan Avcıoğlu’nun yaklaşımlarını derinleştirmiş görünmektedir (…) Doğan Avcıoğlu’nun Berkes’in de belirttiği gibi yazılarına amacını aşan başlıklar ve ara başlıklar koyması bir gerçekliği ifade etmektedir. Bu durum Doğan Avcıoğlu’nu bir daha hiç ayrılmamak ve zaman içinde derinleşmek üzere tarihe yöneltmiştir. Niyazi Berkes’in 1960’lı yıllarda Türk entelektüel hayatı üzerindeki etkileri muhtemelen Doğan Avcıoğlu kanalıyla olmuştur. Böylesi bir iddiayı sadece Niyazi Berkes’in makalelerinin Yön’de yayınlanmasından hareketle düşünmemek gerekmektedir. Ondan öte düşünceleri üzerindeki Niyazi Berkes etkisi açımlanmalıdır.” Bkz. Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı Bir Entellektüelin Portresi”, s. 83. 74 “[Necip Ali] Ansızın Nazım Hikmet’ten söz açtı. İddiasına göre, Parti kendisini onu hapishanede ziyaret ederek kazanmaya memur etmiş (...) ‘Azizim’ dedi, ‘Konuştum, konuştum, diller döktüm. Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne pahasına olursa olsun kazanmalıydık (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir şair kazanırdık, hem de komünistliğini yok ederdik.’ (yine azıcık daha durdu.) ‘Azizim, bana mısın demedi. Kaya gibi adam. Hiçbir menfaat karşısında eğilmeyecek bir adam. Niyazi, bizde öyle adam yok. Şu Behçet Kemal gibi soytarılarla iş mi olur?’ dedi. (...) ‘Haydi, Niyaziciğim Allahaısmarladık’ deyip bir adım atmak üzereyken durdu, yüzüme baktı, ne denli etkilendiğimi mi süzüyordu, bilmiyorum. O etli başparmağını göğsüme doğru uzattı. ‘Bizim ideoloğumuz bir gün sen olacaksın’ diyerek yürüdü. İçime bir ürperme gelmişti. İstiklal Mahkemesi savcısı beni bilmediğim, anlamadığım, sevmeyeceğim bir ağın içine mi çekiyordu? düşünceleri içinde kitaplığa döndüm. Ne var ki bu ideologluk teklifi türünden diğer bir teklifi Nafi Atuf gibi güvendiğim biri de yapınca iyice şaşaladım. O da aynen Behçet Kemal gibi ‘türediler’le devrim ideolojisi geliştirilemeyeceğini anlatmaya başladı. Ortada fikir yok. Laf deryası içinde boğuluyoruz diye dert döktükten sonra, ‘Günün birinde sen Kemalizm’in ideoloğu olsan ne olur? Ciddi ve namuslu kişilere o kadar ihtiyacımız var’ diye dert döktüğü zaman ötekinde olduğu denli içim ürkmedi (...)” Bkz. Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, s. 82-83.
462
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Berkes’in Yön dergisinde yayınlanan yazıları daha çok Türkiye’nin Batılılaşma tecrübesi, süreci, Mustafa Kemal reformlarının nasıl anlaşılması gerektiği ve Türk aydınının halkla ilişkileri gibi konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Yön’de yayınlanan makalelerinin bir kısmı daha sonra Yön Yayınları’nın ilk kitabı olarak 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz? ismiyle yayınlanmıştır.75 Yine bu dergide yayınlanmış yazılarının diğer bir kısmı da, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler (İstanbul: Yön Yay., 1965) adı altında kitaplaştırılmıştır. Berkes’in sonraki yıllarda yayınlanan Türk Düşününde Batı Sorunu (Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975) başlıklı kitabı; 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz? ve Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler adlı kitaplarının bizzat yazar tarafından gözden geçirilmiş, birleştirilmiş ve bazı yazıları yeniden düzenlenerek yayınlanmış halidir.76 Berkes’in yine bu yıllarda Yön dergisinde yayınlanmış ekümenikliği konu alan yazıları, Patrikhane ve Ekümeniklik (İstanbul: Kaynak Yay., 2002) adıyla kitaplaştırılmıştır. Türk Modernleşmesine İlişkin Bütünlüklü Bir Yorum Denemesi: The Development of Secularism in Turkey 1964 yılında, Berkes’in tüm düşünce birikimini içeren ve yansıtan eseri, The Development of Secularism in Turkey (Montreal: McGill University Press) yayınlandı. Eser, bizzat yazarı tarafından, serbest bir tarzda tercüme edilerek ve belli ölçüde yeniden yazılarak, Cumhuriyet’in 50. yılında Türkçede Türkiye’de Çağdaşlaşma adıyla yayınlandı (Ankara: Bilgi Yay., 1973). Eserin Türkçesindeki özensizlik, zorlama kelime ve cümle yapılarına sıklıkla yer verilmiş olması ilk elde göze batmaktadır. Berkes’in Türkçesindeki –diğer eserlerinde de karşımıza çıkan– bu özellik, onun yazılarını anlamayı yer yer zorlaştırmaktadır. Özetle, Osmanlı Devleti’nde Lale Devri ile başlayan ve Mustafa Kemal reformlarına temel sağlayan Batılılaşma çabalarını, tarihsel bir bütünlük içerisinde ülke içi dengeler ve uluslararası konjonktür bağlamında bir yorumlama girişimi olan Türkiye’de Çağdaşlaşma, 1930’lara kadar geriye götürülebilecek bir hazırlığın ürünü oluşu nedeniyle, eserde dile getirilen görüşlerin benzerleriyle mukayese edildiğinde önemini ve orijinalitesini ortaya koymaktadır. Berkes’in konu üzerinde çalışmaya başlaması ve yayın75 Kitapta basım yeri ve basım yılı hakkında bir bilgi mevcut değil. Ancak, Donald P. Little’ın daha önce zikredilen derlemesinde yer alan bibliyografyada, kitabın künyesine ilişkin olarak “İstanbul: Yön Yayınları, 1964; ikinci baskı, 1965” bilgisi yer almaktadır. 76 Örneğin, İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz?’da yer alan “Bölüm III. Meşruti İstibdat Rejimi Altında Türkiye” (s. 26-36) başlıklı yazı, Türk Düşününde Batı Sorunu’nda yer almaz. Bunun yanı sıra, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler’de yer alan “Halkçılık Tepkisi”, “Türkçülük Tepkisi”, “Devrimcilik Tepkisi” başlıklı yazılar, Türk Düşününde Batı Sorunu içerisinde “Batı Sorununa Karşı Tepkiler” başlığı altında birlikte yayınlanmıştır.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
463
laması arasındaki zaman diliminde, çeşitli vesilelerle makale ya da tebliğler şeklinde kamuoyu ile paylaştığı düşünceler ile kitapta dile getirildiği düşünceler arasında herhangi bir farklılığın olmayışı dikkat çekicidir.77 Berkes’in 60’lı yıllarda Yön dergisinde çıkan yazıları ve bunların kitaplaşmış halleri, Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli eserinde dile getirilen görüşlerle -aradaki üslup farkı hariç- aynıdır ve Berkes’in, büyük ölçüde 1930’lu ve 1940’lı yıllarda oluşmuş olan ideolojik duruşunu yansıtır. Önceki sayfalarda belirtildiği üzere, Berkes, çağdaşlaşma kavramını “laikleşme/sekülerleşme” anlamında kullanmaktadır. Tekrar edecek olursak; Batı dünyasındaki hakim laiklik kavramının Türkiye koşullarına birebir uygulanmasının yanlış olduğunu düşünür. Zira, ona göre, Osmanlı Devleti’nde ve Türkiye’de olan, devlet ve din kurumlarının basitçe birbirinden ayrılması değildir. Sorun bu kadar basit değildir. Sözkonusu olan, topluma rengini veren kutsal otorite kaynaklı tüm değerlerden toplumun arındırılmasıdır. Bu, çok köklü ve çok zor bir süreci ifade eder.78 Türkiye’nin modernleşme tarihini de, kutsal bir otoriteden kaynaklanan geleneksel değerlerin hakim olduğu bir toplum yapısından modern/laik değerlerin hakim olduğu bir toplum yapısına geçiş süreci olarak görmektedir. Bu süreç, Lale Devri ile başlamış bir süreçtir ve Mustafa Kemal’in reformları da bu sürecin doğal bir sonucudur. Kemalist reformlar, hem bu reform hareketlerinin doğal bir ürünü, hem de bu sürece nihaî noktayı koymak amacıyla girişilmiş reformlardır. Ancak Berkes, Mustafa Kemal’in vefatından sonraki süreçte ve özellikle DP iktidarı döneminde bu hedeflerden sapıldığına inanmaktadır.79 Berkes, Mustafa Kemal dönemi Batılılaşması ile DP dönemi Batılılaş77 Kurtuluş Kayalı da benzer bir görüşü paylaşmaktadır: “Çoğu başka entelektüelin değişik dönemlerde yazdıklarını okumak, değişik entelektüellerin metinlerini okumak gibi bir duygu oluşturur. Fakat Berkes’in kırk yıl aralıklarla yazdıklarını okumak aynı kişiyle yüz yüze olunduğu izlenimini uyandırır. Çünkü benzeri düşüncelerin ifade edildiği rahatlıkla anlaşılabilir. Aradaki tek fark Türkiye’nin o zamanki durumu konusundaki iyimserlik ya da kötümserliktir. Düşünceler değişmese bile duygular değişmektedir... İşte Niyazi Berkes bu süreklilik ve ısrardır. Aynı zamanda iyimserlikten kötümserliğe sürüklenen bir ruh halidir. Niyazi Berkes’i yazar ve birey olarak anlamanın anahtarı budur.” Bkz. “Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı Bir Entellektüelin Portresi”, s. 76. 78 Türkiye’de Çağdaşlaşma’yı, önceki sayfalarda kısaca ele aldığımız Felsefe ve Toplumbilim Yazıları, Teokrasi ve Laiklik ve Atatürk ve Devrimler başlıklı derlemeleri ile birlikte okumak, Berkes’in çağdaşlaşma sürecini nasıl ele aldığı konusunda aydınlatıcı olacaktır. 79 “Türkiye’nin bugün karşılaştığı sorunlar, Birinci Cihan Savaşından sonra kesin olarak gerçekleştirmeyi göze aldığı toplum ve uygarlık devriminin tamamlanmadan kalması yüzünden, İkinci Cihan Savaşı sonrasında gelişen gerici güçlerin yarattığı sonuçlardır.” Bkz. Niyazi Berkes, “Önsöz”, Türk Düşününde Batı Sorunu, s. 7. “Batılılaşma çığırı bir süre bağımsızlık milliyetçiliğinin koruyucu etkisi ile şuurlu ve seçmeli bir yolda devam etti. Fakat daha İkinci Cihan Savaşı başlamadan bu çığırı açan görüşü statikleştiren zorlamalar başladı. Devrimler bitti dendi.” Bkz. Niyazi Berkes, “Giriş”, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, s. 4.
464
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
ması arasında önemli bir farklılığın olduğunu düşünmektedir. Bu fark, Batı’ya denk bir güç olarak “çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak” ile “Batı uygarlığının bir uydusu olmak” arasındaki farktır.80 Türkiye’de Çağdaşlaşma; “İlk Adımlar”, “Mutlakiyetten Meşrutiyete” ve “Cumhuriyet” başlıklarını taşıyan üç ana kesimden oluşmaktadır. “İlk Adımlar” başlığı altında, Berkes, çağdaşlaşma kavramı ve Osmanlı devlet ve toplumunun özelliklerine ilişkin değerlendirmelerde bulunduktan sonra, Lale Devri, İbrahim Müteferrika ve Osmanlı matbaacılığı, Nizam-ı Cedit uygulamaları ve sonrasında ortaya çıkan üç deney (Şer-i Hüccet, Sened-i İttifak ve Halifelik) hakkında zengin ve derinliği olan değerlendirmeler sunar. “Mutlakiyetten Meşrutiyete” başlıklı İkinci Kesimde ise, II. Mahmut’un aydın mutlakiyetçi devlet modeli, Tanzimat ve Islahat Fermanları, Yeni Osmanlı Hareketi, Kanun-i Esasî, II. Abdülhamit, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet devri ele alınmıştır. Üçüncü Kesim ise, bütünüyle Cumhuriyet devrine ayrılmıştır. Bu noktada kısaca belirtilmesi gereken husus, ilk iki kesimin, –Berkes’in, “tarihle kurulacak bilinçli ve objektif bir bağın Cumhuriyet devrimlerini korumanın bir yolu olduğu” şeklindeki düşüncesini yansıtır tarzda– bu üçüncü kesimin daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için incelenmiş olduğudur. Türkiye’de Çağdaşlaşma’nın değeri ve önemi, Şerif Mardin’in, Bernard Lewis’in ve başkalarının aynı dönemi konu edinen kitaplarıyla mukayese edildiğinde daha net ortaya çıkacaktır. Böylesi bir mukayese yapan Kurtuluş Kayalı’ya göre, “Berkes’in kitabının, özgünlüğü toplumsal yapı ve kültür alanında odaklaştırması anlamında Bernard Lewis’in kitabından belirgin farklılıklar taşıdığı anlaşılmaktadır”.81 Ayrıntılara yönelmeleri ve soyut bir bağlamda değerlendirilebilir özellikleri nedeniyle Mardin’in ve Lewis’in eserleri, Berkes’in metninden farklılaşırlar. Berkes’in metni, benzer süreçlere ilişkin kaleme alınmış diğer eserlere kıyasla, “bütünlüklü bir yorum” sunmaktadır. Ancak, nedendir bilinmez, Berkes’in eseri, ötekilere nazaran daha bir kenarda kalmıştır. 80 “Her yerde gizli ve karışık işleri perdelemeye yarayan kızıl histerisinin gerdiği duman perdesi altında Türkiye’yi daha soğuk savaş başlamadan savaş sonrasının ilk örnek peyk namzedi haline getirdi... Bir yandan Atatürk çığırını dejenere eden Halk Partisi bu hareketi ile Türk siyasi tarihine kendini gömerken çıkarcı sınıf Menderes rejimi şeklinde Türk toplumunun üstüne çullandı. Bu süre ve bu rejim ulusal kurtuluş savaşı ile dış kuvvetlerden kazanılanları birer birer geri verdi; yapılanları birer birer yıktı. Kurtuluş Savaşının bütün değerleri tersine çevrildi. Dünyanın bir çok ulusları bağımsızlığa kavuşurken, bağımsızlığını çoktan kazanan Türkiye ekonomi, maliye, endüstri, siyaset, fikir ve kültür alanlarında tâbi’, bağımlı bir memleket haline getirildi.” Bkz. Niyazi Berkes, “Giriş”, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, s. 5. 81 Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı Bir Entellektüelin Portresi”, s. 80.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
465
Türkiye’de Çağdaşlaşma, Osmanlı Batılılaşma tarihini alışılmış ilerici–gerici ikileminin ötesinde değerlendiren bir düşüncenin ürünüdür. Genel olarak, II. Abdülhamit dönemine kadar, aynı tecrübeyi ele alan diğer eserlere kıyasla, objektif olma gayreti ön plandadır. Berkes, bir şekilde bu süreçte ortaya çıkan meselelerin, mevcut değerlendirmelerden farklı boyutlarının da bulunabileceğini göstermeye çalışır. Osmanlı matbaacılığına ilişkin değerlendirmeleri bu söylediğimiz husus için güzel bir örnektir. Matbaanın Osmanlı Devleti’ne geç girişini tümüyle dinî bir taassupla açıklayan görüşler karşısında, bugün için yetersiz görülse bile, konunun dinî bir gerekçeden öte siyasal ve sosyal boyutları olan bir mesele olduğu şeklindeki düşünceleri çok daha geçerli ve insaflı yaklaşımlardır. II. Mahmut dönemi uygulamalarını analizi de, Türk modernleşmesini anlamak açısından önemli ipuçları sunmaktadır. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma’da, devlet ve toplum olarak 200 yılı aşkın bir tarihe sahip modernleşme çabalarımıza, ülke içinde sert ve acımasız bir iktidar mücadelesinin eşlik ettiğinin de bilincinde olarak, kimlerin ilerici, kimlerin gerici olduğunu tespit etme yanlışına düşmez. Başka bir deyişle, Cumhuriyet aydınlarında sıklıkla karşımıza çıkan, “Osmanlı’ya ilişkin ne varsa kötüdür” şeklindeki kaba yaklaşımın yansımaları Niyazi Berkes’te karşımıza pek çıkmaz. Onun eserinde, geçmişe ilişkin kör bir karalama çabasıyla karşılaşmayız. Sonraki satırlarda değerlendireceğimiz gibi, bu tarz bir davranış, onun amacına hiç mi hiç uygun değildir. Ancak II. Abdülhamit dönemi ve sonrasına ilişkin olarak, yaklaşımlarında bir farklılaşmanın olduğu ve artık gelişmeleri bir “taraf” olarak değerlendirdiği belirtilmelidir. Özellikle de, Ulusal Kurtuluş Savaşı süreci ve sonrasına ilişkin olarak… Artık bu dönemde meydana gelen gelişmelere ilişkin değerlendirmelerinde Nutuk’un belirleyiciliği çok açıktır. Niyazi Berkes, Cumhuriyeti bir kopuş olarak değerlendirmektedir; ancak bu, geçmişi hiç önemsemediği anlamına gelmez. Başlı başına Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı, önemsediği bu geçmişin bir hikayesidir. Asıl anlatmak istediği hikaye, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti hakkındadır. Bu Cumhuriyeti kavramak için de, defalarca denendiğine ve artık “bir çıkmaz daireler tekrarlanması” halini aldığına inandığı “Osmanlı geleneği doğrultusundaki alternatif”82 denemelerini incelemiştir. Şöyle diyor: “Despotik Asya İmparatorluğunun yıkıntılarından çağdaş dünyanın doğrultusuna uygun olabilecek yeni bir ulus biriminde bir rejim kurulması, şimdiye kadar gördüğümüz aşamalardaki alternatiflerin hepsinden nitelikçe ayrı bir yolu açma olanaklarına bağlı bir işti. Onun için, Cumhuriyet rejiminin kurulmasıyla sonuçlanan siyasal çabaların niteliğini kavramak, her şeyden önce, 82 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (İstanbul: Doğu-Batı Yay., 1978), s. 487.
466
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
yepyeni bir işe, öteki deneylerin tümünden ayrı bir deneye girişildiğini anlamak ödevini bizden bekler.”83 Meselenin bir de, daha güncel olan bir boyutu vardır. 1960’lı yılların atmosferinde, bir anlamda, Kemalist ilkelerin yeniden kurulması ümidi belirmişken, “bu ilkelerin gerçekte neyi hedeflediğinin bilinmesi gerektiğine”84 inanan ve bunu bir görev olarak addeden Niyazi Berkes’in Türk modernleşmesi konusundaki tüm yazılarının amacını, bir başka eserindeki şu cümlelerinde bulabiliriz: “[Türkiye’nin bugün karşılaştığı] bu sorunların niteliğini kavramak için bu devrimin geçmişini, onu durduran güçlerin neler olduğunu anlamak gerekir. Bu devrimin niteliğinin anlaşılması için de, onu hazırlayan tarihi akışı gözden geçirmeliyiz. Konuya tarihsel bir açıdan girişmekle gidişin ne olduğunu, bu gidişi köstekleyen engellerin neler olduğunu, bu engelleri kaldırmak yolunda geçmişte yapılan çabaları, bunların nasıl az çok farklarla tekrarlanıp durduğunu görebileceğiz... Bunun için bu yazıların amacı, Türk evriminin tam bir tarihini yazmak değil, bu gelişimin ana sorunlarını yakalamak, bunların çözümlenmesi için yapılan girişimleri etkisizleştiren koşulları tanımlamaktır.”85 Niyazi Berkes’e göre, Cumhuriyet, “din devleti” görüşüne karşı “ulus devleti” görüşünün zafer kazandığı bir dönemdir. Bu zaferle, çağdaşlaşma yolunda, belli bir doğrultuda birbiri arkasına gelecek bir dizi reformun kapısı açılmış oluyordu. Bunların başlıcaları hukuk, eğitim, yazı, dil ve genel olarak yaşam ve kültür alanındaki değişmeler olmuştur. Bunlar yeni perspektif içinde Cumhuriyet Devrimleri olarak tanımlanırlar, çünkü hala karşıt olanlar bulunduğu halde koşullar bu değişikliklere girişilmesini adeta kendiliğinden zorlamış ve bir önderin kılavuzluğunun rotasını izlemiştir. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma’da, bu rotanın belirlenmesinin ne denli güçlükler içinden geçtiğini göstermeye çalıştığı iddiasındadır. Mustafa Kemal’in Berkes için taşıdığı önem de, çağdaşlaşma sürecinin ilk kez bulduğuna inandığı “tutarlı ve tuttuğunu koparan bir önder” oluşundan kaynaklanmaktadır.86 Berkes, Cumhuriyet dönemini öncekilerden ayıran en önemli özelliğin, geleneksel İslam–Osmanlı temeli yerine onun karşıtı olarak “ulus egemen83 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 487-488. 84 Berkes, “Batı Düşününde ve Türkiye Tarihinde Aydınlanma Kavramı” [Felsefe ve Toplumbilim Yazıları içinde, s. 247-258] başlıklı yazısında, “devletin kucağında büyüyen” Osmanlı ve Türk aydınının halktan kopuk oluşundan, toplumsal yapımız ve çağdaşlık gibi konulardaki cehaletinden şikayet etmektedir. Bu anlamda, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Berkes’in “cahil olanın halk değil, aydın sınıfı olduğu” gerçeğini ortaya koyma ve aydın sınıfına çağdaşlaşma doğrultusundaki sorumluluklarını hatırlatma girişimi olarak da okunabilir. 85 Niyazi Berkes, “Önsöz”, Türk Düşününde Batı Sorunu, s. 7. 86 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 511.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
467
liği”ne ve “bağımsızlık ilkesi”ne dayanması olduğunu belirtmektedir. Cumhuriyet öncesi dönemde gerçekleşen ve “adeta zincirlemesine ve zorunlu imiş gibi birbiri arkasına ortaya çıktığını, belirli bir mantığı olduğunu” düşündüğü değişimlerin hedefinin “Türk toplumunu çağdaş Batı uygarlığı yörüngesine sokma amacında toplan”dığı kanaatindedir. Ona göre, bu safha gerçekleştikten sonra en temel ilke gelenekçilik değil, devrimcilik olmaktadır. Başka bir deyişle, artık bu noktada, Batılılaşmak bir amaç değil, bir başlangıç noktası haline dönüşmüştür. Atatürk’ün sağlığında toplanan ilkeler arasında “Batılılaşmak” gibi bir ilkenin bulunmayışını da bu temel tespitine dayandırır.87 Berkes’e göre, Türk toplumunu çağdaş uygarlık yörüngesine oturtma girişiminin iki yanı vardır: Birincisi, gelenekçilik tutumunu yok etmek; buna bağlı olarak da ikincisi, onların yerine bu yönelime uygun kuralları, örgütleri yerleştirmek. Berkes, “yeni yöneliş” olarak değerlendirdiği Cumhuriyet dönemindeki devrimlerin hepsinin geçmiş dönemlerde gündeme gelmiş ve tartışılmış meseleler olduğunu düşünmektedir. Ona göre, geçmiş dönemde uzun uzadıya tartışılan bu meselelerin neden halledilememiş oldukları üzerinde soğukkanlılıkla durmak, yeni dönemde, başarılı bir reform için zorunludur. Yeni dönemde, özellikle saltanat-hilafet sisteminin kaldırılmasından sonra öteki meselelerin çözüm yollarının kendiliğinden açıldığına inanır. Berkes’e göre, Cumhuriyet dönemi devrimlerinin özelliği; II. Mahmut zamanından itibaren başlayan eğrilmelerin, çarpılmaların, ikiye üçe bölünmelerin çağdaş uygarlık düzeyine uygun olacak yolda bütünleştirilmesi, tutarlılık kazandırılmasıdır. “Cumhuriyet” başlığını taşıyan Üçüncü Kesimde üzerinde genişçe durduğu bir diğer temel konu da, din meselesidir. Berkes, Cumhuriyet Türkiyesinde dinin yerinin ne olacağı konusunda şöyle düşünmektedir: Laiklik konusu da, diğer konular gibi, Cumhuriyet öncesi dönemde de tartışılmış bir konudur. Cumhuriyet döneminde, meseleye kazandırılan yeni boyut, problemin ortaya konuş biçimi ve buna bağlı olarak da verilen cevabın, dolayısıyla da kurulan siyasal yapının farklılığıdır. Berkes, geçmiş dönemde aynı konuya ilişkin olarak, “Bir İslam devleti olarak bir siyasal toplumda ulus egemenliğinin kaynağı nedir?” sorusunun sorulduğunu, verilen cevaba bağlı olarak da ortaya Abdülhamit rejiminin çıktığını belirtir. Cumhuriyet döneminde ise, aynı problem, “Demokratik bir rejimde İslam inancının yeri ne olabilir?” sorusu etrafında ele alınmıştır.88 “Din devleti teokrasisine dönük her dinsel sanılan eylem bunda siyasal rejime karşı çevrilmiş bir si87 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 512. 88 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 532.
468
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
yasal eylem olur. Bundan ötürü, layiklik adına dinin özgürlüğü tezini yürüten akımların çoğu dinsel olmaktan çıkıp siyasal bir nitelik alır. Tarikatçılık biçiminde gözükenler de bunun sadece bir ‘yeraltı’ türüdür… Şu halde teokrasiyle uzlaşamaz bir siyasal rejim gerçekleşmişse ve bu rejim, aşamalarını gördüğümüz tarihsel sürecin itişleriyle kendini hukuktan günlük alışkanlıklara kadar genişletme yoluna girmişse, ‘Bir demokratik ilke olarak otonom din özgürlüğü gereklidir’ tezi bütün anlamını yitirir. Çağdaş toplumun siyasal egemenliği ilkesi demokratik rejimin başka ilkelerinden dolaylı olarak çıkarılan bir ilke değil, başlangıç noktası olan bir ilkedir. Onun kendi niteliğinde yatan din görüşünün anayasadan günlük yaşam koşullarına kadar bir görüşün uygulanması zorunlu olur”89 cümleleriyle konuya ilişkin düşüncelerini ortaya koyan Berkes, yasakçı ve zorlayıcı bir yaklaşıma kapı aralamaktadır. “Din sorunu”nu, “bütün toplumsal varlığı ilgilendiren bir sorun” olarak değerlendiren Berkes’in bu yaklaşımı, ister istemez, çağdaş uygar uluslar ailesine katılma hedefi adına, kendi toplumunu “çağdaş uygarlığın gereklerine” uydurmak şeklindeki bir zorlamacılığı beraberinde getirmektedir.90 Günümüz Türkiye’sinde karşımıza çıkan, “yasakçı ve tepeden inmeci” olarak nitelenen ve eleştirilen zihniyetin temelinde yatan düşünce de bu değil midir? Türkiye’nin Toplumsal Yapısına İlişkin Tartışmalar ve Türkiye İktisat Tarihi 1960’lı yılların sonunda, Niyazi Berkes dönemin gözde tartışma konularından bir tanesi olan Osmanlı toplum yapısının ne olduğu konusu bağlamında kaleme aldığı Türkiye İktisat Tarihi başlıklı iki ciltlik eserinin ilk cildini yayınlar (1969). Eser, Gerçek Yayınları’nın Fethi Naci editörlüğünde ya89 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 532-533. 90 İsviçre Medeni Kanunundan uyarlanarak kabul edilen Türk Medeni Kanunu için dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat’ın yazmış olduğu ve bizzat Berkes tarafından “önemli bir devrim belgesi” olarak değerlendirilen “gerekçe raporu”nun son satırları, Berkes’in geleneksel ve dinî değerlere bakış açısına da sinmiştir. O raporda Mahmut Esat şunları söylemektedir: “Çağdaş uygarlık ailesine mensup ulusların ihtiyaçları arasında temelli farklar yoktur. Süreli toplumsal ve ekonomik ilişkiler insanlığın büyük bir uygarlık yığınını, bir aile haline getirmiştir. Türk ulusunun çağdaş uygarlığı, onun yaşayan ilkelerini olduğu gibi kabul etme kararını verdiğini unutmamak gerekir. Çağdaş uygarlıkta Türk toplumuna uymayan yanlar varsa bu, Türk ulusunun uygarlığa kendini uydurma yeteneğinden yoksunluğunu göstermez; onu anormal bir şekilde saran ortaçağ kurumlarının, din kurallarının örgütlerinden ileri geldiğini gösterir. Çağdaş uygarlığa katılma, onu benimseme yolunda kesin kararla yürüyen Türk ulusu çağdaş uygarlığı kendine uydurma değil, her ne pahasına olursa olsun o uygarlığın gereklerine kendini uydurma zorunluluğundadır…” Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 521-522.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
469
yınladığı “100 Soruda” dizisinde yayınlanır. Eserin ikinci cildi de 1973 yılında yayınlanır.91 Şevket Pamuk, her şeyden önce bir sosyolog ve düşünce tarihçisi olarak bilinen Berkes’in Türkiye İktisat Tarihi başlıklı iki ciltlik çalışmasının ilgi görmesinin nedenlerini, “[sol düşüncenin güçlendiği 60’lı yıllarda] Türkiye’nin azgelişmişliğinin nedenleri ve buna bağlı olarak da azgelişmişliğin nasıl aşılabileceği gündeme gelmişti. Üçüncü Dünya’daki pek çok ülkeden farklı olarak, Türkiye’nin tarihinde üç kıtaya yayılmış güçlü bir imparatorluğun bulunması bu noktaya nasıl gelindiği sorusunu sorduruyor, yanıtın tarihte ve özellikle de toplumsal ve iktisadî tarihte aranmasına yol açıyordu (...) Feodalizm-Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmaları da aynı bağlamda gelişmekteydi. Azgelişmişliğin kökenleri Osmanlı toplumsal ve iktisadî yapılarında mı yoksa bir dış darbede mi aranacak? Azgelişmişliği aşmak için hangi toplumsal kesimlerle ittifaklar aranacak? Toplumsal ve iktisadî tarih yalnızca tarihçileri ya da toplum bilimcileri değil, örneğin edebiyatçıları da aynı ölçüde ilgilendirmekteydi. 1960’lı yıllarda yazılan romanlar bile sanki her şeyden önce bu tarihsel ve toplumsal sorulara yanıt aramaktaydılar!”92 şeklinde açıklamaktadır. Aynı dönemde yayınlanan Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni (Ankara: Bilgi Yay., 1968), İsmail Cem’in Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi (İstanbul: Cem Yay., 1970), Chesnaux, Varga, Lichteim, Godelier, Suret-Canale, Parain, Bibicou, Melekechvili ve Banu’nun ATÜT hakkındaki yazılarını içeren Asya Tipi Üretim Tarzı, (çev. İrvem Keskinoğlu, İstanbul: Ant Yay., 1970), Maurice Godelier’in Asya–Tipi Üretim Tarzı (çev. Attila Tokatlı, İstanbul: Sosyal Yay., 1966) ve Sencer Divitçioğlu’nun Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az-gelişmiş Ülkeler (İstanbul: Elif Yay., [1966]) ve Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu (İstanbul: İ.Ü. İktisat Fak. Yay., 1967) başlıklı çalışmaları ve diğer yazarların Osmanlı toplumunun ATÜT mü, feodal toplum mu olduğuna ilişkin tartışmaları,93 Yön dergisi çerçevesinde geliştirilmeye çalışılan 91 Türkiye İktisat Tarihi’nin birinci cildinin arka sayfalarında, ““100 Soruda” Dizisi İçin Hazırlanmakta Olan Kitaplardan Bazıları” başlıklı listede, Niyazi Berkes’in 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı adlı bir çalışmasının hazırlanmakta olduğu ilan edilmiştir. Ancak anlaşılan bu proje sonraki yıllarda, bilemediğimiz sebeplerle, gerçekleşme imkânı bulamadı. Zira Berkes’in bu isimle bir çalışması bulunmamaktadır ve Gerçek Yayınları’nın “100 Soruda” dizisinde yayınladığı aynı isimli kitabı bir başkası kaleme almıştır: Doğan Ergun, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, İstanbul: Gerçek Yay., 1973. 92 Şevket Pamuk, “Niyazi Berkes ve İktisat Tarihi”, Toplum ve Bilim, Bahar 1989, sy. 45, s. 15-16. 93 1960’lı yıllardaki Osmanlı toplum yapısı tartışmalarının derli toplu bir özeti için bkz. Muzaffer Sencer, Osmanlı Toplum Yapısı: Devrim Stratejisi Açısından, “Osmanlı Toplum Yapısı Üzerine Görüşler” başlıklı İkinci Bölüm, (İstanbul: Ant Yay., 1969) s. 43-113.
470
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
kapitalist kalkınma modeline alternatif arayışlar gibi konular etrafında hareketli bir tartışma ortamında yayınlanmış bir eserdi. Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi’nin birinci cildinde, Osmanlı sisteminin bir analizini sunmaya çalışır. Osmanlı sistemi —Berkes’in bir başka ifadesiyle “Asya tipi despotizm modeline uygun olanı”— ile yazarımızın kasdettiği, “XV. yüzyıl ortasından (yani Batı Avrupa’da kapitalizme kesin olarak geçiş döneminden) XVIII. yüzyıl başına kadarki dönemdeki şekildir”.94 Bu ciltte, Berkes, Osmanlı-Türk iktisat tarihinin, siyasal temelleri üzerinde durmuştur. Zira Berkes, bu siyasal temel doğru bir biçimde anlaşılamadığı müddetçe iktisadî bölümünün de hakkıyla anlaşılamayacağına inanmaktadır. İkinci cilt ise, XVI. yüzyılla XVIII. yüzyıl arasındaki süreçte, Osmanlı iktisadî anlayışını ele almaya çalışmıştır. Bütün bu konuları ele almadaki temel amaç ise, Osmanlı’nın hangi tür bir toplum yapısına sahip olduğunun ve kapitalizme neden geçilemediğinin açıklanmasıdır. Berkes, bu konuları tartışırken, toplum yapısına ilişkin kavramlara sıkı sıkıya bağlı kalmanın sınırlılıklarını görüp, kavramlardan öteye yaşanan gerçekliğin açıklanmasına öncelik vermiştir.95 Bunun için de, gerek kullanılan kavramların (örneğin, despotizmin) nasıl anlaşılması gerektiğini ve gerekse Osmanlı toplumsal yapısının ve ilişkilerinin, feodalizm ve ATÜT gibi iki kavramın ötesinde özellikler taşıdığını göstermeye çalışmıştır. “Osmanlı devlet düzeni feodalizm midir?” sorusuna, Niyazi Berkes’in cevabı “(1) Osmanlı sisteminde Avrupa’daki XV’inci yüzyıldan önceki yüzyıllarda olduğu gibi siyasi anlamda feodalizm yok. (2) Ekonomik anlamda feodal ekonomi ise kısmen var, kısmen yok. Kısmen var olduğu kesimlerde ‘tüketim için üretim yapan’ kapalı bir ekonomi devam ediyordur. Fakat kısmen yok olduğu kesimlerde devlet için emtia üretimi yapan şehir ekonomisini, nakdi ve ayni gelirleri ve harcamalarıyla devlet hazinesi yolu ile finanse eden bir ekonomi var”96 şeklindedir. Ekonomik sistemini bu şekilde özetlediği Osmanlı Devleti’ni, Berkes, “İslâm uygarlık çevresine” ait bir devlet olarak değerlendirir: “Gerçek şudur ki, Osmanlı Devleti’nin sırf kendine özgü bir özelliği yok. Özelliği olan (eğer bunu Batı Avrupa devletlerinin sistemlerinden ayrılan yanlar açısından dü94 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 32. 95 “Osmanlı sistemi ister feodalizm olsun, ister despotizm; her iki halde de evrimin ‘tavır’larını anlayabilmemiz bu evrimde rol oynayan başlıca faktör veya aktörlerin birbirleri arasındaki ilişkilerin değişimlerini bilmemiz gereklidir. Bunlar da toprak-reaya zanaat-esnaf-savaş-asker-bürokrasi-dinasti-dış dünya ile ticaret unsurlarıdır. Bunların ne gibi bileşmeler gösterdiğini gördüğümüz zaman, bu sistemin feodal mi, despotik mi olduğu meydana çıkacaktır.” Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 22. 96 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 25.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
471
şünüyorsak) Osmanlı devlet sisteminin kendisi değil, onun mensup olduğu devlet türünün kendisidir. Bu türün politik yapısında özellik oluşu, onun ekonomik tarihinde de bazı özellikler bulunacağını bize gösterir. Nedir bu tür ve onun özellikleri? İslâm uygarlık çevresinde gelip geçmiş devletlerin mukayeseli tarihini o zamanların tarih yazarları içinde pek az sayıda kişi incelemiştir (...)”97 Berkes, İbn Haldun’un Mukaddime adlı çalışmasında sunduğu, bu devlet ve toplum türünün en mükemmel açıklamasını ve yasalarını Osmanlı Devleti’ne uygulamaktan çekinmez. Osmanlı sistemini, temel olarak, “Doğu despotluk devleti denen devlet türlerinden”98 bir tanesi olarak kabul eden Berkes, eserinin sonraki sayfalarında, bu sistemin üzerine oturduğu ayakları analiz etmeye çalışır. Osmanlı Devleti’nin bütçesinin temelde savaşlardan elde edilecek ganimete bağlı olduğunu düşünür ve özellikle de savaşı “devletin biricik ekonomik görevi” olarak değerlendirir.99 Osmanlı iktisat tarihi ve iktisadî düşüncesi bağlamında yeniden irdelenmeye muhtaç bu basmakalıp ve üstünkörü değerlendirmelerine bağlı olarak, Berkes, gelirlerde ve giderlerde bir belirsizliğin bulunduğu hususunun altını, eserinin birçok yerinde, ısrarla çizmektedir. Osmanlı Devleti’ni despotizm olarak niteler; ancak bu despotizmin “istibdat” olarak değil de, hükümdarın mutlak egemenliği altındaki geniş bir bürokrasi aygıtına dayalı bir idare şekli olarak anlaşılması gerektiğini belirtir.100 Ulema, yeniçeri ordusu, timarlar, sipahiler, devşirme usulüyle oluşturulan bürokrasi, reaya-köylü, ticaret sınıfı gibi Osmanlı sisteminin temel unsurlarını birer birer değerlendiren Berkes, bütün bu unsurların üzerinde asıl siyasal hakimiyet sahibi olarak hükümdarın konumuna dikkat çeker. Sistem içinde, bütün bu unsurlar arasında belirgin bir çelişkinin mevcut olduğunu ve uygun şartlar oluştuğunda, bu çelişkilerin çatışmaya dönüştüğünü belirtir. Ancak bu çelişkiler, Osmanlı Devleti’nin kapitalizme geçmesine izin vermemiştir. Berkes, bu durumun sebebini açıklarken, yine, İbn Haldun’un çözümlemesine başvurur ve Osmanlı düzenine karşı çıkan unsurların da, nihai noktada, bu sistemin arızalarıyla dolu olduğunu belirtir.101 97 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 13. 98 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 14. 99 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 28 ve 78. 100 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 98-101. 101 “Osmanlı düzeninin ekonomik ve mali gücünün çatırdaması üzerine ona karşı çıkan bütün karşı gelme hallerinin (isyanların, eşkiyalıkların, derebeyliklerin) hiçbirinin bu düzenin hakkından gelemeyişinin nedenlerini (ikinci cildimizde) göreceğiz. Ancak şimdiden genel nedenini söyleyebiliriz: Bunların her biri, karşı geldikleri düzen kadar çelişkili, onun kadar Osmanlı ülkelerini saran dünya ekonomik şartlarına aykırı, onun kadar taze sınıf güçlerinden yoksun birer akım olarak kalmıştır. Hiçbirinin devrimsel bir ideolojisi yoktu.” Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 117.
472
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Bu sistemi nihayete erdirecek güçler, Berkes’e göre, “yeni bir kıtanın, Amerika kıtasının keşfinin yol açtığı başka çeşit dinamik güçler, denizden gelen ve kıtalararası ticaret ilişkilerinin beslediği başka güçler olacaktır”.102 Türkiye İktisat Tarihi’nin ikinci cildinde, birinci ciltte belirttiği temeller üzerinde gelişen, kendi ifadesiyle, “dramı kavramaya” çalışmıştır.103 Bu ciltte, Osmanlı sisteminin zirveye çıktığı ve olgunlaştığı dönem olarak kabul edilen XVI. yüzyıldan, bu olgunluğun kendi kendisine terse dönmeye başladığı XVIII. yüzyılın sonuna kadar olan dönem incelenmiştir. İkinci ciltte ağırlıklı biçimde, yukarıda kısaca değinilen gelişmelerin birer neticesi olarak, Avrupa merkantilizmi ile karşı karşıya gelen Osmanlı ekonomisinin durumu, para devriminin Osmanlı maliyesi ve ticareti üzerine olan etkileri, ortaya çıkan ekonomik bunalımın Osmanlı timar sistemi, köylüsü, bürokrasisi, zanaatkâr ve esnafını nasıl etkilediği ele alınmıştır. Bu sürecin sonunda da, Osmanlı Devleti’nin emperyalizmle karşılaşması ve bu süreçte Osmanlı toplumsal yapısındaki değişiklikler değerlendirilmeye çalışılmıştır. Niyazi Berkes’in Türkiye İktisat Tarihi isimli iki ciltlik çalışması, Osmanlı iktisat tarihi ve genel olarak Osmanlı tarihine ilişkin bugünkü bilgiler ve birikim ışığında, pek çok noktadan eleştiriye tâbi tutulabilir, tutulması da gerekir. Ancak, Türkiye’nin yetiştirdiği önde gelen iktisat tarihçilerimizden bir tanesi olan Şevket Pamuk’un, “Sonuç olarak, özellikle 1960’ların sonunda iktisat tarihi çalışmalarının sınırları düşünülürse, Niyazi Berkes’in 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi çalışmasını iktisat tarihçisi olmamakla beraber, Osmanlı toplumunun yapısını ve ekonomisinin temel özelliklerini iyi bilen bir toplumbilimcinin renkli bir dille yazılmış bir yorum denemesi olarak değerlendirmek doğru olur. Bu iki cildin, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere, bir kuşağa Osmanlı iktisat tarihini öğrenme merakını ve zevkini vermeyi başardığını da özellikle ekleyelim”104 şeklindeki sözleri, bu eserin yayınlandığı yıllar itibariyle önemli bir işlev gördüğünü göstermektedir. Niyazi Berkes 1960’lı yıllarda, gezi izlenimlerini içeren bir eser daha yayınlamıştır. 1965 yılında, üç aylık bir süreyi kapsayacak şekilde Suriye, Lübnan, Tunus, Mısır ve Cezayir’e seyahatler yaptı. Bu seyahatlerine ilişkin izlenimlerini, ilk olarak 1966 yılında Yön dergisinde yazı dizisi olarak yayınladı. Bu yazılar daha sonra, Arap Dünyasında İslamiyet, Milliyetçilik ve Sosyalizm (İstanbul: Köprü Yay., 1969) adıyla kitaplaştırıldı.105 Niyazi Berkes’in 102 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. I, s. 117. 103 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, c. II, s. 5. 104 Şevket Pamuk, a.g.m., s. 17. 105 Bu eser, sonraki yıllarda, İslamcılık, Ulusçuluk ve Sosyalizm: Arap Ülkelerinde Gördüklerim Üzerine Düşünceler (Ankara: Bilgi Yay., 1975) adıyla ikinci kez yayınlanmıştır.
Niyazi Berkes ve Eserleri Hakk›nda
473
bu seyahatinde ziyaret ettiği ülkelerin çoğunluğunun Üçüncü Dünya’nın milliyetçi ve sosyalist nitelikli bir yapıya kavuşmaya ve bu şekilde ulusal kalkınmalarını sağlamaya çalışan ülkeleri olması dikkat çekicidir. Yön çevresinin savunduğu ulusalcı ve sosyalist (en azından anti-emperyalist) ideolojiyle bu ülkelerde yapılmak istenenler arasındaki benzerlik de, seyahati daha bir ilginç kılmaktadır. Niyazi Berkes’in, bu seyahatlerinde, Türkiye’nin Kemalist reformlar sayesinde aldığı mesafeyi ya da Türkiye’nin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma gayretini sözkonusu ülkelerle mukayese ederek ortaya koymaya çabaladığı görülmektedir. Sonuç Yaşamı boyunca verdiği tüm eserlerde izlerini sürebileceğimiz zihnî oluşumu, Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki inkılaplar sürecinde oluşan ve gelişen Niyazi Berkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce tarihinde 1930’lu yıllardan itibaren kendisine bir yer edinmeye başlamıştır. Türkiye’de sosyoloji geleneğinin zenginleşmesinde ve çeşitlenmesinde rol almış bir sosyal bilimcimizdir. Sosyoloji eğitimi almasına ve dersler vermesine rağmen, pür anlamda, sosyoloji alanında verdiği eser sayısı sınırlıdır. Daha çok düşünce tarihimiz, özellikle de modernleşme tarihimiz üzerinde durmuş ve bu alanda eserler vermiştir. 60’lı yıllarda ilgilendiği konular, yayınladığı metinler, Türkiye’nin siyasî atmosferiyle yakın ilgisi bu konuda elimize çok daha kuvvetli ipuçları vermektedir. Toplum ve Bilim dergisinde Macit Gökberk ile yapılan röportajda106 ve daha birçok çalışmada, Niyazi Berkes’in, 60’lı yılların siyasî ortamına duyduğu sıcak ilgi, kendi düşünceleri doğrultusunda Türkiye’de bir şeylerin değişebileceğine olan umudu ve Türkiye’ye dönme isteği görülebilmektedir. Bu ilgi, yalnızca sözkonusu dönemle de sınırlı kalmamıştır. Bütün bu özellikleri, Niyazi Berkes’i anlamak açısından akademik çalışmalarının yanına, onun Türkiye’nin geçmişine ve geleceğine hangi pencerelerden baktığını, başka bir deyişle, siyasî ve ideolojik duruşunu da koymayı gerekli kılmaktadır. Aynı özellikler, 40’lı yıllarda başından geçenlerin nedenlerini ve bu bağlamda, Millî Şef İsmet İnönü’ye duyduğu ve ölümüne kadar da sönmediği anlaşılan öfkesini anlamak açısından da önemlidir. Bu çerçevede sanırız, Niyazi Berkes’i sadece akademik bir şahsiyet, Türkiye’nin önde gelen sosyal bilimcilerinden biri olmasının ötesinde, Türkiye’ye ilişkin kaygıları olan, siyasal bir perspektife ve projeye sahip bir kişi olarak da görmek gereklidir.
106 Bahar 1988, sy. 45, s. 15-18.
474
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
On Niyazi Berkes and His Works Fahrettin ALTUN Abstract Niyazi Berkes is one of the leading members of the first generation social scientists in the Republican Turkey. It is not hard to see that he devoted himself to the Kemalist principles and ideals, and we can trace this commitment in his every work, especially in Türkiye’de Çağdaşlaşma, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, Türkiye İktisat Tarihi etc. which are extremely famous in the literature of Turkish sociology. According to Berkes, Kemalist social modernization project, which was inaugurated by Mustafa Kemal Ataturk, departed from its straight and narrow path during İsmet İnönü’s presidency between 1939-1950. Berkes perceived this deviation as one of the main reasons for his and some of his colleagues’ removal from the Faculty of Language, History and Geography, University of Ankara, where he was a lecturer in the late 1940s. He also argued that this declination has increasingly grown when Democrat Party came into power. Henceforth, Berkes tried to analyze and explain what the real meaning of the Kemalist social modernization process is. When he went abroad in order to carry on his academic carrier, he did not give up his interest in Turkey’s domestic affairs. To participate in Turkey’s social, cultural and political agenda while he was at McGill University in Canada, he published several articles in Yön journal, which was published by Kemalist leftists. In this paper, the author analyzes Berkes’ personal biography, intellectual agenda and ideological perspectives in parallel with social, political and cultural developments of Turkey.
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
475
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 475-481
Gogol’un Paltosu: Tar›k Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler” Mehmet Ö. ALKAN* 19 MART 1809 TARİHİNDE DOĞAN ÜNLÜ RUS EDEBİYATÇISI Nikolay Vasilyeviç Gogol Yanoski, 1841 yılında bitirdiği Palto adlı yapıtı ile hem kendi kuşağı üzerinde hem de Rus edebiyatında derin bir etki yaratmıştır. Bir başka ünlü Rus edebiyatçısı olan Turgenyev, “Biz hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” derken, bu yapıtın kendi kuşağı üzerindeki etkisini dile getirmiş, Dostoyevski de aynı sözü tekrarlamıştır. Türkiye’deki akademik çalışmalarda da benzer bir etki sözkonusudur. Mete Tunçay, 1981 yılında Şahin Alpay ile yaptığı bir söyleşide “Hani, Dostoyevski, Gogol için (çağdaş Rus edebiyatçılarını kastederek) ‘Biz hepimiz onun Palto’sundan çıktık’ demiş. Benim akranlarım ve daha genç araştırmacılar kuşağı (Sina Akşin, Selim İlkin, Zafer Toprak, Şükrü Hanioğlu ve daha birçokları) biz hep Tarık Zafer Hoca’nın Siyasi Partileri’nden çıktık. Onun yöntemini örnek aldık. Ama ideolojik tutumlarımız, tabiatıyla başka başka oluyor”1 derken benzer bir etkiyi dile getirmiştir. Zafer Toprak’ın “opus magnum” olarak nitelediği Türkiye’de Siyasî Partiler adlı eser, Türk siyasal hayatı çalışmaları için hem bir esin kaynağı hem de temel bir başvuru yapıtı olmuştur. Bu alanda yapılmış herhangi bir çalışmada Tunaya’nın eserine atıf yoksa, bu büyük bir eksikliktir. Zaten birçok kitapta yalnızca atıf yer almaz, aynı zamanda Tarık Zafer Tunaya’ya teşekkür yazıları bulunur. İlk baskısı 1952 yılında yapılan bu eser, yalnızca yaklaşık 100 yıllık siyasal parti geleneği, birikimi ve envanterini ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda uzun bir süreden beri ihmal edilen Osmanlı-Cumhuriyet sürekliliğini de vurguluyordu. Ancak bu vurgu, nicel birikimlerin nitel bir sıçramaya dönüşmesi şeklindeki devrimci dönüşüme bir vurgudur. * Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1 Şahin Alpay; “Mete Tunçay’la Sohbet”, Cumhuriyet (1 Temmuz 1982).
476
TAL‹D, 2(1), 2004, M.Ö. Alkan
Tarık Zafer Tunaya (16 Ocak 1916/29 Ocak 1991) 1940 yılında İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Esas Teşkilat Hukuku doktora programına kaydolan Tunaya, 1942 yılında bu kürsüde asistanlığa başlamıştır. Doktora tezi Müessese Teorisinde Fikir Unsuru ve Bazı Hususiyetleri (1946) başlığını taşır. Tunaya Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyetin Fikir Cereyanları (1948) tezi ile de doçent olmuştur. Bir başyapıt olan Türkiye’de Siyasî Partiler 1859-1952 adlı çalışması 1952 yılında yayınlanmıştır.2 Bu eser sahaflarda, kütüphanelerde ve arşivlerdeki binlerce sayfa kitap, risale, zabıt cerîdesi, gazete, dergi, arşiv belgesi taranarak ve dönemin yaşayan tanıklarıyla mektuplaşmak veya yüzyüze görüşmek yöntemiyle elde edilen bilgilere dayanan yoğun ve örnek bir akademik emekle hazırlanmıştır. Tunaya, 1959 yılında profesör olmuş, kürsü başkanlığı ve Hukuk Fakültesi dekanlığı da yapmış, 1979 yılında İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi’nin kuruluşunu sağlamış ve kurucu dekanlığını yapmıştır (Fakültenin şimdiki ismi Siyasal Bilgiler Fakültesi’dir). Ancak YÖK yasasının baskıcı düzenlemelerine tepki olarak 1983 yılında emekliye ayrılmıştır. Tunaya, 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren, o dönemde Atatürkçülüğe ve laikliğe karşı hareketlere tepki olarak kurulan Türk Devrim Ocakları içinde çalıştığı gibi uzun yıllar bu kuruluşun genel başkanlığını da yürütmüştür. Tunaya, “27 Mayıs İhtilali”nden sonra kurulan Anayasayı Hazırlama Komisyonu’na atanmış, üniversite özerkliği, grev ve toplu sözleşme hakkı, nisbî temsil ve sosyalist bir partinin kuruluşunu sağlama gibi yenilikler içeren 1961 Anayasasının hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Tarık Zafer Tunaya, 1965 yılında kimya yüksek mühendisi Melahat Başoğlu ile evlenmiştir. Melahat Hanım, bütün beraberlikleri süresince büyük bir özveri ile kendisinin bütün çalışmalarında en yakın destekçisi ve yardımcısı olmuştur. Tek-parti döneminde İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı ile birlikte Osmanlı dönemiyle bir barışma kıpırdanması başlar. Bu barışma girişiminin ilk büyük işareti, Maarif Vekaleti’nin 1940 yılında ilk cildini yayınladığı (ikincisi yayınlanmamıştır!) Tanzimat I adlı eserdir3 (Bu eserin yakın zamanlarda Milli Eğitim bakanlığı tarafından iki cilt halinde tıpkı basımı yapılmıştır). Bu eserle Tanzimat dönemi ‘reform’, Cumhuriyet dönemi ise ‘devrim’ dönemi olarak yorumlanmıştır. Tunaya’nın da Osmanlı dönemine dair çalışmaları bu dönemde başlamış, çok partili siyasal yaşama geçildiği bir evrede devam etmiştir. Bu çalışmalar bir yandan II. Meşrutiyet’i yaşamış kuşağa anımsatma, Cumhuriyet kuşağı için ise keşif tadında bilgiler vermiştir. Kendisinin bir laboratuar olarak nitelediği II. Meşrutiyet döneminin siyasal pratiğini, yeni dönemin ilk zannedilen çok partili siyasal hayatı için 2 İstanbul: Doğan Kardeş Matbaası, 1952. 3 İstanbul: Maarif Vekaleti Matbaası, 1940.
Gogol’un Paltosu: Tar›k Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler”
477
bir örnek olarak sunmuştur. Tunaya, çok partili siyasal hayata geçildiği sırada doktora tezinde müessese teorisi üzerinde durmuştur. Kurumların ve fikirlerin ilişkisinde, fikirlerin kurumların sürekliliği açısından önemine vurgu yapan Maurice Hauriou’dan çeviriler yapmış, ayrıca “Müessese Teorisinde Fikir Unsuru ve Bazı Hususiyetleri”,4 “Müessese Teorisinde Fikir, Şahıs, Kuvvet Unsurları Arasındaki Münasebetler ve İçleşme Ameliyesi”5 ve “Müessese Teorisinde Fikir Unsurunun Amme ve Devletler Hukuku Sahalarındaki Değeri”6 gibi makaleler yayınlamıştır. Tunaya, yine bu dönemden başlayarak Osmanlı dönemi fikir tarihi ve siyasal kurumları üzerine makaleler yayınlamıştır. “Amme Hukukumuz Bakımından II. Meşrutiyetin Siyasî Tefekküründe ‘Garpçılık’ Cereyanı”,7 “Jön Türk ve Sosyal İnkılap Lideri Prens Sabahattin”,8 “Türkiye’de İlk ‘Demokrat Parti’ Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbâd)”,9 “Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyetin Siyasî Tefekküründe ‘İslamcılık’ Cereyanı”10 ve “Türkiye’nin Siyasî Gelişmeleri İçinde İkinci ‘Jön Türk’ Hareketinin Fikri Esasları”11 bunlar arasında sayılabilir. Türkiye’nin siyasal tarihini belirli bir sorunsal etrafında ve uzun bir tarihî akış içinde alma gayreti onu eski Türklerden itibaren yazılacak bir tarih çalışmasına yöneltmiştir. Bu konudaki ilk ürününü Türkiye’nin Siyasî Gelişmeleri, Eski Türkler, İslam Devleti, Osmanlı Devletinin Kuruluşu12 başlığı ile hazırladığı kitapta vermiştir. Tunaya’nın dikkat çektiği bir başka konu, 1950’lerde ortaya çıkan kimi olguların aslında uzun bir geçmişe sahip olduğuna dikkat çekmektir. Türkiye’de Siyasî Partiler 1859-1952 adlı dev eserinin yanı sıra, “Türkiye Tarihinde Seçimler”13 makalesi ile İslamcılık Cereyanı, İkinci Meşrutiyetin Siyasî Hayatı Boyunca Gelişmesi ve Bugüne Bıraktığı Meseleler,14 Hürriyetin İlanı, İkinci Meşrutiyetin Siyasî Hayatına Bakışlar,15 ve Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri16 bu anlayışın ürünüdür. 4 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1946, c. XII, sy. 2-3. 5 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1947, c. XII, sy. 1. 6 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1947, c. XII, sy. 2-3. 7 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1948, c. XIV, sy. 3-4. 8 Sosyal Hukuk ve İktisat Mecmuası, Kasım 1948, sy. 3. 9 Sosyal Hukuk ve İktisat Mecmuası, Aralık 1949, sy. 6. 10 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1954, c. XIX, sy. 3-4. 11 Tahir Taner’e Armağan, İstanbul: İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1956. 12 İstanbul: Baha Matbaası, 1970. 13 Cumhuriyet (18 Şubat 1952). Aynı çalışma İngilizce olarak yayınlanmıştır. “Elections in Turkish History”, Middle Eastern Affairs, April 1954, c. V, sy. 4. 14 İstanbul: Baha Matbaası, 1962. Bu eser Tarık Hocanın gözetiminde dili sadeleştirilerek 1991 yılında yeniden yayınlandı; İstanbul: Simavi Yayınları, 1991. 15 İstanbul: Baha Matbaası, 1959 ve İstanbul: Arba Yayınları, 1996. 16 İstanbul: Yedigün Matbaası, 1960.
478
TAL‹D, 2(1), 2004, M.Ö. Alkan
Tunaya, demokratik bir cumhuriyet idealine inanmıştır. Bu amaçla her şeyden önce Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunması ve demokratik bir tarzda uygulanması için mücadele etmiştir. Laikliğin Cumhuriyet’in yaşamsal ortak paydası olduğu ısrarla vurgulamıştır. Bu nedenle laiklik karşıtı her türlü girişimi şiddetle eleştirmiş ve kamuoyunu uyarmış, düşüncelerini her platformda cesaretle ifade etmiştir. Tunaya, öğrencileri ile yapıcı, yönlendirici ve gerçekleri korkmadan söylemelerini öneren bir ilişki kurmuştur. DP iktidarının anti-demokratik ve otoriter uygulamalarla sertleşmeye, Cumhuriyet devrimlerinin zedelenmeye, laikliğin popülizm sonucu aşınmaya başladığını düşündüğü andan itibaren Cumhuriyet’in temel niteliklerini ve kazanımlarını vurgulayan yazılar yazmış, araştırmalar yapmıştır. Gazetelerdeki önemli makalelerin yanısıra “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Büyük Millet Meclisi Hükümeti Rejimine Geçiş”,17 Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri”18 ve “Ideologic Character of the 1924 Constitution”19 adlı akademik çalışmaları bunlar arasında sayılabilir. Tunaya Atatürkçülük ve Cumhuriyet’in temel niteliklerini, darbe dönemlerinde iktidarı ellerinde tutanların bir kalkan olarak kullanmasından da rahatsızlık duymuş, gerçek devrimciliğin ve Atatürkçülüğün bilimsel ve demokratik bir birikimle anlaşılabileceğini, değerlendirilebileceğini savunmuştur. Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük20 başlıklı kitabı ile “Atatürkçü Laiklik Politikası”,21 “Bağımsız Türkiye Kurucusu: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin 50. Yıldönümünde”,22 “Atatürkçülük: Dün, Bugün, Yarın”,23 “İkinci Meşrutiyet Rejimi ve Atatürk”,24 Atatürk and the Eastern Question”,25 “Mütareke Döneminin Özellikleri (1918-1922)”,26 “Tarih Yolu Nasıl Keşfedilir? Atatürk ve Osmanlı Mirası”27 ve “Atatürkçülük”28 bu tür makalelerdendir. 17 Ord. Prof. Dr. Muammer Reşit Seviğ’e Armağan, İstanbul: İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1956. 18 İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1957, c. XXII, sy. 3-4. 19 Annales de la Faculty de Droit d’Istanbul, 1960, sy. 19. 20 İstanbul: Baha Matbaası, 1964; ve genişletilmiş ikinci baskı İstanbul: Turhan Yayınevi, 1981. 21 Atatürk Konferansları, seri III, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1970. 22 Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Nisan 1970, c. IV, sy. 31. 23 Uluslararası Atatürk Konferansı, İstanbul, 1981. 24 İ.Ü. İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, 1981, sy. 3. 25 Revue Internationale d’Histoire Militaire, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1981, sy. 50. 26 Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay’ın Anısına Armağan-2, İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları, 1982. 27 Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, İstanbul: Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1983. 28 Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983, c. 1.
Gogol’un Paltosu: Tar›k Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler”
479
Onun yapıtlarında ısrarla dikkat çekmeye çalıştığı konu, Osmanlı döneminin ama özellikle II. Meşrutiyet’in eşsiz bir siyasal ve toplumsal laboratuar olduğu, Kuva-yı Milliye Hareketinin ve Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihî önemi, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci karakteri ve Cumhuriyet devrimlerinin önemidir. Üzerinde en çok durduğu konulardan biri İslâmcılık olmuştur. Dikkat çektiği konu ise İslam’ın siyasallaşması ile toplumsal ve siyasal gerilim yaşanması, böylece devrimci dönüşümden ödün verilmesi sürecinin başlamasıdır. Bu tür makalelerinden bir kısmını İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa29 ve Medeniyetin Bekleme Odasında30 adlı kitaplarında toplamıştır. Tarık Zafer Tunaya, ömrünün son yıllarını ilk baskısı 1952 yılında yapılan Türkiye’de Siyasî Partiler adlı eserini genişletmeye adamıştır. Ancak bunlardan yalnızca üç büyük cildi tamamlayabilmiştir.31 Dördüncü cilt üzerinde çalışırken 29 Ocak 1991 tarihinde vefat etmiştir. Türkiye’de Siyasal Partiler üst başlığı ile yayınlanan bu ciltlerin ilki İkinci Meşrutiyet Dönemi, ikinci cildi Mütareke Dönemi ve Üçüncü cildi İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi alt başlıklarını taşır. Ölümünden sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi Tunaya’nın yazılarından bir kısmını Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938) üst başlığı altında ilk cildi Kanun-i Esâsî ve Meşrutiyet Dönemi, ikinci cildi ise Mütareke, Cumhuriyet ve Atatürk alt başlığı ile yayınlamıştır.32 Tarık Zafer Tunaya bir yandan Türk siyasal hayatı konusunda ürün verirken öte yandan o dönemki adı Esas Teşkilat Hukuku, sonraki adı Anayasa Hukuku olan dersi siyaset biliminin terminolojisi, kavramları ve veriler ile ele alarak işlemiştir. Bu tutum Türkiye’de çağdaş siyaset biliminin kurulması ve kurumlaşması konusunda da ciddî bir katkı olmuştur. İlk baskısı 1966 yılında yapılan Siyasî Müesseseler ve Anayasa Hukuku33 adlı eserinin beşinci (ve son) baskısı 1982 yılında Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuk adı ile yapılmıştır. Tarık Zafer Tunaya, Atatürkçülüğü, Cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği, hukuk devletini, insan haklarını tarihsel, bilimsel ve Türkiye pratiği özelin29 İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1979 ve ikinci baskı İstanbul: Arba Yayınları, 1988. 30 İstanbul: Bağlam Yayınları, 1989 31 Bu eser önce Hürriyet Vakfı tarafından, sonra İletişim Yayınları tarafından basıldı. Son olarak bir kısım yazıları Bilgi Üniversitesi tarafından basıldı. 32 C. 1, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2001; C. 2, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002. 33 İstanbul: Garan Matbaası, 1966; ikinci baskı, 1969; genişletilmiş üçüncü baskı, İstanbul: Sulhi Garan Matbaası, 1975; dördüncü baskı, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1980 ve beşinci baskı, İstanbul: Araştırma, Eğitim ve Ekin Yayınları, 1982.
480
TAL‹D, 2(1), 2004, M.Ö. Alkan
de ele almıştır. Ders olarak verdiği Devrim Tarihini kuru bir resmî ideoloji aktarımı niteliğinden çıkarıp, Cumhuriyet devrimlerini ve Atatürk’ü, siyasal ve toplumsal temelleriyle birlikte bilimsel bir şekilde değerlendiren canlı bir anlatıma dönüştürmüştür. Tunaya’nın çalışmaları ve başta Türkiye’de Siyasal Partiler adlı eseri, Gogol’ün Palto’su gibi Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve toplumsal tarihi konusunda yapılan çalışmaların temel ve değişik disiplinlerdeki akademisyenlerin esin kaynağı olmuştur. Bunlardan ilki 1966 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Mete Tunçay’ın doçentlik tezi olarak hazırladığı Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925 adlı çalışmasıdır. Türkiye’de solun tarihi üzerine hâlâ eşsiz bir başvuru eseri niteliğinde olan bu araştırma, neredeyse tek kaynak olma özelliğini korumaktadır. Tunaya’nın bir laboratuar olarak nitelediği II. Meşrutiyet dönemine ve İttihatçılığa olan ilgisi İ.Ü. İktisat Fakültesi’nde Zafer Toprak’ın Türkiye’de Milli İktisat 1908-1918 adlı doktora tezine de akademik esin kaynağı olmuştur. Aynı fakülteden M. Şükrü Hanioğlu’nun Bir Siyasal Düşünür Olarak Dr. Abdullah Cevdet ve Dönemi adlı doktora tezi de benzer bir etkiyi taşır. Hanioğlu’nun İttihatçılığa yönelik ilgisi daha sonra Bir Siyasal Örgüt Olarak İttihat ve Terakki ve Jön Türklük adlı kitabı ile devam edecektir. Tunaya’nın İttihatçılığa, Jön Türklere yönelik yarattığı ilgi yabancı Türkologları da etkilemiştir. Feroz Ahmad, François Georgeon ve Erik Jan Zürcher bunlar arasında sayılabilir. Tunaya’nın Anayasa hukukunu, Türk siyasal hayatı ve siyaset bilimi ekseninde ele alan yaklaşımı Hukuk Fakültesi’nde hemen yalnız bir kişi tarafından, kısa bir süre önce kaybettiğimiz Prof. Dr. Bülent Tanör tarafından sürdürülmüştür. Tanör’ün Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, Yerel Kongre İktidarları, Kurtuluş ve Kuruluş adlı yapıtları siyaset bilimi ve anayasa hukukunu özgün bir şekilde birleştiren eserlerdir. Tunaya’nın benim kuşağımı da dolaylı ya da doğrudan etkilemiş, etkilemeye de devam etmektedir. Tunaya, İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde ve Siyasal Bilimler (sonra Bilgiler) Fakültesi’nde yetiştirdiği binlerce öğrencisinin yanısıra evindeki toplantılarında da “alaylı” öğrenciler yetiştirmiştir. Çarşamba günleri Tunaya’nın evinde biraraya gelindiği için “Çarşamba Toplantıları” adı ile anılan sohbetlerde Türk siyasal hayatına, anayasa hukukuna, tarihe ve güncel siyasete ilişkin çok zevkli söyleşiler ve tartışmalar yapılırdı. Bu toplantılarda Tunaya’nın zarif eşi Melahat Hanım’ın zarif misafirperverliğine eşlik eden böreklerin de tadı müdavimlerin damaklarında kalırdı. Bu toplantılara, aşağıda belirttiğimiz ve Tunaya’nın vefatından sonra Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ndeki toplantılarda konuşma yapanların birçoğu dışında başta Prof. Dr. Mete Tunçay olmak üzere Prof. Dr. İlber Ortaylı, Erdal İnönü, Şe-
Gogol’un Paltosu: Tar›k Zafer Tunaya ve “Siyasî Partiler”
481
ner Şen, Erol Şadi Erdinç, Yücel Demirel, Ferdan Ergut, Rıdvan Akın, Nur Akın, Kafiye Abdik, Mehmet Ö. Alkan gibi isimler katılırdı. Tunaya’nın vefatından sonra da bu toplantılar kendi adını taşıyan Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde sürdürülmüştür. Toplantıların organizasyonunu Tunaya’nın öğrencisi ve yakın dostlarından Gülsevil Erdem üstlenmiştir. Sayısı 50’yi aşan bu toplantılar 31 Mart 1993 yılında başlamış ve geçen yıl 10. yılını doldurmuştur. Onun mektepli, alaylı öğrencileri, meslektaşları ve arkadaşları da bu toplantılara konuşmacı olarak katılmışlardır. Sunuşlarını genç akademisyenlerin yaptığı bu söyleşilere geçen sürede vefat etmiş olan Prof. Bahri Savcı ve Prof. Dr. Bülent Tanör dışında Ord. Prof. Dr. Reşat Kaynar, Prof. Dr. Sina Akşin, Tarhan Erdem, Prof. Dr. Cem Eroğul, Altan Öymen, Prof. Dr. Rona Aybay, Osman Ulagay, Prof. Dr. Server Tanilli, Prof. Dr. İlter Turan, Hasan Cemal, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Prof. Dr. Salih Neftçi, Kamuran Gürün, Prof. Dr. Nurettin Sözen, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Hikmet Çetin, Prof. Dr. Süheyl Batum, İlhan Selçuk, Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat, Doç. Dr. Yücel Sayman, Nail Güreli, Prof. Dr. Aydın Uğur, Deniz Baykal, Prof. Dr. Fazıl Sağlam, Turgut Kazan, Prof. Dr. Selçuk Erez, Prof. Dr. Aydın Aybay, Prof. Dr. Erdal İnönü, Melda Türker, Mustafa Balbay, Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, Dr. Attila Karaosmanoğlu, ve Prof. Dr. Necla Arat katılmışlardır. Tarık Zafer Tunaya ciddî bilimsel çalışmaları, dikkat çektiği konular ve siyasal mücadelesi kadar, yetiştirdiği binlerce öğrencisi ve bu alanda çalışan akademisyenlerle kurduğu yapıcı ve yüreklendirici ilişkileriyle de doldurulması ihtimali pek zor olan bir boşluk bırakmıştır.
Gogol’s Overcoat: Tar›k Zafer Tunaya and “Political Parties” Mehmet Ö. ALKAN Abstract This article aims to present the place of Tarık Zafer Tunaya within the Turkish Political History. There is no doubt that the personality and the works of Tunaya has been very influential in the development of an intellectual generation that included, among others, leading academicians like Mete Tunçay, Zafer Toprak, Sina Akşin and Şükrü Hanioğlu. This article gives not only a summary of Tunaya’s life story, but also the background of his academic studies.
482
TAL‹D, 2(1), 2004, M.Ö. Alkan
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
483
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 483-491
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri Haflim KOÇ* OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN MODERNLEŞMESİ ÜZERİNE yapılan çalışmaların öncülerinden olan Roderic H. Davison, 1916 yılının 27 Nisanında doğdu. Hayatı, 80. yaş gününe bir ay kadar bir zaman kala sona eren Osmanlı diplomasisi ve reformlarının bu öncü yazarı, hem eserlerindeki yaklaşımıyla Osmanlı tarihi çalışanlar için çığır açıcı bir rol oynamış, hem de üstün kişiliğiyle öğrencilerinde, meslektaşlarında ve de kendisini bir vesileyle tanıyan herkesin üzerinde olumlu etkiler bırakmıştır. Bu yazımızda, Davison’un eserleri ve Osmanlı tarihindeki yeri üzerinde durmaya çalışacağız. 1963 yılında, doktora tezinin geliştirilmiş versiyonu olan Reform in the Ottoman Empire 1856-1876 [Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform: 18561876]1 başlıklı kitabı basıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. yüzyılı üzerine Batı’da yapılmış çalışmalar daha başlangıç aşamasındaydı. Bernard Lewis’in Emergence of Modern Turkey [Modern Türkiye’nin Doğuşu], Şerif Mardin’in The Genesis of Young Ottoman Thought [Genç Osmanlı Düşüncesinin Kökenleri] kitapları yeni çıkmıştı, Niyasi Berkes’in Development of Secularism in Turkey [Türkiye’de Modernleşme] kitabı ise ancak baskıdaydı. Uriel Heyd’in “Ottoman Ulema and Westernization” [Osmanlı’da Ulema ve Batılılaşma] adlı makalesi de XIX. yüzyıldaki modernleşme üzerine yapılan çalışmalarda başı çeken bir makale olup, Davison’un kitabı çıktığında yeni yazılmış bir makaleydi. Davison’un kitabının, ABD’deki Osmanlı çalışan * Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi. 1 Roderic H. Davison’un eserlerinin bibliyografik künyeleri makalenin sonunda yer alacaktır. Bu nedenle metin içinde künyelere yer verilmemiştir.
484
TAL‹D, 2(1), 2004, H. Koç
genç nesli nasıl etkilediğine dair hem Engin Akarlı’nın hem de C. Ernest Dawn’ın ifadeleri bizim açımızdan oldukça aydınlatıcı olsa gerek: Engin Akarlı “Columbia’daki tarih bölümünün yüksek lisans öğrencilerinin, Davison’un kitabındaki Türkçe kaynakların kullanımında yazarın gösterdiği başarıyı keşfettiklerindeki heyecanlarını çok iyi hatırlamaktayım”; Ernest Dawn ise, American Historical Review’deki incelemesinde “Davison’un ana reform hareketlerini inceleme ve bu hareketlere nüfuz etme noktasındaki bu ilk çabası eşsiz bir başarı örneğidir (...) Bu konudaki temel soruların hepsi bu çalışmada cevaplanmış gözükmektedirler” demektedir.2 Türkiye ve Türk insanı hakkındaki olumlu intibalarını, babasının Robert College’de ders verdiği yıllarda, Rumeli Hisarı’nda edinmiş olan Roderic H. Davison, eğitim hayatını ABD’nin önde gelen okullarında geçirmiştir. Lisans derecesini 1937 yılında Princeton Üniversitesi’nde aldıktan sonra yüksek lisans eğitimine Harvard Üniversitesi’nin tarih bölümünde devam eden Davison, bu okulda 1938 yılında yüksek lisans derecesini, 1942 yılında ise doktor ünvanını aldı. Osmanlı tarihi alanına Avrupa tarihi alt yapısıyla gelen yazar, yazmış olduğu doktora teziyle Tanzimat çalışmalarının önde gelen isimlerinden biri olmuştur. Akademik hayatı boyunca, Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu ve Türkler üzerindeki etkileri üzerine ilginç ve derinlemesine makaleler yazmış olan yazarın bu makalelerinin bir kısmı Essays in Ottoman and Turkish History, 1774-1923: The Impact of the West [Osmanlı ve Türk Tarihi Üzerine Makaleler, 1774-1923: Batı Etkisi] başlığıyla 1990 yılında topluca basılmıştır. Bu iki eserin dışında, 1959 yılında yayımlanan The Near and Middle East: An Introduction to History and Bibliography [Yakın ve Ortadoğu: Tarih ve Bibliyografyaya Bir Giriş], 1968 yılındaki Turkey [Türkiye] ve ilk baskısını 1981 yılında gerçekleştiren Turkey: A Short History [Türkiye: Bir Kısa Tarih] yazarın Türkiye üzerine yapmış olduğu diğer çalışmalardır. George Washington Üniversitesi’nde 1947 yılında başlayan üniversite hocalığı kendisine 1954 yılında profesör ünvanını, 1986 yılında ise Profesör Emeritus ünvanını kazandırmıştır. Princeton, Johns Hopkins ve Harvard gibi önde gelen üniversitelerde ders veren Davison, üniversite hocalığının dışında birçok kurumda liderlik ve kuruculuk görevlerini de üstlenmiştir: Amerikan Tarih Kurumu’nun (American Historical Association) muhasipliğini (1974), Ortadoğu Çalışmaları Kurumu’nun (Middle East Studies Association) onuncu başkanlığını (1974-75), Orta Doğu Enstitüsü’nün (Middle East Institute) ikinci başkanlığını (1976-82) ve Türkiye Araştırmaları Kuru2 Alan Fisher, “In Memoriam”, MESA Bulletin, 1996, c. 30, sy. 1, s. 137.
