API, İDEOLOJİ VE K ÜLTÜR ÜLTÜR STUART H ALL: Y
Bu çalışmanın amacı Stuart Hall’ün yapı, ideoloji ve kültür konularındaki analizini değişik yapıtlarında geliştirdiği kuramsal öncüller çerçevesinde değerlendirmektir. Bu noktadan hareketle ilk önce ön ce Hall’ün, Britanya Kültürel Çalışmalar ekolünün önemli isimlerinden biri olduğunu ve onun teorik arka planını bizzat İngiliz kültürel çalışmalarının oluşturduğunu belirtmekte fayda var. New Left Review dergisinin editörlüğünü yaptığı yıllardan başlayarak kültür, ideoloji ve medya konularında önemli çalışmalar yapan Hall, CCCS544 (Centre for Contemporary Cultural Studies) yönetimine getirildikten sonra, merkezin teorik üretiminde kayda değer katkılarda bulunmuştur.545 Kültürel çalışmalar disiplinine Althusser ile Gramsci’nin ideoloji ve hege H.Ü., Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Doktora. 544 Merkezin çalışmalarında öne çıkan yazarlar arasında önemlileri şunlardır: “Dick Hebdige, Dorothy Hobson, David Morley, Phil Cohen, Chas Critcher, Charlotte Brunsdon, Iain Chambers, Janice Winship, Paul Willis, Angela McRobbie, Richard Hoggart, Richard Johnson, Stuart Laing and Stuart Hall” (Turner 2003, s. 62) 545 Age., s. 59. *
232
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
monya yaklaşımlarının eklemlenmesinin büyük ölçüde CCCS ve Hall’ ün çalışmalarına borçlu olduğu söylenebilir. Raymond Williams, Richard Hoggart ve Stuart Hall başta olmak üzere Merkez’in popüler kültür çalışmaları önemli etkiler yaratmıştır. Hall, Althusser’in ve Gramsci’nin yaklaşımlarından etkilenmiştir. Özellikle, Thatcher döneminden sonra İngiliz işçi sınıfını yakından inceleyen ve nesnel koşullar altında işçi sınıfının neden bir sağ partinin yanında olduğunu analiz etmeye başladığı andan itibaren, Althusserci yaklaşımın Hall’ün kuramsal çözümlemesine yardımcı olmaması, Gramsci’nin hegemonya kavramı üzerine eğilmesine neden olur. Gramsci’nin etkisi, onun sadece medya çalışmalarında değil, aynı zamanda özellikle 1980’ler boyunca Muhafazakâr politikanın ve onun uzlaşı işlevinin nasıl olduğunu incelemesinde önemli bir şekilde belirir.546 Hall’ü etkileyen ikinci teorisyen Althusser’dir ve onun “çağırma” kavramından yapı içinde insanların nasıl birer özneye dönüştürüldüğünü açıklamak için yararlanır. Hall, kültürel çalışmalar alanında “iki paradigma”547 olduğunu belirtir: kültüralizm ve yapısalcılık. Kültüralizmi Williams, Hoggart ve E.P. Thompson çalışmalarında geliştirirler. Kültüralizm, kültürü anlam, aidiyet ve kimliğin kaynaştığı bir deneyim alanı olarak ele alır.548 1979’da Richard Johnson tarafından ortaya atılan kültüralizm kavramı, Hoggart, Williams ve Thompson’ın bazı eleştirel yaklaşımlarını niteler. Kültüralizm, geçmişe yönelik uygulanan bir etikettir ve böylece kendi kendine bilinçli bir hareket ya da tutarlı bir teorik konum olarak anlaşılmamalıdır.549 Hall’e göre kültüralizm yapısalcılıkla550 kesişen diğer bir olgudur. Althusser’in çalışmalarına referans olan 546
Davis 2004, s. 46. 547 Hall 1980, s. 57 –72. 548 Rojek 2001, s. 363. 549 Procter 2004, s. 38. Hall, yapısalcılığın temsilcileri olarak C. Lévi -Strauss, Roland Barthes ve Louis Althusser’i sayar. 550
Melek Halifeoğlu
233
yapısalcı gelenek, tecrübe ve bilincin kültürün temsil şemaları ve maddi koşullar tarafından dolayımlandığına dikkat çeker.551 Kültüralizm deneyimin yaşanmışlığını, yapısalcılık ise deneyimin inşa edilmişliğini vurgular. Bununla birlikte, bu iki yaklaşımı sabitlikler halinde anlamlandırmasa da Hall, kendi yaklaşımını bu iki eğilimin dışında tutmaya özen gösterir. Hall ve kültürel çalışmalar ekolü, kültürel süreçlerin incelenmesinde yapısalcı paradigmanın işlevselleştirilmesi gerektiğini vurgular. Bu açıdan bakıldığında özellikle televizyon, kitle iletişim araçları, gençlik altkültürü, okullaşma ve güvenlik konuları kültür çalışmalarının başlıkları arasında sayılabilir. Son olarak, yöntembilimsel açıdan bu çalışmada Hall’ün altyapı-üstyapı ayırımı, ideoloji ve kültür konularındaki kuramsal yaklaşımı, klasik Marksizmin öncülleriyle karşılaştırmalı olarak süreklilik ve kopuş kıstasları bağlamında ele alınacaktır.
Marx ve Engels, toplum ve toplumsal ilişkilerin analizini yaparken tarihsel materyalizmin kuramsal matrisinden yararlanarak, hayatın maddi temeller üzerinden üretildiğini ve toplum tarihinin de ekonomik temellere göre biçimlendiğini belirtirler. Bu bağlamda kullandıkları yapı-üstyapı metaforu, Stuart Hall’ün kültürel çalışmalar alanındaki epistemolojik varsayımlarını formüle etmek amacıyla işlevselleştirdiği bir referans noktasını oluşturacaktır. Burada, Engels’in söz konusu metaforu açıklamak üzere ekonomik düzeyi üretici güçlerle üretim ilişkilerinin bir toplamı olarak anlamlandırmasına işaret edilmelidir: “Toplumsal tarihin belirleyicisi olarak gördüğümüz ekonomik koşullardan anladığımız, verili bir toplumda insanların geçim araçlarını üretme ve ürünleri kendi aralarında mübadele etme (işbölümü bulunduğu ölçüde) yöntemleridir. Dolayısıyla bura Rojek, s. 363.