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri
485
mu’nun (Turkish Studies Association) başkanlığını (1980-81) yapmıştır. Ayrıca The Middle East Journal dergisinin 1954’ten bu yana 30 yıl boyunca danışma kurulunda yer almıştır.3 Davison’un diplomasi tarihine verdiği öneminin yanı sıra, çalışmasında Avrupa kaynaklarıyla birlikte Türk ve Osmanlı kaynaklarını da araştırmasının içine katmış olması, dönemin tarihçiliği için yeni bir adımdır. O zamana kadar Batı’da yapılan Osmanlı reformuna dair çalışmalar, Osmanlı kaynakları dikkate alınmadan yapıldığı için, Avrupa kaynaklarında sıkça geçen “Doğu Sorunu” meselesinin bir alt kolu olarak ele alınmaktaydı. Fakat Davison bu çalışmasıyla konuya yeni bir soluk ve metodolojik açılım getirmiş ve Osmanlı tarihçilerinin bundan böyle çalıştıkları konudaki hem Batı hem de Türk-Osmanlı kaynaklarını incelemeleri gerektiğinin altını çizmiştir. 1856 yılındaki reformlardan Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen zaman içerisindeki reform hareketlerini inceleyen yazar, kitabının ilk bölümünde 1789’dan önceki yenileşme çabalarını, III. Selim zamanında yapılan değişiklikleri ve II. Mahmud ile Mustafa Reşid Paşanın başını çektikleri yenilikleri incelemiştir. Bu bölümde, Gülhane Hatt-ı Hümayunu da kısaca ele alınmıştır. Kitabın ikinci bölümünde ise, Âlî ve Fuad Paşaların hazırladıkları 1856 reformları detaylı bir şekilde incelenmektedir. Davison, incelemesinde reformlarla yetinmeyip, dönemin düşünce dünyası ile Âli ve Fuad Paşaların politikalarını da analiz etmektedir. Bu iki figür bilindiği üzere, 1856 yılından sonraki değişimin önderleriydiler. Bunlara ek olarak, Abdülmecid’in ve Kıbrıslı Mehmed Paşanın duygu ve amaçlarının da ele alınması çalışmayı ilk kılan etmenlerin başını çekmektedir. Dördüncü bölümünü, Ermeni, Rum Ortodoks ve Yahudi cemaatlerinin yeniden yapılanmasına ayıran yazar, bu bölümde Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere tanıdığı ayrıcalıkları ve bunların sonucunda umulan yeniden yapılanmanın maalesef gerçekleşmediğini bildirmektedir. Bu bölümü, eyalet yönetimindeki değişikliklerin incelendiği beşinci bölüm takip etmektedir. Bu değişiklikler, eğitim düzeyi yüksek, dürüst ve modernleşme sürecinin idarî ve malî noktalarda başgösterecek muhtemel sıkıntılarının farkında olan memurlara olan ihtiyacı açığa çıkartmıştır. Bu noktada Niş valisi Midhat Paşanın başarıları kendisini ön plana çıkartmış ve bu yeniliklerin eyaletlerin idaresinde uygulanması noktasında ilk akla gelen ismi haline getirmiştir. Midhat Paşanın Fuad Paşaya yardımıyla ortaya çıkan 1864 Eyalet Kanunu’nu Paşa, uygulanması en zor iki eyalette başarıyla uygula3 A.g.e., s. 137-138.
486
TAL‹D, 2(1), 2004, H. Koç
mıştır: Tuna vilayeti ve Bağdat. Davison’un da vurguladığı gibi bu kanun aslında önünde yetişmiş memurların azlığı engeline rağmen başarılı bir kanundur. Sonraki bölümde, Yeni Osmanlılar’ın köklerini inceleyen Davison, 1860’larda çok aktif olan Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Beyi ele almış ve bunların asıl amaçlarının yeni bir kamusal kanaat oluşturmak olduğunu ve bunu başarmak için de medyayı bir araç olarak kullanıp, gazetecilik yaptıklarını ifade etmiştir.4 Yeni Osmanlılar’ın iktidarda olanlara muhalif olmalarına rağmen esas amaçlarının Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını önlemek ve onu yeniden eski güçlü günlerine döndürmek olduğunu bildirir yazar. Fuad ve Âli Paşaların sırasıyla 1869 ve 1871 yıllarında sahneden çekilmeleriyle meydana gelen dört beş yıllık kaos ortamında Avrupa karşıtı İslâmî hisler artmış, ekonomi giderek bozulmuş ve 1875 yılında Osmanlı hükümeti iflasını açıklamıştır. Bunun üzerine Sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş ve yerine meşrûtiyeti ilan etme teminatıyla Sultan Abdülhamid tahta çıkarılmıştır. Meşrûtiyet anayasası eserin son bölümünde detaylı bir şekilde incelenerek, kökenleri ve hassasiyetleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu son bölümde yazarın Tanzimat hakkındaki, yazıldığı dönem itibarıyla dikkate şayan hükümleri tebârüz etmektedir. Bütün bu reform düşüncesinin arkasında yatan Osmanlılık ideolojisinin Osmanlı tebasını ve İmparatorluğu birarada tutmayı başaramadığını ifade eden yazara göre, başka hiçbir politika bu şekilde sona ermezdi. Hıristiyanlar “ayrı bir millet bilincinden ayrılıkçı milliyetçi bilince geçerlerken”5 ve Osmanlılık ideolojisi onlar arasında bir karşılık bulamazken, öte yandan bu ideolojinin getirdiği bütün reformlar İmparatorluğun koşullarının biraz daha iyileştirmişti. İdare, hukuk ve eğitim alanlarında yapılan yenilikler koşulları iyileştirirken yenilikler Abdülhamid’in zamanında da devam etmişti. Kitabın sonundaki kimi Türkçe kelimeleri içeren sözlük, problemli konulara dair ekler ve gayet zengin ve yorumlu bibliyografya, kitabın o dönem için taşıdığı ehemmiyeti daha da iyi bir şekilde gözler önüne sermektedir. “Sadece modern Türk ulusunun ortaya çıkışının izlerini aramak için değil de, geniş ve heterojen Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarına değinmek için tasarlanmış”6 bir kitap olan eser, Batı ve Türk kaynaklarını birarada kullanmak suretiyle Osmanlı yenileşmesine dair çalışmaları sadece “Doğu Sorunu”nun bir meselesi olmaktan çıkarıp başlı başına bir çalışma alanı haline getirmiştir. An4 Roderic H. Davison, Reform in the Ottoman Empire, 1856-1876, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1963, s. 219. 5 A.g.e., s. 409. 6 A.g.e., s. vii.
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri
487
cak Şerif Mardin’in de kitap için yazdığı değerlendirme yazısında değindiği gibi, Türkçe yayımlanmış kaynaklar kullanılırken eserin, Avrupalı yaklaşımların etrafında dönen hükümlerden beslendiği hemen ilk elden fark edilen bir hususiyettir. Bu yaklaşım yüzünden kitabın yazarının Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecini okuyucuya yeterli derinlikle ulaştıramadığının anlaşıldığı ifade edilmektedir.7 Yazarın kitap boyunca reform hareketlerine dışarıdan bakışla konuyu işlediği ve üzerinde durduğu insanların hissiyatını çok yakından biliyormuş izlenimini vermesi bir taraftan olumlu izlenimler bırakırken, diğer yandan sürenin uzunluğu eserin inandırıcılığı noktasında şüpheler uyandırmaktadır. Yine yazarın eser boyunca değinmediği diğer bir alan ise reformun ekonomik arka planıdır. Aslında Avrupa arşivlerindeki araştırmasının kendisine bu imkanı sunmasına rağmen, ne Kırım Savaşından sonra Osmanlı ile büyük güçler arasındaki ticarî ilişkiler ne de bu güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulamak istedikleri politikalar ele alınmaktadır eserde. Bunun yerine Türk entelijansiyasının yükselişini ve muhalefette yerlerini almalarına geniş yer veriyor Davison. Kitabın temelini oluşturan doktora tezinde yer almayan fakat sonraki yıllarda Türk düşünce tarihinde gerçekleşen gelişmeler kitaba eklenmiş ve yazar Genç Osmanlılar’ı çok daha kapsamlı ve mâhirane biçimde ele almıştır. Konusunu böyle bir metodolojiyle ele alan ve 1856 reformlarıyla Birinci Meşrûtiyet’in ilanı arasındaki dönemi topluca inceleyen ilk eser olması, kitabın Osmanlı tarihi çalışmalarındaki önemini göstermektedir. XIX. Yüzyıl Osmanlı ve Türk modernleşmesi üzerine akademik çalışma yapacaklar için önemli bir zemin oluşturan bu yapıt, bütün eksik ve kusurlarına karşın uzun vakit bütün okuma listelerinde yerini almış ve yenileşme üzerine yapılan her çalışmada ilk başvurulan eserlerden biri olmuştur. Roderic H. Davison’un diğer önemli eseri Osmanlı ve Türk tarihi üzerine yazdığı makalelerin topluca basıldığı Essays on Ottoman and Turkish History, 1774-1923 adlı eseridir. Bu kitapta topluca basılan makalelere baktığımızda Davison’un iki temel karakteristiği öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Davison’un bir diplomasi tarihçisi olduğu ikincisi de kendisinin yaşamı boyunca ilgilendiği, ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı yenileşmesindeki Batı etkileridir. Bu kitaptaki makalelerin yaklaşımı açısından Marry C. Wilson’un yorumu şöyledir: “Metod ve içerik olarak disiplinlerarası bir çabanın ürünü olmasalar da alışılagelmiş diplomasi tarihi çalışmalarını aşan ve 7 Şerif Mardin, “Reform in the Ottoman Empire 1856-1876”, Political Science Quarterly, Mar. 1966, c. 81, sy. 1, s. 161.
488
TAL‹D, 2(1), 2004, H. Koç
sosyal, kültürel, iktisadî ve teknolojik değişimin kimi yönlerini de kapsamaya çalışan bir çabanın ürünü olarak değerlendirilebilirler.”8 Makaleler 1774 yılından başlayarak, Osmanlı Devleti’ndeki Batı etkisini ve bu etkinin modern Türk ulus devletinin oluşumu esnasında ne şekilde ortaya çıktığını analiz etmektedir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, Davison’un neslinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nun bu dönemi yalnızca Doğu Sorunu paradigması açısından ele alınmaktaydı. Bu konuyla ilgilenen tarihçiler, büyük güçlerin kaynak ve problemleri haricindeki konularla ilgilenmemekteydiler. Böyle bir ortamda konuyu her iki tarafın kaynaklarını incelemeye çalışarak ele alan yazar aslında tarihsel metodoloji açısından çığır açmış ve konuyu Doğu Soru’nu paradigmasının dışında çekmeye çalışarak, Osmanlı devlet adamlarını tarihin gelişiminde etkin kişiler olarak yorumlamıştır. 1990 yılında basılan bu eserde, yazarın 1954 yılında yayınlanmış olan makalesinden ilk kez bu kitapta yayınlanan makalesine kadar çeşitli dönemlerde yazılmış makaleleri mevcuttur. Bunlardan en sonuncusu olan ve ilk kez bu kitapla okuyuculara ulaşan “The Advent of Electric Telgraph in the Ottoman Empire” [Osmanlı İmparatorluğu’nda Elektrikli Telegrafın Ortaya Çıkışı] makalesi, yeni teknolojinin hükümetin uygulamaları, haberleşme mekanizmaları, eğitim ve dil üzerindeki etkilerinden bahsetmektedir. Kitaptaki makaleleri tek tek incelediğimizde, ilk makalenin Osmanlı tarihini kayıplar ve kazanımlar, zayıf ve güçlü iktidarlar tarihi olarak incelediğini ve alışılmış kuruluş, yükseliş, gerileme ve çöküş çizgisinin dışına çıkmadığını görmekteyiz. Makaledeki bu yaklaşım, her ne kadar günümüzün tarihçileri arasında itibar görmemekteyse ve hükümet ve ordudan ziyade kurumların ve diğer ölçeklerin incelenmesi daha revaçtaysa da, makalenin yazıldığı dönemdeki yaklaşımları yansıtması açısından önemlidir. Kitaptaki dört makalenin diplomatik konular üzerine olduğunu görmekteyiz. Bunlardan ikisi Küçük Kaynarca Anlaşması, bir tanesi 1912-1914 yılları arasında, Avrupa’nın Türkiye’nin doğusuyla alakalı birbiriyle çatışan çıkarları ve sonuncusu da Türk milliyetçilerinin Avrupa’nın kabulünü kazanmak ve Sevr Anlaşmasında zuhur eden üyelikten çıkarılma durumunu tersine çevirmek için gösterdikleri çabalar hakkındadır. Küçük Kaynarca Anlaşması üzerine olan makalelerde, anlaşmanın bazı maddelerinin nasıl olup da anlaşmanın müzakerecilerinin ifade ettiklerinden farklı şekillerde aktarıldığı ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Bunun ana nedeni, konu üzerine 8 Mary C. Wilson, “Essays on Ottoman and Turkish History, 1774-1923”, Journal of Interdisciplinary History, Autumn 1993, c. 24, sy. 2, s. 393.
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri
489
çalışan tarihçi ve diplomatların kendi zaman ve çıkarları uğruna anlaşmanın bazı kısımlarını kasten yanlış yorumlayıp, yanlış tercüme etmeleridir. Kağıt paraya geçişin nedenleri ve etkileri bir diğer makalenin konusuyken, diğer üç makale Avrupa düşüncesinin değişen siyaset ve eğitim sistemi üzerindeki etkilerini incelemektedir. Son makalede ise, Kemalizm’in kökenlerini XIX. yüzyıl Osmanlı reformlarında arayan yazar, bu makalesiyle Türkiye ve Arap dünyasında her geçen gün daha fazla ilgi gören bir yaklaşımı benimsemiştir: Son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal ve siyasî hayatıyla XX. yüzyılda Ortadoğu’da gerçekleşen devletleşme hareketleri esnasındaki sürekliliklerin incelenmesi. Bütün bu makalelerin temel vurgusu, Osmanlıların modernleşme çabalarıdır. Milli bağımsızlık, anayasal ve temsilî hükümet, güçler ayırılığı ve sekülerizm gibi konulara özel önem atfeden yazar, Batılılaşmış Osmanlı Türk bürokratların ve entelektüellerin politik modernleşmede oynadıkları role ve bu insanları eğiten devlet destekli okul ve eğitim programların önemine özellikle değinmiştir. Son makalesinde Kemalizmin köklerini Osmanlı’da ararken de esasında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu çabaların nasıl bir kadro yetiştirdiğini ve bu kadronun Millî Bağımsızlık Savaşı kararını bilinçli bir şekilde alacak derecede iyi yetişmiş olduğunu vurgulamak istemektedir. Davison’un makaleleri bizim siyasî modernleşme anlayışımıza önemli katkılarda bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en açık olanı siyasî modernleşmenin vakit aldığıdır. Yeni kavramların topluma nüfuz etmesini, bu kavramlar etrafında yeni kurumların oluşmasını ve yalnızca modern dünyada gelişen olayları anlamakla kalmayıp aynı zamanda halkına etkili liderlik yapabilecek kadroların yetişmesini beklemeyi gerektirecek kadar vakit alan bir olgudur siyasî modernleşme. Bu makalelerin arasında yaptığımız kısa gezinti, bize Davison’un yayınlanmış olan kaynak eserler üzerindeki uzmanlığını göstermektedir: Gazetelerin ve İngiliz, Amerikan ve Osmanlı arşivlerinin sınırlı derecede kullanımı. Günümüze baktığımızda arşivin daha fazla kullanıldığını fark etmekteyiz. Ayrıca, makalelerde diğer bir göze çarpan mesele ise şu anda yeniden gözden geçirilmeye çalışılan keskin bir Doğu-Batı karşıtlığıdır. Bunun bir diğer aksi ise, değişimin asıl kaynağını hep Batı’da gören ve Avrupa ve Amerikan arşivlerinde Müslümanlara atfedilen fanatikliğin hiçbir eleştiriye tâbi tutulmadan kullanılmasıdır. Sultanın Hıristiyan tebaasını değişime gayet açık ve fakat Müslüman halkı, din adamlarını ise çok muhafazakâr gören bir yaklaşım mevcuttur eserde.9 Son ola9 Roderic H. Davison, Essays in Ottoman and Turkish History, 1774-1923: The Impact of the West, Austin: University of Texas Press, 1990, s. 166-168.
490
TAL‹D, 2(1), 2004, H. Koç
rak değinebileceğimiz bir diğer husus, modernleşme teriminin daima Batı’dan neşet eden ve Batı tarafından desteklenen bir tekâmül düşüncesiyle birlikte kullanıldığıdır. Yazımızın sonuna geldiğimizde Roderic H. Davison’un 1960’lı yıllardan başlayan, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme temasını ele alan yazılarında döneminin önüne geçmiş bir araştırmacı ve ilim adamı olduğunu söyleyebiliriz. O vakte kadar, Batılı ve Türk kaynaklarının yenileşme gibi bir konuda birlikte kullanılması nadir rastlanan bir olguyken, hem Davison’un hem de yazımızın başında zikrettiğimiz yazarların çabalarıyla konu başlı başına bir inceleme alanı haline gelmiş ve “Doğu Sorunu” gibi çok daha ideolojik-politik bir ana başlığın gölgesinde kalmaktan kurtarılmıştır. Yazarın, değişimi Batı’dan gelen ve yalnızca Batı tarafından desteklenen bir süreç olarak görmesi günümüzde geçerliliğini yitirmiş ve çokça sorgulanmış bir yaklaşım olmasına rağmen, Osmanlı Devleti’ndeki reform hareketleri hakkında sonradan yazılmış birçok esere temel kaynaklık etmesi, kitabın önemini daha da artırmaktadır. İncelenmemiş bir dönemi ele alması, hatalarına rağmen yazarın konuyu ne kadar ciddiye aldığının bir kanıtı olsa gerek. Bu eserden yola çıkılarak hazırlanan, konu hakkındaki sonraki çalışmaların, Davison’un çığır açıcı eserinin durduğu yerden çok daha farklı sonuçlara ulaşması da sanırım bilimsel bilginin birikimli ilerlemesi ve insanî bilimlerdeki sonuçların her zaman yeni bulgu ve koşullarla değişebileceği ilkesiyle ilintilendirilebilir. Günümüzde, Osmanlı tarihi çalışmalarının geldiği noktadan bakarak eserin yetkinliğini tartışmak, hem anakronik bir tartışma olacak, hem de Davison’un çalışmalarına gereken önemin verilmemesine sebep olacaktır. Yazımı, Engin Deniz Akarlı’nın, Davison’un toplu makaleler kitabına yazdığı inceleme yazısındaki son sözleriyle bitirmek istiyorum: “Bunlar iyi makalelerdir, hem öğretiyor, hem de düşündürüyor.”10
Kaynakça Reform in the Ottoman Empire, 1856-1876, Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1963, 479 s. Essays in Ottoman and Turkish History, 1774-1923: The Impact of the West, Austin: University of Texas Press, 1990, 279 s. 10 Engin Deniz Akarlı, “Essays in Ottoman and Turkish History, 1774-1923”, The History Teacher, 1992, c. 26, sy. 1, s. 128.
XIX. Yüzy›l Osmanl› Modernleflmesi Çal›flmalar›n›n Öncülerinden Roderic H. Davison ve Eserleri
491
Turkey: A Short History, Genişletilmiş 2. baskı, Huntington: The Eothen Press, 1988, 205 s. The Modern Nations in Historical Perspective, Englewood Cliffs: Prentice-Hall, Inc, 1968, 181 s. The Near and Middle East: An Introduction to history and bibliography, Washington: Center for Teachers of History, [t.y.], 48 s. Nineteenth Century Ottoman Diplomacy and Reforms, İstanbul: ISIS Press, 1999, 460 s.
Roderic H. Davison: A Leading Scholar of 19th Century Ottoman Modernization Studies and His Works Haflim KOÇ Abstract This short article attempts to make some comments on the works of Roderic H. Davison by emphasizing his place on the Ottoman-Turkish political and diplomatic history. He competently made the study of reform and modernization in the 19th century Ottoman Empire an independent subject that needs to be studied in detail. In this piece, I mainly focused on his two books and tried to discuss his remarkable contributions to the field of Ottoman studies.
492
TAL‹D, 2(1), 2004, H. Koç
Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayal› Yap›lm›fl Çal›flmalar Hakk›nda Baz› Görüfller
493
Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 493-510
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin1 Alim ARLI* Toplumun sorunları, hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedilmiş soyut problemler olarak ortaya çıkmaz. Halk bu sorunları ihtiyaçlarının tatmini olarak görür. Türk aydınları, bu hakikatlerden hareket etmedikçe, bir taraftan toplumdan uzaklıklarını sürdürecekler, diğer taraftan da sürprizlerle karşılaşmaya devam edeceklerdir. Şerif Mardin2
Giriş SİYASÎ FİKİRLER TARİHİ, tarih yazımı pratiğinin çetrefilli alanlarının başında gelmektedir. Bu durum, Türk siyasî fikirler tarihi araştırmalarının, içinde çok boyutlu sorunlar ve paradokslar barındıran bir alan olmasından kaynaklanmaktadır. Yaklaşık iki yüzyıllık modernleşme/modernite tecrübesi içinde Batı-dışı toplumlar kendi tarihî/toplumsal miraslarına zamansal gerilik düşüncesiyle paralellik arz eden bir biçimde yaklaşmışlardır. Bu toplumlar, modernleşme süreci içerisinde fiilî ve hukukî boyutta, zorla (sömürge dünyası) veya gönüllü (Türkiye ve Rusya) toplumsal ve siyasal devrim süreçleri yaşamışlardır. Bu süreç içerisinde yapılmış olan Osmanlı/Türk modernleşme süreci analizleri, Türk siyasî fikirler tarihi araştırmalarıyla ilişkili olarak yapılan nihaî yorumlar üzerinde de, tarihî ve zamansal ekseni itibariyle belirgin bir epistemik ağırlık oluşturmuştur. Buna ilave olarak, modernizmin felsefî temelleri ve önkabulleri, pre-modern tarihî 1 Bu makale, Ankara Üniversitesi S.B.E’ye sunulan yüksek lisans tezinin 3, 4. ve 5. bölümleri temel alınarak kaleme alınmıştır. Bkz. Alim Arlı, “Oryantalizm ve Oksidentalizm Tartışmaları Ekseninde Şerif Mardin”, Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003, s. 60-165. Çalışmam sırasında bana her türlü desteği ve ilgiyi esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Nilgün Çelebi’ye ve değerli hocam Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı’ya teşekkürü bir borç bilirim. * İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi. 2 Bkz. Cogito, Laiklik Sayısı, 1994, sy. 1, s. 13.
494
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
alan ve klasik dönem siyasî/felsefî fikir ürünlerini değerlendirme noktasında ve -değer koyucu bir iddiadan hareketle- bu alanların yapısal, içeriksel ve sosyo-linguistik anlamlarını ortaya koymada açık veya gizli bir epistemolojik otorite de talep etmektedir. Bu talebin, hipotetik anlamda, daha çok XVIII. ve XIX. yüzyıl Batı Avrupa düşüncesinin ilerlemeci yöneliminden, modernitenin felsefî ön kabullerinden ve bütün bunların Batı-dışı dünyada yarattığı bilinç travmasından kaynaklandığı iddia edilebilir. Çünkü Batı-dışı dünyanın büyük çoğunluğuna kapitalizm ve dolayısıyla modernleşme; baskı, boyun eğdirme ve gasp yoluyla gelmiştir. Modernleşmenin, Batı-dışı dünyanın geleneksel yapısı içindeki ilk tezahür etme şekli, sosyal ve siyasal açıdan büyük çaplı bir yenilgi ve bunun akabinde yükselen ve aynı zamanda derin travmatik etkileri olan ulusal kurtuluş hareketleridir.3 Serge Latouche’un önemli tespitiyle, bu süreç Dünyanın Batılılaştırılması sürecidir. Sürecin en ciddi sonucu ise, tüm Batı-dışı toplumlardaki doku-yırtılması, dünyanın tekdüzeleşmesi, yaşam şekillerinin birörnekleşmesi ve tahayyülün standartlaşmasıdır.4 XVIII. ve XIX. yüzyılın ilerlemeci sosyal bilim paradigmasının dünyadaki yaygın kabulü, bu sorunların, ilerleme fikri çerçevesinde anlamlandırılıp evrimsel aşamalar şeklinde kavranıldığı bir bilinç ortamını doğurmuştur. Türkiye’nin siyasî tarihini fikrî ve kurumsal boyutlarıyla aydınlatmaya çalışan bilim adamlarının önemli bir kesimi ya olay mahallindeki ‘görüntüleri’ açıklamak için uğraşmışlar ya da ‘Batı’yı geriden takip eden modernleştirici/evrenselci nosyonlara uygun modeller etrafında mefhumlar geliştirmişlerdir. Yukarıda bahsedilen siyasî ve sosyal karakutuyu açmak çok az bilim adamımızın aklına gelmiştir. Bu bilim adamlarımızın başında Şerif Mardin gelmektedir. Jurgen Habermas’ın modernlik ile modernleşme arasında varsaydığı niteliksel ve kurumsal eksenli esaslı fark,5 Osmanlı/Türk modernleşmesini analitik düzlemde ele almaya çalışan araştırmacıların alana ilişkin teorik yaklaşımları için çok boyutlu zorluklar barındıran bir duruma işaret etmektedir. Batı-dışı toplumlar için ‘aşırı Batılılaşma’yı6 zorunlu bir toplumsal/si3 Göran Therborn, “Modernlik Yoluyla Modernliğe Giden Yollar”, Postmodernizm ve İslam Küreselleşme ve Oryantalizm, A. Topçuoğlu ve Y. Aktay (der.), Ankara: Vadi Yayınları, 1996, s. 61-64. 4 Serge Latouche, Dünyanın Batılılaştırılması, çev. Temel Keşoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1993, s. 15, 139-142. 5 “Kısaca söylemek gerekirse, modernite bir projeye, refleksiyona, modernizasyon ise bu projeyi, refleksiyonu mümkün kılan kurumsal-yapısal evrime işaret eder.” Bkz. Ahmet Çiğdem, “‘Türk Batılılaşması’nı Açıklayıcı Bir Kavram: Türk Başkalığı: Batılılaşma, Modernite ve Modernizasyon”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 3, Uygur Kocabaşoğlu (ed.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 68-69. 6 Şerif Mardin, “Tanzimattan Sonra Aşırı Batılılaşma”, Türk Modernleşmesi, Makaleler 4, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000, s. 21-76.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
495
yasal aşama olarak kavrayan tarihsel gerilik psikolojisi7 ve bu psikolojiden mülhem eserlerin birçoğu, toplumsal alanı bir tarihsizleştirme yöneliminden kalkarak incelemeye çalışmışlardır. Bu tür siyasal ve fikrî pratiklerle Batı-dışı toplumların yaşadığı ‘tarihsel bugün’ çok zayıf bir içeriği olan geleneksel/modern çatışması eksenli tarihî bir formalizmle anlamlandırılmaya mahkûm edilmiştir. Böylece, ‘toplumsal değerler’ anlamındaki geleneksel yapılaşmalar8 arkaiklik olgusuyla paralel bir mantıksal zorunluluk kipiyle kurulmuş ve ayrıca Doğu/Batı gibi mutlak karşıtlıklardan hareket eden bir teorik model temellendirilmeye çalışılmıştır. Sosyal bilimlerin cârî paradigması içinde düşünen bilim adamlarının ağırlıklı bir kesimi uzunca bir dönem, pejoratif manasıyla ele aldıkları geleneksel dünyayı da bir tür toplumsal formalizme mahkum etmişlerdir. Aynı şekilde, modernleşmeyi de ilerlemeci tarih-zaman fikri paralelinde mitsel bir idealizm düzleminde yorumlamışlardır. Böylece, bu yaklaşımda mündemiç olan iyimser ilerlemeci Batılılaşmacılık, bilimsel söylem boyutunda nesnel/evrensel bir kabul olarak yeniden üretilmiştir. Bu sorun, sosyal/siyasal teorinin, Batı-dışı toplumsal formasyonların zaman-mekân koordinatlarını tek boyutlu bir uzama hapsedip yalınlaştırdığı ve uzunca bir dönem sorgulamadan kabul ettiği Avrupa-merkezci topolojik bakışının9 fikrî semptomlarıyla donanmış evrenselci/tek-medeniyetçi yaklaşımı ile yakından bağlantılıdır. Batı-dışı dünyanın ve bu arada Türkiye’nin aydınları, geleneksel/modern çatışması fikrini ve modernist/pozitivist değerlere fikrî ve fiilî bağlılığı bir tür bilimcilik şeklinde geliştirip benimsediler. Bu durum, Türk seçkincilerinin, toplumu bir karakutu olarak görmelerinin de kökenlerine gider.10 I- Tarih Bilinci Sorunu ve Şerif Mardin’in Konumu Modern tarih yazımının ve toplum düşüncesinin tartışmalı konularından olan kültür ve düşünce ürünleriyle, tarihsel alanın ele alınma ve kavranma biçimine dair yapılan tartışmalar siyasî fikir tarihine dönük teorik yaklaşımların odağında da önemli bir yer tutmaktadır. Meselenin özü, or7 Latouche, a.g.e., 5-22; Ahmet Çiğdem, “Marx, Marxizm ve Ötesi”, Birikim, 1996, sy. 84, s. 43-45. 8 Abdullah Laroui, Tarihselcilik ve Gelenek, çev. Hasan Bacanlı, Ankara: Vadi Yayınları, 1998, s. 64-72, s. 122-128. 9 Şerif Mardin, “Osmanlı’da Devlet Gücünün Söylemi Olarak Türkçe Üzerine: Giriş Niteliğinde Geçici Notlar, (Bölüm 1)”, Cogito, 1998, sy. 13, s. 267-268. 10 “(...) Cumhuriyet Batı’dan eğitim kurumlarını ve kültürel alışkanlıkları (müzeler, resim/heykel, laiklik) alırken, bunların aslında anlamların, kavrayışların ve ontolojik tutumların oluşturduğu bir buzdağının suyun üstüne çıkan ucundan başka bir şey olmadığını kavrayamamıştı.” Şerif Mardin, “Modern Türk Sosyal Bilimleri Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s. 55-56.
496
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
taçağlar ile modern zamanlar arasındaki, bilginin değerine ve nasıl kavrandığına ilişkin olarak takınılan felsefî tutum ve değerlendirmelerle yakından ilişkilidir. Tarih fikrinin, XIX. yüzyıl Avrupa’sında (özellikle ilerlemeci pozitivistlerle Alman romantikleri arasında) ele alınma biçimine dair şekillenen görüşler, modern felsefenin ürettiği ontolojik/epistemolojik kırılmanın odağında oluşmuştur. Aydınlanma felsefesinin, zamanın ve mekânın algılanmasına ilişkin ürettiği idrak dönüşümü,11 tarihsel alanın nasıl okunacağına ilişkin olarak insan düşüncesini, ‘orta zamanlar’ın kozmolojisinden ve metafiziğinden büyük ölçüde uzaklaştırmıştır. Ayrıca bu uzaklaşma, Türkiye’deki düşünce dünyasının XIX. yüzyıldan itibaren genel eğilimi olan, optimist bir ilerlemecilik ile yalınkat bir görgül pozitivizmin kurumlaşmasına da neden olmuştur. Bir şeyi anlamaya ilişkin algı içeriklerimizin değişmesinden daha fazla anlam ifade eden modern(ist) critiquesin doğuşu, aynı zamanda tarihsel-sosyalin doğasına ilişkin yeni perspektifler getiren fikir araçlarını da üretmiştir. Bu çerçevede, tarih fikrine dair, hem kadîm ile yeni arasındaki farkın semantiğine hem de Batı ile Osmanlı (özelde de Türkiye) arasındaki tarihî birikimin oluşturduğu siyasal yapılaşmanın anlam farkına baktığımızda, modernlikle birlikte yeni bir bilinç düzleminde düşünüldüğü fark edilebilir.12 Zaman ve toplum fikrindeki Batı-merkezci dönüşüm, Avrupa-merkezci evrenselciliği ve buradan hareketle üretilen Batı-dışı ötekilerin tarihsel geriliği düşüncesini de dayatmaktaydı. Aynı zamanda, bu kavrayışta, geçmişşimdi-gelecek biçiminde tasarlanan modern parçalı-zaman kavrayışının temelleri de mevcuttur. Modern düşünce ile birlikte ‘şimdi’, tüm zamansal momentler üzerinde mantıksal içerimi ile de belirgin bir merkezî ağırlık noktası oluşturmuştur. Ayrıca bu çerçevede, historianın genel anlamdaki muhtevası, Avrupa tarihinin yaşadığı tarihsel süreçlerin önemlilik derecesi 11 Felsefî düzlemde, bizzat Immanuel Kant’ın ve daha sonra onu izleyenlerin, bizatihî zaman ve mekânı, bilginin doğurduğu değil, aksine, bilginin varlık koşullarını da belirleyen apriori bir zihinsel kategori olarak varsaymalarıyla birlikte bu kırılmanın muhtevası da şekillenmiştir, bkz. Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev. Vehbi Eralp, İstanbul: Sosyal Yayınları, 1998, s. 307-309. 12 “Aydınlanma felsefesinin rasyonel özü theoria/historia ayrımını anlamsızlaştırırken, Aydınlanma felsefesinin hem karşıtı hem de ikizi olarak gelişen XIX. yüzyıl romantizminin ürettiği tarih felsefeleri ilk anda farkedilmeyen bir şiirselliği tarihte bir düzenlilik arayışının merkezine yerleştirdi. Rasyonel kurgular tarihte evrenselliği, dolayısıyla da theoria’yı tanımlamaya çalışırken, romantizmin tesirinde gelişen tarih felsefeleri bu evrenselliğin öznesini (genelde Batı özelde Germen), dolayısıyla da subjektiviteyi ve şiirselliği, merkez alan bir düşünce biçimini şekillendirdi.” Ahmet Davutoğlu, “Tarih İdraki Oluşumunda Metodolojinin Rolü: Medeniyetlerarası Etkileşim Açısından Dünya Tarihi ve Osmanlı”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, 1999/2, s. 7.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
497
üzerinden (Eski Yunan, Roma, Ortaçağ Avrupa’sı, Rönesans, Modernlik ve şimdilerde Post-Modernlik) tanımlanmıştır. Batı’da zaman-mekân algısının Kant tarafından yeniden kurgulanmasıyla birlikte, toplum düşüncesi de (döneminin Batı-merkezci evrenselciliğine paralel bir biçimde) muhtevası bakımından, kapitalizmin ürettiği siyasal konjonktürlerin ve XVIII. ve XIX. yüzyıl Avrupa’sının siyasal ve toplumsal düşüncesinin kategorileri üzerinden inşa edilmiştir. Bu anlamıyla çağdaş historia kavramı, çoğunlukla “Batı”nın biricikliği fikrine atıfla kullanılırken, diğer taraftan Batı-dışıyla ilgili olarak geliştirilebilecek bir yeni historia tanımı ve alanı, Batı’nın koyduğu anlama referansla kurulabilir kılınmıştı. Bu talepler için bile, ciddî epistemik ve kurumsal engeller bulunduğu iddia edilebilir. Şerif Mardin, Osmanlı/Türk modernleşmesi üzerine din araştırmaları eksenli derinlemesine çalışmalar yapmış olan çok kimlikli (siyasî fikir tarihçisi, sosyolog, siyaset bilimci) sosyal bilimcilerimizin önde gelenlerindendir. Şerif Mardin, çağdaş Türk sosyal bilimlerinde epistemolojik ve metodolojik tutumuyla önemli etkileri olmuş bir bilim adamıdır. Bu etki, Mardin’in, sosyolojik ve siyasal araştırmalarının konularını ele alıştaki yüksek teorik düzeyinin yanında, araştırdığı konulara yaklaşımında ortaya koyduğu epistemolojik çıtalarıyla da yakından ilişkili bir konudur. Şerif Mardin’in araştırmaları, bütün bu belirlemelerden hareketle bakıldığında, Türk modernleşme sürecini açıklamaya yönelmiş alternatif bir paradigmatik modeldir. Mardin, öncelikle yukarıda bahsi edilen historianın modern düşünce ile birlikte farklılaşan ve theoria ile arasındaki ayrımın anlamsızlaştığı daha bütünlüklü kullanımından hareket etmesi açısından ve ikinci olarak ise, sociusun13 tarihin taşıyıcısı olduğu anlamacı kavrayış biçimini işlevselleştirmesi açısından Türk sosyal bilimlerinde farklı bir araştırma programını başlatmış bir bilim adamıdır. Tarih yazıcılığının çağdaş anlamını şeklî ve muhtevî boyutuyla Batı-merkezci kategorilerden farklı olarak Türk tarihinin tarihî gelişim çizgisi içinde ele alıp inceleyen Mardin, tarihsel/sosyale belirli bir süreklilik ve oluş mantığı içinden14 bakabilen bir sosyal/siyasal düşünceyi kendi çalışmalarının başlangıç noktası kılmıştır. Bu bağlamda bakıldığında, Osmanlı/Türk modernleşmesi analizleri, çift boyutlu bir okuma yapılması gereken oldukça zor bir anlam alanıdır. Modernliğin Batı’da geliştiği XVII. yüzyıldan günümüze uzanan tarihî yayılımının felsefî ve sosyolojik anlamını dinamik boyutlarıyla ele alıp anlamanın teorik zorlukları yanında,15 bu 13 Nilgün Çelebi, “Sosyolojinin Türkiye’de Kurumsallaşması”, Sosyoloji ve Metodoloji Yazıları, Ankara: Anı Yayınları, 2001, s. 20-28. 14 Laroui, a.g.e., s. 58.
498
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
tecrübeyi kendi geleneksel/kültürel dünyasıyla travmatik bir çatışma pratiği şeklinde yaşamak zorunda kalan Batı-dışı toplumsal formasyonların yaşadığı kültürel kopuşları/travmaları eşzamanlı ve mukayeseli bir analize tabi tutmak, konunun, bahsedilen çift kanadını oluşturan öğeleridir. II- Şerif Mardin’in Kısa Hayat Öyküsü Şerif Mardin, 1927 yılında İstanbul’da doğmuştur. Lisans eğitimini Stanford Üniversitesi siyasal bilimler bölümünde siyaset bilimi lisansı yaparak, lisansüstü eğitimini ise Johns Hopkins Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında tamamlamıştır. 1954-56 yılları arasında A.Ü.S.B.F.’de asistan olarak çalışmış ve 1958 yılında Yeni Osmanlıların Düşünsel Yapıtları konulu teziyle Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorasını tamamlamıştır.16 1956’da bir süre liberal eğilimli Hürriyet Partisi’nde genel sekreterlik yapmış ve Demokrat Parti iktidarına muhalefetleriyle tanınan Forum dergisinin sürekli yazar kadrosunda bulunmuştur. 1964 yılında Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908 teziyle doçent olmuş, 1969’da ise, profesörlüğe yükseltilmiştir. Türkiye’de, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği yapmıştır. Ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde de uzun yıllar öğretim üyesi ve dekan olarak çalışmış ve ABD’de American University’de İslam Araştırmaları Merkezi Müdürlüğü yapmıştır. Ayrıca değişik zamanlarda Princeton, Columbia, California, Harvard Üniversitelerinde çalışmış, Fransa’da Ecolé des Hautes en Sciences Sociales ve İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde konuk öğretim üyeliğinde bulunmuştur.17 1994 yılında işadamı Cem Boyner önderliğinde, liberal siyasal söylemi ve özgürlükçülük vurgularıyla siyaset sahnesine çıkan ve özellikle ente15 Bu sorun, Batı’da büyük teorik gelenekler oluşmasına neden olmuş geniş bir alandır. Hegel, Marx ve Weber’den, Parsons ve Habermas’a; Rousseau, Tocqueville ve Mill’den, McIntyre ve Rawls’a; Kierkegaard ve Nietzsche’den, Heidegger ve Derrida’ya; Freud’dan Lacan ve Foucault’ya uzanan bu gelenek, Batı’da modernliğe ve akla ilişkin derin bir özbilinç ve aynı zamanda eylem alanı oluşturmuştur. Ayrıntıları için bkz. Marshall Berman, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, çev. Ü. Altuğ-B. Peker, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993; Kanakis Leledakis, Toplum ve Bilinçdışı, çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000; İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, 1983; G. Rabinson ve J. Rundell, Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, çev. E. Başer, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999. 16 İlk baskısı için bkz. Serif A. Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, Princeton: Princeton University Press, 1962. Türkçesi için bkz. Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev. M. Türköne, F. Unan, İ. Erdoğan, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. 17 Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000, s. 168-171; bkz. Şerif Mardin’in kendi hayatına dair ayrıntılara girdiği iki söyleşi: Ali Bayramoğlu, “Şerif Mardin ile Din ve Devlet İlişkileri Üzerine Söyleşi”, Dün ve Bugün Felsefe, 1985, s. 141-142; Necmettin Şahiner, “Şerif Mardin: ‘Belki Yetmiş Seksen Yıl Var ki Türkiye Hoşgörülü Bir Memleket Olamamış’”, Yeni Dergi, 1994, s. 60-63; http://www.sabanciuniv.edu/index1.html.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
499
lektüel çevrelerde önemli yankı bulan, fakat uzun süre yaşayamadan dağılan Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucuları arasında da yer almıştır. Prof. Dr. Şerif Mardin, şu anda Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyeliğine devam etmektedir. III- Siyasî Tarihçilikte Derin Bir Teorik Yaklaşım Şerif Mardin’in sosyal bilimci kimliği, Türkiye’nin 1950’den sonraki dönemindeki başat sosyal bilimci tipinden belirgin farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılık, bürokratik-devletçi söylemin, Türkiye’de sosyal bilimcilere ve aydınlara öngördüğü misyonla taban tabana çatışan bir bakış farklılığından kaynaklanmaktadır. Mardin’e göre, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk’ün aydınlara verdiği Cumhuriyeti koruma görevi, resmî ideolojik bakışla, bilimsel yaklaşımlar arasında hatları belirgin sınırlar oluşmasını engellemiş ve böylece resmî ideoloji ile sosyal bilim arasında alanları ayrışmış bir dengenin oluşması, yapısal düzeyde önemli bir engelle karşılaşmıştır. Bu yaklaşımın kaynağı, aydınla devlet arasında tarihsel kökenlere sahip organik bir göbek bağı olması (Yeni Osmanlılar ve Jön Türk ideolojilerinin de düşünce pratikleriyle sağlamlaştırdıkları bu bağ) ve Durkheimcı korporatizmde temellenen, Cumhuriyetin kurucu elitlerinin topluma bakışını da belirleyen bir tür toplum mühendisliğiydi. İlerleyen süreçte bu yaklaşım bir tür çatallaşma yaşamış ve resmî devletçi-bürokratik görüş taraftarı aydınlar ile Marksist sosyal araştırmacılar şeklinde belirgin bir bölünmeye uğramıştır.18 Şerif Mardin’in sosyal bilimci kimliğini oluşturan öğelere bakıldığında, düşüncelerinin epistemolojik dayanaklarının neler olduğunun belirlenmesi bize önemli ipuçları verecektir. Mardin, eğitiminin ilk yıllarında realist bilim anlayışının nitelikli temsilcilerinden “Paul Baran gibi Marksist bir iktisatçıyı, Bertram Wolf ve Mary Wright gibi abartmasız bir tarihî materyalizmden esinlenmiş tarihçileri” dinleyip incelemiş19 ve Max Weber’in doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında kurmaya çalıştığı epistemolojik denge arayışının sonucunda20 ulaştığı, realizm ile konvansiyonalizmin bir tür sentezini21 çalışmalarının başlangıç noktası kılmıştır. Mardin’in metodolojik tavrı, ilk çalışmalarından itibaren “eleştirel”dir. Mardin’in felsefî söylemi de, 1950’li ve 60’lı yıllarda Türkiye’deki etkili olan Fransız hukukî söylemi18 Mardin, “Modern Türk Sosyal Bilimleri Üzerine Bazı Düşünceler”, s. 54-55. 19 Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000, s. 8. 20 Mardin, Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983, s. 9. 21 Russel Keat ve John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, çev. Nilgün Çelebi, Ankara: İmge Yayınları, 2001, s. 23-43, 54, 157-190.
500
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
nin karşıtı bir noktadadır.22 Mardin’in söylemi, liberal-hümaniter-aydınlanmacı geleneğin izini takip eden bir noktadadır. 1960’larda sosyal bilimciler arasında oldukça revaçta olan Doğu Despotizmi, Feodalizm, Asya Tipi Üretim Tarzı gibi Batı-dışını açıklamak için kullanılan modellerin sağlıklı sonuçlar vermeyebileceğini, bu modellerin ‘Doğu’ya ilişkin sınırlı ve önyargılı malzemelerle inşa edildiğini, bu argümanlardan mülhem olan teorilerden hareketle yapılabilecek genellemelerden kaçınılması gerektiğini, sosyal olgunun -Durkheim’ın maddî strüktür analizlerinde olduğu gibi- yerinden kavramsallaştırılması gerektiğini belirtir.23 Benzer eleştirel vurguları Şerif Mardin’in son dönem çalışmalarında görmek mümkündür.24 Bir dönem, Mardin’in çalışmalarında Amerikan işlevselcilerinin ve davranışçı psikolojisinin ciddi bir etkisi olduğunu gözlemlemek de mümkündür.25 Yine de Mardin’in metodolojik duruşu realist bilim anlayışından konvansiyonalist bilim anlayışının verimlerini kullanmaya eğilimli bir seyir takip etmiştir. Bunu Mardin’in 1980 sonrası yaptığı çalışmalarda daha açık bir biçimde görmek mümkündür.26 Şerif Mardin’in Türkiye’deki sosyal bilimlere modernleşme çözümlemeleri eksenli olarak yaptığı en önemli katkı, Keyman’ın da belirttiği gibi; “akademik ve kamusal söylem içinde son yirmi yılda ortaya çıkan modernite tartışmasını çok daha önce başlatmış olması ve modernizasyon paradigmasının hem içinde hem de dışında bir alana kendi kuramsal ve toplum bilimsel söylemini yerleştirerek ‘Türk modernleşmesini’ çözümlemesidir”.27 Şerif Mardin’in çalışmaları ve metodolojik ba22 Ali Bayramoğlu, “Şerif Mardin İle Din ve Devlet İlişkileri Üzerine Söyleşi”, Dün ve Bugün Felsefe, sy. 1, s. 141-142. 23 Mardin, “Toplum Bilimlerinde Teoriler Üzerinde Bir Not”, A.Ü.S.B.F Dergisi, 1964, sy. XIX, s. 60-74. 24 Mardin, “Türk Tarihinde Nakşibendi Tarikatı”, Richard Tapper (der.), Çağdaş Türkiye’de İslam, İstanbul: Sarmal Yayınları, 1993, s. 94. 25 Mardin, Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983, s. 4-10. 26 “Zamanla toplum bilimlerinde, Batı’da 19. yüzyıldan beri tartışılan fakat Türk aydınları arasında sıfıra yakın bir iz bırakan bir teorik çerçeve (Husserl, Schutz, Gadamer, Heidegger dörtgeni) gelişti: Toplumsal değişmenin a) yalnız ‘dış’ belirlemelerle değil b) ‘eski’leri sıfırlamadan ve c) ‘algılama, kavrama, anlama ve bunları zorlayarak yeniden yaratma’ gibi ‘ara istasyonlardan’ geçerek oluştuğu fikri berraklık kazandı. Batı’da bu yeni birikimi salt bir kültür yaklaşımı olarak görüp yerenler böyle bir anlatıma karşı çıktılar. Bizde ise teorinin içindeki ‘kat’lar (a, b, c) anlaşılmadığından tarihimizin ana hatlarının tanımlamasında aydınlarca benzer yaklaşımlar kimi zaman tartışıldı fakat profesyonel toplum araştırmacılarını hiç etkilemedi (...) Bizde böyle bir yaklaşımı toplum analizlerinde geliştirecek birçok alan mevcut.” Şerif Mardin, “Yeni Osmanlı Düşüncesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 53; ayrıca bkz. Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim, çev. Metin Çulhaoğlu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s. 5-24. 27 Fuat Keyman, “Şerif Mardin, Toplumsal Kuram ve Türk Modernitesini Anlamak”, Doğu Batı, 2001, s. 14.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
501
kışı, 1980’lerden sonra birçok sosyal ve siyasal sorunu açıklamaya yönelen paradigmalardaki anlam krizinin iyice belirginleşmesini takiben, alternatif ve tarihsel oluşun farklı aşamalarını anlam temelli bir biçimde analize katmasından dolayı, Türk sosyal bilim söyleminde geniş bir anlamlandırma boşluğunu doldurmuştur. Şerif Mardin isminin, 1980’lerden sonra sosyal bilimler ve kamusal tartışmalarda öne çıkması ve eserlerinin çoğunun sekizinci ve dokuzuncu baskılarına ulaşması ve Türk siyasetine ilişkin yaptığı ayrım ve kavramlaştırmaların (çevre-merkez, sivil toplum, Volk İslamı, Türk modernleşmesi, aşırı Batılılaşma, muhalefet ve siyasal kontrol vd.) siyasal ve entelektüel çevrelerde de yaygın kabul görmesi, onun 1950’lerden itibaren çalışmalarında kurduğu teorik zembereğin dakik işleyişiyle ilgilidir. IV- Şerif Mardin’in Çalışmaları Üzerine Şerif Mardin’in çalışmaları, sosyal bilimlerin birçok alanına yayılmış bir durum arz etmektedir. Buna rağmen, Mardin’in çalışmaları esas olarak modernlik olgusuyla ilişkili ciddi bir mikro-sosyolojik temele de sahip makro bir modernizasyon ve etkileri çözümlemesi olarak düşünülebilir. Çalışmalarında, birbirleriyle tematik bağlantılarından daha derin ilişkiler, süreklilikler ve çeşitlilikler mevcuttur. Bu ilişkilerin temel özelliği, Yeni Osmanlı düşünce adamlarından günümüze Türk düşünce dünyasının eğilimleri ile Türk toplum ve siyaset hayatının ürettiği anlam ve paradoksların aynı anda belirlenmeye çalışılmasıdır. Mardin’in bir yazısında işaret ettiği ve aslında onun tüm çalışmalarına dair çok önemli bir ipucu olarak görülebilecek teorinin içindeki ‘kat’lar meselesi,28 bir sosyal bilimcinin tüm çalışmalarının teorik odağını nasıl bir mantıksal süreci takip ederek kurduğunu da isabetle açıklamaktadır. Şerif Mardin’in çalışmalarını, sosyal bilimlerin yerleşik disipliner ‘alan’ düşüncesi içerisinde ele aldığımızda, tek bir disiplinin sınırları içerisinde değerlendirilmesi oldukça güç olan bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Bu anlamıyla yapılacak bir tasnifte, Mardin’in çalışmalarının yayıldığı epistemolojik alanın genişliği fark edilebilir. Bu noktada teorinin içindeki ‘kat’lar meselesi de daha iyi anlaşılabilir. Türk siyasî fikirler tarihinin son iki yüzyıllık serencamı etrafında Mardin’in çalışmalarına ister kronolojik ve isterse felsefî örgüsü açısından yaklaşılsın, alana ilişkin dinamik ve özerk açıklama ve yorum evreniyle karşılaşılacaktır. Siyasî düşünceden iktisat düşüncesine, din sosyolojisinden modernleşmeye uzanan bu metinler, Max Weber’in modernite sorunsalı içerisinde Alman toplumu ve modernizasyona ilişkin kurmaya çalıştığı temel araştırma programının muadili olarak nitelendirilebilir. Keyman’ın “Şerif Mardin Türk toplum bi28 Mardin, “Yeni Osmanlı Düşüncesi”, s. 53.
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
502
lim dünyasının Max Weber’idir”29 tesbiti bu durumu önemli ölçüde açıklamaktadır. Şerif Mardin’in çalışmaları, konuları bağlamında düşünüldüğünde dört temel alana yayılmış çalışmalar olarak değerlendirilebilir. i) Siyasî fikirler tarihi alanı içinde yazdıkları. Ağırlıklı olarak Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler üzerine yazdığı kitap ve makaleler.30 ii) Bilgi (bilim) sosyolojisi, ideoloji ve tarih yazıcılığı üzerine yazdıkları.31 iii) Din sosyolojisi üzerine yazdıkları.32 iv) Siyaset sosyolojisi ve aydınlar üzerine yazdıkları.33 V- Şerif Mardin’in Osmanlı/Türk Siyasî Düşüncesi Eserlerine Kısa Bir Bakış Yukarıda bahsedilen ve Şerif Mardin’in çalışmalarıyla önemli mesafeler kaydedilen Türk siyasî ve sosyal tarihinin sancılı süreçleri üzerine tatmin 29 Keyman, “Şerif Mardin ve Toplumsal Kuram ve Türk Modernitesini Anlamak”, s. 13. 30 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998; Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; Türkiye’de Din ve Siyaset, Makaleler 3, 4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995; Türk Modernleşmesi, Makaleler 4, 8. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; “The Mind of the Turkish Reformer: 1700-1900”, Arab Socialism: A Documentary Survey, Sami A. Hanna and George H. Gardner (ed.), Leiden: E.J. Brill, 1969; “Osmanlı’da Devlet Gücünün Söylemi Olarak Türkçe Üzerine: Giriş Niteliğinde Geçici Notlar (Bölüm 1)”, çev. Yurdanur Salman, Deniz Hakyemez, Cogito, 1998. 31 Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983; İdeoloji Ankara: Türkiye Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, 1976; “Toplum Bilimlerinde Teoriler Üzerinde Bir Not”, A.Ü.S.B.F Dergisi, 1964, sy. XIX; “Modern Türk Sosyal Bilimleri Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999; Siyasal ve Sosyal Bilimler, Makaleler 2, 3. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1994; “Tabii Hukukun Gelişme Safhaları Hakkında Bir Not”, A.Ü.S.B.F. Dergisi, 1955, c. X, sy. 2. 32 Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim, çev. Metin Çulhaoğlu, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983; Türkiye’de Din ve Siyaset, 4. baskı, Makaleler 3, İstanbul: İletişim Yayınları; “Abdurreshid İbrahim and Zeki Velidi Togan in the Muslims of Russia”, Rethinking Central Asia, Korkut A. Ertürk (ed.), Lebanon: Ithaka Press, 1999; “Culture Change and the Intellectual: A Study of the Effects of Secularization in Modern Turkey: Necip Fazıl and the Nakshibendi”, Cultural Transitions In The Middle East, Şerif Mardin (ed.), Leiden: E.J. Brill, 1993, s. 189-213; “Türk Tarihinde Nakşibendi Tarikatı”, çev. Özden Arıkan, Çağdaş Türkiye’de İslam, Richard Tapper (der.), İstanbul: Sarmal Yayınları, 1993. 33 Şerif Mardin, Siyasal ve Sosyal Bilimler, Makaleler 2, 3. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1994; Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Makaleler 1, 8. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; “Kollektif Bellek ve Meşruiyetlerin Çatışması”, Avrupa’da Etik, Din ve Laiklik, çev. Sosi Dolanoğlu-Serra Yılmaz, İstanbul: Metis Yayınları, 1995; “İyiler ve Kötüler”, Tarih Risaleleri, Mustafa Özel (der.), İstanbul: İz Yayınları, 1995; ayrıca Mardin’in Osmanlı’da yöneten-yönetilen analizi üzerine mukayeseli bakışlar için bkz. Adem Çaylak, Osmanlı’da Yöneten ve Yönetilen: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi, Ankara: Vadi Yayınları, 1998.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
503
edici bir analiz yapmak şu anda oldukça zor gözükmektedir. Bunun en önemli sebebi ise, Türkiye’nin Tanzimat ve Meşrutiyet gündeminde mündemiç olan sorunların birçoğunun tatmin edici bir çözüme kavuşturulmamış olmasından ve sürecin sosyal paradokslar üreterek gelişen bir karaktere bürünmesinden kaynaklanmaktadır. Şerif Mardin’in yazı hayatının ilk ürünleri “Osmanlı Modernleşmesi” üzerine yazdığı eserlerdir. İki temel eseri olan, bir çeşit derin monografi olarak nitelendirilebilecek Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu ve Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908 adlı klasikleşen çalışmaları bu bilgi alanı üzerine yayılmıştır. Ayrıca, geniş ölçekli birçok makaleyi de bu alanla ilgili yazdıklarına dahil edebiliriz. Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu adlı çalışmasında, Osmanlı Devleti üzerindeki “Batı” ağırlığının etkisinin daha çok hissedilmesinin kurumsal eksenli bir siyasî analizi yapıldıktan sonra, bu ağırlığın hafifletilmesine dönük devletin otokratik değişim uygulamaları yine kurumsal tarih bağlamında değerlendirilmiştir. Mardin’in tesbitine göre, Yeni Osmanlı fikir adamları, kendilerinden sonra gelecek olan Jön Türk hareketinin ve Cumhuriyet düşüncesinin alt yapısını hazırlamışlardır. Kendilerinden sonra kristalleşen düşünce akımları olan İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Liberalizm gibi birçok akımın ilk nüvelerine bu düşünce adamlarının eserlerinde rastlamak mümkündür. Mardin’e göre, bu düşünürlerin ortak paydaları vatanseverlikti. Bu aydınlar bir tür demokratik tartışmanın en yoğun ve ilk örneğini ortaya koydular (Şerif Mardin bu düşünce forumunu döneme ilişkin önemli bir kavramsallaştırma yaparak kritik düşünce veya kritik söylem kültürü olarak vasıflandırmaktadır).34 Bu özellikleriyle de, Kurtuluş Savaşına kadar Türk tarihinin, temel tartışma ve eylem kültürünün de ilk örneklerini ortaya koymuşlardır.35 Mardin’e göre, bu aydın grubu için bir teorisyenler topluluğu demek oldukça güçtür.36 Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 34 Şerif Mardin, “Tanzimat ve Aydınlar”, Türkiye’de Din ve Siyaset, 1995, s. 268-269. 35 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998, s. 441-454; Şerif Mardin, “The Mind of the Turkish Reformer: 1700-1900”, Arab Socialism: A Documentary Survey, Sami A. Hanna and George H. Gardner (ed.), 1969, s. 24-45. 36 Mardin, ‘aydın’ kavramı üzerine de önemli yazılar yazmış ve tartışmalar yapmıştır. Ülkemizde düşünce faaliyetleri ile uğraşmaya başlayan herkesi, ‘aydın’ kavramı etrafında açıklamaya çalışan bir anlayış mevcuttur. Mardin’e göre, Osmanlı düşünce adamları literaty kavramıyla açıklanmaya daha müsaittirler. Edib kavramıyla karşılanabilecek bu zümrenin mensupları, spekülatif bir düşünce faaliyeti yapmazlar. Bizde aydının, hep edibin işlevine denk düşen bir tarafı olagelmiştir. Batı’da ise intellectuel-intellectuals, inteligentsia, literaty ve les clercs gibi ayrımlarla, düşünce faaliyetleri arasındaki farklar da kurulmaya/belirlenmeye çalışılır. Aydın kavramı, bu anlamda Türkçe’de yeterince açıklayıcı bir güce ulaşamamaktadır. Bkz. Şerif Mardin, “Aydınlar Konusunda Ülgener ve Bir İzah Denemesi”, Türkiye’de Din ve Siyaset, Makaleler 3, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, 255-265; “Demokrasi ve Aydının Mesuliyeti”, a.g.e., s. 266-289.
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
504
1895-1908 adlı çalışmada ise, Yeni Osmanlı düşünce adamlarının açtığı yolda ilerleyen Selim Faris, Halil Ganem, Abdullah Cevdet, Mizancı Murat Bey, Prens Sabahattin, Beşir Fuad, Ahmet Rıza Bey gibi dönemlerinin etkili fikir adamlarının, ‘zorunluluklar altında’ ürettikleri fikir ve eylemlerin monografik bir incelemesini yapmaktadır. Dönemin aydınlarının temel fikrî özelliklerinin ve zaaflarının izlerini takip eden Mardin, Cumhuriyet öncesi dönemdeki Türk aydın tabakasının tarihî gelişimi üzerine bütünlüklü bir yoruma da ulaşmıştır. Mardin’e göre, “(J)ön Türklerin hiçbiri derin bir teori, özgün bir siyasî formül veya zihinleri devamlı olarak uğraştırmış bir ideoloji ortaya koymamıştır”.37 Yeni Osmanlı ve Jön Türk aydınlar grubunun Türk düşüncesinin siyasetten edebiyata, sanattan bilime kadar birçok alanın gelişmesinde oynadıkları devrimci rolün temel nedenlerine ve kaynaklarına ilişkin Şerif Mardin’in, hem Batı hem de Osmanlı siyaset düşüncesine ilişkin olarak yaptığı mukayeseli analizler, bu düşünce adamlarının yaptıkları tartışmaların muhtemel kaynakları üzerine yapılan yorumlar, alana ilişkin yapılmış anlamacı epistemoloji kaynaklı, ilk derin analiz ve referans çalışmalarıdır. Bu öncü çalışmaların bazı özellikleri şöylece belirlenebilir: i) Türkiye’de siyaset ve toplumun temel dönüşümlerini anlamak için Cumhuriyet öncesi dönemin siyaset tartışmalarının belirleyici etkisini ayrıntılarıyla ortaya koymuştur. Mardin’in çalışmaları modernleşmenin dönüştürücü, mobilize edici, yeniden düzenleyici etkileri çerçevesinde, bir imparatorluk mirası üzerine kurulan Cumhuriyeti, ulus-devlet modernizminin temel karakterleri etrafında dinamik, tarihî süreci temel süreklilikleriyle açıklayan ve bunu temellendiren bir anlama/anlamlandırma amelîyesini öne çıkaran bir paradigmadır. ii) Türk sosyal biliminin, bir şekilde, modernleşmeye devletin algılayış biçiminin dışında bakmasının gerekliliğini ve bunun metodolojik araçlarının derinlikli bir tarihî-sosyolojik bakışla eşzamanlı kurulmasının eleştirel sosyal bilim açısından taşıdığı önemi göstermiştir. Türk modernleşme sürecine ilişkin yapılacak yorum ve kavramsallaştırmaları, pozitivist algılayış temelinde kuran araştırmacılar zorunlu olarak resmî ideolojinin dil ve söylem evrenine (dolayısıyla bu algılamanın sınırlılıklarına ve verili iktidar ve hiyerarşilerin söylem biçimlerine) gireceklerinden, konuyu ayrıntılarıyla ortaya koyabilecek yorumsamacı yaklaşım biçimi, katılaşmış bilinç rejimlerini temsil eden ideolojilere mesafe koyucu bir idrak ve algı içeriği de oluş37 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000, s. 22.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
505
turabilecektir. Bu anlamda, Mardin’e göre, anlamacı epistemolojinin araçlarıyla Türk siyasal ve sosyal tarihi ele alındığında verimli yorumlara ulaşılabilir.38 VI- Bilgi (Bilim) Sosyolojisi Temelli Eserlerinin Anlamı Üzerine Şerif Mardin’in 1950’lerin ortasından 1960’ların sonuna kadar yoğun olarak Osmanlı modernleşmesinin fikrî boyutları ve sosyal bilimlerin güncel tartışmaları üzerine yoğunlaşan çalışmaları,39 1970’lerin başından itibaren ideoloji nosyonunun ve toplumsal yapıların bilişsel ve sembolik temellerini açıklamaya yönelen bir farklılaşma yaşamıştır. Bu farklılaşma, İdeoloji çalışmasında40 ağırlıklı biçimde bir bilgi sosyolojisi -daha kesin ve çağdaş bir ifade ile- dil sosyolojisi denemesine dönüşür. Esere yapısalcı bir yorumla bakıldığında, dil sosyolojisi tartışmalarına ağırlıklı biçimde bilişsel41 bir bakış getirmeye çalışan bir yaklaşımı olduğu söylenebilir. Din ve İdeoloji42 çalışması ise, ağırlıklı olarak Osmanlı toplumunun anlaşılmasına ilişkin geliştirilen bazı modellerin (Patrimonyalizm-Sultanizm, A.T.Ü.T. ve Osmanlı eksenli sivillik tartışmaları vs.) metodolojik bir eleştiriye tabi tutulduğu bir çalışmadır. Eserin genel yapısı, daha çok bağımsız makalelerden oluşan konuların, ortak bir tema (din ve ideoloji) etrafında biraraya getirilmesi şeklindedir. Bu iki çalışma, Mardin’in sosyal bilimler içinde metot ve yaklaşım açısından düşüncelerinin açık bir biçimde görülebileceği eserlerdir. Mardin, bu eserlerinde toplumsal araştırmalar çerçevesinde, Max Weber’in tarihî/sosyal gerçekliğe ilişkin teorik öncüllerine dayanan bir yaklaşımı benimser. Sosyolojik paradigma açısından Weberci modernizmin etkilerini taşıyan Şerif Mardin’in Weber yorumunun ayrıca Amerikan sosyolojisinin bazı eğilimlerini taşıdığı da söylenebilir.43 Talcott Parsons, Edward Shils, Robert Merton gibi Amerikalı sosyologların yapı, işlev, bürokrasi, gelenek gibi olgular etrafında oluşturdukları ‘sistem yaklaşımı’nın belirgin etkileri bu eserlerde görülebilir. Fakat Mardin’in bu alan üzerine yayılan eserlerinin 38 Mardin, “Yeni Osmanlı Düşüncesi”, s. 53. 39 Mardin, Siyasal ve Sosyal Bilimler, Makaleler 2, 3. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. 40 Mardin, İdeoloji, Ankara: Türkiye Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, 1976. 41 Bilginin zihin süreçleri ve simgesel sistemler açısından anlamı ve işlevi üzerinde yoğunlaşması bakımından eser, döneminin gündemi içerisinde ciddi bir yere sahiptir; bkz. a.g.e., s. 20-75. 42 Mardin, Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983. 43 Bu konu için Max Weber’in Türkçeye çevrilen eserine bir önsöz yazan Mardin’in yazısına bakılabilir. Bkz. “Max Weber Üzerine”, Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, H. Gerth ve C.W. Mills (der.), Hürriyet Vakfı Yayınları: İstanbul, 1986.
506
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
temel eğilimi, Osmanlı-Türk modernleşmesinin teorik kavramsallaştırılması için ampirik uyarlamalara başvurmasıdır. Din ve İdeoloji çalışmasında Osmanlı’da yapı ve kültür ile otorite ve halk arasındaki ilişkilerin niteliklerini/formlarını ele alarak, aynı güzergâhta, günümüz Türkiye’sindeki İslâm kültürünün anlamına ve değişimine ilişkin bir açıklama çabası olan ‘Volk İslâmı’ kavramına uzanan bir bütünlük kurma çabası mevcuttur.44 Bu tür bir süreklilik arayışı da yine, mikro-sosyolojik düzlemlerden makro-sosyolojik düzleme uzanan Weberci bir karakter sergiler. Mardin’in daha sonraları yazdığı bazı makalelerindeki yaklaşım biçimi, anlamacı-yorumlayıcı sosyolojinin açılımlarının izlerini takip ettiğini göstermektedir.45 VII- Din Sosyolojisi Araştırmaları Din sosyolojisi çalışmalarının ülkemizdeki gelişim tarihi çok eskilere dayanmamaktadır. Bunun değişik sebepleri mevcut olmakla beraber, esas sorunun din konusunu anlamlandırabilecek bir epistemolojik ve metodolojik düzeyin Türkiye’deki carî sosyal bilimler paradigmasında tutturulamamasından kaynaklanmaktadır. Şerif Mardin’in din sosyolojisi etrafındaki çalışmaları bu anlamda bir istisnadır.46 Mardin’in çalışmalarına bir bütün olarak bakıldığında, dinin toplumsal yaşam içerisindeki pratik mantığını ve işleyiş mekanizmalarını çözmeye çalıştığı çalışmaları zengin bir içeriğe, yüksek bir teorik ve kültürel düzeye sahiptir. Sosyolojinin üç temel kurucu ismi Marx, Weber ve Durkheim’ın ilgilendikleri en temel alanlardan birisi de dindir. Dinin toplumsal işlevleri hakkında üç kuramcının da vardıkları önemli bir nokta, dinin bir inanç sistemi olmaktan daha ziyade, geniş sembolik ve ideolojik içeriği de olan bir karaktere sahip olduğu gerçeğidir. Mardin’in özellikle Said Nursî üzerine yaptığı çalışma bu açıdan zengin bir teorik içeriğe sahiptir. Mardin bu eserinde metodolojik konumunu açık bir biçimde belirtir: “Din (İslam) bir toplumsal pratik”tir, ve “(...) toplumsal pratik yaklaşımı, öne çıkardığım lehçenin içinde işlev kazandığı yapısal çerçevenin tanım44 Mardin, Din ve İdeoloji, 2. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1983. s. 78-114. 45 Mardin, “Kollektif Bellek ve Meşruiyetlerin Çatışması”, Avrupa’da Etik, Din ve Laiklik, çev. Sosi Dolanoğlu-Serra Yılmaz, İstanbul: Metis Yayınları, 1995; “İyiler ve Kötüler”, Tarih Risaleleri, Mustafa Özel (der.), İstanbul: İz Yayınları, 1995; Mardin, “Yeni Osmanlı Düşüncesi”, s. 53; “Modern Türk Sosyal Bilimleri Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, S. Bozdoğan ve R. Kasaba (ed.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s. 55-56; “Türk Tarihinde Nakşibendi Tarikatı”, çev. Özden Arıkan, Çağdaş Türkiye’de İslam, Richard Tapper (der.), İstanbul: Sarmal Yayınları, 1993. 46 Bu konuda Sabri Ülgener’in İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası isimli eseri de erken bir çalışma olması anlamında bir istisna olarak değerlendirilmelidir. Bkz. Ülgener, İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, İstanbul: Der Yayınları, 1995.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
507
lanması sorununu kendi başına netleştirmez. Kastettiğim; lehçenin statü ve konumlara bağlanması; gücün de, kişinin açıklaması içinde bir yerde şekillenmesi gereğidir. Bu bağlantılar, Foucaultcu ya da Weberci bir çerçevede ele alınabilirler. Benim seçimim Weberci olandır (...) Bazı toplumbilimciler, verili bir zihni temsil sistemi içindeki tutarsızlıkların, toplumun işlevselliği açısından gerekli olduğunu ileri sürerler (Leach-Gellner). Gelinen bu noktada, bu yaklaşımın göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır. Benim önereceğim ise sözü edilen tutarsızlıkları aşma yönünde bir toplumsal diyalektiğin varlığına –çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde bu ana tema olarak alınacaktır- rağmen, sonuç olarak aynı tutarsızlıkların hiçbir zaman tam çözüme ulaşmamasıdır.” 47 Şerif Mardin’in din konusuna bakışı her şeyden önce felsefîdir. Bunu anlamak için aşağıdaki tespiti iyi değerlendirmek gerekir: “Hem kültür hem de din Türk sosyal biliminin yeni keşfidir. Aynı şey Türk laik entelektüelleri için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında egemen dünya görüşü olan naif pozitivizm, toplumun araştırılmasına yönelik bir dizi ‘kültürbilimsel’ yaklaşımın o dönemin Türk entelijensiyasının dağarcığından silinmesine etken oldu. Bu etki bugün hâlâ görülebilir. Bu nedenle görüngübilim (phenomenology), tefsir ilmi (hermeneutics), dilbilim (linguistics), göstergebilim (semiology) bu ülkede ancak moda ödülünü aldıktan sonra ilerlemeye başlayabildi. Tersine, toplumun dinamiklerinin, ‘bilim adamı’ndan çok felsefecinin etkilerini taşıyan, bu ve diğer kavramlaştırmalarının Batı dünyasının sosyal bilimlerinde kalıcı bir etkisi olmuştur. Sosyal bilimlerde etkisi olan ama Türkiye’de çok az yankı uyandıran Husserl, Heidegger ve Nietzsche, bu tür düşünürlerin asgari listesini oluştururlar (...) Kültürel biçimlerin ve dinamiklerinin araştırılması olarak kültür, yavaş yavaş saygınlık kazandı. Bugün, sosyal mühendislerin eski güvenlerinin kalıntısı, pek çok eğitim görmüş Türk’ün dini toplumun başlangıç noktası olarak kabul etmeyi sürekli reddetmelerinde görülebilir.”48 Yukarıda Mardin’in hem metot hem de yaklaşım bağlamında söyledikleri Türk sosyal bilimcileri için oldukça manidardır. Aşağıda alıntılanan sözleri ise, Mardin’in analizlerinin kalkış noktalarını göstermektedir: “Modern İslâmî canlanışa açıklama getirme çabasında İslam incelemelerinin, dinamik bir süreç olarak İslâmî toplumsal yapılanmaların iç kaynağını yakalamaya çalışmak yerine, inatla karşıt kutuplar olarak ele alınan 47 Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim, çev. Metin Çulhaoğlu, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s. 29-30. 48 Mardin, “2000’e Doğru Kültür ve Din”, Türkiye’de Din ve Siyaset, Makaleler 3, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s. 213-214.
508
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
‘Batı’ ve ‘Doğu’ toplumlarında (vurgu A.A.) dinin rolü arasındaki farklılıklar üzerine yoğunlaşmaları –Max Weber de aynı tuzağa düşmüştür- gerçekten de bir talihsizliktir. Bunun, üç düzeyde toplumsal yapılaşmaya, yani kültürel olarak oluşturulmuş bir ‘muhayyile’ ile uygulamaları arasındaki etkileşime, verili bir toplumsal ilişkiler dünyasına ve değişen ‘sınır koşulları’na bakarak gerçekleştirebileceğini öne sürüyorum. Bir ‘muhayyile’ olarak İslâmî kültürün işleyişi, önerdiğim üç analiz alanı içinde en etkileyici olanı, ama aynı zamanda da en çok güçlük içerenidir.”49 Şerif Mardin’in din sosyolojisi çalışmaları Türkiye’de sosyal bilimcilerin makro ve mikro yapılar arasında yaşadığı anlama gerilimini aşma noktasında önemli ipuçları veren bir yöntemi ihtiva etmektedir. Mikro-sosyolojik düzlemin yatay ve dikey yapılaşmaları ile makro-sosyolojik düzlemin çok katlı derinliği arasında kurulan anlam sarkaçlarının denk düştüğü gerçeklik düzlemleri Mardin’in eserlerinde başarılı bir biçimde uzlaştırılmıştır. Kolaylıkla iddia edilebilir ki, Türkiye’de dinin ve siyasetin anlamı ve işlevi üzerine çalışacak sosyal bilimcilerin Mardin’in yöntem ve teori düzeyiyle sağlıklı bir irtibat kurmaları çok kolay olmayacaktır.50 VII- Siyaset ve Aydınlar Sosyolojisi Şerif Mardin’in paradigmatik anlamda Türk sosyal bilim dünyasına yaptığı asıl katkılar Türk siyasal kültürünün karakterine ve yapısına ilişkin geliştirdiği çok değerli kavram ve açıklama modelleridir. Bu kavram ve modeller üç temel sorunun açıklandığı bir çerçeve üzerinde anlam kazanmaktadır: Mardin’in, Cumhuriyet öncesi Türk siyaset düşüncesine ilişkin geliştirdiği argümanlar,51 Kemalizm’in Türk siyaset kültürü içinde oluşturduğu yeni anlam kümesinin siyasal pratiğe ve halk kültürüne etkileri52 ve İs49 Mardin, “Türk Tarihinde Nakşibendi Tarikatı”, çev. Özden Arıkan, Çağdaş Türkiye’de İslam, Richard Tapper (der.), İstanbul: Sarmal Yayınları, 1993, s. 94. 50 Şerif Mardin üzerine yapılmış olan yüksek lisans tezleri ise şunlardır: A. Çaylak, “Osmanlı’da Yöneten ve Yönetilen: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi”, Ankara: Vadi Yayınları, 1998; İ. Toker, “Türk Sosyolojisinde Din Teması”, Yüksek Lisans tezi, Erciyes Üniversitesi, 1998; M. Serin, “Şerif Mardin ve Din Sosyolojisi”, Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi, 1998; N. Doğan, “Şerif Mardin ve Türk Modernleşmesi”, Yüksek Lisans tezi, İstanbul Üniversitesi, 2000; A. Arlı, “Oryantalizm ve Oksidentalizm Tartışmaları Ekseninde Şerif Mardin”, Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi, 2003. 51 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998; Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 7. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; “The Mind of the Turkish Reformer: 1700-1900”, Arab Socialism: A Documentary Survey, Sami A. Hanna and George H. Gardner (ed.), Leiden: E. J. Brill, 1969. 52 Türkiye’de Din ve Siyaset, Makaleler 3, 4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995; Türk Modernleşmesi, Makaleler 4, 8. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Makaleler 1, 8. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2000.
Bir Siyaset Sosyolo¤u Olarak fierif Mardin
509
lâm’ın halk kültürü ve seçkinler katında anlaşılma ve yaşanma biçimlerinin kod/sembol çözümleri.53 Mardin’in, teorik içerikleri oldukça zengin olan bazı temel kavramları şunlardır: Türk siyasasını açıklayabilecek bir anahtar çevre-merkez ilişkileri, muhalefet ve kontrol siyaseti, aşırı Batılılaşma, Volk İslâmı, kritik söylem kültürü gibi Türk tarihinin birçok temel sorununa ilişkin yüksek bir bilinç düzeyi getiren paradigmal araçlardır. Şerif Mardin, önceden de değinildiği üzere, Türk aydınlarının tarihsel süreç içerisinde yaşadığı zihniyetsel ve statüsel dönüşümler hakkında da önemli yazılar kaleme almıştır.54 Bu yazılarının birçoğu bilinçli bir spekülasyon biçiminde kaleme alınmış ve fakat bunlar akademik ve entelektüel forumlarda hakettiği düzeyde bir tartışmaya yol açmamıştır. Andrew Davison, Mardin’in çalışmalarının paradigmatik özgünlüğünün, Türk toplumu ve siyaseti üzerine etkili ve tutarlı bir analiz çerçevesi kurmasından kaynaklandığını ve nihayetinde, Türk siyasetine ilişkin yorumlar üzerinde, söylemi ve öğrencilerinin çalışmaları yoluyla derin etkilerinin oluştuğunu yazmaktadır.55 Mardin’in düşüncesi ve araştırmaları, Türkiye’nin son 200 yıllık sosyal tarihine herhangi bir retrospektif bakışın mutlaka karşılaşmak ve hesaplaşmak zorunda olduğu, geniş bir kavram ve tartışma birikimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal ve sosyal bilimlerin temel disiplinlerinin önemli teorik meseleleri Mardin’in çalışmaları içinde (hem tema hem de sorunsal düzeyinde) sınanmış, tartışılmış ve belirli bir bilinç düzeyine ulaştırılmıştır.56 Bu yönüyle Şerif Mardin’in tarih ve toplum 53 Şerif Mardin, Siyasal ve Sosyal Bilimler, Makaleler 2, 3. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 1994; Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Makaleler 1, 8. baskı, M. Türköne-T. Önder (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; “Kollektif Bellek ve Meşruiyetlerin Çatışması”, çev. Sosi Dolanoğlu-Serra Yılmaz, Avrupa’da Etik, Din ve Laiklik, İstanbul: Metis Yayınları, 1995; “İyiler ve Kötüler”, Tarih Risaleleri, Mustafa Özel (der.), İstanbul: İz Yayınları, 1995; ayrıca Mardin’in Osmanlı’da yöneten-yönetilen analizi üzerine mukayeseli bir analiz için bkz. Adem Çaylak, Osmanlı’da Yöneten ve Yönetilen: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi, Ankara: Vadi Yayınları, 1998; “Culture Change and the Intellectual: A Study of the Effects of Secularization in Modern Turkey: Necip Fazıl and the Nakshibendi”, Cultural Transitions İn The Middle East, Şerif Mardin (ed.), Leiden: E.J. Brill, 1993, s. 189-213; “Abdurreshid İbrahim and Zeki Velidi Togan in the Muslims of Russia”, Rethinking Central Asia, Korkut A. Ertürk (ed.), Lebanon: Ithaka Press, 1999. 54 Bkz. Şerif Mardin,“Aydınlar Konusunda Ülgener ve Bir İzah Denemesi”, Türkiye’de Din ve Siyaset Makaleler 3, 4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s. 255-265; “Tanzimat ve Aydınlar”, Türkiye’de Din ve Siyaset Makaleler 3, 4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995, s. 266-289; “Demokrasi ve Aydının Mesuliyeti”, Türkiye’de Din ve Siyaset Makaleler 3, 4. baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. 55 Andrew Davison, Türkiye’de Sekülarizm ve Modernlik, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 247-252. 56 Sosyal araştırmalarda temanın belirlenmesi ve sorunsalın çerçevesinin çizilmesinin önemi hakkında, bkz. Partha Chatterjee, Milliyetçi Düşünce ve Sömürge Dünyası, çev. S. Oğuz, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, s. 73-78.
510
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Arl›
çalışmaları, pratik sorunları çalışmanın zembereğine yerleştirdiği esnek teorik donanımıyla eleştirel sosyal bilim çalışmaları olarak nitelendirilebilir. Sonuç Şerif Mardin’in etkilerine ilişkin bir değerlendirmede göz önünde bulundurmamız gereken nokta, bu literatürün çok yeni ve gelişmekte olduğudur. Çünkü Mardin’in çalışmalarının asıl anlamının, Türkiye’nin tarihine ve toplumuna dair çalışmalar arttıkça anlaşılacağını söyleyebiliriz. Modernliğin derin dönüşümlerden geçtiği gerçeği, üstelik hem Batı’da hem de Batıdışında sorgulanmasının gittikçe arttığı göz önünde bulundurulduğunda, Şerif Mardin’in Türkiye eksenli modernlik çözümlemesinin de bu süreç içerisinde alternatif okumalara tabi tutulacağı öngörülebilir. Aynı şey kamusallık ve sivillik tartışmaları için de geçerlidir. Şerif Mardin’in çalışmaları, Türk siyasî fikir tarihine ve Türk toplumuna dair anlamacı/yorumlayıcı bakışların geliştirilmesi için ciddî bir başlangıç noktasıdır. Türkiye’nin düşünce ve siyaset dünyasının tıkanma noktaları ve bunun tarihî sebepleri Mardin’in çözümlemeleri ile zenginleşmiş ve çeşitlenmiştir.
fierif Mardin as a Political Sociologist Alim ARLI Abstract This paper aims to analyze the status of Şerif Mardin in the history of Turkish political thought. Mardin is one of the leading founders of social sciences in Turkey. In this respect, he has a deep impact on Turkish social sciences both on theoretical perspective and scientific tradition. Mardin has framed an alternative paradigm dealing with history of modernization in Turkey, following the impact of liberal-humanitarian and enlightenment tradition. In this view, his program of study reveals substantial diversity from the discourse of “etatist-elitist” tradition in Turkey.
511 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 511-526
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri: Türk Devlet ‹deolojisi ve Sol Kemalizmin Oluflumu Ba¤lam›nda Bir Analiz Lütfi SUNAR* Türk düşünce dünyasının en popüler konularından birisi olan Kadro dergisi/hareketi, Türkiye’de derin ve köklü etkiler bırakan entelektüel hareketlerden biridir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına ilişkin hemen her çalışmanın atıfta bulunduğu bir dergidir. Bu bakımdan hareketin ideolojisi ve etkileri incelenmeye değer. Ocak 1932 – Aralık 1935 tarihleri arasında yayın yapan bir derginin adı olan Kadro aynı zamanda bir hareketin adı olarak da kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Türk devrim hareketleri, Türk modernleşmesi bağlamında Kadro hareketini inceleyen çalışmalar olmasına karşın, bu makalenin sonraki safhalarında tartışılacağı gibi, çoğu çalışmanın dar ve sınırlı bir perspektife sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kadro hareketi bugünkü Türk devlet ideolojisi ve aydın kesimi üzerinde derin ve güçlü etkiler bıraktığı için bu perspektiften, derinlemesine incelenmelidir. Kadro dergisi Mustafa Kemal’e yakın birtakım eski sosyalist aydınlar grubunun yayınladığı bir dergidir. Derginin ideologluğunu Şevket Süreyya Aydemir yapmıştır. Onunla birlikte dergide önemli rol üstlenenler yine Aydemir’le ortak bir geçmişe sahip olan Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin’dir. Derginin yayınlandığı dönemde büyük bir sansür ortamı egemen olduğu için, bir derginin tutunabilmesi Mustafa Kemal nezdinde ve CHP çevrelerinde kabul görmesine bağlıydı. Bu şartı sağlamak için derginin sahipliğini Mustafa Kemal’e ve CHP’ye yakın bir isim olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu üstlenmiştir. Dergi, CHP’nin önde gelen seçkinlerinin siyasal baskısı nedeniyle ve bu baskıya karşı Milli Şef’in çekimserliği dolayısıyla sahipleri ve yazarları tarafından 1935 yılının Aralık ayında kapatılmıştır.1 Kadro kapatıldıktan sonra yazarları, diplomaside ve devlet kademelerinde yüksek görevlere atanmışlardır. Bu çalışmada metinsel ve tarihsel çözümlemeye dayalı bir analiz yapılacaktır. Bu metodolojinin seçilmesindeki temel neden, Kadro hareketini Batılılaşma sürecindeki entelektüel çerçeve içerisinde ve Türk Devriminin oluşum sürecinin sosyal ve genel tarihî perspektifi bağlamında konumlandırabilme çabasıdır. Bu * EDAM Eğitim Danışmanlığı ve Araştırmaları Merkezi 1 Aslında Kadro bizzat Mustafa Kemal tarafından nazikçe kapatılmıştır. Zira derginin sahibi Yakup Kadri’nin Tiran’a “zorakî diplomat” olarak atanması sebebiyle dergi sahipliğini bırakması gerekmiştir (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Zoraki Diplomat, İstanbul: İletişim Yay., 1983). Kadro yazarları bunu kendilerine bir uyarı saymışlar ve yeni bir sahiple yollarına devam etmemiş, 36. sayısıyla derginin yayın hayatına ara verdiğini belirten bir yazı yayınlayarak dergiyi kapatmışlardır.
512
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
metodolojiyle Türkiye Cumhuriyeti devrimlerinin temel unsurlarını ve bu oluşumların ardındaki ideolojiyi bulabiliriz. Makalede ilk önce Kadro Dergisi’nin yayınlandığı dönemin siyasî, sosyal ve düşünsel panaroması çıkarılacak ve bu bağlamda Türk Modernleşmesinin karakterine ve günün siyasî ve sosyal şartlarına değinilecektir. Daha sonra Kadro Dergisi hakkında bir literatür değerlendirmesi yapılacaktır. Nihayetinde Kadro’nun Türk Devriminin doktrinize edilmesi çerçevesinde ortaya koyduğu düşünceler devletçiliğin oluşumu, tipik bir entellektüelizm olarak Kadro’daki seçkincilik, Sol Kemalizm ve Mustafa Kemal Ulusçuluğunun oluşumu ve uluslararası sistem analizi bağlamında değerlendirilecektir. Kadro’nun Temelleri: Siyasî ve Sosyal Ortam Türkiye’nin modernleşme süreci, daha sonraki gelişmeleri anlayabilmek için çok önemli bazı temel özellikler taşımaktadır. Kadro’nun Türk devlet ideolojisi üzerindeki etkilerini ve o günlerin sosyal ve politik durumunu anlayabilmek için Türk Batılılaşma sürecini anlayabilmemiz önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde takip edilen Batılılaşma süreci, birtakım radikal kopmalarla beraber Osmanlı Batılılaşmasının takipçisi konumundadır. Ordunun ve bürokrasinin rolü belirgin, birincil ve bu sürecin belki de en önemli özelliğidir. Yaygın kanaate göre Batı’yla karşılaşma ilk olarak askerî alanda olduğu ve bu karşılaşmada Batı üstünlüğü ortaya çıktığı için modernleşme süreci ilk olarak orduda başlamıştır. Tanpınar’ın çok iyi bir biçimde özetlediği gibi, “Taraflar arasında tek taraflı bir ilişki vardı, sadece askerî, bundan dolayı diğer alanlarda herhangi bir karşılıklı etkileşim imkanı yoktu”.2 Batılılaşma ilk önce ordu üzerinde gerçekleştirildiği için zaman içinde ordu ve bürokrasi Batılılaşma sürecinde asıl aktör oldu ve halk bu süreçte pasif kaldı. Bu durumsa halkla devlet, halkla aydın kesimi arasında bir yabancılaşmaya/ikiliğe yol açtı. Türk Batılılaşması, kaynakları bakımından devşirme, içeriği bakımından ise sığdır. Devşirmedir; çünkü tüm hareketi etkileyen pek çok farklı kaynak sözkonusudur. Bu kaynaklar doğal ortamlarında bir araya gelmemişlerdir. Batılılaşma sürecinin aktörleri bu kaynakları yapay olarak bir araya getirmişlerdir. Mesela bazı alanlarda çok derin etkileri olan devrimler olurken diğer bazı alanlarda hiçbir devrim olmuyordu. Ve bu durum eklektizme (devşirmeciliğe) neden olmaktaydı. Genel anlamda en üst düzeydeki politik ve askerî seçkinler, toplumu Batılılaştırmak adına bazı reformlar, hatta devrimler yapıyorlardı; fakat bu yapı fazla yürümüyordu. Çünkü sistemin parçaları verimli ve uyumlu bir şekilde çalışmıyordu. Türk Devrimi’nin ilk yıllarında Batılılaşma için derin etkileri olan pek çok devrimsel nitelikli değişiklik gerçekleştirilirken bunlar fazla başarılı olamamıştı. Arkoun’un da belirttiği gibi, Avrupa sistemini ve kurumlarını onların tarihî ve sosyal arka planlarını almadan içselleştirmek, Batılılaşma sürecini sığ/naif kılıyordu.3 2 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış”, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi, 1997, s. 38. 3 Muhammed Arkoun, İslam Üzerine Düşünceler, İstanbul: Metis Yay., 1994, s. 36-37.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
513
Bu süreç çok hızlı işlediğinden bu sığ işlem toplumda köklenemedi. Zaten halkın büyük çoğunluğunun bu reform ve devrimlere açık karşıtlığı varken bu devrimlerin toplumda köklenmesi pek mümkün de değildi. Böylece sürecin etkin entelektüelleri ve devlet adamları, ana amaç olarak ortaya konan muasır medeniyetler seviyesine ulaşacak temel unsurlar yaratamamışlardır. Batılılaşma sürecinin bir diğer özelliği yukarıdan aşağıya empoze edilmiş olmasıdır. Kararlar sınırlı sayıdaki seçkinler arasında alınıyor ve uygulanıyordu. Batılılaştırıcı reformların tarzından dolayı halk, devletten ve seçkinlerden kopmuştu. Mümtaz Turhan bu tür sosyal değişimleri cebri kültür değişimleri olarak adlandırır ve bu zorunlu değişimlerin toplumda yayılamadığını ifade eder.4 Yani Turhan devrimlerin başarısızlığını tarzları, içerikleri ve hızlarıyla ilişkilendirilmektedir. 1920’ler boyunca insanlar, rejim tarafından bir yabancılaşma yaratılarak baskı altında tutulmuştur. Hilmi Ziya Ülken buna Batılılaşmanın dualizmi diyor: rejimin parçaları ile halk arasındaki dualizm5. Tüm bu tartışmalar içinde Kadro’nun yeri son derece önemlidir. Çünkü bu süreç Kadro’nun aktif/etkileyici ve pasif/etkilenen taraf olduğu iki boyutlu bir süreçtir. Benedict Anderson’a6 göre ulus-devlet oluşturma sürecinde, eski sosyal ve politik sistem çöktüğünde politik otorite ve seçkinler tarafından yeni bir politik ve sosyal düzen inşa edilir. Bu aşamada hayalî ulusçuluk aydın kesimi tarafından teşvik edilmeli ve desteklenmelidir; çünkü yeni düzenin yerleşmesi için sosyal düzenin bağlarının geçmiş hafızadan koparılması gerekmektedir. Kadro yazarları bu tür bir rol üstlenmişler ve Atatürk ulusçuluğu üzerinde şekillenen bir devlet doktrini kurmak için çalışmışlardır. Türk devlet ideolojisinin/Kemalizmin pek çok tezi Kadro dergisi tarafından ortaya konulmuş veya geliştirilmiştir. Türk devlet ideolojisinin oluşmasına katkı sağlayan en önemli parçalardan biri de Kadro’dur. Kadro hareketinin ortaya çıktığı yıllarda Türkiye’de ve dünyada son derece önemli olaylar olmaktaydı. Türkiye’de rejim ve sistem hızlı ve dramatik bir biçimde değişmekte; toplum, farklı tipteki sosyal, ekonomik ve politik organizasyonlarla yüzleşmekteydi. Toplumun alışık olduğu siyasî sistem olan halifelikle birlikte, seçkinlerin sosyal ve politik bütünlüğü de bu devrimler sonucunda ortadan kalkmış, onların sistem içindeki rolleri ve pozisyonları da değişmişti. Öte yandan dünyada da birtakım önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. Kapitalizme alternatif olarak Rusya’da sosyalist bir sistem kuruluyordu. Faşist hareketler yükseliyor, hatta bazı Avrupa ülkelerinde iktidara geliyordu. Diğer taraftan dünya ekonomik sistemini derinden etkileyen 1929 Büyük Buhranı yeni iktisadî arayışları doğurmuştu. Aslında Kadro dergisinin en esaslı işlevselliği 1929’daki büyük ekonomik buhranın ardından hükümete alternatif fikirler sunmak olmuştur. Derginin ideolojisinin derinliklerinde Millî Kurtuluş Savaşına, Türk inkılâbına, Türk toplumunun 4 Mümtaz Turhan, Kültür Değişimleri, İstanbul: İFAV Yay., 1997, s. 60. 5 Hilmi Ziya Ülken, “Tanzimattan Sonra Fikir Hareketleri”, Tazminat I,Yüzüncü Yıldönümü Münasebetiyle, İstanbul: Maarif Matbaası, 1940, s. 761. 6 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, çev. İskender Savaşır, İstanbul: Metis Yay., 1993, s. 160.
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
514
yapısına dair tanımlamalar bulunmaktadır. Kadrocular bu tanımlamaları geliştirirken, analiz yöntemi olarak tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizmi kullanmaktadırlar. Ulusal Kurtuluş Savaşının ardından Mustafa Kemal yeni devletin yönünü Batı’ya çevirmiştir. Hilafet ve saltanat kaldırılmış ve yerine cumhuriyet sistemi getirilmiştir. Aslında serî bir şekilde peşpeşe yapılan devrimler toplumun tüm yapısını değiştirmeyi amaçlıyordu.7 Bu devrimin sonunda siyasî yönetimin ana karakteri, seçkinlerin oynadıkları rol ve sahip oldukları konum çok değişmişti. Önemli politik liderlere yakın olmak çok önemli hale gelmişti. 1927 yılındaki meşhur Komünist Tevkifatından sonra Yakup Kadri hariç Kadrocuların hepsi hapse girmişlerdir. Birkaç yıl içinde hapisten afla çıkan Kadro yazarları artık devrim ve rejim için çalışmaya başlamışlar; böylece onlar da resmî seçkinler arasında yerlerini almışlar ve rejim tarafından önemli görevler verilerek kullanılmışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki baskı ortamı ve hızlı değişim sonucunda oluşan toplumsal hoşnutsuzluğu gören Mustafa Kemal, ekonomik ve sosyal sorunlara daha liberal çözümler sunan Serbest Fırka’yı kurdurdu. Parti, bizzat Mustafa Kemal tarafından kurdurulmasına rağmen kısa sürede politik ve sosyal bir muhalefetin ifade zeminine dönüştü.8 Bu noktada, o günkü toplumsal psikolojiyi daha iyi anlamak için bir anekdot açıklayıcı olabilir. İzmir’de Serbest Fırka toplantısında bir gösteri sonucunda genç bir adam jandarma ateşiyle vurulmuştu. Gencin babası oğlunun cesedini Fethi Okyar’ın kaldığı otel odasının önüne getirmiş ve ‘İşte burada özgürlük için biri kurban edilmiş yatıyor. Eğer siz isterseniz daha pek çok kurban vermeye hazırız; bizi kurtarın’ demişti.9
Günün siyasî ortamında hükümetten birtakım beklentiler vardı ve karşıtlıklar ifade edilemiyordu. Şevket Süreyya bu durumu Mustafa Kemal’i anlattığı Tek Adam isimli biyografide şöyle aifade eder: İdareden birtakım yeni beklentiler vardı fakat hükümetin tüm imkanlarına rağmen bu durum zor şartlar altında görünüyordu. Dar ve küçük bir bürokrat kesimi, birtakım kişisel politik çıkarlar çerçevesinde ve ülkenin gerçeklerinden çok uzakta ülkeyi yönetiyordu. Partinin başkanı İsmet İnönü partiyi asıl fonksiyonundan uzaklaştırmıştı ve partiyi askerî düzen hiyerarşisi içinde idare etmeye çalışıyordu.10
Burada da belirtildiği gibi hükümet ve seçkinler halktan kopmuşlardı ve politika gündelik çıkarlara göre yapılıyordu. Kadro yazarları durumun farkında idiler ve 7 Kadro yazarları bu dönemde değişik komünist partilere (Bu partiler sürecin başlangıcında yasaldılar, fakat 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan sonra illegal ilân edildiler) üyeydiler ve bu dönemde Türkiye’de sosyalist bir değişimin gerçekleştirilmesi için çaba sarfediyorlardı. Birtakım ani değişimler olduğu için doğal olarak onlar bir sosyalist devrimin olabileceğini düşünmüşlerdi. 8 Bilindiği gibi bu toplanma Serbest Fırka’nın sonu olmuştur. 9 Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, İstanbul: İletişim Yay., 1994, s. 172. 10 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İstanbul: Remzi Yay., 1996, s. 386.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
515
bir alternatif olmak amacıyla hareket ediyorlardı: Mustafa Kemal Kadro’yu ve Kadroculuğu CHP’ye alternatif olarak düşünebilirdi. Dolayısıyla Kadro Hareketi genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal, ekonomik ve siyasî sahalarda birtakım arayışlarının olduğu bir dönemde, kurucularının kendi görüşlerini bir alternatif olarak ortaya koymalarıyla oluşmuş bir harekettir. Ortaya çıkarken kendisine biçtiği birincil ve öncelikli rol Türk Devriminin ideolojisini yapmak, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını teorik bir çerçeve dahilinde formüle ederek özgünleştirmek, derinleştirmek ve dünya milletleri arasında öncü bir konuma taşımaktır. Bunu sosyalist geçmişlerinden kaynaklanan birtakım toplumsal ve siyasî analizler çerçevesinde yapmışlardır. Devleti yöneten parti (CHP) seçkinleri tarafından Türk devrimine ideoloji üretmeleri talep edilmemiştir. Hatta bu role soyunurken parti seçkinlerini rahatsız ettikleri de söylenebilir; zira daha sonraki dönemlerde Devrimin ideolojisini ancak devrimin partisi yapar ilkesinden hareketle CHP yöneticileri Ülkü (1933) adında bir dergi çıkaracaklardır. Türk Siyasî Tarihi Literatüründe Kadro Kadro hareketiyle ilgili olarak yazarların kişisel durumlarından ve Kadro’da savunulan düşüncelerden hareketle oluşturulan pek çok farklı düşünce vardır. Devrim zamanları genel olarak, kahramanların olduğu ve sonunda bürokrasinin yerleştiği zamanlar olmuştur. Bu bürokratik düşünüş Türk devriminde Kadro’yu yaratmıştır. Kadrocuları devletçiliğin, seçkinciliğin ve ulusal bağımsızlık hareketlerinin en arzulu savunucuları olarak adlandırabiliriz. Yayımlarını ulusal bağımsızlık hareketinin ideolojisini yapma tutkusuyla başlatmanın ötesinde onlar, ulusal bağımsızlık hareketlerinin de ilk dikkate değer temsilcileridir. Kadrocuların sosyalist geçmişleri bazen haklarında yapılan analizlerdeki en önemli unsur olmaktadır. Yakup Kadri hariç, Kadro yöneticileri geçmişleri itibariyle sosyalist hareketlerin içinde bulunduklarından dergi de bu hareket etrafında değerlendirilmiştir. Naci Bostancı, hareketi, Kadro’yu kuranların Marxist11 geçmişleriyle açıklamaya çalışarak onların toplumun ve rejimin ideolojisini yapmak hedeflerini bir güçsüzlük işareti olarak yorumlamakta ve klasik sosyalist bir hastalığın eseri olarak Kadrocuların herşeyin ideolojisini yapmaya çalıştıklarını iddia etmektedir12. Bostancı her ne kadar Kadro’nun ideoloji yapma gayretini bir güçsüzlük olarak görse de bu gayret onların dünyayla eş zamanlı olarak bazı konuları tartışabilmelerini sağlamıştır. Kadrocuların kullandıkları kelimeler, kavramlar ve fikirler 1930’ların Türkiye’sinin akademik ve entelektüel çevreleri için çok ileridir. 11 Derginin kurucularının komünist geçmişleri olması dolayısıyla Kadro’yu komünist bir hareket olarak adlandıramayız. Öte yandan bazen Kadrocular, faşizmi öven yazılar da yazmışlardır, halbuki onlar faşist bir ideoloji de taşımıyorlardı. Bu nokta çok açık olmasına rağmen dergi yayınına devam ettiği zaman zarfında da harekete karşı olanlar (Bunlar arasında en bilinenleri Peyami Safa, Siirt Mebusu Mahmut Soydan, Ahmet Ağaoğlu’dur) onları zaman zaman “Türk faşistleri” veya “Türkiye’de sosyalist bir sistem kurmak isteyen Türk komünistleri” olarak nitelendirmişlerdir. 12 Naci Bostancı, Kadrocular, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1990, s. 15.
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
516
Kadro hareketi Türk entelektüellerinin genel karakterine ilişkin ipuçları verir. Kadro, Türkiye’nin Batılılaşma sürecinde aydınla toplum arasında yaşanan büyük bir kırılmayı fazlasıyla gösterir. Bu durum bizi, Kurtuluş Kayalı’nın bahsettiği, Türk entelektüel hayatında Kadrocu düşünme biçimi olgusuna götürür. Bu noktayı daha iyi açımlamak için Kayalı, Kadrocu düşüncenin bazı özelliklerini tanımlar. Kayalı’ya göre, Kadroculuk Türkiye’de her zaman vardı ve her zaman da olacaktır. Türkiye’de aydın kesim politik pragmatizm içinde yaşayıp daima güce daha yakın olmaya çalıştığı için bu durum, Kayalı tarafından Kadro yazarlarının kişisel tarihlerinin ötesinde bir durum olarak tanımlanmaktadır. Ona göre; Kadro yöneticilerinin kişisel tarihlerini ve serüvenlerini anlamak ve bunlara bir anlam vermek, Türk aydınının otoriteye karşı tavrını, görevini ve psikolojisini anlamak ve bunlara bir anlam vermekle aynı şeydir. Öyleyse Türk aydının tipik düşünce özelliklerinden birisi, siyasî otorite tarafından verilen bürokratik role uygun davranmaktır. Politik pragmatizm, hem Kadro hareketini hem de onların uzun süreli akımlarını, Kadroculuğu açıklayabilir”.13
Kadroculuk ve Türk aydının pragmatizmi meselesi, Kadro hakkındaki birçok tartışmayı şekillendirir. O yıllara dair birçok roman ve kitaba14 konu olduğu gibi, bu dönemde Türkiye’de Batılılaşma sürecinin başlangıcından beri süren entelektüel bir kriz vardı. Kadro Hareketi, seçmiş olduğu konum ve siyasî duruş açısından seçkinci bir görünüm çizmektedir. Değişik seçkin tanımlamaları içerisinde kadrocuları en iyi tanımlayan kavram George Lenczowki tarafından Ortadoğu’daki seçkin karakterini tanımlamak için ortaya atılan organizasyonel seçkin tanımıdır.15 Partiye yakın durarak yönetici kesimin düşüncelerini etkileyip üstten alta doğru bir değişim önermeleri bakımından Kadrocular tipik birer halka rağmen halk için anlayışı temsilcisidirler. Bu aslında onların Türk Devriminin yapılış tarzına dair tanımlarında daha fazla göze çarpmaktadır. Buna göre bir avuç aydın eldeki kısıtlı imkanlara rağmen hem bağımsızlığı sağlayacak mücadeleyi örgütlemiş hem de Devrimin önündeki engelleri kaldırmıştır. Bu tanım, özellikle Şevket Süreyya’nın yazmış olduğu Mustafa Kemal (Tek Adam16) ve İnönü (İkinci Adam17) biyografileri ve İsmail Hüsrev Tökin’in, Köy İktisadiyatı18 adlı kitapları vasıtasıyla Türk düşünce dünyasına uzun bir süre egemen olmuştur.19 Daha sonraki dönemlerde kadronun bu seçkinci dönüşüm teorisi hakim Türk düşünür tipini belirlemiş ve Kadroculuk diye bilinen bir düşünce tipi yaratmıştır. 13 Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı, İstanbul: İletişim Yay., 2000, s. 21. 14 Yakup Kadri’nin Ankara ve Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sı buna örnek gösterilebilir. 15 Lenczowki’den aktaran Selim İlkin ve İlhan Tekeli, “A Nationalist Leftist Movement: Kadro”, Toplum ve Bilim, 1984, sy. 24, s. 20. 16 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İstanbul: Remzi Yay., 1996. 17 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, İstanbul: Remzi Yay., 1996. 18 İsmail Hüsrev Tökin, Köy İktisadiyatı, İstanbul: YKY, 1999. 19 Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı, İstanbul: İletişim Yay., 2000, s. 20.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
517
Aynı şekilde Selim İlkin ve İlhan Tekeli, Kadro hareketini Ortadoğu’nun klasik seçkin formatında değerlendirmektedirler. Onlara göre Kadro hareketi, baskın politik seçkin olmak için çaba sarfeden bir grup entelektüeli temsil etmiştir. Bu sonuca göre Kadro hareketinin entelektüelleri ilk dönem Cumhuriyeti’nin tek partili dönemi için teorik zemin kurma arayışı içinde olmuşlardır. Fakat bunu yaparken onlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetici seçkiniyle de çatışmaya girmişlerdir.20
Seçkinlerin kendi aralarındaki bu kavgada Kadro başarılı olamamıştır. CHP seçkinleri Serbest Fırka etrafında toplanmış olan liberal seçkinleri elimine etmek için Kadro’yu kullanmışlardır. Farklı seçkinler arasındaki bu çatışmadan yola çıkarak İlkin ve Tekeli Kadro’yu organize seçkin olarak nitelendirmişlerdir”.21 Kadro hareketiyle ilgili bir diğer tartışma, dünya sistemi analiziyle ilgilidir. Kadrocular zamanlarındaki dünya sistemini tüm dünyada yaşanmış olan kolonizasyon sürecine göre açıklamaya çalışıyorlardı. Özveren’in de belirttiği gibi Kadro, otuz yıl sonra Bağımlılık Okulu’nun yapacağı şeyi yapmaya çalışmıştı. Kadrocular, Marxizmin kodlarını ve bilinen kapitalizm analizini değiştirdikleri için Özveren Kadro’yu erken dönem post-Marxist hareket olarak tanımlamaktadır. Zira Kadroculara göre kapitalist dünya sisteminin temel çelişkisi artık sınıf çatışması değil kolonileşmiş ve kolonileştiren arasındaki çatışmadır. Bunu yaparak Kadro bir erken dönem Üçüncü Dünya Hareketi haline gelmiştir. Özveren’in ifade ettiği gibi Kadro emperyalist kolonyal güçlerin ortadan kaybolacağını ve sonraki dönemin ulusal bağımsızlık hareketi dönemi olacağını tahmin etmiştir.22 Bu durum Kadro’nun uluslararası politika ve Türkiye’nin bu politikadaki yeri hakkındaki perspektifini ortaya koymaktadır. Fakat Kadro bu analizlerini Mustafa Kemal’in söyleminden etkilenerek ulusçu bir şekilde Türk Ulusal Devriminin biricikliğini ortaya koyarken söylemektedir. Dolayısıyla Kadro post-Marxistlerle aynı şeyi söylese dahi post-Marxist değil ancak ulusalcı sol bir harekettir. Kadro genelde ekonomik sistem analizi bağlamında tartışılmış ve bu nedenle Türkiye’deki devletçilik ideolojisiyle ilişkilendirilmiştir. Kadro ulusçu-solcu bir hareket olarak devletçiliği savunuyordu. Kadro yazarları Sovyet Sisteminin planlamasından çok etkilenmiş ve Türkiye’nin de böyle bir planlamayı gerçekleştirmesi halinde hızla gelişeceğine inanmışlardı. Mustafa Türkeş’e göre Kadro solcu gelişme modellerini ulusalcılıkla bir araya getiriyordu. Bu açıdan sonraki solcu hareketleri derinden etkilemiştir. Kadro solcu devlet düşüncesinin bir sonucuydu. Devlet çok büyük bir alan olduğundan onlar bürokrasiye ahlâkî bir rol biçerlerdi.23 20 Selim İlkin ve İlhan Tekeli, “A Nationalist Leftist Movement: Kadro”, Toplum ve Bilim, 1984, sy. 24, s. 20. 21 Selim İlkin ve İlhan Tekeli, “A Nationalist Leftist Movement: Kadro”, Toplum ve Bilim, 1984, sy. 24, s. 68. 22 Eyüp Özveren, “The Intellectual Legacy of the Kadro Movement in Retrospect”, METU Development Studies, 1996, c. 23, sy. 4, s. 569. 23 Mustafa Türkeş, Kadro Hareketi, Ankara: İmge Yay., 1999, s. 226.
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
518
Bu bakış açısına göre Kadro yöneticileri, kapitalizmle sosyalizmin ucunda yaşamış; fakat günün ekonomik ve sosyal problemlerine çözüm anlamında üçüncü bir yol önermişlerdi. Dahası onlar bu durumu ulusal bağımsızlık hareketlerinin ideolojisi olarak sunmuşlardı. Dolayısıyla Kadrocular, ulusal bağımsızlık hareketlerinin ekonomik sistemi olarak kapitalizm ve sosyalizme alternatif olması bağlamında devletçiliği savunuyorlardı. Fakat onlara göre aslında devletçilik ekonomik olduğu kadar sosyal ve politik bir sistemdi. Bu perspektiften Stefanos Yerasimos Kadro’nun fikirlerini yüzeysel bulmaktadır. Ona göre Kadro yöneticileri ulusal bürokrasiyle hakim sınıf arasındaki ittifakı göremiyor ve sınıfların üstünde tarafsız bir devlet öngörüyorlardı. Bu aslında sömürüyü daha kolay hale getirmektedir.24 Zira Kadrocular Türkiye’de hiç sınıfın olmadığını iddia ediyorlardı. Kadro’nun Devrim Doktrinizasyonu: Sol Kemalist Düşüncenin Kuruluşu Kadro dergisi yayın hayatına Kadro Niçin Çıkıyor? başlıklı bir manifesto ile başlamıştır. Bu manifestoda Kadrocular amaçlarını şöyle tasvir etmektedirler: Hülasa; cihanın binbir çeşit hadisata gebe olan bugünkü esrarengiz gidişi içinde, mukedderatını kendi inkılabının mukedderatına bağlayan inkılap neslimizin muhtaç olduğu inkılap şevkini her zaman uyanık tutmak ve inkılabımızın idrakini durdurur gibi görünen coşkun ve mürekkep cereyanına daima hakim kalabilmek için, onun prensiplerini hududu muayyen kriteryumlar şeklinde bilmeye, benimsemeye ve benimsetmeye mecburuz. Kadro, bunun için çıkıyor.25
Serbest Fırka deneyiminin başarısız olduğu bu ortamda Kadro yöneticileri kendilerini sistem için taze bir nefes olarak görüyorlardı. Kadrocular ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar birçok konuda yeni/alternatif görüşleri savunuyorlardı. Bu yeni/alternatif görüşler parti içinde ve dışında mevcut gelişmeler çerçevesinde derin tartışmalara neden oluyordu. Hareket güçlü bir karşıtlığın yanında orijinal bir ideoloji de yaratmıştı. Hareketin ortaya çıkışındaki esas saik, devrimin ideolojisini yaratmak çabasıydı. Kadrocular bunun Türk aydınının en öncelikli ve en önemli görevi olduğuna inanıyorlardı. Onlar devrimleri yapan kahramanlarla, bu devrimlerin ideolojisini formüle eden aydınların farklı kişiler olacağına inanıyorlardı.26 Kadro’nun ilk sayısında Kadrocular ana hedeflerini devrimin ideolojisini inşa etmek olarak belirlemişlerdir; eğer bu yapılmazsa Türk devriminin ömrünün kısa, etkilerinin sığ olacağına inanmaktadırlar.27 Zira bir devrimin hayat kaynaklarını desteklemek ve dünya politikasında etkin olmak için formüle edilmiş bir ideolojiye ihtiyacı vardı. 24 Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, İstanbul: Belge Yay., 1978, II c. 25 Kadro Dergisi 1932/1, (Tıpkıbasım), Cem Alpar (der.), Ankara: İTİA Yay., 1978, s. 1. 26 Kadroculara göre devrimin ideolojisini yapma işini bizzat devrimi yapanladan beklemek yanlıştır, bunu aydınlar onların gözetimi altında yapmalıdır. 27 Kadro Dergisi 1932/1, (Tıpkıbasım), Cem Alpar (der.), Ankara: İTİA Yay., 1978, s. 1; Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, İstanbul: Remzi Yay., 1990, s. 5.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
519
Kadrocular için en hayatî düşünce olan, devrimin ideolojisini yapmanın önemi, Türk Devriminin öncü bir devrim28 olduğuna olan sarsılmaz inançlarından kaynaklanmaktadır. Öyleyse bu devrimin ideolojisinin kuvvetli bir biçimde formüle edilip, emperyalizme karşı bir ruh ve mücadele hareketi olarak kolonilerin her bir köşesine yayılması gerekmektedir. Kadrocular Türk devriminin yolunun ve metodolojisinin, gelecekte emperyalist/kapitalist dünya düzeni karşıtı devrimler için bir kılavuz olabileceğini düşünüyorlardı.29 Kadro hareketi için devrimin ideolojisini yapmanın pekçok farklı boyutları vardı. Bu meselenin sosyopolitik, ekonomik ve uluslararası sistem analiziyle ilgili tarafları vardı. Hareketin diğer tüm meselelerle ilgili görüşleri, bu durumun bir yansıması şeklinde ortaya çıkmaktadır. İktisadî bakımdan devletçiliği savunuyor, sosyal hayatta ulusçuluğu toplumsal hayatiyetin temel bir ruhu olarak öneriyor, emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık hareketlerini uluslararası sistem analizi olarak görüyor ve sosyal değişim, dönüşüm alanında seçkinciliği ve tüm bu işleri yapacak tek bir grubu önceliyorlardı. Devletçilik: Kapitalizm ve Sosyalizm Dışında Üçüncü Bir Yol Devletçilik ve Kadro hareketinin ekonomik model araştırmaları, hareketi tam olarak anlamak adına son derece önemlidir. Kadro kendi temel iddialarını, Türk Devriminin vuku bulduğu spesifik tarihî koşullara dayalı olarak bu durumdaki baskın politik seçkin olmalarına dayandırıyordu. Bu anlayışa göre, eski sömürge veya yarı-sömürge devletleri ve toplumları, ki Türkiye de onlardan biriydi, gelişmiş sınıf yapısının olmamasıyla karakterize ediliyordu. Bu toplumlarda, endüstriyel sınıflaşmış toplumların aksine, farklı sınıf çıkarlarını temsil eden politik partiler ortaya çıkamaz. Bunun yerine Kadro, ülkeyi politik bir seçkin tabakanın yönet28 Şevket Süreyya’ya ait olan ‘Türk devriminin pozisyonunun koloniler için kavramsallaştırılması’ öngörüsü bunu ortaya koymaktadır. Ona göre Türk devrimi, sömürgeler için emperyalist kolonileştirici amaçlara karşı mücadele anlamı taşıyan öncü bir devrimdir. Bu analizlerin merkezindeki düşünce, Türk devriminin emperyalizme karşı ilk başarılı devrim olduğu yolundaki inançtır. Öyleyse bu devrimin ruhu ve düşüncesi tüm dünyaya temsil edilebilir. Devrimin öncü kuvvet rolü daha kolay ve etkin bir biçimde uygulanabilir. Onlar bu ideolojiyi üretmek istiyorlar ve bunu yaparken de Marxist analitik çerçeveyi kullanıyorlardı. Devrimin ideolojisini yaratmak adına onların temel araçları, daha önce de dile getirildiği gibi, tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizmdi. Türk devrimi için onların çizdiği tablo, var olan iki yolun -sosyalizm ve kapitalizm- dışında üçüncü bir yoldu. Onlar bu üçüncü yolun Türk devletini diğer devletlerden farklı kılıp onu tüm sömürgeler için öncü bir kuvvet haline getireceğine inanıyorlardı. 29 Bu düşünce o zamanki tüm Türk seçkinleri arasında yaygın bir görüştü. Türk Kurtuluş Savaşının emperyalist güçlerin işgaline karşı yapılan ilk/yegâne savaş olduğunu düşünüyorlardı. Kadroculara göre öncü seçkinler sadece bu devrimi yapmamış, aynı zamanda ülkenin sıradan insanlarının da desteğini almayı başarmışlardır. Bu Türk devriminin en önemli boyutudur, bundan dolayı da Türk Devriminin diğer hareketler arasında ayrı bir yeri vardır. Türk devriminde halkla (Kadrocuların söyleminde sıradan insanlar) seçkinlerin (aydınların) ortak hareketi onu başarılı ve biricik kılmıştır. Bundan dolayı Kadrocular bu işbirliğini sınıf analizlerine temel yapmışlar (bu işbirliğinden dolayı herhangi bir sınıf farklılığının olmadığı bir toplum) ve bunu kurtuluşun kaynağı olarak tüm uluslara sunmuşlardır.
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
520
mesi ve idare etmesi gerektiğini söylüyordu. Bu politik seçkin, devrimci bir iştiyakla hareket etmek ve teknolojiyle bilgiyi etkin bir biçimde kullanmak için tüm ilerlemeci unsurların bir kombinasyonu olmalı ve üyeleri tüm toplumun çıkarlarını bireysel çıkarların üstünde değerlendirmeliydi. Farklı olarak, devrimsel iştiyakla hareket eden, bu tür bir seçkin tabaka, otoriter politik yapıyla karakterize edilmiş bir toplumun yönetilmesinde vazgeçilmez bir yerdedir.30
Kadro aydınları bu şekilde, ulusal bağımsızlık mücadelesi vermiş olan eski sömürge ve yarı-sömürge ülkelerindeki spesifik bir gelişme moduna işaret ediyorlar, bu mücadelenin konusu olarak da ulusal birliğin sağlanmasını gösteriyorlar ve ancak bundan sonra sınıfsız bir toplumun var olabileceğini söylüyorlardı.31 Bu tür toplumlardaki temel çelişki, sınıflar arasındaki değil, ifadesini anti-emperyalist savaşlarda, çelişki endüstrileşmiş kapitalistlerle endüstrileşmemiş topluluklar arasındaki çelişkidir. Böylece Kadro’nun ideolojisi, anti-sosyalist ve anti-komünist olduğu kadar (çünkü bunlarda sınıfların varlığı söz konusudur ve böylece endüstriyel topluluklar için uygun ideolojiler olmaktadırlar) anti-emperyalist, antikolonyal, anti-liberal ve anti-demokratiktir (liberalizm ve demokrasi kapitalizmin politik ideolojileri olarak görülmektedir); onların istediği sistem bunların dışındadır. Kadro’nun aradığı şey onların 1920’lerin Türk Devriminde cisimleştiğini gördükleri bir gelişme modu olarak üçüncü bir yoldur. Tüm Üçüncü Dünya seçkinlerinde görüldüğü gibi, Kadro aydınları ekonomik gelişmenin (endüstrileşmenin) nasıl olabileceğine ve bu gelişmenin ulusal kimlik sorunuyla nasıl uzlaştırılabileceğine ilişkin sorulara cevap bulma arayışı içindeydiler. İlk soruyla ilintili olarak Kadro’nun programı, kapitalist dünya sistemiyle olan bağlar koparıldıktan sonra özerk/bağımsız endüstriyel gelişmenin gerekliliğini vurguluyor ve bu gelişmenin başarılabilmesi için sıkı planlama öneriyordu. İkinci soruyla ilgili olarak da Kadrocular, Batı teknolojilerini ve kurumlarını sorgulanmaksızın almayı da Ziya Gökalp tarafından ortaya atılan, yerli kültürle Batı teknolojisi arasındaki ikiliği de reddetmişlerdir. Bunun yerine, bir yanda Batı teknolojilerini alma mecburiyeti öte yanda bu teknolojilerin alınmasıyla üst yapıda veya kültürde oluşabilecek derin değişimleri göz önüne getirerek tekçi bir kültür yaklaşımı önermişlerdir. Bu tek kültürün üretilmesi işini de devlete havale etmişlerdir. Bu analizleri yaparak Kadrocular, Türk toplumunun yapısıyla ilgili fikirler geliştirmişlerdir. Kadro’ya göre, Osmanlı topumundaki endüstrileşme sürecinin ve feodalizmin her ikisinin de olmaması nedeniyle sosyal yapıda hiçbir katmanlaşma meydana gelmemişti. Endüstrileşme gerçekleşmediği için de Avrupa formunda proleter veya burjuva sınıfı meydana gelememesinin yanı sıra feodalizmle birlikte gelen bir sınıf sistemi de olmamıştır. Böylece Kadro yazarlarına göre Türk toplumu yeryüzündeki yegâne sınıfsız toplumdur. Türk Devriminin başarısı ve 30 Kadro Dergisi 1933/16, (Tıpkıbasım), Cem Alpar (der.), Ankara: İTİA Yay., 1978, s. 30. 31 Kadro Dergisi 1933/18, (Tıpkıbasım), Cem Alpar (der.), Ankara: İTİA Yay., 1978, s. 45.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
521
asilliği bu biricik sosyal sistemden kaynaklanmaktadır. Bu analize göre Türk toplumunda bir sınıf yapısının gelişmesi noktasında hiçbir uygun zemin yoktur ve gelecekte Türk toplumunda bu tür bir bölünme olmayacaktır. Onlara göre “Sınıfsız ve kaynaşmış Türk toplumunun yapısı devrimin kaynağıdır, ayrıca Türkiye’de ve daha sonra da tüm dünyada yeni sistemin de kaynağı olacaktır”.32 Böylece Kadrocular, devletçiliği ekonomik yapı adına çözüm olarak önermişler, sınıfsız bir toplum için en iyi seçenek olarak düşünmüşlerdir. Kadroculara göre sınıfların yükselişi ancak bu şekilde önlenebilir ve Türk toplumunun ve devriminin orijinal ve yegâne karakteri korunabilirdi. Kadro içindeki devletçilik tüm sosyal ve bireysel alanları kapsıyordu. Bu da Kadro’nun diğer hareketlerden (CHP ve Ahmet Hamdi Başer) temel olarak farklı olan yanıydı. Devletçiliğin ve sosyal bütünleşmenin karşısına konan bireye ve bireyciliğe Kadrocular, sadece ekonomik anlamda değil politik ve sosyal açıdan da olumsuz anlam yüklüyorlardı. “Kadro yazarlarına göre Türk toplumu, anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir savaş vermiş bir toplum olarak sosyal ve ekonomik açıdan korporatist/birleşimci bir yol seçmelidir”.33 Köker’e göre Kadro, o dönemde bu tür bir sosyalizmi ve tek parti rejimli devletçiliği savunan yegâne yayındı. Kadro Hareketi’ndeki Seçkincilik: Türk Aydın Sınıfının Tipik Entelektüelizmi Kadro tipik bir seçkinci Türk aydın hareketidir. Kadro entelektüel bir tipoloji ve bir ideoloji olarak takipçiler oluşturmuş ve bu kişiler Kadroculuk olarak adlandırılacak düşünme biçimine hayat vermişlerdir. Onlardan etkilenen aydınlar ekonomik, sosyal ve politik alanlarda uzun zaman etkili olmuştur. Böylece Kadro, Türk aydın tipinin belirlenmesinde uzun yıllar etkili olmuştur. 1930’ların sosyal ve politik şartları bu tür seçkinci hareketler için son derece müsaitti. Çünkü 1920’ler boyunca devrimci liderler tarafından uygulanan pek çok reformun hayata geçirilme metodolojisi seçkinciydi. Devrimci liderler, Türk toplumunu kendi bakış açılarına göre şekillendirmeye çalışıyorlar ve halkın liderleri takip edeceğini veya takip etmesi gerektiğini düşünüyorlardı; aydınlarsa yukarıdan empoze edilen reformların uygulanmasını destekliyorlardı. Türk Devrimi ve reformları boyunca devrim liderleri ve aydınların, halkın inançlarına ve geleneklerine zıt davranmaları gerektiğinden, yönetici grubun seçkinci kompozisyonu doğal yollarla meydana gelmiştir. Bürokratik bir entelektüelizm siyasî hayata yön vermekteydi. Fakat bunu yaparken toplumla aralarındaki bağlantıyı kaybettiler. Bunun sonucu olarak da aydınlar, toplumu devrimsel gelişimin önünde bir engel olarak görmeye başladılar. Kadro örneğinde biz, halka rağmen, halk için söyleminde bu problemin yansımalarını görebiliriz. Onlar sıradan insanları dışlamışlardı. Bu dışlayıcı tavır, Aydemir’in34 “Bu hareket içinde (Kadro’da) sıradan insanlara partilerde olduğu gibi35 hiçbir yer yoktur” cümlesinde açıkça görülmektedir. 32 Kadro Dergisi 1932/1, (Tıpkıbasım), Cem Alpar (der.), Ankara: İTİA Yay., 1978, s. 1. 33 Levent Köker, Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, İstanbul: İletişim Yay., 2000, s. 195. 34 Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, İstanbul: Remzi Yay., 1990, s. 258. 35 Fakat ironik olan, o dönemde sıradan insanlar için Parti’de de hiçbir yer yoktu.
522
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
Kadro’ya göre ise bürokratlar ile kendileri arasında çok önemli farklar vardır. Zira Osmanlı’dan beri bürokratlar Batılılaşma dolayısıyla toplumdan kopmuşlardı; fakat kendileri topluma halkçılık anlayışı içinde gitmekteydiler.36 Karaosmanoğlu’nun bahsettiği halkçılık ise Türk aydının toplumla bütünleşmesi için yeterli değildir. Zira onu halktan koparan teknik bazı sorunlar vardır. Mesela harf inkılabı aydınla halk arasındaki ayrılığlı güçlendiren en önemli etkenlerdendir. Eski Arap alfabesi yeni Latin alfabesiyle değiştirildiği için topluma daha yakın olan eski geleneksel aydınlar, bir anda cahil kişiler olarak toplum üzerindeki nüfuzlarını, dolayısıyla fonksiyonlarını kaybettiler. Seçkinlerle sıradan insanlar arasındaki iletişimi sağlayabilecek bu tabakanın böylece yok olmasıyla birlikte büyük bir boşluk meydana geldi. Bu boşluk Yakup Kadri’nin Ankara (1934) romanında güzelce tanımlanmıştır. Yakup Kadri bize Türk yönetici sınıfının ve aydınlarının, sıradan insanlarla ilişkilerine dair önemli noktalara değinerek anlatır.37 Ona göre Türk aydını toplumdaki modernleştirici görevinde başarılı olamamıştır. Kadro yazarları, devrimci kadronun modernleşme projesiyle uyum içinde, toplumsal değişimde aydınlara öncü bir rol atfediyorlardı. Kadro’nun Uluslararası Sistem Analizi: Neo-Marxist Bir Bakış Kadro başarılı bir şekilde yeni bir dünya sistemi analizi geliştirmişti. Kadro’nun analizinde Türk Devrimi, sömürge ve yarı-sömürge toplumlar için bir öncü olarak nitelendiriliyordu. Kadro’ya göre, Türkiye’nin sınıf yapısı ve devrimsel süreç boyunca kullanılan metotlar, bu toplumlar için çok iyi bir örnek olabilir. Kadrocular, yakın bir gelecekte bu toplumların Türk İstiklal Savaşını ve Devrimini bir model olarak alacaklarına inanıyorlardı. Çünkü onlara göre Türk bağımsızlık hareketinin mücadelesi ve yöntemi, emperyalist kapitalizme o güne kadarki en ciddî meydan okuma olmuştur. Onlar, Türk devriminin emperyalist sistemin zayıf noktalarını gösterdiğini ve yeni bağımsızlık hareketleri için bir kılavuz olduğunu düşünüyorlardı. Bu bağlamda Türk devriminin sembolik bir anlamı vardır. Kadrocular, Trotsky’nin sürekli devrim teorisinden etkilenmişler ve Türk devriminin önce ulusal bazda ve daha sonra da uluslararası boyutta sürekli olacağını iddia etmişlerdir. Dolayısıyla devrim kendini sürekli yenileyerek devam edecektir. Bu durum ayrıca, devrimin saflığını ve başlangıç amaçlarını korumak adına da gereklidir. Eğer devrimde herhangi bir yenilenme olmazsa, bir çürüme kaçınılmaz olacaktır. Bu görev, diğer milletler için daha iyi bir kılavuz hazırlamak adına Türk aydınlarınındır.38 Bu yenilenmeyi sağlayarak Türk devleti, diğer ulusal ba36 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İstanbul: İletişim Yay., 1996, s. 254. 37 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İstanbul: İletişim Yay, 1996, s. 235. 38 Kadro’nun takipçisi solcu hareketler, Türk Devriminin ilelebet tamamlanmayacağı düşüncesinden hareket ederek kendilerini yenileyici bir soluk olarak görmüşlerdir. Bu anlayış sürekli iç ve dış tehdit algılamalarını doğurmuş ve devrimin korunması psikolojisi ortaya çıkmıştır. Bu anlamda sonraki yıllarda solcu ulusalcı söylemler, Kadro’da tartışılan konuların yeniden üretimidir.
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
523
ğımsızlık hareketleri için ekonomik, sosyal ve politik alanlarda iyi bir örnek olabilir. Kadro’ya göre Tükiye’nin uluslararası sistem içindeki özel konumu sınıfsız bir toplum olmasından da kaynaklanmaktadır: Sınıf farkı olmadığı için Türkiye’de proleter bir devrime, aynı şekilde proleteryanın burjuvaziye baskın olduğu sosyalist sisteme de ihtiyaç yoktur; zira bunlar Türk toplum yapısıyla uyuşmazlar; öyleyse bu tür özel ve örnek bir konuma sahip olan Türkiye yeni bir güç olacaktı. Kadro, uluslararası sistemin Neo-Marxist bir analizinin ve üçüncü dünya hareketlerinin yalın halini temsil etmekteydi. Bağımlılık Teorisi, Kadro hareketinin görüşleriyle çok büyük benzerlikler taşımaktadır. Onların analizlerinde Türkiye, Avrupa’nın hakimiyetinden kurtulan ilk ülke olarak, emperyalizme, Batı hakimiyetine ve tüm dünyadaki sömürgeciliğe karşı gelecekte olacak devrimler için bir öncü niteliğindedir. Onlar bu bağlamda Lenin’in görüşlerinden etkilenmiş ve sömürgeleştirilmiş tüm ulusların bağımsızlıklarını kazanacaklarını ve bunun da uluslararası emperyalist kapitalist sistemin sonu olacağını iddia etmişlerdir.39 Fakat bunun anlamı Türkiye’nin dışarıya devrim ithal etmesi değildir, eğer Türk seçkinleri devrim için bir teori ve çerçeve geliştirirlerse bu devrimsel yayılma doğal olarak gerçekleşecektir. Kadrocular sosyalist analitik bir zihne sahip olduklarından tarihin doğal ilerlemeci akışına inanıyorlardı. Türk seçkininin rolü, tarihte doğal bir rol oynamaktır. Bu bağlamda şef onlar için çok önemlidir. Çünkü onlar şefin -Mustafa Kemal’in- kişiliğinde devrimin tüm değerlerini temsil ettiğine inanırlar.40
Öyleyse Türk seçkini açısından lideri takip etmekten ve devrimin amaçlarını gerçekleştirmekten başka bir alternatif yoktur. Diğer toplumlardaki devrimsel oluşumların da Mustafa Kemal gibi liderler çıkarmaları önerilmektedir. Kadrocuların uluslararası sistem analiziyle zamanlarının önünde olduklarını söyleyebiliriz. Pek çok olayı daha olmadan tahmin etmişler ve bu olayların sonuçlarına ilişkin analizler yapmışlardır. Uluslararası sistemdeki değişimler sonucu ortaya çıkabilecek problemlerin çözümüne ilişkin reçeteler hazırlamışlardır. Fakat bu öneriler hiçbir zaman hayata geçirilememiştir. Aydemir İnkılap ve Kadro kitabının ikinci basımının (1968) önsözünde, ortaya koydukları amaçlara ulaşılamadığını ve bunun sebebinin de politik dengelerdeki değişim ve tek parti rejiminin harekete karşı tavrı olduğunu kaydetmektedir. Sol Kemalizm ve Mustafa Kemal Ulusçuluğu Kadro yazarlarının sol, zaman zaman da Marxist düşüncelerle hareket ediyor olmalarından doğan ilişki sol Kemalizmi ortaya çıkarmıştır. Mesela Kadro’nun takipçisi sayılan Yön Hareketi, 1960’lar boyunca Kemalist devrimin henüz tamam39 Mustafa Türkeş, “The Ideology of the Kadro (Cadre) Movement: A Patriotic Leftist Movement in Turkey”, Turkey Before and After Mustafa Kemal (ed. Sylvia Kedourie), London: Franc Cass Publishers, 1999, s. 105. 40 Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, İstanbul: Remzi Yay., 1990, s. 201.
524
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
lanamamış olduğu ve tamamlanması gerektiği teziyle ortaya çıkmıştır. Yön de sahip olduğu Kemalist ideolojiyi topluma cunta aracılığıyla yukarıdan empoze etmeye çalışmıştır. Bu onlar için orduya yakın olarak rejime sızma mantığından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla devrimin tamamlanması gerektiği düşüncesi Sol Kemalizmi zaman zaman otoriter ve totaliter tavırları desteklemeye itmiştir. Sonuçta tüm bu etkiler devlet, ekonomik ve sosyal yapı, ideoloji ve ulus devletle ilgili olarak Sol Kemalizm41 diye adlandırılan bir düşünme biçimi yaratmıştı. Alpkaya’nın da42 belirttiği gibi, Sol Kemalizm özellikle 1980’lerden sonra yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanmışsa da bu düşüncenin ilk ve kurucu örneği Kadro dergisidir. Sol Kemalizm, Kadro hareketinin açtığı yolda yürüyerek kendi ideolojisinin temelindeki Türk Aydınlanması fikrini otokratik araçlarla topluma aşılamak taraftarı olmuştur. Sol Kemalistler rejimi tehdit ettiğine inandıkları politik İslam ve Kürt talepleriyle devletin araçları ve devlet bürokrasisi aracılığıyla Laiklik ve Mustafa Kemal Ulusçuluğunu savunarak mücadele ettiler. Sonuç olarak, sol Kemalizmin politik ve sosyal tabloyu tanımlamak için kullandığı kavramsal çerçevenin, Kadro hareketinden miras kaldığını söylememiz mümkündür. Sonuç Kadro’nun kurucuları, partinin önde gelen seçkinlerine43 çok yakınlardı. Bu, fikirlerini devlet sistemi içerisine monte etmek için kullandıkları yöntemdi. Onlara göre kendileri Devrimin ideolojisini kuran ve Devrimi doktrinize eden beyin41 Sol Kemalizm bir düşünüş ve davranış tipidir. Militarizm bu düşünüşün en belirgin araçlarındandır. Sol Kemalizmi militarizmle özdeş kılan olaylar özellikle 27 Mayıs askeri darbesiyle başlayan 1960’lardaki tavırlardır. Bu darbede Kemalistler orduyu desteklemişlerdir, çünkü Demokrat Parti’yi rejimin ideolojisini yıkmaya çalışan bir kesim olarak görüyorlardı. Bilindiği gibi 12 Mart muhtırasını verenler ordu içerisinde Sağ Kemalizmin savunucularıdır. Muhtıra aynı zamanda ordu içindeki Sol Kemalist gruplaşmayı dağıtmak için de yapılmıştır. Cumhuriyet Gazetesi, sol Kemalist düşünürler ve yazarlar için bundan sonra bir merkez olagelmiştir. Yön hareketinden sonra Sol Kemalizm’in askerî kanadı 1990’ların ortalarına kadar zayıflamıştı. Alpkaya’ya göre, 12 Eylül’den sonra 1980’ler boyunca rejim tarafından Türk-İslam sentezi düşüncelerinin ısrarla uygulanmasıyla Sol Kemalist aydınlar ideolojilerini ve duruşlarını 1990’dan sonra bir kez daha otoriteye ve bürokrasiye yaslanarak savunmak durumunda kalmışlardır (Alpkaya, 2001:479). 28 Şubat sürecini doğuran faktörleri bu şekilde açıklayabiliriz. Kadroculara göre bürokrasi ve devlet mekanizması, rejimin ve Kemalizmin varlığını garanti eden en temel iki araçtır. Bu refleksi, 1990’dan sonra politik İslam’ın alternatif bir siyasî yol ve sistem olarak yükselmeye başladığı dönemde görebiliriz. Özellikle askerî bürokrasi ve hukuk bürokrasisi, devlet otoritesini kullanarak rejimin gardiyanları olmuşlardır. 42 Faruk Alpkaya, “Bir 20. Yüzyıl Akımı: Sol Kemalizm”, Modern Türkiyede Siyasi Düşünce 2: Kemalizm, İstanbul: İletişim Yay, 2001, s. 479. 43 Aslında Parti içinde Kadro’ya ve savunduğu düşünceye karşı çıkan birçok kişi mevcuttu. Fakat Mustafa Kemal’in desteği sürdüğü sürece parti seçkini, dergiye ses çıkarmamıştır. Mesela parti genel sekreteri, Recep Paker ve başbakan İsmet İnönü Kadro’nun fikirlerini kabul etmemelerine rağmen, dergi için yazılar yazdılar (Merdan Yanardağ, Türk Siyasal Yaşamında Kadro Hareketi, İstanbul: Yalçın Yay., 1988, s. 56.)
Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri
525
lerdi. Bu yolla derginin ekonomik ve kültürel hayat hakkındaki bazı görüşleri partinin resmî ideolojisi ve devlet politikası olmuştur. CHP’nin ambleminde bulunan ve kemalizmin temel prensiplerini açıklayan altı oktan biri olarak devletçilik, Kadro’nun bir ürünü olmamasına rağmen, özgün hali Kadrocular tarafından geliştirilmiştir. Öte yandan Kadrocular, ulusal bir tarih ve dil yaratma girişimi olan Türk Dil ve Tarih Kurumu’nun (TDTK) da ateşli savunucuları olmuşlardır. Onlar, rejimin ideolojisini bu araçlarla geliştirmek için çalışmışlardır. Devlet ideolojisinin kültürel ve sosyal boyutları üzerindeki etkileri yanında onlar, Türk akademik ve entelektüel hayatında da güçlü etkiler bırakmışlardır. Aydının toplumdaki yeri ve rolü hakkındaki seçkinci görüş Kadrocular tarafından oluşturulmuştur. Uzun yıllar boyunca Kadro yazarları, Türk devrim ve toplumunun yapısına ilişkin analiz yapan yegâne kişiler olmuşlardır. Bu şekilde akademik ve pratik düzlemde Türk devrimiyle ilgili söylemleri etkilemişlerdir. Türkiye’deki şef miti, Kadro yazarlarınca üretilmiştir. Hareketin en belirgin etkisi Kemalizmin kodlarını ve devletin ideolojisinin temel unsurlarını etkilemiş olmasıdır. Türkiye’de resmî ideolojiyle halk arasındaki, bazen resmî söylemle karşıtları arasındaki kırılma noktası yaklaşık yetmiş yıl önce Kadro dergisiyle yerleşmiştir. Bugün Avrupa Birliği, insan hakları, bürokratik seçkincilik, ulusçuluk ve çok-kültürlülük, özelleştirme vb. pek çok konu, Kadro ve Kadroculuk çerçevesinde tartışılabilir. Zira seksen yıllık sistemin, oluşturulan devlet ideolojisi bağlamında, benzer olay ve fikirlere aynı tepkileri verdiğini ve bunda da Kadro’nun fikirlerinin etkinliğini rahat bir şekilde görebiliriz.
Kadro Journal/Movement and its Effects: An Analysis on Turkish State Ideology and the Formation of Leftist Kemalism Lütfi SUNAR Abstract: Kadro movement is one of the deep-rooted influential intellectual movements in Turkey and almost all studies concerning early years of Turkish Republic refer to the movement. Therefore, it is worthwhile to examine its ideology and its effects. The movement takes its name from the Kadro Journal that was published between January 1932 and January 1935. Since it was very effective on the formation of Turkish State ideology, studying this subject becomes very important for understanding current debates around Turkish state ideology. So some studies on the formation of Turkish State, Turkish Revolutionary Movement, and Turkish modernization have already investigated this subject. Through this paper the methodology will be historical and sociological. This is important and necessary for a better understanding of the sources and the effects of
526
TAL‹D, 2(1), 2004, L. Sunar
the movement. Because in my opinion clarifying the social, historical and economic conditions, in which the ideology and personality of the founders of the Kadro arose, is necessary for understanding the movement. The direction and form of social change in the early years of Turkey should be examined as a background for the years and circumstances that Kadro Movement was effective. Hence, the evaluation of some important events -preceding and producing the Kadro Movement’s world view and characteristics- in both personal history of the Kadro’s staff and Turkish Revolution’s history become significant for reaching at such a correlation mentioned above. In this work I asked some sub-questions beside the main question that is concerning how and to what extend did the Kadro Movement affect Kemalism as Turkish state ideology, and the Turkish intellectual life?
527 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 527-550
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum Yücel BULUT* Forum dergisi, DP iktidarının “demokrasi dışı” uygulamalarına “hürriyet” ve “demokrasi” adına muhalefet etme ve Türkiye’de Batılı standartlara uygun bir demokrasi anlayışının ve kurumlarının yerleşmesi uğrunda çaba gösterme arzusuyla 1954 yılında okur karşısına çıktı. Dergi kısa sürede hem tirajını, hem etkinlik alanını ve hem de DP karşıtı muhalefetinin şiddetini artırdı. Derginin özellikle 1954-1958 arasındaki sayılarında dile getirilen görüşler ve kurumsal çözüm önerileri, 27 Mayıs İhtilali sonrasında uygulanma imkanı da bulmuştur: Çift Meclis, Anayasa Mahkemesi vb. gibi. Dolayısıyla, Forum dergisi yalnızca bir muhalefet dergisi olmamış, aynı zamanda, Türkiye’de demokrasinin ve demokratik kurumların yerleştirilmesinde de önemli bir işlev görmüştür.1 Bu yazıda, Yalçın Küçük’ün “üniversiter Türk aydın hareketinin sonuncusu”2 olarak nitelediği Forum dergisinin hangi ihtiyaçlar gözetilerek yayınlanmaya başlandığı, yayınlandığı sürece nasıl bir misyon üstlendiği ve ne tür işlevler yerine getirdiği, Forum yazarlarının nasıl bir “demokrasi” anlayışına sahip oldukları, bu daha çok kuramsal ve iç politikayla ilgili mevzular dışında Türkiye’nin dış politika meseleleri ve dönemin meşhur tartışma konularından biri olan kalkınma problemi hakkında neler düşündükleri gibi hususlar gözler önüne serilmeye çalışılacak* Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. 1 Forum dergisini ve dergi etrafında oluşan muhalefet grubunu, müstakil olarak ele alan üç yüksek lisans ve bir lisans bitirme tezi yapılmıştır: (1) Birol Şal, “Muhalif Bir Dergi: Forum, 1954-1961”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Bölümü, 1988. Danışman: Doç. Dr. M. Şükrü Hanioğlu. (2) İsmet Can, “Forum Dergisi’nin (1954-1960) 1960 Sonrası Dönemin Siyasal Sistemine Etkileri Üzerine Bir İnceleme”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset ve Sosyal Bilimler Bölümü, 1993. Danışman: Doç. Dr. Kadir Cangızbay. (3) Nursel Sağıroğlu, “Forum: An Intellectual Opposition in the DP Period, 1954-1960”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, 1990. Danışman: Prof. Dr. Binnaz Toprak. Özellikle ekler kısmında yer alan röportajlar aydınlatıcı bilgiler içermektedir. (4) Mustafa Sarıkaya, “Forum Dergisi İncelemesi”, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Mezuniyet Tezi, 1972-1973 Öğretim Yılı. Yöneten: Prof. Dr. Cahit Tanyol. Sarıkaya’nın mezuniyet tezi, dergide 1 Nisan 1954 ilâ 15 Aralık 1968 yılları arasında yayınlanan 353 sayıda yer alan yazıların, yazar isimlerine göre yapılmış bir indeksini oluşturarak yararlı bir hizmet sunmuştur. 2 Yalçın Küçük, “Cumhuriyet Döneminde Aydınlar ve Dergiler”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. 1, s. 142.
528
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
tır. Bir diğer amacımız da, yaygın şekilde, sağcı ve Amerikancı olarak nitelenen Forum dergisinin, yine sağcı ve Amerikancı olmakla suçlanan DP’ye muhalefeti temsil eden başlıca yayın oluşunun doğurduğu çelişik durumu bir nebze olsun anlamaya ve aydınlatmaya çalışmaktır. İlk sayısı 1 Nisan 1954’te çıkan Forum’un son sayısı 28 Nisan 1970 yılında yayınlandı. Toplam 379 sayı çıkan Forum dergisi, 15 günde bir yayınlanmaktaydı. Son birkaç sayısında bu periyodun aksadığı görülmektedir. Derginin ilk sahibi Nilüfer Yalçın’dı. Sonraki sahipleri, sırasıyla, Metin And, Osman Okyar, Fikret Ekinci ve Asime Korkmazgil’dir. Derginin 46. sayısında belirtildiğine göre, derginin tirajı 10.000’i aşmıştı. 32 sayfa olarak yayınlanan birkaç sayı hariç, yayın hayatı boyunca 24 sayfa olarak yayınlandı. Son iki, bazen de son üç sayfasına reklam alınmaktaydı. 25 kuruş fiyatla yayın hayatına başlayan Forum dergisinin satış fiyatları sonraki tarihlerde, sırasıyla, 35 krş., 50 krş., 75 krş., 100 krş. olmuştu. Kapandığında fiyatı 150 kuruş idi. Bütün yayın hayatı boyunca iki özel sayı çıkarmıştır. Bunlardan bir tanesi, 15 Aralık 1967’de çıkan “Öğretmen Kıyımı Özel Sayısı”; diğeri de, 15 Ocak 1968 tarihli “Doğu Özel Sayısı”dır. Dergide yazıları yayınlananlara, grup dışından bazı yazarlar hariç, herhangi bir telif ücreti ödenmemiştir. Derginin masrafları, kurucular tarafından ortak karşılanmıştır. Derginin reklam ve satış gelirlerinin, derginin masrafları için kullanılmak üzere bir fonda toplandığı belirtilmektedir. Üniversiteden atılan dergi yazarı akademisyen arkadaşlarının ihtiyaçlarının giderilmesi için de bu fondan yararlanılmıştır. Aynı zamanda ilk sayfası da olan kapak sayfasının üst kısmında, sayfayı boydan boya kaplayan büyük puntolarla “FORUM” logosunun altında “FİKİR MEYDANIDIR” mottosu yer almaktaydı. Daha da altta, daha küçük punto ve büyük harflerle “Onbeş Günlük Tarafsız Siyaset İktisat Kültür Dergisi” ibaresi bulunmaktadır. Altında, “İçindekiler” kısmı yer almaktadır. İçindekilerin hemen bittiği yerden, yani, kapak sayfasının ortalarından itibaren de derginin ilk yazısı başlamaktaydı. Forum dergisi; yazı kurulunun ortak kanaatini yansıtan imzasız bir başyazı, yine yayın kurulunda tartışılarak kaleme alınan “Onbeş Günün Notları” başlıklı geçmiş on beş günlük sürede meydana gelen gelişmeleri değerlendiren bir bölüm, gerek derginin kurucuları ve gerekse de dergiye dışarıdan yazılarıyla destek veren akademisyen ve uzman şahısların kaleme aldıkları ve altlarında kendi isimlerinin bulunduğu yazıların oluşturduğu “İncelemeler” bölümü, okuyucu mektuplarına yer verilen “Okurların Forumu”, yabancı akademisyen ve dergilerden yapılan tercümelerin oluşturduğu “Ne Diyorlar” ve kültür ve sanat konularına ilişkin yazılara ayrılmış “Kültür ve Sanat” bölümü olmak üzere 6 ana bölümden oluşmaktaydı. Özellikle 60’lı yılların sonlarına doğru olmak üzere, derginin gerek bölümlerinde ve gerekse de tasarımında uzun süreli olmayan bazı farklılaşma denemeleri de görülmüştür. Nursel Sağıroğlu’nun yüksek lisans tezinin “Ekler” kısmında yer verilen Aydın Yalçın, Bahri Savcı ve Turhan Feyzioğlu ile yapılmış röportajlarda ve gerek Aydın Yalçın’ın, gerekse de Osman Okyar’ın Yeni Forum’daki yazılarında; Forum dergisinin yayınlanma sürecine ve yaşadığı dalgalanmalara ilişkin ilk elden bilgi ve değer-
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
529
lendirmeler bulunmaktadır.3 Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre, Forum dergisini çıkarma fikri, Aydın Yalçın, Nilüfer Yalçın ve Metin And’ın zihinlerinde, uzmanlık eğitimi için Londra’da bulundukları dönemde, müşahede ettikleri İngiliz siyasal sisteminin ve demokratik kurumlarının Türkiye’de de uygulanmasına dönük arzularının bir ürünü olarak oluşmuştur. Onlar, bu doğrultuda kamuoyunu bilgilendirecek ve yönlendirecek bir yayın organına ihtiyaç bulunduğuna kanaat getirmişler, bu uğurdaki bir çaba için de, The Economist ve New Statesman and Nation adlı iki dergiyi kendilerine örnek almışlardır.4 Metin And’ın belirttiğine göre, Forum’un şekli, planlaması ve içeriği New Statesman and Nation’a benzemektedir.5 3 Forum dergisinin kuruluşuna ilişkin bkz. Aydın Yalçın, “İlk Forumun Kuruluş Hikayesi”, Yeni Forum, sy. 14 (1 Nisan 1980), s. 12-15; Aydın Yalçın, “Eski Forum’un Kuruluş Hikayesi II: Forum’un Uyandırdığı İlgi”, Yeni Forum, sy. 15 (15 Nisan 1980). Ayrıca bkz. Osman Okyar, “Sistem Devamlılığı ve İktisadi Politika, IV, 1960’larda İktisat Politikasının Oluşmasında Forum’un Rolü”, Yeni Forum, sy. 105 (15 Ocak 1984). 4 Örnek alınan iki derginin kimlikleri de, Forum dergisini çıkaran kadronun çeşitliliğini yansıtır niteliktedir. 1843 yılından itibaren Londra’da yayınlanan, serbest ticaret, enternasyonalizm ve ekonomik işleyişte devletin rolünü ve etkisini minimum seviyeye çekmeyi savunan James Wilson’un kurduğu The Economist, serbest ticaretin önemini her fırsatta dile getiren bir dergidir. Kurucusu Wilson’un “Serbest ticaretin ve serbest mübadelenin, uygarlığın ve ahlâkın tüm dünyaya yayılmasında başka herhangi bir araçtan daha fazla iş göreceğine inanıyoruz” şeklindeki sözleri derginin yayın politikasını belirlemiştir. Halen yayınına devam ediyor. New Statesman and Nation ise İngiltere’nin en köklü dergilerinden biridir ve takibi zor, karmaşık sayılabilecek bir tarihe sahiptir. New Statesman, 1913 yılında eğitimli ve nüfuzlu sınıflara sızmak amacıyla yayınlanmaya başlanan bir dergidir. Kurucuları Sidney ve Beatrice Webb (daha sonra Lord ve Lady Passfield olmuşlardı) idi. İkili bu dergiyi, Bernard Shaw ve küçük fakat etkili bir Fabyan sosyalist grubu ile birlikte çıkarmaktaydılar. Fabianizm ya da Fabiancı sosyalizm, toplumsal politikalarla ilgili kolektivist düşüncelerde özünde devrimci olmayan, küçük dönüşümlerle kapitalizmden sosyalizme tedricî geçişi savunan, pragmatik ve rasyonel nitelikli, devletin müdahalesine ve refah devletinin kusursuzluğuna inanan, ayrıca İngiltere’deki ampirik araştırma geleneğiyle güçlü bağlara sahip bir eğilimdir. New Statesman bu eğilime sahip entelektüellerin kurmuş olduğu -adını da, “Yavaş ama emin adımlarla” düsturunun babası Romalı komutan Fabius Maximus’tan alan- derneğin yayın organı olarak bilinir. Dergi için düşünülen ilk isim Statesman idi. Ancak, Hindistan’da aynı isimle yayınlanan İngilizce bir derginin bulunması nedeniyle, New Statesman ismi üzerinde karar kılındı. İsmi öneren kişi, eski Başbakan Arthur Balfour idi. Derginin ilk sayısı, bu isimle, 12 Nisan 1913’te yayınlandı. 1931’de, derginin yeni editörü Kingsley Martin; başlıca rakiplerinden, tarihi 1828’lere kadar uzanan Nation and Athenaeum [1921 yılında Nation ismini almıştı] ile birleşti ve New Statesman and Nation ismiyle yayınlanmaya başladı. 1957 yılında, derginin son eki “Nation” düştü ve New Statesman olarak yayınlanmaya devam etti. Dergi, kuruluşunun 75. yıldönümünde, 1988’de, New Society dergisiyle birleşti ve New Statesman and Society ismiyle yayınlanmaya başladı. 1996’da derginin bu son eki de düştü. Halen New Statesman ismiyle yayınlanmaya devam ediyor. Derek Patmore ise, Forum dergisinde yayınlanan “Modern Türkiye’de Yeni Temayüller” [Forum, sy. 75 (1 Mayıs 1957)] başlıklı yazısında, Aydın Yalçın’ın kendisine, dergiyi çıkarırken Spectator ile New Statesman and Nation’ı örnek aldıklarını söylediğini yazmaktadır [s. 17]. 1828’de yayın hayatına başlayan The Spectator dergisi, 2004 itibariyle, halen yayınına devam etmektedir. Dergi, yazarlarının herhangi bir politik çizgiye bağlı olmadığını iddia etmektedir. 5 Nursel Sağıroğlu, “Appendix A: Interview with Metin And”, “Forum: An Intellectual Opposition in the DP Period, 1954-1960”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi, İstanbul, 1990, s. 96.