551
234 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
da tüm üretim ve nakliyat teknikleri dâhil edilmiştir. Bizim anlayışımıza göre bu teknik aynı zamanda mübadele yöntemini ve dahası ürünlerin bölüşümünü ve onunla birlikte kabile toplumunun çözülmesinden sonra sınıflara bölünmeyi, dolayısıyla lordluk ve kölelik ilişkilerini ve devleti, siyaseti, hukuku vb. belirler.”552 Yukarıdaki değerlendirmelere koşut olarak, Marx da maddi üretimin gerçekleşmesinde üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin üretim ilişkilerini ve üretim tarzının doğasını belirlediğini vurgular. Kendi düşünsel tarihinde önemli bir uğrağı temsil eden Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı ’ya Önsöz’ün, tarihsel materyalizmin kurucu ilkeleri konusunda tartışmalara yol açan ünlü pasajında bu varsayımını şöyle ifade eder: “Varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar, aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur.”553 Buradaki açıklama tarzına yakından bakılacak olursa, toplumun ekonomik yapısını oluşturan üretim ilişkilerinin bütün bir hukuksal, siyasal ve kültürel üstyapıyı da etkilediği yolundaki önermenin ne kadar önemli olduğu görülür. Ekonomik temel üzerinde yükselen ve hâkim üretim tarzına göre şekillenen üstyapı düzeyi ve içerdiği kurumlar yapısal düzeyin birer yansıması olarak görünür.554 Buna karşılık, klasik Marksizmin başat tartışma başlıkları arasında yer alan altyapı-üstyapı ayırımını yeni bir sorunsal içerinde geliştiren Antonio Gramsci mekanik determinizmi kapsamlı olarak eleştirir. Gramsci, Hapishane Defterleri ’nde, ta Engels’ten aktaran Berberoğlu 2009, s. 15. Marx 2005, s. 39. 554 Berberoğlu, s. 15. 552 553
Melek Halifeoğlu
235
rihsel materyalizmin tek taraflı, düzçizgisel ve mekanik belirlenimci yorumu üzerinden, öznenin pasifleştirilerek sadece erekselci bir anlayışla ekonomik süreçlerin doğrudan bir yansıması olarak anlamlandırılmasını reddeder.555 Altyapı-üstyapı metaforunu yeniden sorunsallaştırmak için tarihsel blok ka v ramını kullanan Gramsci, üstyapı ve altyapı arasındaki ilişkinin bütünsel doğasına göndermede bulunur. Bu bakış açısına göre, tarihsel blok un ortaya çıkabilmesi için yapı ile üstyapı arasındaki ilişkinin organik bir şekilde eklemlenmesi gerekir.556 Gramsci’ nin yaklaşımının dikkat çekici yönü, organik bağın sağlamasında aydınlara benzersiz bir kuruculuk işlevinin atfedilmesidir. Maddi üretim sürecinin zorunluluklarına bağlı olarak, her toplumsal grubun (başka bir deyişle, sınıfın) kendisine bağlı ve üstyapı kertesinde toplumsal bilinç biçimlerinin açığa çıkmasını sağlayan aydınlara ihtiyacı vardır.557 Gramsci’nin sorunsalında, yapı ile üstyapı arasındaki bağın sadece soyutlama düzeyinde değil aynı zamanda tarihsel nesnellik zemininde de somutluk kazandığı belirtilmelidir. Buna göre, maddi temeller üzerinde karmaşık ve çelişkili üstyapılar bütünlüğü bir kez oluştuktan sonra altyapıyla karşılıklı etkileşimde bulunur ve iki düzey arasında diyalektik bir ilişki açığa çıkar. Klasik Marksizmden etkilenen ama altyapı-üstyapı ilişkisine yönelik determinist ve indirgemeci yorumlar karşısında eleştirel bir tavır sergileyen Hall, Gramsci’nin Defterler ’de tartışmaya açtığı materyalizm izleklerinden yararlanır. Bu çerçevede, söz konusu düzeyler arasındaki dolayımsız ilişkinin aşırı vurgulanmasına bağlı olarak, üstyapı alanları arasında yer verdiği kültürün diğer kerteler karşısında ikincilleştirilmesine karşı çıkar.558 Bununla birlikte, Hall’ün, 1970’lerde yaptığı Marx okumalarında, yapı-üstyapı analizine yönelik olarak determinist olma Yetiş 2009, s. 139. Portelli 1982, s. 48. 557 Age ., s. 50. Procter, s. 16. 555 556
558
236
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
yan bir bakış açısını geliştirdiği ve özellikle iletişim alanında ortaya attığı eleştirel bakışı açısını Grundrisse ’deki teorik modele dayandırdığı belirtilmelidir.559 Hall’ün tarihsel materyalizmin kuramsal temellerine yönelik eleştirel yaklaşımı, klasik Marksizmin devrimci praksisinin bir parçası olan sınıf mücadelesi yaklaşımından uzaklaştığı gerekçesiyle, revizyonist bir bakış açısını yeniden üretmekle eleştirilmiştir. Burada, benimsediği yaklaşıma paralel olarak, Hall’ün yapı ile üstyapı arasındaki ilişkiyi katı bir şekilde ve tek yönlü olarak tanımlaması ve ekonomik indirgemeciliğe karşı çıkmasının önemli olduğu düşünülebilir. Gerçekten de, Hall’ün, yapısal ve üstyapısal düzeyler arasındaki geçişkenliği “freer play ”560 olarak ifadelendirerek, üstyapının da altyapı kadar belirleyici olduğunu vurgulaması kayda değerdir.561 Yukarıdaki paragrafta da belirtildiği gibi, altyapı-üstyapı arasındaki ilişkide yapının sadece ekonomik unsurlardan oluşmadığı yönündeki yaklaşımı, Marx’ın yapı-üstyapı ilişkisi konusundaki değerlendirmelerinden uzaklaşmasına yol açar. Bu açıdan bakıldığında, Hall’ün, üstyapının bir kertesi olan kültürün, egemen sınıf konumunun taleplerine göre dolayımlanan toplumsal ilişkiler bağlamında biçimlendiğini ve bu yüzden de ekonomik temelin tek ve en önemli belirleyen olmadığını ileri sürmesi önemlidir.562 Hall’ün sorunsalının kurucu önermelerini düşünürsek, üstyapısal kertenin yapının bir yansıması olmadığı savından hareketle, kültürel biçimlerin ve popüler kültürün sadece kapitalist sistemin bir aracı olmadığını ileri sürmek mümkündür. Sistemin yeniden üretimini gizemlileştirmeye yönelik bir araç olma özelliğinden sıyrılan kültürel formlar, bu nedenle, sadece işçi sınıfına yönelik bir silah olarak da algılanmamalıdır. Nitekim Hall, İngiliz işçi sınıfının ağır koşullar altında dahi na Age ., s. 44. Hall 1985, s. 100. Procter, s. 18. Davis, s. 79.
559 560 561 562
Melek Halifeoğlu 237
sıl ve neden sessiz kaldığını gözlemlerken, bu savlarını desteklemek amacıyla kuramsal açıklamasında Gramsci’nin hegemonya kavramından yararlanır.563 Ona göre, hegemonyanın görünümlerini sadece üstyapıda değil aynı zamanda altyapıda da bulmak mümkündür; çünkü Gramsci’nin de ifade ettiği gi bi, hegemonik üstünlüğün kökenleri yapısal ilişkiler alanında yatar.564 Dolayısıyla parantez içine alınarak tartışılan ekonomik belirlenim konusunun Hall için, kısaca ikinci planda kaldığı düşünülebilir. Böyle bir sonuca yol açan kuramsal öncüllerin ise, Hall’ün dikkatini, “klasik Marksizm sonrasında Marksist ‘üstyapı kuramının’ ve ‘temel/üstyapı’ ilişkilerinin gelişmesine önemli katkıları oluşturduklarını iddia ettiği Gramsci ve Althusser’e çekmesinden kaynaklan[dığı]” varsayılabilir.565
Marx ve Engels, toplumun kendine dair geliştirdiği öznel algılamalar ya da bilinç biçimleri çerçevesinde kavranmasını önerdikleri ideolojinin, Stuart Hall (ve tabii ki Kültürel Çalışmalar ekolündeki arkadaşları) tarafından önemli bir çözümleme nesnesi olarak ele alındığı görülür. Klasik Marksizmin üstyapısal düzeydeki toplumsal bilinç alanıyla bağlantılı olarak tartıştığı ideoloji kavramı, “bir insanın ya da bir toplumsal grubun zihnine egemen olan fikirler ve tanımlamalar sistemi”ni566 nitelemek amacıyla kullanıldığını ileri sürebiliriz. Hall, kapitalizmin gelişmişlik düzeyine göre aynı zamanda teknolo jik ve kurumsal yapının da değiştiğini ve bu yüzden öznelliğin de (subjectivity) değiştiğini vurgular. Bu açıdan Marx’ı da referans göste rerek işçi sınıfının değişen dünyada sadece hayatta kalmadığını aynı za manda kendine bir yaşam alanı yarattığını da belirtir. (Hall 1958, s. 27) 564 Davis, s. 78. Hall’den aktaran Golding ve Murdock 2008, s. 30. Althusser’den aktaran Durand 2000, s. 94. 563
565 566
238
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
Bu noktada, maddeci bir tarih anlayışına sahip olan Marx’ ın, ideoloji kavramını da verili bir tarihsel yapının zorunlu görünümlerini oluşturan nesnel gerçeklik ilişkileri üzerinden değerlendirdiği vurgulanmalıdır. Dünyayı algılama tarzlarını yapısal kertedeki üretim ilişkileriyle bağlantılandırarak açıklayan bu bakış açısı, ideolojiyi her şeyden önce tarihsel materyalizmin genel bir kategorisi olarak anlamlandırmaya yönelir.567 Çalışmamızın önceki bölümünde de ifade edildiği gibi, toplumsal bilinç formlarının, dar anlamda ekonomik parametrelerle sınırlandırılamayacak olan altyapısal süreçlerin birer fonksiyon olarak tasarlanması materyalist tarih anlayışını yansıtır. Maddi gerçekliğin bilinci belirlediği varsayımından hareket eden Marx, asıl meselenin insanların sahip olduğu yanlış fikirlerden kaynaklanmadığını, aksine bu fikirlerin ekonomik eşitsizliklerden kaynaklandığını vurgular. Buna göre, ideoloji –tıpkı kültür gi bi– toplumsal çelişkilerin gizemlileştirilmesine katkıda bulunarak egemen sınıfın toplumsal ve siyasal üstünlüğünün sağlanmasında rol oynar. Başka bir deyişle ideoloji, ekonomik eşitsizliklerin ve toplumsal çelişkilerin yeniden üretilmelerine yardımcı olur.568 Bu kuramsal önermeler, Marx’ın negatif ideoloji kavramına sahip olduğunu gösterir.569 İdeoloji, negatif bir şekilde sorunsallaştırıldığında, toplumsal çelişkilerin kaynağı olan ekonominin ve ekonomik ilişkilerin nasıl çelişkili bir yapıya büründüğünün üstünü örten algılama tarzlarını ve bilinç biçimlerini niteler. Diğer taraftan, Marx’tan sonra ideoloji kavramı yeni anlamlar kazanarak iki farklı görünüm elde eder: “Toplumsal bilinç biçimlerinin bütünü anlamında bir ideoloji anlayışı –ki ‘ideolo jik üstyapı’ kavramıyla ifade edilir olmuştur– ve bir sınıfın çıkarlarıyla bağlantılı politik görüşler anlamında bir ideoloji anla567
Bottomore 2005, s. 292. Age ., s. 293. Larrain 1979, s. 48.
568 569
Melek Halifeoğlu
239
yışı.”570 Bu yeni anlamlar sayesinde, ideolojinin başlangıçtaki olumsuz anlamının ortadan kalktığını söylemek mümkündür. Bu teorik kazanımda önemli bir isim olan Lenin, ideolojiyi Marx’tan farklı bir şekilde yorumlayarak, onun politik bilinç için hayati bir öneme sahip olduğunu vurgular. Lenin’in yaklaşımı, ideolojinin daha geniş bir perspektif içerisinde anlamlandırılması gerektiğini, sınıflar arasındaki karşılıklı mücadele ilişkileri içerisinde ideolojik süreçlerin etkili olduğunu ve yönetici sınıfın ideolojisinin karşısında, sınıf çelişkilerine bağlı olarak, farklı ideolojik tutumların gelişebileceğini varsayar. Artık ideoloji, egemen sınıfın geniş kitleleri üstünlüğü altında tutmak amacıyla kullandığı çarpıtma aracı olmaktan çıkar; böylece, aynı zamanda işçi sınıfının politik bilincini de içeren nötr bir ka vram haline gelir.571 Bu bakış açısından hareketle, kendi sorunsalının kuramsal dayanaklarının oluşturulması bağlamında, Lenin’in perspektifinden etkilenen Gramsci için de, ideoloji kavramının olumsuz bir içeriğe sahip olmadığı belirtilmelidir. Gramsci, ideolojileri organik ve keyfî ideolojiler olarak ikiye ayırır ve bu ideoloji tiplerinin tarihsel (yani verili) bir yapı içinde zorunlu olmasına ve konjonktürel olmasına göre biçimlendiğine işaret eder. Gramsci, organik ideolojilerin kitlelerin birleşerek örgütsel yapılar oluşturmasında önemli olduğunu; keyfî ideolojilerin ise, bireysel tercihleri gösterdiğini belirtir.572 Böylece ideolojiyi en genel anlamda “sanat, hukuk, ekonomik etkinlik ve kolektif hayatın” bütün kertelerinde kendini gösteren bir dünya görüşü olarak ele almakla birlikte, aynı zamanda ideolojinin dünya görüşünün ötesinde bir anlam taşıdığını da vurgulamaktan geri kalmaz.573 Gramsci, anlamsal içeriğini genişlettiği ideolojiyi hegemonya ile ilişkilendirir ve egemen sınıfın diğer sınıflar üzerindeki hâkimi570
Bottomore, s. 294. Age ., s. 294-5. 572 Forgacs 2000, s. 199. 573 Bottomore, s. 295. 571
240 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
yet kurma süreçlerinin ideoloji içinde ve onun aracılığıyla (rıza temelli olarak) gerçekleştireceğini ileri sürer. Buna karşılık, Gramsci’nin bir noktada egemenlik açısından değerlendirdiği ideoloji kavramını Althusser, işleyiş açısından da ele almıştır. Bu bakımdan, ideoloji kişilerin kendi konumlarına dair imgesel tanımlamalar üretmesine neden olur.574 Başka bir deyişle ideoloji, önceden oluşturulmuş tasarımlar çerçevesinde gerçekliğin algılanmasına ilişkin deformasyonlara yol açar. İnsanlar ideoloji vasıtasıyla önceden oluşturulmuş belli imgesel tanımlamalar ve tasarımlar içinde kendilerini bulurlar ve böylece çarpıtılmaya maruz kalan bu imgeleri doğru olarak kabul ederler. Althusser, bunun nedeni olarak, ideolojinin insanlara özneler olarak seslenmediğini ve bu deformasyonun yeniden üretilmesinin bu şekilde gerçekleştiğini ileri sürer. Bu seslenişi “çağırma” olarak kavramsallaştıran Althusser, ideolo jinin, insanların kendilerini özneymiş gibi algılamalarını sağladığını ve bu açıdan da onların yapı içinde belirlenmiş tutsak konumuna yol açtığını ileri sürer.575 Hall ve Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin üyeleri ise, kültür çözümlemeleri alanında, kendilerinden önceki Marksist gelenek içinde yer alan Gramsci, Althusser ve R. Williams’tan etkilenmiştir. Hall’ün de içinde bulunduğu Birmingham Okulu, Marx’ta sınıf egemenliğinin anlaşılması bakımından önemli olduğunu gördüğümüz ideoloji ka v ramını, sınıf bilinci ve kültürel ilişkiler açısından inceler.576 Hall, Gramsci’nin Hapishane Defterleri ’nde geliştirdiği sorunsalı izleyerek, egemen ve bağımlı (subordinate ) sınıflar arasında kutuplaştırıcı bir ilişkisellik kuran özgün Marksist ideoloji kavramını eleştirir. Gramsci ve Althusser’in kuramsal modellerinden yararlanarak indirgemeci ideoloji yaklaşımının sınırlarını aşmaya çalışan Hall, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başından itibaren, özellikle 574
Althusser 2003, s. 89; Durand, s. 96. 575 Althusser 2002, s. 99; Durand, s. 99. 576 Rojek, s. 363.