530
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
Forum’u çıkaran çevre, Ankara’da, ağırlıklı olarak Mülkiyeliler (SBF’liler)’in oluşturduğu bir okuma-tartışma grubudur. Grubun içinde Turhan Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Bahri Savcı, Şerif Mardin vb. SBF’li genç öğretim üyeleri ve asistanların yanı sıra, Bülent Ecevit, Turan Güneş gibi Mülkiyeli olmayan isimler de bulunmaktadır.6 Turan Güneş, bu dönemde DP milletvekili olarak mecliste bulunmaktaydı. Bu toplantılarda, Bahri Savcı’nın verdiği bilgilere göre, dünyanın ve ülkenin güncel konuları tartışılmakta ve “Özellikle 46’dan itibaren yayılan demokrasi ve demokratik iktidar olgusu araştırılmakta, eleştirilmektedir”.7 Derginin kurucuları, genel olarak 1958’e kadarki dönemi önemsemekte ve derginin, 1958’den, özellikle de 1960’tan itibaren “adet yerini bulsun” kabilinden çıkarıldığını düşünmektedirler. Aydın Yalçın, 1960 sonrasını, ağırlıklı olarak dergide sol bir yaklaşımın ve kadronun egemenlik kurduğu bir dönem olarak değerlendirmektedir. Gerçekten de, derginin bu dönemine ait sayıların içindekiler kısmına bakmak bile bu izlenimi elde etmek için yeterlidir. Örneğin, inceleme yazılarında göze çarpan bir azalma söz konusudur. Mevcut inceleme yazılarında ise, daha ziyade, mikro düzeydeki iktisadî meselelere ve dönemin gözde tartışma gündemi olan kalkınma problemine ağırlık verildiği gözlenmektedir. Derginin 60’lı yıllarına ait sayılarında, ilk dönemde yazılarıyla dergiye katkıda bulunanların isimlerine pek rastlanmaz. Osman Okyar, Cahit Talas ve Metin And bu dönemde derginin ilk döneminden kalma yazarlardan bazılarıdır. Buna karşılık, bu dönemde yeni isimlere rastlanır: İsmail Beşikçi, Ahmet N. Yücekök, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Hüseyin Korkmazgil vb. 60’ların sonlarına doğru ise, Aydın Yalçın’ı haklı çıkaracak şekilde, Forum dergisi sosyalist eğilimli bir dergi havasındadır. Dergide sosyalizmin meseleleri tartışılmakta, Orta Doğu’da, Asya’da ve genel olarak da tüm dünyada meydana gelen dış politika olayları daha yakından takip edilmekte, Che Guevera’ya, Mao’ya ilişkin değerlendirmeler yapılmakta, Kürt sorunundan söz edilmekte, Engels’den çevirilere yer verilmektedir. Derginin amacı, yazarlarının belirttiğine göre, sonraki sayfalarda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız Batılı demokrasi anlayışının ve demokratik kurumların Türkiye’de yerleşmesine katkıda bulunmaktır. Başka bir deyişle, çok partili hayata henüz yeni geçmiş olan Türkiye’de, Türk toplumunun, devletinin ve aydınlarının yeterince bilmedikleri varsayılan demokrasi, demokratik kurumlar, özgürlük ortamı vs. gibi konularda, bir öncülük ve öğretmenlik yapmak isteği, derginin çıkarılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu anlamda, Aydın Yalçın’ın da kabul ettiği üzere, derginin çıkarıldığı dönemde, dergiyi çıkaranların Türkiye kamuoyuna biraz tepeden baktıklarından söz edilebilir.8 Bu zümre, hukuk, siyaset bilimi ve ekonomi alanında birçok düşüncenin ve kavramın Türkiye’de ilk kez kendileri tarafından dillendirildiğini düşünmektedirler. 6 Forum’un kurucuları: Doç. Bahri Savcı, Doç. Osman Okyar, Doç. Bedii Feyzioğlu, Doç. Aydın Yalçın, Doç. Turhan Feyzioğlu, As. Turan Güneş, Nilüfer Yalçın, Bülent Ecevit, Kemal Salih, Nejat Tunçsiper. 7 Nursel Sağıroğlu, “Appendix C: Interview with Bahri Savcı”, a.g.t., s. 112. 8 Nursel Sağıroğlu, “Appendix D: Interview with Aydın Yalçın”, a.g.t., s. 129.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
531
Kurucuların, derginin en fazla önemsedikleri kısımları olan “Başyaz- yazı kurulunun ortak kanaatini yansıtmaktadır. Bu bölümler, yazı kurulunda genişçe ve serbestçe tartışılır, sonra da kaleme alınırdı. Söz konusu yazılar, imzasız olarak yayınlanmıştır. Buradaki değerlendirmeleri benimsemeyenlerin ise, düşüncelerini yine Forum’da kendi imzalarıyla yayınlayacakları müstakil yazılarda ifade etme hakları bulunmaktaydı. 2 Mayıs seçimlerini izleyen ilk sayının başyazısındaki, 2 Mayıs 1954 seçimlerinin muhasebesi bağlamında CHP’ye yönelik değerlendirmelere katılmayan Turhan Feyzioğlu ve Bülent Ecevit bu yazıya itirazlarını bildirir metinler göndermişler ve bu metinler sonraki sayılardan yayınlanmıştır. Feyzioğlu’nun metninin bütün olarak basılmayışı nedeniyle bir sıkıntının olduğu da, sonraki sayılarda yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.9 Forum dergisi, çıkarken, herhangi bir siyasî partiye angaje olmamak, gündelik siyasete katılmamak konusunda hassasiyet gösterme iddiasındadır. Ortak kanaat, zamanla, derginin başlangıçta savunduğu tarafsızlık ilkesinin zedelendiği ve “ilk forum”dan bir farklılaşmanın olduğu şeklindedir. Ancak 1956 ve özellikle de 1957 seçimleri esnasında ve sonrasında, HP’ne ve CHP’ne yaklaşır bir üslubun öne çıktığı gözlenmektedir. Derginin, 1956’da, HP ile CHP arasında bir birleşmenin gerçekleşmesi için bir zemin, başka bir deyişle, arabulucu olması da söz konusudur. Dergi, CHP’nin ikinci kez ezici bir seçim yenilgisi aldığı bir dönemde,10 meclis dışında ciddî, birikimli ve etkili bir muhalefet merkezi olma işlevi görmüştür. Derginin kurucuları, derginin yayına başladığı ilk yıllarda DP’ye karşı olumlu yaklaştıklarını, DP’den umutlu olduklarını belirtmektedirler. DP’nin icraatları neticesinde, bu umutlarının karşılanamayacağını anladıklarını ve ancak bu noktadan sonra muhalefete başladıklarını ifade etmektedirler. Fakat, derginin ilk sayılarından itibaren, DP icraatlarına dönük bir muhalefetin varlığı göze çarpmaktadır. Özellikle de, kuramsal değerlendirmelerin mevcut uygulamaları ve iktidarı hedef aldığı kolaylıkla söylenebilir. O nedenle, kurucuların bu şekildeki ifadelerine temkinli yaklaşmakta fayda vardır. Belki, bu desteğin derginin yayınlanmaya başlamasından itibaren değil de, çok daha öncesinde yani çok partili hayata geçiş sü9 Feyzioğlu olayı şöyle anlatıyor: “Ben İngiltere’de seçim sonuçları üzerine yapılan yorumdan rahatsız oldum ve bir mektup gönderdim. Tam olarak basmadılar belki ama ‘2 Mayısın Anlamı’ diye bir yazı çıkmıştı, bence o biraz taraflıca muhalefete yüklenen ve 2 Mayıs Seçiminin sonucundan tek taraflı olarak muhalefeti sorumlu tutan bir yazı idi. Ben de ‘Eleştirileri bir kısmı haklı olabilir ama muhalefet partilerinin mallarına el konmasının, din sömürüsü yapılmasının hiç mi etkisi olmadı, öbür tarafın hiç mi sorumluluğu yok, biraz objektif olalım, tahlillerimizi yaparken’ demeye çalıştım.” Bkz. Nursel Sağıroğlu, “Appendix B: Interview with Turhan Feyzioğlu”, a. g. t., s. 101. 10 1946’da çok partili hayata geçiş sonrasında yapılan ilk dört seçimde elde edilen milletvekili sayıları aşağıda gösterilmiştir. Ancak, bu rakamların bir kesinlik ifade etmediğini, zira değişik kaynaklarda, seçim sonuçlarına ilişkin olarak birbirinden farklı rakamların verilmiş olduğunu [TBMM resmî internet sitesinde, 1950-1999 milletvekili seçimlerine ilişkin olarak sadece oy oranları verilmiştir], o nedenle de, partilerin milletvekili sayılarında ufak oynamaların olabileceğini belirtmek isterim. 21 Temmuz 1946: CHP 396, DP 61, Bağımsız 7. 14 Mayıs 1950: DP 396, CHP 68, MP 1, Bağımsız 7. 02 Mayıs 1954: DP 503, CHP 31, Bağımsız 7. 27 Ekim 1957: DP 424, CHP 178, CMP 4, HP 4, Bağımsız 2.
532
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
recinde verildiğini düşünmek daha makuldür. Zira, derginin yayınlanmasına Türkiye’de çok partili hayatın ve demokrasinin tam anlamıyla anlaşılamadığı ve dolayısıyla da gereklerinin yerine getirilemediği şeklindeki bir düşünce nedeniyle ihtiyaç duyulmuştu. Derginin adı, dergiyi çıkaranlarda eski Yunan site devlet geleneklerinin etkisinin olduğunu gösteriyor. Amaç Batılı demokrasinin ilke ve kurumlarını Türkiye’de yerleştirmek olunca, belki de, referansların da Yunan site devlet gelenekleri oluşu makul karşılanabilir. Forum dergisi, memleket meselelerinin sorumluluk sahibi aydınlarca cesurca, derinlikli olarak, samimiyetle ve özgürce tartışılabileceği bir “forum” olma idealine sahipti. Bu noktada, dergi kendi rolünü, bu tartışma meydanının “seviyeli, düzenli ve yararlı bir şekilde faaliyet göstermesine gözcülük etmek” olarak belirlemektedir.11 Dergi yazarlarının sonraki serüvenlerine bakılacak olursa, dergiyi çıkaran yazar kadrosunun homojen bir siyasal duruşa ve anlayışa sahip oldukları söylenemez. Yalçın Küçük, Turhan Feyzioğlu ve Aydın Yalçın özelinde bu farklılığa işaret etmektedir: Tarih, Turhan Bey’in, kemalizmin etkisini yitirerek Cumhuriyet Halk Partisi’nin zorlanmaya başladığı 1960 yıllarının ortalarına kadar, aydın hareketi içinde CHP’nin bir uzantısı olduğunu gösterdi. Feyzioğlu hukukçu ve Aydın Yalçın ise iktisatçıydı; küçük bir memur çocuğu olan Aydın Yalçın’ın kişiliğine damgasını vuran tek çizgi koyu bir İsmet Paşa düşmanlığıdır (…)12 Küçük, eserinin bir başka yerinde de şöyle demektedir: “İçinde iki eğilimi barındırdığı görünüyor: 1957 Seçimi öncesinde, iki eğilim birbirinden ayrılıyor. Aydın Yalçın ve çevresi, Hürriyet Partisi’ne ve Turhan Feyzioğlu ile Forum’un daha büyük çevresi Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılma kararı alıyorlar. Forum, Aydın Yalçın’ın eşi Nilüfer Yalçın’ın sahipliğiyle birlikte, Hürriyet Partisi yandaşlarında kalıyor ve seçimlerden önce, okuyanı şaşırtan bir bilimsellikle, istatistiklere dayanarak, Hürriyet Partisi’nin milletvekillerinin yarısından çok fazlasını kazanacağını ispat ederek, Hürriyet Partisi’nin iktidarını ilan ediyor. Forum itibarını yitiriyor. Bir aydını dergisi ve hareketi olmaktan çıkıyor.”13 Farklılıklarına rağmen, onları bir arada tutan şey, belki de, Batılı aydınlanmacı çağdaş değerlere ve Atatürk inkılaplarına duydukları inançtı. Az ya da çok mevcut ideolojik ve siyasî farklılıklara rağmen, tüm bu entelektüelleri ortak bir çalışmada birleştirebilmiş olması da, Forum dergisinin önemini ve değerini artırmaktadır. Batı’da, özellikle de Anglo-Sakson ülkelerde gördükleri demokratik hayatın kurumlarının ve araçlarının Türkiye’de yerleşmesini hedefleyen Forum dergisinin kurucu ve yazar kadrosu, tarafsız yayın organlarının Batı ülkelerinde oynadıkları rolün bir benzerini Türkiye’de gerçekleştirmek iddiasındadırlar. Çıkış yazısında, Forum’un, tarafsız, düşüncelere tekel koymayan, memleket sorunları karşısında sorumluluk ve endişe duyan ve bu konuları seviyeli bir şekilde tartışan yazılara açık olduğu belirtilmektedir. Demokrasiyi, iktidarın hür seçimlerde kendi yerine 11 “Forumun Davası”, Forum, sy. 1 (1 Nisan 1954), s. 1. 12 Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler -5- 1830-1980, İstanbul: Tekin Yay., 1988, s. 577. 13 Yalçın Küçük, a.g .e., s. 589-590.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
533
aday olan muhalefetin bu arzusunu gerçekleştirmek için serbestçe çalışmasını temin edecek bir sistem olarak tasavvur etmektedirler. Bir iktidarın ve muhalefetin var olduğu demokraside, ülke sorunları karşısında duyarlı ve meydana gelen olaylarda hakem rolü oynayacak bağımsız kurumların varlığını gerekli gören Forum’a göre, bu ihtiyaç hür basın ve baskı grupları sayesinde giderilebilir. Kendisini böyle bir göreve aday olarak gören Forum; yol gösterme, uyarma ve denetleme işi yapmak arzusundadır. Demokratik rejime geçişi tarihî bir olay olarak değerlendiren Forum, bu sistemin Türkiye’de iyice oturması için misyon yüklenmektedir. Dergi, kendisini gündelik siyasetin dışında, fakat genel olarak siyasî gelişmelerin takipçisi olarak tanımlamaktadır. Herhangi bir partinin sözcülüğünü yapmamak iddiasındadır. Siyasetle ilgi, ülke sorunlarının gündeme getirilmesi, tartışılması ve çözümleri noktasında düşünceler üretilmesi şeklindedir. DP çevrelerinden gelen tepkiler üzerine kaleme alındığı anlaşılan bir başyazıda şöyle denilmektedir: Forum’da iktidarı elde etmeye veya muhafaza etmeğe yönelmiş bir faaliyet gösteren herhangi bir teşekkülün, partinin siyasi amaçlarını savunmayı görmek şöyle dursun, en hafif anlamı ile, onlara maddi ve manevi zemin hazırlama vasfı dahi görülemez. (…) Bizzat Forum’un siyasi iktidar savaşında bir amacı olmadığı gibi, faaliyetini, partilerin bu husustaki çalışmalarına maksatlı bir şekilde destek yapma temayülü de yoktur.14
Ancak Forum dergisinin bütünü göz önünde bulundurulduğunda bu ifadelerle çelişen birçok hususla karşılaşmak mümkündür. Forum dergisi, ideolojik çizgisini şu şekilde tanımlamaktadır: Forum etrafında toplanan bizler, Atatürk İnkılabının ana hedeflerini benimseyen genç neslin temsilcilerindeniz. İnkılabımızın felsefesi ve temel fikir sistemi, bizler için manevi gelişmemizde sağlam bir temel teşkil etmektedir. Bu temeller, dahi Atatürk’ün derin sezgisi ve geçirdiğimiz tarihi tecrübelerin dikkatle müşahedesinden çıkan hakiki derslere dayanmaktadır. Bunlar Türk hayatının öz malı olmuş yerli düşüncelerdir. Dışarıdan zorla kabul ettirilmeye çalışılan, ithal malı, eğreti prensipler değillerdir. Mahalli tecrübe ve realitelere dayanmakla beraber hiçbir şekilde üniversel mahiyeti noksan, temelsiz ve felsefesiz düşünce tarzları değillerdir.15
Forum dergisinin kimliğini ortaya koyabilmek açısından, derginin savunduğu demokrasi anlayışında Atatürkçü ideolojinin belirgin etkisini görmemek mümkün değildir. Atatürk inkılapları doğrultusunda yapılan icraatları, demokratik sistemin gereklerinin de üzerinde tuttuklarını söylemek yanlış olmaz. Başka bir deyişle, DP’nin icraatlarını değerlendirirken başvurdukları temellerden bir tanesi, belki de birincisi, Atatürk inkılaplarının mantığıdır. Dolayısıyla, derginin sadece demokrasinin Türkiye’de yerleşmesi yolunda uğraş veren bir dergi olarak tanıtılması eksik bir tanımlama olur. Dergi yazarları, demokratik kurum ve temayüllerin de üzerinde olan bir Atatürkçülük anlayışına sahip gözükmektedirler. 14 “Cereyanlar Arasında Bağımsız Forum”, sy. 11 (1 Eylül 1954), s. 1. 15 “Biz Ne İstiyoruz?”, Forum, sy. 60 (15 Eylül 1956), s. 2.
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
534
Bu noktada, dergi yazarlarından Ömer Sakıp’ın “ihtilal” ile “inkılap” arasında yaptığı ayrım oldukça açıklayıcıdır: İhtilal cemiyetin aşağı tabakalarından yukarıya doğru sirayet eden ve idareyi zorlayıp devirmeye matuf bir ayaklanışsa, inkılap yukarıdan aşağıya doğru inen ileri bir hamledir. Bu taktirde işbaşındakiler halk tabakalarına göre daha ileriyi gören ve düşünen kişilerdir ki memleketi kalkındırıp yükseltmek için bir takım radikal tedbirlere, bazen kitlelerin menfi ve pasif mukavemetine rağmen, tevessül eder.16
Bu ifadelerde karşımıza çıkan seçkinci ve halka rağmen halkçı yaklaşım, derginin, Atatürk dönemi uygulamalarını, “halkın gelişmeleri anlayabilecek bir durumda henüz olmayışı”17 nedeniyle doğal karşılayan yaklaşımında daha bir somutlaşmaktadır. Başka bir deyişle, halka çağdaşlaşmacı değerlerin -demokratik olmayan yöntemler kullanılarak dahi olsa- benimsetilmesi, demokrasiye ve özgürlük ortamına tercih edilmektedir. Derginin bu yaklaşımı, sadece Atatürk dönemi ile sınırlı kalmamakta ve 1950 sonrasına ilişkin değerlendirmelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Forum dergisi, faşist ve komünist diktatörlüklerden ayırdığı tek parti dönemini “memlekette demokrasinin temellerini çökertme gayretinin değil fakat bil’akis, memleketi demokrasinin ana prensiplerine alıştırma ve demokratik rejim bütün icaplarıyla memlekette kurulduğu zaman, bu icapların -bizzat demokrasinin bir neticesi olduğu- Batı medeniyetinin diğer icaplarını yok etmemesini sağlama gayretinin bir devri olarak” değerlendirmektedir.18 Bu dönemde, önceki dönemin tecrübelerinden yararlanılarak, nereye gidilmek istendiği konusunda bir açıklığın bulunduğuna inanılmaktadır: Takriben çeyrek asır devam eden bu devre içinde, siyasi hayatımızdaki istikrarlı inkılapları yapan siyasi teşekkülün, insicamlı, sistemli bir fikir ve faaliyet planı getirebilmiş olmasına, halkı ve aydını peşinden sürükleyebilen manevi ideallerine atfetmek yanlış olmaz. İnkılapların manevi muhitinde bir nesil yetiştikten sonra, cumhuriyetin temellerinin oturtulabileceği bir zemin teşekkül etmiş oluyordu.19
Çok partili hayata geçiş, Forum çevresi için, “vazifesini tamamlayan bir teşekkülün, yeni yolların araştırılmasına imkan vermek ve kendini yeni şartların ve ihtiyaçların ilham ettiği istikametler için yeni baştan hazırlamak üzere devlet idaresi sorumluluğunu başkalarına devretmeyi ifade ediyordu.”20 Ancak, Forum’a göre, 1950’de iktidarı devralan DP, memleketin ihtiyaç duyduğu “hürriyet” ve “ekonomi” meselelerinin çözümü için gerekli manevî ve fikrî hazırlığa sahip değildi:
16 Ömer Sakıp, “Demokratik Devrim Üstüne Düşünceler”, Forum, sy. 83 (1 Eylül 1957), s. 7. 17 “Geriye ve İleriye Bakış”, Forum, sy. 49 (1 Nisan 1956), s. 2. 18 “Bütçe Müzakereleri”, Forum, sy. 95 (1 Mart 1958), s. 2. 19 “Meselelerimiz ve Manevi Hazırlık Zarureti”, Forum, sy. 42 (15 Aralık 1955), s. 1. 20 “Meselelerimiz ve Manevi Hazırlık Zarureti”, s. 1.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
535
Liderler, 1950 hareketini yalnızca, iktidarı ele geçirme vesilesi telakki etmişler, memlekete vaad ettikleri hedefleri tamamen unutmuşlar, yeni şartların icap ettiği, fikir, hareket ve zihniyete kendilerini uydurmada başarı gösterememişlerdir. (…) Bu şartlar içinde liderlik ettikleri siyasi hareketi bir arada tutabilmek için, manevi unsurlara dayanamayan DP ileri gelenleri, otoriter usullere başvurmaktan başka çare bulamamışlardır.21
Forum dergisi, başlangıcından itibaren, “fikir hürriyetinin sağlanması ve demokratik ortamın Türkiye’de yerleştirilmesi” meselesini yayın politikasının merkezine yerleştirmiştir. Hür bir ortamın kurulmasının hürriyetlere sahip çıkılmasından geçtiği, bunun için de, politikayla ilgilenilmesi gerektiği defaatle vurgulanmıştır. İktidarın da bu ortamın oluşması için çalışması gerektiğini savunan Forum dergisine göre, Hürriyeti kısıcı rejimlerin işine yarayacak bir meşruiyet sebebi:buna yarayacak prensip, hürriyet isteyenler, evvela hürriyeti kullanmasını bilmelidirler, prensibidir. Bütün hürriyeti kısıcı rejimler meşruiyet sebeplerini bu masum gözüken prensipten almışlardır: hürriyeti kısıyorum, çünkü halkım onu kullanmasını bilmiyor. Bu zihniyet kendisini halktan ayıran, kendini ondan üstün gören zihniyettir.22
Bireylerin, ülke siyasetine etkin olarak dahil olabilmelerinin ancak belli teşkilatlar aracılığıyla mümkün olduğu yaklaşımından hareket edilmektedir. Bu anlamda, modern Batı demokrasisinin örgütlü bir toplum olarak değerlendirildiğinin ipuçları bulunmaktadır. Örneğin İlhan Arsel’e göre, “fert, parti dışında bir hiçtir”.23 Siyasî partileri, “devlet idaresinde farklı görüş, davranış ve vaziyet alışları ifade eden siyasi gruplaşmalar” şeklinde tarif eden Forum yazarları, siyasî partilerin belli bir fikir, doktrin ya da sınıf çıkarları etrafında örgütlenebilecekleri (Liberal Parti, Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi vb.) gibi, ABD’deki Demokrat ve Cumhuriyetçiler örneğinde olduğu şekliyle, açıklanamayan bazı davranış ve vaziyet alışların da siyasî parti oluşumlarında etkili olduğu görüşündedirler.24 Türkiye’deki siyasi partileşme ise, CHP, DP ve CMP partileri örneğinde olduğu gibi, daha çok şahıs ve ekip örgütlenmesi şeklinde tezahür etmektedir. Türkiye’deki siyasal partiler için, “artık siyasi rejimimizin temel faraziyeleri olan ve tartışma dışı tutulması gereken, inkılap prensiplerine hürmetkâr, memleketi batı zihniyeti ve müesseseleri ile, hürriyet ve ilerleme yolunda hakikaten idare etmeye istekli” olmaları gereğinden de, Hürriyet Partisi özelinde bahsetmektedirler.25 Forum dergisi, siyasal partilerin hür bir şekilde faaliyetlerini sürdürebilmelerine verdiği önem kadar, hatta ondan da daha fazla olacak şekilde, “parti içi demokrasi”ye vurgu yapmaktadır. Demokrasi fikrinin ve teşkilatının teminat altına 21 “Meselelerimiz ve Manevi Hazırlık Zarureti”, s. 2. 22 “Kısılan Basın Hürriyeti”, Forum, sy. 54 (15 Haziran 1956), s. 1. 23 İlhan Arsel, “Parti Disiplini Karşısında Ferdin Fikri Hürriyeti ve Şahsiyeti”, Forum, sy. 26 (15 Nisan 1955), s. 9. 24 “Yeni Bir Parti Kurulması”, Forum, sy. 40 (15 Kasım 1955), s. 4. 25 “Yeni Parti ve Hürriyet”, Forum, sy. 43 (1 Ocak 1956), s. 3.
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
536
alınması açısından elzem gördükleri bir husus da, bu anlamda, herhangi bir parti içinde de benzer güvencelerin sağlanabilmesidir. Zira bu güvenceler sağlanamaz ise, parti, muktedir bir şefin keyfî yönetimine mahkum kalabilir. Başka bir deyişle, partiler de, bünyelerinde kısa zamanda bir “parti oligarşisi” üretebilme riskleri taşımaktadırlar.26 Demokrasiyi serbest tartışma ve münazara/münakaşa ortamı olarak algılayan Forum, bu ortamın sağlanmadığı her kurum ve teşkilatı ülkenin genel demokratikleşmesi önünde bir engel olarak görmektedir. Zira, bu ortam sağlanamazsa, aynı zamanda, ülke meselelerinin derinlikli, sağlıklı ve serbestçe tartışılmasının ve dolayısıyla kuşatıcı bir çözümün de üretilemeyeceğine inanmaktadırlar. Parti içindeki farklı kanaatlerin, farklı iktidar mücadelelerinin varlığının, aynı zamanda, ülke siyaseti üzerinde de, özellikle söz konusu olan parti iktidar partisi ise, denetleme işlevi göreceğinden söz edilmektedir. Forum’a göre, demokratik bir hükümet ya da demokrasi, “bir milletin kendi kendisini idare etmesinden” ibaret değildir: Demokraside, millet kendi kendisini idare etmez; seçim zaferini kazanan parti, belli süre için; (a) Hükümet heyeti halinde, direksiyonu elinde tutarak; (b) Meclis çoğunluğu halinde de, bu direksiyonu gözetliyerek, denetliyerek; (c) Kendisinden dışarıda kalan azınlıkların da, çoğunluk olmak üzere yapacağı gayretlere, çalışma haklarına saygı göstererek amme işlerini sevk ve idare eder.27
Türkiye’de demokrasi anlayışının ve kurumlarının yerleşmesini, Forum dergisi, Batılılaşma projeleri ve Batı toplumunun bir üyesi haline gelme çabası yönüyle de önemsemektedir. Dergiye göre, “Batı toplumunun bir üyesi haline gelmemiz, Batı’nın ‘demokrasi, kişi hürriyeti ve kanun hükmüne dayanan hürriyet, müşterek miras ve hürriyetini tamamen benimsememize bağlıdır”.28 Bizim Batı toplumunun değerlerine uyum sağlayamayışımızın arkasında yatan gerçek ise, “köylü bir cemaat oluşumuzdur”.29 Forum dergisi, Osmanlı ve Cumhuriyet değişimlerini birbirinin devamı olarak görmektedir. 1839 Tanzimat Fermanı’nı, Türkiye’de demokrasi hareketinin başlangıcı olarak kabul etmektedir. Cumhuriyette devlet idaresi, modern kamu hukuku esaslarına göre düzenlenmiştir. Siyasî alandaki reformlar ise, ancak toplumun istenilen kıvama gelmesinden sonra gerçekleştirilmiştir. Başka bir deyişle, tek parti dönemi uygulamaları, toplumsal yapının elverişsizliği nedeniyle makul karşılanmaktadır. Dergi, demokratik yaşamı, fikirlerin birbirleriyle sürekli bir mücadele halinde olduğu bir “centilmenler savaşı” olarak nitelemektedir.30 Savcı’nın aynı yazısında demokratik mücadele için belli ilkelerin gerekliliği vurgulanmaktadır. Bunlardan 26 “Parti Oligarşileri”, [The New Statesman and Nation, 21.08.1954 tarihli nüshadan tercüme], Forum, sy. 12 (15 Eylül 1954), s. 15. 27 “D.P. Grup Sözcüsünün Mütalaaları Üzerine”, Forum, sy. 16 (15 Haziran 1954), s. 3. 28 “Atlantik Camiası ve Türkiye”, Forum, sy. 26 (15 Nisan 1955), s. 2. 29 Aydın Yalçın, “Kültür Değiştirmemizin Temel Şartı”, Forum, sy. 27 (1 Mayıs 1955), s. 20. 30 Bahri Savcı, “Türkiye’de Demokratik Savaşın Şekli Prensipleri”, Forum, sy. 20 (15 Ocak 1955), s. 8.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
537
birincisi, mücadeleye girişen siyasî partilerin üzerinde hemfikir oldukları bir değişmezler/ortak değerler zemininin varlığının kabul edilmesidir. Bu değişmez ortak değerlerin ilki, laiklik esası üzerindeki ortaklaşmadır. İkincisi de, idarenin kendine özgü alanına siyasi partilerin müdahale etmemesi. İkinci grup bir ilkeler bütünü daha önermektedir Bahri Savcı. Bunlar da, adil bir seçim sistemi (çoğunluk sisteminin adaletsizliğinden, tam temsili gerçekleştiremeyişinden yakınılmaktadır), muhalefet gruplarının meclis içi çalışmalara aktif/etkin olarak katılımının sağlanması, muhalefet hürriyetlerinin teminat altına alınması, böyle bir müdahale karşısında “serbest hakimler” ve “anayasa mahkemesi”nin denetiminin varlığının bilincinde olunması… Forum dergisi yazarlarına göre, demokratik düzenin zorunlu kıldığı toplum düzeni “açık toplum”dur. Türk aydınının görevi de, bu “açık toplum”un ne olduğunu vuzuha kavuşturmak ve “kapalı toplum”un reddini sağlamaktır. Açık toplumun zorunlu bir unsuru olarak “hukuk”un bir medeniyet ifadesi olduğu düşünülür. Uygar olmanın bir göstergesi olarak, siyasal ve toplumsal ilişkilerin mümkün olduğunca “hukuk”la belirlenmesi gereklidir. Dergiye göre toplumun toplumsal ve siyasal anlamda daha yüksek bir hukuka yöneltilmesine ve bunu yapacak hukukçulara ihtiyaç bulunmaktadır.31 Forum dergisinin demokrasiye ilişkin düşüncelerini daha bir netleştirmek için “diktatörlük” hakkındaki değerlendirmelerine de değinmekte fayda var. Modern diktatörlerin kendilerini halk kahramanı olarak gösterebildiklerinden, kendilerini halkın hizmetindeymiş gibi sunduklarından, gerekirse emaneti sahibine iade edebilecekleri şeklinde demagojik ifadeler kullandıklarından, hatta seçimler yaptıklarından bahsedilir. Halkın tasvibini kazanmak da onu diktatör olmaktan kurtaramaz. Onu kurtaracak olan, “serbest münakaşa ve murakabe” ortamını yaratmaktır; zira, “hakikatin ve doğru yolun nerede olduğunu bilmek, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin, hiçbir partinin inhisarında değildir. (…) İktidarda olmayanların fikirlerinin tolerans (…) ile, hiç değilse tahammülle karşılanmadığı bir memlekette demokrasiden bahsedilemez”.32 DP’nin icraatları da, bu kuramsal çerçeveye paralel olarak eleştirilmektedir. Dergiye göre, bu süre zarfında, DP, muhalefetin haklarına riayet etmemiştir. Meclis içi çalışmalarda bu konulara özen göstermemiştir. Muhalif basını susturmaya çalışmıştır. Konuşma ve toplantı özgürlükleri kısıtlanmıştır vs. Forum, hukuk devletinin vazgeçilemez iki koşulunun, “seçilmiş bir parlamento” ve devlet karşısında vatandaşların haklarını koruyacak olan “müstakil bir idari kaza” olduğuna inanır.33 Bu sistem içinde, siyasal partiler önem kazanır ve yukarıda belirtildiği üzere Forum dergisi, sağlıklı bir demokrasinin yerleşmesinin, ancak, parti içi demokrasinin sağlanmasıyla mümkün olduğuna inanmaktadır. Parlamenter demokrasilerin sağlıklı işleyişi için gerekli bir diğer unsur da, “adil bir seçim sistemi”nin varlığıdır.34 Seçim sisteminin adil oluşu, muhalefetin dolayısıy31 “Daha Yüksek Hukuk Anlayışına Doğru”, Forum, sy. 36 (15 Eylül 1955), s. 5-6. 32 Turhan Feyzioğlu, “Diktatörlüğe Dair”, Forum, sy. 40 (15 Kasım 1955), s. 14. 33 “Hukuk Devleti Hasreti”, Forum, sy. 8 (15 Temmuz 1954), s. 3. 34 Bahri Savcı, “Türkiye’de Demokratik Savaşın Şekli Prensipleri”, Forum, sy. 21 (1 Şubat 1955), s. 9.
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
538
la da demokratik katılımın meclise yansıması açısından son derece önemlidir. Bu noktada, demokrasilerin en aslî unsurlarından biri olan muhalefet meselesi önem kazanmaktadır. Muhalefetin hakları ve bu hakların korunması meselesi, parlamenter demokrasiler için vazgeçilemez önemdedir. Dergiye göre, demokratik yarışta galip gelen, hiçbir zaman “mutlak gerçeği temsil edemez”35 ve eğer, “siyasi iktidarın arzusuna mukavemet edebilecek, onun aşırı hareketlerini zaman zaman tahdit edebilecek olan muhtar ve müstakil organlar ortadan kaldırılırsa, o memlekette demokrasi nizamının günleri sayılır hale gelir”.36 İktidarın uyacağı temel kural, bir gün kendisini de yenebilme hakkını başkalarına tanımaktır. Muhalefetin haklarının ilanı yetmez, bir de bunların gerçekten uygulanacağı bir hukuk rejiminin kurulması gerekir. Dergiye göre, demokrasilerde “şahıslara ihanet mefhumu” yoktur, böyle bir ihanet diktatörlüklere özgüdür; demokrasilerde ise, “prensiplere ihanet” vardır. “Demokrasi prensiplerinin başında ise, milli hakimiyet ve ferdi hakimiyet gelir; yoksa parti hakimiyeti ve şefe itaat değil.”37 Partiler ile demokratik düzen arasındaki ilişki hakkında da, Forum şöyle düşünmektedir: Her iktidar kendi anlayışına göre bir siyasi ve hukuki düzen yaratmaya çalışırsa, orada demokratik düzenin varlığından şüpheye düşmek vatandaşın hakkıdır. Bilinmektedir ki, demokratik düzenin prensipleri iktidarlara göre değişmez. Partiler bu prensipler içinde yer değiştirirler.38
Forum dergisi yazarları, parlamentoyu bir denetleme ve istişare kurumu olarak görmektedirler. Dolayısıyla bu kurumun, işlevlerini yerine getirebilmesi için “demokratik düzenin en başta gelen siyasi düşüncesi, bizzat bu murakabe müessesesini en büyük teminatlar, en geniş hürriyetler içinde işleyen bir mekanizma halinde müessir kılmaktır.”39 Parlamentoda ülke meselelerinin en geniş şekilde tartışılması elzemdir. Bunu sağlayabilmek için, başka bir deyişle, “murakabe müessesemizin korunması [için], önce bu müesseseyi kuran ferdi unsurların -mebusların- korunması, düşünce bağımsızlıklarının sağlanması” elzem görülmektedir.40 İkinci olarak da, meclisin “hükümetin nüfuzuna karşı korunması” gereği zikredilmektedir. Meclisin bağımsızlığının yürütme organı karşısında korunması, öncelikle, milletvekillerinin parti ve seçmen baskısından kurtarılmasıyla mümkün olduğu kanaati mevcuttur.41 Demokratik sisteme ilişkin bu kuramsal değerlendirmelerin, aynı zamanda, DP içerisindeki güncel tartışmalarla çok yakından alakalı boyutları bulunmaktadır. Hürriyet Partisi’nin kurulmasına giden yolu da açacak olan “İspat Hakkı” tartışmalarının yaşandığı bir ortamda, söz konusu değerlendir35 Bahri Savcı, “Türkiye’de Demokratik Savaşın Şekli Prensipleri”, Forum, sy. 20 (15 Ocak 1955), s. 8. 36 “Üniversite Açılırken”, Forum, sy. 15 (15 Ekim 1954), s. 2. 37 Muammer Aksoy, “Partiden Ayrılmak Mebusluk Sıfatını Kaybettirir mi?”, Forum, sy. 41 (1 Aralık 1955), s. 9. 38 “Yeni Tedbirlere Doğru”, Forum, sy. 142 (15 Şubat 1960), s. 2. 39 Bahri Savcı, “Murakabe Müessesinin Korunması”, Forum, sy. 29 (1 Haziran 1955), s. 9. 40 Bahri Savcı, a.g.y., s. 9. 41 Bahri Savcı, “Seçmenin Yaptığı Iskat”, Forum, sy. 40 (15 Kasım 1955); Muammer Aksoy, “Partiden Ayrılma Mebusluk Sıfatını Kaybettirir mi?”, Forum, sy. 41 (1 Aralık 1955).
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
539
melerin DP iktidarına dönük bir eleştiriyi ve dahilî bir muhalefeti de dillendirdiği rahatlıkla düşünülebilir. Ayrıca Forum dergisi yazarları tarafından dillendirilen bu düşüncelerin, bu çevrenin millete ve milletin değerlerine nasıl baktıklarına işaret eden boyutları da bulunmaktadır. Eğer meclis, milletin temsil edildiği bir oluşum ise, milletin seçtiği vekillerin milletten koparılması, milletten bağımsız kılınması anlamına gelen bu ifadeler nasıl değerlendirmelidir? Burada, üzerinde hassasiyetle durulması ve anlaşılması gereken bir paradoks bulunmaktadır. Forum dergisinde demokrasi anlayışına ilişkin olarak yayınlanan yazıların tamamı bir araya getirildiğinde, derginin demokrasi anlayışına ilişkin daha net bir fikir sahibi olma imkanı vardır. Böyle bir uğraş neticesinde ortaya çıkacak tablo ise, aydınlanmacı, pozitivist ve Batılılaşmacı hedeflerin milletin sahip olduğu değerlere üstün görülmesidir. Dolayısıyla, demokratik kurumların Türkiye’de yerleştirilmesi iddiası, milletin yönetime katılmasından öte anlamlar içermektedir. Zira, bu sistemi kurmak isteyenlerin zihninde, daha başlangıçtan itibaren, “milletin kamuoyuna yansıtılmaya ve yönetime dahil olmaya değer bir fikirlerinin olmadığı, dahası, milletin bu değerlerinin çeşitli yöntemlerle [eğitim vb.] modern olanlarla değiştirilmesi gerektiği” şeklinde bir algılamanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, tüm bu kuramsal tartışmaların; görüntünün kurtarılmasına ve çok partili hayata geçiş süreciyle birlikte, devletin elinden çıktığını hisseden geçmiş dönemin asker-sivil bürokratik güçlerinin ve zihniyetlerinin yeni dönemde de etkinliğini ve gücünü sürdürmesinin sağlanmasına yönelik ciddiye alınması gereken bir boyutu bulunmaktadır. Bütün bunların ışığında, mevcut paradoksun, demokratik sistemin doğasına ilişkin kuramsal bir paradoks olmadığını, ancak, Türkiye’de bu tartışmaları başlatan ve devam ettirenlerin dile getirdikleri idealler ile zihinlerinde Türk toplumuna ve Türk devletine biçtikleri konumlar arasında bir uyumsuzluğun bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir. Forum dergisinin, hukuk devletinin vazgeçilemez iki koşulundan bir tanesinin “seçilmiş bir parlamento” olduğuna inandığından önceki sayfalarda söz edilmişti. Demokrasinin bu aslî kurumunun, kamuoyunun tam bir temsiliyetini haiz olması elzemdir. Bu da, Forum dergisinin üzerinde önemle durduğu bir meseleyi gündeme getirmektedir: Seçimler ve seçmenin iradesinin mecliste tam olarak yansımasına imkan tanıyacak adil bir seçim sistemi. Dergiye göre, seçimlerin tam serbestiyet içinde yapılması için üç şart gereklidir: Cebir unsuru (kamu otoritelerince herhangi resmî ya da özel grubun baskısının olmamasının temin edilmesi); oy sayım işlemlerinin açık şekilde yapılması ve moral unsuru (seçmenin, yapacağı seçim konusunda tam olarak bilgilendirilmesi ve aydınlatılması). 1950 seçimlerinde DP’nin, meclisin çok büyük ekseriyetini elde edecek bir zafer kazanması ve bu başarısını 1954 seçimlerinde de tekrar etmesi “çoğunluk sistemi”ne bağlanmaktadır. Forum dergisi, demokrasilerde millet oylarının meclise yansımasını zorunlu bir unsur olarak gördüğü için, seçim sisteminden kaynaklanan bu -muhalefetin oylarının meclise yansımasına izin vermeyen- adaletsizliğin giderilmesine dönük bir tartışma başlatmıştır. Konunun tartışılması esnasında, uzmanların yazılarına da yer vermiştir. Bunlardan biri olan Mukbil Özyörük, 4 milyon oy alan DP’nin meclisin 10/11’ini, 3,5 milyon oy alan muhalefetin ise
540
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
1/11’ini oluşturduğunu, bunun da halkın oylarının mecliste temsili konusunda ciddi bir eksiklik yarattığını belirtmektedir.42 Forum dergisinde, çoğunluk sistemini savunan yazılar da yayınlanmıştır. Bu görüşü savunanlara göre ise, nisbî temsil sisteminin, farklı sınıfların ortaya çıkmasına bağlı oluşu, ülkemizde ise, böyle bir sınıf ayrılığının bulunmayışı nedeniyle, istikrarlı bir hükümete imkan tanıyan çoğunluk sistemi ülkemiz koşulları için daha uygundur. Çoğunluk sisteminin istikrarlı bir hükümetin kurulmasına imkan tanıdığı, ancak bu sistemin seçimde verilen oyları tam anlamıyla meclise yansıtmadığı ifade edilmektedir. Demokrasilerin ilk şartı, “tam bir temsil”dir, istikrarlı bir hükümet “ikinci şarttır” Forum’a göre. Bu sıkıntıların aşılması için, Forum nisbî temsil sistemini önermektedir. Bu durum hem oyların meclise tam olarak yansımasını sağlayacaktır, hem de azınlık/muhalefet haklarının güvence altına alınması için zorunludur. Bahri Savcı, nisbî temsilin olumsuzluklarından söz etmektedir: Ciddi proje sunumu ve tartışılmasında sıkıntılar yaratacağı, istikrarlı hükümetlerin oluşmasına engel olacağı vs.43 İlhan Arsel, konu ile ilgili yazısında, her iki sistemin ortaya çıkışına ilişkin bir değerlendirme yapmakta ve sınıfsal farklılıkların nisbî temsil sistemini getirdiği görüşüne yer vermektedir.44 Turhan Feyzioğlu ise, seçim sistemlerini ele aldığı iki yazısında, nisbî temsil sisteminin bir parti enflasyonu yaratacağı, istikrarlı hükümetlerin kurulmasına engel oluşturacağı gibi eleştirilerde bulunmakta; çoğunluk sistemini “mutlak çoğunluk” ve “iki turlu ekseriyet usulü” ayrımı yaparak ele almakta ve çoğunluk sistemini dengelemek üzere, meclis dışında kurumların teşkil edilmesi gereğinden bahsetmektedir.45 Çağdaş demokratik devletlerde, hükümetin icraatlarının hukukla denetim altına alınması gerektiği düşünülmektedir. Forum dergisi yazarlarına göre, hükümet, gerek parti tüzüğü, seçim programı ve beyanları ve gerekse de rejimin anayasal temellerinin dışında uygulamalara girişmemelidir. Aksi bir uygulamanın, mutlakıyetçi bir yapının oluşması anlamına geleceği vurgulanmaktadır. Bu noktada, hükümet icraatlarının “anayasa rejiminin temel müessese ve kaideleri bakımından ve nihayet demokratik düzen ve anlayış bakımından” kontrol edilmesinde muhalefete çok büyük bir rol düşmektedir. Bahri Savcı, yasama ile yürütme organlarının birbirleri karşısında özgürce hareket edebilecekleri alanların, çıkarılacak kanunların anayasaya uygunluğunun kontrol edileceği “hukuki vasıta” ve meclis faaliyetlerinin basın, üniversite ve çeşitli baskı grupları gibi “sosyal vasıtalar” aracılığıyla denetleneceği ve neticede meclis faaliyetlerinin halk oyu ile değerlendirileceği “siyasal vasıta” çerçevesinde sarahatle belirlenebileceğini düşünmektedir.46 Gerek yasama ve gerekse de yürütme orga42 Mukbil Özyörük, “Seçim Sistemimizin Değeri Hakkında”, Forum, sy. 4 (15 Mayıs 1954), s. 7. 43 Bahri Savcı, “Seçim Sistemi Üzerinde Bir Diyalog”, Forum, sy. 5 (1 Haziran 1954), s. 7. 44 İlhan Arsel, “Ekseriyet Sistemini Terketmek Doğru Olur mu?”, Forum, sy. 7 (1 Temmuz 1954), s. 12. 45 Turhan Feyzioğlu, “Seçim Sistemine Dair”, Forum, sy. 8 (15 Temmuz 1954), s. 9-10; a.mlf., “Seçim Sistemine Dair: II”, Forum, sy. 10 (15 Ağustos 1954), s. 9-10. 46 Bahri Savcı, “İktidarın Temerküzünden Doğan Tehlikeler ve Çaresi”, Forum, sy. 17 (1 Aralık 1954), s. 7.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
541
nının merkezîleşmesinden doğan sorunların nasıl giderileceği, azınlık haklarının iktidar karşısında güvence altına nasıl alınabileceği gibi noktalarda dergi yazarlarının önerdiği bir diğer yol da, “ikinci meclis”tir. Bu öneri, “hür seçim” yoluyla iktidara gelebilecek partilere bir güvensizlik duyulduğunun işareti olarak da görülebilir. İlhan Arsel, “demokratik memleketlerde çift meclis sistemine gitmek temayülü, demokrasinin tehlikelerini önlemek ve mahzurlarını azaltmak nedeniyle ortaya çıkmıştır. (…) ekalliyetin daima ekseriyet önünde ezilmeye mahkum kalacağı düşünülerek teşrii organı iki ayrı meclis halinde teşkil etmenin en iyi bir tedbir olacağı kabul edilmiştir” diye yazmaktadır.47 Aynı yazıda, tavsiye edilen çift meclisin, farklı menfaatlere sahip sınıfların hukukunu koruyacağı da belirtilmektedir. Vatandaşın, sağlıklı bir seçim yapabilmesi için karşısına çıkan alternatifler hakkında sağlıklı ve tam bir bilgiye sahip olması gerekir. Bu da, amme hürriyetleri ve basın özgürlüğü ile mümkün olabilecektir. Bu araçlar sınırlandığında, vatandaşın verdiği vekalet de çok sağlıklı olmayacaktır. Forum’a göre, “Halkın verdiği vekaletle, kendi hakimiyetinin kullanılmasına ve iradesinin tekrar serbestçe tezahürüne engel olacak karar alma yetkisi tanıdığı düşünülemez. Buna baş vurulduğu taktirde vekaletin hudutları aşılır ve rejimin mahiyeti değişir.”48 Böyle bir durumu ise, Forum, “yıkıcı cereyanlara hizmet etmek”49 olarak değerlendirmektedir. DP iktidarının ilk dört yılı, DP’ye verilmiş bir deneme süresi olarak geçtikten sonra, özellikle 1954 seçimlerinden sonra, geçmiş dört yıllık döneme ilişkin eleştirilerde bir yoğunlaşma gözlenmektedir. DP’nin ortaya çıkışında verdiği vaatleri tutmadığı, özgürlükleri kısıtladığı, iktidara manevî ve fikrî olarak hazır olmadığı, sadece geçmiş döneme duyulan tepkiye güvendiği ve bu duruma dayalı olarak siyaset geliştirdiği, dünyanın gelişme hızına ülkeyi uyduramadığı gibi hususlar Forum’da en fazla eleştirilen noktalardır. DP, genel olarak bir gelecek ve iktidar olma perspektifinden yoksunlukla eleştirilmektedir. Bir diğer sebep olarak da, parti içi demokrasinin yerleştirilemeyişi, partide belli kişilerin ve düşüncelerinin hakim oluşu gösterilmekte ve nihaî noktada, “Böyle olunca, bütün siyasi mekanizma, parti içi münasebetler, meclis parti münasebetleri, meclis hükümet münasebetleri (…) tek ve otoriter parti zihniyetine göre işliyor. Bundan dolayı da bir iktidar mutlakiyetine doğru gidilmiş oluyor” denilmektedir.50 DP, bu dönemde, parti içindeki muhalefeti de her türlü aracı kullanmak suretiyle, sindirmeye çabalayan bir parti olarak tasvir edilmektedir. Dergi, bu tür çabaların nihaî noktada başarıya ulaşamayacağına ve partinin söz konusu sıkıntılarla ileride fakat bu sefer daha acı bir şekilde yeniden karşılaşacağına inanmaktadır. Dergi, DP’nin eleştiri konusu olan uygulamalarında muhalefetin belirleyiciliği bulunduğu türünden savunmaların da gerçeği yansıtmadığını vurgulamakta ve bu tavrı eleştirmektedir. DP’nin bir diğer savunma argümanı olarak da, halkın temel olarak “ekonomik refah” istediğini, insan hakları ve özgürlük gibi sorunları “küçük bir azınlığın” gün47 İlhan Arsel, “Çift Meclis Sistemi”, Forum, sy. 96 (1 Mart 1958), s. 7. 48 “Kısılan Basın Hürriyeti”, Forum, sy. 54 (15 Haziran 1956), s. 1. 49 “Türkiye’de Yıkıcı Cereyanlar Meselesi”, sy. 30 (15 Haziran 1955), s. 1-3. 50 Bahri Savcı, “Parti Mutlakiyeti Üzerine”, Forum, sy. 42 (15 Aralık 1955), s. 10.
542
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
deme getirdiğini, halkın bu konulara bir ilgisinin olmadığını gündeme getirişi irdelenmektedir. Forum’a göre, bu tür argümanlar “totaliter” düşünceye doğru kayışı meşrulaştırmaya dönük bir girişimin sonucudur.51 Daha önce de belirtildiği üzere, Forum dergisine göre, bir ülkede özgürlüğün ve demokrasinin var olduğunu gösteren yegâne özellik, hür seçimlerin yapılması değildir. Hür seçim, bir ülkede demokrasinin varlığı için gerekli şartlardan yalnızca bir tanesidir. Diğer şartları, iki grup halinde ele almaktadırlar: Birinci grupta, “insan hakları”, “ferdiyete saygı”, “serbest tartışma”, “başka ve karşı fikre yer verme”, “azınlıkta kalanların hakları” vb. bulunmaktadır. İkinci grupta ise, hürriyetin düşünsel meşruiyet şartlarını koruyacak kurumların mevcudiyeti yer almaktadır. Bunlar, “bağımsız mahkemeler”, “bağımsız basın ve radyo”, “bağımsız meslekî kuruluşlar”, “muhtar üniversite”dir.52 Dergi, özgürlüklerin mutlak olmadığını, dolayısıyla sınırlandırılabilir olduklarını da düşünmektedir. Ancak bu sınırlamaların, ülkenin hukukî, toplumsal vd. koşullarının iyileştirilmesine engel olmayacak boyutlarda kalması gerektiğini savunmaktadır. Özgürlüklere ve hukuka ilişkin yaklaşımları “pozitif/doğal hukuk” anlayışı çerçevesindedir.53 Bu çerçevede, seçimde muhalefet partisinin kazandığı Kırşehir’in hükümet tarafından ilçe yapılmasını sağlayan kanuna ilişkin olarak da, hükümeti desteklediğinde nasıl “dokunulmaz haklara sahip muhterem bir vatandaş” olarak değerlendiriliyorsa, muhalefet saflarına geçtiğinde de aynı haklara sahip olmasının teminat altına alınmasının “medenî hürriyet” anlayışının bir gereği olduğu ifade edilmektedir. Dergiye göre, seçilmiş bir meclis tarafından çıkarılan kanunlar ve devlet tarafından vatandaşların haklarını koruyan, gerektiğinde kendisini de mahkum edecek bağımsız yargı organının bulunması şartlarının oluşması ile ancak, bir hukuk devletinden söz edilebilir. Hukuk devletinin ikinci şartı da, vatandaş haklarının devlet karşısında güvence altına alınması ve bu güvencenin yargı ile güçlendirilmesidir. Dergi yazarları, devleti bir gaye değil, bireylerin şahsî hürriyetlerini sağlayacak ve bu düzen içerisinde onların refah ve mutluluklarını temin edecek bir araç olarak değerlendirmektedirler.54 Bu çerçevede, muhalefet toplantılarının gerçekleşmesi için mülkî idareden önceden izin alınmasını gerektiren yeni düzenlemeler, fikir ve düşünce özgürlüğünü engelleyici ve serbest tartışma ortamını ortadan kaldırıcı uygulamalar olarak gündeme alınmakta ve eleştirilmektedir.55 Dergiyi çıkaranlar, “fikirler ve inançlar, söz, yazı, musiki, resim, ibadet” gibi farklı şekillerde 51 “Başbakan’ın İtirafları”, Forum, sy. 95 (1 Mart 1958), s. 3; “İç Politikamızda Asıl İhtiyaç”, Forum, sy. 69 (1 Şubat 1957), s. 2. 52 “Hürriyet ve İstibdatın Şartları Meselesi”, Forum, sy. 29 (1 Haziran 1955), s. 3. 53 “İdarecilere Tabii Hukuk Dersleri”, Forum, sy. 33 (1 Ağustos 1955), s. 4. 54 “Hukuk Devleti Hasreti”, Forum, sy. 8 (15 Temmuz 1954), s. 3. Ayrıca bkz. Necip Bilge, “Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Kazai Murakabesi”, Forum, sy. 4 (15 Mayıs 1954), s. 10. 55 “Mitingler Sahiden Yasak Edildi mi?”, Forum, sy. 13 (1 Ekim 1954), s. 4; “Muhalif misin? Toplanamazsın”, Forum, sy. 35 (1 Eylül 1955), s. 4; “Türkiye’de Yıkıcı Cereyanlar Meselesi”, Forum, sy. 30 (15 Haziran 1955), s. 1-3.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
543
tezahür eden düşünce özgürlüğünün “toplantılar yaparak, dernekler kurarak, dergiler ve gazeteler yayınlayarak” savunulabileceği ve bunu engelleyecek aşırı sınırlamaların, düşünce özgürlüğüne darbe indireceği kanaatindedirler.56 DP’yi, başlangıçta hürriyet vaadlerine sahip, tek parti iktidarına alternatif ve ülkede demokrasinin yerleşmesi için bir fırsat olarak gördüğü ve desteklediği izlenimi veren Forum, partiyi, daha sonraki uygulamalarıyla söz konusu vaadlerinin tam tersini yaptığı, hürriyetleri kısıtladığı ve üstelik ekonomik göstergeleri de olumsuza doğru çevirdiği gibi noktalardan eleştirmektedir. CHP ise, tek parti döneminin partisidir, ancak ülkede Batılı değerleri yerleştirmeye yönelik inkılapları ile tarihî bir misyona sahiptir. Dergiye göre, CHP, ülkede Batılı değerlerin yerleşmesi doğrultusunda yaptığı laiklik uygulamalarıyla ülkede bir anda din karşıtı bir parti olarak anlaşılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, dergi böyle bir nitelemeyi yanlış bulmakta ve partinin bu noktadaki yanlış anlamaları düzeltmesini istemektedir. Partinin altı okunda ifadesini bulan Batılılaşma/çağdaşlaşma, laiklik ve devrimcilik ilkelerinden kesinlikle taviz verilmemesi gereğinden bahsetmektedir. Hürriyet Partisi’ni ise, DP’nin ülke genelinde oluşturduğu ve muhalefeti çektiği iddia edilen uygulamalarına, parti içinden gelen bir tepki olarak değerlendirmekte ve bu partinin millet için bir şans olduğunu düşünmekteydi. Ülkenin hasretini çektiği demokrasi ve hürriyet ortamının aydın liderliğin başta olduğu bu parti ile kurulabileceğine ilişkin bir umut yayılmaktaydı. Forum dergisi, DP döneminin en fazla eleştirilen konularından biri olan din meselesine ilişkin de bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Laiklik kavramının, Forum dergisinin çerçevesini çizdiği demokrasi ve hür tartışma ortamını en fazla zorlayacak, hatta darmadağın edecek bir kavram olduğu söylenebilir. Zira, her konunun tartışılabilir olduğunu vurgulayan ya da halkın mecliste layıkıyla temsil edilmediğinden şikayet eden dergi, halkın bu konudaki hassasiyetlerini dikkate almamaktadır. Pakistan ile bir pakt anlaşmasını konu edinen bir başyazıda, Pakistanlıların paktın “İslamî” hüviyetine vurgu yapmasının “Türk aydın çevreleri”nde bir güvensizlik psikolojisi yarattığı belirtilmektedir.57 Daha önce de belirttiğimiz üzere, laiklik, Türkiye Cumhuriyeti için vazgeçilemez ilkelerden bir tanesi olarak görülmektedir. “Onbeş Günün Notları” başlıklı bölüm içerisinde yer alan “Laikliği Noksan Anlama” başlıklı yazıda,58 laikliğin Menderes’in anladığı gibi sadece din-devlet işlerinin ayrıştırılması olarak anlaşılmasının yanlış olduğu üzerinde durulmuş ve derginin laiklik anlayışı şu şekilde ifade edilmiştir: Laiklik, yalnız, din ile siyasetin arasında bir alaka kurulmaması değil; sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münasebet kurulmamasıdır. Binaenaleyh, laiklik; sosyal hayatın her yönünü din ölçülerinden ayırmağı; sosyal hayatın her yönünü zamanın, hayatın, müsbet bilimin verilerine uydurmağı tazammum eder.59 56 Turhan Feyzioğlu, “Fikir Hürriyetine Dair”, Forum, sy. 35 (1 Eylül 1955), s. 8-9. 57 “Türkiye ve Pakistan Paktı”, Forum, sy. 1 (1 Nisan 1954), s. 4. 58 Forum, sy. 44 (15 Ocak 1956), s. 3. 59 Aynı yerde.
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
544
Laiklik anlayışı ve uygulamalarıyla, Mustafa Kemal’in Türk toplumunu 20. yüzyıl uygarlığı içerisinde bir ucube durumdan kurtarmış olduğu, Türk toplumunu özgürleştirdiği, batıl inançlara saplanmış ve dinamizmini yitirmiş kapalı bir toplumdan açık bir toplum haline getirdiği ve çağdaş Batı uluslarının seviyesine ancak hür ve laik bir zihniyeti benimseyerek ulaşılabilmenin mümkün olduğunu gördüğü belirtilmektedir. Konu ile ilgili olarak bir yazı kaleme alan Bülent Ecevit de, Türkiye’de laiklik karşıtı hareketlerin ve çatışmaların bulunuşunu, Batı’da olanın tersine, Türkiye’de toplumsal gelişme ile din arasındaki çatışmaların “Din”de reform yapılmak suretiyle aşılamamış olmasına ve özgürlük ortamına geçildiğinde, halktaki duygu ve inançların ortaya çıkmasına bağlamaktadır. Eğer bu süreçte İslam’da bir reform yapılabilmiş olsaydı, ona göre, Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de bir “din” sorunu kalmayacaktı.60 Mümtaz Soysal da, “Bütünlük” başlıklı yazısında, din konusuna değinmektedir: Batının bütünlüğü içine girebilmemiz bakımından insanı epeyce düşündüren bir nokta da din meselesi. Fakat batı medeniyetinin temelleri Yunan-Hıristiyan ikiliğinden uzaklaşıp Yunan-Ümanist esaslara doğru yöneldiğine ve dini ahlak görüşü karşısında ‘bilimsel-ümanist’ ahlak gitgide daha fazla kuvvet kazandığına göre, mesele karşı taraftan da çözülmeye yüz tutmuştur denilebilir. Bizim bu cepheden yapabileceğimiz şey, dinin Batı bütünlüğüne aykırı gelen tarafları üzerinde durmaktan ibaret. Laiklik, dini, batı bütünlüğüne zarar verebileceği sahaların hiç olmazsa birinden çıkartmak için en kestirme yoldu. Geri kalan sahalarda, Batı kafasıyla din reformunu üzerine alabilecek insanlara hala muhtacız. Böyleleri çıkıncaya kadar dini kendi köşesinde tutmaktan başka çare yok.61
Dergi, din konusunun CHP’nin din karşıtı olarak tanınmasına sebep teşkil ettiğini, ancak yine de, aceleye getirilmeden, halktan oy almak adına bu devrimlerden ve düşüncelerden taviz verilmemesi fakat laikliğin din karşıtlığı anlamına gelmediğinin anlatılması gerektiğini belirtmektedir.62 İnkılaplar, bu noktada “laiklik” kavramı üzerinde yoğunlaşmakta ve hatta özdeşleşmektedir. Forum dergisinde, Kemalist modernleşme projesinin izlerini bulmak kadar, Soğuk Savaş dönemi politikalarının ve bakış açılarının pek çok yansımasını da görebilmek mümkündür. Soğuk Savaş atmosferinin getirdiği bir zihin halini, derginin hem iç, hem de dış politika değerlendirmelerinde görebilmekteyiz. Dergi, ABD ve NATO bağlantılı ilişkiler konusunda muhalif bir tavır içerisinde değildir. Daha ziyade, ABD askerî yardımlarının ve bu ittifak ilişkilerinin, Türk ekonomisi üzerindeki etkilerinden, bütçenin ekonomide ve ülkenin sorunlarının çözümünde kullanılan kısmı üzerinde sınırlayıcı etkisinden şikayet eder bir hava ile karşılaşıyoruz. Güvenlik gerekçesiyle, NATO ile kurulacak sıcak ilişkiler benimsenmekte ve desteklenmektedir. ABD ve Batı dünyasıyla girişilen ittifaklar konusun60 Bülent Ecevit, “Sözde Kalan Bir Devrim: Laiklik”, Forum, sy. 38 (15 Ekim 1955), s. 27-28. 61 Mümtaz Soysal, “Bütünlük”, sy. 63 (1 Kasım 1956), s. 12. 62 “2 Mayısın Manası”, Forum, sy. 4 (15 Mayıs 1954), s. 1-3.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
545
daki tavrı belirleyen kıstas, Komünizm tehlikesidir, -başka bir deyişle- Soğuk Savaş etkisidir. “Hür dünya”nın yaşam tarzının, toplumsal düzeninin ve değerlerinin “amansız ve gayet usta bir düşman ideolojisinin meydan okumasına” maruz kaldığını savunan Forum dergisi yazarları, bu düşman karşısında “Atlantik paktı camiasının” askerî, siyasî ve bir o kadar da manevî bir cephe oluşturması gereğinden bahsetmektedirler.63 Türkiye de, bu cephe içerisinde olmalıdır. Ayrıca, “Hür dünya” ile kurulacak ittifakın gerçekleşme koşulu olarak da demokrasi görmektedirler: Batı topluluğunun tabii bir üyesi haline gelmemiz, Batı’nın demokrasiyi kişi hürriyeti ve kanunu hükmüne dayanan hürriyet, müşterek medeniyet ve mirasını benimsememize bağlıdır.64
Birol Şal’ın vurguladığı gibi, Forum dergisi, Batı ile ittifakın salt askerî amaçlı bir ittifak olarak görülmesinden rahatsızlık duymakta ve ilişkilerin daha ileri ve çeşitli yönlerinin de bulunduğunu belirtmektedir. Ortak değerler olarak da demokrasiden bahsedilmektedir.65 NATO’nun askerî bir ittifaktan ibaret kalmaması, tüm Batılı değerlerin savunusunu üstlenen bir kurum olması gerektiğinden söz edilmekte, Türkiye’nin de dünya kamuoyunca sözü dinlenir bir ülke haline gelebilmesi için demokrasi ve insan hakları uygulamalarına riayet etmesi gerektiğinden bahsedilmektedir. Forum dergisi, uluslararası ilişkiler ve sorunlar bağlamında, 1950’lerin ikinci yarısından itibaren gündeme gelen ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan Kıbrıs meselesinde “taksim”den yana bir politikanın izlenmesini önermektedir. Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgilenmesini de, sanki, Hür Dünya adına üstlenilmiş bir görev gibi sunmaktadır: Muhtar bir Kıbrıs’ın (veya Yunanistan’a bağlı) günün birinde komünist bir idare altına girmesinin Doğu Akdeniz savunması bakımından yaratacağı dengesizlik hesaba katılmalıdır.66
İlhan Arsel, “Kıbrıs Meselesi, Dünya Efkarıumumiyesi ve Biz” başlıklı yazısında, dünya kamuoyuna sempatik görünmenin, onların teveccühünü kazanmanın bizim için hayatî önemde olduğunu belirtmektedir.67 Nihaî tahlilde, Kıbrıs meselesinde derginin önerdiği çözüm, adanın Yunanistan ile Türkiye arasında taksimidir. Adada statükonun devamı, eğer bu gerçekleşmez ise adanın Türkiye’ye verilmesi gerektiği şeklindeki resmî tezin, muhtevası itibariyle zayıf oluşu gerekçesiyle, gerçekleşir olmadığı savunulmakta ve eğer bu tez zayıf olmasa idi, müttefikle63 Örnek olarak bkz. Aydın Yalçın, “Amerika Notları: Amerika ve Hür Dünya Liderliği”, Forum, sy. 15 (1 Kasım 1954), s. 7-8. 64 “Atlantik Camiası ve Türkiye”, Forum, sy. 26 (15 Nisan 1955), s. 1-2. 65 Birol Şal, a.g .t., s. 104. 66 “Geçen Yılın Hadiselerine Bakış”, Forum, sy. 19 (1 Ocak 1955), s. 1-3. 67 Forum, sy. 44 (15 Ocak 1956), s. 9.
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
546
rimizin bizi destekleyeceği ihtimalinin çok kuvvetle muhtemel olduğu söylenmektedir.68 Sert ve uzlaşmaz bir tavır yerine, temkinli bir diplomatik üslubun takip edilmesinin daha faydalı olacağının altı çizilmekte; Irak İhtilali ve Batı yardımları neticesinde uzlaşmaz tavrı yumuşayan hükümetin, taksim planını benimser hale geldiği vurgulanmaktadır. Böylece, hükümetin Batı yardımları karşısında tavizler verdiği söylenmektedir. Aynı şekilde, Yunanistan’ın enosis isteklerinin de, Türkiye’nin yumuşamasının bir nedeni olduğu belirtilmektedir. Dış politika konusunda, derginin üzerinde durduğu bir alan da Türkiye’nin Orta Doğu ile olan ilişkileridir. Sovyet Bloğuna karşı organize edilen Bağdat Paktı dergi tarafından desteklenmektedir. Bağdat Paktı’nın değerinin ve öneminin, Arap halkları tarafından yeterince kavranmadığı görüşünde olan dergi yazarları, Arap halklarının pakta sıcaklık duymaları için İsrail ve sömürgecilik problemlerinin halledilmesi gereği üzerinde durmaktadır.69 Türkiye’nin Arap halklarının davalarına ilgisiz kalması da, yine paktla ilişkili olarak, eleştirilmektedir. Malum olduğu üzere, DP hükümeti dönemlerinde Türkiye, Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransa taraflısı olmuş, aynı şekilde İsrail resmen tanınmıştır. Fakat derginin, bölgeye ilişkin olarak asıl yapılması gerektiğini düşündüğü husus, “bu Ortadoğu cemiyetlerini Batı medeniyetine ve Batı yaşayış tarzına yöneltmektir”.70 1958’de Irak’ta gerçekleşen darbe sonrasında ise, halkıyla kopuk bir iktidarla yapılan böylesi bir ittifak eleştiri konusu edilmekte ve Batılı devletlerin de, ittifak yaptıkları ülkelerin iç dengeleri, sağlamlıkları ve istikrarı ile yakından ilgilenmeleri salık verilmektedir.71 Netice itibariyle, Forum dergisi, Türkiye’nin Orta Doğu siyasetine ilişkin olarak takınılabilecek en makul tavrı şu şekilde ifade etmektedir: Ortadoğu’daki büyük politika mücadelelerine üçüncü bir unsur olarak karışmaktan kaçınmak ve muhtemel bir Sovyet tecavüzüne karşı Ortadoğunun güvenliğini sağlamak meselesini Arapların kendi iç meselelerinden ve Batılılarla Araplar arasındaki bazı meselelerden mümkün olduğu kadar tecrid ederek, kendi Ortadoğu siyasetini sadece birinci mülahazaya göre ayarlamak olsa gerektir.72
Ekonomik göstergelerdeki, enflasyonun artışı gibi kötüleşmeler eleştirilmektedir. Enflasyonun artışının diğer ekonomik dengeler üzerinde yaptığı tahribat değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca dış yardımlar konusunda da, yardımların ekonomik olarak iyi kullanılamadığı, hatta ekonominin dış yardıma bağımlı hale gelmesinden rahatsızlık duyulduğu ifade edilmektedir. Ülke ekonomisinin iyileşebilmesi için, “planlı kalkınma” önerilmektedir. Ülke ekonomisinin belirlenen hedefler doğrultusunda ilerlemesine ve hızlı bir sermaye birikiminin sağlanabilmesine yönelik kaynakları tespit için bir “plan” fikrine gerek olduğu söylen68 “Kıbrıs Meselesi ve Türk-Yunan Münasebetleri”, Forum, sy. 46 (15 Şubat 1956), s. 7-9. 69 “Ortadoğu Politikamızda Vuzuh”, Forum, sy. 65 (1 Aralık 1956), s. 1-4. 70 “Bağdat Paktının İstikameti”, Forum, sy. 93 (1 Şubat 1958), s. 2. 71 “Irak’tan Alınacak İki Ders”, Forum, sy. 105 (1 Ağustos 1958), s. 2. 72 “Son Ortadoğu Gelişmeleri Karşısında Türkiye”, Forum, sy. 105 (1 Ağustos 1958), s. 4.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
547
mektedir.73 Planlı bir iktisat rejimini yürütebilmek için gerekli olan teşkilatlara Türkiye sahip değildir. Bu ihtiyacı karşılamak için bir “bir iktisat şurası” ve ikinci olarak da, “bir iktisadî koordinasyon ve haberalma teşkilatının vücuda getirilmesi” gerekmektedir.74 İktisadî planlamanın aynı zamanda, halka, kendisinden istenen fedakârlığı bilme şansı da verdiği ifade edilmektedir. İktisadî olarak geri kalmış, az gelişmiş ülkelerde planlamanın, hızlı bir kalkınmayı sağlayacağı belirtilmektedir.75 Dergi yazarına göre iktisadî olarak geri kalmış bir ülke olan Türkiye’de ve benzerlerinde, ekonomik hedeflere istikrarlı bir şekilde varmak için en uygun rejim “planlı iktisat rejimi”dir. Planlamalar yapılırken, yalnızca kamu teşekküllerinin uyacağı planlar yapılmaz, aynı zamanda, yapılan planlar özel teşebbüsleri de kapsayacak şekilde olmalıdır. Hatta yapılacak planlar, bu türlü özel teşebbüsler için de sağlam bir zemin oluşturacaktır. Ömer Sakıp, “Program ve Plan Tartışmaları” başlıklı yazısında meselenin başka boyutlarına da dikkat çekmektedir: (…) programcılık ve plancılığın düşünce oluşumunda bizim için birinci kategorik safha, demokrasiyi bir sosyal program olarak bütün gerekli kural ve kurumlarıyla alıp kurmak-işletmek safhası; ikinci kategori ise politik eşitliği ekonomik eşitliğe iletecek, sosyal adalet ve güvenliği sağlayacak yolları hep birlikte arayıp bulmak; yani muhalefetin ve bütün kamuoyunun da katılacağı bir ekonomik plana sahip olmak safhasıydı.76
Türkiye’de sermaye birikiminin yeteri seviyede sağlanamamış olması, bunun özel sektör aracılığıyla karşılanmasının zorluğu nedeniyle, devletçilik, yani devletin ekonomiye müdahalesi önerilmektedir. Konu tartışılırken de, liberalizm mi, devletçilik mi gibi doktriner tartışmalara girmenin yararsızlığından ve Türkiye açısından hem devlet hem de özel teşebbüsün önemli görevler icra edeceğinden bahsedilmekte, devletin ekonomiye müdahalesinin, getireceği bir disiplin ve sistemliliğin faydalarından söz edilmektedir. Ekonomik liberalizmi uygulama iddialarıyla iktidar olan DP’nin de bu siyasetinde başarısız olduğu ve neticede ekonomik hayata birtakım müdahalelerde bulunduğu belirtilmektedir. Dergi, kalkınmak için dış yardım almanın gerekliliğine inanmaktadır. Bu yardım, gelişmiş ve zengin ülkeler için ahlâkî bir görev olmasının yanı sıra onların uzun vadeli çıkarlarına da uygundur: Çünkü hür dünya, dünyanın birçok geri memleketlerine, hür cemiyet nizamını terk etmeden de gelişme muammasının çözülebileceğini ispat etmek durumundadır. Memleketimiz hür cemiyet nizamına bağlılığını demokratik müesseseler üzerindeki hassasiyeti ile ispat ederek ve aynı zamanda iktisadî gelişme hamlelerimiz için zaru73 Osman Okyar, “Planlı İktisat Rejimi”, Forum, sy. 16 (15 Kasım 1954), s. 7. 74 Aydın Yalçın, “İktisadi Planlama ve Kalkınma”, Forum, sy. 49 (1 Nisan 1956), s. 10-11. 75 Osman Okyar, “Planlama Tarihçesine Müteallik Notlar”, Forum, sy. 89 (1 Aralık 1957), s. 15-16. 76 Forum, sy. 114 (15 Aralık 1958), s. 8.
548
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut ri tedbirleri bilfiil tahakkuk ettirerek, zengin memleketlerin gelişme gayretlerimize yardımda bulunmasını yalnız bir lütuf değil, manevi bir vecibe olarak bekleyebilir. Bu hususta en başta güvenebileceğimiz memleket şüphesiz yine Amerika olacaktır.77
Dış yardımlar konusundan bahsetmeye sonraki yıllarda da devam edilmiştir. DP’nin Amerika’dan yeterince yardım alamaması konusunda, Amerika’dan bu talebi karşılaması istenmekte, ülkeye yönelik olarak da, bu yardımın “maddi ve manevi koşullarını hazırlamak da milletçe bize düşer” denmektedir.78 Demokratik rejimi uygulama çabasında, bu dış yardımların ve hür dünyaya eşit koşullarda kabul edilme arzu ve hayalinin belirleyici bir etkisi olduğu görülmektedir. Yalçın Küçük’ün deyimiyle, “üniversiter bir aydın hareketi” olan Forum dergisini -sınırlı da olsa- tanıtmayı amaçlayan bir yazıda, derginin “aydın” konusuna yaklaşımına değinmemek olmaz. Osmanlı-Türk modernleşmesinin garip bir özelliği göze çarpmaktadır: Hep, olmayan bir şeylerin var kılınmasından söz edilir. Örneğin, millî burjuvazinin oluşturulmasından, millî kapitalist yetiştirmekten söz edilir. Dinin reforma tabi tutulmasından, başka bir deyişle, modernleşme çabalarına izin verecek “reforma uğramış bir din” ihdasından söz edilir. Üzerinde sıkça durulan bir konu da, çağın koşullarına uygun bir “aydın” sınıfının yokluğudur. Forum dergisi de, mevcut aydınlardan rahatsızlık duymakta ve onları bu mücadelesine destek vermeye çalışmaktadır. Aydınlara ilişkin yazıların çokluğuna rağmen, aydın sınıfının doğasına ilişkin çok yoğun bir tartışmanın varlığı, dergi sayfalarında gözükmemektedir. Şerif Mardin’in aydın konusundaki değerlendirmeleri istisna tutulacak olursa, derginin genelindeki aydına ilişkin tartışmalar, üniversite hocaları, bürokratlar vb. okumuş kesiminin siyasî meselelerle ilgilenmesi ve DP’ye yönelik muhalefete onların da katılması ile sınırlı kalmaktadır. Forum dergisi 15 yılı aşkın bir süre içinde, toplam 379 sayılık bir yayın faaliyeti gerçekleştirdi. Takdir edilmelidir ki, böyle bir çaba çeşitli boyutlarıyla incelenmeyi hak eden bir uğraştır. Derginin çeşitli dönemlerde aldığı biçimler, iktisadî konulardaki yaklaşımları, demokrasi anlayışına ve demokratik kurumlara ilişkin önerileri, dış politika meselelerindeki tutumları, iç siyasal tartışmalardaki tavır alışları, Türkiye’nin çeşitli toplumsal ve düşünsel problemlerine ilişkin değerlendirmeleri, derginin genel olarak toplumsal kökeni ve iddiaları, dergi aracılığıyla kamuoyu ile paylaştıkları düşüncelerini kendilerinin ne kadar uygulayabildikleri79 vs. gibi çok farklı açılardan Forum dergisini ele alma ve ayrıntılı ve derinlikli ça77 “Dış Yardım İhtiyacımız”, Forum, sy. 28 (15 Mayıs 1955), s. 1-3. 78 “Amerikan Yardımı Meselesi”, Forum, sy. 46 (15 Şubat 1956), s. 4-5. 79 Zira, Forum dergisi kurucularının ve yazarlarının önemlice bir kısmı, çeşitli siyasî parti deneyimleri yaşadılar. Hürriyet Partisi deneyimi bir hayal kırıklığı idi. Aydın Yalçın, Yeni Türkiye Partisi’nin [1961] kurucuları arasındaydı. Daha sonra AP’den milletvekili oldu. Dahası, yoğun eleştirilerde bulundukları siyasî partilere [CHP’ye, DP’ye ve AP’ye] katıldılar. Bakanlıklar yaptılar, milletvekili olarak TBMM’de bulundular. 12 Mart sonrasında, TBMM’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına ilişkin olarak yapılan oylamada, Aydın Yalçın ve Turhan Feyzioğlu “lehte” oy kullandılar.