Melek Halifeoğlu 241
Althusser okumaları üzerinden ve yapısalcılıkla ilişkili araştırmaları sonucunda, ekonomik determinizm ve Marx’ın “yanlış bilinç” olarak ifade ettiği ideoloji konularında eleştirel bir bakış açısı geliştirir.577 Hall, ideolojinin “yanlış bilinç” olmadığı yolundaki görüşünü, Althusser’in Marx İçin (2002) başlıklı kita bından yararlanarak temellendirmeye yönelir. Bilindiği üzere, Althusser’e göre ideoloji, “yanlış bilinç” değil, “bir temsil sistemi”dir.578 İdeolojinin semiyotik karakterine vurgu yapan Althusser’in “çağırma” nosyonunu değerlendirerek ve kendi kuramsal matrisinin içine yerleştiren Hall için ideoloji, “doğal, bilinçsiz veya ortakduyuyu gösteren” bir ka v ram olarak karşımıza çıkar.579 Bununla birlikte Hall, ideolojinin bu kendiliğindenmiş gibi gözüken rolünü özellikle görsel medya konusundaki çalışmalarında ayrıntılı olarak geliştirir. Medya, ideolojik pratiğin her gün yenilenmesinde bir aracı rolü görmektedir.580 Hall’ün, medya üzerindeki çalışmalarını yoğunlaştırdıkça, Althusserci teoriden uzaklaşmaya ve Gramsciyen okumalara daha fazla yer vermeye başladığı görülür. Özellikle, medya formları ve kurumlarına bakış açısından, tahakküm ve rıza arasındaki ilişkiyi kendi kuramına eklemlemesinde bu yaklaşımın yansımalarını görmek mümkündür. Batı’nın gelişkin kapitalist toplumlarında, kitle iletişim araçlarının ideolojik yeniden üretimin merkezi olduğu üzerinde odaklanışı aynı zamanda tahakküm ve fail (agency ) sorunlarına da eğilmesine yol açar. İdeolojinin işlevinin bu şekilde açımlanması, Hall’ün ideolojik yapıların nasıl şekillendiğini sistematik, yapısal ve epistemolojik olarak göstermesine yardımcı olur. Bu demektir ki, ideoloji, rutin pratiklerin kendisi olarak iktidarla bilginin eşitlenmesinde ve sivil toplumun örgütlenmesinde belirir.581 Başka 577
Procter, s. 44. 578 Larrain, s. 155. 579 Procter, s. 45. Davis, s. 67. Age ., s. 97. 580 581
242 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
bir deyişle ideoloji, toplumsal bir tutunum işlevi görür. Buna ek olarak, ideoloji ile yanlış bilinç arasında bir ayrım yapılması gerekir.582 Hall, ideolojiyi bu yüzden yanlış bilinçle özdeşleştirmeksizin, onun insanları bir arada tutan, onları değiştiren ve insanların bakış açılarının çarpıtılmasına sebep olan niteliklerini vurguladığı işlevsel bir tanımına ulaşmaya çalışır. Hall, ideoloji ile egemen düşünceler arasındaki ilişkiye dair açıklamalarında, egemenlikten bahsetmemiz gerektiğinde onunla bağlantılı olarak hegemonya, tahakküm ve otoriteye de değinilmesinin zorunlu olduğunu; egemen düşüncelerin baskın olmasındaki nedenin, basitçe egemen sınıfın kendisinden kaynaklanmadığını; aksine ideolojik mücadele süreçleri sonucunda ortaya çıktığını vurgular.583 Hall, böylece ideoloji, egemen düşünceler ve hegemonya arasında bir bağlantı kurmaya yönelir.584 Onun sorunsalında, kültürel süreçleri etkilemesi bakımından değerlendirilen hegemonya, kültürel hayatın genel bir içeriğini kuran düşünceler, algılamalar, pratikler ve kurumlara dayalı bir iktidar sistemi anlamına gelir.585 Hall’ün yaklaşımında, ideoloji ile ilgili olarak kuramsallaştırılan hegemonyanın salt ekonomik düzeye indirgenmediğini ve (özellikle Gramsci ve Althusser esinli yorumlar çerçevesinde) devletin kurumsallaşmış alanlarında ve sivil hayatta ideolojinin bir fonksiyonu olarak etkinlik gösterdiğini saptayabiliriz.586 Tam da bu noktada, Hall’ün hegemonya kavramını, öznenin yapısal eşitsizlik sistemi içerisinde konumlanmasını açıklamaya yardımcı olan temel bir kuramsal araç olarak değerlendirdiği söylenebilir. Yapısalcı bakış açısı çerçevesinde Althusser’den etkilenen Hall, öznenin kendi varoluşunu oluşturduğu yapı Hall 2005a, s. 197. Hall 1996 b, s. 44; Davis, s. 152. 584 Hall 2005a, s. 213 –214. Rojek, s. 363. Davis, s. 83. 582 583
585 586
Melek Halifeoğlu 243
tarafından belirlenmesine karşılık, aynı zamanda bu yapı içindeki eşitsizliklerle birlikte tanımlanabileceği sonucuna ulaşır. Böyle bir bakış açısından hareketle oluşturulan hegemonya kavramı, diğer bir taraftan da Hall’ün özcü (essentialist ) yaklaşımı aşmasına yardımcı olur. Tarihsel açıdan belirli bir toplumsal formasyonun kültürel özgüllüklerinin anlaşılmasına katkıda bulunan hegemonya analizi, onun aşılmasında da etkin bir faktör olarak, dinamik bir özelliği içinde barındırır. Bu noktada, bir mücadele alanı olarak ifade edilebilecek hegemonyanın uzlaşma ve pazarlığı, güç ve direnişi eşzamanlı olarak içerdiği belirtilmelidir.587 Bir mücadele alanına işaret eden olan hegemonya sorunsalı bağlamında, Hall’ün başvurduğu “iktidar blokundaki kaymalar” kavramına ve hegemonik ilişkilerdeki olumsallık konusundaki saptamasına göndermede bulunulabilir. Nitekim Hall, iktidarın olumsal karakterini vurgulamak amacıyla, Althusser’den aldığı “çağırma” (interpellation ) ka v ramına başvurarak kendi sorunsalını geliştirmeye yönelir. Althusserci “çağırma” kavramı insanların özne haline gelmesini anlatırken, Hall, bu işlevsel bakış açısından, “çağırma” kavramını fail-yapı konusundaki geleneksel yaklaşımı aşmak amacıyla kullanır. Söz konusu geleneksel yaklaşımı açımlamaya yönelik bir saptama yapmak üzere, failci yaklaşımların, bireyi öz- belirlenim yeteneğine sahip bir özne olarak betimlediğini; yapısalcılığın ise, iktidar yapılarının insan eylemini belirlediği yolundaki kuramsal önermeye dayandığını belirtir. Hall, her iki yaklaşımı da gerek uslamlama biçimi gerek metodolojik temelleri açısından eleştirir. Yukarıdaki tartışmamızın da açığa çıkardığı üzere, Althusserci “çağırma” kavramı bireylerin özgürlüğünün boyutlarıyla ilişkilidir. Bu kavram aracılığıyla, Althusser’in özgürlük yaklaşımının, felsefi görünümlerini de yeniden yorumlamamızı sağlayacak bir şekilde, seçim özgürlüğünün ne kadar bize ait ol587
Rojek, s. 363–64; Hall 2005a, s. 215.
244 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
duğunu sorgulamaya yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de, Rojek’in vurguladığı gibi, kapitalist toplumsal formasyonun “bağımsız birey” nosyonu üzerinden inşa edildiğini düşünen Althusser’e göre, çağırma eylemi “bireyselcilik söylemini sürekli olarak ‘kesintiye uğratır.’”588 Çağırma edimi, bir yandan insanların kapitalist egemenlik ilişkilerinin korunması işlevini yerine getiren toplumsal-siyasal süreçler içinde konumlanmasını sağlarken, öbür yandan da kapitalist devletin demokratik söylemi yeniden üretmesine yardımcı olur.589 Hall de, bu konuda birbirinden farklı niteliklere sahip bireyleri bir araya getiren insani ilişkilerdeki çoğulluğu ve akışkanlığı nitelemek amacıyla “çağırma” kavramını işlevselleştirir. Diğer taraftan, Hall’ün, ideolojinin ve hegemonik etkinliklerin önemini vurgulamaya yönelik açıklama modelini geliştirirken, Gramsci’nin organik aydınlar kavramından da etkilendiği belirtilmelidir. Bu bağlamda Hall, organik aydınların işlevinin, geniş halk kitlelerine düşüncelerini ulaştırmak ve entelektüelteorik çalışmalarda öncülük yapmak olduğuna inanır. Hall, organik aydınların geleneksel aydınlara nazaran daha çok bilgi sahibi olmaları gerektiği yolundaki görüşünü, hegemonyanın kurulmasında aydınların vazgeçilmez bir rol oynadığı yolundaki saptamalarıyla güçlendirir.590
Hall Kültür, Medya ve “İdeolojik Etki ” adlı makalesinde kuramsal öncüllerinden hareketle Marx’ın maddeci tarih anlayışından hareketle kültürün köklerinin Alman İdeolojisi ’nde olduğunu belirtir. Bilindiği üzere Marx, insanın doğa ve diğer insanları içerecek şekilde çift taraflı bir ilişki içinde olduğunu belirtir. İnsan kendi maddi varoluşunu sağlarken hem doğa ile Rojek, s. 364.
588
589
Age
Hall 1992, s. 281; Hall, 1996a; 267; ayrıca bkz. Rojek, s. 361.
590
Melek Halifeoğlu 245
hem de diğer insanlarla etkileşim halindedir. Emek ile dönüştürülen doğa diğer taraftan toplumsal olarak örgütlenmeyi de ifa de eder. Hall’ün de vurguladığı gibi “doğanın insan ihtiyaçlarına uyarlanması ancak insanın öbür insanlarla girdiği toplumsal işbirliğinin büründüğü biçimler yoluyla gerçekleştirilir. Öyleyse, insanlar kendilerini, kendi maddi üretimlerinin büründüğü toplumsal biçimler aracılığıyla ‘toplumsal bireyler’ olarak yeniden üretir.”591 Maddi üretim sürecindeki işbölümünün gelişmişlik ve değişim düzeyine bağlı olarak toplumsal dinamiklerin de etkilenmesi doğaldır. Bu bakış açısından hareketle üretime koşut olarak tarihsel koşullar kendine özgü toplumsal tipleri de yaratır. Marx, Alman İdeolojisi’ nde bu tarihsel koşulların düşüncelerin, anlayışların ve bilincin üretimini de etkilediğini sa vunur. Hall, daha önce de belirtildiği üzere, maddeci tarih anlayışının ekonomik indirgemeci yorumunda kültürün önemli bir rol oynamadığı savından hareketle eleştirel bir çizgide durur. Marx’ı maddi ihtiyaçları oldukça yalın bir şekilde yorumlamasından ve maddi ihtiyaçların düşünceler üzerinde ve dilde saydam bir halde yansıtılmasından ötürü eleştirir. Bu çerçevede “düşünceler ve dil, ‘temelleri’ değiştikçe ve bu değişme uyarınca değişir.”592 Hall, kültürün basit bir şekilde koşullar doğru ltusunda değişen bir uğrak noktası olmadığını ve bu yüzden de “görece özerk” bir konumda yer alması gerektiğini savlar. Tarihsel gelişmenin böylesi sınırlandırıcı ve tek taraflı olarak nitelendirilebilecek bir yorumundan ötürü Hall, Gramsci’nin kültür analizinden faydalanacaktır. Gramsci, kendi kuramsal matrisinin ve devrimci projesinin bir uzantısı olduğu için kültürle ilgilenmektedir.593 Kültür, sınıfın kendi ideolojik ve bilinç düzeyini açığa çıkarması açısından önemli bir yere sahiptir. Buna paralel olarak Gramsci için kültür, dünyanın algılanması ve ona yönelik değişimlerin öngörül Hall 2005a, s. 191. Age ., s. 197. Crehan 2006, s. 107; 2002, s. 71.
591 592 593
246 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
mesi bakımından da devrimci praksisin önemli bir öğesi olarak nitelenebilir. Buna ek olarak, Gramsci, tarihsel blokun birliğini meydana getiren altyapı-üstyapı ilişkileri açısından kültürün ekonomik kertenin basit bir yansıması olmadığını belirtirken aynı zamanda onun bir epifenomen olmadığı hususunda da bir sonuca ulaşır. Böylece kültür özerk bir alan ya da kendinde bir nesne değil, bir süreç olarak karşımıza çıkar.594 Kültür bir süreç595 biçiminde değerlendirildiğinde onun deney yoluyla elde edildiğini ve bu bağlamda da endoktrine edilmiş, edilgen bir bilgi olmadığını söylemek mümkündür. Buna karşılık Gramsci Hapishane Defterleri ’nde, kültürün toplumsal bir birlikteliği gösterdiğini ve bu toplumsal birliğin ana temasının aynı düşünme ve davranma pratiklerini içinde barındırdığını vurgular. Praksis felsefesini savunan Gramsci, bu düşüncesine paralel olarak kültürün de statik değil, devinim içinde olduğunu ve bu açıdan devrimci insan öznesine tâbi olduğunu savlar. Dolayısıyla onun yaklaşımındaki biçimiyle kültürün, değişebilen bir olgu olduğu söylenebilir. Edebiyat eleştirmeni olan Raymond Williams’ın da işaret ettiği gibi, kültürün zor bir kavram olduğu düşünülebilir. Kültür ile uygarlığı birbiriyle özdeşleştiren muhafazakâr İngiliz kuramcıları da, yüksek kültür ile popüler kültür arasında hiyerarşik bir üstünlük ilişkisi kurarak, popüler kültürün endüstri öncesi toplumlarda olduğunu, bu bakımdan nostaljik ve organik bir toplumun göstergelerinden birini yansıttığını vurgulamaktadırlar.596 Bu bakış açısını sorgulayan Hall ise, kültür kavramını uygarlık kavramının karşı kutbuna yerleştirmez; muhafazakâr İngiliz kuramcılarını eleştirerek, kültürün yüksek ve alçak biçiminde ikiliklere bölünemeyeceğini ileri sürer. Hall’ün uslamla594
Age ., s. 109; age., s. 72. Hall 2003, s. 2. Procter, s. 12.