So¤uk Savafl Atmosferinde DP’ye Muhalif Bir Dergi: Forum
549
lışmalar yapma imkanı vardır. Biz burada, bu zenginlik içerisinden derli toplu fakat sınırlı bir değerlendirme yapmaya çalıştık. Bu çalışmanın bir tanıtım yazısının sınırlarına riayet etmek zorunda olması nedeniyle, doğal olarak, Forum dergisinin çeşitli boyutlarına değinemedik. Başka bir deyişle, dergiye ilişkin belli konularla kendimizi sınırlamayı tercih ettik. Oldukça uzun soluklu bir yayın olan Forum dergisi, bu süre içinde çeşitli çalkalanmalar da geçirmiştir. Örneğin derginin 1960 sonrası ve özellikle de 60’lı yılların ikinci yarısında ciddî bir ideolojik farklılaşma meydana gelmiştir. Dolayısıyla derginin tüm yayın hayatını tek bir ideolojik genelleme altında değerlendirmek mümkün değildir. Aynı durum, derginin yazar kadrosu için de geçerlidir. Çok farklı akademik disiplinlerden gelen ve aynı zamanda farklı ideolojik tercihlere ve duruşlara sahip yazarların yazıları yayınlanmıştır Forum dergisinde. O nedenle, derginin tek ve homojen bir ideolojik duruşa sahip olduğundan söz edilemez. Bir anlamda, DP iktidarına duyulan güvensizliklerin bir araya getirdiği bir kadronun çıkardığı bir dergi olarak görülebilir Forum dergisi. Bu yönüyle de, daha ziyade, DP’ye yapılan muhalefetin temellerine ve çerçevesine ilişkin olarak dergide dile getirilen görüşlerin bir değerlendirmesini yapmaya çalıştık. Başka bir deyişle, bu yazıda, derginin, kurucularının da “esas”, Forum olarak değerlendirdikleri 19541958 dönemini ve DP’ye yönelik eleştiri ve muhalefet bağlamında derginin hemen her yazarı tarafından ortaklaşmış yaklaşımlarını ele almaya gayret gösterdik. O nedenle dergiye ilişkin kullandığımız genelleştirici ifadelerin bu çerçevede anlaşılmasında fayda vardır. Forum dergisi, Türkiye’nin çok partili hayata geçişin, dünyanınsa Soğuk Savaş döneminin ilk tecrübelerini yaşadığı bir dönemde yayınlanmaya başladı. Bu iki özellik, Forum dergisinin genel havasını ve kimliğini de büyük ölçüde belirledi. Türkiye’de demokratik sistemin nasıl işlemesi, demokrasinin nasıl anlaşılması gerektiğine ve sistemin sağlıklı ve güvenli bir biçimde işlemesi için hangi kurumlara ihtiyaç duyulduğuna ilişkin olarak etkin bir yayın faaliyetinde bulundu. Tartışmalar yarattı. Dergi sayfalarında dile getirilen görüşlerin bir kısmı da, 27 Mayıs 1960 askerî darbesi sonrasında, pek çok alanda uygulama şansı buldu. Forum dergisinin kurucularından ve yazarlarından birçok isim, ihtilal ve sonrasında çeşitli devlet görevlerine getirildiler. Örneğin, Turhan Feyzioğlu 27 Mayıs Anayasasını hazırlayan komisyonunun başkanlığına getirildi. İhtilal sırasında ABD’de bulunan Aydın Yalçın, İş Bankası Yönetim Kurulu’na atandı. Cahit Talas, ihtilal sonrasında Çalışma Bakanı oldu. Çok partili hayata geçişle birlikte kurulması arzulanan ortamın oluşması doğrultusundaki fikirlerine ek olarak, Türkiye’nin takip etmesi gereken ekonomi politikalarında ve uluslararası politika konularında nasıl bir tavır takınılması gerektiğine ilişkin de kanaatlerini sundular. Aslında, gerek iç ve gerekse de dış meselelerde, ülkenin takip etmesi gereken güzergâha ilişkin kararlar çok daha evvel ve çok daha yukarılarda verildiği için, Forum’un yayınlarını, verilen bu kararların içeriğini doldurmak ve çerçevesini çizmek olarak değerlendirmek de mümkün-
550
TAL‹D, 2(1), 2004, Y. Bulut
dür. Derginin, bu çerçevede, önemli bir görev yerine getirmiş olduğunu da belirtmek gerekir. Netice olarak, Forum dergisi bütünüyle Batılı değerleri benimseyen, Türkiye’nin Batılılaşma macerasından ve taleplerinden asla vazgeçmemesi gerektiğini düşünen bir çizgiye ve kimliğe sahiptir. Bu yönüyle ülke içinde DP politikalarına muhalefet etmiştir. DP’den ziyade, DP’ye teveccüh eden kitlelerin kimliklerinden ve komünizm tehlikesinden duyulan endişeler, Forum dergisinin düşüncelerinde, kimliğinde ve yayın politikalarında çok belirgindir. Demokratik bir söylem kullanan, demokratik talepleri dile getiren derginin muhalefetinin, DP’nin, millet baskısı nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî batılılaşma politikasını değiştirebileceğine veya yörüngesinden saptırabileceğine ilişkin ciddî bir endişeyi de içerisinde barındırdığı görmezden gelinemez. Demokrasi anlayışlarında, demokratik kurumlara ilişkin önerilerinde Türk milletinin bazı özelliklerine duydukları bu güvensizliği görmemek mümkün değildir. Forum dergisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî politikasına paralel olarak da, tercih ettiği Batılı değerlerin “sosyalist-komünist” olmadığını, tersine, “kapitalist” Batı’nın safında yer aldığını vurgulamaktadır. Buna ek olarak, Cumhuriyeti kuran ve sürdüren iradenin, yeni dönemde bütünüyle oyunun dışında kalmamasına dönük çabaların mevcudiyeti de göze çarpmaktadır
Forum: An Opposition Journal to the Democrat Party during the Cold War Era Yücel BULUT Abstract Forum journal was published between April 1st 1954 and April 28th 1970 and it has 371 issues in total. The main stand of the journal was to oppose to the non-democratic practices of the Democrat Party for the sake of “freedom” and “democracy” and to settle a comprehension of democracy and democratic institutions by Western standards in Turkey. Some opinions and institutional suggestions expressed in the journal, such as the Constitutional Court etc., were applied after May 27th 1960 military coup d’etat. This article examines the Forum journal which is described by Yalcin Kucuk as “the last Turkish intellectual movement originated from university”. It also aims to show the discourse, the mission and the function of the Forum, the democracy perceptions of its writers, and what they think about the problems of Turkish development. Generally, Forum journal is described as a right-wing and pro-American journal. Another goal of this paper is to try to understand and find an answer the question “why did Forum journal as a right-wing circle oppose to the Democrat Party which was described as right-wing and pro-American political party?”
551 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 551-575
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi* Fahrettin ALTUN** Giriş Yön dergisini1 Türk sol tarihi içerisindeki radikal yönelimlerden biri olarak değerlendirmek ya da onu sol Kemalizmin beşiği olarak ele almak yaygın bir tavırdır. Dergi, bir taraftan, kendisini çıkaran öncü kadronun sosyalist fikirleri nedeniyle radikal Türk solu içerisinde konumlandırılırken, diğer taraftan içerdiği Kemalist ton sebebiyle sol Kemalizmin köşe taşlarından birisi olarak görülür. Her ne kadar derginin kalkınma konusuna yaklaşımına dikkat çeken sınırlı sayıda bazı önemli analizler söz konusu olsa da, siyasî ve sosyal tarih çalışmalarında Yön, ya radikal bir sol harekete ya da sol Kemalist bir ideolojiye atıf yapmaktadır. On dokuzuncu yüzyıldan bu yana Türk düşüncesinin başlıca tartışma konusu; Batılılaşma, bir başka deyişle çağdaşlaşmadır. Bu tartışmanın ne tarafında durulduğu, çoğu zaman siyasal kimlikler arasındaki çizgilerin berraklaşmasını ya da silikleşmesini belirleyen temel bir unsurdur. 1960’ların Türkiyesi’nde de aynı tartışma sürmektedir. Çağdaşlaşma, bir üst ideoloji olarak o dönemde de geçerliliğini korumaktadır. Ancak bu dönemde tartışmanın üzerinden yürütüldüğü kavram “kalkınma”dır. Yön dergisinin, dönemin başat problemi olan “kalkınma” meselesine yaklaşımını merkeze alarak, onun hakkında yorum yapmak, bize, özelde Yön dergisi genelde de dönemin entelektüel ve siyasî ortamı hakkında kapsayıcı bir perspektif geliştirme imkanı sunacaktır. Gerek derginin kendi önüne koyduğu siyasal hedeflerin niteliği, gerekse de dergiyi çıkaran kadronun siyasî ve entelektüel kimlikleri bu tartışma ekseninde yerli yerine oturabilecektir. Yön dergisini kalkınma söylemi ve modernleşme ideolojisi ile ilişkisi temelinde ele alan bu yazıda, derginin maddî özellikleri, kurucu kadrosu, çıkış gerekçesi, öncelikli tartışma alanları ve siyasal hedefleri, dönemin Türkiye ve dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler doğrultusunda çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu yazıda * Beyazıt Devlet Kütüphanesi Süreli Yayınlar Bölümü çalışanlarına teşekkürlerimi sunuyorum. ** İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora öğrencisi. 1 Her ne kadar Yön, kendisini bir gazete olarak nitelemiş ve alt başlığına “haftalık gazete” ibaresini koymuşsa da, süreç içerisinde kendisi ile ilgili olarak oluşan literatürde “Yön dergisi” ifadesi yerleşmiştir. Buna binaen bu yazıda da Yön için “dergi” nitelemesi tercih edilecektir.
552
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
ayrıca Yön dergisinin ürettiği “siyasal muhafazakâr”lık da tartışmaya açılacaktır. Zira, örtülü ya da açık bir biçimde, çağdaş Türk düşünce tarihi içerisinde Yön dergisini “ilerici” bir dergi olarak nitelemek genel geçer bir tavır halini almıştır ve bu tutumun tartışılması gerekmektedir. Elbette bu tartışmanın ilericilik-gericilik kavram çiftinin sunduğu dar perspektif içerisinde yapılmaması da Türk siyasî düşüncesinde yer eden böylesine önemli bir derginin doğru okunabilmesi için bir zorunluluktur. Yön dergisi ile ilgili olarak bugüne dek yapılmış en kapsamlı ve sistematik çalışma Hikmet Özdemir’e aittir. Özdemir’in Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi isimli eseri gerek bu konuda yapılmış ilk akademik çalışma olması gerekse de inceleme nesnesini başarılı bir biçimde çözümlemesi dolayısıyla kendisinden sonra bu konuda yapılan çalışmalara öncülük etmiş, adeta konusunun klasiği olmuştur. Özdemir’in doktora tez çalışmasını Yön dergisinin kurucularından Mümtaz Soysal’ın tez danışmanlığında gerçekleştirmesi de çalışmanın niteliği açısından önemli bir katkı oluşturmuştur. Özdemir’in çalışması hâlâ aşılabilmiş değildir.2 Okuduğunuz yazı, Özdemir’in eserini nitelik itibariyle aşma çabası içe2 Hikmet Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986. Eserin ikinci baskısı Sol Kemalizm adıyla çıkmıştır. Bkz. Hikmet Özdemir, 1960’lar Türkiyesinde Sol Kemalizm :Yön Hareketi, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993. Bunun yanında yine Özdemir’in Doğan Avcıoğlu’nun yazılarını ve ölümünden sonra hakkında yazılanları derlediği çalışması da dikkate değer bir çalışmadır. Özdemir kitaba ayrıca Avcıoğlu’nun yaşamı ve düşüncesi üzerine kısa bir bölüm ile Avcıoğlu’nun eserlerinin bibliyografyasını da eklemiştir. Bkz. Hikmet Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000. Türkiye siyasî tarihi kitaplarının ilgili bölümleri dışında Yön dergisi (hareketi) ve kadrosu ile ilgili olarak anılması gereken eserlerin başında Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler isimli kitabının beşinci cildi gelir. Kitabın “Yön: Şiddet ile Demokrasi” başlıklı bölümü Yön dergisi, kurucuları ve derginin ideolojik alt yapısı ile ilgili önemli veriler sunmaktadır. Bkz. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler 1830-1980 Beşinci Kitap, Ankara: Tekin Yayınevi, 1988, s. 636-679. Yön dergisi ile ilgili olarak derginin kapandığı ve haftalık Devrim gazetesinin çıkmaya başladığı günlerde yazılmış ve adeta bir “ağabey” edasıyla Yöncü “gençler”e nasihatte bulunan (eleştiriler yönelten) bir metin de Hikmet Kıvılcımlı’ya ait olan 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi isimli yapıttır. Bkz. Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, İstanbul: Ant Yayınları, 1970. Yıldız Serter, kaleme aldığı Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız’ın “Kemalist Devrimciler” adlı bölümünde Doğan Avcıoğlu’nun ve arkadaşlarının fikirlerini tartışır. Bkz. Yıldız Serter, Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız, İstanbul: Cem Yayınevi, 1978, s. 5370. Zikredilmesi gereken bir diğer çalışma H. Bayram Kaçmazoğlu’na aittir. Kaçmazoğlu, eserinin “Yön-Devrim Grubu ve Zinde Güçler Teorisi” başlıklı bölümünde Yön’ün görüşlerini değerlendirmektedir. Bkz. H. Bayram Kaçmazoğlu, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a Türkiye’de Siyasal Fikir Hareketleri, İstanbul: Birey Yayınları, 1995, s. 40-78. Bunların yanında dergi ve derginin önde gelenleri ile ilgili olarak kaleme alınan gazete ve dergi yazılarının listesi için bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, s. 347-351. Söz konusu listeye şu yazılar da eklenmelidir: Mehmet Arı, “Yön Hareketi”, Birikim, 1994, sy. 67; Kurtuluş Kayalı, “Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi”, Tarih ve Toplum, 1988, c. 9, sy. 51; Orhan Koloğlu, “Tarihin Bunalımı ve D. Avcıoğlu ile Bir Söyleşi”, Özgür İnsan 5, 1977, sy. 39; Elçin Macar, “Doğan Avcıoğlu ve 12 Mart”, İktisat Dergisi, 1992, sy. 332; Hikmet Özdemir, “Jakoben Bir Aydının Yaşamından Çizgiler”, Toplumsal Kurtuluş, Kasım 1987; Hikmet Özdemir, “Kalkınmada 2
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
553
risinde olmasa da bugünden yakın dönem Türk siyasi düşünce tarihine bakarken bazı yeni sorular sormak mümkün gözükmektedir. Eğer bu yazı bu bağlamda ufak da olsa bir katkı sağlarsa amacına ulaşmış olacaktır. Dergi ve Kurucu Kadro Yön Dergisi, 27 Mayıs ihtilalinin ardından oluşan siyaset ve düşünce ortamı içerisinde, dönemin ve geleceğin Türkiye siyasetinde söz sahibi olmak isteyen bir grup sol yönelimli aydının biraraya gelerek çıkardığı, temelde “Üçüncü Dünyacı” bir Kemalizm yorumunu benimseyen, iktisadî kalkınma olgusunu ülkenin başlıca amacı olarak tayin eden, bu doğrultuda bir kalkınma felsefesi üretme iddiasında olan ve toplumsal sorunların aşılmasından ekonomik problemlerin çözümüne kadar geniş bir yelpazede devlet müdahalesinin gerekliliğini savunan haftalık bir dergidir. Yön, ilk olarak 20 Aralık 1961 tarihinde yayın hayatına başlamış ve on dört aylık zorunlu kesinti evresi de dahil edilirse yaklaşık yedi sene yayın hayatını sürdürmüştür.3 Yön’ün kurucu babası hiç kuşkusuz Doğan Avcıoğlu’dur.4 Avcıoğlu, iktisat ve siyasal bilimler alanında yaptığı yüksek öğrenimini Fransa’da tamamlamış, daha sonra da Londra’ya gitmiştir.5 1955 yılında Türkiye’ye dönmüş ve Merkez Bankası Etüd Bürosu’nda raportörlük ve Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistanlık yapmıştır.6 Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü ile aynı binada bulunan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistanlık yapan Mümtaz Soysal ile tanışmış ve dostlukları burada ilerlemiştir. 1956 yılından itibaren Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal’ın da aralarında bulunduğu haftalık Akis dergisi kadrosu içeBir Strateji Arayışı Yön Hareketi”, Maliye Yazıları, 1988, sy. 14-15. Tüm bunların yanında Yön dergisi yazarlarından bazılarının dergide yer alan yazılarının kitaplaştığını ifade etmekte yarar vardır. Örnek olarak bkz. Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, Ankara: Yön Yayınları, 1964; İdris Küçükömer, Cuntacılıktan Sivil Topluma İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Son olarak belirtilmesi gereken ilginç bir nokta da Batılı siyaset bilimi literatüründe Yön dergisi (hareketi) ile ilgili olarak bazı değiniler dışında yapılmış müstakil bir çalışmaya rastlanmamasıdır. Bu bağlamda başarılı bir değerlendirme için bkz. M. Hakan Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, Religion and Global Politics, New York: Oxford University Press, 2003, s. 64. 3 Özdemir, Yön dergisinin ilk çıktığı yıllarda otuz bin civarında olan tirajının yayın hayatına tekrar başladığı yıllarda on binler civarına düştüğünü belirtmektedir. Bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, s. 54. 4 Avcıoğlu’nun şimdiye dek yazılmış en ayrıntılı yaşam öyküsü için bkz. Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, s. 11-46. 5 Avcıoğlu’nun yaşadığı “Batı tecrübesi”, Türk Batılılaşma tarihinde eşine sık rastlanır bir biçimde, onun üzerinde merkezî bir etki yaratmıştır. (Bu yönüyle Hikmet Özdemir’in Avcıoğlu için kullandığı “Jön Türk” benzetmesi çok yerindedir. Avcıoğlu özellikle Fransa’da kaldığı zaman zarfında Türkiye ile Batı ülkeleri arasında bir kıyaslamaya gitmiş ve aradaki “uçurum”un farkına varmıştır. Özdemir, Avcıoğlu’nun Paris’te iken Fransız politikacı Pierre Mendes France’ın “parlamentoya karşı güçlü hükümet” görüşünden etkilendiğini söyler. A.g.e., s. 13. 6 A.g.e., s. 348.
554
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
risinde yer alan7 Avcıoğlu, bu sıralar haftalık Kim dergisine de yazı vermektedir. İlhami Soysal’ın söylediğine bakılırsa; Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal kendi tarzlarında bir dergi çıkarma düşüncesini, Akis dergisi kadrosu içerisinde yer aldıkları bu günlerde dile getirmeye başlamışlardı.8 Ulus gazetesinde de yazılar yazan Avcıoğlu, 1958 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin Araştırma Birimi’nde müdür yardımcılığı görevine getirilir. Avcıoğlu, CHP Araştırma Birimi’nde çalışmadan önce, Paris’ten arkadaşı Turan Güneş’in kurucuları arasında bulunduğu Hürriyet Partisi’nin araştırma komitesinde çalışmıştır.9 1958 yılından itibaren Avcıoğlu’nun CHP Genel Merkezi’ndeki bürosu Yön dergisine kaynaklık edecek olan görüşmelerin yapıldığı mekan halini alır. 27 Mayıs ihtilalinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis’e Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal CHP kontenjanından girerler. Bu sıralarda İlhami Soysal da Ankara basın temsilcisi olmuştur. Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal, Kurucu Meclis’te CHP’den Trabzon il meclisi üyesi olarak bulunan Cemal Reşit Eyüboğlu ile tanışmışlar ve yeni anayasa tartışmaları sırasında birbirleri arasında bir yakınlık doğmuştur. Eyüboğlu, Paris Üniversitesi’nde hukuk doktorasını tamamlamış, ülkeye döndüğünde Maliye Bakanlığı’nda genel müdürlük yapmış ve 1946-1950 arasında CHP Trabzon milletvekilliği görevini icra etmiştir. Yön dergisinin çıkmasında en büyük maddî katkıyı Cemal Reşit Eyüboğlu sağlamıştır.10 Yavaş yavaş oluşmaya başlayan bu ekibin Kurucu Meclis içerisinde Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Muammer Aksoy, Altan Öymen, Bahri Savcı ve Coşkun Kırca gibi, Kurucu Meclis dışından da Şevket Süreyya Aydemir, Osman Nuri Torun, Necat Erder, Atilla Karaosmanoğlu, Atilla Sönmez, Niyazi Berkes, Sadun Aren, Güney Özcebe, Adil Aşçıoğlu ve Mehmet Erdemir gibi isimlerle ilişkileri söz konusudur. Bu ekibin, ayrıca basında da İlhan Selçuk başta olmak üzere, Çetin Altan, İbrahim Çamlı, Turhan Selçuk ve Abdi İpekçi ile bir yakınlıkları bulunmaktadır. Dergi kurulurken “çekirdek kadro” beş kişiden müteşekkildir: Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu.11 Bu isimler, birlikte, 1961 yılının 20 Aralıkında Yön dergisinin ilk sayısını çıkarırlar. Bu isimlerden ilk dördü aynı zamanda derginin önde gelen yazar7 Yine Özdemir’den öğrendiğimize göre, Akis dergisinin sahibi Metin Toker, Avcıoğlu’nun Paris’ten arkadaşıdır. A.g.e., s. 14-15. Ne var ki, ilerleyen yıllarda Toker ile Avcıoğlu yolları ayrılacak, zıt kutuplara düşeceklerdir. Bkz. Hasan Cemal, Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 1999, s. 163. 8 İlhami Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”, Milliyet, 27 Ocak 1988. 9 Avcıoğlu Hürriyet Partisi’nin araştırma komitesinde Şerif Mardin, Coşkun Kırca ve Aydın Yalçın ile birlikte çalışmıştır. Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, s. 15. 10 Eyüboğlu, aynı zamanda Yön dergisinin devamı olarak görülen ve 1967-1971 yılları arasında yayın yapan Devrim adlı haftalık gazeteye de destek olmuştur. Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”. 11 Derginin iç ve dış hamaliyesini yüklenen ve Doğan Avcıoğlu’nun ağabeyi olan Hamdi Avcıoğlu’nun da ismini zikretmek gerekmektedir. Bkz. İlhan Selçuk, “Yeni Ufuklara Doğru Yol Alırken”, Yön, 1967, sy. 222; Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
555
larıdır. Ne var ki on birinci sayıya kadar jenerikte yalnızca Doğan Avcıoğlu’nun ismi “İmtiyaz Sahibi ve Mesul Müdür” sıfatıyla görünür. On birinci sayıdan itibaren jeneriğe konulan “kurucular listesi”nde sırasıyla Cemal Reşit Eyüboğlu, Mümtaz Soysal ve Doğan Avcıoğlu’nun isimleri yer alır. Doğan Avcıoğlu ismi on birinci sayıdan sonra da “İmtiyaz Sahibi ve Mesul Müdür” olarak geçmeye eder. Derginin baş yazılarını çoğunlukla Doğan Avcıoğlu yazmıştır. Hikmet Özdemir, Yön dergisinin yazar kadrosunu dört grupta toplamaktadır. Birinci gruba derginin kurucu kadrosu girer. Bunlar, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal’dır. İkinci grupta derginin yönetiminde fiilî olarak görev almamakla birlikte yazdıkları yazılarla derginin ideolojik çerçevesini biçimlendiren Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Sadun Aren yer alır. Üçüncü grupta Cahit Tanyol, İdris Küçükömer, Fethi Naci, Rauf Mutluay, Adil Aşçıoğlu, Atillâ İlhan, Mehmed Kemal, Erol Ulubelen, Çetin Altan, İbrahim Çamlı isimleri bulunmaktadır. Dördüncü grupta, Nimet Arzık, Hasan Hüseyin, Ayperi Akalan, Nijat Özön, Muzaffer Erdost, Memet Fuat, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Mustafa Ekmekçi, Selahattin Hilâv, Arslan Başer Kafaoğlu, Mehmet Karabulut, Yaşar Kemal, M. Şükrü Koç, Melih Cevdet Anday, Hayati Asılyazıcı, Behzat Ay, Türkkaya Ataöv, Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Taner Timur yer almaktadır.12 Yön Dergisinin Çıkış Gerekçesi ve Dayandığı İlkeler Yön ilk sayısında aralarında özellikle kamu görevlilerinin çoğunlukta olduğu 146 kişilik bir grup tarafından imzalanan bir bildiri yayımlar.13 Bu bildiri Yön’ün neden çıkmaya başladığının yanıtını veren ve derginin tüm yayın hayatı boyunca takip edeceği doğrular bütünü hakkında muhatabına oldukça net fikirler sunan bir metindir.14 Yön dergisinin ve hareketinin oturduğu siyasî ve düşünsel zemin hakkında aynı derecede önemli bir diğer metin de Yön’ün kurucu kadrosunun oluşumuna öncülük ettiği Sosyalist Kültür Derneği’nin (SKD) “Kuruluş Bildirisi”dir.15 Bu iki bildiri metninden yola çıkarak, derginin kuruluş felsefesini ve savunduğu temel ilkeleri çözümleme imkanına sahibiz. Sözkonusu iki bildirinin de temel vurgusu, ülke kalkınmasının ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken bir amaç olduğudur. Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmanın, sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini kökleştirmenin yegâne yolu hızlı bir şekilde kalkınabilmektir.16 Yüksek bir kalkınma hızı için gerekli olan şey ise, kalkınmanın önemine inanmış kararlı bir siyasal kadronun varlığıdır.17 Ancak bu hızlı kalkınma sosyal adalet ilkesi gereğince sağlanmalı, kalkınma 12 Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”. 13 Bildiriyi daha sonra 878 kişi daha imzalar. Bildiriye imza atanların tam listesi için bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, 301-27. 14 “Yön Bildirisi”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1. 15 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”, Yön, 13 Şubat 1963, sy. 61. 16 “Yön Bildirisi”. 17 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”.
556
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
uğruna toplumda bir uçurum meydana getirilmemelidir.18 Kalkınma sürecinin sosyal adalet ilkelerine uygun bir şekilde yönlendirilmesi için iktidarın buna imkan tanıyacak bir yapıda olması gerekir.19 Görülebileceği gibi hızlı ve sosyal adalet ilkesi uyarınca gerçekleştirilmesi gereken kalkınma, siyasi bir iktidar yapısını zorunlu kılmaktadır. Zira toplumdaki sorunlar giderek büyümekte, buna karşılık hızlı değişim sürecine düzenli bir biçimde yön verilememektedir. Böyle olunca da, örneğin, dengesiz bir şehirleşme ortaya çıkmakta ve bu da toplumsal güvenliği sarsacak meselelerin doğmasına sebebiyet vermektedir.20 Düzenli ve kütlesel müdahale için “Türk toplumuna yön verebilecek durumda bulunan çevrelerin açık bir kalkınma felsefesi üzerinde anlaşmaları” gerekmektedir.21 Eğer kalkınma amacı gerçekleştirilirse, ülkedeki ekonomik krizin dolaysız bir sonucu olarak gündeme gelen hızlı nüfus artışı, göç, gecekondu, işsizlik, açlık gibi toplumsal sorunlar da aşılabilecektir. SKD’nin kuruluş bildirisinde Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında kalkınma konusunun sıklıkla gündeme geldiği, ancak ülkede uygulanan kapitalist kalkınma yönteminin ne hızlı bir gelir artışı sağlayabildiği ne de toplumdaki dengesiz gelir dağılımının önüne geçebildiği belirtilmektedir. Bu doğrultuda metinde şöyle bir tarih okuması ile karşı karşıya kalırız: Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devlet “sınıfsız bir toplum yaratma” ilkesi gereğince hareket etmiş ancak zamanla bundan vazgeçilmiş, bunun yerine “keskin sınıf farkları yaratan bir gelişme metodu” tercih edilerek sınıf çatışmalarına zemin hazırlanmıştır. Çok partili döneme gelindiğinde demokrasinin şeklî unsurları dahi uygulanmamış, bu devirde aydınlar siyasal sistemin şekilsel yönlerine ilişkin sınırlı tartışmalar yapmışlardır. Çok partili dönemdeki “baskıcı uygulamalar da düşünce üretimine engel olmuştur”.22 Bu süreci 27 Mayıs hareketi noktalamıştır. 27 Mayıs hareketi bu çok partili düzene karşı “halk tepkisinin bir sonucu olarak” ortaya çıkmıştır. Bu hareket, “Türk aydınlarının çoğunluğu için bir uyanma ve arama devresinin başlamasına yol açmıştır”.23 Bu dönemde aydınların ufku açılmış, bir önceki dönemde geçerli olan düşünsel sığlığın farkına varılmaya başlanmıştır. Sonuçta, bu dönemde toplumsal meseleler üzerinde daha geniş bir çerçevede düşünme imkanı doğmuştur. Buna rağmen kapitalist bir düzen içerisinde kalkınma esasını kabul eden bir siyasal kadro iktidara gelmiş ve bu dönemde planlı kalkınma düşüncesi yalnızca şekilsel olarak kabul görmeye başlamıştır. Gelinen noktada, mevcut idarî yapı “hızlı kalkınma” ve “sosyal adalet ilkesi uyarınca kalkınma” amaçlarını sağlayabilecek nitelikte değildir. Oysa Türk toplumunun bir çıkışa ihtiyacı vardır. Bu çıkışı sağlayacak olan şey ise sosyalizmdir. 18 “Yön Bildirisi”. 19 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 20 A.g.y. 21 “Yön Bildirisi”. 22 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 23 A.g.y.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
557
Sosyalizmi bir kalkınma yöntemi olarak gören bu yaklaşıma göre, “azgelişmiş ülkelerin sosyal adalet içinde hızlı kalkınmalarını sağlayacak tek metod” sosyalizmdir. Zira sosyalizm ile insan ve doğa kaynakları akılcı bir biçimde kullanılır, toplumun imkanları ve yaşama gücü artar, fırsat eşitliği ve sosyal adalet sağlanır.24 Sosyalizm, “demokratik düzen içinde hızlı, sömürücü olmayan dengeli bir kalkınmanın tek yolu”dur.25 Sosyalizm SKD bildirisinde şu şekilde tanımlanır: “Toplum refah ve saadetini fert ve zümre çıkarlarının üstünde tutan bir dünya görüşünden hareket eden, bunu gerçekleştirmek üzere halka dayanan ve halka yönelen bir toplum düzeni kurmak amacını benimseyen, bu düzeni kurmak ve yaşatmak için, memleketteki sosyal ve iktisadi münasebetleri bilimsel bir görüş açısı içinde inceleme ve akılcı esaslara göre düzenleme yolunu seçen, bir düşünce ve davranış sistemidir.”26 Söz konusu sosyalist kalkınma yöntemi “sosyalist bir karma ekonomi” öngörür ve devlet müdahalesi bu ekonomi içerisinde en merkezî unsurdur. Yön grubu, bu devlet müdahalesini “yeni devletçilik” olarak adlandırır. Yeni devletçilik anlayışı, Yön’ün kalkınma felsefesinin merkezinde yatmaktadır. Zira azgelişmiş bir ülkede özel teşebbüsün öncülük edeceği kalkınma yavaş, sıkıntılı, maliyetli ve toplumsal adaletsizliklere yol açacak şekilde olacaktır. “Böyle bir kalkınma, siyasi gücü geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden, demokratik de değildir.”27 Kâr esasına göre hareket eden özel teşebbüs, kalkınmanın gerçekleşmiyor olmasından kâr elde edebileceği için bu noktada bir gayret sarf etme gereksinimi hissetmemektedir. Bu nedenle, “milli servet” en yararlı işlere değil, en kârlı işlere yönlendirilmektedir. “Günümüzde hiçbir azgelişmiş memleket bunları göze alamaz.”28 Bu çerçevede, İngiltere ve Fransa’daki “bazı sanayi kollarının devletleştirilmesi”nin örnek gösterildiği “Yön Bildirisi”nde, yeni devletçilik anlayışının “şuurlu devlet müdahalesi” olarak anlaşıldığı belirtilmektedir. Buna göre, millî tasarrufun büyütülmesi, millî gelirdeki artışların önemli bir kısmının tasarrufa yöneltilmesi, vergilerde verimin arttırılması, iktisadî hayatın bütünsel anlamda planlanabilmesi, çiftçinin teşkilatlandırılması, boş duran iş gücünün üretime yönlendirilebilmesi, küçük sanayide kooperatifçiliğin geliştirilmesi, ancak devlet müdahalesi ile başarılabilir. Uygulanacak yeni devletçilik ile gelir dağılımındaki adaletsizlikler ortadan kaldırılacak, sosyal güvenlik sağlanacak, toplumun sömürüsü engellenecek ve bölgeler arası dengesizlik ortadan kaldırılabilecektir. “Devletçilik, demokratik rejimin sadece bir şekilden ibaret kalmasını önleyip, demokrasinin kütlelere malolmasını sağlayacak temel müdahale vasıtasıdır.”29 Kalkınmanın, oluşması muhtemel yan etkileri de yine devletçilik aracılığıyla ortadan kaldırıla24 A.g.y. 25 A.g.y. 26 A.g.y. 27 “Yön Bildirisi”. 28 A.g.y. 29 A.g.y.
558
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
bilecektir. Geliştirilecek bu “yeni devletçilik” anlayışı ile ülkenin bütün imkanları harekete geçirilebilecek, yatırımlar hızla arttırılacak, iktisadî hayat bütünüyle planlanabilecek, kitleler sosyal adalete kavuşturulabilecek, istismar ortadan kaldırılabilecek ve demokrasi kitlelere maledilebilecektir. Bu sosyalizm anlayışı “milliyetçi” bir sosyalizmdir. SKD bildirisinde bu milliyetçiliğin kesinlikle “aldatıcı ve gerici” bir milliyetçilik olmadığı iddia edilir. “Türk sosyalistlerinin milliyetçiliği, halka dayanan ve halka yönelen, halk için ne yapılacağını açıklayan, Türk toplumunun birbirini sömürmeyen, birbirine saygı ile bağlı fertlerden kurulan bir ulus yaratmak isteyen, uluslararası düzende kişiliği olan ve kendine güvenen ve saadetini uluslararası barış ve saadetin bir unsuru sayan bağımsız bir Türkiye kurmak amacına yönelik bir milliyetçiliktir.”30 Milliyetçi özelliğinin yanında Türk sosyalizmi aynı zamanda “hürriyetçi” bir sosyalizmdir. Bunun, “kişiyi ve emeği en büyük değer saymak” olduğu söylenmektedir. Bahsi geçen her iki bildiri de kalkınma kavramı ekseninde sosyalizm, milliyetçilik, devletçilik, demokrasi vb. kavramları tartışmakta ve bu doğrultuda Türkiye toplum ve siyasetine bir yön çizme kaygısı göze çarpmaktadır. Her iki bildiri de Batılılaşmanın Batı’nın üretim seviyesine ulaşmakla mümkün olabileceğinin altını çizmekte, bu doğrultuda kalkınma vurgusu yapmakta, sosyalist kalkınma yönteminin millî kurtuluş hareketinin devamı, milliyetçi karakteri haiz bir model olduğu iddiasını öne sürmektedir. Kalkınma, aynı zamanda, Batılılaşma projesinin önemli bir unsuru olan akılcı düşüncenin toplum tarafından içselleştirilmesine de imkan tanıyacaktır. Bu bildiride öne çıkan tüm bu kavramlar dergi sayfalarında tartışılmaya devam edecektir. Derginin Öncelikli Tartışma Alanları ve Siyasal Hedefleri Bu kısımda Yön’ün temsil ettiği siyasî çizgi açısından can alıcı nitelikteki tartışmalar üzerinde durulmaya çalışılacaktır.31 Bu bağlamda dergi sayfalarında tartışılan ve bu yazının sınırları çerçevesinde özellikle üzerinde durulması gereken konuların şunlar olduğunu düşünüyoruz: Atatürkçülük (Kemalizm), sosyalizm, devletçilik, milliyetçilik, demokrasi ve zinde kuvvetler. Kalkınma konusu tüm bu kavramlar işlenirken sürekli olarak gündeme geleceğinden onunla ilgili ayrı bir başlık açmayacak, kalkınma konusundaki değerlendirmelerimizi bir sonraki bölüme saklayacağız. Yukarıda adı geçen bütün bu konuların dergide nasıl değerlendirildiğini ortaya koyduğumuzda Yön’ün siyasî kimliğini ve Türk siyasî düşüncesindeki yerini de tespit etmiş olacağız. Birazdan da göstermeye çalışacağımız gibi, adı geçen kavramlar etrafında aslında genellikle benzer bir tartışma yürütül30 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 31 Yön Dergisi sayfalarında hangi tartışmaların yer aldığı ve hangi yazarların ne tür konuları hangi sıklıkla işlediği ile ilgili olarak Hikmet Özdemir’in yaptığı tasnifler oldukça yararlıdır. Bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, “Ek-3: Yön’de Birden Fazla Yazısı Çıkanlar, Yazma Sıklıkları ve En çok İşledikleri Konular”, s. 328-333; “Ek-4: Yön’de İşlenen Konular ve Sıklık Dağılımları”, s. 334-336.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
559
mektedir. Kavramlar arasındaki içiçeliğe Yön hakkında yazanlar da dikkat çekmişlerdir. Ne var ki ortada bir içiçe geçme, bir kesişmeden ziyade bu kavramların birbirleriyle aynîleştirilmesi durumu söz konusudur. Bu kavramlar etrafında Yön dergisi ile ilgili onlarca formülasyon üretilebilir. Ancak biz şu kadarını söylemekle yetinelim. Yön’ün beslendiği yerli kaynak Kemalizm, Türk toplumunun önüne koyduğu temel hedef kalkınma, önerdiği yöntem sosyalizm ve devletçilik, bu yöntemi ehlîleştirmek, Türk toplumu ve siyaseti ile barışık kılmak için başvurduğu kavramlar milliyetçilik ve demokrasi, siyasete etki etmek için yardıma çağırdığı aktör ise zinde kuvvetlerdir. Atatürkçülük (Kemalizm) Yön dergisi, 1932-1935 yılları arasında çıkan Kadro dergisine benzer bir biçimde, Kemalizmi dönemin şartlarına göre yeniden yorumlama girişimi olarak okunabilir.32 Ancak Yön dergisinin Kemalizmle ilişkisi tek başına “Kemalizmi dönemin şartlarına göre yeniden yorumlamak” gibi “rasyonel” bir ilişkiden daha fazlasını içermektedir. Bu anlamda Kemalizmin Yön dergisi açısından yalnızca bir meşruiyet kazanma aracı olarak kullanıldığını söylemek de son derece yetersiz bir açıklama biçimidir. Zira dergi sayfalarına yansıdığı kadarıyla Yöncü düşünürler açısından Atatürkçülük ideal bir gerçeklik durumu, varoluşsal olarak kendilerini anlamlandırma gerekçesidir. Dergide gündeme getirilen konuların pek çoğunda Atatürk’ün düşünce, söz ve eylemlerini yorumlamak ve yapılan yorumları birer nihaî referans olarak sunmak genel geçer bir tavırdır. Yöncü düşünürlere göre Atatürk doktrinlerinin 1960’lı yıllarda uygulanmaya konması, doğrudan doğruya sosyalist bir sistem inşa etmek anlamına gelmektedir.33 Atatürk doktrinleri Türk sosyalizminin ve Türk devletçiliğinin temel unsurlarını yansıtmaktadır.34 Yöncü düşüncenin benimsediği kapitalist olmayan kalkınma yönteminin kaynağında da yine Atatürk ilkeleri olduğu öne sürülmektedir. Avcıoğlu’nun ifadeleriyle, “(…) kapitalist olmayan gelişme yolu, aslında Atatürk’ün büyük bir sezişle bulduğu devletçilik ve halkçılık ilkelerinin uygulanmasından başka bir şey değildir”.35 Çağın gelişme hızına erişebilmenin temel şartı Atatürk doktrinlerinin uygulanmasıdır.36 Yön yazarları, savundukları sosyalist ve devletçi kalkınma anlayışının, özel teşebbüs karşıtlığının ve anti-emperyalist tutumun Atatürkçü çizginin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu savunurlar. 32 Yön ve Kadro dergileri arasındaki benzerlik ve farklılıklara Hikmet Özdemir dikkat çekmektedir. Bkz. a.g.e., s. 273-76. 33 Örnek olarak bkz. Doğan Avcıoğlu vd., “Açık Oturum: Atatürk’ün Özlediği Türkiye’yi Kurabildik Mi?”, Yön, 7 Kasım 1962, sy. 47. Aynı açık oturumda Atatürk’ün Kadro dergisini kendisine tevdi ettiği Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk ilkelerinin “milli sosyalizm” demek olduğunu öne sürer. 34 Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7. 35 Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizmden Önce Atatürkçülük”, Yön, 10 Nisan 1963, sy. 69. 36 Bkz. Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”.
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
560
Ekmeği bile bulamıyan en ilkel, en yüz kızartıcı koşullar altında yaşıyan halka sırtını dönüp, özel girişimi desteklemiye devam edersek, Atatürk’ün devletçilik, halkçılık, devrimcilik ilkelerini çiğnemiş olmıyacak mıyız? ‘İktisadi siyasetimizin amaçlarından biri de genel çıkarları doğrudan doğruya ilgilendirecek iktisadi kurum ve teşebbüsleri devletleştirmektir.’ Diyen Atatürk, halkın yararına bir ekonomi düzeninin gereğine inanmıştı. Emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkıyordu. (…) Atatürk, ekonomik kalkınmamızın devletçilik yoluyla başarılacağını biliyordu. Devletçiliğin de bir devlet kapitalizmine değil, toplum çıkarına iş gören bir makine olması gerektiğini, sık sık tekrarladığı ‘Halk Hükümeti’ deyimi ile belirtir.37
Yön, vermek istediği mesajları Atatürk üzerinden vermek istemekte, yaptığı tarih okuması38 ile sunmaya çalıştığı önerilerin haklılığını ortaya koymaya çabalamaktadır. Her şeyden önce Türkiye’nin karşı karşıya olduğu durumun 1920’lerin Türkiyesi ile benzerlik gösterdiği tezi Yön yazarlarının itibar ettikleri bir yaklaşımdır.39 Nasıl ki o günün “devrimcileri” o çıkmazdan çıkmışlarsa, bugünün devrimcileri de Atatürkçülüğe sarılarak aydınlığa çıkacaklardır. Ne var ki, Atatürk’ün açtığı toplumsal, siyasî, kültürel ve ekonomik yapıda devrimci değişimler öngören süreç kesintiye uğratılmıştır. Bu sürecin akamete uğramasının/uğratılmasının sebebi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Atatürk döneminde sahip olduğu devrimci özelliğini yitirmesidir.40 Yön yazarlarının bir misyon duygusuyla altını çizdikleri nokta, Atatürk’ün başlattığı ancak kesintiye uğrayan sürecin, tamamına erdirilmesi gerektiğidir. “Samimi ihtilalciler”in yaptıkları inkılapların tamamlanması gerekmektedir.41 Yön dergisi sayfalarında yer alan yazılarda, 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan “Birinci Büyük Millet Meclisi” ideal bir meclis olarak görülür ve Kemalist halkçılık anlayışının bu mecliste ortaya konduğu öne sürülür. Büyük Millet Meclisi, Subaylar, memurlar, küçük kasaba tacirleri ve çeşitli din adamlarından kuruluydu. Mecliste büyük ticaret ve sanayi âlemini temsil eden kimse yoktu. (…) Bu Meclis, halkçı bir Türkiye özlemi etrafında birleşti. Birinci Büyük 37 Behzat Ay, “Ekonomide Atatürkçülük”, Yön, 14 Kasım 1962, sy. 48. 38 Yön, Cumhuriyetin ilk yıllarında oluşturulmuş olan resmî tarih perspektifinden beslenmektedir. Osmanlı toplum, ekonomi ve devlet yapısı ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler başta olmak üzere Yön’deki tarih okumaları üzerine başlı başına bir çalışma yapmak, oldukça verimli sonuçlar ortaya koyabilecektir. 39 Örnek olarak bkz. Doğan Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”, Yön, 7 Kasım 1962, sy. 47. 40 Örnek olarak bkz. Sırrı Hocaoğlu, “Rejimin Gizli Hastalıkları: CHP Devrimcilikten Nasıl Uzaklaştı?”, Yön, 27 Aralık 1961, sy. 2. Buna karşılık “Mustafa Kemal’in getirdiği ilkeler daha uzun yıllar hayatiyetini muhafaza edecektir. Buna sahip olanlara başarı yolları ardına kadar açıktır”. Şevket Süreyya Aydemir, Artisto mantığı nasıl Ortaçağ hristiyanlığının skolastik temeli olmuşsa aynı şekilde Atatürkçülüğün de CHP’nin devrimci vasfını yitirmesi ile başlayan süreçte bir “şekil ve surete” indirgendiğini anlatır. Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Fikir Atatürkçülüğü ve Kelime Atatürkçülüğü”, Yön, 24 Ocak 1962, sy. 6. 41 Örnek olarak bkz. Turhan Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: II Mustafa Kemal ve Halk Partisi Devri”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
561
Millet Meclisinin 21 Ekim 1920 tarihli beyannamesi, bu halkçılık görüşünü ortaya koyar.42
Bu beyannamedeki; ‘halkçılık programı’ içerde kapitalizme, ağalığa ve eşraf idaresine karşıdır. Halkın doğrudan doğruya çalışan sınıfları ile iktidarı ele almasını istemektedir. Bu görünüşe o vakit verilen İçtimai Uhuvvet ve Teavün kelimelerinin bugünkü karşılığı SOSYALİZM’dir. (…) Birinci Büyük Millet Meclisi bu esaslara bağlı kaldığını icraatı ile de göstermiştir.43
Yön yazarları Kemalizm ve sosyalizm ilişkisini ortaya koyarlarken en fazla halkçılık kavramına vurgu yapmışlardır. Yöncülere göre “halkçılık, kapitalizme, ağa ve eşraf idaresine karşı olması, doğrudan doğruya çalışan sınıfların iktidarı ele alması demekti. Bugün bu görüşün adına Sosyalizm diyoruz”.44 Cumhuriyetin kuruluş yıllarında temel prensip olarak kabul edilen halkçılık, CHP’nin zamanla uyguladığı kötü politikalar dolayısıyla bir devlet felsefesi olmaktan çıkmıştır. Zamanla bürokrasi ve eşraf arasında kurulan ittifak, devlet ve halk arasında bir uçurumun oluşmasına yol açmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatılan devrimler yarım kalmıştır. Örneğin köklü bir toprak reformu gerçekleştirilememiş, dolayısıyla da toplumsal ve ekonomik yapının bütünsel olarak dönüşümü sağlanamamıştır. Yine aynı şekilde halkın çağdaşlaşmasına öncülük eden Köy Enstitüleri kapatılmış ve Köy Enstitülerinin başlattığı “hamle” yarım kalmıştır.45 Her ne kadar sosyalizm ve Kemalizm arasında doğrudan bir özdeşlik kurma girişimi dergi sayfalarında açıkça göze çarpıyorsa da Kemalizm konusuna teorik bir çerçeve kazandırmaya çalışan Niyazi Berkes, Yön’e yazdığı yazılarla bu bakış açısına daha mutedil bir şekilde yaklaşır. Berkes’in bu bağlamda yazdığı yazıların önemi, bizzat bu konuyu esas alıp işlemeye çalışmasıdır. Berkes’e göre “Mustafa Kemal’in en büyük başarısı ve Kemalizmi gerçek bir devrim yapan tarafı Türkiyenin ulusal bir devlet olarak kurulmasını, ortaçağ kalıntısı bir rejime son vermeyi sağlaması olmuştur.”46 Kemalizmin öneminin, eskinin olumsuzluklarından sıyrıl42 Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”. 43 Turhan Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: I Kuvvayı Milliye Devri”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24. 44 Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”. Halkçılık konusunda dergide Ziya Gökalp’e yapılan olumlu atıflar dikkat çekicidir. Bkz. “1923’de yayınladığı Yeni Türkiye’nin Hedefleri adlı seri yazısında Gökalp halkçılığın hedeflerini isabetle çizmiştir: ‘Halkçılık esareti, reayalığı, feodalizmi, emperyalizmi, istibdadı, şövenizmi, taassubu, hülasa hürriyet ve müsavata aykırı ne kadar müesseseler varsa hapsini ortadan kaldırmaya çalışan bir mefkuredir.’” Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: II Mustafa Kemal ve Halk Partisi Devri”. 45 Yön dergisinin 17. sayısı “Köy Enstitüleri Özel Sayısı” adını taşımaktadır. Derginin kapağında 10-12 yaşlarında bir erkek bir ve kız çocuğunun fotoğrafı yer almakta, fotoğrafın altında ise büyük harflerle şunlar yazılmaktadır: “Bu iki çocuk Köy Enstitülerinin ilk öğrencileriydi...Şimdi Samsun’da köy çocuklarını okutuyorlar...Enstitü olmasaydı köyde cehaletle kaybolup giderlerdi”. Yön, 11 Nisan 1962, sy. 17. 46 Niyazi Berkes, “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz: VII - Atatürkçülük Nedir Ne Değildir?”, Yön, 27 Şubat 1963, sy. 63.
562
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
mayı becerebilmesi ve toplumu temelden değiştirmeye cesaret edebilmesi olduğunu düşünen Berkes, Kemalizmin üç temel prensibinden bahseder. Bunların birincisi, halkçılıktır. Halkçılık, içeride saltanat ve hilafet rejimine dışarıda Batı emperyalizmine karşı üretilmiş bir doktrindir. İkinci prensip, ulusçuluktur ve Berkes’e göre bu ulusçuluk anlayışı Turancılığın ve İslamcılığın ulusçuluk anlayışından farklıdır. Berkes, Atatürk’ün sosyalizmin bir ideal olarak kalması gerektiğini söylerken, diğer tüm milliyetçilikleri sert bir dille eleştirdiğinin altını çizer. Kemalizmin üçüncü prensibi ise devrimciliktir. Berkes, Kemalist felsefede devrimciliğin “toplumsal değişmeye engel olan geleneksel fikir, değer ve kurumları ortadan kaldırmak” anlamına geldiğini ifade eder. Berkes’e göre devrimcilik ilkesinin varlık sebebi gericilikle başa çıkmaktır. Berkes, Kemalizmi bir “ideoloji” olarak değerlendirmemek gerektiğini ifade etmektedir. Zira Kemalizm tüm ideolojilerin üstündedir. Berkes, eğer gelecekte Türkiye’de ciddî bir sosyalizm vücut bulacaksa bunun Kemalizmi reddederek olamayacağını, onu bir referans çerçevesi olarak alması gerektiğini ifade eder. Berkes’e göre, sosyalizmin doğrudan Kemalizm olduğunu iddia etmek de tarihsel gerçeklerle örtüşmez.47 Sosyalizm ve Devletçilik Yön dergisi kendisini “sosyalist” olarak ifadelendirir. Derginin sosyalizm anlayışı, 1950’li ve 60’lı yıllarda Batı-dışı dünyada gündeme gelen ulusal sosyalist akımlarla benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Yöncü sosyalist ideoloji ile “Arap sosyalizmi” ya da “Afrika sosyalizmi” adı verilen siyasî çizgiler arasında çok sıkı benzerlikler söz konusudur. Yöncü düşünürlerin söz konusu akımları ve “azgelişmiş ülkeler”deki diğer sosyalist akımları çok yakından takip ettikleri ve bu akımlara sempati besledikleri dergi sayfalarından kolaylıkla takip edilebilir.48 Yöncü sosyalist ideolojinin temel prensibi yerli bir sosyalizm geliştirmektir. Bu noktada her ne kadar sosyalizmin bir ideal olarak biricik olduğunun altı çiziliyorsa da pratikte Türkiye ortamına uygun bir sosyalizmin inşa edilmesinin gerek47 A.g.m. 48 Örneğin şu ifade oldukça açıklayıcıdır: “Nâsır’ın ‘Milli Yasa’ adındaki sosyalizm programının başarısı, Orta Doğunun ezilen ve sömürülen kütlelerini arkasından sürükleyebilir.” “Arap Birliği”, Yön, 19 Eylül 1962, sy. 40. Bu inanç doğrultusunda derginin 41, 42, 43, 44, 45, 46 ve 48. sayılarında Cemal Abdülnasır’ın sosyalist bir program olarak takdim edilen “Milli Yasa” adlı ihtilal anayasası orta sayfada yayımlanmıştır. Dergide ihtilalin altı ilkesi olduğu söylenir: “1-Sömürgeciliği ve sömürgeciliği destekliyenleri Mısırlı hainleri tasfiye etmek; 2-Derebeyliği ortadan kaldırmak; 3-Sermayenin iktidar üzerindeki egemenliğine son vermek; 4-Toplumsal adaleti sağlamak; 5-Güçlü bir milli ordu kurmak; 6- Sağlam bir demokrasi hayatını kurmak”. Mısır başta olmak üzere Orta Doğu ve Afrika’daki siyasal gelişmeler de çok yakından takip edilmiştir. Bu bağlamda dergi sayfalarında sıcak gelişme ve gözlemlere de yer verilmiştir. “Tanınmış iktisatçılardan Melih Tümer, Nâsır’ın sosyalizmini yerinde görmek için Kahire’ye gitti. Mısırlı iktisatçılarla ve idarecilerle konuştu. Okuyacağınız yazı bu gezide edinilen intibaların mahsulüdür.” Melih Tümer, “30 Milyonluk Orduda 40 Bin Yaralı!”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1. Bunun yanında Küba üzerine de yazılar yayımlanmıştır. Bkz. Türkkaya Ataöv, “Castro Sosyalizmi”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7. Benzer kategorideki bir yazı için bkz. Doğan Avcıoğlu, “Sosyalist Cezayir”, Yön, 28 Mart 1962, sy. 15.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
563
liliği de ifade edilmektedir. Türkkaya Ataöv’ün ifadeleriyle, “her rejim kendi toprağında ve kendi şartlarına en uygun şekilde yeşerir.”49 Bu düşünce Yön’ün Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği sosyalist anlayışa olan soğuk duruşundan da beslenmektedir. Sovyetler’deki uygulamayı “demokratik” bulmayan Yön, Türkiye şartlarına uygun bir millî sosyalizm geliştirilmesinin gereğine inanmakta ve sosyalizmin “en büyük milliyetçilik” olduğunu savunmaktadır. Yöncü düşünürlerin en fazla dikkat çektikleri nokta, sosyalizmin zararlı bir ideoloji olmadığı, ülkenin güvenliğini tehdit eden bir boyut içermeyip, esasında sosyal adaleti tesis etmeye dönük bir sistem arayışından ibaret olduğudur. Bu bağlamda Yön sayfalarında sosyalizm ve komünizm arasında bir benzerlik olmadığı, sosyalizmin komünizmden çok farklı hatta onun karşıtı bir ideoloji olduğu sıklıkla işlenmiştir.50 Türkiye’de ancak sosyalizm sayesinde komünizmin önüne geçilebileceği de, yine bu anlamda gündeme getirilen bir husustur. Bu tartışmalar dönemin ulusal ve uluslararası konjonktüründeki anti-komünizm söyleminin canlılığı akla getirildiğinde daha iyi anlaşılabilecektir. Halka dayanan ve halka yönelen bir toplum düzeni olarak tanımladıkları sosyalizmi yerli bir unsur olarak değerlendirme yaklaşımı, Yöncü düşünürleri “Türk sosyalizmi” kavramını icat etmeye sevk eder. Aslında ilk kez Şevket Süreyya Aydemir’in kullandığı bu kavrama Sadun Aren’in bazı itirazları olmuşsa da kavram, dergideki egemen sosyalizm anlayışını birebir yansıtmaktadır. Aydemir’in ifadeleriyle: Türk Sosyalizmi temellerini Türk Milli Kurtuluş hareketinden alır. Türk Sosyalizminin belli başlı prensipleri şunlardır: 1) Antiemperyalizm: İstiklâlcilik. 2) Antikapitalizm: Millî ve halkçı ekonomi. 3) Karma ekonomiyi reddetmeyen, fakat parazit bir istismarcılığı reddeden ileri bir devletçilik. 4) Halk için, halkla beraber hal[k]çılık. Faydanın halk yararına kullanılışı, yani sosyal adalet. 5) Mustafa Kemalin anladığı mânâda bir vatan anlamı. Saldırganlığa ve istilâcılığa karşı çıkış. 6) Mustafa Kemalin anladığı mânâda bir millet anlamı. Dil, Tarih ve Kültür işlerinde bilimsel bir milliyetçilik. 7) Dev[l]ette, rejimde, dış politikada ve ekonomide millî olmak vasfı. 8) Demokratik düzende Sosyal Devlet anlamının işlenmesi ve organlarının yaratılması. 9) Millî hayatın bütün kollarını içine alan bir plâncılık. 10) Emeğin ve hizmetin korunması ve teşkilâtlandırılması. Güçlü ve bağımsız sendikacılık. 11) Din ve devlet işlerinin kesin olarak ayrılması, lâiklik.51 49 Türkkaya Ataöv, “Türk Sosyalizmine Doğru”, Yön, 7 Mart 1962, sy. 12. 50 Örnek olarak bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Komünizm İle Mücadele”, Yön, 5 Eylül 1962, sy. 34; Halil Özyörük, “Komünizm Nedir?”, Yön, 14 Şubat 1962, sy. 9; Doğan Avcıoğlu, “Batıda Ortanın Solu Sosyalizm ve Komünizm”, Yön, 3 Mart 1967, sy. 205; İlhan Selçuk, “Şantaj İflas Edecektir”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4; Abdi İpekçi, “Sosyalizm Komünizmin Zehiri Mi, Panzehiri Mi?”, Yön, 17 Ocak 1962, sy. 5; İlhami Soysal, “İftira Eden Namussuzdur”, Yön, 3 Ekim 1962, sy. 42. 51 Şevket Süreyya Aydemir, “Türk Sosyalizminin İlkeleri”, Yön, 9 Ocak 1963, sy. 56. Türk sosyalizmi ile ilgili olarak ayrıca bkz. Şevket S. Aydemir, “Kemalizm Ortâ Mâlı Değildir!”; Yön, 11 Nisan 1962, sy. 17; Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”; Ataöv, “Türk Sosyalizmine Doğru”.
564
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Dergide yürütülen sosyalizm tartışmalarında, sürekli olarak sosyalizmin iki yönüne vurgu yapılmıştır. 52 Birincisi bir “hayat tarzı” olarak sosyalizm. İkincisi ise, bir kalkınma yöntemi olarak sosyalizm. Her ne kadar dergide birinci şekliyle sosyalizm üzerine bazı değiniler söz konusu olsa da genel itibariyle sosyalizmin kalkınma boyutuna dikkat çekilmiştir. Sadun Aren’e göre; “(…) sosyalizmin gerçek gerekçesini ortaya koyabilmek bakımından yukarıdaki tarzda bir ayırım faydalı olmakla beraber doğru değildir. Çünkü sosyalizmin bir hayat tarzı olmak ve bir iktisadî kalkınma vasıtası olmak yanları arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Hattâ, bu ikisini birbirinden ayırmağa imkan yoktur.”53 Bu bağlamda, devletçilik sıklıkla işlenen bir temadır. Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede, kalkınmanın, özel teşebbüs üzerinden sağlanmaya çalışılmasının hem çok uzun bir süre alacağına hem de toplumsal adaletsizlikleri artıracağına inanan Yöncü düşünürler, devletçi bir kalkınma felsefesinin üretilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir. Merkezî bir yapı etrafında oluşturulacak bir kalkınma stratejisi kapitalist işletmelerin kârını gözetmeyecek, toplumun hızlı ve dengeli bir biçimde kalkınmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde “emperyalist politikalar”a karşı da yine uygulanacak sistemli bir devletçilik politikası ile karşı konabilecektir. “Hele de başka uluslar alabildiğine ilerlerken, bizi mahveden emperyalistlerden ve bizi yutan kapitalistlerden yardım beklemekle oyalanmak, iç ve dış kapitalistlere, sömürücülere olanaklar tanımak halkı yoksul koyan, aç bırakan hareketlerdir.”54 Devletçiliğin önemine vurgu yapılırken, ironik bir biçimde “dünyanın medeni ülkeleri” örnek alınmaktadır. “Dünyanın en medeni ülkelerine bakınız. Devletçilik bugün hepsinde baş tacıdır. Yakın tarih medenî ülkelerin liberalizmden sosyalizme yolculuk tarihidir. Toplumlar sosyal devlet kavramına ve sosyal reformlar hedefine yönelmişlerdir. Devletçilik fertlerin refah ve saadetleri için tabiî çare sayılmaktadır.”55 Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının sanayileşmekten geçtiğine inanan Yön yazarları bunun da ancak devlet eliyle gerçekleşmesi gerektiğine inanırlar.56 Avcıoğlu’na göre; “(...) devletçiliğin ilk meselesi, devletçiliğe inanmış bir siyasal kadronun ve ortamın yaratılmasıdır. Devletçiliğin temel gayesi, özel çıkarlar yerine, halkın çıkarını geçirmektir. Bu sebeple, tam mânasıyla halkın yararına yöneltilmiş bir devletçilik halkçılıktan ayrılmaz. Gerçekten halkçı bir idare olmadıkça, devletçilik52 Derginin sosyalizm anlayışını apaçık gözler önüne seren bazı yazılar için bkz. Erdoğan Alkan, “Sosyalizm ve Köy Kalkınması”, Yön, 24 Ekim 1962, sy. 45; Sadun Aren, “Devrimcilik Nedir?”, Yön, 14 Kasım 1962, sy. 48; Sadun Aren, “Nasıl Bir Sosyalizm”, Yön, 14 Mart 1962, sy. 13; Doğan Avcıoğlu, “Niçin Sosyalizm”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7; Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizm Anlayışımız”, Yön, 22 Ağustos 1962, sy. 36; Doğan Avcıoğlu vd., “Yön’ün Sosyalizm Konusunda Açık Oturumu: Üç Profesör Sosyalizmi Savunuyor”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7; Adnan Çalıkoğlu, “Köyde Sosyalizm Kooperatifçilik”, Yön, 24 Ocak 1962, sy. 6; Kemal Kurdaş, “Eğitimde Sosyalizm”, Yön, 13 Mart 1963, sy. 65; John Strachey, “Sosyalizm Nedir Ne Değildir?”, Yön , 31 Ocak 1962, sy. 7. 53 Sadun Aren, “Demokrasi ve Sosyalizm”, Yön, 8 Ağustos 1962, sy. 34. 54 Ay, “Ekonomide Atatürkçülük”. 55 İlhan Selçuk, “Bizim Milliyetçiliğimiz”, Yön, 3 Ocak 1962, sy. 3. 56 Sadun Aren, “Devletçilik: Sanayiinin Himayesi”, Yön , 10 Ocak 1962, sy. 4.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
565
ten beklenen faydaların çoğu sağlanamaz. O halde Devleti özel çıkarların elinden kurtarmak lazımdır. Bu da özel iktisadi gücün, paraya dayanarak, devleti ele geçirmesini önlemekle gerçekleşir. Özel çıkarların büyük siyasi nüfusunu kırmak için, banka, sigorta, dış ticaret gibi alanların devletleştirilmesi, iç ticaretin istismarcı mutavassıtların elinden kurtarılması, ağaların siyasi gücüne son verecek köklü bir toprak reformunun gerçekleştirilmesi ve geniş bir kooperatifçilik hareketine gidilmesi lâzımdır. (…) Demokrasiyi gerçekleştirme vasıtası olan devletleştirme, aynı zamanda, rasyonel bir iktisadi kalkınma yoludur. (…) Bütün iktisadi hayatın planlanması, devletçiliğin tabii bir sonucudur. Plânlama ise, akılcı bir kalkınma doktrinine dayandırılmadıkça pusulasız kalır. Sosyalizm, halkçı ve akılcı bir kalkınma doktrini olarak, devletçilik ve plânlama için en uygun ortamı yaratır.”57 Yöncülere göre, devletçilik uygulanmaksızın toplumun çağdaş değerleri içselleştirebilmesi de mümkün olmayacaktır. Ekonomik özgürlük sağlanmadan siyasî özgürlüğün tek başına bir anlam ifade etmeyeceği, hatta toplumu boşu boşuna oyalamak anlamına geleceği konusu da bu noktadan itibaren düşünülebilmektedir. Bu husus, Yön’ün temsil ettiği siyasî çizginin anlaşılması açısından oldukça önemli bir teorik zemin sağlamaktadır. Milliyetçilik Milliyetçilik konusunda Yön dergisinde yazılan yazılara bakıldığında ortak bir nokta hemen göze çarpar. O da, gerçek milliyetçilik ve sahte milliyetçilik arasında yapılan ayrımdır. Bu ayrım, Yön dergisinde milliyetçiliğe değinen hemen her yazıda gizli ya da açık olarak bulunmaktadır. Yapılan yorumlarda, “kendilerine milliyetçi diyenler” eleştirilmekte ve “gerçek milliyetçiler”in Yöncüler olduğu iddia edilmektedir. Birçok yazıda “sahte milliyetçiler” karikatürize edilmekte, esasında onların din ve milliyet istismarı yaptıkları öne sürülmektedir.58 Yön sayfalarında 57 Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Programı: Devletçilik”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25. Yön’de devletçilik konusunda ayrıca şu yazılara bakılabilir: Nermin Abadan, “Azgelişmiş Ülkelerde Devlet”, Yön, 4 Temmuz 1962, sy. 28; Çetin Altan, “Yaşasın Liberalizm”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1; Sadun Aren, “Devletçilik: Plan ve Kalkınma”, Yön, 3 Ocak 1962, sy. 3; Sadun Aren, “Kalkınma, Demokrasi ve Metod...”, Yön, 27 Aralık 1961, sy. 2; Doğan Avcıoğlu, “Devletçilik Nasıl Dejenere Oldu?”, Yön, 10 Nisan 1963, sy. 47; Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Stratejisi”, Yön, 14 Mart 1962, sy. 13; Muzaffer Karan, “Özel Teşebbüs Mü? Devletçilik Mi?”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25; Kemal Kurdaş, “Nasıl Kalkınabiliriz?”, Yön, 6 Mart 1963, sy. 64. 58 “Bugünün Türkiyesinde milliyetçilik, ancak millet sevgisi, halk sevgisi olarak anlaşıldığı zaman saygı görebilir. Bu halk sevgisinin birinci şartı ise, halkın refahı için çalışmak, fedakârlığa katlanmak ve kütlelere refah getirecek sistemli kalkınma yollarını araştırmaktır. Milliyetçiliğin bayraktarlığını kimseye bırakmamak, ondan sonra da, sıra fedakârlığa, çalışmaya ve sistemli kalkınmanın şartlarına katlanmağa gelince yan çizmek Türkiyede çok sık görülen bir davranış”tır. Mümtaz Soysal, “Milliyetçilik”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4. “Lâfla milliyetçilik ve nefesle din… Bunları dış yardımların sadakasına sarıp fakir halkın cehaletine sunacak oy toplıyacaksın. İktidarı alınca aynı oyun. Tekrar alınca bir daha aynı oyun. (…) Lâf devri kapanmak üzeredir. Lâf devrinin yerine akıl devri, mantık devri bilim devri başlamak üzeredir.” İlhan Selçuk, “1962’de Türk Milliyetçiliği”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24.
566
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
gerçek milliyetçilerin Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılara çözüm yolu bulmaya çalışanlar olduğu söylenmektedir. “Bu buhranlı durumda, gerçek milliyetçinin ve vatanseverin vazifesi, çıkmazdan kurtuluş yolu aramak, bir çıkar yol bulmak için çırpınmaktır. YÖN bu gaye ile ortaya çıkmıştır.”59 Yön yazarlarının milliyetçilik konusundaki temel görüşü, milliyetçiliğin devrimcilikle, kapitalizm karşıtlığıyla ve antiemperyalizmle aynı şey olduğudur. “Bütün Kuzey Afrikada, Yakın ve Orta Doğuda, az gelişmiş Asya ve Afrika ülkelerinin milliyetçilik akımları, kapitalizmin sömürgecilik karakterine isyanla başlamıştır. Bu zincirin ilk ve en büyük destanı Atatürk ihtilâli, kapitalizmin emperyalizmine karşı idi.”60 İlhan Selçuk’un şu sözleri Yön’ün milliyetçiliğe nasıl baktığını özetlemektedir: “YÖN’ü çıkarmağa karar verdiğimiz günlerde, tutacağımız yolun tartışmalarını hatırlıyorum. Atatürkçülüğü benimsemiş ve milliyetçilik ilkesinin iktisadi anlamını laf ve edebiyattan uzak bir gerçeklik içinde yerine oturtmuş kişilerin dergisi idi Yön. (...) Ankarada Çankayanın ışıklı gecelerinde süren konuşmalarımızda milliyetçilik kavramını kullanıp memleketi sömüren yabancı sermaye uşaklarının gerçek yüzlerini ortaya koyma kararına varıyorduk. O günden bu yana geçen olaylar başarıya kavuştuğumuzu göstermektedir. Kökü dışarıda kuruluşların teker teker ipliğini pazara çıkaran YÖN, gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu kamu oyuna duyurmuştur. (...) Milliyetçilik az gelişmiş ülkelerde edebiyat değil, bağımsızlığın ve iktisadi kalkınmanın ayrılmaz bir yöntemidir. Davul zurna çalıp, marş söyleyip, nutuk atıp ve sonra da petrollerimizi yabancı şirketlere peşkeş çekmekle milliyetçilik olmaz. Bütün Asya ve Afrika milletlerine ışık tutan Atatürk milliyetçiliğinin bilimsel temelleri açık ve kesindir. Bu temeller Türk milliyetçiliğinin şaşmaz rotasını tespit etmektedir. YÖN bu rotanın savunucusu, bu yolun yolcusudur.”61 Yöncülere göre milliyetçilik az gelişmiş ülkelerde kalkınma amacının bir zorunluluğu olarak ortaya çıkmaktadır. “Sosyalizm, tek kelimeyle, sosyal adalet içinde hızlı kalkınma metodudur. Sosyal adalet içinde hızlı kalkınma ise memleketimizi bugünkü çıkmazdan kurtaracak tek yoldu. Bunun içindir ki, sosyalizm en büyük milliyetçiliktir.”62
59 Doğan Avcıoğlu, “Yapıcı Milliyetçilik”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4. Ayrıca bkz. Doğan Avcıoğlu, “Milliyetçilere Sesleniş”, Yön, 25 Eylül 1964, sy. 78. 60 Selçuk, “Bizim Milliyetçiliğimiz”. 61 İlhan Selçuk, “Milliyetçiliğin Temelleri”, Yön, 29 Ocak 1965, sy. 96. 62 Avcıoğlu, “Yapıcı Milliyetçilik”. “Sosyalist görüş reformcudur, lâiktir, devrimcilerin halka rağmen değil, halkla birlikte ve halk eliyle gerçekleştirilmesini ister. Bu yönde ve bu yolda Atatürkçülüğün kaynağına inilmektedir. Sosyalistlerimiz evrimcidirler. Atatürk’ün işaret ettiği yolda onun getirdiklerini de aşmayı, daha ileriye gitmeyi amaç edinmişlerdir. Kısaca, gerçek milliyetçiler, sosyalistlerdir.” İsmail H. Oğuz, “Sosyalizm ve Milliyetçilik”, Yön, 18 Temmuz 1962, sy. 31. Yön dergisinin 216. sayısının kapak başlığı “Sosyalist Milliyetçilik Teorisi”dir. Tarih: 19 Mayıs 1967.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
567
Demokrasi Demokrasi konusu Yön dergisinde hassasiyetle tartışılan konulardan biridir. Yön’deki demokrasi tartışması en temelde sosyalizmin demokrasiye karşıt olmadığı tezini ispatlama amacı çerçevesinde sürdürülmüştür. Örneğin Mümtaz Soysal sosyalistlerin demokrasi görüşlerini ortaya koymaları gerektiğini ifade ederken, buna gerekçe olarak, düşmanlarının sosyalizmi “kanlı kırbaçlı bir istibdat rejimi” olarak yansıtmaya çalışmalarını gösterir. Soysal’ın yaptığı ve Yöncüler tarafından paylaşılan demokrasi çözümlemesi savunmacı bir yaklaşımla üretilmiş, oldukça zayıf bir çerçeve içerisinde formüle edilmiştir. Soysal’a göre: “Eğer demokrasi, etimolojisine uygun en basit tanımıyla bir ‘halk idaresi’ rejimiyse halkçılığı kendi temel ilkelerinden biri sayan sosyalizmin, bu gerçek anlamına uygun bir demokrasiyle alıp veremediği bir şey bulunmaması gerekir. ‘Halk tarafından’ yönetilen bir devlette yapılan işler de elbet ‘halk için’ olacaktır. Oysa, gelip geçmiş bütün iktisadî sistemler arasında halka, kütleye ve sokaktaki adama en büyük değeri veren, tutumlarında hep bu endişeyi ön plâna alan tek sistem sosyalizmdir. Öbürleri, halka ve halkın refahına hep dolambaçlı yollardan gitmekte; meselâ, bazı kişilerin zenginleşme isteklerinden ve kâr niyetlerinden eninde sonunda toplumun da faydalanacağını ispata çalışmaktadırlar. Sosyalizm ise, böyle dolambaçlı yollara sapmadan, iktisadi hayatın işleyişinde halka doğrudan doğruya sahiplik bağlantıları kurmakta, her işi topluma göre ve toplum için ayarlamaktadır. O halde, nazarî olarak, gerçek anlamında bir demokrasi ile sosyalizm aynı şeydir.”63 Aren’e göre de: “Sosyalizm değil demokrasiye karşı olmak, aksine onu en tabiî ve zarurî vasıtası ve yardımcısı telakki eder. Çünkü ancak demokrasi, yani halkın idareye iştiraki, idarecilerini seçmesi ve denetlemesi vasıtasıyladır ki, insanın insanı istismarı kesinlikle önlenebilir. Aksi halde, yani halk idaresi ihmal edildiği takdirde, bertaraf edilen bir sömürücü grubun yerini başka bir sömürücü grubun alması kaçınılmazdır.”64 Taner Timur, demokrasi konusunu teorik bir çerçevede tartışmaya çalıştığı yazısında halledilmesi gereken temel meselenin demokratik rejimin bir gaye mi, yoksa belli meseleleri çözmede başvurulacak bir araç mı olduğu meselesi olduğunu söyler. Çünkü Timur’a göre 27 Mayıs’tan sonra gündeme gelen inanç buhranı “(...) herşeyden önce demokrasinin mahiyeti ile ilgili tereddütlerden doğmuştur. Ekonomik meselelerimiz çözüm yoluna girmedikçe, siyasi rejimimizin temel müesseselerinin gereken itibara sahip olacaklarını sanmak hâtalıdır. (…) Demokrasi, sadece bir siyasi teşkilâtlanma şekli değil, aynı zamanda da bir hayat felsefesi ve yaşama tarzıdır. Bu bakımdan, demokratik rejimi bir vasıta olarak görmek doğru değildir. Bununla beraber, müşahhas bir yaşama tarzı olarak ortaya çıkmadıkça ve felsefi plânda yapılmış bir tercihle, bu tercihin zorunlu kıldığı şeklî düzen olarak kaldıkça, demokrasiyi gaye saymak da mümkün değildir. (…) Eğer bugün Tür63 Mümtaz Soysal, “Demokrasi Anlayışımız”, Yön, 11 Temmuz 1962, sy. 29. 64 Aren, “Demokrasi ve Sosyalizm”.