595 596
Melek Halifeoğlu 247
ması bakımından “sıradan insanlar kültürel aptallar olmadıklarına göre, popüler kültür biçimlerinde kendi hayatlarına ilişkin gerçeklerin nasıl temsil edildiğinin basbayağı farkındadırlar.”597 Kültürün ekonomik ilişkiler alanına indirgenmesine karşı çıkan R. Williams’tan etkilenen Hall, zamanla Williams’ın etnomerkezci yaklaşımından da uzaklaşır. Bu noktada, kültürün ekonomik düzeye indirgenmemesi amacıyla Althusser’in geliştirdiği eklemlenme (articulation ) kavramından yararlanmayı önerir. Eklemlenme kavramı, sivil ve ekonomik toplumun yaratılmasını biçimlendiren ve üzerinde etkide bulunan sosyal, siyasal ve ekonomik alanlar içinde farklı güçlerin karmaşıklığını kavramamızı sağlar.”598 Bu açıdan bakıldığında eklemlenme kavramı kültür ve ideolojinin dışsal yapılar biçiminde değil, insanların içinde yaşadıkları mücadele alanları olarak analiz edilmesine yardımcı olur. Hall, popüler kültürün çelişkili bir mücadele alanı olduğunu belirtir. Sabit bir içeriği olmayan popüler kültür kavramı bir taraftan mücadele, diğer taraftan ise bir müzakere alanı olarak karşımıza çıkar.599 Bu saptamadan hareketle popüler kültürün, mücadelenin bir ifadesi olan direnişi de içinde barındırdığını söyleyebiliriz. Hall, önceki kuramsal yaklaşımların dayandığı yüksek ve alçak kültür sınıflandırması çerçevesinde geri plana atılan popüler kültürü, egemen ve bağımlı sınıflar arasındaki savaşımların her gün yeniden üretildiği bir alan olarak öne çıkarır.600 Gündelik hayatın bir parçası haline gelen ve iktidar bloku ile halk bloku arasındaki bir mücadele zemini olarak tanımlanan popüler kültür, Hall’e göre, “iktidar ilişkilerinin bir parçasıdır; içinde iktidarın elinde bulundurduğu güce karşı direnmenin ve bu güçten sıyrılmanın izlerini taşır. Kısmen hegemonyanın yüksel597
Özbek’ten aktaran Arık 2009, s. 22. Davis, s. 169. Hall 2005b, s. 67. Age., s. 11.
598 599 600
248 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
diği ve aynı anda güvenlik altına alındığı yerdir. Popüler kült ürün önemli olması bu nedenledir.”601 Bu noktada, popüler kültür, toplumsal grupların kendi varoluşsal özelliklerini, beğenilerini ya da ideolojilerini açığa çıkardıkları bir form olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde, popüler kültür ürünlerinin de farklı toplumsal grupların kendilerini ifade ettikleri bir mücadele aracı haline geldiği söylenebilir. Çeşitliliği içinde barındırmasından dolayı popüler kültür, tek vurgulu bir görünüm sergilemez, tam tersine çok- vurgulu bir yapıya sahiptir. İlk kez Voloşinov tarafından kullanılan çok vurgululuk (multi -accentuality ) kavramı dilin verili toplumsal bağlamlar içinde vurgulanış biçimine göre karşıt ya da farklı anlamların üretilmesine göndermede bulunur. Hall de, Voloşinov’un bu konudaki görüşlerinden yararlanarak, popüler kültürü sınıfa indirgeyen özcü yaklaşımlardan uzak durur. Hall’ün mantıksal çıkarsamalarını takip edersek, popüler kültürün politikadan ayrılamayacağı sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü kültürel üretim, sınıf ilişkilerinin yeniden üretim süreçlerinde etkilidir. Özellikle Althusser’in “çağırma” kavramı ile birlikte düşündüğümüzde, kapitalist toplum pratikleri içindeki bireylerin yapının belirlenimi altında, praksisten uzak bir özneler olarak seslenişe maruz kalmaları onların sınıfsızlık duyusu (a sense of classlessness ) içinde erimelerine ve tercihlerine sunulan seçenekler arasında özgür bireylermiş gibi bir hisse kapılmalarına yol açar. Diğer taraftan Hall, popüler kültürü sadece burjuvazinin elindeki bir araç olarak değerlendirmemekle birlikte onun, sosyalist toplumda da varlığını sürdüreceğini özellikle belirtir.602
Arık, s. 22–2; bkz. Hall 2005b, s. 68 –9. Procter, s. 18.
601 602
Melek Halifeoğlu 249
Kültürel çalışmalar alanında özellikle 1970’ler ve 1980’ler boyunca Hall’ün Encoding/Decoding makalesi büyük yankı uyandırmıştır. Hall, makalesinde telegörsel söylemdeki iletişim süreçlerinin medya mesajlarına nasıl yansıdığını ve söz konusu mesajların üretim, dolaşım, tüketim çemberinde yerini değerlendirerek yeni bir iletişim teorisi oluşturmayı hedefler. O güne değin iletişim kuramlarında pasif bir konumda değerlendirilen izleyicinin nasıl değişkenlik arz ettiğini gözler önüne sermeyi amaçlar. Kültür ve iletişim çalışmalarında davranışsal yöntemin indirgemeci bir boyutta olduğunu düşünen Hall, savunulan bu bilimselciliği eleştirel bir boyuta taşıyarak iletişim kuramlarında hâkim olan kuramsal modelin bireyci bir yaklaşıma sahip olduğunu, dolayısıyla iletişim sürecindeki pratiğin sosyal, kültürel ve kurumsal boyutunun göz ardı edildiğini belirtir. Dolayısıyla, yetersiz kalan bu paradigma bunalımı karşısında yükselen eleştirel yaklaşım aynı zamanda ideolojinin yeniden keşfedilmesine de katkı sunar. Bu bağlamda, Hall de ideolojinin yorumlanmasında kendi kuramsal öncüllerinden yararlanarak ama aynı zamanda onu semiyotik bir çerçevede izleyerek kodlama-kodaçım teorisini geliştirir. Kodlama ve kodaçım teorisi, Hall’e göre, göndericiden çıkan bir mesaj yoluyla alıcıya iletilen üç bileşenli bir ilişkiyi anlatmaktadır.603 Bu ilişkinin arka planında mesajı oluşturan anlamın basit bir şekilde gönderici tarafından belirlenmediğini ve alıcı konumunda olan seyircinin ya da hedef kitlenin pasif bir alıcı konumunda olmadığını savunur.604 İlişkisel bir durum olan kodlama-kodaçım sürecinde gerçek ile vurgulanan bilginin (the facts ) görsel ve işitsel göstergelerde belirli bozulmalara Hall 2006, s. 163. 604 Procter, s. 59. 603
250
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
uğradığı görülür. Bu bağlamda Hall, mesajın üretiminde – encoding – ve bunun alımında –decoding ânında– karşılıklı bir uyum eksikliği (lack of fit ) olduğunu öne sürer. Elbette Hall, iletişimin bu sosyal ve politik ayırımını kavramsallaştırırken Marx’ın ana hatlarını Grundrisse ve Kapital ’de ortaya koyduğu “meta üretimi” kavramına dayandırır.605 Kodlama ve kodaçımı, meta üretimindeki üretim ve tüketim sürecine paralel olarak teorize edilir. Buradan hareketle de iletişim araçlarında gönderici konumunda olan üretici iken, alıcı ise tüketici olarak ifadelendirile bilir. Hall’e göre, almak (receive ) her ne kadar iletişim araçlarında pasif bir yan anlam içerse de tüketim üretimin aktif bir süreci ya da anlamın yeniden üretimi demektir.606 Bu bağlamda, tüketici konumunda olan alıcı, göndericinin mesajlarına doğrudan maruz kalmaktan kurtularak süreç içinde kendi pozisyonunu belirleyebilir. Gönderici tarafından belirli bir anlam ile biçimlenmiş olan mesaj (yani kodlama), kurumsal ve toplumsal düzeyde üretim ilişkileri açısından dilin söylemsel kuralları altında olmalıdır. Dolayısıyla televizyon haberlerindeki göstergelerin de belli anlamlar altında konumlandırılması gerekir. Sözgelimi haber programlarındaki stüdyonun yapısı, sunucunun takım elbise giymesi, masanın şekli sadece edebî bir dil olarak algılanmamalı, bunun ötesinde içinde yoğun ve yüksek bir seviyede kodlanmış ve tüm toplum tarafından aynı algı düzeyini yansıtan uzlaşımsal (conventional ) bir işaretin de göstergesi olarak anlamlandırılmalıdır.607 Bu göstergelerin tümünde sunulan bu imgeler otor ite, güvenirlik, nesnellik gibi değer kalıplarını içerir. Kodaçım (decoding ) Hall’e göre iletişim sürecinde en önemli fakat bir o kadar da ihmal edilen bir olgudur. Hall’e göre bu Hall 2006, s. 163. Age., s. 164. 607 Procter, s. 64. 605 606
Melek Halifeoğlu
251
ihmalin sebebi de kodlama sürecindeki televizyon söylemlerinin “ikonik göstergelere”608 sahip olmasıdır.609 İkonik göstergeler göndermede bulunulan nesneyi doğrudan temsil etmektedir. Böylece, ikonik göstergeler bu gönderge (referent ) ile nesnenin kendisi arasında bir özdeşlik kurulmasına neden olur. Hall açısından ikonik göstergeler, bilinçli bir kodaçımına direnç gösterme eğilimindedir. Çünkü izleyici tarafından algılanan kodu yeniden üretirler. Gönderge, nesnenin kendisi olduğunu düşünmemize sebep olması bakımından yorumlamaya neden bırakmaz. Kültürel olarak inşa edilmiş gösterge ya da evrensel gönderge arasındaki karşıtlık da düzanlam ve yananlam arasındaki linguistik teori arasında bir karışıklıktan ileri gelir. Hall’ün sorunsallaştırdığı önemli hususlardan biri de düz anlam ile yananlam arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Düz anlamsal düzeyde ideolojik anlam görece sabit iken yananlamsal düzeyde ise önemli bir ideolojik müdahale ve çatışma alanı söz konusudur.610 Dilin çok vurgulu olma özelliği ile beraber yananlam hem dönüşebilme hem de sömürülebilme olasılığını içerir. Yananlam içerisinde göstergelerin yeni vurgulamalara açık olması anlam üzerindeki mücadeleye, yani sınıf mücadelesine de, açık bir hal alır. Hall için burada dikkat edilmesi gereken nokta, izleyicilerin bu anlamlandırmalar karşısındaki konumudur. Çünkü izleyici, üretici tarafından yerleştirilen sabit anlamları pasif bir şekilde kabul eden ya da alan bir durumda değildir. Bu pasif olmama durumundan ötürü kodaçım zorunlu olarak mücadele alanını da içerir. Önemli olan nokta ise elbette izleyicinin toplumsal konumuna bağlı olarak anlam üzerinde nasıl bir mücadele içerisinde olacağıdır. İzleyici, mesajda aktarılan öz anlamı keşfetmekle görevli değildir, kendi içinde belli Charles Peirce tarafından indeksel, sembolik, ikonik göstergeler ayırımda ikonik göstergeler, görsel göstergeler olarak ifade edilir. Age ., s. 65. Hall 2006, s. 167 –8. 608
609 610
252
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
bir göreli özerkliğe sahip olmasından ötürü belli bir anlam üretmekle yükümlüdür.611 Bu nedenle, Hall’e göre tüketici konumunda olan izleyici, anlamı yeniden şekillendirmesi açısından aynı zamanda üreticidir. Kodlama aşamasında televizyon ekranı, formatı, dil ve iletişim söylem alanı içerisinde yer alır. Ancak söylemin gerçekleştiği kodlama, maddi üretim bağlamında inşa edilir. İzleyiciyi kapsayan kodaçım aşaması ise mesajın sosyal ya da siyasal etkiye ulaşmasının belirlendiği momenttir. Kodlanmış mesaj biçiminin bir anlam üretebilmesi/etki yaratabilmesi için izleyici tarafından kodaçıma tâbi tutulması gerekir. Hall için telegörsel söylem tek başına bir anlam ifade etmez. Üreticisi tarafından anlamı kodlanmış olan mesaj izleyiciyle etkileşime geçmediği sürece sabit kalmaktadır. Anlamı ortaya çıkaran, mesajı anlamlandırmayı sağlayanın izleme edimi olmasından ötürü bu alan aynı zamanda mücadele ve sömürülme uğrağıdır. Hall, izleme edimiyle gerçekleşen mesajın anlamlandırılma sürecinde izleyicinin anlamı üretmesine bağlı olarak değişik izleyici tutumlarının ayrıştırılabileceğini ileri sürer. Bir üretimtüketim ve yeniden üretim sarmalına bağlı olan bu ilişkisel durum izleyiciye pasif bir anlam vermemesine karşın izleyicinin kendi kültürel kodlarından da bağımsız olduğu anlamına gelmez. Bu bağlamda farklı edinimlere sahip olan izleyicilerin mesajı farklı okumaları söz konusudur. Bu yüzden de Hall’e göre üç tür okuma bulunur.612 Kodlayan-üretici ile kodaçan-tüketici arasındaki anlamlandırma bir sarkaç hareketine benzetilebilir. Bu noktadan hareket edersek ilk okuma kodlayanla aynı düzeyde olup egemen algılama çerçevesi içindeki anlamlandırmadır. İkincisi, müzakereci bir okuma edimidir. Bu edim gerçekleşirken kodaçımlayan tüketici, egemen anlamlandırmaların bazılarını kabul edip bazı yönlerini reddetmekte ya da onları değiştirmektedir. Böylece bu okuma biçiminde tüketici konu Age., s. 169. Age ., s. 171.
611 612
Melek Halifeoğlu
253
munda olan izleyici metni kendi kültürel kodlarına bağlı olarak yeniden yorumlayabilmekte ve üretici olabilmektedir. Son okuma ise tercih edilen okumaya karşıt olma durumudur. Hall, egemen anlamlandırma ya da söylemleri izleyicinin tamamen reddedebilmesini, çözümlemesini ya da karşı çıkarak okuya bilmesini savunur. Hall, bu üç okuma edimini aynı zamanda mesajın toplumsal algılama üzerindeki etkisine göre hegemonik, hâkim ve muhalif pozisyona sahip olmasından ötürü de ayrıştırır.613 İlk okuma biçiminde kendini gösteren hegemonik pozisyon hem düzanlamın hem de yananlamların izleyici tarafından farkına varılmadan benimsenmesidir. İkinci okuma olan müzakereci yaklaşımda izleyici her ne kadar metnin bazı kısımlarını reddetme hakkına sahip olsa da genel tanımlar üzerinde hâkim ideoloji ile aynı safta yer alır. Tüm bunlara karşıt muhalif okuma pozisyonunda ise izleyici metnin içindeki tüm düzanlam ve yananlamların farkında olup bunlara karşı çıkar.