568
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
kiye’de demokrasi sadece şekli müesseseler olarak değil, fakat müşahhas bir yaşama tarzı olarak mevcutsa, demokrasinin vasıta olduğu iddia edilemez. Aksine, demokrasi ancak şeklen mevcutsa ve her geçen gün kalkınma savaşımında aleyhimize işliyorsa, o zaman da bu rejimi gaye saymak mümkün değildir. Bize öyle geliyor ki, bütün güçlüğümüz, meselelerimizi, az gelişmiş memleketler terimleriyle ele almakta gösterdiğimiz tereddütten doğmaktadır. Nedense, gerçekleri bir türlü olduğu gibi kabul edemiyoruz.”65 Yöncü düşünceye göre gerçek demokrasinin oluşturulması için sosyalist düşüncenin yayılması ve örgütlenmesi gerekmektedir. Dergide genel olarak hümanist bir perspektiften yapılan yorumlarda sosyalizmin insana verdiği değer ve demokrasi arasında analojiler kurularak demokrasi konusu tartışılmaktadır. Zinde Kuvvetler 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Demokrat Parti’nin uyguladığı politikalar, özellikle aydın ve bürokrat kesim arasında çok partili siyasî yaşama ilişkin bir soğukluğun meydana gelmesine yol açmıştır. Bu soğukluğun başlıca nedeni, Türkiye’de milletvekillerinin milleti temsil etme kabiliyetlerinden yoksun oldukları düşüncesidir. Yön dergisine öncülük eden kadro da bu inancı paylaşmaktadır. Yön dergisine öncülük edenleri teşvik eden başlıca gelişme, 27 Mayıs askerî darbesi ve öncesinde oluşan siyasî iklimdir. Ordu içerisinde Demokrat Parti politikalarına karşı oluşan muhalefetin yarattığı hava, dönemin siyasî düşünce ortamına bazı yeni unsurlar katmıştır.66 Bu dönemde ordu içerisinde sol düşüncenin sempati topladığını düşünen solcu aydınlar ordunun siyasetteki alanının daha fazla genişlemesi gerektiğini düşünmeye, parlamento merkezli siyasetin ülkeye zarar verdiğini savunmaya başlamışlardır. Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede siyasî özgürlüğün ekonomik özgürlük olmaksızın anlamsız olduğu tezi de bu düşüncenin arkasında duran en önemli dayanaktır. Yön, Demokrat Parti dönemini “emperyalizm-ağa-komprador üçlüsünün altın devri” olarak yorumlamıştır.67 Bu, aslında tek başına Demokrat Parti politikalarını olumsuz görmekle ilgili bir tutum olmayıp, çok partili hayatın doğasına duyulan soğuklukla alakalı bir durumdur. Yön, “kötü gidişe zinde kuvvetlerin verdiği bir tepki” olarak gördüğü 27 Mayıs ihtilalinin ardından oluşan ortamda sosyalistlere çok iş düştüğü inancı ve yapısal değişikliklere gidilmesi gerektiği düşüncesi ile başladığı yayın hayatını, çeşitli biçimlerde, zinde güçleri Türk siyasî hayatı65 Taner Timur, “Demokrasi ve Demokrasi”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24. 66 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Orhan Erkanlı, Askeri Demokrasi 1960-1980, İstanbul: Güneş Yayınları, 1987; Orhan Erkanlı, Anılar...Sorunlar...Sorumlular, İstanbul: Baha Matbaası, 1972; Hadi Hüsman, Hatırladıklarım, Düşündüklerim, İstanbul: Baha Matbaası, 1975; Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler: Üç Dönemin Perde Arkası, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985; Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayısın Romanı: İhtilâlciler, Olaylar, Düşünceler, Anılar, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975. 67 Doğan Avcıoğlu, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları”, Yön, 14 Ekim 1966, sy. 185.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
569
na daha fazla dahil olmaya çağıran yazılar yayımlayarak sürdürür. Dergi sayfalarında her ne kadar zinde güçler kavramı ile aydınlar başta olmak üzere “dinamik toplum kesimleri”ne vurgu yapıldığı öne sürülüyorsa da, esasında zinde güçler terimi silahlı kuvvetlerin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Yön dergisi, klasik Marksist sınıf çatışması tezini benimsemez. Türkiye toplumunun kalkınması probleminin en büyük sorun olduğunu düşünen Yön, bunun için ne liberal toplum ve ekonomi kuramını, ne de Marksist toplum ve ekonomi kuramını yeterli görür. Yöncü düşünce “işçi sınıfı” vb. toplumsal güçlerin dönüştürücülüğüne inanmaz.68 Bu, belki de, Yön teorisyenlerinin Marksist bir arkaplana sahip olmamalarından, Anglo-Sakson eleştirel düşüncesinden beslenmelerinden kaynaklanan bir durumdur. Yöncü düşünceye göre, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede toplumun kalkınması, ne liberal ekonomi doktrini ile ne de klasik Marksist ekonomi doktrini ile sağlanabilir. Türkiye’de toplumsal kalkınma ve dönüşüm zinde güçler eliyle, yukarıdan, hızlı ve dengeli bir biçimde gerçekleştirilmelidir. Yön sayfalarında ifade edilmeye başlanan ve daha sonra Yön dergisinin devamı ve daha siyasî bir versiyonu olan Devrim gazetesinde formüle edilen şekliyle, bu değişimin motoru ordu olacaktır. Dikkat edildiğinde görülecektir ki, Yön dergisi sayfalarında ordunun önemine gittikçe artan oranda dikkat çekilir. Ordu, “milli devrimci kalkınma” sürecinin motoru olacaktır.69 Zira Türkiye’de kalkınmanın ilk şartı olan bağımsızlık savaşını yürütecek güç ve yeteneğe sahip olan yalnızca zinde kuvvetlerdir.70 Yön yazarları ordunun siyasî hayattaki etkinlik alanını genişletmesi gerektiğini söylerlerken temelde iki hususa dikkat çekmektedirler. Bunlardan birincisi, ordunun Türkiye’de oynadığı rolün Batı’daki rolünden farklı olduğu düşüncesi iken, ikincisi Atatürk’ün Türk ordusuna sonsuz güven duyduğu inancıdır. Yön yazarları, Batı tarihinde ordunun burjuvazinin silahlı gücü olarak hareket ettiğini, muhafazakâr bir gücün temsiliyetini üstlendiğini, buna karşılık Türkiye’de ordunun bir halk ordusu olduğunu ve değişimin öncüsü (ilerici bir güç) olma misyonunu üst68 Bu nokta radikal Türk solu tarihinde Türkiye İşçi Partisi ile birlikte Yön dergisinin (hareketinin) en fazla eleştirildiği noktadır. Bu eleştirileri Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’nınkiler çok iyi yansıtmaktadır. Hikmet Kıvılcımlı, Batı’da sosyalizmin komünizme karşı bir emniyet sübabı olarak işlev gördüğünü ifade etmekte ve sosyalizmi benimseyen Yöncüleri eleştirmektedir. Kıvılcımlı “Yönizm”i şöyle tanımlamaktadır: “Sınıfların artık ‘milli şef’çe ilan edilmiş bulunduğu Türkiye’de, sınıflar üstü ‘Aydın ve Zinde Kuvvetler’in güdeceği devletçilik’tir.” Kıvılcımlı’ya göre Yön, “sınıf yok devlet var” parolasını siyasî hayatta etkin kılmak istemektedir. Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 27. Kıvılcımlı’ya göre, Yön, “devlete karşı devleti” kullanmaya çalışmaktadır. Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 105. Mihri Belli’nin eleştirisi için bkz. Mihri Belli, “Tabuları Yıkan Anti-Amerikan Doğan”, Aydın Üzerine Tezler - 5 1830-1980, Yalçın Küçük (haz.), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1988. 69 Bu doğrultuda Avcıoğlu’nun kalkınma yolunda iş orduları kurmak şeklinde ilginç bir önerisi olmuştur. Bkz. Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Programı: IV - İş Orduları”, Yön, 28 Mart 1962, sy. 15. 70 Doğan Avcıoğlu, “27 Mayıs”, Yön, 27 Mayıs 1966, sy. 165.
570
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
lendiğini ifade ederler. İlginçtir, bu tezi kanıtlamak için Yön sayfalarında dönemin önde gelen Amerikalı modernleşme kuramcılarının Türk ordusunun modernleşme sürecindeki rolüne ilişkin makaleleri de yayımlanır.71 “Günümüzün en önemli konularından biri, sosyalizmin nasıl ve hangi kuvvetlere dayanarak gerçekleştirilebileceği meselesidir. (…) ‘CHP ve CHP’ye karşı olanlar’ gibi sun’i bir bölünmenin yerini, gerçek bir ayrılma olan ilerici-gerici bölünmesi almalı, bugün muhafazakâr siyasi partilerin içinde yeralan ilerici kuvvetler gerçek yerlerini bulmalıdır. (…) Fakir ve mütevazı ailelerden gelen ordu, Türkiye’mizin ileri hamlelerinde dayanılacak en sağlam kuvvetlerden biridir. Memleketimizin Batılılaşma hamlelerinde, ordu, daima ilericilerin safında yer almıştır. Bugün de ilerici kuvvetlerin, Anayasadan da kuvvetli teminatı ordudur. (…) Gerçekten de Batı’da ordu, burjuvazinin tam bir aleti olmuştur. Batı burjuvazisi kendi çocuklarını asker yapmış, onları sınıf menfaatlerini koruyacak şekilde yetiştirmiş ve askerlik mesleğini işçi ve köylü çocuklarına kapamıştır. Bu sebeple, batıda ordu, daima gerici kuvvetlerin safında yer almış, haklarını arayan işçilere kurşun yağdırmıştır. Güney Amerika’da da durum aynıdır. Türkiye’de ise halktan çıkmış Atatürkçü bir ordu vardır. Bu orduyu hâkim sınıfların elinde itaatkâr bir alet olarak düşünmek büyük bir hatadır.”72 Yöncü düşünürler tüm toplum kesimlerinin ordu etrafında birleşmeleri gerektiğini ifade etmektedirler.73 Türkiye’nin gerçekleri açısından parlamento merkezli bir siyaset ülkeyi geriye götürecektir. “Feodal kalıntılardan hâlâ kurtulamamış ve az sayıdaki işçisi dahi bölgesel bağlılıkların etkisi altında bulunan bir toplumda parlamentoculuk, geri unsurların egemenliğini sağlamaktadır.”74 Dergi sayfalarında, Türkiye’de Batı’dakine benzer bir siyasî kültürün oluşmadığı sıklıkla işlenmiş, bu nedenle parlamentoculuğun Türkiye’de bir geleceğinin olamayacağı ifade edilmiştir. Niyazi Berkes’in şu satırları oldukça açıklayıcıdır: “Türk kalkınma ve modernleşme tarihinde, gericilik kuvvetlerinin baskısı, liberal veya sosyalist ideolojilerin çağdaş uygarlığa geçmeyi özliyen aydınlar arasında benimsenip yerleşmesine daima engel olmuştur. Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e kadar hep böyle olmuştur. Bu yüzden Türk siyasi düşünüşü, Batı ideolojileri ölçülerine göre, ‘atrophid’ olarak, güdükleşmiş olarak kaldı. Liberalizm, halkçılık, sosyalizm gibi ideolojik eğilimler İslamcılık, Osmanlıcılık, Turancılık gibi hayali lâkırdı sistemlerinin karşısında hem cılız, hem tesirsiz kalmıştır. Bu yüzden bizde gerçek anlamıyla siyasi düşünüş asla yerleşmemiş; gerçek siyasi düşünceler de safdillik ötesine geçmemiştir. Toplumun ekonomik kalkınma ve uygarlıksal değişmesi bakımından hiçbir değeri olmayan hayali fikirler, toplumun sınıflarını ve 71 D. Lerner ve Arkadaşları, “Değişen Toplumlarda İlerici Kuvvet: Ordu”, Yön, 10 Ekim 1962, sy. 43. Bu konuda ayrıca bkz. Fahrettin Altun, Modernleşme Kuramı: Eleştirel Bir Giriş, İstanbul: Yöneliş Yayınları, 2002, s. 119-123. 72 Doğan Avcıoğlu, “Sosyalist Gerçekçilik”, Yön, 12 Eylül 1962, sy. 39. 73 İlhami Soysal, “Ordu”, Yön, 10 Eylül 1962, sy. 43. 74 Doğan Avcıoğlu, “Cumhuriyet’in 42. Yılında”, Yön, 29 Ekim 1965, sy. 135. Ayrıca bkz. Doğan Avcıoğlu, “Parlamentoculuk”, Yön, 8 Nisan 1966, sy. 158.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
571
halk kütlelerini siyasi meselelerde daima bulandırmış, yanıltmış; ekonomik ve siyasi meseleleri aydın açılardan görüp anlamalarına imkân bırakmamıştır. Siyasi parti hayatı siyasi fikir manzumelerine değil, bu hayali fikirlerin baskısından kurtulamıyan opportunizme dayanır olmuştur. Bu, bugün böyle olduğu gibi o zaman da böyle idi.”75 Yöncüler, Atatürk’ün orduya duyduğu güvene sık sık referans verirler. Bu durum Türk aydınının orduya olan güvenini de açıklamaktadır. Berkes’e göre, “Mustafa Kemal ve ordu olmasaydı, gerici çıkarcıların kudreti, bunları bir kaşık suda boğacaktı. Bunun içindir ki ilerici Türk aydını Mustafa Kemal’e bu kadar bağlıdır, ve bunun içindir ki ordu ile ilericilik kendilerini her zaman aynı saflarda bulmuşlardır.”76 Yön dergisi tüm bu konuları tartışırken silahlı kuvvetlere etki etmeyi amaçlıyordu. Yöncüler, dayandığı haklı gerekçelere rağmen 27 Mayıs ihtilalinin erken bir vakitte gündeme geldiğini düşünüyorlardı. “İlerici bir hareket” olan 27 Mayıs, yeterli şartlar ve gerekli kadrolar oluşmadan gündeme gelmiş, bu nedenle de “DP zihniyetliler” yeniden iktidarı devralmışlardı. Oysa “artık” şartlar ve kadrolar oluşmaya başlamıştı. Sosyalist bir düzen, kalkınmış bir Türkiye ve ilerici bir toplum inşa edecek tek aktörün silahlı kuvvetler olduğu inancı, Yön dergisini çıkaran ve bu derginin söylemini biçimlendiren yazarları, zinde kuvvetler konusunu sürekli gündemde tutmaya itti. Hatta bu meselenin daha fazla işlenmesi gerektiği inancı, Yön dergisini çıkaranları, bu dergiye nokta koyup daha homojen, ajitatif ve sınırlı bir gündeme sahip, Yalçın Küçük’ün deyimiyle “bir iktidar yürüyüşünün kavgacı yayın organı” olacak olan yeni bir haftalık derginin planlarını yapmaya sevk etti. Yön dergisi, 30 Haziran 1967 yılında yayın hayatına son vermiş ve Yön kadrosu 21 Ekim 1969 yılında çıkmaya başlayacak olan Devrim’in hazırlıklarına girişmişlerdir. Doğan Avcıoğlu başta olmak üzere bu grubun üyeleri daha sonra Milli Birlik Komitesi üyesi Korgeneral Cemal Madanoğlu ile birlikte giriştikleri başarısız bir darbe girişiminin ve hemen arkasından gelen 12 Mart muhtırasının ardından tutuklanmışlar ve siyasî taleplerini dillendirmek üzere herhangi bir yayın etrafında toplanmaktan, örgütlenmeye gitmekten vazgeçmişlerdir. Ancak bu çizginin Türk siyasî düşünce hayatına getirdiği yorum günümüzde de temsil edilmeye devam etmektedir. Değerlendirme: Kalkınma ve Modernleşme Yön dergisini çıkaran kadronun öncelikli hedefinin ülke kalkınmasının sağlanması olduğu ifade edilmelidir. Dergi, yayın hayatı boyunca kalkınma konusuna merkezî bir önem atfetmiştir. Bu önem yalnızca kalkınma konusunu doğrudan tartışan yazılarda karşımıza çıkmaz, aynı zamanda eğitim, dış politika, ekonomi, sanayi, ordu, gençlik, bürokrasi, Atatürkçülük, demokrasi, devletçilik, aydın sorumluluğu, planlama, ağalık sistemi, anti-komünizm, din, toplumsal yapı, kadın, 75 Berkes, “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz: VII - Atatürkçülük Nedir Ne Değildir?”. 76 A.g.m.
572
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
sosyal adalet, köy, kentleşme, Üçüncü Dünya, Ortadoğu, Batı, Batıcılık, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Arap sosyalizmi, emperyalizm, azgelişmişlik, milliyetçilik ve benzeri konularda yazılan yazılarda da karşımıza çıkar. Bu konularda yazılan yazılarda kalkınma amacının önemi örtülü ya da açık bir biçimde okura hissettirilir. Kalkınma söylemi adeta dergi sayfalarının içine sinmiştir. Kalkınma konusu Soğuk Savaş koşullarında varlık bulmuştu. İlk olarak ABD, 1945 sonrasında dış politikasının bir unsuru olarak, Batılı olmayan toplumların kalkındırılması konusunu gündeme getirdi. Türkiye dahil birçok Batı-dışı ülkede hem yaşanan toplumsal sorunların aşılabilmesi hem de “gelişmiş” toplumların “ulaştıkları” düzeyin yakalanabilmesi uğruna evrensel meşruiyeti olan “kalkınma pratikleri” değer kazanmıştır. Kalkınma, bu süreçte bir ideal, başarılması gereken bir amaç olarak öne çıkıyordu. Batı’nın ortaya koyduğu kalkınma pratiği, tarihsel bir oluşum olarak değil, izlenmesi gereken evrensel bir süreç ve ulaşılması gereken bir amaç olarak anlaşılmaya başlanmıştı. Bu dönemde, özellikle Amerika’da azgelişmiş ülkelerin kalkınması amacını güden birçok kurum oluşturulmuş ve bunlara önemli fonlar ayrılmıştır.77 1946 yılında Türkiye’ye gelen bir Amerikan heyeti daha sonra “Thornburg Raporu” olarak anılacak olan bir rapor hazırlamış, Türkiye bu doğrultuda 1947 yılında bir kalkınma planı oluşturmuştur.78 1948 yılında ABD ile “Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmış, 1952 senesinde Birlemiş Milletler Teknik İdaresi ile imzalanan “Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü” anlaşmasına binaen 1953 yılında Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü kurulmuş, 1960 yılında önce Planlama Bürosu daha sonra ise Devlet Planlama Teşkilatı tesis edilmiş ve beş yıllık kalkınma planları yürürlüğe konmuştur.79 Kalkınma konusu 1945 sonrasının Türkiye’sinde ideolojiler üstü bir amaç olarak kabul görür. Kalkınmacı söylem devletin merkezinden başlamak üzere bütün ideolojik kanatlara sirayet etmiştir. Konuya aydınların ve sosyal bilimcilerin ilgisi gecikmez ve kalkınma Batılılaşmanın yeni bir yorumu olarak Türk düşünce dünyasına girer. 1950’li ve 60’lı yıllarda kalkınma konusunu işleyen yüze yakın ki77 Bu dönemde Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası ve Dünya Bankası’nın kuruluşu özellikle önemlidir. Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) da yine bu kuruluşların en önemli ve etkili olanlarındandır. Ajans, özellikle Yakın Doğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika üzerine yoğunlaşmış ve buralarda ekonomik büyüme, tarımsal gelişme, nüfus, sağlık, çevre, demokrasi, yönetim biçimleri, eğitim ve öğretim ile insanî yardım konuları üzerine çalışmalar yapmış, çeşitli yönlendirmelerde bulunmuştur. Ajans ayrıca dış yardım programlarını yönlendirme işlevini de yürütmüştür. Ajans’ın çalışmaları ile ilgili eleştirel bir yaklaşım için bkz. Vasili Vahrusev, Yöntemleriyle ve Manevralarıyla Yeni Sömürgecilik, çev. C. Aslan, İstanbul: Konuk Yayınları, 1978, s. 102-103. 78 Planın kapsamı ile ilgili olarak bkz. İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, Ankara: ODTÜ Yayınları, 1974, s. 2. 79 Amerika ile imzalanan Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın tam metni için bkz. Kenan Mortan ve Cemil Çakmaklı, Geçmişten Geleceğe Kalkınma Arayışları, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınları, 1987, s. 63-71.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
573
tap ve üç yüze yakın makale yayımlanmış, kalkınmanın önemine vurgu yapan birçok eser çeşitli dillere olduğu gibi Türkçe’ye de çevrilmiştir.80 Bu dönemde yine ayrıca çok sayıda Batılı “kalkınma uzmanı” Türkiye’ye çağrılarak konferanslar düzenlenmiştir. 1950’li ve 60’lı yıllarda Türkiye’de uygulamaya konan kalkınma politikaları ve genel olarak kabullenilen kalkınma anlayışı Amerikan tarzı bir kalkınma modeli doğrultusunda şekillenmiştir. Amerikan kalkınma modeli birçok Batı-dışı ülkede kabul görmesine rağmen, Sovyet tarzı kalkınma modeli de bütünüyle etkisiz değildir. Sovyet kalkınma modeli bazı ülkelerde resmî devlet politikası haline geliyorken, Amerikan tarzı kalkınma modelinin uygulandığı bazı ülkelerde de muhalif hareketlerce desteklenmiştir.81 İkinci Dünya Savaşı sonrasının Türkiye’sinde de Sovyet tarzı kalkınma modelinin Amerikan kalkınma modeline göre daha “gerçekçi ve doğru” bir model olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Yön çevresindeki aydınlar, Amerikan tarzı kalkınma modelini “kapitalist kalkınma metodu” olarak nitelemişler ve onu sürekli eleştirmişlerdir. Buna karşılık “kapitalist olmayan kalkınma metodu”nun gerekliliğinin altını çizen Yöncü aydınlar bununla Sovyet tarzı kalkınma modelini de kast etmezler. Yön’ün savunduğu kalkınma modelinin bu iki modelden “farklı” bir yol tutturduğu belirtilmelidir. Yön grubunun özellikle Oscar Lange’ın çerçevesini çizdiği bir kalkınma metodundan etkilendikleri söylenebilir. Lange’ın Kalkınma Yöntemleri isimli eseri Türkçeye de çevrilmiştir.82 Oscar Lange, sosyalist ekonomi kuramı üzerine önemli çalışmalara imza atmış, Polonya asıllı Amerikalı bir iktisatçıdır. Lange, ekonomik verimlilik konusunda yaptığı çalışmalarda sosyalist ekonominin kurulabileceğini ispat etmeye çalışmıştır. Chicago Üniversitesi’nde profesörlük ve İkinci Dünya Savaşının ardından da Polonya’da ekonomi bakanlığı yapan Lange, “pazar sosyalizmi” kuramını geliştirmeye çalışmıştır. Lange’a göre plancılar ve pazar arasında bir denge kurulmalı, pazarın verdiği sinyale göre plancılar hangi ürünün ne kadar ve hangi kalitede üretilmesi gerektiğini belirlemelidirler. Görüldüğü gibi Lange, ne liberal bir ekonomi, ne de Sovyetlerin temsil ettiği gibi bir ekonomi modeli öngörmektedir. Kısa zamanda Stalin’in Polonya ekonomisi üzerindeki “baskıcı” tutumu dolayısıyla bakanlıktan istifa eden ve temelde Amerikan ekonomisinin iyileştirilmesi tartışmalarında fikir üretmiş olan Lange, Yön dergisini çıkaranlar üzerinde etkili olmuştur. 80 Bkz. Cavit Orhan Tütengil, “Azgelişmiş Ülkeler ve Gelişme İktisadı Konularındaki Türkçe Kitaplar ve Yazılar Bibliografyası”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası (Ayrı Basım) 28, 1971, sy. 1-4, s. 2. 81 Bu dönemde W.W. Rostow, D.C. Stone, R. König, R. Nurkse, R.J. Alexander, M. Dobb, R. Emerson, J. Timbergen, Oscar Lange ve S.S. Goodman gibi düşünürlerin kalkınma sorunu ile ilgili başlıca çalışmaları birçok dile olduğu gibi Türkçeye de aktarılmıştır. 82 Söz konusu kalkınma modelleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Björn Hettne, Development Theory and the Third World, Helsingborg: Sarec Report, 1982, s. 15-17.Oscar Lange, Kalkınma Yöntemleri, çev. M. Selik ve E. Günçe, Ankara: Sosyal Adalet Yayınları, tarihsiz.
574
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Altı çizilmesi gereken nokta, tüm bu kalkınma yöntemlerinde referans noktasının “Batılı gelişme düzeyi” olduğudur. Her ne kadar Yön yazarlarının yazılarında kapitalist kalkınma yöntemi emperyalizmle ve özel sektör tahakkümü ile özdeşleştiriyorsa da, Batılı gelişme süreci tarihsel bir model ve izlek olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında adı geçen bu kalkınma yöntemleri arasında, pratikte de, köklü farklılıklar bulunmamaktadır. Tüm bu modeller Batı dışında kalan toplumlar için sanayileşmeyi mutlak saymakta, bu modellerin uygulanacağı ülkelerin kendilerine özgü tarihsel, kültürel, coğrafî, toplumsal ve ekonomik gerçekleri üzerinde düşünmeksizin dışarıdan ve yukarıdan müdahale esasını temel almaktadırlar. Bu anlamda söz konusu modeller ister devlet kapitalizminden yana olsun, ister liberal çerçevelerden hareket etsinler, temelde benzer tarzda politikaların örgütlenmesi söz konusu olmuştur. Buna verilebilecek en iyi örnek Türkiye’de uygulanan planlama politikalarıdır. Bilindiği gibi Türkiye’de planlama pratiği ilk kez dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün Sovyetler Birliği’ne yaptığı ziyaret esnasında gündeme gelmiş ve 1933-1938 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık plan Sovyet iktisatçılar tarafından hazırlanmıştır. 1960’larda Planlama Bürosu’nun ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın oluşturulmasının ardından yeniden gündeme gelen planlama politikaları bu kez Amerikan kaynaklı bir ekonomi politikası ile uyumlu bir biçimde şekillenmiştir. Ne var ki, 1930’lu yıllardan 1960’lara ve daha sonrasına dek Türkiye’de devletçi ekonominin gösterdiği özellikler, köklü farklılaşmalar yaşamaksızın belli bir çizgi üzerinde devam edegelmiştir. Söz konusu politikalar Batı-dışı dünyanın modernleştirici seçkinlerine birbirlerinden çok da farklı reçeteler sunmamaktadırlar. Yön dergisinin gerek kuruluş felsefesine gerek yayınladığı yazılara baktığımızda Türkiye’nin modernleşme sürecinde yukarıdan Batılılaşma yöntemini savunduğunu ve toplumun modernleştirilmesini “eski dönemlere ait olan” değerlerinden sıyrılmasıyla, geleneksel yapısının çözülmesiyle ilintilendirdiğini görürüz. Yön dergisinin sayfalarını “modernleşme kuramı”nın önde gelen bazı isimlerinin düşüncelerine, yazılarına ayırmasının başlıca nedeni de bu inançtır. Yön dergisi zihniyetinin ve Amerikan merkezli modernleşme kuramcılarının ortaklaştıkları en temel iki nokta, Türkiye toplumunun modernleşmesinin ancak geleneksel yapısının zayıflatılması ile mümkün olabileceği ve modernleşme sürecinde başlıca aktörün silahlı kuvvetler olması gerektiğidir. Türkiye’de modernleşmenin ancak geleneksel yapının çözülmesiyle gerçekleştirilebileceği yaklaşımı, hangi ideolojik beslenme kaynağından gelirse gelsin merkez siyasal elitin üzerinde mutabık olduğu bir husustur. Türkiye’de siyaset yapanların on yıllardır ısrarlı bir biçimde savundukları bu yaklaşım, aynı zamanda muhafazakâr bir siyasî dilin oluşumuna katkıda bulunmakta, modernliğin inşası adına muhafazakâr bir siyaset felsefesinin üretilmesine yol açmaktadır. Yön dergisi örneğinde görebileceğimiz gibi, kendisini “sosyalist” olarak tanımlayan bir hareket de böylesi bir siyasal muhafazakârlığın inşasına katkıda bulunabilmektedir. Bu durumu Türkiye’ye özgü bir durum olarak değerlendirmek doğru olmaz.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
575
Özellikle İslam coğrafyası söz konusu olduğunda sosyalist akımların ortaya koydukları en belirgin toplumsal proje, içerisinde yaşadıkları toplumların değer yapılarına ilişkin böylesi bir “çözücü” etkinin oluşumuna katkıda bulunmak, bunun felsefesini üretmek olmuştur. Bunun başlıca nedeni teorik olarak oldukça dar bir tarih ve toplum perspektifi içerisinden dünyaya bakıyor olmak olabilir. Zira hemen her konu ileri-geri retoriğine sıkıştırılabilmekte, kim tarafından ne şekilde temsil edildiğine bakılmaksızın “ilerici güçler” ve ortaya koydukları faaliyetler olumlu addedilebilmektedir. Yön dergisi zihniyeti bugün gerek Türk siyasetinde söz sahibi olmaya çalışan kimi aktörler, gerek devlet bürokrasisi içerisindeki bazı kesimler tarafından temsil edilmeye devam etmektedir. Gerek bu nedenle, gerek dönemin Türk düşünce ve siyaset yapısının daha doğru anlaşılması açısından Yön dergisi/hareketi üzerinde farklı perspektiflerden yapılacak çalışmalar önemini korumaktadır.
Yön Journal as an Interpretation of Kemalist Modernization Fahrettin ALTUN Abstract Yön, a leftist-nationalist journal, captured the image of Turkey’s growing and restless youth in the 1960s more than any other journal/magazine. It was the first attempt to formulate a nationalist leftist ideology by interpreting Kemalism. As a politically Kemalist and ideologically socialist journal, Yön has very much shaped the political culture of Turkey from that period on to the present. Yön has been a political and intellectual platform in which some essential concepts for Turkish politics like Kemalism, socialism, etatism, populism, nationalism, development and democracy has been reformulated in line with its founding fathers’ Jacobean understandings of politics and society. This article mainly seeks to examine the journal’s founding fathers, raison d’etre, main topics and political aims. In this article, the author attempts to criticize Yön journal’s perception of development and ideology of modernization, especially in terms of their connection with the mainstream modernization views at the time.
576
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
577 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 577-584
F. A. K. YASAMEE, Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers, 1878-1888, Istanbul: Isis Press, 1996 Sevinç ALKAN ÖZCAN* Halen Manchester Üniversitesi’ne bağlı Ortadoğu Çalışmaları Bölümü’nde Osmanlı, Ortadoğu ve Balkanlar tarihi üzerine dersler veren Feroze Abdullah Khan Yasamee, II. Abdülhamid dönemi ile ilgili yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır.1 1996 yılında Isis Press tarafından yayınlanan “Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers 1878-1888” isimli kitabı 1985 yılında Londra Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezine dayanmaktadır. Kitabın ilk üç bölümünde sırasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü, II. Abdülhamid Rejimi ve II. Abdülhamid’in Dış Politikasının genel hatları ele alındıktan sonra, devam eden bölümlerde Abdülhamid iktidarının 1878-1888 yılları arasındaki on yıllık döneminin önemli dış sorunları incelenmektedir. Yasamee’nin bu çalışmayla Osmanlı çalışmalarına son derece özgün bir katkı yaptığını düşünüyoruz. Zira ele alınan dönemde yaşanan dış sorunlar Osmanlı’nın hayat alanları ile ilgilidir. Bu dönemde imparatorluk için son derece önemli bölgelerde Büyük Güçler ve Osmanlı arasında yaşanan krizleri (Balkanlar, Kıbrıs, Mısır, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Boğazlar ve Batum) ve bu krizlerde Abdülhamid’in takip ettiği, çatışan güçler arasında “birini diğerine karşı kullanma politikası”nı gözlemleyebiliyoruz. Kitapta incelenen 1878-1888 döneminin Abdülhamid’in Büyük Güçler arasında oynadığı “denge oyunu”nun zirvesini oluşturuyor olmasının, Yasamee’yi bu çalışmaya iten en önemli neden olduğunu düşündüğümüzü söylemeliyiz. Çünkü bu yılların dış so* Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktora öğrencisi. 1 Yasamee’nin burada incelenecek kitabı dışında şu makalelerine bakılabilir: “The Ottoman Empire, the Sudan and the Red Sea Coast, 1883-1889”, Studies on Diplomatic History, Istanbul: Isis Press, 1990, sy. V, s. 87-102; “Abdulhamid II and the Ottoman Defence Problem”, Diplomacy and Statecraft, 1993, c. 4, sy. 1, s. 20-36; “The Ottoman Empire”, Decision for War 1914: The Anatomy of an International Crisis, K. M. Wilson (ed.), London, 1995; “Colmar Freiherr von der Goltz and the Rebirth of the Ottoman Empire,” Diplomacy and the Statecraft, 1998, c. 9, sy. 2, s. 91-128; “Ottoman Diplomacy in the Era of Abdülhamid II, 1878-1908,” Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara: TTK, 1999, s. 223-232; “Avrupa İttifaklar Sistemi İçerisinde Osmanlı İmparatorluğu,” Osmanlı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, c. II, s. 35-44; “Some Military Problems faced by the Ottoman Empire at the beginning of the 20th Century”, KÖK Araştırmalar, Osmanlı Özel Sayısı, 2000, s. 71-79; “Some notes on British espionage in the Ottoman Empire, 1878-1908”, The Balance of Truth: Essays in Honour of G.L. Lewis, C. BalımHarding ve C. Imber (ed.), Istanbul: Isis Press, 2000.
578
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Alkan Özcan
runlarında II. Abdülhamid’in izlediği dış politikanın unsurları, genel politikasının temel çizgilerini oluşturmuştur. Bu açıdan bakıldığında Yasamee’nin ilk üç bölümde ele aldığı konular, II. Abdülhamid’in nasıl bir imparatorluk devraldığını, o dönemdeki uluslararası koşulları, büyük güçler arasındaki güçler dengesini ve Abdülhamid’in iç ve dış politika arasında kurmaya çalıştığı dengeyi anlamak açısından son derece önemlidir. Her şeyden önce Yasamee, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü –dünya tarihi literatürünün Osmanlı tarihini ihmal eden ya da dünya tarihi içinde hakettiği yeri vermeyen duruşunun tersine- modern tarihin önemli olaylarından biri olarak görmektedir. XVI. ve XX. yüzyıllar arasındaki dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın üç büyük kıtasında -Asya, Avrupa ve Afrika’da– önemli oranda toprak parçasını elinde tutmuş ve çok sayıda farklı etnik ve dinî grubu içinde barındırmıştır. Bu gruplar içinde Müslüman Türkler, Araplar, Arnavutlar, Kürtler ve Bosnalıların yanı sıra, Ortodoks Hıristiyan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar ve Romanyalılar; Gregoryen ve Katolik Ermeniler, Katolik Mârûnîler ve Hırvatlar, İspanyolca ve Arapça konuşan Yahudiler ve diğer pek çok grup vardır. Yasamee’ye göre Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sadece sözü edilen bu grupları etkilemekle kalmamış, aynı zamanda Büyük Güçler’in politikalarını da etkilemek suretiyle Avrupa’daki güçler dengesini ve uluslararası sistemin istikrarlı yapısını tehdit etmeye başlamıştır. Bu yönüyle ele alındığında Yasamee, Osmanlı’nın çöküşünü uluslararası bir olgu olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, sadece uluslararası olaylardan etkilenen değil, aynı zamanda onları etkileyen ve yönlendiren bir olay olarak da incelenmeyi haketmektedir. Aksi takdirde ne dünya tarihini ne de Avrupa tarihini tam anlamıyla anlamak mümkün olacaktır. Diğer bir ifadeyle, Kemal Karpat’ın dediği gibi “Osmanlı tarihi tarih çalışmalarının üvey evladı” olarak kalmaya devam edecektir. Yasamee’nin Osmanlı’nın çöküşü ile ilgili olarak ele aldığı konular, çöküşün başlangıcı ve nedenleri ile ilgili olarak genel kabul görmüş tezler ve bunların ortaya çıkardığı sakıncalardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile ilgili olarak ortaya konan açıklamaların, çöküşü genellikle uluslararası bir bağlamda ele aldığını belirten Yasamee, “yarı koloni” söylemi altında gruplandırılan değişik ekonomik teorilerin ortaya konulduğundan bahsetmektedir. Ekonomik bağımlılıkla ilgili olarak ortaya konulan kanıtların tartışmaya ihtiyaç duymadığını ancak bu teorilerin kendi içinde bazı sakıncalar taşıdığını belirten Yasamee, çöküşü açıklarken pek çok faktörün işin içine girdiğini ve tüm bu faktörlerin Osmanlı’nın çözülüşünü nev-i şahsına münhasır karmaşık bir problematik haline getirdiğini söylemektedir. Yasamee Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile ilgili olarak genel kabul görmüş tarihleri de sorgulamaktadır. Ona göre çöküşün yoğunlaştığı dönem 1768 ile 1839 yılları arasıdır. Çöküşün başladığı XVIII. yüzyılın sonu ile XIX. yüzyılın başında uluslararası ortam Osmanlı’nın işini bir hayli zorlaştırır niteliktedir. Bu dönem-
F. A. K. YASAMEE, Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers, 1878-1888
579
de Rusya, Osmanlı’nın kuzeyde güvenliğini sağlayan tampon devletleri -Kırım ve Kafkasya’yı-ele geçirmek suretiyle büyük bir güç olarak ortaya çıkmış, Polonya’nın paylaşılması Doğu Avrupa’daki güçler dengesini ortadan kaldırmış, Hindistan’da İngiliz sömürgesi’nin kurulması Doğu Akdeniz’i bir İngiliz-Fransız çatışma alanı haline getirmiş ve bütün Batı Asya İngiliz-Rus Büyük Oyunu’nun rekabet alanı haline gelmiştir. XIX. Yüzyılın ilk yarısında patlak veren Mısır’da Osmanlı’nın Mehmet Ali Paşa’ya karşı verdiği mücadele İmparatorluğun Avrupalı büyük güçlerle gelecekteki ilişkileri için belirleyici olmuştur. Mısır bunalımı Osmanlı’yı Avrupalı büyük güçlere karşı Rusya’nın kucağına itmiş, Rusya Osmanlı için de facto bir koruyucu olmuş, Osmanlı-Rus ittifakı sayesinde yabancı savaş gemilerinin Boğazlar aracılığıyla Akdeniz’den Karadeniz’e geçmeleri engellenmiştir. Yasamee’ye göre Mısır bunalımına Osmanlı yöneticilerinin verdiği tepki, iki büyük politika değişimi şeklinde tezâhür etmiştir: Bunlardan birincisi bürokratik ve askerî alanda merkezîleşmeyi ve gayrimüslimlerin yatıştırılmasını öngören Tanzimat reformlarının uygulamaya konmasıdır. Bu reformlar her ne kadar Osmanlı’nın Avrupa’dan kültürel olarak kendi kendini soyutlamasına son vermişse de, reformların amacı hiçbir zaman Avrupa ile entegrasyon olmamıştır, çünkü asıl amaç İmparatorluğun devamını sağlamaktır. İkinci değişim ise dış politika alanında yaşanmış, dış politikanın bundan sonra büyük güçlere olan bağımlılığı göz önünde bulundurularak planlanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. 1856 yılında yapılan Kırım Savaşının ardından her ne kadar dış barış sağlanmış olsa da, bu dönemde Osmanlı içindeki gayrimüslim unsurların Avrupa ile kültürel ve ticarî etkileşimlerinin artması, Balkanlar’ın hareketlenmesinin yolunu açmıştır. Böylece gayrimüslim unsurlar Avrupa’dan ihraç edilen etnik milliyetçilik dalgasına duyarlı hâle gelirken, Avrupa’nın etkisine daha az açık olan Müslüman unsurlar ise İmparatorluk içindeki konumlarını kaybetme korkusuna kapılarak Tanzimat reformlarını eleştirmişlerdir. Tanzimat reformlarına tepkiler sadece halktan değil entelektüellerden de gelmiş, herhangi bir sorumluluk taşımayan fakat güçlü bürokrasi yerine halk iradesinden yana olan Genç Türkler anayasanın oluşturulması ve parlamentonun kurulmasından yana tavır almışlardır. Yukarıda özetlendiği gibi ilk bölümde II. Abdülhamid iktidarı öncesinde Osmanlı’nın nasıl bir iç ve dış atmosferle karşı karşıya bulunduğunu ortaya koyan Yasamee, Abdülhamid rejiminin genel özelliklerini ele aldığı ikinci bölümde öncelikle Abdülhamid’in kişiliği hakkındaki görüşlerini dile getirmektedir. Yasamee’nin Abdülhamid’in kişiliği ve siyasî bakış açısı ile ilgili olarak yaptığı çok yönlü tespitler, çalışmanın hakkının verildiği ile ilgili yargımızı kuvvetlendirmektedir. Ona göre Abdülhamid kompleks ve çelişkili bir karaktere sahiptir. Psikolojisinin istikrarsızlığı ve sıkı bir entelektüel birikime sahip olmayışı Yasamee’nin dikkat çektiği özellikleri arasındadır. Abdülhamid ideolojik bir siyasetçi değildir. Uygulamalarının herhangi bir teorik altyapısının olduğundan bahsedilemez. Bu nedenle ütopik değil, realist ve pragmatiktir. Abdülhamid’in kitapta yer verilen dış poli-
580
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Alkan Özcan
tika uygulamalarında da özellikle realist ve pragmatik yönünün tezâhürlerini sık sık görmek mümkündür. Yasamee Abdülhamid’in siyasî bakışını dört temel unsurla açıklamaktadır: Otokrasi, muhafazakârlık, reformculuk ve İslâm. Katı merkeziyetçi politikası, eyaletlerle yetki paylaşımını reddetmesi, parlamentoyu Rusya ile yaşanan savaştan sorumlu tutarak askıya alması ve Anayasayı tehlikeli ve güvensiz bir araç olarak görmesi, Abdülhamid’in otokratik yönüne işaret etmektedir. İktidara gelir gelmez bakanları değiştirmek suretiyle dış politikayı kendi tekeline alması ve büyük oranda sadrazamla birlikte yürütmesi de yine Sultan’ın otokratik yönetiminin izlerini taşımaktadır. Dönemin göze çarpan iki önemli siyasî figürü olan Küçük Mehmet Said Paşa ve Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa, Abdülhamid’in tamamen kendi inisiyatifiyle göreve getirdiği kişilerdir. Dışişleri bakanları dış politika yapımında pek az etkiye sahiptir. Şeyhülislama danışıldığı ise pek görülmemiştir. Yasamee’ye göre Abdülhamid’in muhafazakârlığı çok açıktır. Bu muhafazakârlık sultanın üstünlüğü, Müslüman unsurların önceliği ve yönetimin merkezîleşmesine dayanmaktadır. Fakat onun muhafazakârlığının reformculuğunun önünde bir engel oluşturduğunu söylemek zordur. Çünkü Abdülhamid Tanzimat reformlarının bazı yönlerini eleştirmekle birlikte Osmanlı topraklarının güvenliğini ve zenginliğini sağlamak ve Müslüman unsurları korumak için İmparatorluğun reforma ihtiyaç duyduğunun farkındadır. Abdülhamid Tanzimat reformlarının gayrimüslimlere ayrıcalık veren yapısını ve Berlin Anlaşmasının yine gayrimüslimlere otonomi veren anlayışını reddetmiş, fakat Yasamee’nin de özellikle vurguladığı gibi, merkezî yönetimi, askeriyeyi ve bürokrasiyi güçlendirerek aslında Tanzimat çizgisini devam ettirmiştir. Yasamee Abdülhamid’i tanımlarken göz önünde bulundurmamız gereken en önemli noktanın, onun İslâmcı siyaseti ve dinî yönü olduğunu belirtmektedir. Ona göre Abdülhamid’in politikalarında din faktörü ön plandadır. Onun döneminde dinî eğitim devlet okullarında birincil konumda olmuştur. Halifelik kurumu Müslüman birliğini sağlamaya yönelik önemli bir enstrümandır. Abdülhamid Osmanlı’daki Müslüman unsurlar arasında milliyetçi hareketlere tanık olan ilk sultandır. Arnavutlar ve Araplar arasında ortaya çıkan ayrılıkçı hareketlere karşı İslâmcı siyaseti ve Halifelik kurumunu ustaca kullanmıştır. Dinin daha çok halk yönüyle ilgilenen Abdülhamid, ulemânın devlet içindeki rolünü artırmamış, tam tersine onun iktidarı döneminde ulemâ devletin kontrolü altına alınmıştır. Tüm bunlarla birlikte Yasamee’nin de belirttiği gibi Abdülhamid İslâmî birlik siyasetinin pratikte İmparatorluk içinde bazı sınırlarının olduğunun farkındadır. Çünkü Osmanlı Devleti, ağırlıklı Türk bürokrasisi, devlet okullarında okutulan ağırlıklı Türkçe dili, yönetim dilinin Türkçe olması ve Türk ordusuyla etnik olarak ağırlıklı Türk unsurlardan müteşekkil bir devlet olarak kalmıştır. Yasamee Abdülhamid’in İmparatorluk içindeki dinî siyaseti ile birlikte, İmparatorluk sınırları dışındaki Müslüman dünya ile kurduğu iletişimlere de dikkat çekmekte, o bölgelerde etkin olan tarikat liderleri ile kurduğu ilişkilerden bahsetmektedir. Zira Abdülhamid bu şekilde İslâm dünyası üzerindeki Avrupa etkisini azaltmaya çalışmıştır.
F. A. K. YASAMEE, Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers, 1878-1888
581
Yasamee’nin üçüncü bölümde Abdülhamid’in dış politikasıyla ilgili olarak yaptığı tespitler de, en az kişiliği ve rejimi hakkında söyledikleri kadar önemlidir, diyebiliriz. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında önemli toprak kayıpları yaşamış bir devletin başına geçen II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık iktidarı boyunca takip ettiği realist politika, Osmanlı’nın zayıflıklarını kabul ettiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle Abdülhamid dış siyasetinde hiçbir zaman revizyonist davranmamış, kaybedilmemiş olan toprakları elinde tutmaya çalışmıştır. Kitapta ele alınan on yıllık dönemde Abdülhamid’in izlediği dış politika bunun örnekleri ile doludur. Gerek Balkanlar’da ortaya çıkan sorunlarda gerekse Mısır ve Sudan krizleri sırasında hiçbir zaman askerî müdahaleden yana tavır almamıştır. Abdülhamid iktidarı boyunca Avrupalı büyük güçlerle ilişkilere öncelik vermek durumunda kalmıştır. Kitapta ele alınan on yıllık dönemde yaşanan krizlerde çatışmadan özellikle kaçınan Abdülhamid, dönemin iki büyük sistemi olan Avrupa (İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya) ve Asya sistemlerinin (İngiltere ve Rusya) hiçbirine tam anlamıyla katılmazken, birini diğerine karşı kullanmanın yollarını bulmaya çalışmıştır. Sultan, Balkanlar’da Rusya ve Avusturya hatta Almanya arasında yaşanan rekabetin sonunda çıkacak bir savaşın Avrupa’daki güçler dengesini; Boğazlarda İngiltere ve Rusya arasındaki çatışmanın ise Asya’daki güçler dengesini bozacağının farkındadır. Bu nedenle büyük güçler arasında aktif bir rol almamakla birlikte, bu dönemde Abdülhamid’in diplomatik kredibilitesini sağlamak için zaman zaman askerî blöflere başvurduğunu gözlemleyebiliriz. Yasamee Abdülhamid’in dış politikasını daha iyi anlamamız için 1880’lerde var olan iki yaklaşımdan söz etmektedir. Daha doğrusu ona göre Abdülhamid dış politika konusunda iki alternatifle karşı karşıyadır: Bunlardan biri büyük güçlerden birinin tamamıyla himayesi altına girmek, diğeri ise elindeki diplomatik araçları kullanmak. Bu araçlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Hilafet makamıdır. Abdülhamid 1875-1878 yılları arasında yoğunlaşan Doğu Sorunu nedeniyle büyük güçlerden hiçbirine güvenmediğinden dolayı ikinci alternatifi tercih etmiştir. Böylece İmparatorluğun diplomatik bağımsızlığını mümkün olduğunca korumaya ve iç barışın teminatı olduğunu düşündüğü dış barışı mümkün olduğunca sağlamaya çalışmıştır. Kitapta ele alınan on yıllık dönemin önemli sorunlarından biri Mısır Krizidir. Eylül 1881 ile Eylül 1882 arasında yaşanan Mısır krizinin anlatıldığı altıncı bölümde, Abdülhamid’in Mısır ile ilgili olarak elini zayıflatan unsurlar ele alınmaktadır: Bunlardan birincisi Mısır’ın merkezden uzak yönetim biçimi, İngiltere ve Fransa’nın Mısır’daki çıkarları ve bunların yerel yöneticilerle olan bağlantıları, diğeri ise Mısır’ın Osmanlı hakimiyetindeki Arap bölgelerini kontrol etme konusunda Osmanlı’ya meydan okuma potansiyeline sahip olmasıdır. Bu dönemde Almanya’ya yakınlaşarak Asya’da Rusya’ya karşı koruma sağlayan Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’da Mısır Krizi sırasında İngiltere’ye karşı herhangi bir destek sağlayamamıştır. Mısır’ın İngiltere tarafından işgalini hiçbir büyük güç desteklememekle birlikte karşı çıkan da olmamıştır. Bununla birlikte krizden sonra İngiltere ve Fransa yeni bir diplomatik çatışma dönemi içine girmiştir.
582
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Alkan Özcan
Kitapta ele alınan bir diğer önemli konu, Eylül 1882 ile Eylül 1884 tarihleri arasında Rusya ile yaşanan detant dönemidir. Bu konu yedinci bölümde ele alınmıştır. Osmanlı’nın Rusya’ya yaklaşmasının nedeni, Mısır’ın İngiltere tarafından işgali ve işgal sırasında Almanya da dahil olmak üzere hiçbir gücün Osmanlı’ya İngiltere karşısında destek vermemesidir. Rusya’nın Almanya ve Avusturya-Macaristan’la girdiği üçlü koalisyonun Rusya’ya Balkanlar’da istediklerini sağlamaması, Rusya’yı Osmanlı’yla doğrudan ilişkiler kurmaya itmiştir. Rusya, gönderdiği elçi ile Sultan’ın ve Yıldız Sarayı’nın özellikle Boğazlar konusunda güvenini kazanmaya çalışmıştır. Ancak girilen detant dönemi Osmanlı’nın Balkanlar’daki güvenliğini sağlamaya yetmemiştir. Kısacası Abdülhamid bu dönemde kendine dost bulamamış, fakat iki düşmandan (İngiltere ve Rusya) birini kendine gerçek düşman olarak seçmiştir: İngiltere. Çünkü Yasamee’ye göre İngiltere Rusya’dan daha zayıf olduğundan Osmanlı için daha güvenli bir düşmandır. Sekizinci bölümün konusu olan Sudan sorunu ve Sudan’daki Mehdî ayaklanması Yasamee’ye göre Mısır’ın işgalinin bir komplikasyonu olarak ortaya çıkmıştır. Mısır’ın işgali Sultan’ın Müslüman tebaası gözündeki prestijine zarar verme riski taşıdığından, her zaman Sultan’ın korktuğu konulardan biri olmuştur. Nitekim İngiltere’nin işgalden sonra Mısır’ı Osmanlı’nın Arap eyaletlerini istikrarsızlaştırmak için bir üs olarak kullanmaya çalıştığını görüyoruz. Sudan’da Mısır ve Osmanlı otoritesine karşı başlatılan ayaklanma, Mısır’daki İngiliz askerlerinin bölgeyi boşaltması tartışmaları sırasında meydana geldiği için Abdülhamid’i zor durumda bırakmıştır. Hatta Osmanlı yönetimindeki bölünmeyi gün yüzüne çıkarttığını söyleyebiliriz. Sadrazam Küçük Said Paşa Sultan’a Osmanlı’nın İngiltere ile birlikte Sudan’a müdahale etmesini önerirken, Abdülhamid bunu reddetmiştir. Çünkü İngiltere’ye güvenmemektedir. Abdülhamid, Mısır’ı boşaltacağına dair İngiltere’den kesin tarih alma konusunda son derece ısrarcı davranırken, bakanların Osmanlı’yı işgalin küçük ortağı yapmaya çalışmaları, Abdülhamid’in dış politikayı tekeline almadaki haklılığını da göstermektedir. Kitabın dokuzuncu bölümünde ele alınan Hasan Fehmi Misyonu (Aralık 1884- Mart 1885), ele alınan on yıllık dönemin en önemli diplomatik misyonlarından birini oluşturmaktadır. Abdülhamid İngiliz karşıtı olmasına rağmen real politikten yana davranarak, teamüllerin dışında Hasan Fehmi Paşayı misyonun başına getirip İngiltere’yi Mısır konusunda ikna etmeye çalışmıştır. Amaç Mısır’ın boşaltılması konusunda İngiltere’den kesin tarih alabilmektir. Hasan Fehmi Rus karşıtlığı ve İngiliz taraftarlığı ile bilinen bir diplomattır. Bölümde misyona içeriden ve dışarıdan gelen tepkiler de ele alınmaktadır. Kitapta ele alınan Penjdeh Krizi (Mart-Haziran 1885) Yasamee’nin çalışmasını özgün kılan noktalardan biridir. Çünkü bu konu Abdülhamid dönemi üzerine yapılan çalışmalarda üzerinde çok fazla durulan bir konu değildir. Yasamee’nin bu konuyu incelemesi, dönemin olaylarına büyük titizlikle eğildiğinin bir göstergesidir. Diğer çalışmalarda bu konunun ele alınmamış olmasının iki nedeni olabileceğini düşünüyoruz: Bunlardan birincisi konuyu içeren arşiv kaynaklarına ulaşılamamış olması, diğeri ise diğer sorunlar kadar hayatî bir sorun olarak düşünül-
F. A. K. YASAMEE, Ottoman Diplomacy: Abdulhamid II and the Great Powers, 1878-1888
583
memesidir. Zira Yasamee’nin de belirttiği gibi Afgan güçleri ile Rusya arasında yaşanan sınır anlaşmazlıklarından doğan bu kriz, her ne kadar İngiltere ve Rusya’yı karşı karşıya getirmiş olsa da Abdülhamid’in politikasında ne İngiltere’ye ne de Rusya’ya doğru bir kayışa neden olmuştur. Abdülhamid iktidarı döneminde dış sorunları çözerken zaman zaman büyük güçleri devre dışı bırakmayı da başarmıştır. Bunlardan biri Bulgaristan’la yaşanan Doğu Rumeli sorunudur. Doğu Rumeli Bölgesi, Bulgarların Osmanlı valisini silah zoruyla kovmaları ve bölgeyi ilhâk ettiklerini ilan etmeleriyle yeni bir gerginliğin kaynağı olmuştur. Aralık 1885 ile Haziran 1886 arasında gündemi işgal eden mesele konusunda Abdülhamid büyük güçleri devre dışı bırakmak suretiyle görüşmeleri doğrudan Bulgaristan Prensi Alexander ile yürütmüştür. Hatta Prens ile bir düzenlemeye dahi ulaşmıştır. Bu düzenleme bir taraftan Bulgaristan’ı Osmanlı’ya daha çok bağlarken, diğer taraftan büyük güçlerin müdahalesini de zorlaştırmıştır. Haziran-Aralık 1886 tarihleri arasında yeniden gündeme gelen Batum, Boğazlar ve Mısır meseleleri kitabın on dördüncü bölümünde incelenmektedir. Bu dönemde Rusya Berlin Anlaşmasıyla Rusya’ya verilen Batum’un statüsünü Berlin anlaşmasını ihlal ederek değiştirmeye çalışmıştır. Rusya’nın amacı Berlin Anlaşmasının silahsızlandırılmasını öngördüğü Batum’u silahlandırarak, Karadeniz’de askerî bir deniz üssü elde etmek suretiyle Anadolu’da Osmanlı’ya karşı sürekli bir askerî tehdit oluşturmaktır. Bu şekilde Boğazlar konusunda Osmanlı’ya baskı yapabileceğini düşünmektedir. Bu dönemde Abdülhamid ve danışmanları İngiltere ve Rusya arasında bir ittifakın gerçekleşebileceği endişesiyle bu iki devletten birine yaklaşılması gerektiği üzerinde durmuşlar; özellikle Sadrazam Kamil Paşa İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında Rusya saldırganlığına karşı Asya’da ortak siyasî çıkarların var olduğunu ve İmparatorluğun varlığının İngiltere için önemli olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca bu dönemde İngiltere ve Rusya Osmanlı üzerinde etki kurmaya çalışmaktadırlar. Önce ikisi ile de ittifaka girmeyen Abdülhamid radikal bir dönüş yaparak Rusya’ya göz kırpmaya başlamıştır. Bunun sonucunda Rusya-Fransa ittifakına yakınlaşan Abdülhamid, Rusya’ya İngiltere’nin korktuğu kadar çok taviz vermemiştir. 1878-1888 yılları arasında uygulanan denge politikasının sonunda Boğazlar’da ve Asya’da (Afganistan’daki Pejdeh bölgesi Krizi bunlardan biridir) İngiltere ve Rusya’nın rekabeti körüklenmekle kalmamış, aynı zamanda Rusya ve Avusturya-Macaristan arasında Doğu Rumeli Krizi nedeniyle Balkanlar’da, yine İngiltere ve Fransa arasında Mısır’da yeni bir rekabet alanı açılmıştır. 1878’de Berlin’de oluşturulan statüko, Bulgaristan’ın Doğu Rumeli’yi içine almak istemesine ve Rusya’nın Batum’u silahlandırmasına rağmen devam etmiştir. Kısacası bu gelişmeler Berlin’i ciddi biçimde değiştirmemiştir. Berlin Anlaşması imzalandığında çok kısa bir süre içinde İmparatorluğun çöküşünü bekleyen büyük güçlerin bu beklentileri gerçekleşmemiştir. Çünkü 1888 yılına gelindiğinde İmparatorluk hâlâ ayaktadır ve bu, büyük güçlere tam anlamıyla bağımlı olmaktan kaçınılarak başarılmıştır. Yasamee’ye göre bu başarının sağlanmasında Abdülhamid’in izlediği dış politikanın katkısı büyüktür. Kısacası Berlin’de oluşan statükoyu devam ettiren, büyük ölçüde Abdülhamid’in kendisidir.
584
TAL‹D, 2(1), 2004, S. Alkan Özcan
1878 ile 1882 yılları arasında Abdülhamid İngiltere’yi devrimci bir güç olarak görürken, Rusya’yı en tehlikeli devlet olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte bu iki devletin de Almanya’ya bağımlı olduğunun farkındadır. Bu nedenle bu yıllar arasında İngiltere’ye karşı çıkılırken Rusya yatıştırılmış, fakat İmparatorluk hiçbirine tam olarak angaje edilmemiş, Almanya’yla yakınlaşmanın yolları aranmıştır. Kitabın beşinci bölümünde anlatıldığı gibi Osmanlı’nın Almanya’ya yakınlaşmasının son derece rasyonel nedenleri vardır: Abdülhamid’in Almanya’nın askerî ve diplomatik yeteneklerinden etkilenmesinin yanı sıra, Almanya’nın Yakındoğu’da herhangi bir tarihî toprak iddiasına sahip olmaması, Osmanlı’nın paylaşılması planlarında büyük güçler arasında yer almamış olması ve Osmanlı’nın gayrimüslim tebaası üzerinde herhangi bir korumacılık iddiasında bulunmaması sayılabilecek nedenler arasındadır. Abdülhamid bu dönemde elde ettiği diplomatik bağımsızlığı Bulgaristan’ın Doğu Rumeli’de genişlemesi ve İngiltere’nin Mısır’da her anlamda yerleşmesi pahasına gerçekleştirmiştir. Ancak Abdülhamid ne Balkanlar’daki ne de Mısır’daki egemenlik haklarından bu dönemde vazgeçmemiştir. Yasamee 1878 ile 1888 arasındaki on yıllık dönemde Abdülhamid’in izlediği dış politikayı “tarafsızlık ve ılımlılık ya da çatışmadan kaçınma” olarak nitelendirmektedir. Bu politika 1894-1896 yılları arasında yaşanan “Ermeni Krizi”ne (bu dönem, Ermeni bölgelerindeki ayaklanmalar, anayasal muhalefet hareketinin başkentte gelişmesi, büyük güçlerin müdahale etmesi tehlikesi ve Yunanistan’la yapılan kısa fakat başarılı savaşı içerir) kadar devam etmiştir. Sözkonusu on yıl içinde Abdülhamid en az kayıpla İmparatorluğun hayatiyetini devam ettirmiştir. Fakat bu yıllardan sonra -1887 Akdeniz Anlaşmasından sonra– büyük güçler arasındaki ilişkiler değişmiş; Avusturya-Macaristan Rusya ile Balkan Yarımadası’ndaki statüko üzerine barış yaparken, İngiltere 1904’de Fransa’yla, 1907’de ise Rusya ile anlaşmalar imzalamıştır. Dolayısıyla kitapta ele alınan on yıllık dönemin, güçler dengesi üzerinde yaptığı etkinin derecesi bir kez daha ortaya çıkmaktadır diyebiliriz. 1902’de Makedonya’da yaşanan hızlı gelişmeler, Balkanlar’da çıkabilecek bir savaş nedeniyle Osmanlı için tehlike çanlarının çalması anlamına gelmekteydi. Abdülhamid’in bu tehlikeye verdiği cevap, askerî olarak hazırlanmak ve aktif bir Balkan diplomasisi izlemek olmuştur. Bu politika 1908’de II. Meşruiyet’in ilanına kadar devam etmiştir. Bu dönemde Osmanlı ciddi toprak kayıpları ile karşı karşıya kalmış, Abdülhamid’in aktif bir denge politikasıyla elde tuttuğu topraklar kısa zamanda elden çıkmaya başlamıştır. 1911’de Kuzey Afrika’da Trablusgarp, 19121913 yılları arasında ise Osmanlı’nın Avrupa’daki Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ’ı içeren tüm toprakları kaybedilmiş ve böylece Birinci Dünya Savaşı’na giden yol açılmıştır. Yasamee’nin çalışmasını özgün kılan en önemli unsurlardan biri de kullandığı kaynakların çeşitliliğidir. Yasamee kitapta hem birincil hem de ikincil kaynakları kullanmıştır, ayrıca sadece Osmanlı arşivlerinden değil Avrupa (Almanya, İngiltere, Avusturya, Yugoslavya, Bulgaristan) ve Rus arşivlerinden de yararlanmıştır. Bu nedenle onu, bu yönüyle de Osmanlı tarihi alanında çalışmalar yapan diğer araştırmacılardan ayrı bir yere koyabiliriz.
585 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 585-589
Necmettin ALKAN, Die deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das osmanische Erbe. Die deutsch-osmanischen Beziehungen in der deutschen Presse 1890-1909, Münster 2003, Doktora Tezi, Freiburg Albert Ludwig Üniversitesi, Münster z 2003. M. Alaaddin YALÇINKAYA* Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı-Alman ilişkileri gerek gelişme ve gerekse sonuçları itibarıyla hem Türk ve Alman tarihlerinin, hem de Avrupa tarihinin en önemli olaylarındandır. Çok boyutlu olan bu ilişkilerin, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasındaki nedenlerden biri olması, bu ehemmiyetin bir kanıtıdır. Oldukça uzun bir geçmişe sahip olan bu ilişkileri, 1190-1761, 1761-1890, 1890-1909 ve 1909-1918 olmak üzere dört ana bölüme ayırmak ve bu şekilde ele almak mümkündür. Tanıtımı yapılan çalışma ise, sondan bir önceki, yani 18901909 zaman dilimini ihtiva etmektedir. Osmanlı ve Almanya Devletlerinin aynı cephede savaşa sürüklenmesi bu dönem içerisinde şekillenmiştir. Daha geniş çerçevede ise, Batılı büyük devletler (İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya), fakat özellikle de Almanya-İngiltere arasındaki sömürgeci rekabeti körükleyen ve devamında ise Osmanlı-Alman mağlubiyeti ile sonuçlanan Birinci Dünya Savaşının başlamasında en önemli kilometre taşlarındandır. Bu dönemin önemini gösteren husus ise, başaktörlerden biri olan Almanya’nın, Osmanlı Devleti’nin son senelerinde dış siyasetteki en önemli figürlerden olmasıdır. Bunun bir sonucu olarak her iki devlet arasında oldukça yoğun bir diplomasi trafiği yaşanmıştır. Bu öneme rağmen Osmanlı-Alman ilişkilerini konu edinen çalışmaların sayısı pek de fazla değildir. Bazı istisnalar dışında, genel olarak İngiltere ve Fransa üzerinde yoğunlaşan Türk tarihçileri, bu alana uzak kalmışlardır. Türkiye bağlamında kayda değer çalışmalar İlber Ortaylı1 ve Rıfat Önsoy’un2 eserleridir. Fakat özellikle de Alman basın organlarının bu ilişkilere bakışını ele alan bir çalışma ise şu ana kadar yapılmamıştır. Almanya’da ise durum biraz daha farklı olmasına rağmen, istenilen seviyeye bir türlü çıkmamıştır. Alman cephesinde üç tane eser hacim olarak dikkati çekmektedir. Bu çalışmaların ilki, van Kampen’in3 doktora çalışmasıdır. 1876-1913 * Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü. 1 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, İstanbul 1998. 2 Rıfat Önsoy, Türk-Alman İktisadi Münasebetleri 1871-1914, İstanbul 1982. 3 van Kampen, Wilhelm, Studien zur deutschen Türkeipolitik in der Zeit Wilhelm II, Kiel, 1968.
586
TAL‹D, 2(1), 2004, M.A. Yalç›nkaya
yılları arasındaki olayları ihtiva eden bu çalışma oldukça hacimlidir. Birtakım Alman entellektüel ve şarkiyatçıların Osmanlı Devleti ile alakalı bazı olaylar hakkındaki görüşlerini tesbit etmeye ağırlık verilmiştir. Dergi ve gazeteleri ise oldukça sınırlı kullanmıştır. Yine bir doktora tezi olan Kössler’in4 eseri ise 1871-1914 yıllarında Osmanlı-Alman iktisadî ilişkilerini ele almaktadır. Kössler de oldukça sınırlı derecede süreli yayın kullanmıştır. Son olarak zikredilmesi gereken akademisyen ise Schöllgen’dir.5 Schöllgen ise 1871-1914 yıllarında Alman-İngiliz Doğu siyaseti bağlamında Osmanlı-Alman ilişkilerine temas etmiştir. Osmanlı Devleti üzerindeki Alman-İngiliz rekabetini oldukça başarılı bir şekilde ele ortaya koyan çalışmada, çok az sayıda gazete ve dergiyi kaynak olarak kullanmıştır. Burada zikredilen bu üç eserin ortak özelliği ise, Alman basın organlarının araştırma malzemesinin sınırlı derecede seçilmesidir. Tanıtımı yapılan bu çalışma ise Türkiye ve Almanya cephesinden bu boşluğu doldurmaktadır. Bu eser, 1890-1909 yılları arasındaki Osmanlı-Alman ilişkilerine ve dönemin birtakım problemli olaylarına Alman basın organlarının yaklaşımlarını içermektedir. Bu çalışmanın sınırlandırıldığı 19 yıllık sürecin başlangıcı olan 1890 yılının önemi, II. Wilhelm’in “dünya siyaseti”ni uygulamaya başlaması ve bunun Osmanlı-Alman ilişkilerinde somut bir şekilde hissedilmesidir. 1909’un önemi ise, bu ilişkilerin gelişmesindeki mimarlardan olan Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve Osmanlı-Alman ilişkilerinde kısa bir süre de olsa muhtemel bir kırılmanın yaşanabileceği söylentilerinin dolaştığı bir yıl olmasıdır. Bilindiği gibi, II. Abdülhamid’e karşı en etkin iç muhalefeti yapan Jöntürkler’in sivil ve elit kanadı, Almanya’nın rekabet halinde olduğu Fransa ve İngiltere gibi devletlerle temas halindeydiler. Buna karşın, 1908 Jöntürk Devrimi’ni başlatan ve başarıyla tamamlayan Osmanlı subaylarının eğitimini ise Alman askerî subayları yapmışlardı. Dolayısıyla Jöntürkler’in sivil kanadında İngiliz ve Fransız etkisi hakimken, askerî kanatta ise Alman nüfuzu sözkonusuydu. Tanıtımı yapılan bu çalışmada, esas olarak Alman basın organlarından farklı ideolojik görüşlere mensup dört adet günlük gazete ve altı adet aylık dergi seçilmiştir. Bunlar sırasıyla; liberal görüşlü Frankfurter Allgemeine und Handelsblatt (1856-1943), Katolik Germania (1871-1938), liberal ve merkeze yakın Kölnische Zeitung (1802-1945) ve sosyalist Vorwärts (1876-1933)’dir. Dergiler ise, aşırı milliyetçi ve sömürgeci çizgiye sahip olan Alldeutsche Blätter (1894-1919), liberal eğilimli ve merkeze yakın Grenzboten (1841-1922), emperyalist Preussische Jahrbücher (1858-1935), sosyalist Sozialistische Monatshefte (1897-1933) ve merkeze yakın Zukunft (1892-1922)’dur. Bu Çalışma sekiz bölümden oluşmaktadır. Girişte, konu ile ile alakalı genel bilgiler, konunun neden incelendiği, metot ve ele alınan basın organlarının tanıtımı gibi husulara temas edilmektedir. İkinci bölümde, başlangıcından 1890’a ka4 Armin Kössler, Aktionsfeld Osmanisches Reich. Die Wirtschaftsinteressen des Deutschen Reichs in der Türkei 1871-1908, New York, 1981. 5 Gregor Schöllgen, Imperialismus und Gleichgewicht. Deutschland, England und die orientalische Frage 1971-1914, Münih, 1984.
Necmettin ALKAN, Die deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das osmanische Erbe.
587
darki Osmanlı/Türk-Alman ilişkilerinin bir özeti yapılmaktadır. Bir sonraki bölümde, XIX. yüzyıldaki Alman ansiklopedilerinin Osmanlı Devleti’ni nasıl ele aldıkları üzerinde durulmakta ve ana bölümde ise çalışmanın konusunu teşkil eden hususlar işlenmektedir: Osmanlı Devleti’ndeki Alman faaliyetleri, Osmanlı Devleti’ne Alman ilgisi ve göçü tartışmaları, Ermeni Meselesi, Girit Sorunu, 1897 TürkYunan Savaşı, Kayzer II. Wilhelm’in 1898 Doğu ziyareti, II. Abdulhamid’in Panislamizm siyaseti ve 1908/09 Jöntürk Devrimleri ve Sultan II. Abdulhamid’in tahttan indirilmesi. Metot olarak ise, okuyucuyu konuya hazırlamak amacıyla, her konuya özet halinde bir giriş yazılmıştır. Bu çalışmanın cevaplamaya çalıştığı soru, malzeme olarak ele alınan basın organlarının yukarıda zikredilen olaylara nasıl yaklaştıkları ve bu yaklaşımda ideolojik görüşlerinden hangi oranda etkilendikleridir. Bu çalışmanın ana bölümünün ilk konusu Osmanlı Devleti’ndeki Alman faaliyetleridir. Alman faaliyetleri askeriye, ticaret, demiryolları, din-sağlık ve eğitim gibi alt başlıklarda işlenmiştir. Askerî faaliyetler gerek gazeteler ve gerekse dergilerde fazla bir ilgi görmemişlerdir. Ticarî faaliyetler de aynı şekilde, birkaç istatistikî sonuç ve haberden başka bir yer bulmamıştır. Buna karşın demiryolları ve özellikle de Bağdat Demiryolları hem gazeteler hem de dergiler tarafından büyük bir alaka görmüştür. Basın organları, bu projenin iktisadî ve siyasî önemi üzerinde durmuşlardır. Özellikle de Kölnische Zeitung, Germania ve Alldeutsche Blätter bu projeyi, “büyük bir Alman başarısı” olarak işlemişlerdir.6 Osmanlı Devleti’ne Alman ilgisi ve göçü tartışmaları basın organlarının hepsinde aynı oranda ilgi görmemiştir. Özellikle de miliyetçi ve sömürgeci bir yayın çizgisine sahip olan Alldeutsche Blätter ve Preussische Jahrbücher bu konu hakkında her vesile ile haberler yapmışlar ve yorumlarda bulunmuşlardır. Bu iki organ da, Osmanlı Devleti’nin bir gün mutlaka yıkılacağını ve topraklarının Büyük Devletler tarafından paylaşılacağını iddia ederek, Almanya’nın bundan payını mutlaka alması gerektiğini ifade etmişlerdir. Osmanlı topraklarının muhtemel bir Alman göçüne uygun olup olmadığı tartışmasında ise, genel olarak olumlu görüşler sarf edilmiştir. Bunlardan sadece Vorwärts bu tür iddiaları reddederek, bu tür isteklerin “zayıf kapitalist çığırtkanlar” tarafından gündeme getirildiğini iddia etmiştir.7 Ermeni Meselesi ağırlıklı konulardan bir tanesini oluşturmaktadır. Konunun alt başlıklarında Ermeniler’in durumu, Doğu Anadolu’da Ermeni reformu projesi tartışmaları, 1895 Zeytun İsyanı, 1896 Osmanlı bankası baskını, Ermeni olaylarının nedenleri ve büyük devletlerin Ermeni siyasetleri değerlendirilmektedir. Basın organlarının hemen hemen hepsi Osmanlı tebası Ermenilerin durumlarını son derece müsbet olarak ele almışlardır. Örneğin Kölnische Zeitung, Osmanlı hakimiyeti ile birlikte Ermenilerin kölelikten kurtularak otonom bir statüye ulaştıklarını yazmıştır. Ermeni olaylarında ise Ermeni katliamından bahsetmekle birlikte, olayların çıkmasında Ermenileri suçlamışlardır. Büyük devletlerin tahrikleri, 6 Necmettin Alkan, Die deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das osmanische Erbe. Die deutsch-osmanischen Beziehungen in der deutschen Presse 18901909, Münster 2003, s. 44-77. 7 Alkan, s. 78-89.
TAL‹D, 2(1), 2004, M.A. Yalç›nkaya
588
devrimci Ermeni grupların eylemleri, Osmanlı Devleti’nin geri kalmışlığı, mahallî Osmanlı memurlarının suistimalleri ve Kürt aşiretlerinin saldırıları genel olarak verilen nedenlerdir. Büyük devletlerin, siyasî hedefleri için bu meseleyi kullandıkları da açıkça zikredilmiştir.8 Girit Meselesi ise üç alt başlıktan oluşmaktadır: Basında Girit Meselesi, Yunanlı Prens Georg’un Girit valisi olarak tayini ve büyük devletlerin Girit siyasetleri. Bu olaylar başlangıcından itibaren günlük olarak ajans haberleri ve yorumlar şeklinde verilmiştir. Olayların çıkmasında Yunan tarafını suçlayan gazete ve dergiler, Osmanlı Devleti’nin ise adada asayişi sağlamak için gayret ettiğini kaydetmişlerdir. Bu olaylar karşısında büyük devletlerin isyancılardan yana tutum takındıklarının ve olayları bastırmak isteyen Osmanlı Devleti’nin ise engellendiğinin altını çizmişlerdir. Bunlar arasında en ilginç yorumu ise Grenzboten yapmıştır. Bu dergiye göre, Girit Osmanlı Devleti’nin parçalanması sürecinin tipik bir parçasıdır. Hıristiyanların çoğunlukta yaşadıkları Balkanlar’da yaşananların bir benzerinin şimdi Girit’te cereyan ettiğini yazmıştır. Olaylar sırasında en çok zarar gören kesimin ise Girit Müslümanları olduğu ortak tesbitlerden bir diğeridir.9 Girit olaylarının bir rövanşı olarak patlak veren 1897 Türk-Yunan Savaşı da gazete haberlerinde geniş bir yankı bulmuştur. Cephelerdeki gelişmeler günlük olarak büyük başlıklarla okuyuculara ulaştırılmıştır. Savaşın çıkmasındaki nedenler arasında Yunanistan’ın sınırdaki kışkırtmaları genel bir kabul görmüştür. Bu arada Osmanlı ordularının savaş sırasındaki disiplinli hareketleri ve fethedilen Yunan bölgelerinde gösterdikleri olumlu tutum gazete ve dergiler tarafından takdirle karşılanmıştır. Büyük devletlerin siyasetleriyle alakalı olarak ise, Osmanlı orduları tarafından fethedilen bir tane Hıristiyan köyünün bile Türklere bırakılmayacağı görüşü dikkati çekmektedir. Gerçekten de bu devletlerin araya girmeleri ve aşırı baskıları sonucu imzalanan anlaşma ile, taraflar eski sınırlarına geri çekilmişlerdir.10 Oldukça hassas bir dönemde cereyan eden Kayzer Wilhelm’in Doğu gezisi son derece büyük alaka görmüştür. Tarafların gezi hazırlıkları, gezinin cereyanı, uluslararası basında gezinin yankısı ve Fransız himayesi tartışmaları alt başlıklarıyla ele alınan bu geziye, muhabirler dahi gönderilmiştir. Sultan Abdülhamid tarafından yapılan hazırlıklarla ilgili haberler bir hayli fazla verilmiştir. Bunlar arasında çevre düzenlemeleri ve güvenlikle ilgili haberler ağırlık noktasını oluşturmaktadır. Gezinin amacı olarak ise, genel olarak resmî neden, yani Erlöser Kilisesi’nin açılışı kabul görmekle birlikte, siyasî ve iktisadî sebepler de vurgulanmıştır. Genel kanıya göre ise, bu gezi ile birlikte bölgedeki Alman nüfuzu artmıştır. Fransız himayesi noktasında ise, bu himayeyi tanımakla birlikte Alman vatandaşlarını kapsayamayacağının ve Almanların ancak Alman Devleti himayesinde olabileceklerinin altını çizmişlerdir.11 Varlığı noktasında Türkiye’deki tarihçiler arasında halen süregelen tartışmalarla gündeme gelen Abdülhamid’in Panislamizm siyaseti, sondan bir önceki ko8 Alkan, s. 90-125. 9 Alkan, s. 126-160. 10 Alkan, s. 161-175. 11 Alkan, s. 176-214.
Necmettin ALKAN, Die deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das osmanische Erbe.
589
nuyu oluşturmaktadır. Panislamizm gazeteler ve dergiler arasında fazla bir alaka görememiştir. Bir kısım haber dışında pek fazla yorum çıkmamıştır. Sadece dergilerden Preussische Jahrbücher ve Zukunft’ta iki tane ciddi makale yayınlanmıştır. Bunlara göre ise, böyle bir hareket tarihî ve potansiyel olarak zaten mevcuttur. Temelleri Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Muhammed’e kadar giden bu hareket, Batılı sömürgeci devletlerin İslam coğrafyasındaki saldırgan siyasetlerinden dolayı yükselmeye başlamıştır. Fakat Sultan Abdülhamid bu hareketi kullanmamış ve Hıristiyan halklarla dostça ilişkileri kurmanın en iyi Panislamist siyaset olacağını gördüğünü vurgulamıştır.12 Bu çalışmanın son konusu ise, 1908/09 Jöntürk Devlerimleri ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesidir. Bunun alt başlıkları, basında Jöntürkler, devrimin akışı, karşı devrim ve Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, büyük devletler ve Jöntürk Devrimi’dir. Bu devrim ele alınan basın organlarının büyük ilgisini çekmiştir. Gerek devrimin akışı ve gerekse alakalı yorumlar günlük olarak okuyuculara ulaştırılmaya çalışılmıştır. Orduya hakim olan fakr u zaruret ve bunun Jöntürk subaylar tarafından kullanılması devrimin çıkış noktası olarak görülmüştür. 1909 Devrimi ise, İslâmî kesimde Jöntürk rejimine karşı duyulan tepkinin bir sonucu olarak görülmüştür. Bu bağlamda İngiltere’nin ve kısmen de Rusya’nın bu hoşnutsuzluğu kullandığı da vurgulanmıştır. Tahttan indirilen Sultan Abdülhamid ise, Vorwäts dışında olumlu olarak değerlendirilmiştir. Bunlardan dikkati çeken en ilginç yorum ise, Sultan’ın Osmanlı sultanları arasında en iyi ve akıllılarından biri olduğu ve bunun Batı Avrupalılar tarafından ancak ölümünden sonra kabul edilebileceğidir. Hatta II. Abdülhamid’i sadece iyi bir sultan değil, aksine iyi bir Avrupalı olarak da tanıyacaklarını kaydetmiştir.13 Kısaca özetlenen bu çalışmada varılan sonuçlar şu şekildedir: Ele alınan Alman basın organları o zaman dilimi içerisinde Osmanlı Devleti’ne ve onunla ilgili olaylara fazlasıyla ilgi göstermişlerdir. Bu alaka hem ilgili haberler hem de yorumlarla tesbit edilebilir. İkinci tesbit ise, kaçınılmaz bir vakıa olan gazete ve dergilerin yaptıkları yorumlarda kendi ideolojik görüşlerinden etkilenmeleridir. Vurgulanması gereken son bir nokta ise, bundan sonraki çalışmalarda daha ziyade zamanın büyük devletlerinden Almanya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin basın organlarının birbirleriyle kıyaslanmasıdır. Fakat bu yapılırken, daha sınırlı, hatta tek konu üzerinden, örneğin Ermeni Meselesi gibi, konu seçimi yapılmalıdır. Nitekim bu çalışmada görüldüğü gibi, birçok farklı konunun böylesine tek bir çalışmada ele alınması, konunun ister istemez sınırlandırılmasını gerektiriyor. Bu da eldeki malzemenin yeterince kullanılamaması anlamına gelmektdir. Yoksa, Osmanlı tarihinde son derece önemli olan bu olayların her birinin bağımsız bir çalışmada ele alınması durumunda, daha da ilginç neticelerin çıkacağı aşikârdır. 12 Alkan, s. 215-229. 13 Alkan, s. 230-282.
590
TAL‹D, 2(1), 2004, M.A. Yalç›nkaya
591 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 591-596
Engin Deniz AKARLI, The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits in Ottoman Politics Under Abdulhamid II (1876-1909): Origins and Solutions, Doktora tezi, Princeton University, Department of History, 1976, 295 + X. Ebubekir CEYLAN* II. Abdülhamit dönemi son dönem Osmanlı tarih yazıcılığının en problematik dönemlerinden biridir. Bu dönemde yaşanan gelişmeler sadece dönemin entelektüel, siyasî ve ilmî zevatını belli kamplara ayırmakla kalmamış, dönem hakkında yazı yazan günümüz araştırmacılarını da belli ideolojilerin etkisinde bırakmıştır. ‘Kızıl Sultan’, ‘Ulu Hakan’ yaklaşımlarının uzun süre bu literatüre hakim olduğunu, fakat artık ‘ne Kızıl Sultan ne Ulu Hakan’ türü yaklaşımların sayıca arttığını görmekteyiz. XIX. Yüzyıl tarih yazıcılığına da damgasını vuran ve yakın zamana kadar çok daha net hissedilebilen bu tarafgir yaklaşımın Garbçı-Şarkçı, reformistgelenekçi, seküler-İslamcı dikotomilerine dikkat çeken Engin Deniz Akarlı, doktora teziyle II. Abdülhamit dönemi çalışmalarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu bağlamda eser, bu dönemin Osmanlı modernleşmesinin bir parçası olduğu hususuna ve Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki sürekliliğe vurgu yapmasıyla modern Türkiye’nin tarih yazımında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Halen Amerika’da Brown Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olan Engin Deniz Akarlı daha ziyade son dönem Osmanlı Lübnan’ı üzerine yazdığı The Long Peace: Ottoman Lebanon 1861-1920 adlı eseri ile tanınan bir tarihçi olmakla beraber, kendisinin, II. Abdülhamit döneminin çeşitli veçhelerini incelediği basılmamış doktora tezi de en az diğer çalışmaları kadar önemlidir. Başlığından da anlaşılacağı üzere Akarlı’nın doktora çalışması üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Tanzimat döneminden I. Dünya Savaşına kadar bütün alanlarda hissedilen yoğun Avrupa baskısı ele alınmakta; ikinci bölümde XIX. yüzyılın son çeyreğindeki kriz yönetiminde kurumsal bir çözüm bulma arayışındaki başarısızlıklara ve paşalar mücadelesine değinilmekte; son bölümde ise bu dönemdeki Osmanlı hükümetlerinin hedefledikleri politikalar için gerekli olan finansal kaynak arayışı üzerine odaklanılmaktadır. Bu sacayağından oluşan model ile Akarlı bir anlamda II. Abdülhamit dönemini anlamada dahilî ve haricî * Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü, öğretim görevlisi.
592
TAL‹D, 2(1), 2004, E. Ceylan
konjonktürle ekonomik gelişmelerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu, dolayısıyla da birlikte değerlendirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. II. Abdülhamit dönemine ilişkin eserlerin tarih yazımı açısından değerlendirildiği bir giriş bölümünden sonra, birinci bölümde Osmanlı Devleti üzerindeki yoğun Avrupa baskısına ve bu baskıya karşı Osmanlı bürokratlarının izledikleri politikalara değinilmektedir. Rusya’nın Boğazlar ve sıcak denizlere olan ilgisine ve bölgede ilerlemesine paralel olarak, uluslararası arenadaki üstünlüğü bariz bir şekilde hissedilen İngiltere’nin de Osmanlı coğrafyasına ilgisinin arttığı görülmektedir. Mehmed Ali Paşa isyanını fırsat bilen İngiltere, Osmanlı Devleti’nin iç politikasına müdahalelerde bulunarak 1838 Ticaret Anlaşması gibi önemli imtiyazlar kazanmıştır. Akarlı’ya göre Osmanlı Devleti eyaletlerdeki ayaklanmaları bastırmayı ve ayanların gücünü kırmayı ancak İngiltere’nin nüfuzu altına girme bahasına başarabilmişti. Rus nüfuzuna karşı İngiltere’nin bölgede gücünü artırması kolaylaştırılmış ve 1854’teki Kırım Savaşında da Rusya’ya ağır bir darbe vurulmuştu. Yazar bu dönemdeki Avrupa baskısını şu tespitle ifade etmektedir: Avrupa baskısı ve kapitülasyonlar nedeniyle Hariciye Nezareti’nin yazışmalarının onda dokuzu dahilî meseleler üzerinedir. Tanzimat döneminde Reşid, Âli ve Fuad Paşaların inandıkları çözüm Avrupa ile, özellikle iktisadî alanda, daha sıkı ilişkiler kurmaktı. Akarlı’ya göre bu dönemde yapılan (mülkiyet hakkı, serbest ticaret ve gayrimüslim ahalinin sosyal ve hukukî statüsü konularındaki düzenlemeler gibi) reformlar Osmanlı’nın, dünya düzeninin merkezindeki hegemonik güçlere (Londra ve Paris) daha sıkı bağlanmasına neden oluyordu. Aralık 1876’da İstanbul’da Avrupalı güçler İmparatorluğun geleceğini tartışırken Osmanlı Devleti toplantıya alınmamıştı bile! Akarlı, II. Abdülhamit’in önceleri İngilizlerle iyi geçinmeye özen gösterdiğini, fakat özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinden sonra tavır değiştirdiğini ve Osmanlı’nın parçalanmasında çıkarı olmayan tek Avrupalı güç olarak gördüğü Almanya ile yakın ilişkiler kurduğunu ifade etmektedir. İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı işgal etmesi II. Abdülhamit’in İngiltere’den bağımsız dış politika izlemesine neden olmuştu. Yazara göre Sultan böylece İngiltere’nin konumunu ‘süper güçlükten’, ‘eşitler arasında önceliğe’ indirgemeye çalışmaktaydı. Balkanlarda ise Osmanlı politikası Balkan devletleri arasındaki farklılıklara ve Avusturya-Macaristan ile Rusya arasındaki rekabete dayanmaktaydı. Akarlı’nın tezine göre II. Abdülhamit’in dış politikadaki siyaseti şöyle özetlenebilir: Avrupalı güçleri birbirlerine karşı oynamak suretiyle dış politikada manevra alanları oluşturmak, Osmanlı’nın pazarlık gücünü artırmak ve dahilî meselelere yabancı müdahalesini sona erdirmek. Ekonomik ve siyasî güçten yoksun olan Osmanlı Devleti bu hedeflere ancak dengeleri gözeten ve taktiklere dayalı bir dış politika ile ulaşabilirdi. Akarlı’nın eseri II. Abdülhamit’in dış politikadaki hedeflerine ulaşmak için izlediği taktik ve uygulamaları da izah etmektedir. Bu bağlamda Abdülhamit’in sarayda, Avrupalı güçlerin takip ettiği politikalarla ilgili olarak Avrupa basınını takip
E.D. AKARLI, The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits...
593
ettirdiği ve dışişleri memurlarının doğrudan saraya raporlar sunduğu görülmektedir. Sultanın Avrupa siyaseti hakkındaki engin bilgisi İstanbul’daki yabancı diplomatları da hayrete düşürmekteydi. Osmanlı Sultanının dış politikada kullandığı taktiklerden biri de Rusya, Avusturya-Macaristan ve Fransa gibi devletleri bazen ekonomik bazen de siyasî ilişkilerle nötralize etmekti. Örneğin Anadolu ve Suriye demiryollarında Fransızlara imtiyazlar verilmesi, Ortadoğu’daki İngiliz etkisini dengelemek için Bağdat demiryolunun inşasının Almanlara verilmesi gibi. Yazarın tespitine göre Avrupalı güçlerin baskıda bulundukları önemli hususlardan biri de İmparatorluk içerisindeki gayrimüslimlerin statüleriydi. Tanzimat dönemindeki bürokratlardan farklı olarak II. Abdülhamit Türk ve müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelere ehemmiyet verdi. Zaten kaybedilen savaşlar sonunda Müslümanlar İmparatorluktaki nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Bu dönem Osmanlı nüfusuna ilişkin bilgiler dinî ve etnik unsurlara göre tablolar halinde tezde sunulmaktadır. Akarlı’ya göre, II. Abdülhamit Hıristiyan nüfusun yoğunlaştığı vilayetlerde adem-i merkeziyetçi reform isteklerine karşı çıkarken, özellikle Arap topraklarında idarî konularda yerel ayan ile işbirliğine gitmiştir. Demiryolu ve telgraf gibi altyapı çalışmalarının bu bölgelerde yoğunlaşması da Sultan’ın bu bölgelere verdiği öncelikten kaynaklanmaktaydı. Abdülhamit büyük güçlerin müdahil olduğu bir savaşın patlak vermemesi için elinden geleni yapmış, bunun için de komşu ülkelerle iyi geçinmeyi hedef edinmiş, hatta şiddetli çarpışmalardansa küçük fedakârlıkları ve tavizleri tercih etmişti. Bu uğurda mesela Almanya’nın desteğini sağlamak amacıyla AvusturyaMacaristan’ın Bosna-Hersek’i ve 1885’te de Bulgarların Doğu Trakya’yı işgal etmelerini kabul etmek durumunda kalmıştı. Hatta Yunanlılarla ilişkilerin bozulmasını engellemek için Abdülhamit’in İstanbul’un fethi kutlamalarını dahi yasakladığını bu çalışmadan öğreniyoruz. Dönemin dahilî ve haricî meselelerine ilişkin önemli tespitlerde bulunurken döneme ilişkin çeşitli anekdotları aktarmayı da ihmal etmeyen Akarlı, konuyu daha renkli hale getirmiştir. II. Abdülhamit’in bu bağlamda, örneğin, huzurunda diplomatik teamüllere aykırı tavırlar sergileyen İngiliz elçisi Philip Currie’yi bir kış mevsiminde soğuk odada bekletmek suretiyle intikam alması, aslında eli kolu bağlı bir devlet adamının gerçekler ile vicdanı arasında sıkışmasının bir örneğini göstermektedir. Akarlı II. Abdülhamit’in dış politikasının (Doğu Anadolu ve Ermeniler üzerindeki İngiliz müdahalesinin etkisizleştirilmesi gibi) bazı konularda başarılı olsa da, genel olarak bakıldığında Batılı güçlerin müdahalesinin engellenmesi hususunda başarılı olarak değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Sultanın ‘İslâmcı’ siyasetinin dahi mutlak anlamda hedeflerine ulaşmadığını savunan yazara göre, yüzyılın sonuna doğru İngilizlerin Doğu Akdeniz’deki hakimiyetlerini güçlendirmeleri, Abdülhamit’in İngiltere’ye karşı Rusya ve Fransa ile yakınlaşmasının yetersiz kaldığını göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik krizden kurtulabilmesi için ihtiyacı olan tek şey barıştı. Bunun farkında olan II.
594
TAL‹D, 2(1), 2004, E. Ceylan
Abdülhamit elindeki bütün imkanları kullansa da İmparatorluğun sonunu getiren savaşları geciktirmekten fazla bir şey yapamamıştı. Eserin ikinci bölümü Osmanlı bürokrasisindeki kamplaşmalar nedeniyle Osmanlı hükümetlerinin, İmparatorluğun içinde bulunduğu krize kurumsal bir çözüm bulamaması üzerine yoğunlaşmaktadır. Tanzimat dönemine ilişkin önemli ve kapsamlı açıklamaların yer aldığı bu bölüm Mustafa Reşit, Âli ve Fuad Paşaların Bâb-ı Âli’deki en etkin isimler olduğu ve iktidarın tamamen Bâb-ı Âli’de yoğunlaştığı hususları üzerinde durmaktadır. Bu dönemde idarî mekanizmanın bürokratikleştirildiği hususu da işlenen konular arasındadır. Âli Paşanın ölümüyle siyasî anlamda bir istikrarsızlık dönemine girildiği ve 1871-76 yılları arasında dokuz sadrazamın görev yaptığına dikkat çekildikten sonra bu sadrazamlar iki grupta değerlendirilmektedir: Başını Mahmud Nedim Paşanın çektiği ve padişahın otoritesini yeniden tesis etmeye çalışan grup ile başını Midhat, Hüseyin Avni ve Rüştü Paşaların çektiği ve sadâretin etkinliğini ve ademi merkeziyetçiliği savunan ikinci grup. Abdülhamit iktidarına kadarki beş yıllık döneme bu iki grubun rekabeti damgasını vurmuş görünmektedir. Bölümün devamında Abdülhamit’in, iktidarını pekiştirdikten sonra Bâb-ı Âli’yi kendi kontrolüne alması, iç ve dış dengeleri gözeterek sadrazamları değiştirmesi ve sadrazamlardan Tunuslu Hayrettin Paşa, Kamil Paşa, Cevad Paşa ve Halil Rıfat Paşa ile nasıl çalıştığı incelenmektedir. Akarlı’ya göre II. Abdülhamit’in iktidarın merkezine kendisini getirmesi Bâb-ı Âli ile çatışmasına neden olmuştu ki, buna ilk karşı çıkan Tunuslu Hayrettin Paşaydı. Güvenlikle ilgili meselelerde ve valilerle yapılan yazışmalarda sadâretin devre dışı bırakılması Hayrettin Paşayı rahatsız etmekteydi. Çünkü Paşa her işte sorumlulukların paylaştırılmasını, sadrazamla nazırlar arasındaki ilişkilere sarayın karışmamasını, meclis-i vükelânın kolektif bir sorumluluğa sahip olmasını ve önemli siyasî meselelerde Sultanın meclis-i vükelâya danışmasını, kısaca, Bâb-ı Âli’nin yeniden etkin konuma gelmesini istiyordu. Bunları gerçekleştiremeyeceğini anlayan Hayrettin Paşa istifa etti. Akarlı, neticede Sultanın otoritesinin güçlendiğini ve 1881-91 arası dönemde Bâb-ı Âli ile saray arasında daha yumuşak ve nispeten pürüzsüz ilişkiler yaşandığını aktarmaktadır. İngiliz politikalarına yakınlığı nedeniyle ‘İngiliz Kamil’ olarak anılan ve bu nedenle Abdülhamit tarafından uyarılan Kamil Paşa, Rusya’ya karşı İngiltere’ye yaklaşmayı savunmuştur. İngilizler Paşaya özellikle doğudaki Ermenilerle ilgili reform yapılması için baskıda bulunmuştur. Bu durumun uzaması üzerine Abdülhamit Kamil Paşanın istifasını istemiştir. İngilizlerin doğu vilayetleri ve Ermeniler hakkındaki reform talepleri Cevad Paşa zamanında da devam etmiştir. Bu dönemde İngilizlerin Ermenilere konsolosları aracılığıyla yardım ettikleri de görülmektedir. Bu baskılara sadrazamların yeterince karşı koyamadıkları açıktır. Abdülhamit bu nedenle Bâb-ı Âli’nin dış politika konularında sarayla daha yakın ilişkide bulunmalarını istemiştir. Tezin üçüncü bölümünde ise Abdülhamit dönemi malî problemleri işlenmektedir. II. Abdülhamit iflas etmiş bir ekonomi devralmıştı. Önceki dönemlerde alı-
E.D. AKARLI, The Problems of External Pressures, Power Struggles, and Budgetary Deficits...
595
nan dış borçlar İmparatorluğun üretim kapasitesini artıracak işlerde değil carî harcamalarda kullanılmıştı. Osmanlı arşivinden tespit edebildiği çeşitli bütçeleri inceleyen Akarlı, Abdülhamit döneminde bütçelerin nasıl oluşturulduğu ve bu bütçelerdeki rakamların nasıl değerlendirilmesi gerektiği üzerinde dururken, araştırmaya esas alınan dönemi öncesi ve sonrasıyla da karşılaştırmaktadır. Bütçedeki gelirlerin nerelerden geldiği ve toplam gelir içindeki yüzdeleri hem tablolar halinde gösterilmiş hem de tablodaki rakamlar yorumlanmıştır. Akarlı bu bölümde özellikle öşür vergisine vurgu yapmaktadır. Tarımsal gelirlerde en önemli problemin öşrün toplanması olduğu üzerinde durulmakta; ister mültezim isterse hükümet memurları tarafından toplansın öşrün önemli bir kısmının, üreticiden toplanmasından devletin kasasına sıcak para olarak girişine kadar üçüncü şahıslar tarafından kendi çıkarlarınca kullanıldığı belirtilmektedir. Ayrıca öşrün zamanında nakde çevrilememesinin gelir kaybına neden olması ve yerel memurların öşrü pazarlarda nakde çevirmede sıkıntı çekmelerinden dolayı öşrün memurlar tarafından toplanmasına sıcak bakılmadığına değinilmektedir. Öşür ihalelerine yeteri kadar müteşebbisin girmemesi dolayısıyla rekabetin olmaması, hatta ihaleye girenlerin kendi aralarında anlaşmaları, karşılaşılan en önemli sorunlardandır. Genellikle Temmuz sonunda ihale edilen öşür, sıkı pazarlıklar nedeniyle Eylül sonuna kadar uzadığından üretici zor durumda kalmıştır. Bütün bunlara uluslararası piyasalardaki ucuz tahıl fiyatları da eklenince Osmanlı tarım sektörü rekabet edememiştir. Akarlı’nın tespitine göre 1876-1906 yılları arasında Osmanlı’nın gelirleri yıllık ortalama % 0.1 azalırken, devletin ekonomideki rolü 1874-76 arasında % 7-8’den 1909’da % 19.7’ye yükselmiştir. Diğer gelir kaynakları arasında olan tekel gelirleri (tütün, tuz, demiryolları vs.) toplam gelirin yaklaşık %10’udur. Gümrükler ise en muntazam gelir kaynağıdır. Osmanlı yönetimi her ne kadar gümrük tarifelerini değiştirme salahiyetine tek başına sahip olmasa da, gümrük idarelerinin geliştirilmesi dahi gümrük gelirlerini artırmıştı. Osmanlı’nın gelirleri artsa da, giderler daha hızlı artmaktadır. Toplam gelirin % 25-30’u borç ödemelerine gitmektedir. Osmanlı borçlarını duyûn-ı muntazama, duyûn-ı gayr-i muntazama ve kâime ile ilgili borçlar olarak üçe tasnif eden yazar, Abdülhamit’in, Mısır’da olduğu gibi Avrupa’nın direkt müdahalesi yerine Duyûn-ı Umûmiye’nin kurulmasına razı olduğunu ifade etmektedir. Bu haliyle II. Abdülhamit’i yabancı müdahalesini kolaylaştırmakla sorumlu tutanlara karşın, Akarlı Sultan’ın Tanzimat bürokratlarına göre daha az dış borçlanma gerçekleştirdiğini rakamlarla belirtmektedir. Ayrıca bazı paşaların önemli miktarda sermaye biriktirmeleri ya da devleti zarara sokan girişimlerde bulunmalarından haberdar olmasına rağmen, sırf bu paşaların muhalefetinden sakınmak için Abdülhamit’in bunlara göz yumduğu da belirtilmektedir. Gelirin % 50’sini tüketen askerî harcamalar ise bu dönemdeki en önemli gider kalemidir. Osmanlı Devleti hem coğrafî olarak hem de nüfus olarak küçülmesine rağmen idarî giderlerde artış gözlenmektedir. Yazar giderlerdeki bu artışın, merkezî idarenin vilayet idarelerindeki
596
TAL‹D, 2(1), 2004, E. Ceylan
müdahalesinin artmasından kaynaklandığını ifade etmektedir. İktisadî anlamda II. Abdülhamit’in hedefi finansal özgürlüğün kazanılması için dış borçların bir an evvel ödenmesi ve buna bağlı olarak da üretim kapasitesini ve devletin gelirini artıracak finansal bir alt yapının oluşturulmasıdır. Engin Deniz Akarlı’nın 1976 yılında yazdığı doktora tezinin modern Türkiye tarihini inceleyen sosyal bilimciler için çığır açıcı özelliği olduğu söylenebilir. Bu tezdeki bölümlerin her biri sonraki yıllarda akademisyenlerce detaylı monografik çalışmalarda incelenmiştir. Bu nedenle Akarlı’nın doktora tezinde incelenen konular bugün, yazımından yaklaşık otuz sene sonra, daha detaylı bilinse de, bu eser II. Abdülhamit dönemine ilişkin önemli bir çalışma olma özelliğini korumaktadır. Eserde kullanılan dipnotlardaki detaylar ve kaynakça kısmının zenginliği de önemli katkı niteliğindedir. Bu tez sadece diplomatik tarih ya da son dönem Osmanlı iktisat tarihi açısından değil, aynı zamanda son dönem Osmanlı tarih yazıcılığı bakımından da büyük önem taşımaktadır. Son derece akıcı bir (İngilizce) üslup ile yazılan bu eserin kitap olarak basılmaması ve Türkçeye çevrilmemiş olması üzüntüyle karşılanacak bir durum olsa da tezdeki bazı bölümlerin makaleler şeklinde çeşitli akademik dergilerde ve edisyon kitaplarda yayımlanması sevindiricidir.1 Eserin aradan geçen bu kadar süreye rağmen kitap olarak basılmamasının, Akarlı’nın mükemmeliyetçi yapısından kaynaklandığını söylemek mümkündür. II. Abdülhamit dönemine ilişkin yapılan ilk akademik çalışma olarak değerlendirilen bu eser son dönem Osmanlı tarihi ve modern Türkiye tarihini anlamak için şüphesiz en önemli çalışmalardan birisidir.
1 Yazarın yayımlanan ilgili makaleleri için bkz. “Economic policy and budgets in Ottoman Turkey, 1876-1909”, Middle Eastern Studies, (July 1992, c. 28, sy. 3); “1872-1916 Bütçeleri Işığında Osmanlı Maliyesinin Sıkıntıları”, İstanbul Üniversiesi İktisat Fakültesi Mecmuası, (Cilt: 38, Sayı: 1-2, 1982); “Abdulhamid’s Islamic Policy in the Arab Provinces”, Türk Arap İlişkileri: Geçmişte, Bugün ve Gelecekte, 18-22 Haziran 1979 içinde (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Türkiye ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü, 1980); “Ottoman Historiography”, Middle East Studies Assocation Bulletin, (July 1996, Vol. 30, No: 1 s. 33-36); “The Tangled Ends of an Empire”, Laila Tarazi Fawaz and C. A. Bayly (eds.,) Modernity and Culture from the Mediterranean to the Indian Ocean, 18901920 içinde (New York: Columbia University Press, 2001).
551 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 551-575
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi* Fahrettin ALTUN** Giriş Yön dergisini1 Türk sol tarihi içerisindeki radikal yönelimlerden biri olarak değerlendirmek ya da onu sol Kemalizmin beşiği olarak ele almak yaygın bir tavırdır. Dergi, bir taraftan, kendisini çıkaran öncü kadronun sosyalist fikirleri nedeniyle radikal Türk solu içerisinde konumlandırılırken, diğer taraftan içerdiği Kemalist ton sebebiyle sol Kemalizmin köşe taşlarından birisi olarak görülür. Her ne kadar derginin kalkınma konusuna yaklaşımına dikkat çeken sınırlı sayıda bazı önemli analizler söz konusu olsa da, siyasî ve sosyal tarih çalışmalarında Yön, ya radikal bir sol harekete ya da sol Kemalist bir ideolojiye atıf yapmaktadır. On dokuzuncu yüzyıldan bu yana Türk düşüncesinin başlıca tartışma konusu; Batılılaşma, bir başka deyişle çağdaşlaşmadır. Bu tartışmanın ne tarafında durulduğu, çoğu zaman siyasal kimlikler arasındaki çizgilerin berraklaşmasını ya da silikleşmesini belirleyen temel bir unsurdur. 1960’ların Türkiyesi’nde de aynı tartışma sürmektedir. Çağdaşlaşma, bir üst ideoloji olarak o dönemde de geçerliliğini korumaktadır. Ancak bu dönemde tartışmanın üzerinden yürütüldüğü kavram “kalkınma”dır. Yön dergisinin, dönemin başat problemi olan “kalkınma” meselesine yaklaşımını merkeze alarak, onun hakkında yorum yapmak, bize, özelde Yön dergisi genelde de dönemin entelektüel ve siyasî ortamı hakkında kapsayıcı bir perspektif geliştirme imkanı sunacaktır. Gerek derginin kendi önüne koyduğu siyasal hedeflerin niteliği, gerekse de dergiyi çıkaran kadronun siyasî ve entelektüel kimlikleri bu tartışma ekseninde yerli yerine oturabilecektir. Yön dergisini kalkınma söylemi ve modernleşme ideolojisi ile ilişkisi temelinde ele alan bu yazıda, derginin maddî özellikleri, kurucu kadrosu, çıkış gerekçesi, öncelikli tartışma alanları ve siyasal hedefleri, dönemin Türkiye ve dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler doğrultusunda çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu yazıda * Beyazıt Devlet Kütüphanesi Süreli Yayınlar Bölümü çalışanlarına teşekkürlerimi sunuyorum. ** İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora öğrencisi. 1 Her ne kadar Yön, kendisini bir gazete olarak nitelemiş ve alt başlığına “haftalık gazete” ibaresini koymuşsa da, süreç içerisinde kendisi ile ilgili olarak oluşan literatürde “Yön dergisi” ifadesi yerleşmiştir. Buna binaen bu yazıda da Yön için “dergi” nitelemesi tercih edilecektir.
552
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
ayrıca Yön dergisinin ürettiği “siyasal muhafazakâr”lık da tartışmaya açılacaktır. Zira, örtülü ya da açık bir biçimde, çağdaş Türk düşünce tarihi içerisinde Yön dergisini “ilerici” bir dergi olarak nitelemek genel geçer bir tavır halini almıştır ve bu tutumun tartışılması gerekmektedir. Elbette bu tartışmanın ilericilik-gericilik kavram çiftinin sunduğu dar perspektif içerisinde yapılmaması da Türk siyasî düşüncesinde yer eden böylesine önemli bir derginin doğru okunabilmesi için bir zorunluluktur. Yön dergisi ile ilgili olarak bugüne dek yapılmış en kapsamlı ve sistematik çalışma Hikmet Özdemir’e aittir. Özdemir’in Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi isimli eseri gerek bu konuda yapılmış ilk akademik çalışma olması gerekse de inceleme nesnesini başarılı bir biçimde çözümlemesi dolayısıyla kendisinden sonra bu konuda yapılan çalışmalara öncülük etmiş, adeta konusunun klasiği olmuştur. Özdemir’in doktora tez çalışmasını Yön dergisinin kurucularından Mümtaz Soysal’ın tez danışmanlığında gerçekleştirmesi de çalışmanın niteliği açısından önemli bir katkı oluşturmuştur. Özdemir’in çalışması hâlâ aşılabilmiş değildir.2 Okuduğunuz yazı, Özdemir’in eserini nitelik itibariyle aşma çabası içe2 Hikmet Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986. Eserin ikinci baskısı Sol Kemalizm adıyla çıkmıştır. Bkz. Hikmet Özdemir, 1960’lar Türkiyesinde Sol Kemalizm :Yön Hareketi, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993. Bunun yanında yine Özdemir’in Doğan Avcıoğlu’nun yazılarını ve ölümünden sonra hakkında yazılanları derlediği çalışması da dikkate değer bir çalışmadır. Özdemir kitaba ayrıca Avcıoğlu’nun yaşamı ve düşüncesi üzerine kısa bir bölüm ile Avcıoğlu’nun eserlerinin bibliyografyasını da eklemiştir. Bkz. Hikmet Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2000. Türkiye siyasî tarihi kitaplarının ilgili bölümleri dışında Yön dergisi (hareketi) ve kadrosu ile ilgili olarak anılması gereken eserlerin başında Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler isimli kitabının beşinci cildi gelir. Kitabın “Yön: Şiddet ile Demokrasi” başlıklı bölümü Yön dergisi, kurucuları ve derginin ideolojik alt yapısı ile ilgili önemli veriler sunmaktadır. Bkz. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler 1830-1980 Beşinci Kitap, Ankara: Tekin Yayınevi, 1988, s. 636-679. Yön dergisi ile ilgili olarak derginin kapandığı ve haftalık Devrim gazetesinin çıkmaya başladığı günlerde yazılmış ve adeta bir “ağabey” edasıyla Yöncü “gençler”e nasihatte bulunan (eleştiriler yönelten) bir metin de Hikmet Kıvılcımlı’ya ait olan 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi isimli yapıttır. Bkz. Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, İstanbul: Ant Yayınları, 1970. Yıldız Serter, kaleme aldığı Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız’ın “Kemalist Devrimciler” adlı bölümünde Doğan Avcıoğlu’nun ve arkadaşlarının fikirlerini tartışır. Bkz. Yıldız Serter, Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız, İstanbul: Cem Yayınevi, 1978, s. 5370. Zikredilmesi gereken bir diğer çalışma H. Bayram Kaçmazoğlu’na aittir. Kaçmazoğlu, eserinin “Yön-Devrim Grubu ve Zinde Güçler Teorisi” başlıklı bölümünde Yön’ün görüşlerini değerlendirmektedir. Bkz. H. Bayram Kaçmazoğlu, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a Türkiye’de Siyasal Fikir Hareketleri, İstanbul: Birey Yayınları, 1995, s. 40-78. Bunların yanında dergi ve derginin önde gelenleri ile ilgili olarak kaleme alınan gazete ve dergi yazılarının listesi için bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, s. 347-351. Söz konusu listeye şu yazılar da eklenmelidir: Mehmet Arı, “Yön Hareketi”, Birikim, 1994, sy. 67; Kurtuluş Kayalı, “Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi”, Tarih ve Toplum, 1988, c. 9, sy. 51; Orhan Koloğlu, “Tarihin Bunalımı ve D. Avcıoğlu ile Bir Söyleşi”, Özgür İnsan 5, 1977, sy. 39; Elçin Macar, “Doğan Avcıoğlu ve 12 Mart”, İktisat Dergisi, 1992, sy. 332; Hikmet Özdemir, “Jakoben Bir Aydının Yaşamından Çizgiler”, Toplumsal Kurtuluş, Kasım 1987; Hikmet Özdemir, “Kalkınmada 2
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
553
risinde olmasa da bugünden yakın dönem Türk siyasi düşünce tarihine bakarken bazı yeni sorular sormak mümkün gözükmektedir. Eğer bu yazı bu bağlamda ufak da olsa bir katkı sağlarsa amacına ulaşmış olacaktır. Dergi ve Kurucu Kadro Yön Dergisi, 27 Mayıs ihtilalinin ardından oluşan siyaset ve düşünce ortamı içerisinde, dönemin ve geleceğin Türkiye siyasetinde söz sahibi olmak isteyen bir grup sol yönelimli aydının biraraya gelerek çıkardığı, temelde “Üçüncü Dünyacı” bir Kemalizm yorumunu benimseyen, iktisadî kalkınma olgusunu ülkenin başlıca amacı olarak tayin eden, bu doğrultuda bir kalkınma felsefesi üretme iddiasında olan ve toplumsal sorunların aşılmasından ekonomik problemlerin çözümüne kadar geniş bir yelpazede devlet müdahalesinin gerekliliğini savunan haftalık bir dergidir. Yön, ilk olarak 20 Aralık 1961 tarihinde yayın hayatına başlamış ve on dört aylık zorunlu kesinti evresi de dahil edilirse yaklaşık yedi sene yayın hayatını sürdürmüştür.3 Yön’ün kurucu babası hiç kuşkusuz Doğan Avcıoğlu’dur.4 Avcıoğlu, iktisat ve siyasal bilimler alanında yaptığı yüksek öğrenimini Fransa’da tamamlamış, daha sonra da Londra’ya gitmiştir.5 1955 yılında Türkiye’ye dönmüş ve Merkez Bankası Etüd Bürosu’nda raportörlük ve Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistanlık yapmıştır.6 Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü ile aynı binada bulunan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistanlık yapan Mümtaz Soysal ile tanışmış ve dostlukları burada ilerlemiştir. 1956 yılından itibaren Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal’ın da aralarında bulunduğu haftalık Akis dergisi kadrosu içeBir Strateji Arayışı Yön Hareketi”, Maliye Yazıları, 1988, sy. 14-15. Tüm bunların yanında Yön dergisi yazarlarından bazılarının dergide yer alan yazılarının kitaplaştığını ifade etmekte yarar vardır. Örnek olarak bkz. Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, Ankara: Yön Yayınları, 1964; İdris Küçükömer, Cuntacılıktan Sivil Topluma İstanbul: Bağlam Yayınları, 1994. Son olarak belirtilmesi gereken ilginç bir nokta da Batılı siyaset bilimi literatüründe Yön dergisi (hareketi) ile ilgili olarak bazı değiniler dışında yapılmış müstakil bir çalışmaya rastlanmamasıdır. Bu bağlamda başarılı bir değerlendirme için bkz. M. Hakan Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, Religion and Global Politics, New York: Oxford University Press, 2003, s. 64. 3 Özdemir, Yön dergisinin ilk çıktığı yıllarda otuz bin civarında olan tirajının yayın hayatına tekrar başladığı yıllarda on binler civarına düştüğünü belirtmektedir. Bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, s. 54. 4 Avcıoğlu’nun şimdiye dek yazılmış en ayrıntılı yaşam öyküsü için bkz. Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, s. 11-46. 5 Avcıoğlu’nun yaşadığı “Batı tecrübesi”, Türk Batılılaşma tarihinde eşine sık rastlanır bir biçimde, onun üzerinde merkezî bir etki yaratmıştır. (Bu yönüyle Hikmet Özdemir’in Avcıoğlu için kullandığı “Jön Türk” benzetmesi çok yerindedir. Avcıoğlu özellikle Fransa’da kaldığı zaman zarfında Türkiye ile Batı ülkeleri arasında bir kıyaslamaya gitmiş ve aradaki “uçurum”un farkına varmıştır. Özdemir, Avcıoğlu’nun Paris’te iken Fransız politikacı Pierre Mendes France’ın “parlamentoya karşı güçlü hükümet” görüşünden etkilendiğini söyler. A.g.e., s. 13. 6 A.g.e., s. 348.
554
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
risinde yer alan7 Avcıoğlu, bu sıralar haftalık Kim dergisine de yazı vermektedir. İlhami Soysal’ın söylediğine bakılırsa; Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal kendi tarzlarında bir dergi çıkarma düşüncesini, Akis dergisi kadrosu içerisinde yer aldıkları bu günlerde dile getirmeye başlamışlardı.8 Ulus gazetesinde de yazılar yazan Avcıoğlu, 1958 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin Araştırma Birimi’nde müdür yardımcılığı görevine getirilir. Avcıoğlu, CHP Araştırma Birimi’nde çalışmadan önce, Paris’ten arkadaşı Turan Güneş’in kurucuları arasında bulunduğu Hürriyet Partisi’nin araştırma komitesinde çalışmıştır.9 1958 yılından itibaren Avcıoğlu’nun CHP Genel Merkezi’ndeki bürosu Yön dergisine kaynaklık edecek olan görüşmelerin yapıldığı mekan halini alır. 27 Mayıs ihtilalinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis’e Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal CHP kontenjanından girerler. Bu sıralarda İlhami Soysal da Ankara basın temsilcisi olmuştur. Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal, Kurucu Meclis’te CHP’den Trabzon il meclisi üyesi olarak bulunan Cemal Reşit Eyüboğlu ile tanışmışlar ve yeni anayasa tartışmaları sırasında birbirleri arasında bir yakınlık doğmuştur. Eyüboğlu, Paris Üniversitesi’nde hukuk doktorasını tamamlamış, ülkeye döndüğünde Maliye Bakanlığı’nda genel müdürlük yapmış ve 1946-1950 arasında CHP Trabzon milletvekilliği görevini icra etmiştir. Yön dergisinin çıkmasında en büyük maddî katkıyı Cemal Reşit Eyüboğlu sağlamıştır.10 Yavaş yavaş oluşmaya başlayan bu ekibin Kurucu Meclis içerisinde Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Muammer Aksoy, Altan Öymen, Bahri Savcı ve Coşkun Kırca gibi, Kurucu Meclis dışından da Şevket Süreyya Aydemir, Osman Nuri Torun, Necat Erder, Atilla Karaosmanoğlu, Atilla Sönmez, Niyazi Berkes, Sadun Aren, Güney Özcebe, Adil Aşçıoğlu ve Mehmet Erdemir gibi isimlerle ilişkileri söz konusudur. Bu ekibin, ayrıca basında da İlhan Selçuk başta olmak üzere, Çetin Altan, İbrahim Çamlı, Turhan Selçuk ve Abdi İpekçi ile bir yakınlıkları bulunmaktadır. Dergi kurulurken “çekirdek kadro” beş kişiden müteşekkildir: Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu.11 Bu isimler, birlikte, 1961 yılının 20 Aralıkında Yön dergisinin ilk sayısını çıkarırlar. Bu isimlerden ilk dördü aynı zamanda derginin önde gelen yazar7 Yine Özdemir’den öğrendiğimize göre, Akis dergisinin sahibi Metin Toker, Avcıoğlu’nun Paris’ten arkadaşıdır. A.g.e., s. 14-15. Ne var ki, ilerleyen yıllarda Toker ile Avcıoğlu yolları ayrılacak, zıt kutuplara düşeceklerdir. Bkz. Hasan Cemal, Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 1999, s. 163. 8 İlhami Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”, Milliyet, 27 Ocak 1988. 9 Avcıoğlu Hürriyet Partisi’nin araştırma komitesinde Şerif Mardin, Coşkun Kırca ve Aydın Yalçın ile birlikte çalışmıştır. Özdemir, Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türkün Ardından, s. 15. 10 Eyüboğlu, aynı zamanda Yön dergisinin devamı olarak görülen ve 1967-1971 yılları arasında yayın yapan Devrim adlı haftalık gazeteye de destek olmuştur. Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”. 11 Derginin iç ve dış hamaliyesini yüklenen ve Doğan Avcıoğlu’nun ağabeyi olan Hamdi Avcıoğlu’nun da ismini zikretmek gerekmektedir. Bkz. İlhan Selçuk, “Yeni Ufuklara Doğru Yol Alırken”, Yön, 1967, sy. 222; Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
555
larıdır. Ne var ki on birinci sayıya kadar jenerikte yalnızca Doğan Avcıoğlu’nun ismi “İmtiyaz Sahibi ve Mesul Müdür” sıfatıyla görünür. On birinci sayıdan itibaren jeneriğe konulan “kurucular listesi”nde sırasıyla Cemal Reşit Eyüboğlu, Mümtaz Soysal ve Doğan Avcıoğlu’nun isimleri yer alır. Doğan Avcıoğlu ismi on birinci sayıdan sonra da “İmtiyaz Sahibi ve Mesul Müdür” olarak geçmeye eder. Derginin baş yazılarını çoğunlukla Doğan Avcıoğlu yazmıştır. Hikmet Özdemir, Yön dergisinin yazar kadrosunu dört grupta toplamaktadır. Birinci gruba derginin kurucu kadrosu girer. Bunlar, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal’dır. İkinci grupta derginin yönetiminde fiilî olarak görev almamakla birlikte yazdıkları yazılarla derginin ideolojik çerçevesini biçimlendiren Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Sadun Aren yer alır. Üçüncü grupta Cahit Tanyol, İdris Küçükömer, Fethi Naci, Rauf Mutluay, Adil Aşçıoğlu, Atillâ İlhan, Mehmed Kemal, Erol Ulubelen, Çetin Altan, İbrahim Çamlı isimleri bulunmaktadır. Dördüncü grupta, Nimet Arzık, Hasan Hüseyin, Ayperi Akalan, Nijat Özön, Muzaffer Erdost, Memet Fuat, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Mustafa Ekmekçi, Selahattin Hilâv, Arslan Başer Kafaoğlu, Mehmet Karabulut, Yaşar Kemal, M. Şükrü Koç, Melih Cevdet Anday, Hayati Asılyazıcı, Behzat Ay, Türkkaya Ataöv, Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Taner Timur yer almaktadır.12 Yön Dergisinin Çıkış Gerekçesi ve Dayandığı İlkeler Yön ilk sayısında aralarında özellikle kamu görevlilerinin çoğunlukta olduğu 146 kişilik bir grup tarafından imzalanan bir bildiri yayımlar.13 Bu bildiri Yön’ün neden çıkmaya başladığının yanıtını veren ve derginin tüm yayın hayatı boyunca takip edeceği doğrular bütünü hakkında muhatabına oldukça net fikirler sunan bir metindir.14 Yön dergisinin ve hareketinin oturduğu siyasî ve düşünsel zemin hakkında aynı derecede önemli bir diğer metin de Yön’ün kurucu kadrosunun oluşumuna öncülük ettiği Sosyalist Kültür Derneği’nin (SKD) “Kuruluş Bildirisi”dir.15 Bu iki bildiri metninden yola çıkarak, derginin kuruluş felsefesini ve savunduğu temel ilkeleri çözümleme imkanına sahibiz. Sözkonusu iki bildirinin de temel vurgusu, ülke kalkınmasının ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken bir amaç olduğudur. Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmanın, sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini kökleştirmenin yegâne yolu hızlı bir şekilde kalkınabilmektir.16 Yüksek bir kalkınma hızı için gerekli olan şey ise, kalkınmanın önemine inanmış kararlı bir siyasal kadronun varlığıdır.17 Ancak bu hızlı kalkınma sosyal adalet ilkesi gereğince sağlanmalı, kalkınma 12 Soysal, “Yön Kurucusu Cemal Bey”. 13 Bildiriyi daha sonra 878 kişi daha imzalar. Bildiriye imza atanların tam listesi için bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, 301-27. 14 “Yön Bildirisi”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1. 15 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”, Yön, 13 Şubat 1963, sy. 61. 16 “Yön Bildirisi”. 17 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”.
556
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
uğruna toplumda bir uçurum meydana getirilmemelidir.18 Kalkınma sürecinin sosyal adalet ilkelerine uygun bir şekilde yönlendirilmesi için iktidarın buna imkan tanıyacak bir yapıda olması gerekir.19 Görülebileceği gibi hızlı ve sosyal adalet ilkesi uyarınca gerçekleştirilmesi gereken kalkınma, siyasi bir iktidar yapısını zorunlu kılmaktadır. Zira toplumdaki sorunlar giderek büyümekte, buna karşılık hızlı değişim sürecine düzenli bir biçimde yön verilememektedir. Böyle olunca da, örneğin, dengesiz bir şehirleşme ortaya çıkmakta ve bu da toplumsal güvenliği sarsacak meselelerin doğmasına sebebiyet vermektedir.20 Düzenli ve kütlesel müdahale için “Türk toplumuna yön verebilecek durumda bulunan çevrelerin açık bir kalkınma felsefesi üzerinde anlaşmaları” gerekmektedir.21 Eğer kalkınma amacı gerçekleştirilirse, ülkedeki ekonomik krizin dolaysız bir sonucu olarak gündeme gelen hızlı nüfus artışı, göç, gecekondu, işsizlik, açlık gibi toplumsal sorunlar da aşılabilecektir. SKD’nin kuruluş bildirisinde Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında kalkınma konusunun sıklıkla gündeme geldiği, ancak ülkede uygulanan kapitalist kalkınma yönteminin ne hızlı bir gelir artışı sağlayabildiği ne de toplumdaki dengesiz gelir dağılımının önüne geçebildiği belirtilmektedir. Bu doğrultuda metinde şöyle bir tarih okuması ile karşı karşıya kalırız: Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devlet “sınıfsız bir toplum yaratma” ilkesi gereğince hareket etmiş ancak zamanla bundan vazgeçilmiş, bunun yerine “keskin sınıf farkları yaratan bir gelişme metodu” tercih edilerek sınıf çatışmalarına zemin hazırlanmıştır. Çok partili döneme gelindiğinde demokrasinin şeklî unsurları dahi uygulanmamış, bu devirde aydınlar siyasal sistemin şekilsel yönlerine ilişkin sınırlı tartışmalar yapmışlardır. Çok partili dönemdeki “baskıcı uygulamalar da düşünce üretimine engel olmuştur”.22 Bu süreci 27 Mayıs hareketi noktalamıştır. 27 Mayıs hareketi bu çok partili düzene karşı “halk tepkisinin bir sonucu olarak” ortaya çıkmıştır. Bu hareket, “Türk aydınlarının çoğunluğu için bir uyanma ve arama devresinin başlamasına yol açmıştır”.23 Bu dönemde aydınların ufku açılmış, bir önceki dönemde geçerli olan düşünsel sığlığın farkına varılmaya başlanmıştır. Sonuçta, bu dönemde toplumsal meseleler üzerinde daha geniş bir çerçevede düşünme imkanı doğmuştur. Buna rağmen kapitalist bir düzen içerisinde kalkınma esasını kabul eden bir siyasal kadro iktidara gelmiş ve bu dönemde planlı kalkınma düşüncesi yalnızca şekilsel olarak kabul görmeye başlamıştır. Gelinen noktada, mevcut idarî yapı “hızlı kalkınma” ve “sosyal adalet ilkesi uyarınca kalkınma” amaçlarını sağlayabilecek nitelikte değildir. Oysa Türk toplumunun bir çıkışa ihtiyacı vardır. Bu çıkışı sağlayacak olan şey ise sosyalizmdir. 18 “Yön Bildirisi”. 19 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 20 A.g.y. 21 “Yön Bildirisi”. 22 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 23 A.g.y.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
557
Sosyalizmi bir kalkınma yöntemi olarak gören bu yaklaşıma göre, “azgelişmiş ülkelerin sosyal adalet içinde hızlı kalkınmalarını sağlayacak tek metod” sosyalizmdir. Zira sosyalizm ile insan ve doğa kaynakları akılcı bir biçimde kullanılır, toplumun imkanları ve yaşama gücü artar, fırsat eşitliği ve sosyal adalet sağlanır.24 Sosyalizm, “demokratik düzen içinde hızlı, sömürücü olmayan dengeli bir kalkınmanın tek yolu”dur.25 Sosyalizm SKD bildirisinde şu şekilde tanımlanır: “Toplum refah ve saadetini fert ve zümre çıkarlarının üstünde tutan bir dünya görüşünden hareket eden, bunu gerçekleştirmek üzere halka dayanan ve halka yönelen bir toplum düzeni kurmak amacını benimseyen, bu düzeni kurmak ve yaşatmak için, memleketteki sosyal ve iktisadi münasebetleri bilimsel bir görüş açısı içinde inceleme ve akılcı esaslara göre düzenleme yolunu seçen, bir düşünce ve davranış sistemidir.”26 Söz konusu sosyalist kalkınma yöntemi “sosyalist bir karma ekonomi” öngörür ve devlet müdahalesi bu ekonomi içerisinde en merkezî unsurdur. Yön grubu, bu devlet müdahalesini “yeni devletçilik” olarak adlandırır. Yeni devletçilik anlayışı, Yön’ün kalkınma felsefesinin merkezinde yatmaktadır. Zira azgelişmiş bir ülkede özel teşebbüsün öncülük edeceği kalkınma yavaş, sıkıntılı, maliyetli ve toplumsal adaletsizliklere yol açacak şekilde olacaktır. “Böyle bir kalkınma, siyasi gücü geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden, demokratik de değildir.”27 Kâr esasına göre hareket eden özel teşebbüs, kalkınmanın gerçekleşmiyor olmasından kâr elde edebileceği için bu noktada bir gayret sarf etme gereksinimi hissetmemektedir. Bu nedenle, “milli servet” en yararlı işlere değil, en kârlı işlere yönlendirilmektedir. “Günümüzde hiçbir azgelişmiş memleket bunları göze alamaz.”28 Bu çerçevede, İngiltere ve Fransa’daki “bazı sanayi kollarının devletleştirilmesi”nin örnek gösterildiği “Yön Bildirisi”nde, yeni devletçilik anlayışının “şuurlu devlet müdahalesi” olarak anlaşıldığı belirtilmektedir. Buna göre, millî tasarrufun büyütülmesi, millî gelirdeki artışların önemli bir kısmının tasarrufa yöneltilmesi, vergilerde verimin arttırılması, iktisadî hayatın bütünsel anlamda planlanabilmesi, çiftçinin teşkilatlandırılması, boş duran iş gücünün üretime yönlendirilebilmesi, küçük sanayide kooperatifçiliğin geliştirilmesi, ancak devlet müdahalesi ile başarılabilir. Uygulanacak yeni devletçilik ile gelir dağılımındaki adaletsizlikler ortadan kaldırılacak, sosyal güvenlik sağlanacak, toplumun sömürüsü engellenecek ve bölgeler arası dengesizlik ortadan kaldırılabilecektir. “Devletçilik, demokratik rejimin sadece bir şekilden ibaret kalmasını önleyip, demokrasinin kütlelere malolmasını sağlayacak temel müdahale vasıtasıdır.”29 Kalkınmanın, oluşması muhtemel yan etkileri de yine devletçilik aracılığıyla ortadan kaldırıla24 A.g.y. 25 A.g.y. 26 A.g.y. 27 “Yön Bildirisi”. 28 A.g.y. 29 A.g.y.
558
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
bilecektir. Geliştirilecek bu “yeni devletçilik” anlayışı ile ülkenin bütün imkanları harekete geçirilebilecek, yatırımlar hızla arttırılacak, iktisadî hayat bütünüyle planlanabilecek, kitleler sosyal adalete kavuşturulabilecek, istismar ortadan kaldırılabilecek ve demokrasi kitlelere maledilebilecektir. Bu sosyalizm anlayışı “milliyetçi” bir sosyalizmdir. SKD bildirisinde bu milliyetçiliğin kesinlikle “aldatıcı ve gerici” bir milliyetçilik olmadığı iddia edilir. “Türk sosyalistlerinin milliyetçiliği, halka dayanan ve halka yönelen, halk için ne yapılacağını açıklayan, Türk toplumunun birbirini sömürmeyen, birbirine saygı ile bağlı fertlerden kurulan bir ulus yaratmak isteyen, uluslararası düzende kişiliği olan ve kendine güvenen ve saadetini uluslararası barış ve saadetin bir unsuru sayan bağımsız bir Türkiye kurmak amacına yönelik bir milliyetçiliktir.”30 Milliyetçi özelliğinin yanında Türk sosyalizmi aynı zamanda “hürriyetçi” bir sosyalizmdir. Bunun, “kişiyi ve emeği en büyük değer saymak” olduğu söylenmektedir. Bahsi geçen her iki bildiri de kalkınma kavramı ekseninde sosyalizm, milliyetçilik, devletçilik, demokrasi vb. kavramları tartışmakta ve bu doğrultuda Türkiye toplum ve siyasetine bir yön çizme kaygısı göze çarpmaktadır. Her iki bildiri de Batılılaşmanın Batı’nın üretim seviyesine ulaşmakla mümkün olabileceğinin altını çizmekte, bu doğrultuda kalkınma vurgusu yapmakta, sosyalist kalkınma yönteminin millî kurtuluş hareketinin devamı, milliyetçi karakteri haiz bir model olduğu iddiasını öne sürmektedir. Kalkınma, aynı zamanda, Batılılaşma projesinin önemli bir unsuru olan akılcı düşüncenin toplum tarafından içselleştirilmesine de imkan tanıyacaktır. Bu bildiride öne çıkan tüm bu kavramlar dergi sayfalarında tartışılmaya devam edecektir. Derginin Öncelikli Tartışma Alanları ve Siyasal Hedefleri Bu kısımda Yön’ün temsil ettiği siyasî çizgi açısından can alıcı nitelikteki tartışmalar üzerinde durulmaya çalışılacaktır.31 Bu bağlamda dergi sayfalarında tartışılan ve bu yazının sınırları çerçevesinde özellikle üzerinde durulması gereken konuların şunlar olduğunu düşünüyoruz: Atatürkçülük (Kemalizm), sosyalizm, devletçilik, milliyetçilik, demokrasi ve zinde kuvvetler. Kalkınma konusu tüm bu kavramlar işlenirken sürekli olarak gündeme geleceğinden onunla ilgili ayrı bir başlık açmayacak, kalkınma konusundaki değerlendirmelerimizi bir sonraki bölüme saklayacağız. Yukarıda adı geçen bütün bu konuların dergide nasıl değerlendirildiğini ortaya koyduğumuzda Yön’ün siyasî kimliğini ve Türk siyasî düşüncesindeki yerini de tespit etmiş olacağız. Birazdan da göstermeye çalışacağımız gibi, adı geçen kavramlar etrafında aslında genellikle benzer bir tartışma yürütül30 “Sosyalist Kültür Derneği Kuruluş Bildirisi”. 31 Yön Dergisi sayfalarında hangi tartışmaların yer aldığı ve hangi yazarların ne tür konuları hangi sıklıkla işlediği ile ilgili olarak Hikmet Özdemir’in yaptığı tasnifler oldukça yararlıdır. Bkz. Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, “Ek-3: Yön’de Birden Fazla Yazısı Çıkanlar, Yazma Sıklıkları ve En çok İşledikleri Konular”, s. 328-333; “Ek-4: Yön’de İşlenen Konular ve Sıklık Dağılımları”, s. 334-336.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
559
mektedir. Kavramlar arasındaki içiçeliğe Yön hakkında yazanlar da dikkat çekmişlerdir. Ne var ki ortada bir içiçe geçme, bir kesişmeden ziyade bu kavramların birbirleriyle aynîleştirilmesi durumu söz konusudur. Bu kavramlar etrafında Yön dergisi ile ilgili onlarca formülasyon üretilebilir. Ancak biz şu kadarını söylemekle yetinelim. Yön’ün beslendiği yerli kaynak Kemalizm, Türk toplumunun önüne koyduğu temel hedef kalkınma, önerdiği yöntem sosyalizm ve devletçilik, bu yöntemi ehlîleştirmek, Türk toplumu ve siyaseti ile barışık kılmak için başvurduğu kavramlar milliyetçilik ve demokrasi, siyasete etki etmek için yardıma çağırdığı aktör ise zinde kuvvetlerdir. Atatürkçülük (Kemalizm) Yön dergisi, 1932-1935 yılları arasında çıkan Kadro dergisine benzer bir biçimde, Kemalizmi dönemin şartlarına göre yeniden yorumlama girişimi olarak okunabilir.32 Ancak Yön dergisinin Kemalizmle ilişkisi tek başına “Kemalizmi dönemin şartlarına göre yeniden yorumlamak” gibi “rasyonel” bir ilişkiden daha fazlasını içermektedir. Bu anlamda Kemalizmin Yön dergisi açısından yalnızca bir meşruiyet kazanma aracı olarak kullanıldığını söylemek de son derece yetersiz bir açıklama biçimidir. Zira dergi sayfalarına yansıdığı kadarıyla Yöncü düşünürler açısından Atatürkçülük ideal bir gerçeklik durumu, varoluşsal olarak kendilerini anlamlandırma gerekçesidir. Dergide gündeme getirilen konuların pek çoğunda Atatürk’ün düşünce, söz ve eylemlerini yorumlamak ve yapılan yorumları birer nihaî referans olarak sunmak genel geçer bir tavırdır. Yöncü düşünürlere göre Atatürk doktrinlerinin 1960’lı yıllarda uygulanmaya konması, doğrudan doğruya sosyalist bir sistem inşa etmek anlamına gelmektedir.33 Atatürk doktrinleri Türk sosyalizminin ve Türk devletçiliğinin temel unsurlarını yansıtmaktadır.34 Yöncü düşüncenin benimsediği kapitalist olmayan kalkınma yönteminin kaynağında da yine Atatürk ilkeleri olduğu öne sürülmektedir. Avcıoğlu’nun ifadeleriyle, “(…) kapitalist olmayan gelişme yolu, aslında Atatürk’ün büyük bir sezişle bulduğu devletçilik ve halkçılık ilkelerinin uygulanmasından başka bir şey değildir”.35 Çağın gelişme hızına erişebilmenin temel şartı Atatürk doktrinlerinin uygulanmasıdır.36 Yön yazarları, savundukları sosyalist ve devletçi kalkınma anlayışının, özel teşebbüs karşıtlığının ve anti-emperyalist tutumun Atatürkçü çizginin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu savunurlar. 32 Yön ve Kadro dergileri arasındaki benzerlik ve farklılıklara Hikmet Özdemir dikkat çekmektedir. Bkz. a.g.e., s. 273-76. 33 Örnek olarak bkz. Doğan Avcıoğlu vd., “Açık Oturum: Atatürk’ün Özlediği Türkiye’yi Kurabildik Mi?”, Yön, 7 Kasım 1962, sy. 47. Aynı açık oturumda Atatürk’ün Kadro dergisini kendisine tevdi ettiği Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk ilkelerinin “milli sosyalizm” demek olduğunu öne sürer. 34 Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7. 35 Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizmden Önce Atatürkçülük”, Yön, 10 Nisan 1963, sy. 69. 36 Bkz. Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”.
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
560
Ekmeği bile bulamıyan en ilkel, en yüz kızartıcı koşullar altında yaşıyan halka sırtını dönüp, özel girişimi desteklemiye devam edersek, Atatürk’ün devletçilik, halkçılık, devrimcilik ilkelerini çiğnemiş olmıyacak mıyız? ‘İktisadi siyasetimizin amaçlarından biri de genel çıkarları doğrudan doğruya ilgilendirecek iktisadi kurum ve teşebbüsleri devletleştirmektir.’ Diyen Atatürk, halkın yararına bir ekonomi düzeninin gereğine inanmıştı. Emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkıyordu. (…) Atatürk, ekonomik kalkınmamızın devletçilik yoluyla başarılacağını biliyordu. Devletçiliğin de bir devlet kapitalizmine değil, toplum çıkarına iş gören bir makine olması gerektiğini, sık sık tekrarladığı ‘Halk Hükümeti’ deyimi ile belirtir.37
Yön, vermek istediği mesajları Atatürk üzerinden vermek istemekte, yaptığı tarih okuması38 ile sunmaya çalıştığı önerilerin haklılığını ortaya koymaya çabalamaktadır. Her şeyden önce Türkiye’nin karşı karşıya olduğu durumun 1920’lerin Türkiyesi ile benzerlik gösterdiği tezi Yön yazarlarının itibar ettikleri bir yaklaşımdır.39 Nasıl ki o günün “devrimcileri” o çıkmazdan çıkmışlarsa, bugünün devrimcileri de Atatürkçülüğe sarılarak aydınlığa çıkacaklardır. Ne var ki, Atatürk’ün açtığı toplumsal, siyasî, kültürel ve ekonomik yapıda devrimci değişimler öngören süreç kesintiye uğratılmıştır. Bu sürecin akamete uğramasının/uğratılmasının sebebi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Atatürk döneminde sahip olduğu devrimci özelliğini yitirmesidir.40 Yön yazarlarının bir misyon duygusuyla altını çizdikleri nokta, Atatürk’ün başlattığı ancak kesintiye uğrayan sürecin, tamamına erdirilmesi gerektiğidir. “Samimi ihtilalciler”in yaptıkları inkılapların tamamlanması gerekmektedir.41 Yön dergisi sayfalarında yer alan yazılarda, 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan “Birinci Büyük Millet Meclisi” ideal bir meclis olarak görülür ve Kemalist halkçılık anlayışının bu mecliste ortaya konduğu öne sürülür. Büyük Millet Meclisi, Subaylar, memurlar, küçük kasaba tacirleri ve çeşitli din adamlarından kuruluydu. Mecliste büyük ticaret ve sanayi âlemini temsil eden kimse yoktu. (…) Bu Meclis, halkçı bir Türkiye özlemi etrafında birleşti. Birinci Büyük 37 Behzat Ay, “Ekonomide Atatürkçülük”, Yön, 14 Kasım 1962, sy. 48. 38 Yön, Cumhuriyetin ilk yıllarında oluşturulmuş olan resmî tarih perspektifinden beslenmektedir. Osmanlı toplum, ekonomi ve devlet yapısı ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler başta olmak üzere Yön’deki tarih okumaları üzerine başlı başına bir çalışma yapmak, oldukça verimli sonuçlar ortaya koyabilecektir. 39 Örnek olarak bkz. Doğan Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”, Yön, 7 Kasım 1962, sy. 47. 40 Örnek olarak bkz. Sırrı Hocaoğlu, “Rejimin Gizli Hastalıkları: CHP Devrimcilikten Nasıl Uzaklaştı?”, Yön, 27 Aralık 1961, sy. 2. Buna karşılık “Mustafa Kemal’in getirdiği ilkeler daha uzun yıllar hayatiyetini muhafaza edecektir. Buna sahip olanlara başarı yolları ardına kadar açıktır”. Şevket Süreyya Aydemir, Artisto mantığı nasıl Ortaçağ hristiyanlığının skolastik temeli olmuşsa aynı şekilde Atatürkçülüğün de CHP’nin devrimci vasfını yitirmesi ile başlayan süreçte bir “şekil ve surete” indirgendiğini anlatır. Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Fikir Atatürkçülüğü ve Kelime Atatürkçülüğü”, Yön, 24 Ocak 1962, sy. 6. 41 Örnek olarak bkz. Turhan Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: II Mustafa Kemal ve Halk Partisi Devri”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
561
Millet Meclisinin 21 Ekim 1920 tarihli beyannamesi, bu halkçılık görüşünü ortaya koyar.42
Bu beyannamedeki; ‘halkçılık programı’ içerde kapitalizme, ağalığa ve eşraf idaresine karşıdır. Halkın doğrudan doğruya çalışan sınıfları ile iktidarı ele almasını istemektedir. Bu görünüşe o vakit verilen İçtimai Uhuvvet ve Teavün kelimelerinin bugünkü karşılığı SOSYALİZM’dir. (…) Birinci Büyük Millet Meclisi bu esaslara bağlı kaldığını icraatı ile de göstermiştir.43
Yön yazarları Kemalizm ve sosyalizm ilişkisini ortaya koyarlarken en fazla halkçılık kavramına vurgu yapmışlardır. Yöncülere göre “halkçılık, kapitalizme, ağa ve eşraf idaresine karşı olması, doğrudan doğruya çalışan sınıfların iktidarı ele alması demekti. Bugün bu görüşün adına Sosyalizm diyoruz”.44 Cumhuriyetin kuruluş yıllarında temel prensip olarak kabul edilen halkçılık, CHP’nin zamanla uyguladığı kötü politikalar dolayısıyla bir devlet felsefesi olmaktan çıkmıştır. Zamanla bürokrasi ve eşraf arasında kurulan ittifak, devlet ve halk arasında bir uçurumun oluşmasına yol açmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatılan devrimler yarım kalmıştır. Örneğin köklü bir toprak reformu gerçekleştirilememiş, dolayısıyla da toplumsal ve ekonomik yapının bütünsel olarak dönüşümü sağlanamamıştır. Yine aynı şekilde halkın çağdaşlaşmasına öncülük eden Köy Enstitüleri kapatılmış ve Köy Enstitülerinin başlattığı “hamle” yarım kalmıştır.45 Her ne kadar sosyalizm ve Kemalizm arasında doğrudan bir özdeşlik kurma girişimi dergi sayfalarında açıkça göze çarpıyorsa da Kemalizm konusuna teorik bir çerçeve kazandırmaya çalışan Niyazi Berkes, Yön’e yazdığı yazılarla bu bakış açısına daha mutedil bir şekilde yaklaşır. Berkes’in bu bağlamda yazdığı yazıların önemi, bizzat bu konuyu esas alıp işlemeye çalışmasıdır. Berkes’e göre “Mustafa Kemal’in en büyük başarısı ve Kemalizmi gerçek bir devrim yapan tarafı Türkiyenin ulusal bir devlet olarak kurulmasını, ortaçağ kalıntısı bir rejime son vermeyi sağlaması olmuştur.”46 Kemalizmin öneminin, eskinin olumsuzluklarından sıyrıl42 Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”. 43 Turhan Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: I Kuvvayı Milliye Devri”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24. 44 Avcıoğlu, “Kaynağa Dönüş”. Halkçılık konusunda dergide Ziya Gökalp’e yapılan olumlu atıflar dikkat çekicidir. Bkz. “1923’de yayınladığı Yeni Türkiye’nin Hedefleri adlı seri yazısında Gökalp halkçılığın hedeflerini isabetle çizmiştir: ‘Halkçılık esareti, reayalığı, feodalizmi, emperyalizmi, istibdadı, şövenizmi, taassubu, hülasa hürriyet ve müsavata aykırı ne kadar müesseseler varsa hapsini ortadan kaldırmaya çalışan bir mefkuredir.’” Tokgöz, “Halkçılığın Hikayesi: II Mustafa Kemal ve Halk Partisi Devri”. 45 Yön dergisinin 17. sayısı “Köy Enstitüleri Özel Sayısı” adını taşımaktadır. Derginin kapağında 10-12 yaşlarında bir erkek bir ve kız çocuğunun fotoğrafı yer almakta, fotoğrafın altında ise büyük harflerle şunlar yazılmaktadır: “Bu iki çocuk Köy Enstitülerinin ilk öğrencileriydi...Şimdi Samsun’da köy çocuklarını okutuyorlar...Enstitü olmasaydı köyde cehaletle kaybolup giderlerdi”. Yön, 11 Nisan 1962, sy. 17. 46 Niyazi Berkes, “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz: VII - Atatürkçülük Nedir Ne Değildir?”, Yön, 27 Şubat 1963, sy. 63.
562
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
mayı becerebilmesi ve toplumu temelden değiştirmeye cesaret edebilmesi olduğunu düşünen Berkes, Kemalizmin üç temel prensibinden bahseder. Bunların birincisi, halkçılıktır. Halkçılık, içeride saltanat ve hilafet rejimine dışarıda Batı emperyalizmine karşı üretilmiş bir doktrindir. İkinci prensip, ulusçuluktur ve Berkes’e göre bu ulusçuluk anlayışı Turancılığın ve İslamcılığın ulusçuluk anlayışından farklıdır. Berkes, Atatürk’ün sosyalizmin bir ideal olarak kalması gerektiğini söylerken, diğer tüm milliyetçilikleri sert bir dille eleştirdiğinin altını çizer. Kemalizmin üçüncü prensibi ise devrimciliktir. Berkes, Kemalist felsefede devrimciliğin “toplumsal değişmeye engel olan geleneksel fikir, değer ve kurumları ortadan kaldırmak” anlamına geldiğini ifade eder. Berkes’e göre devrimcilik ilkesinin varlık sebebi gericilikle başa çıkmaktır. Berkes, Kemalizmi bir “ideoloji” olarak değerlendirmemek gerektiğini ifade etmektedir. Zira Kemalizm tüm ideolojilerin üstündedir. Berkes, eğer gelecekte Türkiye’de ciddî bir sosyalizm vücut bulacaksa bunun Kemalizmi reddederek olamayacağını, onu bir referans çerçevesi olarak alması gerektiğini ifade eder. Berkes’e göre, sosyalizmin doğrudan Kemalizm olduğunu iddia etmek de tarihsel gerçeklerle örtüşmez.47 Sosyalizm ve Devletçilik Yön dergisi kendisini “sosyalist” olarak ifadelendirir. Derginin sosyalizm anlayışı, 1950’li ve 60’lı yıllarda Batı-dışı dünyada gündeme gelen ulusal sosyalist akımlarla benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Yöncü sosyalist ideoloji ile “Arap sosyalizmi” ya da “Afrika sosyalizmi” adı verilen siyasî çizgiler arasında çok sıkı benzerlikler söz konusudur. Yöncü düşünürlerin söz konusu akımları ve “azgelişmiş ülkeler”deki diğer sosyalist akımları çok yakından takip ettikleri ve bu akımlara sempati besledikleri dergi sayfalarından kolaylıkla takip edilebilir.48 Yöncü sosyalist ideolojinin temel prensibi yerli bir sosyalizm geliştirmektir. Bu noktada her ne kadar sosyalizmin bir ideal olarak biricik olduğunun altı çiziliyorsa da pratikte Türkiye ortamına uygun bir sosyalizmin inşa edilmesinin gerek47 A.g.m. 48 Örneğin şu ifade oldukça açıklayıcıdır: “Nâsır’ın ‘Milli Yasa’ adındaki sosyalizm programının başarısı, Orta Doğunun ezilen ve sömürülen kütlelerini arkasından sürükleyebilir.” “Arap Birliği”, Yön, 19 Eylül 1962, sy. 40. Bu inanç doğrultusunda derginin 41, 42, 43, 44, 45, 46 ve 48. sayılarında Cemal Abdülnasır’ın sosyalist bir program olarak takdim edilen “Milli Yasa” adlı ihtilal anayasası orta sayfada yayımlanmıştır. Dergide ihtilalin altı ilkesi olduğu söylenir: “1-Sömürgeciliği ve sömürgeciliği destekliyenleri Mısırlı hainleri tasfiye etmek; 2-Derebeyliği ortadan kaldırmak; 3-Sermayenin iktidar üzerindeki egemenliğine son vermek; 4-Toplumsal adaleti sağlamak; 5-Güçlü bir milli ordu kurmak; 6- Sağlam bir demokrasi hayatını kurmak”. Mısır başta olmak üzere Orta Doğu ve Afrika’daki siyasal gelişmeler de çok yakından takip edilmiştir. Bu bağlamda dergi sayfalarında sıcak gelişme ve gözlemlere de yer verilmiştir. “Tanınmış iktisatçılardan Melih Tümer, Nâsır’ın sosyalizmini yerinde görmek için Kahire’ye gitti. Mısırlı iktisatçılarla ve idarecilerle konuştu. Okuyacağınız yazı bu gezide edinilen intibaların mahsulüdür.” Melih Tümer, “30 Milyonluk Orduda 40 Bin Yaralı!”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1. Bunun yanında Küba üzerine de yazılar yayımlanmıştır. Bkz. Türkkaya Ataöv, “Castro Sosyalizmi”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7. Benzer kategorideki bir yazı için bkz. Doğan Avcıoğlu, “Sosyalist Cezayir”, Yön, 28 Mart 1962, sy. 15.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
563
liliği de ifade edilmektedir. Türkkaya Ataöv’ün ifadeleriyle, “her rejim kendi toprağında ve kendi şartlarına en uygun şekilde yeşerir.”49 Bu düşünce Yön’ün Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği sosyalist anlayışa olan soğuk duruşundan da beslenmektedir. Sovyetler’deki uygulamayı “demokratik” bulmayan Yön, Türkiye şartlarına uygun bir millî sosyalizm geliştirilmesinin gereğine inanmakta ve sosyalizmin “en büyük milliyetçilik” olduğunu savunmaktadır. Yöncü düşünürlerin en fazla dikkat çektikleri nokta, sosyalizmin zararlı bir ideoloji olmadığı, ülkenin güvenliğini tehdit eden bir boyut içermeyip, esasında sosyal adaleti tesis etmeye dönük bir sistem arayışından ibaret olduğudur. Bu bağlamda Yön sayfalarında sosyalizm ve komünizm arasında bir benzerlik olmadığı, sosyalizmin komünizmden çok farklı hatta onun karşıtı bir ideoloji olduğu sıklıkla işlenmiştir.50 Türkiye’de ancak sosyalizm sayesinde komünizmin önüne geçilebileceği de, yine bu anlamda gündeme getirilen bir husustur. Bu tartışmalar dönemin ulusal ve uluslararası konjonktüründeki anti-komünizm söyleminin canlılığı akla getirildiğinde daha iyi anlaşılabilecektir. Halka dayanan ve halka yönelen bir toplum düzeni olarak tanımladıkları sosyalizmi yerli bir unsur olarak değerlendirme yaklaşımı, Yöncü düşünürleri “Türk sosyalizmi” kavramını icat etmeye sevk eder. Aslında ilk kez Şevket Süreyya Aydemir’in kullandığı bu kavrama Sadun Aren’in bazı itirazları olmuşsa da kavram, dergideki egemen sosyalizm anlayışını birebir yansıtmaktadır. Aydemir’in ifadeleriyle: Türk Sosyalizmi temellerini Türk Milli Kurtuluş hareketinden alır. Türk Sosyalizminin belli başlı prensipleri şunlardır: 1) Antiemperyalizm: İstiklâlcilik. 2) Antikapitalizm: Millî ve halkçı ekonomi. 3) Karma ekonomiyi reddetmeyen, fakat parazit bir istismarcılığı reddeden ileri bir devletçilik. 4) Halk için, halkla beraber hal[k]çılık. Faydanın halk yararına kullanılışı, yani sosyal adalet. 5) Mustafa Kemalin anladığı mânâda bir vatan anlamı. Saldırganlığa ve istilâcılığa karşı çıkış. 6) Mustafa Kemalin anladığı mânâda bir millet anlamı. Dil, Tarih ve Kültür işlerinde bilimsel bir milliyetçilik. 7) Dev[l]ette, rejimde, dış politikada ve ekonomide millî olmak vasfı. 8) Demokratik düzende Sosyal Devlet anlamının işlenmesi ve organlarının yaratılması. 9) Millî hayatın bütün kollarını içine alan bir plâncılık. 10) Emeğin ve hizmetin korunması ve teşkilâtlandırılması. Güçlü ve bağımsız sendikacılık. 11) Din ve devlet işlerinin kesin olarak ayrılması, lâiklik.51 49 Türkkaya Ataöv, “Türk Sosyalizmine Doğru”, Yön, 7 Mart 1962, sy. 12. 50 Örnek olarak bkz. Şevket Süreyya Aydemir, “Komünizm İle Mücadele”, Yön, 5 Eylül 1962, sy. 34; Halil Özyörük, “Komünizm Nedir?”, Yön, 14 Şubat 1962, sy. 9; Doğan Avcıoğlu, “Batıda Ortanın Solu Sosyalizm ve Komünizm”, Yön, 3 Mart 1967, sy. 205; İlhan Selçuk, “Şantaj İflas Edecektir”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4; Abdi İpekçi, “Sosyalizm Komünizmin Zehiri Mi, Panzehiri Mi?”, Yön, 17 Ocak 1962, sy. 5; İlhami Soysal, “İftira Eden Namussuzdur”, Yön, 3 Ekim 1962, sy. 42. 51 Şevket Süreyya Aydemir, “Türk Sosyalizminin İlkeleri”, Yön, 9 Ocak 1963, sy. 56. Türk sosyalizmi ile ilgili olarak ayrıca bkz. Şevket S. Aydemir, “Kemalizm Ortâ Mâlı Değildir!”; Yön, 11 Nisan 1962, sy. 17; Aydemir, “Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü”; Ataöv, “Türk Sosyalizmine Doğru”.