Kültürel çalışmalar deyince akla gelen isimlerden biri olan Hall’ün temel katkıları arasında, toplumun akademik çalışma gündeminin başına “kültür” meselesini yerleştirmesini saymak mümkündür. Hall, kültürel çalışmalar ve kültür sosyolojisi alanlarında Gramsciyen ve Althusserci geleneğin bir sentezini yapar. Gramsci’nin “organik aydınlar” kavramının rafineleşmesine öncülük ederek kamusal aydınlar için önemli bir rol model sağlar. Ayrıca Hall, “farklılık” politikasının yükselişine ve “yeni zamanlar”a göndermede bulunurken, sınıfın siyaseti ve tarihinin yeniden ele alınması konusunda solu ikna etmeye çalışır.614 Diğer taraftan Hall, klasik bir Marksist gelenek içinde yer almaz. Özellikle, en tanınmış metinleri arasında yer alan “The Age ., s. 171. 614 Rojek, s. 360. 613
254 Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
Pro blem of Ideology: Marxism without Guarantees” başlıklı çalışması, Marksizmin ötesine geçmeyi ve onu sorgulamayı amaçlamakla birlikte, gözleri yeniden Marx’ın üzerine çeken bir Marksizm eleştirisidir.615 Onun “Yeni zamanlar”ı geleneksel Marksizm içinde yer alanlar tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Hall kendisinin “Marksist geleneklerle eleştirel bir ilişki içinde şekillendiğini” belirtse de, onun çalışmaları revizyonist Marksist gelenek içinde sayılabilir. Hall, kültürel çalışmalarda kültürel ve ideolojik konumun belirlenmesinde medyanın rolünün başat olduğunu belirtir. “Encoding” ve “decoding” kavramsallaştırmalarıyla ideolojinin ve kültürün içine şifrelenmiş yapının nasıl gerçekleştiğini ve buna karşılık okuyucunun rolünün neler olabileceğini gösterir. İnsanların sadece endoktrine edilmiş bir bilgi bombardımanı altında olmadığını, aynı zamanda özne olarak manevra alanına sahip olduğunu da vurgular. “Decoding” olarak ifade edilen bu manevra alanı okuyucuda farkındalık yaratarak onun nasıl bir konumda yer alabileceğini gösterir. Medya, kendi kültürel ve ideolojik olarak konumunu belirlerken toplumu analiz eder, bilgi toplar ve kendi konumu doğrultusunda bu bilgiyi filtreleyerek sunar; dolayısıyla inşa edilmiş bir düzen içinde “genel kabulleri” oluşturur.616 İşçi sınıfı analizinde Gramsci’nin kuramsal yaklaşımlarından yararlanarak çözümlemelerine derinlik katan Hall, özellikle hegemonya kavramını içselleştirerek kültüralizm ve yapısalcılığın sınırlarını aşmayı amaçlar. Hegemonyanın toplumsallaştığı ve aynı zamanda yıkılıp yeniden üretiminin mekânsallaştığı yer olan popüler kültürü olumsal bir mücadele alanı olarak betimlemesi Hall’ün ideoloji alanına yaptığı önemli bir katkıdır. Popüler kültürün toplumsal gruplar arasında hiyerarşik bir yere sahip olmadığı, aksine kurulan hiyerarşilerin yeniden anlamlandırılabileceği yolundaki yaklaşımı, popüler kültürün hem Procter, s. 44. Hall’den aktaran Hardt, s. 53 –54.
615 616
Melek Halifeoğlu
255
hegemonyanın kurulduğu, hem de hegemonyaya karşı mücadele ve direnişin de açığa çıktığı bir alan olduğunu gösterir. Hall, ideolojinin “yanlış bilinç” olarak tanımlanmasının toplumsal gruplar arasında ötekileştirmeye ve edilgin insan anlayışlarına yol açabileceğini varsayarak, ideoloji kavramını Gramsciyen bir perspektifle yeniden tanımlamaya yönelmiştir. Marx’ ın negatif ideolojiye olumsal bir anlam katmasının, Hall’ün kuramsal özgüllüğünü oluşturduğunu söyleyebiliriz.
K AYNAKÇA Althusser, L. (2003). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları . (A. Tümertekin, Çev.) İstanbul: İthaki. Althusser, L. (2002). Marx İçin. (I. Ergüden, Çev.) İstanbul: İthaki. Arık, M. B. (2009). İnsan ve Toplumu Bir Arada Düşünmedikçe Popüler Kültürü Tartışamayız. E. Karakoç içinde, Medya ve Popüler Kültür: Eleştirel Bir Yaklaşım (s. 1–30). Ankara: Literatürk. Berberoğlu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleşt irel Bir Perspektif . (C. Cemgil, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Ün i versitesi. Bottomore, T. (2005). Marksist Düşünce Sözlüğü . (Mete Tunçay vd., Çev.) İstanbul: İletişim. Crehan, K. (2002). Gramsci, Culture and Anthropology. (Ümit Aydoğmuş, Çev.) London: Pluto. — (2006). Gramsci, Kültür, Antropoloji . İstanbul: Kalkedon. Davis, H. (2004). Understanding Stuart Hall. London: Sage. Durand, J.-P. (2000). Marx'ın Sosyolojisi . (Ali Aktaş, Çev.)İstanbul: Birikim. Forgacs, D. (2000). The Gramsci Reader: Selected Writings 1916 – 1935 . New York: New York University Press. Golding, P., & Murdock, G. (2008). İdeoloji ve Kitle İletişim Araçları: Belirlenim Sorunu. L. Yaylagül & N. Korkmaz içinde, Medya, Pop ül er Kültür ve İdeoloji (s. 23–59). Ankara: Dipnot. Hall, S. (Autumn 1958). A Sense Of Classlessness. Universities and Left Review 5 , 26–32.
256 —.
Stuart Hall: Yapı, İdeoloji ve Kültür
(1992). Cultural Studies and its Theoretical Legacies. L. Gross berg, C. Nelson, & P. Treichler içinde, Cultural Studies (s. 277– 295). New York: Routledge. —. (1996a). Cultural Studies and its Theoretical Legacies. K. -H. D. Morley içinde, Stuart Hall: Critical Dialogues in Cultural Studies (s. 261–275). London: Routledge. —. (1996 b). The Problem of Ideology: Marxism without Guarantees. D. Morley, & K. -H. Chen içinde, Stuart Hall: Critical Dialogues in Cultural Studies (s. 24–46). London: Routledge. —. (1980). Cultural Studies: Two Paradigms. Media, Culture and Society. vol. 2 , 57–72. —. (2006). Encoding/ Decoding. M. G. Durham, & D. M. Kellner içinde, Media and Cultural Studies (s. 163–174). UK: Blackwell. —. (2003). Introduction. S. Hall içinde, Representation: Cultural Representations and Signifying Practices (s. 1–13). London: Sage. —. (2005a). Kültür, Medya ve “İdeolojik Etki”. M. Küçük içinde, Medya, İktidar, İdeoloji (s. 191–235). Ankara: Bilim ve Sanat. —. (2005b). Notes on Deconstructing ‘The Popular’. R. Guins, & O. Z. Cruz içinde, Popular Culture: A Reader (s. 64–71). London: Sage. —. (1985, June). Signification, Representation, Ideology: Althusser and the Post-Structuralist Debates. Critical Studies in Mass Communication 2 , 91–114. Hardt, H. (2005). “Eleştirel’in Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amer ikan Kitle İletişimi Araştırması. M. Küçük içinde, Medya, İktidar, İdeoloji (s. 15–73). Ankara: Bilim ve Sanat Larrain, J. (1979). The Concept of Ideology. London: Hutchinson. Marx, K. (2005). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı . (Sevim Belli, Çev.) Ankara: Sol. Marx, K. ve F. Engels (2013). Alman İdeolojisi. (Olcay Geridönmez & Tonguç Ok, Çev.) İstanbul: E v rensel Procter, J. (2004). Stuart Hall . London ve New York: Routledge. Portelli, H. (1982). Gramsci ve Tarihsel Blok. (K. Somer, Çev.) Ankara: Savaş.
Melek Halifeoğlu 257
Rojek, C. (2001). Stuart Hall. A. Elliot, & B. Turner içinde, Profiles in Contemporary Social Theory (s. 360–70). London: Sage. Turner, G. (2003). British Cultural Studies: An Introduction . London: Routledge. Yetiş, M. (2009). Antonio Gramsci. Ç. Veysal içinde, 1900’den G ünüm üz e Büyük Düşünürler (s. 121–170). İstanbul: Etik.