564
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Dergide yürütülen sosyalizm tartışmalarında, sürekli olarak sosyalizmin iki yönüne vurgu yapılmıştır. 52 Birincisi bir “hayat tarzı” olarak sosyalizm. İkincisi ise, bir kalkınma yöntemi olarak sosyalizm. Her ne kadar dergide birinci şekliyle sosyalizm üzerine bazı değiniler söz konusu olsa da genel itibariyle sosyalizmin kalkınma boyutuna dikkat çekilmiştir. Sadun Aren’e göre; “(…) sosyalizmin gerçek gerekçesini ortaya koyabilmek bakımından yukarıdaki tarzda bir ayırım faydalı olmakla beraber doğru değildir. Çünkü sosyalizmin bir hayat tarzı olmak ve bir iktisadî kalkınma vasıtası olmak yanları arasında çok sıkı bir bağlantı vardır. Hattâ, bu ikisini birbirinden ayırmağa imkan yoktur.”53 Bu bağlamda, devletçilik sıklıkla işlenen bir temadır. Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede, kalkınmanın, özel teşebbüs üzerinden sağlanmaya çalışılmasının hem çok uzun bir süre alacağına hem de toplumsal adaletsizlikleri artıracağına inanan Yöncü düşünürler, devletçi bir kalkınma felsefesinin üretilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir. Merkezî bir yapı etrafında oluşturulacak bir kalkınma stratejisi kapitalist işletmelerin kârını gözetmeyecek, toplumun hızlı ve dengeli bir biçimde kalkınmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde “emperyalist politikalar”a karşı da yine uygulanacak sistemli bir devletçilik politikası ile karşı konabilecektir. “Hele de başka uluslar alabildiğine ilerlerken, bizi mahveden emperyalistlerden ve bizi yutan kapitalistlerden yardım beklemekle oyalanmak, iç ve dış kapitalistlere, sömürücülere olanaklar tanımak halkı yoksul koyan, aç bırakan hareketlerdir.”54 Devletçiliğin önemine vurgu yapılırken, ironik bir biçimde “dünyanın medeni ülkeleri” örnek alınmaktadır. “Dünyanın en medeni ülkelerine bakınız. Devletçilik bugün hepsinde baş tacıdır. Yakın tarih medenî ülkelerin liberalizmden sosyalizme yolculuk tarihidir. Toplumlar sosyal devlet kavramına ve sosyal reformlar hedefine yönelmişlerdir. Devletçilik fertlerin refah ve saadetleri için tabiî çare sayılmaktadır.”55 Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının sanayileşmekten geçtiğine inanan Yön yazarları bunun da ancak devlet eliyle gerçekleşmesi gerektiğine inanırlar.56 Avcıoğlu’na göre; “(...) devletçiliğin ilk meselesi, devletçiliğe inanmış bir siyasal kadronun ve ortamın yaratılmasıdır. Devletçiliğin temel gayesi, özel çıkarlar yerine, halkın çıkarını geçirmektir. Bu sebeple, tam mânasıyla halkın yararına yöneltilmiş bir devletçilik halkçılıktan ayrılmaz. Gerçekten halkçı bir idare olmadıkça, devletçilik52 Derginin sosyalizm anlayışını apaçık gözler önüne seren bazı yazılar için bkz. Erdoğan Alkan, “Sosyalizm ve Köy Kalkınması”, Yön, 24 Ekim 1962, sy. 45; Sadun Aren, “Devrimcilik Nedir?”, Yön, 14 Kasım 1962, sy. 48; Sadun Aren, “Nasıl Bir Sosyalizm”, Yön, 14 Mart 1962, sy. 13; Doğan Avcıoğlu, “Niçin Sosyalizm”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7; Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizm Anlayışımız”, Yön, 22 Ağustos 1962, sy. 36; Doğan Avcıoğlu vd., “Yön’ün Sosyalizm Konusunda Açık Oturumu: Üç Profesör Sosyalizmi Savunuyor”, Yön, 31 Ocak 1962, sy. 7; Adnan Çalıkoğlu, “Köyde Sosyalizm Kooperatifçilik”, Yön, 24 Ocak 1962, sy. 6; Kemal Kurdaş, “Eğitimde Sosyalizm”, Yön, 13 Mart 1963, sy. 65; John Strachey, “Sosyalizm Nedir Ne Değildir?”, Yön , 31 Ocak 1962, sy. 7. 53 Sadun Aren, “Demokrasi ve Sosyalizm”, Yön, 8 Ağustos 1962, sy. 34. 54 Ay, “Ekonomide Atatürkçülük”. 55 İlhan Selçuk, “Bizim Milliyetçiliğimiz”, Yön, 3 Ocak 1962, sy. 3. 56 Sadun Aren, “Devletçilik: Sanayiinin Himayesi”, Yön , 10 Ocak 1962, sy. 4.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
565
ten beklenen faydaların çoğu sağlanamaz. O halde Devleti özel çıkarların elinden kurtarmak lazımdır. Bu da özel iktisadi gücün, paraya dayanarak, devleti ele geçirmesini önlemekle gerçekleşir. Özel çıkarların büyük siyasi nüfusunu kırmak için, banka, sigorta, dış ticaret gibi alanların devletleştirilmesi, iç ticaretin istismarcı mutavassıtların elinden kurtarılması, ağaların siyasi gücüne son verecek köklü bir toprak reformunun gerçekleştirilmesi ve geniş bir kooperatifçilik hareketine gidilmesi lâzımdır. (…) Demokrasiyi gerçekleştirme vasıtası olan devletleştirme, aynı zamanda, rasyonel bir iktisadi kalkınma yoludur. (…) Bütün iktisadi hayatın planlanması, devletçiliğin tabii bir sonucudur. Plânlama ise, akılcı bir kalkınma doktrinine dayandırılmadıkça pusulasız kalır. Sosyalizm, halkçı ve akılcı bir kalkınma doktrini olarak, devletçilik ve plânlama için en uygun ortamı yaratır.”57 Yöncülere göre, devletçilik uygulanmaksızın toplumun çağdaş değerleri içselleştirebilmesi de mümkün olmayacaktır. Ekonomik özgürlük sağlanmadan siyasî özgürlüğün tek başına bir anlam ifade etmeyeceği, hatta toplumu boşu boşuna oyalamak anlamına geleceği konusu da bu noktadan itibaren düşünülebilmektedir. Bu husus, Yön’ün temsil ettiği siyasî çizginin anlaşılması açısından oldukça önemli bir teorik zemin sağlamaktadır. Milliyetçilik Milliyetçilik konusunda Yön dergisinde yazılan yazılara bakıldığında ortak bir nokta hemen göze çarpar. O da, gerçek milliyetçilik ve sahte milliyetçilik arasında yapılan ayrımdır. Bu ayrım, Yön dergisinde milliyetçiliğe değinen hemen her yazıda gizli ya da açık olarak bulunmaktadır. Yapılan yorumlarda, “kendilerine milliyetçi diyenler” eleştirilmekte ve “gerçek milliyetçiler”in Yöncüler olduğu iddia edilmektedir. Birçok yazıda “sahte milliyetçiler” karikatürize edilmekte, esasında onların din ve milliyet istismarı yaptıkları öne sürülmektedir.58 Yön sayfalarında 57 Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Programı: Devletçilik”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25. Yön’de devletçilik konusunda ayrıca şu yazılara bakılabilir: Nermin Abadan, “Azgelişmiş Ülkelerde Devlet”, Yön, 4 Temmuz 1962, sy. 28; Çetin Altan, “Yaşasın Liberalizm”, Yön, 20 Aralık 1961, sy. 1; Sadun Aren, “Devletçilik: Plan ve Kalkınma”, Yön, 3 Ocak 1962, sy. 3; Sadun Aren, “Kalkınma, Demokrasi ve Metod...”, Yön, 27 Aralık 1961, sy. 2; Doğan Avcıoğlu, “Devletçilik Nasıl Dejenere Oldu?”, Yön, 10 Nisan 1963, sy. 47; Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Stratejisi”, Yön, 14 Mart 1962, sy. 13; Muzaffer Karan, “Özel Teşebbüs Mü? Devletçilik Mi?”, Yön, 13 Haziran 1962, sy. 25; Kemal Kurdaş, “Nasıl Kalkınabiliriz?”, Yön, 6 Mart 1963, sy. 64. 58 “Bugünün Türkiyesinde milliyetçilik, ancak millet sevgisi, halk sevgisi olarak anlaşıldığı zaman saygı görebilir. Bu halk sevgisinin birinci şartı ise, halkın refahı için çalışmak, fedakârlığa katlanmak ve kütlelere refah getirecek sistemli kalkınma yollarını araştırmaktır. Milliyetçiliğin bayraktarlığını kimseye bırakmamak, ondan sonra da, sıra fedakârlığa, çalışmaya ve sistemli kalkınmanın şartlarına katlanmağa gelince yan çizmek Türkiyede çok sık görülen bir davranış”tır. Mümtaz Soysal, “Milliyetçilik”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4. “Lâfla milliyetçilik ve nefesle din… Bunları dış yardımların sadakasına sarıp fakir halkın cehaletine sunacak oy toplıyacaksın. İktidarı alınca aynı oyun. Tekrar alınca bir daha aynı oyun. (…) Lâf devri kapanmak üzeredir. Lâf devrinin yerine akıl devri, mantık devri bilim devri başlamak üzeredir.” İlhan Selçuk, “1962’de Türk Milliyetçiliği”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24.
566
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
gerçek milliyetçilerin Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılara çözüm yolu bulmaya çalışanlar olduğu söylenmektedir. “Bu buhranlı durumda, gerçek milliyetçinin ve vatanseverin vazifesi, çıkmazdan kurtuluş yolu aramak, bir çıkar yol bulmak için çırpınmaktır. YÖN bu gaye ile ortaya çıkmıştır.”59 Yön yazarlarının milliyetçilik konusundaki temel görüşü, milliyetçiliğin devrimcilikle, kapitalizm karşıtlığıyla ve antiemperyalizmle aynı şey olduğudur. “Bütün Kuzey Afrikada, Yakın ve Orta Doğuda, az gelişmiş Asya ve Afrika ülkelerinin milliyetçilik akımları, kapitalizmin sömürgecilik karakterine isyanla başlamıştır. Bu zincirin ilk ve en büyük destanı Atatürk ihtilâli, kapitalizmin emperyalizmine karşı idi.”60 İlhan Selçuk’un şu sözleri Yön’ün milliyetçiliğe nasıl baktığını özetlemektedir: “YÖN’ü çıkarmağa karar verdiğimiz günlerde, tutacağımız yolun tartışmalarını hatırlıyorum. Atatürkçülüğü benimsemiş ve milliyetçilik ilkesinin iktisadi anlamını laf ve edebiyattan uzak bir gerçeklik içinde yerine oturtmuş kişilerin dergisi idi Yön. (...) Ankarada Çankayanın ışıklı gecelerinde süren konuşmalarımızda milliyetçilik kavramını kullanıp memleketi sömüren yabancı sermaye uşaklarının gerçek yüzlerini ortaya koyma kararına varıyorduk. O günden bu yana geçen olaylar başarıya kavuştuğumuzu göstermektedir. Kökü dışarıda kuruluşların teker teker ipliğini pazara çıkaran YÖN, gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu kamu oyuna duyurmuştur. (...) Milliyetçilik az gelişmiş ülkelerde edebiyat değil, bağımsızlığın ve iktisadi kalkınmanın ayrılmaz bir yöntemidir. Davul zurna çalıp, marş söyleyip, nutuk atıp ve sonra da petrollerimizi yabancı şirketlere peşkeş çekmekle milliyetçilik olmaz. Bütün Asya ve Afrika milletlerine ışık tutan Atatürk milliyetçiliğinin bilimsel temelleri açık ve kesindir. Bu temeller Türk milliyetçiliğinin şaşmaz rotasını tespit etmektedir. YÖN bu rotanın savunucusu, bu yolun yolcusudur.”61 Yöncülere göre milliyetçilik az gelişmiş ülkelerde kalkınma amacının bir zorunluluğu olarak ortaya çıkmaktadır. “Sosyalizm, tek kelimeyle, sosyal adalet içinde hızlı kalkınma metodudur. Sosyal adalet içinde hızlı kalkınma ise memleketimizi bugünkü çıkmazdan kurtaracak tek yoldu. Bunun içindir ki, sosyalizm en büyük milliyetçiliktir.”62
59 Doğan Avcıoğlu, “Yapıcı Milliyetçilik”, Yön, 10 Ocak 1962, sy. 4. Ayrıca bkz. Doğan Avcıoğlu, “Milliyetçilere Sesleniş”, Yön, 25 Eylül 1964, sy. 78. 60 Selçuk, “Bizim Milliyetçiliğimiz”. 61 İlhan Selçuk, “Milliyetçiliğin Temelleri”, Yön, 29 Ocak 1965, sy. 96. 62 Avcıoğlu, “Yapıcı Milliyetçilik”. “Sosyalist görüş reformcudur, lâiktir, devrimcilerin halka rağmen değil, halkla birlikte ve halk eliyle gerçekleştirilmesini ister. Bu yönde ve bu yolda Atatürkçülüğün kaynağına inilmektedir. Sosyalistlerimiz evrimcidirler. Atatürk’ün işaret ettiği yolda onun getirdiklerini de aşmayı, daha ileriye gitmeyi amaç edinmişlerdir. Kısaca, gerçek milliyetçiler, sosyalistlerdir.” İsmail H. Oğuz, “Sosyalizm ve Milliyetçilik”, Yön, 18 Temmuz 1962, sy. 31. Yön dergisinin 216. sayısının kapak başlığı “Sosyalist Milliyetçilik Teorisi”dir. Tarih: 19 Mayıs 1967.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
567
Demokrasi Demokrasi konusu Yön dergisinde hassasiyetle tartışılan konulardan biridir. Yön’deki demokrasi tartışması en temelde sosyalizmin demokrasiye karşıt olmadığı tezini ispatlama amacı çerçevesinde sürdürülmüştür. Örneğin Mümtaz Soysal sosyalistlerin demokrasi görüşlerini ortaya koymaları gerektiğini ifade ederken, buna gerekçe olarak, düşmanlarının sosyalizmi “kanlı kırbaçlı bir istibdat rejimi” olarak yansıtmaya çalışmalarını gösterir. Soysal’ın yaptığı ve Yöncüler tarafından paylaşılan demokrasi çözümlemesi savunmacı bir yaklaşımla üretilmiş, oldukça zayıf bir çerçeve içerisinde formüle edilmiştir. Soysal’a göre: “Eğer demokrasi, etimolojisine uygun en basit tanımıyla bir ‘halk idaresi’ rejimiyse halkçılığı kendi temel ilkelerinden biri sayan sosyalizmin, bu gerçek anlamına uygun bir demokrasiyle alıp veremediği bir şey bulunmaması gerekir. ‘Halk tarafından’ yönetilen bir devlette yapılan işler de elbet ‘halk için’ olacaktır. Oysa, gelip geçmiş bütün iktisadî sistemler arasında halka, kütleye ve sokaktaki adama en büyük değeri veren, tutumlarında hep bu endişeyi ön plâna alan tek sistem sosyalizmdir. Öbürleri, halka ve halkın refahına hep dolambaçlı yollardan gitmekte; meselâ, bazı kişilerin zenginleşme isteklerinden ve kâr niyetlerinden eninde sonunda toplumun da faydalanacağını ispata çalışmaktadırlar. Sosyalizm ise, böyle dolambaçlı yollara sapmadan, iktisadi hayatın işleyişinde halka doğrudan doğruya sahiplik bağlantıları kurmakta, her işi topluma göre ve toplum için ayarlamaktadır. O halde, nazarî olarak, gerçek anlamında bir demokrasi ile sosyalizm aynı şeydir.”63 Aren’e göre de: “Sosyalizm değil demokrasiye karşı olmak, aksine onu en tabiî ve zarurî vasıtası ve yardımcısı telakki eder. Çünkü ancak demokrasi, yani halkın idareye iştiraki, idarecilerini seçmesi ve denetlemesi vasıtasıyladır ki, insanın insanı istismarı kesinlikle önlenebilir. Aksi halde, yani halk idaresi ihmal edildiği takdirde, bertaraf edilen bir sömürücü grubun yerini başka bir sömürücü grubun alması kaçınılmazdır.”64 Taner Timur, demokrasi konusunu teorik bir çerçevede tartışmaya çalıştığı yazısında halledilmesi gereken temel meselenin demokratik rejimin bir gaye mi, yoksa belli meseleleri çözmede başvurulacak bir araç mı olduğu meselesi olduğunu söyler. Çünkü Timur’a göre 27 Mayıs’tan sonra gündeme gelen inanç buhranı “(...) herşeyden önce demokrasinin mahiyeti ile ilgili tereddütlerden doğmuştur. Ekonomik meselelerimiz çözüm yoluna girmedikçe, siyasi rejimimizin temel müesseselerinin gereken itibara sahip olacaklarını sanmak hâtalıdır. (…) Demokrasi, sadece bir siyasi teşkilâtlanma şekli değil, aynı zamanda da bir hayat felsefesi ve yaşama tarzıdır. Bu bakımdan, demokratik rejimi bir vasıta olarak görmek doğru değildir. Bununla beraber, müşahhas bir yaşama tarzı olarak ortaya çıkmadıkça ve felsefi plânda yapılmış bir tercihle, bu tercihin zorunlu kıldığı şeklî düzen olarak kaldıkça, demokrasiyi gaye saymak da mümkün değildir. (…) Eğer bugün Tür63 Mümtaz Soysal, “Demokrasi Anlayışımız”, Yön, 11 Temmuz 1962, sy. 29. 64 Aren, “Demokrasi ve Sosyalizm”.
568
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
kiye’de demokrasi sadece şekli müesseseler olarak değil, fakat müşahhas bir yaşama tarzı olarak mevcutsa, demokrasinin vasıta olduğu iddia edilemez. Aksine, demokrasi ancak şeklen mevcutsa ve her geçen gün kalkınma savaşımında aleyhimize işliyorsa, o zaman da bu rejimi gaye saymak mümkün değildir. Bize öyle geliyor ki, bütün güçlüğümüz, meselelerimizi, az gelişmiş memleketler terimleriyle ele almakta gösterdiğimiz tereddütten doğmaktadır. Nedense, gerçekleri bir türlü olduğu gibi kabul edemiyoruz.”65 Yöncü düşünceye göre gerçek demokrasinin oluşturulması için sosyalist düşüncenin yayılması ve örgütlenmesi gerekmektedir. Dergide genel olarak hümanist bir perspektiften yapılan yorumlarda sosyalizmin insana verdiği değer ve demokrasi arasında analojiler kurularak demokrasi konusu tartışılmaktadır. Zinde Kuvvetler 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Demokrat Parti’nin uyguladığı politikalar, özellikle aydın ve bürokrat kesim arasında çok partili siyasî yaşama ilişkin bir soğukluğun meydana gelmesine yol açmıştır. Bu soğukluğun başlıca nedeni, Türkiye’de milletvekillerinin milleti temsil etme kabiliyetlerinden yoksun oldukları düşüncesidir. Yön dergisine öncülük eden kadro da bu inancı paylaşmaktadır. Yön dergisine öncülük edenleri teşvik eden başlıca gelişme, 27 Mayıs askerî darbesi ve öncesinde oluşan siyasî iklimdir. Ordu içerisinde Demokrat Parti politikalarına karşı oluşan muhalefetin yarattığı hava, dönemin siyasî düşünce ortamına bazı yeni unsurlar katmıştır.66 Bu dönemde ordu içerisinde sol düşüncenin sempati topladığını düşünen solcu aydınlar ordunun siyasetteki alanının daha fazla genişlemesi gerektiğini düşünmeye, parlamento merkezli siyasetin ülkeye zarar verdiğini savunmaya başlamışlardır. Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede siyasî özgürlüğün ekonomik özgürlük olmaksızın anlamsız olduğu tezi de bu düşüncenin arkasında duran en önemli dayanaktır. Yön, Demokrat Parti dönemini “emperyalizm-ağa-komprador üçlüsünün altın devri” olarak yorumlamıştır.67 Bu, aslında tek başına Demokrat Parti politikalarını olumsuz görmekle ilgili bir tutum olmayıp, çok partili hayatın doğasına duyulan soğuklukla alakalı bir durumdur. Yön, “kötü gidişe zinde kuvvetlerin verdiği bir tepki” olarak gördüğü 27 Mayıs ihtilalinin ardından oluşan ortamda sosyalistlere çok iş düştüğü inancı ve yapısal değişikliklere gidilmesi gerektiği düşüncesi ile başladığı yayın hayatını, çeşitli biçimlerde, zinde güçleri Türk siyasî hayatı65 Taner Timur, “Demokrasi ve Demokrasi”, Yön, 6 Haziran 1962, sy. 24. 66 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Orhan Erkanlı, Askeri Demokrasi 1960-1980, İstanbul: Güneş Yayınları, 1987; Orhan Erkanlı, Anılar...Sorunlar...Sorumlular, İstanbul: Baha Matbaası, 1972; Hadi Hüsman, Hatırladıklarım, Düşündüklerim, İstanbul: Baha Matbaası, 1975; Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler: Üç Dönemin Perde Arkası, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1985; Müşerref Hekimoğlu, 27 Mayısın Romanı: İhtilâlciler, Olaylar, Düşünceler, Anılar, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1975. 67 Doğan Avcıoğlu, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları”, Yön, 14 Ekim 1966, sy. 185.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
569
na daha fazla dahil olmaya çağıran yazılar yayımlayarak sürdürür. Dergi sayfalarında her ne kadar zinde güçler kavramı ile aydınlar başta olmak üzere “dinamik toplum kesimleri”ne vurgu yapıldığı öne sürülüyorsa da, esasında zinde güçler terimi silahlı kuvvetlerin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Yön dergisi, klasik Marksist sınıf çatışması tezini benimsemez. Türkiye toplumunun kalkınması probleminin en büyük sorun olduğunu düşünen Yön, bunun için ne liberal toplum ve ekonomi kuramını, ne de Marksist toplum ve ekonomi kuramını yeterli görür. Yöncü düşünce “işçi sınıfı” vb. toplumsal güçlerin dönüştürücülüğüne inanmaz.68 Bu, belki de, Yön teorisyenlerinin Marksist bir arkaplana sahip olmamalarından, Anglo-Sakson eleştirel düşüncesinden beslenmelerinden kaynaklanan bir durumdur. Yöncü düşünceye göre, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede toplumun kalkınması, ne liberal ekonomi doktrini ile ne de klasik Marksist ekonomi doktrini ile sağlanabilir. Türkiye’de toplumsal kalkınma ve dönüşüm zinde güçler eliyle, yukarıdan, hızlı ve dengeli bir biçimde gerçekleştirilmelidir. Yön sayfalarında ifade edilmeye başlanan ve daha sonra Yön dergisinin devamı ve daha siyasî bir versiyonu olan Devrim gazetesinde formüle edilen şekliyle, bu değişimin motoru ordu olacaktır. Dikkat edildiğinde görülecektir ki, Yön dergisi sayfalarında ordunun önemine gittikçe artan oranda dikkat çekilir. Ordu, “milli devrimci kalkınma” sürecinin motoru olacaktır.69 Zira Türkiye’de kalkınmanın ilk şartı olan bağımsızlık savaşını yürütecek güç ve yeteneğe sahip olan yalnızca zinde kuvvetlerdir.70 Yön yazarları ordunun siyasî hayattaki etkinlik alanını genişletmesi gerektiğini söylerlerken temelde iki hususa dikkat çekmektedirler. Bunlardan birincisi, ordunun Türkiye’de oynadığı rolün Batı’daki rolünden farklı olduğu düşüncesi iken, ikincisi Atatürk’ün Türk ordusuna sonsuz güven duyduğu inancıdır. Yön yazarları, Batı tarihinde ordunun burjuvazinin silahlı gücü olarak hareket ettiğini, muhafazakâr bir gücün temsiliyetini üstlendiğini, buna karşılık Türkiye’de ordunun bir halk ordusu olduğunu ve değişimin öncüsü (ilerici bir güç) olma misyonunu üst68 Bu nokta radikal Türk solu tarihinde Türkiye İşçi Partisi ile birlikte Yön dergisinin (hareketinin) en fazla eleştirildiği noktadır. Bu eleştirileri Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’nınkiler çok iyi yansıtmaktadır. Hikmet Kıvılcımlı, Batı’da sosyalizmin komünizme karşı bir emniyet sübabı olarak işlev gördüğünü ifade etmekte ve sosyalizmi benimseyen Yöncüleri eleştirmektedir. Kıvılcımlı “Yönizm”i şöyle tanımlamaktadır: “Sınıfların artık ‘milli şef’çe ilan edilmiş bulunduğu Türkiye’de, sınıflar üstü ‘Aydın ve Zinde Kuvvetler’in güdeceği devletçilik’tir.” Kıvılcımlı’ya göre Yön, “sınıf yok devlet var” parolasını siyasî hayatta etkin kılmak istemektedir. Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 27. Kıvılcımlı’ya göre, Yön, “devlete karşı devleti” kullanmaya çalışmaktadır. Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 105. Mihri Belli’nin eleştirisi için bkz. Mihri Belli, “Tabuları Yıkan Anti-Amerikan Doğan”, Aydın Üzerine Tezler - 5 1830-1980, Yalçın Küçük (haz.), İstanbul: Tekin Yayınevi, 1988. 69 Bu doğrultuda Avcıoğlu’nun kalkınma yolunda iş orduları kurmak şeklinde ilginç bir önerisi olmuştur. Bkz. Doğan Avcıoğlu, “Kalkınma Programı: IV - İş Orduları”, Yön, 28 Mart 1962, sy. 15. 70 Doğan Avcıoğlu, “27 Mayıs”, Yön, 27 Mayıs 1966, sy. 165.
570
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
lendiğini ifade ederler. İlginçtir, bu tezi kanıtlamak için Yön sayfalarında dönemin önde gelen Amerikalı modernleşme kuramcılarının Türk ordusunun modernleşme sürecindeki rolüne ilişkin makaleleri de yayımlanır.71 “Günümüzün en önemli konularından biri, sosyalizmin nasıl ve hangi kuvvetlere dayanarak gerçekleştirilebileceği meselesidir. (…) ‘CHP ve CHP’ye karşı olanlar’ gibi sun’i bir bölünmenin yerini, gerçek bir ayrılma olan ilerici-gerici bölünmesi almalı, bugün muhafazakâr siyasi partilerin içinde yeralan ilerici kuvvetler gerçek yerlerini bulmalıdır. (…) Fakir ve mütevazı ailelerden gelen ordu, Türkiye’mizin ileri hamlelerinde dayanılacak en sağlam kuvvetlerden biridir. Memleketimizin Batılılaşma hamlelerinde, ordu, daima ilericilerin safında yer almıştır. Bugün de ilerici kuvvetlerin, Anayasadan da kuvvetli teminatı ordudur. (…) Gerçekten de Batı’da ordu, burjuvazinin tam bir aleti olmuştur. Batı burjuvazisi kendi çocuklarını asker yapmış, onları sınıf menfaatlerini koruyacak şekilde yetiştirmiş ve askerlik mesleğini işçi ve köylü çocuklarına kapamıştır. Bu sebeple, batıda ordu, daima gerici kuvvetlerin safında yer almış, haklarını arayan işçilere kurşun yağdırmıştır. Güney Amerika’da da durum aynıdır. Türkiye’de ise halktan çıkmış Atatürkçü bir ordu vardır. Bu orduyu hâkim sınıfların elinde itaatkâr bir alet olarak düşünmek büyük bir hatadır.”72 Yöncü düşünürler tüm toplum kesimlerinin ordu etrafında birleşmeleri gerektiğini ifade etmektedirler.73 Türkiye’nin gerçekleri açısından parlamento merkezli bir siyaset ülkeyi geriye götürecektir. “Feodal kalıntılardan hâlâ kurtulamamış ve az sayıdaki işçisi dahi bölgesel bağlılıkların etkisi altında bulunan bir toplumda parlamentoculuk, geri unsurların egemenliğini sağlamaktadır.”74 Dergi sayfalarında, Türkiye’de Batı’dakine benzer bir siyasî kültürün oluşmadığı sıklıkla işlenmiş, bu nedenle parlamentoculuğun Türkiye’de bir geleceğinin olamayacağı ifade edilmiştir. Niyazi Berkes’in şu satırları oldukça açıklayıcıdır: “Türk kalkınma ve modernleşme tarihinde, gericilik kuvvetlerinin baskısı, liberal veya sosyalist ideolojilerin çağdaş uygarlığa geçmeyi özliyen aydınlar arasında benimsenip yerleşmesine daima engel olmuştur. Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e kadar hep böyle olmuştur. Bu yüzden Türk siyasi düşünüşü, Batı ideolojileri ölçülerine göre, ‘atrophid’ olarak, güdükleşmiş olarak kaldı. Liberalizm, halkçılık, sosyalizm gibi ideolojik eğilimler İslamcılık, Osmanlıcılık, Turancılık gibi hayali lâkırdı sistemlerinin karşısında hem cılız, hem tesirsiz kalmıştır. Bu yüzden bizde gerçek anlamıyla siyasi düşünüş asla yerleşmemiş; gerçek siyasi düşünceler de safdillik ötesine geçmemiştir. Toplumun ekonomik kalkınma ve uygarlıksal değişmesi bakımından hiçbir değeri olmayan hayali fikirler, toplumun sınıflarını ve 71 D. Lerner ve Arkadaşları, “Değişen Toplumlarda İlerici Kuvvet: Ordu”, Yön, 10 Ekim 1962, sy. 43. Bu konuda ayrıca bkz. Fahrettin Altun, Modernleşme Kuramı: Eleştirel Bir Giriş, İstanbul: Yöneliş Yayınları, 2002, s. 119-123. 72 Doğan Avcıoğlu, “Sosyalist Gerçekçilik”, Yön, 12 Eylül 1962, sy. 39. 73 İlhami Soysal, “Ordu”, Yön, 10 Eylül 1962, sy. 43. 74 Doğan Avcıoğlu, “Cumhuriyet’in 42. Yılında”, Yön, 29 Ekim 1965, sy. 135. Ayrıca bkz. Doğan Avcıoğlu, “Parlamentoculuk”, Yön, 8 Nisan 1966, sy. 158.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
571
halk kütlelerini siyasi meselelerde daima bulandırmış, yanıltmış; ekonomik ve siyasi meseleleri aydın açılardan görüp anlamalarına imkân bırakmamıştır. Siyasi parti hayatı siyasi fikir manzumelerine değil, bu hayali fikirlerin baskısından kurtulamıyan opportunizme dayanır olmuştur. Bu, bugün böyle olduğu gibi o zaman da böyle idi.”75 Yöncüler, Atatürk’ün orduya duyduğu güvene sık sık referans verirler. Bu durum Türk aydınının orduya olan güvenini de açıklamaktadır. Berkes’e göre, “Mustafa Kemal ve ordu olmasaydı, gerici çıkarcıların kudreti, bunları bir kaşık suda boğacaktı. Bunun içindir ki ilerici Türk aydını Mustafa Kemal’e bu kadar bağlıdır, ve bunun içindir ki ordu ile ilericilik kendilerini her zaman aynı saflarda bulmuşlardır.”76 Yön dergisi tüm bu konuları tartışırken silahlı kuvvetlere etki etmeyi amaçlıyordu. Yöncüler, dayandığı haklı gerekçelere rağmen 27 Mayıs ihtilalinin erken bir vakitte gündeme geldiğini düşünüyorlardı. “İlerici bir hareket” olan 27 Mayıs, yeterli şartlar ve gerekli kadrolar oluşmadan gündeme gelmiş, bu nedenle de “DP zihniyetliler” yeniden iktidarı devralmışlardı. Oysa “artık” şartlar ve kadrolar oluşmaya başlamıştı. Sosyalist bir düzen, kalkınmış bir Türkiye ve ilerici bir toplum inşa edecek tek aktörün silahlı kuvvetler olduğu inancı, Yön dergisini çıkaran ve bu derginin söylemini biçimlendiren yazarları, zinde kuvvetler konusunu sürekli gündemde tutmaya itti. Hatta bu meselenin daha fazla işlenmesi gerektiği inancı, Yön dergisini çıkaranları, bu dergiye nokta koyup daha homojen, ajitatif ve sınırlı bir gündeme sahip, Yalçın Küçük’ün deyimiyle “bir iktidar yürüyüşünün kavgacı yayın organı” olacak olan yeni bir haftalık derginin planlarını yapmaya sevk etti. Yön dergisi, 30 Haziran 1967 yılında yayın hayatına son vermiş ve Yön kadrosu 21 Ekim 1969 yılında çıkmaya başlayacak olan Devrim’in hazırlıklarına girişmişlerdir. Doğan Avcıoğlu başta olmak üzere bu grubun üyeleri daha sonra Milli Birlik Komitesi üyesi Korgeneral Cemal Madanoğlu ile birlikte giriştikleri başarısız bir darbe girişiminin ve hemen arkasından gelen 12 Mart muhtırasının ardından tutuklanmışlar ve siyasî taleplerini dillendirmek üzere herhangi bir yayın etrafında toplanmaktan, örgütlenmeye gitmekten vazgeçmişlerdir. Ancak bu çizginin Türk siyasî düşünce hayatına getirdiği yorum günümüzde de temsil edilmeye devam etmektedir. Değerlendirme: Kalkınma ve Modernleşme Yön dergisini çıkaran kadronun öncelikli hedefinin ülke kalkınmasının sağlanması olduğu ifade edilmelidir. Dergi, yayın hayatı boyunca kalkınma konusuna merkezî bir önem atfetmiştir. Bu önem yalnızca kalkınma konusunu doğrudan tartışan yazılarda karşımıza çıkmaz, aynı zamanda eğitim, dış politika, ekonomi, sanayi, ordu, gençlik, bürokrasi, Atatürkçülük, demokrasi, devletçilik, aydın sorumluluğu, planlama, ağalık sistemi, anti-komünizm, din, toplumsal yapı, kadın, 75 Berkes, “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz: VII - Atatürkçülük Nedir Ne Değildir?”. 76 A.g.m.
572
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
sosyal adalet, köy, kentleşme, Üçüncü Dünya, Ortadoğu, Batı, Batıcılık, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Arap sosyalizmi, emperyalizm, azgelişmişlik, milliyetçilik ve benzeri konularda yazılan yazılarda da karşımıza çıkar. Bu konularda yazılan yazılarda kalkınma amacının önemi örtülü ya da açık bir biçimde okura hissettirilir. Kalkınma söylemi adeta dergi sayfalarının içine sinmiştir. Kalkınma konusu Soğuk Savaş koşullarında varlık bulmuştu. İlk olarak ABD, 1945 sonrasında dış politikasının bir unsuru olarak, Batılı olmayan toplumların kalkındırılması konusunu gündeme getirdi. Türkiye dahil birçok Batı-dışı ülkede hem yaşanan toplumsal sorunların aşılabilmesi hem de “gelişmiş” toplumların “ulaştıkları” düzeyin yakalanabilmesi uğruna evrensel meşruiyeti olan “kalkınma pratikleri” değer kazanmıştır. Kalkınma, bu süreçte bir ideal, başarılması gereken bir amaç olarak öne çıkıyordu. Batı’nın ortaya koyduğu kalkınma pratiği, tarihsel bir oluşum olarak değil, izlenmesi gereken evrensel bir süreç ve ulaşılması gereken bir amaç olarak anlaşılmaya başlanmıştı. Bu dönemde, özellikle Amerika’da azgelişmiş ülkelerin kalkınması amacını güden birçok kurum oluşturulmuş ve bunlara önemli fonlar ayrılmıştır.77 1946 yılında Türkiye’ye gelen bir Amerikan heyeti daha sonra “Thornburg Raporu” olarak anılacak olan bir rapor hazırlamış, Türkiye bu doğrultuda 1947 yılında bir kalkınma planı oluşturmuştur.78 1948 yılında ABD ile “Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmış, 1952 senesinde Birlemiş Milletler Teknik İdaresi ile imzalanan “Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü” anlaşmasına binaen 1953 yılında Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü kurulmuş, 1960 yılında önce Planlama Bürosu daha sonra ise Devlet Planlama Teşkilatı tesis edilmiş ve beş yıllık kalkınma planları yürürlüğe konmuştur.79 Kalkınma konusu 1945 sonrasının Türkiye’sinde ideolojiler üstü bir amaç olarak kabul görür. Kalkınmacı söylem devletin merkezinden başlamak üzere bütün ideolojik kanatlara sirayet etmiştir. Konuya aydınların ve sosyal bilimcilerin ilgisi gecikmez ve kalkınma Batılılaşmanın yeni bir yorumu olarak Türk düşünce dünyasına girer. 1950’li ve 60’lı yıllarda kalkınma konusunu işleyen yüze yakın ki77 Bu dönemde Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası ve Dünya Bankası’nın kuruluşu özellikle önemlidir. Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) da yine bu kuruluşların en önemli ve etkili olanlarındandır. Ajans, özellikle Yakın Doğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika üzerine yoğunlaşmış ve buralarda ekonomik büyüme, tarımsal gelişme, nüfus, sağlık, çevre, demokrasi, yönetim biçimleri, eğitim ve öğretim ile insanî yardım konuları üzerine çalışmalar yapmış, çeşitli yönlendirmelerde bulunmuştur. Ajans ayrıca dış yardım programlarını yönlendirme işlevini de yürütmüştür. Ajans’ın çalışmaları ile ilgili eleştirel bir yaklaşım için bkz. Vasili Vahrusev, Yöntemleriyle ve Manevralarıyla Yeni Sömürgecilik, çev. C. Aslan, İstanbul: Konuk Yayınları, 1978, s. 102-103. 78 Planın kapsamı ile ilgili olarak bkz. İlhan Tekeli ve Selim İlkin, Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, Ankara: ODTÜ Yayınları, 1974, s. 2. 79 Amerika ile imzalanan Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın tam metni için bkz. Kenan Mortan ve Cemil Çakmaklı, Geçmişten Geleceğe Kalkınma Arayışları, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınları, 1987, s. 63-71.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
573
tap ve üç yüze yakın makale yayımlanmış, kalkınmanın önemine vurgu yapan birçok eser çeşitli dillere olduğu gibi Türkçe’ye de çevrilmiştir.80 Bu dönemde yine ayrıca çok sayıda Batılı “kalkınma uzmanı” Türkiye’ye çağrılarak konferanslar düzenlenmiştir. 1950’li ve 60’lı yıllarda Türkiye’de uygulamaya konan kalkınma politikaları ve genel olarak kabullenilen kalkınma anlayışı Amerikan tarzı bir kalkınma modeli doğrultusunda şekillenmiştir. Amerikan kalkınma modeli birçok Batı-dışı ülkede kabul görmesine rağmen, Sovyet tarzı kalkınma modeli de bütünüyle etkisiz değildir. Sovyet kalkınma modeli bazı ülkelerde resmî devlet politikası haline geliyorken, Amerikan tarzı kalkınma modelinin uygulandığı bazı ülkelerde de muhalif hareketlerce desteklenmiştir.81 İkinci Dünya Savaşı sonrasının Türkiye’sinde de Sovyet tarzı kalkınma modelinin Amerikan kalkınma modeline göre daha “gerçekçi ve doğru” bir model olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Yön çevresindeki aydınlar, Amerikan tarzı kalkınma modelini “kapitalist kalkınma metodu” olarak nitelemişler ve onu sürekli eleştirmişlerdir. Buna karşılık “kapitalist olmayan kalkınma metodu”nun gerekliliğinin altını çizen Yöncü aydınlar bununla Sovyet tarzı kalkınma modelini de kast etmezler. Yön’ün savunduğu kalkınma modelinin bu iki modelden “farklı” bir yol tutturduğu belirtilmelidir. Yön grubunun özellikle Oscar Lange’ın çerçevesini çizdiği bir kalkınma metodundan etkilendikleri söylenebilir. Lange’ın Kalkınma Yöntemleri isimli eseri Türkçeye de çevrilmiştir.82 Oscar Lange, sosyalist ekonomi kuramı üzerine önemli çalışmalara imza atmış, Polonya asıllı Amerikalı bir iktisatçıdır. Lange, ekonomik verimlilik konusunda yaptığı çalışmalarda sosyalist ekonominin kurulabileceğini ispat etmeye çalışmıştır. Chicago Üniversitesi’nde profesörlük ve İkinci Dünya Savaşının ardından da Polonya’da ekonomi bakanlığı yapan Lange, “pazar sosyalizmi” kuramını geliştirmeye çalışmıştır. Lange’a göre plancılar ve pazar arasında bir denge kurulmalı, pazarın verdiği sinyale göre plancılar hangi ürünün ne kadar ve hangi kalitede üretilmesi gerektiğini belirlemelidirler. Görüldüğü gibi Lange, ne liberal bir ekonomi, ne de Sovyetlerin temsil ettiği gibi bir ekonomi modeli öngörmektedir. Kısa zamanda Stalin’in Polonya ekonomisi üzerindeki “baskıcı” tutumu dolayısıyla bakanlıktan istifa eden ve temelde Amerikan ekonomisinin iyileştirilmesi tartışmalarında fikir üretmiş olan Lange, Yön dergisini çıkaranlar üzerinde etkili olmuştur. 80 Bkz. Cavit Orhan Tütengil, “Azgelişmiş Ülkeler ve Gelişme İktisadı Konularındaki Türkçe Kitaplar ve Yazılar Bibliografyası”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası (Ayrı Basım) 28, 1971, sy. 1-4, s. 2. 81 Bu dönemde W.W. Rostow, D.C. Stone, R. König, R. Nurkse, R.J. Alexander, M. Dobb, R. Emerson, J. Timbergen, Oscar Lange ve S.S. Goodman gibi düşünürlerin kalkınma sorunu ile ilgili başlıca çalışmaları birçok dile olduğu gibi Türkçeye de aktarılmıştır. 82 Söz konusu kalkınma modelleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Björn Hettne, Development Theory and the Third World, Helsingborg: Sarec Report, 1982, s. 15-17.Oscar Lange, Kalkınma Yöntemleri, çev. M. Selik ve E. Günçe, Ankara: Sosyal Adalet Yayınları, tarihsiz.
574
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
Altı çizilmesi gereken nokta, tüm bu kalkınma yöntemlerinde referans noktasının “Batılı gelişme düzeyi” olduğudur. Her ne kadar Yön yazarlarının yazılarında kapitalist kalkınma yöntemi emperyalizmle ve özel sektör tahakkümü ile özdeşleştiriyorsa da, Batılı gelişme süreci tarihsel bir model ve izlek olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında adı geçen bu kalkınma yöntemleri arasında, pratikte de, köklü farklılıklar bulunmamaktadır. Tüm bu modeller Batı dışında kalan toplumlar için sanayileşmeyi mutlak saymakta, bu modellerin uygulanacağı ülkelerin kendilerine özgü tarihsel, kültürel, coğrafî, toplumsal ve ekonomik gerçekleri üzerinde düşünmeksizin dışarıdan ve yukarıdan müdahale esasını temel almaktadırlar. Bu anlamda söz konusu modeller ister devlet kapitalizminden yana olsun, ister liberal çerçevelerden hareket etsinler, temelde benzer tarzda politikaların örgütlenmesi söz konusu olmuştur. Buna verilebilecek en iyi örnek Türkiye’de uygulanan planlama politikalarıdır. Bilindiği gibi Türkiye’de planlama pratiği ilk kez dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün Sovyetler Birliği’ne yaptığı ziyaret esnasında gündeme gelmiş ve 1933-1938 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık plan Sovyet iktisatçılar tarafından hazırlanmıştır. 1960’larda Planlama Bürosu’nun ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın oluşturulmasının ardından yeniden gündeme gelen planlama politikaları bu kez Amerikan kaynaklı bir ekonomi politikası ile uyumlu bir biçimde şekillenmiştir. Ne var ki, 1930’lu yıllardan 1960’lara ve daha sonrasına dek Türkiye’de devletçi ekonominin gösterdiği özellikler, köklü farklılaşmalar yaşamaksızın belli bir çizgi üzerinde devam edegelmiştir. Söz konusu politikalar Batı-dışı dünyanın modernleştirici seçkinlerine birbirlerinden çok da farklı reçeteler sunmamaktadırlar. Yön dergisinin gerek kuruluş felsefesine gerek yayınladığı yazılara baktığımızda Türkiye’nin modernleşme sürecinde yukarıdan Batılılaşma yöntemini savunduğunu ve toplumun modernleştirilmesini “eski dönemlere ait olan” değerlerinden sıyrılmasıyla, geleneksel yapısının çözülmesiyle ilintilendirdiğini görürüz. Yön dergisinin sayfalarını “modernleşme kuramı”nın önde gelen bazı isimlerinin düşüncelerine, yazılarına ayırmasının başlıca nedeni de bu inançtır. Yön dergisi zihniyetinin ve Amerikan merkezli modernleşme kuramcılarının ortaklaştıkları en temel iki nokta, Türkiye toplumunun modernleşmesinin ancak geleneksel yapısının zayıflatılması ile mümkün olabileceği ve modernleşme sürecinde başlıca aktörün silahlı kuvvetler olması gerektiğidir. Türkiye’de modernleşmenin ancak geleneksel yapının çözülmesiyle gerçekleştirilebileceği yaklaşımı, hangi ideolojik beslenme kaynağından gelirse gelsin merkez siyasal elitin üzerinde mutabık olduğu bir husustur. Türkiye’de siyaset yapanların on yıllardır ısrarlı bir biçimde savundukları bu yaklaşım, aynı zamanda muhafazakâr bir siyasî dilin oluşumuna katkıda bulunmakta, modernliğin inşası adına muhafazakâr bir siyaset felsefesinin üretilmesine yol açmaktadır. Yön dergisi örneğinde görebileceğimiz gibi, kendisini “sosyalist” olarak tanımlayan bir hareket de böylesi bir siyasal muhafazakârlığın inşasına katkıda bulunabilmektedir. Bu durumu Türkiye’ye özgü bir durum olarak değerlendirmek doğru olmaz.
Kemalist Bir Modernleflme Yorumu Olarak Yön Dergisi
575
Özellikle İslam coğrafyası söz konusu olduğunda sosyalist akımların ortaya koydukları en belirgin toplumsal proje, içerisinde yaşadıkları toplumların değer yapılarına ilişkin böylesi bir “çözücü” etkinin oluşumuna katkıda bulunmak, bunun felsefesini üretmek olmuştur. Bunun başlıca nedeni teorik olarak oldukça dar bir tarih ve toplum perspektifi içerisinden dünyaya bakıyor olmak olabilir. Zira hemen her konu ileri-geri retoriğine sıkıştırılabilmekte, kim tarafından ne şekilde temsil edildiğine bakılmaksızın “ilerici güçler” ve ortaya koydukları faaliyetler olumlu addedilebilmektedir. Yön dergisi zihniyeti bugün gerek Türk siyasetinde söz sahibi olmaya çalışan kimi aktörler, gerek devlet bürokrasisi içerisindeki bazı kesimler tarafından temsil edilmeye devam etmektedir. Gerek bu nedenle, gerek dönemin Türk düşünce ve siyaset yapısının daha doğru anlaşılması açısından Yön dergisi/hareketi üzerinde farklı perspektiflerden yapılacak çalışmalar önemini korumaktadır.
Yön Journal as an Interpretation of Kemalist Modernization Fahrettin ALTUN Abstract Yön, a leftist-nationalist journal, captured the image of Turkey’s growing and restless youth in the 1960s more than any other journal/magazine. It was the first attempt to formulate a nationalist leftist ideology by interpreting Kemalism. As a politically Kemalist and ideologically socialist journal, Yön has very much shaped the political culture of Turkey from that period on to the present. Yön has been a political and intellectual platform in which some essential concepts for Turkish politics like Kemalism, socialism, etatism, populism, nationalism, development and democracy has been reformulated in line with its founding fathers’ Jacobean understandings of politics and society. This article mainly seeks to examine the journal’s founding fathers, raison d’etre, main topics and political aims. In this article, the author attempts to criticize Yön journal’s perception of development and ideology of modernization, especially in terms of their connection with the mainstream modernization views at the time.
576
TAL‹D, 2(1), 2004, F. Altun
597 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 597-600
Cemal FEDAY‹, Turan Günefl: Siyasal Yaflam› ve Siyasal Düflüncesi, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dal›, Ankara 2003. Akif DEM‹RC‹* Türkiye’de genel olarak tarihin, bilhassa yakın siyasî tarihin kuru ve sıkıcı bir anlatımdan kurtulabilmesi için yeni yollara başvurulması gerekmektedir. Özellikle yaşanılan sürece tanıklık etmiş örnek tarihî simaları merkeze alan bilimsel çalışmaların yapılması, olay merkezli yaklaşımın monoton havasından kurtulma yolunda önemli bir açılım sağlayacaktır. Gerek siyasî hatırat yazma konusundaki şahsî isteksizlikler, gerekse yakın dönem siyasetçileri üzerine yapılmış akademik çalışmalardaki nicel ve nitel yetersizlikler dikkate alındığında, siyasî hayatımız hakkındaki genel değerlendirmeler, bazı temel noktalar hariç, bir körün fili tarifine benzemektedir. Cemal Fedayi’nin yakın dönem siyasî tarihimizin öncü şahıslarından Turan Güneş üzerine yaptığı biyografi çalışması bu muğlaklığı giderme yönünde atılmış önemli bir adımdır. Tez iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Turan Güneş’in siyasal yaşamı, ikinci bölümde ise siyasal düşünceleri incelenmiştir. Tezin ağırlıklı bölümü Güneş’in siyasal yaşamı üzerinedir. Ancak Güneş, siyasî yaşamını düşünceleriyle yoğurmuş bir akademisyen-siyasetçi olduğu için aslında her iki bölüm de tutarlı bir bütünlük içindedir. Tezde sırasıyla Turan Güneş’in kişiliğini ve eserlerini konu alan iki ek bulunmaktadır. Kişiliğinin ele alındığı EK I’de yakın çevresinden yirmi üç kişiyle yapılan birebir görüşmeler esas dayanak noktasını oluşturmaktadır. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimi sırasında tarih ve edebiyat derslerinde kendini gösteren Turan Güneş, liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Şarkiyat Bölümü’ne devam eder. Burada Alman şarkiyatçılardan şarkiyat eğitimi alır. Bu dönemde Türkiye’ye sığınan Alman hocalar İstanbul Üniversitesi’ne yeni bir soluk getirmişlerdir. Alman hocaların sahalarındaki yetkinlikleri ve lisan kabiliyetleri Güneş’i çok etkiler. Ancak yazarın ifadesiyle Güneş, “bir süre sonra öğretim üyesi yetersizliğinden bu bölümde okuma olanağını yitirmiştir”. Bu durumda Hukuk Fakültesi’ne kaydolan Güneş, Hukuk Fakültesi’ni pekiyi derece ile bitirerek Esas Teşkilat Hukuku kürsüsüne asistan olarak alınır. Güneş’in profesörlüğe kadar yükselecek olan akademik kariyeri Paris Üniversitesi’nde (1946-1951) yaptığı doktora teziyle devam eder. * Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktora öğrencisi.
598
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Demirci
Turan Güneş, akademik bilgisi siyasî kariyerini besleyen, siyasî ilgisi de akademik çalışmalarını yönlendiren çok yönlü bir siyasetçidir. Türkiye’de demokrasi anlayışının yerleşmesi için çaba gösteren Güneş, akademik çalışmalarını ve tezlerini Türkiye’nin siyasî meselelerine paralel konulardan seçmeyi tercih etmiş ve teori ile pratiği birleştirmenin yollarını aramıştır. Doktora tezi siyasî partiler, doçentlik tezi parlamenter rejimin anlamı ve işleyişi üzerinedir. Profesörlük tezi ise Türk Pozitif Hukukunda İdarenin Düzenleyici İşlemleri başlıklı kitabıdır. Bu çalışmasında Güneş, hukuk devleti, iktidarın kaynağı ve iktidarların yetkilerinin sınırları gibi konular üzerinde durmuştur. Güneş’in siyasete ilgi duymaya başladığı ilk dönem, Türkiye’nin çok partili hayata geçiş deneyimine denk düşmektedir. Memleketi olan Kocaeli/Kandıra’daki mahallî siyasî çalışmaları ise ilk siyasî girişimleridir. Siyasî kariyeri Türkiye’nin içinden geçtiği üç askerî müdahaleye tanıklık edecek kadar uzun ve verimlidir. Uzun siyaset yaşamı içinde milletvekilliği (1954-1957, Demokrat Parti), parti kuruculuğu (Hürriyet Partisi, 1956), parti yönetim kurulu üyeliği (CHP), Kurucu Meclis’te parti temsilciliği (1961), üniversitede hocalık (Ankara Üniversitesi, 1962-1973), Dışişleri Bakanlığı (1974), Başbakan Yardımcılığı (1977), Avrupa Konseyi’nde Türkiye temsilciliği (1980-1982) gibi çok etkin görev ve pozisyonlarda bulunmuştur. Farklı siyasî öncelik ve hassasiyetlere sahip olmalarına rağmen, “1946 ruhu”na aykırı yöntemlere başvurduğuna inandıkları Demokrat Parti muhalifliğinde birleşen bir grup aydın ve milletvekili ile birlikte Güneş, 1956 yılında Hürriyet Partisi’ni kurmuştur. 1957 seçimlerinde HP’nin yaşadığı başarısızlığa ve en önemlisi, partiyi oluşturan unsurlardaki uyumsuzluklara bakarak Hürriyet Partisi’nin aktif siyasette başarılı olamayacağı kanaatine varmıştır. Bunun üzerine kendine yakın bulduğu bir grup arkadaşıyla birlikte HP’nin CHP’ye iltihakını sağlayacak çalışmalar yapmış ve bunu 1958 yılında gerçekleştirmiştir. Aktif siyaseti CHP içinde yapma imkânı bulan Güneş, -zamanla hakkındaki düşünceleri olumsuz yönde gelişse de- 27 Mayıs 1960 darbesini umutla karşılamış ve Kurucu Meclis’te Anayasa Kurulu raportörlüğü görevini kabul etmiştir. 1954-1961 arasını kapsayan bu yıllar onun siyasî hayatının ilk dönemini oluşturmaktadır. Bunu ise 1961-1973 yılları arasındaki parlamento dışında kalsa da aktif siyasetle içiçe olan üst düzey yöneticilik, akademisyenlik, yazarlık ve “ideologluk” dönemi takip etmektedir. İdeologluktan kasıt “ortanın solu” söylemine yaptığı düşünsel katkılardır. 1973-1982 yılları ise onun siyasetteki iniş çıkışları en fazla tattığı üçüncü ve son dönemidir. Türkiye’nin ABD’den bağımsız politikalar ürettiği, Kıbrıs Harekatı ve haşhaş ekiminin serbest bırakılması gibi kritik olayların yaşandığı bir dönemde Güneş, dışişleri bakanlığı koltuğundadır. Siyasî yaşamı içinde tecrübe ettiği üç askerî müdahale Türkiye’de siyaset ve demokrasinin kurumlaşması konusundaki fikirlerini şekillendirmiştir. Askerî müdahaleler karşısındaki tutumu birinden diğerine farklılıklar gösterse de Güneş, Türkiye gerçeklerine uygun siyaset yapmanın şartlarını bilmek gerektiğini vurgu-
Cemal FEDAY‹, Turan Günefl: Siyasal Yaflam› ve Siyasal Düflüncesi
599
lar. 27 Mayıs’ı Türk demokrasisinin fena bir sondan kurtarılması, 12 Mart’ı ise ordunun siyasete gereksiz bir müdahalesi olarak değerlendiren Güneş, 12 Eylül müdahalesini “kamu düzeni ve güvenliğin sağlanmasının, serbest siyasete öncelenmesi gerektiği” düşüncesiyle karşılar. Ülke şartlarından bağımsız siyaset yapmanın mümkün olmadığına ve fakat askerî müdahalelerin yol açtığı geçiş dönemlerinin bir an önce sonlandırılmasının ülkeye yapılacak en büyük iyilik olduğuna inanır. Tez, ülkenin içinde bulunduğu düşünsel ve ideolojik çalkantıların siyasî hayata etkilerini Güneş’in hayatına paralel anlatımlarla başarılı bir şekilde sunuyor. Türk siyasî hayatında parti içi muhalefet ve mücadelenin doğması, gelişmesi ve muhtelif şekillenmeleri üzerine farklı partilerden örnekler veriyor. Partilerin içinden yeni partilerin doğmasını ya da kopmasını Demokrat Parti içinden Hürriyet Partisi ve CHP içinden Güven Partisi örneklerinde olduğu gibi ayrıntıları ile ortaya koyan değerlendirmelerde bulunuyor. Bu çalışmada “ortanın solu” konusundaki ayrıntılı anlatılarda Türk siyasî hayatında bir söylemin ve siyasî çizginin ortaya çıkış ve gelişim hikâyesinin çok yetkin bir şekilde verildiği görülmektedir. Teze göre Turan Güneş, Türk siyasî hayatına bir dönem damgasını vurmuş olan “ortanın solu” düşünce ve pratiğinin en önemli mimarıdır. Bir parti sloganı olarak ilk kez İsmet İnönü tarafından 1965 genel seçimleri öncesinde dile getirilen “ortanın solu” deyimi daha sonra Turan Güneş, Bülent Ecevit ve İbrahim Öktem’in ısrarlı takipleri sonunda CHP’nin 1970’lerdeki hakim söylemi olmuştur. Sözkonusu tez, bu söylemin gelişip yetkinleşmesinin en önemli nedenlerini 27 Mayıs hareketi, Kurucu Meclis’teki etkinliğine rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nin halktan teveccüh görememesi ve bunun sonucunda halka doğru bir hareket ve yapılanmanın çoğu partili tarafından kaçınılmaz olarak görülmesi şeklinde sıralar. Zira seçim sathımâilinde her yeni beklenti CHP açısından hüsranla sonuçlanmıştır: CHP’nin 1961 seçimlerindeki durumu 1957 seçimlerinden; 1965 seçimlerindeki durumu da 1950 seçimlerinden çok daha kötüdür. Güneş gerek Cumhuriyet Halk Partisi içinde, gerekse genel olarak Türk siyasetinde kurumlardan ve kurallardan fazla etkinliği ve saygınlığı olan İsmet İnönü’nün siyasî hayatının önemli bir kısmına tanıklık etmiş ve “Paşa faktörü”nü çok yakından gözlemlemiştir. Demokrat Parti’ye muhalefeti sırasında, 27 Mayıs’ın kargaşa dönemlerinde, sonraki hükümet oluşumlarında ve cumhurbaşkanı seçimlerinde, CHP genel başkanlığı yarışında (sonunda Ecevit’in zaferiyle sonuçlansa da) İsmet İnönü siyasî hayatın her zaman baş aktörü olarak sahnededir. Güneş, “ortanın solu” söylemini İnönü’ye rağmen bayraklaştırmış ve başarıya götürmüş ekibin en etkin üyesidir. Güneş’in siyasal düşünceleri tezin ikinci bölümünde incelenmiştir. Güneş’e göre Türkiye’de bir siyaset kültürü olarak demokrasinin yerleştirilmesi en öncelikli meseledir. Sosyal demokrasi ancak demokrasi ortamının kurulmasından sonra sözkonusu olabilir. Batı’daki sosyal demokrasi çizgisi de bu yolu takip etmiştir. Türkiye’de yöneten ile yönetilen arasındaki mesafenin kapatılması, demokrasiye
600
TAL‹D, 2(1), 2004, A. Demirci
giden en kestirme yolun başlangıcıdır. Türk siyasî hayatında “yerli” çizginin hakim olmasının savaşını veren Güneş, Türkiye’de sosyal demokrat düşüncenin gelişiminde de öncü bir role sahiptir. CHP’nin sol renginin artmasındaki en önemli etken yine Güneş’in fikirleridir. Bu sol renkte “komünist” değil, demokratik sol tonların baskın olması onun çalışmaları sayesindedir. Yazar, Güneş’i Bülent Ecevit’in hem teorik hem de pratik gelişiminin en önemli mimarı olarak takdim etmektedir. Ecevit’in daha sonraki “dine saygılı laiklik” söyleminin temelinde de Güneş’in din ve laiklik yorumları yer almaktadır. Biyografi çalışmalarının yararını vurgulamanın yanında kabul etmek gerekir ki, bir biyografik çalışmanın “tez” olarak sunulmasının problemli bir tarafı vardır. Bu çalışmada, bir kişinin hayatına endekslenen bir “tez” iddiası bulunmaktadır. Bir kişinin tüm hayatı nasıl bir tezin konusu olabilir? Burası pek açık değildir. Halbuki bizzat o kişinin, Turan Güneş’in, “ortanın solu” söyleminde ve Türkiye’de sosyal demokrasinin oluşumunda var olan rolünü araştıran -burada da çok güzel bir şekilde işlenen- bir iddiayı merkeze almak, aynı zamanda biyografi çalışmasını da temin edecek daha akademik bir “tez” demektir. Biyografi çalışmalarının başlıca zorluklarından birisi de yazarın, üzerine eğildiği kişiyle fazlaca meşgul olmasından kaynaklanan yaklaşım sorunudur. Ele alınan kişiliğin benimsenmesi de dışlanması da akademisyenin önünde bir tuzak olarak hep kendini hissettirir. Çalışmada bu denge kısmen “benimsenme” lehine bozulsa da genel olarak korunmuştur. Tez boyunca zaman zaman ana tema Turan Güneş merkezinden kopup yakın dönem Türk siyaset tarihi anlatımına dönüşüyor gibi gözükmektedir. Ancak Güneş’in siyaset yaptığı ortama ve şartlara dair genel çerçeveyi aydınlattığı için bu anlatım faydadan hâlî değildir. Bir biyografi çalışmasında aranan dil akıcılığı, Güneş’in siyasal yaşamını önceleyen yetişme yıllarının aktarıldığı bölümde biraz zayıf kalsa da, ilerleyen bölümlerde ve özellikle EK I’de verilen kişilik ayrıntılarında -bunların hemen hepsi Güneş’in akademi, siyaset ve aile hayatına yakın kişilerle yapılmış mülâkatlara dayanmaktadır- kendini göstermektedir. Teze ilişkin görünürdeki en temel sorun, yazarın bir ön kabulünden kaynaklanmaktadır: Yazar, Güneş’in “İslâm tarihi ve kültürü konusundaki bilgisi”ni MSP ile CHP’nin başlattığı protokol hazırlıklarında da gösterdiğini ve bu sayede “MSP’nin olası oyunlarına engel olunduğunu” belirtme gereği duymaktadır. Niçin MSP’yi tüm İslâm siyaset tarihinin adeta bir son temsilcisi ve Turan Güneş’i de o partinin “takiyyesini” açık eden bir kurt oryantalist olarak gösterdiği izaha muhtaçtır. Şüphesiz Türk siyasal yaşamında yer alan tüm aktörlerin hayatlarının incelenmesi mümkün değildir. Ancak Turan Güneş gibi yaşadığı dönemin siyasal gündeminin belirlenmesinde ve yeni söylemler geliştirilmesinde ciddî katkıları olan kişilerin hayatlarının mutlaka aydınlatılması gerekir. Bundan dolayı Cemal Fedayi’nin çalışması, zikredilen noktalar saklı tutulmak kaydı ile, yakın dönem siyasî tarihi üzerine çalışanların başvurması gereken önemli bir kaynaktır.
601 Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi, Cilt 2, Say› 1, 2004, 601-603
Hatice BABAVATAN, The Understanding of ‘Afrikâ-yi Osmânî’ in the Late Ottoman Period: The Case of Zanzibar, ‹stanbul: Bo¤aziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Tezi, 2003, ix+161. Vildan SERDARO⁄LU fi‹fiMAN* Osmanlı Zengibar Sultanlığı ilişkilerini inceleyen ve alanında ilk olan bu tezde Hatice Babavatan, Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika kıtasındaki varlığını konu edinmekte ve bu çerçevede Osmanlı kaynaklarında sıkça kullanılan Afrikâ-yi ‘Osmânî yani Osmanlı Afrikası kavramını irdelemeye çalışmaktadır. Tezdeki temel iddia ise, bu kavramın anlamını, şimdiye kadar literatürde geçtiği üzere Osmanlı’nın sadece Kuzey Afrika ile sınırlı bir siyaseti olduğu anlayışını değiştirecek şekilde, genişletmektir. Osmanlı’nın 16. yüzyıldan itibaren Kızıldeniz sahillerinde inşa ettiği liman şehirleri, 1555 yılında Özdemir Paşa tarafından kurulan Habeş Eyaleti, 16. yüzyılda Doğu Afrika Sevahil bölgesindeki Osmanlı faaliyetleri ve 1876 yılında Emin Paşa’nın bugünkü Uganda sınırları içerisinde kalan Hatt-ı İstiva (Ekvator) Eyaleti bu iddianın ispatı yönündeki bazı ipuçları olarak verilmektedir. Selma Özkoçak, Didier Boukaz-Khan ve Muhammed Bakari gözetiminde İngilizce olarak yazılan tez giriş, dört ana bölüm ve sonuç bölümünden oluşmaktadır. Bölge ile ilgili arşiv kaynaklarının tek tek verildiği bibliyografya bölümünden sonra ise çeşitli resimlerin, transkripsiyonları ile birlikte orijinal arşiv belgelerinin ve Fransızca ve İngilizce telgrafların yer aldığı ek bölümü vardır. Tezin ilk bölümünde (s. 17-43) yukarıda işaret edilen soru üzerinde durulmaktadır. Osmanlı Devleti’nin özellikle Doğu Afrika’da gösterdiği varlık gözönünde bulundurularak Afrikâ-yi Osmânî’nin coğrafî olarak daha geniş bir alana tekabül ettiği iddia edilmektedir. Osmanlı’nın, kıtanın dört bir yanındaki Müslüman sultanlıklar ile yani bugünün Orta Batı Afrika’sındaki Bornu Sultanlığı, bugünün Etiyopya ve Somali sınırlarında kalan Harar Sultanlığı, bugünün Tanzanya sınırları içinde kalan Zengibar Sultanlığı örnekleri incelenerek erken 16. yüzyılda başlayıp 20. yüzyıla kadar adı geçen sultanlıklar ile devam eden askerî, dinî, sosyal ve kültürel ilişkileri, Afrikâ-yi Osmânî’nin fiziksel sınırlarla birlikte ele alınması gereken manevî sınırları olarak yorumlanmıştır. Tezin ikinci ve üçüncü bölümlerinde ise (s. 43-89), Müslüman sultanlıklar ile olan münsasebetler üzerinde yani Afrikâ-yi Osmânî’nin manevî sınırları üzerinde durulmuştur. Çalışmada örnek olarak, Zengibar Sultanlığı seçilmiştir. Buna göre * İSAM, Dr.; Harvard Üniversitesi Ağa Han Kürsüsü Doktora Sonrası Araştırmacısı.
602
TAL‹D, 2(1), 2004, V. Serdaro¤lu fiiflman
Umman Kralı Said b. Sultan’ın 1832 yılında başkentini Doğu Afrika’ya yani Zengibar’a taşıması ile bölgede önemli bir müslüman sultanlık olan Zengibar Sultanlığı kurulmuştur. Bütün Doğu Afrika sahillerinde hüküm sürmüş olan bu sultanlık, Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasında devlet düzeyinde diplomatik ilişkiler geliştirdiği en uç noktadır. Bu, Afrikâ-yi Osmânî’nn doğudaki manevî sınırlarını göstermesi açısından önemlidir. 1877 yılında hac için Hicaz’a giden Zengibar Sultanı, Osmanlı’nın Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa tarafından büyük bir misafirperverlikle karşılanmıştır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti çeşitli vesileler ile Zengibar’a elçiler göndererek,1 Doğu Afrika’nın bu en büyük müslüman sultanlığı ile olan münasebetlerini sürekli diri tutmaya çalışmıştır. Diğer taraftan, Zengibar Sultanlığı da özellikle sömürgeci devletler tarafından baskı altında tutuldukları ve zor günler yaşadıkları bu dönemde dünya müslümanlarının halifesi ile olan bağlarını güçlü tutmaya çalışmıştır. Zengibar sultanlık tahtında meydana gelen değişikliklerden Osmanlı Devleti’nin haberdar edilmesi ve her yeni sultanın Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini devam ettirme isteklerini yazılı olarak bildirmeleri, bunun en önemli göstergesidir. Tezin işaret ettiği bir diğer husus da, Osmanlı Devleti ve Zengibar Sultanlığı arasında süregelen ilişkinin sadece bu iki müslüman devlet için değil, aynı zamanda dönemin sömürgeci güçleri için de büyük önem taşıyor olmasıdır. Avrupa’da süper güç olma hayalindeki Bismark, Doğu Afrika’da kurduğu sömürge gücünün bu bölgedeki varlığını sağlamlaştırmak için Osmanlı Devleti’ni bir aracı olarak kullanmak istemektedir. Öyle ki, teze göre, Almanya Doğu Afrika’da kurduğu Doğu Afrika Alman Şirketi’ni korumak için oluşturduğu polis gücünde görevlendirilmek üzere Osmanlı Devleti’nden 200 kadar Sudanlı’nın bölgeye gönderilmesini talep etmiştir. Burada yaşayan halkın, kendileri gibi müslüman olan bir ülkeden gönderilecek olan askerlere karşı çıkamayacakları görüşüne dayanan bu istek, Osmanlı Devleti’nin bu bölgede üstlenmiş olduğu kilit rolü göstermesi açısından son derece anlamlıdır. Tezde kullanılan kaynaklar göstermektedir ki Osmanlı Devleti, Doğu Afrika’daki sömürgeci faaliyetleri sadece Zengibar Sultanlığı için değil, bütün islam dünyası için bir tehdit olarak algılamakta, bunun için de bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Bölgeye Osmanlı tarafından gönderilen elçilerin tuttuğu detaylı kayıtlar, Avrupa meclislerinde bölge üzerine alınan kararların Osmanlılar tarafından yaptırılan tercümeleri ve Avrupa basınında çıkan haberlerin takibi bize hem Osmanlı’nın bölgeye ilgisini hem de bölge ile ilgili bilgi kaynaklarını göstermektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin sömürgeci faaliyetleri sona erdirmek için etkili bir adım attığını gösterir belgelere rastlanmamaktadır. Tez, Zengibar örneği üzerinden Osmanlı Afrikası’nın hem coğrafî hem de sosyo-kültürel olarak Kuzey Afrika ile sınırlandırılamayacağını göstermekte ve son bölümünü (89-112) de bu iddianın sosyalkültürel etkileşimleri ile delillendirilme1 Örneğin Şükrü Bey, Abdülkâdir Bey ve Mehmed Rüşdi bunlar arasındadır. Bkz. s. 77-84.
Hatice Babavatan, The Understanding of ‘Afrikâ-yi Osmânî’ in the Late Ottoman Period
603
sine ayırmaktadır. Bu bölümde genel olarak, Osmanlı insanının Zengibar ya da Doğu Afrika hakkında erken dönemlerden itibaren bilgi sahibi oldukları çeşitli örneklere dayanarak iddia edilmektedir. Piri Reis’in meşhur Kitab-ı Bahriye’sinde bölgenin detaylı olarak anlatılması, Osmanlı Devleti’nin doğu eyaletlerindeki valilerin Zengibar’ı Osmanlı sultanlarına gizemli hediyeler alabilecekleri yerler olarak görmeleri, bu bölgenin Osmanlı köle ticareti hattında önemli duraklardan biri olması nedeniyle buranın bir köle kaynağı olarak görülmesi, Zengibar’dan İstanbul’a ticaret yapmak maksadıyla geldiğini iddia eden Hafız Mahmud Efendi’nin aradaki mesafe nedeniyle kuşkuyla karşılanması ve bölgenin “uzak yerler” olarak tanımlanması, bize Osmanlı insanının bölge ile ilgili bir takım malumatlara sahip olduğu izlenimini vermektedir. Tez, Osmanlı insanının zihnindeki Zengibar algısını da sorgulayarak, bugün bize yabancı olan bu bölgelerin Osmanlı insanı ve devleti tarafından iyi bilindiğini ileri sürmektedir. Örneğin Şeyh Gâlip’in Hüsn-i Aşk kitabında Zengibar’ın bir benzetme için kullanılması (s. 100 vd), bir ondokuzuncu yüzyıl romanı olan Mansur Bey’de Zengibar’ın, Osmanlı’nın nüfuzu altında olması gereken yer olarak gösterilmesi (s. 102 vd) bu konuda örnek olarak kullanılmaktadır. Böylece Osmanlı Afrikası’nın sadece Kuzey Afrika ile sınırlandırılamayacağı, Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki etki alanının hem siyasî hem de sosyokültürel olarak daha geniş bir alana tekabül ettiği iddiası yinelenmektedir. Tez de kullanılan kaynaklara bakıldığında, birinci el kaynakların çokluğu dikkatimizi çekmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden, özellikle Yıldız Evrak’ından ilgili bütün belgelerden faydalanılmıştır. Ayrıca son dönem ondokuzuncu ve erken dönem yirminci yüzyılda Afrika üzerine yazılan eserler incelenmiş, aynı dönemde çıkarılan gazete ve dergilerden bir kısmı taranmıştır. Osmanlı insanının Zengibar algısı hakkında bilgi edinmek için ilgili dönemde yazılan bazı romanlar ve şiirler de kullanılmıştır. Sonuç olarak tez, hem Afrika veya Dünya tarihçiliğine hem de Osmanlı tarihçiliğine katkısı itibariyle önem arzetmektedir. Çalışma, bölgede etkin faktör olan Osmanlı faktörünü sadece siyasî açıdan değil, sosyal ve iktisadî açıdan da inceleyerek, sonuçlarını Afrika tarihçilerinin dikkatine sunmaktadır. Bu, Osmanlı tarihinin Dünya tarihine eklemlenmesi hususunda önemli bir adım olarak görülmelidir. Osmanlı tarihçiliğine ise esas olarak iki katkısı olduğu söylenebilir: Birincisi, Osmanlı’nın Afrika’daki etki alanını genişletmesi ve Doğu Afrika-Zengibar örneğinde bu tezini uygulaması ile Afrikâ-yi Osmânî kavramının kapsayıcılığı yönünde sonraki çalışmalara kapı aralamaktadır. İkincisi ise arşiv kaynaklarından, gazetelere, mektuplardan şiirlere dek çeşitli kaynakları kullanarak sadece siyasî sınırları değil sosyal, kültürel, zihnî ilişki ve etkileşimleri de kullanarak ‘manevî sınırlar’ı da düşünmeye çağırmaktadır.
604
TAL‹D, 2(1), 2004, V. Serdaro¤lu fiiflman